Print Friendly and PDF

[FÜTÛHÂT-I MEKKİYYE'NİN] KIRK DÖRDÜNCÜ KISMI

Bunlarada Bakarsınız



Rahman ve Rahim Olan Allah Teâlâ’nın Adıyla

FASIL İÇİNDE VASIL

Sehiv Secdesini Kim Yapar

Bilginler, sehiv secdesinin hem imam hem de yalnız kılan için ge­çerli olduğunda görüş birliğine varmış, cemaat yanıldığında secdenin gerekip gerekmediği konusunda ise görüş ayrılığına düşmüştür. Ço­ğunluk, cemaatin secde etmeyip imamın secdesinin yeterli olacağını söylemiştir. Mekhul şöyle der: ‘Cemaat unuttuğu için secde eder.’ Ben de bu görüşteyim. Çünkü Şari’nin sehiv secdesini zikrederken imam ve cemaati ayırt ettiğini görmediğimiz gibi Şari bu bağlamda bilhassa na­maz kılanı zikretmiş ve belirli bir halle (imam ya da cemaat olmak gibi) sınırlamamış tır.

VASIL

Batınî Yorum

Kimse başkasının günahını taşıyamayacağı gibi başkasının bedelini de ödeyemez: ‘Herkes yaptığından sorumludur.’ Bunun nedenini iyice araştırırsan, imamın cemaatin unutmasını üstlenemeyeceğini ve Mekhul’ün bu konuda doğru düşündüğünü anlarsın. Mekhul, bu lconuda gözünü doğrulukla sürmeleyen (Mekhul: sürmeli), bu nedenle iç gözü de açılmış kişidir. Başarıya erdiren, kendisinden başka Rab olma­yan Allah Teâlâ’dır.

FASIL İÇİNDE VASIL

Cemaat Namazın Bir Kısmına Yetişemez ve İmamın Secde Etmesi Gerekirse Ne Olacak?

Bilginler, böyle bir durumdaki kişi hakkında görüş ayrılığına düş­müştür. Bazı bilginler, bu durumdaki cemaatin imamla beraber secde edip sonra namazdan tamamlaması gereken rekâdarı ‘kaza’ edeceğini söylemiştir. Burada, imamın selamdan önce veya sonra secde etmesi birdir. Bazı bilginler ise, (tamamlaması gerekli rekâtları) kaza edip son­ra secde etmesi gerektiğini söylemiştir. Bazı bilginlere göre ise, imam selamdan önce secde ederse (namazın bir kısmına yetişememiş) cemaat de onunla birlikte secde eder; selamdan sonra secde ederse, cemaat ka­zayı kıldıktan sonra secde eder. Bazı bilginler ise, cemaatin imamla bir­likte secde edip (tamamlaması gereldi rekâtları) kaza ettikten sonra, ikinci kez secde etmesi gerektiğini ileri sürmüştür.

Benim görüşüm şudur: Cemaat imamın unuttuğu şeyi bilebilir ya da bilmeyebilir. Bilmezse ve imam secdesini selamdan önce yaparsa, cemaat de onunla birlikte secde eder, ardından imam selam verince o da tamamlaması gereken rekâdarı kaza etmek için ayağa kalkar. İmam unutma secdesini selamdan sonra yaparsa, cemaat ona uymaz ve rekâtı tamamlamak için ayağa kalkar. Bu durumda, imamın unutması nede­niyle (namazın bir kısmına yetişemeyen) cemaatin sehiv secdesi yapma­sı gerekmez. Namazı tamamladıktan sonra secde etmesi ise, daha ihti­yatlı bir davranıştır. Hatta (daha önce belirttiğimiz gibi) namaz kılan herkesin tek başına ya da imamın arkasında kıldığı namaz nedeniyle namazı tamamladıktan sonra sehiv secdesi yapması beğenilen bir dav­ranıştır. Söz konusu cemaat imamın unuttuğunu biliyorsa şu ihtimaller söz konusudur: imam ya cemaatin yetişemediği veya yetiştiği rekâtlar­da unutmuştur. İmamın unutması cemaatin kaçırdığı rekâtta gerçek­leşmişse, selamdan önce secde etse bile, cemaat secdesinde imama uy­maz. İmamın kendisine yetiştiği rekâdarda unuttuğunu bilip imam se­lamdan önce secde ederse, o da imama uyar; selam verdikten sonra sec­de ederse, kaçırdığı kısmı kaza eder, sonra secde eder. Şu var ki imamın unutması, cemaatin o yetiştiği rekâdarda Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin unuttuğu (ve bu nedenle secde yaptığı) kısımlarla ilgili olmalıdır. Böyle bir du­rumda cemaat, selamdan önce ya da sonra imama uyar, ardından eksik kısmı kaza etmek için ayağa kalkar.

VASIL

Batınî Yorum

‘İmam’ diye isimlendirildiği sürece imama uymak gerektiği gibi bu adı kaybettiği anda ona uymak gerekmez. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in imamlığı kalkmaz, dolayısıyla ona uymak her zaman zorunludur. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve selleme uyanı Allah Teâlâ’nın sevmesi ise, hiç kuşkusuz ki, bu uymanın zorunlu so­nucudur. Allah Teâlâ şöyle der: ‘Allah Teâlâ’nın peygamberinde sizin için en güzel örnek vardır.*67 Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve selleme ise şöyle denilmiştir: ‘De ki, Allah Teâlâ’yı seviyorsa­nız bana uyun ki, 0 da sizi sevsin.*68 Allah Teâlâ bir kulunu sevdiğinde, onun bütün güç ve organları haline gelir. Kul ise, ancak kuvvet ve organlarıy­la iş yapabilir. Böyle bir durumda ise, Allah Teâlâ vasıtasıyla fiilini yerine ge­tirir, dolayısıyla tüm hareket ve duruşlarında ‘davranışları korunmuş’ kimse haline gelir.

Şari’nin teklifinden sorumlu olmayı gerektirmeyen bir nitelik ya da halde olmak, bütün fikıhçılara göre şeriatın hitabının ya tamamen ya da şarta bağlı olarak düşmesini gerektirir. Bize göre durum böyle değildir. Çünkü yükümlüde şeriatın hükmünün dışında herhangi bir hal ya da nitelik bulunmaz. Bunlara örnek olarak, halinin insanı etkisi altına al­ması ya da delilik veya unutmak veya uyumak veya yetişkinlik çağına ermemek gibi durumları zikredebiliriz. Bu durumların hiç birisi, şeria­tın hükmünün dışında kalmaz. Çünkü her hal ve nitelik için şeriat tara­fından ya mübah ya da başka bir hüküm belirlenmiştir. Çünkü herhangi bir durum, kendisine eşlik eden meşru bir hükmünden yoksun kalmaz.

Dolayısıyla herkes yükümlüdür ve yükümlülük ortadan kalkmaz. Öy­leyse fakihlerin kendilerinden hitabın kalktığını söylediği bu kimseler­den. hitap kalkmamıştır. Çünkü şeriat, (söz gelişi bu insanlardan birisi olarak deliye) doğasının gerektirdiği durumda tasarrufta bulunmayı mübah kılmış ve bu konuda ona bir yükümlülük yüklememiştir. Nasıl olur da, şeriatın hükmü ondan düşmüş denilebilir? Şeriat mübah dav­ranışlar için yetişkin akıllı adına mübah hükmünü verdiği gibi böyle bi­risi adma da mübah hükmünü vermiştir. Çünkü eşya haldcında hüküm vermek akla değil, şeriata ait bir haktır. Şeriat ise, Allah Teâlâ’nın eşya halckındalci hükmüdür. Dolayısıyla Allah Teâlâ’nın kendisinde herhangi bir şekilde hükmünün bulunmadığı hiçbir şey yoktur. Allah Teâlâ ehlinin meseleye bakı­şı budur. Çünkü onlar, her nefeste Allah Teâlâ karşısında bulunduklarının bi­lincindedirler.

Şeriatın hükümleri, dış varlıklarla ilgili olsalar bile hallere bağlıdır. Herhangi bir varlığın bir emirle yükümlü olması, içinde bulunduğu du­rumdan kaynaklanır. Öyleyse bir şey, kendisinden dolayı değil, içinde bulunduğu hal nedeniyle sorumlu olmuştur. Çünkü hakikat baki iken haller başkalaştığı gibi şeriatın bir varlık hakkındaki hükmü de (varlığın içinde bulunduğu) halin başkalaşması nedeniyle değişir. Bu nedenle ço­cukluk, bayılma, delilik, halin insanı etkisi altına alması, kendinden geçme, sarhoşluk ve hastalık gibi her halde şeriatın bir takım hükümleri . olduğu gibi yetişkinlik, yerleşik olmak, sağlık, beka, ayıklık ve halin in­sanı etkisi altına almayışı gibi durumlar hakkında da şeriatın hükümleri vardır. Öyleyse akıllı insan için, şeriatın hükmü bütün hallere yayılmış­tır. Bu durum, Hakkın varlıklara yayılmasına ve nüfuz etmesine benzer.

FASIL İÇİNDE VASIL

İmamın Unutması Karşısında Cemaatin ‘SubhânAllah Teâlâ’ Demesi veya Parmak Çıdatmak

Bazı bilginler, böyle bir durumda hem erkeğin ve hem de kadınla­rın ‘subhânAllah Teâlâ’ demesi gerektiğini belirtmiş; bazı bilginler, ise erkekler

‘subhânAllah Teâlâ’ derken kadınlar ‘parmak çıdatır’ demiştir. Bu konudaki hadis nedeniyle ben de bu görüşteyim.

Batınî yorum: İnsan olmayı dikkate alan kişi, kaçlmları erkeklere katar. Nitekim Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem yetkinlikte kadınları erkeklere katmıştır. Erkeklik ve dişiliği dikkate alıp ‘Erkeklerin kadınlar üzerinde bir derecesi vardır569 ayetini göz önünde bulundurarak erkekliği kadınlığa baskın kı­lan ise, kadın ve erkeği ayırt ederek ‘Subhanallah’ demeyi erkeklere, ‘el çırpmayı’ kadınlara özgü sayar. Kadının konuşması, doğal olarak şehve­ti depreştirir. Özellikle kadın narin ve zarif konuşabilir, erkek de konu­şanın kadın olduğunu hayal eder, bir de kalbinde hastalık varsa şehvet depreşir. Şari kadınlara ince konuşmayı yasaklamış ve şöyle buyurmuş­tur: ‘Sözü ince söylemeyin, kalbinde hastalık bulunan kişi tamah eder.’ Bu ayette, kadınların erkeklerle özel bir şekilde konuşabileceği belirtilir.

Namaz kılan İçişi, Rabbiyle konuşmaktadır. Kadın ‘Subhanallah’ derse, erkeğin doğal bir şekilde hayalinde kadına yöneleceğinden korku­lur. Erkek, kadın el çırparken güvende değilken, konuştuğunda nasıl olabilir ki? Arif ise, burada (Rabbiyle) konuşurken Hakkın karşısındaki haline göre hareket eder: Hakk ile aklıyla konuşabileceği gibi nefsiyle ya da doğasıyla da konuşabilir. Kul ise gücüne göre hareket eder. Sağlıklı, ve güçlü ise, konuşmanın (hangi güçle) gerçekleşeceğini önemsemez. Bü durumda erkek ve kadın ona göre birdir. Nefsinde (beşeri) varlığın­dan ve hastalık bulunduğunu bilirse, bunlardan kurtulana kadar aklı ile nefsini ayırır. Allah Teâlâ ehli, nefislerine böyle bakar.

FASIL İÇİNDE VASIL

Şüphe Durumunda Sehiv Secdesi

Bilginler, namazında kuşkuya kapılıp bir mi, iki mi, üç mü yoksa dört mü veya kaç rekât kıldığını bilmeyen kişi hakkında görüş ayrılığına düşmüştür. Bazı bilginler, namazı bilinçli kılmak gerektiğini söylemiş­lerdir ki bu kısım azınlıktır. Bazı bilginlere göre ise kuşku, namazın ba­şında gerçekleşirse namaz bozulur; tekrarlandığında ise güçlü zanna gö-

re amel edilir, selamın ardından da iki secde yapılır. Bazı bilginlere göre ise, insan kuşkuya kapıldığında ne kesinliğe dönmek ne de araştırmakla yükümlüdür. Yapması gereken şey, kuşkuya kapıldığında secde etmek­tir. Benim görüşüm ise, kesin kanaate dayanmak daha güvenli olsa bile bu son görüştür.

VASIL

Batınî Yorum

Kişi ilk düşünceyi (hatır-ı evvel, akla gelen ilk düşünce) tanıdığında ona itimat etmelidir. Kuşku, birini tercih söz konusu olmaksızın, iki ya da daha fazla durum arasında tereddütte kalmaktır. Güçlü zan ise, kesin olmamakla birlikte, iki kuşkulu şeyden birini tercihe yönelmektir. İnsa­nın kesinliğe ya da güçlü zanna dönmesi söz konusu değil ise, hüküm vaktin sahibine aittir ki, o da kuşkudur. İbadetin eksik yapılması bir mahzur taşıdığı gibi fazla yapılması da mahzurludur. Çünkü fazla yap­mak, Allah Teâlâ’nın izin vermediği bir hüküm (ortaya koymak demektir). Secdeyle sorumlu olan, kuşkuya kapılan kişidir. Kesinliğe dayanan kişi­den kuşku düşseydi, böyle bir insan kuşkuya kapılmayan kişiyle bir olur, bu ibadette fazla yapıp yapmadığından emin olurdu. Bir ibadeti farz kılan, kuşkudan dolayı secdeyi de emredendir. Öyleyse kesin kanaa­te ya da güçlü zanna sahip olan kişi, secde etmekle yükümlü değildir..

Rabbini bilmede aklının delilinde ya da Rabbini bilmede aidinin deliliyle çelişen semi delilde (duymaya dayalı, vahiy) kuşkuya düşen ki­şi, iki delilden birine güvenemez. Çünkü o kişiye göre iki kanıttan biri üstün değildir. Söz konusu kuşkucu, (inkar edilemeyecek bir şekilde ak­tarılan) mütevatir haberin doğruluğunu reddedemediği gibi (vahye) iman edene göre Hakkın kendisine yaraşan niteliklerle kendisini nitele­miş olduğunu da reddedemez. Hâlbuki mütevatir haber, insanın bilgi­sine göre aldın Tanrı’nın tenzih edilmesini gereldi gördüğü bir hüküm içermekle aldın deliliyle çelişir. Çünkü (aklın Tanrı’ya yaraşır bulmadığı bu nitelikler) Allah Teâlâ’ya yaraşır olmasaydı, kesinlik bildiren bir hadis bunu dile getirmezdi. Bu durumda semî delil ve aklî delil çelişir ve insan on­lardan birini tercih etmek veya uzlaştırmak için bir yol bulamaz.

İşte kuşkuya kapılan kişi, bu kişidir [başka bir ifadeyle semî deliller ile aklî deliller arasında kalıp herhangi birini tercih edemeyen kimse]. Dolayısıyla, iki delille bakmaksızın iman ile amel etmeyi ‘unuttuğu’ için, sehiv (unutma) secdelerini yapmalıdır. Bu iki çelişik yargıyla nite­lenen algı organını (kuşkudan) boşaltıp, temizleyip -ki organ kalptironu dürüst bir yönelişle (ve niyede) süslemelidir. Doğru yöneliş, secde demektir. Secde, Allah Teâlâ’ya yakınlık yeri olduğu gibi aynı zamanda şeyta­nın insandan uzaklaştığı yerdir. Çünkü şeytan, secde halinde kuldan ay­rılır. Kuşkucu, secde esnasında şüphe taşımaktadır. Dolayısıyla imanına göre amel etmesiyle, bu durumdaki bir insanın kalbine o esnada sahip olmadığı Allah Teâlâ bilgisinin yerleşmesi gerekir. Bu bilgi ya iki delili uzlaş­tırmakla ya da iki delilden imanla çelişenin bozukluğunu göstermekle tercihi vermesi sayesinde kuşkuyu ortadan kaldırır. Bu sayede insan çe­lişkiye yol açan kuşkuyu öğrenir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Allah Teâlâ’dan sakı­nın:70 Yani sehiv secdesiyle sakının. ‘O size öğretir.’71 Allah Teâlâ’nın öğretmesi, iki çelişik delili uzlaştırmak ya da birini tercih etmek ya da iki delilden birini reddetmek demektir.

FASIL İÇİNDE VASIL

Herkese Farz Olan ve Herkese Farz Olmayan Namazlar

Bilmelisin ki, bazı namazlar herkese farzdır. Bunlar, daha önce bu bölümde söz ettiğimiz namazlardır. Bazı namazlar ise, herkese farz de­ğildir. Herkese farz olmayan namazların bir kısmı sünnet, bir kısmı farz-ı kifaye (bir kısım insana farz), bir kısmı ise nafiledir. Benim görü­şüme göre beş vakit namazın dışında farz(-ı ayn ve kifaye) yoktur. Bun­ların dışındakilerin, ‘nafile namaz’ diye isimlendirilmesi gerekir. Nite­kim Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem onları böyle isimlendirmiştir. Bedeviyle (Peygam­berin konuşmasını aktaran) bir hadiste, benim bu düşünceme uygun bir yorum vardır. Bedevi, ‘Ey Allah Teâlâ’nın peygamberi! Kılmam gereken başka namaz var mıdır'’’ dediğinde Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem ‘Hayır, istersen na­file kılarsın’ demişti. Bu ifade, ‘Hayır, ama nafile (gönüllü, isteğe bağlı namaz) kılabilirsin’ anlamına gelebilir. Bu durumda farzlar, bağlayıcı olarak ifade edilir. Çünkü bedevinin ‘kılmam gereken başka namaz var mı’ demesi, ‘Allah Teâlâ katından bana farz mıdır?’ anlamına gelir. Adak ör­neğindeki gibi, gönüllü kabul ettiğin bir namazla kendini bağlarsan, Allah Teâlâ onu yerine getirmeni farz kılar.

Bu nafile namazların şeriat tarafından belirlenmiş çeşitli hükümleri vardır. Bu çeşitlilik, onların bilinmesini sağlayan farklı isimler almalarını sağlamıştır. Öyle zannediyorum ki hepsi on tanedir. Bunlar vitir, fecir rekâtı, nafile, tahiyyetü’l-mescit namazı (mescidi selamlama namazı), Ramazân’ı karşılama namazı, küsuf namazı (güneş-ay tutulması nama­zı), yağmur duası namazı, bayram namazları ve -namaz sayanlara göreKur'an-ı Kerîm’deki secdelerdir. Bu on namazı ve onların batını yoru­munu bitirince, cenaze ve istihare namazlarına geçeceğiz. Ayrıca rüku, secde, ihram tekbiri ya da selam bulunmasa bile, şeriat tarafından ‘na­maz’ diye isimlendirilen şeyleri zikredeceğiz. Bunlara örnek olarak, şeri­at tarafından emredilmiş olan Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve selleme ‘salat’ getirmeyi verebi­liriz. Ayrıca bütün bunların hikmetini de zikredeceğiz.

VASIL

Batınî Yorum

Namaz kulluğu gerektirir. Daha önce belirttiğimiz gibi, namaz herkese farz olan ve olmayan diye iki kısma ayrıldığı gibi kulluk da ikiye ayrılır. Birincisi, zorunlu kulluktur. Bu kullukla (herkese farz olan) farz1 ayn namazlar kılınır. Diğeri ise gönüllü (serbest) kulluktur. Bununla da farz-ı ayn olmayan namazlar kılınır. Allah Teâlâ onları nafile, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem ise ‘tatavvu’ (gönüllü, istelde) diye isimlendirdi. Allah Teâlâ şöyle bu­yurur: ‘Gecenin bir kısmında senin için nafile olarak teheccüde kalk!”2

Salih insanlardan biri şöyle der: ‘Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemden başka kimse­nin belirlenmiş nafile namazı yoktur. Çünkü Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemden başka kimse için nafile geçerli değildir ve buna tanıklık edilmemiştir. Allah Teâlâ

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve selleme şöyle emretti: ‘Gecenin bir kısmında senin için nafile ola­rak teheccüde (gece namazı) kalk.’73 Allah Teâlâ, güvenilir bir kutsi hadiste şöyle der: ‘Kulum bana nafile ibadederle yaklaşır.’ Böylece farzlara ilave olan ibadederi ‘nafile’ diye isimlendirdi. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem ise, İslam’ın esasla­rını öğrettiği bedeviye farzları söylemiş, bedevi ise ‘bundan başka kıl­mam gereken bir şey var mı’ demiş, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem ise, ‘Hayır, diler­sen gönüllü kılarsın’ demiştir. Böylece farzlara ilave olan şeyleri ‘tatavvu (gönüllü)’ diye isimlendirmiştir. Öyleyse farz, zorunlu kulluk (kısmına girer). Çünkü yapılması ya da terk edilmesiyle günah (ve sevap) ortaya çıkar. Farzın dışındakiler ise, serbesttir. İnsan onları kendiliğinden yeri­ne getirebilir. Ama bir kez ibadedere girdiğinde, bize göre, zorunlu kulluğun hükümleriyle sorumludur ve bu kaçınılmazdır. Başladığı iba­deti bitirinceye kadar, bu hükümlerden muaf olması mümkün değildir. Bu nedenle bedevi Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’e ‘kılmam gereken başka bir şey var mı?’ diye sorduğunda, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem ‘hayır’ demişti. Başka bir ifadey­le, Allah Teâlâ kendi katından sana söylediklerimin dışında bir şey farz kılma­dı. ‘Şu var ki sen gönüllü olarak kılabilirsin.’ Yani, sen bu farzların ben­zeri olan ve Hakkın seni teşvik ettiği ibadederi kendi kendine emrede­bilirsin. Onları yapmak isteyip namaza başladığında ise, farz-ı ayn na­mazlar gibi onları yerine getirmek farz haline gelir. İşte ‘hayır, sen gö­nüllü kılabilirsin’ ifadesinin anlamı budur. Öyleyse senin kendine farz kıldığın ibadet, sana farzdır. Adak ve benzeri şeyler bu kapsama girer. Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Amellerinizi boşa çıkarmayın.’74

(Gönüllü ibadederden birisi olan) Vitir (namazı), eşyada Hakkı bilmek içindir. Fecir rekâdarı ise, yapabilen için, geceleyin kalkmaya, uyuyan için ise sabahın farzını edaya kalkabilmeye şükürdür. ‘Mescide girmek (tahiyyetü’l-mescit)’, evinde hükümdara selam vermek için kılı­nır. Ramazan için namaz kılmak, Ramazan’ın Allah Teâlâ’nın bir ismi olma­sından kaynaklanır. Bu nedenle el-Melik’in zikrini yapmak farzdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘O gün insanlar âlemlerin rabbinin karşısında ayakta du­rur.’75 Küsuf (güneş ve ay tutulması), korkuya yol açan tecelli içindir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’e küsuf hakkında soru sorulmuş, o da şöyle buyurmuş­tur: ‘Allah Teâlâ neye tecelli ederse, o şey Allah Teâlâ’ya boyun eğer.’ Küsuf, kendi­liklerinde bir başkalaşma olmasa bile, güneş ya da aydan insanın gözüne çarpan başkalaşmadır. Hakk o esnada güneş ve ayda bulunan Allah Teâlâ kor­kusunu, insanın gözüne ışığın kaybolması şeklinde göstermiştir. Bu da ay tutulmasında doğal perdelenme, güneş tutulmasında ise bilgisel per­delenmeyle gerçekleşir. Yağmur duası ise, rahmet istemektir. İki bay­ram, tecellinin tekrarıdır. Kur'an-ı Kerîm’deki secdeler, Allah Teâlâ’nın kelamı nedeniyle huşu ve ürpertidir. Bu nedenle susmak ve dinlemek emredil­miştir.

‘Ölüye namaz’ şu anlama gelir: Kul Allah Teâlâ’yı vekil ve kendisini sahip yaptığı işte naip edinir. Bu durum, kula verdiği nimetlere karşı bir şü­kürdür. Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Sizi halife yaptığı şeylerden infak ediniz.’76 Böylece kendilerinin ihtiyarı olmaksızın onu ellerinden çıkarır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Pis olan yer ise, ancak çöp verir.’77 '

Allah Teâlâ’yı vekil edinenler, O’nun önünde ölüler haline gelmiş, bu ne­denle de Allah Teâlâ onlara ‘takdis (münezzehlik)’ özelliği vermiştir. Takdis, temizlik demektir. Bu nedenle, iki temizliği birleştirmemiz için ölüyü yıkamamız emredildi. Çünkü Allah Teâlâ ölüye namaz kılanın önünde ve kıblesindedir. Öyleyse ölüye namaz kılan kişi, ölü adına Allah Teâlâ ile konuşur. Namaz kılan temiz olduğu gibi Hakk da el-Kuddûs’tür (en temiz ve ne­zih) . Böylece ölü, Allah Teâlâ ile namaz kılanın arasında bulunur. Bu nedenle, zorunlu olarak temiz olması gerekir. Manevi temizliği ise, sadece keşif ehli anlayabilir. Şeriat ehline ise, hükmün zahirine göre, ölüyü yıkamak emredildi. Böylece keşfi olmayan kişi, ölünün temiz olduğuna kesin olarak inanır. Bu konunun batını yorumu -Allah Teâlâ izin verirseilgili bö­lümde gelecektir.                                          -

İstihare namazı ise, Rabbinden gelen açık bir delile sahip olmak için, Allah Teâlâ’nın bir kulun yapmasını ya da yapmamasını istediği şeyi belir­lemek için (dua etmektir). Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Rabbinden bir delile sa­hip olan kimse.’79 İstihare namazının yararı budur. Allah Teâlâ izin verirse ilgili bölümde zikredilecektir. Böylece taahhüt ettiğimiz hususlar, bölüm bö­lüm açıklanacaktır. Böylece insanlar, bütün yükümlülerin sorumlu ol­duğu genel ibadetlere katılmakla birlikte, ariflerin sıradan insanlardan ayrıştıkları ibadetlerdeki maksatlarını da öğrenirler. Allah Teâlâ başarıya erdi­rendir. Ondan başka Rab yoktur.

Vitir Namazı

Ebu Davud Ebu Eyyub el-Ensari’den Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in şöyle de­diğini aktarır: ‘Vitir, bütün Müslümanlar üzerinde bir haktır. Kim üç rekât vitir kılmak isterse, bunu yapsın. Kim bir rekât vitir kılmak ister­se, o da öyle kılsın.’ Ebu Davud başka bir hadis daha aktarır: ‘Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem yedi, dokuz ve beş rekât vitir kılardı.’ Hadisteki genel ifade, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin tekli sayılarda vitir kıldığıdır. Ebu Davud’un Abdul­lah b. Kays’tan aktardığı başka bir hadis ise şöyledir: ‘Hz. Aişe’ye sor­dum: Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem kaç rekât vitir kılardı? Şöyle cevap verdi: ‘Dört ve üç, altı ve üç, sekiz ve üç ve on ve üç rekât kılardı. Yediden daha az ve ön üçten daha çok kıldığı yoktur.’ Nesai ise İbn Ömer’den Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in şöyle söylediğini aktarır: ‘Akşam namazı, gündüz namazının vitridir. Siz de gece namazını vitir (tek sayılı) kılınız.’

İnsanlar vitir namazı hakkında görüş ayrılığına düşmüştür: Vitir vacip midir, sünnet midir? Bazı bilginler vacip olduğunu söylemiştir. Bu görüşü kabul edenlere göre vacip, sünnet ile farz arasındadır. Bazı bilginler ise, vitrin güçlü sünnet olduğunu söylemiştir. Daha önce bu namazın hükmünden söz etmiş, geride ise niteliği, vakti, onda okunan kunut duaları, binekli kılınmasından söz etmek kalmıştı. Önce, vacip olup olmadığının anlaşılması için konuyla ilgili hadisleri zikredelim.

Konuyla ilgili hadislerden birini Ebu Davud, Harice b. Huzafe’den aktarır. Ravi şöyle der: ‘Bir gün Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem yanımıza gelerek şöyle dedi: ‘Allah Teâlâ sizin için kırmızı nimetlerden (altın) daha hayırlı olan bir namazla size yardım etmiş, onu yatsıyla fecrin doğuşu arasındaki vakte yerleştirmiştir.’ Buradaki namaza, vitir ve vitrin dışındaki namazlar gi­rebilir. Bu hadis, Abdullah b. Raşid’in Abdullah b. Ebu Mirra’dan ak­tardığı bir hadistir. Söz konusu raviden başka bir hadis duyulmamıştır. Öte yandan, ravilerinin her ikisin (sözleri) kanıt sayılmamıştır. Hadisi, Abdullah b. Ebu Mirra Harice’den de rivayet etmiştir, (fakat) onun Harice’den hadis dinlediği bilinmemektedir.

Tirmizi, bu hadisi aynı isnat zinciriyle zikrettiğinde, onun ‘garip hadis’ olduğunu söylemiştir. Dârekutnî ise, hadisi en-Nadr b.


Abdurrahman, o da, İkrime’den, o da İbn Abbas’tan aktararak zikret­miştir. Hadiste şöyle bir ilave vardır: ‘Allah Teâlâ size bir namazla yardım etmiştir ki o namaz, vitir namazıdır.’ Nadr, herkese göre zayıf bir ravidir: Buhari, İbn Hanbel, Ebu Hatem, Ebu Zera ve Nesai onu zayıf (güvenilmez) bulmuş, İbn-i Main ise ‘ondan hadis rivayet etmek helal değildir’ demiştir. Başka hadisçiler de onu zayıf bulmuştur. Bu hadis, Azeremî yoluyla da rivayet edilmiştir ki, Azeremî de rivayeti kabul edilmeyen bir şahıstır. Ayrıca, Haccac b. Ertat’tan rivayet edilmiştir, o da zayıftır. Hadisi Ebu Cafer et-Tahavî de, Nuaym b. Hammad’dan ri­vayet etmiştir, o da zayıftır.

Bezzar’ın Abdullah b. Mesud’dan, onun da Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’den ri­vayet ettiği ‘Vitir namazı her müslümana vaciptir’ hadisine gelirsek, bu hadisin rivayet zincirinde de Cabir el-Cufı ve Ebu Maşer el-Medenî ve başka bir takım raviler vardır ki, hepsi de zayıftır. Ebu Davud’un vitir namazıyla ilgili rivayet ettiği hadis ise, Ubeydullah b. Abdullah b. Atekî’den rivayet edilmiştir. Atekî ise, Abdullah b. Ureyre’den, o da babasından rivayet etmiştir. Babası Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in şöyle söylediğini duymuştur: ‘Vitir bir haktır, kılmayan bizden değildir. Vitir bir haktır, kılmayan bizden değildir. Vitir bir haktır, kılmayan bizden değildir.’ Hadisi aktaran Ubeydullah, Yahya b. Main tarafından güvenilir bulun­muş, Ebu Hatem de‘hadisi kabul edilir’demiştir.

Ebu Ahmed b. Adevî’nin Ebu Cünnab’tan aktardığı hadis ise şöyledir: ‘Üç şey bana farz, size ise nafiledir (tatavvu, gönüllü).’ Bu üçün içinde vitir namazını zikretmiştir. Ebu Cünnab hadise yorum katardı. Ebu Bezzar’ın İbn Abbas’tan, onun ise Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’den aktardığı hadis şöyledir: ‘Fecir vaktinin iki rekâtı (teheccüd) ve vitir namazı, size değil, bana emredildi.’ Bu hadisin isnat zincirinde Cabir b. Yezid elCufı vardır ki, zayıf ravidir. Aynı hadisi Dârekutnî, Abdullah b. Muhriz’in Enes’ten aktardığı bir hadis olarak kaydetmiştir. İbn Muhriz ise rivayeti kabul edilmeyen biridir., Ebu Davud, Ali (isnadıyla) Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in şöyle dediğini aktarır: ‘Ey kuran ehli! Vitir namazı kılı­nız. Çünkü Allah Teâlâ, tektir ve telci sever.’

Vitrin batınî yorumu, daha önce herkese farz olan ve olmayan na­mazlardan söz ettiğimiz bundan bir önceki bölümde geçmişti.

Vitr’in Özelliği

Bazı bilginler, bir selamla ayrılan üç rekât vitir namazını kılmayı müstehap saymış, bazı bilginler ise selamla ayırmamak gerektiğini söy­lemiştir. Bazı bilginler tek rekât, bazı bilginler beş rekât kılıp sonunda oturmak gerektiğini söylemiştir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem ‘yedi, dokuz, on bir ve on üç rekât vitir kılardı.’ On üç, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin vitir namazı hakkın­da aktarılan en büyük sayıdır.

Daha önce ‘akşam namazı hakkında gündüz namazının vitri oldu­ğundan’ söz ederken bu meselenin batını yorumunu belirtmiştik. Şari, ibadette çiftliğin gerçekleşmesi için gece namazının vitrini (kılmayı) da emretmiştir. İbadet, birlikle çelişir. İbadet, ibadet eden ve edilenin var­lığını gerektirdiği gibi ibadet eden hiçbir zaman ibadet edilen olamaz. Bir şey, kendisine boyun eğmez. Bu nedenle Şari, namazı kuluyla Rab arasında ikiye böldü. Akşam namazı gündüz namazının vitri sayılınca -ki namaz (ikiliği gerektiren) bir ibadettir-, mutlak birlik, ibadete tekli­ğin eşlik ettiğini duymakla kıskançlığa kapılmıştır. Bunun üzerine, gündüz namazının tekliği ikilensin diye, gecenin vitir namazı emredil­miştir. Böylece gecedeki vitir namazı sayesinde mutlak birlik, gündüz namazının tekliğinden intikamını alır. Bu nedenle kin, ‘vitir’ diye isim­lendirilmiştir.      .

Kulun üç rekât vitir kılması, ‘Size haksızlık yapıldığı gibi siz de ona haksızlık yapın579 ayetine dayanır. Tek rekâtla vitir kılınması ise, (Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in) ‘(ayette geçen) saldırganlık demirle (kılıç) gerçekleşir’ sözüne benzer. Üç rekâtı bir selamla ayıran kişi, söz konusu hadisi dik­kate almış ve mutlak birliğin hükmüne uymuştur. Ayırmayan ise, ilahın birliğine riayet etmiştir. Tek rekât ile vitir kılanın vitri, mutlak birliğe mensuptur. Üç rekâda vitir kılınanın vitri ise, ilahlığın birlenmesidir. Beş rekâtla kılan vitri, (batını yorumda) kalbin tevhididir. Yedi rekâda kılınan vitir, sıfadarın birliğidir. Dokuz rekâtla vitir kılmak ise, her üç rekâdık bölümde zata, sıfadara ve fiillere ait birliği toplamıştır. Vitri on bir rekât kılmak ise, müminin tevhidine, on üç rekât ise, peygamberin tevhidine işaret eder. Peygamberliğin ardında ise, varılacak bir hedef


yoktur, çünkü son nokta orasıdır. Peygamberliğin (risalet) ardında, sa­dece nebiliğe dönüş vardır. Çünkü kulun varlığı, hiç kuşkusuz, orada ortaya çıkar.

Vitri çiftin öncelemesi sünnettir. Bunun nedeni, vitrin vitir ile emredilmeyişidir. Çünkü vitir vitirle emredilseydi bu, çifti emretmek an­lamına gelirdi. Hâlbuki vitir, kendisi adma çift olmanın sabit olduğu kimseye emredilir. Bu nedenle ona ‘çifti tekleştir’ denilir. Çünkü kuldan istenilen şey tekliktir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem her zaman bir çiftten sonra vitir (tek) kılardı. Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Çifte ve teke yemin olsun ki.m

Daha önce, çift olmanın kulun hakikati ve mahiyeti olduğunu söy­lemiştik. Çünkü tek olmak, zatı bakımından olduğu gibi mertebesinin tekliği bakımından da Allah Teâlâ için olabilir. Başka bir ifadeyle söz konusu teklik, herhangi bir ortaklık olmaksızın sadece Allah Teâlâ’ya aittir. Kulluk ise iki türdür. Birincisi zorunlu kulluktur ki bu kulluk farzları edada ortaya çıkar. Diğeri ise, serbest-gönüllü kulluktur ki, o da nafilelerde ortaya çıkar. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem ‘bir çift nafile namaz kılmaksızın kesinlikle vitir (tek) kılmamıştır.’ Şu var ki Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem; akşam namazmm gündüz namazının vitri olduğunu belirtir. Böylece vitir namazı gece namazının tekliği(’ni çift yapmak) için emredildi. Gündüz namazının. bir kısmı farz, bir kısmı ise nafiledir. Nafileyi bazı insanların kılmadığını biliyo­ruz. Örnek olarak, Dumam b. Salebe es-Sadi’yi verebiliriz. Böylece ak­şam namazı onun adına gündüzdeki farz namazları tekleştirir. Bazen ise, oturmayıp bir ya da birden fazla vitir kıldığında vitir, son yatsı na­mazını tekleştirir. Çünkü nafile, farzm gücüne sahip değildir. Farz sahip olduğu güçle gündüz namazını tekleştirir. Bununla birlikte akşam na­mazı üç rekâttır. İki rekâttan sonra oturulur, sonra üçüncüye kalkılır.

Farzlar ve nafileler arasmda bir karışıldık olmasını engellemek için gece vitrini akşam namazına benzetmeyi yasaklayan bir rivayet vardır. Uç, beş, yedi vs. rekât kılıp farzı tekleştirmek isteyen kimse, farz nama­za benzemesin diye, namazının sonunda oturabilir. Oturmadığında ise, farzm gücü nedeniyle kendisinde oturma bulunan akşam namazının tekliğiyle aynı güce sahip olur. Böylece vitir, bir rekâttan daha fazla ol­duğunda ve (arada) oturulmadığında, mutlak birliğin gücüyle güçlenir.

Kırk Dördüncü Kısım II9

FASIL İÇİNDE VASIL

Vitir Namazının Vakti

Vitrin vaktinin bir kısmı hakkında görüş birliğine varılmıştır. Söz konusu vakit, yatsının son vaktinden fecrin doğumuna kadar geçen sü­redir. Bir kısmında ise beş görüş ileri sürülmüştür: Bazı bilginler, fecir­den sonra kılınabileceğini söylemiş, bazı bilginler sabah namazı kılınmadığı sürece kılınabileceğini, bazı bilginler ise sabah namazından son­ra da kılınabileceğini, bazı bilginler güneş doğsa bile kılınabileceğini, bazı bilginler ise sonraki gece de kılınabileceğini söylemiştir. Bu görüş­leri Ebu Bekir b. İbrahim b. el-Münzir el-lşraf fi’l-hilaf adlı kitabında zikretmiştir.

Benim görüşüm, güneş doğduktan sonra da kılınabileceğidir. Bu ise Ebu Sevr ve el-Evzaî’nin görüşüdür. Çünkü Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem, kendisi ancak güneş battıktan sonra kılınabilen akşam namazını gündüz nama­zının ‘vitri’ yaptı. İşte vitir namazı da böyledir. İnsan geceleyin vitir namazını kılmaksa, hiç kuşkusuz ki, sünneti terk etmiş demektir. Güneş doğduktan sonra kılarsa, gündüz olsa bile bu namaz onun gece nama­zını tekleştirir.

VASIL

Batınî Yorum

Vitir (tek), vakiderde ortaya çıksa bile vakitlerle sınırlanmaz. Sınır­lanmış olsaydı, onun adına teklik geçerli olmazdı, çünkü sınırlanmak mutlaklıkla çelişir. Daha önce, bu kitapta ve Kitabu’z-zaman''da (Zaman Kitabı) vaktin, var olmayan bir şey olduğunu belirtmiştik. Vitir ise, ger­çek ve var olan bir şeydir. Var olan bir şey, var olmayan yokluğa men­sup bir şeyle nasıl sınırlanıp böyle bir etkiye maruz, kalabilir Ki? Etkinin var olana ait sayılması, her akıllıya göre, daha gerçek ve daha uygundur. Vakit vitri sınırlamadığına göre, arzu edilen her vakitte kılıriabilir. Bu­nunla birlikte vitri fecir vaktinden önce kılmaya çalışmak yerindedir. Çünkü bu sünnettir, ibadetlerde peygambere uymak daha uygundur.

Yaptığımız bu açıklama, hakikatlerin batmî yorumlarına göre söy­lenmiştir. Bunu anla! Bir ibadet olması bakımından akşam namazının tekliğine karşı gerçekleşen tepkiden doğan vitirdeki kini dikkate aldığı­mızda ise, söz konusu tepki, vakitle sınırlı değildir. O, bir vakitle sınırlanmaksızın, kendisinden intikamını almakla gerçekleşen bir zaferdir. Kısaca hangi yorumla olursa olsun, vakitle sınırlanmaz.

FASIL İÇİNDE VASIL

Vitirde Kunut Okumak

Bu bölümün ‘kunut faslı’nda vitir namazının kunut dualarının söz­lerinin batmî yorumlarından söz etmiştik. İnsanlar, bu konuda görüş ayrılığına düşmüştür. Bazı bilginlere göre vitir namazında kunut duası okunur. Bazı bilginler ise okunmayacağı görüşündedir. Bazı bilginler, Ramazan’ın ilk yarasında bunun caiz olduğu görüşündeyken bazı bil­ginler Ramazan’ın bütününde okunabileceğini söylemiştir. Bana göre bu görüşlerin hepsi caizdir ve bunlardan birini yapan kimsenin burada zikredemeyeceğimiz bir kanıtı vardır.

VASIL

Batınî Yorum

Vitir bir çiftten sonra geçerli olabildiğine göre -ki çift, farz veya sünnet bir namaz olabilirzata özgü mutlak birliğin gücüne erişemez. Söz konusu mutlak birlik, bir çiftten meydana gelmediği gibi, aynı za­manda ‘Nefsini bilen Rabbini bilir’ hadisinde olduğu üzere arifin nef­sinde teorik düşünceden de oluşmaz. Hadiste belirtilen, zata özgü mut­lak birliğin bilgisi değil, vitir (niteliklerin) birliğidir. Kunut, beddua, yakarış ve bela okumaktır. Bu, vitrin bir önceki çiften kendinde taşıdığı etkiden kaynaklanır. Söz konusu ‘vitri bilgi’ o çiftin neticesidir. Böylece dua, vitirden ortaya çıkar. Bu nedenle Hakk, kullarını çağırmış ve kendi­lerine ‘Bana dua edin’81 demiş, sonra ‘Allah Teâlâ cennete ve mağfirete çağırır’*2 buyurmuştur. Başka bir ayette ise ‘Allah Teâlâ selam diyarına çağırır33 buyu­rur. Böylece Allah Teâlâ, kendisini ‘çağırıcılık’ özelliğiyle nitelemiştir. Allah Teâlâ ise el-Vitr’dir (Bir). Bu nedenle vitir, kunut duası okumayı gerektirmiş­tir. Kul vitir namazı kılarken, özellikle Ramazan ayında, kunut okuması gerekir, çünkü Ramazan Allah Teâlâ’nın bir ismidir. Böylece Ramazan’daki vi­tir namazında yapılan dua, başka aylara göre daha güç kazanır.

FASIL İÇİNDE VASIL

Binek Üzerinde Vitir Namazı Kılmak

Bazı bilginler, vitri vacip sayarak onu farz namazlara kattıkları için binek üzerinde kılınmasını caiz görmemiştir. İmamlar arasında görüş birliğine varılan nokta ise, farz namazın binek üzerinde kılınamayacağı­dır. İnsanların çoğu, bu konudaki hadis nedeniyle, binek üzerinde vitir namazı kılmanın caiz olduğu görüşündedir. Ben de bu görüşteyim.

VASIL

Batınî Yorum

Allah Teâlâ ve kul arasında bölünen namaz, fiillerde değil, namaz kılan insanın Fatiha suresini ve Allah Teâlâ ehline göre namazda insanın okuduğu aynı anlamdaki sözlerle ilgilidir. Bu nedenle binek üzerinde vitir namazı kılınabilir. İnsan, yarışta ikinci olandır (musallî). Namazdaki her fiilde Hakkın tenzihini gözeten ve bu konuda Hakka yaraşır şeyleri dikkate alan ise, vitir namazının binek üzerinde kılınamayacağını söyler. Çünkü namazın şartlarından biri, kıbleden başka bir yöne yöneldiğinde, bine­ğin hareket etmesiyle düşer. ‘Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem, binek nereye yönelirse yönelsin onun üzerinde vitir namazı kılardı’ şeklinde bir itiraz yöneltilebilir. Bilmelisin ki, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin bütünü ‘ensesiz yüz’ idi. Çünkü o ‘Ben sizi ardımdan da görüyorum’ diyerek kendi hali ve makamı için ‘görme’ fiilini ifade etmiştir. Bu nedenle onun her yönünün ‘yüz’ oldu­ğu sabit olmuş, arka ve sırtı ise beşeriliğine ait saymıştır. Çünkü sahabe, Peygamberin gördüğünü değil, sadece arkasını ve sırtını görüyordu.

Bu makamda (her yanın yüz olması) Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’e varis ol­dum. Bu hal benim için gerçekleştiğinde, Fas şehrindeki Ezher Mesci­dinde insanlara imamlık yapıyordum. Mihraba girdiğimde, bütün zatım tek bir göze dönmüştü. Kıblemi gördüğüm gibi her yönümden görü­yordum. Mescide giren, çıkan ya da cemaatten herhangi birisi bana giz­li kalmıyordu. Benimle bir rekâta yetişip (ne kadar kıldığını) unutan bi­risi olduğunda, selam verip dua etmek üzere yüzümü cemaate çevirdi­ğimde, o adamı görüyordum. Adam kaçırdığı rekâtı telafi ediyordu, fa­kat bir rekâtı ihmal ettiğini gördüğümde şöyle diyordum: ‘Falan falan rekâta da yetişemedin.’ O da, (benim hatırlatmam üzerine) namazını tamamlıyor ve (kaçırdığı rekâdarı) hatırlıyordu. Bu hal ve durumları ancak tadan bilebilir. Dolayısıyla hali böyle olan kimse, kıble her nerede bulunursa bulunsun ona dönmüş demektir. Ben kendimden bunu tec­rübe ettim. Binek üzerinde, yalnızca bu Hakk sahip olan kimse namaz kı­labilir.

Bazı fakihlerin sadece binek hayvanının üzerinde vitir namazı kılı­nabileceğini söylediklerini gördüm. Onlara göre, eşek, katır ve at gibi bineklerde kılınamaz. Üstelik binek üzerinde sadece vitir kılınabilir. Hâlbuki daha önce ifade ettiğimiz gibi, ‘Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem bineği üzerin­de vitir kılardı. Bineği nereye yönelse kıble önünde olurdu.’ Böyle bir Hakk sahip olan kimsenin bütün söz ve fiillerinde ‘Her nereye yönelirse­niz, Allah Teâlâ’nın yüzü oradadır™ ifadesi gerçek olur. Allah Teâlâ’nın namaz kılan için olan yüzü, o insanın kıblesinde bulunur. Bu ayet, bu niteliğe sahip olan ve kıbleyi bulunduğu yönde gören kimsenin kıbleye doğru namaz kıldığını gösterir..

Kırk Dördüncü Kısım 123

FASIL İÇİNDE VASIL

Vitir Namazına Kalkıp Sonra Gece Namazı Kılan Kimse

Bazı bilginlere göre (böyle bir insan) bir rekât kılarak bu sayede vitri çift haline gelir. Sonra dilediği kadar kılar, sonra tekrar vitir kılar. Bazı bilginlere göre ise, vitri çift olmaz. Çünkü vitir, kendisini çiftyapması düşünülen bir rekâtla çifte dönüşmez. Vitrin dışında ise, tek rekât olarak emredilmiş nafile bir namaz yoktur. Allah Teâlâ böyle bir şeye izin vermemiştir. Vitir hakkındaki görüş ayrılığı, onun güçlü sünnet mi. yoksa vacip mi olduğudur. Nafile namaz nerede, güçlü sünnet veya va­cip sünnet nerede! Burada hüküm yetkisi şeriata aittir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem ‘bir gecede iki vitir, yoktur’ der. Aklın hükmünü dikkate alan kişi, kılı­nan tek rekât namazın vitir namazındaki tek rekâtı çift yaptığını kabul eder. Hâlbuki bu konuda şeriata uymak, hiç kuşkusuz daha uygundür.

VASIL

Batınî Yorum r

Vitir tekrarlanmaz. Çünkü ilahi mertebe, genişliği nedeniyle, tekra­ra imkân yermez. ‘Allah Teâlâ, Geniştir ve Her Şeyi Bilendir.’85 Bilgi, Hakkın her şeyi ihata etmesinin bir niteliği olduğu için, ona genişlik bitiştiril­miş ve bilgiden olduğu gibi genişlik kelimesinde de Allah Teâlâ adına bir isim türetilmiştir, bunu bilmelisin! Öyleyse, bir gecede iki vitir yoktur. Her­hangi bir yaratılmışın birliği (ehadiyet), Hakkın mutlak birliğini çift yapamaz. Her şeyin kendine ait bir birliği vardır Ki, bu kaçınılmaz ola­rak böyledir. Her şey, sahip olduğu bu birlik sayesinde Yaratıcısının mutlak birliğini bilir. Söz konusu birlik, her şeyde bulunan ve Hakkın mutlak birliğini gösteren Allah Teâlâ’ya ait bir ayettir. Şair Ebu’l-Atahiye’nin şu mısrayla işaret ettiği şey budur:

Her şeyde ona ait bir ayet yar

Onun bir olduğunu gösterir.

Bir şeyin iki tane birliği olmaz. Dolayısıyla vitir namazı kılmış ola­rak uyumuş bir insanın tekrar namaz kılması, kılmış olduğu vitri çift yapmaz.

Uluhiyetin (ilahlık) mutlak birliğini dikkate alıp onu ilahlılda nite­lenmiş zatın birliğine izafe eden kimse -ki mertebenin mutlak birliği an­cak mertebe sahibinin birliğiyle düşünülebilirşöyle der: Geceleyin na­maza kalkan kişi daha önce vitir namazı lalmış olarak uyumuşsa, uyu­madan önce kıldığı rekâtı çift yapan yeni bir rekâtı kalkınca ekler. Bun­dan sonra ise, dilediği kadar ikişer ikişer rekât kılar. Bir rivayette ‘Gece namazı ikişer ikişerdir’ buyrulur. Sabah vaktinin girmesinden korkarsa, tek rekâtla vitir lalar. Bilginlerden her biri, vardığı görüşü geçerli kılan bir değerlendirmeye sahiptir.

FASIL İÇİNDE VASIL

Fecrin (Gece Namazı) İki Rekâtı

Sabah farzından önce kılınan fecrin iki rekâtı, akşam namazının far­zından önce kılman iki rekât gibidir. Peygamber’in devrinde sahabe, ak­şam namazının ezanını duyunca, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem namaza çıkmazdan bu iki rekâtı kılmak için acele ederlerdi. Bunun böyle olduğu, Abdullah b. Muğaffel’den imam Müslim’in es-Sahih’inde aktardığı bir hadisle sabit­tir. (Müslim’in rivayetine göre) Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem, onların yanına gelir ve namaz kılmalarına bir tepki göstermezdi. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem ‘Her iki ezan arasında bir rekât vardır’ demiştir. Burada iki ezan derken, ezan ve ka­meti kastetmiştir. Çünkü kamet de bir ezandır. Akşam namazından ön­ce iki rekâtı, kamete yetişmek arzusunun dışında, ancak dindarlığından dolayı çekinen kimse bırakabilir. Kamet başladığında ise, kamet getiri­len namazın dışında bir namaz kılınmaz. Akşam namazından önce iki rekât namaz kılmak, terk edilmiş ve unutulmuş bir sünnettir. Dostu­muz Zeynüddin Yusuf b. İbrahim eş-Şafıi el-Kürdi’den başka, zamanı­mızdaki fakihlerden bu sünneti sürdüren hiç kimseyi görmedim. Allah Teâlâ onu bu konuda başarıya erdirsin!

' Akşam namazından önce kılınan bu iki rekâtta sadece Allah Teâlâ’nın bile­bildiği bir sevap vardır. Çünkü Allah Teâlâ’nın her ezan ve kamet arasında özel bir tecellisi ve zuhuru vardır. Bu vakitte Hakk ile konuşan kimse (namaz kılan), büyük bir işe tahsis edilmiştir. Bu, daha önce belirttiğimiz gibi, keşfin Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’den doğrulattığı bir rivayette ‘İki ezan arasında bir namaz vardır’ hadisidir. Burada, ezan ve kamet kastedilmiştir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem, kameti ezan diye isimlendirmiştir. Çünkü kamet, namaza kalkmayı ve imamın hazır olduğunu bildirmek demektir. (Ezan ve ka­metin durumuna benzer olarak) Güneş ve ay hakkında da Arapça’da ‘kameran, iki ay3 denilir. Aynı şekilde, Ebu Bekir ve Ömer hakkında ‘Ömeran, İki Ömer’denilir.

Bu namaz, tövbekâr (evvabin) velilerin namazıdır. İlk nesil, bu iki rekât namaz hususunda çok ısrarlıydı. Çünkü Allah Teâlâ onlara nafilenin serbest, farzın zorunlu kulluk olduğunu öğretmişti. Kul, zorunlu kullu­ğu yerine getirirken ibadet edilen efendisinin karşısında gerekli adap, saygı ve yüceltmenin bilgisiyle tam bir bilince gerek duyar. Böylece ser­best kulluk, zorunlu kulluk karşısında tam bir nefs terbiyesi ve hazırla­ması gibi kalır. Bu ilişkiye başka bir örnek ise, halvetten önce uzlete girmektir. Çünkü kulun nafileden farza geçmesi, serbest bir fiile geçiş yapmasına benzemez. Farza giren kişinin düşüncesinde girmezden ön­cesine ait bir etkinin kalması kaçınılmazdır. Bu nedenle, bir koruyucu onları muhafaza etmelidir.

Fecrin iki rekâtı da böyledir. Çünkü farzdan önceki nafile, şahsın kendisi hakkında verdiği bir sadakadır. Allah Teâlâ şöyle der: ‘Peygamberle konuşmazdan önce bir sadaka verini^.’86 (Peygamberle konuşmaktan) Daha güçlü ve daha zorunlu olan Hakk ile konuşmazdan önce sadaka gerekmez mi? (Sabah namazından önce kılınan) Fecrin iki rekâtının hükmü, bilginlerin görüş birliğiyle sünnettir. Çünkü Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem, güneş doğuncaya kadar uyuyup sabah namazını kaçırdığında, ‘güneş doğduktan sonra iki rekâtı kaza etmiş, ardından sabah namazını kılmış­tır.’ Bize göre, (güneşin doğumundan sonra) bu iki rekâtın kılınması kaza değildir ve Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem sabah namazını olduğu gibi o iki rekâtı da vaktinde kılmıştır. Çünkü söz konusu vakit, (bize göre) uyuyanın ve unutanın vaktidir. Dolayısıyla, fakihlerin terminolojisine göre, ‘Pey­gamber onları kaza etmiştir’ denilemez.

FASIL İÇİNDE VASIL

Fecir Namazının İki Rekâtında Sure Okumak

Bazı bilginler, bu iki rekâtta sadece Fatiha okumayı müstehap say­mıştır. Bazı bilginler ise, ‘Fatiha, suresine kısa bir sure eklemede beis yoktur’ demiştir. Bazı bilginler de fecir namazının ille iki rekâtında be­lirlenmiş bir okumanın bulunmadığını ileri sürmüştür. Benim görü­şüm, her iki fikrin de caiz olabileceği ve bir şey belirlemeksizin hafif tu­tulmasının daha doğru olacağıdır. Fatiha suresi namazda gereklidir, çünkü o, namazda namazın ta kendisidir. Onu okumayan kimse, namaz kılmamış demektir. Sünnet, ‘vakit sıkıştırsa bile iki rekâtı kılmanın iyi bir davranış olduğunu’ belirtmiştir.

VASIL

Batınî Yorum

Bu iki rekât namazda (okumayı) hafifletmenin sünnet olması, bu konuda rivayet edilen bir hadisten kaynaklanır. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem, ‘Allah Teâlâ’nın kıyamet günü bütün kullarını hesaba çekme süresi, fecir namazı­nın iki rekâtı kadardır’ buyurur. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem, ümmetine rahmet ol­sun diye, o iki rekâtı hafif tutardı. Bu iki rekât bir namazdır ve hüküm­leri de namazın hükmüyle birdir. Farzların dışında kalan namazlar ise serbest kulluktur. Fakat nafile namazın içerdiği farzlar nedeniyle, sabah namazının iki rekâtında zorunlu kulluk kuşkusu vardır.

Nafile namazda ve farz namazların dışındaki ibadederde kul, azat edilmiş veya sözleşmeli veya müdebbir köle gibidir. Bunlar, aynı du­rumda olmayan kölelerin mahrum kaldığı bir hürriyet kokusu taşır. Özetle, nafile namazlar içinde sünnederdeki kulluğun durumu, sözleş­meli ve müdebbir kölenin durumuna benzer. Sünnet olmayan nafile ise, başka bir ifadeyle Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin sürekli yapmadığı veya bizzat dile getirmediği sünneti kılan kul ise, azadı köle gibidir. Böyle birisi, bir yönüyle azat edilmiş olmak yönünden hür, azat edilmemiş yönünden kalan kısmı nedeniyle köledir. Bu durum, zorunlu kulluk ile serbest kul­luk arasındaki bir durumdur. Başka bir ifadeyle, farz ve nafile namazlar arasındaki sünneder gibidir.

Fecir namazının iki rekâtında sâdece Fatiha! suresini okumayı yeter­li görmek, bu surenin yeterliliğinden kaynaklanır. Çünkü sadece onu okumakla ‘namaz kılındı’ denilebilir. Fatiha’ya sure ilave etmek ise, bu özellikten kendisi adına gerçekleşen mertebeyi öğrenmekten kaynakla­nır. Çünkü sure, menzil demektir. Nabiğa bir methiyesinde şöyle der:

Allah Teâlâ’nın sana bir sure (menzil, mertebe) verdiğini görmedin mi?

Onun altındaki her hükümdar gider gelir (tezebzüb) .                           .

Sen güneş, bütün hükümdarlar ise yıldızdır

Sen doğunca, onların hiç biri görünmezi                                

Kur’an-ı Kerîm’in sureleri, onun menzilleri demektir. Her surenin bir takım ayederi olduğu gibi herkese ait her bir menzilin Allah Teâlâ katında bir takım delalederi vardır. Bunların en açığı, Allah Teâlâ’yı bilmektir. Allah Teâlâ’nın yardımı ise, onları ifade edebilmededir. Ayete’l-Kürsi ayetlerin efendisi olduğu gibi Allah Teâlâ’yı bilmek de bütün delalederin efendisidir. Fatiha su­resi, kulu ve Rabbi bir arada topladığı için Kuran’dır (toplayıcı). Bu­nun yanı sıra bu sure, namazda sadece kulun okuyacağı kısımlarla kulun Rab’den farklılaşmasını sağlayan bir ‘Furkan’dır (ayırıcı).

Allah Teâlâ, kulun okuduğu-Fatiha suresindeki yerini açıklamış ve ‘Fatihasız namaz olmaz’ demiştir. Çünkü Fatiha suresi, kula Rabbinin karşı­sındaki yerini ve daha önce ifade edildiği gibi surenin (aynı zamanda menzilin) Rab ile kul arasında ikiye bölündüğünü bildirir. Öyleyse bir sure veya surelerden çeşidi ayeder okuyup okumayacağını düşünmeksi­zin, Fatiha suresinden sonra bir sure okumak uygundur. Fatihadan son­ra okuyacağı sureyi daha önce düşünmek ise, Allah Teâlâ katındaki menzilin­deki doğru yönü öğrenmek için bekleyen kimseye göre zararlıdır. Söz konusu doğru yön, ilk düşüncedir.

Fatiha suresini bitirdiğinde insan, Kuran’dan kolayına gelen bir ayeti ve Allah Teâlâ’nın diline söyleteceği herhangi bir sureyi okur. Fakat belir­li bir ayet tercih etmez veya tereddüt edip de Allah Teâlâ’nın kendisini hangi menzile yerleştirdiğini ya da -sureyi tamamen okumayacaksaAllah Teâlâ’nın hangi ayeti veya sureyi dilinden döktüğüne bakmaz. Böylelikle bilgili, bilinçli ve halini gözeten kimse, Allah Teâlâ katındaki menzilini öğrenir. Söz konusu menzil, Fatiha suresini okumak nedeniyle o vakitte kendisine ait ve Rabbine ait kısımdan meydana gelmiştir. Bu menzilin meydana gelmesi, Fatiha suresindeki övgüye bir ödül, okuduğu suredeki dua ve isteğin bir karşılığıdır. Sureyi tamamlarsa, hiç kuşkusuz, ona ait menzil bütünüyle kendisine ait olur; bir miktar eksik okuduğundaki payı ise, sureyi eksik okuduğu kadardır. Sünnet olan, başlanan sureyi tamamla­maktır. Güvenilir bir hadiste şöyle denilir: ‘Kıyamet günü Kuran oku­yan kimseye şöyle denilir: ‘Oku ve yüksel. Varacağın yer, okuyacağın son ayetin katında bulunmaktadır.’ '

Ey insan, artık kendi adına seç!

Bana gel ki sana kesin kanıt göstereyim

FASIL İÇİNDE VASIL

Fecir Namazındaki Okumanın (Kıraat) Niteliği

Bazı bilginler, fecir namazında gizli okumanın müstehap olduğu­nu, bazı bilginler ise açıktan okumanın müstehap olduğunu, bazı bil­ginler ise, insanın bu konuda serbest olduğunu söylemiştir. Benim gö­rüşüm, bu konuda bağlayıcı bir nas olmadığına göre, duyulmayacak şe­kilde insanın duyacağı tarzda okumanın uygun olduğudur. Bu ise, na­mazın vaktine uygun olarak, açıktan okumakla gizli okumak arasındaki bir durumdur. Sabah namazının vakti, geceyle gündüz arasında ara bir vakittir: Bu vakit ne gecedir ki açıktan okunsun; ne de gündüzdür ki gizli okunsun. Sabah namazının farzında açık okumayı bildiren bir nas olmasaydı, onun hükmü de hiç kuşkusuz böyle olurdu.

Evet! Akşam namazı, bir yönden gece olduğu için bir yönden de gündüz olduğu için açıktan okumak ile gizli okumayı kendinde birleş­tirmiş, böylelikle onun vakti uyuyana benzemiştir. Uyuyan, ara (bdrzahî) bir mertebede bulunur. Uyurken (rüyasında) bağırtılar, çığ­lıklar ve büyük olaylar görür, yanında duran ise onun ne gördüğünün farkında bile olamaz. Vakte böyle bir okumayla karşılık vermek, daha uygun ve yerindedir. Bunun yanı sıra namaz kılan, (nafile) farzdan ay­rışsın diye böyle bir okuma tarzıyla fecir namazıyla sabah namazındaki okumayı ayırır. Mertebeleri ayırt etmek ve eşyadaki kuşkuyu ortadan kaldırmak hikmetin bir gereğidir. Bununla birlikte, bana göre namaz kılan kişi bu konuda serbesttir.

VASIL

Batınî Yorum

Fecir namazında açıktan okumayı kabul eden kimse, onu gece na­mazına katmış demektir. Çünkü gece namazı -şeriatta değilörfe göre güneş doğmadıkça kılınabilir. Gizli okumayı kabul eden ise, fecri gün­düzden saymış demektir. Bu esnada, oruç tutan insanın orucu bozan iş­lerden uzak kalması farzdır. Bu durumu akşam namazında dikkate al­mış ve onu gece diye isimlendirmiştir. Çünkü Allah Teâlâ ‘orucu geceye kadar tamamlayınız17 demiştir. Şeriat, iki ayrı vakitte veya iki ayrı bakımdan tek bir anlamı iki şekilde yorumlayabilir. Bu, onun yetkisi dahilindedir. ‘Ateş tutuştuğunda’88 ayetinin yorumu hakkında, sözgelimi, sabahın ay­dınlanmasının kast edildiği söylenir. Bu durum Arapça’da bilinen bir şeydir. ‘Ocak tutuşunca’, kulun fecrin iki rekâtında olması uygun değil­dir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Sesler Rahman için kesilir ve sadece bir fısıltı duyulur,’119                                                                             • , 1

Fecrin doğumu, maişet teminini (sağlayan) Rahmanı bir tecelli ol­duğu gibi gecenin doğumu da dinlenmek için Rahmân’dan kaynakla­nan bir tecellidir. Allah Teâlâ şöyle der: ‘Geceyi ve gündüzü sizin için yaratması Allah Teâlâ’nın rahmetindendir. Gece dinlenir gündüzde ise Allah Teâlâ’nın ihsanını arar­sınız™ Gündüz, çoğunlukla geçim, hayatı sürdürmek, insanların ihti­yaçlarını karşılamak, emirleri uygulamak, sanadarı ortaya çıkarmak, ya­pılmış şeyleri düzenlemek, onları güzelleştirmek için vb. konularda ha­reket ve çalışmayı gerektirir. Öyleyse gündüz, bu âleme dönük Rahma­ni bir tecellidir. Bu nedenle, fecir namazının iki rekâtında insanın duya­bileceği şekilde gizli okumayı müstehap saydık. Başka bir ifadeyle, Allah Teâlâ karşısında korku ve O’nun karşısında göstermek gereken saygının gereği olarak kısık bir sesle okunur.

(Bu âleme dönük Rahmanı) Bu tecelli gerçekleştiği esnada sabah namazında açık okumak ise, Allah Teâlâ kelamıyla bir farz olarak emredilmiş­tir. (Batınî anlamıyla böyle bir insan) Allah Teâlâ’nın emrinden konuşan kişi­dir. Kendisine farz kılındığı şekilde, kasıtlı olarak terk ettiğinde günah­kâr olur. Allah Teâlâ zikrettiğimiz tecellide bu farzla ilgili olarak şöyle der: ‘O gün Cebrail ve melekler saf tutar. Sadece Rahman’ın izin verdiği konuşur o da doğruyu söyler.m Böylece, ayette ‘izin’ zikredilmiş ve açıktan okumak belirtilmiştir. Nafilenin ise, bu tecellide böyle bir derecesi yoktur. Do­layısıyla, nafilede ancak kısık sesle okunabilir. Böylelikle emredilmiş olan ile isteğe bağlı yapılan arasındaki fark gerçekleşir. Allah Teâlâ doğru yola ulaştırandır!

FASIL İÇİNDE VASIL

Mescide Gelip Sabahın İki Rekâtını Kılmadan Namazın Başladığını Gören ya da İmamın Namaz Kıldığını Gören Kişinin Durumu

Bazı insanlar, imam namaz kılarken mescitte bu iki rekâtın kılınabi­leceğini söylemiştir. Bazı insanlar ise, böyle bir durumda iki rekâtı kıl­mamak gerektiği görüşündedir ki, ben de bu görüşteyim. Bazı insanlar ise, böyle bir insanın mescidin içinde ya da dışında olmasını dikkate almıştır: Mescide girmişse iki rekâtı kılmaz; henüz mescidin dışında ol­duğunu varsaydığımızda ise, bilginler görüş ayrılığına düşmüştür. Gö­rüş ayrılığının konusu, mescidin dışındaki kişinin kameti duymuş ya da imamın veya insanların namaz kıldığını görmüşse ne yapacağıdır. Bazı insanlar (fecre ait) iki rekâtı kıldığında imama yetişemeyeceğinden korkmazsa kılabileceğini söylemiştir; korkarsa kılmaz ve imamla bera­ber namaza başlayarak güneş doğduktan sonra iki rekâtı kaza eder. Bazı bilginler ise, sabah namazının bir rekâtında bile olsa imama yetişebile­ceğine güçlü bir zanla inanan mescidin dışındaki kişinin iki rekâtı kıla­bileceğini söylemiştir.

VASIL

Batınî Yorum

Su bulunup kullanma onu imkânı olduğunda teyemmüm bozulur. Güçlü olsa da olmasa da (müekked ve gayr-ı müekked) Farza eklenen her şeyin nafile olduğunda kuşku yoktur. Çünkü farz, tereddütsüz bir şekilde, nafileden daha güçlüdür. Okunan kametle birlikte vakit, farza aittir. Bu nedenle nafile geride kalmıştır, çünkü bir şey var olduktan sonra ona ilave yapılabilir. Çünkü artış, ilave edilenin daha önce var olmasını gerektirir ki o da farzdır. Farz, esas yükümlü olunan şeydir. Gerçekte de durum böyledir. Çünkü farz, yapmayanın günahkâr oldu­ğu bir emirdir. Nafile ise, farz bulunduktan sonra olabilir. Nafile, farz yoksa ilave olamaz. Nafilenin ilave edileceği bir şey yok ise, ‘ilave’ adı kendisine verilemez. Esaslara riayet etmek daha uygundur. Öyleyse imamla beraber ya da kameti duyduğunda namaza girmek, fecir nama­zının iki rekât sünnetini kılmaktan daha uygundur. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem bu konuda kızardı ve bunu yapana hoşnutsuzluğunu gösterirdi. Sabah namazı kılınırken bu iki rekâtı kılan birine, ‘Sabah namazını dört rekât mı kılıyorsun?’ diyerek davranışından hoşlanmadığını göstermiş ve bu sözünü tekrarlamıştı. Bu durum, mekruh olmakla birlikte kılınabilece­ğine delildir. Çünkü Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem namazını bırakmayı emretmediği gibi ondan çıkmayı da emretmemişti. Bununla beraber, yaptığı işi mah­zurlu görmüştü. Öyleyse (sabah namazı kılınırken fecir namazını kıl­mak anlamında) onun geçerli bir amel olduğu ve kendisine başlayanın namazını bozmayacağı sabit olmuştur. Allah Teâlâ şöyle der: cAmellerinizi ge­çersiz yapmayın.”2 Fakat şeriatın böyle bir durumda namaz kılmayı mekruh gördüğünü bildikten sonra, bir daha ona dönmez. Şeriat, sade­ce başlamayı kerih görmüştür.          .

FASIL VEYA VASIL

Fecir Namazının Kaza Valeti

Bazı bilginler, sabah namazından sonra kaza edilebileceğini söyle­miştir ki ben de bu görüşteyim. Başka bir grup ise güneş doğduktan sonra kaza edilebileceğini söylemiştir. Bu grup bilgin ise, bu konuda görüş ayrılığına düşmüştür. Bir kısmı, vaktin geniş olmadığını, bir kıs­mı ise vakti genişletip şöyle demiştir: Bu iki rekât, güneşin doğumun­dan zeval (tepe noktasından batıya yönelmek) vaktine kadar kaza edilir­ken zeval vaktinden sonra kaza edilmez. Kaza edilebileceğini söyleyen­lerin bir kısmı onu müstehap saymış, bir kısmı ise bunu kişinin tercihi­ne bırakmıştır.

VASIL

Batınî Yorum

Allah Teâlâ’nın vacip ya da teşvik edilmiş herhangi bir hakkının vakti geç­tiğinde, onu herhangi bir vakit sınırlamaz. Çünkü şeriat onu sınırla­. ' İ . mamış ve insan ölmediği sürece dilediği vakit onu kaza olarak yerine

getirebilir. Bunun istisnası, unutarak farzın kaçırılmasıdır. Bu durumda ise, hatırlandığında yerine getirilir ve hatırlama onun vaktidir. İnsan unutma ve uyku nedeniyle kaçırdığı ibadeti kaza etmez.                                                                                                                      .

Fecir Namazından Sonra Yatma

Bir grup bunun vacip olduğu görüşündedir ki, ben de o görüşte­yim. Bunun nedeni, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’den güvenilir bir şekilde aktarılan emirdir. Bir grup ise, onun sünnet olduğunu söylerken başka bir grup müstehap olduğunu söylemiştir. Fakat kimse onu reddetmemiştir.

Allah Teâlâ’nın şeriatını bilen hadis bilginleri için (fecir namazından sonra uyumanın reddedilemeyeceği hususunda) herhangi bir kuşku ve belir­sizlik yoktur. Müçtehitleri taklit eden zamanımız fakihleri ise böyle de­ğildir. Onların ne Kur'an-ı Kerîm ne de Sünnet hakkında herhangi bir bilgileri yoktur: Onlar, Kur'an-ı Kerîm’i ezberleseler ve onda üstadarının görüşlerine aykırı görüşler bulsalar bile, Kur'an-ı Kerîm’e yönel­mez, onunla amel etmez, bilgiyi aktarmak niyetiyle onu okumaz ve bu rivayet ve ayete aykırı imamların mezhebine dayanır. Onların bu konu­da bir mazerederi olamaz. Söz konusu kimselerden kıyamet günü uzak­laşacak ilk kişi, imamlarıdır. Çünkü onlar, imamlarına insanlara ‘Beni taldit edin bana uyun’ dedilderini kesinlikle doğrulatamazlar. Çünkü kendisini taklit ve ona uymak, (müçtehiüerin değil) Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin özellilderindendir. Şöyle iddia edebilirler: ‘Bize imamlara uymayı Allah Teâlâ emretmiş ve ‘Bilmiyorsanız Zikir ehline (bilenler) sorunuz593 demiştir. Biz de, onlara sorduk ve fetva istedik.’ Bu iddiaya karşı şöyle yanıt verebili­riz: Biz onlara meseleler hakkında kendi görüşlerini değil, Allah Teâlâ’nın hükmünü bize aktarsınlar diye soruyoruz. Çünkü Allah Teâlâ ayette ‘zikir eh­li’ demiştir, kast edilenler ‘Kur'an-ı Kerîm’i bilenlerdir,’ çünkü zikir Kur'an-ı Kerîm demektir. Kur'an-ı Kerîm’i okurken onların fetvalarına aykırı bir hüküm bulduğumuzda, Allah Teâlâ’nın kitabına bağlanıp o imamın görüşünü terk etmemiz gerekir. Müçtehit imam, bir ayeti ya da hadisi aktardığında ise, onun sözüyle değil, ayet veya hadisle amel etmiş olu­ruz. Böyle olduğunda ise, dili ya da hükmün gerektirdiği şeyi bilmedi­ğimiz için, başka bir ayet veya rivayetle ona karşı çıkmamamız gerekir. Başka bir bilgimiz varsa, biz ve müçtehit imamlar eşitiz demektir.

Sahih bir rivayette, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in fecir namazından sonra uza­nıp istirahat ettiği aktarılmıştır. Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği bir ha-


dişte, fecir namazının iki rekâtını kılan herkese uzanmak emredilmiştir. Benim görüşüm, bunu yapmayanın günahkâr olduğudur. Çünkü (ha­diste) bunu yapmak zorunlu olarak emredilmiştir. Dolayısıyla herhangi bir vakitte kaza edilse bile, mudaka uzanmak gerekir. Hadiste geçen bağlaç, ardışıklık ifade etse de zahir ehlinden geç dönem bazı müçtehithafızlar şöyle demiştir: ‘Fecir namazını kılıp uzanmayanın sabah namazı geçerli değildir. Fecir namazını kılmamışsa, (yatmadan) sabah namazını kılabilir.

VASIL

Batınî Yorum

Uzanmak, fecir namazından sonra ve sabah namazından öncedir. Çünkü yükümlü mekruh bir iş yapma durumunda kalmıştır. Çünkü fe­cir doğduktan (sabah vakti girdikten) sonra, ancak fecrin iki rekâtını kı­labilir, sonra sabah namazını kılar. Böylece fecir namazı, farz ibadedere benzemiş, bu nedenle onunla sabah namazı arasında uzanmak gerek­miştir. Bu sayede sünnet farzdan ayrışır ve fecir namazından ayrıldığını bilerek, uzanmış olduğu yerden farza kalkar. Kişi fecir namazından (uzanmadan) sonra sabah namazına kalksaydı, hiç kuşkusuz, namazı dört rekâdı namazlara benzemiş olurdu. Bu nedenle Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem müezzin kamet getirirken fecir rekâdarını kılan kişiye ‘Sabahı dört rekât mı kılıyorsun?’ demiştir. Öyleyse, namaz kılanın fecir namazından ay­rılmış olduğu anlaşılacak şekilde fecir namazı kılan kişinin bu iki rekâda sabah namazını ayırt etmesi uygundur.

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem fecir namazı kıldıktan sonra uzanmayı sözlü ve fiili olarak emretmiştir. Başka bir ifadeyle hem yapmış ve hem de yapmayı emretmiştir. Bu uygulamaya karşı çıkan kişinin bu konuda Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin emrinden yüz çevirmek ya da ona uymamak için geçerli bir delili yoktur. Allah Teâlâ şöyle der: ‘Allah Teâlâ’ya ve ahiret gününe iman edenler için, Allah Teâlâ’nın peygamberinde sizin için güzel örnek vardır.™ Zıddında sınırlanmayanın mertebesinin yüksekliğine bakınız!

Nafile İki veya Dört veya Üç ve Daha Fazla Rekât Olarak mı Kılınır?

Bazı bilginler, mutlaka iki rekâtla kılınması gerektiği görüşündedir. Başka bir ifadeyle, her rekâtta selam vererek, gece ve gündüz nafile kılı­nır. Bazı bilginler ise, kişinin serbest olduğu görüşündedir: dilerse iki, üç, dört, altı, yedi vb. rekât olarak kılabilir. Bazı bilginler ise, gündüz namazıyla geceyi ayırt edip şöyle demişlerdir: İstenirse gündüz nama­zında dört rekâtla kılınabilir. Gece nafilesi ise ikişer ikişer kılınır. Benim görüşüm, vitrin dışında kişinin iki rekâtta selam vermekle -ki bu özel­likle gece namazında daha uygundurgündüz namazında dört rekâtta selam vermek arasmda muhayyer bırakıldığıdır. Gündüz namazları ise, öğleden önce dört rekât olmak üzere, dilerse altı, sekiz ve dilediği rekât­larda kılınabilir. Nafile namazlarda üçer, beşer ve yedişer gibi namazlar ise, vitir namazıyla ilgilidir. Çünkü vitrin dışında herhangi bir rekâtın tek sayıda kılınacağı bildirilmemiştir. Fakat insan serbesttir, dilerse se­lam vermez ve her iki rekâtta üçüncüye, beşinciye ve yedinciye kalkar. Sadece çift rekâdarın sonunda oturup sonra tek rekâta kalkabilir. Diler­se vitir rekâtının sonunda oturur ve bütün hallerde selamı tek rekâta er­teler.

VASIL

Batınî Yorum

Nafile namaza başlamak seçime bağlı olduğu için, onun rekâtları­nın sayısı da -bir sınırlama olmaksızınserbesttir. Bu konuda şeriattan bir yasak gelmediği gibi Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin belirli bir rekâda sınırlaması şeklinde bir emir de gelmemiştir. Sünnete uymak, daha iyi ve daha doğrudur. Rekâdarı serbestçe belirlemeyi onaylasak bile, ‘hayırlı olmak’ koşuluyla bir (müçtehit tarafından ortaya konmuş) alışkanlığa bağlan-


mayı yeğleriz. Çünkü iyilik, uymadadır. Uymak ise, kendiliğinden bir şey ortaya koymasına göre kula ve mertebesine daha uygun ve daha la­yıktır. Çünkü adet koymak ve alışkanlık geliştirmede bir çeşit efendilik ve öne geçme (duygusu) vardır. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’e sünnet yapacağı şey­leri sünnet yapmak emredildi ve bu bağlamda şöyle derdi: ‘Size bırak­tıklarımla yetininiz.’ Böylece soru sorulmasını istememiş ve sürekli soru sormayı ayıplamıştır. Başkasının ise, bir adet koyma hakkı yoktur. İn­san sünnet ve farzları kullanmakla vaktini geçirse, hiç kuşkusuz, vakitle­ri yetmez ve adet koymaya vakit bulamazdı. Yazık! İnsan başkasını yö­neteceğim diye kendini yönetmekten perdelenmiştir!

Benim, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in dile getirip davranışından sabit olan gü­vendiğim sünnete göre nafilenin rekâtları şunlardır: Fecirde iki rekât, gündüzün başında dört rekât, öğleden önce dört rekât, öğleden sonra dört rekât, ikindiden önce dört rekât, akşamdan önce iki rekât, akşam­dan sonra altı rekât, içinde vitirle beraber geceleyin on üç rekât, Cuma namazından sonra ise dört rekât. Bunlara yapılan ilave, iyilik üstüne iyi­lik, hur*üstüne nurdur! Öğleden sonra Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin yaptığıyla teş­vik ettiğini birleştirmek için altı rekât kılmak daha uygun olurdu. İnsan­ların bu konuda çeşidi görüşleri vardır. Ben ise, sadece hadisin , ya da peygamberin uygulamasının getirdiği şeylerden seçtiklerimi zikrettim. Bu konudaki genel hadis ‘Namaz en hayırlı iştir’ hadisidir. İyiliği artır­mak ise, güzeldir. Fakat burada dile getirdiğimiz namazı güzel kılmak, fiillerini uzun yapmak, okunan ayederi ve zikirleri düşünmek gibi hu­suslar, rükuyu artırdığı ölçüde zaman alır. Bizim görüşümüz daha uy­gundur. Allah Teâlâ ehli olan şeyhlerimizden böyle öğrendik. Peygamberin geceleyin kalktığında İçildiği namazı hakkında şöyle aktarılır: ‘Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem iki rekât kılar, fakat onları güzel ve uzunca kılardı.’ Peygambe­rin rüku etmesi ayakta duruşuna, riilcudan kalkışı da rülcusuna yalcın ol­duğu gibi secdeleri de böyleydi. Böylece namazı bir birine yakındı. Asıl ise, rükudur. Böylece namazın eğilme ve kalkış esnasındaki fiilleri uzun­luk ve kısalığa göre rükuyla ahenkli olurdu. Birinci rekâtın İkinciden uzun olması sünnetten olduğu gibi eklenen her şey bir öncekinden daha kısadır. Farzlarda da durum böyledir, bunu bilmelisin.

Kırk dördüncü kısım sona erdi, onu kırk beşinci kısım takip ede­cektir.             .

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar