Aşk Ve Sevgi Arasında
Aşk ve sevgi
arasında da bir takım farklar bulunduğunu söyleyebiliriz. Bir kere hem aşk, hem
de sevgi birer sanat olarak kabul edilebilir. Ama sevgi, öğrenilebilen bir
yaşama sanatı iken aşk, sanatçının sezgisinde olduğu gibi kendisinin de nasıl
olduğunu bilmediği, birdenbire ortaya çıkan ve öğrenilemeyen bir sanattır.
Sevgi,
birdenbire değil, yavaş yavaş öğrenilebilir; oysa aşk, nerede ve ne zaman
olacağı bilinmeden başlayabilir.
Bu bakımdan
sevgi kontrol altına alınabilir ama aşkı kontrol altına almak pek mümkün
değildir. Sevgi, mutlandırır, ıstırap vermez, sevdikçe mutluluk artar, sevginin
kendisinden kaynaklanan bir ıstırap söz konusu değildir; fakat sevilen ve
sevenler, birbirlerine gelebilecek zarardan dolayı mutlaka üzüntü duyarlar,
sözgelimi anne, çocuğu hastalanınca veya anne rahatsızlanınca çocuğu üzülür.
Aşktaki durum
daha farklıdır. Aşk, hür bir şekilde yaşanırken, bir taraftan da arttıkça,
yoğunlaştıkça ıstırabı da artan ve âşıkları kendisine esir eden bir
kuşatılmışlıktır; aşktaki ıstırap, aşkın özünde vardır.
Aşk,
duyguların kısıtlanmaksızın yaşandığı bir hürriyet alanıdır, ama sonunda aşkın
esiri de olunabilir. Aşkını dile getirip getirmeme düşüncesi veya isteği bile
bir iç çekişmeye dönüşüp âşığa ıstırap vermektedir. Çünkü aşkta bir gizlilik
vardır, insanın içinde fırtınalar koparır, belki de ıstırap vermesi bu
şakıdığından ve hırçınlığından dolayıdır.
“Aşk ateşi”
veya “aşkın yakıcılığı” deyimleri de aşktaki bu çile çekme durumundan dolayı
söylenmiş olsa gerektir.
Dolayısıyla aşkın
yoruculuğuna karşı sevgi daha açıktır, bu yüzden daha munistir, dinlendiricidir.
Bunlara rağmen belirtildiği gibi, aşkı sevgiden soyutlamak da mümkün değildir.
Sevgiyi
mutlaka aşk kelimesiyle birlikte kullanamayabiliriz, ama aşktan söz ediyorsak,
mutlaka sevgiden de söz etmek durumundayız. Çünkü sevgisiz
aşk olamaz. Fakat sevgiden söz edildiğinde aşkın kastedilip edilmediği, sevgiye
konu olan nesne veya varlıktan rahatlıkla anlaşılabilir.
Sözgelimi
arabamı seviyorum veya arabama âşığım derken bu, tutku derecesinde bir araba
bağlılığı olabilir, ama cinselliği barındıran aşkta beklenen bu değildir.
Sevgiye konu
olan şey, insanüstü varlık olan Tanrı ise, buradaki sevgi de aşk olarak
nitelenir. Ancak Tanrı aşkı da birdenbire olmaz, belli bir süreç ister.
Üstelik bu
aşk, bir sığınma ve yücelik karşısındaki erime, yok olma tarzında bir aşk veya
sevgidir. Sevgiye konu olan şey, kutsal bir varlıksa, bu da hem sevgi hem aşk
olarak isimlendirilebilir; vatan ve bayrak aşkı veya sevgisi gibi. Buradaki
sevgi de bağlılık ve fedakârlık anlamını taşımaktadır.
Sevmeye konu
olan şey, insanlar arasında ise, bunlardan bazısı sevgi olarak isimlendirilir,
sözgelimi anne-baba sevgisi, kardeş sevgisi, evlat sevgisi... gibi, bazısı da
aşk olarak isimlendirilir; farklı cinsten insanlar arasında gerçekleşen sevgi
gibi.
“Bahçeye düşen
sarmaşık tohumu nasıl bütün bahçeyi sarıp sarmalar, hatta dışarı taşarsa; gönle
düşen aşk tohumu da bütün bedeni sarıp sarmalar, oradan etrafa yayılır. Nice
fidanlar, selviler, çınarlar, bir sarmaşık tarafından sarılınca gitgide
sarmaşık dalları arasında görünmez oluyorsa, aşk sarmaşığı da insan fidanım
öyle kaplayıp görünmez eyler, yok eder. Sarmaşığın özelliği, sarıldığı ağacı
içten içe kurutması, bitirmesi, sonunu hazırlamasıdır. Nitekim aşk da insanı
sarınca onu içten içe eritip yok eder. Dıştan görünen yalnızca aşktır ve
âşık da çevresini görmez olur. Çünkü sarmaşık onu öyle çevrelemiştir ki dışarıda
olup bitenleri ne duyar, ne görür; hatta duymak ve görmek de istemez. Aşka
tutulan ağaçta artık bütün buyruklar sarmaşık tarafından verilir... Sarmaşık
nasıl hızlıca büyüyüp ağacı kaplarsa, aşk da öyle hızlı gelişir...”
Buna göre aşk,
tıpkı bir sarmaşık gibi, bir kalbi öbür kalbe veya varlığa öylece sarıp
sarmalamakta, iki ayrı varlık adeta bir bütünlük haline gelmektedir. aşkın
doğması için sevgiliyi görmek, büyümesi için sevgiliyi görmemek lâzımdır...
Aşk,
sevgiliden uzakta büyür. Aşkı besleyen, sevgilinin kendisi değil, hayalidir.
Çünkü hayal, hakikatten daima daha güzeldir.
Sevgilinin
hayali, daima sevgilinin kendisinden farklı ve sevgilinin kendisinden üstündür.
Bu hayali, farkında olmadan, sevdalı yaratır ve farkında olmadan sevdalı,
sevgilisinin kendisini değil, yarattığı bu hayali sever.”
Hayallerin sınırlanması mümkün olmadığı gibi
aşk da sınır tanımaz. Bu yüzden aşk, akılla değil, duygu ve hayallerle yaşar.
Ancak aşk, sadece hayal dünyasına da mahkûm edilemez. İnsanın hayal ettiği
müddetçe yaşaması, hayallerinden bir şeyler üretmesi veya hayallerini
gerçekleştirmesi anlamına da gelmektedir.
Sadece
hayallerde yaşatılan bir sevgili, Platonik aşkın sınırlarındadır. Oysa aşkın
karşılık bulmasının tek yolu, onun ilanı, eskilerini fadesiyle “ilan-ı aşk”
edilmesidir. Böylece hayallerde yaşatılan aşk, gerçekliğe de döndürülmüş olur.
İşte asıl olan, bu aşkın ömür boyu yaşatılmasıdır. Buradan itibaren hayaller,
aşkın devam ettirilmesinin sağlanmasına yönelik olmalıdır. Bu aşk, yaşadığımız,
içselleştirdiğimiz, kanıksadığımız, bir hayat tarzı haline getirdiğimiz aşktır.
Aşkı yaşatan hayaller biterse, aşk da bitmeye yüz tutar. İşte bu yüzden
hayallerin sona ermesine fırsat vermemek gerekir. Aşkı geliştirmek ve devam
ettirmek için çaba sarf etmek gerekir. Emek verilmeyen sevgiler, ortadan
kalkar. Öyleyse aşkı sona erdiren, özensizliktir.
Aşk, aslında
güvene dayalıdır, ama dozunda olan bir kıskançlık, aşkı her an taze tutmanın
bir güvencesi olarak da görülebilir. Bununla birlikte aşk üçüncü kişinin
bulunmasına tahammülü olmayan bir paylaşımdır.
Bu paylaşımı
sarsabilecek olan, güveni sarsacak ve yanlış anlamalara neden olabilecek
davranışlardan kaçınmak gerekir. Görülüyor ki aşk, sona ermez. Çünkü aşkın,
kendine göre bir sıcaklığı vardır ve bu, aşk literatüründe “aşk ateşi” olarak nitelendirilmektedir.
Herakleitos (MÖ. 540-480)’a göre evrenin temelinde bulunan unsur, yani ana
madde, ateştir. Ateş, sürekli değişen bir yapıya sahiptir. Alevler bazen
yükselir, bazen yavaşlar, bazen de kor halinde bulunur, ama ateş asla sönmez,
ateşin sönmesi demek, evrenin tükenmesi demektir. İnsan ruhu da ateşten pay
almıştır. Bazen coşkuludur, bazen de suskun.
Bu yüzden olsa
gerek aşkın sembollerinden biri de ateştir. Aşk ateşi, içine düştüğü insanı
yakıp kavuracak kadar güçlüdür.
İnsanın,
evreni oluşturan ateşten aldığı pay yüksek ise, o insan âşık olunca, aşk, o
insanı canlandırır; olmayacak işleri yapabilecek kadar güçlü hisseder kendini.
Bu pay azalınca, aşk, insanı içine kapatır; sanki ateşin küllenmesi gibi. Ama
insanın içine bir kere aşk ateşi düştü mü küllense de tükenmez. Küçük bir
rüzgârla yeniden canlanır. Bu bakımdan aşk için sonuç yazmak zordur; çünkü aşk,
sonsuzdur.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar