Aşkın Üzerine
“Arapça “ışk” kökünden gelen aşk
lügatte, sevda, aşırı ve şiddetli sevgi; bir kimsenin kendisini bütünüyle
sevdiğine vermesi, sevgilisinden başka güzel görmeyecek kadar ona bağlanması,
yakınlık duyması ve düşkünlük göstermesi manalarına gelir. Yine aynı kökten
olup, “sarmaşık” anlamına gelen “aşeka” da, aşk kelimesi ile ilgilidir. Nasıl
ki, sarmaşık kuşattığı ağacın suyunu emer, yaprağını soldurur bazen de
kurutursa, sevgi de sevenin sevgilisinden başka şeylerden ilgisini, alakasını
kestirir ve onu soldurur”
Yukarıda da ifade edildiği gibi ‘sarmaşık’ ile ‘aşk’ kelimeleri arasında
bir bağlantı vardır. Bu dikkate değer bir şeydir. Çünkü:
“Aşk, aşkını dile getiremeyenlere, sevdiğinden uzak düşenlere veya aşkını
ilan edip de karşılık bulamayanlara ıstırap veren; aşkını anlatıp da karşılık
bulanlara ve sevdiğine kavuşanlara da mutluluk veren bir yapıya sahiptir. Tüm
bunların en kısa ve etkili anlatım türlerinden biri şiir sanatıdır. Aşkın içe
ait bir sanat olmasının yanında şiir de Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962)’ın
betimlemesiyle bir iç kale sanatıdır. Şiir, aşkı ebedileştiren bir sanattır.
Dünya edebiyatlarında olduğu gibi Türk edebiyatında da aşk şiirlerinin önemli
bir yeri vardır...”
Aşkı ve aşkın şiire etkisini söz konusu edenler, onun Yavuz Sultan Selim
Han’a nüfûzunu meşhur hikâyesiyle tahkiye etmekten geri durmazlar.
Rivayetler odur ki,
Yavuz Sultan Selim Han, Mısır Seferinde halifenin kızı, bazılarında da
otağının temizliğini yapan bir Türkmen kızı, konakladığı yerde hünkâra âşık
olur. Bu yer bazen halifenin konağı bazen de padişahın otağıdır. Ancak Yavuz’un
celâlinden korkar. Buna rağmen, aşkın verdiği cesaretle gizli gizli de sultanın
odasına “Seven insan neyle- sin”mısraını yazar. Odasında bu dizeyi gören han
şaşkınlıkla bakar ve “Hemen derdin söylesin” karşılığını verir. Kızcağız odada
karşılığı görünce hayretle “Ya korkarsa neylesin” dizesiyle derdini makama
sunar. Padişah bu dizeyi de boş çevirmez “Hiç korkmasın söylesin” mısralarını
yazar. Bir zaman sonra padişah bu kızın kim olduğunu öğrenir ve derhal düğün
dernek kurulur. Kız, aşkının şiddetinden dolayı düğünün son günü ölür. Yavuz’un
derin hüznünü gösteren mısraları, bu gencecik kızcağızın mezar taşına işlenir:
“Merdüm-i dîdeme bilmem ne füsûn etti felek
Giryemi kıldı füzûn eşkimi hûn etti felek
Şîrler pençe-i kahrımdan olurken lerzân
Beni bir gözleri âhûya zebun etti felek.”
Bazı kelime ve tamlamaların anlamları şöyledir:
Merdüm-i dîde: Gözbebeği. Füsûn: Sihir, büyü. Girye: Gözyaşı. Füzûn: Çok
fazla. Eşk: Gözyaşı. Hûn: Kan. Şîr: Arslan. Lerzân: Titrek, titreyen. Âhû:
Ceylan. Zebun: Zayıf, güçsüz, âciz.
*Günümüz Türkçesi ile şöyledir:
Bilmem ki felek gözlerime nasıl bir büyü yaptı
Felek gözyaşımı öyle çok artırdı ki gözyaşım kan oldu
Aslanlar hiddetimin pençesinden tir tir titrerken
Beni bir ceylan gözlü sevgili karşısında zayıf bıraktı
Bu olaya benzeyen bir başka olay da, asr-ı saadette olmuştur. “Peygamberle
nikâhı gerçekleştiği haberi kendisine müjde edildiğinde aşırı derecede sevinen
Esma Hanım, Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem ile bir araya gelmeden
vefat etmiştir. Allah rahmet eyleye. Esmâ’nın adını Sena olarak gösterenler
de vardır”
Mısır Sarayındaki Zeliha’nın Hz. Yusuf’a olan aşkı da, aşk bahsi açısından
önemlidir.
“Ahsenü’l-Kasas buyurulmuş Yusuf sûresinde; aşkı anlattığı için bu sûre.
Mevlâna “Zeliha o hâle gelmişti ki..diyor,
“... çörekotundan öd ağacına kadar her şeyin adı Yusuf’tu onun için. Yusuf
un adını başka adlara gizlemişti; mahremlerine bu sırrı söylemişti. Mum ateşte
yumuşadı, dese; sevgili bize alıştı, yüz verdi, demiş olurdu. Bakın ay doğdu,
dese; söğüt dalı yeşerdi, dese (...); başım ağrıyor, dese; başımın ağrısı
geçti, iyiyim, dese hep ayrı mânâları vardı bu sözlerin. Birini övse onu
överdi, birinden şikayet etse onun ayrılığım söylemiş olurdu. Yüzbinlerce şeyin
adını ansa, maksadı da Yusuf tu onun, dileği de..”
Aşkın İlk
Belirtileri
• İnsanın içinde sürekli bir
coşku, kıpırtı olur.
• Herkes dost görünür, her
şey olumlu karşılanır.
• Sevilenle görüşülecek
saatler iple çekilir.
• Kişi çok duygusallaşır,
kolayca ağlar.
• İştahı kesilir, uyumakta
zorlanır.
• İşler önemini kaybeder.
• Dalgınlık artar, başka
konulara dikkat göstermek zorlaşır.
• Kulak sürekli telefondadır.
• Sürekli maşuku mutlu
edeceği düşünülen hayaller kurulur.
• Onun ilgilendiği şeylere
ilgi duyulur.
• Her zaman ve herkesle onun
hakkında konuşmak isteği duyulur.
• Onunla ilgili her türlü
haber takip edilir.
• Onu düşünmek insanın
yüzünde garip bir tebessüme yol açar.
• Aslında insanın âşık olduğu
gözünün parlamasından anlaşılır”
Bu maddeler, aşkın hüznün kaynaklarından olduğunu açıkça göstermektedir.
Platonik Aşk/ Mor Aşk
Platonik aşklar gözü kara aşklardır diye yorumlanabilir. Tutkulu,
takıntılı, tozpembe, zor, aşırı sevdalı, hassas, kırılgan... ve de belki de en
hüzünlü aşklardır. Aşka âşık olmaktır dâima aşkı yaşamaktır aslında. Platonik
aşk’a düşenler için aşkları her zaman, eksiksizdir, kusursuzdur, mükemmeldir ve
de ayın on dördü gibidir. Platonik aşklar âşığı biraz da sanatkâr yapar. Aşkın
devamı vuslat değil hicrandır. Bu da koyu bir hüzündür. Eflâtunik aşklar biraz
eflâtunidir; morumsudur. “Sanatçı kişilik, tolerans ve düşünce gücü, mor
renk ile bağlantılıdır”
Bu rengin uzman gözüyle tamamlayıcısının sarı olması ilginçtir. “Sarı
renk açık görüşlülüğü ve ilhamı simgeler. Parlak bir renk olmasından dolayı da,
bilgiyi ve bilgeliği ön plana çıkarır. Sarı renk, tüm bu özelliklerine bağlı
olarak entelektüel bir bakış açısı ve anlayışla da uyuşur”
“Platonik aşk”ın ‘mor aşk’
olması, eflâtunik âşığın da sanatçı ruhla çoğu kere şiirler yazmasına, ya da
bir tuvale ayrılık hoşnutluğunu kazımasına vesile olmaktadır. Sarının
özellikleri de bu bağlamda verilmiştir: “Derin bir karamsarlığa ve zihinsel
depresyona sebep olabilecek özellikleri de bünyesinde barındırır”
Bu da eflâtunik âşığın hâllerinden sayılmıştır. Ancak belirtmek gerekir ki,
bu aşk tarzı, kültürümüze esas itibariyle uymamaktadır; çünkü, nihai noktada
varılan yorumlara göre, ‘sapkınlık’ halidir. O bakımdan bizdeki şekline,
“hayâlî aşk” veya “manevî aşk” demek her halde daha doğru ve yerinde olacaktır.
“İlk büyük sufiler, aşk kelimesi
Kur’an-ı Kerim’de geçmediği için “hub” ve “muhabbet” kelimelerini tercih
etmişlerdir”
“Demirle mıknatısın hâli” misâli insanda artık aşkın, dayanılmaz, tatlı,
heyecanlı, mutlu, cezbeli, cazibeli aşkın çekiciliğine doğru kendini
bırakmıştır. Bu aşırı mutluluk, bu aşırı aşk, hüznün de bir sebebidir. Çünkü
aşırı sevgi yani aşk, vuslatı ister; vuslat olmayınca da hüzün başlayacaktır.
Aşk zâhirde de bâtında güçlü ve hüzünlendirici özelliğe sahiptir. Fuzûlî’ nin
söylediği,
“Aşk derdiyle höşem el çek ilâcumdan tabîb
Kılma dermân kim helâküm zehri dermânundadur”
“Aşk derdinden memnun olduğu ve bununla yaşadığı için, derdinin iyileşmesi
Fuzûlî için ölüm demektir. Şair beyitte aşksız yaşayamayacağını söylüyor. Öte
yandan aşk derdinin çaresi yoktur. Çaresi ancak ölüm olabilir.
Tasavvufî bakımdan da ilâhî aşktan kurtulmak âşık için manevî ölüm
demektir.
Ayrıca doktorlar aşk derdine ilâç veremez, çâre bulamazlar. Şair doktor
“hiç boşuna uğraşma” demek istiyor. Aşk derdinin çaresi yine sevgilidir”
Aşk her dâim vardır. Ama neden her dâim vardır?
Neden ölümsüzdür aşk?
Buna verdiği cevap tatmin edici olmaktan uzaktır.
Kısaca “yaşam aşktır”
Melankoli
Aşkın çok ağır ve hatta bir kat daha üstte bir basamağı vardır ki, bireyin
fizyolojisini tehlikeli boyutlarda bozma kuvvetine sahip, psikolojisini yok
etme seviyelerine kadar getirebilecek düzeyde gücü olan, genellikle de sonunda
intihar ipini boğaza geçirtecek, revolveri şakağa dayatacak, zehri sineye
çektirecek kadar intihara meyillidir. Psikolojik hastalıkların derininde
fizyolojik bir temel aranabilir. Vucuttaki salgıların miktarının bozulması
psikolojik sorunlara sebep oluşturabilmektedir.
“Bu hastaların, kara maya gibi kustukları, kusmuğun bazı kereler kanlı,
şarap posası ya da mürekkep balığı salgısı gibi kara, ekşi ve keskin olduğu...
kusanların ağızlarının, boğazlarının yandığı anlatılmaktadır...”
“Sophokles, Trakhis Kadınları trajedisinde, melankoliyi isim olarak değil,
“kara safra gibi.” diye sıfat olarak kullanmıştır. Sophokles’e göre melankoli
bir olgu değil, durumdur”
“Karasevdalılarda gözlenen, dış
dünyaya ilgisizlik, insanlardan kaçma, kendi iç dünyalarına göç, güçsüzlük,
acılı ruhsal huzursuzluk, mutsuzluk, kendini suçlama, hatta hezeyan ve sanrılar
gibi bulgular, melankolide gözlenenlere benzerlik gösterir. Ancak, gene de
karasevdalı insanlar, içinde bulundukları çaresizliğe bir neden gösterebilirler.
Sevdalandıkları insana kavuşmaları durumunda tüm sorunlarının çözüleceği
sanısını taşırlar. Böyle bir durum, melankolide söz konusu olamaz”
İntihar
İntihar en basit tarifiyle bireyin veya bireylerin hayatlarına kendi
istekleriyle son ver-meleridir. Elbette ki bu son veriş normal bir ölüm
değildir. Altında yatan muhakkak ki yoğun hüzünler bulunur.
1) Nilgün Marmara: Nilgün
Marmara’nın boşluğa atlayışı.
“Nilgün Marmara 29 yaşında, Beyoğlu’nda evinin balkonundan kendini aşağı
bırakarak intihar etti.
Benzer bir serüveni yaşayan Plath gibi günlüğü ölümünden sonra yayınlandı.
(Kırmızı Kahverengi Defter)”
2) Nazir Akalın: Hüznü melâle
doğru gitmiş şâirlerden bir diğeri olan Nazir Akalın.
Nazir Akalın Ankara’da bir banliyo trenin altında kalarak hayatını kaybetmiştir.
Ancak Akalın’ın yakın arkadaşlarından onun intihar ettiğini tahmin ettiklerini
söyleyenler de vardır.
3) Hüseyin Alacatlı: Hüseyin
Alacatlı’nın zehri soluyarak intiharı.
“Hüseyin Alacatlı, 23 Mayıs sabahı şofben zehirlenmesi (LPG) suretiyle intihar
etti”
4) İlhami Çiçek: İlhami
Çiçek’in şifa için yattığı hastaneden kendini bir cinnet anında yere bırakışı.
“1982 yılında Tokat’ta kısa dönem askerlik görevine başladıktan sonra
rahatsızlandı ve bunalıma girdi. Bir süre hastanede tedavi gördü. Mevki
hastanesindeyken geçirdiği bir kriz sonucu bulunduğu hastanenin beşinci
katından atlayarak intihar etti”
5) Rabia Bayraktar: Rabia
Bayraktar’ın denize atlayarak intiharı seçişi.
S. D. Karahaliloğlu Ahmet Günbaş’la yaptığı söyleşisinde Ahmet Günbaş Rabia
Bayraktar’ın Kordon’dan denize atlayarak intihar ettiğini ama bazılarının onun
kalorifer borusuna kendini astığını söylediklerini ama olayın aslını Nedret
Gürcanla yazışmalarıyla öğrendiğini ifade ediyor
Bu derin hüzün sonrasında oluşan ölümün çağrılışında kullanılan yöntemler
çağrışımlar olabilir. Neden bazıları atlayarak, bazıları zehirle, bazıları
boğularak intiharı seçmişlerdir?
Bu sadece bir tesadüf mü? Yoksa başka bir sebebi mi var aceba?
Cinnet hâlinde akıl dağıldığı için çağrışımdan söz etmek belki zor
olacaktır; ama tasarlanmış intiharlarda çağrışımın var olması muhtemeldir. Şâir
hayattayken yazdığı şiirleriyle bir şeyler anlatmak isteyen farklı bir insan
olduğu için ölümüyle de bir şeylere çağrışım yapmak isteyebilir. Psikiyatri
Profesörü Jamison’un kitabından aldığımız bazı bilgiler şaşırtıcıdır:
“1970’lerde yapılan bir çalışma hem kadınların hem de erkeklerin ilaç ve
zehirleri “en makbul” intihar biçimleri olarak gördüklerini ancak erkeklerin
ateşli silahları daha “erkeksi,” etkili ve kullanımı kolay olarak
algıladıklarını saptamıştır. Kadınların ilaç ve zehirleri tercih etmesi bu
yöntemlerin acısız, erişilmesi ve kullanımı kolay olarak algılanmasından
kaynaklanmaktadır. Çirkinleşme korkusu kadınların şiddet içermeyen intihar
yöntemlerini seçmesinin muhtemel bir sebebi olarak ileri sürülmektedir, ne var
ki buna dair kanıtlar pek azdır.
Yaşında intihar seçiminde rolü vardır. Antik çağlarda olduğu gibi günümüzde
genç insanlar genellikle asmayı tercih etmektedir. Yüksek bir yerden atlamak ve
kendini hareket halindeki trenin önüne atmak da gençlerin tercih ettiği
yöntemlerdir. Ateşli silahları gençlerde yaşlılarda kullanıyor, ama gençlerin
kullanımı giderek artmaktadır. Psikopatolojinin türü ve derecesi de seçilen
yöntemi etkiler. Ağır ruhsal hastalıkları olan hastaların kendilerini kesme,
trenlerin önüne atlama ya da özellikle acayip ve sakat bırakması muhtemel
yöntemleri seçme olasılıkları daha yüksektir”
“Sembolizm ve çağrışımda intihar sonucu ölüm vakalarında kendi paylarına
düşeni yaparlar”. Şâir ruhlu insanlarda bu duruma rastlamak gayet mümkündür.
İntihar şekli aynı olmasa da etkilenme bakımından söylersek eğer Nilgün Marmara
ilginç bir örnektir. Sylvia Plath’i çalışması daha da ilginçtir.
Zamana ve mekâna da bağlı olmakla beraber denize atlamanın da atlayan
açısından özel bir sebebi vardır. Diğer intihar olayları gibi suda boğulma
farklı kişilerce farklı yorumlar da yapılmıştır:
“Farklı intihar yöntemlerine sembolik anlamlar yüklendiği ve kuvvetli
yorumlar yapıldığı halde -Karl Menninger suda boğulmanın ana rahmine geri dönme
arzusunu simgelediğini farz etmiştir, Freud çeşitli intihar yöntemlerinin
cinsel arzuların doyurulmasını simgelediğini varsaymıştır (kendini zehirleme
hamile kalma arzusu, suda boğulma karnında bir çocuk taşıma arzusu, yüksek bir
yerden atlama da çocuğu doğurma arzusuydu; Freud bu yorumların her iki cins
için eşit bir şekilde geçerli olup olmadığını belirtmemiştir)- yorumların
yaratıcılığı mevcut kanıtlardan daha ağır basacak gibi gözükmektedir. Standart
psikolojik testlerle ölçülen ve bireylere intiharlarından önceki ay veya
yıllarda uygulanan testlerle saptanan kişilik özellikleri, seçilen intihar
yönteminin türüyle korelasyon içinde değildir. Silah, zehir, yüksekten atlama,
asma veya suda boğulmayı seçenler arasında herhangi bir zekâ düzeyi farkı da
saptanmamıştır”
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar