Print Friendly and PDF

Altuni Notlar 2





Mi’râc

Mi’râcın nasıl gerçekleştiğine ilişkin üç farklı görüşü zikretmiştir. Birincisine göre ruhla ve uykuda rüya esnasında meydana gelmiştir. İkinci görüşe göre Beyt-i Makdis’e yakaza halinde cesediyle gitiği, gökyüzüne ise ruhuyla yükseldiği şeklindedir. Selefin ve cumhurun görüşü olan üçüncü görüşün kabülü ise cisim ve ruhla Mi’râcın gerçekleştiğidir. İslam tarihinde bu görüşlere kaynaklık edenlerin adları da burada verilmiştir. Bunlarla ilgili ayetler, hadisler, rivayetler ve tartışmalar zikredilmiştir. Nureddinzde’nin burada özellikle dikkat çektiği nokta Hz. Aişe’ye isnat edilen “Cesedi kaybolmadı.” sözünün doğru olamayacağıdır. Çünkü Mi’râc esnasında Hz. Peygamber Hz. Aişe ile evli değildir ve Hz. Aişe olayları hatırlayacak yaşta değildir. Yine Allâme-i Rûmî dediği İbn Kemâl’den bir görüş aktarmıştır: “Kim peygamber cismiyle urûc etmiştir derse doğrudur; çünkü onun cismi latiftir. Kim de ruhuyla Mi’râca yükselmiş derse bu da doğrudur; çünkü peygamberimiz “ruh” olarak da isimlendirilmiştir hatta peygamber (sadece) ruhtur. Ruh ise latîf bir cisimdir…”

Cihada devam

“Nûreddinzâde olarak bilinen şeyh Muslihuddin dedi ki” şeklindedir. Devamında Nûreddinzâde şöyle söylemiştir: “3 Zilkade Perşembe günü 970 senesinde Rasûlüllah s.a.v.’i gördüm. S.a.v. bana dedi ki: ‘Onlara söyle: Neden cihad kapısını kapattılar, farz olan cihadı terk ettiler ve farz olan şeriatımı değiştirdiler?... Kıyamet gününe kadar benim mansur olacağıma inanmıyorlar mı?... ’ Bu ayın ikinci Perşembe günü aynı şekilde peygamber s.a.v.’i gördüm… Bana inananlara bizden selam söyle! Kardeşim Dâvud gibi olsunlar…

 

SÖZLÜK

Birol: bir defa

Edo: ağabey, dost

Gırılın: yok olun, ölün

Belik: bele bağlanan kuşak

Alaman: Almanya

Alım: alayım

Olim: olayım

Gocalt-: yaşlanmak

Noliy: ne oluyor

Mahla: mahalle

Öliy: ölüyor

De: hadi

Görmi: görmüyor

Hanan: evin

Gıran: öldürücü salgın hastalık

Hurç: çoğunlukla yelken bezinden ya da meşinden yapılmış, sağlam, kaba, büyük heybe

Azap: köle, evin bakımı üstlenen kişi.

icara vermek: kiraya vermek

Everme: evlendirme

Guttuk: küçük

Gıraç: susuz tarla

Ninim: ne edeyim

Soyka: deli

Cüt: çift

Küncü: susam

Çebiş: iki yaşında olan erkek keçi

Şarpa: kadınların başlarına bağladıkları eşarp

Hof: insana korku ve üzüntü veren bir duygu

Tolu: dolu

Duvana: divane, ele ayağa düşmüş

Hayın: hain

Teleme: keçi sütü ile ham incirden alınan su ile yapılan yoğurt

Alıç: bir çeşit dağ meyvesi

Lemın: alımlı

Müsahip: Alevilikteözel bir dinî tören ile atanan ve kişinin hem dünyada hem de ahirettekardeşi ve yoldaşı kabul edilen kimse

Karapaça: müsahipsiz olan genç

Saylak: kayalık olan yer

**

İsm-i A’zam

İsm-i A’zam Allah Teâlâ’nın âyet veya hadislerde net belirlenmemiş bir ismidir. Bu ismin önemi Hz. Peygamber’in bu isimle kim Allah’a yalvarırsa muhakkak kabul olacağım bildirmesinden ileri gelir. Bu ismin Hz. Peygamber’in saydığı doksan dokuz isim arasında olup olmadığı ihtilaflı bir konudur.

Allah, Ahad, Samed, Mennân, Bedî’ü’s-Semâvât ve’l-Arz, Zül-Celâl vel-İkrâm, Lâ ilâhe illallah, Hay, Kayyûm isimleri Ism-i A’zam olarak İslam âlimleri tarafından zikredilmiştir.

Gazzâlî’ye göre bu isim doksan dokuz ismin arasında geçmez.  

Bazı kelamcıların bu konuda görüş beyan etmelerinin yanında çoğu kelamcının bu konuda tartışmaya girmedikleri görülür. Bunun nedeni bu konuda gelen hadislerin âhad olup kesin bilgi ifade etmeyişi olmalıdır. Bu konu daha çok Ehl-i Hadis ve Sûfîler’in ilgisini çeker. Ehl-i hadis İsm-i A’zam’ı Hayy, Kayyûm, Lâ ilâhe illallah olarak kabul ederler. Sûfîler ise Ism-i A’zam’ın ne olduğu konusunda net bir görüş ortaya koymazlar.

Muhyiddin b. Arabi ismin müsemmâya delalet için konulduğunu, dolayısıyla Allah’ın zâtına en büyük delilin (ismin) insanın kendisi olduğunu zikreder.

 O bu konuda ayrıca şunları kaydeder:

“Ebû Yezîd’e (Bistâmî); Eşyayı harekete geçiren İsm-i A’zam nedir? diye sordular. O dedi ki: Bana küçüğünü (Allah’ın isimlerinin) gösterin ben de size büyüğünü göstereyim. O doğruluktan başka bir şey değildir. Sen doğru ol bütün isimler sana Ism-i A’zamdır.”

İbrahim Halil Efendi’nin de bu görüşte olduğu görülür. O İsm-i A’zam’ın ancak kalbini tezkiye etmiş kimseler tarafından bilinebileceğini söyler. O bu konuda selef-i sâlihînden de şöyle bir nakil yapar: “Hasan bin Yahyâ’ya İsm-i A’zam’ı bilir misiniz? cevabında: helal yemektir, demişlerdir.”     

Onun bu yaklaşımlarından kendisinin de Muhyiddîn b. Arabî, Beyazıd- i Bistâmî ve diğer Sûfîler gibi İsm-i A’zam’ın her insan için değişebileceği esasını kabul ettiği anlaşılır.

Bu anlamda Allah Teâlâ’nın isimlerinden her hangi bir isim de kulun makamına göre İsm-i A’zam olabilir.

Alîyun

Alîn sözlükte “yüce olanlar” anlamına gelir. Bu anlamda Alin melekleri yüce meleklerdir. Bu melekler Müheyme olarak da isimlendirilir. Felsefecilerin Allah’ın marifetine ve muhabbetine müsteğrak melekler ve diğer melekleri birbirinden ayırdığı göz önünde bulundurulursa Allah’ın marifetine müsteğrak meleklerin âlîn melekleri olduğu anlaşılmaktadır. Bu melekler Kur’ân-ı Kerim’de şu şekilde zikredilir: “Allah, “Ey İblis! Ellerimle yarattığıma saygı ile eğilmekten seni ne alıkoydu? Büyüklük mü tasladın, yoksa üstünlerden mi oldun?” dedi.”                 

Bu meleklerin sayısı hakkında bilinen bir nass yoktur. İbrahim Halil Efendi’ye göre âlîn melekleri nur-i Muhammediyye ile beraber ilk yaratılan varlıklardır. Diğer meleklerin hepsinden önce yaratılmışlardır. O bu melekleri aynı zamanda “Müheyme” olarak da isimlendirir ve bu meleklerin

Allah’ın muhabbetinden kendilerinden dahi haberleri olmadığından Âdeme secde ile memur olmadıklarını belirtir.

Bu meleklerin secde ile memur olmadıkları bazı tefsirlerde de yerini alır. Bu görüşte olan âlimlerin çoğu âlîn meleklerini mukarrep, hamele-i arş meleklerinden ayırmazlar. Bu anlamda bu görüşe sahip âlimler melek tasnifini yeryüzü melekleri ve gökyüzü melekleri olarak yapmış olmalılar. Onların bu görüşünden mukarrep meleklerin hiç birisinin secde ile memur olmadığı sonucu ortaya çıkar.      

Cin ve şeytan

Cin kelimesi arapça bir kelime olup sözlükte duyulardan gizlenen şey anlamına gelir. Cennet, cenin ve cünun kelimeleri de cin kelimesiyle aynı kökten türemiş kelimelerdir. Nitekim Cennet de cenin de, duyularımızdan kısmen de olsa gizlidir. Dolayısıyla insan duyularıyla algılanmayan her canlı sözlük anlamıyla cin diye isimlendirilebilir. Terim olarak ise duyularla idrak edilemeyen, insanlar gibi şuur ve iradesi bulunan İlâhî emirlere muhatap tutulan varlık türü demektir.              

 Bazı İslam âlimleri cinleri üç kısma ayrılır.

 İyi olanlarına melek, kötü olanlarına şeytan, bu ikisinin ortasında yer alanlara da cin adını verir.

Kur’ân-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde Cinlerin Melek ve insanlardan ayrı üçüncü bir varlık türü olduğu beyan edilir. Cinlerin İslam inançlarında vasıfları genel olarak şu şekildedir: Cinler ateşten yaratılmış varlıklardır. Bunlar insanlardan önce yaratılmış ve insanlar gibi mükelleftirler. Hz. Peygamber’in nübüvveti bunlar için de geçerlidir. İnsanlar gibi çoluk çocuk sahibi olarak nesilleri devam eder. Cüz’î iradeleri vardır.

Yaşayıp ölürler ve âhirette hesaba çekilirler. Mümin olanları Cennete kâfir olanları Cehenneme girer. Değişik güçlere sahiptirler, insan ve hayvan şekline girebilirler.

Nitekim âyette bu husus “Ben Cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” şeklinde açıkça beyan edilir. O, cinlerin kolaylıkla çirkin suretlerde gözükebileceğim söyler ve cinlerle şeytanları aynı cins varlıklar olarak görür.

Şeytân ise “ş-t-n” kelimesinden türemiş arapça bir kelime olup uzaklaşmış anlamına gelir. Bu anlamda Şeytan, Allah Teâlâ’dan uzaklaştığı için bu ismi almış olmalıdır.

İslam âlimlerinin Şeytan’ın meleklerle birlikte Âdem’e secde ile emrolunduğundan onun ne olduğu konusunda farklı görüşler ortaya koydukları görülür. Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de bu konuda şöyle buyurur: “Hani biz meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis’ten başka hepsi saygı ile eğilmişlerdi. İblis ise cinlerdendi de Rabbinin emri dışına çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da İblis’i ve neslini, kendinize dostlar mı ediniyorsunuz? Halbuki onlar sizin için birer düşmandırlar. Bu, zalimler için ne kötü bir bedeldir!”          

Âyet-i Kerîme’de Allah Teâlâ’nın secdeyi meleklere emrettiği bildirilir. Dolayısıyla emir cinlere değildir. Bu noktada bazı İslam âlimleri Şeytan secde ile emrolunduğuna göre meleklerden idi, secde etmeyince de Allah Teâlâ onu cin haline çevirdi derler. Bu görüş Ibn-i Abbas ve Ibn-i Mes’ûd’dan da rivayet olunur. Çoğunluğun görüşüne göre ise Şeytan cinnîdir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de Şeytanın ateşten yaratıldığı açıkça zikredilir. Melekler ise nurdan yaratılmışlardır.

Âyetteki meleklere olan emrin Şeytanı kapsaması da Şeytanın ibadetle meleklerin katına yükselmesinden olmalıdır.

İbrahim Halil Efendi, Şeytan’ın asıl adının Azâzîl olduğunu Hz. Âdemle Havvâ’yı kandırarak cennetten çıkarılmalarına sebep olduktan sonra İblîs olarak isimlendirildiğini söyler. Ona göre Şeytan cin kavmindendir. Yeryüzünde uzun seneler ibadet ederek meleklerin makamına çıkmış ve hatta onları geçmiştir. O, bu husustan Reîsüi-Mukarrabîn olan Azâzil şeklinde bahseder. Bu anlamda ona göre Şeytan’ın secdeyle memur olması onun meleklerin seviyesinde olmasındandır.

Şeytan’ın insanoğullarını kandırabileceğini ancak muhlasîn kullara yaklaşamayacağını söylenmesi onun geleceği bilmesinden değil, çok bilgisi olduğundan geleceği kestirmesinden kaynaklandığındandır.

O, Şeytan’ın çok bilgisi olmasıyla beraber hikmet ilmine cahil olduğunu belirtir. Ona göre Şeytan, Âdeme secde etmeyi reddettikten hemen sonra lanete uğramamış, ona mühlet verilmiştir. Ancak Hz. Âdem ile Havvâ’nın cennetten çıkarılması için çaba harcayınca ona lanet edilmiştir.

O,Şeytan lanete uğradıktan sonra Hz. Âdem’in dünyada serendip dağına, Hz. Havvâ’nın Cidde’ye, Şeytân’ın ise İstanbul’a indirildiğini söylenir.

Şeytan’ın çocukları olan Hannas her insanda mevcuttur. Bunlar insanların kanlarında hareket ederler. Bu şekilde insana her zaman için vesvese verirler. Onun bu görüşü mânevî olgularla tevil edilmesi mümkünse de zâhiren onun hannası madde olarak tarif ettiği sonucu çıkarılabilir.

Elaziz Timarhanesinden Rabbine Dilekçe Yazan Bir Dâne'nin Biz Akıllılara Hikmetli Nasıhâtıdır.

1965 yılında vefat eden bir “deli”nin son dilekçesi:

“Ben dünya Kürresi, Türkiye karyesi ve Urfa Köyünden, (El-Aziz --Elazığ ) Tımarhanesi (Akıl ve Ruh Sağlığı Hastanesi) sakinlerinden; İsmi önemsiz, cismi değersiz, çaresiz ve kimsesiz bir abdi acizin, ahir deminde misafiri Azrail’i beklerken, Başhekimlik üzerinden Hâkimler Hakiminin dergahı Uluhiyetine son arzuhalimdir:

Ben gam (dertlilik) deryasında, fakirlik vatanında, horluk ve rezillik kaftanında PADİŞAH yapılmışım.

Meyvalardan dağdağana, çalgılardan ney-kemana kapılmışım… Benim yatağım akasya dikeninden, yorganım kirpi derisinden farksızdır. Kalbim Ayizman’ın (Hitlerin işkenceci Nazi Komutanı) fırını, ve sahranın çöl fırtınasıdır.

Ruhum aşık-ı Hüda Mahbub peresttir, lakin aklım kaderin cilvesi ve talihin sillesiyle gurestir (gelgittir)

Bana gelen derdü gamın kilosu beleştir. Nerde bir güzel varsa bana karşı keleştir (yüz vermez, cesaretlidir), bütün yiğitlerde bana hep ters ve terestir.

Aylar geçti, tek temizliğim, gözyaşıyla ve kara toprakla aldığım teyemmüm abdesttir. Yani, içtiğimiz kezzap suyu, mezemiz ise ateştir.

Ol Resuli zişan ve Sultanı dücihan: “Cenabı Allah’ın insanları dünya, dünyayı ise insanlar için yarattığını; Ruhları vücut için, vücutları ise ruhlar için yarattığını; Erkekleri kadınlar; kadınları erkekler için yarattığını; Cenneti mü’min kullar, mü’min kulları da cennet için yarattığını; cehennemi inkârcılar ve münafıklar, inkârcıları ve münafıkları da cehennem için yarattığını” hadisleriyle haber vermiştir.

Peki acaba benim gibi meczup divaneleri ne maksatla halk etmiştir? Bilen babayiğit, meydana çıkıp söylesin…

Allah sana iman verdi sen tuğyan edersin; O in’am etti sen küfran (nankörlük) edersin; O ikram etti sen inkar edersin; O ihsan etti sen isyan edersin; bir de kalkıp bana deli divane diye bühtan edersin!..

Bu söylediklerimin hepsi ruhumun içinde cenk etmektedir. Eğer dilekçemin cevabı gelirse bu manevralar sona erecektir.

Şimdi adresimi arz ediyorum: Kur’an’ı geldiği yere, yine Kur’an’ı getiren geri taşısın. Madem ki ahkamı ve ahlakı kalmadı, Kur’an’ın kağıdı ve yazısı neye yarasın?! Taki Hz. Muhammed Mehdi (A.S) gelince yeniden okunup yaşansın.!

Ey zerrelerden kürrelere, yerlerden göklere bütün alemlerin Rabbi!..

Ey cemadi, nebati, hayvani, insani, ruhani ve nurani her şeyin ve herkesin yegane sahibi!…

Ey iman ve şuur ehli kalplerin en yüce habibi!..

Ey dertli bedenlerin kederli gönüllerin, ve yaralı yüreklerin tabibi!.

Ben biçare kulun ki; garipler garibi, hüzünlerin esiri, zulümlerin muzdaribi, öksüz, yetim ve sahipsiz bir tımarhane delisi…

Ama kutsi muhabbet ve hasretinin divanesi!…

Herkesi ve her şeyimi elimden aldın, ama sana sığındım, aşkına sarıldım, yegane Sen kaldın!. Yurdumdan yuvamdan, evimden barkımdan ayırdın, gurbete ve hasrete saldın, ama onları ararken Sana ulaştım, sevdana daldım! Böylece fani ve hayali görüntülerden kurtarıp hakiki tecelline mazhar kıldın.

Yüceler yücesi Rabbim, Efendim!

Hakk'tan saparak ve haddimi aşarak, haşa senden, Burak bineği, Cebrail seyisi, Sidretül Münteha menzili, cümle mahlûkatın en şereflisi, Rahmanın en mükemmel tecelli ve temsilcisi… Kainatın fahri ebedisi, Ahir zaman Nebisi ve Mehdisi, Levhi Mahfuzun (Kader projesinin) tercümanı ve tebliğcisi, Efendiler efendisi Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’in Mahbubiyetini mi istedim?..

Hanif Dinin üstadı ve nice Nebilerin atası Hz. İbrahim’in haliliyetini, Hz. Süleyman’ın saltanat ve servetini Hz. Musa’nın Celadet ve cesaretini, Hz. İsa’nın ruhaniyetini mi istedim?..

Hz. Ebu Bekir Sıddık’ın yüksek fazilet ve kurbiyyetini, Hz. Ömerül Faruk’un dirayet ve teslimiyetini, Hz. Osman’ı zinnureynin asalet ve sehavetini, Hz. Aliyyül Murtaza’nın ilim ve velayetini mi istedim?

Senden mülkü hâkimiyet, şanü şöhret, malü servet mi talep ettim? Senden vücuduma sıhhat ve afiyet, aklıma ziya ve selamet, hayatıma huzur ve istikamet dilendimse, bunlar için de bin kere tevbe ettim!

Çünkü Şeriatın iptal, tarikatın ihmal, hakikatın ihlal ve mü’minlerin iğfal edildiği bir zillet ve rezalet döneminde, bana akıl ve mükellefiyet verseydin, bu sadece benim mesuliyet ve mahzuniyetimi ziyadeleştirecekti!

Sultanım Efendim:

Ben Senden sadece seni istedim; pahası elbet böyle yüksektir ve tüm sevdiklerimi ve sahiplendiklerimi uğruna feda etmektir.

Rabbim, elbet vardır hikmeti ki, bu kuluna böyle zillet ve zahmet çektirirsin. Ben haşa itiraz değil, naz ederim ama, umarım Sen niyaz kabul edersin.

Aile efradımı, aklı izanımı alıp beni hicrana saldın. Ama yine de şükür; ya akıllı kalıp ama hain ve hilekâr olaydım…

Ya varlıklı kalıp ama zalim ve sahtekâr olaydım…

Ya âlim ve saygın kalıp ama gafil ve riyakâr olaydım…

Ya arkalı etraflı kalıp ama azgın ve zulümkar olaydım…

Ya sağlıklı sefalı kalıp ama, sapıtmış, ahlaksız ve vicdansız olaydım!..

Derdü bela ki, sabredenlerin vesile-i miracıdır. Müminler kalbimin tacı, mücrimler rahmetin muhtacı, münkirler hikmetin icabı, Sadık ve aşık ehli cehd adaletin ilacıdır. Velakin bu münafık hain ve zalimler ise çıban başıdır, akrep gibi sancıdır; şerefli insana, helali dışında bütün kadınlar kızlar ana-bacıdır.

Ey Rabbim, Efendim!

Malum-u aliniz ve zaten yüce takdirinizdir ki; ne özenli-bezekli elbiselerle gezdiğim bayramlarım oldu… Ne onurlu ve huzurlu seyahatlerim ve seyranlarım oldu… Ne etrafımda hizmet ve rağbet gösteren dostlarım ve hayranlarım oldu!..

Lezzet ne imiş, izzet ne imiş ve fazilet ne imiş tatmadım; ama şikâyet şekavettir; bütün bu fani ve fena nimetlerin asıl sahibi olan Padişahlar Padişahını buldum…

Beni yoktan var ettin, iman ve hidayet buyurup varlığından haberdar ettin, ama aklımı alıp kulunu bi-karar ettin, sana sonsuz şükürler olsun!..

Şimdi son dileğim beni yanına al ve bir daha huzurundan ve sonsuz nurundan ayırma, ne olursun!

Umarım bu dilekçeyi yazdım diye bana darılmazsın; çünkü zaten Zatından gayrıya yalvarıp yakarmanın ŞİRK olduğunu buyurdun!

Selam ve dua ile

Sanat Bir Derttir

“Hayatta öyle dertler vardır ki, lepra gibi vücudu sarar” (S.Hedayat)

Sanat öyle bir derttir ki eğer ortaya çıkışı sağlanmaz ise, insanın iç dünyası yıpranır. Benim için dert kavramı sanatı tanımlamak amacı ile kullanılan bir ölçü birimidir. Bu anlamıyla sanatçı, zamansal koşullar nedeni ile derdini gizleyemeyen insandır.

Sanat ve sanatçı

Yaşam zaman içine hapsedilmiş bir deneyimdir. Bu yüzden mükemmellik zaman ile bağlantılı olan bir kavram olarak değerlendirilebilir ve yaşam mükemmelliğe doğru ilerleyen bir yolculuktur. Bu tez hayatımı ve resim sanatı çalışmalarımı inceleyen bir araştırmadır ve amacı sanat yolunda ilerleyişime bir katkı sunmasıdır.

Sanat etkinliği, sanatçının şaheser yaratma doğrultusunda hayatını adadığı bir süreçtir.

Şaheserini hiçbir zaman elde edemeyen bir sanatçı için bu çabanın değeri ise şaheser yaratmaktan fazladır.

Türklerin Mimarlıktaki Yeri

Ekrem Hakkı Ayverdi, Osmanlı mimarisine olan bağlılığının yanı sıra, edebiyata, hat sanatına, Türk musikîsine ve Türk süsleme sanatına olan bağlılığını, hayranlığını her zaman dile getirmiştir. Fakat mimari her zaman üstün gelmiştir. Ayverdi:

 "Türklerin yüksek bir edebiyatları vardır, âlemler çapındaki hatları onu da geçer. Yine hiçbir millete nasip olmayan musikileri ondan da yüksektir. Fakat mimari hepsinin fevkindedir ve ona erişebilen hiçbir mimari üslûbu yoktur... Türk, kendini âbide ile temsil etmiş, heykelini bina olarak yapmıştır.’’der. Yine bir yazısında der ki ; "Bir âbideyi tetkik etmek için göz kâfi değildir. Bütün seziş melekelerinin ve bilginin harekete geçirilmesi lâzımdır. Zira binanın derûnî bir hayatiyeti vardır. Bina cansız değildir; yapıcıları kendi mânâlarını taş halinde abideleştirmişlerdir; ruhlarını ona nefti etmişlerdir. Bu yüzden eser size şahsiyetini ifşa eder, sizinle sohbet eyler."

Cüveyriye binti Ebu Cehil

Ebu Cehil’in kızı

İlk olarak Attab b. Useyd b. Ebu’l-As ile evlenmiştir. Bu evlilikten Abdurrahman adında bir çocuğu olmuştur. Bu çocuk Cemel savaşında şehit düşmüştür. (Zübeyrî, a.g.e., c. I, s. 694.) Hz. Ali kerremallâhü aleyhi vecheh Cüveyriye binti Ebu Cehil ile evlenmek istediği zaman, Hz. Peygamber sallallâhü aleyhi ve sellem bu evliliği kerih görmüş; “Allah dostunun kızıyla, Allah düşmanının kızını bir araya toplamanı elbette kerih görüyorum” diyerek tepkisini belli etmiştir. (İbn-i Mace, Nikah, 56; Ahmed b. Hanbel, 5, 326; Zübeyrî, a.g.e., c. I, s. 695; Canan, a.g.e., c. XVI, s. 52.)


Peygamberimizin Bedduasını Alan Yedi Kişi

Hz. Peygamber bir gün mescitte namaz kılıyorken orada bulunan Kureyşliler arasından Ebu Cehil kalktı ve: “Kim filan kişinin kesilen devesinin işkembesini getirecek” diye seslendi. O topluluktan birisi kalkıp “ben getiririm” dedi ve gitti. Bu işi yapmayı üstlenen kişi Allah düşmanlarının en azılılarından olan Ukbe b. Ebi Muayt’tı.[1] Az sonra devenin işkembesiyle beraber geldi. Ebu Cehil ona “Muhammed’i secdede gördüğün an bunu onun iki omuzu arasına koy” dedi. O da Hz. Peygamber secdeye vardığında denileni yaptı, ta ki Hz. Peygamber secdeden kalkana kadar onu orada tuttu. Hz Fatıma, Hz. Peygamber’in yanına koştu. Sırtından işkembeyi aldı. Sırtını temizlemeye çalıştı.[2] Sonra Kureyşlilere dönerek hakaretler etti. Kureyşli müşrikler ise gülmeye başladılar. Hz. Peygamber namazı bitirince Kâbe’ye döndü ve ellerini kaldırdı ve onlara beddua etti: “Ey Allah’ım! Kureyş’i sana havale ediyorum.(Bunu üç kez tekrarladı.) Amr b. Hişam’ı (Ebu Cehil), Utbe ve Şeybe b. Rebia’yı, Velid b. Utbe’yi, Ümeyye b. Halefi, Ukbe b. Ebi Muayt’ı sana havale ediyorum.”[3] Burada ismi sayılanlar Bedir Savaşında ölmüşlerdi.[4] Bu umumi bedduadan sonra Ebu Cehil’e dönerek: “Allah’a yemin olsun ki elbette biteceksin veya Allah senin üzerine büyük bir felaket indirecek” diye beddua etti.[5] Yukarıda ismi sayılan altı kişinin aslında yedi kişi olduğunu fakat ravi yedinci kişiyi unuttuğunu belirtmiştir. Yedinci kişi ise Ebu Cehil’in amcasının oğlu, Halid b. Velid’in kardeşi Umare b. Velid b. Muğire’dir.[6]

 Yeni Başlayanlar İçin Metafizik

Cahit Koytak’ın daha çok felsefi ve varoluşsal sorunsalları ele aldığı “Yeni  Başlayanlar İçin Metafizik” yukarıda tanıtılan üç ciltlik “Yoksulların ve Şairlerin  Kitabı” dizisinin akabinde yayımlanır. Kitap, şairin dostu aynı zamanda  Taraf,  gazetesinden “köşe komşusu” Alper Görmüş’e ithaf edilir

Kitabın yayımının ardından yayınevi kitap için Golden Horn Oteli’nde bir  tanıtım toplantısı düzenler Toplantıya  “Beşir Ayvazoğlu, Ömer Erdem, Kemal Sayar,  Leyla İpekçi, Semih Kaplanoğlu, Markar Eseyan, Roni Margulies...” gibi birçok  entelektüel, yazar ve şair katılır.  Cahit Koytak’ın şiirlerini okuduğu toplantıda  Ayvazoğlu,  Cahit Koytak’ı  “Kendi şiirini iyi okuyan nâdir şairlerden” olarak  tanımlar.  Margulies “Yeni Başlayanlar İçin Metafizik”teki şiirlerin yalınlığına  rağmen taşıdığı entelektüel derinliğe işaret ederek duruma ironik yaklaşır:  “Bu şiir  Türkiye’de tutmaz!” . Şiirlerindeki donanım, estetik ve şiirsellik üzerinde  düşüncelerini paylaşanlara karşı  Cahit Koytak’ın  tavrı son derece  mütevazıdır.  Kitabının tanıtım toplantısında sadece şiir okumakla yetinen  Cahit Koytak’ın  yayımlanan son şiir kitabına ilişkin tek tanıtım cümlesi şu şekilde aktarılır:  “Şairin [Cahit Koytak’ın]  dilinden kitaba dair tek tanıtım cümlesi, ‘pazarlama’ çağında  takla atan yazar çizer takımına inat, tam da bir şaire yakışacak nitelikteydi:  ‘Umarım düş kırıklığına uğramazsınız!’ ”

Kitabın başında üç epigraf yer alır. İlki Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin,  aşk  halinin insan bilinci ve psikolojisi üzerindeki etki gücünü vurgulayan  “Bana  âşıksan, darmadağın ederim seni!”  (YBİM, s. 7)  dizesidir. İkinci epigraf  Napolili 17.  yy. filozofu ve tarih kuramcısı Giambattista Vico’nun Tanrı’nın bağışlayıcı  yönünü vurgulayan  “Resimde, kozmik kürenin üstünde duran / ve şakaklarında  kanatları olan kadın figürü  /metafiziktir. /İçinde göz olan parlak üçgense, / kendi kayrasının bir yönünü sunan /Yüce Tanrıyı simgelemektedir...”  (s. 7)  cümleleridir. Üçüncü epigraf,  yapıtlarında insan doğasını ve temel insani durumları ele alıp  çözümleyen  Andre Malraux’un ölüm karşısında insanın doğal durumunu belirttiği  “Bir rahip dostum şunu söylemişti bana: / ‘Aslına bakarsanız, ister dindar olsun,  ister / dinsiz, / tüm insanlar kördüğüm olmuş bir korku ve umut /karışımı içinde  ölürler’  ” (s. 7) alıntısıdır. Son epigraf ise  19. yy.da yaşamış ve aynı  zamanda da  denizci olan  Herman Melville’in “yalınlık”ın önemini vurgulayan  “Kendini, büyük  sırlar taşıyormuş gibi satmaktan / daha kolay ne var dünyada?”  (s. 7) aforizmasıdır.  Bu dört epigraftan ilk üçü yapıtın matrisini oluşturan aşk, Tanrı, insan, korku-umut  temalarını anlamca tamamlamaktadır. Sonuncu epigraf ise  Cahit Koytak’ın  poetikasının önemli bir yönünü oluşturan dilin ve yapıtın yalınlığı anlayışını  yansıtması bakımından yapıtla sanatçının  poetik  anlayışı arasında bağ kurmayı  sağlamaktadır. 

Kitabın bölümlerinden önce “ön söz” niteliğinde “Prolog” şiir yer alır. Bu  şiirde şiir anlatıcısı şiir yazmak ve yapıtlar  kurmak, yayımlamak aracılığıyla “hayata  benzeyen, ama hayat olmayan, / hayatı aşan, // rüyaya benzeyen, ama rüya olmayan,  / rüyayı aşan, / yazgıya benzeyen, / ama yazgı olmayan, / yazgıyı aşan” (s. 8)  bir  eylemde bulunduğunu belirtir. Bu girişten sonra şiirlerin tematik olarak  tasnif  edildiği  on beş bölüm gelir.  Bu bölümlerde varlık-yokluk, varoluş sorunsalı, insan,  ölüm-hayat, kader, şiir, metafizik,  bilgi, inanç-kuşu, dil-düşünce,  tanrı, zaman  sanat… temaları işlenir.

İktidar

Ömer b. Abdulaziz: Emevî  halifelerinden olan Ömer  b.  Abdulaziz’in ve eşi Fatıma’nın  anlatıldığı  “Seyyide  min Beni  Umeyye”  isimli hikâyede, Ömer  b.  Abdulaziz, hilafetin gölgesi altında  gençlik heveslerini  yerine getirmiş bir gençtir. İnsanlar arasında nadir olan pahalı  giysiler giyer, Hindistan’dan özel kokular getirir. Ancak hilafete geçmesinden sonra,  her şey değişir. Hilafete geldiği gün eşine rahat içinde yaşamak istiyorsa babasının  kasrına gidebileceğini, kendisi ile kaldığında artık eski refahın olamayacağını ifade  eder. Elinde bulunan malları, halkın malı olduğunu düşünerek tekrardan halka dağıtır.

Eyyäm-i nehesat

Her ayda iki gün vardır. O iki gün içinde her ne işlense rast gelmeye. Hak Subhânehu ve Te'âlâ o  günleri Hazret-i Musa Aleyhi's-selam'a bildirmiştir. O günler bunlardır:

Muharrem 4/15

Safer 1/2

Rebi'u'l-evvel 10/20

Rebï'u'l-âhir 1/15

Cemâziyel-evvel 9/11

 Cemäziye'l-ähir 2/4

 Receb 4/20

Şaban 10/20

Ramazan 6/8

Şevval 8/16

Zi'l-ka'de 6/20

Zi'l-hicce 6/20

Sırlar

Bir kimseye sıcak geçse burnunun sağ deliğini pembe ile birkaç saat tıkaya. Bir kimseye soğuk geçse burnunun sol deliğini pembe ile tıkaya. Ter gelür, mücerrebdir.

Halik'a tav'an (istekli) hizmet etmeyeni Hakk Teâlâ kerhen halka hizmetkâr eder demişler. Ma'rifet-nâme'den ahz olunmuştur.

Hak kulundan intikamı yine kul ile alır

Hak kulundan intikamı yine kul ile alır

Bilmeyen 'ilm-i ledünni’ onu kul etti sanır

Garaz dünya metä'indan hemän îmân imiş ancak

Kuru efsânedir küllî sonu vîrân imiş ancak

Her işin halikı Hakk'tır kul ile işlenür

Emr-i haksız sanmamız âlemde bir çöp debrenür

Uyanup hâb-ı ğafletden cihanı pür-hatar gördüm

Yılı yıldan… günü günden… demi demden beter gördüm

**

Temiz yaratılış

“Temiz yaradılışlı olan, sonunda eskimeyi kabul etmez

 Pamuk eskiyince kitap kâğıdı olur."

Mevlana

"Bu alçak dünya bir hamam tasıdır

Temiz olmayanın elinde her an bir başkasınındır."

"Peygamber Aleyhi's-selâm dedi ki: "Teğabün sûresi veba hastalığından kurtuluştur." Keşşaftan nakledildi."

"Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) dedi ki: Zengin çocuklarıyla oturmayınız. Çünkü onlarda kadın şehveti gibi şehvet vardır. Allah'ın resulü doğru söyler."

Yasin Hediye Et

Her kim Yâsin-i Şerîf süresin yedi günde, günde bir kere okuyup bu zikr olunan yedi sultân üzerine okuyup her ne dilerse ola mücerrebdir.

Sultân Bâyezid-i Bestamî

Sultân İbrâhîm İbn-i Edhem

Sultân Ebü Sa'îd Ebü'l-hayr

Sultân Mahmüd-i Gaznevi

Sultân Süleyman Aleyhi's-selâm

Sultân-i Alî-i Müsâ

Sultân İsmâ'îl

Rahmetu'İlâhi aleyhim ecma'în

Gönül Kâbe’si

"Gönlün varsa gönül kâ'besini tavaf et. Anlam kâ'besi gönüldür; ne diye toprak sanıyorsun onu?

Tanrı, suret kâ'besini tavaf etmeyi, onun vasıtasıyla bir gönül alasın diye buyurmuştur.

Bir gönül incittin mi bin kez yaya gitsen de Kâ'be'yi tavaf etsen Tanrı kabul etmez.

Malını mülkünü ver de bir gönül al; al da o gönül mezarda, o kapkara gecede ışık versin sana

Tanrı kapısına binlerce altın torbası götürsen Tanrı, bize bir şey getireceksen gönül getir der,

Senin, bir saman çöpü kadar değer vermediğin yıkık gönül,

Arştan da üstündür, Kürsî'den de, Levh'ten de, Kalem'den de.

Kırılmış, iki yüz parça olmuş gönülü yapmak, Tanrıya haçtan da yeğdir, umreden de.

Tanrı defineleri, yıkık gönüldedir. Yıkık yerlerde pek çok defineler gömülüdür.

Sana kutluluk gerekse, devlet istiyorsan, gönüller almaya, ululuğu bırakmaya bak.

Sus, her kumda iki yüz dil olsa da söylesen, gönül, gene de anlatışa sığmaz." (Dîvân-ı Kebîr, VII/8071-8075, 8077, 8080-8081, 8083, 8088)

19 beyitlik bu gazelin 10 beyiti burada zikredilmiştir. Gazelin tamamı için bkz. Külliyat-ı Şems-i Tebriz'i, haz. Bedîüzzaman Furûzanfer, Tahran, 1372hş./1993, s. 1 149-1 150

 Sultan Bayezid’den İmdad

Eğer bir kimse için bir zorluk ortaya çıkarsa, ariflerin kutbu Sultan Bâyezid-i Bestâmî'nin olan bu rubaiyi yüz bir defa evde yalnızken okursa, onun zorluğu kolaylığa dönüşür. Rubâî şudur: "

"Allah, benim kimsesiz feryadıma ulaş

Benim yardımıma lütuf ve keremin yeter

Herkes bir yüceye nazlanır

Sen yüceden başka bu kimsesizin kimsesi yoktur."

Okunacak rubai

 Allah be-feryäd-i men-i bi-kes res

Lutfu keremet yâr-i men-i bï-kes  bes

Her  kes  be-kesïbe-hazretï mïnazed

Coz  hazret-i tû nedâred in bi-kes  kes

Sohbet

"Şeyhle sohbet, Allah'ı zikretmekten iyidir

Çünkü onun sıfatları kendinden değil, Allah'tandır

Her kim şeyhle oturursa

Kibir ve kinin hışmından temizlenir

Şeyhle sohbet, Hakk ile sohbettir

İki görme, şeyh Hakk'ın rahmetidir

Her kim iki görürse, o mahcup olur

Böyle bir sevgiliden habersiz kalır."

Bil

"İnsanları huylarıyla bil, yaratılışlarıyla değil

Çünkü kişi huydur, yaratılış elbise gibidir

Elbiseyi bırak ve kişiye bak

Vücutta sedef gibi cevher ara

Bu vücut can kuşu için bir kafes oldu

Bir kafes erkek oldu ve biri kadın

Vücudu ve vücudun gıdasını bırak

Çünkü bu can, can gıdası yer

Bu cihan gece gibi, diğeri gündüz gibidir

Bu dey ayı gibi, diğeri bahar gibidir

Gece uyku getirdi bütün yakınlarına

Sürü için otlar münasiptir

Gece uyanık kalanın

Nefsini uyuyanlardan sayma

Meyi bildiğin gibi sana nispetle

Başkasını nasıl dostun gibi çağırırsın

Hayvanın meyli yeşillik ve bahçeyedir

İnsanın meyli rahman olan Tanrı ya itaatedir

Allah'a kulluğun hayrı için

Her can ve gönülden doğruluk ve safa ile

Namaz ve oruçta istek kokar

Zikir, oturma ve ayakta durmada kokar

Eşeğe meyli olan deve hiç gördün mü

Eğer olsa onun meyli nasıl olur."

Sohbet

Evliyanın sohbeti kişiyi veli yapar ve eşkıya ile sohbet etmek de eşkıya. Çünkü ruh, ruhtan çalar ve renk alır. Şöyle söylemişlerdir:

Üzüm üzümden renk alır. Ölü üzümün diğerinden renk alması gibi. Canlı ruhtan renk almazsa, insanlar sonunda ondan ürkerler ve kaçarlar. Fani cisimler için perhiz gerekli olduğu gibi, baki ruhlar için birkaç yüz perhiz gereklidir. Bu yüzden şöyle demişlerdir.

Kötülerle her ne kadar sohbet ehli ve temiz olsalar da az otur. Çünkü seni kirletir.

İlim ve tahsilin aslı tekrardır. Anlama ve kavramanın aslı sohbettir. Çünkü insanın mümin ile sohbet ederek mümin olduğuna, kâfirle sohbet ederek kâfir olduğuna eminiz. O halde aslolan sohbettir. Akıllı kimse ihtiyatlı davranır ve hangi grubun sohbetinin daha faydalı olduğunu görüp onu seçer ve diğerlerini terk eder.

Evliyanın sohbeti en muazzam itaatlerden ve en faydalı ibadetlerdendir. Çünkü itaatsiz kimse makbul olsaydı seçilirdi ve eğer dünyadaki itaatlerin varlığı istenmeseydi, lanetli şeytan itibarlı olurdu. O durumu iblisten öğrenmek gerekir. Çünkü Âdem aleyhi's-selâm'a baş kaldırdı ve ebediyen lanetli oldu."

"Hiçbir kanatsız öbür tarafa uçamaz

Böyle bir yolu ayakla hiç kimse geçemez Allah'ın sana kanat vermesi için, ayağı terk et Onun sana yüz baş vermesi için, başı terk et Sana bir can vermesi için, canı terk et

Onunla buluşmak için her zaman böyle olmalı

Her kim Allah'a bir verirse, yedi yüz alır Her kim sınırı aşarsa sınırsız alır

Kötülerle az otur, çünkü kötünün sohbeti

Her ne kadar temiz olsa da seni kirletir."

Suskunluğun kölesi

"Herkes söz satma hevesindedir

Ben ise suskunluğun kölesiyim."

"Ben dertte her zaman deva görüyorum

Kahır ve cefada lütuf ve vefa görüyorum

Yeryüzünde, gökyüzünün altında

Her neye baksam seni görüyorum."

 

Talebsiz tâlibânın

Bu pâzâra giren canlar hayrân-ı ser-gerdân olur

Düşer bülbül gibi zara subh u mesâ nâlân olur

Yanar aşk oduna canı o cananın firâkıyla

Şu kim pervaneler gibi aşk oduna sûzân olur

Cemâlinin firakından celâliyle olur bende

Celâli perdesinden ol bir hâk ile yeksan olur

O dem erer visaline cemâl-i bâ-kemâline

Tükenmez devlete erip her dem şâd u handan olur

Sular gibi yüzün yüzün hâke düşüp süre yüzün

Erişip bahr-ı bî-ka'ra ol vâsıl-ı umman olur

Hulûsi istersen murâd olmak iste nâ-murâd

Talebsiz tâlibânın hep matlûbu ol Subhân olur

SİMYA

“Kanatlı akbaba sana rehberlik edecek.”

  "En karanlık günde en parlak ışıkla birlikte.”

  Cennetin hükümdarlığı altında  yitip giden geri kazanılacak.”

  "Yarı yol en karanlık kapının arasında  ve bu tablet serilmiştir çifte kader üzerine.”

 Pekala, cennetin hükümdarlığı altında   yitip giden geri kazanılacak.

"Yitip giden geri kazanılacak.”

**

  Bu işaretlerin dünya, cennet ve cehennemin arasındaki mesafeler olduğuna inanılıyor.

  Eğer simyacılar şeytan sayısının 741 olduğuna inanmışlarsa   o halde cehennemin dünya yüzeyinden 741 feet aşağıda olması   oldukça mantıklı olurdu, değil mi?

**

  "  Burası ölüm imparatorluğunun sonudur.”

**

  - Bu da nedir?

  - "VITRIOL.”

 - Neden VITRIOL?

  - Simyanın parolasıdır.

  VITRIOL mu?

  Yeryüzünün iç kısımlarını ziyaret et, doğruladığın zaman   gizli taşı bulacaksın.

  - Gizli taş.

**

Bu, "Göklerde olan, yerde de vardır.”

 Bu deyişin tüm büyülerin anahtarı olduğuna inanılıyor.

  Bunun anlamı   içimde olan dışımdaki şeydir.

  Dünya'da olan cennette de vardır.

  Ben olduğum gibi, atomlarım da vardır.

  Atomlarım neyse Tanrı da odur.

  Esasında   Dünya inandığım şekilde vardır.

  Seni tam olarak anlayamıyorum.

  Göklerde olan, yerde de vardır.

**

Mitolojiye göre Cehennem kapılarında yazan şey bu işte.  "Buraya giren her kimse tüm umutlarını ardında bıraksın.”

**

  "Karanlıklar krallığına karınları üzerinde süründürülerek girecek olanlar işte onlardır.”

**

  VITRIOL.

  Evet.

  "Yeryüzünün iç kısımlarını ziyaret et doğruladığın zaman gizli taşı bulacaksın.”

 "Doğruladığın zaman gizli taşı bulacaksın.”

 Gizli taş.

  Doğrulamak.

Vitriol bir simya terimidir. Latince’de 7 sözcükten oluşan “Visita Interiora (Interiorem) Terræ (Tellus) Rectificando Invenies Occultum (Operae) Lapidem” cümlesindeki sözcüklerin baş harflerinin birleştirilmesiyle oluşturulmuş sembolik bir ifadedir. Bu cümle Türkçe’ye “Dünyanın derinliklerini (içini) ziyaret et, damıtırken (arıtırken) gizli taşı (felsefe taşı'nı) bulacaksın.” biçiminde çevrilir.

**

Ben öğrenciyim.

  Tarih ve simya öğrenciyim.

  Tarihi değeri çok büyük olacak.

  - Demek gerçeği istiyorsunuz.

  - Kesinlikle.

  Evet, gerçeği istiyorum.

 

KADER İŞLERİ

 “Allah, onların daha önce işledikleri amelin en kötüsünü bile örtüp bağışlayacak ve yapmakta oldukları güzel amellerin en güzeli ile mükâfatlarını kendilerine verecektir.”

 “Allah, kuluna kâfi değil mi? Seni O'ndan başkalarıyla korkutuyorlar.

Allah, kimi saptırırsa, artık onun için bir yol gösterici yoktur.”

(Zümer,35- 36)

**

Gökten yere inen, iki meleğin hikâyesi

İki melek görevleri hakkında konuşuyorlar…

Biri diğerine soruyor, "Niçin yeryüzüne indin?" diye

 O da, bir kâfirin balık tutmaya çıktığını, ama hiç balık tutamadığını söylüyor  Ben de, geldim ki, ağına birkaç balık göndereyim, gününü kurtarsın.

İkinci melek de diyor ki, sabah erkenden işe çıkan bir adamı ziyaret edeceğim.

 O adam bugün oruç tutuyor.

 Görevim, onun iftar edeceği vakit, küçük sofrasını dağıtıp, yemeğini toprağa bulaması için, rüzgara emir vermemdir.

**

“İnsanlarla çiçekler, eskiden beri arkadaştırlar.”

**

Duyuyor musun?

          Hayır!

 Kulakların, rüzgar, yaprak, ağaç ve su seslerine alışkın değil.

          Alışmalısın!

 Çok güzel bu!

 Kuşların şarkıları birbirinden farklıdır. Tanıman gerekir.

 (Bunları) duymayan sağırdır. Ama, çokları bilmez. "

**

“Sen gidince, o kayboldu. O bulundu, bu defa sen kayboldun.”

Kaynak: Sîb u Selma/ Elma ve Selma (2011)

 “Aklın uykusu canavarlar üretir" Francisco de Goya

**

Bir dâhinin çalışmasını izlemek, bir rüyanın gerçekleşmesi gibi bir şey.

**

"Başlangıcı hep en sonunda yaz." (Senaryo için)

**

Rüya görenler ile ilgili bir şeyler   ya da rüyalarla.

 Rüyalar.

Bizler rüya gören miyiz?  Yoksa rüyalar mıyız?

Mysteria (2011)

**

Negatif inançları ve kalıplarını serbest bırakıp pozitif düşünceler ile kanser, aids gibi ölümcül hastalıklardan bile kurtulabileceğimizi bize salık veren bu filmi hayata küsmüşlere tavsiye edelim.

Güzel düşünce yeni hayatımızı yaratmamız için bizlere güç verecektir.

"Her düşüncemiz ve her dediğimiz sözcükler geleceğimizi yaratıyor.

Sanki düşüncelerimiz evrenimize giriyor ve kabul edildi ve deneyimlemeye çalışıyoruz."

**

_ Belirli bir işe sahip olmanıza gerek yok ama bu ifadelerde, çok güzel şeyler size geliyor.

Ben Hayata aşığım.

Kendimi seviyorum.

Ben iyiyim.

Bahse girerim, bu günde 300 ya da 400 kez söylediniz kansere sahip olma korkusunu kaybeder.

bulguları söylemek için yeterli değil aslında onlara inanmak zorundasın.Her gün, Louise'in kanser için yaptığı bu ifadeyi hala kullanıyorum: "Sevgiyle affediyorum ve tüm geçmişimi serbest bırakıyorum." "Dünyamı neşeyle doldurmaya karar verdim."

"Kendimi seviyorum ve kabul ediyorum.

" Oldu yaşam değişikliği.

beni yapan şeylerden biri hastalığım için teşekkürler. Çünkü sonunda, eskisinden daha çok daha sağlıklıyım.

İstediğiniz bir kişi affetmek için ya da çelişkiye düştüğünüz kişiye gidin ve bu kişiyi sevmeye yol açın.

Daha yüksek bir bilince sahip olan kişi ise "Ben, benimle oluşan tüm çatışmalara aşkla yaklaşıyorum" diyendir.

Kendimi affediyorum de... özgürsünüz.

Kendimi affediyorsam özgürüm..

Kendimi affetimse sizde özgürsünüz.

Senide, beni de ve herşeyi... hep affedeceğim.

Öyleyse algımızı değiştirmemiz gerekiyor...Bu konuda bilgi sahibi olacağınız güzel bir yapım.

You Can Heal Your Life /Hayatını Şifalandırabilirsin (2007)

 

Yamyam Fareler

 Malum eski gemilerde en büyük sorunlardan biri de farelerdi. Karadan uzakta kısıtlı erzakla sefere çıkan gemilere dadanan fareler gemicileri zor duruma düşürürmüş. Geçmiş asırlarda İngiliz denizcileri gemideki fareleri yok etmek için bir yöntem kullanırlarmış.

 Dünya üzerinde enteresan fikirleri hep konuşulan ve tartışılan İngilizler bir fareyi canlı olarak yakalayıp boş bir tenekeye koyarlarmış. Yakalanan fare burada günlerce aç bırakılırmış.

 Fare iyice aç bırakıldıktan sonra başka bir küçük fareyi bu aç farenin yanına koyarlarmış. Doğanın kuralı burada işler ve büyük ve aç olan fare küçük fareyi yermiş.

 İlerleyen günlerde yine aç bırakılan farenin yanına alışıncaya kadar sırayla başka bir fare koyarlarmış.

 Her yeni fareyle biraz daha semiren ve kendi ırkını yiyerek yamyamlaşan bu farelere “yamyam fareler” denirmiş. Bu yöntemle güçlenip irileşen fareler geminin içine salınarak ırkdaşı diğer fareleri ürkütmeden yanlarına kolayca yaklaşır sonra da onları yermiş.

 Bu yöntemle uyanık (!) İngilizler yıllarca gemilerdeki fareleri ortadan kaldırmayı başarmış.

 İngilizlerin fareleri yok etmek için uyguladıkları bu yöntemi sömürgeci güçler başka ülkelere ve nesillere uyguluyorlar.

 Kendi yetiştirdikleri, beyinlerini yıkadıkları, kendilerine göre eğittikleri ve semirmelerini sağladıkları bazı yamyam fareleri kendi uluslarının içine sokarak onları yok etmek ya da zihniyetlerini yok ederek ele geçirmek için kullanıyorlar.

 Ülkemiz de, sömürgeci güçler için iyi bir hedef olduğundan, bizim de yamyam fare görme ihtimalimiz çok yüksek.

 Ne yapmalı?

Uyanık olup, aklımızı kullanmalı ve içimizdeki yamyamlara yem olmadan onları bertaraf etmeliyiz.

 Tavuk toplum, önüne atılan bir avuç yemi gagalarken, arkasından yumurtalarının alındığının farkına bile varmaz.”

 Aklını kullan yedirme kendini!!!

Yok yok

“Kâinatta âdem yok

İblis yok

Süleyman’ın arşı yok

Belkıs’ın tahtı yok

Bunların hepsi işaretlerdir.

Ey kalplerin mıknatısı olan Allah’ım, asıl mana Sen’sin.”

Abdulkadir Erbilî

 

Şiir

Gökyüzü dönerken dünya ve kâinat gökyüzünün karanlığında batıyor.

Akşam olunca, kâinatın geceden ve karanlıktan kaçtığını görürsün.

Gece, hayatın sesini yutuyor, hareketlilik gecenin koynunda sakinleşiyor.

Hakikatler karanlıkta uyurken, hayaller ve anılar uyanıyor…

Abdulmecîd b. Cellûn, Barâ‘im

 

Ben Harper Amen Omen

What started as a whisper,

Slowly turned in to a scream.

Searching for an answer

Where the question is unseen.

I don't know where you came from

And I don't know where you've gone.

Old friends become old strangers

Between darkness and the dawn

Amen omen, will I see your face again?

Amen omen, can I find the place within

To live my life without you?

I still hear you saying

"All of life is chance,

And is sweetest, is sweetest when at a glance"

But I live,

I live a hundred lifetimes in a day.

But I die a little

In every breath I take.

Amen omen, will I see your face again?

Amen omen, can I find the place within

To live my life without you?

I listen to a whisper,

Slowly drift away.

Silence is the loudest,

Parting word you never say.

I put I put your world

Into my veins

Now a voiceless sympathy

Is all that remains.

Amen omen, will I see your face again?

Amen omen, can I find the place within

To live my life without you?

Amen omen, will I see your face again?

Amen omen, can I see your face again?

Amen omen, can I find the strength to live my life

Amen omen, amen omen, amen omen

********

Bir fısıltı olarak başladı

Yavaşça çığlığa dönüştü

Bir cevap arıyorum

Sorunun gizli olduğu yerde

Nereden geldiğini,

Ve nereye gittiğini bilmiyorum

Eski arkadaşlar eski yabacılar hâline geldi

Karanlığın ve şafağın arasında

Kutsal kehanet

Yüzünü tekrar görecek miyim?

Kutsal kehanet

Bir yerde bulabilir miyim?

Hayatımı sensiz yaşamak için?

Sözlerini hâlâ duyuyorum

Bütün hayat bir şans

Ve en şirini

Bir bakışta

Ama yüz yıldır yaşıyorum

Ömür bir gün

Ama azıcık ölüyorum

Aldığım her nefeste

Kutsal kehanet

Yüzünü tekrar görecek miyim?

Kutsal kehanet

Bir yerde bulabilir miyim?

Hayatımı sensiz yaşamak için?

Bir fısıltı dinliyorum

Yavaşça söyleniyor

Sessizlik en gürültülüsü

Asla söylemeyeceğin yarım kalmış kelime

Senin dünyana koyuyorum

Damarlarımın içine

Şimdi sessiz bir sempati

Tüm arta kalan

Kutsal kehanet

Yüzünü tekrar görecek miyim?

Kutsal kehanet

Bir yerde bulabilir miyim?

Hayatımı sensiz yaşamak için?



 

[1]     Ahmed Davutoğlu, Sahih-i Müslim Tercemesi ve Şerhi, I-XI, Sönmez Yayınlan, İstanbul, 1980, c. VIII, s. 604.

[2]     Buharî, Vuduu, 69; Belâzûrî, a.g.e., c. I, s. 125; fcn-i Kesir, a.g.e., c. III, s. 44.

[3]     İbn-i İshak, a.g.e., c. I, s. 74; Buharî, Vuduu, 69; Buharî, Cihad, 81; Müslim, Cihad, 107; Belâzûrî, a.g.e., c. I, s. 125; Ebu-l Hasan Ali b. Muhammed b. Habib Mâverdî, İlamu’n-Nubuvve, Kitabu’l- Arabî, Beyrut, 1987, c. I, s.142; İbn-i Kesir, a.g.e., c. III, s. 65; Muhammed Rıza, a.g.e., s. 111.

[4]     Ahmed b. Hanbel, 6, 316; Buharî, Salah, 109; Müslim, Cihad, 107.

[5]     Belâzûrî, a.g.e., c. I, s. 125.

[6]     Davutoğlu, a.g.e., c. VIII, s. 605.

 

 

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar