Print Friendly and PDF

Temhidat

Bunlarada Bakarsınız


Bir Sözün Yeniden Yazılışı


Rabia'nın, muhabbet ateşini açıklama konusunda söylediği sözler  eşsiz bir etkiye sahipti. Çeşitli kaynaklarda yazdıklarına göre, ona "Allah'ı seviyormusun?" diye sormuşlar, o "Evet, seviyorum" cevabını vermiş, "Şeytana düşmanlık besliyor musun?" diye sormuşlar, bu soruya  da "Hayır" cevabını vermiştir. "Neden?" diye sorduklarında, şu karşılığı vermiştir: "Rahman'ın muhabbetinden şeytana düşmanlık besleyecek fırsat bulamıyorum. Allah'ın Elçisi (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'i rüyamda gördüm. Bana  'Ey Rabia, beni seviyor musun?' diye sordu. Ona 'Ey Allah'ın Elçisi (salla’llâhü aleyhi ve sellem),  hiç seni sevmeyen kimse olabilir mi? Ancak Hakk'ın sevgisi beni öylesine kuşattı ki, başkasının dostluğuna da, düşmanlığına da yer kalmadı' şeklinde cevap verdim:' 


Doğrusu: Altı  çizili yer için şu sözü söylemiş.


“Ben Seni Allah’a bakarken görüyorum. Sen O musun, O mu Sen diyorum.”


Bu sözün delili şu beyittir.


"Ayinedir bu âlem, her şey Hak ile kaim


Mir'at-ı Muhammed'den Allah görünür daim."


Benim Kitaplarım


Ebu'l-Hasen-i Şazelı, görünüşe göre, sahip olduğu ilim ve fazilete rağmen, kitap yazma işinden uzak durmuştur. Nitekim o, bu konuda sürekli "Benim kitaplarım ashabımdan ibarettir" [Tabakat-i Şa'rani, 2/13]


Temhidât


Ey aziz! Gayret alemini terk et!


Dünyada İblis adını verdiğin o divane âşıkı ilahi alemde hangi adla çağıracaklarını bilemezsin.


Onun adı­nı bilsen, onu bu adla adlandırdığın için kendini kafir sayarsın.


Heyhat! Nereden bileceksin ki?


Bu divane, Allah'ı sevdi. Muhabbetinin mihengi ne oldu, bilir misin? Biri bela ve kahır, diğeri kınanma ve sefillik.
Ona "Eğer bizim aşk davamıza giriştiysen bunun için bir delil gerekir" dediler; sonra da bela, kahır, kınanma ve sefillik mihengini sundular. O da kabul etti. İşte o an, bu iki mihenk, aşkın delilinin sadakat olduğuna şahitlik ettiler. Benim ne dediğimi asla anlayamazsın!


Aşıkın, maşukun lütuf ve kahrında pişmesi için, aşkta cefa ve vefa gerekir. Aksi halde, ham kalır ve ondan bir şey ortaya çıkmaz.


Heyhat!


Aşk makamları içinde aşkın kemalinin öyle bir makamı vardır ki, burada aşık, maşuktan kötü bir söz bile duysa, bu ona başkalarının lütfundan daha hoş gelir, maşukun kötü sözünü başkalarının lütfuna terciheder. Bunu bilmeyen kimse zaten aşk yolundan habersizdir.
Yoksa şu beyiti işitmedin mi?


Senden ayrı olmak başkalarına kavuşmaktan daha hoştur,
Senin reddetmen başkalarının kabul etmesinden daha güzeldir.


Heyhat! Bu sözü ters çevirdiğinde, "O'nun dostları Allah'ın lütuf ve kahrıyla terbiye edilirler. Her gün vuslat şarabıyla sarhoş olur, ancak ardından O'nun ayrılık çizmesinin altında ezilirler" denmesi gereken yere ulaşırsın.


Aşık henüz mürittir ve bu alemde müridi ayrılık ağacına asarlar. Yoksa sen, o âlemde O'nu arayanlara nasıl hitap edeceklerini duymadın mı? Şöyle derler:


Şehirde bizi arayanlar pek çoktur,
Bizi arayanın işi ah çekip inlemektir.
Dergahımızın kapısında kurulmuş binlerce darağacı var,
Her darağacında bir müridin başı asılı.



Hz. İlahi'yi arayanların gönülleri de her gün, bin defa, "Biz biliyoruz ki,maşukumuzda bela ve kahır vardır, ama biz O'nun bela ve kahrına kendimizi feda ettik. Bela O'ndan, rıza bizden; kahır O'ndan, şefkat bizden" diye karşılık verir. Yoksa sen onlardan karşılık olarak şu beyitleri işitmedin mi?



Bela arayan, sitemkar bir sevgilim var,
İki gözümün yaşıyla ıslanmış bir yenim var.
Başımdaki bu heves benim canımı alacak,
İşin sonunda, korkarım sonum darağacı olacak.
"Biz kendimiz için ebedi derdi seçtik, rahmet ve lütfu başkalarına bıraktık" diyenin aşkı ne güzel! O kovulmuş her gün peşpeşe yüz bin dert içiyor ve şöyle feryat ediyor:


Aşıklara şarabı toprak küple ver,
Başkalarına da iyilik, güzellik ve akıl ver.


Ne güzel bir civanmert! Heyhat! Hallac-ı Mansur bu konuda şöyle demiştir: ''Ahmed ve İblis'ten başka civanmert yoktur!"


Heyhat! Sen busözden ne anlıyorsun?
Dedi ki: Civanmertlik sadece iki kişi için geçerlidir: Ahmed ve İblis. Civanmert olan ve menzile ulaşan bu ikisidir, diğerleri yolda kalmış çocuklardan başkaları değildir.
Bu civanmert, İblis şöyle demektedir:


 "Eğer başkaları bir selden kaçarlarsa, onların yerine biz kendimiz taahhüt ederiz:'


Ey sanem, senin aşkından gam üstüne gam olsun,
Senin sevdan nefes nefes her yanımı sarsın.
Aşkının ateşiyle kalbim sağlamlık bulsun,
Gerçek olmayan aşk da bizden uzak olsun.


Dedi ki: Maşuk bizi kendi ehlinden sayıp yadigar olarak vermişse, kilim ister siyah olsun, ister beyaz, bizim için her ikisi de birdir. Kim bunlar arasında ayrım yaparsa, aşk konusunda hala ham demektir, pişmemiştir. Dost elinden ister bal ister zehir, ister şeker ister Ebu Cehil karpuzu, ister lütuf ister kahır olsun; hepsi aynıdır. Kim lütfun ya da kahrınaşıkı olursa, o, maşukunun değil, kendisinin aşıkıdır. Sultan ister abaversin ister özel taç, alan kimse için yeterlidir; aşık başka bir beklentiye
girmez.


Heyhat!


Ona "Lanetim üzerine, siyah kilimini neden üzerinden çıkarmıyorsun?" diye sorduklarında şöyle cevap vermiştir:


Elbisemi satmam, satamam,
Çünkü satarsam çıplak kalırım.



Ey dost! Onun derdinin ne olduğunu biliyor musun? Onun derdi şundan dolayıdır: O önceleri cennetin hazinedarıydı ve mukarreblerdendi. O makamdan dünya makamına indi, dünyanın ve cehennemin hazinedarlığını kendisine teslim ettiler. Bunun derdiyle şöyle dedi:



Şu ben miskine yaptığı şu zulme bak,
O kendisi söyledi, ben yaptım, bu derdi verdi.


Onun ne dediğini anlıyor musun? Dedi ki: Binlerce yıldır maşukun mahallesinin bekçisiydim, kabul ettim nasibim kovulmak oldu. Rahmet mütekebbiri geldi ve bana lanet ederek "Ve muhakkak ki lanetim kıyamet gününe kadar senin üzerinedir" dedi... [ Temhidat, Aynu'l-Kuzat-i Hemedani, Afif Useyran Baskısı, İntişarat-i Danişgah-i Tehran 1962, s. 221-225.}



Gayret et de,"Ona ruhumdan üflediğim zaman..:' ayetindeki ruhi [ruhum]kelimesindeki nispet ya'sının üzerinden geçebilesin. O zaman "Ya-sin'in ya'sı "la'neti [lanetim]"deki"ya"nın İblise ne yaptığını sana anlatır.Aynı şekilde"Kaf-ha-ya-ayn-sad"ın"ya"sı, "Selamun aleyke eyyuhen nebiyyu [Selam senin üzerine olsun ey Nebi]"deki "kaf"ın Hz. Muhammed'e ne ettiğini sana söyler. Varlığı sürekli olanın kudretine yemin olsun ki, ezelden ebede kadar "Selamun aleyke [Selam senin üzerine olsun]"nin bitişik kaf'ı ile"Sad. Ve'l-Kur'an [Sad. Kur'an'a yemin olsunJ IIdaki bitişik"ya" Hz. Muhammed'den bir an olsun uzak değildir ve uzak olamaz da."La'netı [Lanetim]"deki"ya" da İblis için böyledir. Ne dersin, birisinin elinden yiyeceği alındığında o kimse yaşayabilir mi?
Varlığını sürdürebilir mi?
Ey dost!"Elif-lam-mim-ra" ibaresinden ne anladın?


Dinle!


"Mim" Muhammed'in meşrebi, "ra' ise İblisin meşrebidir.


 İzzetine yemin olsun ki, Allah hiçbir zaman vasıtasız olarak "Şöyle yap, böyle et" şeklinde konuşmaz ve bu şekilde iş yapmaz. Eğer Hz. Muhammed için,"O hevadan konuşmaz" sözünü kabul ediyorsan, "Muhakkak ki onların kıssalarında temiz akıl sahipleri için bir ibret vardır" ifadesini de bilirsin. Bu ibretlerden birisi şudur: "Bünyamin bir toplulukla birlikte perde gerisindeydi. Onun hırsızlık yapmadığını biliyorlardı. Ancak Yusuf ona şöyle dedi: Perde gerisinden çık ve 'Ben çaldım' de:'
Heyhat!


Cebrail, Mikail ve diğer melekler gaybda "Adem'e secde edin!" hitabını işittikleri halde, gaybın gaybında, gayb ve şehadet aleminde O, "Benden başkasına secde etme!" şeklinde buyurdu. Peki, sen burada ne anlıyorsun:


İnsanlar halimden habersizlerse de,
O'nun, halimi bildiğini bilmem bana yeter.



O halde, açık olarak ona "Adem'e secde edin!" derken, örtülü olarak "Ey İblis! De ki: Ben çamurdan yarattığın kimseye mi secde edece­ğim?" dedi. Bu başka türlü bir şeydir.
Ancak sen Allah'ın iki ismi olduğunu; bunlardan birinin "Rahman ve Rahim'; diğerinin "Cebbar ve Mütekebbir" olduğunu kesin olarak biliyorsundur. O, cebbarlık sıfatıyla İblisi, rahmanlık sıfatıyla daMuhammed'i yaratmıştır. Şu halde, rahmet sıfatı Ahmed'in, kahır ve gazap sı­fatı İblisin gıdası olmuştur.



Ey dost! [Allah, İblis için] "Din Günü'ne kadar lanetim üzerinedir" şeklinde buyurmuştur. Din Günü ile anlatılmak istenen; bu dünyadaki din değil, ahiret dinidir. Bu din dünyadan bağları koparmayı gerektirir ve buradakilerin birlik dinidir. Bu din bu dünyada küfürdür, ancak saliklerin yolunda ve dininde iman da küfür de birdir.


Yusuf Amiri şöyle demiştir:
Harabat mahallesinde dilenci kim, şah kim?
Vahdet yolunda ibadet ne, günah ne?
Arşın altında güneş ne, ay ne?
Bir kalenderin yüzünde parlaklık ne, siyahlık ne?



Herkes bu anlamı anlayamaz. İblis de davetçidir. Ancak İblis O'ndan, Hz. Muhammed ise O'na davet eder. İblisi Hz. İzzet'in kapıcılığından aldılar ve ona dediler ki: Sen bizim aşıkımızsın, dergahımızın kıskançlığıyla yabancıları Hazretimizden uzak tut.


Şöyle seslen:


Maşuk bana "Kapımda otur" dedi,
Sırrıma sahip olmayanı içeri sokma,
Kim bana "Kendinden geç" derse,
Bu kimse başkasına göre değil, tam bana göredir.


İblisin günahı Allah'a aşık olmasıydı. Hz. Muhammed'in günahı neydi, bilir misin? Onun günahı ise Allah'ın kendisine aşık olmasıydı. Yani İblisin Allah'a aşık olması kendisinin günahı oldu. Allah'ın Peygamber'e aşık olması ise Peygamber'in günahı oldu.


Nitekim "Böylece Allah, senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar" ayeti bu söze işaret etmektedir. Bu günahın zerresinden bir parça emanet etmek için bir cihan
gerekir. Bu günahı Âdem’e ve Adem sıfatlı olanlara paylaştırdılar, sadece bu yüzden ona çok zalim ve çok cahil dediler. Bu günahın bir zerresinden ortaya çıkan küfür dünyaya yeter. Bu günahın tamamını Mustafa'nın ruhuna yüklediler.



Bu günahın özrünü Peygamber için bizzat "Böylece Allah, senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar" şeklinde buyuran Allah istemiş­tir. Bu günahın bir zerresi bile her iki aleme konulmuş olsaydı hepsi de yok olup giderdi. Hz. Ebu Bekir bu konuda şöyle demiştir: "Ah, keş­ke ben Hz. Muhammed'in günahı ve hatası olsaydım!"


Ayaz da şunları söylemiştir:


"Sultanın hizmetinde bulunduğumda beni memleket
tahtına oturtur, kendisi de aşağıda oturur da


'Ey aşkımızın kendisinden murat aldığı!


Ey varlığıyla hazretimizin memleketini döndüren!
Ey varlığımızı varlığıyla güzelleştiren!


Ey kendisinden olduğumuz vekendisi bizden olan!' derdi.


İşte ben bundan daha büyük bir günahbilmiyorum:'



Aslında söylemek istemiyorum. Yoksa sen, şeriatin rububiyet hakkında konuşanlar üzerinde gözetleyici olduğunu görmedin mi? Kim rububiyetten söz ederse, şeriat o anda onun kanını döker. Ancak gerçekte bu kimseye ne yaptıklarını sen nereden bileceksin? Sultan Mahmud şöyle demiştir:


"Ordum ve memleketim hakkında istediğinizi söyleyebilirsiniz, fakat Ayaz hakkında sakın bir şey söylemeyin. Ayaz'ı bana bırakın:'


İşte bu halde kim "Mahmud" derse hil'at giyerdi, ancak kim "Ayaz"dan söz ederse, Sultan Mahmud'un kıskançlığı onların vücudundan damarını sökerdi.”


Temhidat, s. 227-230.


Hallâc


Beşeri tabiatının, ilahi tabiatının kıymetli sınırını ortaya çıkardığı


(Allah her türlü noksanlıktan münezzehtir.


O (Allah) daha sonra yarattıklarına yiyen ve içen (bir insan) suretinde açıkça göründü.


Öyle ki, yarattıkları O'nu kirpiğin kaşa değdiği an kadar görebildi.


Allah Teâlâ’nın evi


Kalp, Allah Teâlâ’nın evidir. Hz. Dâvûd (aleyhisselâm), “Ya Rabbi! Seni nerede arayayım?” deyince, cevap olarak: “Ben, benim için kalpleri kırılmış, benim için kalpleri harap olmuşların (evliyanın) yanındayım.” buyruldu. Yine bu manadaki bir kudsî hadiste buyrulur ki : “Yere ve göğe sığmam, ancak mü’min kulumun kalbine sığarım.”


İblis Mazur


Âlemde olan her şeyi “aşk” ile açıklayan Ahmed Gazzâlî, ilahi güzelliklerin “gözle görülen güzeller” şeklinde tecelli ettiğine inanır. Bu konudaki düşünceleri onu, Hallâc’tan itibaren çeşitli şekillerde kendini gösteren İblis’i mazur hatta haklı görme fikrine götürmüştür. O, İblisin Âdem’e secde etmemesini ebedî bedbahtlığı göze alarak yüce mâşuku Allah Teâlâ’dan başkasına secde etmeme şeklinde açıklar. Onun anlayışına göre İblis, Allah Teâlâ’ya o kadar büyük bir aşkla bağlı idi ki, cehennemde ebedî olarak azap görme pahasına olsa bile, O’ndan başkasına secde etmedi ve gerçek bir muvahhid olduğunu böylece gösterdi.


Sevânih adlı eserinde “İblisteki aşkın konusu, sıfatları yüce olan maşuktur’ diyen Ahmed Gazzâlî’nin “İblisten tevhid dersi almayan zındıktır’’ dediği nakledilir.


Kaynak: S. Uludağ, Ahmed Gazzâlî, D.İ.A,s.70.


Hasetçilerimde Var


Aynü’l-Kudât kendisine acı son hazırlayan kimselere bir beyitle şöyle seslenir:


 


“Bana haset ederek gelenlere de ki;


Kime karşı edepsizlik yaptığınızı biliyor musunuz?


Sen bu sû-i edebi Allah Teâlâ’ya karşı yaptın,


Çünkü sen Onun bana verdiklerine rıza göstermiyorsun.”


O da Biliyordu… Ancak Kader


Hz. Ali (Kerremallâhü veche)’den nakledilen şu çarpıcı olayla velâyet ile ilgili düşüncelerimizin daha net anlaşılmasını sağlayacağını söyler. Hz. Ali şehit edildiği günün sabahı evinden çıktığı zaman şehid edilececeğinden haberdarmış gibi şu beyiti tekrar edip duruyordu:


“Artık ölüme hazırlan çünkü ölüm mutlaka seni bulacaktır,


Ansızın gelip çattığında ölümden korkma!”


Yaymak İsterse


“Allah Teâlâ bir fazileti yaymak istediğinde,


Onu bir kıskancın diline dolar. –ki bu sayede duyulsun ve yayılsın-“


A. Kudât


Ruh Bilgisi


‘’Ruh, Allah Teâlâ’nın cemâl ve celâli’nin tecellisi sonucunda varolan bir cevherdir. Yani kaynağı O’nun nurudur. Eğer ruh, cesedin içine gizlenmeseydi, bütün ehl-i küfür insanlar ona secde ederdi. Akıl ve onunla beraber anlayış ve kavrayış nurları ceset’ten ayrıldığında, yıldız ve ay’ın nurları ve aydınlıkları nasıl ki güneşin ışığında kayboluyor aynı şekilde ruhun nuru içinde kaybolurlar.’’


Anlatılmaz


Hz. Süleyman (aleyhisselâm) zamanında bir kuş, dişisine kur yapıp onunla beraber olma isteğini bildirince, dişi kuş ona yüz çevirir ve onu reddeder. Dişi kuş oradan uzaklaşacağı bir sırada, erkek kuş “Ya bana itaat edersin ya da Süleyman’ın mülkünü altüst ederim’’ der. Rüzgâr bu lafı Hz.Süleyman (aleyhisselâm)’a bildirince, O da bunun hesabını sormak için kuşu huzura çağırtır. Huzura getirilen erkek kuş “Ey Allah’ın Peygamberi! Aşıklar’ın sözleri anlatılmaz”deyince bu söz, Hz. Süleyman (aleyhisselâm)’ın hoşuna gider ve onu salıverir


 


Kârin


“Kim, Rahmân’ın Zikri’ni görmezlikten gelirse, biz onun başına bir şeytan sararız. Artık o, onun ayrılmaz dostudur.” Zuhruf Sûresi, 43/36


وَمَن يَعْشُ عَن ذِكْرِ ٱلرَّحْمَٰنِ نُقَيِّضْ لَهُۥ شَيْطَٰنًا فَهُوَ لَهُۥ قَرِينٌ


Ne Yapacaksın


‘’Tasavvuf öyle bir ilimdir ki, ancak anlayışta çok ileri olanlar onu kavrar,


Onu müşahede etmeyen onu hakkıyla bilemez, âmâ olan bir insan güneşin ışığını nasıl müşahede etsin.’’


Cüneyd el- Bağdâdî


Sevmez


“Kim Allah Teâlâ’yı sevmezse, Allah Teâlâ da onu sevmez”


Kitap Yontmalı


“Eğer yaşamından memnun değilsen, kişiliğin derin yaralara yol açan çelişkiler barındırıyorsa, çevrenle ve diğer insanlarla uyumsuzsan, verili kurumlar, değerler seni boğmaya başlamışsa, bu nedenlerden dolayı yaşamında ve kişiliğinde anlamlı ve somut bir değişiklik istiyorsan, hayatı okumalısın. Sihirli kutunun anahtarı orada!” Bu yüzden Kafka, “yalnızca insanı ısıran ve iğneleyen kitapların” okunmasını salık verir. Kafka’nın deyişiyle: “Eğer okuduğumuz kitap, kafamıza vurulan bir yumruk gibi bizi sarsmazsa, neden okuyalım ki?” Kafka’ya göre, ”Kitap dediğin bir balta olmalı, içimizdeki donmuş denizi kırmaya yarayan.”


Berberin Koltuğunda


Sezginin, yaratıcı etkinliklerimize katkıda bulunabilmesi için, bilinçaltının özgürleşmesi gerekir. Bunun için de üstbenin dayatmaları çerçevesinde oluşan ben’in bilinçaltı üstünde kurduğu bastırma ve geriye itme mekanizmasının gevşemesi gerekir. Bu gevşemenin daha yakından anlaşılabilmesi için Einstein’ın dostuyla yaptığı bir söyleşiyi aktaralım. Einstein yakın bir dostuna şöyle der: “Neden yaratıcı düşünceler her zaman traş olurken aklıma gelir?” Dostu da O’na şöyle cevap verir: “Böyle olması doğal, çünkü böyle anlarda bilinçaltı üstündeki baskı ve kontrol gevşer, yaratıcı fikirler kendini dışavururlar.”


Yaşamak… Karşı Koymak


Camus’nun dile getirdiği başkaldırı eylemi ile özgürlük arasındaki bu ilişki, daha önce Goethe tarafından da dile getirilmiştir. Goethe’ye göre “yaşamak demek karşı koymak demektir”. Goethe, yaşamayı direnme, karşı koyma olarak alırken, direnme ile özgürlük arasında dolaylı bir ilişkinin varlığından yola çıkar. Ona göre, yaşamanın hammaddesi olan direnme duygusu, özgürlüğün içinde filizlendiği tarlayı oluşturur. Özgürlüğün filizlenip meyve verebilmesi için bu tarlanın işlenmesi gerekir. Goethe’nin ünlü özdeyişiyle: “Özgürlüğü ve hayatı hak edenler, onu her gün fethetmek zorunda olanlardır.”


Hıristiyan Edebiyatındaki İyi Kişi


Dostoyevski, der ki:  “Hıristiyan edebiyatındaki iyi kişilerin en kusursuzu Don Kişot’tur. Fakat iyi olmasının tek nedeni, aynı zamanda gülünç olmasıdır.”


Aşkıma Engels


Goethe, aşk “ruhları çözerken bedenleri birleştirir” derken, cinsel içerikli aşkın beden üstündeki bu çekici etkisini dile getiriyordu. Ve aynı Goethe, aşk duygusuyla birbirine bağlı olan iki ruhun, birbirinden ayrıldıkları zaman, aşkın çekiciliğinin onları hemen birbirlerine yakınlaşmaya zorladığını da söyler. Ayrılığın getirdiği bu birleşme isteği “aşk bağının yenilenmesi”ne yol açar.


“Aşk, iç çekişlerin nefesiyle yükselen bir dumandır,


Aşıkların gözlerinde parıldayan bir ateşin arınmasıdır,


Aşkların gözyaşlarını besleyen bir denizin hırsıdır,


Başka nedir ki ?


Dikkatli bir çığlık,


Doğal bir kin,


Tadı bitmeyen bir şekerdir


Cinsel isteklerimizi, arzularımızı, duygularımızı kirletmeye başlayan para, aşkın içinde yer aldığı duyguları, ilişkileri üretmiştir. Gerçek aşk, ruhun ve bedenin bu kirden arındığı yerde ortaya çıkar. Engels’in dediği gibi: “Yaşamı boyunca parayla ya da güçle bir kadına boyun eğdirmenin ne demek olduğunu bilmeyen erkek kuşağı ile, gerçek aşk düşüncesinin dışında başka hiçbir şey için kendini bir erkeğe vermenin ne demek olduğunu anlamayan, ya da parasal nedenlerle kendilerini sevgililerin kollarına bırakmayı kabul etmeyen bir kadın kuşağı yetişene dek”, gerçek aşk ortada görünmeyecektir. Her şeyin para üstüne kurulduğu dünyamızda, bu tür bir isteğin, özlemin, umudun gerçekleşmesini beklemek, aşırı iyimser duyguların içinde yüzdüğü tatlı bir düş olsa bile; paranın biçimlendirdiği bağımlılaştırıcı, yabancılaştırıcı, köreltici ilişkilerin etkisinden kurtulmak için, bu tür bir aşk düşün aydınlatıcı, ısıtıcı, okşayıcı, yaratıcı etkisinden yararlanmak bile büyük bir anlam ifade eder


Aşkın içeriğine yönelik bu öznellik, Pascal’ın tanımında kendini açıkça ortaya koyar: “Kişilikler değil, nitelikler sevilir.”





Beki


Büyük şaman, şaman başrahibi. Cengiz döneminde ve Cengiz'den önceki çağlarda beki'dir, bu kelimede belki Türkçedeki beg "güçlü", bilahare bey şekline dönüşen "efendi" kelimesini bulmak mümkündür


Cengiz Boşuna Cengiz Değildi


  "Onu hiç kuşkusuz Gök koruyordu"


(Moğollârın Gizli Tarihi, Başlık 145)


 


Yalancı Sevenler Duysun


Moğol tarihi, neyin söz konusu olduğunu tesbit etmeye olanak vermektedir. Her ne kadar çağdaş tarihçiler Cengiz Han'ın Tuluy adındaki en küçük çocuğunun ölümünü sarhoşluğa bağlıyorlarsa da, Moğollar kendileri açısından bunun daha anlamlı bir versiyonunu sağlamışlardır. Şamanlar babasının ölümünden sonra Kağan olan Öğedey'i tedavi etmekte yetersiz kalınca, küçük kardeşi Tuluy kendisine geldi ve dedi ki:


"Bu kaseyi eline al ve Göğe şu duayı ben yapıyorum: Ey! Büyük Allah, Sonsuz Varlık, eğer işlenen suç doayısıyla kullarını cezalandırıyorsan, biliyorsun ki ben ondan daha suçluyum, zira savaşta daha fazla insan öldürdüm, daha fazla kadın ve çocuk kaçırdım, daha fazla baba ve annenin gözyaşlarını akıttım; yok aksine, yanına güzelliği ve yeteneği dolayısıyla kendini Tanrı yoluna adamışlardan birini çağırmak istiyorsan, ben buna da daha fazla layığım: Öğedey yerine beni al! Onu bu hastalıktan kurtar! Bu hastalığı bana geçir! Aynı zamanda ölümcül suyu içti: Ögedey iyileşti, Tuluy ise ölmekte gecikmedi. Olayın bu şekli iyi bilinmektedir; Tuluy'un dul kalan eşi Suyurkutin Begi, bunu sık sık anlatırdı"


Hoşgörü Fermanı


Hoşgörü fermanları diye adlandırılan Cengiz Han fermanları da aynı görüşlerin akislerini taşımaktadır; "Her ne dine bağlı olursa olsun, din adamları hükümdarın uzun yıllar yaşaması için Göğe yalvardıkları takdirde, vergi ödemekten muaf tutulacaklardır."


Ağaç Piri


Güvenilir bir şekilde doğrulanan bir efsaneye göre, Cengiz Han, kendi mezannın yerini, güzel ve tek bir ağacın altında oturaraktan avlandığı gün seçmiştir. Günümüzde de bir Yakut, gömülmek istediği yeri "ekseriye gözüne en güzel görünen bir ağacın altı olarak" seçer.


Her hastalık


Gmelin'e yaşlı birisi: "şeytanın her türlü kötülüğün ve dolayısıyla her lürlü hastalığın faili olduğunu" söylemekteydi


Bir Moğol Masalı


Aslında gerçek bir masaldan çok, efsane gibi bir şey.


Dünyanın kaderini sadece bu üçü düşünüyor.


Birincisi, turna.


Nehirdeki kayalar arasında yolunu nasıl kolay bulup, ne kadar rahat yürüdüğünü görüyor musun ? Kafasını kaldırıp, arkaya yatırarak. Turna eğer sert tek bir adım atarsa dağların yıkılacağına, toprağın sarsılacağına ve binlerce yıldır duran ağaçların devrileceğine inanır.


İkincisi, çekirge.


Çekirge bütün gün boyu bir taşın üzerinde oturur, bir gün tufan olup bütün dünyayı su basacağını ve bütün canlıların anaforlarda, köpüklerde ve kapkara dalgalarda kaybolacağını düşünür. İşte çekirgenin gözlerini yüksek tepelerden ayırmamasının, oralarda toplanacak yağmur bulutlarını gözlemesinin nedeni budur.


Üçüncüsü ise, yarasa.


Yarasa göğün çöküp tuzla buz olacağına ve bütün canlıların öleceğine inanır. Yarasa bu yüzden yüksek bir yerden sarkar, kanatlarını çırparak bir göğe yükselir, bir yere yaklaşır, her şeyin yolunda gidip gitmediğine bakar. İşte masal buydu, daha ta başlangıçta böyleydi.


Ghostwriter-Hayalet Yazar


 


Hayalet yazar olmanın en büyük kötülüğü ne, biliyor musun ?


Hiç böyle güzel bir şey yazmayı beceremiyorsun. Becersen bile, kimse bunu senin yazdığına inanmaz zaten.Psikiyatrlar gibi hayalet yazarlar da ne zaman susmaları gerektiğini bilirler. hepimiz hayalet yazarız. Üstelik sadece anılarımızla değil. Yaptıklarımızla. Hayatımızın kontrolünü elimizde tuttuğumuzu düşünürüz, oysa gerçekte hayatımız çevremizdeki hayalet yazarlar tarafından çoktan yazılmış."


Ardımda mistiklerden, çatlaklardan ve yazarlardan bir iz bırakmak niyetinde değildim. Öte yandan, bir mistikle, bir çatlakla ya da bir yazarla karşılaştığımda, bazen onlarla konuşurdum. Buenos Aires'te bir yazar durumuma bir isim bile buldu: noncorpum [Latince'de bedensiz ] ve, bir gün gerçekleşirse, çoğulu noncorpa. Onunla metafizik tartışarak zevkli birkaç ay geçirdim ve birlikte bir iki öykü yazdık Ama "Ben" asla "Biz" olmadı.


Dengesizliğin Dengesi


Karanlığın doğurduğu kötülüğün pek çok yüzü ve ismi vardır.


Su nasıl yok olmadan akıp gidiyorsa. zaman da aynı şekilde varlığından bir şey kaybetmeksizin akıyor. Görünüşte akıp gitseler de varlıkları tükenmeyenlere birer örnek sayılırlar. Sabah saatlerinde su çekmek için derenin üzerine eğildiğinde bil ki dün yaptığının aynısını yapıyorsun bugün de.


Eğer bir şeyin dengesi bozulursa, sendelemeye başlar. Ve eğer bir şey sendelemeye başlarsa, zamanla düzeni alt üst olur. Düzensizliğin diğer bir adı ise, hastalıktır.


Yatacağın yeri rüzgârın yönü doğrultusunda seçmelisin. Rüzgâr önce başına değmeli, sonra da bacaklarına. Bunun tam tersini yaparsan duman burnuna girecektir ve o zaman uykun pek uzun sürmez.


Güneş


Külâh-ı gûşe-i horşîd çün pedîd âyed


Sitâregân be-hakîkat fürû nehend külâh


[Güneşin külahının köşesi göründüğünde, yıldızlar gerçek karşısında şapka çıkarırlar.]


 


Pek Çirkin Kelime Değilmiş


Türkçenin Etrüskler kanalıyla Avrupaya ödünç verdiği sayısız kelimeler


vardır. ...AMUR,AMİGO,MARY,AMERICA, ALEXANDRE, PEACE,PACIFIC, gibi


AM (Ön Tr): Sevmek,sevgili, aşk,arzu ,nazik,kibar,sakin olmak


AMIR(Balkar): Arzu,aşk


AMİR (Es. Tr): Sevmek,aşık olmak


AMRAK(Uy): Sevgili


AMURAK (Mo): Arkadaş


AMARAH (Ya): Merhametli (RAHMAN ?)


AMARAK (Dol): Merhametli


AIMeR (Etr): Sevmek


AMARE (İt): Sevmek


AÎMER (Fr): Arkadaş


Amica,Amico(lt): Friend


Mu'da Şeytan


Mu dininde, " Tanrı'nın yaratıcılığı'', Tanrı'ya sevgiyle ulaşılabileceği, dolayısıyla "sevginin yüceliği" ve "kardeşlik" duygusu esastı.


Mu uzmanlarına göre bir sevgi ve barış dini olan Mu dininde "şeytan" ve "cehennem" gibi "kötülük" simgesi kavramlar da yoktu. Mu'da "şeytan" kavramı diye bir şey bilinmediği için Mu dininin en önemli sembollerinden olan Mu Kozmik Diyagramı'nda "cehennem" diye bir şey de yoktu.


"Hindu, Babil, Asur, Kaide ve Mısır'daki en belirgin eklemelerden birisi cehennemdir. Çeşitli diyagramlarda bu cehennem ana figürünün altına, evreni simgeleyen dairenin dışına kondurulan küçük bir daire şeklinde gösteriliyordu ve böylece yeryüzünün uzağında yer aldığı belirtiliyordu. Mu'da şeytan diye bir şey bilinmediğinden kozmik diyagramda cehennem diye bir şey de yoktur. "


Ya Mu Kurtar Bizi


Nitekim Atatürk de bu gerçeği fark etmiş olacak ki, "Kayıp Kıta Mu" adlı kitabı okurken, Mu'nun batışının anlatıldığı bölümdeki ". . . Ya Mu kurtar bizi" cümlesinin hemen yanına, el yazısıyla: "demek ki Mu bir kıta değil bir ilahtır. " diye not düşmüş ve bu notun başına bir "X" işareti koymuştur.


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar