Print Friendly and PDF

Âşıkların Iztıraplarını Gördükçe Çok Kınadım Onları

 


*        O hocanın ayağı, mahallemizde balçığa saplanıp kalakaldı; onun halini söyleyeyim de «Kaza gelince göz kör olur» atalarsözü nü oku.

Cebbarcasına ululanır, bir yere dokunmasın diye eteğini çeker, kaldırır, kibirle yürür, giderdi. Âşıklarla alay ederdi, aşkı bîr oyun, bir oyuncak sayardı o,

20. Nice kuş vardır, tuzaktan uzak, havalanır gider; fakat kaza elinden bir belâ okudur ,fırlamış ,uçup gelmededir ona.

O hoca da bir sarhoşcağızdı, kendiciğinden geçmişti. Âşıklara e! çırpardı, eğlenirdi onlarla. Ululuğuna aldanmıştı, esrimişti de Tanrı'yla güreşe kalkmıştı.

Başına yazılandan haberi yoktu, başını göklere yüceltmişti, kesesi altınla, gümüşle doluydu/ kulağı var ol sesleriyle.

Halkın el çırpmasından, ayağına kapanmasından, şâirlerin saçma-sapan övüşlerinden, yâvecilerin yavelerinden öylesine ululanmıştı ki.

Keremin de bir âfeti var, çünkü kerem, erde ululuk belirtir, yal taklananların halleri, insanı vehme düşürür ,hasta eder.

İhsanda bulunuyorum diye paralar verir, halbuki o paralan kendisi yaratmamıştır ki. Başkasının malından, mülkünden ihsanda bulunmakla adam cömert mi olur hiç?

*        Bir firavun kesilmişti o, bir Şeddad olmuştu; öylesine bir tuluma benzemişti ki içi hava dolu. Karıncaydı, yılan olmuştu, yılan da bir ejderha haline gelmişti.

*        Aşk, kutluluk sırrıyla Mûsâ’nın sopasıdır sanki; pusudan öylesine bir ok attı ki hoca, onun açtığı yarayla iki büklüm oldu, yaya döndü. .

O        ağır yaranın tesiriyle o anda yüzüstü düştü, sar'ası tutmuş adamlar gibi hırıldamaya başladı, insanı yok eden ölüm hırıltıları arasında yerlere yuvarlandı.

Rezil oldu ,çınlçıpiak kaldı, düşman bile onun haline ağladı; akrabaları, yasa batmış kişiler gibi onun haline ağlayıp feryad etmiye koyuldular.

30 * Firavun olmuştu, Nemrud'du âdeta; gerçekten de ben Tanrıyım der dudurdu. Boynu kırıldı da rabbim, rabbimiz demeye başladı.

Yüzü safran gibi sarardı. Şirin yüziü, şeker dudaklı bir işveli güzelin bakışlarının açtığı yaradan başka bir yarası da yoktu.

*        O güzelin okuna mı daha fazla şaşmalı, yayına mı, gözleri mi daha güzel, dudakları mı? O mu daha vefasız, dünya mı, o mu daha çok gizli, zümrüdüanka mı?

Şimdi, âşıkları sınama hususundaki can sırrını söyliyeyim, gizli kilitten, gizli zincirden kurtul da kendine gel, kulaklarını aç da dinle.

*        Fakat kulağını nasıl açabilirsin ki? Kendinden geçmiş kişide kulak nerde? Aklı fikri, Tanrı dilediğini yapar hükmünden başka bir kurtaran yoktur.

Bu bağıran çağıran, ıztıraplara, heyecanlara düşen hocanın da sinek gibi kanarları koptu; Ay şen in aşkından ağlamıya başladı, gözlerime ak düştü diye feryada koyuldu.

Gerçekten de sizden sonra helâk olduk, sizden uzağız, vay bize, evyah bize. Sizin bulunmamanız, yaşayışa bile bir ölüm; gönü! rızasıyla dönün, gelin bize.

Akıl size rehin verilmiş, hüzünlerimize derman olacak birisi yok mu? Gönül, sınamalarınıza uğramış, helâk cehenneminin, ta ortasına düşmüş, yanıp duruyor.

Ey eii ayağı sağ hoca, kaza ve kader gelip çattı da ayağını kırdı; sen çok günüller kırmıştın, onların cezası, geldi de ayağına isabet etti.

*        Bunu gene Tanrı inayetlerinden say ki uğradığın zarar, aşk ci var.ndan geldi çattı; geçici aşkı bırak, işin sonu Tanrı aşkıdır.

40. Gazi, alışsın, usta olsun da savaşsın diye önce oğlunun eline tahtadan yontulmuş bir kılıç verir.

İnsana âşık oluş da o tahta kılıca benzer, belâlara uğrayış sona erdi mi aşk, rahmet sahibi Tanrı'yadır artık.

*        Önce Yusuf, yıllarca Zeliha'ya tutuldu; sonucu Tanrı'ya âşık oldu da bu sefer Zeliha, Yusuf'a gönül verdi.

O        kaçmıştı, Yusuf peşine düşmüş, gömleğine el atmıştı. Sonunda iş tersine döndü, o, Yusuf'un gömleğine el attı, çekti, yırttı.

Kısas yerine geldi dedi, gömleğimin öcünü aldım bugün. Yusuf, ululuk ıssı Tanrı'nın aşkı bu çeşit çok tersine işler yapar dedi.

İsteyeni istenen haline getirir, ait olanı üst eder, nice dua edenleri keremiyle, fûtfuyla dualara kıble yapar.

Söz inceldi burda soluk ağıza sığmıyor, artık yanıltmaca söz söylemek istiyorum, o çeşit söz, burda yaraşır mt yaraşır.

*        O, ben kimim ki demede ,ben topraktan düzülmüş bir şekilden ibaretim; remil döken, toprağa, doğru, yanlış, bir şeyler çizer.

Bu sözü hocaya bırak da bak, gör; bana, aşk sakalıma ateş vurdu, tutuşturdu, neden beni bıraktınız diyor.

A kerem sahibi hoca, gitmiştim amma şu âhır zamanda, halini bütün âleme söyleyip yaymak için işte hemencecik gene geldim.

50. Bön adam ne söyleyebilir; güneşten ancak bir zerre, uçsuz bucaksız denizden bir katre olan kişi, şu sonsuz macerayı nasıl anlatabilir?

Sana bir katre gösterdi mi ötesini anlarsın artık. Alım-satımda da ambardaki buğdaydan bir avuç buğday gösterirler.

O        bir avuç buğdayı gördün mü geri kalanını da bilirsin, değirmen dönünce nasıl bir un olacağını anlarsın.

Sen de eski bir ambarsın, elini bir daldır da al şu ambardan bir avuç buğday; gör bakalım ne, çeşit buğdaysın, bir gör de sonra değirmene götürmeye kalk.

O        âlem değirmene benzer, şu âlemse harmana; burada buğday mısın, fasulye mi? Her ne isen orda da ancak osun.

Yürü, bırak şu inadı a inatçı, bak, o hoca bekleyip duruyor; o, işini yarım yamalak gören işçi, acele etmede, hadi gel diye çağırmada.     

Ey hoca, nasılsın sen, söyle; bu fitnelerle dopdolu yerde yorulup' kalmışsın, çaresiz dertlere uğramış bir halde kanlara batmışsın, topraklara bulanmışsın.

Hoca diyor ki: Meded ey Müslümalar, sakının gönüllerinizi, aklınızı başınıza alın, benim kanım döküldü, bâri bu, sizin başınıza gelmesin.

Âşıkların ıztıraplarını gördükçe çok kınadım onları, fesatlarla, kötülüklerle dolu bir gönülle çok kötü, çok yaraşmaz sözler söyledim onlara.

*        «İnceden inceye halkla alay edip koğuculukta bulunanların vay hallerine» âyeti, kötü sözler söyleyenlerin hakkındadır. Alay edene koğuculukta bulunanın devası, yaptığına uğramaktır, ettiğini bulmaktır ancak.

60. O insan ağzı mıdır, yılanla akrebin oyuğu mu? O oyuğu samanlı balçıkla sıva, yakınları dalatma akrebe.

Aşka düş de adı sanı terket, taneleri de bırak, tuzağı da; taşa altın adını tak, cefaya, eziyete şeker de.

[1]



[1] Cilt 1, Gazel,2

Mevlânâ Celâleddin-Divân-ı Kebîr-Hazırlayan : Abdülbâkiy GÖLPINARLI, İstanbul Remzi Kitabevî , Yükselen Matbaası İstanbul — 1957

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar