Print Friendly and PDF

Değmesin Yağlı Boya!

Bunlarada Bakarsınız

 


İma C. Özkan  |  15 Mayıs 2013  |  Kategori : Fikir   |  Okunma:2.540



İma C. Özkan, “akıldışılığı sorgulamak için, bir akıldışılık anaforundan geçmek zorundalığını” anlattı.

***

Sabah mesaisinin bitimine on dakika var; işleminiz uzun. En iyisi öğlen sonrası yeniden uğrayın. Ne yazık ki sistem arızalı saatlerdir. Bugün gidip yarın gelin. Anlıyorum ama mevzuat gayet açık, bu durumda yapabileceğim bir şey yok. Saat on altı itibariyle veznemiz kapalı. Baştaki arkadaşa gidin, bu konu onun alanına giriyor. Vesikalık fotoğraflardan biri yıpranmış, ikamet belgesinin tarihi de dün itibariyle sona ermiş; evrağı tamamlayıp başvurunuzu yapın. Kalem’e kaydını yaptırın, ikinci katta soldan üçüncü odadaki yetkiliye mühürletin. Bilgisayar üzerinden yapılan başvurular malesef geçersiz, faks çekmeniz gerekiyordu.

Yukarıdaki cümleler ve benzerleri sayfalar boyu uzatılabilir. “Vazife uğrunda sakınmam gözümü budaktan” diyen nice bekçi Murtazalar yetiştirmişizdir. Gereksiz kırtasiyeden, kolaylaştırmak yerine zorlaştırmak prensibinden, sağ kulağı sol elle göstermeye meyyal uzun yol merakından şikâyet ettiğinizde başınıza geleceği bilirsiniz. En hafifinden bir zılgıt; işlerin sarpasarmasına kadar gidebilen bir hınç ahlakı bazan. “Gördüm kurs, aldım çok sıkı terbiye ve disiplin amirlerimden. Görseydin kurs, alsaydın amirlerinden çok sıkı disiplin konuşmazdın böyle cahil cahil.”

Bürokrasi denince Weberyan manada rasyonel yönetsel ve hiyerarşik mekanizmadan ziyade aklımıza ilkin bin dereden su getirten; bu arada dokuz yüz doksan dokuz derenin kuruduğunu söylediğinizde, sizden dere başına yeniden bin dereden su örneği isteyen bir akıldışı hiyerarşi gelmesi hiç de şaşırtıcı değil. Dahası her birimiz en az bir defa, bu dere sayısını azaltmanın yahut bütünüyle ortadan kaldırmanın ayrıcalıklı kimi insanlar için çocuk oyuncağı olduğuna tanık olmuşuzdur. Emir komuta zincirinin emir parantezine giren yanına hısımsındır mesela, kayırılırsın, genel kurallar ve işleyiş ilkelerini kolaylıkla bir “yeğen” için askıya alabilirler.Bürokrasi teorilerinin pîri Weber, buna patrimonyal bürokrasi diyordu. Modern bürokraside ise görevliler tastamam bir fonksiyonun hayata geçirilişi, yazılı kuralların tarafsız uygulayıcılarıydı. O halde bu durumda, her ikisine birden muhatab olan bizim gibi ülkelerin vatandaşları, sistemin bürokrasi düzeneğine ne ad verecektir? Bizzat Latince “nepos/yeğen”sözcüğünden türemiş nepotizm kavramından yola çıksak pek de haksızlık etmiş olmayacağız. Öte yandan modern(?) bir tarafı da yok değil hani sistemimizin. Yazılı kurallara derin bir adanmışlıkla iman edilen bir durum da mevcut nihayet. Bir parça kaçınılmaz da elbet.Patrimodern bir bürokrasi sahibiyiz hülasa. Asıl acı olan, böyle ucube bürokrasinin kurallarına maruz kalmak değil. Asıl acı olan; herhangi bir akıldışılığı sorgulamak için bile, bir akıldışılık anaforundan geçmek zorundalığı.

Latin Amerika edebiyatına duyduğum ilginin pek çok ilgili kimseye gösterdiği gibi bana da gösterdiği şu oldu: Darbeler silsilesi, kapitalizmin biçer-döveri altında küme küme devrildikleri kaderleri ve kelam’a düşkünlükleri yanında bürokrasi yapıları bakımından da bize çok yakınlar. Biz de onlar gibi bazan “Değmesin yağlı boya!” yazan uyarı tabelalarını canımız pahasına koruyup kollarken, boyanın uzun yıllardan beri kuruduğunu, hatta kavlayıp döküldüğünü fark etmeyecek derecede körleştiriliyoruz. İçimizden biri çıkıp, bu sandalye bekçiliğinin anlamsız olduğunu söylese, tabelaya hakaretten suç işlemiş bile sayılabiliriz. Ondan sonra gelsin bin dereden su hikâyesi, gelsin sümbülteber kokan hayatı A4 kâğıtları boyunca selüloz kokusuna çevirme kabahati.

Uruguaylı yazar Eduardo Galeano Kucaklaşmanın Kitabı’nda “Bürokrasi” başlıklı küçük birkaç hikâye anlatır. Onlardan biri tam da benim patrimodern bürokrasi ucubesi dediğim mekanizmayı tasvir ediyor. Hikâye şöyle:

Sevilla’daki kışla avlusunun ortasında küçük, tahta bir sıra durmaktadır. Bu sıranın başında yirmi dört saat nöbetleşe bir er beklemektedir. Sıranın neden korunup kollanması gerektiğini erlerden hiçbiri bilmez. Soru sormaya da cesaret edemezler. Öyle ya, bu sıkı nöbet işi dakika sektirmeden uygulandığına göre, muhakkak önemli bir nedeni olmalıdır. Dönemler değişir, erler terhis olup gider; yerlerine yenileri gelir. Ancak kışla avlusunun orta yerindeki küçük sıranın başında nöbet hiç sekteye uğramaz. Madem bunca uzun zamandır böyle gelmiş böyle gitmektedir, hikmeti vardır. Hikmetinden sual etmek kimin haddine! Gel zaman git zaman, general ya da albayın biri,  avludaki sıra nöbeti emrinin yıllar evvelki asıl nüshasını görmek ister. Dosyalar karıştırılır, emir metni bulunur. Otuz bir yıl, iki ay, dört gün önce bir subay,  o küçük sıranın başına bir nöbetçi dikilmesini emretmiştir. Emrin gerekçesi ise gayet basittir: Yeni boyanmış olan sıranın ıslak boyası üzerine bilmeden birinin oturmasına engel olmak.

Öyle görünüyor ki, kışlalar değişir, kıssalar değişir, hisseler değişir, hükümetler değişir; ama avlunun birinde başına nöbetçi dikilecek bir sandalye hep bulunur. Ne diyelim; neticede hepsi bizim toplam iyiliğimiz için. Değmesin yağlı boya!

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar