printfriendly-pdf-button-nobg-md

Bu Meydanda ABCD yi, Ebced Sahaf’ta Okumaya Geldik

 



ebced_sahaf

Bunlarada Bakarsınız

Yazmaya, okumaya başlayana, Bizim Yunus, ”Dört kitabın ma’nâsı bellidir bir elifte” “Sen elifi bilmezsin bu nice okumaktır”[1] demiştir.

Erbabı ise devamında “be” de ki sırra kavuşmak için nokta gibi olmayı, ayaklar altında kalmayı;[2] “Cim” inde   içinde sırlanmayı, nihayetinde “dal” da ise sırların azametiyle boyun kesmeyi tarif ederler.

Nedeni, bellidir,  her şeyin evveli “Oku/İkra” ve Elifle başladı. Cümlemizin sırrına da  Ebced damga vurdu. Böyleyken,  Ebced Sahaf” da hayatımızın merkezine tekmil ve mükemmil oturdu.

Hayatımda en vefalı dostum kitaplardır. Her hâlükârda  onlardan faide bulmuşumdur. Kokusunu çok severim, çünkü kendine hastır. Birde yıllanmış olunca bir dilberin, bir yiğidin, bir garibin, bir beyin, yahut bir şeyhin ve talebenin elinden öpüldüğünü düşünüce o kitap benim için fantastik dünyamda bir güzergah olmuştur. Aslında kimin eli değmişse bunu hisseder birçok kimse. Duymanız varsa kağıdın dili vardır. Yani;  bir mescidde namaz kıldığınız yere düşmüş bir Kur’ân-ı Kerim sahifesi parçasını elinize hiç aldınız mı? Eğer onun acı çığlığını duysaydınız içiniz tir titrerdi. O hale gelirdiniz o parçaya nasıl hürmet edilir, korumaya almayı düşünürdünüz. Bunu yaşamak gerekir. Söz bu hali anlatmaya kâfi gelemez.

Şimdilerde yabancı yayınlarda asitsiz kağıda basılmıştır, yazıyorlar. Bizim memlekette bu mecburiyet var mıdır, bilemem ama, sahafa düşen kitap ve aradığınız ise asitlisi mi asitsizi mi diye bakılmaz ki…

Kitaba hürmet, insana hürmet kadar sonsuz olmalı. Kaleme yazmayı emreden Rabbimizin hikmetindendir. Levh-i mahfuz içindeki toplanmış güzelliklerin değeri ile meramınızı ifadede acziyetimiz de ezeli bilgidir. Kitabın tarifi yine kitap, insanın tarifi de kitabı mukaddesdir.

Sahafı anlatırken, en çok kitaba değer veren demek uygun gelebilir. Onun için bir kağıt sahifesi üzerinde bir kelime yazılmış bile olsa onun kıymetini bilendir. Bilir ki ona gelen her kitabın kendince bir macerası ve hayatı vardır. Ölmemiştir.  Dünyamızın acayibatındandır. Birçok kitap ya mirasyedi yüzünden hurda niyetine kağıt toplayıcısı eline geçmiştir. Kağıt toplayacısıda muhteviyattan çok anlamaz ya, az bir baha, karşılığında, sahafın önüne döker. Kantar ona son sözü söyleyecektir. Satıcısının bilmediğine bilgiçlik taslamaz Harabat yerlerdeki define hikayesi gibi Rezzak’ın taksimatındandır., Sahaf çok kıymetli birşeyin var mı içine bakalım demeyi beklemez. Kantara koy der, Kantar kağıdın ağırlığına değer biçer. İçinde varsa bir cevher, değer verecek sahaftır.  Dediğimiz üzere toplayıcı vakti dar işçi gibi parasını alır gider.  Cilve-i Rabbani bazen olmazlar olur.  Nadirende ihtiyaçtan, benim başıma gelen gibi, evin yetersiz olması nedeniyle   ya sen ya da kitapların derler torbalara alelusul hibe ettirirler.[3] İsteklisi sandığım kişide bedava sahip olunca kıymetsiz gibi verdiği sözleri unutur,-Benimde engin arkadaşım güya kitapçı dükkânı açacaktı- ihtiyacım var diyerek kâğıt fiyatına elinden çıkardı. İnsan kazandığına ve kaybettiğine aynı ayarda bakınca, rabbine rıza gösterir.

İyi bir okuyucu iseniz illaki sahaf ile yol arkadaşlığınız vardır. Bizim şehrimiz Sivas’ta  Ebced Sahafta, hayat boyu arkadaşımız olacağı, mutlak bilgidir. Ebced nasıl kelimenin, dolayısıyla kitapların menbaı ise, Ebced Sahafın emanetçisi Mikail Abim, yılların eskitemediği yol arkadaşımdır. Sahafın sahhafıdır. Bilgisiyle, tevazuuyla, dükkanına  misafir gelmiş her kitabı elden geçirir, Mücevher gibi bakar, cildine dokunmaz, sayfasına içindeki çizilmiş resmine, vb. satış rafına hürmetle dizer. Yakında aldığım kitabın içinde belediye otobüsleri için geçerli talebe bileti bile çıktı . Senesi kaç bilemem ama bu bilet 1500 tl kıymetinde olunca bir anda beni. gençlik zamanıma götürdü.

Genelde abimin görmediği kitapta yoktur. Eline alır almaz cemaziyelini bilir. Soranı çok olan ise yakınına nadiren sorgulanacakları yüksek yerlere dizer. Nadiren sorulan belki en kıymetli olandır, diyebiliriz.  Böyleyken, yıllar geçer bazı kitapların yazanı ölür. Kitabın ânı, sânı dahi unutulur. Şöhret olmak ayrı konu, değinmeye gerekte yok.

Düşününce kitaplar hayal dünyamızda neleri çağrıştırıyor. Yeni yetmeler eski kitapları pek sevmez. Aslında kitaplar hakkında böceklerin kebikeç hikayelerini duyarsınız. Uzun uzundur hikayeleri,[4]

Şahit olmuşumdur, gel zaman, git zaman içinde Ebced Sahaf’ın dükkan kapısından yıllanmış şarap gibi eskilerden haberli biri gelir. Unutulmuşu yeni gün niyetine sorar. İşte adı gibi Mikail Abim, bir anda melek uçuşuyla koca dükkânın içini seyrü sefer etmiştir, daha dün koymuş gibi birkaç dizinin arkasından onlarca yıl rafta sırlanmış mis gibi kokan, hangi sevgilinin eli değmiş bir ağaç altında okunmuş kitabı ona uzatır. Bazen de soran olur bu kitap var mı dediğinde Mikail Abim hemen şıpşak cevap verip, yok çeker. Müşteri zanneder ki, benimle ilgilenmedi.  Kader gereği, gerçekten o kitap yoktur. Ah soranında kalbi de bir inansa, insan bu içi koftur. Hemen ebcedi, ecvefe döner … Bilmezler ki Mikail Abi, kütüphaneyi içine kurmuştur. Dizilerde duran kitap cisim halinde dışarıda olsa da hep içinde daha düzgün sıralıdır. O da bir bir insan sonuçta “bazen bu kitabı aldık. Bunca zaman geçti neden soranı olmadı der. Bu duygu içine düşünce lahavle çeker, âlemde tesadüf yoktur, geciktiren nedir diye; kalbine sus meşgul olma deme hali de vardır.

Geçenlerde, dükkâna gittiğimde oğlu Çağrı Bey vardı. Şeyh Sâdi’nin dediği gibi “kurttan kur doğar”, misali başka bir zevk veren bulamadım bu kitaplardan gayri, diye iç çekerek hali pür melâlini bizimle paylaştı.

Hiç düşünmemiştim onun bu sözünü duyana kadar, devlet ceza vermek istediği vatandaşa kitap okuma cezası verse, usulen okuması istenilen kitaplardan bilahare mülakat eylese, yazılıda kaçar bazı şeyler veya yapılamaz ama bir kitap okundu mu okunmadığını ehl-i vukuf iseniz hemen bilirsiniz. Bunu üzerinde düşünce pratiği yapmak lazım.

Bilindiği üzere her insan ulu bir kitaptır. Fakat bu ulu kitabı okumak için en yenisinden çok, en eski çıkmış kitap nüvelerini okumak lazımdır. Yeniler bir sonraki nesile hükümrandır. İşte şimdilerde Sivas’a Sultan Şehir diyorlar. Ancak bu şehir tarihte Tanrı Şehri diye anılırdı. Dünyanın Merkezinin Türkiye’de olduğu üzerine araştırmalar var.[5] İlanihayetinde bu merkezin Cami-i Kebirin oradan geçtiğini duyarsanız, şaşırmayın. Minaresi dünya gibi boyun bükmüştür, Mevlâsına eğiktir.[6]

Olur ya, bir vakit, yolunuz Sivas’a uğrarsa, Ulu Cami-i Komşusu sayılacak kadar yakın Hoca İmam Cami-i garibinde Mikail Abime uğrayın. Çayınızı içer, kitapların arasında hoş bir vakit geçirirsiniz.

Hayat boyu beni hiç üzemeyen sadık arkadaşım kitaplar hakkında söylenecek kelâmım bitmez. Ancak hep şuna, kaniyim,  kitabı seveni çok sevdiğimdir. Hz. Rasûlü'llâh salla'llâhu aleyhi ve sellemin dediği üzere; “Kişi sevdiği ile beraberdir.”

Bunun üstüne daha fazla bir şey ilave edemeyeceğim, kesindir.

Kitap, siz ve biz, Ebced Sahaf’ta illaki görüşürüz.

Daima ve ebedi, yol birdir ve beraberdir.

İhramcızâde
İsmail Hakkı Altuntaş
20.03.2025
Eğriköprü/Sivas

    



[1] https://tr.wikisource.org/wiki/%C4%B0lim_%C4%B0lim_Bilmektir

[2]  https://ismailhakkialtuntas.blogspot.com/2021/07/ebced-hakknda.html

[3] https://ismailhakkialtuntas.blogspot.com/2020/04/cuval-hatram.html

[4] https://islamansiklopedisi.org.tr/kebikec

[5] https://ismailhakkialtuntas.blogspot.com/2020/02/dunyada-turkiye-turkiyede-sivas.html

https://ismailhakkialtuntas92.wordpress.com/2024/05/25/sivas-dunyanin-merkezidir/

[6] https://www.hurriyet.com.tr/yerel-haberler/sivas/tarihi-ulu-caminin-minaresi-yapilisindan-egri-41028441

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar