Print Friendly and PDF

DALDAN DALA

Bunlarada Bakarsınız




Daldan Dala

“Dindar kişi her şeyde aynı varlığı bulur. Din duygusu estetik duygu gibi tek tek nesnelerin çeşitliliği ve özellikleri içinde kendini bölmez. Bu duygu Tanrı ile kendini bir duyan mutlak bir duygudur. Her şeyi Tanrıda görmek, Tanrıyı her şeyde görmekle birdir. Dini duyguda, kendi etkinliğimiz saydığımız şeyleri tamamıyla Tanrının etkinliği diye yaşarız ”.

[Besim F.Dellaloğlu, Romantik Muamma,Bağlam Yayıncılık, 1.Basım,İstanbul ,2002,s.64]

‘Her insan varlığı temelde bir bütünlük duygusuna, tam güçlü mükemmel bir kendilik duygusuna sahiptir. İnsan erişkin olduğunda da bireyselleşmiş ego bilinci bu kendilikten-ruhsal bütünlükten yükselir.

[ Carl Gustav Jung, İnsan ve Sembolleri, Çev:Ali Nahit Babaoğlu, Okuyan us YayınlaRI,4.Baskı, İstanbul,2009, s.123]

Bir kentin başına büyük yıkımlar gelmeden önce, genellikle bunu haber veren şeyler olur. Khios’un başına gelecekler de önceden belli olmuştu. Delphoi’ye koro olarak gönderdikleri yüz gençten yalnız ikisi geri dönebilmişti; geri kalan doksan sekizi, o aralık patlak veren vebaya yakalanıp ölmüşlerdi. Ayrıca kentte gene o sıralarda ve deniz savaşından önce, bir okul, içerde ders görmekte olan çocukların başına yıkılmıştı; yüzyirmi çocuktan yalnız biri kurtulmuştu. Tanrıların uyarıları böyle olmuştu.

(Herodot Tarihi, VI, 27)

Örneğin bir kimse felsefeyi sevse ve bütün dikkatini verecek ve zihnini onunla meşgul edecek derecede ona düşkün olsa; sonra da bir sene de Sokrates, Platon, Aristoteles, Theophrastus, Eydemus, Chrysippus, Themistius ve Alexander gibi filozofların sahip oldukları kadar felsefî bilgiyi elde etmeyi istese; daha sonra da araştırma ve düşünceye devam etse ve yemek yemeyi, dinlenmeyi azaltsa,-bu süreç zorunlu olarak uykusuzluğa neden olur-; ben söz konusu kişinin bu zaman tamamen geçmeden ve daha önce zikrettiğimiz filozoflara bilgi birikimi açısından yaklaşmadan önce vesveseye düşeceğini, melankoliye yakalanacağını ve zayıflayıp yok olacağını söylerim. Yine ben, meşguliyetlerinden kurtulduğunda, şehvet ve hazlardan bıktığında ilgilenmek suretiyle mükemmel bir felsefî bilgiye sahip olmayı isteyen, fakat küçük bir meşguliyetle karşılaştığında ve az bir şehvet duyduğunda araştırmalarını terk ederek daha önceki durumuna geri dönen kişinin de bütün ömrü boyunca mükemmel bir felsefî bilgiye sahip olamayacağını ve onlara yaklaşamayacağını söylerim. Dolayısıyla da bu iki kişi de isteklerine ulaşamazlar: Birisi ifrata kaçtığı, diğeri de tefrite düştüğü için.

(Er-Râzî, et-Tıbbu’r-rûhâni, Ruh Sağlığı, s.103)

Birinci Mezarcı: (...) Hangi mankafaya sorsanız bilir! Genç Hamlet de o gün doğmuştu, şu aklını kaçırıp İngiltere’ye yollanan Hamlet.

Hamlet: Ha evet, neden İngiltere’ye yolladılar?

Birinci Mezarcı: Neden olacak? Delirdi de ondan, akıllanacak İngiltere’de. Akıllanmasa da pek önemi yok orada.

Hamlet: Niçin?

Birinci Mezarcı: Orada kimse farkına varmaz, herkes onun kadar delidir orada.

Hamlet: Nasıl delirmiş, peki?

Birinci Mezarcı: Çok garip bir delirme diyorlar.

Hamlet: Nasıl garip?

Birinci Mezarcı: Vallahi ne bileyim, başından zoru varmış işte.

Hamlet: Ne varmış başında?

Birirnci Mezarcı: Başında mı? Hepimizin başında Danimarka Kralı var. (...)

(Hamlet, s. 143-144)

**

Bir miktar delilik karışımının bulunmadığı mükemmel bir ruh yoktur.

**

Şebüsteri’nin Gülşen-i Raz adlı eserinde ‘nur-ı siyeh’i Abdülbaki Gölpınarlı şöyle yorumlar : ‘Siyah renk sufilere göre kemal mertebesine mahsus bir renktir. Gece nasıl karanlığı ile her şeyi örterse, Tanrı ’nın zat tecellisi de, her şeyi bütün mecazi varlıkları örter, yok eder. Bu bakımdan kemal rengi ‘kara nurdur ’. Aynı yazıda Şebüsteri’nin eserindeki kısmı da alıntılıyor Yavuz :

‘ Tanrı’nın pek parlak, pek nurlu olan zatına karşı aklın nuru, güneşe bakmaya çalışan göze benzer. Göz, güneşe bakmaya kalkıştı mı, kamaşır, kararır, bir şey görmez olur. Fakat bir bilsen. Karanlık, Tanrı zatının nurudur. Ab-ı hayat, o karanlık içindedir. O kara nur, ancak göz nurunu alır. Sen bakışı bırak... Zaten burası bakış yeri değil... ’

[Hilmi Yavuz, Edebiyat ve Sanat Üzerine Yazılar, YKY, 2005, s.266]

(... )

'Öyle ya, kötülüğe!' diye bağırdı delikanlı bir daha.

Doğru söyledin, Zerdüşt. Yükseğe çıkmak isteyeli artık kendime güvenim kalmadı, nasıl oldu bu? '

Pek çabuk değişiyorum: bugünüm, dünümü yadsıyor. Merdivenleri çıkarken, basamakları atladığım oluyor sık sık, ve hiç bir basamak bağışlamıyor bunu.

Yukardayken, kendimi hep yalnız buluyorum. Kimse benimle konuşmuyor, yalnızlık ayazı titretiyor beni. Ne arıyorum yükseklerde?

Benim hor görmem ve özlemim birlikte büyüyorlar; ne denli yükseğe çıkarsam, o denli hor görüyorum yükseleni. Ne arıyor yükseklerde.

Nasıl utanıyorum yükselmemden ve sendelememden' Nasıl alay ediyorum çabuk çabuk solumamla! Nasıl nefret ediyorum uçandan! Nasıl yoruldum yükseklerde? '(...)

(Nietzsche, 1999: 51)

**

“Bir bilge aklına, bir deli tutkularına tutsaktır. Oysaki bilgelik koşusuna rehberlik edecek olan tutkulardır”

 

(Erasmus)

 

AYRILIK

Ayrılıktan kötü şey yoktur,

Can dostundan uzak kalmaktan:

Ne çare! Kendimizi zamana bırakmalıyız,

Ve çaresizliğimizi içimizde saklamalıyız.

Kaynak: Lady Montagu, TÜRKİYE MEKTUPLARI-1717-1718, Çeviren: Aysel Kurutluoğlu,

**

ÖRTÜNME YÜZDE DEĞİLMİŞ

Bazıları Milton'un Havva'da tasvir ettiği vakarlı bir tarzda giyiniyorlar. Bir kısmı ise Git'in veya Titien'in fırçasından çıkan ilahe resimleri gibi boylu poslu. Tenleri, hemen hepsinin, göz alacak kadar beyaz. İnciler ve kordelalarla süslenmiş birkaç örgü halinde zarif saçlar, omuzlarından aşağı sarkıyor. Hepsi güzellik perilerine benziyorlar. «İnsanların çırılçıplak gezmeleri adet halini alsa, yüz'e pek az ehemmiyet verilir» sözünün doğruluğuna bir kere daha inandım. Vücudu güzel, tenleri güzel kadınları, yüzleri fevkalade olanlardan daha fazla seyrediyordum. O sırada. Mösyö Gervaise kimse görmeden gelseydi, çeşitli durumlarda çırılçıplak bir yığın güzel kadın seyrederek san'atını daha fazla ilerietirdi diye düşündüm. Ekseriyetle onyedi, onsekiz yaşındaki cariyeleri saçlarını örerken bu kadınların kimi görüşüyor, kimi düşünüyor, kimi kahve ve şerbet içiyor, kimi de yastıklara uzanmış yatıyorlar. Velhasıl bu hamamlar bir nevi Türk kadınlar kahvehanesi. Şehrin bütün dedikodusu burada anlatılıyor. Kadınlar böylece burada haftada bir kere eğleniyorlar. Dört beş saat kalıp, sıcak halvetten soğuğa geçtikleri halde hiç nezle olmuyorlar. Buna hayret ediyorum. İçlerinde en seçkin olanı beni yanına oturmam için zorladı. Soyunmam için ısrar etti, hatta yardım teklif etti. Ben bir müddet çekindim, fakat bütün diğerleri de ayni şekilde ısrar edince elbisemi çıkardım. Korsemi görünce eşimin beni oraya hapsettiğini zannedip daha fazla zorlamadılar. Hislerine ve inceliklerine hayran oldum. Kendileriyle daha uzun zaman 'kalmayı arzu ederdim ama Lord Montagu ertesi günü erken hareket etmeye karar vermişti. Zaten ben de Justinyanus harabelerini görmek istiyordum. Zira bunların manzarası da bıraktığım manzara kadar gi,izel. Kilisenin yerinde ancak bir taş yığını kalmış. Adiyo, Milady. Size anlattığım, örnrünüzde göremiyeceğiniz ve hiç bir seyyahın yazılarında bahsedemiyeceği bir manzaradır. Zira buralara girecek bir erkek derhal hayatından olacaktır.

Sh: 37-38

Kaynak: Lady Montagu, TÜRKİYE MEKTUPLARI-1717-1718, Çeviren: Aysel Kurutluoğlu,

**

ROBERT FRAGER, KALP, NEFS VE RUH, TEKAMÜL, DENGE VE UYUMUN SÛFİCE PSİKOLOJİSİ KİTABINDAN

Bil ey sevgili, İnsanoğlu eğlence olsun diye ya da tesadüfen yaratılmamıştır, mükemmel bir şekilde ve büyük bir amaç için yaratılmıştır'.

GAZALİ

**

Eğer birisi yanıma otursa

Ve Sevgili hakkında konuşursak,

Eğer onun gönlünü rahatlatamazsam.

Eğer onun daha iyi hissetmesini sağlayamazsam kendini

'Kendisi ve bu dünya hakkında,

 

O zaman Hâfız,

Hemen camiye koş ve yalvar-

İşledin çünkü tam şu anda.

Bildiğim tek günahı,

HÂFIZ

**

Bir kalp ehli ol.

Ya da en azından zahit;

Olmazsan o zaman,. .

çamura saplanmış bir eşek gibi kalacaksın.

Eğer kişi kalpten mahrumsa, hiçbir yarar sağlayamaz;

Ancak kötülükte kişi

Dünyada meşhur olacaktır

MEVLANA

**

Bir bayram günü. Halife Harun Reşid en iyi kıyafetlerini giyer ve halkın arasına girer. Herkes onun harika kıyafetlerine imrenir ve tezahürat yapar, o arada Behlül Halifenin önüne çıkar ve der ki:

“Bayram yeni ve güzel kıyafetler giyme zamanı değildir.

Bayram Allah Teâlâ'ya hizmet etmekle ve Rabbinin idrakine varmakla kutlanır.

Bayramı kutlamak için bu âlemin sultanı degil, kalplerin sultanı olmak gerek.

Bu âlemin sultanları unutulur gider, ama kalplerin sultanı asla unutulmaz.

Bunu İşiten Harun Reşîd gözyaşlarına boğuldu.

**

Üstadıma bir kez sordum:

"Nedir farkımız

Seninle benim?

Ve O dedi ki;

"Hafız tek fark şudur;

Eğer bir bufalo sürüsü

Dalarsa evimize

Ve devirirse boş kaselerimizi

Sana ait bit damla bile dökülmez,

Ancak Görünmez Bir şey var

Allah Teâlâ'nın koyduğu benim içime.

Eğer O benim kasemden dökülürse,

Bütün dünya içinde, boğulur,"

HAFIZ

**

Bir Bedevinin mücevherleriyle oturduğunu göldüm, Dedi ki; "Bir zamanlar çölde yolumu kaybettim ve bütün yiyeceklerim tükendi. Tam artık açlıktan öleceğimi düşünürken, şişkin bir kumaş torba gördüm. Onun hububat dolu olduğunu düşündüğüm andaki mutluluk ve coşkumu da, onun incilerle dolu olduğunu gördüğüm andaki üzüntü ve umutsuzluğumu da hiç unutmayacağım-''

SADÎ

**

Ey kalp,

Kalp nedir bilerde otur;

Taze çiçek açan

Ağacın altına git,

RUMÎ

**

Bizim söyleyeceğimiz şey arayarak bulunmaz, yine de onu yalnızca arayanlar bulabilirler,“

BAYEZİD-I BESTÂMİ

**

İKTİDAR SAHİPLERİNE

Bir bedevi çölde omzunda su dolu bir tulum taşıyor, aynı zamanda hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Yolda onu gören bîr başka seyyah niye ağladığını sordu. Adam köpeğinin susuzluktan kıvranmasına çok üzüldüğü cevabım verdi. Diğer seyyah niye su tulumundan köpeğine de su vermediğini sordu. Bedevi dedi ki: "Bunu yapamam. Su bana lâzım."

**

ŞEYH İLE MÜRİD İLİŞKİSİNDEKİ SIR

 

Muzaffer Ozak Efendi :

Şeyh ile dervişi arasındaki ilişki karmaşık, mistik, canlı bir süreçtir. Bazı yönleriyle bir koca ile karısı arasındaki İlişki gibidir. Ancak bu köklü öğreti İlişkisi ve sevgi eylemi fizıki değildir; bağlantı şeyhin ağzı ile dervişin kulakları arasındadır. Eğer ilişki saf ve sevgi dolu ise, dervişin kalbinde bir çocuk oluşur,..

Derviş ile şeyhi arasındaki sevgi, bir kadın ile erkek arasındaki aşkın en yüksek biçiminden yüz bin kat daha fazla olmalıdır. Bir kadın ile erkek arasındaki aşk tamamına erdiğinde, sıklıkla iki taraf da sırtlarını döner ve en azından o an için birbirlerini unuturlar. Bir şeyh ilе derviş arasındaki aşk tamamlandığında ise, asla ayıltmazlar. Kalpleri daima birlikte kaim ve bu aşk asla bitmez.,.

Her ne kadar şeyh güneş, dervişler ise gezegenler olarak tasvir edilse de, aslında şeyh de bir ayna ya da bir ilericidir. Yani şeyhten gelen nur ve rahmet onun kendisine ait değildir. Asıl nur Allah Teâlâ'dan gelir.

Sh: 191

Kaynak: Robert Frager, Kalp, Nefs ve Ruh, Tekamül, Denge ve Uyumun Sûfice Psikolojisi, Çeviren: İbrahim Kapaklıikaya, 2003, İstanbul

**

Üzerine hem doğrunun hem de günahkârın bastığı toprak gibi olmadıkça

ve her şeyi gizleyen bulut gibi olmadıkça

ve –sevsin sevmesin her şeye ab-ı hayat sunan - yağmur gibi olmadıkça,

derviş olamazsın,

BAYEZİD-İ BESTAMİ

**

Bir gün, bazı kişiler Hz. İsa aleyhisselâma hakaret ettiler, o buna karşılık onlar için hayır dua ederek cevap verdi.  Bir havarisi sordu;

“Neden o adamlara dua ettiniz? O nlann size yaptığı muameleye kızmadınız mı? "

Hz. İsa şöyle cevap verdi; “Ben yalnızca kesem de bulunanı harcayabilirim .

**

Bütün manevî sohbeti

Basitleştirelim bugün:

Allah Teâlâ  size bir şey satmak istiyor

Ama siz almıyorsunuz.

İşte bu sizin ıstırabınız:

Sizin ölesiye pazarlığınız,

Fiyata karşı çılgınca itirazınız!

HAFIZ

DERVİŞİN DUASI-BİZİM DUAMIZ

Bir şeyh dervişine Allah Teâlâ ile konuşmak isteyip istemediğini sordu. Derviş istediğini söylediğinde, şeyhi ona ne zaman kendi kendine kalırsa şöyle'yakarmasını öğretti:

Ey Rabbim!

Sen olmaksızın ben huzur bulamam.

Senin hana gönderdiğin nimetlerim sayamam.

Eğer saçımın her teli bir dil olsaydı, Sana borçlu olduğum şükrün binde birini bile eda etmeye yetmezdi

BEN BÜTÜN ÖMRÜMCE CEHENNEMDE YAŞADIM

Suçlu Allah Teâlâ'nın Adalet Evi’nde büyük bir sessizlik içindeyken.

—   Suçlunun ruhu Allah’ın önünde çırçıplak ilerledi. Ve Allah suçlunun ömür defterini açtı:

—     Elbette senin yaşayışın çok kötüydü: Sen..(Bunun arkasından eşsiz suçların sıralanması geli­yordu.) Bütün bunları yaptığın için seni Cehenneme göndereceğim.

—    Beni Cehenneme göndermezsin!

—   Seni niye Cehenneme gönderemiyeyim?

—   Çünkü ben bütün ömrümce orada yaşadım. Bunun üzerine Allah’ın adalet evinde  büyük bir sessizlik oldu.

—    Peki, mademki seni Cehenneme gönderemiyorum, o halde Cennete göndereceğim.

—    Beni Cennete gönderemezsin!

—     Seni niye Cennete gönderemeyeyim?

—   Çünkü onu hiç gözümün önüne getiremedim! Ve Allah’ın Adalet Evi’ne büyük bir sessizlik indi.

ANDRE GIDE’İN ANILARI VE DÜŞÜNCELERİ İLE OSCAR WİLDE

 

TANRI BİR YÜZ VERDİ

Gerçeklik, temelde insan ruhuna benzeyen canlı bir süreçtir. Sırf bu ne­denle bile doğa sadece iradeye karşı koyan ölü, mekanik bir düzen değildir. Biz doğayı anlayabiliriz; çünkü, doğanın bizimle yakınlığı vardır. Bilinçsizlikten bilince doğru gelişen ve nihai amacı, insanın kendi kendisini bütün boyutla­rıyla kavradığı amaçlı bir varlıktır. Sorunsuz bir dünyada felsefeye de gerek yoktur. İnsan dış dünya ile çelişkiye girdiğinde felsefeye de adım atılmış olur. Schelling’in bu problematik tutumu modern-modern olmayan ayrımına ilişkin tespiti ile de bugünkü sorunlar açısından önemli birçok ipucuna işaret etmek­tedir.

Ovidius’un metaforu ile insanın biçiminin evrenin bir resmi olduğunu tekrarlar.

“Os homini sublime dedit, caelumque tueri,

Jussit, et erectos ad sidera tollere vultus”

“Tanrı insana yukarıya da çevirebileceği bir yüz verdi

Dik dursun ve başını göklere de yükseltsin diye”

İnsan, başını göğe çevirdiğinde de kendi vicdanını görecektir. Bilmeyi is­temektedir. Schelling de bilgelik istemi olan şeyin Nietzsche’de üst-insan ve güç istemine dönüştüğünü görüyoruz. Oysa Schelling bilgelik istemini doğruluk, iyilik ve estetik değer olan güzelliğin birliğini anlamak için talep etmiştir.

Kaynak: Prof. Dr. Yasemin Işıktaç, İRADE ÖZGÜRLÜĞÜNE GİRİŞ AÇISINDAN “BEN İNŞÂSI” (İÜHFM C. LXXII, S. 1, s. 73-86, 2014)

Ovidius

Publius Ovidius Naso (20 Mart MÖ 43, Sulmona - MS 17, Constanta (bugün Köstence)) Romalı şair. Genelde aşk, terkedilmiş kadınlar ve mitolojik temalı şiirler yazan Naso, Publius Vergilius Maro ve Horatius ile beraber, Latin Edebiyat'ının üç kanonik şairinden biriydi. Genelde hüzün beyitlerinin en büyük hocası olarak kabul ediliyordu. Şiirleri, orta çağ'ın sonuna kadar Avrupa sanatı ve edebiyatını önemli ölçüde etkilemiştir.

 


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar