Print Friendly and PDF

Dilerim Senden

Bunlarada Bakarsınız



BEŞİNCİ MEKTÛB


Vaktin Sultanına. Kalbin ve nefsin fenâsından ve va’z ve nasîhat olarak çok mühim bir hadîsten bahseder:


Ni’metler sâhibi Allahu teâlâya hamd ve şükürler olsun. İnsanların efendisi Resûlüne salâtü selâm, kerîm olan âline ve büyük insanlar olan eshâbına en iyi duâlar olsun. Fakîrlerin en fakîri yüksek ve yüce huzurunuza arz eder: Sizin bu duâcınız, her ne kadar görünüşte yakınınızda ve huzurunuzda bulunup size bil-fiil yardım ve hizmetten uzak ise de, bu günlerde hazırlandığınız büyük harb ve cihadlarda yer alamıyor ise de, ma’nâ ve hakîkat bakımından sizinle beraberim, hizmetinizdeyim, yanınızdayım. Fethinize yardım ve duâlarımla nusretteyim. Bu hususta üzerime düşeni yapmaktayım. Mısra’:


Sa’dînin yüzü ve gönlü hep sizinledir.


Hadîs-i şerifte: “Kişi sevdiği iledir” buyuruldu. Sevgi, muhabbet dürüst ve tam olunca her savaş meydanında ve her bir yerde yüksek hizmetinizden ayrı sayılmaz ve ma’nen her yerde sizinle beraber olur. Güzel denmiştir. Beyt:


İçerden beraber ol ve dışardan el gibi,


Böyle güzel bir sıfat bu cihanda yok gibi.


Evet, sofî kâin ve bâindir. Ya’nî görünüşte halk ile beraberdir, hakîkatta ise onlardan ayrıdır. Çünkü onun bâtını ve hakikati, onun zâhirinden belki Allahu Teâlâdan gayri her şeyden kesilmiş, uzaklaşmış ve gayb-ül-gaybe kavuşmuştur.


Onun zâhirdeki gafleti bâtınına sirayet etmez [işlemez]. Avamda bâtınla zâhir biribirine karışmış olup, zâhirin gafleti bâtına sirayet etmektedir.


Bâtını zâhirinden çok ayrılmış havâs ise böyle değildir ve zâhirin gafleti bâtına işlemez ve onun huzûr ve uyanıklığına nâkısa getirmez. Çünkü huzûr ve âgâhi [uyanıklık] onda meleke olmuştur ve sıfat-ı lâzımı olmuştur. Tıpkı göz ve kulak gibi olup, hiçbir şekilde ondan ayrılmazlar. Bu yolun saliklerinin bazısına, bu mâsivâdan kesilme ve Hakk teâlâdan gayrisini unutma o kadar kuvvetli olur ki, Hak teâlâdan başkasını hatırlamak için kendini zorlasa, hatta Nuh aleyhisselâmın ömrü kadar uğraşsa yine hatırına getiremez. Bu kemâl velayet kemâlâtının daha ilkidir ki, buna “kalbin fenası” derler. Eşyanın husûlî ilminin zevâline bağlıdır.


Eğer bu makâmdan terakkî eder ve ilmin âlimle birleştiği makâmda huzûrî ilme kavuşursa ve huzûrî ilmi, husûlî ilim gibi geride bırakırsa, o zaman “nefsin fenâsına” kavuşur.


Bundan sonra nefs, itmînan makâmına gelir ve ahkâm-ı İlâhîye münkad [boyun eğmiş, kabûllenmişj olur ve hakîkî İslâmla şereflenir, Hak teâlâdan razı olmuş ve Hakk teâlâ da ondan râzı olmuş olur:


“Ey mutmainne olmuş nefs, Rabb’ine ondan râzı olmuş ve O da senden râzı olmuş olarak dön!” âyet-i kerîmesi bunu bildirmektedir.


Bu iki kemâlin üstünde başka kemâller daha vardır. Onlara erişmek, bu iki kemâle kavuştuktan sonradır. Onlardan ne anlatayım. Mısra’:


Gül bahçemi gör de, baharımı anla.


Bu mektûbu Peygamber efendimizin (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) bir hadîs-i şerîfi ile bitirelim:


Muaz bin Cebel (radıyallahü teâlâ anh) bildirir: Bir sabah namazına Resûlullah her zaman geldiği vakitte gelmedi. Nerede ise güneşin kursunu görecektik, hâlâ evinden çıkmadı, derken sür’atle evinden çıktı ve hemen namaza koyuldu. Kısa sûrelerle namazı kıldırdı. Selâm verip, yerinizden ayrılmayın buyurup dedi ki:


Bu sabah beni her zamanki vakitte sizden ayıran sebebi size haber vereyim. Gece kalktım, abdest alıp, kılabildiğim kadar namaz kıldım. Namazda iken hafif bir uyku bastırdı, ağırlandım. Bir de ne göreyim, güzellerin güzeli Rabbim teâlâ ile beraberim.


Bana en güzel sûrette göründü. “Yâ Rasûl”, buyurdu. “Lebbeyk [emr et] Rabbim", dedim. “Mele-i a’lâ melekleri nerede anlaşamazlar”, buyurdu. “Bilmiyorum”, dedim. Üç defa suâli tekrar etti. Üçünde de “bilmiyorum”, dedim. Gördüm ki, Rabbim iki elini kürek kemiğimin arasına koydu. Öyle ki, göğsümde parmaklarının soğukluğunu hissettim.


Birden her şey bana açıldı ve her şeyi bilir oldum. “Yâ Rasûl”! Buyurdu. “Emret Rabbim” dedim. “Mele-i a’lâ melekleri nerede anlaşamazlar”, buyurdu. “Keffâretlerde dedim”. “Onlar nedir”? Buyurdu.


“Ayakların cemâate gitmesi, namazdan sonra çıkmayıp mescidde oturmak ve zorluk zamanında iyi abdest almak” dedim. “Sonra, başka nerde anlaşamazlar” buyurdu. “Derecâtta” dedim. "Onlar nedir”? Buyurdu. “İnsanlara yemek yedirmek, yumuşak, tatlı sözlü olmak ve insanlar uykudayken kalkıp namaz kılmak”, dedim. “Dile benden” buyurdu. Dedim ki:


“Allahümme innî es-elüke fi’lel-hayrât ve terkel-münkerât ve hubbel-mesâkîn ve en tagfirelî ve terhamenî ve izâ eredte fitneten fi kavmin fe-teveffenî gayre meftun. Ve es’elüke hubbeke ve hubbe men yuhibbuke ve hubbe amelin yukarribunî ilâ hubbike.”


Bundan sonra Resûlullah (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem):


“Bu rüyâ gibi olan hâl, haktır, doğrudur. Bunu öğrenin ve öğretin”. Muhammed bin İsmâil’e [İmamı Buharîye] bu hadîs-i şerîfi sordum. Bu hadîs sahihtir buyurdu. Ahmed ve Tirmizî rivâyet etmekte ve bu hadîs hasendir, sahîhtir yazmaktadır.


عن معاذ بن جبل -رضي الله عنه- قال احتبسَ عنَّا رسولُ اللهِ صلَّى اللهُ عليهِ وسلَّمَ ذاتَ غداةٍ من صلاةِ الصبحِ حتى كِدْنا نتراءَى عينَ الشمسِ فخرجَ سريعًا فثوَّبَ بالصلاةِ فصلَّى رسولُ اللهِ صلَّى اللهُ عليهِ وسلَّمَ وتجوَّزَ في صلاتِه فلمَّا سلَّمَ دعا بصوتِه فقال لنا على مصافِّكم كما أنتم ثم انفتلَ إلينا فقال أما إني سأُحدِّثُكم ما حبسني عنكم الغداةَ أني قمتُ من الليلِ فتوضأتُ فصلَّيتُ ما قُدِّرَ لي فنعستُ في صلاتي فاستثقلتُ فإذا أنا بربِّي تبارَك وتعالَى في أحسنِ صورةٍ فقال يا محمدُ قلتُ ربِّ لبَّيكَ قال فيمَ يختصمُ الملأُ الأعلَى قلتُ لا أدري ربِّ قالها ثلاثًا قال فرأيتُه وضعَ كفَّهُ بينَ كتِفَيَّ حتى وجدتُ بَرْدَ أناملِه بينَ ثدييَّ فتجلَّى لي كلُّ شيٍء وعرفتُ فقال يا محمدُ قلتُ لبَّيكَ ربِّ قال فيمَ يختصمُ الملأُ الأعلى قلتُ في الكفَّاراتِ قال ما هنَّ قلتُ مشيُ الأقدامِ إلى الجماعاتِ والجلوسِ في المساجدِ بعدَ الصلاةِ وإسباغِ الوُضوءِ في المكروهاتِ قال ثمَّ فيمَ قلتُ إطعامُ الطعامِ ولينُ الكلامِ والصلاةُ بالليلِ والناسُ نيامٌ قال سَلْ قلِ


اللهمَّ إني أسألُكَ فِعْلَ الخيراتِ وتَرْكَ المنكراتِ وحُبَّ المساكينِ وأن تَغفرَ لي وتَرحمَني وإذا أردتَ فتنةً في قومٍ فتوفَّني غيرَ مفتونٍ وأسألُك حُبَّكَ وحُبَّ من يُحبُّكَ وحُبَّ عملٍ يُقرِبُنى إلى حُبِّكَ


قال رسولُ اللهِ صلَّى اللهُ عليهِ وسلَّمَ إنها حقٌّ فادرسوها ثم تعلَّموها


الراوي : معاذ بن جبل | المحدث : البخاري | المصدر : سنن الترمذي


 


الصفحة أو الرقم: 3235 | خلاصة حكم المحدث : حسن صحيح |  انظر شرح الحديث رقم 36241 Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, cilt 2, sh:29-30



Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar