Print Friendly and PDF

Ey Ay Yüzlü, Selvi Boylu, Ey Cana Canlar Katan, Gönüllere Neşeler Veren Dilber

Bunlarada Bakarsınız

 


«Terci'»

32

Hem yüzün hoş, hem huyun hoş; hem zülfündeki büklümler, kıvrımlar güzel, hem başın, yüzün güzel. Hem şiven, edan hoş, hem meyvan. Lutfun da güzel, kahrın da cefan da.

Ey ebedî aşk sureti 'ey güzelliği hadden aşkın. Ey ay yüzlü, selvi boylu, ey cana canlar katan, gönüllere neşeler veren dilber.

430. * Ey bağın, bahçenin, yaseminin canı, ey göklerin de ışığı, yeryüzünün de. Ey âşıkların feryatlarına yeten, ey «Hel etâ» meydanının eşsiz atlısı.

Ey lütuf sofrasını yayan, ey kötü kişilere, nekeslere bile ihsanda bulunan, dudu da seni övüyor, keklik de, üveyk de.

*        Ey Çin güzellerinin iki gözü, ey kaşlarını çattığı, yüzünü eğdiği görülmemiş güzel, yoksullardan çekme eteğini, yırtma razılık yüzünü tırnaklarınla.

Ey padişahları kendisine kul, köle eden güzel, padişahlar bile sana karşı yoksul, başlarını tapına koymuşlar, hepsi de seni övmede, övecek sözler düşünmede ey övülmiye değer padişah.

Ey zahitlere sabır veren, ibadet edenlere ihlâs bahşeden. Ey gönül genişliğine eriştikleri, sevgiliyle buluştukları vakit ariflerin gülbahçesi kesilen.

Âşıklarla eşim, bu gece uyumak istemiyorum, tâ seher çağına- dek ey dost, sana dua edeceğim ben.

*Dışarda yoldaşlarım var, gönlümde iş erleri. Evde bir bölük dilber hepsi de tertemiz kardeşler (İhvân-ı Safâ) sofasında.

Ey bahçenin, yeşilliğin aydınlığı ,ey selvinin, yeseminin sâkîsi, seni andım da ağzım tatlılandı, tercî' söyliyeceğim ben.

Yapayalnız seyrana çıkmadasın, yahut sarhoşların yanına, yahut da sevgiliye gidiyorsun, hem de salına-salına gidiyorsun.

Kader çevgeninin önünde başsız, ayaksız bir bir top oldum; meydana gidiyorsan bari beni al da kendime getir.

440. Öylesine aydınsın ki güneşin nurunu bile ayıplamadasın, ay kara görünür sana; dönüp dolaşacaksan gökler bile dar gelir sana.

Öylesine eşi, dengi bulunmaz bir sevgilisin, öylesine güzelsin, dilbersin ki; çok geç, çok güç geldin amma çok çabuk, çok kolay gidiyorsun.

*        Ey güneş yüzlü güzel, ey hastaları ariyan İsâ; hangi topluluğun yanına gidiyorsan ne mutlu o topluluğa.

Sen ya baştanbaşa cansın, yahut zemanenin Hızır'ı, yahut da abıhayat; onun için de halktan gizlenmedesin.

*        Ey düşünceler kıblesi, ey ormanlıklardaki Tanrı arslanı, ey hünerler kılavuzu, akıl gibi can içinde yürüyüp gitmedesin.

Ayrılık yoluna saptın mı âşık, gâh akıl, fikir kadehini kaybeder, ar, hayâ perdesini yırtar ,gâh da ruha akıl adını takar.

Ayrılık şöyle dursun, birşey arayıp bulmak için ne yana gitsen bulut gibi yaşlı gözlerle yanından ayrılmıyan o aydın ayla gitmedesin.

Ey her aklın, her gözün nûru, ey aydan da aydın, günden de; üçüncü tercî'e bak., onu güzelce bir süz:

*

Ey aydınlıklar içinde aydınlık, sana bir mesele soracağım; ne afsun akuyup üflüyorsun da gamı neşe haline getiriyorsun?

*        Zaten afsun okumada tatlı dudakların var, Davut peygamber gibi senin de elinde demir muma döner, onu eritir, dilediğin şekle sokarsın.

450. Hayır, olsa olsa sen hiçbir kayıtla bağlanmıyan bir padişahsın, Tanrı ülkesinin beylerbeyisin; yaratıcının has çırağısın, bütün afsunlara bos vermedesin.

Seni tanıdım tanıyalı nice devlet atı sürdüm de sonucu kendimi dertlerden dışarı attım, korkulardan kurtuldum, emniyet yurduna eriştim.

Her an yeni bir canım ben, herdem başka bir bahçeye gidiyorum; bana el attın mı ne elim kalıyor benim, ne gönlüm.

*

*        Ne gökyüzünü bilirim, ne sühâ yıldızını. Ne kumaş bilirim, ne pahasını. Hiçbir şey bilmem amma ,ay parçası güzelim, şunu bilirim ki sen benim rahatımsın, huzurumsun.

Ey insanların da rızkını veren, meleklerin de; ey şu düşünen gökyüzünün mili; bu kadar güzellkle, bu kadar alımla tutup konuğu gönlünden çıkarasın, imkân yok buna, hâşâ.

Ne güzel andır o an ki selvi boylum, yeşillikte yeşerip gelişsin, ben de onun önünde sevgi yeliyle söğüt gibi titreyip durayım;

*        lâle kanla yıkansın, nerkis hasretle bakakalsın, gönce başından külahını atsın, süsen, süsenliğinden geçsin.

Ey kerem meclisinin sakisi, senin sarhoşunum ,senin perişanın, £y gül bahçesi, ey İrembağı, bugün konuğunum senin.

*

Şuh gözlerine bak, meyhaneden sarhoş gelmiş, âşıkların kanlarını dökmek için eteğini beline çemremiş.

O güzeller güzeli andiçmiş, şu şarabı boyuna sunacağım, ne baba, ne ana, bir tek akıllı bırakmıyacağım;

460. Şu şaraptan öylesine sunacağım, bu şarapla onlara bir oyun oynıyacağım ki demiş, hepsini deli divane edeceğim, sen de sonucu şu adam yurdunda bir tek akıllı bile bulamıyacaksın.

*        Leylâmız can sâkisi, bütün dünya onun Mecnun'u; Leylâ ile Mecnun'dan başka her şey beyhude, her şey faydasız.

Menzil atımızı elimizden alır, yahut da ılgar eder, varımızı yoğumuzu yağmalar,- ister konuşulup görüşülen yer olsun, ister ibadet edilen yer; nerden aşkımızdan canını kurtaracak, imkân mı var buna?

Seni sarhoş görmezsem varlığını ateşlere yakarım, bağırır çağırırım,, kavga - gürültü, sana şarap sunarım, sarhoş ederim seni.

Akıllıların devranı geçti, sakilerin buluştukları çağ geldi; bu türeyi inkâr edene koca bir sağrak sun.

Bahar geldi, kış geçti. İçme zamanı, ney dinleme çağı gelip çattı. Kadehle şarabın buluştuğu an geldi, yemek yeme zamanı geçip flitti.

O düzenbaz kocakarı gitti, kış da geçti, yağmur, çamur da. Bahar geldi, ondan yüzlerce güzeller, yüzlerce dilberler doğdu.

Haydi sâkî, tekrar sun o kıpkızıl şarabi; sun da kulaklar açılsın, ben de bir tercV daha söyliyeyim:

*

Ne kadar dilersen o kadar savaş, kızgınca alabildiğine tehdid et; -şunu bil ki; külhan dumanı aslâ göğe ağmaz.

Ağsa bile gökyüzünü nasıl olur da karartır? Zaten gökyüzü o kadar arılığı, o kadar ışığı dumandan elde etmiştir.

470. A babam, kendini incitme, başını taşlara vurma; yanıp yakılan nefsinle savaşıp durma.

Aya tükürürsen o tükürük, kendi yüzüne gelir; onun eteğini çekersen senin elbisen daralır.

Senden önce de başka hamlar şu dünya kazanında kaynayıp coştular ,çok çarpınıp çırpındılar amma razılıktan başka bir çare bulamadılar.

Bir oklu kirpi yılanın kuyruğunu ağzıyla yakaladı, başını içeri çekip dertop oldu o düzenbez.

Ahmak yılan boyuna kendisini tilkiye vurmıya başladı, oklarına vura-vura delik deşik oldu.

O kütü yüzlü, sabırsızlığından, düzen bilmezliğinden, tez canlılığından kendisini öldürdü; bir müddet sabretseydi o belâdan kurtulurdu.

Sen de aklını başına al da her belâ oklu kirpisine kendini vurma, rahatça otur da kaza geldi mi hava boşluğu bile daralır de dur.

*        Alemlerin rabbi, ben sabırlılarlayım buyurdu,- ey sabırlılarla oturan, sen, başımızdan aşağı dök sabrı, sen bize sabırlar ver.

Ben bir başka vâdiye gittim, geri kalanını sen söyle babacığım,* sabırlılara her an yeniden yeniye selâm söyle bizden.[1]



[1] Cilt 1, Gazel, 32

Mevlânâ Celâleddin-Divân-ı Kebîr-Hazırlayan : Abdülbâkiy GÖLPINARLI, İstanbul Remzi Kitabevî , Yükselen Matbaası İstanbul — 1957

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar