Benimle Oku
Hiçbir Kavim Türkler Kadar, Kadın Rahatına Hukuk Vermemiş
“Eski Türklerde ev, Araplarda olduğu gibi yalnız zevcin değildi, zevç ile zevcenin müşterek malıydı. Bu sebeple evin erkeğine öd ağası denildiği gibi, evin hanımına da ev kadını unvanı verilirdi”
Ayrıca eski Türklerde ana ve baba soyu, değer olarak birbirine eşit tutulmuştur:
Alelâde ailelerde de, ev müştereken, karı ile kocanın ikisine aitti. Çocuklar üzerindeki velâyet-i hassa, baba kadar anaya da aitti. Erkek daima karısına hürmet eder, onu arabaya bindirerek kendisi arabanın arkasındn yaya yürürdü. Şövalyelik, eski Türklerde umumȋ bir seciye idi. Feminizm de, Türklerin en esaslı şiarı idi. Kadınlar, emvale tasarruf ettikleri gibi, dirliklere, zeametlere, haslara, malikânelere de mâlik olabilirlerdi. Eski kavimler arasında, hiçbir kavim Türkler kadar, kadın rahatına hukuk vermemişler ve hürmet göstermemişlerdir. (Ziya Gökalp.(1961). Türkçülüğün Esasları , Ankara: Serdengeçti Neşriyatı.: 98)
Ayın On Dördü’ünde Rayıha, kadınların yaşa bağlı cinsiyet ihtiraslarını, yabancı kaynaklardan edindiği bilgilerle değerlendirir:
Otuz Yaş- Kırk Yaş
Erkeklerin Fransızlarca “demon dü midi” ismi beliren bir “kırk yaş ve sonrası” çılgınlığı olduğu söylenir. Galiba bu çağ dönümü kadınlarda otuzunda başlıyor. Tabii ve rahat yerleşmiş hayatını alt üst eden bir cinsiyet ihtirası! Onu atlatmak lazım. Tanıdıklarımdan birkaç hanım atlatamadı; içlerinde üç çocuğunu gözü görmeyen taşkınlara rastladım, hiç biri eskisi kadar bile mesut olamadı (R.H.Karay, Ayın On Dördü, 1980: 285).
Nerde Ne Arıyon
Nerde ne arıyon divane gönül
Dinle bir kendini anlamak için
Sen bir ruhsun kalbin ruhuna bağlı
İrade elinde yönlemek için
Tanıyabildin mi sendeki seni
Bütün vücudunu bu nazik teni
Allah şahit etmiş ruha bedeni
Kimseyi kimseden sormamak için
Sana akıl fikir bir mantık vermiş
Seni gözün ile dünyayı görmüş
Allah sevenlerin gönlüne girmiş
Kulundan uzakta durmamak için
Sevip sevilmesi gayet tatlıdır
Garip'im sevgiler farklı farklıdır
Bu hak ruhumuzla irtibatlıdır
Sır etmiş kendini görmemek için
Kaynak: Neşet Ertaş
Yöre: Kırşehir
İnönü’nün Pembe Köşkü’nde Kur’an sesleri /Fehmi Çalmuk
29.01.2019
Geçen mana ikliminden bir söz işittim. Sarsıldım. Mustafa Köksal ağabeyim Neşet Ertaş türküsünde geçen Edebali’ye atfedilen sözü söylerken yazımında giriş bölümü ortaya çıkmış oldu.
Allah şahit kılmış ruha bedeni
Kimseyi kimseden sormamak için.
İnsanın ruhu bedene şahit olunca; olup biteni görmek, duyulanı yorumlamak, yalnız ve yalnız Allah’ın adaletine sığınmak gerekli. O’na sığınıyorum.
Seçim öncesi yine siyasetin belirleyici unsuru “Din” merkezli polemikler oldu. Yılmaz Özdil Cumhurbaşkanı Erdoğan için ''Bir tane bira içmiş olsaydı bugün çok daha iyi bir Türkiye olurdu.'' derken Rutkay Aziz “Gitsin Cumhurbaşkanı bir Mozart bir Beethoven dinlesin. Belki iyi gelir.” deyiverdi. Cepheleşme, siyaset zemininde bloklaşma seçmen bazında geçişleri önleyecek, köylü köyünde partili partisinde kalacak. Ancak din merkezli bir siyasi polemik içine girmenin akli olmadığı kadar milli de olmadığını belirtmek isterim. Dinli kim, dinsiz kim? Kim kimin namazını, orucunu terazide tartacak?
Dedelerimizin hikayeleriyle büyüdük. Kulaklarımızda hep onlar vardı. Halen de var. Onların kavgaları, kaygıları aradan yıllar da geçse de bizim içinde geçerli. Çok partili siyasi hayata geçişimiz bir bakıma “Kuvay-ı Milli” safında beraber olmuş insanların ayrı saflarda durmasını beraberinde getirdi. Baba- oğul, akraba, eş-dost artık iki ayrı parti levhasının altında birbirlerine karşı taraf olmanın, taraf kalmanın kutsallığına inandılar.
Malum hikayedir:
Dede oturduğu koltuktan torununa seslenir:
-Oğlum; ezan hangi camide okunuyor?
-CHP’lilerin camisinden, dede !
Dede istifini bozmaz, gazetesini okumaya devam eder. Aradan bir dakika geçmeden yine bir ezan sesi...
-Oğlum; ezan hangi camiden okunuyor ?
-Dede bizim camiden...
“Aziz Allah” diyerek toparlanır dede ve caminin yolunu tutar...
Kıbleleri aynı olsa da tutukları partilerin farkı onların böyle davranmasını gündeme getirir. İki parti de kutsalları uğruna amansız bir mücadele içine girerler. Bu mücadelede kan akar, gözyaşı dökülür, ocaklar söner, fabrikaların bacaları dumansız kalır... Ülkenin nefesi kesilir.
Yukarıdaki satırları 2002 yılında yayınlanan “CHP ve Anadolu Solu”kitabında konu etmiştim. Bu dönemin önemi 1980 sonrası ikinci kez CHP Genel Başkanlığına gelen Deniz Baykal’ın “Doğu kültüründe de çok önemlidir. Dervişler çile çekmek için kapanırlar. Çile çekmeden derviş olunmaz. İç muhasebesi yapmak gerekir Bu dönemde kendi köklerimiz konusunda daha sistematik düşünme fırsatı buldum.
Yunus, Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli.. Bu köklerin derinine indim.” demesidir.Baykal genel başkan olur olmaz ayağının tozuyla verdiği ilk mesaj, toplumsal olarak iki kutbun diyaloğuydu. İmam Hatip’li gençle, diskotekdeki genci buluşturmayı, kucaklaştırmayı vaat ediyordu. Dana önceki genel başkanlığında gittiği Bosna’dakadınlara yaşmak hediye ediyor “Yaşmak, temizliğin simgesidir” diyordu. Baykal, Edebali açılımıyla 13. Yüz yıl’da Anadolu’da yaşanan aydınlanmanın Avrupa’ya dolayısıyla Sosyal demokrasiye örnek olduğunu belirtiyordu:
“Ben bunu düşünürken, bir yerlerden anımsadığımı anladım ve Anadolu tarihinde bunu gördüm. Daha Avrupa'da, içine cin girmiş diye insanların boğazlandığı karanlık dönem yaşanırken, 13'üncü Yüzyıl'da Anadolu'da insan kavramı öne çıkmıştır ve bu bence ilericiliktir. Şeyh Bedrettin, Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre ve Şeyh Edebalı insanı öne çıkarmışlardır. Şimdi biz bunları niye sağcılara bırakalım. Bence Türkiye'de yanlış kişiler sahipleniyor bunları. Biz niye onlara bırakalım.’’
CHP adına bu sarıklı dedenin oyunu alabilen bir Ecevit vardı.
Nurettin Topçu’nun “İslam sosyalizmi” şimdiler de yerini “Yeni yol, İslami sol” değimine bıraksa da Türkiye’de bu birlikteliğin siyasi temelleri 1974 yılındaki TBMM'den 1 Ocak 1974'de güvenoyu alan CHP - MSP hükümeti koalisyonu ile atıldı. Güven oylamasında MSP'nin Bursa Milletvekili Emir Acar hükümete "ret" oyu veriyordu. Parti içinde beliren muhaliflerin CHP ile koalisyon kurma konusundaki görüşleri ise oldukça ilginçti:
“Şeytandan şefaat bekler gibi CHP ile koalisyon yapılmaz. Adeta kalbimize hançer sokar gibi evet diyeceğiz !” Muhalifler evet dediler ama bundan iki yıl sonra Erbakan’a verdikleri muhtırada, MSP’nin CHP ile koalisyonunu yerden yere vurdular, sağ partiler ile neden birlikte olmadıklarını sordular. MSP’lilere söylenen “Yeşil komünistler” sloganı bu dönemin en meşhur sloganıdır. Sağ’ın bu tavrına karşı geliştiren savunma ise daha ilginçtir. Bu savunmayı MSP’den İstanbul Senatörü seçilen Ali Oğuz, parti grubunda af tasarısının görüşülmesi sırasında söyledi: “Solcular bizim namaz kılmayan kardeşlerimiz.” MSP’ye yönelik bu sert muhalefete karşın tarihin cilvesine bakın ki, Demirel’in 1991’de SHP ile MHP’nin 1999 yılında Ecevit ile kurduğu koalisyon hükümetinde yer aldılar. Bu bir bakıma dinsizlik çizgisine koydukları solu, menfaat çizgisinde ortak saymalarından başka bir şey değildi.
ÇANKAYA KÖŞK’TEKİ DERS VEREN HAFIZLAR, DERVİŞLER !
Garip değil mi ? İsmet İnönü’nün evinden bahsediyoruz. Hani her fırsatta “Dinsiz” diye suçlanan İsmet Paşa’dan… Avukat Mustafa Aydın’ı çok az zaman önce kaybettik. Cumhuriyet döneminin en önemli hukukçularından. Millet Partisi, Köylü Partisi, Adalet Partisi, Cumhuriyetçi Millet Köylü Partisi gibi oluşumların hep içinde bulunmuş, sağın entelektüel fikir adamlarından biri. Onunla yapılmış bir röportajdan bir bölüm okuyalım:
“Mustafa Aydın: İnkılâplara gelince Atatürk’ün haklı olduğu noktalar vardı. Bizi kurtardı bu inkılapları yaptı. Ancak kendisinin sık sık “ben bunlara oturtmak için katılık yaptım. Yapılan bu katılığı hafifletmek lazım gelir, ancak bunu ben yapamam, benden sonra gelenler yapmalı” diyordu.
Soru: Peki bu yumuşama gerçekleşti mi Atatürk’ten sonra?
Mustafa Aydın: Hiç sorma, Atatürk’ten sonra İsmet İnönü geldi. Yumuşatma ne demek, devlet daha katı tutum takındı. İsmet İnönü bu ülkede milletin çocuklarını dini açıdan cahil bıraktı. Kendi çocuklarına köşkte özel hocalar vasıtasıyla din dersleri aldırdı. İsmet Paşa kendi aile hayatındaki dindarlığı milletin çocuklarına çok gördü. O’nun çocukları Kur’an okumayı öğrendi, milletin çocuğu öğrenemedi. Çok baskı kurdular. Aklıma gelmişken, bu anekdotu üzerimde vebal kalmaması açısından paylaşmalıyım.(Karaköy) Yeraltı Caminin İmamı Hacı Ali Efendi (sakallıydı) beni her hafta Atatürk Ankara’ya davet ederKuran okutur ve dinlerken ağlardıdiye bana anlattı. (Avukat Mustafa Aydın ile röportaj, Hukuk dergisi 8. Sayısı,27 Temmuz 2012
http://idealhukukdergisi.blogspot.com/2012/07/hukukcular-dernegi-kurucu-baskani-av.html)
Aydın, tekraren “İsmet İnönü bu ülkede milletin çocuklarını dini açıdan cahil bıraktı. Kendi çocuklarına köşkte özel hocalar vasıtasıyla din dersleri aldırdı. İsmet Paşa kendi aile hayatındaki dindarlığı milletin çocuklarına çok gördü. O’nun çocukları Kur’an okumayı öğrendi, milletin çocuğu öğrenemedi. Çok baskı kurdular.” diyordu.
Peki, Çankaya Köşk’ünde neler olmuştu? Bir zamanlar İnönü Vakfı’nın bir toplantısının kapanış konuşmasını yapacakken aniden ortadan kaybolan Özden Toker için Metin Toker şunu söylemişti:
“Özden Hanım iyi bir Müslümandır. Hem orucunu açmaya hem de namaz kılmaya gitmiştir. Konuşmayı ben yapacağım.”
Her yıl İnönü’nün vefatı dolayısıyla Pembe Köşk’te hafızlar, mevlithanlar Kur’an okur, mevlid okur. Helva dağıtılır.
Din dersini alanlardan biri Özden İnönü… Ailenin üzerinde büyük etkisi olan Cevriye Hanım'ın torunlarına din dersi aldırıyor. Özden hanım ile birlikte din dersi alan biri daha var. Zonguldak Milletvekili Atatürk’ün silah arkadaşı Rıfat Vardar’ın kızı Ayten Vardar. Türkiye’nin gizli hafızalarından biri olan merhum Cemal Aygen’in eşi. Usta gazeteci Emre Aygen’in annesi yanı. Bu yazıyı yazarken 90 yaşına bastığını öğrendim. Rabbim sağlık afiyet versin. “Devrimin Üç Kadını, Elvada Rumeli” kitaplarının yazarı Ayten Hanımefedinin anlattığına göre, ilk din dersini İstanbul Sıraserviler Ağa camiinin imamı Efendi Baba’dan alıyor. Ankara’da ise din dersini Kazım Özalp’ın çocuklarına da din dersi veren Köprülülü Muhsin Efendi’den alıyorlar. Aldıkları dersler Kur’an-ı Kerim ve ilmihal dersleri. Ders bitiminde ise yapılan imtihanda kazanan Özden Hanımefendi oluyor.
Peki Ömer ve Erdal İnönü din dersi almıyorlar mı ? Her ne kadar yazının başlığında İnönü Ailesiyle sembolleşen "Pembe Köşk" ismi geçse de Onların derslerine girenler ise Çankaya Köşk’te görev yapan personeldi. Öylesine sıradan insanlar değiller. İlk olarak göze çarpan Aşık Mustafa Dede… Nakşi, Halveti ve Kadiri Dervişi… Beşiktaş’da bulunan Yahya Efendi dergahının son postnişi Abdülhay efendinin dervişi. Mehmet Emin Tokadi Türbesi’nin türbedarı… Çankaya Köşk’ün bahçıvanı…Erdal İnönü Üsküdar’daki evinin müdavimlerinden… Gecekonduya gider, sohbet eder, dua alırdı. Bunun şahitlerinden biri merhum Dr. Emin Acar ile Yüksek İnşaat mühendisi Mehmet
Arslan… Aşık Mustafa Dede
Aşık Mustafa Dede aslen bir devlet görevlisi… Bir bakıma ak saçlılardan. Ak Sakallı… Emin Acar’a göre ise Ala devletin bir üyesi…Kars’ta bulunan Evliya Cami ve Ebul Hasan Harakânî türbesinin restorasyon işinin parasını kuruşuna kadar toplayabilecek kadar da çevresi güçlü bir zat.
Aşık Mustafa Dede uzun süre rahatsızlık geçirdi.
Tabi ki işler bununla sınırlı değil. İsmet Paşa’nın annesi Cevriye Temelli, Pembe Köşk’de görev yapacak polislerin Hafız olmasını şart koşunca Türkiye çapında hafız polis aranıyor. Emin Elma ve Emin Canan isimli polisler bulunuyor. Polislerden birinin hikayesi de oldukça ilginç. Konya’da imam olarak görev yapan Emin Canan, maddi sıkıntılar yüzünden polis olmaya karar veriyor. Onun İstanbul’da görev yeri ise Karaköy’deki genelev…Yıllarca ağlıyor, dua ediyor. Cevriye Hanım hikayeyi duyunca kapıdaki polislerin çoraplarını kendi elleriyle örerek hediye ediyor. Pembe Köşkün bir çöp toplayıcısı var ki ! Bir çok kişinin deli dediği yağverin oğlu Ali, Cevriye Hanımın değimiyle “Tam bir Allah dostu.”
Aşık Mustafa Dede'nin Karacaahmet'te bulunan kabri.
Demem o ki “Allah şahit kılmış ruha bedeni, Kimseyi kimseden sormamak için” Biz günahına şahit olduğumuzun tevbesine şahit değil isek susalım. Merhum hocam kimi zaman mübarekler kendilerini gizlemek için şarapçı kılığına girer. Aman oğlum sadakanı bol ver” derdi.
Rabbim istikametinden ayırmasın !
Kadınların İnce Çizgisi
erkekler, kendilerini uğraştıran ve merakta bırakan kadınların davranışını, “sadistlik” olarak ifade ederler. Bunun nedeni kadınların beğenilme arzularına bağlarlar. Çünkü kadınlar, sevdikleri erkekleri kendilerine bağlamak için planlar kurar ve gizemli hareketlerle merakta bırakmayı severler. Sonunda aşklarında tutarlı olan erkekler, kadınların güvenini kazanırlar.
Bu nedenle bu tip kadınlar için, “sevgi yorucusu, zulmeden, sadist” gibi yakıştırmalar kullanılmış ve kadının anlaşılmaz olduğu söylenir. Yine erkekler, kadınların beğenilme arzularını, narsistlik özeliklerine bağlarlar. Bu sebeple “ayna” önemli bir yere sahiptir. Çünkü kadınların ekserisi, vücutlarını ayna önünde seyredip beğenilen bir kadın olmanın hayalini kurarlar.
Bunun yanında ailelerine ve çevrelerine karşı aidiyet duygusu oluşturduklarından sosyal hayatta deneyimsiz olan kadınlar, aşk ilişkilerinde de erkekler karşısında edilgen konumda olmaktadırlar. Aşk ilişkilerinde gözleriyle konuşup sezgileriyle hareket ederler. Bu deneyimsizlikleri kadınları, annelerini model almaya itmiştir. Bunun sonucunda annelerinin yönlendirmesiyle zengin erkeklerle çıkara dayalı evlilik yapmışlardır. Anneyi model alan kadınlar, mutsuz bir evlilik yaşamaya başlamışlardır. Sonrasında ya bu şekilde evliliklerine devam etmişler ya da kocalarını başka bir erkekle aldatmaktadırlar.
Aşka dayalı evlilikleri olan kadınların, geneli mutsuz ve hayal kırıklıklarıyla dolu bir yaşamla karşılaşmıştır. Bununla beraber kocalarını aldatan kadınları bu noktaya getiren erkeğin olduğu söylenebilir.
Kadınlar, mutlu olacakları aşkın peşindedirler. Bu yüzden de sevdikleri erkeğe, bütünüyle sahip olmak isterler. Sevdikleri erkeklerden en büyük beklentileri, sevilen kadın olma arzularıdır. Çünkü aşklarının karşılığında, sürekli ilgi görmek isterler. Bu da kadınların, eşlerine aşkla bağlandıklarını gösterir. Kadınların, aşk ilişkilerinde bir erkeği tutkuyla sevebilmelerinin koşulu ise güvendir.
Kadınlar, genellikle kendilerine güven veren, iradeli ve görünüşü ile kişiliği uyumlu erkeklerle ilişki kurmayı tercih ederler. Buna karşın erkeklerse, cinselliklerini ön planda tutan olgun ve çekici kadınlara ilgi duyarlar. Arzuladıkları, ama dokunamadıkları bu kadınların süs eşyalarından, elbiselerinden cinsel fanteziler kurarak kendilerini tatmin ederler. Bu nedenle erkeklerin kadınlara cinsel açıdan yaklaşımlarında, fetişist davranışlar sergilediklerini söyleyebiliriz.
Erkekler, cinsel açıdan çekici olan bu tip kadınlarla evlenmezler. Görgülü, güzel, genç, millî değerlere sahip, namuslu, zeki, halktan kopmamış kadınlarla evlenmeyi tercih ederler. Beğendikleri kadınlarla, genelde seyahat ortamında karşılaşırlar. Özellikle yurt dışına yapılan seyahatler, erkeklere beğendikleri kadınlara daha rahat yaklaşabilme imkânı sağlamıştır.
Genelde kadın ile erkek arasındaki yaş farkı 12-13 arasındadır. Kadınların kendilerinden yaşlı bir erkek seçmelerinin temelinde, Electra karmaşası olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü kendilerini, yaşça büyük erkeklerin yanında daha çocuk, daha rahat ve güvende hissederler. Buna, çevrelerindeki genç erkeklerin bedenlerini nesneleştirmesine karşın, yaşı ileride olan erkeklerin cinselliklerini ön planda tutmamaları da etkendir.
Böylece çevreleriyle çelişen bir hayat süren bu tip kadınlar, kendilerini koruyan ve yeni bir yaşam sunan orta yaşın üzerinde erkeklerle evlenerek toplum önünde rahatlık duyarlar.
Kadın kimliği ile toplumsal yaşamda değişmeye başlayan kadın kimliği paralellik gösterir. Yaşanan kültürel yozlaşmadan duyulan kaygı kadın üzerinde odaklanır; kadının lüks düşkünü, millî değerlerini küçümseyen, sosyete hayatına özenen davranışlarını ve fikirleri eleştirilmiştir. Mesela toplumsal değerlerle uyuşan davranışlara sahip ideal kadınlar; gelenekçi, ailesine bağlı, özverili, namuslu, toplumsal değerlerle uyuşan yapıdadırlar. Toplumla çelişen davranışları sergileyen kötü kadınlar ise, erkekler konusunda deneyimli, cinselliklerini ön planda tutan, eğlence ve lüks düşkünü nitelikte düşünülür.
Aile hayatındaki sadakatsiz eşler, boşanma, annelerin eğitimsizliği, evdeki baba otoritesinin zayıflaması, apartmanların ahlâksızlığın mekânı olarak kullanılması, kaç-göçün kalkmasından sonra kitle ulaşım araçlarında yaşanan cinsel tacizler gibi sosyolojik unsurları, kadın-erkek ilişkileri zemininde değerlendirerek, bunların toplumsal yönüne işaret etmeliyiz.
Sonra zengin sınıfa mensup aileler, kızlarını yabancı okullara gönderirlerken; orta sınıfa mensup aileler ise öğretmen veya sanat okullarına yollarlar. Orta sınıftan gelen kızlar ise evdeki baba otoritesi eksikliğinden lüks bir hayatın peşinden giderler. Yine de Orta sınıftan gelen, halkla bağını koparmamış, üretime dâhil, üniversite mezunu genç kızların toplumsal yozlaşmanın önüne geçeceği fikridir. Böylece kurtuluşu yeni düzen içinde sivrilecek orta sınıfın insanlarında görülmelidir.
Tarih Nedir?
“Tarih olayların ilmidir.
Tarih, ne bir model, ne de milli seciyenin mektebidir. Tarih, sâdece tarihtir.
Harsa değil, fikre, muhakemeye ve, nihayet, ilmi tedkiklere zemindir.
Tarih, neticeleri sebeplere bağlayan ilimdir.
Tarih, insanlığın şahsiyetinin oluşunu gösterir.
Tarih, insanlığın gerçek romanıdır.
Tarih, vesikalar vâsıtasıyle, mâziyi te’sis teşebbüsüdür.
Tarih, içimizde yaşayan canlı mâzidir.
Tarih, insanları bir heykel, bir kitâbe, bir anıt karşısında düşündürme sanatıdır.
Tarih, ibretler hazinesidir.
Tarih, geçmişteki insan münasebetlerinin incelenmesidir.
Tarih, insanlığın topyekün tecrübesidir.” (Ziya Gökalp)
Ayna
Nasıl inanan inananın aynasıysa, şeytanların da birbirinin aynası olduğunu ve şeytandan korkmayanın onunla akraba olacağını söylemişlerdir.
İnceden İnce
Erenler buyurmuşlar. ‘Gelme, gelme! Dönme, dönme! Gelenin malı, dönenin canı…
“Hak Erenler sen ne yaparsan yap yardımcı olurlar diye bir şart yoktur. Sen kendini yak, sonra Hak Erenler yardımcı olsun.”
“Hak Erenlere sadece sitemim değil, bir de maruzatım var. Bunca ihtardan sonra eşek değiliz ya, elbet bir şeyler olacak. Artık olacak. Ey yüce Allahım, madem sen, “Bir şeyler yapın,” dedin, yapacaklarımızdan dolayı bizi kınama!”
Akrabalık Hukuku Hakkında
O gün, kişi kardeşinden, annesinden, babasından, karısından ve oğullarından, kaçar. (Abese 34-36) O gün bunlardan herkesin kendine yeter bir işi (derdi, belâsı) vardır. (Abese, 37)
Kur’ân-ı Kerim’de Allah Teâlâ bu ayetle bize şunu açıkça izah ediyor. Dünya hakikatiyle bir imtihan yeri. Çünkü hesap zamanı birbirinden kopan kan bağı hesaptan sonra da birleşmeyecektir. Yani cennette insanlar dünyanın bir devamını değil başka bir hayat yaşayacaklardır. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellemin buyurduğu bu hadis bize kesinlik ifade eder.
" ‘Bütün sebepler / bağlar, [Zehairu’l-Ukbâ, s. 168; Târîhu’l-Hamis, 2, 284] nesebler (soylar) ve sıhrıyetler kesilmişlerdir; ancak benim sebebim, nesebim ve sıhrım hâriç” [Zehairu’l-Ukbâ, s. 168; Târîhu’l-Hamis, 2, 285]
Ahiret konusundaki bu inceliği farkeden Hz. Ömer radiyallâhü anh kendini garantiye almak zorunda olduğunu bilmiş, Hz. Ali kerrma’llâhu veçhe den kızını istemiştir.
Bizim buradan çıkaracağımız ders Ehl-i Beyte karşı yapacağımız hareketlerde dikkatli olmamız gerektiğidir. Hiç olmazsa dünya için onlara eziyet etmemeliyiz. Ahiret hayatı karşılığı olan bu dünya hayatı insan için önemli bir geçiş noktası olduğunu unutmadan yaşamalıyız. Dünyada insana bağışlanmış olan imtiyazlar ahiret için çok az verilmiştir. Konu hakkında düşünürseniz, dünya kısalığı kadar sonsuz ahirete bedel olan durumu olmasa idi, Allah Teâlâ karşılık olarak göstermezdi. Cennet ve cehennem tercihi insana aittir.
(Alıntı)
Hz. Ömer'in, Ehl-i Beyt'le Akrabalık Arzusu ve Hz. Ali'in Kızı Ümmü Gülsüm'le Evliliği:
Hz. Ömer'in (radiyallâhü anh) hayatındaki bu hadise, onun Ehl-i Beyt sevgisini gösterir. Hz. Ömer (radiyallâhü anh) halifeyken, bir gün, Hz. Ali'den (kerrma’llâhu veche), kızı Ümmü Gülsüm'ü (radiyallâhü anha) istedi. Hz. Ali kerramallâhu vecheh,
- “O küçüktür" dedi. Bunun üzerine Ömer (radiyallâhü anh),
- “Hayır. Vallahi, bu bir şey değil; fakat sen beni engellemek istiyorsun" diye konuştu ve devamla, “Eğer gerçekten dediğin gibi (çocuk / sabî) ise onu bana gönder" diye ekledi. [Diyârbekrî, Târîhu’l-Hamîs fî ahvâli enfesi nefîs, II, 284; Muhibiddin Ahmet b. Abdullah b. Muhammed et-Taberi el-Mekki eş-Şafii (615-694 Hicri), Zehâiru’l-Ukbâ, s. 168]
Aslında, Rasûlullah'ın (s.a.v.) vefatından önce dünyaya gelen Ümmü Gülsüm, gerçekten küçüktü. [Zehâiru’l-Ukbâ, s. 169; Abdulvahhab en-Neccâr; el-Hulefâu'r-Râşidûn; Beyrut, 1986, s. 68] Bu evlilik Hicrî 17. yıl'da olmuştur. Hattâ, bir rivayette, kendisinden, "O, o zaman bir kız çocuğu idi" diye söz edilir. Hattâ, Mescid-i Nebevî'de sonucu bekleyen Hz. Ömer'e yanındakiler,
- "Ey Mü'minlerin Emîri! Ondan ne istiyorsun? O küçük bir kız çocuğudur" demişlerdi.
Ümmü Gülsüm'ün küçüklüğü bir yana, Hz. Ali onu, Tebük'te şehid olan kardeşi Câfer-i Tayyar'ın öksüz oğluna vermek istiyordu.
Hz. Ali, evine geldi. Ümmü Gülsüm'ün eline bir hülle (elbise) verip,
- "Bunu Emîru'l-Mü'minîn'e götür, ona şöyle söyle: 'Babam sana, bu elbiseyi nasıl buluyorsun, diyor de" diye onu gönderdi. Çocuk yaşta olan Ümmü Gülsüm, hiçbir şeyin farkında değildi. Elbiseyi Hz. Ömer'e getirerek babasının dediklerini tekrarladı. Bunun üzerine onun izarından (kolunun ön kısmından) tutunca, Ümmü Gülsüm kolunu çekti. Bu husustaki ibare-ifade şöyle: “Fe-ehaze Umeru bi-zirâiha fe’c-tezebetha minhu”. [Zehairu’l-Ukba, s. 168; Târihul Hamis, 2, 284]
Ümmü Gülsüm, Halife’ye kızmıştı. Hz. Ömer ise,
- "İffetli ve şerefli birisi" dedikten sonra, "Git, ona (babana) şöyle de: O ne güzel ve ne cemâllidir. Vallâhi o, senin dediğin gibi değildir."
Bunun üzerine Hz. Ali, onu Hz. Ömer'e (radiyallâhü anhuma) nikâhladı. Mevzu hakkında birbirine benzer farklı rivayetler de vardır. Zehebî'ye göre, Hz. Ömer, Ümmü Gülsüm'le Hicrî 17. yıl'da evlenmiştir. Mevzuyu bütün rivayetlerle ele almak ve tartışmak sözü uzatacağı için diğer nakilleri almıyoruz. [Geniş bilgi için bkz. Tarîhu’l-Hamîs, 2, 284; Zehâiru’l-Ukbâ, s. 148-170; el-Hulefâu’r-Râşidûn, s. 68]
***
Aslında Hz. Ömer'in, Hz. Ali'nin kızıyla evlenmesinde gayesi başkaydı. O, Ümmü Gülsüm'ü isterken, bir rivayete göre, "Ey Ebe'l-Hasen! Onu benimle evlendir. Çünkü mutlaka ben, ondan hiç kimsenin beklemediği bir kerâmet (değer) ve şeref gözlüyorum" demişti.
Ümmü Gülsüm'le alacağı değeri/kerameti de Hz. Ali'ye, "O küçük olursa olsun" deyip şöyle açıklamıştı: "Ben Rasûlullah'tan (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle derken işittim: ‘Bütün sebepler / bağlar, [Zehairu’l-Ukbâ, s. 168; Târîhu’l-Hamis, 2, 284] nesebler (soylar) ve sıhrıyetler kesilmişlerdir; ancak benim sebebim, nesebim ve sıhrım hâriç” [Zehairu’l-Ukbâ, s. 168; Târîhu’l-Hamis, 2, 285] diye açıklamıştı.
Bir başka rivayette de şu ilâve vardır: ‘Ben de, benimle Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) arasında bir sebep ve sıhr (kız alma) yoluyla akrabalık oluşmasını istedim." [Zehâiru’l-Ukbâ, s. 169]
***
a) Hz. Ömer, neseben Ehl-i Beyt'ten değildir; hiç olmazsa sebeben/kız alma yoluyla, Kıyamet Günü’nde Ehl-i Beyt'le ve Rasûlullah Efendimizle (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bir bağı olsun istemektedir.
b) O, Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) soyuyla irtibata ve yakınlığa azamî derecede isteklidir. Onun Ümmü Gülsüm'le evlenmesi başka bir sebepten değildir; küçüklüğü ve onunla evlilik münasebeti geri plândadır. Hattâ, Hz. Ali’ye, “Gerçekten ben, yanımda Rasûlullah'tan (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bir uzuv(organ) olmasını istiyorum" [Rasûlullah, “Fatıma benden bir et parçasıdır”, buyurmuştur. Ümmü Gülsüm de ondan olduğu için, Rasûlullah’tan bir parça olarak kabul ediliyor.] diyerek onu istemiş; Hz. Ali, “Bende ancak (Fâtıma'dan olma) Ümmü Gülsüm var; o da küçük hâldedir" deyince, Hz. Ömer, “yaşarsa büyür”, demiştir. [Zehâiru’l-Ukbâ, s. 169; Târîhu’l-Hamîs, s. 284 vd.]
O, Kıyamet Günü için yanında bir sebep ve Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) soyundan bir uzuv / et parçası olsun istemektedir. Sebep: Hurma gibi ağaçlara çıkmak için elde bulunan "habl / ip"dir. Kendisiyle bir şeye ulaşılan her vesileye sebep denir. [el-Müfredât, s. 220] Mârifete vesile olan her şey de sebeptir. Ümmü Gülsüm de, Hz. Fâtıma'nın kızı ve bir "seyyide" olmakla Kıyamet'te Rasûlullah'a (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ulaştıran, onunla irtibata sebep olan bir vesile olacaktır. "Zerî'a" da sebep mânâsına gelir. Nitekim, İmam Şâfî (rahmetullahi aleyh) de, Ehl-i Beyt sevgisini dile getiren bir şiirinde, “Âl-i Nebî benim sebebim / ipimdir. Hem onlar beni ona / Rasûlullah'a bağlayan bir vesilemdir" [el-Müfredât, s. 220] diyerek aynı mevzuya parmak basmıştır.
***
Hz. Ömer'in bu evlilik hadisesi de, Rasûlullah Efendimize (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ve Ehl-i Beyt'e sevgi ve saygısına büyük bir delildir.
Ümmü Gülsüm'le nikâhlandıktan sonra, Hz. Ömer (radiyallâhü anh) Mescid-i Nebevî'de Muhacirîn ve Ensâr (radiyallâhü anhum) ile otururken,
- “Beni tebrik etmiyor musunuz?" demişti. Oradakiler,
- “Seni neden dolayı tebrik edelim yâ Emîra'l-Mü'minîn?" diye sordular. O da,
- "Ali'nin kızı Ümmü Gülsüm'le..." diye cevap verdi.
Hz. Ömer, sonra da Kıyamet Günü bütün sebeplerin ve neseblerin kesilmesiyle ilgili hadis-i şerifi zikrederek, “Ben de Rasûlullah'la aramda bir sebep / sıhrîyet ve neseb olmasını çok sevdim ve istedim, sevginin gereği olarak çok arzuladım" [Hâfız Muhibbüddîn et-Taberî, Zehâiru’l-Ukbâ, s. 168] dedi.
Bunun üzerine oradakiler kendisini tebrik ettiler...
Hakikaten, Ehl-i Beyt'le olan akrabalık bağı / ilişkisi onu çok sevindirmişti.
İslâm irfanında (örfünde / kültüründe), seyyide ve şerifelerle evliliğe, bahusus bu hâdise sebebiyle çok rağbet gösterilmiştir. Nitekim Celvetî şeyhi büyük âlim-ârif İsmail Hakkı Bursevi hazretlerinin [Bkz. Ruhu’l-Beyan, 1, Terâcim-i ahvâl] ve sair tasavvuf büyüklerinin de, şeyhlerinin-mürşidlerinin kızlarıyla sair yakınlarıyla benzer evlilikleri olmuştur.
Ümmü Gülsüm'den, Hz. Ömer'in Rukiyye adlı bir kızı ve Zeyd adlı bir oğlu oldu. Çocuklar çok yaşamadı. Hz. Ömer'in vefatından sonra (H. 23. Yıl/M. 644) Ümmü Gülsüm'ü, amcasının oğlu Avn b. Câfer aldı. Çocuk bırakmadan ikinci kocası ölünce, yine amcasının oğullarındanMuhammed b. Câfer'e vardı. Ondan bir kızı oldu. Onun ölümüyle de, Abdullah b. Câfer'le evlendi. Bununla nikâhlı iken ve son kocasından çocuğu olmadığı hâlde vefat etmişti. [Zehâiru’l-Ukbâ, s. 170; el-Hulefâu’r-Râşidûn, s. 103; Mes'ûdî, Mürûcu’z-Zeheb, II, 353; Doç. Dr. Murat Sarıcık, “Hz. Ömer'in, Ehl-i Beyt'le akrabalık arzusu ve Hz. Ali'nin kızı Ümmü Gülsüm'le evliliği” başlıklı makalesi]
https://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/993-hayatu-s-sahabe.html
Herkes Aynı Demek Ki
Alparslan Türkeş, kendisinden hayli küçük bir kızla evlenmiş ve mutlu bir yaşamın ardından Allah'ın rahmetine göçmüş, o hanımefendi bu lidere çocuklar vermiştir. Birkaç yıl önce maalesef teröre kurban giden Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı öldürüldüğü zaman geride 25 yaşında hanımıyla bir yaşında kızını bırakmıştı. Filistin lideri merhum Yaser Arafat da kendisinden hayli küçük bir bayanla evliydi.
Rengin Ruhsal Çağrışımları
Renk ve Psikolojik Etkileri
Kırmızı bizi alarm durumuna geçirir, turuncu uyarıcı vazife görür, mavi ise sakinleştirici etki yapar.
Renklerin bu ırk, cinsiyet vs. gözetmeyen etkisi, uluslararası bir renk dilinin oluşmasını sağlamıştır. Buna göre:
Kaçış ve çıkış yolları yeşille gösterilir; çünkü bu renk insanın arzu ve isteklerini simgelemektedir.
Düzenleme emirleri ve kuralların mavi ile yazılması, bu rengin huzur vermesi ve bilinçli hareketlere yöneltmesi sebebiyledir.
Yasak ve tehlike işaretleri ise, insanlarda özel bir dikkat uyandırması nedeniyle, kırmızı ve sarı olarak belirtilir.
Bu sembol renkler, çok eskilerde, Eski Mısırlılar tarafından bile, bilinçsizce de olsa, aynı psişik etkilere yönelik kullanılmışlardı:
Eski Mısır'da kırmızı, savaşın simgesiydi; yeşil, yaşamı ve büyümeyi gösteriyordu.
Göklerin ve uzaklıkların sembolü olan maviyle ise, tanrılarının saçlarının rengini boyamışlardır.
Saflığın göstergesiyse, şimdiki gibi, kar beyazıydı.
Genel anlamda renklere teker teker bakacak olursak;
Kırmızı
Kırmızı dikkat çeken kuvvetli bir renktir. Kan basıncını artırarak kalp atışlarını hızlandırır, kaslarda gerginlik yaratır. Kanın rengi kırmızıdır. Çok uzaktan dikkati çeken bir renk olması sebebiyle hemen hemen tüm kültürlerde alarm veya tehlike işareti olarak sembolleştirilmiştir. Aynı zamanda tutku çağrışımları yapar ve kullanıldığı bağlam ve tona göre agresif duyguların da uyanmasına yol açabilir.
Turuncu
Sıcaklığı hatırlatır. Hareket ve canlılık telkin eder, yaşama sevincini artırır.
Sarı
Renkler içerisinde en ışıklı olanıdır. Sarı ışığın kan dolaşımı üzerinde olumlu bir etkisi olduğu söylenir. Sarı aynı zamanda karantina ve bulaşıcı hastalıkların sembolü olarak kullanılmıştır. Zehirler de sarı renkle gösterilir.
Yeşil
Doğayı temsil eder. Serin, taze bir etkisi vardır, fiziksel yorgunluğu giderici ve sakinleştirici bir yanı vardır. Yeşil rengin sembolik anlamı dinsel alandadır; Hıristiyanlıkta inanç ve ölmezliğin rengi olarak görülür, İslamiyet için de özel anlamı olan bir renktir.
Mavi
Soğuk, sakin ve edilgin bir renktir. Goethe, mavi için “içe işleyen hiçlik” der. Su ve havanın rengi olan mavi, berrak ve şeffaftır. Sıkıcı bir renk olmayıp, bakışı uzaklara götürür. Bu renk insanlarda düşünme, karar verme, yaratıcı fikirlerin doğmasına sebep olur. Mavi aynı zamanda doğruluk sembolü olarak da bilinir.
Mor
Melankolik karakteri olan bir renktir. Keder ve hüzün ifade eder. Matem rengidir. Sabır ve fedakârlık rengi olarak tanınır.
Nötr Renkler
Beyaz
Saflık, masumiyet, doğruluk ve temizliği ifade eder. Kimi zaman da silinme ve yok olma olarak ölümü ifade edebilir. Beyazın tüm renkleri içerdiği düşünülür.
Gri
Siyah ve beyazın karışımından oluştuğu için her ikisinin de özelliklerini içinde barındırır. Gri renk her renk için iyi bir fon teşkil eder. Gri olgunluğun ve dengenin sembolüdür. Olumsuz yanı ise sıkıcı olmasıdır.
Siyah
Ağırlık ve ciddiyet siyah rengin karakteridir. Batı uygarlıklarında siyah keder, ölüm, matem rengidir. Karanlığın rengi siyahtır. Gizem de siyah renkle sembolize edilir.
(Alıntı)
Renk Terimleri
Armoni:
Renkler arasındaki ahenk ve uyum demektir. Yan yana duran renkler birbirini tamamlayarak uyum gösterir. İyi bir armonide hakim rengi önceden belirlemek, birlik ve denge kurmak önemlidir.
Spektrum:
Işığın prizmadan geçerek sadece kırılmaya uğramadan aynı zamanda kırmızıdan mora kadar bir dizi renge ayrılıp dönüşmesine denir. İlk olarakta 1666‟ da Fizikçi Sir İsaac Newton keşfetmiştir.
Çomak:
Gözün en iç tabakası olan retinada bulunan, çok sayıda sıralanmış yassı zar keselerden oluşmuş dış segment ile hücre çekirdeğinin ve diğer organellerin bulunduğu iç segment olmak üzere iki kısımdan oluşan, beyaz ışığa karşı hassas, rodopsin pigmenti içeren, insan gözünde yaklaşık 120 milyon kadar bulunan, ince, uzun (50x3 um) hücreler. Diğer bir adla çubuk hücreleridir.
Duyumsama:
Bir tür algılama kavramı, fakat algılamaktan farkı duyulara dikkat çekmesidir. Gözünle, kulağınla, burnunla, teninle, dilinle algılamak.
Raciance:
Bir ışık kaynağının verdiği ışığın göz üzerinde yaptığı etki. İlgi ve dikkat çekici olma durumu. Parlaklık, aydınlık, ışıma.
Dopamin:
Eksikliğinin hiperaktiviteye neden olduğu kimyasal, beynin ön bölgesinde bulunur, beyinde azalması durumunda parkinson‟a fazlalığında ise şizofreni‟ye sebep olur. Ekin:
Kültür, Kültürel bakımdan.
Işık:
Cisimleri görmeyi, renkleri ayırt etmeyi sağlayan fiziksel enerjidir.
Kontrast:
Karşıt demektir. Açık-koyu, büyük-küçük vb. gibi
Özdeksel:
Bilinçten bağımsız olarak varolan herşey. Bilincin dışında bağımsız varolan maddi, materyalist ve tinsel karşıtı olan her şey özdektir.
Partikül:
Görülmeyecek küçüklükte parçacık.
Renk Perspektifi:
Renklerin her birinin kendine göre ayrı derinlik ve genişlik görünüşleri vardır. Bu durum "renk perspektifi" ni meydana getirir. Mesela; sıcak renklerin en dinamik rengi olan kırmızı renkte diğer renklere göre ileriye fırlama görünüşü fazladır. Bu durum onun diğer renklerden daha önde görünmesini sağlar. Soğuk renklerin en durgun rengi olan mavi renk ise insanda olduğundan daha5 uzaktaymış hissi uyandırır. Gerilere çekilme niteliği mevcuttur. Bundan dolayı sıcak ve soğuk renklerin yakın ve uzak görünme, cisimleri büyük, küçük ve geniş gösterme özellikleri vardır.
Skala:
İki rengin birbiriyle karışımından oluşan ışık derecelendirme çubuğuna denir.
Tayf:
Renklerin, seslerin, elektromanyetik dalgaların ya da diğer fiziksel gerçeklerin, belli bir değer kümesi ile sınırlanmadan birbiri ardına süreklilik içinde sonsuz değişmesi durumudur. Beyaz ışığın renklere ayrılmasıdır. Birincil ve ikincil renklerden oluşur. Rengin parlaklık ve saflık derecesidir. Renk açıldıkça parlaklığı ve ışık değeri artar, koyulaştıkça da karanlıklılığı ve ışık değeri düşük olur.
Ton:
Rengin parlaklık derecesidir. Koyu mavi açık mavi farklılığı mavinin ışık derecesini belirler. Işığı az olan maviye koyu, ışığı fazla olan maviye açık denir.
Uzam:
Mekan. Algılanan nesnenin, cisimlerin temel niteliği. Mekanda yer kaplama.
Ülgen:
Türk ve Altay mitolojisinde iyilik tanrısıdır. Göğün 16. Katında yaşar. Tek Tanrı inancında Göktanrı‟nın oğlu ve gökyüzünün hükümdarı olarak görülmüştür. Sibirya kavimlerince de yaratıcı tanrı olarak bilinir.
Renklerin Dini
Farklı dinlerde farklı renkler farklı anlamlar taşımaktadır. Renkler inançların doğuşundan günümüze kadar birçok değişkenden etkilenerek farklı farklı birçok evreden geçerler. Ayrı zamanların ve faklı toplumların inançları ve bakış açıları, değişmeler göstermektedir:
İncil'e göre beyaz Koyun'u ve İsa‟ yı temsil eder.
Kırmızı ve siyah ise kaosu ve yok oluşu temsil eder.
Tevrat'a göre beyaz saflıktır.
Ayrıca İsrail Bayrak'ındaki mavi ve beyaz ise geleneksel bir Musevi duasına göre cenneti ve dünyayı temsil eder.
Dini günlerde de beyaz giymek saflıktır.
İslam dininin rengi de yeşildir.
Ayrıca Şiilikte siyah elbise Kerbela‟da şehit olan Hz. Ali kerrma’llâhu vechenin oğlu Hz. Hüseyin‟e duyulan acıyı temsil etmektedir
Orta çağda Hıristiyanlık, kilise ve dini mimaride yapıların daha gösterişli olması için renklerden faydalanmıştır. Duvar resimleri, renklendirme ve ışığın mimarinin içerisinde keskin ve çarpıcı bir şekilde kullanılmıştır. Bu sayede Hıristiyanlığın daha geniş bir kitleye hitap etmesini ve yayılmasını sağlamaya çalışmıştır.
Budizm ve Taoizm'de belirgin bir renk anlayışı olmasa da Budist Rahipler turuncu ve kahverengi kemerler takarlar, turuncu kıyafetleri vardır, zaten bellerindeki kasaya isimli kemerde safran renginden gelmektedir.
Hinduizm'de beyaz; parlaklık, bilgi ve ılıklık, kırmızı; tutku, enerji ve yaşam kaynağı, siyah; dikkatsizlik ve duygu yoğunluğu, mavi ise evrensellik, gökyüzü ve engin deniz anlamına gelir.
Her ne kadar renklerin toplumsal algılanışına ilerleyen sayfalarda değinilecek olsa da, global firmaların renk seçiminde çok dikkatli olması gerekir, çünkü renkler farklı yerlerde aynı anlama gelemeyebilir.
Örneğin, yeşil bir klozet dünyanın birçok yerinde belki talep görebilse de Ortadoğu'da çok büyük tepki ile karşılanabilir. Çünkü İslam'ın rengi yeşildir ve bu durum, Müslümanlar tarafından İslam'a saygısızlık olarak algılanabilir. Gerçek hayattan bir örnekte de Japon scooter üretici bir firma Hindistan'da siyah scooter denemiş, Hindistanlı Anneler ise çocuklarına siyah motosiklet almayacaklarını bu ölümle ilgili olduğunu söylemişlerdir.
Her din renkleri, renklerin kişiler ve toplumlar üzerindeki bıraktığı etki gücünü birçok alanda kullanmıştır. Dinin daha iyi anlaşılmasını, daha fazla kişi ve topluma ulaşmasını sağlamak ve bilgilerini daha süslü ve gösterişli bir biçimde sunmak için renklerden her yönüyle faydalanmıştır. İnsanların hem ruhuna hem de gözüne hitap etmek istemiştir. Ayrıca topluma ve kişilere anlatmak istediklerini renkleri sembolize ederek aktarmaya da çalışmıştır.
Sivas’ın Yüzakı
Mütevelli-zâde Yusuf Ziya Bey’in Erzurum Milletvekili olarak seçilmesinin nedeni; “…Amasya’dan gelip Sivas’a üzerinden Erzurum’a giden Mustafa Kemal Paşa’nın Sivas’ta kaldığı süre içerisinde, Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cem’iyeti’nin Sivas şubesinin yöneticilerine; “Erzurum Kongresi içn, Sivas merkezinden istenilen iki arkadaşın şahısları üzerinde fazla tevakkuf etmeyerek hemen yola çıkarılmaları” talimatı verilmiştir.”
Bunun üzerine Vali Vekili olan Sivas Kadısı Hasbi Efendi, halkı Cami-i Kebir’de (Ulu Cami’de) toplar ve onlara durumu anlatır. Eşraftan ve Âyan-ı memleketten 25 kişi,bu hususta çalışmak üzere belirlenir ve bunların Erzurum Kongresine mümessil geçmeleri istenir.Muhasebeci-zade Tevfik Efendinin evinde yapılan toplantıda;seçim işinde sıkıntı çıkar. Bir çok aday memuriyetlerini,ticaret hayatlarını, aile durumlarını bahane göstererek gitmek istemezken Evkaf Başkatibi Mütevelli-zade Yusuf Ziya Efendi ve Muallim Fazullah Efendi kendi hüsnü rızalarıyla kongreye katılırlar…”
[Ayrıntılı bilgi için bkz. M. Fahrettin Kırgızoğlu, Bütünüyle Erzurum Kongresi, I, Ankara 1993, T.C. Ziraat Bankası Yayınları, s.175–182; Cevdet R. Yularkıran, Reşit Paşa’nın Hatıraları, Ġstanbul 1939, s.38–39.]
Hacı Abdurrauf Efendi
Ailenin bu dönemdeki önemli fertlerinden biri Hacı Abdurrauf Efendi olmaktadır. 1871’de Sivas’ta doğan Abduurauf Efendi öğrenimini Darende ve Kayseri’de yapmıştır. Seçkin ve uyanık bir din adamı olan Abdurrauf Efendi, Türk tarihinin en acı günlerinde yaptığı hizmetlerle asla unutulamaz bir yere sahip olmuştur.
İlk görevi Ulu Cami’nin hatipliği olan Abdurrauf Efendi daha sonra Meclis-i İdare ve Mahkeme Üyeliği görevinde bulunmuştur. 1916 yılında ise müftülük görevine getirilmiştir. Ayrıca bu dönemde Sivas Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’nin kurucularından olan Abdurrauf Efendi bu görevini cemiyetin ilk gününden başlayarak, yerini Halk Fırkası’na bırakana kadar elinde tutmuş ve başkanlığını yapmıştır. 27 Haziran 1919 yılında Sivas’a gelen Mustafa Kemal’in her emrini yerine getirerek onun takdirini toplamıştır.
Yine bu dönemde Mustafa Kemal’in yazılı olarak vermiş olduğu emirleri Ulu Cami’deki halka birer birer anlatarak, Sivaslılar’ın milli davaya yönelmesinde önayak olmuştur. Buna benzer gayret ve çalışmaları Kongre esnasında da devam etmiştir. Hatta Yenihan ayaklanması sırasında, köy köy dolaşarak aldatılmış olan zavallı halka, Ankara Hükümeti’nin meşruluğunu delilleriyle birlikte anlatarak, onları doğru yola yöneltmiştir. Kongre salonunun bitişiğindeki Atatürk’ün yatak odasında bulunan kanepe, koltuk, sandalye ve yatağın önünde serili olan halıyı da Abdurrauf Efendi temin etmiştir. Dinç ve zinde olan Abdurrauf Efendi 1926 yılında müftülük makamında çalışırken rahatsızlanarak vefat eylemiştir.
Hatip-zâde Es-Seyyid Eş-ġeyh Abdurrahman Efendi‟nin kabri Ulu Camii‟nin ahçesinde bulunmaktadır. Mezar taşında ise şunlar yazılıdır: “Ya Gafur el- merhum el mağfur an evlâd-ı Hatipzade Sivas Es-Seyyid Eş-ġeyh Abdurrahman Efendi ruhuyçün rıza-ullah-ül Fatiha ”
Oğuz Boyu İsimleri Ve Sembolik Anlamları
Oğuz Han’ ın Torunları – 24 Oğuz Boyu İsimlerinin Anlamları
KAYI Sağlam
BAYAT Devlet
ALKAEVLİ Uygun
KARAEVLİ Çadırla Oturan
YAZIR Halkın, Devletin Büyüğü
DODURGA Yurt Alan Onu Saklayan
DÖGER Daire Halka
AVŞAR İşi Hızlı Yapan
KIZIK Kahraman
BİGDİLİ Sözü Hünnetli
KARKIN Aşlı
BAYINDIR Nimetli
BEÇENE Yapıcı, Yapan
ÇAVULDUR Namuslu
ÇEPNİ Cesur, Kahraman
SALUR Kılıçlı
EYMÜR Zenginlerin Zengini
ÜREGİR İyi İş Yapan
İĞDİR Büyük
BÜGDÜZ Hizmet Eden
YASIR Önüne Geleni Yıkan
KINIK Muhterem, Sevgili, Aziz
Berzah -arada olma-
İbni Arabî’nin düşünce kavramında “bir şeyin o şeyin kendisi olduğunu ama aynı zamanda o olmadığını, fakat üçüncü bir şeyde olmadığını” anlatır.
Mesela; Beyazla siyahı birbirine karıştırarak gri tonu elde etmez. Kendisi zatı itibarıyla hem siyah hem beyaz olup, zıtlıkları kendi hakikati üzere birleştirir”
Mevlana'nın konuyla ilgili ünlü metaforu şöyledir:
Anadolulu (Rumi) ve Çinli ressamlar ustalıkları konusunda anlaşmazlığa düşünce, padişah onları bir sınavdan geçirme gereği duyar. Büyük bir salon perdeyle ikiye bölünerek duvarlara resim yapmaları istenir. Çinli ressamlar hemen işe koyulup, kendi duvarlarını müthiş resimlerle boyarken; Anadolulu ressamlarsa sadece kendilerine verilen duvarı cilalayıp, parlatıyorlarmış. Süre dolduğunda, padişah önce Çinli ressamların resmine bakar ve hayranlığını dile getirir. Padişah, Anadolulu ressamların resmini görmek istediğinde; onların yaptığı sadece aradaki perdeyi kaldırmak olur ve Çinlilerin resmi bu pürüzsüz, cilalı yüzeye daha bir alımlı ve etkili yansır.
Yahudi İntihar
Tevrat’ta Samson, Saul, Abimelek ve Ahitofel gibi önemli dört kişinin intiharları anlatılmaktadır. Ayrıca, M.S. 73 yılında kuşatılmış olan Masada Kalesinde 960 Yahudi’nin Romalılara esir düşmemek için topluca intihar etmeleri, Yahudiler arasında intihar olaylarının dinsel yasaklara rağmen engellenemediğini göstermektedir.
Vahhabi Taktiği
Türkiye’de yoğun bir tercüme faaliyeti içinde bulunan Vehhabîler, klasik Selefî-Vehhabî eserlerinin yanı sıra günümüz Selefî-Vehhabî âlim ve davetçilerin eserlerini de tercüme etmektedirler. Muhammed b. Abdülvehhab’ın isminin Türkiye’de kötü bir etkiye sahip olması, Türkiye’deki Vehhabîleri onun eserlerini tercüme ederken birtakım uygulamalara sevk etmiştir. Muhammed b. Abdülvehhab’ın eserlerinin bir kısmında, tercüme edilirken yazar adında “Muhammed b. Abdülvehhab” yerine, “Muhammed et-Temîmî” tercih edilmiştir. Bu da bu kötü etkinin bir yansıması olarak düşünülebilir.
Vahhabi Yayınorganları
Derneklerin Internet Siteleri
1- Guraba Yayınevi ve Guraba Derneği’nin Internet Siteleri:
Türkiye’de Selefi-Vehhabî davetini ilk başlatmaları nedeni ile konuya Abdullah Yolcu’nun kurmuş olduğu Guraba Yayınevi ve Guraba Derneği ile başlamakta fayda görülmüştür. Guraba Yayınları kurulduğu günden itibaren yüzü aşkın kitabı telif ve günümüzde önde gelen Vehhabîlerin eserlerini Türkçeye tercüme etmiştir. Bu eserler yayınevinin internet sitesinde akide, davet, fıkıh, sünnet, Kur’an-tefsir, siyer gibi konular altında tasnif edilerek online satış yapılmaktadır.
Abdullah Yolcu, Guraba Yayınevini kurduktan sonra faaliyetlerini daha da genişletmek ve talebe yetiştirmek amacıyla yayınevinin hemen yanına Guraba Yayınevini kurmuştur. Burada iman dersleri, Selef-i Salihîn dersleri ve muhtelif konularda dersler yaparak etrafında topladığı talebelere dersler vermiştir. Ayrıca yurt dışından ziyarete gelen Arap davetçiler de burada dersler ve sohbetler yapmışlardır. Yapılan bu sohbetlerin hemen hepsi video ve ses kaydı yapılarak derneğin internet sitesinde yayınlanmıştır. Ayrıca Abdullah Yolcu’nun eserlerinin ve makalelerinin bir kısmı bu sitede PDF formatında yayınlanmıştır.
2- Tevhid ve Sünnet ilimlerini Yayma Derneği Internet Siteleri:
Selefi- Vehhabî davetçi Hüseyin Cinisli ve Emrah Orhan Kurugöllü tarafından, 2014 yılında İstanbul’da kurulan derneğin internet sitesidir. Dernek bünyesinde bulunan iman Mescidi, Muhammed b. Abdülvehhab Medresesi, ilim-Der ve Tevhid ve Sünnet Ya-yınevi gibi kurumların internet sitelerini de içinde barındırır. Derneğin kendi isminde müstakil olarak facebook ve twiter sayfaları vardır.
İman Mescidi’nin internet sitesinde başta Hüseyin Cinisli ve Emrah Orhan Kurugöllü olmak üzere Vehhabî âlim ve davetlilerin Cuma hutbeleri, fetvaları, sesli dersleri, kitap ve makaleleri bulunmaktadır. Medresenin internet sitesi hazırlanma aşamasında olduğu için henüz aktif olarak kullanılmamaktadır. Bu nedenle içerik hakkında bilgi verilemeyecektir. İzmir’de faaliyet gösteren ilim Derneği’nin internet sitesinde ise Hüseyin Cinisli ve Emrah Kurugöllü’nün yanı sıra Selefi-Vehhabî da- vetçi Fatih Bulut ve ilyas Bulut sesli ve görüntülü dersleri bulunmaktadır. Bu derslerin dışında günümüzün önde gelen Selefi-Vehhabî âlim ve davetlilerinin de görüntülü sohbet ve fetvaları internet sitesinin içinde yer almaktadır. Üim-Der’in ayrıca müstakil olarak facebook, twiter gibi sosyal paylaşım sitelerinde sayfaları, youtube ve dalymotion gibi video sitelerinde de kanalları bulunmaktadır. Son olarak da yayınevinin internet sitesinde basmış oldukları eserleri online olarak satışa sunmaktadırlar.
Tevhid ve Sünnet ilimlerini Yayma Derneği’nin faaliyetlerinin duyurularını, yaptıkları yukarıda zikri geçen kurumların internet sitelerinin dışında facebook ve twiter sayfaları da vardır. Günümüzün geniş çaplı iletişim ağına sahip olan bu sosyal paylaşım sitelerinde derneğin ve derneğin çatısında faaliyet yürüten diğer kurum- ların yapmış olduğu ve yapacağı bütün faaliyetlerin duyurularını bulmak mümkündür. Ayrıca bir kısım Selefi-Vehhabî âlim ve davetlilerin yapmış oldukları bazı ders ve sohbetlerin sesli ve görüntülü dosyaları bu sitelerde bulunmaktadır.
3- Ubeydullah Arslan ve Asr-ı Saadet Derneği’nin Internet Siteleri:
Türkiye’de önde gelen Selefi-Vehhabî davetlilerden biri olan Ubeydullah Arslan’ın ve Gaziantep’te kurmuş olduğu Asr-ı Saadet Derneği’nin internet siteleridir. Iheydullah Arslan’ın internet sitesinde kendisinin yapmış olduğu araştırmalar, makaleler, yapmış olduğu ders ve sohbetlerin ses ve video dosyaları bulunmaktadır. Sitenin Soru- Cevap kısmında Ubeydullah Arslan güncel meselelerde kendisine sorulan sorulara cevap vermektedir. Bu sitenin dışında Ubeydulh Arslan’nın facebook, twiter gibi sosyal paylaşım sitelerinde sayfaları ve youtube’de video kanalı bulunmaktadır. Resmi internet sitesinde verdiği linkler vasıtası ile bu sitelere ulaşılabilir. Iheydullah Arslan’nın Gaziantep’te kurmuş Asr-ı Saadet Derneği’nin faaliyetlerini ve duyurularını yapmış olduğu resmi bir internet sitesi yoktur. Ancak açtıkları facebook sayfası ile bu açığı gidermişlerdir. Burada Ubeydullah Arslan’nın ders ve sohbetlerinin video ve görüntüleri ve dernek çatısı altında gerçekleşen faaliyetlerin duyuruları paylaşılmaktadır. Ayrıca Gaziantep Üniversitesi Davet Kulübü adında kurdukları öğrenci kulübünün faaliyetlerini paylaştıkları facebook sayfası da bulunmaktadır.
4- Çağrı Derneği’inin Internet Siteleri:
Dernek bünyesinde faaliyet gösteren Feyzullah Birışık, Ebu Said el-Yarbuzî, Ebu Enes (Muhammet Çiftçi), Ebu Erva (Abdullah Öztürk), Ebu Emre (Hüseyin Alıcı), Ebu Zerka gibi Selefi-Vehhabî davet- çilerin ders ve sohbetlerin ses ve video dosyaları, seminer gibi faaliyetlerin duyuruları bu sitede yayınlanmaktadır. Türkiye genelindeki birçok davetçinin ders ve sohbetlerine bu internet sitesinden ulaşılmaktadır. Yine bu derneğin faaliyetlerinin takip edilebileceği bir de facebook sayfası bulunmaktadır.
Vehhabîlerin internet sitelerinin hemen hepsinde kendi akideleri doğrultusunda, PDF formatında kitap ve makaleler bulunmaktadır. Ancak çoğu kapsamlı bir arşive sahip değildir.
Bu nedenle burada kapsamlı bir kütüphaneye sahip olan internet siteleri hakkında bilgi verilecektir.
1-İslamhouse.com:
Başta Arapça, İngilizce, Fransızca ve Türkçe gibi diller olmak üzere atmış dilde yayın yapan uluslararası bir internet sitesidir. Bu internet sitesinde Selefi-Vehhabî âlim ve davetlilerin kitap, makale ve fetvalarının PDF ve Word formatında dosyaları, ders ve sohbetlerin ses ve video kayıtları bulunmaktadır. Türkçe olarak 182 adet kitap, 298 adet makale, 813 adet fetva, 45 adet video, 96 adet ses kaydı olmak üzere toplam 1435 adet kayıtlı veri bulunmaktadır.
2- İslah.de:
Türkiye’deki davetlilerin telif etmiş olduğu eserlerin ve Selefi- Vehhabî âlim ve davetlilerin Türkçe’ye tercüme edilmiş eserlerinin PDF formatında yayınlandığı internet sitesidir. Buradaki eserler akide, Kur’an, sünnet, ibadet gibi konulara tasnif edilerek yayınlanmıştır. Ayrıca sitede Abdullah Yolcu, Ebu Emre (Hüseyin Alıcı), Ebu Erva (Abdullah Öztürk), Ebu Enes (Muhammet Çiftçi), Ebu Said el-Yarbuzî gibi Türkiye’nin önde gelen davetlilerinin sohbet ve derslerinin ses kayıtları bulunmaktadır.
3- Ülfet Derneği Internet Sitesi:
Site içerisinde Selefi-Vehhabî davetçi ilyas Bulut, Necmi Sarı ve Ebu Said el-Yarbuzî’nin sesli derslerinin yanı sıra hheydullah Arslan, Ebu Erva gibi davetlilerin de ders ve sohbet videoları bulunmaktadır. Sitenin “e-kitap” linkinde Türkçe ve Türkçeye tercüme edilmiş eserler Akide, Kur’an, Sünnet, Menhec, ibadet gibi konulara kategorize edilerek yayınlanmaktadır.
Türkiye’de Selefilik-Vehhabîlik daveti yapılan birçok internet sitesi vardır.
Bu bölümde Türkiye’deki Selefi-Vehhabî davetçilerin birçoğunun içinde bulunduğu ve işlevsel bakımdan diğerlerinden daha ön planda olan internet siteleri hakkında bilgi verilecektir.
1- Ilim ve Davet Derneği’nin Internet Siteleri:
İzmir merkezli ilim ve Davet Derneği’nin “ilimvedavet.org” resmi internet sitesi çok kapsamlı değildir. Ancak derneğin faaliyetlerinin yer aldığı “ilimvedavet.com” sitesi Türkiye’de faaliyet yürüten davetlilerin büyük bir çoğunluğunu kapsamaktadır. “ilimvedavet.com” sitesinde bu davetlilerin ders ve sohbetlerinin videoları bulunmaktadır. Bu site tamamen da- vetçilerin videoları ile faaliyet yürütmektedir.
2- Yaratılış Gayesi Internet Sitesi:
Ebu Said el-Yarbuzî, Feyzullah Birışık Doç. Dr. Mustafa Dönmez, Ubeydullah Arslan gibi önde gelen yaklaşık on beş Se- lefî-Vehhabî davetçinin ders sohbetlerinin bulunduğu internet sitesidir. İçinde küçük çapta bir kütüphane de bulunduran bu sitede Selefi-Vehhabî davetlilerin PDF forma- tında kitap ve makaleleri bulunmaktadır.
3- Cennete Davet Internet Sitesi:
Bu sitede başta İbn Bâz, el-Useymîn, İbn Fevzân, el-Elbânî gibi Selefi-Vehhabî âlim ve davetlilerinin Türkçe altyazılı sohbetleri olmak üzere birçok davetçinin ders ve sohbetleri yer almaktadır. Ebu Said el- Yarbuzî, Hüseyin Cinisli, theydullah Arslan, Feyzullah Birışık, Ebu Enes, Mustafa Dönmez gibi yaklaşık yirmi beş davetçinin ders ve sohbetlerinin video ve ses kayıtları site içinde bulunmaktadır. Yine bu davetçilerin bir kısmının güncel meselelerdeki fetvaları da site ziyaretçilerine sunulmaktadır.
4- Kitap Derneği Internet Sitesi:
Dernek bünyesinde Abdullah Yolcu, Mehmet Emin Akın, Talha Bekret, Ebu Erva, Ebu Ömer, Ebu Hanif gibi davetçiler tarafından yapılan ders ve sohbetlerin ses ve video kayıtlarının yanı sıra bu davetçile-
rin makalelerinin yer aldığı internet sitesidir. Bu internet sitesi ve derneğin facebook ve twiter sayfaları vasıtasıyla da yapılan faaliyetlerin duyuruları yapılmaktadır.
Yukarıda hakkında bilgi verilen Selefi-Vehhabî internet sitelerin dışında Ebu Muaz (Seyfullah Erdoğmuş), Ebu Zerka, Mehmet Emin Akın gibi davetlilerin resmî internet siteleri, Okur Derneği internet sitesi, Taybe İlim Derneği internet sitesi ve diğer bütün Selefi-Vehhabî kişi ve derneklerin internet siteleri Selefi-Vehhabî dave-tinin önemli internet siteleridir. Bu internet sitelerinden Selefî-Vehhabî davetlilerin özgeçmişleri, davet metotları, eserleri, faaliyetleri gibi konular hakkında bilgiler elde edilebilir.
Dernek, Kur’an Kursu ve Medrese Faaliyetleri 3.4.3.I. Dernek ve Kur’an Kursu Faaliyetleri
Türkiye’de dernekler, Selefî-Vehhabî davetinin en önemli araçlarından biridir. Bu derneklerde Selefi-Vehhabî davetçiler tarafından ders ve sohbetler yapılmaktadır. Yılın belirli zamanlarında yapılan geniş çaplı seminer organizasyonları da bu derneklerin önemli faaliyetlerindendir. Ayrıca bazı derneklerin bünyesinde Medrese ve Kur’an kursu da bulunmaktadır. Türkiye’nin birçok şehrinde muhtelif isimlerde Selefî-Vehhabî dernekleri davet faaliyetleri yürütmektedir. Bu derneklerin en kap-samlıları İstanbul’daki Tevhid ve Sünnet ilimlerini Yayma Derneği, İzmir’deki Çağrı Derneği ve Gaziantep’teki Asr-ı Saadet Derneği’dir. Şimdi bu dernekler ve dernekle-rin bünyesinde bulunan Kur’an kursları hakkında bilgiler verilecektir.
1- Tevhid ve Sünnet ilimlerini Yayma Derneği:
Hüseyin Cinisli ve Emrah Orhan Kurugöllü’nün İstanbul’da kurmuş olduğu bu dernek Türkiye’deki en kapsamlı Selefi-Vehhabî derneğidir. Ataşehir’de yer alan bu derneğin çatısı altında, İmam Muhammed b. Abdülvehhab Medresesi, İman Mescidi, erkek öğrenci yurdu, kız ve erkek Kur’an kursları ve bir de yayınevi bulunmaktadır. İzmir’deki İlim Derneği,
Bayburt’taki Nasihat Derneği ve Denizli’deki İrşat Derneği de bu derneğin çatısı altında faaliyetlerini yürütmektedir.
İman Mescidi’nde vakit namazları ve Cuma namazı kılınmaktadır. Dernekte düzenlenen sohbetler de bu mescidde yapılmaktadır. Yeni kurulan ve henüz eğitim sistemi oturmayan medresede Selefi-Vehhabî doktrinler öğretilmektedir. Kur’an kurslarında Kar’an-ı Kerim öğretiminin yanı sıra buradaki bazı talebelere hafızlık yaptırılmaktadır. Medrese ve Kur’an kursu talebeleri (kız talebeler hariç) derneğin yurdunda ikame etmektedirler. Yayınevinde de dernek bünyesinde faaliyet gösteren davetlilerin (Hüseyin Cinisli ve Emrah Orhan Kurugöllü) telif ettikleri eserler yayınlanmaktadır. İzmir’de faaliyet gösteren ilim Derneği’nde Ilyas Bulut, Fatih Bulut, Hüseyin Cinisli ve Emrah Orhan Kurugöllü muhtelif konularda ders ve sohbetler yapmaktadırlar. Yılda bir defaya mahsus çeşitli illerdeki otellerde, Türkiye’den ve dünyanın birçok yerinden Selefi-Vehhabî davetlilerin katılımıyla gerçekleştirilen birkaç günlük Eğitim ve Dinlenme Seminerleri de bu derneğin yürüttüğü faaliyet-lerdendir.
2- Çağrı İlim Yayma Kültür Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (Çağrı-Der):
Izmir merkezli bu derneğin çatısı altında Kur’an kursu ve erkek öğrenciler için yurt bulunmaktadır. Kur’an kursunda eğitim alan bazı öğrencilere burada hafızlık yaptırılmaktadır. Bu öğrencilerin bir kısmı derneğin yurdunda yatılı olarak kal-maktadırlar. Dernekte Kur’an kursu dışında Selefi-Vehhabî davetçiler tarafından ders ve sohbetler yapılmaktadır. Bu ders ve sohbetler, Feyzullah Birışık, Ebu Said el-Yarbuzî, Ebu Emre (Hüseyin Alıcı), Şemsettin Ozaykan gibi davetçiler tarafından yapılmaktadır. Yaz aylarında yapılan geniş çaplı seminerler de bu derneğin önemli faaliyetlerindendir. Bu seminerlere Türkiye’deki ve dünyanın çeşitli yerlerindeki davetçiler, hatip olarak katılmaktadırlar. Bu sene ikincisi düzenlenen Kardeşlik ve Buluşma Semineri Abdullah Yolcu, Feyzullah Birışık, Ebu Enes, Şemsettin Ozaykan gibi davetlilerin katılımıyla gerçekleşmiştir.
3- Asr-ı Saadet ilim Araştırma ve Yayma Derneği:
Dernek, Ubeydullah Arslan tarafından 2006 yılında Gaziantep’te kurulmuştur. 2014 yılında beş katlı yeni binasına taşınan bu derneğin bünyesinde bugün yatılı Kur’an kursu ve Gaziantep Üniversitesi Davet Kulübü faaliyet yürütmektedir. Dernek’te bheydullah Arslan’ın akaid, hadis, tefsir, fıkıh, davet gibi konulardaki ders ve sohbetlerinin yanı sıra derneği ziyaret eden Selefi-Vehhabî davetlilerin sohbetleri de gerçekleşmektedir. Yatılı Kur’an kursunda öğrenciler 4-6 yaş gurubu, 8-10 yaş gurubu ve 10-15 yaş guruplarına ayrılarak ders görmektedirler. Burada ders gören öğrenciler derneğin yurdunda yatılı olarak kalmaktadırlar. bheydullah Arslan, Gaziantep Üniversitesi Davet kulübüyle de her Pazar sabah 10-12 saatleri arası bir kafede üniversite öğrencileriyle kahvaltı yaparak dini söyleşilerde bulunmaktadır.
Medrese Faaliyetleri
Medreseler Türkiye’de uzun bir geçmişe sahip dinî ilimlerin öğretildiği ku- rumlarından biridir. Türkiye’deki eğitim sistemine yayınevi ve derneklerle başlayan Vehhabîler de bugün medrese eğitim sistemini kullanmaya başlamışlardır. 2014 yılı itibarı ile kullanılmaya başlayan bu sistem şimdilik derneklerin bünyesinde faaliyet-lerini sürdürmektedirler. Vehhabîler için bu adım zamanla Türkiye’de bir ekol oluş-turmanın ilk adımı olabilir.
Araştırmalar neticesinde bugün Türkiye’de medrese nitelikleri taşıyan iki adet Selefi-Vehhabî medresesinin faaliyete başladığı tespit edilmiştir. Bunlar, imam Ah- med Vakfı bünyesinde bulunan imam Ahmed Medresesi ve Tevhid ve Sünnet ilimle-rini Yayma Derneği bünyesinde bulunan imam Muhammed b. Abülvehhab Medrese- si’dir. Bunların dışında Ankara’da Selefl-Vehhabî davetçiler olan Harun Yıldırım ve Hüseyin Alıcı (Ebu Emre)’nın derneği olan ihya Derneği’nin çatısı altında yeni bir medrese inşaatına başlanmıştır. Selefi-Vehhabî davetçi Ebu Said el-Yarbuzî’nin Antalya’da Yarpuz Medresesi adında bir medresesi vardır; ancak bu medrese nitelik-leri bakımında diğer Selefi-Vehhabî derneklerinden farksızdır. Burası Ebu Said’in ders ve sohbet faaliyetlerini yürüttüğü bir yerdir.
1- İmam Ahmed Medresesi:
Bu medrese, Selefi-Vehhabî davetçi Ebu Zer- ka’nın İstanbul’da kurmuş olduğu sekiz katlı imam Ahmed Vakfı’nın yatakhanelerle birlikte dört katını içine almaktadır. Bir katı yatakhane, bir katı bayanların derslikleri ve diğer iki katı da erkeklerin derslikleridir. Diğer katlarda da idafi bölümlerin yanı sıra buradaki öğrencilerin yeme, dinlenme ve okuma ihtiyaçlarını gidermeleri için yemekhane, dinlenme salonları ve kütüphaneden oluşmaktadır. Henüz eğitime başlamayan bu medresede, yüzü yatılı olmak üzere toplamda dört yüz öğrenciye ders verilmesi planlanmaktadır. Medreseye öğrenci alımındaki en önemli kriter “cehaleti özür görme” meselesidir. Cehaleti özür görmeyenler hatta özür görüp bazı konuların ihtilaflı olduğuna inananlar dahi medreseye alınmamaktadır. Öğrencilerin Türkçe bilmesi dışındaki diğer bir kriter de tezkiye usulüdür. Tezkiye usulü, talebelerin medreselere referanslı bir şekilde alınacağı anlamına gelmektedir. Burada dersler, başta Ebu Zerka olmak üzere Ebu Zerka’nın seçeceği diğer Selefi-Vehhabî davetçiler tarafından akide, tefsir, fıkıh, usûl, Arapça, hafızlık gibi alanlarda verilmesi planlanmaktadır. Ayrıca metin dersleri yapılarak Selefi-Vehhabî klasik eserlerin okutulması dü-şünülmektedir. Medreseye alınacak olan bayan öğrencilere de bayan davetçiler ders verecektir. ilerleyen zamanlarda okul öncesi, ilk ve ortaokul öğrencilerine de ders verilmesi planlanmaktadır.
2- İmam Muhammed b. Abdülvehhab Medresesi:
Medrese Hüseyin Cinis- li ve Emrah Orhan Kurugöllü’nün İstanbul’da kurmuş oldukların yedi katlı Tevhid ve Sünnet üimlerini Yayma Derneğinin bünyesi altında yer almaktadır. 2014 yılı itibarı ile eğitim-Oğretime başlamış bulunmaktadırlar. Öğrenci alımında net bir kriter belirlemeyen davetçiler, 15 yaşını tamamlayanları medreseye kabul etmekte ve aldıkları bu öğrencileri sekiz aylık temhid (ıslah etme, düzeltme) kuruna tabi tutmaktadırlar. Bu sınıf bir deneme süreci olup, sekiz ayı medrese ahlakına uygun, başarılı bir şekilde tamamlayanlar ikinci sınıfa geçmeye hak kazanmaktadırlar. Burada Hüseyin Ci- nisli ve Emrah Orhan Kurugöllü gibi Selefî-Vehhabî davetçiler Arapça, fıkıh, tefsir, Kur’an, akide, davet gibi alanlarda dersler vermektedirler.
Günümüzde Türkiye’deki Selefî-Vehhabî medreselerin sayısı tespit edebildi-ğimiz kadarı ile en az iki tanedir. Buradaki Vehhabîlerin ilk kurumu olan Guraba Yayınevi, 1992 yılında kurulmuş ve bunun dışında bugün sayıları altıyı bulan yayı-nevleri vardır. Dernek faaliyetleri genel olarak 2002 yılından sonra başlamış olup, bugün Türkiye’nin birçok ilinde yirmiyi aşkın dernekleri vardır.
Medreseler de 2014 yılında kurulmaya başlamış ve ikisi faaliyete başlamış, biri yapım aşamasında olup sayıları toplamda üçü bulmuştur. Bütün bunlar gelecekte Türkiye’nin, Selefî- Vehhabî düşünce sisteminin tesiri altında kalacağının bir göstergesi olabilir.
Elçi
Elçi “halk, ülke, devlet” anlamına gelen Türkçe “el, il” isim kökünden türetilmiş bir kelimedir.
Bir devleti temsil etmek üzere başka bir devlet nezdinde görevlendirilen diplomat anlamında kullanılmaktadır. Tarihi İlkçağa kadar giden elçilik müessesesi zamanla sağlam bir gelenek ve hukuki statü kazanmış, bu statü “Elçiye zeval olmaz” Türk atasözüyle veciz biçimde ifade edilmiştir.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar