Okuyalım
Hz. Osman’ı Kader(yani rıza) İstemiş.
Hafs b. Amr er-Rabâlî, Zeyd b. Hubâb, Fudayl b. Mezrûk, Zeyd b. Yusay’ Ali b. Talip (ö. 40/660) isnadıyla gelen bu rivayette Hz. Peygamber’in hayatta iken halifelerin sırasına, Hz. Osman eksiğiyle işaret etmesi dikkat çekicidir.
“Şayet siz Ebû Bekir’i yönetime getirirseniz, onu dünyada zahit, ahirete de çok rağbet ettiğini görürsünüz. Hz. Ömer ’i iş başına getirirseniz, onu güvenilir ve emin bulursunuz. Allah yolunda, hiçbir şekilde kınayanının kmamasına aldırmaz. Şayet Hz. Ali ’yi iş başına getirirseniz, o hidâyete götüren bir kimsedir ve sizi doğru yola götürür. Siz asla bunu böyle yapmayacaksınız”
[el-Heysemî, Keşfu’l-Estâr an Zevâidi’l-Bezzar, H. No: 1571, II, 225. (Bezzar bu hadisi Hz. Ali dışında bu isnatla rivayet eden kimseyi bilmiyoruz demektedir. Aynı yer).]
Abdullah b. Vaddâh el-Kûfî, Yahya b. el-Yemân, İsrâil, Ebu’l-Yakzan, Ebû Vail ve Huzeyfe isnadıyla gelen bir haberde sahabeden bir grubun Hz. Peygamber sallallâhü aleyhi ve selleme soru sormasıyla o da şu şekilde bir sıralama yapmaktadır . Sahabeden bir grup:
"Ey Allah ’m Rasûlu bizim için bir halife tayin etseniz” der. O da
"Şayet ben size herhangi bir kimseyi halife tayin edersem sizler benim halife tayin ettiğim kimseye asi olursunuz ve üzerinize azap gelir, "şeklinde karşılık verir. Bunun üzerine onlar:
Ebû Bekir ’i tayin etsek?
Hz. Peygamber de, “onu halife tayin etseniz, beden bakımından zayıf Allah ’ın emirlerine bağlılık bakımından güçlü bulursunuz."
Biz Ömer’i tayin elsek?
Siz Ömer'i tayin etseniz onu hem beden bakımından hem de Allah ’ın emrine bağlılık bakımından güçlü bulursunuz.
Biz, Ali ’yi tayin etsek?
Şayet Ali ’yi tayin ederseniz, ki asla böyle yapmayacaksınız, o sizi doğru yola götürür, ve onu hidâyete götüren bir kimse olarak bulursunuz"
[Heysemî, Keşfu’l-Estâr an Zevâidi’l-Bezzar, H. No: 1570, n, 224-225. Bezzar, “HadisiHuzeyfe’den başka, bu isnatla rivayet eden kimseyi bilmiyoruz” demektedir., 11,225. Dolayısıyla hadis “fert -gariptir”.]
Başımızdakiler kader mi yoksa rıza mı ortada…
“Hilâfet Kavramıyla İlgili Hadislerin Tetkiki Üzerine”
Hz. Peygamber sallallâhü aleyhi ve sellemin vefatından sonra yerine kimin geçeceği konusu, O’nun defni esnasında tartışılmaya başlanmış, o dönemin örfî anlayışları da göz önünde bulundurularak ensar ve muhacirûn tarafından Hz. Ebû Bekir halife seçilmiştir. Bu mesele Hz. Ebu Bekir’in halife seçilmesiyle bitmemiş, daha sonraki dönemlerde bunun siyasî yansımaları farklı boyutlar kazanarak artmış ve bazı rivayetlere de ulaşmıştır. Çok sayıda hadis kitabında yer alan hilafete konu olan hadisler senet ve metin bakımından incelenince şu sonuçlara ulaşılmıştır:
1. Hz. Peygamberin vefatından sonra yönetime geçenlerin, araştırmaya konu olan rivayetler dikkate alındığında değişik unvanlarla anıldıkları görülmüş ve mesela Hz. Ebû Bekir Halife, Hz. Ömer Emîru ’l-Mü 'minin, Muaviye ise Melik şeklinde isimlendirilmiştir. Ayrıca bu unvanlar dışında halifeler, Büyük Sultan ve İmam şeklinde de adlandırılmıştır. Dolayısıyla Hz. Ebû Bekir’le kullanılmaya başlanan halife kavramının Hz. Peygamber tarafından nasla belirlenen bir yönünün olmadığını söylemekte herhangi bir sakınca yoktur. Rivayetlerde yer aldığı şekliyle özellikle halifelerin halife, halifetu Rasûlillah ve halifetullah şeklinde isimlendirilme meselesinin Hz. Peygambere isnat edilmesi, rivayetlerin subûtu ve delaleti açısından söz konusu değildir. Ayrıca halifelerin isimlendirilmesi ile ilgili rivayetlerin birbirleriyle çeliştiği de görülmüştür.
2. Kur’an-ı Kerim’de bazı ayetlerde yer alan halife kelimesinin iddia edildiği gibi, siyasî anlamda hilâfete delil olması söz konusu değildir. Bahse konu olan ayetlerde dile getirilen husus, insanların yeryüzünde nasıl bir görev üstlenmeleri gerektiği ile ilgilidir. Ayrıca, Hz. Davud ve Süleyman’ın durumundan söz eden ayetler esas alınarak, hilâfetin Kur’an’m bir emri olduğunu söylemek de tutarlı bir yaklaşım değildir. Kanaatimizce Ehl-i Sünnet tarafından ayetlerin zorlanarak hilâfete delil gösterilmesinin nedeni, Şia’nın Hz. Ali’nin hilâfetinin nassa dayandığı iddiasına cevap verme gayretidir.
3. Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’nin hilâfet sıralarıyla ilgili bilgiler veren hadislerin sıhhatli olduğunu söylemek mümkün görünmemektedir. Her ne kadar söz konusu hadislerden bazılarının senet bakımından sıhhatli olduğu tespit edilse de, bu durum o hadisin metin sıhhati hakkında karar vermek için tek başına yeterli değildir. Yapılan metin tenkidi sonucunda rivayetlerin delaletlerinde problemler olduğu görülmektedir. Bir kısım rivayetlerde, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in ismi zikredilmiş, bazılarında da Hz. Osman ve Hz. Ali bu sıralamaya dahil edilmemiş bazı rivayetlerde ise, dört halifenin ismi hilâfete geçtiği sıra dahilinde rivayetlerde yer almıştır. Bu durum, rivayetlerin belli bir amaca yönelik olarak haraket eden kimselerce ortaya atıldığını göstermektedir.
4. Hz. Peygamber ile bir kadın ve Hz. Aişe arasında geçen özel bir konuşmaya dair rivayetlerin de siyasî olarak yorumlanması söz konusu değildir. Çünkü Hz. Peygamberin insanların problemlerini çözmek için ihtiyaç duyan her insanla konuştuğu ve onlara sorunlarının çözümü noktasında yardım ettiği bilinmektedir. Söz konusu rivayetlerin bir kısmının isnad bakımından sıhhatli olduğu görülse de Hz.Peygamberin bir kadına kendinden sonra yardım edebilecek kimselerin ismini
zikretmesi, ileride o kimsenin Hz. Peygamberin işareti ile halife olacağı anlamında düşünülmesi rivayetlerin delaleti bakımından zorlama bir yorum olarak görünmektedir. Hz. Peygamberin, kendinden sonra yönetime geçecek halifeleri rüyâsında gördüğüne dair rivayetler de senet bakımından zayıf olduğu gibi, Hz. Peygamberin hayatı boyunca bütün faaliyetlerini rüya yoluyla değil de bir işin gerekleri ne ise ona göre yaptığı ve meseleleri de vahyin yol göstericiliğiyle çözme yoluna gittiği gerçeğiyle çelişmektedir. Aynca Hz. Peygamberin hastalığı sırasında Hz. Ebû Bekir’i namaz kıldırmak için görevlendirmesi ile ilgili rivayetleri de halife tayini ile ilişkilendirmek mümkün değildir. Çünkü Hz. Peygamber daha Önceleri Hz. Ali’yi Tebûk Gazvesi’nde, Ummu Mektûm’u Hendek Gazvesi’nde ve Hz. Osman’ı da Zâtu’r-Rıka Gazvesi’nde yerine vekil olarak bıraktığı için aynı şeyi onlar için de düşünmek mümkündür. Bu husustaki rivayetler, daha sonraki nesil tarafından Hz. Peygamberin Hz. Ebû Bekir’i hilâfete işareti olarak yorumlanmış olup, yapılan senet ve metin tetkiki sonucunda bunun zorlama bir yorum olduğu belirlenmiştir.
5. Otuz sene hilâfetten sonra saltanatla yönetimin olacağı hususu hadislerde yer almıştır. Otuz yıllık nübüvvet hilâfetinden sonra saltanatla yönetimin, daha sonraki dönemde zorba krallık ve sonrasında da rahmet hilâfetinin yeniden olacağına dair rivayetler, senet bakımından zayıf olduğu gibi metin bakımından da delaletlerinde problemler olduğu görülmüştür. Nasıl ki hilâfeti, nassa dayanan bir kurum olarak kabul etmek söz konusu değilse, aynı şekilde saltanatı, zorba krallığı ve rahmet hilâfetini de ayet ve hadislere dayanan siyasal kurumlar olarak düşünmek doğru bir yaklaşım değildir.
6. Aynı dönemde iki halife ortaya çıktığında, diğerinin veya daha sonra halife olduğunu iddia edenin ne şekilde yönetimden uzaklaştırılacağı sorunu hadisler vasıtasıyla çözülmek istenmiştir. Böyle bir çözüm yolu söz konusu hadislerin senet ve metin tetkiki sonucu tutarlı görünmemektedir. Çünkü hadisler isnad bakımından zayıf olduğu gibi, metin bakımından da Hz. Peygamber sonrası siyasî rekabeti dile getirir niteliktedir.
7. Halifelerin sayısı hakkında ileri sürülen üç, beş ve on iki sayılarının yer aldığı rivayetlerin daha sonraki dönemlerde siyasî amaçla Hz. Peygambere isnat edildiğini söylemek mümkündür. Çünkü rivayetler isnad bakımından zayıf olduğu gibi metin bakımından da birimleriyle çelişmektedir. Bazı rivayetlerde “on iki emir” bazılarında ise “on iki halife” kavranılan yer almaktadır-. Aynca Emevî halifelerinin sayısının dahi 14 olduğu göz önünde bulundurulduğunda, halifelerin sayısının Hz. Peygamber tarafından tespit edildiği iddiası realiteye de ters düşmektedir. Hadis kaynaklarında yer alan on iki imam ve benzeri hadislerin ortaya çıkmasında Şia’nın on iki imam anlayışının etkisinin büyük olduğunu söylemek mümkündür.
8. Gelecekte halifelerden birinin çok mala sahip olacağı ve bu malı insanlar arasında dağıtacağını dile getiren hadislerin Hz. Peygambere ait olması söz konusu değildir. Çünkü vahyin bildirmesi dışında Hz. Peygamberin gelecekte vuku bulacak olaylar hakkında bilgi vermesi Kur’an’a aykırı bir durumdur. Ayrıca halife, mehdî ve deccal ilişkisini dile getiren hadislerin de hilâfetin nassa dayandığını iddia eden kimselerin iddialarını haklı çıkaracak sıhhatte olmadıkları yapılan senet ve metin tetkiki sonucunda görülmüştür.
9. Hz. Peygamberin vefatından sonraki dönemde Müslümanların siyasî literatürüne giren ve pek çok sayıda rivayette yer alan, ayrıca çeşitli tartışmalara konu olan hilâfet meselesi, günümüzde bazı kesimlerin zihinlerini meşgul etmektedir. Hilâfeti o günün şartlarına göre şekillenmiş siyasî bir kurum olarak görmeyerek ona dinî kutsiyet katmak isteyen ve bu kurumun yeniden hayata geçirilmesini dinî bir emir telakki eden dinî cemaat, grup ve oluşumlar bu düşüncelerini rivayetler yoluyla desteklemeye çalışmaktadırlar. Dolayısıyla bu grupların hilâfetle ilgili düşüncelerini mesnet kabul ettikleri dinî naslar/rivayetler çerçevesinde yeniden gözden geçirmeleri yararlı olacaktır. Aksi takdirde Kur’an’da yer almayan ve ayrıca Hz. Peygambere ait olduğu senet ve metin bakımından eleştiriye açık çok sayıda rivayet esas alınarak geçmişin siyasî tecrübelerini dinin mutlak emri kabul etmek gibi bir yanlışlığa düşülmüş olacaktır.
(Alıntı)
Hz. Osman’ın Bir Güzelliği Daha
Hz. Ebu Bekir’in kısmi bir seçimle göreve gelmiş idi. Ancak Hicri 13/miladi 634 Cemaziyelahir ayında vefat etti. Hastalığı sırasında da Hz. Ömer’i imam tayin etti. Bu göreve kendisinden sonra halifelik makamına Hz. Ömer’in geçmesini istiyordu. Çünkü Hz. Ömer, Ebu Bekiri’r-Sıddık zamanında icra olunan bütün işlerin tahakkuk etmesinde büyük yardımda bulundu. Bundan dolayı Hz. Ebu Bekir, halife olarak yerine geçecek en muktedir ve en liyakatlı şahsiyetin Hz. Ömer olduğuna kani olmuştu . Hz. Ebu Bekir bu düşüncesini Abdurrahman b. Avf, Osman b. Affan , Sa’d b. Ebi Vakkas ,Üseyd b. Hudayr gibi Ensar ve Muhacirlerin ileri gelenlerine söyledi. Abdurrahman b. Avf , Hz. Ebu Bekir’in bu düşüncesine olumlu baktı fakat Hz. Ömer’in sert bir mizaca sahip olduğunu belirtti. Bunun üzerine Ebu Bekir: “Bunun nedeni onun beni yumuşak görmesidir. Eğer iş ona düşerse şu anda yaptıklarının pek çoğunu yapmayacaktır. Ben kendisini uzun uzun gözetledim. Birisine kızdığım zaman beni ondan hoşnut etmeye çalışırdı. Birisine yumuşak davrandığımda ona karşı daha sert davranmak yolunu gösterirdi” dedi.
Abdurrahman b. Avf, Hz. Ömer’in halife olacak özelliğe sahip olduğunun farkındaydı ve bu sebepten dolayı onun halife olmasında bir sakınca görmemekteydi. Hz. Ebu Bekir Avf’dan olumlu bir yanıt alınca Hz. Osman’a düşüncesini söyledi. Hz. Osman’da Hz. Ömer’in içinin dışından daha iyi olduğunu söylemiş ve aramızda bu vazifeye en uygun kişi Ömer’dir demiştir. Hz. Osman’ın bu müspet cevabından sonra, Ensar ve Muhacirin ileri gelenleride olumlu cevaplar vermiş idi.
Ancak Hz. Ömer’i destekleyip halife olması yönünde olumlu kararlar bildirenler kadar menfi yönde onu eleştiren ve halife olmasını istemeyen kişilerde var idi. Bu yönde itirazlarını bildirmek maksadıyla bazı sahabeler Hz. Ebu Bekir’in yanına gitmişlerdi. Talha b. Ubeydullah bunlardan bir tanesiydi. O, Ömer’i niçin halife tayin ediyorsun, Rabbi’ne nasıl cevap vereceksin diyerek Hz. Ebu Bekir’e itirazını belirtmiş idi. Bu sözleri hasta yatağında duyan Hz. Ebu Bekir hem öfkelenir hem de biraz da üzülür ve “beni oturtun” der. Oturduktan sonra, Talha’ya, ; “Beni Allah’a vereceğim hesapla mı korkutuyorsun. Ben Allah’a diyeceğim ki, bu dünyada mevcut en iyi şahsı tavsiye ettim. Ben Ömer’i sizden daha iyi tanıyorum. Ben Allah’ı da sizden daha iyi bilirim. Ömer, şüphesiz serttir; fakat hilafete geçip mesuliyeti yüklenirse başka şekilde hareket edecektir” diyerek Talha’nın itirazına cevap vermiş idi.
Daha sonra ise Hz. Osman’ı çağırıp şu vasiyeti yazdırmıştır. Bu vasiyetname de Hz. Ebu Bekir şöyle demekteydi:—
Yargılayan, bağışlayan Allah adıyla. Abdullah b. Ebu Kuhafe’nin dünyadan çıkarken son deminin hitamında, ahirete giderken ilk deminin başlangıcında , kafirin imana , facirin iykana geldiği , yalancının bile doğru söylediği son deminde ki ahit ve vasiyetidir. Ömer b. Hattab’ı kendime halef tayin ediyorum. Onun sözünü dinleyiniz. Ona itaat ediniz . Ben bununla Allah’a ve peygamberine, dinime, kendime ve size iyilik istemiş bulunuyorum. Adalet üzerine yürürse ondan umudum ve beklediğim budur. Başka bir hareket tarzı takip ederse, biliniz ki, kişi ne işlerse onu kazanır. Benim maksadım ve gayem hayırdır. Gaybı bilmem. Zulüm edenler, nelere duçar olacaklarını kendileri de bilir. Allah’ın selamı, rahmet ve bereketi üzerinize daim olsun.”
Daha sonra yazdırdığı vasiyetnameyi mühürledi. Hz. Osman bu vasiyeti dışarı çıkıp halka okudu. Kendiside evinin penceresine yaklaşarak, burada toplanan halka, başınıza, akrabamdan birini değil, Hattab oğlu Ömer’i seçtim , kabul ediyor musunuz diye sordu. Halk halifenin bu sorusuna olumlu yanıt vermiş idi.
Hz. Osman Mekkeliler arasında okuma yazma bilen az sayıda ki kişiden biriydi. Bu sebepten, Hz. Peygambere vahiy katipliği de yapmıştır. Hz. Osman Hz. Peygamberin sünnetine ve Kuran-ı Kerimin kurallarını yaşamı boyunca tatbik etmiştir. Hz. Peygamber Hz. Osman’dan dolayı aşırı haya ve edep sahibi bir kimse olarak bahsetmiştir. Hatta “göklerde melekler bile Osman’ın hayasına bakar da utanırlar” demiştir. Aynı şekilde “Her Peygamberin cennette Refiki vardır, benim cenneteki refikimde Affan oğlu Osman’dır” diyerek ona şereflerin en büyüğünü vermiş idi. Hz. Peygamber’in vefatıyla beraber aynı şekilde samimi bir müslüman olarak hayatını yaşamaya devam etmiştir. Ebu Bekir’in Halifeliği döneminde de O’na biat etmiş ve O’nu katipliğini üstlenmiştir. Hz. Ebu Bekir’in vefatından önce yazdırdığı vasiyet name de göstermiş olduğu doğrulukla yine samimi ve adil bir müslüman olduğunu kanıtlamıştır.
Hasta olan Ebu Bekir, kâtibi Hz. Osman'ı çağırmış . Benim söylediklerimi yaz demiştir. Besmele ve salvele'den sonra
“Allah' ın kulu olan Ebu Bekir bu dünyadaki son dakikada ve öbür dünyaya intikal edeceği ilk dakikada sizden, aşağıdaki hususları istiyor. Ben sizin için şu şahısa biat etmenizi istiyorum...”
dedikten sonra isminin yerini boş bırakmış ve o anda bayılmıştır. Hz. Ebû Bekir bayıldığı için, Hz Osman cümleyi tamamlayamamıştır. Sonra Osman cümleyi tamamlayarak “Ömer” adını yazmıştır.
Kendine gelen Hz. Ebu Bekir Hz. Osman’ın yaptığı bu hareketten dolayı “Sen kendi adını da yazabilirdin fakat Ömer’in adını yazdın Allah senden razı olsun, Sen halifeliğin bütün vasıflarına sahipsin” demiştir.
Daha sonra Hz. Ebu Bekir halefini çağırarak ona bir çok nasihatte bulundu. Hz. Ebu Bekir’in bu kararı almasında, şüphesiz kendi başkanlığının seçimi zamanında ümmetin parçalanma noktasına gelmiş olmasının, böyle bir tecrübe yaşanmasının önemli bir etkisi olmuştur. Müslümanların tekrar aynı tehlike ile karşı karşıya kalmasını istememesi onu bu kararı almaya zorlamıştır.
Hz. Ebu Bekir’in vefatı ve defnedilmesiyle beraber Hz. Ömer halifelik makamına geçmiş idi. Halktan ilk biati de Mescid-i Nebevi de kabul etmiştir. Böylelikle Hz. Ömer resmen İslam devletinin 2. Halifesi seçilmiş idi. Hz. Ömer’in bu şekilde halifeliğe gelmesi dolayısıyla istihlaf adı verilen, önceki yöneticinin kendisinden sonra kimin yönetime geleceğini etrafındakilerle istişare ettikten sonra açıklaması şeklindeki seçim biçimi ortaya çıkmış olmaktaydı.
Hz. Ömer’in vasiyet yoluyla olduğu kadar Ehl-i hal ve’l akd diye tabir edilen seçkinler zümresi ve halkın görüşünün de alınmasıyla bu göreve getirildiğini görmekteyiz. Böylelikle Hz. Ömer vasiyet yoluyla halife olan ilk kişi olmuştur. Hz. Ömer’in göreve gelme biçiminde demokratik bazı uygulamaların varlığı da dikkat çekmektedir. Hz. Ebu Bekir’in halkın ileri gelenlerine düşüncelerini sorması ve olumlu yönde cevap alması bunun destekleyicisi niteliğindedir. Aynı zamanda vasiyetten sonra Hz. Ebu Bekir’in halka Hz. Ömer’i halife olarak onaylıyor musunuz diye sorması da kısmi seçimin ve demokrasinin göstergesiydi. Hz. Ömer Ashabın ve halkın seçimiyle göreve geldiğini söylemek de kanaatimizce yanlış olmayacaktır. Bununla birlikte, Hz. Ömer'in bu şekilde (vasiyetle) halife tâyin edilişi tartışma
konusu olmuştur. Hz. Ömer'in "meşveretsiz" ve "anti- demokratik" halife olduğu, Sünnet'e uygun olmadığı ileri sürülerek eleştirilmiştir. (alıntı)
Hz. Ali kerremallâhü aleyhi vecheh ve İlim
Hz. Ali halifeliği devralmasının ardından eğitime ve öğretime karşı büyük önem vermiş bunu geliştirmek ve ilerletmek hususunda büyük çabalar sarfetmiştir “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum” diyen İslam devletinin liderinin eğitime ve öğretime yaklaşımını ifade eden bu söz , eğitime karşı söylediği en güzel sözlerden bir tanesidir. Hz. Ali çağının o zorlu şartlarında dahi toplumunu eğitmeyi ve yetiştirmeyi amaçlamıştı. Bu amaçla bilime , bilimsel çalışmalara, eğitime büyük değer vermiş ve bunları, kendi döneminde toplumuna kazandırmayı amaç edinmiştir. Ayrıca, tüm zamanlara katkı sağlayacak bilimsel, kültürel gelişimlerin harçlarını da ana yapıya koymuştur.
Toplumun her dönemde daha da ilerlemesi için mücadele eden Hz. Ali, bilgi ve eğitimin cahilliği daima yeneceğinin ifade etmekteydi. Bu hususta Hz. Ali “İlim öğrenin, onunla tanınırsınız. Onunla amel edin, onun ehlinden olursunuz. Çünkü sizden sonra öyle bir zaman gelecek ki hakkın onda dokuzu inkar edilecek. O zaman sadece tövbekar ve Allah’a tam yönelenler kurtulacak. Onlar hidayet önderleri ve ilim meşaleleridir” diyerek ilmin öğretilmesinin ve öğrenilmesinin insanlara neler kazandıracağını belirtmiştir (İbni Kesir, ?:6). Hz. Ali gericiliğin ancak ilim ve eğitimle oluşacak bilinçle yok edilebileceğine inanmaktaydı. Halifeliği süresince de geleceğin idarecileri ve yöneticileri olan çocukların eğitimine büyük önem vermiştir. Onların en güzel şekilde yetişmesi için önemli çalışmalar yapan Hz. Ali çocukların güzel değerlere sahip olarak yetişen kişiler olması yolunda çaba sarfetmiştir.
Hz. Ali eğitimi sadece bilimsel kapsamlı çalışmalardan ibaret olmadığını, insanların yetiştirilmesinin bir aracı olduğunun da bilincindeydi. Kendisi de, Hz. Peygamber’in eğitiminden geçen Hz. Ali“İlim Kapısı ve Adil bir lider” idi.
Hz. Ali kendisini yetiştirmiş bir insandı. Özellikle edebiyat alanında şiirlerle ilgilenmiş olan Hz. Ali kaynaklara göre kesinliği tam olarak bilinmemekle birlikte bazı kitaplar yazmış idi. “El- Kaşidetü’z -Zeynebiyye, Cennetü’l-Esma, Münacaat, Muhannes” gibi bir çok kitabın Hz. Ali tarafından yazıldığı ifade edilmektedir. Aynı zamanda mektup, emirname ve vasiyetlerinin yer aldığı Nehc’ül Belaga’da onun önemli bir eseridir. Fakat Hz. Ali’nin bir çok eserinin 1055 yılında Bağdad Şahpur Kütüphanesinde yandığını ve kaybolduğunu kaynaklar belirtmektedir. Bununla beraber Hz. Ali cesaret, bilim, fıkıh ve güzel konuşmada oldukça yetenekli bir kişiydi. Şam'da bilgin ve İslâm hukukunda âlim geçinenlerin ona karşı şer'î mes'elelerde tartışmaya kalkışmaları kedilerin arslana karşı mırıldanmalarına benzerdi (Ahmed Cevdet Paşa,1981:436). Öyle ki Hz. Ali’nin şehit edilmesi haberi, onun en büyük rakibi Şam Valisi Muaviye’ye ulaştığında:
”Ebu Talib’in ölümüyle fıkıh ve ilim gitmiştir” diyerek Hz. Ali’nin ilim adamlığına hayranlığını dile getirmişti .
Hz. Peygamberin yanında yetişmesinden dolayı Kuran’ın iniş aşamalarına tanık olan Hz. Ali, böylelikle Kuran’a vakıf biri olarak yetişmiştir. Özellikle Raşid halifeler döneminde Kur’an bilgileri üzerine ünlenmiş simalardan bir tanesi de Hz. Ali olmuştur. Rivayetlere göre Hz. Ali’den 586 hadis nakledilmiştir.
Hz. Ali kendinden önceki seleflerinde olduğu gibi eğitime ve öğretime büyük önem vermiştir. Hilafeti döneminde öncelikli olarak Kuran ve hadis eğitimine önem veren Hz.Ali bunun yanı sıra siyaset, ekonomi ve ahlak derslerinide ön planda tutmuştur. Çağın gerekleri doğrultusunda hareket eden Hz. Ali eğitim ve öğretimde toplumu yetiştirmeyi kendisine ilke edinmiştir. Bu hususta okullar açılmasına öncülük eden Hz. Ali, özellikle çocukların yetişmesinde oldukça titiz davranmıştır.
Hz. Ali açmış olduğu okullarda başta kendisi olmak üzere bir çok muallimi de dersler vermek üzere tayin etmiştir. Örneğin, Hz. Ali başkentte açmış olduğu okula öğretim görevlisi olarak atadığı Ebul Esved Dueli, Arapça grameri;
Abdurrahman Sülemi, Kur’an dersleri; Kumeyl İbni Ziyad, Fen bilimleri; Ubade bin Sabit ve Ömer bin Seleme Arap dili ve edebiyatı dersleri verdiler. Kendiside okulda belagat (Retorik, dilbilgisi kurallarına uygun güzel konuşma ve yazma), Kur’an hadis ve fıkıh dersleri veriyordu . Bu şekilde yetişecek olan yeni neslin Arapların karanlık dönemlerinden uzak yepyeni bir dönem açmaları için mücadele etmiştir. Toplumunun her zaman bir adım daha ilerlemesi için hiçbir fedakarlıktan çekinmemiştir. Kendisi de bir ilim adamı olan Hz. Ali, eğitimsiz toplumun yok olup gideceğinin farkındaydı.
Toplumun kalkınması ve ilerlemesi hususunda önemli atılımlar gerçekleştiren Hz. Ali kendisi de bir çok kitap yazarak bunu göstermişti. Hz. Peygamber’in bir hadisine göre, “Tanrı bilimin beşte dördünü Ali’ye verdi. Kalan birinde de onu insanlara ortak yaptı” diyerek Hz. Ali’nin üst düzeyde bir ilime sahip olduğunu gayet açık şekilde dile getirmişti.
Bunun yanı sıra Hz. Ali’nin eğitime ve öğretime dair söylemiş olduğu şu vecizeler, onun tam bir eğitim neferi olduğunu ispatlamaktadır. Buna göre Hz. Ali:
“ İlim bayrağımdır, nereye gitsem benimledir”.
“İlim bütün iyiliklerin anahtarıdır”.“
İlim hiçbir servet ile satın alınmaz. Onun içindir ki, bir cahil ne derecede zengin olursa olsun, en fakir bir alim ile mukayese olunmaz”.
“İki şey vardır ki sonu bulunmaz; ilim, akıl”.
“İlimsiz ibadette, tefekkürsüz Kur’an okumakta hayır yoktur”.
“İlim meclisleri cennet bahçeleridir”.
“İlim mirasın hayırlısıdır”.
Sözleri ilme, ilmi öğretene ve öğrenene kısacası eğitime verdiği önemi göstermek için kanaatimizce kafidir…
Cihadın en faziletlisi zalim sultana adaleti söylemektir. [Ebû Dâvûd, Melâhim, 18.]
Sultan Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir. Kullarından zulme uğrayan herkes ona sığınır [Nureddin Ali b. Ebî Bekir el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid ve Menbeu’l-Fevâid (thk. Abdullah Muhammed ed-Derviş), Dâru’l-Fikir, Beyrut 1994, V, 355.]
Hz. Ömer’e atfedilen şu sözdür: “Allah Kur’an’la yola getiremediğini sultanla yola getirir.”
[ Ebû Bekir Ahmed b. Ali b. Sâbit el-Hatîb el-Bağdadî, Tarihu Medînetü’s-Selâm, Dâru’l-Garbi’l-İslâmî, Beyrut 2001, V, 173.]
“İsrailoğullarını peygamberler idare ediyordu. Bir peygamber öldü mü yerine başka bir peygamber geçiyordu. Gerçek şu ki, benden sonra peygamber olmayacaktır. Halîfeler olacak ve çoğalacaklardır. Ashab: Bize neyi emredersin? diye sorunca, Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Önce kime biat ettiyseniz onun biatına bağlı kalınız. Sonra onlara haklarını veriniz, şüphesiz Allah onları yönetimleri altına verdiği kimselerden dolayı sorgulayacaktır.” [Müslim, İmâre, 44.]
Hz. Fatıma, kocası Hz. Ali’nin halife olmasını istiyordu. Hz. Ebu Bekir’e biat edildikten sonra O, kocası Hz. Ali ile bir gece Ensar meclislerine uğrayıp onlardan yardım isteyince onlar da
“Ey Resulullah’ın kızı! Biz Ebu Bekir’e biat ettik. Eğer senin kocan ve amcanın oğlu, Hz. Ebu Bekir’den önce gelseydi, ona biat ederdik”
derler. Bunun üzerine Hz. Ali
“Rasulullah’ı evinde defnetmeden bırakıp insanlarla onun halifeliğini mi tartışsaydım?” der. Hz. Fatıma da
“Ebu’l-Hasan gerekeni yapmıştır. Onlar ise hesap ve sorgusu Allah’a kalan bir iş yapmışlardır”
[İbn Kuteybe, el-İmâme ve’s-Siyâse, s. 16.] diyerek Hz. Ali’yi destekler.
Hatta Hz. Ebu Bekir’in halife olmasına en çok karşı çıkanların başında gelen Hz. Fatıma’nın evi, bu konuda ne yapılacağının istişare edildiği bir merkez haline gelmiştir diyebiliriz. Hz. Ebu Bekir de Hz. Fatıma’nın kendi hilafetine karşı çıkmasını ciddiye alarak onu Medine’deki muhaliflerin başı gibi görür. Onun yanında bir araya gelenleri önlemek ister. Bunun için bir gün Hz. Fatıma’nın evinde toplanan bir gurubun dağıtılması için Hz. Ömer’i oraya gönderir. Hz. Ömer de buraya gelir ve içeridekilerin dışarıya çıkmasını ister.
Bunun üzerine Hz. Fatıma kapıya gelir ve ona Peygamber’in cenazesini ortaya koyarak ona danışılmadan ve onlara bu konuda bir hak tanımadan hilafeti ele geçirdiklerini söyler.
[a.g.e., s. 16-18.]
Ya’kubi, Hz. Fatıma’nın evinde Ensar ve Muhacirler’den Hz. Ebu Bekir’in hilafetine karşı olan bir gurubun toplandığını, bu sebeple Hz. Ömer’in, Hz. Ali ile tartıştığını, Hz. Fatıma’nın müdahalesi ile Hz. Ömer’in tartışmadan vazgeçtiğini daha sonra da bu muhaliflerin tek tek Hz. Ebu Bekir’e biat ettiklerini kaydeder.
[el-Ya’kubi, Ahmed b. Ebu Yakub b. Cafer, Tarihu’l-Ya’kûbi, Beyrut 1413/1993, C.2, s. 11.]
Hz. Ebu Bekir, Hz. Fatıma’nın toplumdaki yerini bildiği için, onu bu muhalefet düşüncesinden vazgeçirmek gayesi ile onun evine gelir ve ona olayların nasıl geliştiğini açıklar. Hatta o, Hz. Fatıma’nın bu tutumu sebebiyle istifayı bile düşünür.
[Abdurrezzak, Ebu Bekr Abdurrezzak b.Hemmame’s-Sa’ni, el-Musannef, Beyrut 1421/2000, C.5, s. 304-306; İbn Kuteybe, el-İmâme ve’s-Siyâse, s. 18; Rıza Savaş, a.g.e., s. 179-180.]
Hz. Aişe’ye göre Hz. Fatıma hayatta iken insanlar Hz. Ali’ye yönelmiş, O vefat edince Hz. Ali, insanların kendisinden desteklerini çektiğini hissetmiş ve bundan sonra Hz. Ebu Bekir’e biat etmiştir.[ İbn Kuteybe, a.g.e., s. 18; Rıza Savaş, Raşit Halifeler Devrinde Kadın, s. 194.s. 179-180.]
Allâh Rasûlü (sallallâhü aleyhi ve sellem) tebliğin ikinci aşamasında “En yakın akrabanı uyar!” (26/şuarâ, 214.) âyeti gereği, davetinin sesini artık bir perde daha artırmakla yükümlü kılınmaktaydı. Söz konusu âyet, bi’setin dördüncü yılı nâzil olmuştur.
Bu konuda kendisinden gelen şu rivâyet, bizlere, vahyin ilk evresinde Hz. Ali’nin nasıl bir tavır içerisinde olduğunu belirgin bir şekilde göstermektedir:
“En yakın akrabanı uyar!” âyeti geldiğinde Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem), ehl-i beytinden olanları bir araya getirdi. Sayıları otuzdu. Yediler, içtiler. Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) onlara:
“Hanginiz benim, dinimin gereklerini yerine getirmeyi, sözlerimi dinlemeyi taahhüt eder ki’ [Orijinali böyle olan bu ifadeyi: “Borçlarımı ve sözleşmelerimi /vaadlerimi ödemeyi, yerine getirmeyi kim tazmin eder / bana garanti verir?”] benimle beraber cennette olabilsin ve ailem arasında da benim Halîfem olsun?” diye sordu. Akrabalarından birisi bu sözler karşısında:
“Ey Allâh’ın Rasûlü! Sen bir denizsin. Kim bu vazifeyi yerine getirebilir ki?’ dedi. Sonra Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) bunu üç defa tekrar etti. Fakat hiçbir cevap alamadı.
Bunun üzerine -Hz. Ali- “Ben kabul ediyorum’ dedim.”
Bu rivâyete baktığımızda ve tarihsel verileri karşılaştırdığımızda Hz. Ali’nin bu dönemde, henüz on iki-on üç yaşlarında olduğu anlaşılmaktadır. Onun bu küçük yaşına rağmen, inatçı müşriklerin direnmeleri karşısında nasıl bir irade hâkimiyetine sahip olduğunu ve Hz. Peygamber’in (sallallâhü aleyhi ve sellem) de ona ne denli saygı gösterdiğini bu iki mervî olay ortaya koymaktadır.
[ibn Hanbel, Ahmed (v. 241/842), Musned, Thk. Şuyb el-Arnavût, Âdil Murşid, Muessesetü’r- Risâle, Beyrut 1999, c. II, 883; 1371; ibn Kesîr, Imâdüddîn Ebi’l-Fidâ ismail b. Ömer (v. 774/1372), Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Dâru Sâdır, Beyrut, t.y., c. IV, s. 104-105; el- Kandehlevî, Muhammed Yusuf (v. 1384), Hayâtu’s-Sahâbe, Muessesetu’r-Risâle, Lübnan 1999, c. I, s. 126-127. ]
Bazı Şeyleri Anlamak Mümkün Değil
Hz. Hüseyin ve onu sevenler, Hz. Hasan’ın naaşını dedesi Hz. Peygamber’in kabri civarına defnetmek istemişlerdir. Çünkü Hz. Hasan bu konuda vasiyette bulunmuş olmakla birlikte, bir fitnenin kopma ihtimali söz konusu olursa başka bir Müslüman mezarlığına gömülmesini tavsiye etmişti. Hz. Hüseyin Hz. Aişe’den bu konuda izin isteyince Hz. Aişe buna müsaade etmiştir. Ancak Mervan b. Hakem gibi Muâviye taraftarları Hz. Hasan’ın Hz. Peygamber’in yanına defnedilmesini engellemeğe çalışmışlardır.
Hz. Hüseyin onların böyle karşı koymalarına mani olmak istemişse de ona şöyle söylenmiştir: “Ağabeyin Hasan, Rasûlullah'ın yanına defnedilmeyi vasiyet etmiş, ancak bu defin işinin Müslümanlar arasında bir fitneye sebep olması hâlinde herhangi bir Müslüman mezarlığına gömülmeyi de tavsiye etmişti. ste bu bir fitnedir.” Bu sözler üzerine, Hz. Hüseyin susmuştur. Ardından kardeşinin cenazesini Said b. Âs’in kıldırmasına izin vermiştir.
Rivayete göre H. 20 (M. 642) senesinde Hz. Bilal, ölümünün yaklaştığını hissetmiş ve bununla ilgili hisleri Hz. Peygamber’in rüyasında görmesi ile pekişmiştir. Rüyasında Hz. Peygamber ona “Ya Bilal bu ne cefâdir, hâla beni ziyaret zamanı gelmedi mi?” demiştir. Bunun üzerine o sıralarda Şam’da yaşamakta olan Hz. Bilal hemen bineğine binerek Medine’ye gelmiştir. Burada Hz. Peygamber’in kabrine gelip ağlayarak yüzünü sürmüştür.
Onun geldiğini haber alan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin onun yanına gelmişlerdir. Hz. Bilal, onları kucaklayıp öpmüştür. Onlar da: “Ya Bilal! Biz senin ezanını duymak istiyoruz” demişlerdir. O da kabul edip mescidin damına çıkarak ezan okuyunca Medine halkı eski günleri hatırlayarak ağlamışlardır. [Zehebî, Siyer, I, 358-359.]
Abdullah b. Abbas Hz. Hüseyin’in öldürüldüğü gece rüyasında Hz. Peygamber’in elinin içinde kan toplayan kabıyla görmüştür. Bunun üzerine Abdullah b. Abbas ona sebebini sormuştur. Hz. Peygamber de ona elindekilerin Hz. Hüseyin ve onunla beraber olanların kanı olduğunu, bu kabı Allah’a takdim edeceğini söylemiştir. Bunun üzerine uyanan Abdullah b. Abbas olayı anlamış ve rüyasını insanlara anlatmıştır.
Aynı şekilde Hz. Hüseyin’in ölümü o sıralarda Medine’de bulunan Ummu Seleme’nin rüyasında bildirilmiştir. Buna göre o rüyasında Hz. Peygamber’in saçı ve sakalının topraklı olduğunu görmüştür. Ummu Seleme ona bunun sebebini sormuştur. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Ummu Seleme’ye: “Az önce Hüseyin’in öldürülüşüne şahit oldum” demiştir
[Tirmizî, Sünen, V, 657; Hz. Peygamber’in Hz. Hüseyin’in sehit edilmesini ön gören hadislerinin değerlendirmesi konusunda bkz. Abdullah Karahan, “Hz. Hüseyin’in Öldürüleceğini Bildiren Rivâyetler Açısından Hadis Kaynaklarında Kerbela Olayı”, Çeşitli Yönleriyle Kerbela Sempozyumu,Sivas 2010, III, 23-58.]
Hz. Hüseyin de Kûfe yolundayken bir rüya gördüğünü açıklamıştır. Bu rüyasında Hz. Peygamber’in kendisine bir emir verdiğini, bu emri yerine getirmek üzere gittiğini, bunun ister lehine olsun, isterse aleyhine olsun yerine getireceğini anlatmıştır. [Taberî, Târîh, III, 297; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 402; İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 176.]
Kerbelâ olayı günü yine Hz. Peygamber, Hz. Hüseyin’in rüyasına girmiş ve ona kendine doğru gelmekte olduğunu söylemiştir. Hz. Hüseyin, rüyasını yakınlarına bildirmiştir. Bu durumda kız kardeşi Zeynep feryat etmeye başlamıştır. Bunun üzerine kadere tüm kalbiyle inanan Hz. Hüseyin ona susmasını, kaderi metanetle karşılamasını anlatmıştır. [Ebû Mihnef, Maktel, 77; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 415; İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 190.]
Muaviye’nin yaptıklarını görünce sahabi olduğunu savunmak mümkün mü?
Hz. Ali’nin ordusu savaşı kazanmak üzere iken, Şam ordusu, Amr b. el-Âs’ın tavsiyesi üzerine mızrakların ucuna Kur’an sahifelerini takarak, karşı tarafı Kur’an’ın hakemliğine davet etti. Hz. Ali kerremallâhü aleyhi vecheh bunun hile olduğunu derhal sezdi, ordusuna buna aldanmamalarını söyledi. Bu hileyi hazırlayanları çok iyi tanıdığını belirterek onları şöyle değerlendirdi:
“… Muâviye, Amr, İbn Ebi Muayt ve İbn Ebi Serh din ve Kur’an ehli değillerdir. Ben onları sizden iyi tanırım. Onların çocukluklarını bilirim; yetişkin iken onlarla beraberdim. Onlar küçükken çocukların şerlisi, büyüklüklerinde de yetişkinlerin en kötüsü idiler. Mushafların kaldırılması tuzak ve hiledir…”
[Taberî, Târîh, V, 49; İbn A’sem, el-Fütûh, II, 187; Mes’ûdî, Mürcûcü’z-Zeheb, II, 401; İbrahim Sarıçam, Emevî-Hâşimî İlişkileri, s. 273. ]
**
Hz. Hasan hilafeti Muaviye’ye teslim etmeden kısa bir süre önce ordusuna yapmış olduğu aşağıdaki konuşma da bunu ortaya koymaktadır: “Ey Iraklılar! Sizden gördüğüm üç şey beni yaralamıştır. Babamı öldürmeniz, beni yaralamanız ve malımı zorla gasp etmeniz.”
[ Miskeveyh, Tecâribu’l-Ümem, I, 388.]
**
Kays b. Sa’d, Hz. Peygamber’in şöyle dediğini rivayet etti: “Hile ve hilekarcı cehennemliktir.” Daha sonra Kays’ın, “Bu ümmetin hile yapacak olan kişilerinin ilkiyim.[ Mizzi, Tehzîbü’l-Kemâl, XXIV,44; Zehebi, Siyeru A’lami’n-Nübela, III, 107-108; Zehebi, Tarihu’l-İslam, I, 290; İbn Asâkir, Tarihu Dımaşk, XLIX, 423; İbn Hacer, İsâbe, III, 239.]
Eğer İslam hileyi yasaklamamış olsaydı, Arapların tahammül edemeyeceği hileler yapardım.” dediği rivayet edilir.
[İbn Abdilberr, İstî’âb, III, 290; Zehebi, Siyeru A’lami’n-Nübela, III, 108; Safedî, Vefeyât, XXIV, 284.]
Muaviye’nin çabaları sonucu Kays b. Sa’d, Hz Ali tarafından Mısır valiliğinden uzaklaştırıldığında, Kays’ın, “İslam, şayet hileyi yasaklamasaydı, Şam halkı ile onların efendileri arasında görüş ayrılığı yaratmak için hileye ilk ben başvururdum” dediği bildirilir.
[İbn Asâkir, Tarihu Dımaşk, XLIX, 424. 37 İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 16.]
**
Kays b. Sa’d, Sıffin gününde Muaviye’yi şu şiirle çok sert bir şekilde eleştirmişti:
Sen bize düşman olduğunu söylediğinde, bizler Rabbimizin ne kadar güzel bir vekil olduğunu hesaba kattık,
Zafere, düne ve uzun konuşmalara da hükmeden Rabbimizi hesaba kattık.
O’na şükür, o’nu hesaba katmaktır. Bu da ona olan az (küçük) bir şükürdür.
Ali bizim önderimizdir ve Kur’an’da onun hakkında inen ayetler de o (Hz. Ali) ona (Muaviye) denk değildir.
Hz. Peygamber, ‘kim benim dostumsa Hz. Ali de onun dostudur.’ demesi buna bir delildir.
Ne olursa olsun Hz. Peygamberin sözü ümmetini bağlamaktadır.
Ey Hind’in oğlu! Ölümden nereye kaçacaksın, dağların arasında da yolun sonunda da ölüm vardır.
Bu, Cebraîl’in bize yardım ederken Hz. Peygamberle birlikte etrafını çevirdiğimiz sancaktır.
Hazreç’in ataları düğüne gider gibi ona (sancağa) havada süzülerek uçtu.
Onun (Hz.Ali) halifeliği hakkındaki görüş açıktır, orada bundan başka bir yol yoktur.
[İbn A’sem, el-Fütûh, II, 38.]
**
Kays b. Sa’d’ın belagatta maharetini gösteren metinlerden biri, Hz. Hasan, Muaviye ile sulh yaptığı zaman, Kays ona bey’at etmeyi reddedince Muaviye kendisine şu mektubu yazdı.
“Sen Yahudi babanın Yahudi oğlusun! Şayet senin istemediğin taraf zaferi elde ederse, seni cezalandırıp öldürecektir. Senin baban yayına kiriş takmış ve onu amacının dışında atmıştı. Aynı zamanda zamanın çoğunda da ayrıntıda hata yaptığı için kavmi o gün onu terk ederek halifelikten azletti. Daha sonra senin baban kovulmuş bir şekilde Havran’da öldü.”[ Müberred, el-Kâmil, II, 117; Mes’udi, Mürûzü’z Zeheb, III, 25; İbn Abdirrabbih, Ikdü’l-Ferid, V, 81.]
Kays b. Sa’d’ın Muaviyye ‘ye cevabı:
“ Ey puta tapan adamın putperest oğlu! İslam’a gönülsüz bir şekilde girdin ve ayrılık yaratarak itaatten çıktın. Senin Müslümanlığın kuvvetli olmayıp, ikiyüzlülüğünü ortaya çıkartarak, Allah seni İslam dininde nasipli kılmadı. Hala Allah ve Resul’u ile savaş halindesin. Sen müşrik grupların başındasın ve aynı zamanda sen Allah’ın, Hz. Peygamber’in ve Müslümanların düşmanısın. Babam hakkında zikrettiklerine gelince, hayatımın üzerine yemin ederim ki babam ve biz, din düşmanlarından yüz çeviren ve İslam dininin yanında yer alan Ensar’ız.”
[Müberred, el-Kâmil, II, 117; Mes’udi, Mürûcü’z Zeheb, III, 26; İbn Abdirrabbih, Ikdü’l-Ferid, V, 81.]
**
Kays b. Sa’d, Hz Peygamber sallallâhü aleyhi ve sellemin şöyle dediğini rivayet etti: “Günahı kim güç olarak kullanırsa, Allah kıyamet gününde onun hilesini zayıf düşürecektir”
[Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 6; İbn Kesîr, Câmi’, X, 433.]
**
Bize Hasan b. Musa, o İbn Lehya’dan o da İbn Hubeyre’den merkebe binmiş yaşlı birinden ona da Ebu Temim el-Ceyşâni’nin Mısır’da Kays b. Sa’d’ın şöyle dediğini haber verdi. Kays, Hz Peygamber’in şöyle dediğini işittim: “Kim ki bir yalanı bilerek bana isnad ederse cehennemdeki döşeğini ya da evini hazırlamış olur.”
[Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 422; İbn Kesîr, Câmi’, X, 433; Bu yaşlı zat, Abdullah b. Amr’ın da Kays’tan rivayet edilen hadisin aynısını duyduğunu söylemiştir. İbn Abdilhakem, Fütûhu Mısır, s. 303; Ahmed b. Hanbel, Müned, III, 422; İbn Kesîr, Câmi’, X, 433.]
Kays b. Sa’d, Hazrec’in efendilerinden olan Sa’d b. Ubâde’nin oğludur. Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettiğinde Hazrec’den Sa’d b. Ubâde, Evs’ten Sa’d b. Muaz kabilelerinin önde gelen kişileri olmaları hasebiyle Ensâr’ın siyasi kararlarını belirlemede etkin rol almışlardır.
Kays b. Sa’d, Hz. Peygamber Medine’ye geldiğinde genç bir delikanlı olmasına rağmen, Ensâr’dan yirmi arkadaşıyla birlikte, Hz. Peygamber’in korumalığını üstlenmişti. Bu görevin tehlikeli olmasından, babası Hz. Peygamber’e rica edip oğlunun bu görevden uzaklaştırılmasını istediğinde, Hz. Peygamber Kays’ı bu mevkiinden alarak, onu sadaka toplama işinde görevlendirmişti. Kays b. Sa’d, Hz. Peygamber’in yer aldığı bütün savaşlara katılıp, Mekke’nin fethinde Ensâr’ın sancağını taşıma şerefine nâil olmuştur. Ayrıca Hz. Peygamber’in Yemen’de bulunan Sudalılar üzerine gönderdiği seriyyenin komutanlığını da üstenmişti. Habat seriyyesinde mücahitler açlıkla baş başa kaldıklarında, Kays b. Sa’d mücahitlere sirayet eden bu açlığı gidermek için kesimlik deve aramaya başladı, satın aldığı develeri mücahitler için kestirerek onların açlığını gidermeye çalışmıştır. Ordu Medine’ye döndüğünde, Hz. Peygamber seriyyede Kays’ın yapmış olduğu cömertliği duyduğunda, onun bu güzel hasletini övmüştü. Hz. Peygamber vefat ettiğinde Ensar, Sa’d, b. Ubâde’yi halife seçtirmek için Benû Saide örtmeliğinde toplandığında, Kays, babası hasta olduğundan onun konuşmalarını yüksek sesle halka duyuruyordu. Ensâr’ın babasının arkasında sağlam bir şekilde durmadığını görünce, o toplantıda halife seçilen Hz. Ebu Bekir’e biat etmiştir. Kays b. Sa’d, Mısır fethinde bulunan önde gelen sahâbilerdendi. Amr b. El Âs’ın Mukavkıs’a gönderdiği elçiler arasında yer almıştı. Mukavkıs’ın İslâm hakkında sorduğu sorulara cevap vererek, onun İslâm hakkındaki düşüncesinin müspet yönde gelişimine etkin rol oynamıştır. Arap dâhilerinden kabul edilen Kays b. Sa’d, Hz. Ali döneminde siyasi rolüyle İslâm Tarihi’ne damgasını vurmuştur. Mısır’a vali olarak gittiğinde, halkın ikiye bölündüğünü gördü. Kays, Mısır’da sükûneti sağlayabilmek için Hz. Osman’ın şehadetini kalkan yapan Hıribta bölgesini, devlete karşı gelmemek şartıyla, Hz. Ali’ye biat konusunda zorlamamıştır. Muaviye, Mısır’ın Hz. Ali’nin kontrolünde olması ve buranın Kays b. Sa’d gibi komutanlık ve idarecilik sahasında çok kabiliyetli biri tarafından yönetilmesini geleceği açısından tehlikeli görüyordu. Bunun için Muaviye Mısır valisi Kays b. Sa’d’ı siyasi tavizlerle kendi yanına çekebilmeyi, bu olmazsa en azından onu Mısır valiliğinden azlettirip yerine daha güçsüz birinin geçmesini hedefledi. Bu yüzden Muaviye öncelikle Kays’ı kendi tarafına alabilmek için ona Irakeyn (Kûfe-Basra) valiliğini teklif etti. Kays b. Sa’d, Muaviye’nin bu siyasi hilesine mağlup olmayınca, Muaviye, daha sonra güya bizzat Kays’tan gelmiş gibi bir mektup uydurdu ve onun Hz. Osman’ın kanını talep ederek kendisiyle aynı görüşte olduğunu ve kendisiyle birlikte hareket ettiğini söyleyerek bu haberin Şam’da yayılmasına gayret etti. Bu haberler Hz. Ali’nin kulağına gittiğinde Hz. Ali, Kays b. Sa’d’ı Mısır valiliğinden azlederek yerine Muhammed b. Ebi Bekir’i vali olarak atadı. Kays b. Sa’d’ın Mısır’dan azledilmesiyle, Muaviye’nin Hz. Ali tarafının bütünlüğünün bozulması, en azından zayıflatılmasına yönelik ilk teşebbüsleri olumlu netice vermiş oldu. Kays’ın Mısır’dan azledilmesi, Şam tarafının Hz. Ali karşısında elde ettiği önemli bir siyasi başarıdır. Hz. Ali Kays b. Sa’d’ın üzerine vali olarak atadığı Muhammed b. Ebi Bekir’in öldürüldüğünü öğrendiği zaman, Kays’ın ne kadar ihtiyatlı ve akıllı biri olduğunu anlayarak, onu Mısır’dan azlettiğine pişman olmuştu.
Sıffin savaşında Hz. Ali’nin komutanlarından olan Kays b. Sa’d, Hz. Ali’ye sadâkatını açıkça göstermiş oldu. Sıffin’de Kays b. Sa’d, Muaviye’yi eleştiren şiirler söyleyerek psikolojik yönden Muaviye’yi rahatsız ederek onu yıpratmayı başarmıştı. Aynı zamanda tahkime en fazla karşı çıkanlardan biri olmuştur. Fakat Hz. Ali ordusundaki bölünmüşlük yüzünden tahkimi kabul etmek zorunda kalmıştır. Hz. Ali’yi Sıffin savaşında yarı yolda bırakan, tahkime zorlayan, daha sonra tahkimi kabul ettiği için dinden çıkmakla suçlayan Hâriciler, hakemler Erzuh’a gittiklerinde Kûfe’den çıkıp Nehrevan’a yerleştiler. Hz. Ali, Hâricilerin yeryüzünde fesat işlere giriştiklerini, kanlar akıttıklarını, yollar kestiklerini, haramları hiçe saydıklarını öğrendiğinde, onların üzerine sefer yapmaya karar verdiğinde, Nehrevan’da Hz. Ali’nin komutanlarından biri yine Kays b. Sa’d idi. Hz. Ali, savaştan önce Kays b. Sa’d’ı Hâricilere göndermişti. Kays; Hâricilere, Müslümanları öldüren kişileri kendilerine teslim ederek, ayrılmış oldukları cemaate tekrar geri dönmeleri konusunda telkinde bulundu. Kays b. Sa’d, Hz. Ali’nin şehit edilmesiyle oğlu Hz. Hasan’a biat edip, onun en büyük destekçisi olmuştu. Hz. Hasan’ın öncü komutanı Ubeydullah b. Abbas, gizlice Muaviye ile anlaşıp onun tarafına geçtiğinde, onun yerine komutanlığa Kays b. Sa’d geçerek, Şam ordusuna en büyük darbeyi vurmuştur. Hz. Hasan, ordusundaki disiplinsizliği gördüğünde, hilafeti Muaviye’ye devretti. Kays b. Sa’d da Hz. Ali taraftarlarının canlarını ve mallarını güvence altına alarak Muaviye’ye biat etti. Hz. Peygamber’in sahâbilerinden olan Kays b. Sa’d, Hz. Peygamber’den yirmiye yakın hadis rivâyet etmiştir. Hz. Peygamber’e on yıl hizmet eden Kays b. Sa’d, kişiliğinin gelişiminde Hz. Peygamber sallallâhü aleyhi ve sellemi kendine rehber edinmiştir.
Malatya ilinin şirin bir ilçesi olan Darende bölgesinde konuşulan Hazeynce gizli dili insanlar arasındaki ticari ilişkilerden doğduğu da söylenebilir. Özellikle ticaret işiyle uğraşan göçer gezgin satıcılar kendi aralarında bir birlik ve düzen sağlamak amacıyla bu gizli dili meydana getirmişlerdir.
''Bu bölümde Malatya ilinin Darende ilçesinde geçmişte çerçilik yapan birkaç neslin kullandığı ve bugün unutulmaya yüz tutmuş olan dile ait topladığımız malzemenin değerlendirilmesi yapılacaktır. Bu dile yöre halkı tarafından 'Hazeynce' veya 'Ali'nin Uşağının Tekellimi' adı verilmiştir. Darende'de konuşulan gizli dil, çerçilikle meşgul olan insanlar arasında belirli bir kelime hazinesi ile başkaları tarafından bilinmesi istenmeyen işlerin rahat bir şekilde yapılabilmesi ihtiyacından doğmuştur. Darende'de Tohma havzasında yerleşik olarak yaşayan Boyrazuşağı, Gurduşağı, Tataruşağı, Çobanuşağı, Gasımuşağı gibi aşiretlerin arasında Gallangıçuşağı da bulunmaktadır.
Kendilerine 'Alininuşağı' da diyen Gallangıçuşaklılar geçimlerini sanat, ticaret ve hekimlikle özellikle göz ve diş hekimliğiyle temin etmişlerdir. Uğraştıkları sanat daha çok çilingirlik işlerine dönüktür. Çakı, bıçak, keser, satır, balta gibi âletlerin bilenmesiyle uğraşmışlar, ayrıca toka, sürmedenlik gibi süslenme eşyalarının yapımı, çakmakların tamiri gibi işleri de yapmışlardır. Bunların bir kısmı da çerçidir. Bunlar da matah dedikleri attariyeleri satmışlardır. Sanat ve hekimlikte mahir olan bu insanlar mesleklerini yapabilmek ve para kazanabilmek için gurbete çıkmışlar, Balkanlara, Kafkaslara, Suriye ve Irak'a kadar uzanabilmişlerdir. Kullandıkları gizli dilin kelime hazinesinde yer alan kelimelerden bu durum kolaylıkla anlaşılmaktadır.''
Darende ve bölgesinde yaşayan çerçiciler konuştukları Hazeynce dili ile ticaret işlerinde kendilerine kolaylık sağlamışlardır. Yabancı insanlara karşı ticari sırlarını bu gizli dil vasıtasıyla hep saklamışlardır. Kendi aralarında mükemmel derecede bir örgütlenmenin olduğunu söylebiliriz.
' 'Bu dilin özelliği ve gizliliği günlük hayatta, ticari ilişkilerde bazı kavramları farklı kelimelerle ifade etme konusundaki zorlamadan ileri gelmektedir. Bilhassa Darendeli gezgin satıcıların aralarındaki dayanışma ve ticari menfaat gözetme yabancıya karşı mesleki sırların saklanması, hemşehrilik duygusunun güçlenmesi bakımlarından dikkate değer bir rol üstlenmektedir. Büyük bir ihtimalle ortaya çıkış sebebi ve hatta amacı da budur diyebiliriz. Kaçakçılık yıllarında zabtiye, jandarma, polis gibi kanun temsilcilerinin kontrol ve baskınlarını önceden birbirlerine haber vermek (Günümüzde de belediye zabıtası), uyandırmak, malın kalitesi, fiyatların ayarlanması 'Hazeynce' ile konuşup anlaşarak yapılmaktadır. Bunu yaparken de yanlarındaki misafir ya da müsteriye hiç bir sey sezdirmeden yapmak gerekmektedir. Sınırlı kelime dağarcığına rağmen Hazeyince ile bu iş oldukça pratik ve etkili bir biçimde gerçekleşmektedir. Bu dil Darendeliler arasında adeta parola durumunda, hemşehrilik duygularının da teminatı konumundadır. Bilhassa gurbetteki Darendeli için Hazeyince'nin rolü daha da öne çıkmaktadır.''
''Darende yöresinin insanları çalışkan ve beceriklidir. Topçu Hasan isimli bir pratik göz hekiminin becerisi buna güzel bir örnektir: Balaban kasabasından Topçu Hasan Efendi 93 Harbi'nde (1876) Ruslara esir düşer. Esir olarak bulunduğu günlerde Rus savaş bakanı esirleri denetlemeye gelir. Bakan elinde bir baston, kolunda yardımcısıyla esirleri denetlemektedir. Önlerinden geçerken Topçu Hasan Efendi bakanın gözlerinin hasta olduğunu fark eder ve yanındaki arkadaşına şunları söyler:
Kebir saltatın covları kesneleşmiş. Hazeyn özüm bu covlan hadidler.
Konuşmada geçen saltat kelimesi yabancı gelmediğinden bu konuşma Rus bakanın dikkatini çeker, bu esirin kim olduğunu ve ne dediğini sorar. Hasan Efendi de:
Ben Osmanlı Saray Hekimiyim, Efendinin gözlerinden rahatsız olduğunu anladım. Bunu tedavi edebilirim, diye cevap verir. Bakanın isteği üzerine Hasan Efendi onu gözlerinden ameliyat eder ve sağlığına kavuşturur. Bakan da hatıra olması için çıkarıp kendi saatini Hasan Efendi'ye armağan eder.
Darendeliler çalışkan oldukları kadar kültürlü ve okumuş insanlardır. İnançları da tamdır. Gerektiğinde cemaate imamlık da yaparlar. Bir gün cenazesi olan bir köy halkı namazı kıldıracak imam bulamaz. Uzaktan bizim Darendelileri görünce imam geldi diyerek sevinirler. Ancak gelenler içinde imam yoktur. Köylülerin ısrarı üzerine biri mecburen ama becerikliliğini gösteren ve içinde sâdece bazı yer isimleri geçen şu ibareyi söyleyerek namazı kıldırır:
'Havut ellezine, güdül basarûne ve isbekcurune, mığdi ya gafilûn.
HAZEYNCE'YE AİT ÖRNEK CÜMLELER
1. Hazeyn Zengili mi? (Adam Darendeli mi?)
2. Borancık tekellime arif oluyor mu? (Çocuk konuşmayı anlıyor mu?)
3. Velehu hazeynler kesne. Cort cort nâreleme. (Bu adamlar iyi değil. Kötü konuşma.)
4. Beyite saltat esiyormuş, giş edelim. (Eve jandarma geliyormuş, gidelim.)
5. Kebir saltadın covları kesneleşmiş. Hazeyn özüm bu covları hadidler. (Büyük askerin gözleri kötüleşmiş. Len, ben bu gözleri açarım.)
6. Özüm kitir nâreledim. Hazeyn de hindik estiriyor. Giş edecek. Ne nâreliyorsun? Giş ettirme hazeynin talırını! (Ben çok istedim. Adam da az veriyor. (Yoksa) gidecek. Ne söylüyorsun? Adamın parasını kaçırma!)
7. Hazeynin aynları cortlaşıyor. Kepecek. Beyittekiler reketlerken gariyeden giş edelim. Sen hasbiyi moy yeslemek için estir. Özüm de eserim. (Adamın gözleri kötüleşiyor. Ölecek. Evdekiler yatarken kaçalım. Sen atı su vermek için götür, ben de gelirim.)
8. Hazeyn, cinigin (tillenin) gademlerine arif ol! (Len, kızın bacaklarına dikkatli bak!)
9. Hazeynin aynları cortlaştı. Kesneleşiyor. Arif olurlarsa bizi kepitirler. Hazeynler lövümlerken giş edelim. Özümüze talırları da yeslediler. (Adamın gözleri kötüleşti, (iyice) kötüleşiyor. Anlarlarsa bizi öldürürler. Adamlar uyurlarken kaçalım. Bize paralan da verdiler.)
10. Hazeyn caaşın teki. Kilap hazeyin ! Caaş hazeyin! (Adam eşeğin biri. Köpek herif ! Eşek herif!)
11. Hazeyn dohan estir ! (Len, (bir) sigara getir.!)
12. Tille cort girleşiyi. (Kadın çok aşna fişne yapıyor.)
13. Cinik milah (milih)! (Kız güzel !)
14. Cinik cort! (Kız çirkin, yaramaz.)
15. Talır estir! (Para ver!)
16. Talır yes mi? (Para var mı?)
17. Lotahçının meyi kitir, abın kesne, hindik. (Oda sahibinin suyu çok, yemeği kötü, az.)
18. Mey de kitir, abır da kitir ama, tilleler giş etmiş. (Su da çok, yemek de çok ama kadınlar gitmiş.)
19. Lotahçı özümüze selavur estirecek mi? (Oda sahibi bize yatak getirecek mi?)
20. Borancık hasbiye, çaaşa şaar, özümüze de abır estirecek. (Çocuk ata, eşeğe arpa, bize de yemek getirecek.)
21. Millih tille. (Güzel kadın.)
22. Caaşların hubusları hindikleşmiş. (Eşeklerin yemi azalmış.)
23. Abır eklediyor musun? (Yemek yiyor musun?)
24. Bangeli saltat. (Tüfekli jandarma.)
25. Bangeye dom zığladın mı? (Tüfeğe kurşun sürdün mü?)
26. Kebir hazeynmiş. (Büyük adammış.)
27. Milih tekellim nârelerler. (Güzel sözler söyler.)
28. Hazeyn, tille gişkinci arif ol! (Len, kadın hırsız, dikkatli ol!)
29. Hazeyn arif oluyor, giş ol! (Adam farkına vardı, uzaklaş!)
30. Hazeyn! Hazeyndir hâ ! (Len, Darendelidir ha.)
31. Zığlandır! (Biraz daha ver !)
32. Abır milih. (Yemek güzel.)
33. Hindik zığlandır! (Az ver!)
34. Sakatlar esti, cortlaşma! (Zabıta geldi, bozuntuya verme, karşı gelme!)
35. Hazeyin reketleyek. (Len, yatalım.)
36. Hazeyin pullo esiyor, bengeyi giş et! (Polis geliyor, tabancayı sakla!)
37. Hazeyin dobur abır yes, es! (Len, iyi yemek var, gel!)
38. Löok hazeyin zığlı, kitir nârele! (Len, adam zengin, çok söyle. Fiyatı aşağı söyleme!)
39. Löök hazeyin estirmez, hindik nârele! (Len, adam vermez, düşük söyle. Düşük fiyat ver.)
40. Hazeyin dohanın yes mi? Estir de şüpleyek. (Sigaran var mı? Ver de içelim.)
41. Hazeyin, zahmıma geç, bangeyi özüme yesle. (Len, arkama geç, tabancayı bana ver.)
42. Beyitte kilab var, giş olma (esme)! (Evde köpek var, gitme!)
43. Nârelesem de esme! (Söylesem de gitme!)
44. Kaç hat yesleyecen? (Ne kadar vereceksin?)
45. Hazeyinin beytine esek, reketliyek. (Adamın evine gidip yatalım.)
46. Beyte gidek mihmanlayak. (Eve gidelim, (sizi) misafir edelim.)
47. Hazeyin gilor yesliyo. (Adam kumar oynuyor.)
48. Hazeyin dohan şüplüyo. (Adam sigara içiyor.)
49. Çoğun cort mu? (Gözün kötü mü? iyi görmüyor mu?)
50. Fehmine ırıhlarım. (Ağzına ederim.) (küfür)
51. Irıhımı tütsüle! (Bokumu kokula!) (küfür)
52. Irıbımı üğüt! (Bokumu ye!) (küfür)
53. O abırcının biri. (O yiyicinin biri.)
54. Kademi mampırladım, giş oluyom. (Ayakabbıyı aldım, gidiyorum.)
55. Han tamı hamseiik, caaş damına giş ol. (Han odası beşlik, eşek ahırına git!)
56. Gilleyemezse n'olacak? (Oğlan çiftleşemezse ne olacak?)
57. Caaş moydan gelene kadar hatabı yersin. (Eşek sudan gelene kadar sopayı yersin.)
58. Hazeyinin ahırında lehem yes deel. (Adamın yemeğinde et yok.)
59. Salatımızı uçurah (sıhah). (Namazımızı kılalım.)
60. Salatı sıhdın mı? (Namazı kıldın mı?)
61. Hazeyin hubusu estir. (Len, ekmeği (yemeği) getir.)
62. Hazeyin bu cort imiş. (Len, bu kötüymüş.)
63. Hazeyin üç hat veriyo. (Adam üç (milyon) veriyor.)
64. Seminin milihini estir! (Esansın iyisini getir!)
65. Teşto geliyo, beli o geliyo, giş ol! (Bekçi geliyor, zabıta geliyor, kaç!)
66. Hazeyin bunu kepitiyim mi? (Len, bunu öldüreyim mi?)
67. Hazeyni hataplıyon mu? (Adamı dövüyor musun?)
68. Hazeyin bu cort, bende milihi var, estirme! (Hemşeri bu kötü, bende güzeli var, alma!)
69. Yemen estir Hüseyin şüblüyek. (Hüseyin çay getir, içelim.)
70. Hangi gariyedesin? (Hangi köylüsün?)
71. Ben hareket ley ecem. (Yatacağım.)
72. Abırsızım. (Acıktım.)
73. Hazeyinler giş olacak, kademlerini düzelt! (Adamlar gidecek, ayakkabılarını düzelt.)
74. Ottur arif olmuyo. (Gözler görmüyor.)
75. Coflar cortalmış. (Gözler kötülemiş.)
76. Tille estiriyo. (Kadın kötü yolda.)
77. Hazeyin mengenin çekirdeğini estir! (Len, silahın mermisini getir!)
78. Velehu hazeyin arif. (Dikkat et, adam anlıyor.)
79. Hatabı (haceri) hazeyne yesle! (Sopayı (taşı) adama vur!)
80. Hazeynin talırını zığlamış. (Adamın parasını çalmış.)
81. Hazeyn salat kitirleşti. (Len, namaz çoğaldı.)
82. Ciniğin şakıfına yesleyim. (küfür sözü)
83. Velehu hazeyn, kesneleşme. (Aman len, işi bozma.)
84. Uyan löğük, gıtmir dölü talin yesledi. (Uyan len, itoğlu parayı getirdi.)
85. Velehu hazeyn, işi galizeledin. (Sus len, işi berbat ettin.)
86. Ulan gıtmir dölü, yine bangeledîn. (Ulan itoğlu, yine (işi) berbat ettin.)
abır at-: Yemek yemek.
abır cubur: Yemek iyi değil.
abır eklet-: Yemek yemek. Bk. eklet-
abır: Yemek.
abırcı: Yemeğe düşkün olan, yiyici.
abırsız: Aç.
açar: Anahtar.
amikli-amüklü: Bitli.
amüklü: Bitli.
ano: Anahtar. < Yun. anahtar.
arif ol- : Dikkatli bakmak, anlamak. < Ar. arif 'bilen, bilgili, irfan sahibi.'
arif ol-: Dikkatli bakmak, ilgilenmek, farkına varmak. asel: Bal. < Ar. asel 'bal.' aşır-: Çalmak.
aşkana: Yemek pişen yer. avam hazeyn: Halktan biri.
avam: Halk < Ar. avam 'herkes, kaba ve câhil halk, ayak takımı.'
ayn cort: Gözü kör.
ayn: Göz. < Ar. ayn 'göz.'
azına ökün-: Karşısındakinin taklidini yapmak.
bab: Kapı.
bahor: Öküz.
bakar: Öküz, inek. < Ar. bakar, bakara 'sığır.' banadura: Patlıcan.
bange - benge: 1. Tüfek, silah. Bk. menge. 2. Büyük abdest.
bange-benge: Büyük abdest.
bangele-: Yellenmek.
bangeleme: Yellenme.
becer-: Büyük abdest yapmak. bello: Zabıta, zaptiye, polis.
bello: Zaptiye, zabıta. < Ar. belediyeden kısaltma olarak. bettik-bittik: Kavun < Ar. bıttıh 'kavun, karpuz.' beyit: Ev.
beyt-beyit: Ev, hane, misafir odası. < Ar. 'beyt' hane, mesken, ev, oda. bıçgın: Hırsız.
bider: Tohum < Ar. 'bezr' tohum, nesil.
bodın: Ecnebi.
bodos: Ecnebi.
borancık: Çocuk.
caaş-cağaş: Eşek, katır. < Ar. cahş 'sıpa.'
cağaş-caaş: Eşek.
car: Şeker.
cebrail: Koyun. <Ar. Cebrâ'il 'peygamberlere emir ile vahye vasıta ve memur olan
dört büyük melekten biri.'
celfin: Tavuk, horoz.
cırcır: Fermuar.
cırtla-: Kilitlemek.
cıvıt-: Caymak, dönmek.
cibelik: Şımarık.
cinik: Genç kız, kız çocuk.
cinik: Kız.
cof: Göz. Bk. cov.
coğ-co: Göz.
coğlan-colan et-: 1. Cerre çıkmak, teravih namazı kılmak, hastaya bakmak gibi işler
karşılığında yağ, bulgur, un, para vb. şeyler almak, gurbetçilik. 2. Dilencilik < Far.
cevlân, cevelâu 'dolaşma, dolanma, gezinme.'
coğlan-colan: 1. Dilencilik etmek. 2. Gurbetçilik.
corcor: Çorba.
cort hazeyin: Kötü adam.
cort: 1. Bozuk, kötü, fena. 2. Fakir. 3. Sakat.
cort: Bozuk, kötü. cortlasma: Bozuntuya verme, açık verme.
cortlaş-: 1. Kötüleşmek. 2. Bozuntuya vermek, açık vermek. 3. Karşı gelmek.
cov - coğ: Göz. < Far. cev 'arpa.'
cubur : Kötü < Ar. cubâr 'heder, boşa giden.'
cubur hazeyn : Kötü adam.
cubur: Kötü.
çalkalama: Ayran.
çan talır: Kaç para?
çan: Kaç, ne kadar? < Far. çend 'kaç?'
çan: Kaç.
çandır: Karışık, melez. çangal: Güreşte bir ayak oyunu, çelme takmak. çec: Buğday yığını. çekirdek: Mermi.
çini: Porselen < Far. çîni 'çini, sırlı kap.' çiynem-çiğnem: Bir parça, bir lokma. çöğdür-: İşemek.
darb: Yol. < Ar. derb 'dağ geçidi, dar geçit, dar sokak.' dazgir: : Hırsız. < Far. düzd 'hırsız, uğru' + gîr 'tutan tutucu' kelimesinden.
den: Diş < Far. dendân 'diş'. dest: El. < Far. dest 'el.'
dığrak - dıvrak: 1. Ölçülü, sistemli. 2. Yaşlı olduğu halde dinç olan, yakışıklı.
dımış- : Uyumak.
dinidi: Söndü. dipiz: Cezaevi, hapis. diple-: Kilitlemek.
dirgen: Harmanda sapları yaymaya yarayan demir ya da tahtadan yapılmış ucu çatallı
tarım aleti.
dobur firaş: 1. İyi yatak. 2. Kaliteli elbise. dobur tille: Güzel kadın.
dobur: İyi, çok iyi; güzel.
dohan sutla-: Sigara içmek.
dohan şutla-: Sigara içmek.
dohan: Sigara, tütün. < Ar. duhân tütün.
dom: Barut, kurşun < domdom kurşunundan.
ehrak: Ateş, çakmak < Ar. ahraka 'ateşli, ateş gibi.'
eklet-: Yemek yemek < Ar. eki 'yemek' + Tk. et-fiilinden.
eklettim: Doydum.
emci: İlaç yapan.
es-: Gelmek, gitmek.
es-: Gelmek.
ester: Katır < Far. ester 'katır.'
estir!: Ver!
estir-: 1. Kaldırmak, götürmek, 2. Almak.
estir-: 1. Vermek. 2. Kaldırmak, götürmek. 3. Almak. 4. Kötü yola düşürmek.
faraş-firaş: Yatak. < Ar. fırâş 'döşek, yatak, yaygı.' fehm: Ağız. < Ar. fem 'ağız.' fem: Dudak.
fırfırı: 1. Döneklik. 2. Çocuk oyuncağı.
firohla-: Çalmak.
firoş: 1. Elbise. 2. Yatak.
fiş: Balık < Alm. fisch 'balık.'
fürühle-: Satmak. < Alm. (?) früh 'erken, erkenden.' Bk. firohla- gaçron: Saman. gaçron-gasuron-kasrun: Saman. gadem: Bacak. Bk. kadem.
galil: Az. <Ar. kalil ''az, çok olmayan.''
galiz: Büyük abdest, pislik, <Ar. galize ''kaba terbiye dışı.''
galiz: Pis.
galize: 1. Pislemek. 2. Bok. galize-: Pislemek. gam: Çingene. gamga: Yonga. gamğa: Yonga. ganır-: Geriye bükmek. ganne: Lamba camı. ganne: Lamba, cam.
garçun: Ayakkabı < İt. Kalçın 'üstüne başka bir şey giyilmek için abadan ya da
meşinden yapılan çizme biçiminde ayak giysisi.'
garıye: Köy. < Ar. karye 'köy, kasaba.'
garim: Küçük su kanalı, derin ark, harıh.
gariye-kariye: Köy.
gaytar-: İşten kaçmak.
gelez: Alevi.
gendime: Yarma.
gensiz: Dinsiz.
gığır: Rum.
gırgır-gıgır: Rum. < Rumca, dırdır 'kilisede ders veren kimse.' gırmızı: Domates. gıtmır: köpek.
gıtmir-gitmir: Köpek < Ar. kıtmîr 'ashab-ı kehf'in köpeğin adı.'
gilik: Halka ekmek.
gille-: Cinsel ilişki, birleşmek.
gille-: Çiftleşmek.
gilor: Kumar.
girleş: Cinsî münâsebette bulunmak < Far. Kîr 'erkeklik âleti' + Tk. /leş-/ ekinden.
giş et: Gitmek, kaçmak. giş et-: Kaçmak, götürmek.
giş ol-: Kaybolmak, yok olmak, uzaklaşmak. giş: 1. Kaçış. 2. Kayıp. giş: Gitmek, kaçmak. gişgin: Kaçak. gişkin: Kaçak.
gişkinci: 1. Kaçakçı. 2. Hırsız. göğün- -göyür-: Kızarmak, yanar gibi olmak. göyüs: Kertenkele.
gufil: Aptal, deli. < Ar. gafil 'dikkatsiz, ihtiyatsız, dalgın, tembel, gaflette bulunan'
gulle: Polis.
gumpür: Patates.
hacer : 1. Taş. 2. Diş. < Ar. hacar 'taş.'
hacer: Diş.
hadidle-: Tedavi etmek, iyileştirmek (gözü) < Ar. hadîd 'demir' + Tk. + le-ten
hakıp: Cep, heybe.
hakıp: Heybe, torba. < Ar. hakîb 'çanta, bavul'
hamselik: Beşlik. < Ar. hamse 'beş' + Tk. /+lik/ ekinden, ten
han tamı: Han odası, otel.< Far. Hân 'kervansaray, otel' + Tk. tam + ı kelimesinden.
hapek: Pencere, dama açılan kapı. < kepenk kelimesinden.
har: Ateş <Ar. harr yakıcı, sıcak, kızgın.
hareketle-: Yatmak. Bk. reketle-
hasbi: At, beygir. < Far. Esb 'at.'
hasbi: At.
hat: Para, ücret, geçerli para birimi.
hat: Para, ücret, lira, binlik vs. anlamında birim olarak kullanılır.
hatab-hıtab: Değnek, sopa, odun < Ar. hatab odun.
hatabla-: Dövmek, sopalamak. < Ar. ( Tk./+la-/ ekinden.
hatap: Değnek, sopa.
hatapla-: Dövmek.
hatıl: Kalın mertek.
hatla-: Yazmak. < Ar. hat, çizgi, satır + Tk. /+la-/ ekinden. hatmet-: Okumak. < Ar. hatm 'Kur'an'ı başından sonra kadar okumak' + Tk. et- fiilinden.
hayat: Evin önündeki açık alan.
hazeyn-hazeyin: 1. Erkek, adam, yetişkin kimse 2. Ulan, len. 3. Darendeli < Ar.
Hazeyn 'bu ikisi.'
hızmık: Buğday posası.
hindik: Küçük, az, ufak; ucuz.
hinte: Buğday. < Ar. hınta 'buğday.'
hobus: 1. Ekmek. 2. yemek 3. Yem < Ar. hubz 'ekmek.'
hoot: Dut kavutu, dut kurusu.
hotla-: Okumak. < Far. Hönden 'okumak' + Tk. /+la-/ ekinden.
hörün: Çabuk.
hubus: Ekmek, yemek.
ırıh: Büyük abdest.
ırıh: Pislik, bok.
ırıhla: Sıçmak.
ırza: Kapı, çengeli, reze. < Ar. rezze 1. Reze, kapıyı açıp kapamaya yarayan ve başparmakla basılarak işletilen kapı demiri. 2. Ufak çengel. ışkın-eşkin: 1. Kenger dikeninin tazesi. 2. Filiz, sürgün. incaz: Tozlu erik cinsinin kurutulmuşu. inzala-: Ağlamak.
kadem: 1. Ayak. Bk. gadem. 2. Ayakkabı. < Ar. kadem 'ayak, adım.'
kasurun: Saman.
kebir hazeyn: 1. Ağırbaşlı, yaşlı başlı kimse. 2. Baba, kayınbaba.
kebir hazeyn: Büyük insan, yaşlı kimse.
kebir saltat: Komutan.
kebir: Büyük. < Ar. kebîr 'büyük, ulu.'
kelepir: Ucuz.
kep: Ölmek.
kepit: 1. Öldürmek.
kepkin: Ölmüş. kes: Saman, ot. kesber: Topal.
kesne hazeyn: Kötü insan, kötü adam.
kesne: Kötü, iyi olmayan.
kesne: Kötü.
kesper: Topal.
kırmak: Çiftleşmek.
kilab: Köpek. < Ar. kilâb 'köpekler' kelb kelimesinin çokluk şekli.
kişifle-: Gözetlemek, takip etmek.
kişifle-: Gözetlemek, takip etmek. < Ar. keşf 'açma, meydana çıkarmak, gizli bir
şeyi bulmak' + Tk. /+le-/ ekinden.
kitir: Çok, bol, faz la; pahalı < Ar. keşîr 'çok, bol.'
kitirleş-: Çoğalmak.
koka: Tütsülemek < Tk. kok- fiilinden.
kullep: Kapı menteşesi. < Ar. kullâb 'çengel, kanca'.
külbe: Besleme, doldurma.
külbe: Besleme.
külbele-: Bostanın çevresini toprakla doldurmak, beslemek. kütüp hatmet-: Kitap okumak.
kütüp: Kitap < Ar. kütüb 'kitab'ın çokluk şekli, kitaplar.'
labek: Tava.
lali: Çocuklarda rkeklik organı.
legir: Doktor.
leğir: Doktor.
leğümle-: Uyumak.
lehem: et.
lehem-lehim: Et. < Ar. lahm 'et.' libas: Elbise < Ar. libâs 'esvap.' lotahçı: Oda sahibi, otelci.
lotah-lotak: Otel; misafir odası. < Ar. el-otak 'otağ, çadır' <Tk. otağ. lotak: Oda. löök -löğük: Delikanlı, erişkin erkek çocuk, oğlan.
löök-legük: Ülen! adam! Delikanlı, yetişkin erkek çocuğu, oğlan.
lövm-lövüm: Uyku. <Ar. nevm 'uyku.'
lövümle: Uyumak. <Ar. nevm+Tk.+/le-/ekinden.
mahsere: Dutun ezilip, suyunun süzüldüğü tas, tek parça oluklu tas.
mampır: Hırsız.
mampırla-: Çalmak, hırsızlık yapmak. mampur: Hırsız. mampurla-: Çalmak.
marhama: Havlu < Ar. mikrama 'el havlusu.' maşara: Ekili bostan yeri.
matah: Çerçi malı. < Ar. meta satılacak mal, eşya, elde bulunan sermâye.
menge: Silah.
merik: 1. Yaşlı adam. 2. Koca, eş; adam, herif, kişi. 3. Hoca < Far. Merdek 'adam,
herif.'
merik: Hoca, yaşlı.
mısmıl: İyi, güzel.
mihmân: Misafir. < Far. Mihmân 'misafir, konuk.' milah-milih: düzgün, yakışıklı, güzel.
milih-milah: iyi, güzel, hoş. < Ar. melîh 'güzel, şirin, sevimli' mim: Müslüman < Ar. mîm 'mim harfi.'
moy- mey: Su. < Ar. mâ 'su.' Arapçada bu kelimenin söylenişi 'may' şeklindedir.
moy: 1. Su. 2. Kalitesiz, kötü esans. moyhane: 1. Hamam, 2. Abdesthane.
moyhane: 1. Hamam, banyo. 2. Tuvalet, abdesthane. < Ar. mâ+ Far. hâne 'ev' kelimesinden.
moyla-: Su dökmek, çis yapmak, işemek.
moylan-: Boy abdesti almak, yıkanmak. < Ar. mâ' + Tk. /lan-/ ekinden.
moylan-: Yıkanmak. nâme: Mektup. < Far. Nâme 'mektup.' narele-: Söylemek, haber vermek.
nârele-: Söylemek, konuşmak. < Ar. na're nâra, yüksek sesle bağırma + Tk. /+le-/ ekinden.
netu: Yok. < Far. (?) nâ değil, yok.
otla-: Saldırmak (kadına vb.)
ötürük: Sürgün, ishal, cıvık dışkı.
öz: Kendi.
özüme: Bana.
parsumla-: Dilenmek, dilencilik etmek. < Far. Pârse 'dilencilik' kelimesinden.
pelez: Küçük altın. pulla: Polis. pullo: Bkz. pulla. pullo: Polis.
rafata: Tandıra ekmek vurulan bez.
reketle-:1. Oturmak. 2. Namaz kılmak 3. Yatmak. < Ar. rek'at namazda bir kıyam
(ayakta durmak), bir rükû (ayakta iken eğilme) ve iki sücûddan (yere kapanma)
ibaret hareket + Tk. /+le-/ ekinden.
ruh ruh: Geri gel.
ruh: Gel! < Ar. ruh! 'git!' geri gel!
rumra: Üzüm posası.
salat sıh-: Namaz kılmak.
salat: Namaz. < Ar. salât 'namaz.'
saldat-saltat: Jandarma, asker. < Rus. saldat. 'asker.' sedef: Düğme < Ar. sedefe 'sedef kabuğu.'
sekmen: 1. Sedir. 2. Evlerin önüne yazın oturmak için taş ve çamurdan yapılan yarım metre yüksekliğinde set. selefur: İç donu, iç çamaşırı.
selefur-selavur: 1. Yatak takımı. 2. İç donu, iç çamaşırı. < Ar. selle 'sele'
sem: Kulak < Ar. sem 'kulak verme, işitme.' semin: 1. Yağ, yiyecek. 2. Koku yağı, esans.
semin: Yağ, esans < Ar. semîn 'semiz, besili, yağlı.'
ser: Baş, kafa < Far. ser 'baş, kafa, kelle.'
sıh-: Yapmak, kılmak.
sıkkın: Bıçak. < Ar. sikkîn 'bıçak'.
sındı: Makas.
sırtısarı: Alevi.
sim: Gümüş < Ar. sîm 'gümüş.' sini daşlı: (İlenç) mezarı taşlı. sipi: Bit.
süllem: Merdiven < Ar. süllem 'merdiven.' süzek: Süzgeç. şaar: Arpa < Ar. şa'îr 'arpa.'
şakıf: : Kadınlık organı. < far. Şikâf 'yarık, çatlak.' şakıf: Kadınların mahrem yerleri.
şarşar: Bir iki metre yüksekten düşen su, mastafadan akan su.
şelek: Sırtta taşınan yük. şot: Tandırın ilk ekmeği. şurt: Tandırın iç duvarı. şutla-: İçmek. (sigara vb.) şüple-: İçmek (sigara vb.) taka: Küçük pencere.
talır: Para. < Alm. taler 'gümüş para, para.' taman: Haniya. tegginci: Kaçakçı, dolandırıcı. teğginci: Kaçakçı, dolandırıcı.
tekellim: Konuşma. < Ar. tekellüm 'söyleme, konuşma.'
temir: Bıyık.
temir-temür: 1. Bıyık 2. Sakal.
teşto: Bekçi.
tıgla-: Dolandırmak. tığcı: 1. Üfürükçü. 2. Açıkgöz, pazarlamacı. < Far. Tîğ 'kılıç' + tk. /+cı/ ekinden.
tığla: Göz boyamak, lafla aldatmak, ikna etmek. tırsı-- tırsı-: Korkmak.
tırsı-tırşı-: Korkmak. Argoda, tırsımak-tırsmak: Korkmak, çekinmek.
tille: Kadın, gelin.
tille: Kadın.
tipiz: Pekmez.
tipiz-dipiz: Pekmez.
tomo: Motorlu araç. < otomobil kelimesinden. < Fr. Yun. Lat.
tosbağa: Kaplumbağa.
töko: Kötü yolda olan kadın veya erkek.
tütsüle-: Kokulamak.
uçur-: Kılmak.
uçur-: Yapmak, kılmak (namaz).
uğrun: Gizli.
üğüt-: Yemek.
vakıf: At arabası.
velahu: Aman dikkatli ol, pot kırma.
velehu: 1. Bu, şu. 2. Pot kırmamak için 'sus, sezdirme!' ikazı. < Ar. velehu 'bu da onun.'
yabana git-: 1. Geçim için uzağa, başka yere gitmek, 2. Boşa gitmek. yavşak: Birini aşağılamak için söylenen söz.
yemen: Çay, kahve. < Ar. Yemen 'Arap yarımadasının güney tarafını teşkil eden
bölge.'
yes: Var.
yesle-: 1. Vermek. 2. Koymak (küfür sözü)
yesle-: Vermek.
yorah: Yamalık.
zahm: Arka. < Ar. zahr 'arka, sırt.'
zengili: Hemşeri. (Darendeli olan)
zer: Altın < Far. zer 'altın.'
zıbar-: 1. Ölmek, 2. Uyuyakalmak. zığla-: 1. Tüfek doldurmak, mermi sürmek. 2. Çalmak. zığlandır-: Vermek. zığlı: zengin.
zifir: 1. Kokulu kir, is, yağ lekesi, 2. Yemekteki yağ.
Sakife-i Beni Saide, Beni Saide bin Ka’b bin Hazrec’e ait bir mekan ve Mescid-i Nebi’ye yakın bir yerde bulunmaktaydı ve tarihi bir üne sahipti. Sakife, Mescid-i Nebevi’nin batı yönünde, Bida’e kuyusunun yanında yer almaktaydı. Ensar’ın halife adayı olan Sa’d bin Ubade onun yakınlarında yaşamaktaydı.
Hz.Peygamber hayatta iken müslümanlar arasında itikadi bir problem görülmediği konusuna daha önce değinmiştik. Çünkü inançlar kuvvetli, vicdanlar temizdi. İnsanlar arasındaki birlik ve beraberlik bağı da buna paralel olarak kuvvetli idi. Aynca ashab herhangi bir müşkille karşılaştığı zaman hemen Hz.Peygamber'e soruyor ve hemen cevabını alıyordu. Böylece bir ihtilafa mahal brakılmadan müşkiller hallediliyordu. Bunun için de Hz.Peygamber döneminde ihtilaflar açısından herhangi ciddi bir meselenin meydana gelmediğini görmekteyiz.
Sahabe döneminde ilk ciddi ihtilaf, aslında çok basit gibi görünmesine rağmen, "Kırtas Hadisesi" diye bilinen ve Hz.Peygamber'in hastalığının şiddetlendiği bir anda vuku bulan hadisedir. Bununla ilgili olan bir rivayete göre Hz.Peygamber, etrafında bulunanlardan kağıt-kalem istemiş; fakat yanındakiler istekleri yerine getirme hususunda tereddüt göstermişlerdi. Bir kısmı kağıt ve kalemin getirilmesi gerektiğini söylerken, içlerinde Hz.Ömer'in de bulunduğu diğer bir gurup Hz.Peygamber'in bu isteği, hastalığının şiddetinden dolayı yaptığını ifade etmiş ve bunun üzerine orada bulunanlar arasında farklı görüşlerin ortaya atılarak tartışılmasına sebebiyet verilmiştir. Hz.Peygamber bizzat kendisi, yanında münakaşa yapmalarının uygun olmayacağını ifade etmiş ve bu problem orada halledilmiştir.
Bu olayı daha sonra Şia kendi lehine yorumlamış ve âdeta kehanette bulunurcasına, Hz.Peygamber'e kağıt ve kalem getirilmiş olsaydı Hz.Peygamberin, Hz.Ali'yi halife tayin edeceğini iddia etmiştir. Bu iddia ne derece sağlıklı olabilir? sorusuna müspet cevap vermek, normal mantıkla mümkün olmasa gerektir.
Zikrettiğimiz bu olay ashab arasında görülen ilk ihtilaf olmakla beraber Hz.Peygamberin müdahalesi ile halledilmiştir. Halledilmeyen bir ihtilaf vardır ki, o da Hz.Peygamber'den sonra kimin halife olacağı ve idareye kimin geçeceği konusudur. Şia taraftarları bu konu ile ilgili kendilerine göre bazı yorumlarda bulunsalar da Hz.Peygamber bu konuda herhangi bir sahabeyi tayin buyurmamış ve bu konuda Hz.Peygamber'den herhangi bir nass ta rivayet edilmemiştir.
Hz.Peygamber vefat ettiğinde cenazesi henüz kaldırılmamışken, Ensar Beni Saide gölgeliğinde toplanmış ve aralarında halife seçimi yapma gayretine girmişlerdir. Bilindiği gibi Ensar, Evs ve Hazrec olmak üzere iki kabileden müteşekkildi. Evs kabilesinin reisi Beşir b Sa’d, Hazrec kabilesinin reisi de Sa'd b. Ubade idi. Sa'd b. Ubade yaşlı ve hastalıklı bir insan olmasına rağmen hilafette Ensar'ın adayıdır. Evs kabilesi de Onu destekler durumdadır. Aslında Evs ve Hazrec cahiliyye döneminde birbirine düşman iki kabiledir. Cahiliyye döneminde zaman zaman bu kabileler arasında harpler de olmuştur. Buna rağmen Hazrec kabilesinin adayını desteklemeleri, onların muhacirlere karşı bir tavır aldıklarını, ensardan olmaları sebebiyle bu yolda birleşiverdiklerini göstermektedir. Daha önce örneklerini sunduğumuz gibi, islami dönemde tahrik edildikleri zaman eski düşmanlık duygularının kabardığına da şahit olunmuştur. Bu konu ile ilgili örnekleri çalışmamızın daha önceki kısımlarında verdiğimiz için burada tekrar etmemize gerek olmadığı kanaatindeyiz. Kabileler arasında görülen bu rekabet duygusunu Muhacir ve Ensar İkilisi arasında da görmek mümkündür. Nitekim onların da tahrikler sonucu zaman zaman karşı karşıya gelebildikleri fakat Hz.Peygamber tarafından bu tür tatsız hadiselerin önlendiği bilinmektedir.
Hz.Peygamber vefat eder etmez yeni bir halife seçmek gayesi ile Ensar'ın Beni Saide Gölgeliğinde toplanmış olması, aralarında bir kişiyi halife adayı seçmeleri Ensar'ın bu işe daha önceden hazırlıklı olduğu izlenimi vermektedir. " Nitekim hilafet meselesi bütün müslümanları ilgilendiren bir konudur. Böyle bir meselenin müslümanların ortak karan ile çözümlenmesi gerekir ve bunun da en uygun yol olduğu düşünülür. Fakat Ensar böyle yapmamış hatta bundan kaçınmıştır. Hz. Peygamberin yakınları henüz cenaze ile meşgul olurken onlar kendi kendilerine halife seçimi yapmaya çalışmışlardır. Ensar'ın bu konuda aceleci bir tavır içerisinde görülmesi bize göre İslam öncesi arap kültürünün bir tesiri ve uzantısı şeklinde izah edilebilir. Daha önce de değindiğimiz gibi Evs'le Hazrec'liler ve genel olarak Ensar'la da Muhacir arasında bir üstünlük yarışının sürdüğü muhakkaktır. Evs kabilesi kendi başına bir üstünlük sağlayamayacağını anlayınca, Ensar da birleşmek suretiyle muhacirlere karşı üstün olma gayreti içine girmiş olabilir. Ensar bu yarıştan galibiyetle çıkabilmek için böyle aceleci bir tavır içerisine girmiş olabilir.
Yukarıda da değindiğimiz gibi, Hz.Peygamber'in cenazesi henüz kalkmadan Ensar Beni Saide gölgeliğinde Sa'd b. Ubade'yi halife seçmek için toplanmıştı. Sa'd b. Ubade hastalıklı ve yaşlı olduğu halde halifeliğe aday olmuştu. Hatta bu toplantıda Ensar'ın faziletlerinden, dolayısıyla hilafetin onların hakkı olduğundan bahsediyordu. Ensar'ın bu faaliyetinden haberdar olan Hz. Ömer, Hz.Ebu Bekir'e durumu anlattı. Ensar'ın Sa'd b. Ubade'yi halife seçeceğini ve orada bulunan kişilerin en ılımlılarının fikirlerinin "bir halife Muhacirden bir halife de Ensar'dan olsun" şeklinde olduğunu bildirdi. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer yanlarına yolda karşılaştıkları Ubeyde b. Cerrah'ı da alarak toplantı mahalline yöneldiler.
Hz. Ebu Bekir topluluğun yanına gelince, söz aldı ve Ensar'a bir konuşma yaptı. Konuşmasında nasihat babından bazı ayetler okudu. Hz.Ebu Bekir, putperestliğin araplarca kabul gördüğü için atalarının dinini brakmakta güçlük çektiklerini, Hz.Peygamber'in kavminden olan ilk muhacirlarin O'na iman ettiklerini ve hiç bir yardımı esirgemediklerini, onunla, birlikte kavminin şiddetli eza ve cefalarına dayandıklarını, kendileriyle alay edilmesine aldırmadıklarını, düşmanlarının sayıları çok, kendileri az olduğu halde eziyetlere tahammül edip korkmadan, yılmadan sabır gösterdiklerini, yeryüzünde Allah'a ilk ibadet edenlerin muhacirler olduğunu ve Hz.Peygamber'in dostları, akraba ve kavmi oldukları için hilafetin onların hakkı olduğunu, bu konuda onlarla ancak zalim olanların mücadele edebileceğini, halbuki Ensar'ın fazilet ve üstünlüğünün inkar edilemeyeceğini, ilk muhacirlerden sonra Ensar derecesinde şeref sahibi kimse bulunmadığını belirtti ve sözlerini şu şekilde bitirdi. "Bizler Emir, sizler de Vezirlersiniz. Sizden başkası ile istişarede bulunulmaz. Sizin fikriniz alınmadan hüküm verilmez"
Hz. Ebu Bekir'in ardından Hubab b. Munzir b. Cümûh söz alarak konuştu ve sözünün sonunda "Bir emir sizden bir emir bizden olsun" teklifinde bulundu.
İbn Munzır'a cevap mahiyetinde Hz.ömer bir konuşma yaptı ki, bu konuşma ihtilafın çözülmesi açısından ve toplum kültürünün değerlendirilmesi açısından önemlidir. Hz.ömer şöyle demiştir. "Heyhat! ( boşuna uğraşmayın ) iki kişi aynı anda halife olamaz. Allah'a yemin ediyorum ki, Araplar sizden olacak bir emir’e rıza göstermezler. Çünkü Peygamber sizin kabilenizden değildi. Onlar ancak içinden nübüvvetin çıktığı kabilenin emirliğini kabul ederler."
Hz. Ömer'e ait olduğu rivayet edilen bu cümleler de bize gösteriyor ki, Hz.ömer halife olacak şahsın kişisel özelliklerinin dışında toplumsal özelliklerinden bahsetmekte, halife olacak kişinin belli bir kabileye mensubiyetine işaret etmektedir. Bu durum da bize gösteriyor ki İslami dönemdeki müslüman toplulukların hafıza ve bilinç altlarında hâlâ eski kültürlerinin izleri ve etkisi vardır. Bilinmektedir ki, cahiliyye dönemi dediğimiz eski arap toplumu kültüründe kabile esası ve kabilecilik ruhu hakimdi. Sahabe olarak nitelendirdiğimiz insanların zihinlerinde de üzeri küllenmiş bir şekilde de olsa, o kültürün devam ettiği ve ölmediği görülmektedir. Hz. Ömer'de bu toplumsal gerçeği görerek toplulukta bulunan insanlara da bunu göstermiş onların dikkatlerini bu konuya çekerek ikna etme yoluna gitmiştir.
Hz. Ömer'den sonra tekrar söz alan Hubab b. Munzir, Hz. Ömer’fin fikirlerine karşı çıkarak Ensar’a seslenmiş ve hilafete Ensar'ın daha layık olduğunu ifade etmiştir. Fakat çabasında bir neticeye ulaşamamaktır.
Bunun üzerine Ensar'dan Evs kabilesinin reisi Beşir b. Sa'd ayağa kalkarak söz almış ve Ensar'a medh-u senada bulunarak seslenmiş, sözünü de şöyle tamamlamıştır: "Ey Ensar Topluluğu... Dikkat edin Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem) Kureyş kabilesindendir ve Onun kavmi halifelik hususunda daha evlâ ve bu konuya daha müstehaktır... Allah'tan korkun, onlara muhalefet etmeyin ve bu konuda onlarla münakaşa etmeyin."
Beşir b. Sa'd'ın bu sözlerinden sonra Hz.Ebu Bekir söz alarak "İşte Ömer, işte Ebu Ubeyde hangisini isterseniz ona beyat edin" demiştir. O ikisi ise "Allah'a and olsun ki sen hayatta bulunduğun sürece biz bu vazifeye talip olmayacağız. Çünkü sen muhacirlerin en faziletlisi, mağarada bulunan iki kişiden biri ve namazda Rasulullahın halifesisin... uzat elini sana bey'at edelim diyerek Hz.Ebu Bekir tarafına yürüdüler, fakat Beşir b. Sa'd o ikisinden daha hızlı davranarak onlardan önce bey'at etti.
Ensar'dan Sa’d b. Ubade’nin reisliğini yaptığı Hazrec kabilesi, Evs kabilesi reisi Beşr b. Sa'd'ın ve ona tâbi olanların yaptığı hareketi hoş karşılamadılar. Evs kabilesine mensup Esyed b. Hudayr isimli bir kişi: "Allah'a yemin olsun ki Hazrecliler bir defa emirliğe geçerlerse bu fazilet daima onların elinde kalır ve asla bir daha bize bundan pay ayırmazlar, bunun için ayağa kalkın ve Hz.Ebu Bekir'e bey'at edin." demiştir. Bunun üzerine Evs'liler ayağa kalkarak hep beraber Hz.Ebu Bekir'e bey'at ettiler. Böylece Hz.Ebu Bekir, Hz.Peygamberden sonra İslam aleminin ilk halifesi oldu.
Hazrec reisi Sa'd b. Ubade kendisinin değil de HzEbubekir’in halife seçilmesine sinirlendi. Orada bulunan diğer müslümanlara birtakım hakaretlerde bulundu. Bunun üzerine onu kendi haline bıraktılar. Artık bu olaydan sonra onlarla birlikte beş vakit namaz kılmadığı gibi, cuma namazlarına da gitmedi, hacda da onlarla birlikte görülmedi Hatta Hz. Ebubekir vefat edinceye kadar da bu durum böyle devam etti. Hz. Ömer halife olunca Şam'a gittiği orada ölene kadar kimseye bey'at etmediği rivayet edilir
Sakife olayı diye bilinen Beni Saide Gölgeliğinde cereyan eden ve Hz.Ebubekir'in halife olmasıyla sonuçlanan bu olay itikadi fırkaların menşe'i açısından İslam mezhepleri tarihinde büyük bir önemi haizdir. Bu olay müslümanlar arasında ilk ciddi tartışma olması ve itikadi fırkaların doğmasına zemin hazırlaması açısından da önemlidir. Çünkü itikadi fırkaların doğuşunda daha önce de zikri geçtiği gibi temel iki sebeb vardır. Bunlardan biri, insan unsurudur. Her devirde ve her toplumda görülmesi mümkün olan, insanların yükselme arzuları, makam hırsları, kin ve nefret duygularını burada zikredebiliriz.. Diğeri de Özellikle bahsi geçen toplumda görülen, ve kaynağı cahiliyye dönemi kültürüne dayanan kabile asabiyyeti ve kabilecilik ruhudur. İslam tarihinde itikadi fırkaların doğmasına sebebiyet veren düşmanlıkların ve savaşların kaynağını genelde bu iki nedende aramamızın uygun olacağı kanaatindeyiz. Dolayısıyla itikadi fırkaların oluşum nedenlerini iki ana maddede aramak gerekir. Bu maddelerin İkincisi olarak zikrettiğimiz kabile asabiyyeti ve ruhu Beni Saîde gölgeliğinde de kullanılmış ve sonuca ulaşmıştır. Aslında Beni Saide gölgeliğinde kabilecilik ruhunu kullanma yöntemi geçici bir çözüm getirmiş gibi görünse de daha sonraki yıllarda gelişen olaylarla birlikte İslam âleminde müslümanlar için kapanması zor yaraların açılmasına sebebiyet verilmiştir.
Beni Saide Gölgeliğinde kabilecilik ruhunun veya duygusunun nasıl kullanıldığı konusuna; olayı genel hatlarıyla gözönünde bulundurarak değinirsek daha müşahhas ve isabetli olacağı kanaatini taşımaktayız.
Konunun akışı içerisinde zikrettiğimiz gibi, Hz. Peygamberin cenazesi henüz ortada iken, Ensar Beni Saide Gölgeliğinde kendilerinden birini halife seçmek için toplanmıştı Bu toplantının sebebini acaba ne ile izah edebiliriz? Sahabe arasında Ensar, sorumluluk duygusu en gelişmiş olan topluluk mudur? Yoksa Ensar kendileri haricindeki müslümanların böyle bir konuyu çözümleyebilecek ’ kapasiteleri olduğuna inancı mı yoktur? veya Ensar sahabenin diğer topluluklarından birşeyler mi kaçırmak istemektedirler? Bize göre Sakife olayının aydınlığa kavuşabilmesi ve devrin insanlarının düşünce yapılarının ve zihniyetlerinin çözümlenebilmesi için bu sorulara cevap bulunması gerekmektedir.
Diğer müslümanların böyle önemli bir konuyu çözümleyebilecek kapasiteleri olup olmadığı hususunda Ensar'ın şüpheleri olamazdı. Nitekim o kimseler içerisinde Hz.Ebu Bekir, Hz.ömer gibi daha nice dirayetli ve idarecilik yeteneği tartışılmayan bir çok sahabi vardır. Bize göre Ensar, sahabe arasında sorumluluk duygusu en gelişmiş topluluk ve müslümanların başsız kalmalarından korkan, onların istkballerini daha aydınlık yarınlara hazırlama gayreti içinde olan topluluk da değildir. Çünkü gerçekten böyle bir düşünceleri olmuş olsaydı, müslümanların tamamını ilgilendiren bir konuda müslümanların tamamı ile istişare yaparak, onların da görüşlerini alırlar ve olayı bu şekilde çözümleme yoluna giderlerdi. Oysa onlar bunu yapmamışlar aksine kendi aralarında toplanarak bir aday belirlemişler ve onu tüm müslümanların başına lider yapma gayreti içine girmişlerdir. Biz onların bu gayretlerini ancak cahiliyye devri kültüründen kaynaklanan kabile asabiyyeti ve kabilecilik ruhu olarak izah edebilmekteyiz. Çünkü, bilinmektedir ki, Medine'li olup Ensar diye nitelendirilen kimseler Evs ve Hazrec olmak üzere iki kabileden müteşekkildir. Bu iki kabile İslam öncesi cahiliyye devrinde birbirlerine karşı düşmanlık hissi beslemelerine ve rekabet duygusu içinde yaşamalarına rağmen Beni Saide Gölgeliğinde Mekke'li Muhacirler karşısında adeta ittifak kurmuşlar, sanki onlardan ve tüm müslümanlardan bir şeyler kaçırma gayreti içinde oldukları görüntüsünü vermişlerdir. Bunun sebebini biz Ensarla Muhacirler arasındaki üstünlük sağlama duygusunda aramalıyız. Bu üstünlük sağlama duygusunun yanında Medine'deki iki kabile arasında kabile asabiyyetinden kaynaklanan İslam öncesindeki çekişme de gözden uzak tutulmamalıdır. Gelişen olaylar bize Ensar ve Muhacir arasındaki üstünlük sağlama düşüncesinin bir an için kabileler arasındaki rekabet duyusu kadar güçlü olmadığını göstermektedir. Eğer Muhacir-Ensar rekabeti Ensar arasındaki Evs-Hazrec rekabetinden daha üstün ve sağlam olsaydı; Ensar’dan olan Evs kabilesinin reisi Beşir b. Sa'd'ın Hz.Ebu Bekir'e bey'at etmemesi gerekirdi. Halbuki Beşir b. Sa'd, Muhacirden dahi hızlı davranarak herkesten önce Hz.Ebu Bekir'e bey'at etmiştir. Bunun sonucunda da Hazrec kabilesinin ve reisi durumundaki Sa'd b. Ubade'nin hilafeti gerçekleşmemiş ve neticede Hazrec kabilesi Evs kabilesi karşısında bir üstünlük sağlayamamıştır.
Bu olayda Evs kabilesi mensupları kendi kültürlerinin düşünce sistemleri içerisinde adeta iki toplum karşısındaki istikbale yönelik ezilmişliklerinden veya daha uygun bir ifade ile alt tabakada oluşlarından birini yani Hazreclilerdense Muhacir karşısında daha alt bir tabakada olmayı ve onların buyruğu altında yaşamayı kabul etmişlerdir.
Beni Saide Gölgeliğinde Evs kabilesinin lider olma şansı yoktu. Liderliğe iki aday vardı. Bunlardan biri Hazrec diğeri de Muhacirlerdi. Evs'Iiler Muhacirleri destekleyerek çok eski rakipleri için kendilerine karşı üstünlük vesilesi olabilecek hilafeti onlara vermemişler veya bunun gerçekleşmesini, Ebu Bekir’e bey'at ederek önlemişlerdir. Böylece üstünlük ve faziletin Hazrec'dense Muhacirlerde kalmasını tercih ve temin etmişlerdir.
Gelişen bu olaylar daha önce de zikrettiğimiz gibi, Hz.Ebu Bekir’le Hz.ömer'in toplum yapısını çok iyi bildiklerini ve bu sebeple en müspet kişiyi halife olarak kabul ettirebilme başarısını gösterebildiklerini izhar etmektedir. Hz. .Ebu Bekir de Hz.Ömer gibi, Ensar’a karşı yaptığı ilk konuşmasında Hz.Peygamber'in üstünlüğü hususunda şüphesi olmayan insanlara, halifenin Hz.Peygamber’in kabilesinden olması gerektiğini söylemiş böylece kültür ve düşünce sisteminde geniş bir yer kaplayan kabilecilik duygu ve düşüncesiyle onları ikna etme yoluna gitmiştir.
Burada gözden kaçırılmaması gereken bir husus vardır ki, o da Hz.Ebu Bekir'in üstünlük ve fazilet peşinde olmadığı, daha açık bir ifade ile halifelik peşinde olmadığıdır. O'nun gayesi İslam toplumunda herhangi bir huzursuzluğa sebebiyet verilmeden bütün müslümanların kabul edebileceği şekilde hilafet meselesini çözümleyebilmektir. Bütün gayret ve çabasının bu doğrultuda olduğunu gelişen olaylar bize göstermektedir. Nitekim Hz.Ebu Bekir'in müslümanlara, Hz. Ömer ve Ebu Ubeyde'yi göstererek ikisinden birine bey'at etmelerini istemesi bizim konu ile ilgili iddiamızı destekler mahiyettedir. Hz. Ömer ve Ebu Ubeyde, Hz.Ebu Bekir'in bu işe daha layık olduğunu ifade ederek O’na bey’at etmişlerdir.
Hz.Ebu Bekir müslümanların selameti için Ensar'ı ikna etme amacıyla Ensar'ın düşünce yapısındaki kabilecilik anlayışından istifade ettiğini, Hz. Ömer’in de aynı yöntemi kullandığını zikretmiştik. Hubab b. Munzir "Bir emir sizden bir emir de bizden olsun" dediğinde de Hz.Ömer, Arapların Kureyş dışında bir halifeyi kabul etmeyeceklerini söylemiş, bunun sebeplerini de zikrederek müslümanların istikbali ile ilgili duymuş oldukları endişeli durumun gerçekleşmemesi için çaba sarfetmişti. Sonuçta hem Hz. Ebu Bekir hem de Hz. Ömer insanların kültür ve düşünce yapıları doğrultusunda en olgun ve en uygun kararın verilmesine yardımcı olmuşlardır.
Görülüyor ki Beni Saide Gölgeliğinde kabilecilik ruhu veya duygusu zamanın şartlan içinde en mükemmel sonucu verirken daha sonra gelişen olaylarda mesela Sıffin savaşında müslümanları birbirlerine düşman yaptığı, onları bölüp parçaladığı ve fırkalaşmalara zemin hazırladığı ileri sürülebilir.
Bizim çalışmamız açısından önemli olan nokta; Ensarın özellikle Hazrec kabilesi taraftarlarının ve Sa’d b Ubade’nin davranışları gözönünde bulundurulduğunda bu insanların islamın ideal insan olma vasıflarına sahip olamadıklarıdır. Çünkü İslam, Peygamberin mübarek vücudu ortada dururken makam mevki hırsı ve bunun için basamak yapılan asabiyyet duygusuyla hareket etmeyi, bütün müslümanları ilgilendiren bir meselede o müslümanların onayını almaksızın hareket etmeyi hoş görmez. Halbuki bu insanlar, konumuz içerisinde de değindiğimiz gibi, Ensar topluluğunun tamamının bile gönül rızasını almaksızın hilafet gibi, bütün müslüman toplumun meselesi hakkında hüküm vermeye icraat yapmaya kalkışmışlar ve sonuç almaya çalışmışlardır. Başarı kendilerinden yana olmayınca da hiç hoş olmayan tavırlar içerisinde bulunmuşlardır. Bu meyanda, müslümanların Allah katında hem maddi hem de manevi eşitliğini sağlayan namazda dahi onların arasında görülmemişlerdir.
İşte bu tavırların altında yatan sebeb dinin ihyâsı ve emirlerinin korunması elbetteki değildir. Bunun altında iki temel sebeb olabilir. Birincisi, insanın şahsi ihtirası, İkincisi de kabilesinin diğer kabileler üzerindeki hakimiyetinin ağlanması duygusu. Bu her iki sebeb de her insanda olabileceği gibi, bunların meşru şartlar dahilinde hoş görülmesi gerekir. Aksi takdirde calıiliyye kültürünün etkisi haricinde birşeyle izah edilemez. Nitekim, özellikle Sa'd b. Ubade’nin tavırlarının da başka bir tarzda değerlendirilmesi pek yakın ihtimal gibi durmamaktadır. Bunun için diyoruz ki, Sakifetü Beni Saide hadisesinde cahiliyye dönemi kültürünün etkisini görmek mümkündür.
Laiklik Yok Diyorlar, Evvelinden Vardı.
Ubeydullah b. Ömer meselesi, Hz. Osman hilafete geçtiğindeki en önemli mesele idi. Hz.ömer'in yaralanmasından sonra, Hz.Ebu Bekir'in oğlu Abdurrahman, Hz. Ömer’in oğlu Ubeydullah'a Ömer’in katili Ebu Lü'lü'yü Hürmüzan ve Cufeyne ile birlikte gördüğünü haber vermişti. Bunun üzerine Ubeydullah b. Ömer intikam hırsıyla Hürmüzan'ı, Cufeyne’yi ve Ebu Lü’lü'nün kız çocuğunu öldürdü. Hatta Ubeydullah, yaptığından pişman olacağı yerde, "öldürmedik hiç bir acem bırakmayacağım" şeklinde beyanda dahi bulundu. Hz. Osman bu olayı dini değil tamamen siyasi bir hadise gibi düşündü ve idari insiyatifıyle meseleyi çözümlemeye çalıştı. Halbuki Hz. Osman bu konuda ashabın ileri gelenleri ile de istişare etmiş ve görüşlerini de almıştı. Çoğunluğun görüşü Ubeydullah'ın kısasen öldürülmesi yönünde idi. Fakat halife kısas yapmadı, hatta onun adına diyet ödedi ve Ubeydullah'ı şu cümleleriyle savundu: "Hürmüzan bir müslümandır varisi yoktur. Varisi olmayanın varisi tüm müslümanlardır. Ben de sizin imamınızım, bundan dolayı Ubeydullah'ı affettim" Bu sözler sahabeyi ve özellikle Hz. Aişe, Hz. Ali başta olmak üzere ashabın ileri gelenlerini kızdırmış ve Hz. Osman'a karşı soğukluk beslemelerine sebep olmuştur. Bu ve bunun gibi zikrettiğimiz ve zikredemediğimiz olaylardan rahatsızlık duyan ashab, Halife'yi uyarmayı kendilerine vazife bilmişlerdir. Bu konuda sorumluluk duygusu taşıyanlardan biri şüphesiz Hz. Ali'dir. Hz. Ali konu ile ilgili olarak oğlu Hasan'ı halifeye göndermiş ve ona halkın halife hakkında duydukları endişeleri bildirmesini istemiştir. Bu uyarı karşısında sinirlenen Hz. Osman, Hz. Hasan'a "Baban zannediyor ki, hiç bir kimse yaptığım bilmiyor; fakat biz ne yaptığımızı biliriz"demiştir.
Böyle sert bir tepki ile karşılaşan Hz. Ali'den şüphesiz bunun ötesinde daha ileri bir tavır beklenemezdi. Nitekim o da bu olaydan sonra Hz. Osman'ın icraatları karşısında sessizliğini muhafaza etmiştir.
Hz. Osman'ın uygulamalarından hoşnut olmayan bir diğer kişi de Ümmü'l-Müminin Hz. Aişe'dir. Hz. Aişe'de, Hz. Osman'ın bazı uygulamalarından dolayı O'nu uyarmıştır.
Hatta Hz..Aişe, Hz. Osman'ın uygulamaları sonucu o kadar sert düşüncelere sahip olmuştur ki, uygulamalarından dolayı Hz. Osman'ın Kur'an'a göre dini açıdan yanlış yolda olduğu kanaatini dahi beslemiştir. (alıntı)
Takdir edileceği gibi, Hz. Ali halife seçildiğinde toplumda birçok problem vardı. Bu problemlerin en büyüğü de hiç şüphesiz Hz. Osman'ın katillerinin cezalandırılması meselesi idi. Ancak ortada belirli bir katil yoktu. Sayıları ikibin beşyüzü aşan, hatta on bin dolaylarında bir kalabalık "Osman'ı hepimiz öldürdük" demekte idi. Şehre hakim olan bu asilerle hemen başa çıkılamayacağı da gayet açıktı.
Hz. Ali halka "isyancı arapları uzaklaştırın" diyor, isyancı topluluğuna da "geldiğiniz yerlere dönün" şeklinde tavsiyelerde bulunuyordu. Fakat bu tavsiyeler pek fayda sağlamıyordu. İsyancıların gayeleri zaten karışıklık çıkarmaktı ve çıkarmışlardı da. Nitekim bu uğurda Hz. Osman'ı şehit etmişlerdi. Meidne'liler de bu duruma seyirci kalmışlardı. Medine'lilerin böyle pasif bir davranış içine girmelerini Hz. Osman'ın uygulamalarından memnun olmadıklaarının işareti olarak görmek belki mümkün olabilir.
Hz. Ömer'in şûra'sında önceden de değindiğimiz gibi Hz. Ali'den yana tavır koyan Talha ve Zübeyr gibi sahabenin, isyancılar karşısında Hz. Osman'a yeterince sahip çıkmadıklarını, Hz. Aişe'nin de tıpkı onlar gibi sahip çıkmadığını görmekteyiz. Zaten Hz. Aişe'nin, Hz. Osman'ın uygulamalarından zaman zaman şikayetçi de olduğu bilinmektedir.’ Bu sebepten olsa gerektir ki Hz. Aişe, Hz. Osman kuşatma altında iken hacca gitmeye karar vermiştir. Onu bu kararından vazgeçirebilmek için Mervan b. Hakem, Zeyd b. Sabit ve Abdurrahman b. Attab, yanma gelerek "Ey müminlerin Annesi, seferden vazgeçiniz. Gördüğünüz gibi, mü'minlerin emiri kuşatılmıştır. Senin Mü'minler yanındaki mevkiin sayesinde Allah ondan bu belayı defedebilir" dediler, fakat Hz. Aişe fikrinden dönmedi ve Mekke'ye gitti.’
Hz. Osman'ın şehid edildiği haberi kendisine ulaşınca, Hz. Aişe Medine’ye dönmek üzere yolda bulunmakta idi. O da yeni halifenin kim olacağı üzerinde düşünüyordu. Hz. Osman'ın ölüm haberi üzerine Hz. Aişe "sanki insanları Talha'ya bey'at ederken görüyorum" şeklinde bu konudaki arzusunu da açığa vurmuştu. Hatta Hz. Aişe, Hz. Osman'ın ölümünden duymuş olduğu üzüntüyü ifade eden bir cümle de sarfetmemişti. Bundan sonra da Medine halkının Hz. Ali'ye bey’at ettiği haberi kendisine ulaşmıştı. Bunun üzerine Hz. Aişe Hz. Ali'nin halife olmasından hoşnut olmadığını ifade ederek: "Osman'a yazık oldu" dedi ve Mekke'ye geri döndü.
Burada rivayetler doğru ise düşündürücü olan Hz. Aişe'nin tavrındaki tenakuzdur. Hz. Ali'nin hilafetini duyana kadar Hz. Osman'ın şehit edilmesi ile ilgili bir yorumda bulunmuyor, fakat Hz. Ali'nin hilafeti haberini duyduktan sonra "Osman'a yazık oldu" ifadesini kullanıyor. Yine Hz. Aişe'nin kardeşi Muhammed b. Ebi Bekir'in katillere yol göstermesi de olayın başka bir ilginç boyutunu oluşturmaktadır.
Tarihi rivayetler gözönünde bulundurulduğunda şayet doğru iseler Hz. Aişe'nin Hz. Osman'la ilgili tavırlarında bir farklılık ve tenakuz göze çarpmaktadır. Hz. Aişe'deki bu tavır farklılığının sebebi nedir? sorusuna Hz. Ali'nin halife seçilmesi şeklinde bir cevap verilmektedir. Bize ulaşan rivayetler ışığında Hz. Aişe'nin, Hz. Ali'nin halife seçilmesini istemediği ve bu konuda görüş beyan etmekten kaçındığı şeklinde bir yorum belki mümkün olabilir. Çünkü bunu beyan ettiği takdirde görüşü halk arasında hoş karşılanmayabilirdi. Bunun için de halkın desteğinin üzerinde bulunabileceği bir görüş ortaya atmış ve Hz. Osman'ın masum olduğu, onun mazlum olarak öldürüldüğü ve Hz. Osman'ın kanının sorumlusunun da Hz. Ali olduğu gibi görüşler beyan etmiştir.
Hz. Aişe'nin, Hz. Ali'ye fiili olarak cephe almasının sebeplerini biz Talha ve Zübeyr'in teşvikine bağladığımız gibi, bize ulaşan kaynaklarda Hz. Peygamber devrinde cereyan eden bir olaya da bağlanmaktadır. Bu olaya göre, Hz. Ali'nin yanlış tutumu Hz. Aişe'nin, Hz. Ali'ye cephe almasını sağlamış ve Ona kin beslemesine sebep olmuş olabilir. İşaret edilen bu olay hicretin beşinci yılı Şaban ayında, Benî Mustalik Gazvesinde Hz. Peygamber'e eşlerinden Hz. Aişe'nin refakat ettiği sırada cereyan etmiştir. Olay genel olarak şu şekilde rivayet edilmektedir: Kafile, gece bir yerde konakladı. Hz. Aişe zaruret sebebiyle kafileden ayrıldı. Geri döndüğünde ise, boynunda takılı gerdanlığının olmadığını gördü.. Gerdanlığı bulmak için kafileden tekrar ayrıldı ve gerdanlığı buldu. Ancak kafileye yetişemedi. Bunun üzerine çarşafına bürünerek olduğu yerde durakaldı. Hz. Aişe orada iken, askerin bazı ihtiyaçlarını gidermek için ordunun gerisinde kalan Safvan b. Muttal es-Sülemı geldi. Hz. Aişe'yi kafileye yetiştirdi.
İşte meydana gelen bu durum münafıklar için büyük bir fırsat oldu. Onlar Hz. Aişe'ye iftira etmekten geri kalmadılar. Hatta bazı müslümanlar da buna inandı. Hz. Peygamber bu duruma çok üzüldü.. Konu ile ilgili olarak Hz. Ali ve Üsame b. Zeyd'in fikrini aldı. Üsame, Hz. Aişe hakkında hayırdan başka bir şey bilemeyeceğini ve olanların söylentiden ibaret olduğunu bildirdi, fakat Hz. Ali, Hz. Peygamber’i teskin etmek için; "Ey Allah'ın Elçisi, Kadınlar çoktur. Yerine başkasını almaya gücün de yeter" dedi. Ali'nin bu sözü, ister istemez Hz. Aişe'yi üzdü. İşte Hz. Aişe'yi üzen ve Hz. Ali'ye karşı soğuk duygularının doğmasına da bu olay sebeb olmuş, Hz. Ali halife olunca da halife aleyhine tezahür etmeye başlamış olabilir. Fakat burada değinmemiz gereken Hz. Aişe'nin bir kadın olarak bu olayların bil fiil içinde oluşu sadece kendi şahsından kaynaklandığı gibi bir düşüncenin kabul edilmesinin zorluğudur. Hz. Aişe'yi bu olayların bizzat içine çeken kimselerin var olduğu düşünülebilir. Bu kimselerin de Hz. Ali'nin halifeliğinden umdukları maddi menfaati bulamayıp halifeye cephe alan Talha veZübeyr'in olması muhtemeldir. Çünkü bilinmektedir ki Talha ve Zübeyr halifeden umdukları valilik makamına ulaşamayınca Ona cephe almışlar ve Mekke'ye giderek Hz. Ali aleyhine konuşmuşlar, hatta belki bu dönemde Hz. Aişe'yi de Hz. Ali aleyhine olmak üzere kendi yanlarına çekmişlerdi.
Hz. Aişe, Talha ve Zübeyr Mekke'de bir görüş teatisinde bulunmuşlar, yapılacak işler hususunda bir durum muhakemesi yapmışlar ve Basra'ya gitmek hususunda fikir birliğine varmışlardı. Basra'yı tercih sebebi de Şam tarafına Muaviye'nin kafi geleceği ve Basra'da Talha’nın otoritesi olduğu görüşü idi.
Hz. Aişe, Talha ve Zübeyr 3000 askerle beraber Basra'ya yöneldiler. Hz. Aişe, Ya’la b. Münye tarafından kendisine hediye edilen bir deve ile yola koyuldu. Hz. Aişe ve taraftarları Basra'ya giderken yolda yaklaşık 20.000 savaşçı da etraflarında toplandı. Hz. Ali ise Medine'den yaklaşık 4000 kişilik bir kuvvetle ayrıldı. Hz. Ali'ye de yolda 12.000 Kufe'li asker katıldı. O, bundan sonra Basra'ya yöneldi. Talha ve Zübeyr ile görüşüp savaşa mani olmak için çaba sarfetti fakat, görüşmelerden bir netice çıkmadı. Savaş h. 14 cemaziye'l-eweI/36 m. 9 aralık 656 Perşembe günü başladı. Zübeyr ve Talha dâhil olmak üzere bunların taraftarlarından 13.000 kişi, Hz. Ali taraftarlarından da 2.000 kişi olmak üzere toplam 15.000 kişi öldü. Hz. Aişe de olayın sonunda bu olaydan dolayı pişman oldu ve tövbe ederek olay yerinden ayrıldı.
Hz. Aişe'nin pişman olarak olay yerinden ayrılması hadisesi de bize gösteriyor ki, Halife ye karşı içinde bir takım soğuk duygu ve düşünceler bulunsa da bunlar ancak beşeri özellikler olarak değerlendirilebilir. Hz. Aişe hiç bir şekilde bu duyguların tesiri altında kalarak müslümanları bölüp parçalamak gibi bir düşünce içerisinde olmamıştır. Zaten Mü’minlerin annesini de böyle karanlık düşüncelerin tesiri altında düşünmek asla mümkün değildir. O sadece bir insan olarak çevresindeki insanların, özellikle Talha ve Zübeyr gibi kimselerin tesiri altında kalmış, sonucunu tahmin edemediği bir aksiyon içine girmiştir. Gelişen olayları gördüğünde de hatasını anlamış ve pişman olmuştur.
İslam tarihinde üzücü bir hadise olarak kalan bu müthiş vakıanın gerçek sebepleri kesin çizgilerle tespit edilemediği için başlangıçta çelişkili tavırların arkasından patlak verdiği gözönüne alınarak bu tavırlardan sebepler çıkarılmaya çalışılmıştır. Fakat genel manada savaşın tek sebebinin insan unsuru olduğu düşünülmektedir. Kişisel ihtiras ve çeşitli duygular da burada zikredilebilir. Bu tür ihtirasları ve kişisel özellikleri belli zaman ve mekanlarla sınırlamak pek mümkün olmamakla beraber bu tür hadiseleri her devir ve her insanda görebilmek mümkündür. Dolayısıyla insanın insanlığından kaynaklandığını sandığımız bu türden bir hadiseyi insanlığın herhangi bir devresinde görmek ve yaşamak mümkündür. Dolayısıyla bu olayın sebeplerini cahiliyye devri kültürü ile sınırlamanın uygun olamayacağı kanaatindeyiz. Bu olayın gerçek sebebinin ve gerçek failinin bilicisi hiç şüphesiz her şeyde olduğu gibi Cenâb'ı Allah'tır. Biz kendimize ulaşan bir takım kaynaklar ışğında kendi gücümüz nispetinde olayları değerlendirip bir takım sonuçlara ulaşmaya gayret etme çabasındayız. Bunu yaparken de hatadan salim olmamız mümkün değildir. Hatamız varsa bunda kesinlikle herhangi bir kasıt aranmamalı ancak elimizdeki mevcut bilgilerin objektif bilim anlayışı dairesinde bizi bu neticelere götürdüğü düşünülmelidir.
Cennet'ül Bakî' Kabristanı/Medine
Yemek Yedirmeli Açlara
Bir adam üzerinde kaza namazı veya kaza orucu varsa, öldükten sonra her bir kaza namazı veya kaza orucunun her bir günü için bir fakiri doyuracak kadar yemek vereceğini fıkıh kitaplarımız hadisi şeriflere istinaden beyan etmişlerdir
[Eş’Şirünbülâlî, Hasan b. Ammâr b. Ali, Nuru’l-Îzâh ve Necâtü’l-Ervâh, s.90; İbn Âbidin Muhammed Emin b. Ömer b.Abdulaziz el-Hanefî, Reddü’l-Muhtâr âlâ’d-Dürri’l-Muhtâr, II, 72.]
Arap Kıyafetindeki Devrimi Alâmet
Mescid-i Haram'da Namaz: Servet-i Fünûn, 918, 18 Kanun-i Evvel 1324, s. 124
العمائم وقار المؤمن وعز للعرب فاذا وضعت العرب عمائمهم وضعت عزها. (ديلمى عمران ابن الحصين رضى الله عنه)
Sarıklar mü’minin vekârı, ‘Arab’ın ‘izzetidir. ‘Arablar sarıklarını çıkarınca ‘izzetlerini atmış olurlar.
[Deylemî ‘İmran İbn-i Husayn radıyallâhu anh’dan], Kenzü’l-‘Ummâl:15/308
Elli Vaktin Ecrin Eyler Hakk Atâ
Modern ilahiyatçılar, miraç hadisindeki namaz vakitlerinin düşmesini alay konusu ederek yorum yaparlar. Beş’e kadar inişini düzmece olduğunu rivayet ederler. Sormalı, ehl-i Kitabın elli vakti nasıldır? diye bir açıklama gözünüze ilişti mi? Yok…
Bir okumada bu hadisi görünce elli vakit ve beş vaktin ne olduğunu anlayacaksınız.
Rasülüllâh salla'llâhü aleyhi ve selleme teşekkür etmemiz gerekir. Hayatımızda günlerin ve yılların sürekli ibadet ortamında olması insanlar nasıl sıkıntıya uğrattığını anlayacaksınız. Yahudilerin “cumartesi bari tatil olsun istekleri” bu olmalı. Ancak onlarda buna dayanamayıp ihlal ettikleri, malumdur.
Şimdi bahse konu hadisi okuyalım.
Ezrak bin Kays anlatıyor: "Bize künyesi Ebû Rimse olan bir imam namaz kıldırdı ve söyle dedi:
Bu namazı yahut bunun gibi bir namazı Hz. Peygamber sallallâhü aleyhi ve sellem ile beraber kıldım. Ebûbekir ve Ömer, Peygamberimizin sağında, ön safta idiler. Bir adam namazın ilk tekbirine yetişmişti, arkasından Allah’ın Elçisi namazı kıldırdı, sonra sağına ve soluna selam verdi, öyle ki iki yanağının beyazlığını gördük. Daha sonra benim ayrıldığım gibi ayrıldı. O, namazın ilk tekbirine onunla beraber yetişen adam hemen namaza kalktı. Bunun üzerine Hz. Ömer ona doğru koştu ve omuzlarından tutup silkeleyerek söyle dedi:
"Otur, Ehl-i Kitab’ı helâk eden şey yalnızca namazları arasında fâsıla olmamasıydı."
Hz Peygamber, gözlerini kaldırdı ve 'Allah sana doğru söyletti Ey Ömer!' buyurdu."
[Ebû Dâvud, Salât, 195; Hâkim, Müstedrek, I, 403; Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, II, 190; Ahmed B. Hanbel, Müsned, V, 368.]
Hz. Ömer radiyallâhü anh boş zamanlarında ehli kitabın eserlerini tedkik ederdi. Konular üzerinde vukufiyeti vardı.
Raşid halifelerden ilk üçü ihtiyaç duyduklarında Beytülmâl hâzininden borç alabilmekte, alınan miktar kayda geçirilmekteydi. 1
Hz. Ebû Bekr’in beytülmâlden aldığı borcu vefatından sonra kızı Hz. Âişe ödemişti. 2 Hz. Ömer’in zaman zaman Beytülmâl’den borç alıp bunu parası olduğunda, gecikme durumunda ise atâsı çıktığında veya ganimetten payına hisse düştüğünde dilimler halinde ödediği 3 ve ölmeden önce de oğlu Abdullah’tan bu borçların hesap edilerek ödenmesini istediği bilinmektedir. 4
Hz. Ömer yaralandığında oğluna borçlarını nasıl ödeyeceği konusunda tavsiyede bulunmuş, oğlu Abdullah da babasına ait evi ve Gâbe’deki bir arsasını satarak borcunu ödemiştir. (İbnu’n-Neccâr, 210.)
Mevcut rivâyetlere göre Halife Osman ise hazineden aralıklarla yüzbinlerce dirhem borç almaktaydı. Bir keresinde beytülmâlden aldığı yüz bin dirhemlik borç beytülmâl sorumlusu olan Abdullah b. el-Erkam tarafından müslümanların hakkı olarak yazılmış ve Hz. Ali, Hz. Talha, Hz. Zübeyr, Hz. Sa’d b. Ebî Vakkas ve Hz. Abdullah b. Ömer şahit tutulmuştu.
Bu borç, vadesi geldiğinde Halife tarafından ödense de Hz. Osman ve Hz. Abdullah b. el-Erkam arasında Halife’nin borç trafiği nedeniyle sürtüşmeler yaşanmaktaydı. 5
Bir rivâyete göre Halife beş yüz bin dirhem borç almış fakat zamanı geldiği halde ödememişti. Beytülmâl sorumlusu olan Hz. Abdullah b. el-Erkam’ın ikazlarına rağmen Halife ödemeye yanaşmayıp yeni borçlar edinince Abdullah, Mescid’de cemaatin bulunduğu bir sırada anahtarları minbere asarak istifa etmişti.6
Hz. Ali kerremallâhü aleyhi vechenin borç aldığı rivayeti yoktur.
Medine döneminde oluşmaya başlayan bu devlet gelirleri üzerinde Hz. Peygamber bir mal sahibi olarak değil bir kamu görevlisi, bir devlet başkanı olarak tasarruf etmiştir. Onun, zekât hurmalarından birini ağzına atan torunu Hz. Hasan'a, "Bırak, o ne Allah Resulü'ne ne de ailesinden birine helâldir"7 demesi, zekât gelirlerinin Peygamber ailesine helâl olmamasının sonucu olduğu kadar beytülmâla ait bir malın Hz. Peygamber'in şahsî serveti gibi görülmediğinin de işaretidir 8. Bu bakımdan devlet başkanının mal varlığından ayrı olarak devlete ait müstakil bir mal varlığı kavramının ilk dönemlerden itibaren mevcut olduğu anlaşılmaktadır.
Kaynaklar
1 İbn Şebbe, I, 373; Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, VI, 173.
2 Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, VI, 206.
3 İbn Sa’d, III, 257; VI, 73; İbn Şebbe, I, 373; Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, X, 308; Taberî, Târîh, IV, 208;
Suyûtî, 248.
4 Bkz., Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, X, 436; İbnu’n-Neccâr, 210.
5 Bu yaşanan sürtüşmeye örnek olarak ayrıca bkz., Bkz.Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, VI, 173.
6 İbn Sa’d, VI, 73; Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, VI, 209.
7 Ahmed b. Hanbel, Müsned, Cilt: I, s. 200
8Salih Tuğ, İslâm Vergi Hukukunun Ortaya Çıkışı, ss.77-78. Hamidullah, İslâm Peygamberi, Cilt: II, s.967.
Hz. Peygamber sallallâhü aleyhi ve sellemin vefat haberi duyulunca Hz. Ömer'in bu haber karşısında takındığı tavır beklenilenin dışındadır.
Hz. Ömer:
“Rasülüllâh salla'llâhü aleyhi ve sellem ölmemiştir, o ölmez, ancak Musa (aleyhisselâm) gibi Allah ile buluşmak üzere gaib olmuştur. Dönecektir, ona öldü diyenin ellerini ayaklarını keserim."
diyerek feryad etmiştir.
Hz. Ebu Bekir gelerek Zümer Suresi 31. ayetini "Bu kitabın indirilişi, güçlü, hikmet sahibi olan Allah tarafındandır." okuyup peşinden, "Kim Muhammed’e tapıyorsa bilsin ki o ölmüştür, kim Allah’a tapıyorsa bilsin ki O ölmez.” Sözünü söyledikten sonra Âli İmran 144. Ayetini " Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de nice peygamberler gelip geçti. Şimdi o, ölür veya öldürülürse, siz gerisin geriye mi döneceksiniz? Her kim geri dönecek olursa, kesinlikle Allah'a bir zarar veremeyecektir. Fakat Allah, şükredenleri yakında mükâfatlandıracak." okumuştur.
Bunu dinleyen Hz. Ömer'in, hatasını anladığı ve sözlerinin derin üzüntüden kaynaklandığını ifade ettiği belirtilse de, bu fevri tutumun kodlarında tamamen teessür mü yoksa cahiliyye döneminde içinde yetişilen kültürden kalma figürlerin ve bilinçaltının İslami formda çıkışı mı olduğunu kesin olarak kestirebilmek mümkün görünmemektedir.
Sahabe Efendimizin vefatı karşısında ilk duruşu, Hz. Ömer’in tavrı gibi iken, sonra ona ve herkese karşı cesaretle tek karşı çıkabilen ve hakikati haykıran Hz. Ebubekir radiyallâhü anh olmuştur.
Yine şu konu unutulmamalı ki, Hz. Ali kerremallâhü aleyhi vecheh olmasaydı kimse Efendimizi toprağa sırlayacak cesareti kendinde bulamayacaktı.
Hz. Ebubekir’in konuşması ilk halife olmasına, Hz. Ömer’in itiraz edecek kadar ölümüne inanmayışı ikinci halife olmasına, Hz. Osman’ın bu konuda suskunluğu üçüncülüğüne, Hilafet 30 yıldır hadisine muvafık olması ile Asr-ı saadetin tamamlanması ise ancak Hz. Ali ile mümkün olacağından dördüncü halife olmasına neden olmuştur.
Rasülüllâh salla'llâhü aleyhi ve sellemin güzide arkadaşları gittikten sonra fitne devri kendiliğinden değil özüyle meydana çıkmış ve kırılan kapı bir daha kapanmamıştır.
Rasülüllâh salla'llâhü aleyhi ve sellem buyurdular…
“Sizi nimetleriyle rızıklandırdığından dolayı Allah’ı seviniz. Allah’ı sevdiğinizden dolayı beni, beni sevdiğinizden dolayı da Ehl-i Beyt’imi seviniz.”1
“Hiçbir kimse beni kendisinden daha fazla sevmediği müddetçe gerçek iman sahibi olamaz. Böylece de ehlimi de kendi ehlinden, beni de kendinden daha çok sever.”2
“Çocuklarınızı üç hasletle terbiye ediniz. Bunlar Peygamber sevgisi, Ehl-i Beyt sevgisi ve Kur’an öğretimi.”3
“Âl-i Muhammed, ilmin kaynağı ve rahmetin aslıdır.”4
“Rasülüllâh salla'llâhü aleyhi ve sellemin akrabalarından birisi gelince Kureyş’ten olan insanlar sözlerini kesiyorlar ve yüzlerini ekşitiyorlardı. Bu durum Rasulüllaha’a haber verilince, çok kızdı, yüzü kızardı, alnı terledi ve şöyle dedi: Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki akrabalarımı, Allah ve Resulü için sevmeyen kimsenin kalbine iman girmez.”5
“Bana nesebim ve yakınlarım hususunda eziyet eden kavme ne oluyor? Dikkat edin nesebime ve yakınlarıma eziyet eden bana, bana eziyet eden de Allah’a eziyet etmiş olur.”6
“Yemen seferi dönüşü Hz. Ali’yi Rasülüllâh salla'llâhü aleyhi ve selleme şikâyet etmişlerdi. Hz. Peygamber: “Bana eziyet ettiniz” dedi. Onlar: “sana eziyet etmekten Allah’a sığınırız” deyince, “kim Ali’ye eziyet ederse, bana eziyet etmiş olur” buyurdu.7
“Kim Allah’ı severse Kuran’ı sever, kim Kuran'ı severse beni sever. Kim de beni severse ashabımı ve akrabalarımı sever.”8
“Biz Ehl-i Beyt’i ancak mü’min olanlar sever. Şaki ve münafık olanlar sevmez.”9
“Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki, biz Ehl-i Beyt’e ancak Cehennem’e girecek olanlar buğzeder.” 10
“Itretime buğzedenlere karşı Allah’ın gazabı şiddetli olur.” 11
“Kıyamet Günü’nde ilk olarak Ehl-i Beytim’e şefaat edeceğim. Ondan sonra yakınlarıma ve Kureyş’e, sonra Ensar’a sonra yemen ehlinden iman edenlere, sonra diğer Araplara, sonra da Arap olmayanlara. Kime önce şefaat etmişsem o daha faziletlidir.” 12
“Sizin en hayırlınız benden sonra ehlime en hayırlı olanınızdır.”13
“Rabbimden, evlendiğim eşlerimin Cennet’te benimle birlikte olmalarını istedim, bunu bana verdi.”14
“Kim beni, Hasan ve Hüseyin’i, onların annesini ve babasını severse kıyamet gününde ben onunla birlikte olurum.” 15
“Yıldızlar yeryüzündekiler için birer emandırlar. Ehl-i Beyt’im ise ihtilaflara karşı ümmetim için birer emandırlar.” 16
“Benim nesebim ve sebebim hariç tüm nesep ve sebepler kıyamet gününde kesilecektir.”17
(alıntı)
1. Hâkim, Müstedrek, 3, 150
2. Heytemi, Savaikul Muhrika, 2, 495
3. Heytemi, age., 2, 496
4. Belazüri, Ensab, 2, 385
5. Hâkim, Müstedrek, 4, 75
6. Heytemi, Savaikul Muhrika, 2, 497
7. İbn Hanbel, Müsned, 3, 483
8. Heytemi, Savaikul Muhrika, 2, 499
9. Muhibbüddin et-Taberi, Zehairul Ukba, 18
10. Hâkim, Müstedrek, 4, 252
11. Heytemi, Savaikul Muhrika, 2, 543
12. İbn Hanbel, Müsnedü Ehli’l- Beyt, 7
13. Hâkim, Müstedrek, 3, 311
14. Hâkim, Müstedrek, 3, 137
15. Tirmizi, Menakıb, 21
16. Firuzabadi, Fedailül hamse, 2, 67
17. Firuzabadi, Fedailül hamse, 2, 69
Gusül, duanın/ namazın şartı mıdır?
İslam, parçalanmayı kabul etmeyen, ilahi, özünde birlik, bağımsız, yaşanabilir, huzurlu bir yaşam ve dürüstlük olan kapsamlı, basit bir dindir.
Gusül cinsel ilişkiden sonra, bu bir önkoşul değil, Allah'a dua etmek için izindir.
Sünni ve Alevilerin ayrıştığı nokta burada başlar. Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem “mümin cünüp/necis olmaz” buyurması nedeni budur. Gusül namazın/duanın şartıdır. Burada dikkat edilmesi gereken husus, bir Müslüman için verilmiş duasızlık/ibadetsizlik ruhsatı, beş vakitten ikisi arasında geçen zaman kadardır.
İslam namazın terkine müsaade etmediği için, müslümanın bu kısa zaman aralığında yıkanması gerekmektedir. Önceden dediğimiz gibi İslami hayat parçalanma kabul etmez. Dikkatli düşünüldüğünde birbirine girift logolar tarzındadır. İslam bir bütün olarak yaşandığında mana ifade etmektedir.
"Medine’den Yahudilerin Hepsi Sürüldü" Diyen “Er”Kökünden Olan Yazara
Çokbilmiş, mürekkep yalamış, ağzı mor dilli ve fahşa fiilli birisi, hezeyanlarını Hz. Peygamberimiz Efendimize kadar vardırması, salyaları akarken çekinip söyleyemediklerini, akbaba tırnakları ile hazırladığı müsveddeleri sanallardan yuvarlayıp, gündem olmak için üstüne elzem olmayan konularda, gayriyetine bakmadan haddini aştığı bir konuda Medine’den kovulan Yahudi meselesidir. Konu için kıraat ettiğim alıntıyı iktisaben yazmak gerekli oldu. ()
Yahudi kabilelerin şehirden çıkarılmaları (1) şehrin demografik ve içtimaî yapısında ciddi değişimlere yol açmış oldu. Yahudi nüfusun şehri terk etmesiyle genel nüfus önemli ölçüde azaldı. Toplumun tamamına yakını Araplardan oluşmaya, dolayısıyla eskiye nazaran daha homojen bir yapıya kavuşmaya başladı. Bununla birlikte şehirde hiçbir Yahudi’nin kalmadığını söylemek de mümkün değildir. Hayber (2) seferi için Müslümanlar hazırlık yaptıklarında bu seferin Resulullah ile antlaşma yapmış olan Medineli Yahudilere zor geldiğine, (3) Resulullah’ın vefatına sebep olan hastalığı sırasında zırhının bir Yahudi’de rehin bulunuyor olmasına, (4) vefatından bir yıl önce Hz. Ebû Bekr’in bir Yahudi tarafından zehirli bir yiyecekle zehirlendiğine (5) dair rivâyetler şehirde hala Yahudi nüfusun bulunduğunu göstermektedir.
1--- S.D. Goitein, Yahudilerin Medine’den çıkarılmalarını teolojik ve ekonomik iki sebebe dayandırmaktadır: “Muhammed’ten kendisinin peygamberliğini inkar eden ve muhtemelen Tevrat kıssalarındaki ve hükümlerindeki bazı gaflarıyla alay eden komşusu bu monoteist topluluğa müsamaha göstermesi de beklenemezdi. Ancak Muhammed’in Yahudi komşularıyla mücadelesinde basit bir başka sebep daha vardı. Mekkeli Muhâcirler her şeylerini bırakarak Medine’ye hicret ettikleri için arazileri yoktu. Yahudilerin kaleleri ve hurma bahçeleri bu gayeye de hizmet etmiştir.” Goitein, 93-94. Goitein’in bu fikrine iki gerekçe ile katılmadığımızı belirtmek isteriz. İlk olarak, çevirenlerin de s. 94/4 nolu dipnotta belirttiği gibi Yahudilerin şehirden sürülmelerinin nedeni kendilerinin de taraf olduğu Medine Vesikası’ndaki hükümlere aykırı davranmaları ve düşmanla işbirliği, Hz. Peygamber’e suikast girişimi gibi faaliyetlerde bulunmalarıdır. Ayrıca üç Yahudi kabilesi şehirden çıkarıldıktan sonra da burada yaşamaya devam eden başka Yahudi kabilelerin bulunuyor olması Goitein’in iddialarını çürütmektedir. Bilindiği üzere o dönemde Medine’de yaşamakta olan Yahudi kabilelerin sayısı Semhûdî’nin verdiği bilgiye göre yirmidir. Semhûdî, I/1, 130-131.
2 --- Hayber, Medine’nin yüz seksen kilometre kadar kuzeyinde bulunan ve Yahudilerin yaşamakta olduğu bir yerdi. Hayber’in Hz. Peygamber tarafından fethi ve Yahudiler ile yapılan antlaşmalar için bkz., İbn Hişâm, III, 331-346; Yakûbî, Târîh, I, 374-376; Taberî, Târîh, III, 9-16; İbnu’l-Esîr, el-Kâmil, II, 99-104; İbn Kesîr, el-Bidâye, VI, 296-309; Hamidullah, el-Vesâik, 106-109; Muhammed Hamidullah, “Hayber”, DİA, İstanbul 1998, XVII, 20-22; Hamidullah, Hz. Peygamber’in Savaşları, 128-138; Mahmudov, 321- 336.
3--- Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 634.
4 --- Buhârî, Rehn: 2, 5; Buyû’: 14, 33, 88; Silm: 5, 6, İstikrâz: 1, Cihâd: 89, Meğâzi: 85; Müslim, Müsâkât: 124; Nesâî, Buyû’. 58, 87.
5 --- Mesûdî, II, 159.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar