Çok Rüya Görenler İçin Güzel bir kitap
Şamanlık
ve jung Psikolojisi
Hazırlayanlar
DONALD F. SANDNER
STEVEN H. WONG
Türkçesi:Nur YENER
Yılanın Biri Beni Şaman Yoluna
Çağırıyor ŞAMANLIK VE JUNG PSİKOLOJİSİ
Hazırlayanlar
DONALD F. SANDNER STEVEN H. WONG
Türkçesi_ Nur YENER
OKYANUS
İÇİNDEKİLER
Analitik Psikoloji ve Şamanlık Donald
F. Sandner
•
Şamanlık ve Gizemcilikte
"Bilginin Kitabı": Evrensel Kaynak imgesi Meredith Sabini
•
Hissedilen Görü Je/frey A.
Raff
•
Kundalini Enerjisinin (Yılan
Ateşinin) Uyandırılması ve Bunun Klinik Açıdan Uygunluğu Louis Vuksinick
•
Acı ve Ameliyat: Şaman Deneyimi
Arthur D. Colman
•
Dinlemeyi Öğrenmek: Yılanın Biri Beni Şaman Yoluna Çağırıyor
Carol McRae
•
Hapsolmuş Ruhlar: Ruh Dünyasına Giden
Bir Geçit Lori Cromer
•
Dünya Ağacınin Yenilenmesi:
Psikoloji, Din ve Şamanlıkta
Şifacılığın Temel Kaynağı Olarak
Kutsal Olanın Doğrudan Deneyimlenmesi
Margaret. Laurel Ailen ve Meredith
Sabini
Turizmin Ötesi: Şamanca Niyetle
Yolculuk Etmek
Pilar Montero ve Arthur D. Colman
GİRİŞ
ANALİTİK PSİKOLOJİ VE ŞAMANLIK
Donald F.Sandner
Psikoterapi sanatı ve uygulaması ilk
ortaya çıktığı zaman bin yıllık şamanlık tarihiyle karşılaştırılmıştır. Güney
Fransa'da içinde trans halindeki şamanların oniki bin yıllık resimleri bulunan
mağaralar vardır. Şamanizm sadece zamanda değil, alanda da yayılmıştır;
Patagonya'dan Sibirya'ya dek tüm dünyada şaman uygulamalarına rastlanmıştır. Bu
yüzden, Jung'un en derin şifacılık kavramlarının şamanlıkla pek çok ortak yönü
olduğunu kavraması hiç de şaşırtıcı değildir. Jung şöyle yazıyordu,
"(Şamanın) vecd haline, genellikle kendi cinleri ya da koruyucu ruhları
tarafından 'sahiplenildiği' bir durum eşlik eder. Bu sahiplenilme dolayısıyla,
bir biçimde kendi gerçek ve bütünsel ruhsal kişiliğini oluşturan gizemci
vasıtalarını kazanır. Bu da şamancı "sembolizmden çıkartılabilecek
psikolojik bir sonucun, yani bunun bireyselleşme sürecinin bir yansıması
olduğunu doğrular". (Jung 1967, 341). Jung, görünüşteki farklılıklarına
rağmen hem şamanlığın hem de analitik psikolojinin psişenin gelişmesi
(bireyselleşme) ve şifa bulması üstüne odaklandığını anlamıştır. Bazı
terapistler bu çalışmadan esinlenerek hastalarını tedavi etme yollarını
geliştirmek ve hatta yeniden belirlemek için şamanlığı incelemeyi sürdürdüler.
Onların çalışmalarının pek çok örneğini bu kitaptaki makalelerde bulacağız.
Hem tarihte hem de günümüzde birçok
değişik şifacılık biçimi vardır. Şifalı otları toplama ve bunları tıbbi
kullanıma hazırlama işini yerli ot toplayıcılar yapar, şarkılar, dualar,
danslar ve büyülerle cinleri kovma ve kutsama ayinleri genellikle bir büyücü
doktor tarafından yapılır. Fakat halen şamanlığı uygulayan bu grupların
şifacılık çabalarının yüreği şamanın .transıdır, yani zamanın ve mekanın
dışındaki başka bir gerçekliğe yapılan yolculuktur. Burada şaman halkı için iyi
avlanma şartları veya iyi hava göndermesi için ruhlara ya da daha yüksek
güçlere yalvarabilir. Ya da hastanın rahatsızlığının doğasını ve bedenin
neresinde olduğunu teşhis edebilir ve şamana hastanın şifa bulması için
uygulayacağı törenler ve söyleyeceği şarkılar gönderilebilir. Şaman geleceği
görebilir ve kaybolmuş nesnelerin ya da insanların yerini bulabilir. Tanrılar
ve ruhlar tarafından sık sık kendisine halkının tabuların bozulmasını veya
kutsal mekanların ihmal edilmesini telafi etmesi. için ne yapması gerektiği
söylenir. Fakat en eski geleneklerde şamanın yolculuğu, bedenindışındaki ruhun
yerini belirlemek ve bu ruhu hastanın neredeyse ölü bedenine geri döndürmekti.
Sibirya şamanlığın anavatanı olarak
ortaya çıkar. Şaman sözcüğü bir kuzey Sibirya kabilesi olan Tunguz'lardan
gelmektedir ve son zamanlara dek şamanlık orada basit biçimleriyle
uygulanmaktaydı. Waldemar Jochelson isminde bir gözlemci ondokuzuncu yüzyılın
sonlarında bir ruhun yeniden ele geçirilmesi ayinini şöyle betimliyordu:
Birden şaman yavaş yavaş davula
vurmaya ve inleyen bir sesle şarkı söylemeye başladı, davul vuruşu gittikçe
güçlendi ve şarkısıiçinde bir kurdun ulumasını, bir kazın iniltisini ve kendi
koruyucu ruhları olan diğer hayvanların seslerini taklit eden tınılar vardı
bazen oturduğum yere en yakın köşeden, sonra karşı taraftan, sonra tekrar
odanın ortasından ve sonra da tavandan geliyormuş gibiydi... Bu ayin boyunca
ona sahiplenen şiddetli vecd nöbetleri beni korkutmuştu. (Jochelson 19078,49)
Sadece Sibirya şamanlığında değil,
çeşitli kültürel yapılarda da ortaya çıkan bu vecd hallerinde şaman yolculuğunu
gerçekleştirir. Pek çok türdeki hayvanlar, yardımcılar, yukarıdaki dünyaya
tırmandığı kozmik ağaç, üstüne giydiği (demir çanlardan, aynalardan ve hayvan
motiflerinden oluşan) kostüm ve onu yol boyunca taşıyan davul, hepsi de
kültürel farklılıklara rağmen yeryüzünde kabul edilebilir bir model olarak
bulunan bir semboller bütününün parçalarıdır. Bu kitabın vurguladığı, basit
şaman modelin belli bir kültürün göstergesi olmadığıdır, daha ziyade, Jung'un
belirttiği gibi, bir arketiptir bazı kişilerde ve yerlerde diğerlerinden daha
çok kendini gösteren, fakat her zaman orada ve kullanılmaya hazır olan, insan
psişesinin sürekli ve evrensel bir parçasıdır. Jung bu modeli bireyselleşmenin
(gelişmenin içsel psişik sürecinin) bir yansıması ve şamanlığı da analitik
psikolojinin mjrasının bir parçası olarak görüyordu.
Jung ve onu izleyen analitik
psikologlar şaman değildirler, onlar şifacılık işlevlerini değişik bir bilinç
durumunda ya da vecdi bir trans halinde yerine getirmiyorlar. Onlar bilinçli
ussallığa ve odaklanmış dikkate değer verilen bir toplumdakiussal psikologlar
olarak kabul edilmişlerdir. Fakat şifacılık amaçlarına ek olarak, Jung
yandaşlarının şamanlıkla ortak olan başka önemli yönleri de vardır: Öznel
anlamda gerçek olarak kabul edilen hayali içsel varlıklarla (ruh yardımcıları
ya da arketip figürlerle) karşılaşarak içsel bir dünyayla (bu şamanlıkta ruhlar
dünyası, analitik psikolojide de ortak bilinçaltıdır) doğrudan deneyim
arayışındadırlar. Belki de şamanlıkla analitik psikoloji arasındaki en güçlü ve
derin bağlantı psişenin girebildiği başka bir alanın gerçekliği konusundaki bu
katı ısrarlarıdır. Şamanlar bunu kendi evren bilimlerinin (kozmolojilerinin)
efsanevi bir parçası olan ruhlar dünyası olarak görüyorlardı. Bir analitik
psikolog ise bu alanı, ortak olan ve kısmen kahraman, sihirbaz, Kutsal Ana gibi
arketip figürlerle kişiselleştirilmiş derin bilinçaltının bir parçası olarak
görecektir. Bu figürler görülerde ve rüyalarda görülüyorlar ve şamanlığın
efsanevi dünyasının bireysel karşılığını oluşturuyorlar.
Jochelson'un Sibirya'da betimlediği
şiddetli şaman transları yerine, Jung modern bir yöntem olan aktif imgelemi
geliştirdi. Bu yöntemde hasta meditasyonda olduğu gibi zihnini boşaltır. Sonra
içsel dikkat alanında bir imgenin şekillenmesine izin verir ve dikkatlice
yakından bakarak onun üstüne odaklanır. Bu imge hareket edebilir ya da bir
sahnenin bir parçası olabilir. En sonunda da buna yaratıcı bir ifade şekli
vermelidir: onu yazar, resmini ya da heykelini yapar, vs.
Görüş açılarındaki ayrılıklara
bakarsak, her iki bilgi dalı da dikkate değer ölçüde benzer bir modeli izliyor.
Denebilir ki analitik psikolojinin arketip yöntemlerinde hasta şamanlığın
harekete geçirici güçlerini deneyimler. İçsel yolculuk, sihirli hayvanlarla
karşılaşmalar, zaman ve uzay içinde hareket kolaylığı, doğa elementlerinin
sihirli bir şekilde kontrol edilmesi ve ölüm ve yeniden doğum dene . yimleri
modern analitik hastanın içsel deneyiminin bir parçasıdır.
Jung, Freud'dan ayrıldıktan sonraki
yoğun kendinianaliz döneminde böyle bir deneyim geçirmişti. O sırada kendisini
psişesinin geri plandaki bilinçaltına gömmüştü. Bu içsel aleme girdiğinde, bir
görüntü ve imge zenginliğiyle karşılaştı.
Aklımı yitirmeden bu tuhaf şeyleri anlamak
için elimden geleni yaptım. Bu yabancı dünyanın önünde aciz bir şekilde
duruyordum... Sonra kendimi yere bıraktım. Sanki birden yer gerçekten
ayaklarımın altından çekilmişti ve ben karanlık derinliklere batıyordum. Önümde
karanlık bir mağaranın girişi vardı ve içinde kayış gibi bir derisi olan bir
cüce duruyordu, sanki mumyalanmış gibiydi. Dar girişte sıkışarak cücenin
yanından geçtim ve dizlerime kadar buz gibi bir suya girerek mağaranın diğer
ucuna, yansıyan bir kayanın üstünde parıldayan kırmızı bir kristal gördüğüm
yere doğru yürüdüm. Taşı elime alıp kaldırdım ve altında bir oyuk olduğunu
keşfettim. Önce bundan birşey çıkartamadım, ama sonra orada bir akarsu olduğunu
gördüm. İçinde başında bir yarası olan sarışın genç bir adamın cesedi
yüzüyordu. Cesedi devasa siyah bir bok böceği ve ardından da suyun
derinliklerinden yükselen yeni doğan kızıl bir güneş izledi... Bu görüntü
karşısında donup kalmıştım, bunun hem bir kahraman, hem bir güneş efsanesi hem
de bir ölüm ve yenilenme oyunu olduğunu kavradım. Mısırın kutsal bok böceği
yeniden doğuşu sembolize ediyordu. Oung 1962, l?S79).
Fakat bu, Jung'un psişik dengesini
kazanmasından ve başından geçen deneyimlerin anlamını tam manasıyla
kavramasından yıllar önceydi. Anılar, Rüyalar, Yansımalar adlı kitabında tamamı
anlatılan bu hikayesi Joan Halifax'ın şaman süreci, tanımıyla dikkate değer bir
benzerlik taşıyor: ilk güç çağrısı şamanı kaos dünyasına, gücün özgür ve
değişmemiş bir durumda varolduğu eşiğe götürür." (Halifax 1982,9). Bu güce
hakim olmak başlangıçta vecd halinde olabilir. Jung birden patlayan ve adeta
onu batağa saplayan bu bilinçaltı malzemeyi "bir ömür boyu çalışmaya
değecek ilk malzeme" olarak betimliyordu Oung 1982,9)
Şamanlar bu algılamaları
doğruluyorlar. Kuzey Amerikalı şaman lgjugarjuk Kuzey Kutbu kaşifi Knud Rasmussen'e
tüm gerçek görülere "yalnızca acı çekmekle varılacağını ve sadece
mahrumiyetin ve ıstırabın insanın zihnini başkalarından gizlenen şeylere
açabileceğini" söylemişti (Halifax 1982,9)
Hem şamanlar hem de analistler
yaralanmış şifacılardır. Eğeryaptıkları iş gerçekse (ki pek çok şarlatan var)
şamanlar kadar analistler de çağrılarının esasını bulmak için yollarını pek çok
acı verici duygusal deneyimler vasıtasıyla bulmalıdırlar. Hepsi de kendi uzun
analitik yolculuklarını yapmışlardır. Bilinçli hale getirilen rüyalar, görüler
ve hayaller, önemli bir bedel karşılığında, bilinçaltlarının derinliklerine
nüfuz etmelerine izin vermiştir. Bu süreçte ortaya çıkan malzeme bazen o kadar
yoğundur ki bilinçli egonun parçalanması ya da ölüm olarak deneyimlenen geçici
bir konumunu yitirme duygusu baş gösterir. Derin bir şifacılığa geçilmeden önce
olgunlaşmamış ve çocuksu itibar kazanma dürtülerinin feda edilmesi gerekir.
Geniş bir bilinci taşıyabilmek için, bu fedakarlıktan daha kuvvetli ve daha
esnek bir egonun yükselmesi gerekir. Şaman adayının acı verici kabul edilme
süreci (inisiyasyon) boyunca onu korumaları ve kendisine yol göstermeleri için
tümüyle öğretmenlerine bağlı olması gerektiği gibi, tüm bu çalışmalar hastayla
analist arasındaki terapik ilişki içinde devam eder.
Eski bir şamanlık bilirkişisi olan
Andreas Lommel şöyle diyor, "Yardımcı ruhlar kavramını modern insanın
anlaması doğal olarak zordur. Bu, kesin bir psikolojik olayıpsişik güçteki bir
artışı temsil eden bir imgedir" (Lommel 1967,59). Bu ruhlar genellikle
hayvan şeklini alırlar, fakat başka şekillerde de olabilirler. Bu tür sihirli
hayvanlar şamanlığın tamamlayıcı bir özelliğidir ve aynı zamanda da analitik
hastaların görülerinde ve rüyalarında oldukça yaygındırlar. Şaman ayı, kurt,
kaplan, susamuru, baykuş v.b. sihir hayvanlarını dost ve yardımcı ruhlar olarak
kabul eder ve bunları nasıl kullanacağını bilir. Fakat bütün ruh hayvanları
içinde yılan şaman efsanelerinde ve modern insanın görülerinde ve rüyalarında
en yaygın olanıdır. Bu oldukça dikkate değer, öyle ki kent insanı pek seyrek
olarak doğada bir yılan görür, görse bile bu genellikle tehlikesiz ve uzak bir
mesafeden olur. Fakat yılan imgesinin büyük bir büyüsü vardır ve anlamı çok
derinlere iner, bu imge şifacılığı (doktor açısından) ve zehirlenmeleri temsil
eder. Çoğunlukla yeryüzünü ziyaret eden biri ve tanrıçanın arkadaşı olarak
aşağı bölgelerde yaşar, onun soğukkanlı, insani olmayan yönüyle bilinçaltını
temsil ettiği söylenebilir.
Kuzey Avustralya'da bir şaman yılan
aracılığıyla güç kazanır. Bir hikayede bir adam su birikintisinin, dibindeki
bir yılan hakkında canlı bir rüya görür. Uyandıktan"sonra, rüyasında
gördüğü aynı su birikintisini bulmak için uzun yollar kateder. Nihayet onu
bulduğu zaman yere yatar ve ruhunu suyun derinliklerine gönderir. Öldüğünü
hisseder, fakat yine de devam eder. Güneşin parladığı bir mağaraya girer ve
orada büyük bir yılan bulur. Yılan onun ruhuna konuşur ve ona ilaç verir. Sonra
ruh yükselip sudan çıkar ve bir kez _daha adama girer, o zaman adam kendini
güçlü ve canlı hisseder. Yılanlabu deneyimi yaşayan bir şaman asla gücünü
kaybetmez. Her zaman şifa verebilir. (Lommel 1967,59)
Hemen hemen uzun süreli bütün
analitik terapilerde yılanın hastanın rüyalarında en az bir defa göründüğü
söylenebilir. Çoğu defa bu önemsiz bir rol değildir, fakat öylesine güçlü bir
rüya görüsüdür ki bir ömre değer. Mesela, l 920'lerin sonlarında Jung'un
hastası olan Christiana Morgan isminde genç, modern bir kadın gotik bir
katedral görmüştü, bu katedralin içinde "rahip diz çökmüş, 'Bizi bağışla,
Tanrım, çünkü günah işledik' diye dua ediyordu. Başında siyah bir başlık olan
bir yılan sessizce sürünerek sunağa çıkan merdivenleri çıktı ve kendini haçın
etrafına sardı. Yılanın yanına gidip neden orada olduğunu sordum. Yılan cevap
verdi, 'lsa'nın yerine geçen benim!"' (Jung 1976,204). Hıristiyan ikon
sanatında yılan İsa'nın karanlık erkek kardeşi olarak tasvir edilir. Başka
kültürel geleneklerde yılan Kutsal Ana'nın (her iki eliyle birer yılanı
yukarıda tutan geniş etekli Giritli tanrıçanın heykelini düşünün) arkadaşı ve
yeraltı dünyasının tanrısıdır. Eski Yunan tıp tanrısının kızı, sağlık tanrıçası
Hygeia'yı gövdesi kalın bir yılanı bir eliyle tutup diğer eliyle onu yumurtayla
beslerken gösteren bir Yunan heykeli vardır. Yılan derisini düzenli olarak
değiştirebildiği ve bu yüzden yeniden doğar gibi gözüktüğü için, şifa bulma ve
yenilenme amili olarak kabul edilir. Böylelikle doktorun maiyetinde yer alır.
Yılana bu kadar çok önem vermemin
nedeni, onun şamanlıkla modern psikoloji arasındaki esas hayvansı bağ
olmasıdır. Yılan dışındaki pek çok şaman sembolleri modern dünyada bastırılmış
ya da inkar edilmiştir. Yılan inkar edilemeyecek kadar güçlüdür. Onu bilinçli
hayatımızdan uzaklaştırmak için çok çalıştık, fakat o yeraltına (bilinçaltına)
çekildi ve bizimle rüyalarımızda uğraşıyor. Gördüğüm güçlü rüyaların çoğunda
yılan vardır. Otuzlu yaşlarımın başlarında, analizdeyken ve psikolog olarak
çalışmaya başlamadan hemen önce, açılan büyük bir bayrağı yukarıya doğru tutan
bir ele dair canlı bir rüya gördüm. Bayrakta kıvrılmış, tehditkar bir
çıngıraklı yılan imgesi vardı ve altında da şöyle bir vecize yazıyordu,
"Üstüme basma!" Amerikan Devrimi sırasında kullanılan gerçek bir
bayraktı bu. Bu rüyadan, Amerikalı ilk sömürgeciler gibi, eğer güç arayan bir
otorite tarafından üstüme basılırsa, teslim olmayacağımı anlamıştım, yılan gibi
karşılık verecek ve sokacaktım!
Şamanlıkla analitik psikoterapi
arasındaki son bir karşılaştırma noktası da, her ikisinin de derin psişenin
çift cinsiyetli olduğunu imgelemiş olmalarıdır. Analitik psikolojide anima,
erkeğin psişesinde dişinin kişiselleşmiş bir imgesidir ve bu dişiyle bağlantılı
olan bütün o duyguları, ruh hallerini, usdışına dair sezgileri ve (cinsellik de
dahil olmak üzere) o derin sevgi kapasitesini içerir. Anima aynı zamanda daha
derin psişeye giden bir geçit olarak kendi rolündeki ruhu da temsil eder.
Animus ise saldırganlığı, entellektüel güçleri ve ruhsal içgörüsü için değer
verilen, buna karşılık gelen kadınlardaki derin eril varlıktır. Bu kadınların
rüyalarında bir davetsiz misafir, karanlık ve gizemli bir adam olarak ya da
uyanık yaşamda bazen _zulüm derecesine varan içsel bir otoritenin sesi olarak
ortaya çıkar. Hem anima hem de animus sadece imgeler olarak değil, aynı zamanda
psişede özerk bir varoluşa sahip olan oluşlar (karmaşalar) olarak düşünülür.
Bir klasik olan Şamanizm: Eski Vecd
Teknikleri ( 1964) adlı eserin yazarı "Mircea Eliade bize Sibiryalı
şamanların törenlerde çoklukla bir kadının giysilerini ve tavırlarını
takındıklarını hatırlatır. Kendilerine bir koca bile alabilirler. Japonya'da ve
Çin'de kadın şamanlar bazen ruhsal kocalarıyla (ya da animus ile)
evlenebiliyorlar. Bu törenler gizli bir bütünlüğün üstünü açmak için yerine
getirilir. Sembolik olarak sadece kadınla erkeğin değil, maddeyle ruhun da
içsel evliliğini temsil ederler (Eliade 1964). Benzer şekilde, analitik
psikolojide de anima/animus daha derin psişeye, bütünlüğe giden geçidi temsil
eder.
Bu içsel evlilik, bir polen (en
kutsal madde) çizgisiyle başlarından ve bir gökkuşağı şeridiyle kuyruklarından
birbirine bağlanmış olan Toprak Ana ile Gök Baba'yı yan yana gösteren bir
Navajo kum resminde çok güzel bir şekilde canlandırılmıştır. Canlı imgeleri
olan kum resimleri Navajo büyücü hekimleri tarafından, tören yerindeki düzgün
kum zemin üstüne başparmak ve işaret parmağıyla ince ve renkli bir kum akıtarak
yapılır. Bunlar uzun ve ayrıntılı şifa törenlerinin bir parçası olarak yapılır
ve evreni (kozmosu), dışarıdaki doğanın makro evreniyle içerideki psişenin
mikro evreni arasında minyatür halinde simgeler. Şarkılar ve dualar
vasıtasıyla, tanrılardan gelen şifa gücü resimdeki figürlere yönlendirilir.
Sonra hasta kum resminin üstüne oturur ve büyücü hekimin yardımıyla şifa gücünü
alır.
Yukarıda bahsedilen bu kum resminde
Toprak Ana kare bir başı, yanlarından çıkan bitişik kolları ve bacaklarıyla
kıvrık bir kuyruğu olan büyük, maviyeşil, oval bir figürdür. Ortasındaki
yuvarlak siyah bir delik daha aşağıdaki dünyalara yönelir. Bu açıklığın
etrafında dört kutsal bitki vardır: mısır, fasülye, kabak ve tütün. Navajo'nun
büyük toprak tanrıçasını simgeler ve onun tüm yaratıklarına bereket ve barınak
sunar. Kare bir başı, kolları, bacakları ve bir kuyruğu olan büyük, oval, siyah
bir figür olan Gök Baba gece semasını simgeler. Göğsü boyunca uzanan Samanyolu
kadar pek çok takım yıldızını da gösterir. Gücünü göstermek için boynuzlarını
takmış olan güneş de resmedilir. İlginçtir ki Navajolar güneşi her zaman
turkuvaz mavisiyle gösterirler. Gök Baba'da tasvir edilen ay imgesiyse
beyazdır. Bunlar insan yazgısını etkileyen evrensel güçlerdir.Öte yandan Gök
Baba başka bir delikle yukarıdaki ruh dünyasıyla bağlantılıdır. Bu kum resminde
dişil ve eril güçler tam olarak birbirine eşittir; polen ve gökkuşağıyla
birbirlerine bağlanmış bir halde denge içindedirler. Aynı zamanda Toprak
Ana'nın kuyruğu Gök Baba'nın siyah rengindedir, Gök Baba'nın ki de Toprak
Ana'nın rengindedir. Her biri diğerinin bir parçasını kapsar. Burada üç kısma
ayrılmış şaman evreninin sembolik bir tasvirini görüyoruz: Bizler Toprak
Ana'yla Gök Baba arasındaki orta dünyada yaşıyoruz. Toprak Ana'nın altında
ölüler diyarı ve Gök Baba'nın üstündeyse ruhlar dünyası vardır.
Toprak Anayla Gök Babanın kozmik
evlilik imgesi, bir kadınla bir erkeğin dünyevi evliliğinde ve Jung'un animayla
(bir erkeğin dişil yanı) animus'un (bir kadının eril yanı) içsel evliliği
fikrinde uzantısını bulabilir. Her seviyedeki bu birlik Jung'un deyimiyle
mysterium coniunctionis'dir ve Jung bunu psikolojisinin temel fikri olarak
ortaya koymuştur. Jung 1944'de geçirdiği neredeyse ölümcül bir kalp krizinden
sonraki uzun nekahat döneminde, bu içsel evliliğe dair pek çok canlı imge
gördü. Bu imgelerin sonuncusunda, onu klasik bir anfitiyatroya götüren geniş
bir vadide yürüyordu "ve orada, amfitiyatroda, kutsal evlilik
kutlanıyordu. Kadın ve erkek dansçılar sahneye çıktılar ve Babaların Babası
Zeus ile (Anaların Anası) Hera gizemli evliliği gerçekleştirdiler" (jung
1962,294).
Jung için bu görü, psişesinin
özündeki deneyüstü nihai birliği irdeleyen son büyük çalışması olan The
Mysterium Coniunctionis'in ön şekillenmesi olmuştu. "Yaşamın canlı gizemi
her zaman İki arasında gizlidir ve sözcüklerle ihanet edilemeyecek ve
tartışmalarla tüketilemeyecek olan gerçek gizemdir bu" (jung 1973, 581 ).
Jung için, Navajo kum resminde olduğu gibi, Toprak Ana'yla Gök Baba'ya bölünen,
sonra tekrar ve tekrar kadınla erkeğin kucaklaşmasında birleşen ebedi tek
evrendir bu. Hem şamanlıkde hem de analitik psikolojide bu birleşme, içte ve
dışta bir bütünlük durumunu temsil eder.
Dıştan bu denli farklı ve içten
böylesine benzer olan şamanlık ve analitik psikolojinin birbirlerine
öğretecekleri birşeyler vardır. Analitik psikoloji ustalığını kendini yansıtma,
bilinçli analiz ve kendini eleştiride gösterir. Eski şamanların modern zihnin
bu niteliklerine çok ihtiyacı vardı. Dış gerçekliği düzenli olarak
etkilediklerini iddia ettikleri belli yollar vardı: havayı değiştirmek, avın
talihini etkilemek, bilinen hastalıkları iyileştirmek v.b. Bu etki gerçekten
yerli çevre içinde iş gördüğü sürece çok tesirliydi. Fakat artık durum böyle
olmadığı zaman mesela Avrupalıların buharlı tren, modern tüfekler ve öldürücü
çiçek hastalığı felaketi gibi katı dış gerçeklikleri tanıttıkları zaman Kuzey
Amerika'da olduğu gibi şamanların etkisi çok azaldı. Sınırlarını bilinçli bir
şekilde bilmiyorlardı ve itibarlarını ve sosyal konumlarını yitirmelerine büyük
ölçüde bu neden oldu. En kudretli şaman sihrine rağmen, Ova Kızılderililerinin
kullandığı hayaletdansı giysileri tüfeklerin kurşunlarını yolundan
çevirmemişti. Güçlü makinalar üreten odaklanmış zihnin zaferi içinde şamanlık
neredeyse ölüyordu.
Fakat şimdi, eskinin küllerinden
doğan yeni bir şamanlık uygulaması ve ilgisi yeniden ortaya çıkıyor. Bu yeni
şamanlık neden modern dünya için bu kadar önemli görünüyor? Sanırım bunun
nedeni, her zaman dış gerçekliğin en ince detayına bu denli odaklanmış olan
modern zihne bir rahatlama getirmesidir. Şamanlık zihni odaklamaz, egoyu sıkı
dış bağlarından kurtarır ve öz psişenin öteki iç gerçekliğine inmesine izin
verir. Bu deneyim, yeıyüzünde bulunmayan, sadece efsanenin içsel psikolojik
gerçekliğinde bulunan hayvan ve insan biçimleriyle dolu açık bir evrenin
derinliğini, zenginliğini ve görüş açısını yeniden bize verir. Bu sembolik
biçimler zenginliği içinde (ve sadece orada) yaşamın anlamı belirebilir,
entellektüel ya da dogmatik anlamda değil , fakat deneysel ve mecazi anlamda.
Bu aynı zamanda, Eliade'nin o denli doğru bir şekilde algıladığı gibi, bir
"vecd tekniğidir". Vecd, eğer gerekiyorsa ayrı ve yalnız olarak,
yaşamdan ölüme kadar isteyerek ve minnetle kendi yolumuzu izleme kuweti ve istenci
verir bize.
Altmışların sonlarında Jung'un
neredeyse ölümcül hastalığını anlatırken sölediği gibi: "Genelinde
hastalığım, bana perdenin arkasına bir göz atmak gibi paha biçilmez bir olanak
sunan son derece değerli bir deneyim olup çıktı. Tek zorluk bedenden kurtulmak,
çıplaklaşmak ve dünyadan ve egoistencinden mahrum olmak. Şu delice yaşama
istencinden kurtulabildiğin ve görünüşte dipsiz bir çukura düştüğün zaman,
nasibin olan ve asla ulaşamadığın herşeyle birlikte hakikaten gerçek bir yaşam
başlar. Özgürdüm, tümüyle özgürdüm ve daha önce hiç hissetmediğim kadar
bütündüm" (Adler 1953,60). Benim zihnimde bu, kendi anlamı ve vecdi içinde
modern bir şamanlık deneyimidir, aynı zamanda da bireyselleşmenin hedefidir.
Fakat Meksikalı Mazatec şamanı Maria
Sabina'nın tasvir ettiği gibi eski şamanlardaki keşif gururunu anlayalım, Maria
Sabina şöyle diyor: "Bizim dünyamızın ötesinde bir dün ya var, uzakta,
yakında ve görünmez olan bir dünya. Ve Tanrı orada yaşıyor, ölüler orada
yaşıyor, ruhlar ve azizler, herşeyin zaten olduğu ve herşeyin biUndiği bir
dünya bu. Bu dünya konuşuyor. Kendine özgü bir dili var. Ben söylediklerini
bildiriyorum" (Halifax 1979, 130). Ne var ki bu şaman dünyası geleneksel
şaman kültürlere katılmayan bizler için yabancı, çünkü biz bu dünyayla tüm
iletişim yollarını kestik. Bu iletişimi yeniden kurmak için, Joseph Campbell'in
söylediği gibi, bizler "sadece dış doğanın değil, aynı zamanda derin içsel
gizemimizin bilgisine doğru insan ruhunun en büyük sıçrayışlarından birine
katılıyoruz" (Campbell 1988). Bunun için, şamanlığın uzun tarihi boyunca
bizim için emanet tutulan bilgelik gibi, derin psişenin bilgeliğine ihtiyacımız
var. Şimdi Navajo, Hopi, Huichol ve diğerleri gibi kabile toplulukları bu
bilgeliği daha büyük bir ortak dünyaya ve hem bilimseli hem de şamanlığı içeren
daha büyük bir şifacılık kavramına döndürüyor. Bu süreç daha yeni başladı ve bu
kitabın yazarları olan bizler bu sürecin ilerlemesini ve burada sunulan pek çok
açıklama ve örnekle bunun bir parçası olmayı umuyoruz.
KAYNAKÇA
Adler, G., ed. 1975. Tbe Selected
Letters of C. G. Jung, Vol II 19091961. Princeton: Princeton University Press
.
Campbell, 1988. Tbe PowerofMyth. New
York: Doubleday.
Eliade, [1954]. Shamanism: Archaic
TechniquesofEcstasy. Bollingen Series LXXVI. New York: Pantheon.
Halifax, J. 1979 Shamanic Voices. New
York: E. P. Dutton.
. 1982. Shaman: Tbe WoundedHealer.
New York: Crossroads.
Jochelson, W. 19078. Religion end
Myths of the Koryaks. New York: American Museum of Natura! History.
Jung, C. G. 1975 Lettm, 19511961.
Princeton: Princeton University Press.
. 1962. Memories, Dreams,
Reflections. New York: Pantheon. New York.
. 1967 [1954]. ''The Philosophical
Tree." In Alchemical Studies. Bollingen Series XX: The Collected Works of
C. G. Jung, vol. 13. Princeton: Princeton University Press.
. 1976. The Vision Seminars Vol. 1.
Zurich: Spring Publications.
Lommel, Andreas. 1967. Shamanism: The
Beginning of Art. New York: McGrawHill.
ŞAMANLIKTA VE GİZEMCİLİKTE
"BİLGİNİN KİTABI":
EVRENSEL KAYNAK İMGESİ
Meredith Sabini
Meredith Sabini'nin bu yazısı
gizemcilik ve şamanlığın anahtar motiflerinden biriyle ilgili: bir bilgi
kitabına dair bir rüya ya da içsel bir görü. Görünüşe göre bu kitap şamanların
ve gizemcilerin kendi özel bilgeliklerini aldıkları canlı bir kaynak. Kutsal
ulakların büyük şifacı ve şaman Maria Sabina'ya söyledikleri gibi: "Herşey
onun içinde.. Onun içinde yazan herşey senin. Al bunu ki uygulayabilesin."
’
Engizisyon sırasında Avila'lı Teresa
kitaplardan mahrum bırakıldığı zaman .ona Isa görünmüş ve şöyle demiş,
"Kederlenme, çünkü sana canlı bir kitap vereceğim." Sonara da kendisi
bu "kitap" olmuş. Başlangıçtaki şaman görüsü sırasında Mazatec
'Kızılderilisi olan şifacı Maria Sabina'ya içinde "herşeyin, işini Jyapman
için gereksindiğin herşeyin yazılı olduğu" 'bir bilgelik kitabı
verilmişti. Yıllar geçtikce, psikoterapi hastalarının olduğu kadar profesyonel
meslektaşlarımında rüyalarında veya görülerinde benzer bir kutsal' metin ya da
eski kitap imgeleri olduğunu öğrendim. Bu bilgi kitabı ya da bilgelik kitabı
nedir ve çok farklı çağlara ve kültürlere ait bireylere, şaman, gizemci ve
şifacı olmak için aldıkları iç eğitimlerinin bir parçası olarak böyle bir
metnin gösterilmesinin anlamı nedir? Bu makalede bu imgeden örnekler vereceğim,
benim inancıma göre bu imge, şamanların ve gizemcilerin girmesine izin verilen
ve bu insanların bu imgeden, türümüzün tarihi boyunca oluşturulmuş ve
olağandışı belli koşullar altında ulaşılabilir olan, Jung'un deyimiyle
"'mutlak' bilgi gibi birşey"i ortaya çıkardıkları canlı kaynağı
resmediyor.
Bu imgenin ya da sembolün incelenmesi
sonunda beni, peygamberlere de vahiy şeklinde metinler indirildiği ya da
gösterildiği çeşitli dini geleneklerin kaynağına götürdü: Musa yazıtları, Mısır
Thoth kitabı, Veda'nın kanun kitapları, Sybil'in Cumaean kitapları, Joseph
Smith'in Mormon kitabı, Aziz St.John'a'verilmiş olan yedi mühürlü tomar. Bu
imge bizi bilgelik geleneklerinin yüreğine götürür ve şamanlıkla gizemci
deneyimler arasındaki bağı bulmamıza olanak verir. Bu geleneklerden çıkartılan
malzeme, dört önemli şahsın, Avila'lı Azize Teresa, Maria Sabina, Dr.Anna
Kingsford ve C.G.Jung'un, rüyalarının ve görülerinin anlatılmasından sonra
ortaya çıkar. Çağdaş insanların rüyalarından benzer örnekler de aynı dokudadır.
Bu motifin değişik kültürlerde ve
tarihin değişik dönemlerinde ortaya çıkması bunun arketip bir imge ya da
Jung'un "ifadesi her yerde ve tüm zamanlarda aynı olan psişe...
değişmezlerinin yapısal ögelerine ait olan 'dünyanın parçaları"' şeklinde
tanımladığı bir terim olan "mithologem" (Jung 1 966,parag.207) olduğu
anlamına geliyor. Bu mithologem, Jung'un hem simyada hem de şamanlıkta
tanımlandığı biçimde bireyselleşme sürecinin bir parçası olarak kabul ettiği
diğer terimlerin listesine katılabilir: ruhun yitirilmesi, parçalanma,
aşağıdaki bir dünyaya inme, yukarıdaki bir dünyaya çıkma ve bir ruh eşiyle
birleşme gibi.
Bu motife ilk kez yıllar önce Anna
Kingsford'un 1908'de yayımlanan Dreams and Dream Stories (Rüyalar ve Rüya
Hikayeleri) adlı eserini okurken rastlamıştım. Bir doktor ve bir gizemci olan
Kingsford, teosofi1 hareketinin Doğu felsefesini Batı'ya tanıttığı
ve trans medyumlarıyla seansların yaygın olduğu bir dönemde î ngiltere'de
yaşamıştı. (Rüyaları hakkındaki bu kitaba ek olarak Edward Maitland tarafından
yazılmış Kingsford hakkında iki ciltlik bir biyografi ve yine Maitland
tarafından titiz bir şekilde kaydedilmiş olan ve Kingsford'un görü
deneyimlerini içeren birkaç ciltlik bir kitap daha vardır: bu ana çalışma,
modern bir bireyde ortak bilinçaltının etkinleşmesinin olağandışı bir tarihini
biçimlendiriyor.) "Harika Gözlükler" isimli rüyasında beni şaşırtan
bir bölüm vardır:
Yahya Peygamber Kingsford'a
Maitland'dan bir mektup getirir, mektupta Majtland "dünya başlamadan önce
yazılmış vegünlünüze kadar ulaşmış olan en eski ve en değerli kitabı"
eline geçirdiğiniyazıyor ve Kingsford'un Spinoza'nm yapmış olduğu
Svedenborg'ungözlüklerini bulmasını rica. ediyor. Kingsfordgözlüklerin
Londra'da olduğu, fakat yıllardır kullanılmadıkları için temizlenmeleri
gerektiği ve kendisinin onları temizleyeceği cevabnı veriyor.
Dünya başlamadan _önce yazılmış bir
kitap? Spinoza'nın yaptığı ve Swedenbofg'un taktığı gözlükler? İşte Batı'nın
felsefi ve'gizemci geleneğinin gerçek tarihine göndermeler. Maitland
Kingsford'un yardımıyla bu geleneği sürdürmeli miydi? Bu imgenin azameti
karşısında ürperdim ve oldukça olağandışı bir şeyle karşılaştığımı hissettim.
Bu özel sembolün kendiliğinden
belirmesi, Rüya Zamanı, pleroma, karışık düzen, atalar alemi, olağandışı
gerçeklik ve ayrı bir gerçeklik gibi farklı şekillerde bilinen dini bir motifin
ve bunun ortak bilinçaltındaki köklerinin ortaya çıkışını incelememize izin
vermiştir. Jung'un arketipler psikolojisi, bilinçli zihin ya da ego ile
bilinçaltının kişisel olmayan içeriği arasındaki ilişkiyi kavraması açısından,
bu malzemenin yorumlanmasında özellikle önem taşır. Şaman, başlangıçtaki büyük
sıkıntılar ve çektiği yoğun ıstıraplar yoluyla, açıklanabilir olağan gerçeklik
dünyasıyla buna ne ad verilirse verilsin olağandışı gerçeklik dünyası arasında
geçişler yapan bir aracıdır. Bahsedilen bu ikinci dünyada şaman genel olarak
bilgi sağlayan, özel olaraksa kendisine başvuranlara yardım eden bir kaynağa
girebilir. Gizemci de kendinden geçtiği anlarda ya da esrime halindeyken benzer
bir bilgelik kaynağına ulaşabilir, ancak başkalarına şifa vermek için mutlaka
bu kaynağı kullanmaz. Bu mitologem'in kendisini görülerde ve rüyalarda ortaya
koyuş şekline bakarak, bireylere verilen çeşitli rolleri görebiliriz: medyum, görücü
(görü elde eden), din yorumcusu, peygamber, rüya yorumcusu, şifacı. Geleneksel
kültürlerde, bir bireye sanatsal resmetme, diğerine kültürel veya psikolojik
terimlere aktarma ve bir diğerine de görüsel algılama bahşedilmiş olabilir.
Bu arketip imge karmaşasını açıklığa
kavuşturması umuduyla, basit bir yapısı olan bir rüyadan yola çıkmak istiyorum.
Daha karmaşık bir görünün ya da rüyanın daha değerli olduğunu ima etmiyorum,
çünkü bu doğru değil.
İlk örnek, dini yaşantıya doğal bir
eğilimi olan bir kadından alınmıştır. Bu rüyada, önemli bir akrabası ona özel
bir kitap gösteriyor:
Büyükbabamın evindeydim. Benimle
konuşmadı, fakat belki on santim kalınlığındaki bu büyük kitabı tutuyordu
elinde. Beraberce oturduk ve o birer birer sayfaları çevirmeye başladı. Bazı
sayfalarda yazılar, bazılarındaysa güzel resimler ve geometrik şekiller vardı.
Uyandığım zaman esrarlı bir gizem duygusu içindeydim. Fakat kitapta ne
söylendiğini hatırlayamadığım için rahatsız olmuştum.
Otuz yaşındayken, büyükbabasının
ölümünü takiben ortaya çıkan pekçok rüyanın ilkiydi bu; babası
kendisi doğduğu yıl ölmüş olduğu için büyükbabasıyla arasında özel bir yakınlık
vardı. Bu rüyada büyükbabası çok ciddiydi ve gözlerinde esrarlı bir yoğunluk
vardı. Kitap dar ve kalındı ve sanki bir Orta Çağ kitabına benziyordu.
Büyükbabasının konuşmaması ona tuhaf gelmişti, ama bu kitabın önemini
göçleriyle kendisine iletmişti. Birkaç yıl sonra bunun üstünde düşününce, şöyle
der, "Sanki bir şekilde rahmetlinin eseri bana teslim edilmişti."
Felsefe ve g.izemcilik onun ve büyükbabasının ortak ilgi alanlarıydı ve
büyükbabası öldükten sonra, bir şifacı veya psikoterapist olarak çalışmak için
yaptığıhazırlıkların’bir parçası olarak görü ya da şamanlık deneyimleri
yaşamaya devam etmişti. Ölümünden sonra büyükbabasının, temel meseleler
hakkında bilgelikler sunarak ortaya çıktığı başka rüyalar da oldu.
Bu rüya, bu mitologem'de göreceğimiz
tüm unsurları içeriyor:metin ya da_kitap büyüktür, içinde sözcükler de olabilir
fakat daha çok semboller ve resimler vardır, kitabın keşfini çevreleyen bir
huşu ya da gizem havası vardır, gerçek ya da ruhsal anlamda bir ata tarafından
sunulur,kitap söz söylenmeden ve anında anlaşılabilir. Bu unsurlar, sanki
bilinen dünyanın ötesinde biryerden çıkan kutsal bir nesneyi tanımlıyor.
Bu kişi uyandığı zaman, sanki
kendisine çok değerli birşey gösterilmiş gibi huşu içindeydi, fakat metni
hatırlayamadığı için de hayal kırıklığına uğramıştı. Burada büyükbaba bu kutsal
metni varisine sunma işlevini yerine getiriyor; o gelişerek şaman yolculukları
için bir ruh rehberi haline gelebilecek olan psikolojik geçit törenidir.
Karmaşık düzen ya da ruh dünyasının ayrı bir mevcudiyet olduğu görüşüne
katılmayanlar için, nesne ilişkisi görüşü büyükbabanın işlevini açıklamaya
yeterlidir: o, rüyayı gören kişinin bilgelik kapasitesini temsil etmek için
kendisini başkasının yerine koyan biridir. O artık rüya gören kişi için olağan,
veya açıklanabilir ve bu dünyada ulaşılabilir olmadığı için, ölümü rüyaların
içsel yaşamında ortaya çıkması için bir fırsattır. Bu görüş açısından, tıpkı
bir şamanın belirli bir atasının ruhunu çağırabilmesi gibi, ego bilincinin
rehberlik yapması için bir öznesnesini (selfobject) ya da alt kişiliği
çağırmasından bahsedebiliriz.
Diğer bir örnek de Avila'lı Azize
Teresa'dır. 1515'de lspanya'da doğmuş ve çoğu kadının sadece iki seçeneği
olduğu bir zamanda yaşamıştı: evlilik ya da manastır hayatı. Daha genç
yaştayken annesi ölmüş ve babası onu manastıra girmeye teşvik etmişti. Teresa
onsekiz yaşında manastıra girdi, fakat hastalığı yüzünden felç ve katalepsi21536
ve 1542 tarihleri arasında sık sık manastırdan ayrılmıştı. 1539'da öyle bir
kriz gelmişti ki rahibeler onu ölü. me terketmişler, gözlerine balmumu
koymuşlar ve bir mezar kazmışlardı. Fakat Teresa görünüşe göre şamana has bir
hastalık olan bu hastalığı atlattı. Tüm din değiştirme!er, esrime halinde
translar, yerden yükselmeler ve mistik bir figürle nişanlanma da dahil olmak
üzere, şaman eğitimiyle pek çok benzerlik taşır. Kırkdört yaşında Engizisyon iş
başındayken ve kitaplar yasaklanmışken şöyle yazmıştı, 'İspanyolca kitaplar elimizden
alındığı için çok.üzgünüm, çünkü okumak bana zevk veriyor ve elimde sadece
Latince kitaplar olduğu için artık bunu yapamayacağım." Sonrasında şu
görüyü yaşadı: "Tanrı bana üzülme dedi, çünkü sana canlı bir kitap
vereceğim." Günlüğüne neden kendisine bunun söylendiğini anlayamadığını
yazmıştı, fakat birkaç gün sonrasında şunları eklemişti:
Sonunda bunu çok iyi anladım, çünkü
önümde gördüğüm şey bana düşünecek o kadar çok şey ve meditasyon yapmam için o
kadar çok fırsat verdi, Tanrı bana o kadar çok sevgi gösterdi ve bana o kadar
çok yöntemle o kadar çok şey öğretti ki gerçek kitaplara pek ihtiyacım kalmadı.
Hazretin kendisi benim için içinde neyin doğru olduğunu gördüğüm Kitap oldıı.
Ne okuyacağımızı ve ne yapacağımızı unutulmaz hiçşekilde içimize işlrynı böyle bir
kitap kutsansın. (Peers, 1960, 247)
Bundan kısa bir süre sonra esas görü
deneyimleri başladı.
Onun deneyimiyle Mazatec
Kızılderilisi şifacı Maria Sabina'nınki arasındaki paralellikler oldukça
çarpıcı, farklı kültürlerden ve tarihin farklı dönemlerinden iki kadının
meslekleriyle ilgili yaşadıkları içsel deneyimler neredeyse aynı. Maria
Sabina'yı iki kaynak aracılığıyla tanıyoruz: Mantarların kullanım şeklini
öğrenmek için Maria'nın Meksika'da, Oaxacayakınlarındaki köyüne giden ve onun
ezgilerini kaydeden ünlü mantar bilimci Gordon Wasson ve aynı köyden olan, o
dili konuşan ve Maria'nın işiyle ilgilenen bir mühendis ve gazeteci olan Alvaro
Estrada aracılığıyla. Estrada 1975 yılında onun ağzından bir biyografisini
kaydetmişti.
Maria Sabina 1894 yılında doğmuş ve
tüm yaşamını Huautle de Jimenez isimli küçük kızılderili köyünde geçirmişti.
Şifacılık yeteneğiyle tüm Meksika'da tanınmıştı. Bilgelik kitabı kendisine
şamanlığa kabul edilmesi sırasında verilmişti. Bu olayın tarihini "ilk kez
dul kaldıktan yıllar sonra" şeklinde belirliyordu. Çok endişeliydi, çünkü
kızkardeşi hastaydı ve yerel şifacıların çabaları boşunaydı. Halkının
iyileşmeye yardım etmesi için "Kutsal Çocuklar" ve "lsa'nın
kanı" diye farklı isimleri olan mantarlar yediğini biliyordu; kızkardeşine
birkaç mantar verdi, çoğunu da kendisi yedi. Trans halindeyken elleri
kızkardeşinin karnına yönelmişti, kızkardeşinin ağrısı olduğunu söylediği yere
masaj yaptı ve Kutsal Çocukların ona söylediği sözcükleri okudu. Sonunda
kızkardeşinde kanama başladı, sonra kanama durdu ve uykuya daldı, iyileşiyormuş
gibi görünüyordu. Fakat Maria uyuyamadı ve şu görüyü yaşadı:
İçimde saygı uyandıran bazı insanlar
göründü. Onların atalarımın konuşmuş olduğu Büyükler olduğunu biliyordum.
Üstünde pek çok yazılı kağıdın olduğu bir masanın arkasında oturuyorlardı.
Bunların önemli kağıtlar olduğunu biliyordum. Bunun Kutsal Çocukların bana
verdiği bir vahiy olduğunu biliyordum. Yumuşak, fakat otoriter bir ses
duydum... şöyle diyordu, "Bunlar Büyükler."... İçimde bir mutluluk
hissettim. Masada açık bir kitap belirdi ve bir insan boyuna gelinceye dek
büyümeye başladı. Sayfalarda harfler vardı. Beyaz bir kitaptı, o kadar beyazdı
ki göz alıyordu. Büyüklerden biri benimle konuştu, şöyle dedi, "Maria
Sabina, bu Bilgelik Kitabıdır, bu Dil Kitabıdır. İçindeki herşey, içinde yazan
herşey senin içindir. Bu kitap senin. Al onu, böylece çalışabilirsin."
Heyecanla bağırdım, "Bu benim için, onu alıyorum." Büyükler gözden
kayboldular ve beni bu devasa kitabın önünde yalnız bıraktılar. Bunun
"Bilgelik Kitabı" olduğunu biliyordum. Kutsal dili okuduğumu
biliyordum. Kemale ermiştim ve basit bir çömez değildim artık. (Estrada 1981,
47)
Bu örnekle, açıkça
"herşeyi" içeren bir bilgelik kitabı olarak tanımlanan kitabın bir
imgesine ulaşıyoruz. Yine büyük bir kitap bu ve rüya gören kişiye ataları
tarafından, bir yaşlılar meclisi tarafından veriliyor. Kitabın dili kutsal dil.
Maria ona bakınca bir insan boyuna gelinceye dek büyüyor: yani, lsa'nın
Avila'lı Teresa'ya söz verdiği "kitapta" olduğu gibi, kitap
canlanıyor. Bana öyle geliyor ki bu biçimsel değişim, insan dünyasına ait olan
canlı bilgeliğe, iki boyutlu bilginin üç boyutlu bilgiye dönüşmesine delalet
ediyor. Teresa gibi Maria da, bu kabullenişin yeni işinin sorumluluğunu
almasını gerketirdiğini bilerek kitabı kabul ediyor. Biyografisini yazan
Estrada'yla yaşamının sonraki bir döneminde yaptığı bir konuşmada Maria kitabın
artık ona görünmediğini, çünkü içindekilerin zaten belleğinde olduğunu
söylemişti.
Yazılı bir dili olmayan bir kültürde
ortaya çıktığı zaman bu kitap imgesini nasıl anlamalıyız? Mazatec'ler
arasındaki kutsal ayinlerin tarihini araştırırken, Gordon Wasson kitap için
kullanılan amoxtli teriminin, üç yüzyıl önce benzer bir metinde ortaya çıkmış
olduğunu keşfetti. 1629'da İspanyol bir tarihçi tarafından yazılan bir metin
"Nahuatl'lı Bilge Adam'ın kullandığı gizli bilgiye ulaşmanın yolunun
amoxtli, 'kitap', olduğunu vurguladığını" belirtiyor (Estrada 1981, 16).
Nahuatl'lar, kültürleri Maria'nın zamanındaki Mazatec'lerle sürekli bir bağ
içinde olan ve onlardan eski bir halktır. Wasson'un yorumuna göre, köy
kilisesinde bir İncil ve diğer dua kitapları olmasına rağmen, "Maria
Sabina'nın zihninde, Fetihöncesi zamanın amoxtli'sinden ona inen ve özel olarak
kendisine ait olan gizemli bir 'kitap' gelişmişti" (Estrada 1981, 17).
Masallar konusunda yaptığı
çalışmalarla M.L. von Franz, yazınsal olmayan kültürlerde ortaya çıktığı
şekliyle bu imge hakkındaki anlayışımızı geliştiriyor. Bu tür masallar,
görücüler, sihirbazlar, eski Kelt rahipleri ve papazlar tarafından kullanılan
sihirli bir kitaba da göndermeler yapıyorlar. Halk kültürlerinde
"bilginin, hikayelerin ve bilinen olguların kuşaklar boyunca ağızdan ağıza
aktarılma geleneği olduğunu" hatırlatarak, Von Franz bu kitaptan alınan
bilgiyi, belli bir noktaya kadar sistemleştirilen ve nesilden nesile aktarılan
bir psişik kanunlar ve olaylar bilgisi olarak yorumluyor (Von Franz 1974, 247).
Bu yorum bilgelik kitabının, türümüzün biriken bilgeliğini depolayan bir ambar
şeklinde düşünebileceğimiz ortak bilinçaltındaki bilgiye girme olasılığını
resmettiği hakkındaki iddiamla uyuşuyor.
Şimdi Jung'un kendi deneyimine
dönersek, otobiyografisinde, özel bir kitabın ortaya çıktığı bir görü ya da
rüya hakkında üç örnek buluruz. Bir rüyada Jung, bir Manichae3
metnini tercüme etmeyi kabul edinceye kadar kral soyundan bir gençle güreşiyor,
uyanıkken yaşadığı bir görüde, Jung'un birdenbire ölmüş olan bir arkadaşı
Jung'u kütüphanesine götürüyor ve Ölünün Vasiyeti başlıklı deri kaplı bir
kitabı işaret ediyor Uung 1961). Jung kırkbeş ile elli yaşları arasında, her
zaman orada olan, fakat kendisinin bilmediği, evine eklenmiş bir bina hakkında
pek çok rüya gördüğünü söylemişti, nihayet, özel bir kütüphanenin bulunduğu bu
ek binaya ulaştığını gördü rüyasında:
Çoğunlukla 16. ve 17. yüzyıldan kalma
eserlerle dolu mükemmel bir kütüphane buldum orada. Duvarlar boyunca büyük,
domuz derisi kaplı, kalın yapraklı ciltler sıralanmıştı. Bunların arasında
tuhaf bir şekilde bakır oymalarla ve daha önce hiç görmediğim acayip semboller
içeren resimlerle süslenmiş birkaç kitap vardı.. Uung 1961)
Jung o sırada bu sembollerin neye
gönderme yaptığını anlamadığını söyledi, ancak çok sonraları bunların simyayla
ilgisi olduğunu buldu: "Bu rüyada, sadece kitapların ve tüm kütüphanenin
yaydığı büyünün bilincindeydim." Bu büyü unsuru kitapların ve kütüphanenin
yaydığı duygusal çekim esrarlı olanın varlığının önemli bir göstergesidir. Jung
on yıldan uzun bir süreyi simya metinlerini okuyarak ve araştırarak geçirdi ve
sonunda rüyalarındakine benzer bir kütüphanesi oldu. Bütün bunların sonunda
simyayı Hıristiyanlığın kayıp gizemli yönü olarak kabul etmişti; bu önemli
keşifle, geriye, Gnostisizm'e4 doğru kesintisiz bir entellektüel
zincir kurabilmişti. Burada yine rüya görene özel değeri olan bir kitap
veriliyor, o da bunun gerektirdiği görevi kabul ediyor. Simya sembolleri,
Jung'un dönüşüm sürecinin gizemine kabul edilişinin önemli bir bölümüydü.
Çağdaş bir psikoterapist de,
şifacılık eğitiminin başlarında gördüğü bir rüya ile simya geleneğine doğru
yönlendirilmişti. Bu rüya da büyük değeri olan bir hediyenin sunulması ve bunu
kabul etmenin öneminin anlaşılması temalarını içeriyor:
Sunakta diz çöküyorum. Sağ tarafımda
bir adam görünüyor ve mihrabın ortasına doğru yürüyor, orada bir sehpanın
üstünde bir kitap duruyor. Kitabı kaldırıp bana getiriyor. Kitabı bana sunuyor
ve başını eğiyor. O anda başımı kaldırıyorum ve kitabı ellerimin arasına
alıyorum. Ayağa kalkınca kitabın altın sayfalarla dolu olduğunu anlıyorum. Her
sayfada kabartma halinde Çin karakterleri var. Adama tekrar baktığım zaman,
onun Richard Wilhelm olduğunu ve kitabın da Altın Çiçeğin Sırrı olduğunu
görüyorum. Sonra arkamda insanlar olduğunu hissediyorum, hepsi de ağlayan
binlerce insan.
Rüyadaki figür, Richard Wilhelm, eski
bir Çin simya metni olan Altın Çiçeğin Sırrı'nı tercüme eden alimdir. Sunağın
önündeki kutsal bir sahnede, rüya görene altın sayfalarla dolu bir metin miras
bırakılır. Tören sona ererken, sanki olayın önemini işaret ediyormuş gibi
kitlesel bir ağlama duyulur. Rüya gören kişi, yıllar boyunca klasik şamanlığa
kabul edilme safhalarını geçirdi ve en^, sonunda Çin tıbbını inceledi. Eski
bilgeliği içeren kutsal bir metnin verilmesi metaforu, bu kişiye verilen
yeteneklere uygun bir metafordur, ve o bir şifacı olarak çalışmalarına
rehberlik etmesi için görünmeyen bir kaynağa danışır.
Şimdi de, aynı şekilde tarihsel
kaynaklardan bahseden Anna Kingsford'un rüyasına geldik. Dr.Kingsford kendini
çoşkulu bir şekilde rüyalarına ve görü yaşamına adamıştı ve hayatı boyunca
arkadaşı olan ve kendisi de görü deneyimleri yaşayan Edward Maitland onun
deneyimlerinin tam ve doğru bir şekilde kaydedilmesini sağladı. Aşağıdaki rüya,
özel bir kitabın ima edildiği pek çok rüyanın ilki:
Yalnız başıma deniz kıyısında
yürüyorum. Fevkalade açık ve güneşli bir gün. İçlere doğru o güne dek gördüğüm
en güzel topraklar uzanıyor, ve uzaklarda, dorukları ışıl ışıl karlarla
bembeyaz kaplanmış yüksek tepenin etekleri yayılmış. Denizin yanısıra kumsal
boyunca bir postacı gibi giyinmiş bir adam bana doğru geliyor. Bana bir mektup
veriyor. Mektup senden (Edward Maitland). Şöyle yazıyor:
"Günümüze kadar gelen en eski ve
en değerli kitabı ele geçirdim. Kitap dünya başlamadan önce yazılmış. Metnin
okunması kolay,fa
kat sayıca pek çok olan notlar
öylesine ufak ve çapraşık karakterler halinde yazılmış ki çözemiyorum. Senden
bana Swedenborg'un kullanmış olduğu gözlükleri getirmeni istiyorum, küçük olanı
değil Hans Christian Andersen'a verdikleri değil, büyük gözlükleri ama galiba
onlar kaybolmuştu. Sanırım Spinoza'mn yaptığı gözlüklerdi bunlar. Biliyorsun,
Spinoza meslek itibarıyla optik gözlük yapımcısıydı ve mesleğinde en iyisiydi.
Bu gözlükleri benim için bulabilecek misin, bir bak."
Mektubu okuduktan sonra başımı
kaldırıp baktığımda postacının acele acele kumsaldan uzaklaştığım görüyorum ve
arkasından bağırıyorum, "Dur! Cevabımı nasıl göndereceğim? Cevabımı
beklemeyecek misin?"
Postacı durup arkasına bakıyor ve
bana doğru yaklaşıyor. "Cevap burada," diyor.çantasına vurarak,
"ve hemen teslim edeceğim bunu."
"Daha ben yazmadan cevabı nasıl
alabilirsin ki?" diye soruyorum. "Bir hata yapıyorsun."
"Hayır," diyor. "Benim
geldiğim kentte cevapların hepsi ofiste yazılır ve mektuplarla birlikte
gönderilir. Senin cevabın çantamın içinde."
"Bakmama izin ver,"
diyorum. Sırt çantasından başka bir mektup çıkartıp bana veriyor. Mektubu
açıyorum ve kendi yazımla yazılmış — —
ve sana gönderilmiş bu cevabı okuyorum:
“
"İstediğin gözlükler Londra'dan
alınabilir. Fakat onları hemen kullanamayacaksın, çünkü uzun zamandır
takılmamış ve temizlenmeye ihtiyaçları var. Bunu Londra'da kendi başına
yapamazsın, çünkü orası bunları göremeyecek kadar karanlık ve parmakların gözlükleri
doğru dürüst temizleyecek kadar küçük değil. Onları bana getir, senin ~ için
ben temizlerim."
Mektubu.postacıya geri_ veriyorum.
Gülümseyip başım olumlu anlamda sallıyor. ııe sonra şaşkınlık içinde deve
tüyünden bir tunik giydiğini algılıyorum. Ona neden bilmem Hermes diye hitap
etmek üzereydim. Ama şimdi onun Yahya Peygamber olduğunu görüyorum ve böylesine
büyük bir azizle konuşmuş olmaktan duyduğum korku yüzünden uyanıveriyorum.
(Kingsford 1908)
O kadar zengin ve karmaşık bir rüya
ki bu, sadece bu tek rüyaya bir makale ayrılabilirdi. Rüyadaki detaylar,
kullanılmış özel bir gözlük ve dünya başlamadan önce yazılmış olan özel bir
kitap tabirleriyle gönderme yapılan, görü yeteneği ve bu yeteneğin kültürel
tarihi hakkında imalarda bulunuyor. Bu özel metni okumak için gereken gözlükler
Londra'da bulunabilir, fakat temizlenmeleri gerekecek, ki Kingsford da bunu
yapacak, böylece Maitland sayfa kenarındaki notları algılayabilecek. Mektubu
teslim eden ulak Yunan tanrısı Hermes değil, Yahya Peygamberdir; gerçekten
Kingsford'un görülerinin içeriği genelde Hristiyanlıktı, Swedenborg'un gizemci
geleneğindendi. Londra gizemci geleneğin yeniden canlandığı bir merkezdi, fakat
öteki dünyayı algılama kapasitesi genellikle toplantılarda eğlence olsun diye
ve ölülerle yapay bağlantı kurmak için kullanıldı ve çoğunlukla suistimal
edildi. Kingsford'un algıladıkları, Andersen gibi bir masal yazarının görmüş
olabileceklerine benzemeyen, geniş ölçekli görülerdi. Bu rüya Maitland'ın bu
özel kitabın gerçek sahibi, Kingsford'un ise onun yardımcısı olduğunu açığa
kavuşturuyor. Kingsford'un biyografisi kendisinin esas olarak bir trans medyumu
veya bir kanal olduğunu ve Maitland'ın maddeyi bütünlemekte daha yetenekli
olduğunu doğruluyor. Kingsford arketip panteon hakkında bilgi verebilse de, bir
doktor olarak çalışmasına yardım etmesi için, bir şamanın yapacağı gibi, bir
görücü olarak yeteneğini geliştirdiğine dair hiçbir gösterge yok. Kendisinin
kanal olduğu görü büyük, gayrı şahsi ve genelde gösterişliidi. Kingsford bu
görü malzemesini kendisi için iyi olmayacak şekillerde dışlaştırıp
somutlaştırma eğilimindeydi . Ve kendisi şamanlık türünde bir hastalığa
yakalanmış olsa da, ne bundan faydalandı ne de bu hastalığı atlattı, tersine
kronik bir hasta olarak kaldı ve genç yaşında öldü.
Yerleşik dini geleneklerde ortaya
çıkan bilgi kitabı imgesine dair bazı örneklere değinmek istiyorum kısaca. Bu
mitologem'e dair örnekler Din ve Ahlak Ansiklopedisi'nde "İlahi
Kitaplar" ve "Yaşam Kitabı" başlıkları altında sıralanmıştır.
"Yaşam Kitabı"nın yazarı Alfred Jeremias, kitaplarda bahsedilen
başlangıçtan beri varolan Tanrısal bilgelik fikrinin genellikle eski zaman
insanları arasında bulunduğunu belirtir.
Mısır Thoth5 Kitabında
metnin tarihinin, rahiplerin vahiy taşıyıcıları olarak "Tanrının kitabının
yazıcıları" olarak düşünüldüğü ve metnin "Tanrının elyazısıyla"
kopyalandığı bir zamana kadar geri gittiği bir bölüm vardır. Hıristiyanlığın
ilk çağlarından, Hazreti Süleyman'a yirmiüçüncü Kaside adlı "yaydan
kuvvetle fırlatılmış bir ok gibi" yükseklerden inen ilahi bir mektuptan
bahseder, bu, "tümüyle Tanrının Parmağıyla yazılmış olan büyük bir
Kitabeydi". Peter'm Habeş Kanunları'nda, Peter' Isa_"dan "Kendi
eliyle yazılmış" bir kitap alır. Aziz Nino, kutsal bir ziyaretçi
tarafından getirilen bir kitap hakkında bir görü yaşayan bir' dördüncü yüzyıl
papazıydı, bu vahiy 1 ncile dahil edilmiştir.
Mormon inancı tamamen 1829'da yazılı
kitabelerin Jo■::. seph Smith'e vahiy edilmesi temeline dayanır. Smith'e bir
melek geldi ve daha önce bu kıtada yaşayan insanları ve onların doğduğu kaynağı
anfatan, altın levhalar üstüne yazılmış bir kitapolduğunu söyledi. Anna
Kingsford gibi, Smith'e de kitabeleri okuyacağı özel "gözlükler"
gösterilmişti: gözlüklerden birinin adı "Urim", diğerininki ise
"Thumim" idi ve bunlar altın levhalarla gömülmüş olan iki taştı. Ona
daha önceleri bu gözlüklere sahip olanların kahinler olduğu söylendi. Smith
bunları altın levhaları tercüme etmek amacıyla kullanacaktı. Tercümesi Mormon
Kitabı oldu.
Eski ve Yeni Ahitlerde, üstünde vahiy
verilen kutsal tomar kağıtlara, kitaplara ve kitabelere dair pek çok gönderme
vardır. Bunların içinde konumuza en uygun olanı Aziz John ve
Ezekiel'inkilerdir. Ezekiel kendi görüsünü şöyle anlatır:
Ve bana şöyle dedi, İnsanoğlu,
ayaklarının üstüne kalk, seninle konuşacağım. Ve ruh içime girdi... (ve dedi
ki) Ve benim sözlerimi söyleyeceksin... Ve baktığım zaman gördüm ki üstüme bir
el gönderilmişti, ve işte, içinde bir kitap tomarı vardı (Ezekiel, 2: 1,2,9).
Sonra Ezekiel'e bu tomarı yemesi
söylenir:
Bundan başka bana şöyle dedi,
İnsanoğlu, bu tomarı ye ve İsrail evine gidip konuş orada. Ağzımı açtım ve o
bana bu tomarı yedirdi. Ve bana şöyle dedi, İnsanoğlu, karnına bunu yedir ve
sana verdiğim bu tomarla bağırsaklarını doldur. Sonra onu yedim, ağzımda bal
gibi tadı vardı. Ve bana şöyle dedi, İnsanoğlu, İsrail evine git ve onlara
benim sözcüklerimle konuş (Ezekiel 3:1 4).
Yedi mühürün açılışına tanık olduktan
sonra Aziz John'a verilen talimatlar da çok benzerdi. Bir ses ona bunları
mühürlemesini ve yazmamasını söyler.
Cennetten gelen ses tekrar konuştu ve
dedi ki, Git ve denizin ve toprağın üstünde duran meleğin elinde açık duran o
küçük kitabı al.
Ve meleğe gidip ona şöyle dedim, bana
küçük kitabı ver. Ve bana şöyle dedi, Al ve ye onu, karnını ağrıtacak, ama
ağzında bal gibi tatlı olacak.
Ve meleğin elinden küçük kitabı alıp
yedim, ağzımda bal gibi tatlıydı ve yer yemez karnım ağrıdı.
Ve bana şöyle dedi, Pek çok halkın ve
milletin ve dilin ve kralların önünde kehanette bulunmalısın yine (Vahiy Kitabı
10:811).
Bir kitabı ya da bir tomarı yeme
imgesi, kehaneti ima ettiği zaman neye delalet eder? Bu demektir ki, bunu açığa
vurmadan önce arketip materyali "çiğnemeli" ve hazmetmelidir. Joseph Smith
evvela gördüklerini dile getirmişken, bu adamlara görüyü hazmetmeleri, sonra bu
görünün mesajıyla ortaya çıkmaları talimatı verilmişti. Yedi mühürün orijinal
kutsal görüsünden bahsetmeye değmezdi; onun yerinde insani açıdan hoşa
gidebilecek birşey vardı. Ağrı ve tatlı sözcüklerinin genellikle lncil'deki
kehanetle aralarında bağlantı vardır, vahiy ya da görü_deneyiminin başlangıçta
tatlı bir yanı olsa da, bir görüyü ileriye taşımak genelde, Aziz John'un
sürgünü gibi, acı bir kaderi gerektirebilir. Bu dini peygamberlerin her birine
verilen görev, kültürlerinin alın yazısını etkileyecek kadar büyüktü.
Bu bahsi, arketip materyalle ilişkisi
açısından insanın nerede durduğunun önemini vurgulamamı sağlayan kendi gördüğüm
bir rüyayla kapatacağım. Bu rüya, konusu çok geniş olan bundan önceki
materyalle uyumludur. Burada, kitap kutsal olarak değil, daha çok içinde
sembollerin aranabildiği bir kaynak kitap olarak tanımlanıyor; süreç, akademik
değil, besleyici organik bir sürece dönüşür:
Bir kütüphanedeyim.
"Jungculuk...." hakkında, insanların fikirleri okuyup, bunların
nerede yazıldığını bulabilecekleri bir başvuru kitabı var. Hem hoşuma gidiyor
hem de şaşırıyorum. Kitabı açıp başından başlıyorum. Sayfa A sayfası, başlık
ise kayısılar6 yalnız bunlar gerçek kayısılar! Yemek için tabağıma
birkaç tane alıyorum. Kurutulmuşlar, sonra da soğan ve baharatlarla
kaynatılmışlardı alışılmışın dışında ve çok lezzetliydi. Benimle beraber olan
bir adam sonraki B sayfasına bakıyor. Bu başlık da Jasülyeler (beans) ve yine
gerçek Jasülyeler. Birazını alıyor. Bana kaç tane kayısı aldığımı soruyor,
"oniki" diyorum ve kadınların ağırlığı tahmin etmekte daha iyi
olduklarını söylüyorum. Yüz gram kadar kayısı aldığımı tahmin ediyorum. Sonra
onun ne kadar Jasülye aldığını ağırlığından tahmin ediyorum.
Bu rüya fizikte kaos teorisi
yaygınlaşmadan önce ortaya çıkmıştı. Sanki bu rüya da (burada alfabe sırası
örneğinde olduğu gibi) benzer bir fikri, bu karmaşık dünyada ya da ortak
bilinçaltında kendiliğinden bir düzen olduğu fikrini ileri sürüyor. Kitabın içindekiler
sıraya konulmuştu ve görev "başından başlamaktı". Bu karmaşık düzen
duygusu rüyasında benim görevimin bir başvuru kitabının nasıl kullanılacağını alfabe
sırasında olduğunu göstererek öğrenmesine yardım etmek olduğunu gören özel bir
hastam aracılığıyla ortaya çıktı.
Bu rüya, yemek pişirmenin, yemenin ve
hazmetmenin simyasıyla dönüştürülmüş olan arketip sembolleri resmediyor.
Kurutma, geleneksel bir yiyecek saklama yöntemidir; belki de bu ayrıntı,
bilginin ortak bilinçaltında depolanma şeklini ima ediyor. Suyun ya da sert
içkinin eklenmesi çiğ maddeleri yeniden canlandırır; yemek pişirmek ve
"hayat baharatını" eklemek rüyayı ve görüsel malzemeyi
"hoş" kılıyor. Rüya, günlük temelde hazmedilebilecek porsiyonları tartıp
ölçerek hesaplama sürecini vurguluyor. Maria Sabina bilgelik kitabından sadece
ihtiyacı olanları aldığını belirtiyordu. Jung'un simya yazılarını tercüme edip
simyayı Hıristiyan gizemci geleneğine yeniden kazandırma görevi büyük bir
görevdi, ama yine de belirli ve alanı sınırlıydı. Yukarıda bahsedilen rüya
gören kişinin Çin simyasını incelemesi de aynı şekilde; ona okuması için
verilen miktar başedilebilir bir miktardı.
Burada sunulan örnekler arasında,
sadece ruhsal uygulamaları tarihsel anlamda devamlılık gösteren Maria Sabina
tümüyle bir halk kültürü içinde yaşadı. Bu anlamda, çağdaş şifacıların
deneyimlerinin karşılaştırılabileceği bir prototip (ilk örnek) görevi görür,
bilgelik kitabı hakkındaki görüsü, bir şamanın bilgi ve rehberlik için döndüğü
kaynağın kültürel açıdan saf bir portresidir. Bu görünün kendi içinde bir kabul
töreninin (inisiyasyon) unsurları var: Kendisi bir yaşlılar konseyinin önünde
beliriyor, ona bir görev veriliyor ve bu görevi yerine getirmesi için yardım
ediliyor ve o yaşlıları, görevi ve yardımı kabul ediyor.
Bu kabul töreninin başlangıcında
Maria, Büyüklere ya da atalara karşı "saygıyla doluyor". Bu
materyalin büyük kısmında güçlü bir duygu var kitabı keşfedince duyulan zevk ya
da huşu, kitabın verilmesi üzerine ağlama, kitabın okunamaması karşısında
duyulanhayal kırıklığı, kitaptaki gizli sembollerle büyülenme. Jung bu duygunun
can alıcı bir unsur olduğunu belirtmiştir:
Bu, arketip bir olayın değerini
gösteriyor. Bu duygusal değer akılda tutulmalı ve bütün entellektüelyorumlama
sürecincegöz önünde bulundurulmalıdır... Psikoloji, değer (his) faktörünü
hesaba katması gereken tek bilimdir, çünkü bir yandan psişik olaylarla, öte
yandan anlam ve yaşam arasındaki bağlantıyı kurar. Uung 1955 pargr. 596)
Öyleyse, yönlendirilmiş (kanalize
edilmiş) materyalin başlangıçta dayanılmaz görünebilse de, sonradan yaradılışın
ansiklopedik bir anlatımını okumak gibi sıkıcı olmasının nedeni budur: içerik
kozmik olabilse de, ona anlam veren ve insan yaşamıyla ilgili olan duygu ya da
"baharat" yoktur onda.
'Bu bilgi kitabı efsanesini
çevreleyen diğer bazı konuları özetleyeyim şimdi de. İlk önce, kitap çoğunlukla
eski ve içerdikleri ebedidir. Dili genelde kadim, tuhaf ve bir şekilde
"yabancı"dır. Pek seyrek olarak rüya görenin kendi kütüphanesinde
bulunur, çoğunlukla sanki onu keşfederken ruhsal bir yolculuk yapıldığına
işaret ediyormuş gibi başka bir yerdedir. Ve rüya gören kişiye okuyup
kullanması için kitap verilebilirse de, kitabın özel mülkiyetlerine girdiğine
dair bir anlam yoktur hiç, kendilerine görme imtiyazı bağışlanmış bir Öteki
olarak kalır kitap. Kitabın içerdikleri kullanılmakla bitmez, fakat insanın
bütünleme ve anlama kapasitesinin çok ötesinde devasa bir kitap olarak kalır.
Bu materyaldeki en merak uyandırıcı
konulardan biri, sanki bilgi görünmez ya da karmaşık dünyadan geçip görünür ya
da açıklanabilir dünyaya girdiği zaman bir uyanış ortaya çıkıyormuş gibi,
kitabın insan ellerinin içine alındığı zaman canlanmasıdır. Depolandığı zaman
yavan ve kuru olan, şamanca ve gizemci deneyimlere eşlik eden deneyimin
genişletilmesi, acı çekmenin anlaşılması ve şifa vermek için kullanılabildiği
insan alemine girince canlanır. Bu sınırı bir kez geçince, bilgi artık iki
boyutlu değildir, daha ziyade derin bir gerçekliğin canlı bilgisidir.
Kitabın yazılmış olduğu yabancı
dillerin doğası, görünmez dünyanın algılanması için takılan gözlük tipleri ya
da kitaptan elde edilen bilgi türleri hakkında detaya inmedim. Benim buradaki
amacım bu imgeyi tanıtmak ve bunu, hem çağdaş hem de tarihi gizemciler ve
şamanlar arasında görülebilen ruhsal gelişmenin bir tamamlayıcısı olarak
tanımlamaktır. Bu bilgi ya da bilgelik kitabının, gerçekten ortak bilinçaltının
karmaşık dünyasındaki bilginin bir sembolü olduğuna inanıyorum. Jung bu tip bir
bilgi hakkında birkaç defa konuşmuştu; ölümünden hemen önce şöyle demişti,
"Doğru, bilinçaltı bilinçten daha çok şey biliyor, fakat bu özel bir tür
bilgidir, çoğunlukla burada ve şimdi'ye gönderme yapmayan, zihnin dilinde ifade
edilmeyen, sonsuzluk içindeki bilgidir bu." Oung 1961, 311)
Neden bu bilgi kaynağı, söz gelimi
konuşan bir hayvan ya da bilge bir yaşlının sesi olarak değil de bir kitap
olarak gösteriyordu kendini? Bu ve başka şekillerde de kendini göstermişti,
fakat bilgi kitabının, zaman içinde bilginin kuruluşunu ve insanların
girebileceği bir tarzda depolanışını gösteren özel bir tür mitologem olarak
ayrı bir yeri vardır. Bana öyle geliyor ki bilinçaltı, bu "özel bir tür
bilginin" tutulup kotarıldığı tarzı ifade ediyor.
Jung, bir kehanet deneyimi geçirmiş
olan bir meslektaşına yazdığı bir mektupta bu bilgiye girişten bahsetmişti bir
defasında:
a
.
.
Bu türden deneyimleri araştırınca,
bilincin giremediği, fakat ancak belli koşullar altında da olsa, muhtemelen
bilinçaltının girebildiği "mutlak bir bilgi"gibi birşey olduğu
sonucuna varıyorsunuz... Öyle görünüyor ki bilinçaltı bu "mutlak bilgiye"
girebiliyor." (Adler 1975)
'
_
«
Biz, bu bilgiye girilebilen bazı
"belli durumları" gördük: görülebilen ve görülemeyen dünyalar
arasındaki perdenin açıldığı vecd halleri, şaman esrimeleri, uyanıkken
kendiliğinden gelen görüler ve gece görülen rüyalar gibi.
Eğer bu bilgi başka bir gerçeklik
boyutunda zaten mevcutsa, neden kültürler boyunca bir görücü ya da şaman veya
bir şifacı tarafından tekrar ve tekrar keşfedilmesi gerekiyor? Bu gizemi,
yazılarındaki en sevdiğim bölümlerden biriyle Jung'un yanıtlamasına izin
vereceğim:
Bu sorulara geçerli yanıtlar bulmak
için tam bir ruhsal yenilenme gereklidir. Ve bu da bedava kazanılmaz, her birey
buna ulaşmak için kendisi çabalamalıdır. Bir zamanlar degeri olan eski
formüllere de yeniden güç kazandırılamaz. Ebedi gerçekler mekanik olarak
nakledilmezler, her çagda, insanın psişesinden yeniden dogması gerekir. (Jung
1970, parag443)
Bu mitologemin tarihin bu noktasında
gittikçe daha çok görünmesi, doğrusal, ussal bilincimizin fazla gelişmesi
nedeniyle arketip bilgelikle insani bağlantımızı yitirdikten sonra bu
bağlantının yeniden canlanışına delalet edebilir. Bu materyal, ebedi gerçeklerin
insanoğlunun psişesinde yeniden doğması sürecine tanık olmamızı sağlar.
KAYNAKÇA
Adler, G. (1975). C. G. Jung,
Letters, 19511961. Princeton: University Press.
Estrada, A. (1981). Maria Sabina: Her
Life and Chants. Santa Barbara, Cali f.: RossErikson.
Franz, M.L. von (1974). Shadow and
Evii in Fairy Tales. Dallas: Spring Publications. Hastings J., ed. 1908.
Encylopedia of Religion and ethics. New York: C. Scribner and Sons.
1960. Review of Complex Theory. In The
Structure and Dynamics of the Psyche.
Bollingen Series XX: The Collected
Works of C. G. Jung, vol 8. Princeton. Princeton University Press.
1961. Menıories, Dreonıs, Rjltctions. New
York: Random House.
Jung. C. G. 1955. Healing the Spiril
İn The Symbolic Life. Bollingen Series XX: The Collected Works of C. G. Jung,
vol. 18. Princeton: Princeton University Press.
. 1966. Medicine and Psychotherapy.
İn The Practice of Psychotherapy. Bollingen Series XX: The Collected Works of
C. G. Jung, vol. 16. Princeton: Princeton University Press.
. 1970. After the Catastrophe. İn
Civilization in Transition. Bollingcn Series XX: The Collected Works of C. G.
Jung, vol. 10. Princeton: Princeton University Press.
Kingsford, A. ( 1908). Dreıınıs and
Dreanı Stories. London: John Watkins.
Peers, A., ed. ( 1960). The
Autobiography of St. Teresa of Avila. Doubleday. New York: Doubleday.
HİSSEDİLEN GÖRÜ
Jeffrey A.Raff
Bu makalede Jeffrey Raff, her birine
göründüğü şekliyle "hissedilen" görüyü ayırd edip tanımlamak için,
şaman olmaya yakın olan gizemcilerin bilgeliğiyle analitik psikolojinin modern
deneyimini bir araya getirmiştir. Genelde bir görünün içsel olarak görülen bir
imge olduğu düşünülürken, esas olarak hissedilen başka güçlü görü deneyimleri
de vardır. Bunlar kişinin varlığı ve kaderi üstünde hemen etkili olan kuvvetli
ve değiştirici görüler olabilir.
içsel çalışmayla tanışmam genel
gizemciliği incelemem yoluyla oldu. Bu yüzden gizemciler benim ilk gerçek
öğretmenlerim oldular ve her zaman onlara büyük bir minnet borcum olduğunu
hissettim. Yıllar içinde farkına vardım ki modern birey gizemcilerin pek çok
yazılarına karşı yakınlık duygusunu ve ilgisini yitirmişti. Bu yazıların
yazıldığı şartlar ve çevre artık modern dünyamıza uymuyor. Yine de görü
dünyasının keşfinin anlaşılmasına yardım etmek için kullanılabilecek çok şey
var bu yazılarda, zira yazarları bu alemlerin gerçek kaşifleriydi. Görü
öğrencilerinin büyük ilgisini çeken, gizemcinin hissedilen görü kavramıdır.
Gizemciliğin en büyük ve modern
öğrencilerinden biri, yirminci yüzyılın başlarında yazan Evelyn Underhill idi.
Hıristiyan gizemciliğine karşı bilinçsizce tarafsız kalamayarak, gizemcilerin
büyük fikirlerini eşi benzeri olmayan bir açıklık ve özlülükle ortaya koyuyor.
Hissedilen görü hakkında şöyle yazıyor:
Görü gerçek düşünür tarafından en iyi
haliyle eksik, dolaylı ve güvenilmez bir sezi yöntemi olarak kabul edilir.
yönetilemez, keyfi, aldatmaya meyilli ve ona eşlik eden halüsinasyon ne kadar
büyükse o kadar şüpheli olur. Ne var ki hepsi de görü deneyimlerini farklı
sınıflara ayırırlar ve görülmekten çok "hissedilen" görünün
değeriyle, fiziksel görüş gücüyle, öznenin dışında, algılanan gerçek optik
halüsinasyonun değeri arasında kesin bir ayrm yaparlar. (Underhill 1990)
Gizemcinin görü deneyimine karşı
duyduğu doğal şüphe bu alıntıda açıkça ortaya konulmuştur, fakijt önemli nokta
şudur ki gizemci için, görü durumlarına karşı"duyulan bu büyük
güvensizliğe rağmen, hissedilen görü kabul edilebilirdir. Hissedilen görüye
güvenilebilir, zira sadece beş duyudan birinin mahiyetinde olmayan, daha ziyade
farklı bir algı tarzı içeren bir görü deneyimidir bu. İngilizcede bu algılama
tarzına karşılık gelecek hiçbir sözcük bilmiyorum ben, bu yüzden Underhill gibi
ben de hissedilen sözcüğünü kullanmak zorunda kaldım.
Hissedilengörü ifadesinde
kullanıldığı gibi, hissetme duyguyu ya da psıku!< >jik hir işlevi ima
etmiyor. Daha çok bu bir tür altıncı hissi ima ediyor, bu hissi öylesine derin
bir gerçeklik duygusu ve yoğunlukla algılıyor ki deneyiminin gerçek olduğuna
dair hiçbir şüphe kalmıyor . Değişik türlerde pek çok hissedilen görü vardır.
Hissedilen görünün ilk tipi sıradan
insanın en çok erişebileceği görüdür. Gerçekte, herkes bu tip hissi biraz
alıştırma yaparak deneyimleyebilir. En basit şekliyle söylersek, hissedilen
görünün bu ilk seviyesi kişinin hislerini her an takip etmesidir. Bu çok
kolaydır, fakat neredeyse hiç uygulanmamıştır. Çoğumuz Zen deyişini
duymuşuzdur, "Acıkınca ye, yorulunca uyu". Bu ifade hissedilen
görünün ilk seviyesini iyi bir şekilde özetler. Kişi belli bir andaki hissine
danışarak, çevresinin olduğu kadar kendi özünün durumunun da bilincinde olur.
Mesela, bir defasında arabamı İsveçli bir iş adamına satmaya çalışıyordum.
Bilmiyordum, ama adam oldukça düzenbazdı ve benden biraz para dolandırmayı
umuyordu. Bu tür konularda çok saf olduğum için, onun da benim kadar dürüst
olduğunu farzediyordum. Pazarlığı sürdürürken, nedenini bilmeksizin gittikçe
daha çok kızmaya başladım. Sonunda buna daha fazla dayanamadım ve ona çok
öfkeli olduğumu söyledim. Benim deli olduğumu düşündü ve hemen geri çekildi.
Daha sonra zeki bir arkadaşımla konuşurken, adeta izin verdiğim bu
dolandırıcılığın farkına vardım. Bilinçli olarak bu kadar akıllı olmasam da
daha derindeki duygum aldatıldığımı biliyordu.
Bir anın hislerini devşirmek çok
aldatıcı olabilir. Çoğunlukla farkında olabildiğimiz hisler kabul edilemezdir
veya kafa karıştırıcıdır ya da o kadar sessizlerdir ki onları bilinçli hale
getiremeyiz. Fakat biraz dikkatle hislerimizi bazen çok çabuk bilebiliriz. O
zaman bunları bir şekilde ifade etmek gerekir. İdris Şah'ın anlattığı
hissedilen deneyimin bu seviyesini çok güzel bir şekilde resmeden harika bir
Sufi hikayesi anlatmak istiyorum. Hikayenin ismi "Her Zaman Kızan
Adam".
Hikaye, bütün hayatı boyunca hemen
kızıveren bir adamı anlatıyor. Bu yüzden pek çok dert geliyor başına. Çok
akıllı bir derviş olduğunu duyuyor ve hemen ondan öğüt almaya gidiyor. Derviş
ona gidip bir ağacın altında durmasını ve gelenlere su vermesini söylüyor. Adam
söylediğini yapıyor ve hayırseverliği ve kendini kontrolüyle ünlenmeye
başlıyor.
Bir gün yanından büyük bir aceleyle
bir adam geçiyor ve sunduğu su için ne başını çevirip bakabiliyor ne de
teşekkür edebiliyor. Su sunan adam, "Gel, selamıma karşılık ver. Biraz su
iç," diyor. Adam onu umursamıyor ve iyiliksever adam o kadar kızıyor ki
silahını çekip gezgini başından vuruyor. Adam ölünce, suyu sunan adamın
arkasındaki kurumuş ağaç çiçek açıyor.
Görüyorsunuz, acele eden adam en
çirkin suçu, mesleğindeki en kötü suçu işlemek üzereydi. (Şah, 1969)
Bütün öğretici Sufi hikayeleri gibi,
bu hikayede pek çok değişik şekilde yorumlanabilir. Ne var ki hissedilen
görünün Bakış açısından bu hikaye, doğru zamandaki yanlış hissin doğru olduğuna
dair paradoks bir düşünce ortaya koyuyor. Kızgınlığını bastırmaktansa ya da
bunu reddetmekteyse, doğru zamanda doğru adama kızıyor ve bunun sonucunda
cinayet edimi bile bir kutsamaya dönüşüyor. Elbette kızgın adam tüm hayatı
boyunca kızgın olmuştu ve önceleri kızgınlığı onun için hiç de iyi olmamıştı.
Değişen neydi? Bir Sufi ustasını ziyaret etmiş ve kızgınlığının münasip olduğu
doğru noktaya yerleştirilmişti. Yükselen hissin, doğru yerini bulmak için,
kişiliğin bilgeliğiyle ilişkilendirilmesi gerekir. Mesela, eğer bir arkadaşıma
kızmışsam ve bunun nedenini bilmiyorsam, öncelikle kızgınlığımla uğraşmam bunun
üstüne düşünmem ve eğer mümkünse kökenini anlamam en iyisi olacaktır. Eğer bu
mümkün değilse, sonraki yol kızgınlığımı açıklayacak uygun bir yol bulmaktır.
Arkadaşıma bağırıp onu yumruklamak yerine ona kızgın olduğumu söyleyebilirim.
Ona nedenlerini anlatabilirim veya nedenini anlamadığımı bile açıklayabilirim.
Konuşurken anlam, da ortaya çıkabilir.
Bu yüzden hissin bilinçle ve hem
hisse hem de hissin ifade edildiği ana uygun olan ifadeyle izlenmesi gerekir.
Bu gerçekten büyük bir bilgelik gerektirir ve çoğumuz Sufi ustalar olmadığımız
için deneme yanılma yolu izlenmelidir. Fakat hissedilen bir anın uğruna yapılan
bir hata bile bu rnissi inkar etmekten ya da bastırmaktan daha iyidir. Şimdiye
kadarki örnekler duygularla ilgili, fakat his hemen herşey olabilir. Kendimi
rahatsız hissedebilirim, başka birinin kararsızlığını ya da korkusunu
hissedebilirim, bir kararın doğruluğunu ya da bir düşüncenin bana verdiği
sevinç duygusunu hissedebilirim. ObiWon Kenobi'nin (Yıldız Savaşları'ndan) Luke
Skywalker'a açıkladığı gibi, gücü karşılamak için insanın hisleriyle uzanması
gerekir. 'Böyle yaptıkça, insanın hissedilen duygusu kuvvetlenir.
Kişinin dürtüleriyle yaşaması da bu
hissedilen deneyim tipiyle yakından ilişkilidir. Dürtüler kişiye kendiliğinden
gelen ve genellikle bir çeşit açıklama gerektiren fikirler ya da imgelerdir.Bir
şekerleme yeme, işten eve erken gitme ya da sevdiğim birini beklenmedik bir
şekilde arama dürtüsü duyabilirim. İş değiştirmek ya da randevulaşmak için
dürtü duyabilirim. Kısacası, hemen herşey hakkında dürtü duyabilirim. Dürtüler
hissedilir, fakat his değildirler. Gayrı ihtiyari bir şekilde bir külah
dondurma istemem, ussal bir şekilde bilmek anlamında hissedebildiğim birşeydir.
Hissetmenin sadece olağan dışı bir bilme ya da algılama yolu anlamına geldiğini
hatırlamak önemlidir. Bir şekilde davranma ihtiyacını hissetmek bir dürtüyü
izlemektir. Bir insanın hislerine danışmak bir durumun ya da bir kişinin
hissedilen algısının farkında olmayı içerirken, dürtü usdışı bir şekilde eyleme
teşebbüs etmektir, bilinçli zihnin bilmediği bir kaynaktan gelen bir yapma
itkisidir. Nedir bu dürtüler?
Filozof ve psikolog C.GJung yaşamının
büyük kısmını insan psişesinin doğasını incelemekle geçirdi. Onu büyüleyen
konuların arasında bu tür dürtülerin doğası da vardı. Jung dürtülerin, içgüdü
ve arketip yoluyla psişenin en merkezinden çıktığı sonucuna vardı. Psişik
sağlığın dürtülerle işbirliğini gerektirdiğini ve psişenin merkezinden
gelmeleri itibarıyla dürtülerin "Tanrının istenci" sayılabileceğini
de düşündü.
Yani ben içimizde bulduğumuz dürtüler
"Tanrının iradesi" olarak anlaşılmalı derken, bunların keyfi iradeler
ve dilekler olarak değil, kişinin doğru bir şekilde idare etmeyi öğrenmesi
gereken mutlaklar olarak sayılması gerektiğini vurgulamak istiyorum. İrade
bunları sadece kısmen kontrol edebilir... “Tanrının istenci" ifadesindeki
"Tall'T'ı" teriminin de Diotima'nın, "Eros, sevgili Sokrates,
kudretli bir şeytandır (daemon)" derken kastettiği anlamdaki kadar
Hıristiyani bir anlamda anlaşılmamasını isterim: Yunan sözcükleri olan daimon
ve daimonion basiret ya da kader gibi insana dışarıdan gelen kararlı bir gücü
ifade eder, fakat ahlaki karar insanın kendisine kalmıştır. Ne var ki neye
karar verdiğini ve ne yaptığını bilmesi gerekir. Öyleyse, eğer boyun eğerse
sadece kendi düşüncesini izliyor değildir ve eğer reddederse sadece kendi
icadını yıkıyor değildir:(Jung, 1970)
•
Bu oldukça dikkate değer bir ifadedir
ve tüm hissedilen görü seviyelerine uygulanmalıdır. Dürtüler, ileride
irdelenecek olan görüler gibi.bilinçli zihinden değil, psişenin en derin
kısmından çıkar. Bunlar keyfi değildir ve egonun isteklerini yerine getirmeye
yönelik değillerdir, daha ziyade şeytanın ya da içteki tanrının istencini
temsil eder. Bu nedenle dürtüleri izlemek içteki kutsallıkla ahenk içinde
olmalıdır.
Jung sadece dürtüler hakkında
yazmamış, onlarla yaşamıştır da. Jung'un çoğunlukla içindeki şeytanın
teşviklerini izlediğini anlatan bir hikaye vardır. Hiç Roma'yı ziyaret
edemeyeceğine dair umutsuzluğa kapılan Jung'un aklına bisikletle Alpler'i geçip
bu şehre gitme fikri geldi. Ona eşlik etmeleri için iki ünlü yazarı da davet
etti. Gönülsüzce kabul ettiler, fakat Roma'ya doğru yola koyuldular. Yolda bir
gün geçirdikten sonra geceyi geçirmek için dağda kamp kurdular. Gecenin bir
yarısında Jung içinde Zürih'e geri dönme dürtüsüyle uyandı. Korkusuz bir
şekilde arkadaşlarını bırakıp bisikletle geldikleri yoldan geri döndü. Söylemek
gereksiz, iki yazar uyandıklarında Jung'u gitmiş görünce bu pek hoşlarına
gitmedi!
Bu, bir kar fırtınasının ortasında,
içinde kilometrelerce uzaktaki bir arkadaşını ziyaret etme dürtüsü duyan bir
bilgin hakkındaki Çin hikayesine benziyor. Bilgin bir kısım maiyetiyle birlikte
yola koyulur. Arkadaşının ormandaki kulübesine ulaşınca bilgin dönüp eve gider.
Yorgun ve kızgın maiyeti ona başkaldırınca bilgin, arkadaşını ziyaret etmek
için içinde bir dürtü duyduğunu, fakat oraya varınca dürtünün kaybolduğunu
anladığını ve eve döndüğünü söyler! Çin felsefesinde bu, kişinin tasarlayan
(kasti) bir zihni olmaması anlamına gelir (Chan 1973).
Bu hikayeler dürtülerin usdışı
doğasını ve bunları izleyenlerin görünüşe göre tuhaf davranışlarını anlatıyor.
Ne var ki, dürtülerle yaşamak kişinin yaşamında, bu şekilde yaşamasaydı hayal
etmesi çok zor olan, bir özgürlük yaratır. Dahası, bu tür bir yaşam şekline
teslim olmak kişinin bilinçli zihnini ruhun merkeziyle birleştirir. Bir dürtüyü
izlemek bir eylem yaratır, fakat aynı zamanda bir varoluş şekli de yaratır.
Kişi bir dürtüsünü izlediği her seferinde, özle daha derin bir bağlantı
yaratıyordur. Bu yüzden hissedilen dürtüye dikkat vererek eylem ve varoluş bir
araya getirilir.
Kişinin dürtüleriyle yaşaması
hakkında burada söyleyemeyeceğim pek çok gizem vardır. Bununla birlikte,
dürtünün görünüşteki tuhaf ve rastgele karakterinin altında anlama ve kendini
tanımaya dayanan daha derin bir düzen yattığını belirtmeliyim. Kişinin bir
dürtüye sahip olduğu anda, bunun anlamını anlamak mümkün olmayabilir. Ne var ki
zaman içinde ortaya çıkan bir kaç dürtüyü incelemek ve bunların ardındaki
modeli görmek mümkündür. O zaman dürtülerin anlamı, kişinin önceden bilmediği
daha derin özünün bir yönü olarak anlaşılabilir.
Gerçi şimdi büyük bir sorun ortaya
çıkar. Dürtülerin Öz'den çıktığı ve bu nedenle Tanrının iradesi olduğu görüşü
var. Fakat ya bu dürtüler gölge olarak bilinen psişenin karanlık yanından
çıkıyorsa? Gölge doğası itibarıyla güvenilir değildir, çünkü insanın
kişiliğinin sosyal açıdan en az uyum gösteren taraflarını kapsar. En iyi
anlamda kişinin sorgulanabilen düşüncelerini ve duygularını, en kötü anlamdaysa
kötüyü içerir. Mesela, bir bireyin gölgesi bağnazlık içerebilir. Bu bağnazlık,
farklı ırktan bir insana za::. rar verme dürtüsünü uyandırabilir. Öz'ü ifade
etme mazereti altında bu dürtü izlenebilir. Bireyin karanlık davranışını öze
gönderme yaparak mazur göstereceği vakalar gördüm ve hatta Öz'ün ona böyle
yapmasını söylediğini açıklayarak davranışına bahane bulan bir birey tarafından
saldırıya da uğradım.
Kişinin dürüstçe dürtülerini izleyip
korku ya da aldatmaca olmaksızın Öz'le uyum içinde yaşaması için benim duygu
dediğim altıncı hissin gelişmesi gerekir: bu gölgenin aldatmacasına karşı
güvenli bir koruyucudur. Eğer insan içinde bir dürtü ve bunun sonuçlarını
hissedebilirse, bu dürtüyü izlemenin en iyi yolunun ne olduğuna karar
verebilir. Bir keresinde bana çok dolambaçlı bir yoldan saldıran bir hastam
olmuştu. Eğer bu hasta dürtünün kaynağını ya da benimle ilişkisini veya
hareketinin dolaylılığını hissedebilmiş olsaydı bu meseleyi çok farklı bir
şekilde halledebilirdim. Kısacası, kişi sadece dürtüsü ve bu dürtüyü nasıl
izleyeceği hakkında eğitimi sonucunda bir tahminde bulunabilir. Eğitim
sonucunda varılan bir tahmin köle gibi bunu izlemekten daha iyidir, fakat
hissedilen duyguyu beslemek yine de en iyi yoldur. Bu yüzden insanlarla
dürtüler hakkında konuşmadan önce onları duygu konusunda eğitmeyi öğrendim,
duygu hakkında yetersiz olan insanlarla dürtü konusunu hiç konuşmadım. Öz'ün
özgürlüğünün ya da Öz'le herhangi bir ilişkinin tehlikeli olduğunu söylemeye
gerek yok ve bu tür tehlikelere karşı en iyi korunma duygunun bilinçli
gelişimidir. Bu tür bir edimin asla öğretilmemesi gereken insanlar vardır,
güçlü bir psikopat gölgesi olanlar gibi. Fakat bu insanlar azınlıktadır. İçsel
merkezin teşviklerini izlemeye çalışan çoğu insan bunu bir sorumluluk ve ahlaki
taahhüt duygusuyla yaparlar.
Dürtüleri izlemek gibi, kendini görü
deneyimlerine açmak da tehlikelidir. Görülerin şişinme gibi zararlı etkileri
olabildiği şüphesizdir ya da yanlış anlamaya veya yanlış yorumlamaya yol
açabilirler. Daha önce de bahsettiğim gibi, gizemciler görülerden kuşku
duyuyorlardı ve bunun da iyi bir nedeni vardı. Ne var ki, kişiyi sahte
dürtülerden koruyan duygu beslenmesi aynı şekilde kişiyi görünün
tehlikelerinden de koruyabilir. Tüm kuşkularına rağmen gizemciler bile
hissedilen görünün değerini ve göreli güvenliliğini kabul ettiler.
Gerçek olan her görü hissedilen bir
görüdür. Görüye eşlik eden hissetme duygusu ve hissetme etkileşimi gerçekliğin
ve deneyimin derinliğinin garantisidir. Mesela, gizemciler kişinin kendi
imgeleminin sesini duymakla gerçek bir ifadeyi duymak arasında ayrım yaparlar.
Underhill'in açıkladığı gibi:
Gerçek ifade, sadece imgelemin
gönüllü bir şekilde faaliyete geçmesinden kaynaklanan "kelimelerden"
ayrılabilir, bu, uyandırdıkları bir kesinlik, huzur ve içsel sevinç duygusu
aracılığıyla olduğu kadar, direnç göstermesine rağmen kendilerini zorla dikkat
alanına sokmaları ve kendileriyle birlikte daha önce bilinç alanında olmayan
bir bilgi getirmeleri olgusu aracılığıyla da olabilir. (Underhill 1990,274)
Gerçek ifadeler bir duygu etkisine
sahiptir. Underhill'in belirttiği gibi, bunlar çoğunlukla bir kesinlik, huzur
ve sevinç duygusu verdiği gibi, duygusal deneyimin kişiye bir rahatsızlık,
korku ya da huşu duygusu verebildiği ve_yine de gerçek olduğu da doğrudur.
Buradaki kriter, deneyimin sadece kelimelerden değil, fakat bir duygusal
tepkinin eşlik ettiği kelimelerden ibaret olmasıdır. Çoğunlukla bu türden bir
hissedilen deneyimde söylenen kelimelerin onu duyan kişi üzerinde doğrudan bir
etkisi olur. Bunlar duy._gulanımlar yaratabilirler veya gerçekten fiziksel ve
psikolojik bir değişim oluşturabilirler. Bir defasında hasta olmuş ve tüm o
korkunç etkileriyle şiddetli bir grip çekiyordum. Yatakta yatarkenbir an geldi
dostumun belirdiğini ve şöyle söylediğini hissettim: "Ne yapabildiğimi
seyret!" Bu kelimeleri duyunca taıff anlamıyla iyileştim ve hemen ayağa
kalktım, ne o anda ne de daha sonra gribin belirtilerinin izi bile kalmamıştı.
Dostun sözleriyle bağlantılı olan bir güç vardı ve bunları duymak benim için
dönüştürücü olmuştu. Hissedilen görülerin gücü vardır ve bu güç deneyimin seyri
sırasında yaşanır. Eğer dostumun beni iyileştireceğini söylediğini imgelemiş ve
sonra da hasta kalmış olsaydım deneyim, kendi gerçekliği olmasına rağmen,
hissedilen bir görü olmamış olurdu.
Öyleyse, hissedilen görünün gücü ve
dönüştürücü bir etkisi vardır. Bu ifadeye eşlik eden bir kendiliğindenlik ve
kuvvet vardır ve bu kişinin kelimeleri "imgelemediği", fakat
gerçekten duyduğu duygusunu verir. Sonuçta, bu deneyim çoğunlukla kişinin daha
önce bilmediği ve sadece bilinen birşeyin tekrarı olmayan birşey taşır.
Bu elbette sadece ifadeler için
değil, tüm görü deneyimleri için geçerlidir. Bazı durumlarda hissedilen görü
hiçbir imge, hiçbir duyumsama ya da duyusal akım içermez, fakat sadece duygu
içerir. Mesela, kişi görmeksizin ya da onunla konuşmaksızın bir varlık ya da
mevcudiyet hissedebilir. Kişinin sadece hissedilen farkındalığı vardır. Bu
şekilde de pek çok bilgi kazanılabilir. Mesela, görü gören kişi birden daha
önce bilmediği bir bilgiye sahip olur ve bu bilginin nasıl kazanıldığının hiç
farkında olmayabilir. Böylesi bir deneyimin bir dakikası çoğunlukla haftalarca
düşünmeye yetecek kadar bilgi içerir.
Fakat tipik bir hissedilen görüde,
deneyim görülen, duyulan ve hissedilen başka bir gerçeklikle yaşanan bir
karşılaşmayı içerir. Bu tür deneyimler şamanın esrime halinde başka bir dünyaya
geçişinden gizemcinin tanrısalla direkt karşılaşmasına kadar çeşitlilik
gösterir. Güçlü bir hissedilen görüyü resmeden bir Yahudi gizemcilik örneği
sunmak istiyorum. Bu tür gizemcilikte Tanrı'nın adlarını oluşturmak çabasıyla,
kutsal bir alfabe olduğu düşünülen İbranice harflerin tertibiyle uğraşılır.
Eğer bu çabada başarılı olunursa, kişi sadece zihnin gözünde harflerin bir
araya geldiğini görmekle kalmaz, üstelik Tanrı'nın adının öyle şekillendiğini
de hakikaten deneyimler. İşte Yahudi bir gizemci harfleri Tanrı'nın en yüce ad
halinde birleştirme çabasında nasıl başarılı olduğunu anlatıyor:
Yetmişiki addan oluşan Tanrı'nın
Büyük Adını, sırasını değiştirip yeniden birleştirerek, bulmaya koyuldum. Fakat
bunu bir süre yapınca, harfler gözlerimde kocaman dağ şekilleri almaya başladı,
her yanımı güçlü bir titreme aldı ve gücümü toplayamadım, tüylerim diken diken
olmuştu, sanki bu dünyada değil gibiydim. O anda yere düştüm... Ve kalbimden
konuşmaya benzer birşey çıktı ve dudaklarıma gelip onları hareket etmeye
zorladı. Acaba, diye düşündüm, Allah esirgesin, içime giren bir delilik ruhu
muydu bu? Fakat bunun bilgelik ifade ettiğini göndüm. (Scholem 1 974, 1 501 5
1)
Kişi bu tip bir hissedilen görüye
tutulunca hiç çabasız ve bilinçli bir kontrol olmaksızın herşey açılır.
Hissedilen görünün bir diğer göstergesi de budur, çünkü bu tür deneyimde
bilinçli zihin kontrolü eline almamıştır. Daha ziyade, kişi kendini güçlü ve
özerk bir kuvvetin huzurunda bulur. Bu kuvvetle etkileşime girilebilir, fakat
bu kuvvetin üstünde kontrol sağlanamaz. Hep uyumayı çok istediğim gecelerin bir
yarısında yaşadığım deneyimlerimden birinde uyandığımda odamı altın yıldızlarla
dolu buldum. Büyülenmiş bir halde onları seyrettim ve nabız gibi atmaya
başladıklarına dikkat ettim.Hepsi de belli bir ritimde atıyordu ve her .nasılsa
benim de aynı ritimde nefes aldığımı farkettim. Çok geçmeden benim ve
yıldızların derin bir şekilde bağlantılı olduğunu hissettim. Birdenbire, ve
tümüyle kendiliğinden, bir yıldız içime girdi. Bunu tam olarak açıklayamam, ama
yıldızın içime girdiğini ve benimle bir olduğunu biliyordum. Hayret içinde
yıldızların arka arkaya içime girip benimle bir olduğunu gördüm. Sonunda, hala
odada yıldızlar olsa da, kendimi patlamak üzere olan ve artık içine daha fazla
birşey alamayacak olan bir balon gibi hissettim. Geri kalan yıldızlar gözden
kaybolurken sessizce bir vecd haline girdim. Bilinçaltının gücünün hakim olduğu
çoğumuzda olduğu gibi, bu gizemci de ilkin çıldırdığından ya da delirdiğinden
endişeleniyor. Ancak ağzından çıkan sözcüklerin bilgece olduğunu ve Tanrı'nın
Büyük Adının gizemini yansıttığını anlayınca güveni yerine geliyor. Başka bir
değişle, deneyimin içeriği ve deneyimin ne hissettirdiği herşeyin yolunda
olduğuna dair gerekli güvencelerdir. Hem içerikte hem de duyguda mesajların
bilgeliğini kavrayınca gizemcinin, Tanrı'nın adının gerçek gizemiyle temasta
olduğuna dair inancı desteklenmiştir.
Bu deneyimi anlamam yıllarımı aldı.
Gerçekliğinden bir an için bile asla kuşkulanmamış olmama rağmen, o sırada bu
deneyimi hiç anlayamamıştım. Yıldızlar içimdeki merkeze girdikten sonra, asla
aynı değildim artık. Merkezim, bir saatlik bir müddet içinde, tahmin
edebileceğimden çok daha büyük ve güçlü birşeye dönüşmüştü. Sanki merkezim bu
yıldızları yemiş ve bu süreç içinde dönüşmüş gibiydi. Dahası, yıldızlar da
dönüşmüşlerdi. Şimdi benim merkezimin bir parçasıydılar ve bu deneyimden önceki
hallerinden farklıydılar.
Kuantum fiziği enerji parçacıklarını
gözlemleme eyleminin bile bunlar üstünde bir etkisi olduğunu saptadı. Bu basit
algı ediminin dönüştürücü olması. . nedeniyle artık gözlemci gözlenenden
ayrılamıyor. Aynısı hissedilen görü durumları için daha da doğrudur. Görü
deneyimleyen kişi, algı edimi aracılığıyla, algılanan varlığı, dünyayı ya da
kuweti sonsuza dek değiştirir. Deneyimim beni değiştirdi, fakat yıldızları da
değiştirdi. Hissedilen görü paylaşılan ve karşılıklı olarak dönüştürücü bir
deneyimdir. Esasında, hissedilen bir görünün sadece bilinçli algılayıcı
tarafından değil, algılanan tarafından da hissedilmesi gerekir. En derin
seviyede, görüyü deneyimleyen kişi deneyimi yaşarken görülen de bunu yaşıyor.
Bilinçli bir görenle görülen
arasındaki etkileşimin karşılıklı etkisine, dikkatin etkisi hakkındaki
çalışmasında Jung tarafından işaret edilmiştir. Bilinçli zihin bir arketip gibi
bilinçaltının bir içeriğine dikkatini verdiği zaman, her ikisi de güçlü bir
şekilde etkilenirler. Jung bu etkiyi şöyle tanımlar:
Bilinçaltına verilen dikkat bir
kuluçka etkisine, çalışmanın başlangıç evrelerinde gereken, hafif ateş üstünde
kuluçkaya yatma etkisine sahiptir... Gerçekten de sanki dikkat bilinçaltını
ısıtmış ve onu bilinçten ayıran bariyerleri yıkarak onu harekete geçirmiş
gibidir. Uung 1970, 152)
Kısacası, egonun dikkati, dikkat
edilen bilinçaltı imgesine izin verir. Mesela, algılanan bir arketipin daha çok
enerjisi vardır ve ego tarafından daha net bir şekilde görülebilir. Buna ek
olarak bilinci daha kolay etkileyebilir. Eğer ego arketiple olan direkt
bağlantısındaki başlangıçtaki dikkatini izlerse arketip dönüştürülebilir.
Psişedeki olumsuz, bir durumdan daha olumlu bir duruma geçebilir ve psişik
merkezle çok dal\a kolay bir şekilde bütünleşebilir. Ya da, eğer ego bir dosta
dikkat ederse, bu ikisi arasındaki ilişki gittikçederinleşebilir ve sanki dost
kendisi kendi psişik dönüşümüne başlar. Bu dönüşüm süreci boyunca, dost egonun
dikkatine ve algısına bağlıdır.
Şu ya da bu şekilde, algılama edimi o
şekilde algılanan varlığı pekiştirir. Bir ilişkinin yaratılmasından
bütünleşmeye ve dönüşüme kadar olan evrede, hissedilen görü görenle görüleni
eşit şekilde pekiştiren etkiler yaratır.
Sadece kişinin hissettiğini bilme
ediminden en derin görü deneyimine kadar, kilit nokta kişinin duygularına girme
kapasitesidir. Fakat böyle bir görü deneyiminin ortaya çıkmasına izin veren
nedir? Modern psikoloji değişen algının daha derin durumlarını anlamamızda bize
pek az yardımcı olur. Bu tür bir fenomeni açıklayabilen teorik bir yapı elde
etmek için bir kez daha gizemciliğe dönmemiz gerekir. Bu sefer bize en iyi
açıklamayı sunan Sufi gizemcilerdir.
Onüçüncü yüzyılda bir Sufi gizemci
olan Ibni Arabi sadece üstün bir gizemci değil, aynı zamanda ilk emirin bir
kuramcısıdır. Yazıları Sufizmin tüm gelişimini büyük ölçüde pekiştirmiştir ve
görü deneyimini anlamak konusundaki bu modern arayışa büyük katkısı olabilir.
Ibni Arabi'nin geliştirdiği pek çok fikrin arasında, bize hissedilen görünün
anlama olanağını sağlayan bir imgeleme kavramı vardı.
Ibni Arabi'ye göre imgelem, kişinin
aradaki bir gerçekliği, aynı zamanda ruhların ve ilahi tezahürlerin alemi de
olan imgesel alemi deneyimlemesine izin veren bir algı türüdür. Dahası, imgesel
algılama ediminin, Tanrı'nın yaratıcı edimi gibi, yaratıcı bir edim olduğuna da
inanıyordu. Ibni Arabi'nin düşünceleri hakkında önde gelen bir uzman olan Henri
Corbin şöyle yazıyor:
lbni Arabi'nin gizemci teosofisinin7
başlangıç fikri... Yaradılışın esas olarak Tanrının bir tecellisi olduğudur. Bu
suretle, yaradılış ilahi imgelem gücünün bir edimidir: bu ilahi yaratıcı
imgelem esas olarak bir Tanrının tecellisi imgelemidir. Ruhani bilgideki Aktif
İmgelem de aynı şekilde bir Tanrının Tecellisi İmgelemidir: yarattığı varlıklar
böyle bir varoluş şekline (sui generis ) ait olan aradaki dünyadaki bağımsız
bir varoluşla yaşarlar. Hayalimizin gerçek dışı bir ürünü olmaktan uzak olan ve
onu "yaratan" Tanrı da Tanrının bir tecellisidir, çünkü insanın Aktif
imgelemi sadece mutlak Tanrının Tecellisi İmgeleminin bir organıdır. (Corbin
1969, 1823)
Bu şaşırtıcı alıntının biraz
açıklamaya ihtiyacı var. Tanrı evreni "İmgesel bir tecelli"
aracılığıyla yaratır. Ne var ki, inanılmaz bir şekilde ruhani bilge ya da
gizemci de aynı güce sahiptir. Bu şekilde, ruhani bilge ne imgelerse o varolur.
lbni Arabi'ye göre, ruhani bilgenin ilk görevi, birlikte bir sevgi ve birlik
hayatı yaşayabileceği kendi kişisel tanrısını imgelemektir. Fakat imgelediği
tanrı imgeleme edimiyle varolurl Ruhani bilgenin imgelediği, günlük hayatın
dışsal dünyasından çok daha gerçek bir dünya olan imgelem dünyasında varlık
kazanır. Bu dünyada, ulu tanrı ya da ruh kendi hakkı ve kendi özerkliği içinde
varolur.
Elbette imgelemek derken lbni
Arabi'nin bir hayal ya da buna benzer birşey demek istediğini sanmamalıyız.
Gerçekte o benim hissedilen görü dediğim şeyi anlatmak istiyor. Böylesi
görüleri hissetmek ya da imgelemek hemen herkes için mümkündür, fakat bunu lbni
Arabi'nin yaptığı kadar geliştirebilen pek azdır.
Hissedilen görü aracılığıyla, kişi
sadece Tanrıyla bir ilişki geliştirebilmiş_olmaz, üstelik benim dost diye
adlandırdığım bireysel ve eşsiz bir tanrı da yaratmış olur. Böylesi
deneyimlerin devamıyla dostla bir ilişki ve birlik geliştirilebilir. İnanılmaz
bir şekilde güçlü olan bu imgeleme kapasitesiyle kişi şifacılığı, dönüşümü ve
her çeşit olağanüstü deneyimi yaşayabilir. Kişi kendini bilmek, dostla
etkileşime girmek ve böylelikle sonsuzluğun gizemlerini öğrenmek, geçmiş ve
gelecekle uğraşmak ve imgelenen gerçekliğin tüm boyutlarını incelemek için
kendi bilinçaltını keşfedebilir. Bu muhteşem; fakat çoğunlukla insan psişesinde
kullanılmadan yatan bir armağandır. Ne var ki bunun gelişmesi riskini göze
alanlar için sınırsız ödülleri vardır.
Sonuç olarak, hissedilen görü yaratma
ve dönüşüm hakkındadır. Yaratma edimi imgelem alemiyle sınırlı değildir, daha
ziyade, çeşitli şekillerde olağan gerçekliği etkiler. Mesela, kişi insanlar ve
dünyada ortaya çıkan olaylar hakkındaki duygularına ahenk sağlayarak, bunlarla
nasıl bir ilişki içinde olduğuna dair bir içgörü ve bakış açısı kazanır.
Dürtülere açık olarak ve bunlarla uyum içinde davranarak, kişi dış dünyada iç
merkeziyle tam bir birlik içinde yaşamaya başlar. Üstelik, kişi yaratıcı bir
şekilde önceden belirlenmiş kimi davranış kalıplarıyla yaşıyor. Kişinin
dürtüleriyle yaşaması güne bir kendiliğindenlik ögesi katılmasını garantiler ve
işinin içsel özünün ifade edilmesini garantileyen biryolla günlük olayların
akışını şekillendirir.
Daha derin görü deneyimlerinde, kişi
hakikaten kendi algıladığı şekilde algılanan deneyimi yaratır. Ve sadece gelip
geçen deneyim yaratılmış olmaz; çabayla öğüdü, ilişkisi ve etkisi kişinin iç ve
dış dünyasını ve gerçekten kişinin kendi bilincini şekillendirebilen yaşayan
bir dost ya da başka bir varlık yaratılabilir. Kişinin kendi öz deneyimi olduğu
kadar içinde yaşadığı dünyanın doğası da sonsuza dek değiştirilir.
Hissedilen görünün göstergesi yaratma
ve dönüşümdür. Bunu bilmek kişinin kendi deneyiminin olduğu kadar
başkasınınkinin de gerçekten hissedilen bir görü olup olmadığını belirleyerek
değerlendirmesine izin verir. Bu deneyim dönüştürücü müdür? Bunun bir sonucu
olarak kişi değişir mi? Hissedilen bir görünün ne kadar küçük göründüğü önemli
değildir, eğer gerçekse kişi değişir. Bu deneyim ne kadar büyükse, değişim de o
kadar derindir. Kişi deneyim kazandıkça, diğerinin de değişip değişmediğini
sorabilir. Dostum herhangi bir şekilde değişti mi? Karşılaştığım arketip figür
farklı mı? Hissedilen görüde, görüleni dönüştürürken gören kişi de dönüşür.
Öyleyse hissedilen görü aynı anda
gören, dönüşen ve yaratan olağandışı bir algı şeklidir. Bu algılama gücünün
sadece insan psişesinin dönüşümüne dair değil, fakat ilahi aleme dair
potansiyeli de artık netleşti. Bu gücün kabul edilebilir olması ve şifacılık
alanında kullanılması için hissedilen görü ve bunun insan zihnine açtığı
alemler hakkında daha çok çalışma yapılması gereklidir. Şu anda bizler, yolda
pek az işaret olan yeni ve keşfedilmemiş bir ormanda gezinen Çocuklar gibiyiz.
Bulunduğumuz yeri belirlemeye ve keşfimize devam etmemize yardım etmek için,
bütün o harika gelenekleriyle geçmişin incelenmesi çok önemlidir. Gizemcilerin
incelenmesi, hala bize öğretecek çok şeyi olan böyle bir geleneğin kapılarını
açıyor. Modern deneyimi eski düşüncelerle birleştirerek sonunda Batı dünyası
imgesel alemlerde yatan olağanüstü zenginliği anlayabilir.
KAYNAKÇA
Chen, WingSit 1973. A Saurce Book in
Chinm Philosophy. Princeton: Princeton University Press.
Corbin, H. 1969. Creative Imagination
in the Sufism of Ibn Arabi. Princeton: Princeton University Press.
Jung, C. G. 1970a [ 1951]. The Self.
In Aion. Bollingen Series XX: The Collected Works of C. G. Jung, vol. 9, part
2. Princeton: Princeton University Press.
. 1970b [ 1955. 1956] The
Personification of the Opposites. In Mysterium Coniunctionis. Bollingen Series
XX:The Collected Works of C. G. Jung, vol. 14. Princeton: Prenceton University
Press.
Scholem, G. G. 1974. Major Trends in
Jcwish Mysticism. New York: Schocken. Shah l. 1969. Tales of the Dervishes. New
York: E. P. Dutton. Underhill, E. 1990. Mysticism. New York: Image.
KUNDALİNİ ENERJİSİNİN8
(YILAN ATEŞİNİN) UYANDIRILMASI ve BUNUN KLİNİK AÇIDAN UYGUNLUĞU
Louis Vuksinick
Bu makalede Lou Vuksinick sadece
teorik olarak değil, kendi zihinsel ve bedensel deneyimleri açısından da Kundalini
enerjisi, şamanlık ve analitik psikoloji arasındaki ilişkiyi inceliyor.
Vuksinick bu deneyimleri sadece zihninde tasavvur etmemiştir, kişisel olarak
bunları hissetmiş ve yavaş yavaş bunları hastalarıyla çalışmasında kullanmayı
öğrenmiştir. Kendisi bu içsel enerjilerin nasıl çalıştığını analiz etme
konusuna büyük bir açıklık getiriyor.
Jung'un söylediği gibi, doğanın
bilgeliği yaşantımıza gerekli bir denge sağlamak için zaman zaman
müdahele'eder.
Psikiyatri mesleğinde bir gelişme
arayışı içinde, kendimi bilimsel Batı düşüncesine verdim ve Freud teorisinde
iyi bir deneyim kazandım. 1966 yılında Freud çizgisinde analiz yapmaya
başladım. O sırada, bu havai yıllar boyunca Doğu düşünce tarzının yeniden
yükselişe geçmesine rağmen, Doğu dinlerine ve felsefesine hiç ilgi duymuyordum.
1 968'de ciddi bir araba kazası geçirdim. Çok geçmeden, şimdi şamancı bir
parçalanma (dismemberment) rüyası olarak kabul ettiğim rüyaların ilkini gördüm:
Birbiri ardına iki takım halinde
tarlada ilerleyen Kızılderililer gördüm. Birdenbire ikinci takımdan rastgele
bir tüfek ateşlendi ve ilk gruptaki bir anneyle çocuğunu öldürdü. O sırada ben
yerin içindeki bir açıklığa doğru yönlendirildim. Aşağıya giden geçit
parçalanmış beden uzuvlarıyla kaplanmıştı. Yeraltının en derin yerinde bir
labirente girdim ve kırmızı gözlerinden ateş saçan devasa bir canavarın, çoğu
çocuk olmak üzere, pek çok esiri tuttuğu bir odaya alındım.
Kazadan sonra iyileşip ayağa
kalktığımda, analistimin kişisel hayatı hakkında telepatik rüyalar görmeye
başladım. Bu rüyalar analistimi ürkütüyordu sanki. Bunları yorumlayacak ussal
yollar bulsa da, ben oldukça olağandışı birşeyin olduğunu biliyordum. Sadece
bunun ne olduğunu bilmiyordum. Haftada dört defa gittiğim bu seansların beşinci
yılında, üst üste üç gece temel bir rüya ortaya çıktı.
Çocukluğumdaki evin ön cephesine
hakim olan muhteşem dağa bakıyordum. Dağın merkezinden yukarıya çıkan yolun
dörtte üçlük bir kısmındaki bir noktada parlak, mistik bir ışık parıldıyordu.
iki büyük nehrin, Yılan ve Siskiyou'nun, birbiriyle birleştiği noktayı
gösteriyordu. Bu birleşim noktasının gerisinde içinde bir hazine olan bir
mağara vardı. Sonra manzara, üstünde çarpıcı bir şekilde 1932 tarihi yazılı
birJotoğrafa dönüşüyordu.
Freud yanlısı analistim bu rüyayı
sürekli olarak basite indirgeyerek yorumluyordu.
Dördüncü gece rüyamda Cari Jung'un
bana rüyalar hakkında bir kitap verdiğini gördüm. Bu benim Jung'un öğretisi
üstünde çalışmamın başlangıcı olmuştu, bunu 1970'de Jung kuramı çerçevesinde
yaptığım analizler ve nihayet bu rüyanın Kundalini'yle karşılaşmamı kehanet et
tiğini anlamam izledi. Ne var ki bu
anlayış ancak bir kaç yıl sonra ortaya çıkmıştı ve 1932'nin anlamı benim için
neredeyse bir on yıl açıklığa kavuşmamıştı.
Jung'u inceledikçe, psişenin kişi
ötesi yönlerini keşfettim ve sonra psikolojik hayatımın yeşermesini ve ihmal
edilmiş dini duygularımın su yüzüne çıkıp derinleşmesini izledim.
Jung kuramı çerçevesinde analiz
yaptığım ilk zamanlarda, beden farkındalığı hakkında bir kursa katıldım. Derin
beden dinlendirme egzersizleri yapıyordum ve bunda ilerleyerek oldukça çarpıcı
bedensel duyumsamalar yaşamaya başladım. Bedenimde aniden şiddetli kasılmalar
oluyordu, önce yüzümde başlıyor, sonra ayaklarıma geçiyor, sonra da yavaş yavaş
tüm bedenimi dolaşıyordu. Bedenimin yeni bir bölgesine geçtiğinde bu bölgede
büyük bir sıcaklık ve acı hissediyordum. Sonra bir dizi duyumsama yaşıyordum:
başımda gürültüyle pat diye patlayan sesler, görüş alanımın içinde danseden
parlak renkli ışıklar ve zerrecikler, vızıldayan ve kulak zarımı çınlatan çok
tiz sesler. Ardından güçlü ağrı kesiciler almamı gerektiren baş ağrıları
geliyordu. Baş ağrıları aylarca sürüyordu ve.bazen bunların yüzünden akıl
sağlığımı yitireceğimden korkuyordum. Tüm bedenimdeki sinir yollarında, gayrı
ihtiyari sarsılmama ne.den olan, keskin acılar duyuyordum. Bir an geldi karnım
kaynıyormuşcasına ısındı, öyle ki kız arkadaşım yanımda uyuyamadı. Ara sıra
kendimi bir doktora gösteriyordum, belirtilerin kesinliğine rağmen, tıbbi
incelemede hiçbir hastalık bulunamadı.
Ben bunların üstünde_bellibir
derecede zihinsel kontrol sağlayana kadar bu belirtiler zinciri uzun bir süre
devam etti. Bu bedensel deneyimlere, tam olarak Tantrik Kundalini imgeleri
olarak tanımlanabilecek rüyalar eşlik ediyordu. On sekiz yıl kadar sonra, Jung
kuramını izleyen bir danışman ilk zamanlarda gördüğüm bu parçalanma rüyasının
ve araba kazasının tipik bir şamanın başlangıç (inisiyasyon) süreci olduğunu
görmeme yardım etti ve görünüşe göre tüm Kundalini deneyimim şamanlıkla
bağlantılı gibi görünüyordu. Jung Kundalini deneyimlerini kendi anima (can)
kavramıyla eş tutuyordu. Anima, tam anlamıyla geliştiği zaman, Öz'ün
kavranmasına yönelir, ona göre, Kundalini bireyselleşme güdüsünü temsil
ediyordu. Jung derin (ince) beden çakraları tam anlamıyla arıtılana ve
Kundalini kalp çakrasını delip onu harekete geçirene kadar bireyselleşmenin, en
ufak bir şekilde de olsa, kendini göstermeye başlamayacağını belirtiyordu.
Budacı gelenekte, "incelikli
beden" yedi enerji merkezine sahip olarak resmedilir. Bunlara çakra denir
ve alt karın bölgesinden başın tepesine kadar bedenin ortasından yukarıya doğru
yükselen çarklar olarak tanımlanır. Bir yılan olarak sembolize edilen ve dişi
enerjiyi temsil eden Kundalini, uyandırıldığı zaman aşağıdan başlayarak ve bu
çakraları harekete geçirerek, daha yüksek bir bilince doğru enerjiyi bir
çakradan diğerine geçiren kuvvettir.
Şaman yolculuğumun bu aşamasında
gördüğüm rüyaların bir örneği şöyle:
Başımın üstüne bir sepet
yerleştirilmiş ve ben iyice uyuşuncaya ve muhtemelen başka bir bilinç durumuna
geçinceye dek kuvvetle sallanıyor. O sırada bedenimin üst kısmında cüppesi olan
bir rahibim, ama belime kadar bir su birikin tisinin, belki bir vaftiz
kurnasının içindeyim. Öfkeli iki Çinli muhafız içeri bir kadın sokuyor, kadın
üstünde mücevher olan hilal biçimli bir hançer taşıyor, hançerde yine hilal
şeklinde bir ay parçası var.
Bu rüya, şiddetli baş ağrıları
çektiğim ve akli dengemden korktuğum dönemde ortaya çıkmıştı. Benim bu rüyanın
sembollerinde gördüğüm, arketip bir dişi enerjinin benim Hıristiyan ruhsal
bilincimin içine işlediği ve belki de bedenin bütünlüğüne işaret ettiğiydi
(Hıristiyan gölge). Bu yorumla daha sonra 1976'da gördüğüm bir rüya arasında da
tutarlılık var:
Asyalı bir kadınla, gündüz
saatlerinde yılanın diğer hayvanlar karşısında incinebilirliğini tartışıyoruz.
Geceleri yılan özgürce, gizli gizli dolanabilir. Kadın kendisinin bir yılandan
geliştiğini söylüyor ve bir akarsuyun içindeki bir yengeci gösteriyor.
Antenlerinin olmadığını, ama yakında ortaya çıkacaklarını öne sürüyor. Onun
gelişimiyle benimki arasında bir bağlantı kuruyor. Akarsuda kalça kemiği
şeklinde eski bir Kızılderili eseri buluyorum. Kemiğin iki haznesinin uçlarını
birleştiren birkaç tane küçük geçit vardı. Bu eser benim gelecekteki
gelişimimin bir imgesini veriyor. Bana, bu süreci diğerlerine anlatmadan önce,
uzun süre bu sırrı saklamam söyleniyor.
Bu rüyadan, bu dişi yılan enerjisiyle
deneyimimin korunması gerektiğini açıkça anladım. Yılan (Kundalini)
aracılığıyla gelişimimin ve yılanın eski Hindistan bilgeliğiyle bağlantısının
geleceğimin biçimlenmesine yardım edebileceğinden umutlandım. Kalça kemiği
baştan alt karın bölgesine kadarki çakra sistemimi ve iki ucu birleştiren küçük
geçitler de omurilik yolunda Kundalini enerjisinin yükseldiği kanalları
sembolize ediyordu.
Beden farkındalığı çalışmasının bu
erken safhasında ortaya çıkan son bir rüyanın da aynı şekilde sembolik ögeleri
zengindi:
Dünyada üç tane bulunan siyah dişi
Buda heykellerinden birini görmek için bir bilet almak amacıyla Sheraton Palace
Otel'indeki güzel bir bahçeden geçiyorum. Lobide sadece Buda'nın başının
imgesini gösteren bir heykel görülüyor, fakat boncuk işinden yapılma bir
bölmenin arkasında heykelin kendisine giden yol bulunabilir. Kutsal nesneyi
görmeme izin verilmeden önce, yere inancıma göre bir arınma töreni olarak
deterjan dökmeliyim. Heykele giden ara odada ilk olarak kıymetli mücevherlerin
saklandığı geniş bir yer görülüyor. Nihayet huşu veren tanrıça heykelini
görmeme izin veriliyor. İki ayağı yılan olan tanrıça güzel ve gururlu bir
şekilde altın bir kaidenin üstünde oturmakta. Yerde üçüncü bir yılan imgesi
var. Birden bir elektrik akımı heykeli ve yılanları canlandırıyor.
Canlanıyorlar ve zerafetle yürümeye başlıyorlar, ta ki siyah tanrıça aniden
kanatlı bir varlığa dönüşünceye kadar. O sırada saydam bir perde yana çekiliyor
ve iki erkek onunla törensel bir cinsel ilişkiye girmeye hazırlanarak
yaklaşırken hoş bir kadın soyunuyor. Adamlardan biri boynunun etrafına bir
ilmiğe ya da bir tespihe benzeyen bir dizi beyaz boncuk takmış.
Bu rüyadan uyandığımda tüm bedenimden
elektrik enerjisi akıyordu. Bu rüya bana, omurganın tabanında yatan ve ağzıyla
yukarı omuriliğe çıkan merkezi yolu mühürleyen uyuyan bir yılan olarak
resmedilen tanrıça Kundalini'nin efsanesini anlatıyor. Uyandığı zaman yol
açılır ve çakralar boyunca yükselmeye başlar, ta ki baş bölgesinde kendisinin
eril tanrı karşıtıyla birleşene dek. Bu kaynaşmanın, bir bireyde ortaya çıktığı
zaman, derin, sezgisel bir anlayış getirdiği düşünülüyor.
Bu rüya ilk rüyanın anlamına yeni bir
anlayış kazandırmıştı. Şimdi yaşadığım bedensel rahatsızlıkları anlamak için
yeni bir sistem edindiğimi hissediyordum. Önceki rüyalarımda, uyuyan bir kadını
uyandırmaya çalışıyordum, fakat boşunaydı. Bu rüya nihayet bu dişi enerjinin
uyanışını gösteriyor. Esas siyah tanrıça kanatlandığı zaman, bu enerjinin
içgüdüsel alemden ruhsal aleme geçişini gösteriyor. Eril karşıtıyla birleşmesi
imgesi bana Kundalini sürecinin tam bir açılımı umudunu vermişti.
Bu yolculuğun ilk dört yılı, bedensel
bozukluklar söz konusu olduğu sürece acı ve kaos getirmeye devam etti. Fakat
yavaş yavaş, enerjimi bilinçli bir şekilde hareket ettirip her bir çakrada
nefes alarak bir ölçüde kontrol etmeyi öğrendiğim zihinsel durumlar, coşkun
mutluluk dönemleri yaşar olmuştum. Eğer bu dönemleri abartsaydım, depresyon ve
bedensel acı çekebilirdim. Son on yılda, bu enerji sert ve kararsız olmaktan
uzaklaşıp, gittikçe saflaşıp yoğunlaşmaya başladı, şimdi tümüyle bedenime nüfuz
ediyor.
Bu süreç başladıktan yaklaşık iki yıl
sonra, bir grup terapisi toplantısını yönetirken enerjiyi bedenimde bir çakradan
diğerine hareket ettirmeye başladım. Toplantı bittikten sonra, gruptan genç bir
adam yanıma yaklaştı. Oldukça solgun görünüyordu. Bedeninde hissettiği
hareketleri tarif etmeye başladı, anlattıkları benim toplantı sırasında yaşamış
olduğum enerji hareketlerine tıpatıp karşılık geliyordu." Bu karşılıklı
alışverişin nasıl klinik kullanıma dönüştüğü aşağıda açıklanmıştır.
KUNDALİNl'NİN KLİNİK KULLANIMLARI
Bu yeni bulduğum yöntemle çalıştığım
ilk hastalarım........ . . _
dan biri burada John diye
adlandıracağım bir adamdı. O sırada ondokuz yaşındaolan John sert bir aileden
geliyordu. Yetişme çağında l:SD ;lmıştı ve başından geçen kötü bir trip sonunda
görme bozukluğu, şiddetli başağrıları, kişiliksizleşme duygusu,
halüsinasyonlar, zamanı algılayamama, zihinsel karmaşalar ve panik ataklar
yaşamaya başlamıştı. Depresyona girmesi hiç şaşırtıcı değildi, bunun yanısıra
beyninin hasar gördüğünden ve akıl hastası olacağından da korkuyordu.
Bir kaç yıldır, özellikle ciddi
boyuttaki olumsuz anne kompleksinin
üstünde, analitik bir yöntemle çalışıyorduk. Bir oranda başarı sağlamış olsak
da fiziksel belirtiler devam ediyordu. Bir seans sırasında, John benimle
birlikte olduğu zamanlarda kalbinde "harika titreşimler" hissettiğini
söyledi. Bu bana John'un enerji sistemiyle çalışma fikrini verdi. O zamana
kadar, John'un LSD deneyiminin ego savunmalarını engellediği, böylece onun
bilinçaltına daha yakın yaşamasına neden olduğu ve onu baş çakralarının içine
akan ilkel enerjinin merhametine bıraktığı teorisini oluşturmuştum zaten.
Onun enerjisini başından çekerek
karnına yerleştirmek için benim enerjimi kullanmayı önerdim. Kabul etti ve ben
enerjimi aşağıya çekmeye çalışırken gözlerimiz kapalı oturduk. Yavaş yavaş
enerjisinin indiğini hissetti. Bunu birkaç seans denedik. John gittikçe daha
ustalaşmaya başladı, ta ki artık benim müdahalem olmadan bunu kendi başına
yapabilene kadar. Bunun sonucunda gösterdiği belirtiler çarpıcı bir şekilde
azalmaya başladı. Fizyolojik kontrolünü kazandıktan hemen sonra aşağıdaki
rüyasını anlattı:
Üniversitenin yakınındaki büyük bir
süpermarkette kızkardeşimi arıyordum. Onu bir kaç kat aşağıda, bir asansörün
yanında gördüm. Onu aramaya başladım, ama boşunaydı. Ta zemin kata kadar indim.
Burası bir doğa tarihi ya da antropoloji müzesine benziyordu. İçinde pek çok
yükselti vardı ve üç boyutluydu silindirik bir resim gibiydi. Tufandan önceki
çağın aurasını çağrıştırıyordu. Şekiller yarı insan yarı hayvandı ve değişik
şekillerde duran mağara adamları vardı, hepsi de güzel ve devasaydı. Bu
serginin ortasında, altında kristaller ve madenlerden oluşan bir koleksiyon
bulunan kubbeli bir yapı vardı. Kristallerden sıcak, parlak ve gül kırnıızısıturııncu
karışımı bir ışıltı yayılıyordu ("Tıpkı senin ofisin gibi hoş bir atmosfer
doktor," dedi.) ilkel yaratıkların bulunduğu taraftan maviyeşil soğuk bir
ışıltı yayıldı. Sergide Mısır tanrılarının etkisi görülüyordu. Maviyeşil renk
sanki sürekli yukarı doğru genişleyip yere iniyordu ve üzerimde güçlü bir etki
yapıyordu. Korkmuştum ve kendimi çaresiz hissediyordum. Fakat merkezdeki
kırmızıturuncu renklere doğru yönelince kendimi sıcak ve rahat hissettim ve
yüreğimde hoş titreşimler duyumsadım. Merkez beni sanki karanlıktan uzağa,
ışığa doğru çekiyor gibiydi.
Ben bu rüyayı, kızkardeşini (animayı)
arayışının onu, bunun sonucunda daha kötüye gitmekle kendi merkezini bulma
arasında bir mücadeleye sokan, psişesinin ilkel derinliklerine yönelten şifa
veren bir rüya olarak yorumladım. Sonraki aylarda, Öz'ün merkezi enerjisiyle
bağlantıya geçmeyi başardı, bunun sonucunda da hem fizyolojik hem de psikolojik
belirtileri geriledi.
En alttaki iki çakranın renginin
kırmızı ve turuncu olması ilgimi çekmişti, çünkü bu renkler Doğu düşüncesinde
hara'ya, omurganın hemen önünde, göbeğin ytrmibeş milimetre altında bulunan
enerji merkezine karşılık geliyordu. Aylar sonra John bağırsaklarında hoş
titreşimler duyumsadı ve bağırsaklarında hissettiği bu duygulara dikkat ederek
neyin sağlıklı, neyin zehirli olduğunu ayırd etmeyi öğrendi.
Başka bir klinik" deneyim
hikayem de Kundalini enerjisi tarafından işlenen bedçn duyarlılığımın bana
nasıl yardım ettiğini gösteriyor. Ortayaşlı bir adamla bir seanstayken, sol
ayağımabir fincan sıcak kahve döktüm. O kısacık anda, bu adamı gördüğüm
zamanlarda sık sık sol ayağımın ağrımış olduğunu kavradım. Hemen ona sol
ayağına ne olduğunu sordum. Herkesten gizlediği bir olayı açıkladı. Bir
defasında kendisini öldürmek için başına bir silah dayamış ve son anda silahı
başından çekerek ayağına ateş etmiş.
O zamandan beri, hastalarımın kimi
gizli yönlerini rüyalarımla, sezgimle ya da bedensel duyumsamalarımla
bileyebiliyorum. Bu tür deneyimler her zaman olmuyor, ama olduklarında da
bunların bana bilgi veren Kundalini deneyimleri olduğunu anlıyorum. Her ikisi
de ünlü birer Jungcu analist olan Nathan SchwartzSalant ( 1986) ve Donald
Sandner ( 1986) bedensel duygudaşlık hakkındaki bu tür fenomenler konusunda
yazmışlardı. Nietzsche'nin Zerdüşt'ünün psikolojik analizi hakkındaki
seminerinde Jung bu tür duygudaşlık biçiminden, bedensel bilinçdışına yerleşmek
şeklinde bahsediyor (Jung 19341939).
Son bir klinik örnek de tipik bir
şaman şifacılığıyla çok daha yakın bir paralellik taşıyan bir vakayla ilgili.
Hastam yıllarını bir grup kabile insanıyla geçirmiş olan orta yaşlı, akademik
kariyeri olan biriydi. Ben onu görmeden önceki yıllarda, bu çevrede çöküntü
içinde bir yaşantı sürmüştü ve onunla yaşayan bir akrabası travma geçirerek
ölmüştü. Hasta benimle analize başladığı zaman sorunları oldukça hafifti esas
olarak aile ilişkileri çerçevesindeydi. Aynı zamanda, onunla seanstayken ve
bazen de seanstan sonraki dakikalar boyunca sık sık yoğun bir kaygı
hissediyordum, fakat daha önce hiç yaşamadığım düzeyde bir kaygıydı bu. Doğal
olarak hastama seanslarımızda ya da başka zamanlarda kaygı yaşayıp yaşamadığını
sordum. Her zaman bu soruya şaşırmış göründü ve bu tür duyguları inkar etti.
Yaklaşık onaltı ay sonra, yoğun
kaygısından bahsetmeye başladı ve o anda onûnla birlikteyken yaşadığım bütün
kaygı duyumsamalarını da kendiliğinden yokoluverdi.
Tam bu sırada hasta aşağıdaki
rüyasını anlattı:
Çok ilkel bir ortamda son derece
vahşi bir adam nispeten daha az vahşi iki adam tarafından esir alınmıştı. Yere
yatırılmış ve kaba bir bıçakla sol kalçası kesilip açılmıştı. Yaraya bir kurtun
ve vahşi bir yaban domuzunun kanı akıtılmıştı.
Bu rüyayı irdelerken yine dayanılmaz
bir kaygıya kapıldım. Hasta ofisten çıktıktan sonra, ellerimi son derece ilkel
bir şekilde kullanarak yemeğimi yemeğe başladım. Günün geri kalanı boyunca
iştahım doymak bilmedi. Bir gün kadar sonra, sol kalçam ve karnımın alt kısmı
gittikçe ağrımaya başladı. Bir hafta sonra acil servise gittiğimde hiçbir
enfeksiyona ya da başka bir patalojik belirtiye rastlanmadı. Ancak o zaman bu
belirtilerin hastamın rüyasıyla ilişkisi olduğunu idrak ettim. Birkaç hafta
süreyle acı ve endişe içinde yaşadım. Hastama gelince, onun kaygısı rüyasını
anlatmasıyla kaybolmuştu. Şimdi yıllar sonra, artık ne o ne de ben bu ilk
korkuyu yaşamadık bir daha.
Hastanın derin, bilinçsiz kaygısını
(enerjisini) ilkin kendi bedenimde hissetmem, sonra bunun hastanın bedenine
dönmesi ve son olarak bunun benim bedenimde şekillenmesi bence rüya figüründeki
ilkel kalça yarığına karşılık geliyordu. Bu deneyim usdışı şifacılık
yöntemlerinin ne kadqr güçlü olabileceğinin daha çok farkına varmamı sağladı.
Bana göre, hastanın bu denli derin bir psikolojik hastalığının analistin
bedenine alınıp sonra da salıverilebilmesi bir şamanın yapmaya çalıştığı şeydi.
Bu vakaya hayret içinde bakıyorum ve bir kez daha Kundalini'nin, bütünüyle
kendi başına, benim aracılığımla çalıştığına hükmediyorum.
ŞAMAN RÜYALARI
Bedensel deneyimlerim ne kadar
dramatik olsa da, rüyalarım daha tipik şaman temalarını açığa vurdular ve
Kundalini'nin gelişimiyle şaman şifacılığı arasında bağlantı kurmama yardım
ettiler. Rüyalarımda açıkça ortaya çıkan üç şaman teması, sihirli uçuş, arınma
ve kurban imgeleri ve hayvan gücüdür. Aşağıdaki rüya, bütün şamanların
hikayelerinin tamamlayıcı bir bölümü olarak tekrarlanan sihirli uçuşu
betimliyor.
Eski bir kadın hastam ona çok yardım
ettiğimi söylüyor bana. Bu iltifatı ona geri vermeye çalışıyorum, ama o bunu
ikimizin paylaşmasında israr ediyor. Bundan sonra uçan bir yaygı üzerindeyim ve
kendimi çok güvensiz hissediyorum. Arkama bakıp benimle birlikte uçan bir erkek
refakatçimin olduğunu görüyorum. Birden onu, her yönden gelip merkezi bir
noktaya doğru gökyüzünde gittikçe yükseklere doğru akan ışık küreciklerine
yöneltiyorum. Kürecikler çarpışıp büyük bir ışık ve ses patlaması yaratıyorlar.
Aşağıya bakınca tüm Güney Amerika'yı görüyorum. Her bir ülke kendi içinin
derinliklerinden parlak, neon gibi ışıklarla ışıldıyor ve her birinin ayrı bir
rengi var. Esrime durumundayım.
Rüyamdaki kadın animamla ilişkimi
yansıtıyor. Onun yaralanmışlığı üstünde çalışmak sonunda karşılıklı saygı
getiriyor. Şamanca deneyimler için hayati sayılan bedenimi ve doğayla
bağlantımı tekrar kazanmam onun etkinlikleri sayesinde oldu.
Sonraki rüya arınma ve kurban
temasını anlatıyor:
Önce çalar saatimin, sonra da kol
saatimin temizlenmesi9gerekiyor. Bunları temizlemeyi seçen kişi bir
şaman olarak tanımlanıyor. Adam bunları bir çözelti içine koymanın bir
patlamaya ve kendisinin ölümüne yol açacağının farkında. Kendisini kurban
etmeyi seçiyor. Patlamadan sonra dişi bir mercan yılanı ortaya çıkıyor ve
kendisini Kundalini olarak tanıtıyor.
Buna benzer pek çok rüya, dünyaya
yeni bir yaşam, umut ve süreklilik getirmek için başlangıç olarak parçalanmayı
ve ölümü deneyimleyen Orpheus, Şiva, Dionisos ve Osiris gibi efsanevi figürleri
içeriyordu. Aynı şekilde, ışıltılı bedenin ortaya çıkabilmesi için eski bedenin
ölmesi gerektiği kavramı da bir arketiptir.
Üçüncü lüya, bitkilerin ve doğanın
elementlerinin yanı sıra şamanın güç kaynağı olarak kabul edilen hayvanları
içermektedir. Alttaki beş çakranın her biri bilgeliğin başka bir yönünü
gösteren bir hayvan sembolü taşır. Hayvan bilgeliği insan bilgeliğinden daha
sağlam olarak göıülür. Hayvanlar doğalarına sadık kalmaya eğilimlidirler ve
akıl tarafından yanıltılmazlar. Aşağıdaki rüyanın özel bir anlamı var, çoğu
daha önceki rüyalarda sık sık ortaya çıkmış olan çok çeşitli hayvanlarla dolu
bir rüya bu? '
Yeni doğmuş bir bebeği tutuyorum.
Aniden, belli bir yöne doğru ilerleyen pek çok hayvan görüyorum. Atlar, ayılar,
geyikler, Zürafalar, keçiler ve filler bu devasa grubun içinde açıkça
görülebiliyorlar. Ortaya iki güçlü kaplan (beyaz, sarı ve siyah renkli)
çıkıyor. Diğer hayvanlar adına korkuyorum, ama hepsi uyum içindegörünüyor. O
sırada Çinli bir kadın ortaya çıkıyor ve kendisinden on vasıf öğrenmem
gerektiğini söylüyor. Bir şlkilde hayvanların bu uyumuyla ilgili birşey bu.
Bu rüyayı, Çinli kadının (Kundalini)
bana ve bebeğime (benim yeni bilincim) doğadaki uyum hakkında çok önemli birşey
öğretmek için geldiği şeklinde yorumluyorum. Bu on vasfın bana öğretilen on
emirden farklı olduğunu biliyorum. Şu anki bilinçli ümidim, onun öğretisini
hızla öğrenip bir şekilde çalışmalarımda nakledebilmektir.
SONUÇ
Yirmiyedi yıl kadar önce başladığım
bu beklenmedik yolculuğu anlatmak ve o zamandan beri Kundalini deneyimlerimi
klinik uygulamalarıma nasıl dahil ettiğimi paylaşmak, başta değindiğim son
gizemi açıklığa kavuşturdu: ikinci rüyada 1932 sayısının ortaya çıkması.
Bu sayı aklımı karıştırıyordu ve
anlamını yıllarca yakalayamamıştım. Bu sayı doğum yılımdan önceye denk
geliyordu ve aile tarihimdeki hiç kimseyle ya da hiç birşeyle belirli bir
bağlantısı yoktu. Yanıt beklenmedik bir şekilde 1988 yılında geldi.
Kundalini hakkındaki ilk yazımı
derleme safhasındaydım ve araştırmalarımdan gördüm ki Kundalini hakkında bir
konferans ilk olarak Zürih'te C.GJung Enstitüsünde 1932 yılında verilmişti.
Jung, J.W.Hauer tarafından sunulan felsefi materyal üstüne psikolojik bir yorum
yapmıştı. Bu bilgiyi bulduğum zaman taş kesilmiştim. Ünlü bir Jungcu uzman olan
Joseph Henderson, o sırada Batı kültürü için bir devrim olan bu konferansın
ortak kültürel bilinçaltını etkilediğini düşünüyordu. Benim rüyamın bununla
bağlantı kurduğunu, çünkü bunun benim bireyselleşme sürecimle ilgisi olduğunu
öne sürüyordu.
Bunun farkında olmak benim için çok
anlamlıydı, zor zamanlarımda bana destek oldu ve deneyimlerim hakkında yazmam
için bana cesaret verdi. Şimdi tümüyle inanr yorum ki, görünüşe göre Batı
kültüründe giderek önem kazanan bu Kundalini patlamaları evrensel bir evrim
modelinin bir parçası. Eğer doğanın bilgeliğinin, gerektiğinde, denge
kazandırmak amacıyla müdahale edeceğine dair Jung'un teorisi doğruysa,
zamanımızda çevreyi aşırı derecede ihmal ettiğimiz ve gittikçe teknolojiye daha
çok bağımlı olduğumuz için bir panzehir olarak bize gelen bir dişi enerji de
olabilir bu pekala.
Bilinçaltının elinde tuttuğu bilgelik
beni uzun zamandır çok ilgilendiriyor ve bunun kendini açığa vurduğu sayısız
yollar beni hayrete düşürmeye devam ediyor. Benim kendi sürecimi paylaşmamın
başkalarını da aynısını yapmaya teşvik edeceğini, böylece Kundalini'nin
dönüştürücü gücünün çok daha kolay kabul görüp takdir edileceğini umuyorum.
Kendi adıma, Kundalini deneyimlerimin bütünlenmesi, şaman yolculuğu ve Jung'un
psikolojik anlayışları yaşantımı ve çalışmamı sınırsız ölçüde zenginleştirdi.
1
Teosofi: Bireyle Allah vemelekler
arasında doğrudan bağlantı kurmayı amaçlayan dini sistem. Budist ve Brahman
sistemine benzer yeni bir din ve felsefe sistemi.
2
Katalepsi: Adalelerin donması ile
irade ve hissin birdenbire kaybolması hastalığı.
3
Manichae, l.S. 3. ve 5. yüzyıllar
arasında rağbet bulan ve Zerdüştlük mezhebinden esinlenip hem Allaha hem
Şeytana inanan bir mezhep.
4
Cnostisizm, Hıristiyanlığın
başlangıcında ruhani sırları ve yaradılışın sırrını bilmek iddiasında olan
mezhep. "
5
Mısırda Ay tanrısı olan Thoth eşyayı yaratan
ve yazıyı icat eden bir denııurgos, ruhları tartan bir hakim ve büyücüydü.
6
Kayısının İngilizce karşılığı 'apricot' olduğu
için A sayfasında yer alıyor.
7
Bkz. s.23'de dipnot.
8
Kundalini enerjisi cinsel organların bulunduğu
bölgede uyuyan yılan olarak tasvir edilir.
9
lngilizce'de temizlemek fiili arıtma
anlamına da geliyor
KAYNAKÇA
C. G.Jung 193439. The Psychological Analysis
of Nietzche's Zarathustra. Basılmamış seminer notları.
. 197576. Psychological Commentary on
Kundalini Yoga. Spring.
D. Sandner ( 1986). The Subjective Body in
Clinical Practice. İn M.Stein and N.SchwartzSalant, eds. The Body in Analysis.
Wilmette, İL: Chiron Publications, ■ 1 17.
N. SchwartzSalant. On The Subtle Body
Concept in Clinical Practice. İn M.Stein and N.SchwartzSaland, eds. The Body in
Analysis. Wilmette, İL: Chiron Publications, 117.
ACI1 VE AMELİYAT: ŞAMAN
DENEYİMİ
Arthur D.Colman
Bu yazıda, Arthur Colman bize acı,
ameliyat ve şifa bulma aleminden tüyler ürpertici bir manzara sunuyor. Çeşitli
aktif imgeleme araçlarıyla ve sonunda, psişedeki ego ölümü yerine ameliyat
masasındaki fiziksel ölüme çok daha yakın olan tam kapsamlı şaman yolculuğunda
bunun kutsallaştırılmasıyla Arthur şamanlığın şifa verici gücünü modern bir
hastanenin antiseptik odalarına taşıdı.
Yetişkinlik dönemimin yedi yılında
sürekli ve şiddetli bir sırt ağrısıyla yaşadım. Sorun ilk olarak büyüme çağımda
başgöstermişti. Üçten altı aya kadar değişebilen sürelerde beni güçten düşüren
ağrı dönemleri yaşıyordum, fakat en büyük ağrı, kırkaltı yaşımda bir sabah,
hiçbir uyarı olmaksızın geldi. Yataktan kalktım ve ayakta durduğumda sırtımın
sağ kısmından aşağıya bacağıma doğru yakıcı bir ateş hissettim. Istırabım
gittikçe artıyordu, ağrı beni öyle •sarmıştı ki bilincimi kaybederek yere
düşmüştüm. Belli belirsiz bir ambülans, bir Demerol iğnesi, ağrılar içinde
hastanede kalış dönemi ve çok yavaş bir şekilde kronik ağrı!ara ve sınırlı
hareketlere dönüşü hatırlıyorum. Ağrılar dünyasında geçen beni sarsıp olağan
bilincimden çıkartacak kadar güçlü şiddetli ağrılarla ve "olağan"
işimi ve sosyal gerçekliklerimi değiştirecek kadar güçlü kronik ağrılarla dolu
yedi yıl beni hem deneysel olarak hem de bir şifa sanatı olarak şamanlığı
incelemeye yöneltti.
Şamanlık ve acı sıkı bir şekilde
birbiriyle bağlantılıdır. Şifacılık gelenekleri içinde sadece şamanlık, şifa
sürecinin oluşması için, açıkça hem şifacının hem de şifayı alanın değişik bir
bilinç durumuna ulaşmasına bağlıdır. Acı, bu bilinç durumlarına ve "öteki
dünyaya" giden kapıyı açan anahtardır. Bedenin ve zihnin acıya karşı en
büyük savunması bilincin tümüyle kaybedilmesiyken, acı yavaş yavaş, etkisi
altına aldığı herkese bilinçli kalmayı ve acıyla farklı bir şekilde
başedilebilen başka bilinç durumlarına başka dünyalara girmeyi öğretir.
Şamanlar ve şamanlığa kabul törenleri bundan yararlanırlar ve kendilerine ve
başkalarına şifa vermek amacıyla ötekidünyaya nasıl yolculuk yapacaklarını
öğrenmek için bile bile çeşitli acı verici durumları kullanırlar aşırı soğuk ve
sıcak, duyusal mahrumiyet, su ve yiyecekten yoksun olma, uzun süre_ hareketsiz
kalma, etin yakılması, delinmesi ve kesilmesi gibi.
Kabul edilenler kendilerıni değişik
şekillerde ortaya koysalar bile, acı tüm şamancı kabul törenlerinin merkezinde
yer alır. Öyle ki şaman müritler çetin ölüm kalım durumları içinde
bırakılırlar: Donmuş Sibirya bozkırında altı ay pekaz bir yiyecek ve yırtık
pırtık bir battaniyeyle küçük bir eskimo kar evinde tıkışıp kalmak, Güneş Dansı
töreninde Dakota ovalarının ortasında göğüslerinden iki kancayla bjr_ağaca
asılmak, bir Endonezya ormanında deriyi kazımak, delmek ve dövme yapmak sonucunda
her tarafının kanayanyaralarla kaplanması gibi. Kabul töreni şartları kültürden
kültüre, gelenekten geleneğe farklılık gösterir, fakat öteki dünyaya geçme
yolunu öğrenmek için acının kullanılması daimidir. Kabul töreni deneyiminden
herkes başarıyla çıkmaz. Bu deneyimi yaşayan kimi insanlar ömür boyu sakat
kalırlar, bazılarıysa kırılmış, küçük düşmüş ya da hayatlarında başka bir yol
bulmaları gerektiğini anlayacak kadar akıllanmış olarak geri dönerler. Dahası,
Montero'yla beraber bu kitaptaki başka bir yazıda ("Turizmin Ötesinde:
Şamanca Niyetle Yolculuk Etmek") irdelediğimiz gibi, bu dayanıklılık
denemelerindeki insanın feda edilişi, bireyin kaderinden bağımsız olarak,
topluluk için bir şifa verme amacı taşıyabilir. Fakat bu deneyimden başarıyla
çıkanlar, toplulukları tarafından kendilerine tam yetki verilmiş olan şamanlar
olarak şifacılık çalışmalarına başlamak üzere geri dönerler. Bu kabul görme
deneyimleri o kadar aşkındır ki başlangıçtaki nedenleri ne olursa olsun kendilerini
denemek, pişmanlık ya da görevbunları geçenler yaralı şifacıların ortak alemine
girerler.
Bir topluluk tarafından böyle özel
bir eğitim yetkisi verilmesi, şaman tekniklerinin sık sık kullanıldığı ama
nadiren onaylandığı kendi toplumumuzda kritik bir konudur. Tüm topluluklar
kendi şifacılarına güvenmek zorundadırlar. Günümüzün Batı toplumlarında kendi
şifacılarımızı, en parlak lise mezunlarını onlara tıp bilimini öğreten ve
ellerini en mahrem şekillerde bedenin üstüne ve içine koymalarını onaylayan
eğitim okullarına göndererek kabul edip yetkili kılarız. Bizim kültürümüz
bilgiye, teknolojiye ve pragmatik deneyime güvenir, bu yüzden de bu okulları
(ve bunların gerektirdiği soyut ve pratik çalışmayı) şifacılık mesleğine kabul
edilme ve bu meslek için uygun bir eğitim olarak görür. Pragmatik olana,
teknolojiye ve bilime temel atan bu tür bir tıp acı çekenlerin ve hastaların
ruhsal ve şifa gereksinimlerini tümüyle karşılamaz. Hemen hemen acı çeken ve
hasta olan hepimiz için tıp merkezi şifa yolculuğundaki duraklardan sadece
biridir. Acı çeken bir hastanın tıbbi hikayesini dinleyen bir doktora bazen
ziyaret edilen daha pek çok şifacıdan bahsedilir: akupunkturcular, masaj
terapistleri, psikoterapistler, medyumlar, otlarla tedavi edenler ve uğruna
büyük zaman ve para (neredeyse geleneksel doktorlara ve hastanelere olduğu
kadar) sarfettiğimiz "kent şamanları". Bu iki ayrı şifa dünyasını
bütünleştiren bir bakış açısı bulmak kişiye kalmıştır.
Şiddetli kronik ağrılarla yaşadığım
deneyim sonunda beni hem geleneksel hem de geleneksel olmayan pek çok şifacıya
yöneltmişti. Bu yol boyunca ağrı ve acıyla meşgul olan pek çok tekniğin
yanısıra, öteki dünyaya girmenin pek çok tekniğini de deneyimledim.
Öğrendiklerimden bazıları faydalı olmuş ve en zor zamanlarımda bana (ve
hastalarımdan bazılarına da) yardım etmişti. Bazılarınınsa hiç faydası
olmamıştı. Fakat yarar sağlamanın ötesinde, her yeni ilaç, ot ve meditasyon,
her beden masajı ve egzersizi umut veriyor ve umudumu kırıyordu. Her biri,
süregelen durumun binbir zorlukla kabullenilmesine zarar vermişti. Ve ağrılar
dünyasında geçen yedi yıldan sonra, yavaş yavaş ağrı çeken her hastanın
öğrenmesi gerekeni öğrendim umut ve kabulleniş arasındaki karşıtlıkların
gerginliği içinde yaşamak: Daha az mutlu olsam da daha bilge olmuştum. Zaten bu
gücümü azaltan sürekli ağrıdan ve daha da kötüsü bu durum devam ederken sürekli
bir adale zayıflığı ve sinir hasarı olması olasılığından kurtulamamıştım.
Omuriliğimden ameliyat'olmak her
zaman için bir olasılıktı, ama özelanatomik hastalığımın doğası ve bulunduğu
bölge açısından bu büyük bir komplikasyon riski taşıyordu ve başarıya ulaşma
olasılığı çok zayıftı. Ne var ki ağrı beni daha da güçsüz bırakan yeni bir
seviyeye yükselince ve bacağımdaki zayıflık beni gittikçe daha çok güçten
düşürmeye başlayınca üçüncü bir cerrahla bir konsültasyon daha yapmaya karar
verdim. Bu seferki, tıp merkezinden meslektaşım olan seçkin ve usta bir sinir
cerrahıydı. Aralıksız bir umut ve kabulleniş döngüsü içinde cerrahlar bu nihai
umudu, iyileşme umudunu temsil ederler. Pek çok yönden cerrahlar şaman
geleneğiyle çok yakın ilişkide olan modern doktorlardır. Şamanlar gibi
cerrahlar da pasifliğe ya da Tao'ya fazla paye vermezler. Onlar büyücüdür, guru
değil. Şamanlar gibi, cerrahların da kabul edilişlerinin ve eğitimlerinin son
noktasında kendi kararlı eylemlerinin dönüştürücü potansiyeline duydukları
inanç yatar. Şamanınki gibi, cerrahın şifa metodu da başka bir dünyaya yapılan
gizemli bir yolculuktur, ellerin ve bıçakların başka birinin bedeninin içine,
derinin ve zarın altına girdiği, bilinçsiz canlı bedenin şifa amacıyla
dönüştürüldüğü, bu dünyaya geri dönerek bilgi ve şifa imgeleri getirmek ve
bunları hastaya ve çevresindekilere aktarmak için terketmeleri gereken zor
fakat esrime içeren bir dünyadır bu.
Başvurduğum şamancerrahın bistüriye
elinin çok yatkın olduğu ve bunu kullanmaya hevesli oluşuyla ünlendiği
söyleniyordu. Kayıtlarımı gözden geçirip beni inceledikten sonra sustu. Sonra
gri gözlerini dosdoğru bana çevirip bakışlarını üstüme dikti.
"Arthur," dedi, "ağrının, omurilik ve disk patalojisinin ve
sinir tahribatının derecesi çok yüksek. Ameliyat çok riskli. Ameliyat anatomik
açıdan başarılı olsa bile, bağırsaklarının, mesanenin çalışmasında ve cinsel
işlevlerde bir düşüş olması ve ağrıların tekrarlanması olasılığı var. Açıkçası,
senin yerinde olsam bunu yapmazdım. Sana uyuşturucu kullanmaya alışmanı ciddi
olarak önermek dışında bir yardımım olacağını sanmıyorum.
Bu kulağa pek haşin gelebilir, fakat
bu şekilde acı çekmeye devam edebileceğine ve işlevsel kalabileceğine
inanmıyorum."
Şimdi arkadaşlarıma doktorun bu son
söylediklerini anlatınca tüyleri ürperiyor ve adamın ahlakını ve insanlığını
sorguluyorlar. Haksızlar. Şaman türündeki tüm şifacılar gibi, gerçeği
söyleyerek merhametsizce konunun özüne kadar indi. Kendimi uyuşturuculara
"alıştırmamı" önermesinin, ahlak ya da kabalık açısından değil de,
ağrının büyüklüğünü ve yaşamıma vermiş olduğu tahribatı doğru bir şekilde
yansıttığı için çok büyük bir etkisi olmuştu üstümde. Uyuşturucu alışkanlığı
gerçekten makul bir seçenekti, fakat ağrımı hafifletmek için birkaç hafta
boyunca kodein kullandığım zamanı dehşetle hatırlıyordum. Dizlerimin altında
bir yastıkla taşlaşmış bir halde oturma odasında yerde sırt üstü yatmıştım.
Üniversiteye başlayan ve ilk kez evden ayrılacak olan kızım hoşçakal demeye
gelmişti. Gözyaşları içinde kalmıştı, ama ben hiçbir şey hissetmemiştim. Bu
yaşadıklarım beni o kadar üzmüştü ki o gün kodeini bıraktım ve güçlü rock müziğine
döndüm daha az etkilive daha az insanlık dışı bir uyuşturucuydu bu. Riskine
rağmen ameliyat, afyonun belirsizliğine oranla daha iyi bir seçenekti.
Ve doktorun öğüdüne karşı çıkarak,
araştırıp bana yardım edebileceğini hisseden ve becerisine güvendiğim Michael
isminde bir cerrah buldum. Önerdiği ameliyat nispeten yeniydi: karnımdan
omuriliğime ulaşılacaktı. Bu mantığa aykırı görünen strateji için iki cerraha
ihtiyaç vardı: omuriliğin önündeuzaıjan büyük hayat damarlarını alttaki vena
cava ve karın aort damarını halledecek bir damar cerrahıyla, disk(leri)
yerinden oynatıp, gerekiyorsa sinirleri kazıyıp temizleyecek ve açılan boş
bölgeye ölü bir adamın kalça kemiğinden küçük bir kemik parçası nakledecek bir
ortopedi cerrahı. Gerçekten çok şamanca. Anlattıkları, Sibiryalı bir şamanı
bile gururlandıracak ölçüde bir parçalanmaydı. Elbette Michael çalışmasını bu
şekilde tarif etmedi. Belki de onu derin bir şekilde sorgulasaydım, giyinip
ellerini ovalayarak yıkarkenki trans halinden ve bistüriyi ete değdirirkenki değişik
bir gerçeklikten bahsedecekti bana.
Michael da önceki cerrah gibi aynı
risklerden söz etti, ama başarılı bir sonuç alma olasılığının da üstüne bastı.
Teklifini dinleyip, diğer kefeye de geçen yedi yılı, ağrı kesiciler ve
geleneksel olmayan ilaçlarla dolu bir geleceği koyduğum zaman, bu en uç
noktadaki çareyi denemeyi doğru buldum. Bu duygunun yanısıra, büyük ve
tehlikeli bir maceraya atılma ve bu kadar uzun süredir içinde bulunduğum bu
kuşatmayı yarma imgesiyle beraber bir adrenalin dalgası geldi. Bu macera bu
cerrahın becerisini ve geleneğini kullanmayı gerektiriyordu, eğer ben başarılı
olacaksam daha geniş bir bakış açısına ihtiyaç olacağına emindim ve bu da,
benim için, ancak şamanca bir bakış açısı olabilirdi. Bu, tüm önceki
yolculuklarımın ve çalışmalarımın en yüksek noktası, büyük yolculuk olacaktı,
çünkü zihni değiştiren ilaçları, bedendışı bilinci, değişik gerçeklikleri,
parçalanmayı, başka bir dünyadan alınan beden uzuvlarını ve yeni bir bedeni yani
başka birinin içimdeki kemiğini içeriyordu ve tüm bunlar tuhaf bir arketip ölüm
ve yeniden doğum aleminde yer alacaktı. Şamanca bakış açısına yedi yıl süren
kabul edilişim kesin gerçeklik olacaktı.
Okuyucu, ilk cerrahın kendi
alternatiflerini ortaya koyduğu andan itibaren ve özellikle Michael'ın
teklifine verdiğim yanıttan zaten değişik bir duruma geçtiğimi anlayacaktır.
Klinik açıdan, adrenalinin hücum etmesi ve ameliyatın büyük bir şaman yolculuğu
olarak mağrur bir şekilde kavramsallaştırılması şişinme ve inkar ile doluydu.
Anlaşılacağı üzere, ilk cerrah beni tümüyle usdışı bir hareket tarzının eşiğine
getirdiği paradoksal bir seçenek sunmuş ve Michael da son derece gerçek dışı
bir senaryo, beni doğrudan doğruya öteki dünyaya yönelten bir dehşet dünyasıyla
mucizeler dünyası resmetmişti. Böylesine riskli bir yolculukta ilerleyebilmek
için başka bir dünyada olmam gerekiyordu ve böylelikle bu başka dünyayı anlamlı
kılan bir çerçeve, deneyimime uyan çok geniş bir ruhsal görüş açısı buldum.
Jung'un terimiyle, coniunctio'nun ikinci safhası seviyesinde, yani unio
mentalis'in (tinle ruhun bütünlüğü) bedenle birleşmesi seviyesinde çalışmak
için bir yol bulmak istiyordum Uung 1 963). Kendi durumumdaysa, büyük Batı
ameliyat geleneğini eski şaman şifa geleneğiyle birleştirmek istiyordum.
Cerrahla ve düzelmeme yardım edecek tüm diğer tıp personeliyle elbirliği
içindeyken kendimi şaman şifacı olarak yetkili kılmam gerekiyordu. Telkin ya da
şişinme de olsa, tüm bunlar hayatta kalmam ve iyileşme potansiyelim için çok
önemliydiler.
Şimdi bunları yazarken, bu karar
anını, olağan dünyanın silikleşip ruhların ve arketiplerin toplanması için bir
fon oluşturduğu öteki dünyaya geçiş duygusunu, meselenin hayatta kalmak olduğu
ve tüm düşünce ve eylemin bu amaca yöneldiği bu vecd alemini hatırlamak kolay.
Kutsal bir acı mekanındaki uzun süren kuluçka dönemimi geride bırakıyordum, son
derece tehlikeli bir geçiş dünyasına giriyordum, bu dünyada, elindeki cayır
cayır yanan kılıçla baş melek Michael'la güçlerimi birleştirerek, ölüm, yeniden
doğum ve iyileşme ülkesine doğru uzun ve zor bir yolculuk yapan kendi şamanım
olacaktım.
Ameliyatın gerçekleşmesinden önce
hazırlanmam ve bir işlemi yerine getirmem için iki ayım vardı. Bu işlemde,
doğrudan doğruya hastalıklı diske bir iğne yerleştirilir ve baskıyı arttırıp
ağrının ortaya çıktığı koşulları yeniden oluşturmak için bir boya enjekte
edilir. Eğer ağrı oluşturulamazsa ameliyatın başarılı olma şansı daha düşüktü.
Ağrıyı hissetmem gerektiği için anestezi yapılmıyordu .tabii. Olanların ancak
ortaçağ işkencesine benzer olduğunu söyleyebilirim. Neredeyse çırılçıplak bir
halde soğuk bir çelik parçasının üstüne yattım. Dudaklarında sabit bir
gülümsemeyle başımda bir hemşire duruyordu. Radyolojist uzun iğnesini içimin
derinliklerine sokup yanan boyayı ağrı olan bölgeye enjekte etti. Enjekte
edilen sıvının her parçası basıncı arttırıyordu ve içimde ağrı yükselmeye
başlamıştı, ta ki artık buna dayanamayacağımı göstererek bir parmağımı
kaldırıncaya kadar. Sonra iğneyi yeniden yerleştirip tekrar başlıyordu.
İlişkimi koparmamak, ki bu cerrahıma gidecek bilgiyi azaltırdı, ve fiziksel
olarak hareket etmemek için, ki bunun daha çok hasara yol açacağı söylenmişti,
bildiğim her meditasyon tekniğini uyguladım. Bir zaman geldi ki hemşire elini
uzatıp benim elimi tuttu, bu an morfinden daha tatlıydı. Sonradan hemşireye onu
bunu yapmaya itenin ne olduğunu sorduğumda, el kitabında bu tür işlemlerde
bunun bir yardım olarak önerildiğini söyledi. (O gün hayatımda ilk defa olarak
el kitaplarını kutsadım.) Gündüz koğuşunda kuvvetimi yeniden kazanmak için
yatarken, kız arkadaşım dar yatağımın içine süzülüp bana sarılarak hastane
kurallarına cesaretle karşı koymuştu. Bu da bir diğer büyük teskindi, hatta
kişisel anlamda şefkatli ve sevgi dolu bir çerçeveden çıktığı için çok daha
iyiydi. Her iki eylem de, yayılan boya aracılığıyla görülen sırt lezyonunun
türünün belirlenmesi ve ağrı oluşturması açısından başarılı sayılan bir işlemi
atlatmamı sağlamıştı. Bu süreç boyunca, kişilerarası ilişkilerle içsel kontrol
arasında birlikte çalışan denge çok önemliydi. İnsan ilişkisi ve sevgi her şifa
bulma çabasının bir parçasıdır. Fakat tüm insani ilişkiyi en aza indirgeyen
yoğun ve izole edici bir içsel çalışmayla birlikte beni en çok sevgi
rahatlatmıştı. Bu paradoksu şamanlar iyi bilirler, sanırım bu şi. facıların ve
şifa bulacak olanların kabul etmesi gereken kurban etmenin bir parçasıdır.
Ameliyatın hızla yaklaşmasıyla, çoğu
akşam birkaç saat meditasyon yapıyor, davul çalıyor ve görü malzemesinin olduğu
gibi ortaya çıkmasına izin veriyordum. Bu yaptığım daha önceki
meditasyonlarımda yaptığımdan pek farklı değildi, yalnız şimdi çok özel, farklı
bir niyetim vardı: ameliyatı kolaylaştırmak. Hiçbir şaman bir yolculukta bu
niyetten yoksun değildir; benim inancıma göre niyet, bu geleneği diğer
değiştirilmiş bilinç türlerinden ayıran ögedir. Ne zaman transa girsem, bazen
ameliyat yöntemi üstüne, bazen de şifacılığın aklın aldığı ve’ almadığı yönleri
üstüne odaklanarak zihnimde niyetimi uyandırıyordum. Ara sıra, ameliyatı aktif
bir şekilde hayal ediyordum, hatta endişe içjnde sonucunun başarılı olması için
"zorJuyordum". Büyü nasıl baştan çıkarıcıysa, bu türden görülerinde
son derece baştan çıkarıcı olduğunu anladım, fakat bunlar hayal edilmeyene ve
beklenmeyene zihinsel alan bırakmaktan çok daha az anlamlıydı. Bu yöntemde, bir
imge, ilkin sadece bir duygu pırıltısı halinde, sonraki birkaç hafta boyunca da
gittikçe daha detaylanan ve netleşen bir dizi ' imge halinde, kendiliğinden
ortaya çıkmayı sürdürüyordu.
Benim gördüğüm, Michael'la beraber
Hasid'lere2 özgü bir vecd halinde Kudüs'teki Aglama Duvarı'nın
önünde dans ettiğimizdi. (Hasid'lerin dans geleneğinde çoğunlukla iki erkek
bazen elele tutuşarak, bazen de ellerinin arasında bir mendil tutarak birlikte
dans ederler.) Yaptığımız dansta döne döne eğilip kalkarken ellerimizi
birbirine doğru uzatıyor ve parmaklarımızın arasında garip ve uğursuz birşey
tutuyorduk. Geceler boyunca bu dansı gördüm ve hiçbir zaman ne tuttuğumuzu tam
olarak anlayamadım. Sonra ameliyattan üç gece önce bunun sırtımdan çıkartılmış
olan jelatinimsi, şekilsiz, yapışkan, lekeli, hastalıklı disk olduğunu gördüm.
Ve bunu anlamamla başka bir imge ortaya çıktı: dansımız cerrahi bir baleye, her
ikimizi. de sırtımın içlerine pırıl pırıl bembeyaz bir kemik yerleştirdikten
sonra başlarımızı geriye atıp kendimizi tam anlamıyla vererek dans ettiğimiz
neşeli bir ameliyata dönüşmüştü.
Hasidizm bana hiç de yabancı değildi.
Küçük bir çocukken her iki cuma gecesinden birini büyük amcam haham Jacob
Minkin'in evindeki, zannedersem, geleneksel Sebt günü akşamı yemeklerinde
geçirirdim. "Zannedersem" dedim, çünkü bir hahamın yemeğin orta
yerinde birden masadan kalkıp, önce yavaş yavaş, sonra gittikçe hızlanıp
bilinmeyen bir dilde dua okuyup şarkı söyleyerek dans etmesinin olağandışı
olduğunu bilmiyordum. Minkin, Hasidizm'i Amerika'ya The Romance of Hasidism (
1935) adındaki bir kitapla tanıtmıştı. Bu öğretiyi kendine göre uyarlamıştı geleneksel
Yahudi tapınmasını bana kuru ve sönük hissettiren vecdi bir Hasidizm'di bu. O
büyülü gecelerde, etrafını saran ışığın yanan bir mumdan çıkan uzantılar gibi
titreşip parıldadığını görerek onun dans etmesini, şarkı söylemesini ve dua
etmesini seyrettiğimi hatırlıyorum. Sonraları, genç bir adam olduğumda, amcamın
gizemli uygulamaları bağlamında daha deneysel bir mezhep arayıp, Cuma gecesi
Ağlama Duvarı'ndaki haftalık kutlamalarda bunlara benzer birşeyler bularak
Kudüs'te iki yıl geçirdim. O sırada bu kutsal Kudüs baloncuğu içinde kalmayı
epey düşündüm, fakat sonunda Kudüs'ün o korkunç dolaylı gücüne dayanmaktansa
Kudüs'ten kendime birşeyler katma umuduyla gitmeye karar verdim. Kudüs sadece
gerçek ve kutsal şehir olarak değil, aynı zamanda Öz için bir metafor olarak
Kudüs ruhsal hayatımda merkezi bir imge olarak kalmıştır. Bu yüzden bu ameliyat
öncesi görüler kutsal kentimdeki en ilahi yerde ortaya çıkınca, işinin ehli çok
özel insanların ellerinde olduğumu anladım. Bu dans imgesini beraberimde
ameliyata götürdüm, operasyon öncesi dünyayı kapsayan renkli bir mandalaydı bu.
Ameliyatın olacağı sabah hastaneye
geldiğim zaman kendimi iki dünyanın parçası hissettim: ameliyat odasının çelik
ve camdan oluşan dünyasıyla, bu ve diğer görülerin oluşturduğu dünyanın bir
parçası. İkinci dünyayı kendime sakladım, tıbbi personel arasında bunu
anlayacağına güvenebileceğim hiç kimse yoktu, bunu anlayabilecek birini
sormanın da hiçbir yolu yoktu. Anestezi uzmanı yavaş yavaş ondan geriye doğru
saymamı söylerken ben Ağlama Duvarı'ndaki dansta kaldım.
Her iki dünyada da uyandım. Beynimin
içinde fır fır dönen çok mutlu bir düşünce vardı, "Tanrım, yaptım.
Gerçekten yaptım. Belkemiğimden ameliyat oldum. Oldu işte," gibi bir
düşünceydi bu. Hissettiğim duygu ise çoşku, sevinç ve hayretti. İlaç aldığımı
ve bu mutluluğun bir kısmının da morfinden kaynaklanması gerektiğini
biliyordum, fakat bu bilgi yersizdi. Uyandığım andan itibaren bir yokluğun
farkındaydım, yedi yıldır benim bir parçam olmuş olan birşey kaybolmuştu. Ağrı
gitmişti, yaşadığım sürece kaderim olacağını düşündüğüm ağrı tümüyle gitmişti.
Hayret ve sevinç içinde hafifçe kıpırdandım ve farklı bir türde, inanılmaz bir
ağrı saplandı. Bu ameliyat ağrısıydı , en önemli noktadan kesilmiş olan bedenin
ağrısıydı bu: organ incinmeleri, omurilik parçalanması, kemik nakli, kesme,
dikiş atmalar, sondalar, mide tüpleri. Bu ağrı aynı zamanda ölüme yaklaşmışlığı
ve en alt düzeydeki incinebilirlikten şifa ve sağlığa doğru uzun bir
yolculuktan sonraki yeni bir yaşam olasılığını da içeriyordu.
Bu ağrı ve incinebilirliğin
beraberinde, ameliyat ve ameliyatın etkileri hakkındaki düşüncelerimden çok
farklı olan bir algı kapısı, öteki dünyadan giren bir uzanım, bir ışık da
gelmişti. Bu ışık, ruh tezahürlerinde ya da ölüme yakın deneyimlerde tanımlanan
o körleştiren parlaklık değildi. Çok küçük, ama çok parlak bir ışıktı bu, sanki
hareket edebileceğim ve etmem gereken bir yolu belirleyerek tam göğsümün önünde
dans ediyordu. Bu ışık güçlü bir pozitif kuvvetti ve aynı zamanda da öteki
dünyada varolduğum için bendi, benim canlılığımdı. Yoğun bakım servisinde mutlu
bir şekilde yatarken, zihnimin bir kısmı yaşadığımı, artık sırt ağrısının
olmadığını, sadece ameliyat ve iyileşme ağrısının olduğunu kabul ederken bu
ışığı dikkatle izliyordum. Bundan sonraki birkaç ay boyunca, özellikle
ameliyattan sonraki ilk birkaç haftada, bu ışıkla beraber çalışmayı öğrendim ve
bu çalışma iyileşmekle aynı anlama geliyordu. Uygulamada, bu ışık ameliyat
sonrası dönemdeki ıstıraplarımda benim rehberim olmuştu: ruhsal terimlerle
söylersem, çok kişisel bir yaşam kuvveti, ne o Öz ne de bu öz olmayan, fakat
her ikisi arasındaki bağlayıcı bir zincir olan bir enerji cevheri olarak
bildiğim deneyime en yakın deneyimdi bu.
Bu ışıkla yaptığım çalışma giriştiğim
en zor fiziksel ve ruhsal çalışmaydı. Egom bu şoktan, acıdan ve ameliyat
sonrası ilaçların sisinden çıktıktan sonrası için doğruydu bu özellikle. Ego
bilinci bu şifa çalışmasının karşıtıydı. Işıkla bağlantımın mutlak olması
gerekiyordu ve egomun bu ışığa hiç sahip olmayan pek çok yanı vardı. Ego
bilinci hakim olduğu anda, ışık titreşip kararıyor, iyileşme son buluyor ve o
korkunç ameliyat sonrası acıya karşı tahammülüm azalıyordu. Böyle anlarda
tekrar işlev kazanmak için gösterdiğim uzun süreli çabalar bunaltıcı
görünüyordu. Fakat bu ışık dansederek kendi yolunu benim yolum yaptığı sürece
hiç bir ölüm tehlikesi, hiçbir iyileşmeme tehlikesi olmadığını biliyordum. Ne
var ki ışık karardığı zaman başarısızlığın ve hatta ölümün çok yakın olduğunu
biliyordum. Böyle anlarda, ölüm benim adımı çağırdığı zaman sönecek olan ışığın
bu olduğunu kesin bir şekilde anlamıştım.
Işıkla yaptığım bu çalışma sürecini
en iyi şekilde, bunu uç noktadaki zihinbeden meditasyonlarıyla ve herşeyin
kendini salıverme disiplinine ve bir yolculuk duygusuna bağlı olduğu diğer
derin ve güç olan zihinbeden maceralarıyla kıyaslayarak tanımlayabilirim. Her
şamanın bilmesi gerektiği gibi, bu yolculukların kritik yanlarından biri
yolcuyu çevreleyen destekleyici ve kutsal bir ortamın yaratılmasıdır. Oruç
tutma, davul çalma, tütsü yakma, toplu halde dua etme, sunakların yaratılması
ve arınma törenlerinin hepsi de, şifa görevi devam ettiği sürece yoIcuYu öteki
dünyanın pek çok tehlikesinden korumak için gerekmektedir.. Maalesef, hastane
odası ve ortamıyla tıbbi personel ruhumu pek korumuyorlardı, çünkü tıbbi
personel iieredeyse sadece bedenle ilgileniyor. Bu anlamda arkadaşların
ve.ailemin faydası oluyordu, fakat sıcak bir hastane "ruhunun"
eksikliğini derinden hissediyordum. Bu benim işimi çok daha kolaylaştırırdı,
çünkü kendi kutsal ortamımı yaratmak ve bunu korumak çoğunlukla, ayakta tutmam
gereken bilinç durumuma olduğu kadar bağımsızlığıma ve hassasiyetime de tezat
oluşturuyordu.
Durgun hastane rutinlerinden
kaynaklanan pek çok engellemeler de yaşıyordum. Bana zorla anlamsız hareketler
yaptırıldığında, konsantrasyonum bozuluyor, ağrılarım artıyor, ışık titreşip
kararıyordu ve ışıkrehberimle derin bağlantımı arıtmak ve şifa işine geri
dönmek için çok daha fazla uğraşmam gerekiyordu. İlaçlar da potansiyel olarak
güçlü başka bir zorlamaydı. Yanımda kendi kendime kullanabileceğim bir morfin
damlalığı vardı. Egomun idareyi ele almasına bu ne kadar belli belirsiz olursa
olsunizin verdiğim zaman, ağrılarım artıyordu, ağrılarımı damlalığı sıkarak
azaltabiliyordum. Fakat o zaman ışık dağılıp silikleşmeye başlıyordu ve ben
ilacın etkisinin geçmesini beklemek zorunda kalıyordum, ta ki şifa işine geri
dönebilene kadar.
Fakat zor ve engelleyici olan sadece
hastane faaliyetleri değildi. Antiegoniyet durumuyla ilişkisiz olan hemen herşey
müdahele edici mahiyetteydi. Gerçekte en büyük zevklerimden biri olan,
penceremden görünen Sausalito dağlarının o güzel görüntüsü bile bir
müdaheleydi. Beni ziyarete gelen insanlar yatağımdan görebildiğim bu manzarayı
yerlere göklere sığdıramıyorlardı, fakat ben anlamı bu dış güzelliği aşan bir
görüyle bağlantılı farklı bir deneyim boyutundaydım. Bu ışık dışında odamdaki
en güçlü kuwet bile etrafımdaki insanların sevgisi konsantrasyonumu
dağıtabiliyordu. Tekrar ve tekrar ışığın titreşmesinden, ağrının artmasından ve
iyileşmemin durmasından kendi dengemi korumak için ailemden, arkadaşlarımdan ve
onların sevgi dünyasından kendimi çekmem gerektiğini öğrendim.
Bazen bu müdaheleler beklenmedikti ve
bir imtihan ve ayartma işlevi görüyordu. Ameliyat sonrasındaki üçüncü gecemde
bir hemşire psikiyatrik bir acil durum olduğunu söyleyerek uyandırmıştı beni.
Boğaz ameliyatı geçiren bir hastanın ameliyat sonrasında psikoza girdiğini ve
dikişlerini çektiğini açıkladı. Adamın iki yönlü bir hastalığı olduğunu ve
ameliyattan önce lityum verilmiş olduğunu söyleyerek onlara bu konuda öğüt
verip veremeyeceğimi sordu. Görev başındaki cerrah psikiyatrik ilaçlar hakkında
hiçbir şey bilmiyordu ve psikiyatri danışmanı hiçbir yerde bulunamıyordu.
"Sizin ünlü bir psikiyatrist olduğunu duydum," diye devam etti
hemşire, "ilk çocuğumu doğururken de sizin hamilelik hakkındaki kitabınızı
okumuştum." Ve bir sır verir gibi fısıldadı, "Sizin buradaki bölüm
başkanlarının birinin psikiyatrı olduğunuzu da biliyorum." Egom erkekliğim
gibi kabarıvermişti. Yardım etmek istedim ve "ben" ne yapacağımı
biliyordum. Işık titreşip zıplamaya başladı. Görmezden geldim bunu ve hastanın
durumunu sorguladım, sonra ışık gittikçe silikleşip ağrım artınca kendime
geldim. Benim işim bu değildi; ışıktı benim işim. Konuşmayı kesip titreşen
ışığın sürekli bir parıltı haline gelişini izleyerek gözlerimi kapattım.
Hemşirenin içini çekip odadan çıktığını duyunca rahatladım.
Bu ışığımı keşfetmemi, ameliyatımın
en iyi ve egzantrik sonuçlardan biri sayıyorum. Hastanede olduğum süre boyunca
bu ışık hep ön planda kaldı ve sonraki altı ayda yavaş yavaş uzaklaşmaya
başladı. Pek çok ruhsal deneyimde tanımlanan o ışığın değişik bir haliydi bu. Çoğu şamanlığa kabul
törenlerinde ve şifacılıkta tanımlanan o rehber ışığa benziyordu kesinlikle.
Şamanizm literatürünü bilenler için, beı:ıim deneyimlediğim türde bir ışık
bazen hayvanlar, tanrılar ve insanlar gibi daha olağan yardımcılara benzer bir
arkadaş ya da yardımcı olarak tanımlanır. Belki de gerçek bedensel parçalanma o
kadar büyüktü ki ışık kadar asli birşey ortaya çıktı ve hiçbir zaman başka bir
şekilde cisimlenmedL_Eminim ki bu güç bazı insanlara bir ses tonu olarak
geliyor, bazıları içinse bu özel bir bedensel duygu ya da bir totem hayvanı
gibi daha şekillenmiş bir imgedir. Bu kadar uzun bir süre bu denli merkezi ve
önemli bir şekilde bu ışığa sahip olmak büyük bir hediyeydi ve halen de öyle.
Ben bunun bir şifa kuvveti olarak odaklanan yaşam enerjimin, herhangi bir
şifanın kazanılması için kullanılması gereken yaşam enerjisinin cisimlenmesi
olduğuna inanıyorum. Bugünkü teknik mucizelerle (ki ben bunun esas alıcısıydım)
çalışmayan en eski şifacılık geleneği olan şamanlığın bu kuvveti ötekidünya
yolculuklarında araması şaşırtıcı değildir; modern cerrahlığın, elinin
altındaki o denli mucizeyle, bunu görmezden gelmesi çok üzücü.
Kimisinde bilinçli olarak zorluk ve
acı yaratarak, kimisindeyse lpegan ve sanrılandırıcılar gibi güçlü ilaçlar
ekleyerek daha pek çok ruhsal yolculuk yaptım, elbette bunların içinde en
önemlisi yedi yıllık acı yolculuğu ve bunun bedenimde ve ruhumda yaptığı
etkilerdi. Fakat ameliyat deneyimi, nekahat ve iyileşme dönemi bana farklı bir
zorluk ve nihayetinde de farklı bir anlam getirmişti. Acaba ameliyat geçiren
diğer insanlar da bunu bedene ve psişeye yapılan önemli bir yolculuk olarak mı
hissediyorlar? Sadece geçirilecek birşey olabilir mi? Tüm bu deneyimin
ilaçlarla, televizyonla ve bir hastanenin sağlayabileceği tüm diğer olanaklarla
uyuşturulabileceğini hayal edebiliyorum. Aynı zamanda pek çok insanın böylesine
güçlü bir parçalanmada ya da mikropsuz ve mekanik bir ortam ve bakış açısı
yerine, ölümyeniden doğum deneyiminde bir unsur olan bu büyük geçişle
ilgilendiğini de hayal edebiliyorum. Cerrahi bunu isteyenler için böyle bir
ortam sağlanmasına yardım etmek için çok şey yapabilirdi ve belki de hastalar
tıptan daha çok şey talep ettikçe bunu yapacaktır. Ne de olsa, daha otuz yıl
öncesine kadar hastanede doğum yapmak kocayı, aileyi ve ruhsal ortamı dışarda
tutan kısmen cerrahi bir süreçti. Doğum merkezleri ve diğer insanileşmiş
hastane içi ortamlar şimdi bir kuraldır ve kadınlar ve aileleri sundukları bu
deneyime dair alternatifler ve daha geniş sahalar istedikleri için bu kurumlar
işliyorlar (Colman and Colman 1991). Ameliyat öncesi ve sonrası çevremi
değiştirmek pek zor olmazdı, böyle bir çevrede olmak için hastaneleri fakat
cerrahları değil değiştirirdim.
Cerrahi deneyimle şamanın şifa
yolculuğu arasındaki bağlantılar hakkında daha çok konuşulabilir, fakat ben
tuhaf ve beklenmeyen bir bağlantıyı kısaca tanımlayarak bu konuyu noktalamak
istiyorum. Michael ameliyatı tarif ettiği zaman, gerçekleşecek olan buyük bir
macera duygusunun etkisinde kaldığımı anlatmıştım. Yukarıda tanımladığım
yolculuk, cerrahın bir kahraman, hastanınsa bir kurban olduğu bir içeriğe
rağmen, tam anlamıyla saf bir maceraydı. Ameliyattan hemen önce bu kitabın
editörü olan Don Sandner nekahat dönemim için ilginç olabileceğini düşündüğü
bir kitap vermişti okumam için. Bu Gary Jenning'in, altıncı yüzyılda
ltalya'daki bir manastırda terkedilmiş bulunan bir çocuğun hayatta kalma ve
kendini bulma yolculuğunu anlatan Yırtıcı ( 1990) adlı kitabıydı. Yolculukları
onu güney ve doğu Avrupa'daki çöken Roma lmparatorluğlı'na götürmüştü. Bu
yolculuğunun fizikseCyanı, onun bu macerasıyla benim ameliyattan ve ağrıdan
kurtulup iyileşme sürecim arasında bir bağ kurmama yetecek kadar uç noktadaydı.
Fakat yolculuğunun en ilginç kısmı, kahramanın çift cinsiyetli oluşunu kabul
edişiydi, çünkü hem bir penisle hem de vajinayla doğmuştu, her ikisi de tatmin
edecek kerte işlevseldi ve içinde birbirine uyan bir erkek ve dişi ruh
hissediyordu. Ameliyat sonrasında bunu okuduğum zaman, tekrar ve tekrar bu
kitaba döner olmuştum, gerçekte iyileşmem için o denli gerekli olan ego
konsantrasyonumu bozmayan dikkatle seçilmiş müziğin dışındaki tek dış
uyarıcıydı bu kitap.
Ameliyattan sonraki dördüncü gün
Michael odama girip bandajları açarak karnımda uzanan açık yarayı incelediğinde
Yırtıcı'dan böylesine büyülenmemin nedenini anlamaya başladım. Kendimi vajinası
açık, çırılçıplak masanın üstünde yatan bir kadın gibi hissettim. Yaşadığım,
sanki bedenime yeni bir cinsel organ eklenmiş de psişem içimin derinliklerinde
buna uygun bir yapı kurmuş gibi organik anlamda cinsel değildi. Ameliyatımın
fiziksel gerçekliği öyleydi ki yeni bir içsel yol ve yeni bir yapı eklemiştim.
Yarılma karnımın alt bölgesinde, hemen hemen kalça kemiğimde başlamıştı ve
kesik omurgam boyunca çıkmıştı. Michael bu kanalı aletlerini sokmak ve bel
omurlarımın arasına bir kemik parçası ve birkaç çelik vida koymak için
kullanmıştı. Yatakta yatarken bu yarayı inceleyince, önden arkaya doğru içime
girişini hissedebiliyordum. Yaramı, bu yeni kanalı incelerken yaşadığım
duygular, yeni oluşan etin duyarlı kımıltılarıydı. Hiç şüphesiz duygularımın
cerraha yönelmesi bu tepkinin bir kısmıydı, fakat içimde evrimleştiğini
hissetmiş olduğum ve hala da hissettiğim şey psikolojik tepkinin ötesindeydi.
Yeni bir cinsiyet ve yeni bir cinsel kimlik kazanmış gibiydim ve bu da
iyileşmemin gerekli bir kısmıydı.
Şimdi neden bu kadar çok şaman
yolculuğunun cinsiyet değişimi içerdiğini ve neden bu kadar çok deneyimli
şamanın ne erkek ne de kadın giysisine ya da rolüne zorlanmayı reddettiğini
anlıyorum. En derin seviyede şifa bulmak parçalanmayı ve egonun çözülmesini
kabul etmektir. Egodaki değişim bu dönüşümün en son ve en tehlikeli kısmıdır,
tıpkı bir sanrılandırıcı ilaç tribinin son iki saatinin en tehlikeli ve önemli
zaman olduğu, artık arketip harikaların hakim olmadığı ve değişimin o çok küçük
kişisel kimlik bilincine katılması veya psişedeki tuhaf bir mev
cudiyet gibi atılması gerektiği bir
zaman olduğu gibi. Freud'un pek doğru bir şekilde belirttiği gibi, ego
kimliğinin en erken ve en güçlü kısmı cinsel kimliktir ve ego duygusunun
değişmesi için bunun da değişmesi ve akıcı olması gerekir.
Şifanın gerçekleşmesi için bir kurban
gerekir. Israrlı ve kabullenilmiş bir cinsel gerçekliğin kurban edilmesi
sunulabilecek en güçlü kurban olabilir. Yatağımda yatmış iki şeyin bu yeni
birleşimini hissederken yeni kanalın
ağrısıyla bunun sondalanmış penisimle bağlantısını göğsümün önünde dönüp duran
ışığı gelecekte biraz daha parlak bir şekilde ışıldatabilecek, henüz başlayan,
bozuk, fakat potansiyel olarak yaşayabilecek bir bütünlük ilişti gözüme.
KAYNAKÇA
Colman, L., and A. Colman, 1991.
Pregnancy: The Psychological Experience. New York. Jennings, C. R. 1990.
Raptor. New York: Bantam.
Jung, C. C. 1970 [1955, 1956]. The
Conjinction. In Mysterium Coniunctions. Bollingen Series XX: The Collected
Works of G. G.Jung, vol. 14. Princeton: Princeton University Press.
*
. Minkin, J. 1935. The Romance of
Hasidism. New York: Macmillan.
DİNLEMEYİ ÖĞRENMEK: YILANIN BİRİ BENİ
ŞAMAN YOLUNA ÇAĞIRIYOR Carol McRae
Bu bölümde, Carol McRae hiç de uygun
bir ad olmayan Rosie adında bir yılanla yaşadığı aktif imgelemini anlatıyor.
Rosie, McRae'nin göğüs kanserini keşfetmesi ve bunun ertesinde yaşamsal
görevlerini yerine getirmesi sürecinde onunla kalmış ve eylemlerini sıkı bir
şekilde yönlendirmiştir. Burada, analitik psikolojide uygulandığı şekliyle
aktif imgelem, şaman bir dostla çok daha güçlü bir karşılaşmaya yol veriyor.
Jinekoloğum bana göğüs kanseri
olduğumu haber vermeden bir gece önce bir rüya gördüm:
Utun siyah bir yılan kalbime doğru
zıpladı. Onu engellemek için elimi kaldırdım, fakat yılan durmadı. Sonunda,
aklıma yapacak başka birşey gelmediğinden, onu başının arkasından yakaladım (bu
şekilde beni ısıramazdı) ve bana yardım edecek birini aramaya gittim. Görünüşe
göre bir okul kampüsündeydim ve küçük bir sınıfa girdim. Herkes meşguldü ve
sınıflarda ders işleniyordu. Bana yardım edecek kimse bulamadım. Çıkış
kapısının yanındaki tahta bir sıraya oturdum ve ilk defa olarak elimdeki yılana
gerçekten baktım. Ölmüştü! Korkumdan onu o kadar sıkmıştım ki ölmüştü. Bunu
anlayınca büyük bir dehşete kapıldım.
Bu rüyanın benim öleceğim anlamına
gelmesinden korkmuştum ve göğüs kanseri olduğumu keşfedince, sanki bu korkum
doğrulanmıştı. Olabildiğince hızlı bir şekilde operatörlerle konuşup biopsi
yaptırdım ve nihayetinde ameliyat olma safhasını geçirdim. Bedenimin bir
kısmını almak zorunda kaldılar. Pataloji raporunu beklediğim bir hafta bana
ebediyen sürmüş gibi geldi, fakat sonuçlar lenflerde sorun olmadığını ve
tedaviye devam etmeye gerek olmadığını gösteriyordu. Gördüğüm rüyanın harfi
harfine alınmaması gerekiyordu.
Ölümle bu fiziksel karşılaşmayı
atlattıktan ve yaşama geri döndükten hemen sonra oturup aktif bir imgelem
uyguladım: Gözlerimi kapattım ve gördüğüm o rüyaya geri döndüm, on yıldan fazla
bir süredir, bir rüyanın enerjisini almak istediğimde kullandığım bir teknikti
bu.( 1)
Ölü yılanı, içimdeki kutsal bölgenin
girişini işaretleyen iki yanı ağaçlıklı bir yola götürdüm. Yolun ötesinde
apaçık bir alan ve uzun bir şelalenin dibindeki küçük, derin bir gölcüğe bakan
bir uçuruma çıkan taş basamaklar vardı. Üstümdekileri çıkarttım ve yılanla
birlikte gölcüğe atladım. Gölcüğün dibinde, daha önceki bir rüyamdakrbirfigür
olan, yaşlı bir kadın vardı. Daha önce bana pek çok defa öğüt vermişti, bu
nedenle ona yılanla ne yapacağımı sordum. Şelalenin tepesine çıkmamı, yılanı
gömmemi ve üç gün içinde geri gelmemi söyledi. Söylediği gibi yaptım.
Üç gün sonra başka bir aktif imgelem
yaşadım:
1
Metinde "pain" sözcüğü
kullanılıyor, hem acı hem de ağrı anlamına gelen bu sözcük Türkçe'ye yerıne
göre her ikisi de kullanılarak çevrilmiştir. (Ç.N.)
2
Hasi& Gizemci bir Musevi tarikatı
üyesi.
•
Yaşlı kadın durumun öneminden dolayı
bir cübbe giydi ve beraberce yılanı gömdüğüm yere gittik. Japon usulü yere
oturup uzun bir süre başımızı eğdik. Yılana onunla karşılaşmaya hazır
olduğumuzu söyledik. Yerden, beş metre uzunluğunda, kuyruğunun ucunda dimdik
duran devasa bir yılan yükseldi. Bana doğru geldi ve yavaş yavaş çıplak
bedenimi sarmaya başladı, ta ki başı gözlerimden birkaç santim ötede durana
dek. Eğer isteseydi canımı alabilirdi, fakat bana gelmesinin nedeni bu değildi.
Bana isminin Rosie olduğunu söyledi; ben asla böyle bir isim seçmezdim; bu
yüzden bu yılanın benim imgelemimin ürünü olmaktan fazla birşey olduğunu
anladım.
Rosie bana tinsel nağmeler söylemeyi
ve bedenimden özgürce akmasına izin vermediğim enerjimin büyük bir kısmını
tuttuğum göğsümün üst kısmındaki engellerin önünü açmam için nasıl bedensel
çalışmalar yapacağımı öğretti. O sıralarda' iyi bir arkadaşımın gitmek üzere
olduğu bir aşramda meditasyon yapmamı önerdi. Çok kesin konuşuyordu. Mesela
şöyle diyordu, "Bunu beş defa yap," "Üç gün sonra beni görmeye
gel".
Yeterince dikkat göstermezsem bazen
öğretisi şaşırtıcı oluyordu. Rosie ile ilişkimin başlamasından dört ay kadar
sonra, hafta sonunu bir arkadaşımın okyanus kıyısındaki evinde geçirmek için
San Francisco'nun yukarı sahili boyunca arabamı sürüyordum. Bir virajı dönerken
arabam yavaşca çimlere saptı ve küçük bir bayıra çıkarak, daha ben anlamadan,
yan dönüverdi. Arkamdan gelen bir sürücü yardım çağırmaya giderken ben
sürünerek arabadan dışarı çıktım. Yarım saat içinde arabam düzelmiş ve yeniden
yola koyulmuştum. Tek hasar dikiz aynasının ayarının bozulmasıydı ve
düzeltilmesi gerekiyordu. Fakat ben çok sarsılmıştım. Eve vardığım zaman
oturdum ve Rosie'ye "Burada neler oluyor?" diye sordum.
Sert bir tavırla şöyle dedi,
"Meditasyon yapmalısın ve bunu şimdi yapmalısın. Artık daha fazla
oyalanmak yok. Yedi günlüğüne o aşrama git ve bunu yapmadan beni görmeye gelme.
Bu sana, eğer çalışmamıza odaklanmazsan neler olabileceği hakkında bir fikir
verir'"
Bir yıl kadar Rosie'nin öğreniminde
kaldım. Sonra biriyle tanıştım ve aramızda derin bir ilişki başladı. Bundan
sonraki on yıl boyunca Rosie ile arada sırada temasa geçtim, ki bu süre
zarfında ben Jung kuramını izleyen bir psikoanalist olmuştum ve eşimle beraber
ailemize iki çocuk katmıştık. Başlangıçta ilişkime odaklanmam doğruydu, fakat
Rosie çalışmamıza yeniden başlama zamanının geldiğini söylemeye başlamıştı.
Uzun süre sabretmişti. Üç ay aralıkla, her biri olası bir ölüm tehditi taşıyan
iki ameliyat daha geçirdiğim için yine korkmuştum. Ölüm tehditleri geçince iyi
talihim için Rosie'ye teşekkür ettim.
Arka tarafında beş güzel meşe ağacı
olan bir eve taşınmamızın üstünden bir hafta geçmemişti ki, ciddi bir şekilde
yaralanabileceğim ya da ölebileceğim bir araba kazası geçirdim. Zarar
görmemiştim, ama çok sarsılmıştım. Birkaç hafta sonra, oğlum arabadayken bir
kırmızı ışıkta çamurluğu eğdim. Her iki kazaya da dikkatimin dağılması neden
olmuştu. Yardım istemek için Rosie'ye gittim. Her gece gelip onu görmem
gerektiğini söyledi. Kendi güvenliğim için olduğu kadar çocuklarımın
güvenliğinden de korktuğum için, her gece sabaha’karşı saat üç civarında kalkıp
Rosie'yle konuşmak ve ağaçların enerjisini hissetmek için evimizin verandasına
çıkıyordum.
Üç yıl boyunca her gece kalktım.
Ağaçların derinleştirici, sakinleştirici enerjisi^bana yardım ediyordu.
Ağaçları hep sevmiştim ve onlarla aramda derin bir bağ hissetmiştim. Oniki
yaşımdayken bana bir ip merdiven vermişlerdi, böylece ilk kez avludaki yirmibeş
metre uzunluğundaki bir ladin ağacına tırmanabilmiştim. Bunu izleyen bir buçuk
yılı onu severek, onunla konuşarak ve onda sükun bularak bu ağaçta geçirmiştim.
Evimizi Marin'de almamızın nedeni bu meşe ağaçlarıydı ve ben bu ağaçlarla da
aramda benzer bir ruhsal bağlantı hissediyorum.
Geceleri, hafifçe gagalayıp şarkı
söyleyen bir ağaçkakan olduğunu sandığım bir ses tarafından da çağrılıyordum.
Her gece, beni verandaya çağıran bu yüksek ve net şarkıyı duyuyordum. 1980'de
ilk kez bir görü arayışına başladım, o zaman bir ağaçkakan, tam önümden
başlayıp gagalaya gagalaya gizli bölgemin etrafında tam bir daire çizmişti. Tam
bir daire içinde hareket etmesi altı saat sürmüştü ve tekrar öne gelince uçup
gitmişti. Ağaçkakanın benim için önemli bir şaman rehber olduğu biliyordum, ama
birlikte nasıl çalışacağımızı bilmiyordum. Şimdi 1990 yılında da beni dışarı
çağırmak için şarkı söylüyor. Bu ağaçkakanın Rosie'yle yaşadığım sürecin bir
parçası olduğuna dair kuşkularım olduysa da, o yılın Şükran Gününde bir
ağaçkakanın düz bir hat üstünde tam oturduğum yere doğru uçarak yatak odamın
penceresine vurup . verandada ölmesi üzerine bu kuşkularım silinmişti. Rosie'ye
gittim ve "neden" diye sordum. Ağaçkakanın dikkatimi çekmesi
gerektiğini söyledi. Ruh dünyasıyla bağlantımın gücü hakkında şüphelenmeyi
kesmeliydim. Ağaçkakanın kendi içimdeki
ve bu dünyayla ruh dünyası arasındaki kapalı bölgeleri açmama yardım ettiğini
anladım. Bir kez kendimi açıkça bu gece uygulamalarına verince, ağaçkakan daha
seyrek gelmeye başladı, daha yavaş şarkı söylüyordu ve sonunda hepten sustu.
Şimdi ağaçkakanın sadece ara sıra şarkı söylediğini duyuyorum. Ne var ki hemen
hemen gittiğim her yerde ağaçkakanların hafif gagalama seslerini işitiyorum.
Bunu işittiğim her seferinde yüreğim kabarıyor, çünkü eski, değerli bir dostun
selamı bu.
Son zamanlarda Rosie'ye başka içsel
yardımcılar katıldılar . Bir rüyamda sol omuzuma otuz santimlik bir sinek
tünedi ve Rosie'yle çalışmamda bana yol göstermeye başladı. Sinek oluyordum ve
o sırada üstünde uğraştığım şeyden uçup gidiyordum. Sinekler çok geniş bir
açıdan görebilen gözlere sahip oldukları için, bu sinek görüşümü genişletmeme
yardım etti. Görüşümü olağan gerçeklikten hafif bir trans durumuna geçirmeyi de
öğrenmiştim.
Bir rüyamda bir mağarada bir ayı
yaşıyor ve fiziksel şifa dağıtıyordu. Onu ziyaret etmek uygulamalarımın düzenli
bir kısmı olmuştu, bedensel gerilimi üzerimden attığım, bedenimi yeniden hizaya
soktuğum ve kendime şifa verdiğim bir zamandı bu.
Kayak yapılan eğimli bir alanda bir
çakal bana doğru gelip sessizce durmuş ve bakışlarımız karşılaşmıştı. Tanı
arkamda oğlum vardı, ama çakalı görmemişti. Çakal şimdi hilekar yanımı
geliştirmeme yardım ediyor: yani herşeyi daha hafife almak, hayatın ironilerine
gülmek, aksi halde çok ağır ve tüketici olabilecek şeylerle oynayıp bunları
biraz eğip bükmek gibi.
Nihayet, ikinci görü arayışım
sırasında, rüzgar ruhunun danseden ritimleri bana günlük dünyayla ruh dünyası
arasındaki paylaşımı öğretti. Rüzgar, çoğunlukla Jüm.etrafımda danseden
ritimler halinde hareket eden havanın dolaysızlığı aracılığıyla, bu dünyayla
ruh dünyası arasındaki bağlantıyı bulmama ve her iki dünyayla bir paylaşımı
hissetmeme yardım ediyordu sanki.
Rosie diğer hayvan yardımcılardan
farklı. Şaman geleneğinde ayı, ağaçkakan, sinek ve çakal benim yardımcı
hayvanlarım ve Rosie de benim dost ruhumdu. Jung kuramını izleyen bir
psikoanalist olan Jeff Raff Rosie'yi sadece bir dost olarakdeğil, psişik
alemden ayrı bir gerçeklik olarak adlandırıyor
Rosie, ben büyük bir tehlike
içindeyken, kansere yakalanmışken, ta içimin derinliklerine, yüreğime geldi.
Onun kendisini bu dünyada ifade edebilmesi için ona odaklanmama ihtiyacı var,
benim de şifacı olarak kabul edilmem için ona ihtiyacım var.
Rosie'yle ve yardımcı hayvanlarımla
yaptığım çalışmalardan sonra arada sırada oluşan zonklama ve karıncalanma
duyumsamalarını farketmeye başlamıştım. Bu duyumsamalar gittikçe güçlendi, her
biri bedenimin belli bir bölgesinde oluşuyordu. En güçlü ve en sık ortaya çıkan
enerjiler sırtımın üst kısmındaki çarpıntı, ki bu Rosie'ydi, ve başımın içinden
geçip tepesinden çıkan enerjiydi, ki bu da ayıydı. Jung kuramını izleyen bir
psikoanalist olarak çalışmalarımda gittikçe daha fazla yardımlarını istemeye
başlamıştım. Analiz ettiğim hastalarımla yaptığım çoğu seansta bu hayvanların
hastalarımla ilişkilerimi derinleştirmeme yardım eden enerjilerini
hissediyordum.
Analiz yaptığım hastalarımın güçlü
rüyalarının, özellikle kabuslarının kapsamını genişletmelerine yardım etmek
için hastalarımla aktif imgelemi kullanıyordum, ki görünüşe göre bu rüyaların
enerjileri ve genellikle tamamlanmamış olan eylemleri, ortaya çıkmakta olan
yeni bir duruma dikkat çekmek amacıyla bilinçaltından gelen bir çağrıydı. Bunun
sonucunda çok şey olabilir, çünkü bı.ı aktif imgelem süreci son derece
bireyseldir. Benimle çalışan gittikçe daha çok sayıda insanın hayvan rehberler
keşfettiklerini farkettim yılanlar, kurtlar, baykuşlar, hatta karıncalar.
Hastalarımın rüyalarında her zaman hayvanlar olmuştu, ama bu süreç son
zamanlarda bu hayvanların öğretmek için çok daha aktif bir biçimde öne
çıkmalarını sağlıyor gibiydi.
Öyle görünüyordu ki enerjiyle imge
arasındaki ilişkiyle gittikçe daha çok ilgilenmeye başlamıştım. Bazen biri daha
üstün geliyordu, bazen de diğeri. Kendi şamancı çalışmamda, Rosie ya da ayı
benimle hem imge hem de enerji aracılığıyla iletişimdedirler. Hastalarımda ise
imge rüyalar ya da aktif imgeleme yoluyla ortaya çıkıyor. Bu da benim kendi
enerjime dikkat edip onların da kendi enerjilerinin yerini belirleyip bu
enerjileriyle çalışmalarına yardım etmemi gerektiriyor. Enerjinin bedenimde
nerede olduğuna, ne kadar güçlü olduğuna ve beni neyi görmeye ya da ne yapmaya
yönlendirdiğine dikkatimi verebiliyorum. Hastalarımla enerjinin bedenlerinin
neresinde en güçlü olduğunu ve bunun nasıl bir his verdiğini kontrol ederim.
Bazen sadece bir süre sessizce dikkatimizi buna veririz ve değişip
değişmediğine ve eğer öyleyse nasıl değiştiğine bakarız. Kimi zaman bu bir
çocukluk deneyimiyle ilgili olur, hatta bir adı bile olabilir. Sonra onunla
konuşabiliriz ve onun şimdi yetişkin olan hastam için elinde ne tuttuğunu ve
bunu salıverilmesi için ne gereksindiğini bulabiliriz. Bu anlamda biz enerjiyle
kişisel bir seviyede çalışıyoruz.
Enerji aktif bir şamanca durumun
güçlü bir göstergesi de olabilir. Son zamanlarda analiz yaptığım bir hastam
aramızdaki enerjinin kuvvetini hissetti ve kendisini bununla başe'demeyecek
kadar küçük hissettiğini söyleyerek geri çekildi. Sesim, sanki arkamda biri
konuşuyormuş gibi, yükseldi. Olağandan .daha boğuk, daha yüksek ve daha sertti
sesim ve "ben" şöyle dedim, "Kendini büyült!" Hemen o anda
her ikimiz de benim aracılığımla konuşan şamanca bir enerjiyi deneyimlediğimizi
anladık.
Rosie'yle deneyimlediğim bu süreç
boyunca, bunların benim başıma geldiğine inanmak zordu, ona sunacağım
birşeyimin olduğuna inanmak daha da zordu. Rosie'nin öğretisinin beni nereye
götüreceği duygusu henüz açık değil, ama bu yolda devam etmekten başka seçeneğim
yok. Rosie sürekli bunu açığa vuruyor. Hastalarıma ilettiğim mesaj aynı zamanda
kendim için ve belki Batı kültüründeki çok insan için de bir mesaj: Rosie gibi
varlıkların dünyasının alıcısı olmak için "kendini büyült!".
NOT:
( 1) Aktif imgeleme, bir rüyanın
bilinçli ego açısından daha tatminkar bir şekilde sona ermesi için bilinçli
zihinden bir telkin gönderilmesi olan duru rüya görme gibi, rüyalarla yapılan
daha bilinçli çalışmalardan ayırdedilmelidir. Aktif imgeleme başanlı olduğunda
kişi uyur ve rüya görür, bu kez rüyasının sonu çok daha pozitif ve güçlüdür.
Aktif imgeleme bilinç altından çıkar ve bilinçli egonun çalışması ortaya çıkanı
yönlendirmek değil, onun alıcısı olmaktır.
HAPSOLMUŞ RUHLAR:
RUH DÜNYASINA GİDEN BİR GEÇİT
Lori Cromer
Bazı insanların görüler, ruhlar ve
ölmüş kişilerin canlanmış imgelerini görüp onlarla konuşmak gibi muhtemelen
miras aldıkları bir yetenekleri vardır. Lori Cromer bu psişik medyumlardan
biridir. Bu medyum görülerinin gerçekliği ya da doğruluğu üstüne pek çok
tartışma yürütülmüştür. Ne tür bir gerçekliği açığa vuruyorlar? Pek çok kez
medyumların öteki dünyadan , başka hiçbir şekilde bilme olanakları olmadığı
bilgiler alıyorlarmış gibi görünmeleri nasıl açıklanıyor? Ben analitik
çalışmalarımda bu türden pek çok olay duydum._Bu sorulara kesin bir yanıt
vermemiz uzun zaman alacak. Öte yandan, pek çok topluluğun, ihtiyaçları
olduğunda ya da olağandıŞı koşullarda danıştıkları medyumları vardır. Burada,
böyle bir durumda bir medyumun verdiği yanıtı anlatacağız. Medyumlar, kabile
şamanının daha dramatik olan törenlerini uygulamazlar, fakat yaptıkları şamanizme
o kadar yakındır ki çoğunlukla kendilerine kent şamanları denir. ,
Gürültülü birşubat günüydü ve içim
içime sığmıyordu. Uzun süredir kayıplara karışmış olan canciğer arkadaşım
Sarah'yla buluşmuştum. Saatlerce konuştuktan sonra, Sarah bana oturduğu evin
üstündeki daireye bakmak ister miyim diye sordu. Sarah'nın yenilediği kiralık
bir daireydi bu. Çok güzel tahta bir merdivenle yukarıya çıktık ve Sarah
mutfaktan başlayarak evi gezdirmeye koyuldu. Bana mutfağı yenilerken karşısına
çıkan zorlukları anlatırken, mutfak penceresinden dışarı baktım. Dağ
yamaçlarının güzelliği karşısında sersemlemişken, Sarah'nın sesi silikleşmeye
başladı ve yumuşak bir kadın sesinin konuştuğunu duydum. "Manzara ne kadar
güzel değil mi? Yıllarca bu dağ eteklerinden mest olarak bu pencereden dışarı
baktım ben." Söylediklerine hak vererek orada durdum, sonra bunun
arkadaşımın sesi olmadığını kavradım. Öyleyse kimin sesiydi bu?
Kafam karışmış bir halde Sarah'ya hiç
bu dairede bir ruhun sesini duyup duymadığını sordum. Asla bir ruh görmediğini
ya da işitmediğini, fakat yıllardır geceleri yukarıdan gelen ayak sesleri
işittiğini söyledi. Sarah, bir kadın kiracının sürekli olarak bir hayaletin
ismini bağırdığını işittiği için taşındığını da hatırladı. Şaşkın bir halde
daireyi dolaşmaya devam ettik. Yatakodasına adımımızı atınca, içimi kızgınlık
ve korku duyguları kapladı. Saçlarını bir topuz halinde toplamış, çiçekli bir
elbise giyen ince, zenci bir kadın imgesi belirdi. Yatağa yatırılmıştı ve zenci
bir adam tarafından dövülüp ırzına geçiliyordu. Korkarak odadan dışarı
fırladım.
Sarah beni izleyerek oturma odasına
geldi. Korku içindeydim ve nefes nefese kalmıştım. Sarah ne olduğunu sordu.
Gördüğüm imgeyi ona anlatırken yüzüne yansıyan şoku ve korkuyu görebiliyordum.
Kafama yüzlerce soru hücum etti. Bu gerçek miydi? Bu imge nereden gelmişti? Bu
insanlar kimdi? Sonra birdenbire bir düşünce netleşti: Bir şekilde bu ruha
yardım etmeliydim. Hapsolmuştu ve bunun nedenini bilmiyordum.
Sarah'yla beraber dar merdivenleri
inerken, başka bir korkunç imge geldi önüme. Zenci kadın aynı zenci adamla
merdivenlerin tepesinde duruyordu. Adam sağlam yapılıydı, üzerinde iş pantolonu
ve lekeli beyaz bir tişört vardı. Kaşından ter akıyordu ve kolları bir kir
tabakasıyla kaplanmıştı. Tartışıyorlardı. Adam çok kızmış görünüyordu ve kadına
vurmaya başladı. Kadın kaçmaya çalıştı, ama adam onu dar merdivenlerden aşağı
itti. Kadının basamakların keskin kenarına çarpan omurgası kırılınca, sırtımda
ve boynumda bir acı hissi duyumsadım. Her yanı kırık ve cansız bir şekilde
merdivenlerin dibine yığıldı ölmüştü.
İçimde bir panik duygusunun
kabardığını hissettim ve "Neden Sarah bunu göremiyor? Neden ben
görüyorum?" diye merak ettim. Kendimi toparladığım zaman Sarah'ya
terapistime danışacağımı ve ertesi gün tekrar geleceğimi söyledim. Sersemlemiş
bir halde eve doğru sürerken, yavaş yavaş açığa. kavuşan bu yolculuktan dolayı
heyecanlanmak miydım, yoksa bir psikiyatri hastanesine ini gitmeliydim emin
değildim. Terapistimi aradım ve uzun bir görüşmeden sonra bana meditasyon
yapmamı, kendimi bir merkezde toplamamı ve beni koruyup yol göstermeleri için
ruh rehberlerimi çağırmamı söyledi. Telefonu kapattıktan sonra, istemeden yere
oturup meditasyon yapmak için gözlerimi kapattım. Ve hemen o anda, ardı arkası
gelmeyen bir içsel konuşmayla mücadele etmek zorunda kaldım: "Ne
yapıyçrsunsen?,Deli misin? Neler oluyor?" Nihayet, sonsuzluk gibi gelen
bir zaman sonra, içsel konuşmam kesildi. Bir sakinlik duygusu sardı beni ve
bedenime bir kuvvet girdi. Kendimi hazır hissettim.
Ertesi gün öğleden sonra geç
saatlerde arkadaşımın evine vardım. Kar yağıyordu, yağan karın sessizliğini
hatırlıyorum. Kısa bir an için, çocukluğumun en iyi kısmına evin dışında
oynadığım oyunlara geri döndüm. O zamanlar kendimi canlı, sakin ve güvenli
hissettiğim zamanlardı. Bu anıların neden bana geri döndüğünden emin değildim,
ama bunları engellememeye karar verdim. Huzursuzluğumu yatıştırmalarına izin
verdim.
Sarah beni bekliyordu. Ruh
rehberlerimizle ilişkiye geçmek için içimizdeki o sessiz yeri bulmak ve meditasyon
yapmak için evindeki kanepeye oturduk. Benim geyik/panter ruhum önümde belirdi.
İçsel dünyayla ilişkiye geçmeye başladığım zaman ilk tanıştığım ruhlardan
biriydi bu. İki yanı vardı. Geyik yanı daha yumuşak başlı ve çevikti. Geyik
bana koşulsuz sevginin desteğini ve rahatlığını ve şakacılığın önemini öğretti.
Diğer yanı olan panter ise çok daha saldırgan ve korkusuzdu. Bana nasıl
avlanılacağını, nasıl sebatkar olunacağını ve inanılmaz güçten nasıl
yararlanılacağını öğretti. Görünüşü bana cesaret veriyordu ve bana yardım
etmesi 'için onun değişik kuwetlerinden yararlanmayı umuyordum.
Yukarıdaki daireye çıkma vaktimiz
gelmişti. Merdivenlerden çıkıp yatak odasına gittik ve yatağın ayakucuna
oturduk. Sarah'yla yanyanaydık. Gözlerimi kapattım ve zenci adamın imgesi
belirdi. Sert bir şekilde onunla konuşmaya başladım. Sanki sözlerim yönlendiriliyor
ve içimdeki derin bir yerden geliyor gibiydi. Ona iki ruh arasında açığa çıkan
bu durumdan bahsetmeye başlayınca, ellerini kaldırıp yumruk yaparak bana
saldırmak için üstüme doğru koşmaya başladı. Ne var ki bana ulaştığında, adamın
imgesi dumanlaştı ve yukarıya yükselip gözden kayboldu.
Odanın öbür ucunda hafif bir inilti
duydum. Köşeye bir göz attım ve zenci kadının ruhunu gördüm. Ona doğru yürüdüm
ve kadın ağlarken onu kucakladım. Istırabını hissedebiliyordum. Orada oturup
beraberce kadının korku ve suistimalle dolu yaşantısına tanık olurken aramızda
büyük bir sevgi ve şefkat duygusu gelişti. İsminin Michelle Thomas olduğunu ve
kocasının isminin Tim olduğunu söyledi. Dönüp duran, şifa verici bir enerji
bizi birleştirirken şefkat duygusu yoğunlaştı. Tavandan dönen enerjinin
ortasına parlak bir ışık düştü. Işık parladıkça Michelle'in imgesi silikleşti
ve dönen enerjiden bir ruh kuvveti çıkarak ışığın içinden yukarıya fırladı.
Gözlerimi açtım ve arkadaşımın
yanımda oturduğunu gördüm. Onun da birşey deneyimleyip deneyimlemediğini merak
ediyordum. Sarah, tam ben yukarı çıkma zamanının geldiğini söylemeden önce
inanılmaz bir güç ve korunma duygusu hissetmiş olduğunu söyledi. Aynı zamanda
da, Sarah kedisinin gözlerinin normal halinden üç kat büyüdüğüne dikkat
etmişti. Yukarı çıkıp yatak odasına girdiğimizde, ruhu avuttuğumuzu
hissetmişti. Görüşü buğuluydu, fakat sonra tavandan çıkan belirsiz bir imge
"görmüştü. Kulaklarıma inanamıyordum. Deneyimi tıpkı benimkine benziyordu.
Bütün bunlar ne anlama geliyordu? Ben de kendi deneyimimi anlattım ve uzun süre
sessizce yanyana oturduk.
Üç ay sonra Sarah'yı tekrar ziyaret
ettim. Ortak deneyimimiz üzerine konuştuk. Ruhların salınmasından beri kendini
fiziksel ve zihinsel olarak farklı hissettiğini söyledi. Özellikle bu kadar çok
sırt ağrısı veya nedensiz depresyon nöbetleri yaşamamıştı daha önce. Sarah bu
fiziksel ve zihinsel belirtilerin belki de hapsolmuş kadının ruhunun acısıyla
ortaya çıktığını düşünüyordu. Bunun doğru olup olmadığını bilmiyordum, fakat
deneyimin garip zamanlamasına ve belirtilerin azalmasına bakılırsa bu mümkün
görünüyordu. Bu olumlu işaretlere rağmen, endişe duyuyordu, çünkü gece geç
saatlerde yukarıdaki mutfakta ve oturma odasında ayak sesleri duymaya devam
ediyordu. Daha önceleri yukarıda uzun zaman geçirmiş olan kedisi de yukarıdaki
mutfakta görünüşe göre boşluğa tıslamış ve sonra da daireye geri dönmeyi
reddetmişti.
Yukarı çıkmanın iyi bir fikir
olduğuna karar verdim. Davulum da arabadaydı, böylece destek olması ve koruması
için onu da yanıma aldım. Evin alt katındaki mutfağa gittim, ne bir ruh
hissettim, ne gördüm, ne de işittim. Döndüm ve gönülsüzce alt kattaki yatak
odasına girdim. Odaya adımımı attığım anda yine ıstırap ve terör hissettim.
Oturma odasına gittim ve odanın ortasına oturdum. Gözlerimi kapatıp davul
çalmaya başladım. O sırada birlikte çalıştığım ruh rehberi olan ejderhadan
yardım istedim. Davulun ritmine uyarak danseden ejderhanın imgesi belirdi.
Dansı, onunla birleşmemi sağlayan bildik törensel bir danstı. Yüzlerimiz
birbirine dönük bir şekilde birlikte dans ettik. Döndüm ve ejderha beni
merdivenlerden yukarıdaki daireye doğru izledi. Merdivenlerin tepesine
vardığımızda ejderhanın içine girdim ve ikimiz bir olduk. Şimdi ejderhanın
kırmızı gözlerinden bakabiliyordum. Görünün netliği ve algım öyle
keskinleşmişti ki hapsolmuş ruhların boyutunda kalmış insanları ve nesneleri
görebiliyordum. Ejderhayla beraber oturma odasına girdiğimde, üç ay önce görmüş
olduğum aynı ruhu, Tim'i gördüm. Korkudan köşeye çömelmişti. Ejderhayla beraber
ona yaklaşınca korkunç bir vahşet yaşattığını ve kurtulmak için kendisini
affetmesi ve karısına yaptıklarını telafi etmesi gerektiğini söyledim. Döndüm
ve diğer ruh olan Michelle'in odanın köşesinde durduğunu gördüm. Ona,
kurtulması için kocasını affetmesi gerektiğini söyledim. Erkek ruh dişiye doğru
yürüdü ve köşede sessizce konuşmaya koyuldular. Bir süre sonra kucaklaşıp ağlamaya
başladılar. Sonra iki ruh birleşti. Şekilleri silikleşmeye başladı ve eski baca
•deliğinden çıkıp gittiler. Ruhlar ortadan kaybolmuş olsa da hala bir varlık
hissedebiliyordum. Yatakodasına girdim ve ağlayan bir çocuk sesi duydum,
"Anne, anne, neredesin?'' Çocuğu korkutmamak için hemen insan biçimine
geri döndüm. Bana annesinin gittiğini ve onu uzun bir süredir bulamadığını
söyledi. Elini tutup onu oturma odasına götürdüm ve annesini bulacağımızı
söyledim. Michelle'i çağırdık, ortaya çıktı. Bir sis içinde sadece dış hatlannı
görebiliyordum. Çocuğu kollarına aldı ve gerisin geriye baca deliğinden çıkıp
gitti. Her ikisi de gitmişti.
Ertesi yıl Sarah'yla beraber
özgürleşen ruhları onurlandırmak ve Sarah ve evi için yeni bir başlangıcı
kutlamak için ne yapabileceğimizi tartışıyorduk. Tütsülemek denilen, geleneksel
bir arıtma yolunu seçtik. Tütsüleme yapılırken, arıtma yapmak istenilen bölgede
adaçayı gibi kutsal bir malzeme yakılır.
Sarah'yı görmek için yerimde
duramadığımdan, tütsüleme için biraz erken gittim. Sarah heyecanla, Michelle ve
Tim Thomas'ın özgürleşmesinden beri sırt ağrılarının ve nedensiz depresyon
hallerinin yatıştığını söyledi. Üst daireye çıkmaya karar verdik. Oturma
odasının köşesinde yerde saklı duran bir tomar resim vardı. Biz konuşmaya .:
dalmıştık ki bir anda yığının altındaki resimler birbirine çarpıp tıkırdamaya
başladılar. "Sarah'nın kedisi olmalı," diye düşündüm. Fakat kedi
odlda değildi. Pencere kapalıydı ve kapılarda'n'ya da pencerelerden gelen bir
hava akımı algılayamamıştım. Bu açıklanamaz tıkırtı bizi ürkütmüştü. O sırada
başka bir ruhun varlığının farkına vardım. '
Kendimizi ve odayı adaçayı ve sedir
ağacıyla sise boğarak törensel arıtmaya başladık. Davul çalmaya başlayınca, çok
daha açık bir şekilde yeni bir erkek ruhun varlığını hissettim. Ruh keskin bir
şekilde netleşti. Kızgınlık ve nefret içinde odanın bir kenarında duruyordu.
İstenmeden oraya girdiğimizi hissediyordu. lngilize benziyordu, kusursuz bir
şekilde giyinmişti, üstünde siyah çizgili bir takım elbise ve cebinde altın bir
saat olan buna uygun ipek bir yelek vardı. Davul kendi ritmini tutturmuştu, daha
hızlı ve daha yüksek çalmaya başladım. lngilize ışıktan geçip gitmesini ve
daireyi terketmesini söylediğimi işittim. Tartışmaya başladık. Bana gitmek
isteğinde ya da ihtiyacında olmadığını söyledi. Ben de ona zamanı geldiğini ve
burada onun için hiçbir şey olmadığını söyledim. Sonunda, nedeninden emin
olamasam da, gönülsüzce tavandan parlayan ışığın içinde gözden kayboldu.
O gece evde yatağa uzanmış Sarah'nın
kasabası hakkında bir tarih kitabı okuyordum ki kasabanın önemli bir
kurucusunun resmini gördüm. Sarah'nın evinde gördüğüm lngilizdi buI İsmi
Dr.Stephen Mountain idi. Homeopati1 tıbbı üzerinde uzmanlaşmış bir
tıp doktoruydu. kendimden geçmiştim. Deli olmadığımın ya da yaşadıklarımı hayal
etmediğimin kanıtıydı bu. Fakat ben böyle çoşmuşken, lngiliz aksanlı bir erkek
sesi duydum. Sarah'nın evindeki ruhtu. Sabahleyin onun için yürüyüşe çıkmamı
istiyordu. Benim aracılığımla en sevdiği dağ gezintisini son bir kez yaşamak
istiyordu. Acaba delirdim mi diye düşünerek, gönülsüzce gitmeye razı oldum.
Ertesi gün onunla yürüyüşe çıktım,
mükemmeldi. Dağa doğru çıkan dolambaçlı patika, her renkte, büyüklükte ve
şekildeki narin yaban çiçekleriyle dolu bir dağ yamacına çıkıyordu. Temiz serin
havayı koklayabiliyor ve yanaklarımda ve kollarımda hissedebiliyordum. Sanki
cennette gibiydim. Stephen dağları ve kasabasını özleyeceğini söyledi.
Patikanın sonunda, kasabayı çevreleyen görkemli zirvelerin oluşturduğu fon
üstünde dağ eteğinin ve vadilerin silüeti görünüyordu. Asla unutamayacağım bir
manzaraydı.
Dağın tepesine vardığımda Stephen
neden Sarah'nın evinde kapana kısıldığını açıkladı. Michelle cinayetinin üstünü
örtmüştü, çünkü vahşetin kasabasının ününü lekelemesini istemiyordu. Bu
çözümlenmemiş ve haksız durum onu Sarah'nın evinde hapsetmişti. Diğer hapsolmuş
ruhlar serbest bırakıldığında neden onun da gitmediğini sordum. Gittikce
Sarah'ya daha çok hayran olduğunu ve onu koruduğunu hissettiğini söyledi. Hava
birden ciddileşmişti. Alçak ve temkinli bir sesle şöyle sordu, "Seninle
iki hafta kalabilir miyim? Sonra gideceğime söz veriyorum." Donakalmıştım.
Böyle bir istek karşısında ne söylenirdi ki? Düşünüp taşındım ve şöyle cevap
verdim, "Benimle kalmana bir şartla izin vereceğim: bedenimin, zihnimin ve
ruhomun üstünde tam hakimiyetimin olmasr gerekiyor. Eğer herhangi bir şekilde
kontrolü almaya çalışırsan, seni hemen bırakırım." Fakat daha bunları
söylerken şöyle düşünüyordum, "Bunu nasıl yapacağımı biliyor muyum? Daha
ben söylemeden o düşüncelerimi okuyabilir mi?"
Endişeleriıpe rağmen, sonraki dört
gün harikaydı. Et rafta başka bir ruhun olması anlatılması güç bir deneyimdi.
Ben bahçede uğraşırken, o ellerimdeki serin toprağı, yüzümdeki sıcak güneşi ve
alnımdaki terlemeyi hissetmekten hoşlanıyordu. Bu duygular onun için yeniydi,
çünkü varlıklı bir aileden geliyordu ve asla kirlenmesine ve terlemesine izin
verilmemişti. Ne var ki dördüncü gün, iki ya da üç saattir Stephen'la ilişkiye
geçmemiş olduğumu anladım, genelde sürekli ilişki halindeydik. Onu çağırdım,
ortaya çıktı, fakat yaşlıydı ve kırılgan bir görünüşü vardı. Dehşet içinde
sordum, "Ölüyor musun?" "Evet," diye yanıtladı. Korku ve
ıstırap bana işkence etmeye başlamıştı. Ne yapmalıydım? Bana kim yardım
edebilirdi? Benimle ilişkide olduğu için ben de ölecek miydim?
Hemen terapistimi aradım. Deli
gibiydim ve ona neler olduğunu zar zor anlatabildim. Beni yatıştırdı ve Stephen'ın
ölümüne tanık olmamın zamanı olduğunu söyledi. Terapistim sadece orada hazır
olup Stephen için davul çalmamı önerdi. Ve davul çalmaya başladım. Gözlerimi
kapattım ve hemen Stephen'ı gördüm. Elele tutuştuk ve büyük ve doğal bir
banyosu olan bir odaya götürdüm onu. Oda yeraltındaydı, toprak duvarlardan
sevgi yayılıyordu. Bedenini temizlemek onu sakinleştirdi, daha huzurlu
görünüyordu. Daha sonra ince, narin bedenini taş ve kumdan yapılmış bir
tünelden geçirerek başka bir odaya taşıdım. Odanın çevresine yerleştirilmiş
mumlar bir mezarı aydınlatıyordu. Onu mezarın içine koydum ve bedenini ve
çevresini adaçayı ve sedir ağacıyla tütsüledim. Uzun süre orada kaldım ve
ruhunun ayrılışına tanık oldum. Ruhu gittikten sonra bedenini kumaşa sardım ve
onu bir mağaranın ortasına inen merdivenlerden aşağıya taşıyıp orada yaktım.
Yanan bedene bakınca üzüntü değil, sadece dinginlik ve sükunet hissettim. Başka
bir ölüm sürecinde asla böyle bir huzur hissetmemiştim. Sönmeye yüz tutunca,
birinin ölümünü onurlandırdığımı bilerek merdivenlerden yukarı çıktım.
Bir ölüm geçiti töreni bu hikayeyi
sona erdirmenin tuhaf bir yolu olarak görünebilir, fakat ölüm bir geçiştir.
Benim kendi geçişim de, şüphelerimi ve bazı durumlarda da aklın sesini geride
bıraktığımda başladı. Bu türden olağandışı deneyimleri onurlandırıp bunlara
güvenmek, kendisini bilge ve dengeli hisseden yeni bir yönümü kabul etmemi
sağladı. Önümde neler olduğunu ya da daha başka ruhlarla karşılaşıp
karşılaşmayacağımı bilmiyorum, fakat bir kez ruhunuzu açıp kabul edince
olağandışı bir serüvene başladığınızı biliyorum.
DÜNYA AĞACININ YENİLENMESİ:
PSİKOLOJİ, DİN VE ŞAMANLIKTA ŞİFACILIĞIN TEMEL KAYNAĞI OLARAK KUTSAL OLANIN
DOĞRUDAN DENEYİMLENMESİ
Margaret Laurel Ailen ve Meredith
Sabini
Bu bölüm çağdaş bir kadının gördüğü
ve şaman görüsünün zamandan bağımsız arketip anlamını resmeden görkemli bir
rüyayı anlatıyor. Çağımızın ruhsal yoksulluğunu gösteren imgelerle başlayan
rüya, kurumsallaşma yüzünden şifacılık güçlerinin büyük kısmını yitiren ibadet
biçimlerine yenilenmiş bir canlılık ve daha geniş bir bireysellik getiren
arketip bir dönüşüm sürecini betimliyor.
Yoğun bir değişim dönemi geçiren
böyle bir zamanda yaşayan kabile insanları olsaydık, yaşlıların, şamanın ve
topluluğun rehberliğinin verildiği diğer başkalarının rüyalarını dinlemek için
düzenli olarak bir araya toplanırdık. Bu makalede, çağımızın ruhsal ikilemini
tanımlayan ve kutsal olanla aramızdaki bağın yeniden kurulması için ne
yapılabileceğini öneren "büyük bir rüya"yı dinlemek için sizi çağdaş
bir klan çemberi içinde bize katılmaya davet ediyoruz.
Modern zamanın ruhsal krizinin, ortak
bir ruh kaybı ve bir beden, zihin ve ruh parçalanması yaşamamız olduğunu
söyleyebiliriz. O kadar değer verdiğimiz ussalık bizi gizemli olanın şifacılık
lütfundan koparınca şifa için ne yana bakmalıyız? Bizim kutsallıktan uzak
kurumlarımız bütünlüğün onarılmasını öneremezler, çünkü kutsal olanın şifacılık
potansiyeline ve psişenin, ya da ruhun, gerçekliğine bunları bilmek bir yana
inanmanın kültürel anlamda tutarlı bir esası yoktur.
Modern hastalıklarımızı tedavi etmek
için, her biri parçalanmış özün sadece bir kısmına odaklanan üç çaresiz meslek
grubu çaba gösterir: beden üstünde tıp, zihin ve duygular üstünde psikoloji ve
ruh üstünde de din.
Bununla birlikte görünüşe göre büyük
bir değişimin ortasındayız, zira bu şifa meslekleri arasındaki sınırlar
kalkıyor ve aralarındaki bağlantılar inceleniyor. Şimdilerde şamanlığa ve
kabilelerin ruhsal uygulamalarına karşı yeniden dirilen ilgi bu değişimin
tamamlayıcı bir parçasıdır. Bir din olmayan, fakat bugün hala yaşayan eski bir
deneyim biçimi olan şamanlık, ruhsal gerçekliğin doğrudan doğruya kişisel
olarak algılanma modelidir. Deneyüstü boyut parçalanmış değil, bütün olduğu
için, bu algılama şekliyle kazanılan bilgi doğal olarak birbiriyle
bağlantılıdır ve zihni", bedeni ve ruhu tek bir bütün olarak etkiler.
Şaman dünya görüşüne diğer psikolojik
yönelimlerden daha yakın olan C.GJung'un yaklaşımı da bizi doğal şifa
deneyimlerine ve varolan kabile uygulamalarını çalmadan ya da taklit etmeden
gizemli olanla yeni bir bağlantı kurmaya doğru yöneltebilmektedir. Jung'un
ortak bilinçaltı ■::. anlayışı kişisel olan kadar kişisel ötesini, içgüdüsel
olan kadar kutsalı da kapsayacak kadar genişti. Jung'un gizem’ li, kutsal ya da
ruhsalboyutla bağlantımızı yenilememiz için önerdiği temel yol rüyalar ve
kendiliğinden gelen görülerdi.
1934 yılında Jung, yirminci yüzyılın
ruhsal krizini hala bugün de geçerli olan terimlerle analiz etmişti:
Modern insan "ussallığının"
(ki bu onun gizemli sembollere ve fikirlere tepki verme kapasitesini yıkmıştır)
onu ne kadar psişik "yeraltının" insafına bıraktığını anlamıyor.
Modern insan kendisini "batıl inançtan" kurtardı (ya da böyle
olduğuna inanıyor), Jakat bu süreç içinde, çok tehlikeli bir düzeyde ruhsal
değerlerini de yitirdi. Ahlaki ve ruhsal gelenekleri parçalanıp dağıldı ve
şimdi dünya çapındaki bu şaşkınlık ve çözülme içinde bu parçalanmanın bedelini
ödüyor. Uung 1964,94)
Bu telaşlı ve stresli toplumumuzda
gerçek bir sağlıklılık durumukişinin tüm insanlığını doğal bir şekilde
yaşayabilmesi çok nadir görülür. Çoğumuz her gün bir dizi "rahatsızlık"
ve kötülükle baş etmeye çalışıyoruz, eninde sonunda inciniyor ve kendimizi
yabancılaşmış, şaşırmış ya da umutsuz hissediyoruz.
Ruhsal anlamda yaşadığı karışıklıkla
yüzleşirken geçirdiği kişisel deneyimler ve hastalarıyla yaptığı çalışmalar
sonunda Jung öyle bir noktaya geldi ki hem kişisel hem de ortak psişenin denge
kurmaya ve kendini iyileştirmeye çalıştığına güvendi ve bu sürecin yaratıcı
bilinçaltı tarafından doğurulan sembolik simgeler aracılığıyla
gözlemlenebileceğini buldu. Sonunda Jung aslen bu kutsal şifa imgeleri
tarafından tutulan libidonun, ya da yaşam enerjisinin, asla kaybolmadığını ve
geri dönmeye çalıştığını kavradı:
Enerji asla yokolmadığı için, tüm
gizemli olaylarda kendini gösteren duygusal enerji, bilinçten kaybolduğu zaman
varoluşuna son vermiş olmaz... Bilinçaltı görüntülerde, bilinçli psişenin
rahatsızlığını telafi eden sembolik olaylarda tekrar ortaya çıkar. Uung 1961)
Bilinçli bir seviyedeki
rahatsızlıkları telafi eden "sembolik olayların" en yaygın olanları
belirtiler, rüyalar ve kendiliğinden ortaya çıkan görülerdir. Bu makalede,
kutsal olanın eski imgelerinin enerjisini geri getirerek rahatsızlığı telafi eden
bir rüyaya tanık olacağız. Anlatacağımız bu rüya bireysel ve kültürel bir
yenilenme sürecini resmediyor ve eski ruhsal uygulama biçimlerini terketmemize
gerek olmadığını, daha ziyade, yeniden canlanmalarına izin verebileceğimizi
gösteriyor.
Bunun gibi görü türünde bir rüya halk
geleneğinde "etkili rüya", antropolojide "kültür rüyası" ve
Jung psikolojisinde de "arketip rüya" olarak bilinir. Bütün bu üç
görüş açısından da, bu rüyanın kişisel unsurlar taşımasına rağmen esas olarak
bir topluluk ya da kabile hakkında olduğu kabul edilmiştir. Bu türden rüyalar
ya da görüler egonun ya da kişisel bilinçaltının isteklerini değil, fakat
denebilir ki Öz'ün isteklerini yansıtır. Jung bu tip rüyalardan şöyle söz
etmişti:
Mesela, iyi bir rüya bir lütuftur.
Rüya temelde bir armağandır. Ortak bilinçaltı sizin için ya da benim için
değildir, görünmez dünyadır, büyük ruhtur o. Ona ne isim verdiğim hiç
JarketmeZ: Tann, Tao, Büyük Ses, Büyük Ruh. Oung in McGuire and Hull'19ij).
Bu rüyadaki ana figür, evrensel
ruhsal öğretmen ve usta şaman rolünü alan lsa'dır. Ana sembol, dünya ağacı
olarak ortaya koyduğu evrensel yönüyle çarmıhtır. Isa çarmıhtan aşağıya iner ve
artık baŞkalarının günahları için ıstırap çeken ve onların kurtuluş umutlarını
taşıyan kutsal günah keçisi rolünü oynamayacağını açıklar. Bunun, ortak
aracılara dayanmaktan uzak, tüm dinlerde tarihsel bir dönüşüm zamanı olduğunu
ve böylelikle bireylerin kendi günahlarından çoLdaha fazla sorumlu
olabileceklerini ve kendi kurtuluşlarına doğru çalışabileceklerini söyler.
Rüyanın sonunda, İsa bir grup çağdaş arayıcıya çarmıhın/dünya ağacının nasıl
yenileneceğini ve dini deneyimin nasıl gelecekte çok daha dolaysız ve kişisel
olarak değiştirilebileceğini gösterir.
Bu rüyanın kültürel içeriği çağımızın
ruhsal krizidir. 1989'da Margaret Allen'ın gördüğü bu rüyanın kişisel içeriği
kültürel ikilemin bireysel bir versiyonuydu. Rüya gören kişi Hıristiyan
Protestan geleneği içinde yetişmiş olsa da Hıristiyanlığın gereklerini yerine
getiren biri değildi. Bu rüya yaşamının orta safhasında, görü deneyimlerinin
şifa gücüne karşı bir ömür boyu duyduğu ilgiyi bir psikoterapist olarak mesleki
gelişimiyle bütünleştirmenin doğru yolunun ne olacağına dair bazı zor
seçimlerle uğraştığı kritik bir dönemde ortaya çıkmıştı. Bu rüya, bireysel
olarak belirlenen ruhsal yönelimin değeri hakkında anlamlı bir resim
oluşturuyordu ve çalışmalarının yönünü aydınlatmasına yardım eden birkaç
rüyadan biriydi. Bizim buradaki tercihimiz rüyanın kendisini anlatmasıdır. Sizi
bu rüyayı bir meditasyonu anlayacağınız şekilde anlamaya, hatta belki bunu
yüksek sesle okumaya davet ediyoruz, böylece bu rüyayı bedeniniz ve ruhunuzla
hissedebilirsiniz. Bu canlı birşey ve duyulduğu ve hissedildiği zaman tekrar
hayat kazanıyor.
Dogayı kutsal bir yer olarak seven
bir grup arkadaşla beraberim. Fiziksel bir meydan okumadan çok ruhsal bir
macera olarak Yüksek Sierra'daki bir dağa tırmanmayı planlıyoruz. Geceyi hep
birlikte zirvede geçireceğiz. Bu gizemli alanda yalnız başına olmanın olası
tehlikeleri yüzünden geziye birlikte çıkmıştık.
Sonraki sahnede, kötü bir şekilde
eğilmiş, eski bir kilisedeyiz. Ruhsal bir hizmette bulunacakmışız, ama bunun ne
olduğu açık değil. Bir köşede toplanmak için yer açmaya çalışırken kazara
terkedilmiş bir sunağı, üstünde anlaşılmaz birşeyler yazılı olan, koyu ağaçtan
yapılmış ve kenarları budanmış eski bir haçı yıktık, güzel ve itinayla yapılmış
bir haç değildi bu, kaba ve pürüzlüydü. Haçı yerden kaldırıp düzeltmek için
elime aldım, yıpranmış bir görüntüsü ve duygusu vardı, kaba saba görüntüsüne
rağmen sanki yılların yoğun bağlılığının odağı olmuştu. Haç düz durmuyordu,
dengesizdi, eğiliyor ve neredeyse yana yıkılıyordu. Sallanıp durmasına rağmen
içindeki doğaüstü kuvveti hissedebiliyorum ve ona saygıyla davranıyorum.
Haç gayet kaba bir şekilde beyaz
küllerle dolu bir kovanın içine saplanıyor. Bu bana Isa'nın ölümünü
düşündürüyor ve bu haç için uygun bir taşıyıcı gibi görünüyor. Fakat küller
haçı dik tutamayacak kadar yumuşak. Sanki bir saksı yumuşak toprağın içinde sallanan
bir bitkiyi sağlamlaştınnaya çalışıyorınuşum gibi, haçı aşağıya doğru itmeye
çalışıyorum, fakat bu da işe yaramıyor. Bu şekildeyken haçın yatay ekseni
ruhsal bir varlıkgösteremeyecek kadar alçakta kalıyor. Böylece onu eski yerine
getiriyorum. Bu sorunu nasıl çözeceğimi bilemiyorum ve yanları budanmış haçı
temizleyerek ve bir alındı makbuzu gibi, yılların ihmalkarlığı içinde üstüne
yapışmış olan çerçöpü ayıklıyarak kendimi tatmin ediyorum.
Çalışırken, asık suratlı, yaşlı bir
rahip görüyorum. EleştTren bakışlarla beni izliyor ve eski bir sunağı
yenilemeye çalışmakla kutsal birşeye hünnetsizlik ettiğimi söylüyor. Ona,
"Hayır, saygısızlık etmiyorum. Esasında bu sunağı onarmak, bizim buraya
yapmaya geldiğimiz ruhsal hizmet," diyorum. Benim tanrıya karşı gelen bir
kafir olmadığımı anlayınca sakinleşiyor ve bunu kabul ediyor.
Sonra başımı kaldırıp bakıyorum ve
işçi kıyafeti içinde hemen ön kapının dışında gözden kaybolmak üzere olan genç
bir adam görüyorum. Adam arkadaşlarımın arkasında kalıyor. Bu haçın üzerinde
çarmıha gerilmiş bir figür olmadığını farkedince, bu genç işçinin marangoz Isa
Mesih olduğuna dair ani bir sezgi uyanıyor içimde. Ona hağırıyorum, "İsa,
geri gelı" Bu dengesiz haç sorununu çözmemiz için onun yardımına
ihtiyacımız var. Dönüp bana bakıyor, usulca başını iki yana sallıyor ve gözden
kayboluyor. Hayal kırıklığına uğruyorum ve kafam karışıyor.
Fakat o sırada gizemli bir yenilenme
süreci belirmeye başlıyor. Bu bizim yönetimimizde değil, kendi kendine oluyor
ve hayret içinde bunu seyretmek için geri çekiliyorum. Eski kilise binası
ortadan kayboluyor, onunla birlikte asık yüzlü rahip ve ihmal edilmiş haç da
yokoluyor. Şimdi arkadaşlarımla ben eski sunağın yerindeki geniş bir vadide
duruyoruz. Biraz önce ortadan kaybolan kiliseden ayrı olarak, bu bölge kendine
has ruhsal doğaüstü bir kuvvete sahip. Durup beklediğimiz o eski sunağın yerine
doğru yönelen ve vadiden aşağıya bize doğru gelen uzun beyaz bir nesne
görüyoruz. Bu, bütün dalları sağlam olan, doğal biçimi değiştirilmeksizin bir
heykel olacak şekilde cilalanmış uzun, beyaz bir ağaç. Ağacın gövdesinin altına
ve dallarına bağlanmış uzun ipler var ve belli ki bu ipler aracılığıyla
kullanılan özerk bir kuvvet ağacı bizim beklediğimiz yere doğru getiriyor. Her
ipin ucunda beyaz bir cüppe içinde bir insan figürü var. Vadinin her iki
yanındaki dağ yamaçlarında yürüyüp şarkı söylüyorlar.
İlk başta, cübbeli figürlerin ağacı
iplerden çekerek hareket ettirdiklerini varsaymak mantıklı görünüyor. Fakat
sonra bu figürlerin ağacın gerisinde yürüdüklerini ve ipler arkasından
çekildiği halde ağacın gövdesi önde olmak üzere bana doğru geldiğini kavrıyorum.
Görünmez bir kuvvet ağacı hareket ettiriyor, böylece ağaç besbelli bizler gibi
bu harika olayın tanıkları olan cübbeli insanları çekiyor.
Ağaç yaklaştıkça, bunun sunağın yeni
orta süsü olduğunu anlıyorum! Hareket kendiliğinden durduğu zaman, ağaç heykel
eski dengesiz haçın önceden durduğu yerde dimdik durarak yere dikiliyor. Uzun,
dikey gövdesi ve yere yatay uzayan dallarıyla yakalan haçın doğal, organik bir
şekli gibi görünüyor. Ağacın cilalanmış yüzeyi kemik ya da mermer gibi bembeyaz
parlıyor ve bunun, eski haçı tutan beyaz küllerle dolu kovanın özgün bir biçimi
gibi, huş ağacı veya belki de dişbudak ağacı2 olup olmadığını merak
ediyorum. Tüm bu sahne çok gizemli ve dokunaklı.
(Bu noktada, kısmen uyanıyorum fakat
rüya kendiliğinden bir görü, canlı bir aktif imgeleme şeklinde devam ederken
uykuyla uyanıklık arası derin bir transta kalıyorum.) İsa'nın geri gelmiş
olduğunu ve ağaçhaçta meditasyon yaparak yanımda oturduğunu görüyorum. Ona yeni
sunak süsünde neden çarmıha gerilmiş bedeninin figürünün asılı olmadığını ve
buna nasıl ibadet edeceğimizi soruyorum. Bana şefkatle bakıyor ve bir daha asla
haça asılmayacağı, zamanını bizim günahlarımız için Kutsal Günah Keçisi olarak
hizmete sunduğu ve artık bu rolü oynamayacağı yanıtını veriyor. Yeni ağaçhaçın
ortaya çıkışının, eğer insanlar gizemli olanı onun aracılığıyla değil de
doğrudan doğruya kendileri için göreceklerse insanlık tarihinin bu çağının sona
ermesi gerektiği anlamına geldiğini söylüyor. Bir dinin merkezinde ilahi bir
şekilde takdir edilen, bir kurtarıcı olarak ibadet edilen birgünah keçisikurban
olduğu sürece, insanların kendi karanlık yanlarının sonuçlarıyla,
ıstıraplarıyla ya da kıyamet ve yeniden doğumun zaferiyle asla
yüzleşemeyeceklerini açıklıyor. Bana Hıristiyanlıktaki günah keçisikurtarıcı
töreninin ve diğer dini sistemlerdeki buna eşit törenlerin kurumlaşmasının
insanlığın ruhsal gelişmesinde gerekli bir safha olduğunu, fakat .şimdi bunun
geçtiğini anlatmaya çalışıyor. Hala tek bir insanı belirli bir şekilde bu aracı
konuma yerleştirmeye devam eıfen topluluklar zorunlu bir dönüşümün önünü
kesiyorlar.
Ona yeniden soruyorum, "Peki
şimdi bu yeni zamanda bu çıplak ağaçhaçla nasıl ibadet edeceğiz?" Bunu
bana kelimelerle anlatamayacağını, fakat eğer başımı ondan çevirip ağaçhaça bir
süre bakarsam yanıtımı alacağımı ve sonra onun daha başka açıklamalar
yapacağını söylüyor. Dediği gibi yapıyorum ve birgörü yaşıyorum: eski
Hıristiyan haçınının ağacın gövdesinde bulanık bir şekilde belirdiğini
görüyorum. .Çarmıha gerilmiş İsa'nın olduğu yerde parıltılı altın renginde bir
ışık çemberi beliriyor, öyle ki haçın bulunduğu bölgenin etrafını sarıyor.
Dostumun bildik figürü, yani koruyucu hayvanım, başı ışık çemberinin içinde
olacak şekilde eski haçın kaidesinde ve kollarında beliriyor. Orada İsa gibi
ıstırap çekip ölerek çarmıha gerilmiş ve kendi isteği dışında çivilenmiş değil.
Tersine, hayat ve yaşam enerjisiyle parıldayarak, parlak ışık çemberinin içinde
olmaktan memnun, özgürce yerleşiyor oraya. Birden sevinçli bir duygu ve mutlu bir
huşuyla dostumun ruhsal rehberim olduğunu anlıyorum.
Görüm sona erdiği zaman etrafıma
bakınıyorum ve grubumuzdaki diğer insanların da bu yeni ağaçhaçın
dalgınlığından henüz uyandıklarını görüyorum. Cevabını zaten bilsem de, benim
gördüğüm yaratığı gören birinin olup olmadığını soruyorum. Hepsi hayır diyor ve
herkesin kendi dostunu ve ruhsal rehberini gördüğü ortaya çıkıyor.
Şimdi İsa gülümsüyor ve evet, bunu
demek istediğini, yeni bir ibadet yolunun temelinin bu olması gerektiğini
söylüyor. Kültürel olarak belirlenen hiçbir dini figür ortak olarakgünah keçisikurtarıcı
olarak seçilmeyince ve izlenecek kanunlaşmış ruhsal talimatları ve prensipleri
olan dini kurumlar olmayınca, ibadet edenlerin kendi bireysel doğalarına uygun
dini gelişimin yolunu öğrenmek için kendilerince anlamlı bir öğretmenle
çalışmaları gerekecektir. (Sabini ve Allen 1994, 2628)
Bu rüya bize mükemmel bir öykü
anlatıyor ve bunun pek yoruma ihtiyacı yok. Biz sadece bunu özetlemek ve ana
unsurlarının altını çizmek istiyoruz. Rüyanın başlangıcı çağımızdaki ruhsal
yabancılaşmayı resmediyor ve bu ihmal edilen sunak, yana eğilmiş haç ve asık
yüzlü rahiple ifade ediliyor. Haç yapan bir grup gezgin kendilerini sunağı
onarmak olan ruhsal görevlerine hazırlamak için klasik bir arayışa giriyorlar,
yani bir dağı tırmanıyorlar. Çabaları etkisiz kalıyor, fakat kendilerini bunun
altında yatan meydan okuyuşa adayışları sarsılmıyor. Sonunda kendiliğinden bir
yenilenme süreci ortaya çıkıyor: görünmez bir kuvvet oraya muhteşem, beyaz bir
ağaçhaç itiyor ve bunu eski haçın durduğu yerde sağlamlaştırıyor.
Eski dini kalıplar bizi ayakta
tutamadığı ve hayatın yollarında bize refakat edemediği için, içi'nde
yaşadığımız bu zor zamanda bize destek olması için daha geniş olan bu görüş
açısına ihtiyacımız var. Bu rüyada resmedilen olayların sırası, bir yenilenme
ihtiyacıyla ölüm ve yeniden doğum arketipi canlandığı zaman görülen
karakteristik modeli izliyor. Ünlü din tarihçisi Mircea Eliade dindeki bu
belirli modeli dünya ağacıyla özdeşleştiriyor, ki .bu bu ağacın bir
versiyonu da haçtır: "Bunun yıkılması yalnızca geçicidir... Dünya ağacı
sadece yeniden doğabilmek için yıkılır" (Eliade 1964). Besbelli bu defa,
dünya ağacının yeniden doğuşu ilahi alemden değil, doğadan gelecektir.
Jung tarafından tanımlanan
bireyselleşme sürecine bir paralel olarak şamanlıktaki kabul edilme töreni
hakkındaki makalesinde Downton da ( 1989), ölümyeniden doğum temasının merkezi
olarak dünya ağacının yenilenmesi efsanesine ve bunun kabul edilme töreni ve
şifacılıkla bağlantısına odaklanıyor. Dünya ağacına tırmanıp inme.kle şaman,
her defasında gerçekliğin tüm yönlerinin esas olarak tek (bölünmez) doğası
hakkında gittikçe daha çok bilinçlenerek pek çok kabul edilme aşamalarından
geçer. Bu zor parçalanma tecrübesi şamanlıkta kabul görmenin esasıdır, Isa'nın
haç üzerinde çarmıha gerilişi şamancı parçalanmanın, dünya ağacına tırmanıp
inmenin bir versiyonudur.
Bu rüyada, !sa önceki kutsal aracı
rolünden çıkıyor ve bireyselleşme sürecinin şaman bir öncüsü oluyor. Ruhsal
alemde evrim olup olmadığına dair ilahi soru olumlu bir şekilde yanıtlanıyor.
Isa bu değişimin neden gerekli olduğunu açıklıyor: ortak figürlere ve salık
verilen yöntemlere sürekli olarak bağlı olmak gerekli olan bireysel ve kültürel
şifayı engelleyecektir. Onun marangoz giysileri içindeki yeni rolü, kutsal
olanla daha doğrudan ve bireysel bir bağlantı geliştirmek peşinde olanlar için
evrensel bir öğretmen rolüdür. Isa'nın öğretisi bilhassa sözcüklerle değil,
imgeler ve duygularladır: rüya gören kişiyi haçın merkezine, ışığın çevrelediği
eksen noktasına bakmaya çağırır. Bu çember içinde, rüya gören kişi ve diğer
arayıcıların her biri kendi koruyucu ruhsal hayvanını görür. Şaman geleneğinde
bu dost olarak bilinir, insan ortağına talimat veren ve rehberlik eden,
çoğunlukla hayvan biçiminde ruhsal bir varlıktır bu.
Dost, insan psişesi aracılığıyla
deneyimlenen Öz'ün bireysel ruhunu ifade eder. Diyebiliriz ki !sa, çoğu insanın
psişesinde bulunan paylaşılan bir figür, ortak bir dost olarak hizmet etmiştir.
Aynı zamanda da, insan dünyasıyla ruh dünyası arasında bir aracı olarak
yolculuk ederek, şifa bulma ve tanrıya günahlarını affettirme dileklerini
taşıyarak ve ihtiyacı olanlara teselli ve rehberlik getirerek bir şamanın
işlevlerini yerine getirdi.
Kendi rolünü değiştirenin ve
insanlarla tanrısal olan arasında değiştirilmiş bir ilişki biçimi başlatanın
!sa olması önemli görünüyor. Kabul görenleri, yaşamları boyunca kendilerine
yoldaş olacak olan dostu bulmaları için bir görü arayışına gönderen usta bir
şaman gibidir o. Bu bireysel ruhsal öğretmen, yani dost ne bir .tanrıdır ne de,
kişinin onunla ilişkisi kesinlikle saygılı olsa da, ona tapılır. Rüyadaki
arayıcıları yeni ağaçhaçın merkezine bakmaya çağırarak !sa, bireysel psişede
bulunan Öz imgesinin algılanabileceği bu ışık çemberi içinde yansımasına olanak
sağlıyor; böylelikle bu Öz imgesiyle bir diyalog başlayabiliyor ve zaman içinde
her bireye uygun kişisel gelişimin yönü ayırd edilebiliyor.
İsa'nın bu rüyada öğrettiği yöntem
esas olarak "yolculuk etme" denilen eski şaman yöntemidir ve Jung'un
"aktif imgeleme" diye adlandırdığı sürece benzer. Gönüllü olarak
değişik bir bilinç haline girip egonun normal durumunu dinlenmeye bırakarak,
zihin ruhsal boyutta doğal olarak bulunan daha büyük bir bilgeliği algılamak
üzere açılabilir. Böyle bir yöntem aracılığıyla, Öz'ün ruhu, yani dost, ruhsal
dünyadan bilinçli ego kişiliğine rehberlik ve bilgi taşır. Bilinçli özle daha
büyük Öz arasında, insanla kutsal olan arasında bir bağ kurulmuştur ve bu
ilişkinin kendisi çözülme ve parçalanmanın şifasıdır.
Hem psikolojide hem de dinde
şifacılığın özgün anlamı hissedilen bir bütünlük duygusunun kazanılmasını,
zihin, beden ve ruh arasındaki karşılıklı ilişkinin hatıragetirilmesini
gerektiriyordu. Bedenin, zihnin ve ruhun ayrılığını aşan ve bir teklik kutsallık
duygusunun geri dönmesine izin veren kutsal olanın doğrudan deneyimlenmesidir,
ki burada derinden hissedilen bir duygusal tepkiyle gizemli bir imgeye huşu
içinde bakmak şeklinde resmedilmiştir bu. Bu şifa bulma ya da bütünlüğün
onarılması mutlaka üzüntülerin uzaklaştırılması demek değildii',. fakat
üzüntülerle ilgilenilmesini, onlara müsamaha edilmesini ve edinilen bilgi ve
bilgelik aracılığıyla bunların anlaşılmasını mümkün kılar, onarılan egoöz
bağlantısı bir kez insanla ruhsal dünya arasında yardımcı bir iletişim akışını
sağlayınca bu doğal olarak olur.
Psikoloji sözcüğü gerçekte "Ruh
bilgisi" anlamına gelir ve İsa'nın ortaya koyduğu imgesel yöntemiyle ruh
kendisini bize gösterme yoluna sahfp olur. Şaman görünür dünyayı terkedip
görünmez ya da ruhsal dünyaya yolculuk ederek ruhu, ruhun yaralarını ve şifa
bulmak için ihtiyaç duyduğu şeyi algılayabilir. !sa arayıcıların, ışığın kutsal
merkezinin içindeki ruh imgesini görmeleri için algının bu imgesel şeklini "gözlerimin
gözlerini" kullanmalarını ister.
İmgesel boyuta karşı duyduğumuz saygı
ve huşuya karşı tavrımızı değiştirmek, çağdaş ruhsal yoksunluğun şifa
bulmasının özüdür. Çoğu insan bugün imgeleri "sade semboller" sayar
ve bu tavır hayati bir duygusal bağlantının yokluğunu ortaya koyar. Jurigun
imgesel kavramı o kadar organiktir ki sembolleri hakikaten anlayışın
"organları" sayar:
Psişemiz, şimdiye kadar yaşantımızı
düzen içinde tutan ahlaki ve ruhsal değerlerin kaybolmasıyla tamamen
bozulmuştur... Bilincimiz, içgüdülerin ve bilinçaltının yardımcı katılımlarının
özümsenebileceği organlardan kendini mahrum etti. Bu organlar, çoğunluğun
rızasıyla kutsal tutulan gizemli sembollerdi. Uung 1961, para.583).
Rüyada gizemli bir sembolün ortaya
çıktığı her dönemeçte rüya gören kişi ve diğerleri huşu veya başka bir yoğun
duygu yaşarlar, dini içgüdünün yardımcı katılımı, özümsenebilmesi için,
bilinçte güçlü bir şekilde varedilmiştir.
Bu rüya şamanizmle Jung'un analitik
psikolojisinin, imgesel ya da ruhsal dünyaya ve bununla düzenli bir ilişki
kurmanın önemine verdikleri değer açısından birbiriyle uyuşurlar. Jung modern
dini sistemlerin’ruhu ihmal etmesi hakkında acı bir şekilde konuşur:
İnsan psişesinin genel olarak
hafifsenmesi o kadar büyük çaptadır ki ne büyük dinler ne felsefeler ne de bilimsel
akılcılık buna iki kere bakmayı istememişlerdir. Oung 1961, para.603)
Jung'un uyguladığı, imgesel dünyayı
incelemeye dayanan bu saygıdeğer deneysel yöntem aracılığıyla (ki bu yöntem son
zamanlarda sıradışı gerçekliği ayrıntılarıyla belirlemek için oluşturulan
Michael Harner'ın Şamancı İncelemeler Kurumu'nda da kullanılmaktadır),
arayıcılar kendi hikayelerini anlattıkça, bir gün Öz'ün ve ruh imgelerinin
erimi hakkında daha çok şey bilebileceğiz.
Bu rüya yeni bir dine değil, kutsal
boyut deneyiminin oluşumundaki bir değişime işaret ediyor. Çoğu büyük dini
sistem gizemli olanla doğrudan doğruya temas etmenin önünü aldılar ve bu işi
belirli ibadet modellerini izleyen seçilmiş rahiplere (din adamlarına)
verdiler. Rüyada betimlenen ruhsal uygulama tarzı muhteşem bir meydan okuyuşu
simgeliyor ve birey olarak çoğumuza gerek olacaktır: bizden "kendi
haçımızı taşımamızı" ister, yani kendi gölge yanımızın (günahlarımızın)
yükünü taşımamız ve kendi kurtuluşumuza doğru çalışmamız gerekmektedir. Fakat
bu amaç, insan dünyasında cisimlenmeye çalışan bir ilahi varlık kavramına
uymaktadır, kutsal ışık iki eksenin çakıştığı noktayı çevreliyor ruhsal
gerçekliğin kişisel olmayan dünyasının dikey ekseni (şamancı terimlerle aşağı
ve yukarı dünyalar) ile olağan gerçekliğin insandünyasının yatay ekseni
(şamancı terimle orta dünya).
Kimi geleneksel ibadet şekilleri
geçerliliklerini koruyabilirler. St. ignatius egzersizleri, Budist zazen
uygulaması, mandala ve mantra ile yapılan Tibet meditasyonları ve diğer ruhsal
gelişme yöntemleri dinsel içgüdüye yeterli sınırı koyabilir. Tıpkı bütün
fiziksel egzersiz programları gibi, kültürel olarak belirlenen bu yaklaşımlar
da, evrensel arketip bir modeli izledikleri için, nispeten tatminkar olmaya
devam edeceklerdir. Fakat yine de sınırlı olacaklardır, öyle ki ne bireysel
ihtiyaçlara tam olarak karşılık gelirler ne de bilinçli özle kendiliğinden bir
Özimgesi arasında bir diyalog oluşmasını teşvik ederler.MarieLouise von
Franz'ın simya üzerine verdiği derslerde vurguladığı gibi, "Normal olarak,
insanoğlu bilinçaltına bireysel olarak yaklaşmamıştır, fakat birkaç istisna
dışında, dini sistemler aracılığıyla dolaylı olarak onunla bağlantı
kurmuştur" (Franz 1980). Ne var ki, şu ya da bu nedenle kişisel olarak
kutsal olana yabancılaşmış olanlar, bu rüyada tanımlanan türde bireysel ruhsal
çabaya girerek bu yaraya şifa vermeye çağrılabilirler. Rüyanın başlangıçta
belirlediği gibi, patlama tehlikesi yüzünden kutsal olana yalnız değil de
başkalarıyla birlikte yaklaşmak önemlidir.
"Tanrı'nın öldüğü" ve bizim
bomboş ruhsal bir arazide terkedildiğimiz inancının yarattığı korkunç bir
ıstırap var. Bununla birlikte, bu safha daha büyük bilincin ortaya çıkmasının
gerekli bir ön şartı olabilir. Bu ve diğer benzer rüyalardan dolayı açıktır ki
lsa bizi terketmedi, fakat bizi kutsal olanın yeniden doğumunu sürdürmeye
teşvik ediyor. Doğum halindeki bir ilahi varlık efsanesi sanki canlı ve
rüyaların ve görülerin sessiz nezaketi içinde bizimle iletişim kurmaya
çalışıyor gibi görünüyor.
Bireyin içsel yaşamının zamanın
ruhsal krizini geçirmede önemli bir rol oynayabildiğini öne sürmek itikatlara
karşı gelmek gibi görünebilir. 1 932'de verdiği "Psikoterapistler ya da
Din Adamları Sınıfı" isimli seminerde Jung insan doğasının bu özelliğinden,
yani insanın böyle bir değeri olabileceğinden bahsetmişti:
Modern insan ne şekilde İsa'yı taklit
edebileceğini değil, kendi bireysel yaşamını, ne kadar yavan ve sıkıcı olursa
olsun, ne şekilde yaşayabileceğini bilmek istiyor. Her şekil taklit ona donuk
ve kısır göründüğü için geleneğin gücüne karşı ayaklanıyor... Bunu
bilmeyebilir, Jakat sanki kendi bireysel yaşamı, her ne pahasına olursa olsun
yerine getirilmesi gereken tanrı nın özel iradesiymiş gibi davranır. Uung 1958)
Bu iradeyi yerine getirmek bugün
çoğumuz için engellenmiş bir çağrıdır. Fakat bunun gibi rüyalar bireysel
yaşamlarımızın yeniden kutsallaşmasını ilham eder. Rüyadaki arayıcıların yerine
getirmesi gereken ruhsal hizmet sunağı onarmaktır. Bu her iki tarafın, insanın
ve kutsal olanın, birlikte çalışmasıyla gerçekleşir: insanlar yabancılaşmadan
ıstırap çeker, dağa tırmanır, sorular sorar ve esrarengiz, görünmez bir kuvvet
sunağın esas parçasını, yeni ağaçhaçı yerine koyar ve kutsal merkezi
ışıklandırır.
Umud ediyoruz ki insan hizmetinin bir
kısmı da, lsa'nın gizemli olanla aramızdaki bağı onarmanın bir yolunu
gösterdiği bu olağandışı rüyanın sunduğu armağanı paylaşmamızda yatıyor, bu yol
en eski insan şifacısı kadar eski ve en incelikli psikoloji kadar moderndir.imgesel
dünyanın kutsal gerçekliğine saygıyla bakmak.
KAYNAKÇA
,
.
1
Homeopati: Hastaya, sağlıklı bir insana
verildiğinde aynı hastalık belirtilerinin oluşmasını sağlayan bir ilaçtan azar
azar vererek tedavi etme yöntem:.
2
Ash: kelimesi hem kül hem de dişbudak ağacı
anlamına geldiği için metinde benzetme yapılmış.
—
Downton, J. V. 1989. İndividuation
and Shamanism. The Journal of Analytical Psychology. Vol. 34, 7388.
Edinger, E. 1972. Ego and archetype.
Baltimore: Penguin.
Eliade, M. 1964. Shamanisrn: Archaic
Techniques of Ecstasy. Princeton: Princeton University Press.
Franz, M. L. von. 1980. Alchemy.
Toronto: İnner City.
Harner, M. 1990 [1980] The Way of the
Shaman. Third edition. San Francisco: Harper and Row. _
Jung, C. C. 1958. Psychology a,nd
Religion: West and East. Bollingen Series XX: The Collected Works of C. C.
Jung, vol. 11. Princeton: Princeton University Press.
. 1961. Healing the Split. İn The
Sybolic Life. Bollingen Series XX: The Collected Works of C. G. Jung, vol. 18.
Princeton: Princeton University Press.
. 1964. Man and His Symbols. New
York: Doubleday.
McGuire, W., and R. F. C. Hull. 1977.
Jung Speaking. Princeton: Princeton University Press.
Sabini, M., and M. L. Ailen. 1994.
Christ Comes Down from' the Cross: The Evolution of an Archetype. Chrysalis:
Journal of the Swedenborg Foundation IX ( 1 ), 2133.
TURİZMİN ÖTESİ: ŞAMANCA
NİYETLE YOLCULUK ETMEK
Pilar Montero ve Arthur D.Colman
Jung'un analitik psikolojisinin
merkezi olan bireyselleşme sürecinde, kişinin kendi yaşamına uyan ve ruhsal gelişimini
kolaylaştıran kişisel bir efsane kurması gerekir. Bundan önceki bölümde
Margaret Allen'in Meredith Sabini ile birlikte anlattığı rüyası bu süreci güzel
bir şekilde resmediyor. Bunu yapmanın başka bir yolu da, yabancı bir kültürde
kişinin kendi içsel görüsünü odaklayıp genişleten birşey bulup deneyimlemesi
için Montero ve Colman'ın yaptığı gibi, "özel bir niyetle" yolculuk
etmektir. Belli bir anlamda bu, aktif imgelemin t^rn’bir kültürü, efsanelerini
ve törenlerini içeren daha geniş bir kullanımıdır. Ben buna efsaneseJ imgelem
diyorum. Kişi buna ne kadar yakından ve yoğun bir şekilde katılırsa, o andaki
deneyimi her zaman için hoş olmasa da, ödülleri o kadar büyük olur. Bu yazıda
anlatılan yolculuk, es^ ki törenleşmiş insan kurban etmenin güçlü yankılarını
taşıyan muhteşem bir festivale tanık olmak için Peru'nun ücra köşelerine
yapılan bir.yolculuktur. Gerçek bir dönüşüm deneyimi örneğidir bu.
Bilinci genişletip derinleştirmekle
ilgilenenlerimiz genellikle müzmin gezginlerdir, çünkü başka bir kültürel
bölgeye yapılan dış seyahatlerin içsel dünyaya girişi genişlettiğini
öğrenmişizdir. Fakat yolculuk genellikle turizmle eş anlamlıdır ve bir turist
olmak çoğumuzun arzuladığı şekilde algı kapılarını açmayabilir. Pek çok
turistik gezi programı tekliflerini belli ilgi gruplarına göre ayarlayarak bu
isteğe karşılık verirler, mesela, belli bir entellektüel, estetik ya da ruhsal
odaklanmayla geziler organize ederler. Bu makalede bireylere ve gruplara,
geleneksel şaman "gezginlerinin" yaptığı gibi yolculuk olanakları
sağlamaya çalışıyoruz. Biz bunu, bilinçli olarak yolculuğu bir dış dünyaya geçiş
yolu olarak kullanarak, niyetle yolculuk etmek olarak düşünüyoruz. Gezilerimiz
çok hoş olabilir, fakat bunların arkasındaki ciddi niyetten dolayı, bu kültürün
kutsal ruhunu en hakiki anlamda uyandıran törenlere tanık olabileceğimiz, belki
de bunlara katılabileceğimiz yerler bulmaya çalışıyoruz. Aynı zamanda tekrar
kendi kültürümüze geçişi kolaylaştırmak ve gezginlerin öğrenilenleri
bütünleştirip aktarmalarına yardım etmekle de ilgileniyoruz. Görüşümüzü
açıklamak amacıyla, 1994 yazında katıldığımız Peru'daki yıllık Qoyllorrit'y
festivalini ve And mistisizmine ön kabulümüzü anlatacağız.
İnsan kurban etme en eski tören
biçimleri arasındadır. En yüksek birkaç And zirvesindeki arkeolojik buluşlar,
korkunç ölümlerine rağmen yüzlerinde huzurlu bir kabulleniş ve rahatlık ifadesi
olan iyi korunmuş çocuklar ortaya çıkardı (Tierney 1989). Qoyllomt'y festivali
Peru'nun eski bereket törenlerini ve sonrasındaki lnka'ların güneşe tapınma
adetlerinin tipik bir örneği olan insan yaşamının zorlamasız teslimiyetini
resmediyor. Festival deniz seviyesinden beşbin metre yüksekte bir buzul olan
Nevado de Qolqepunco'da yapıldı ve genç bir adamın törensel ölümüyle son buldu.
Davulun hiç dinmeyen sesi, flüt, arp ve trampetin müziği ve yetmişbin And
köylüsünün ibadet enerjisi eşliğinde bu buzlu ortamda üç gün üç gece kamp
kurduk. Orada son gün şafağın sökmesini ve kabul edilen yüzlerce genç erkekten
biri dışında hepsinin üzgün ve muzafferane inişini bekledik.
Qolqepunco dağlarındaki dramatik
kurban töreni kabul edilişimizin doruğuydu, keza bizi törene katılmaya
hazırlayan bundan önceki haftalar da. Yüzyıllar boyunca And rahipliğinin
şarapla ekmek yeme ayininin bir parçası olan eski bir meditasyon yöntemi öğrendik.
Bu teknikler çok karmaşık bir evren bilimin ve farklı gizemci gelenekler
arasında karşılıklı bir takasa izin veren bir evrensel birlik özelliği içeren
önemli bir gelenek kuran bir dizi gizemci ve meditatif uygulamaların bir
parçasıdır. Kendilerini hazır hisseden ve buna ek olarak, rahip tarafından,
resmi bir din veya kişisel bir ruhsal uygulama içinde, kendi yollarında
yeterince yüksek bir başlangıç seviyesine ulaştığı kabul edilen kişiler
özellikle bu amaç için yaratılmış olan kısa bir başlangıç yolculuğu
deneyimleyebildiler. Bunu tamamlamak, tam anlamıyla kabul edilmeyle eşdeğerdi.
İsteklilerin bu riski göze almaya
hazır olup olmadıkları, Cuzco'daki katedraldeki bir ayin sırasında kabul edilme
töreninin.ilk gününde bildirildi. Her birimiz ilerlememize izin vermesi için
Meryem Ana'ya yalvardık ve çok saygı gören Çarmıha Gerilmiş Kara Deprem
Tanrısı'nın önünde aynı isteğimizi tekrarladık. İçsel bir huzur ve sevinç
deneyimi ve bir doğruluk ve ait olma hissi adayın ileriki haftalarda kuvvetli
güçlerle karşı karşıya gelmeye hazır olduğunu gösteriyordu, fakat eğer korku
hakimse, kabul edilme töreni iptal ediliyordu. Kabul edilme töreni sırasında
grubumuzun birkaçüyesi korku duydu, bazılarınınki büyük ölçüde paniğe kapılmaya
benziyordu ve bu yüzden kestiler. And Dağlarının ruhlarına, Qoyllorrit'y
festivaline ve festivalin buzul kurbanına gömülmüş bir halde geçen üç haftadan
sonra, katedrale ve Cuzco'daki Corpus Christi festivaline dönerek çemberi
tamamladık.
TEORİ VE AMAÇLI NİYET
Jung teorisi, şaman uygulamaları ve
bizim burada öngördüğümüz bu yolculuk türü, her yapının merkezindeki anahtar
motiflerin etrafında birleşir. Tipik bir şekilde bireyi hapseden görüş
açısından daha geniş bir görüş açısı oluşturmak aralarında köprü kuran bir
prensiptir. Olağan ego farkındalığının psişe üzerindeki hakimiyetinin, birşeyin
daha geniş olan psişeye girip onu etkilemesine izin vermek için gevşetilmesi
gereklidir. Jung analizinde hasta, rüyaları ve hayal gücünün diğer ürünleri işi
devralana dek bunlarla aktif bir şekilde diyalog kurmaya teşvik edilir. Bunun
sonucu, egonun kısıtlayıcı ve sınırlayıcı görüş açısından, bilinç ve bilinçaltı
olanakların bütünlüğünü içine alan ve Öz'den gelen daha kapsamlı bir görüş
açısına doğru gelişen sürekli bir davranış değişikliğidir. Şaman şifacılığı da
bu sürece paraleldir. Tüm dünyadaki şaman uygulamalarını niteleyen renk, biçim
ve yapılarındaki büyük farklılıklara rağmen, tüm şamanlar hasta insanlara ya da
gruplara şi. fa vermekle uğraşırlar. Bu çalışma tipik bir şekilde davul çalma,
ilahiler okuma v.b. yoluyla müziğin sabit ritmiyle başlar ve topluluk
üyelerinin hazır bulunmasıyla ya da aktif bir şekilde katılımıyla sürer. Teşvik
edilen trans durumu hem düzenli ego bilincini azaltır hem de ruh alemine giden
eşiği açar. Öteki dünyayla karşılaşmak değiştirici faktördür. Tüm şifacılık
sistemlerinde niyet sonuç için çok önemlidir, ki bu sonuç katılımcıların öteki
dünya deneyimiyle bunu izleyen günlük yaşantılarını bütünleştirme kapasitesini
içerir.
Bu geçiş için bilfiil yolculuğu
kullanmak istememiz kısmen bireysel bilinci olduğu kadar, ortak bilinci de
uyandırma kararımıza dayanmaktadır (Colman 1995; Montero 1992; Montero 1995).
Bunu yapmak için, bireysel bilinçteki yansıtıcı kapasiteye benzer şekilde,
ortak bilincin yansıtıcı bir organının geliştirilmesi gerekir (Colman 1995).
Ortak kimlik bilinci, bu yüzyılın bireysel farkındalığı geliştirmeye doğru
attığı adımların gerisinde kalmış gibi görünen psikolojik bir işlevdir; eğer bu
bilinç kuvvetlendirilmezse, bunun sonucunda ortaya çıkacak dengesizlik
türümüzün ve gezegendeki yaşamın büyük kısmının sonu olabilir. Yaşamdaki asıl
arketip ölüm ve yeniden doğumdur, fakat zamanımızda yeni yeni ortaya çıkan
arketip yeniden doğum olmaksızın ölümdür (Colman 1995). Bunun panzehiri
grupların, bir ortaklık içindeki çeşitlilikle bir olma duygusunu beslerken,
bireyseldendahageniş bir ekolojik .ayakta kalma perspektifini desteklemek için
yeterli bilinçle işlev görme kapasitesini geliştirmektir. Tüm yaşamın
birbiriyle bağlantısı ve karşılıklı bağımlılığını farkındalığırriızda tutarken,
maddi ve gizemci alemlerin" sentez noktalarında nasıl sağlam duracağımızı
daha iyi öğrenmemiz gerekiyor. Bizim yolculuk yöntemimiz kişiyi, bilinmeyen bir
kültürde, özellikle temelde yatan kutsal yapılar düzeyinde, bir gözlemci ve bir
katılımcı olmaya çağırıyor.
YOLCULUK VE YOLCULUK ORTAMI
■ 1994 _mayısında Peru' da And
Dağları'nda yaptığımız inceleme bu bölgeye yaptığımız ikinci geziydi. Inka
imparatorluğunun eski başkenti olan Cuzco'daki ana meydana hakim olan
katedralde rehberimiz ve kabul töreni ustamız olan Victor Nunez del Prado'ya, onun
çömezi Elizabeth Jenkings'a ve on kişilik bir grupa katıldık. Deniz
seviyesinden 3350 metre yükseklikte olan Cuzco esas olarak bir puma şeklinde
tasarlanmıştı. Etrafındaki harabeler jaguarın beden uzuvlarını belirliyordu,
mesela, başı doruktaki muhteşem Sacsayhuaman kalesiydi. Peru dikey olarak
açıkça ayrılmış üç bölgeye bölünebilir: plajları, çölleri ve vadileriyle
kumsal, ortada And sıra dağları ve doğuda genellikle geçit vermeyen Amazon
ormanı. And Dağları bir imparatorluğun gelişimi için en uygun ortamı sunar.
Yükselen doruklar ve aşağıya doğru inen dağ geçitleri arasında, içinden yolları
eninde sonunda kıvrılarak Amazon havzasına çıkan, ırmaklar akan geniş vadilerin
verimli düzlükleri uzanır. Mistik eğitimimizin büyük kısmı Cuzco'yu ormanla
birleştiren Urubamba nehrinin kutsal vadisini kuşatan dağlık surlarda ve
Cuzco'yu çevreleyen etkileyici harabelerde yer almıştı. Yol üstündeki, ruhsal
ayinleriyle iyi tanınan Machu Picchu çalışmamızın kilit noktasıydı.
Yolculuğun Cuzco'da başlaması çok
yerindeydi, çünkü görünüş olarak bu kent, onaltıncı yüzyıldan itibaren İspanyol
fethinin ve mirasının travmatik bir düzeninin ve benzeşiminin düzgün bir
minyatürüdür. Mesela, pek çok sokağın ve yapının temelinde yerli Peruluların
ünlü oldukları ince taş işçiliği vardır. Bunların üstündeyse muhteşem ve
olağanüstü güzellikte Avrupa mimarisi yükselir. Büyük yerel festivaller,
kültürlerin benzer şekildeki bozuk üst tabakasını ortaya koyarlar. Ispanyollar
ve And'lılar, kaynakları ne kadar az olursa olsun ya da giriştikleri iş ne
kadar kutsal olursa olsun, büyüğü, çok renkliliği ve estetik açıdan zenginliği
sevmeleri yönünden birbirlerini etkilerler. Mesela, Qoyllorrit'ten döndüğümüz
gün son kabul töreni gösterisine tanık olduk. Corpus Cristi festivali o gün
büyük meydanda yapılıyordu ve bu büyük Katolik olay Inka!arın ve bu soydan
gelenlerin güneşe adadıkları en kutsal festivalle çakışıyordu. Corpus Cristi,
mücevherlerle süslenmiş ve gösterişli bir şekilde giydirilmiş ondört tane lsa,
Meryem Ana ve en önemli azizlerin heykellerinin izlediği gümüş kaplama büyük bir
limuzinin ana meydanda şarap ve ekmek yeme ayini yaparak yavaş yavaş geçmesiyle
kutlanıyordu. Görünüş, bu tipik katolik geçit töreninin yapı ve anlam açısından
kuvvetle And'lı seleflerinden etkilendiği ve şimdi de o tür törenlerden biri
olduğu olgusunu yalanlıyor.
lnka İmparatorluğu, güneşe tapınmayı
ve bu tapınmanın dağ zirvelerindeki evlerini, sudaki ve yeryüzündeki ruhlara
tapınan daha önceki pek çok eski ve gelişmiş bereket kültürlerine empoze eden
bir teokrasiydi. Bu yüzden lnka ilahi doğumdu, hükümdar ve devletti. Güneş
festivalinde, önceki lnkaların bütün mumyalanmış bedenleri, şu anki katedralin
taş temeli olan Viracocha mabedindeki gece ibadetinden sonra ana meydanda geçit
töreni yapıyorlardı. lspanyolların lnkaların yerine lsa'yı, Meryem Ana'yı ve
azizleri koyduktan sonraki yıllar boyunca, bu geçit töreni sırasında And'lılar
lnkaların kalıntılarını Katojik heykellerin giysilerinin altına sakladılar ve
yeni tanrılarla beraber, ya da onların yerine, gizlice kendi tanrılarına
tapındılar. Benzer şekilde, Viracocha ilk metafizik tanrılarıydı ve
tapınaklarındaki en güçlü tanrıydı, lnka Viracocha da en ünlü hükümdarlarından
biriydi. Bu denli farklı dini ve kültürel geleneklerin birleşimindeki
paradokslara rağmen, .: Viracocha ibadeti Tanrının oğlu lsa'ya ibadetin yerine
geçmiş gibi görünüyor. Bununla birlikte, lsa'nın önemli bir görsel imgesi, haç
üzerindeki çok esmer tenli bir adam olarak ortaya çıkar. !sa katedralde çok
saygı görmüştür ve Qoyllorrit'y'de mabedin bulunduğu taş duvardaki süslenmiş
bir görüntü olarak tekrar ortaya çıkar. And'lıların psişeşinin bu kutsal
karışımı barındırma yeteneği takdire değer ve onların bu iki farklı türde
tanrıya aynı anda tapınma kapasiteleri Batılılar için büyük bir ders ve
ikilemdir.
Mesela, bu kültürel eğilim bizi
rahatsız etti, öyle ki kendimizi esas yerlileri alçaltmış ve Avrupalının
önemini yüceltmiş gibi hissettik. Üzülerek gördük ki bir zamanlar Viracocha'nın
ikonu olarak saygı gören yumurta şeklindeki büyük bir taş katedralin ana
kapılarında bir kapı pervazı olarak unutulmuştu, oysa Zenci Isa ve ona adanan
ayin besbelli çok daha önemliydi. Fakat bizim katıldığımız gizemci eğitim pek
çok Hıristiyan tarzını onurlandırırken eşit ölçüde eski yollar ve geleneklerle
de ilgileniyordu. Böylece, kabul töreni yolculuğumuzun başlangıcında ve sonunda
taşın ruhuyla enerji alışverişi yaparken, aynı zamanda da bu tören deniyiminin
bir parçası olarak kiliseyi ve kilisenin sembollerini kullandık. Çoğumuzun
tersine, And'lı rahip rehberimiz, bizim bakış açımızdan fetheden ve fethedilen
kültürler olan iki ruhsal gelenek arasındaki zıtlıktan rahatsız olmamış
görünüyordu. Onu kendi mücadelemize çekme çabamıza rağmen, gerçekte bu
çatışmayı kavramamış görünüyordu. Yavaş yavaş anladık ki onun bize öğrettiği
sistem, başlıca inançlarından biri olarak, zıtlığın üstündeki bütünlüğü
içeriyordu, daha sonra, yardımcıların bu prensibi mümkün olduğunca derin bir
şekilde kavramalarına yardım edecek şekilde tasarlanmış olan kabul törenlerine
katıldık.
G1ZEMC1 AND RAHİPLİĞİNE
KABUL EDİLME EĞİTİMİMİZ
Gizemci And geleneğinin ortaya
çıktığı çok karmaşık olan bu evrensel görüntüde, And evrenini kapsayan üç
dünyada bulunan ve bu dünyaları birleştiren pek çok ruh vardır. Nunez del
Prado'nun tanımladığı gibi, iç dünya, uyu pacha, mağaralarda, nehirlerde ve
şelalelerde yaşayan ve katil ve kana susamış nitelikten bir şakacının yaramaz,
zeki ve zararsız oyunbaz niteliğine kadar değişen karakteristikleri olan
varlıklar tarafından mesken tutulmuştur (Nunez del Prado, 1993). Bu dünya, kay
pacha, bitkilerden, hayvanlardan, yağmurdan, doludan, kardan, rüzgardan,
gökkuşaklarından, yıldırımdan ve insanlardan oluşmuştur. Yaşamın dinamosu her
yerde ve her zaman hazır olan annedir, Pacha Mama. Anneye, özel kaya
oluşumlarının içinde yaşayan daha küçük bir dişi ruh olan Nusta ve onun
dağların ruhu olan ve insanları koruyan ve onlara rehber olan kocaları Apu'lar
eşlik eder. Üçüncü dünya olan hanaq pacha, Baba Tanrı tarafından başkanlık
edilen ve Oğul !sa Mesih, Kutsal Ruh, Meryem Ana, azizler ve ölünün ruhlarıyla
bütünlenen daha yüksek bir dünyadır. Bu üç dünya arasında bağlantı vardır.
Mesela, bu dünyadan okyanuslar, göller, gölcükler ve kaynaklar aracılığıyla iç
dünyaya ve çarmıhlar, gömütler ve dini ikonlar aracılığıyla da daha yüksek
dünyaya geçmek mümkündür. Bu üç dünya arasındaki iletişim, toplumsal
müştereklik ve karşılıklılık üstüne kurulu And varoluşunun en yüce etik
prensipleri aracılığıyla sağlanır.
Rahiplikte hiyerarşi vardır ve
çömezliğin pek çok seviyesinde bir ustanın yönetiminde eğitim gerekir.
Başlangıçta ayrıntılı dini işlevler, bağışlar ve kurbanlar üstüne odaklanılır,
ta ki ruhlarla doğrudan doğruya iletişime geçme kapasitesi kazanılana dek. Bu
yol daha yüksek dünyayı görme ve Yaratıcıyı ortaya çıkarma yeteneği kazanılınca
sona erer. Bu yoldaki gerekli aşamalardan biri de, kostümlü bir dansçı olarak,
Qoyllorrit'y gibi büyük dini haclardan birine katılmak ve alçakgönüllü bir
şekilde, bu yolu izlemek için mabedin tanrısından izin istemektir. En yüksek
kabul edilme seviyesine çıkmak isteyen kişi de bir dağın tepesinde tek başına
üç gün üç gece geçirir, sonra da törenlerini tamamlamak ve onu bu üç dünyanın
ruhlarıyla birleştiren görüler aracılığıyla takdis edilmek için Qoylorrit'y'e
katılır.
Bizim kabul törenimiz kabaca
isteklilerin rahipliğin üst seviyelerine yükselmesi için belirlenen modeli
izledi, yalnızca çoğunlukla zaman ve öğrenme gerekleri üstünde yoğunlaşmıştı.
Çömezliğimiz yıllar yerine sadece birkaç hafta sürdü ve tümüyle rehberimizin
tüm gerekli bağışları yapmasına ve bizi törenlerden geçirmesine dayanıyordu, ki
bu bizi her iki dünyaya geçme deneyimine karşı hassaslaştırmıştı. Eğitim çok
deneyseldi ve iç dünyanın bu dünyayla bağlantıda olduğu mağaralar, gölcükler,
dağ dorukları ve dağ geçitleri, harabeler ve Katolik ikonlar gibi yerlerdeki
ruhsal varlıklarla enerji alışverişinden ibaretti. Yemek yemek hem bir
metafordu hem de enerjinin bu yolla kendi hareketini kopyaladığı gerçek bir
uygulamaydı. Ka.rın bölgemiz, cosco, aracılığıyla kutsal yerin daha arıtılmış
ruhsal enerjisini içimize alıyor, bu şekilde bedenimizdeki kilit merkezleri
açıyor ve sonra da içimizdeki daha ağır artıkları yere bırakıyorduk.
Harabelerin çoğunda, en kutsal noktaların yakınında sadece bu amaç için, ağır
enerjiyi yeryüzüne salıvermek için bir oturak ya da yatak şeklinde oyulmuş bir
kayayla işaretlenmiş bir bölge vardı.
Bu sistemde, bizim zıtlıklardan
oluşan Batılı düşüncemizin tersine, dinin dayandığı felsefenin esas ilkelerinde
olduğu gibi, yer ve gök tanrıları arasında birbirine karşıt olmaktan çok
bütünleştirici bir ilişki vardır. Cinsiyet farklılıkları bile karşılıklılık ve
benzerlik prensiplerine dayandırılmıştı. Hem birey hem de grup çatışmasız
birarada varolabiliyordu. Tören, içsel deneyimimiz üstüne yüksek düzeyde
meditatif bir şekilde yoğunlaşmamızı gerektiriyordu, fakat bu tören grubu
kapsayan dış dünyaya odaklanmıştı. Mekanın ruhlarıyla olduğu kadar biribirimiz
arasında da enerji alışverişi yapıyorduk. Uygulamamızda, And'lıların görüş
açısının bir parçası olan, grupların önceliğini yansıtıyorduk. And'lılar için,
ruhsal alem bile gerçektekilerine karşılık gelen sosyal gruplanmaların sembolik
canlandırılması halinde düzenlenmiştir: Birim birey değil, topluluktur, ve
sonunda sadece katı bir ait olma duygusu kalmış olmakla kalmaz, aynı zamanda
kişinin kendi sosyal evreni de oluşmuş olur.
QOYLLORRIT'Y FESTİVALİ
Qoyllorrit'y Cuzco'dan doksan mil
uzaklıktadır, fakat tehlikeli yol koşulları ve gecikmeler yüzünden ana kampa
ulaşmak tam bir gün alır. Köylüler buradan Qolqepunco'nun zirvesine doğru
yılanvari kıvrılan yokuşu tırmanmaya koyulurlar. Festival tüm ülkeden yetmiş
bin insanı kendine çekebiliyor, katılanların çoğu buraya gelebilmek için
engebefi dağlık araziyi aşan köylülerden oluşur. Köylüler tipik renkli
kıyafetler giyerler ve pek çok köy kendileri için anlamlı olan sembolik bir
canlandırmayı sahneleyen müzisyen grupları ve kostümlü dans ekipleri
gönderirler. Bölgesel müzik, dans ve davuldan oluşan bu organik doku günler ve
geceler boyunca hiç kesintisiz sürer gider. ":. Biz de onlara katıldık ve
onlar gibi, dramatik ve stratejik bir şekilde yolumuza dikilen büyük taş
haçların önünde eğilmek için zaman zaman bu dik tırmanışımıza ara verdik. Bu
kutsal 'yerlerin herbirinin önünde durduk ve ağır, hazin bir havayla başlayıp
canlı ya da parıltılı bir havaya dönüşen bir ezgi çalan müzisyenler gibi
tanrıyla'ağır ve hafif enerjileri değiş tokuş ettik. Tıpkı her yıl Kudüs'te
haçın oniki merkezinin ziyaret edildiği gibi, bizler de And tarzında lsa'nın
Calvary'deki1 acısını tekrar canlandırdık.
Qoyllorrit'y, Kolomb öncesi
dönemlerde bitki ve hayvan kurbanlarını kendine çeken koruyucu bir tanrısallık
olduğu düşünülen bir zirvede yer alır. lnka yönetimi sırasında buraya tapınmak
kurumsallaştı ve gücünü ve zenginliğini şaşaalı festivallerle ortaya koyan en
yüksek toplumsal kastın hizmetine sunuldu. Daha önce de değinildiği gibi, And
toplumunu Hıristiyanlıkla tanıştıran Ispanyol fethi yerel uygulamalar ve
inançlarla yumuşatılmıştı ve Peru tanrılarına ve azizlerine ait tapınaklar
Avrupa kökenli tapınakların yanında yer almıştı. Qoyllorrit'y'nin esmer tenli
İsa'sı bu karışımlardan biridir. İsa'nın ortaya çıkışını anlatan hikaye ve
doğal bir kayanın üstündeki çarmıha gerilişini gösteren baskı tipik Katolik bir
tarzdadır. Özet olarak, İsa çok fakir, acı çeken ve itaatkar bir yerli oğlana
gelir. Pek çok olaydan sonra, birkaç yetişkinin tanık olduğu nihai karşılaşma
gelir ve İsa'nın belirmesi çarmıhta kanayan ve can çekişen İsa'ya dönüşür ve
oğlan ölür. Bu işaretli kayayı çevreleyen dağın tepesine çok büyük fakat basit
bir mabet kuruldu. Festival günleri boyunca, buraya haç yapanlar ellerinde
yanan mumlarla sağlık, para ya da ne bahşedilmesini istiyorlarsa onu dileyerek
bu mabedin içinde toplanırlar. Ne varki bu tapınmanın kalbinde ukukus'lar, ayı
adamlar vardır. Bu kişiliklerin yarı tanrı yarı insan olduğu düşünülür ve bu
rolü oynayan kişiler her köyün en iyi genç erkekleri arasından seçilir. Bu
insanlar karakter sağlamlığı kadar fiziksel cesarette de üstün olmalıydılar,
çok çevik olmalı ve yükseklerdeki az havaya ve şiddetli soğuğa karşı dayanıklı
olmalıydılar, çünkü amuda kalkmakla, buzul üstünde zıplayıp koşma gibi en
cesaret isteyen ustalıklar yaparak büyük güçlere meydan okuyup teslim olarak
geceyi geçirdikleri mabedin ötesindeki buzula onlar tırmanırlar. Hayatta
kalanlar sırtlarında yükselen güneşin ışığını yansıtan bir buz kütlesi
taşıyarak şafakta aşağı inerler. Yarı tanrılar gibi gökten koparıp aldıkları
yıldızları aşağı getirmekle yükümlüdürler. Buz mabetteki lsa'ya teslim edilir.
Tören sırasında genç adamlardan birinin öldüğünü duyunca şoke olduk ve önceki
yıl da beş adamın ölmüş olduğunu öğrendik; bunu bize rehberimiz ve And
mistisizmi öğretmenimiz sakin bir şekilde söyledi ve her yıl birinin bu şekilde
öldüğünü de ekledi. Şafakta dönen erkekleri arayarak buzulun yarısına kadar
çıkıp toplanan köylülerin gözlerindeki sabırsız ve araştıran bakışlar bu
kabullenmişlik havasını yalanlıyordu. Gözleri açıkça bir oğulun, yeğenin,
arkadaşın ya da sevilen birinin yaşamı için duyulan umudu ve korkuyu yansıtıyordu.
Yine de daha iyi bir ortak varoluş umuduyla her yıl bu erkekleri su
• nuyorlardı.
Bu üç gün boyunca bizi çevreleyen
festival topluluğunda yaratılan çarpıcı sosyal düzen de neredeyse bu .ölümler
kadar ağırdı. Sağlık durumu ne olursa olsun her yaştan erkek, kadın ve çocuk
bir şekilde bu yüksek dağa tırmanıyorlar ve hiçbir tür imkan, yiyecek ya da
sağlık teçhizatı olmaksızın buzulun yamacına. yerleşiyorlar ve barış ve uyum
içinde çeşitli dini ve toplumsal değiş tokuşa girişiyorlardı. Bu; bizim çoğu
Batılı sosyal psikolojik açıklamalarımıza meydan okuyan yüce bir topluluk
vakasıydı. Belli ki bu _hacılar kendilerine 'rehberlik edecek yüzyılların
gelenek ve adet ritmine sahiptiler. Bu büyük kalabalığın içindeki her birey ve
her küçük grup, usdışı fakat zeki bir şekilde, birbirinekenetlenmiş iki ruhsal
merkeze görünmez ipliklerden oluşan bir ağ ile bağlanmış gibi görünüyorlardı.
Biri, Kolomböncesi bir sunaktı, ukukus olarak bedenlenmişti, yani' hepsinin
uğruna buzulun güvenilmez yamaçlarında dans eden geleneksel kurbanlar olan ayı
adamlardandı. Diğeri ise, hem her yerde hazır olan herkesin günahını çeken
kurbanın bir imgesi olan hem de insan yaşamına ve ruhuna boyun eğdirilişin ve
fethin bir simgesi olan çarmıha gerilmiş İsa idi.
Ne var ki bu festival sırasında bizi
ve hacca gelenleri üçüncü bir enerji merkezi cezbetti. Meryem Ana'ya takdis
edilmiş olan mabetten çok uzak olmayan bir dağ, çok faal, sembolik bir ticari
işe adanmış büyük bir bölgenin merkezi olarak görülüyordu. Burada insan uydurma
parayla gönlünün istediği küçük bir faks makinesi alabilirdi. Taş tezgahların
üstünde, basit bir şekilde kilden ya da tahtadan yapılmış ve renkli bir şekilde
süslenmiş küçük yük arabaları, tarım alanları, meyva sepetleri, insan figürleri
v.b. satılıyordu. Pek açık olarak kutsalla kafir, ibadetle ticaret arasında
bölünmüş olan tipik Batılının bulunmadığı bir hayal ve düş alanı, bir tür
kutsal pazardı burası. Bu oyun oldukça karmaşıklaşabiliyordu. Biz sahneye girer
girmez, Amerika'ya gitmek için vize isteyen heyecanlı köylüler yaklaştı
yanımıza. Pasaporta benzer şekilde düzenlenmiş defterlere vize girişlerine
yazıp imzaladık, oradaki başka bir satıcı da bunları onayladı. Bunun
karşılığında, Güneş Yolu'nda ve bir And Mistisizmi Üniversitesinde bir gezi
kazandık. Paramızın geri kalanını yoğun bir alışveriş günündeki New York
tüccarları gibi davranan pek çok yerlinin bulunduğu Meryem Ana bankasına
yatırdık. Bu ticaret alanına hoş bir mizaç ve umut yayılmıştı, fakat mali
işlerin doğurduğu tüm o çılgınlık ve ciddiyet de sergileniyordu.
ÇİMENTODAKİ RUH
Cuzco'da grubun diğer üyelerinin
içimizdeki gerçekliğinin tümüyle bilincinde olmakla birlikte paylaştığımız
kabul töreni boyunca bizi bir arada tutan ve biçimlendiren grup bağlarını
koparıp onlardan yolumuzu ayırdık. İçimizde büyüyen tüm insanlıkla aramızdaki
toplumsal bir bağ duygusu kişisel bağlantılarımızı koparmamızı
kolaylaştırmıştı. Burada sadece kısaca kendimiz adına konuşabiliriz;
And'lardaki deneyime karşı duyduğumuz yoğun dolaysız tepkilerimiz farklı olmuş
olsa da, bunun ertesinde bu deneyimin günlük yaşantımızda bütünleşmesinin
etkisi benzerdi.
Her ikimiz de MuseviHıristiyan
geleneğinde yetiştik, birimiz Yahudi, diğerimizse bir Katolik, fakat hiç
birimiz hali hazırda asıl inancımızda ibadet etmiyoruz. Ne var ki her birimiz
kişisel ve ortak tarihlerimizde aile üyelerinin ve sosyal grupların Avrupa'daki
ve Peru'daki politik karmaşalar karşısında feda edilmesiyle yüz yüze gelmiştik.
Yaşamının büyük kısmında derin bir şekilde modern lsrail'in ölümyeniden doğum
destanıyla ve Nazilerin musevi kıyımıyla ilgilenmiş bir Yahudi olarak Arthur,
And.insanlarının yaşadığı Hıristiyan zulmüne karşı son derece hassastı. Çok
gelişmiş İnka kültürünün fatihleri ve yağmacıları olarak Katoliklerin tarihi ve‘süregelen rollerine karşı duyduğu o
ilk öfkesi Qoyllorrit'y'de tanık olduklarıyla daha da alevlenmişti. Ona öyle
geliyordu ki yerli gelenekleri Katoliklik sınırları içine dahil olmuştu, bu
hakimiyetin bir sembolü, mabette İrlandalı bir rahip tarafından yapılan Katolik
ayininde ukukıts'un zor kazanılmış yıldız/buz hazinelerinin teslim edilmesiydi.
Fakat Arthur sonunda daha büyük bir gerçekliği kucaklamak durumunda kaldı, bu
gerçeklikte ne kadar zayıf ve mağdur olurlarsa olsunlar yerliler ruhsal bir
mucizeyi etkilemişlerdi: İnka ve Hıristiyan ayininin, onlara tesir eden ve
paradoksal bir şekilde hem kendi gelişimini hem de meslektaşlarınınkini
etkileyen yeni bir inanç oluşturarak evlenmesiydi.
Yıllarca Amerika'da ikamet eden
Pilar, ülkedeki lspanyol hükümdarların soyundan gelen üstsınıf bir Perulu
olarak doğmuştu. Çocukluğu sırasında zenginle yoksul arasındaki ırk ve sınıf
engellerj aşılmazdı. Bu ayrımın bir parçası olarak yerliler onun hizmetkarları
olmuşlardı ve sanki kendi çocuklarıymış gibi sorgulamadan, hatta şikayet etmeye
bile hakları olmadan onun bedenini beslemişlerdi. Kendi çevrelerinde, en
azından doğuştan kazandığı Avrupalı haklarının verdiği estetik ve entellektüel
yetenekler kadar gizemli ve baştan çıkartacak kerte tuhaf olan güçleri öğrendi.
Daha genç bir kadınken 1 960'ların askeri ayaklanmasının, kendi sınıfının ve
ailesinin zenginliği büyük ölçüde yok olurken, ekonomik ve politik gücün
yerlilere ve karışık ırklı diğer daha alt sınıflara geçtiğini gördü. Şimdi,
yıllar sonra bir And kabul törenine katılması ona gereken şifayı vermişti.
Sembolik insan kurban etme onun kendi sembolik kurbanı yüzyıllar süren
toplumsal suistimaller düzeltilmiş olsa bile ailesinin ve kendi kişisel
ıstırabının ve doğuştan kazandığı hakkın kaybedilmesi yerine
geçmişti.Qoyllorrit'y festivali onun kızgınlığını geçirmiş ve ülkesinin
tarihsel dramasına katılan herkese karşı duyduğu şefkati derinleştirmişti.
Belki de en kritik olana Qoyllorrit'y
olaylarının, ikimizin içinde yaşayan farklılık ve kurban için canlı bir ayna
sağlayarak ilişkimizi derinleştirme şekliydi. Geçmiş dünyalarımıza ve geçmiş ve
şimdiki önyargılarımıza, karşıtlıkları birbirine bağlılığa ve zıtlığı bütünlüğe
dönüştüren kutsal bir ortamda tanık olabilmiştik, yüksek And buzulunu
terkettikten uzun süre sonra bile ilişkimizde pozitif sonuçlar doğurmaya devam
eden bir armağandı bu.
Hepimiz için bir grup, bir çift ve bireyler olarak yapılan
çağrı, ölümyeniden doğum arketipini daha derin ve geniş bir şekilde anlamaktı,
yaşamın sürekli olarak tekrarladığı kendisini kendi yenilenmesine teslim etme
talebiydi. Öğrenimimizin merkezinde kutsalla kafirin, bireyle topluluğun ve
maddeyle ruhun tek bir bölünmemiş bütün olduğu deneyimi yatmaktaydı. And'larda
çevremizde gördüğümüz yoksulluk Kalifornia'da içinde yaşadığımız maddi dünyanın
kutsallığının daha çok farkında olmamızı sağlamıştı. Sadece doğanın değil, aynı
zamanda doğaya yaptığımız teknolojik eklemelerin de tanrının yüzü olduğunu
açıkça anlamıştık. Bir kez Amerika'ya geri dönünce, düzenli çevremizde
kutsallıkla paylaşımımıza adanmış bu eşikleri çok daha rahat bir şekilde
belirleyebildik. Mesela, hastalarımız ve meslektaşlarımızla iyileştirme
seanslarına katıldığımız güya dini olmayan terapi ofislerimiz, And
yolculuğumuzda ruh alemine geçmek için kullandığımız araçlardan, dağ
zirvelerinden, mağaralardan, ikonlardan ve diğer yerlerden hiç de farklı
olmayan sunaklardır. Jung terimleriyle söylersek, Öz'den gelen görüntü, her
.günkü deneyimimizin olağan gerçekliğinde kurulmuş ve onaylanmış oldu.
Her ikimiz de yirmi yıldan fazla bir
süre, şimdide ortaya çıkan ve insanların yaşamları boyunca devam eden
bilinçaltı kuvvetlerle bilinçli bir diyaloğu geliştirmek için bireylerle ve
gruplarla çalıştık. Yolculuğu ortak bilinci uyan‘dırma misyonumuza hizmet
edecek bir "geçiş" tekniği olarak inceleme kararımız yaptığımız bu
zengin yolculukla ve başka yolculukların geleceği umuduyla alevlendi.
Nihayetinde iç görüş dış görüşten ayrılabilir değildir, tıpkı bedenin psişeden
ayrılabilir olmadığı gibi. Yukarıda tanımladığımız türde yolculuk bu
ayrılamazlıklar hakkında güçlü bir öğretmendir, çünkü bu deneyimlerde geçişler
sadece şamancıtürde rüyalar, hayaller ve aktif imgelemler değil, fakat başa
çıkmanın kritik olduğu başka güçlü dünya ortamlarına tüm organizmanın gerçek
geçişidir. Niyetle bir kültürün çoşkulu törenlerine katılırken, bedensel
varoluşla yeni bir mekanın gerçek fiziksel, estetik, ticari, toplumsal ve
ruhsal yanına geçmek başka bir dünyaya giden eşiği aşmanın, öğrenmenin ve
iyileştirmenin ve belki de içinde insanların kendi rollerini oynadıkları
birleşik bir varoluş görüşüne yaklaşmanın olağanüstü kudretli bir yoludur.
KAYNAKÇA
Colman, A. D. 1995. Upfronı
Scapeıjoatiıııj, Aıv,ıkcııinq Coıi'ciousııess iıı Groııps, Wilmetre, İli:
Chiron.
Montero, P. 1992. The tmaginal at
Crossings: A Soul's View of Ornanizational and individııal analysis. Wilmette,
lll: Chiron Puplications.
. 1995 'The Altar in Human Groups: A
Path to the Living God." in Zurich, in press.
Nunez del Prado., J. V. 1993. 'The
Cultural State of the lnca Em pire: The Andean Priesthood." Unpublished
mansuscript.
Tierney, P. 1989. The Highest Altar:
Unveiling the Mystery of Human Sacrifice. London, Penguin.
1
Calvaıy: İsa'nın çarmıha gerildii!i yer.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar