Print Friendly and PDF

Fetret Dönemi Gizli Peygamberlerinden ... Epiktetos

 

EPIK TE TOS

Düşünceler ve Konuşmalar

Düşünceler ve Konuşmalar / Epiktetos

2020, inkılap Kitabevi

 

İngilizceden çeviren

Özge Özköprülü

16 Ocak 1978 yılında Ankara'da doğdu. 1995 yılında TED Ankara Koleji'nden, 1999 yılında Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. 2005 yılından beri çeviri ve lo-kalizasyon alanlarında çalışmalar yürütüyor. Türkçeye çevirdiği elliyi aşkın kitabın yanı sıra, 2001 yılında basılan Kir adlı bir şiir kitabı da bulunmakta.

İÇİNDEKİLER

I. CİLT

Başkalarının Hatalarına (Kusurlarına)

Dizin ..................................................................................481

ARRİANOS’TAN EPİKTETOS’UN SÖYLEVLERİ

Arrianos'tan Lucius Gellius'a, mutluluklar dileğiyle.

Epiktetos’un Söylevleri’ni1 insanın bu tür şeyleri kaleme alacağı şekilde yazmadığım gibi, onları herkese yayan da ben değilim, çünkü onları ben yazmadım aslında. Daha ziyade, Epiktetos'tan duyduklarımı olabildiğince onun kendi kelimeleriyle kâğıda aktarmaya çalıştım; Epiktetos'un düşüncelerini ve özgür konuşmalarını kendime anı olarak saklamak için. Dolayısıyla Söylevler başkalarının okuyacağı düşüncesiyle değil, insanın herhangi bir hazırlık yapmadan karşısındakiyle konuşacağı şekilde yazıldı. Durum böyleyken, Söylevler’in benim rızam ya da bilgim olmadan halkın eline nasıl geçtiğini bilmiyorum. Gelgelelim, eğer yazmak konusunda yeteneksiz olduğum düşünülürse, bunu pek de önemsemem; Epiktetos da sözlerinin herhangi biri tarafından hor görülmesini önemsemez, çünkü bu sözleri sarf ettiği sırada, kendisine kulak verenlerin zihinlerini en yüce meselelere yönlendirmekten başka bir amacı yoktu. Söylevler'n gerçekten bu etkiyi yarattığı takdirde, filozofların sözlerinden beklenen neticeyi vereceğini düşünüyorum. Ancak, şayet öyle olmazsa, okuyanlar bilsinler ki Epiktetos bu konuşmaları yaparken, dinleyenler kendilerini Epiktetos'un istediği şekilde etkilenmekten alıkoyamazlardı. Ne var ki, Söylevler yazılı haliyle bu etkiyi yaratmazsa, bu belki benim hatamdır veya belki de kaçınılmazdır.

Elveda!

I. CİLT

*

I. BÖLÜM

ELİMİZDE OLANLAR VE OLMAYANLAR ÜZERİNE

Kendi kendini inceleme ve dolayısıyla onaylama ya da onaylamama kapasitesine sahip tek bir yeti bile yoktur (birazdan bahsedeceğim hariç). Dilbilgisi sanatı inceleme gücüne ne kadar sahiptir? Yazılanlar ve konuşulanlar hakkında bir fikir oluşturmaya yetecek kadar. Peki ya müzik? Melodi hakkında bir fikir oluşturmaya yetecek kadar. Hiçbiri kendi kendini inceler mi? Katiyen. Bir arkadaşına yazman gerektiğinde, dilbilgisi sana kullanman gereken kelimeleri söyler ama yazıp yazmaman gerektiğini söylemez. Müzik ile sesler arasındaki ilişki de böyledir; müzik sana o anda şarkı söyleyip lavta çalmalı mısın yoksa her ikisini de yapmamalı mısın söylemez. Öyleyse bunu sana söyleyen yeti hangisidir? Hem kendini hem de diğer her şeyi inceleyen yeti. Peki, bu yeti nedir? Mantık yetisi; çünkü sahip olduklarımız arasında kendi kendini, ne olduğunu, nasıl bir gücü olduğunu, bu armağanın değerıni ve diğer bütün yetileri inceleyen tek yeti budur. Kendileri söyleyemeyeceğine göre, altın nesnelerin güzel olduğunu söyleyen başka ne vardır? Belli ki bunu bize söyleyen, izlenimleri2 değerlendirme kapasitesine sahip olan yetidir. Müziği, dilbilgisini ve diğer yetileri değerlendiren, faydalarını kanıtlayan ve onları kullanacağımız durumları gösteren başka ne vardır? Hiçbir şey.

Öyleyse tanrıların bize teslim ettiği tek armağan en iyi ve en yüce armağandır; izlenimleri doğru kullanmak. Diğer şeyleri ise bize teslim etmemişlerdir. İstemedikleri için mi? Ben ellerinde olsaydı diğer şeyleri de bize teslim edeceklerini düşünüyorum ama bunu yapamazlardı. Dünyada var olduğumuza, bir bedene ve fiziksel unsurlara bağlı olduğumuza göre, dış etkenlerin bizi engellernemesi nasıl mümkün olabilirdi ki?

Zeus ne der? Epiktetos, eğer elimde olsaydı, bedenini ve sahip olduklarını özgür kılar, engellere maruz bırakmazdım. Ancak şunu bilmelisin: Bu beden sana ait değil; ineelikle yoğrulmuş kilden ibaret. Bahsettiklerimi yapamadığım için sana bizden küçük bir parça verdim; bir nesnenin peşinden koşma ya da ondan uzak durma yetisini, arzulama ve sakınma yetisini, yani kısacası, izlenimleri kullanma yetisini. Eğer bu yetiye iyi bakar ve onun tek varlığın olduğunu düşünürsen, hiçbir engel ile karşılaşmazsın; ağlayıp sızlanmaz, hiç kimseyi suçlamaz, hiç kimseyi göklere çıkarmazsın.

Bunlar senin için önemsiz mi? Umarım öyle değildir. O halde, bunlardan memnun ol ve tanrılara dua et. Gelgelelim, tek bir şeye bakmak ve ona bağlanmak elimizdeyken, biz pek çok şeye bakmayı ve pek çok şeye bağlanmayı tercih ederiz; bedenimize ve mal varlığımıza, kardeşlerimize ve dostlarımıza, çocuklarımıza ve kölelerimize. Pek çok şeye bağlı olduğumuz için de bunalır ve bu şeylerin altında eziliriz. Bu nedenle, hava koşulları denize açılmaya müsait olmadığında oturup kendimize işkence eder ve devamlı rüzgârın hangi yönden estiğine bakarız. Kuzeyden. Olmaz. Ne zaman batıdan esecek? Ne zaman isterse ya da Aiolos ne zaman isterse; çünkü Tanrı rüzgârların idaresini sana değil, Aiolos'a vermiştir.3 Öyleyse? Elimizde olan şeylerden en iyi şekilde faydalanmalı, geri kalan şeyleri ise doğalarına uygun olarak kullanmalıyız. Doğaları nedir peki? Tanrı ne isterse...

"Bir tek benim kellem mi gidecek?" Ne yani, herkes kellesini kaybetseydi teselli mi bulacaktın? Neron boynunun vurulmasını emrettiğinde Roma'da Lateranus'un4 yaptığı gibi boynunu uzatmayacak mısın? Lateranus boynunu uzatıp zayıf bir darbe aldığında bir an boynunu geri çekmiş, sonra tekrar uzatmıştı. Kısa bir süre önce Neron'un azat ettiği kölesi Epaphroditus5 kendisini ziyaret edip işlediği suçun sebebini sorduğunda da "Eğer söyleyeceğim bir şey olursa, efendine söylerim," demişti.

Öyleyse insan böyle durumlara nasıl hazır olabilir? Şundan başka nasıl olabilir ki? Benim olanlar ve olmayanlar; bana müsaade edilenler ve edilmeyenler. Öleceğim. Öyleyse ağlayıp sızlanarak mı ölmem gerekiyor? Zincire vurulacağım. Öyleyse ağlayıp sızianmam mı gerekiyor? Sürgüne gönderileceğim. Gülücüklerle, neşeyle ve memnuniyetle gitmemi engelleyecek kimse var mı? "Bana sırrını söyle." Söylemeyeceğim, çünkü söylememek benim elimde. “Ama seni zincire vurdururum."6 Ne dedin? Beni zincire mi vurduracaksın? Ayağıma zincir vurabilirsin ama irademi Zeus bile alt edemez. "Seni zindana atarım." Biçare bedenimi demek istiyorsun yani. "Boynunu vurdururum." Boynumu vurduramayacağını ne zaman söyledim ki? Filozoflar işte bu meselelere kafa yormalı, her gün bu meseleler hakkında yazmalı ve kendilerini eğitmelidirler.

Thrasea7 "Yarın sürgüne gönderileceğime, bugün öldürülmeyi tercih ederim," derdi. Peki, Rufus8 ona ne dedi? "Eğer daha ağır bir felaket olduğu için ölümü seçiyorsan, bu büyük bir budalalık değil mi? Daha hafif olduğu için seçiyorsan da seçim hakkını sana kim verdi? Sana verilenlerden memnun olmaya çalışmayacak mısın?"

Sonrasında Agrippinus9 ne dedi? “Ben kendime ayak bağı olmayacağım." Senato'da davasının devam ettiği bildirildiğinde, şunları söyledi: “Umarım iyi sonuçlanır ama saat on bir" -bu Agrippinus'un egzersiz yaptığı ve yıkandığı saatti - “gidip egzersizimizi yapalım." Egzersizini yaptıktan sonra biri gelip mahkûm edildiğini bildirdi. “Sürgüne mi yoksa ölüme mi?" diye sordu Agrippinus. “Sürgüne.", “Peki ya mülklerim?", “Elinden alınmadı.", “Öyleyse Aricia'ya10 gidelim ve yemek yiyelim," dedi Agrippinus.

İnsanın öğrenmesi gereken işte budur; arzuyu ve sakınmayı engellerden, insanın kaçınacağı şeylerden arındırmak. Öleceğim. Eğer şimdi öleceksem, buna hazırım. Daha sonra öleceksem, şimdi yemeğimi yiyeceğim, çünkü şimdi yemek saati; sonrasında ölürüm. Nasıl mı? Başkasına ait olan bir şeyi teslim edercesine.” 11

II. BÖLÜM İNSAN HER DURUMDA KARAKTERİNİ NASIL KORUYABİLİR?

Rasyonel hayvan için katlanılmaz olan tek şey irrasyonel olandır; rasyonel şeyler katlanılabilirdir. Fiziksel darbeler özünde katlanılmaz değildir. Nasıl mı? Kırbaçlanmanın mantığa uygun olduğunu öğrenerek büyüyen Spartalıların12 kırbaç darbelerine nasıl dayandığına bakın. Kendini asmak katlanılmaz değildir. Rasyonel olduğunu düşünürsen, kendini asarsın. Kısacası, gözlemlediğimiz zaman, insanı hiçbir şeyin irrasyonel şeyler kadar üzmediğini ve hiçbir şeyin rasyonel şeyler kadar cezbetmediğini görürüz.

Ne var ki rasyonel ve irrasyonel de tıpkı faydalı ve zararlı ya da iyi ve kötü gibi kişiden kişiye değişir. Bu nedenle, rasyonel ve irrasyonel konusundaki ön fikirlerimizi çeşitli konulara doğaya uygun olarak uyarlamak için disipline ihtiyacımız vardır. Rasyonel ve irrasyonel şeyleri belirlerken sadece dış etkenleri değil, kişiye uygun olanları da göz önünde bulundururuz. Birisi için bir başkasının oturağını tutmak mantığa uygundur, çünkü tutmadığı takdirde kırbaçlanacak ve yemeğinden mahrum kalacaktır, tuttuğu takdirde ise hiçbir zorlukla karşılaşmayacaktır. Bir başkası için ise sadece oturağı tutmak değil, başkalarının bu görevi yerine getirmesi de katlanılmazdır. Bana oturağı tutmalı mıyım yoksa tutmamalı mıyım diye sorarsan, yemeğini hak etmek açlıktan ölmekten iyidir ve kırbaçlanmak kırbaç-lanmamaktan daha onur kırıcıdır derim. Dolayısıyla, çıkarlarını bu kriterlere göre ölçüyorsan, oturağı tut. “Ama bu bana yakışmaz," diyorsun. O zaman meseleye bu etkeni de katması gereken sensin, çünkü kendini tanıyan sensin; kendi değerini ve kendini ne kadara satacağını bilen sensin, ne de olsa insanlar kendilerini farklı fiyatlara satarlar.

Florus, Neron’un13 14 gösterilerine gidip gitmemesi, hatta gösterilerde yer alıp almaması gerektiğini tartarken, Agrippinus ona gitmesini söyledi. Florus, Agrippinus’a “Sen niye gitmiyorsun?" diye sorduğunda, Agrippinus, “Çünkü bu benim aklımdan bile geçmedi," diye yanıtladı. İnsan bu tür meselelere kafa yormaya ve dış etkenlerin değerini hesaplamaya başladığında, karakterini unutmaya çok yaklaşır. Bana neden ölüm mü yoksa hayat mı daha iyidir diye soruyorsun? Hayat derim. Acı mı yoksa haz mı? Haz derim. “Ama eğer gösteride yer almazsam, kellemi uçururlar." Öyleyse git ve yer al ama ben almayacağım. Neden mi? Çünkü sen kendini tuniğe bürünmüş olanların tek bir ipliği gibi görüyorsun. Öyleyse, herkes gibi olmaya çalışmak sana uygun, ne de olsa ipliğin de diğer ipliklerden daha üstün olmak gibi bir amacı yoktur. Ancak ben mori4 kısım olmak istiyorum, tuniği zarif ve güzel gösteren o küçük ve parlak kısım. Öyleyse bana neden herkes gibi olmamı söylüyorsun? Eğer öyle olursam, nasıl mor kısım olabilirim ki?

Helvidius Priscus15 da bunu bilir ve buna uygun davranırdı. Vespasianus ona senatoya girmemesini emrettiğinde, "Senatonun üyesi olmama izin vermemek senin elinde ama olduğum sürece içeri girmek zorundayım," diye cevap verdi. “Gir öyleyse," dedi imparator, “ama hiçbir şey söyleme." “Fikrimi sormazsan, sessiz kalırım." “Ama fikrini sormak zorundayım." “Ben de doğru gördüklerimi söylemek zorundayım." “Söylersen, seni ölüme mahkûm ederim." “Ne zaman ölümsüz olduğumu söyledim ki? Sen kendi üzerine düşeni yap, ben de benimkini: Sana düşen öldürmek, bana düşen ise korkmadan ölmek. Sana düşen beni sürgüne göndermek, bana düşen ise kederlenmeden yola koyulmak. "

Tek bir kişi olan Priscus'un ne faydası olmuştur öyleyse? Mor kısmın togaya ne faydası olmuştur? Göze çarpmış ve iyi bir örnek teşkil etmiştir, daha ne olsun ki? Oysa aynı durumda başka biri olsa, senatoya girmesini yasaklayan imparatora canını bağışladığı için teşekkür ederdi. Gerçi Vespasianus öyle birinin senatoya girmesini yasaklamazdı zaten, çünkü onun ya saksı gibi oturacağım ya da imparatorun istediklerini söyleyeceğini, hatta daha fazlasını da ekleyeceğini bilirdi.

Üreme organı alınmadığı takdirde ölme tehlikesiyle karşı karşıya olan bir sporcu da aynı tavrı sergiledi. Filozof olan kardeşi ona “Ne yapacaksın? Organını aldırıp spor hayatına geri mi döneceksin?" diye sordu. Ne var ki sporcu kararında diretti ve öldü. Birisi Epiktetos'a “Bunu nasıl yaptı? Bir sporcu olarak mı yoksa bir filozof olarak mı?" diye sorduğunda, “Bir insan olarak," diye cevapladı Epiktetos. "Olimpiyat Oyunları'nda mücadele etmiş ve sporcular arasında adını duyurmuş bir insan olarak; Baton'un okuluna öylesine girip çıkanlardan değildi."16 17 Başka biri ise yaşayabileceğini bilse, kafasının kesilmesine bile itiraz etmezdi. İnsanın karakterini göz önünde bulundurmak işte bu yüzden çok önemlidir.

“Haydi, bakalım Epiktetos, sakalım kes."i? Eğer ben bir filozofsam, sakalımı kesmeyeceğim. “O zaman boynunu vurdururum." Bunun sana bir faydası olacaksa, vurdur.

Birisi bu durumda insanların kendi karakterlerine uygun olanları nasıl anlayacaklarını sordu. Epiktetos şöyle cevapladı: Bir boğa, aslanın saldırısına uğradığında, kendi gücünü nasıl keşfeder ve bütün sürüyü korumak için öne çıkar? Eğer kişi o güçlere sahipse bunu sezer; dolayısıyla aramızda o güçlere sahip olanlar bunu bilirler. Boğa birdenbire boğa olmaz; cesur bir insan da öyle. Yaz seferi için kıştan hazırlanmalı ve kendimizi henüz hazır olmadığımız durumlara sokmakta acele etmemeliyi.

İradeni ne kadara satacağını iyi düşün ve hiç değilse küçük bir meblağ karşılığında satma. Belki de yücelik ve üstünlük Sokrates gibilere aittir. Peki, yücelik bizim doğamızda varsa, neden çoğumuz Sokrates gibi değiliz? Bütün adar hızlı koşar mı ? Bütün köpekler iz sürmekte iyi midir? Eğer sıradan biriysem, hiç çaba sarf etmeyecek miyim? Epiktetos Sokrates'ten daha iyi değildir ama ondan daha kötü de değilse, bu benim için yeterlidir. Asla bir Miloi8 olmayacağım ama bedenimi ihmal etmiyorum. Kroisos da olmayacağım ama servetimi ihmal etmiyorum. Kısacası, en üst mertebeye ulaşamama endişesiyle hiçbir şeyi ihmal edemeyiz.

m. BÖLÜM

TANRI’NIN BÜTÜN İNSANLARIN YARATICISI OLDUĞU İLKESİNDEN NASIL SONUÇLAR ÇIKARILMALIDIR?

Eğer insan hepimizin Tanrı'dan” geldiği ve Tanrı'nın hem bizi hem de tanrıları yarattığı ilkesini kabul ederse, kendisi hakkında kötü ve alçak düşüncelere kapılamaz bana göre. Eğer imparator seni evlat edinseydi, kibrinden geçilmezdi; bu durumda Zeus'un oğlu olduğunu bilmenin seni daha fazla gururlandırması gerekmez mi? Ancak, öyle olmaz işte. İnsanın yaradılışında hayvanlarla ortak olan beden ve tanrılarla ortak olan akıl ile mantık iç içe geçtiği için, çoğu kişi bu sefil ve fani bağlantıya yönelirken, az sayıdaki kişi ilahi ve mutlu olan diğer bağlantıya yönelir. Herkes her şeye doğal olarak kendi inançları doğrultusunda yaklaştığı için, sadakat, alçakgönüllülük ve izlenimleri doğru kullanmak adına doğduğunu düşünenler kendileri hakkında kötü ve alçak düşüncelere kapılmazlar ama çoğu kişi için bunun aksi geçerlidir. Çünkü onlar "Ben kimim ki?" diye sorarlar. "Zavallı, sefil bir et parçası." Sefil, evet ama bir et parçasından ibaret değilsin. Öyleyse neden buna takılıp daha iyi özelliklerini görmezden geliyorsun?

19 Epiktetos Tann'dan ve İlanlardan bahseder. Halk arasında yaygın olduğu üzere, Tann'dan Zeus ismiyle bahseder. Halk çok sayıda İ^anya inanıyordu ama belki de Epiktetos 'un Transı tekti. Homeros, Zeus için “İnsaniann ve tannlann yaratıc ısı" der. Vergilius da Jüpiter için “Tannlann yaratıcısı ve insanlann kralı" diye bahseder.

Bedenle olan bu bağlantıya yönelenlerin bazıları kurda dönüşür; güvenilmez, hain ve sinsi olur. Bazıları ise aslana dönüşür; vahşi, acımasız ve yabani olur. Ancak büyük bir çoğunluğu tilkiye veya daha da beter bir hayvana dönüşür. Kötü niyetli ve iftiracı bir insan tilki veya daha beter bir hayvan değil de nedir? Dikkat et de bu sefil şeylerden birine dönüşme.

IV. BÖLÜM İLERLEME YA DA GELİŞİM ÜZERİNE

Filozoflardan arzunun iyi şeyleri arzulamak ve sakınmanın kötü şeylerden sakınmak anlamına geldiğini, ayrıca insanın mutluluğa ve huzura ancak arzusunu bularak ve kaçındıklarının pençesine düşmeyecek kavuşabileceğini öğrenip ilerleme kaydeden kişi arzularını erteler ve sadece iradesine bağlı konularda sakınma yetisinden faydalanır. Çünkü iradesinden bağımsız bir şeyden kaçınmaya çalışırsa, kaçındığı şeyin pençesine düşebileceğini ve mutsuz olacağını bilir. Erdem bize mutluluk ve huzur vaat ediyorsa, erdem doğrultusunda ilerlemek hiç kuşkusuz bu şeyler doğrultusunda da ilerlemektir. Çünkü herhangi bir şeyi mükemmelleştirmek bizi hangi noktaya götürüyorsa, ilerleme bu noktaya doğru yapılan bir atılımdır.

Erdemin söylediğim gibi olduğunu kabul etmemize rağmen neden hâlâ başka alanlarda ilerleme kaydetmeye çalışıyor ve bunu sergiliyoruz? Erdem ne getirir? Huzur. Öyleyse ilerleme kaydeden kimdir? Hrisippos’un18 çok sayıda kitabını okuyan kişi mi? Erdem, Hrisippos'u anlamayı mı içerir? Eğer öyleyse, ilerleme Hrisippos'u çok iyi bilmekten başka bir şey değildir. Ne var ki erdemin bir şey ürettiğini kabul ederken, ona yaklaşmanın başka bir şey, yani ilerleme ya da gelişim olduğunu belirttik. "Bu kişi Hrisippos'u kendi kendine okuyabiliyor zaten," dedi biri. "Gerçekten de büyük bir ilerleme kaydediyorsunuz bayım. Ne ilerleme ama!" Onunla neden dalga geçiyorsun? Onu neden kendi hatalarının farkına varmaktan uzaklaştırıyorsun? İlerlemeyi nerede arayacağını öğrenmesi için ona erdemin etkisini anlatmayacak mısın? İlerlemeyi çalışmalarında ara. Çalışmaların nerede? Arzuladıklarında ve sakındıklarında... Amacın, arzularının seni hayal kırıklığına uğratmaması ve kaçındıklarının pençesine düşmernek olsun. İsteklerinde ve kaçındıklarında hata yapmamaya, kabul ettiklerin konusunda kandırılmamaya çalış. İlk ve en önemli şeyler bu adlandırdıklarımdır. Ancak, şayet titreyerek ve inleyerek kaçındıklarının pençesine düşmemeye çalışıyorsan, nasıl bir ilerleme kaydettiğini söyle bana.

Bana bu dediklerimdeki ilerlemelerini gösterebilir misin? Bir sporcuyla konuşuyor olsaydım, "Bana omuzlarını göster," derdim. Eğer bana "İşte ağırlıklarım," deseydi, "Boş ver ağırlıklarını," diye karşılık verirdim. "Ben ağırlıklarının yarattığı etkiyi görmek istiyorum." Dolayısıyla biri bana, "Bak, aktif güçler incelemesini ne kadar iyi araştırdım," dediğinde, "Benim merak ettiğim bu değil ki," derim. "Ben peşinden koşma ve kaçınma, arzulama ve sakınma yetilerini nasıl kullandığım, kendini nasıl tasarladığını, anlamlandırdığını ve hazırladığını merak ediyorum. Doğaya uygun olarak mı, değil mi? Eğer doğaya uygunsa, bana bir kanıt göster de ilerleme kaydettiğini söyleyeyim ama değilse çek git. Ayrıca kitapları yorumlamak-tansa, kendin kitap yaz. Ama bundan ne kazanacaksın ki? Bir kitabın sadece beş denarii ettiğini bilmiyor musun? Yorumu daha fazla mı edecek? Öyleyse hiçbir zaman meseleyi bir yerde arayıp da ilerlemeyi başka bir yerde arama."

İlerleme nerededir öyleyse? Eğer aranızda dış etkenlerden uzaklaşıp kendi iradesine dönen, iradesini doğaya uygun olarak yüce, özgür, serbest, engelsiz, hakikatli ve alçakgönüllü kılmak için çaba sarf eden ve geliştiren; elinde olmayan şeyleri arzulayan ya da onlardan kaçınan kişilerin ne hakikatlİ ne de özgür olabileceğini, fırtınaya yakalanmışçasına oradan oraya savrulacağını ve kendini mecburen arzuladığı ya da kaçındığı şeyleri temin etme ya da önleme gücüne sahip kişilere tabi bırakacağını öğrenmiş olan; son olarak da sabahları kalktığında bu kurallara riayet eden, alçakgönüllü bir insan gibi yıkanıp yemeğini yiyen, karşılaştığı her meselede prensiplerini uygulamaya koyan - tıpkı koşucunun koşarken ya da şarkıcının sesini kullanırken yaptığı gibi - biri varsa, gerçekten ilerleme kaydeden ve boşuna seyahat etmemiş olan kişi odur işte. Ne var ki, çabaları kitap okumakla sınırlı kalan ve sadece bunun için seyahat etmiş olan kişilere tavsiyem hemen evlerine dönmeleri ve oradaki meselelerini ihmal etmemeleridir, çünkü bu kişiler boşuna seyahat etmişlerdir. Kişi hayatını ağlanıp sızlanmalardan, "Vah başıma gelenler" ve "Yazık bana" gibi yakınmalardan ve hayal kırıklıklarından arındırmak için çalışmalı, ölümün, sürgünün, zindanın ve zehrin ne olduğunu öğrenmelidir ki zincire vurulduğunda, "Ben zavallı, yaşlı bir adamım. Saçlarımı bunun için mi ağarttım?" demek yerine, "Sevgili Kriton,19 eğer tanrıların dileği buysa, öyle olsun," diyebilsin. Kim ilk örnekteki gibi konuşur? Adı sanı bilinmeyen birini söyleyeceğimi mi zannediyorsunuz? Priam öyle konuşmaz mı? Oedipus öyle konuşmaz mı? Bütün krallar öyle konuşur! Çünkü trajedi dış etkenlere değer veren kişilerin ıstıraplarının dizelerde yansıtılması değil de nedir? Ancak, eğer insan iradeden bağımsız olan dış etkenlerin bizi ilgilendirmediğini kurmaca eserlerden öğrenecekse, bu kurmaca eserler şahsen benim hoşuma gider, çünkü onların yardımıyla mutlu ve huzurlu yaşayabilirim. Gelgelelim, siz ne istediğinize kendiniz karar vermelisiniz.

Hrisippos bize ne öğretir? Mutluluk ve huzur doğuran şeylerin sahte olmadığını... Kitaplarımı okuyun ve beni ıstıraplardan arındıran şeylerin ne denli gerçek ve doğayla uyumlu olduğunu öğrenin. Yüce talih! Büyük bir hayırsever bize yol gösteriyor! İnsanlar bize toprağı işlerneyi öğreten Triptolemus için tapınaklar ve sunaklar inşa etmişlerdir, peki ya gerçeği -bize sadece yaşamayı değil, iyi yaşamayı öğreten gerçeği - bulup gün ışığına çıkaran ve herkese anlatan kişi için? Aranızdan hanginiz bu nedenle bir sunak, bir tapınak, bir heykel inşa etmiş ya da Tanrı'ya tapmıştır? Tannlara bize şarap ve buğday verdikleri için kurban adıyoruz; peki ya mutluluğun sırrını göstermek için zihnimizde oluşturdukları meyve için? Bunun için tannlara şükretmeyecek miyiz?

V. BÖLÜM ^AKADEMİSYENLERE KARŞI

Eğer bir insan gün gibi ortada olan gerçeklere karşı çıkıyorsa, o insanın fikrini değiştirecek argümanlar bulmamız kolay değildir. Bu ne o insanın gücünden ne de öğretmeninin zayıflığından kaynaklanır. Çünkü insan söylediklerinin çürü-tülmesine karşın taş gibi katı kalıyorsa, onu argümanlarla nasıl ikna edebiliriz ki?

İnsan apaçık ortada olan bir şeyi kabul etmemekte direttiğinde ama tartışmaktan da geri durmadığında iki tür katılaşma söz konusudur; zihnin katılaşması ve utanç duygusunun katılaşması. Çoğumuz bedenin ölümünden korkarız ve bundan kaçınmak için her türlü yola başvururuz ama ruhun ölümünü umursamayız. Ruh söz konusu olduğunda, eğer karşımızda hiçbir şey anlamayan bir insan varsa, ona acırız ama eğer karşımızda utanç duygusu ve alçakgönüllülüğü körelmiş bir insan varsa, bunu güç olarak adlandırdığımız bile olur.

"Uyanık olduğunun farkında mısın?" “Değilim," diye yanıtlar adam. “Uyurken uyanık olduğumu zannettiğimde bile farkı anlamıyorum." “Bu izlenim diğerinden farklı değil mi peki?" “Hayır," diye yanıtlar adam. Yine de bu adamla tartışmaya devam etmeli miyim? Nasıl bir ateş, nasıl bir demir, körelmiş olduğunu hissetmesini sağlar? Algılıyor ama algıla-mıyormuş gibi yapıyor. Ölüden bile beter. Çelişkiyi görmüyor, yani kötü durumda. Bir başkası ise çelişkiyi görüyor ama etkilenmiyor ve hiçbir ilerleme kaydetmiyor; yani daha da kötü durumda. Alçakgönüllülüğü ve utanç duygusu yok olmuş; mantık yetisi tamamen sökülüp alınmamış ama tahribata uğramış. Bunu zihnin gücü olarak mı adlandırmalıyım? Halk içinde aklına geleni söyleyenler ve yapanlar için de aynısını söylemeyeceksek, kesinlikle hayır.

VI. BÖLÜM İLAHİ TAKDİR ÜZERİNE

Eğer insan etrafındakileri bir bütün olarak görme yetisine ve değerbilir bir yaradılışa sahipse, dünyada olan her şey için ilahi takdiri övmesi kolaydır. Eğer bu iki niteliğe sahip değilse, var olan şeylerin faydasını göremeyecek, görse bile değerini bilemeyecektir. Eğer Tanrı renkleri yaratsaydı ama onları görme yetisini yaratmasaydı, renkler ne işe yarardı? Hiçbir işe yaramazdı. Eğer Tanrı görme yetisini yaratsaydı ama bu yetiyi kullanacağımız nesneleri yaratmasaydı, görme yetisi ne işe yarardı? Hiçbir işe yaramazdı. Peki ya ikisini de yaratsaydı ama ışığı yaratmasaydı? O zaman da hiçbir işe yaramazlardı. Öyleyse, her şeyin birbiriyle uyumunu sağlayan kimdir? Bıçağı kılıfa, kılıfı bıçağa uyduran kimdir? Hiç kimse mi? Tamamlanmış nesnelerin yapısına baktığımızda, onların bir zanaatçının elinden çıktığını ve amaçsızca yapılmadığını anlarız. Bu nesneler zanaatçıyı gösterirken, görme yetisi, görebildiğimiz nesneler ve ışık Tanrı'yı göstermez mi? Erkek ve kadının varlığı, birleşme arzuları ve bunun için gerekenlere sahip olmaları yaratanın varlığını göstermez mi? Bu da yeterli değilse, zihnin yapısını düşünelim; anlamlı nesneler ile karşılaştığımızda, sadece izienimler edinmekle kalmıyor, onlardan bir şeyler seçiyor, bir şeyler ekleyip çıkarıyor ve onları zihnimizde birleştirerek onlara benzer başka şeylere ulaşıyoruz; bu bile bazılarını etkilemek ve yaratanı unutmamaya ikna etmek için yeterli değil mi? Değilse, bunları kimin yaptığını ve muhteşem şeylerin nasıl olup da şans eseri meydana geldiğini bırakalım da onlar bize açıklasın.

Peki, bu yetiler sadece insana mı aittir? Çoğu gerçekten de insana aittir; insanın rasyonel bir hayvan olarak ihtiyaç duyduğu yetilerdir ama irrasyonel hayvanlarla da ortak pek çok yetimiz bulunmaktadır. Peki, onlar olup bitenleri anlarlar mı? Hayır. Çünkü kullanmak başka bir şeydir, anlamak başka bir şey. Tanrı irrasyonel hayvanları izlenimleri kullanmaları için, bizi ise izlenimleri anlamamız için yarattı. Dolayısıyla onlar için yemek, içmek, uyumak, çiftleşmek ve buna benzer şeyler yapmak yeterlidir. Ne var ki Tanrı'nın düşünme yetisini de verdiği bizler için bunlar yeterli değildir; çünkü biz gerektiği gibi davranmazsak, doğaya ve her şeyin yaradılışına uygun hareket etmezsek, gerçek amacımıza asla ulaşamayız. Canlıların yaradılışı farklı olduğu gibi, davranışları ve amaçları da farklıdır. Yaradılışları sadece kullanmaya uygun olan hayvanlar için kullanmak ye-terlidir ama anlama gücüne de sahip olan insan, bu gücü kullanmadığı takdirde asla gerçek amacına ulaşamayacaktır. Tanrı bazı hayvanları yememiz için, bazılarını tarımda kullanmamız için, bazılarını süt vermesi için ve bazılarını da yine buna benzer şeyler için yaratmıştır; hayvanların bu görevleri yerine getirmek için izlenimleri anlamalarına ve ayırt etmelerine gerek var mıdır? Gelgelelim, Tanrı insanı Tanrı'nın ve eserlerinin seyircisi olması için, hatta sadece seyircisi değil, yorumcusu da olması için yaratmıştır. Dolayısıyla, insanın irrasyonel hayvanlarla aynı yerde başlayıp son bulması utanç vericidir; insan onlarla aynı yerde başlamalı ve doğanın bizde son bulduğu yerde, yani tefekkürde, kavrayışta ve doğaya uygun bir hayatta son bulmalıdır. Öyleyse dikkat et de bunlara seyirci olmadan ölme.

Fidias'ın eserini20 görmek için Olympia'ya gidiyor ve böyle şeyleri görmeden ölmenin talihsizlik olduğunu düşünüyorsunuz. Oysa seyahat etmenize gerek yok, çünkü Tanrı'nın eserleri her yerde karşınızda; bu eserleri görmek ve anlamak istemiyor musunuz? Ne olduğunuzun, ne için doğduğunuzun, görme yetisine neden sahip olduğunuzun farkına varmayacak mısınız? Hayatta zor ve nahoş şeyler olduğunu söyleyebilirsiniz. Olympia'da yok mu? Sıcaktan kavrulmuyor musunuz? Kalabalıktan bunalmıyor musunuz? Yıkanmak sorun olmuyor mu? Yağmur yağdığında ıslanmıyor musunuz? Çok fazla gürültü yok mu? Muhteşem manzaranın uğruna bütün bunlara katlanıyorsunuz sanırım. Size bütün olup bitenlere katlanmanızı sağlayacak yetiler bahşedilmedi mi zaten? Yüce bir ruh bahşedilmedi mi? Cesaret bahşedilmedi mi? Dayanıklılık bahşedilmedi mi? Yüce bir ruha sahipken, olabileceklerden neden endişe edeyim? Zihnimi dağıtacak, beni rahatsız edecek ya da bana acı verecek ne olabilir? Gücümü bana bahşedilmesindeki amaç doğrultusunda kullanmamalı, olup bitenler konusunda ağlayıp sızlanmalı mıyım?

"Tamam ama burnum akıyor." Ellerin ne güne duruyor öyleyse? Burnunu silemez misin? "Burnumuzun akması mantığa uygun mu peki?" Kusur bulmaktansa, burnunu silmek çok daha kolay değil mi? Herkül'ün yendiği ve defettiği aslan, çok başlı yılan, geyik, yaban domuzu ve barbarlar olmasaydı, Herkül'e ne olurdu sence? Bunlar olmasaydı, Herkül ne yapıyor olurdu? Yorganının altına kıvrılıp uyuyacağı aşikar, değil mi? O durumda, hayatını konfor ve rahat içinde geçirdiği için Herkül olamazdı bir kere ama olsaydı bile ne işe yarardı? Eğer koşullar onu harekete geçirmeseyd'i ve sınamasaydı, kolları, bedeninin gücü, dayanıklılığı ve asil ruhu ne işe yarardı? Öyleyse, insan kendini sınamak için bir yerlerden aslan, yaban domuzu ve çok başlı yılan mı bulup getirmeli? Bu büyük bir budalalık ve delilik olurdu ama o anda orada bulundukları için, Herkül'ün kim olduğunu göstermekte ve onu sınamakta faydalı oldular. Öyleyse, siz de bunları gözlemledikten sonra sahip olduğunuz yetilere bakın ve şunları söyleyin: "Ey Zeus, dilediğin zorluğu çıkar karşıma, çünkü bana bahşettiğin olanaklar ve güçler sayesinde, olacakların karşısında kendimi kanıtlayabilirim." Gelgelelim, bunları söylemezsiniz; kıpırdamadan oturup olabileceklerin korkusuyla tir tir titrer ve olanlar için ağlayıp sızlanırsınız. Sonra da tanrıları suçlarsınız. Ruhun bu alçaklığı inançsızlıktan başka ne sonuç doğurabilir ki? Oysa Tanrı bize hiçbir şey karşısında yılmadan ve yıkılmadan ayakta durmamızı sağlayacak yetileri vermekle kalmamış, iyi bir kral ve gerçek bir baba gibi bu yetileri engellerden arındırarak tamamen bizim ellerimize teslim etmiştir. Siz ise karşılıksız bahşedilen ve tamamen kendinize ait olan bu güçleri kullanmazsınız. Hatta size neler bahşedildiğini ve kimin tarafından bahşedildiğini bile görmezsiniz. Bazılarınız bahşedene karşı körleşmiştir ve onun varlığını bile tanımaz, bazılarınız ise ruhunun alçaklığından ötürü kendini kusur bulmaya ve Tanrı'yı suçlamaya adar. Ben sizlere yüce bir ruh ve cesaret için gereken güçlere ve olanaklara sahip olduğunuzu göstereceğim ama siz de bana kusur bulmak ve suçlamalarda bulunmak için hangi gerekçelere sahip olduğunuzu gösterin.

VD. BÖLÜM SOFİSTİKE VE KURAMMSAL ARGÜMANLARIN KULLANIMI ÜZERİNE

Pek çok kişi bu gerçeği bilmese de sofistike ve kuramsal argümanların ve sonuçlarını sorgulamalardan çıkaran aegü-manların kullanımı hayattaki görevlecimizle ilintilidir. Çünkü her meselede iyi ve bilge kişinin doğru yolu ve meseleyi ele almanın doğru yöntemini nasıl bulduğunu sorarız. Öyleyse, bırakalım insanlar önemli kişilerin soru ve cevap tartışmalanna tenezzül etmeyeceğini ya da etse bile soru ve cevap sırasında düşüncesizce ve umursamazca davranmayı önemsemeyeceğini söylesinler. Ancak, şayet bunları söyleyemiyorlarsa, soru ve cevap yönteminin kullanıldığı konuların araştırılması gerektiğini itiraf etmeleri gerekir. Akıl yürütmenin amacı nedir? Doğru savlar oluşturmak, yanlışları ayıklamak ve kesin olmayanlara onay vermekten geri durmak. Peki, sadece bunu öğrenmek yeterli midir? Biri çıkıp yeterli olduğunu söyleyebilir. Peki, öyleyse, para konusunda hata yapmak istemiyorsan, sadece gerçek paraları kabul etmen, sahte paraları kabul etmemen gerektiği prensibinden haberdar olman yeterli midir? Değildir. Bu prensibe ne eklenmesi gerekir? Gerçek ve sahte parayı sınama ve ayırt etme yetisi. Dolayısıyla akıl yürütmede de söylenenler yeterli değildir; insanın doğruyu, yanlışı ve kesin olmayanları sınama ve ayırt etme yetisine sahip olması gerekir. Akıl yürütmede başka ne öne sürülür? Doğru olduğunu onayladığın şeyin sonucunu kabul etmen gerektiği ... Peki, bunu bilmek yeterli midir? Yeterli değildir; insan bir şeyin bazen tek bir öncülün bazen ise birkaç öncülün toplamının sonucu olduğunu öğrenmelidir. Öyleyse, akıl yürütmede usta olmak isteyen kişinin öne sürdüğü şeyleri kanıtlama gücüne ve başkalarının sunduğu kanıtları anlama gücüne sahip olması gerekir ki kandırılmasın. Bundan dolayı kesin argümanlar21 ve figürler çalışmaları doğmuş ve gerekliliğini de ortaya koymuştur.

Ancak, bazı durumlarda öncülleri ya da varsayımları onaylamış olmamıza rağmen, doğru olmayan sonuçlar ortaya çıkar. Bu durumda ne yapmalıyım? Yanlış sonucu kabul mü etmeliyim? Bu nasıl mümkün olabilir ki? Üzerinde uzlaştıklarımızı onaylarken hata yaptığımı mı söylemeliyim? Bu doğru olmaz. Öyleyse, bu sonucun öncüllerden çıkmadığını mı söylemeliyim? Bu da doğru olmaz. Bu durumda ne yapılmalı öyleyse? Nasıl ki borç almış olmak insanı borçlu olarak adlandırmaya yetmezse ve buna hâlâ borçlu olduğu - borcun ödenmediği - gerçeği de eklenmesi gerekirse, bir çıkarımı kabul etmemiz gerektiğini belirlemek için de öncülleri onaylamış olmamız yeterli değildir; onayladıklarımıza bağlı kalmamız gerekmektedir. Eğer öncüller hâlâ onayladığımız zamanki gibiyse, onayladıklarımıza bağlı kalmamız ve sonuçlarını kabul etmemiz şarttır ama öncüller artık onayladığımız zamanki gibi değilse, onayımızı geri almamız ve sonucu kabul etmememiz de şarttır. Çünkü öncüllere verdiğimiz onayı geri aldığımız için, çıkarım artık bizim çıkarımımız değildir ve bizim rızamızla ortaya çıkmamıştır. Öyleyse, bu tür öncülleri ve değişimlerini, özellikle de sorgulama, cevaplama ya da sonuçlar çıkarma sırasında değişime uğrayarak sonuçlar konusunda eğitimsiz kişilerin kafalarını karıştıranları incelemeliyiz. Neden incelemeliyiz? Bu konuda hataya düşme-rnek ve kafa karışıklığına meydan vermemek için.

Kurarnlar ve kuramsal argümanlar için de aynısı geçerlidir. Bazen ardından gelen argümana temel oluşturması için bir kuramın kabul edilmesi gerekir. Peki, öne sürülen bütün kurarnları kabul etmeli miyiz yoksa etmemeli miyiz? Hepsini kabul etmeyeceksek, hangilerini kabul etmeliyiz? Eğer insan bir kuramı kabul ettiyse, her durumda kabul etmeye devam mı etmelidir? Yoksa bazen geri çekilmeli ve sonuçları kabul ederken, çelişkileri kabul etmemeli midir? Evet; ama birinin çıkıp şöyle dediğini düşünün: "Eğer bir kuramın olası olduğunu kabul edersen, seni olasılık-sızlığa sürükleyeceğim." Aklı başında biri böyle bir insanla tartışmaya girmekten kaçınmalı mıdır? Gelgelelim, aklı başında bir insandan daha iyi tartışan, sormakta ve cevaplamakta daha yetenekli olan, sahte akıl yürütmelere kanmamakta daha başarılı olan biri var mıdır? Peki, eğer tartışmaya girerse, düşüncesizce ve umursamazca tartışmayı önemsememeli midir? Şayet önemsemezse, bu kişi nasıl düşündüğümüz gibi biri olabilir? Belirli bir eğitimi ve hazırlığı olmadan kesintisiz ve tutarlı bir argümanı devam ettirebilir mi? Eğer bunu yapabildiğini gösterirse, bütün spekülasyonlarımız gereksiz ve absürt olur; iyi ve ciddi bir insana ilişkin inançlarımızla tutarsız hale gelir.

Neden hâlâ tembel, kayıtsız ve ağırkanlıyız? Neden hâlâ mantık gücümüzü geliştirmeye çalışmamak için bahaneler arıyoruz? "Bu meselelerde hata yaptıysam, babamı öldürmüş değilim ya." Ey ahmak, baban bu meselenin neresinde vardı da öldürmedin? Ne yaptın peki? Yapılabilecek tek hatayı yaptın. Rufus22 beni belirli bir uslamlamadaki gözden kaçmış tek noktayı bulamamakla suçladığında, ben de ona aynısını söylemiştim: "Jüpiter Tapınağı'nı yakmış değilim ya." O da beni şöyle yanıtlamıştı: “Ey ahmak, burada gözden kaçırılan nokta Jüpiter Tapınağı mıydı?" Babanı öldürmekten ve Jüpiter Tapınağı'nı yakmaktan başka suç yok mudur? İnsanın kendisine sunulan izlenimleri düşüncesizce, ahmakça ve umursamazca kullanması yanlış değil midir? Argümanı, kanıtı, yanıltmacayı, yani kısacası soru ve cevap sırasında onayladıklarıyla tutarlı olanları ve olmayanları anlamaması yanlış değil midir?

VTI. BÖLÜM

'YETİLERİN23 BİLGİSİZ İNSANLAR İÇİN GÜVENLİ OLMAMASINA DAİR

Birbiriyle eşit olan önermeleri istediğimiz kadar değiştirebileceğimiz gibi, argümanların biçimini ve argümanlardaki örtük kıyasları da istediğimiz kadar değiştirebiliriz. Örnek vermek gerekirse: Eğer borç aldıysan ve geri ödemediysen borçlusun-dur. Eğer borç almadıysan ve geri ödemediysen borçlu değil-sindir. Bunu filozoflardan daha büyük bir ustalıkla yapabilecek hiç kimse yoktur, çünkü örtük kıyas eksik bir uslamlamaysa, eksiksiz uslamlama konusunda eğitimli olan bir kişinin, eksik uslamlama konusunda da yetkin olacağı açıktır.

Öyleyse, neden kendimizi ve birbirimizi bu konuda eğitmiyoruz? Çünkü şu anda bu konuda eğitimli olmamamıza ve ahlak çalışmalarımız konusunda dikkatimiz dağılmamasına rağmen erdem doğrultusunda bir ilerleme kaydedemiyoruz. Öyleyse, üstüne bir de bu uğraşı eklersek ne olur? Bu uğraş bizi daha gerekli meselelerden uzaklaştıracağı gibi, kibre ve kendini beğenmişliğe de yol açar. Tartışma gücü ve ikna kabiliyeti muhteşemdir, özellikle belirli bir eğitim ve dil ustalığı da içeriyorsa. Ne var ki eğitimsiz ve zayıf kişiler tarafından edinilen yetiler her zaman o kişilerin kibre kapılması tehlikesini de beraberinde getirir. Çünkü bu konularda çok başarılı olan bir genci bunların bir uzantısı haline gelmemeye, bunları kendisinin bir uzantısı haline getirmeye nasıl ikna edebiliriz ki? Bu uyarıları dikkate almayıp gösteriş yapmaz ve kendisine ihmal ettiklerini hatırlatanlara kulak tıkamaz mı?

"Platon filozof değil miydi öyleyse?”24 25 Buna cevabım şudur: Hipokrat hekim değil miydi? “Ama Hipokrat kendini çok iyi ifade eder.” Hipokrat hekim olduğu için mi kendini çok iyi ifade eder? Neden şans eseri aynı kişide buluşmuş olan yetenekleri birbirine karıştırıyorsun? Platon yakışıklı ve güçlü olsaydı, felsefe için bunlar gerekliymiş gibi ben de yakışıklı ve güçlü olmaya mı çalışacaktım? İnsanı filozof kılan özellikler ile insanın diğer özellikleri arasındaki farkı görmüyor musun? Eğer ben filozofsam, senin de mi topal olman gerekiyor?2? Peki, ben diğer yetileri hafife mi alıyorum? Asla; görme yetisini nasıl hafife almıyorsam, diğerlerini de almıyorum. Ne var ki eğer bana insanda iyi nedir diye sorarsan, izlenimlere karşı sergilediği belirli bir irade duruşudur derim.

IX. BÖLÜM İNSAN TANRI'YA Y^IN OLDUĞUMUZ GERÇEĞİNDEN NASIL. SONUÇLARA VARABÎLÎR?

Eğer filozofların Tanrı ile insan arasındaki yakınlık konusunda söyledikleri doğruysa, Sokrates'in yaptığından başka ne yapılabilir ki? Nereli olduğun sorusunu asla “Atinalıyım,” ya da “Korintliyim,” diye yanıtlama; dünya vatandaşı olduğunu söyle. Neden Atinalı olduğunu söylüyorsun da biçare bedeninin dünyaya geldiği küçük köşeyi dile getirmiyorsun? Belli ki daha büyük olduğu için “Atinalıyım” ya da “Korintliyim” demeyi tercih ediyorsun, çünkü bunlar doğduğun küçük köşeyi kapsamakla kalmıyor, bütün aileni ve atalarını da kapsıyor. Öyleyse, dünyanın düzenini dikkatle gözlemleyen kişi en büyük, en yüce ve en kapsamlı bağın Tanrı ile insan arasındaki bağ olduğunu bilir. Sadece babasının ve büyükbabasının değil, bütün varlıkların ama özellikle de rasyonel varlıkların - çünkü sadece onların mantık aracılığıyla Tanrı ile bağı vardır- tohumlarının Tanrı'dan geldiğini anlar. Bu kişi kendini neden dünya vatandaşı ve Tanrı'nın evladı olarak adlandırmasın? İnsanlar arasında olup bitenlerden neden korksun? İmparatorla veya Roma'daki önemli kişilerle akraba olmak, aşağılamalara maruz kalmadan güven içinde ve korkusuzca yaşamamızı sağlamak için yeterli mi? Öyleyse, Tanrı tarafından yaratılmış ve korunuyor olmanın bizi kederden ve korkulardan arındırması gerekmez mi?

"Ama hiçbir şeyim yoksa yiyecek ekmeği nereden bulacağım?" diye soran çıkabilir.

Köleler ve kaçaklar efendilerini terk ettiklerinde neye güvenirler? Onların topraklarına, kölelerine ve gümüş tabaklarına mı? Kendilerinden başka güvendikleri hiçbir şey yoktur ama aç kalmazlar. Öyleyse, uzaklara seyahat edecek olan bir filozofun kendine güvenmek yerine başkalarına bel bağlamasına gerek var mıdır? Bu filozof kendi kendine yeten, yiyeceğini bulmayı ve doğayla uyum içinde yaşamayı başaran irrasyonel hayvanlardan daha mı aşağı, daha mı korkaktır?

Yaşlı bir adamın26 burada oturup da kendiniz hakkında kötü ve alçak düşüncelere kapılmanızı önlemeye çalışıyor olmaması gerekirdi bana göre. Aksine, aranızda tanrılarla bağını ve insanın zincirlenmiş olduğunu - bedenine, sahip olduklarına ve bunlara bağlı gereksinimlere - anlayan gençleri, bu katlanılmaz zincirleri atma ve ait olduğu yere dönme arzusundan vazgeçirmeye çalışıyor olmam gerekirdi. Akıl hocanız gerçekten olması gereken kişi olsaydı, bunlarla uğraşıyor olması gerekirdi. Ona gelip şöyle demeliydiniz: "Epiktetos, artık bu biçare bedene bağlı olmaya, onu beslemeye, dinlendirmeye, yıkamaya ve onun yüzünden başkalarının dileklerine boyun eğmeye katlanamıyoruz. Bu şeyler bizim için önemsiz ve anlamsız değil mi? Ölümün kötü bir şey olmadığını bilmiyor muyuz? Hepimiz bir bakıma Tanrı'nın evlatları değil miyiz? Ondan gelmedik mi? Bırak da geldiğimiz yere dönelim. Bırak da bizi tutan bu zincirlerden kurtulalım artık. Burada haydutlar, hırsızlar ve mahkemeler var. Burada bedenin gereksinimleri yüzünden üzerimizde güç sahibi olduğunu zanneden tiranlar var. Bırak da onlara hiç kimsenin üzerinde güç sahibi olmadıklarını gösterdim." Ben de buna karşılık şunları söylerdim: “Tanrı’yı bekleyin dostlarım. O işaretini verdiği ve sizi görevinizden azat ettiği zaman Ona dönün ama şimdilik Onun sizi koyduğu yerde kalmaya dayanın. Burada geçireceğiniz zaman kısa ve sizin inançlarınıza sahip biri için katlanılması kolay. Çünkü bedene değer vermeyenler hangi tirandan, hangi hırsızdan, hangi mahkemeden korkarlar? Bekleyin öyleyse; bir nedeniniz olmadan hayatı terk etmeyin."

Akıl hocası açık yürekli gençlere böyle şeyler söylemelidir. Gelgelelim, gerçek nedir? Akıl hocanız bir ceset; siz de öylesiniz. Bugün karnınız doyduğunda, oturup yarın nasıl yiyecek bulacağınızı dert ediyorsunuz. Bulursanız bulursunuz; bulamazsanız hayatı terk edersiniz. Kapı açık. Neden kederleniyorsunuz? Gözyaşlarına ne gerek var? Dalkavukluğa ne gerek var? İnsan başka birini neden kıskansın? Zengin ve güçlü ama çabuk öfkelenen birine neden hayranlık duysun? Onlar bize ne yapabilirler? Yapabileceklerini önemsememeliyiz; önemsediklerimizi ise yapamazlar zaten. Sokrates bu konularda nasıl davranırdı? Tanrılarla bağını bilen birinden beklenebileceği gibi elbette. Sokrates kendisini yargılayanlara şunları söyledi27: “Eğer bana şimdiye dek konuştuğun gibi konuşmaktan vazgeçersen seni serbest bırakırız derseniz, yanıtım şu olur: Şayet komutanlarınızdan biri beni belirli bir göreve atasaydı, o görevi terk etmektense bin kere ölmem gerektiğini düşünürdünüz. O zaman, Tanrı’nın bize verdiği görevi terk edebileceğimizi zannediyorsanız, kendinizi gülünç duruma düşürüyorsunuz." Sokrates gerçekten de tanrılarda aynı soydan gelen biri gibi konuşur. Oysa biz kendimizi midelerimizden, bağırsaklarımızdan ve mahrem yerlerimizden ibaret sanırız; korkar, arzular, bize bu konularda yardımcı olanları göklere çıkarır ve onlardan korkarız.

Burada yaşayan bir adam benden onun adına Roma'ya yazmamı istedi; birçok kişi onun talihsiz bir adam olduğunu düşünüyordu, çünkü eskiden makam ve servet sahibiyken, her şeyini kaybetmişti. Onun adına teslimiyetçi bir üslupla mektubu yazdım ama o mektubu okuduktan sonra bana iade etti ve şöyle dedi: "Ben senden merhamet değil, yardım istedim. Benim başıma bir kötülük gelmedi."

Musonius Rufus da beni sınamak için şöyle demişti: "Efendin sana şu veya bu şekilde eziyet edecek." Ona hayatta böyle şeyler olduğunu söylediğimde de, "Senden alabileceğime göre ondan neden herhangi bir şey isteyeyim ki?" diye yanıtlamıştı. Gerçekten de insanın kendi kendine alabileceği şeyleri başkasından alması gereksiz ve saçmadır. Öyleyse, kendi kendime yüce bir ruha sahip olabileceğime göre, senden toprak, para ya da makam istememe gerek var mı? Kendi sahip olduklarıma karşı kör olmayacağım. Gelgelelim, şayet bir insan alçak ve korkaksa, onun hakkında bir cesetten bahsedercesine yazmaktan başka yapacak bir şey yoktur.28 "Lütfen bize şu kişinin cesedini ve kanını gönderin." Çünkü bu insan gerçekten de bir cesetten ve bir miktar kandan başka bir şey değildir. Eğer olsaydı, insanın başkaları yüzünden mutsuz olmadığını bilirdi.

X. BÖLÜM

ROMA’DA HEVESLE TERFİ BEKLEYENLERE KARŞI

Eğer biz de Roma'daki yaşlı adamlar kadar işimizle meşgul olsaydık, belki biz de bir şeyler başarabilirdik. Şu anda Roma'da mısır müfettişi olan kendimden daha yaşlı bir adam tanıyorum. Sürgünden dönerken yolunun buraya düştüğünü ve eski hayatına dair anlattıklarını hatırlıyorum; döndükten sonra ömrünün geri kalanını sessizlik ve huzur içinde geçirmekten başka bir gayesinin olmayacağını söylemişti. "Ne kadar ömrüm kaldıysa," demişti. Ben de öyle olmayacağını, Roma'nın kokusunu alır almaz bütün söylediklerini unutaeağını ve imparatorluk sarayına adım atmasına izin verilirse, koşarak gidip Tanrı'ya şükredeceğini söylemiştim. "Eğer saraya adım attığımı duyarsan, hakkımda istediğini düşün Epiktetos," demişti. Peki, ne yaptı? Şehre girerken imparatorun mektuplarıyla karşılandı, mektupları alır almaz söylediği her şeyi unuttu ve o günden beri de bir işten diğerine koşuyor. Keşke şu anda yanında olsam da ona buradan geçerken söylediklerini hatırlatıp, benim ondan çok daha iyi bir kahin olduğumu söyleyebilsem.

İnsanın hiçbir şey yapmamak için yaratıldığını mı söylüyorum?29 Kesinlikle hayır. Peki ama neden hareketli değiliz? Örneğin ben gün başlar başlamaz kendime öğrencilerime okuyacaklarımı hatırlatıyorum; ama sonra şöyle düşünüyorum: "O veya bu öğrencinin nasıl okuyacağından bana ne? Önce bir uykumu alayım." Gerçekten de başkalarının yaptıklarıyla bizim yaptıklarımız arasında ne benzerlik var? Onların yaptıklarına bakarsanız, dediğimi anlarsınız. Bütün gün hesap tutmaktan, kendi aralarında konuşmaktan, bir miktar tahıl ya da toprak konusunda tavsiyeler alıp vermekten başka ne yapıyorlar? "Az miktarda mısır ihraç etmeme izin vermenizi rica ediyorum," yazan bir notu okumakla, "Hrisippos'tan dünyanın ne şekilde işlediğini ve rasyonel hayvanın dünyada ne gibi bir yeri olduğunu öğrenmeni rica ediyorum; ayrıca kim olduğunu ve içindeki iyi ile kötünün doğasını da düşün," yazan bir notu okumak aynı şey mi? Bunlar birbiriyle kıyaslanabilir mi? İkisi aynı düzeyde özen mi gerektirir? İkisini ihmal etmek eşit ölçüde mi kötüdür? Peki, tembel olan ve uyumayı seven bir tek biz miyiz? Hayır; siz gençler daha da betersiniz. Çünkü biz yaşlılar gençlerdeki hevesi gördüğümüzde, onlara katılmak için can atarız. Eğer sizleri hareketli ve azimli görseydim, ciddi çalışmalarınızda size eşlik etmekte çok daha istekli olurdum.

Xl. BÖLÜM DOĞAL SEVGİ ÜZERİNE

Epiktetos kendisini ziyaret eden bir hakime sohbet sırasında karısı ve çocukları olup olmadığını sordu. Adam olduğunu söyleyince, Epiktetos ona bu konuda nasıl hissettiğini sordu. "Perişan durumdayım," dedi adam. “Nasıl olur?" diye sordu Epiktetos. “İnsanlar mutsuz olmak için değil, mutlu olmak için evlenip çocuk yaparlar." “Ama ben çocuklarım konusunda o kadar endişeliyim ki geçenlerde küçük kızım hastalandığında ve hayatı tehlikeye girdiğinde, onunla kalmaya dayanamayıp evden ayrıldım. İyileştiğini haber alana kadar da dönemedim," diye yanıtladı adam. “Sence doğru mu davranmışsın?" diye sordu Epiktetos. “Doğal davrandım," diye yanıtladı adam. “Beni doğal davrandığına ikna edebilirsen, ben de seni doğaya uygun yapılan her şeyin doğru olduğuna ikna ederim," dedi Epiktetos. “Bütün babalar ya da en azından çoğu böyle davranır," dedi adam. “Bunu inkar etmiyorum ama burada tartıştığımız mesele bu davranışın doğru olup olmadığı. Senin mantığına göre tümörlerin beden için iyi olduğunu söylememiz gerekir, çünkü ortaya çıkarlar; genel olarak hata yapmanın doğal olduğunu söylememiz gerekir, çünkü hepimiz ya da en azından birçoğumuz hata yaparız. Bana davranışının nasıl doğal olduğunu kanıtlayabilir misin?" “Kanıtlayamam," dedi adam. “Sen bana nasıl doğaya uygun ve doğru olmadığını kanıtlayabilir misin? "

"Konumuz siyah ve beyaz olsaydı, onları birbirinden ayırt etmek için hangi kritere başvururduk?" diye sordu Epik-tetos. “Görme," dedi adam. "Peki ya sıcak ve soğuk, sert ve yumuşak için?" "Dokunma." "Öyleyse, madem doğaya uygun olanları, doğru yapılanları ve yapılmayanları tartışıyoruz, hangi kritere başvurmalıyız sence?" "Bilmiyorum," dedi adam. "Renklerin, kokuların ve tatların kriterlerini bilmemenin pek bir zararı yoktur belki ama iyi ile kötünün, doğaya uygun ve aykırı olanların kriterlerini bilmemek zararsız mıdır sence?" "Zararlıdır." "Öyleyse söyle bana, kimilerine göre iyi ve doğru olanlar gerçekten öyle midir? Örneğin Yahudilerin, Suriyelilerin, Mısırlıların ve Romalıların hepsinin yemek konusundaki görüşleri doğru mudur?" "Nasıl olsun ki?" diye sordu adam. "Mısırlıların görüşleri doğruysa, diğerlerininki yanlıştır. Yahudilerin görüşleri doğruysa, diğerlerininki doğru olamaz," dedi Epiktetos. "Kesinlikle." "Cehaletin olduğu yerde, temel konularda eğitime ihtiyaç vardır." Adam bunu kabul etti. "Öyleyse, bunu bildiğine göre, bundan böyle kendini sadece doğaya uygunluk kriterlerini öğrenmeye adayacaksın ve belirli konularda karar verirken bundan faydalanacaksın. Şimdiki konumuzda ise sana ancak şöyle bir yardımda bulunabilirim. Sence ailene duyduğun sevgi doğaya uygun ve iyi mi?" "Kesinlikle. " "Bu sevgi doğal ve iyiyken, mantığa uygun olan bir şeyin iyi olmadığını söyleyebilir miyiz?" "Asla." "Öyleyse, mantığa uygun olan şey sevgiyle çelişir mi?" "Sanmıyorum." "Haklısın, çünkü aksi takdirde, biri doğayla uyumluyken, diğerinin doğaya aykırı olması gerekirdi. Öyle değil mi?" "Öyle," dedi adam. "Bu durumda, aynı zamanda hem sevgi dolu hem de mantığa uygun olan bir hareketin iyi ve doğru olduğunu tereddüt etmeden söyleyebiliriz." "Doğru." "Hasta çocuğunu bırakıp gitmek mantıklı değildir; senin de buna karşı çıkacağını sanmıyorum.

Öyleyse, bize bunun sevgiye uygun olup olmadığını bulmak kalıyor." "Evet, bulalım." "Çocuğunu sevdiğin için onu bırakıp gitmekle doğru mu yaptın? Annesi çocuğu sevmiyor mu?" "Seviyor elbette." "Annesi de mi onu bırakıp gitmeliydi öyleyse? Yoksa bırakmamalı mıydı?" "Bırakmamalıydı." "Peki ya hasta bakıcısı çocuğu seviyor mu?" "Evet." "Hasta bakıcısı da mı onu terk etmeliydi?" "Kesinlikle hayır." "Peki, öğretmeni onu sevmiyor mu?" "Seviyor." "Öyleyse öğretmeni de mi onu terk etmeliydi? Çocuk ebeveynlerinin ve yakınlarının sevgisi yüzünden yalnız kalmalı ya da onu sevmeyen ve önemsemeyen kişilerin arasında mı hayata gözlerini yummalıydı?" "Kesinlikle hayır." "Senin sevgi yüzünden yapmaya uygun gördüklerini, en az senin kadar seven kişilere hak görmemek adaletsiz ve mantıksız olur." "Doğru." "Eğer sen hasta olsaydın, karının, çocuklarının ve yakınlarının seni çok sevdikleri için terk etmelerini ister miydin?" "İstemezdim." "Yakınlarının aşırı sevgisi yüzünden, hastalandığında tek başına kalmak ister miydin? Yoksa bu düşmanlarından bekleyeceğin bir hareket mi olurdu? Eğer öyleyse, hareketinin sevgiden kaynaklanan bir hareket olmadığı sonucuna varırız."

"Peki, seni etkileyen ve çocuğunu terk etmene neden olan hiçbir şey yok muydu? Öyle bir şey mümkün olabilir mi? Bu, Roma'da en sevdiği at koşarken gözlerinin bağlanmasını isteyen adamın yaşadığı duyguya benzer bir duyguydu belki. Öyleyse bu duygu nedir? Şimdi bu konuya girmenin sırası değildir belki. Şunu bilmek yeterlidir; eğer filozofların söyledikleri doğruysa, yaptıklarımızın ve yapmadıklarımızın, söylediklerimizin ve söylemediklerimizin, mutlu veya mutsuz olmamızın, bir şeyin peşinden koşmamızın veya ondan kaçınmamızın sebebini dışarıda aramamalıyız. Senin gelip bana kulak vermenin ve benim bu konuşmayı yapmamın sebebi de aynıdır. Peki, nedir bu sebep? Bunları yapma isteğimizden başka ne olabilir ki? Başka bir şey yapmak isteseydik, onu yapıyor olmaz mıydık? Akhilleus'un yas tutmasının sebebi de Patroklos'un ölümü değil, Akhilleus'un yas tutmayı tercih etmesiydi, çünkü herkes yakınını kaybettiğinde aynı şekilde davranmaz. Öyleyse, senin kaçıp gitmenin sebebi de bunu yapmayı tercih etmiş olman-dı; bundan böyle kızının yanında kalırsan, bunun sebebi de aynı olacak. Roma'ya gidiyorsun, çünkü bunu yapmayı tercih ediyorsun; eğer fikrini değiştirirsen, oraya gitmezsin. Kısacası, bir şeyi yapmamızın veya yapmamamızın sebebi ölüm, sürgün veya acı değildir; kendi fikirlerimiz ve isteklerimizdir."

"Bu söylediklerime ikna oldun mu, olmadın mı?" diye sordu Epiktetos. "Oldum," dedi adam. "Sebepler sonuçları doğurur. Bu durumda, bundan böyle doğru hareket etmediğimizde, bunu kendi isteğimizden veya fikrimizden başka hiçbir şeye bağlamayacağız ve yanlış fikirlerimizden tümörleri bedenimizden söküp atarcasına kurtulmaya çalışacağız. İyi davranışlarımızın sebebini de aynı yerde arayacağız. Başımıza gelen kötülüklerin sebebi olarak kölelerimizi, komşularımızı, eşimizi veya çocuklarımızı göstermeyeceğiz, çünkü artık kendi fikirlerimiz doğrultusunda hareket ettiğimizi kabul ediyoruz. Fikirlerimiz dış etkenlere değil, bize bağlı." "Doğru," dedi adam. "Öyleyse, bugünden böyle toprağın, kölelerin, atların ve köpeklerin vasıflarını ya da durumlarını değil, kendi fikirlerimizi inceleyeceğiz." "Umarım." "Eğer gerçekten kendi fikirlerini incelemek istiyorsan, herkesin alay konusu olan bir bilgin olman gerekecek. Senin de bildiğin gibi, bu bir saatte ya da bir günde yapabileceğin bir şey değil."

XII. BÖLÜM MEMNL’NÖTT ÜZERİNE

Tanrılar söz konusu olduğunda, bazıları ilahi bir varlığın olmadığını söyler. Bazılarıysa olduğunu ama edilgen ve ilgisiz olduğunu, hiçbir şeyle ilgilenmediğini söyler. Üçüncü bir grup ise ilahi bir varlığın olduğunu ama sadece yüce ve kutsal şeylerle ilgilendiğini, dünyada olup bitenlerle ilgilenmediğini söyler. Dördüncü bir grup ise ilahi varlığın hem dünyevi hem de kutsal şeylerle ilgilendiğini ama sadece genel olarak ilgilendiğini, teker teker ilgilenmediğini söyler. Ulysses ve Sokrates'in de aralarında bulunduğu beşinci bir grup ise şöyle der: "Senin bilgin olmadan hareket bile etmem.”30 (îlyada, x. 278).

Öyleyse, her şeyden önce bu görüşlerin hepsini incelemeli ve doğru mu yoksa yanlış mı olduklarını görmeliyiz. Çünkü eğer tanrılar yoksa onların izinden gitmek nasıl doğru olabilir? Eğer varlarsa ama hiçbir şeyle ilgilenmiyorlarsa, onların izinden gitmek nasıl doğru olabilir? Eğer varlarsa ve birtakım şeylerle ilgileniyorlarsa ama bu ilgileri insanlara kadar uzanmıyorsa, onların izinden gitmek nasıl doğru olabilir? İyi ve bilge kişi bütün bunlara kafa yorduktan sonra evrenin hakimine boyun eğecektir; tıpkı iyi vatandaşların kanunlara boyun eğdiği gibi. Eğitim alan kişi şu soruları sormalıdır: Her konuda tanrıların izinden nasıl gidebilirim? Tanrıların hükmünden nasıl memnun olabilirim ve nasıl özgür olabilirim? Çünkü her şeyin istediği gibi olduğu ve hiç kimsenin engelleyemediği kişi özgürdür. Özgürlük delilik midir öyleyse? Kesinlikle değildir. İkisi tamamen farklı şeylerdir. "Her şey canımın istediği gibi sonuçlansın," diyorsun. Delilik işte budur. Özgürlüğün asil ve değerli bir şey olduğunu bilmiyor musun? Aklına esen şeylerin aklına estiği gibi gerçekleşmesini dilemek asil olmadığı gibi değerli de değildir. Yazma konusunda nasıl bir yol izleriz? Dion ismini canımın istediği gibi yazmayı tercih edebilir miyim? Hayır, yazılması gerektiği gibi yazmayı tercih etmeyi öğrenmişimdir. Peki ya müzik? Müzikte de aynısı geçerlidir. Diğer sanatlar ve bilimler? Onlarda da aynısı geçerlidir. Eğer öyle olmasaydı ve bilgi her insanın canının istediğine göre uyarlansaydı, hiçbir şeyi bilmenin değeri kalmazdı. Öyleyse en yüce ve en önemli konuda, yani özgürlük konusunda mı aklıma eseni isteyebileceğim? Hayır. Eğitim almak, her şeyin olduğu gibi olmasını dilemeyi öğrenmektir. Peki, her şey nasıl olur? Yaratanın yarattığı gibi ... O ki yaz ve kış, bolluk ve kıtlık, ahlak ve ahlaksızlık gibi zıtlıkları bütünün ahengi için yaratmış, bize bedenimizi, uzuvlarımızı, sahip olduklarımızı ve yakınlarımızı bahşetmiştir.

Öyleyse, bunu aklımızda tutarak eğitim almalıyız; var olan şeylerin yapısını değiştirebileceğimiz için değil - çünkü böyle bir güce sahip değiliz ve sahip olmamamız daha iyi - zihnimizi olanlarla ahenkli kılmak için. İnsanlardan kaçabilir miyiz? Nasıl kaçalım? Peki, insanlarla ilişki kurarsak, onları değiştirebilir miyiz? Bize böyle bir gücü kim verdi? Öyleyse, insanlarla ilişki kurmanın yolu nedir? Onlar uygun gördükleri şekilde davranırken, bizim doğaya uygun hareket etmemizin bir yolu var mıdır? Gelgelelim, siz tahammül etmeye istekli değilsiniz ve memnuniyetsizsiniz. Yalnız olduğunuzda, yalnızlıktan şikayet ediyorsunuz. İnsanlarla birlikteyken, onları hırsız ve düzenbaz olarak adlandırıyorsunuz. Ebeveynlerinizde, çocuklarınızda, kardeşlerinizde ve komşularınızda kusur buluyorsunuz. Oysa yalnızlığınızı huzur ve özgürlük olarak nitelendirmeli ve tanrılar gibi olduğunuzu düşünmelisiniz. İnsanlarla birlikteyken de bunu kalabalık, bela veya huzursuzluk olarak değil, şenlik ve ziyafet olarak nitelendirmeli ve hepsini memnuniyetle kabul etmelisiniz.

Kabul etmeyenlerin cezası nedir? Oldukları gibi olmaktır. Birisi yalnız olmaktan memnuniyetsiz mi? Bırak yalnız kalsın. . Birisi ebeveynlerinden memnuniyetsiz mi? Bırak kötü bir oğul olsun ve ağlayıp sızlansın. Birisi çocuklarından memnuniyetsiz mi? Bırak kötü bir baba olsun. "Onu zindana atalım." Ne zindanı? O zaten zindanda, çünkü kendi isteğiyle orada değil; kendi isteğiyle. orada değilse zindandadır. Dolayısıyla Sokrates zindanda değildi, çünkü kendi isteğiyle oradaydı. "Topal olmak zorunda mıydım?" Bir bacağın topal olduğu için bütün dünyaya mı kusur bulacaksın? Bütün için ondan isteyerek vazgeçmeyecek misin? Onu seve seve sana verene iade etmeyecek misin? Zeus'un kader tanrıçalarıyla birlikte senin için belirlediği şeylere gücenecek ve bunlardan memnuniyetsiz mi olacaksın? Bütünün çok küçük bir parçası olduğunu bilmiyor musun? Bedeninden bahsediyorum, çünkü akıl bakımından tanrılardan aşağı değilsin; ne de olsa aklın büyüklüğü en veya boy ile değil düşüncelerle ölçülür.

• Öyleyse, neden tanrılarla eşit olan yanına eğilmiyorsun? "Böyle bir annem ve babam olduğu için çok bahtsızım." Sana bu konuda seçim yapma ve "Şu adamla şu kadın bir araya gelsinler ki ben doğayım," deme hakkı tanındı mı? Tanınmadı; önce annenin ve babanın, sonra senin var olman gerekiyordu. Nasıl bir anne ve baba? Her nasılsa öyle ... Peki, onlar öyleyse, sana hiçbir çare sunulmadı mı? Eğer görme yetisine neden sahip olduğunu bilmeseydin, renklerin önüne sunulduğu anda gözlerini kapaman bahtsızlık olurdu ama olabilecek her şeyin karşısında yüce ve asil bir ruha sahip olduğunu bilmemen daha büyük bir bahtsızlık değil mi? Sahip olduğun güçle orantılı şeyler karşına çıkarılıyor ama sen tam da bu gücü kullanman gereken anda ona sırtını dönüyorsun. Seni sadece elinde olan şeylerden sorumlu tuttukları ve elinde olmayan şeylerin üstünde olmanı sağladıkları için tanrılara şükretmeyecek misin? Tanrılar seni ailenden sorumlu tutmamışlardır; kardeşlerinden, bedeninden, sahip olduklarından, hayattan ve ölümden de. Peki, neden sorumlu tutmuşlardır? Sadece elinde olan şeyden; izlenimleri doğru kullanmaktan... Öyleyse, sorumlu olmadığın şeyleri neden üzerine alıyorsun? Bu kendi kendine sıkıntı yaratmaktan başka bir şey değil gerçekten.

XIII. BÖLÜM

HER ŞEY NASIL TANRILARIN UYGUN GÖRECEĞİ ŞEKİLDE YAPILABİLİR?

Birisi insanın nasıl tanrıların uygun göreceği şekilde yemek yiyebileceğini sorduğunda, Epiktetos şöyle dedi: Eğer insan aşırılığa kaçmadan, adil, ölçülü, tok gözlü ve düzgün bir şekilde yerse tanrıları memnun etmiş olmaz mı? Sıcak su istediğinde ve kölesi duymadığında veya duymasına rağmen ılık su getirdiğinde ya da köle evin hiçbir yerinde bulunamadığında, insanın öfkeye kapılıp patlamaması tanrıları memnun etmez mi? “Ama insan öyle bir köleye nasıl katlanabilir ki?" Senin gibi Zeus'tan, seninle aynı tohumdan ve soydan gelen kardeşine katlanama-yacak mısın? Daha yüksek bir konuma getirilmiş olduğun için hemen tiran mı olup çıkacaksın? Kim olduğunu ve kimlere hükmettiğini unutacak mısın? Onlar senin soydaşların, kardeşlerin, Zeus'un çocukları. “Ama ben onları satın aldım, onlar beni satın almadı." Hangi yöne baktığını görmüyor musun? Dünyaya, çukura, ölülerin sefil kanunlarına baktığını görmüyor musun? Baktığın, tanrıların kanunları değil.

XIV. BÖLÜM TANRI'NIN HER ŞEYi GÖZETMESiNE DAİR

Birisi bütün yaptıklarının Tanrı'nın denetiminde olduğundan nasıl emin olabileceğini sorduğunda, Epiktetos şöyle yanıtladı: Her şeyin bir bütün olduğuna inanmıyor musun? “İnanıyorum,” dedi karşısındaki kişi. Dünyevi şeylerin ilahi şeylerle doğal bir uyum ve birlik içinde olduğuna inanmıyor musun? “İnanıyorum.” Aksi takdirde her şey nasıl Tanrı'nın emriyle gerçekleşiyormuşçasına düzenli olabilirdi? Tanrı bitkilere çiçek açmalarını buyurduğunda açmazlar mı? Sürgün vermelerini buyurduğunda sürgün vermezler mi? Meyve vermelerini buyurduğunda meyve vermezler mi? Olgunlaşmalarını buyurduğunda olgunlaşmazlar mı? Meyvelerini bırakmalarını buyurduğunda bırakmazlar mı? Yapraklarını dökmelerini buyurduğunda dökmezler mi? İçlerine çekilip dinlenmelerini buyurduğunda öyle yapmazlar mı? Ayın büyüyüp küçülmesi ve güneşin doğup batması ile dünyada meydana gelen değişimlerin çakışması başka nasıl açıklanabilir? Bitkiler ve bedenlerimiz bütüne böylesine bağlı ve onunla böylesine birken, ruhlarımız için bu çok daha geçerli değil midir? Eğer ruhlarımız Tanrı'ya böylesine bağlıysa ve Onun bir parçasıysa, Tanrı bu parçaların bütün hareketlerinin kendi hareketleriymiş gibi farkında değil midir? Sen aynı anda hem ilahi meselelere hem de dünyevi meselelere kafa yormuyor musun? Aynı anda pek çok şey duyularının ve aklının süzgecinden geçmiyor mu? Kimilerini onaylıyor, kimilerini reddediyor, kimileri hakkında karar vermeyi ertelemiyor musun? Ruhun pek çok farklı kaynaktan pek çok izlenimi barındırmıyor mu? Bu izlenimlerden etkilenerek fikirler üretmiyor, anılar oluşturmuyor ve sanat eserleri meydana getirmiyor musun? Peki, bu durumda Tanrı her şeyi gözetemez, her şeyde mevcut olamaz ve her şeyden haberdar olamaz mı? Güneş dünyanın gölgesinin kapladığı küçük kısım hariç her yeri aydınlatırken, küçük bir parçası olan güneşi yaratan ve onun dönmesini sağlayan Tanrı her şeyin farkında olamaz mı?

“Ama ben bunların hepsini aynı anda kavrayamıyorum," diyebilirsin. Sana Zeus ile eşit güçte olduğunu söyleyen oldu mu? Yine de Zeus her birimize koruyucu bir ruh atamış ve onu bize bakmakla görevlendirmiştir; asla uyumayan ve asla oyuna gelmeyen bir ruh. Bizi daha iyi ve daha dikkatli bir koruyucuya emanet edebilir miydi? Öyleyse, kapıları kapattığında ve karanlıkta kaldığında asla yalnız olduğunu söyleme, çünkü değilsin; Tanrı senin içinde, koruyucu ruhun senin içinde ve ikisinin de seni izlemek için ışığa ihtiyacı yok. Askerler İmparator'a nasıl bağlılık yemini ediyorlarsa, sen de Tanrı'ya etmelisin. Onlar para aldıkları için İmparator'un güvenliğini her şeyden önde tutmaya yemin ediyorlar; sana bunca lütuf bağışlanmışken, yemin etmeyecek misin? Nasıl bir yemin? Asla itaatsizlik etmeyeceğine, suçlamalarda bulunmayacağına ve Tanrı'nın bahşettiklerinde kusur aramayacağına dair bir yemin... Bu yemin askerlerin yeminine benzer mi? Askerler hiç kimseyi İmparator'dan üstün tutmayacaklarına yemin ederler; biz ise herkesten önce kendimizi onurlandırmaya yemin ederiz.

XV. BÖLÜM FELSEFENİN VAATLERİ

Birisi kardeşinin kendisine karşı öfkesini dindirrnek konusunda tavsiye istediğinde, Epiktetos şöyle dedi: Felsefe insana dış faydalar sağlayacağını öne sürmez. Eğer sürseydi, kendi alanının dışına çıkmış olurdu. Marangozun malzemesi ahşap, heykeltıraşın malzemesi bakırsa, yaşama sanatının konusu da insanın kendi yaşamıdır. "Peki ya kardeşimin yaşamı?" O da onun kendi sanatıdır; senin dışında kalan bir meseledir, tıpkı bir toprak parçası, sağlık ya da itibar gibi. Felsefe bunların hiçbirini vaat etmez. Her koşulda yol gösteren ilkeleri doğaya uygun tutacağım söyler. "Hangi ilkeler?" İçimizdeki ilkeler.

"Öyleyse kardeşimin öfkesini nasıl dindireceğim?" Kardeşini bana getir de kendisiyle konuşayım. Onun öfkesi hakkında sana söyleyeceğim hiçbir şey yok.

Tavsiye isteyen kişi, "Kardeşimle barışmasak bile, doğaya uygun yaşamayı nasıl başarırım? " diye sorduğunda, Epiktetos şöyle dedi: Büyük hiçbir şey bir anda olmaz; üzüm veya incir bile bir anda olgunlaşmaz. Eğer bana şimdi bir incir istediğini söylersen, sana bunun zaman gerektirdiğini söylerim; bırak önce çiçek açsın, meyve versin ve olgunlaşsın. İncir ağacının meyvesi bile bir anda olgunlaşmazken, insan zihninin meyvesini bu kadar kısa bir zamanda ve bu kadar kolay elde edebilir misin? Edebileceğini söyleyen ben olsam bile inanma.

XVI. BÖLÜM iLAHi TAKDİR ÜZERİNE

İnsan dışındaki bütün hayvanların bedensel ihtiyaçlarının - sadece yiyecek ve içecek değil, yatacak yer de - karşılanmış olmasına ve hayvanların ayakkabı, giysi ya da yatak gibi gereksinimleri olmamasına rağmen bizim böyle gereksinimlerimiz olmasına şaşırma. Kendileri için değil, hizmet etmek için yaratılmış olan hayvanların başka şeylere gereksinim duymaları uygun olmazdı. Sadece kendimize değil, sığırlarımıza ve eşek-Ierimize de bakmamız gerektiğini, onlara giysi, ayakkabı, yiyecek ve içecek bulmamız gerektiğini düşünsene. Askerler komutanlarının karşısına nasıl hazır ve zırhlı çıkarlarsa - ne de olsa komutanın bin tane askeri giydirmesi zordur - doğa da hizmet için yaratılmış olan hayvanları o şekilde meydana getirmiştir; hazırlıklı, tedarikli ve bakım gerektirmeyecek şekilde. Dolayısıyla, elinde sadece bir değnek olan küçük bir çocuk bile bir sığır sürüsünü güdebilir.

-Ne var ki biz kendimize baktığımız gibi hayvaniara da bakmamız gerekmediği için şükretmek yerine, kendi durumumuz konusunda Tanrı'ya yakınırız. Oysa var olan şeylerin herhangi birine bakmak bile alçakgönüllü ve değerbilir bir insanın Tanrı'nın inayetini anlamasına yeterdi. Üstelik büyük şeylerden de bahsetmiyorum; otun süte dönüşmesi, sütün peynire dönüşmesi ve yünün deriden çıkması gibi şeylerden bahsediyorum.

Bunları kim böyle yarattı? "Hiç kimse," diyorsun. Ne büyük yüzsüzlük ve aptallık!

Doğanın büyük eserlerini bir kenara bırakıp daha küçük eserlerine bakalım. Sakaldan daha işe yaramaz bir şey var mıdır? Ancak, doğa sakalı bile en uygun şekilde kullanmaz mı? Erkeğin ve kadının bu sayede ayırt edilmesini sağlamaz mı? İnsanın doğası kendini uzaktan bile belli eder: Ben erkeğim; bana ona göre yaklaş, benimle ona göre konuş. Başka hiçbir şeye gerek yok; işaretleri görmüyor musun? Doğa kadının sesine daha yumuşak bir ton vermiş ve ona sakal vermemiştir. Peki, sen ne diyorsun? "İnsanların birbirinden ayırt edilmesini sağlayan işaretler olmamalıydı ve her birimiz cinsiyetimizi belirtmek zorunda kalmalıydık." Bu işaretler güzel, uygun ve saygı değer değil mi? Horozun ibiğinden çok daha güzel, aslanın yelesinden çok daha uygun değil mi? Bu nedenle, Tanrı'nın verdiği işaretleri bir kenara atmayıp korumalı ve cinsiyetler arasındaki ayrımları bozmamaya çalışmalıyız.

İlahi takdirin içimizdeki tek eseri bu mudur? O eserleri övmeye ve onların hakkını vermeye hangi kelimeler yeter? Eğer anlayışımız yeterli olsaydı, ona ilahiler söylemekten, şükretmekten ve onun iyiliklerini sayıp dökmekten başka bir şey yapar mıydık? Toprağı kazarken ve yemek yerken bile şu ilahiyi söylememiz gerekirdi: "Bize toprağı işlememizi sağlayan araçları veren Tanrı büyüktür; bize ellerimizi, yutma gücünü, midemizi, farkına bile varmadan büyüme kabiliyetini ve uyurken nefes alma gücünü veren Tanrı büyüktür." Her durumda bunları söylememiz, bize bunları anlama ve doğru kullanma yetisini verdiği için de en yüce ve en kutsal ilahiyi söylememiz gerekirdi. Çoğunuz kör olduğunuza göre, birinin bu görevi yerine getirmesi ve herkes adına Tanrı'ya ilahi okuması gerekmiyor mu? Benim gibi yaşlı ve topal bir adam Tanrı'ya ilahiler okumak-

tan başka ne yapabilir ki? Eğer bir bülbül olsaydım, bülbülün yapması gerekenleri yapardım. Eğer bir kuğu olsaydım, kuğu gibi hareket ederdim. Gelgelelim, ben rasyonel bir varlığım ve Tanrı'yı övmek zorundayım. Benim işim bu; bunu yaparım. Elimden geldiği müddetçe de bu görevi yerine getirmeye devam edeceğim. Sizi de bu ilahiye katılmaya davet ediyorum.

XVH. BÖLÜM

SANATWW GEREKLİLİĞiNE DAiR

Her şeyi inceleyen ve mükemmelleştiren yetimiz mantık olduğuna göre, mantığın da incelenmesi gerekir ama ne tarafından? Belli ki ya kendisi ya da başka bir şey tarafından... Bu başka bir şey de ancak mantıktır ya da mantıktan daha üstün bir şeydir ki bu mümkün değildir. Peki, eğer o da mantıksa, o mantığı kim inceleyecektir? Çünkü o mantık bunu kendi kendine yapabiliyorsa, bizim mantığımız da yapabilir. Ancak eğer başka bir mantık gerekiyorsa, bu sonsuza kadar böyle sürüp gider ve hiçbir yere varmaz. Dolayısıyla, mantık kendisi tarafından incelenmelidir. "Evet ama görüşlecimizi ele almamız daha önemli." O konuları dinlemeyi mi tercih edersin? Dinle öyleyse. Gelgelelim, "Doğru bir argüman mı öne sürüyorsun yoksa yanlış mı bilmiyorum," dersen ya da muğlak bir ifade kullandığımda açıklamarnı istersen, benim de sabrım taşar ve sana şöyle derim: "Ama bu daha önemli." Sanıyorum ki Stoacı filozoflar işte bu nedenle mantık sanatını birinci sıraya koyarlar; tıpkı mısırı ölçmek için de önce bir ölçü standardı belirlediğimiz gibi. Önce bir ağırlık ve hacim standardı belirlemezsek, herhangi bir şeyi nasıl ölçüp tartabiliriz ki?

Diğer şeyleri öğrenmemizi sağlayan ölçütü tam anlamıyla kavramadan ve incelemeden, başka herhangi bir şeyi tam anlamıyla kavrayabilir ya da inceleyebilir miyiz? "Tamam ama ölçü kabı tahtadan ibarettir ve meyve vermez." Gelgelelim, 64

mısırı ölçebilir. "Mantık da meyve vermez." Orasını göreceğiz ama öyle olsa bile mantığın diğer şeyleri birbirinden ayırma, inceleme, ölçme ve tartma gücüne sahip olması yeterlidir. Bunu söyleyen kim? Sadece Hrisippos, Zenon ve Kleantes mi? Antisthenes de aynısını söylemez mi?31 Eğitimin terimleri incelemekle başladığını yazan kim? Sokrates de aynısını söylemez mi? Kse-nofon, Sokrates'in her zaman terimlerin anlamını incelemekle başladığını yazmamış mıdır? Öyleyse, Hrisippos'u anlamak ve yorumlamak fevkalade bir şey mi? Kim demiş? Fevkalade olan nedir? Doğanın isteğini anlamak... Bunu kendi kendine ania-yabiliyor musun? O zaman başka neye ihtiyacın var? Bütün insanların istemeden hata yaptığı doğruysa ve sen gerçeği öğ-rendiysen, doğru davranman gerekir. Ne var ki ben aslında doğanın isteğini anlamıyorum. Öyleyse bunu bize kim anlatacak? Hrisippos anlatabilirmiş. O zaman kalkıp doğanın bu yorumcusunun söylediklerine bakıyorum. Bir noktada onun dediklerini anlamamaya başlıyorum ve Hrisippos'u yorumlayan birini arıyorum. “Bana bunu Roma dilinde yazılmış gibi açıkla," diyorum. Peki ama yorumcunun kendini üstün görmeye ne hakkı var? Bırak yorumcuyu, şayet sadece doğanın isteğini yorumluyor ama buna uymuyorsa, Hrisippos'un bile kendini üstün görmeye hakkı yoktur. Çünkü Hrisippos'a kendisi için değil, doğayı anlayabilmek için ihtiyacımız vardır. Kahine kendisi için değil, onun aracılığıyla geleceği öğreneceğimize ve tanrıların verdiği işaretleri anlayacağımıza inandığımız için ihtiyacımız vardır. Hayvanların iç organlarına kendileri için değil, işaretler onların aracılığıyla verildiği için ihtiyacımız vardır. Kargaya veya kuzguna hayranlıkla bakmamızın sebebi, Tanrı'nın onlar aracılığıyla işaretler vermesidir.

Bir kâhine gidip, "Bu iç organları benim için ineele ve verdikleri işaretleri yorumla," diyorum. Kâhin iç organları açıp yorumlamaya başlıyor: "Burada doğası gereği engellenemez ve zorlanamaz bir iradeye sahip olduğun yazıyor. Bunu sana öncelikle kabul etme örneğiyle açıklayacağım. Hiç kimse gerçeği kabul etmeni engelleyebilir mi?" "Engelleyemez." "Hiç kimse seni yanlış bir şeyi kabul etmeye zorlayabilir mi?" "Zorlayamaz." "Gördüğün gibi, bu konuda engellenemez ve zorlanamaz bir irade yetisine sahipsin. Peki ya arzuların ve amaçların için de aynısı geçerli değil mi? Bir amacı ancak başka bir amaç alt edebilir. Bir arzuyu ancak başka bir arzu alt edebilir." Ne var ki sen buna itiraz ediyorsun: "Eğer karşıma ölüm korkusunu koyarsan, beni zorlamış olursun," diyorsun. Hayır, seni zorlayan bu değil, ölmektense onu veya bunu yapmanın daha iyi olacağına dair görüşün. Öyleyse, seni zorlayan senin kendi görüşün; yani iradeni zorlayan iraden. Çünkü eğer Tanrı kendisinden alıp bize verdiği o parçayı kendisi ya da başka herhangi biri tarafından engellenebilecek ya da zorlanabilecek şekilde yaratsaydı, düşündüğümüz gibi bir Tanrı olmazdı ve bize gerektiği gibi bakıyor olmazdı. "Adakta şunları görüyorum," diyor kâhin. "İstersen, özgür olursun. İstersen, hiç kimseyi suçlamazsın. Bütün İsteklerin hem sana hem de Tanrı'ya uygun olur." Kâhine ve filozofa işte bu yorumlar için giderim ve bu yorumlar için onlara hayran olmak yerine, yorumladıkları şeylere hayran olurum.

XVIII. BÖLÜM

BAŞKALARININ HATALARINA (KUSURLARINA) ÖFKELENMEMEMİZ GEREKTİĞİNE DAİR

Eğer filozofların söyledikleri doğruysa, insanların tek bir prensibi vardır. Bir şeyi kabul ediyorlarsa, doğru olduğuna ikna oldukları için ediyorlar; etmiyorlarsa, doğru olduğuna ikna olmadıkları için etmiyorlar; kararlarını erteliyorlarsa da emin olmadıkları için erteliyorlardır. Bir şeye yönelmelerinin sebebi onun kendileri için faydalı olduğunu düşünmeleridir. İnsanın bir şeyin faydalı olduğunu düşünüp de başka bir şey arzulaması, bir şeyin doğru olduğunu düşünüp de başka bir şeye yönelmesi mümkün değildir. Öyleyse, neden çoğu kişiye öfkeliyiz? “Soyguncular ve hırsızlar var," diyebilirsin. Soyguncu ve hırsız derken neyi kastediyorsun? Onlar iyi ve kötü konusunda yanılan insanlar. Öyleyse, onlara öfkelenmeli miyiz yoksa acımalı mıyız? Onlara hatalarını gösterirsen, hatalarından nasıl döndüklerini görürsün. Eğer hatalarını görmüyorlarsa, o andaki görüşlerinden daha iyi bir görüşe sahip değillerdir.

“Şu hırsızı veya ahlaksızı mahvetmemiz gerekmez mi?" Bunu bir de başka türlü dile getirdim: En önemli konularda yanılan ve aldatılan, siyah ile beyazı ayıran görme yetisi bakımın-dan,değil ama iyi ile kötüyü ayırma yetisi bakımından kör olan kişiyi mahvetmemiz gerekmez mi? Bu şekilde dile getirdiğinde, ne kadar insanlık dışı bir şey söylediğini görürsün. Bu, “Şu kör ve sağır adamı mahvetmemiz gerekmez mi?" demek gibi bir şeydir. En büyük kötülük, en yüce şeylerden mahrum kalmaksa ve eğer bir kişi insanın sahip olabileceği en yüce şeyden, yani olması gerektiği gibi bir iradeden mahrumsa, ona bir de neden öfkeleniyorsun? Başkalarının hatalarından doğaya aykırı bir şekilde etkilenmemelisin. Ona acı. Gücenmeye, nefret etmeye ve pek çok kişinin kullandığı "O berbat ve iğrenç insanlar," gibi kelimeleri kullanmaya bu kadar hazır olma. Sen bir anda nasıl bilge oldun? Neden bu kadar hırçınsın? Peki ama neden öfkeliyiz? Bu insanların bizden çaldıkları şeylere çok fazla değer verdiğimiz için mi? Giysilerine o kadar hayran olmazsan, hırsıza öfkelenmezsin. Karının güzelliğine o kadar hayran olmazsan, zinaya o kadar öfkelenmezsin. Hırsızın ya da zina yapan kişinin sana ait olan şeylerle işi yoktur; ancak başkalarına ait olan ve senin elinde olmayan şeylerle işi vardır. Eğer bu şeylere önem vermezsen ve onları zihninden kovarsan, kime öfkeleneceksin? Bu şeylere değer vermeye devam ettiğin sürece, hırsıza ya da zina yapan kişiye değil, kendine öfkelen. Meseleyi bir de şöyle ele al: Senin güzel giysilerin var ama komşunun yok. Penceren var ve giysilerini havalandırmak istiyorsun. Hırsız insanın iyiliğinin neye dayandığını bilmiyor ve iyi giysilere sahip olmaya dayandığını düşünüyor; ki sen de öyle düşünüyorsun. Bu durumda hırsız gelip giysilerini almaz mı? Açgözlü insanlara pasta gösterip de pastayı tek başına yersen, ilk fırsatta pastayı kapmamalarını bekleyemezsin. Onları ayartma; giysilerini pencerede havalandırma. Benim de evdeki mabedimin yanında duran demir bir lambam vardı. Kapıda bir ses duyunca, aşağı koştum ve lambanın çalınmış olduğunu fark ettim. Lambayı çalan kişinin tuhaf bir şey yapmadığını düşündüm. Öyleyse? Yarın topraktan yapılmış bir lamba alırsın dedim kendime. Çünkü insan ancak sahip olduğu şeyi kaybeder. Giysimi kaybettim. Çünkü giysin vardı. Başım ağrıyor. Boynuzların ağrıyor mu?

Öyleyse, neden canını sıkıyorsun? Sadece sahip olduğumuz şeyleri kaybederiz. Sadece sahip olduğumuz şeyler canımızı acıtır.

"Tiran zincire vuracak." Neyini? Bacağını. “Alacak." Neyini? Kelleni. Peki, neyini alamaz ya da zincire vuramaz? İradeni. Eskiler işte bu yüzden “Kendini tanı" ilkesini öğretirlerdi. Dolayısıyla, küçük şeylerden başlamalı ve daha büyük şeylere doğru ilerlemeliyiz. Başın ağrıyorsa, “Vah vah!" deme. Kulağın ağrıyorsa,“Vah vah!" deme. Sızlanmaya hakkın yok demiyorum ama için için sızlanma. Eğer kölen sargı getirmekte gecikirse, “Herkes benden nefret ediyor," diye ağlayıp dövünme. Çünkü böyle bir insandan kim nefret etmez ki? Gelecekte, bir sporcu gibi bedenine güvenerek değil de görüşlerine güvenerek dik ve özgür yürü. İnsanın yenilmezliği eşeğin yenilmezliğine benzememelidir.

Peki, öyleyse yenilmez olan kimdir? İradesinden bağımsız olan hiçbir şeyin huzurunu kaçıramadığı kişidir. Bir de sporcu örneğiyle düşünelim. Diyelim ki sporcu birinci yarıştan galip çıktı, peki ya ikincisi? Ya çok sıcak olursa? Ya Olimpiyat Oyunları'na katılırsa? Diyelim ki parayla aklını çelmeye çalıştın ama tenezzül etmedi. Peki ya karşısına genç bir kız çıkardığında? Ya karanlıkta? Ya şöhret karşısında? Ya hakaret karşısında? Ya övgü karşısında? Ya ölüm karşısında? Hepsinin üstesinden geldi. Peki ya yağmur yağıyorsa? Kendini kötü hissediyorsa? Uykuluysa? Yine de galip geldi. İşte benim yenilmez sporcum budur.

XIX. BÖLÜM

TİRANLARA KARŞI NASIL HAREKET ETMELİYİZ?

Eğer bir insan herhangi bir üstünlüğe sahipse ya da sahip olduğunu zannediyorsa, o insanın kibre kapılması kaçınılmazdır; özellikle de eğitimsizse. Örneğin bir tiran, "Ben hepinizin efendisiyim," diyecektir. Peki, benim için ne yapabilirsin? Bana hiçbir engel içermeyen bir arzu verebilir misin? Nasıl veresin? Kaçınmak istediklerinden kusursuzca kaçınma gücüne sahip misin? Hatasız adımlar atma gücüne sahip misin? Nasıl olasın? Gemideyken kendine mi güvenirsin yoksa dümenciye mi? At arabasındayken, sürücüden başka kime güvenirsin? Peki ya diğer sanatlarda? Onlarda da aynısı geçerli... Öyleyse, senin gücün nerede yatıyor? "Bütün insanlar bana saygı gösteriyor." Tabaklarıma da saygı gösteriyor, onları yıkayıp siliyorum. Yağ lambam için duvara çivi çakıyorum. Öyleyse, bunlar benden üstün mü? Hayır ama bazı ihtiyaçlarımı karşılıyorlar ve bu nedenle onlara bakıyorum. Eşeğime de bakmıyor muyum? Ayaklarını yıkarnıyor muyum? Onu temizlemiyor muyum? Herkesin aslen kendini önemsediğini ve seni de eşeğini önemsediği gibi önemsediğini bilmiyor musun? Çünkü kim sana bir insan olarak saygı duyuyor? Göster bana. Kim senin gibi olmak istiyor? Kim Sokrates'i taklit ettiği gibi seni taklit ediyor? "Ama ben senin boynunu vurdurabilirim." Doğru söylüyorsun. Sana da hararet ve sıtma tanrıçası32 gibi saygı gösterip Roma'daki sunağa benzer bir sunak inşa ettirmem gerektiğini unutmuşum.

Öyleyse, insanları endişelendiren ve korkutan nedir? Tiran ve korumaları mı? Umarım değildir. Doğası gereği özgür olan bir varlığı kendisinden başka hiçbir şey engelleyemez ve endi-şelendiremez. İnsanı endişelendiren kendi düşünceleridir. Örneğin bir tiran, "Ayağına zincir vuracağım," dediğinde, ayağına değer veren kişi, “Yapma; bana merhamet göster," der. Oysa iradesine değer veren kişi, “Sana bir faydası olacaksa yap," der. “Umurunda değil mi?" “Değil." “Sana efendinin ben olduğumu göstereceğim." “Yapamazsın. Zeus beni özgür kıldı. Oğlunun köleleştirilmesine göz yumar mı sence? Sen benim cesedimin efendisi olabilirsin ancak; cesedim senindir." “Bir iyilik için bana geldiğinde, beni önemsemiyor musun yani?" “Hayır, kendimi önemsiyorum. Eğer seni önemsediğimi söylememi istiyorsan, seni de toprak kabım kadar önemsediğimi söyleyebilirim. "

Bu, sapkınca bir kendini önemseme değildir, çünkü insan her şeyi kendisi için yapacak şekilde yaratılmıştır. Çünkü güneş bile, hatta Zeus bile her şeyi kendi için yapar. Ne var ki insanlara bir faydası olmasa, Yağmur Tanrısı, Meyvelerin Tanrısı, Tanrıların ve İnsanların Babası gibi isimlerle anılmaz. Zeus, rasyonel hayvanı bütün insanlığa katkıda bulunmadan kendi isteklerini elde edemeyecek şekilde yaratmıştır. Bu bakımdan, insanın her şeyi kendisi için yapması topluma aykırı değildir. Ne bekliyorsun ki? İnsan kendini ve kendi çıkarlarını ihmal mi etmeli? Öyle olsa bütün hayvanlarda aynı prensip, yani kendini önemseme prensibi bulunur muydu?

Görüşlerimizin temelinde irademizden bağımsız şeylere dair yanlış fikirler yattığında - o şeylerin iyi veya kötü olduğuna dair fikirler - tiranları önemsememiz kaçınılmaz olur. Bari insanlar sadece tiranları önemseseler de uşaklarını önem-semeseler. İmparator birini oturağının sorumlusu yaptığında, o kişi nasıl birdenbire bilge olur? Nasıl olur da hemen, "Felicion mantıklı konuştu," deriz? Keşke görevinden alınsa da yeniden budalanın teki olduğunu görseniz...

Epaphroditus'un33 hiçbir işe yaramadığı için sattığı bir kunduracısı vardı. Bu adam şans eseri İmparator'un adamlarından biri tarafından satın alındı ve İmparator'un kunduracısı oldu. Epaphroditus'un ona ne kadar saygı gösterdiğini görmeliydiniz. "Sevgili Felicion nasıllar acaba?" Aramızdan biri, "Efendi Epaphroditus ne yapıyor?" diye sorduğunda da cevap şu olurdu: "Felicion'a bir şey danışıyor." Bu adamı hiçbir işe yaramadığı için satmamış mıydı? Öyleyse, bu adam birdenbire nasıl bilge birine dönüştü? Bu, irademize bağlı olmayan şeylere değer vermenin bir örneğidir işte.

Birisi yüksek bir rütbeye mi getirildi? Herkes onu tebrik eder; kimileri gözlerinden öper, kimileri boynuna sarılır, köleler de ellerini öper. Eve gittiğinde, meşalelerin yakılmış olduğunu görür. Jüpiter Tapınağı'na çıkıp adak sunar. Hiç kimse iyi arzulara sahip olduğu için adak sunmuş mudur? Doğaya uygun davrandığı için adak sunmuş mudur? Tannlara iyi olduğuna inandığımız şeyler için şükrederiz.

Bugün birisi benimle Augustus rabipliği hakkında konuştu. Ona dedim ki: "Boş ver gitsin. Bir hiç uğruna para harcamış olursun." "Ama belgelerde ismim yazacak," dedi. "O belgeleri okuyanların başında dikilip, ‘Burada benim ismim yazıyor,' mu diyeceksin? Diyelim ki şimdilik öyle yaptın, öldüğünde ne olacak?" "İsmim kalacak." "Taşın üstüne yazsan da kalır. Nikopolis'in ötesinde seni kim hatırlayacak ki?" "Ama altın taç takacağım." "Eğer arzuladığın taçsa, güllerden yapılmış bir taç tak; daha zarif durur. "

XX. BÖLÜM MANTIĞA VE MANTIĞIN KENDİ KENDİNİ

INCELEMESINE DAİR

Her sanatın ve yetinin özellikle incelediği şeyler vardır. Eğer kendisi de incelediği şeyle aynı türdeyse, kendisini de incelemesi kaçınılmaz olacaktır ama farklı türdeyse kendisini inceleyemez. Örneğin kunduracının işi deriyle ilgilidir ama zanaatının kendisi deriden çok farklı olduğu için kendini incelemez. Dilbilgisi uzmanının işi güzel konuşmakla ilgilidir ama sanatı güzel konuşmak mıdır? Hayır. Bu nedenle, kendini inceleyemez. Doğa bize hangi amaçla mantık vermiştir? İzlenimleri doğru kullanmamız için. Peki, mantık nedir? Belirli izlenimlerin bir kombinasyonu... Dolayısıyla, mantık doğası gereği kendi kendini inceleme yetisine sahiptir. Sağduyu neleri inceler? İyiyi, kötüyü ve iyi ya da kötü olmayanları ... Peki, kendisi nedir? İyi. Peki ya sağduyu yoksunluğu? Kötü. Sağduyu da kaçınılmaz olarak hem kendini hem de karşıtını incelemez mi öyleyse? Dolayısıyla, bir filozofun ilk ve en önemli görevi izlenimleri incelemek, birbirinden ayırmak ve incelemeden hiçbirini kabul etmemektir.' Çıkarlarımızın söz konusu olduğunu düşündüğümüz para için bile bir sanat yaratmışızdır; ayarcılar paranın değerini belirlemeye çalışmak için görme, dokunma, koklama ve işitme gibi pek çok yola başvururlar. Bir ayarcı parayı yere atar ve çıkardığı sesi dikkatle dinler; bir kere dinlemekle de yetinmez, defalarca dinler ve gösterdiği dikkat sayesinde adeta bir müzisyen olur. Hata yapmanın ya da yapmamanın büyük bir fark yaratacağını düşündüğümüz konularda da bizi aldatabilecek şeyleri saptamaya büyük bir dikkat gösteririz. Ne var ki konu içler acısı muhakeme yetimize geldiğinde, esneyerek ve uyuklayarak her izlenimi dikkatsizce kabul ederiz, çünkü bunun zararını fark etmeyiz.

İyi ve kötü konusunda ne kadar dikkatsiz, nötr (ne iyi ne de kötü) şeyler konusunda ne kadar etkin olduğunu bilmek istiyorsan, görme yetinden mahrum kalmanın ve kandırılmanın sana neler hissettireceğini düşün; iyi ve kötü konusunda hissetmen gerekenlerden ne kadar uzak olduğunu işte o zaman anlarsın. Ne var ki bu fazlasıyla çaba, emek ve uğraş gerektiren bir konu. Ne yani? Sanatların en büyüğüne pek bir çaba harcamadan mı kavuşmayı bekliyordun? Oysa filozofların ana öğretisi çok kısadır. Öğrenmek istiyorsan, Zenon'un34 yazdıklarını oku. İnsanın amacının tanrıların izinden gitmek olduğunu ve iyinin doğasının izlenimleri doğru kullanmak olduğunu söylemek kaç kelime gerektirir ki? Gelgelelim, "Tanrı nedir?" “İzlenim nedir?" "Bireysel doğa ve evrensel doğa nedir?" diye sorarsan, çok kelime gerekir. O zaman Epikür çıkıp iyiliğin bedende olduğunu söylerse, yine pek çok kelime gerekir. İçimizdeki en önemli prensibi, aslımızı ve özümüzü öğrenmemiz gerekir. Salyangozun iyiliğinin kabuğunda yatması muhtemel olmadığına göre, insanın iyiliğinin bedeninde yatması muhtemel midir? Ne var ki sen kendin de bundan daha iyisine sahipsin Epikür. İçinde düşünen, her şeyi inceleyen, bedenin hakkında da bir fikir oluşturup onun en önemli parçan olduğunu söyleyen şey ne? Neden lambam yakıp bizler için didiniyor ve bu kadar çok kitap yazıyorsun? Gerçekler konusunda, kim olduğumuz konusunda ve sana göre kim olduğumuz konusunda cahil kalmayalım diye mi? İşte bu nedenle bu tartışma pek çok kelime gerektirir.

^. BÖLÜM HAYRRANLIK PEŞiNDEKİLERE KARŞI

İnsan hayatta olması gereken yerdeyse, bunun ötesinde bir şey aramaz. Ne istiyorsun? "Doğaya uygun olarak arzulamak ve sakınmak, doğarnın gerektirdiği gibi adımlar atmak amaçlamak, tasarlamak ve onaylamak benim için yeterli." Öyleyse, neden karşımızda kasıla kasıla yürüyorsun? “Hep insanların bana hayran olmasını ve peşimden gelenlerin ‘Ey yüce filozof' diye haykırmasını istemişimdir." Sana hayran olmasını istediğin kişiler kim? Deli diye adlandırdıkların değil mi? Delilerin sana hayran olmasını mı istiyorsun yani?

XXII. BÖLÜM ÖN FİKİRLER ÜZERİNE

Ön fikirler bütün insanlarda mevcuttur ve birbiriyle çelişmez. Hangimiz iyi olmanın faydalı ve uygun olduğunu, her koşulda iyi olmaya çalışmamız gerektiğini düşünmeyiz ki? Hangimiz adaletin güzel ve doğru olduğunu varsaymayız ki? Öyleyse, çelişki hangi aşamada ortaya çıkar? Ön fikirlerin belirli durumlara uyarlanması aşamasında ... Örneğin biri, "Çok iyi yaptı; ne kadar cesur bir adam," derken, bir diğeri, "Hayır, aptalca davrandı," der ve tartışmalar böyle doğar. Yahudiler, Suriyeliler, Mısırlılar ve Romalılar arasındaki tartışma da kutsallığın her şeyden önce gelmesi gerekip gerekmediği meselesinden değil, domuz eti yemenin kutsal olup olmadığı meselesinden kaynaklanır. Agamemnon ile Akhilleus arasında da benzer bir tartışmaya rastlarız. "Ne dersin Agamemnon? Doğru ve uygun olanı yapmamız gerekmez mi?" "Kesinlikle." "Sen ne dersin Akhilleus? İyi olanı yapmamız gerekmez mi?" "Elbette." Şimdi bu ön fikirleri eldeki meseleye uyarlayalım. Tartışma işte bu aşanda başlar. Agamemnon, "Khryseis'i babasına geri vermemeliyim," der. Akhilleus ise, "Vermelisin," der. İçlerinden birinin "yükümlülükler" ya da "görevler" konusundaki ön fikirlerini bt,i meseleye uyarlamakta hata yaptığı kesindir. Agamemnon, "Eğer Khryseis'i babasına geri vermem gerekiyorsa, aranızdan birinin ganimetini almam uygun olur," der. "Sevdiğim kadını mı almak istiyorsun?" diye sorar Akhilleus. "Evet, sevdiğin kadını.” "Bir tek benim mi ganimetsiz kalmam gerekiyor yani?" "Peki, bir tek benim mi ganimetsiz kalmam gerekiyor?” İşte tartışma böylelikle başlar. 35

Eğitim nedir? Doğal ön fikirlerimizi belirli meselelere doğaya uygun olarak uyarlamayı öğrenmek ve ardından da elimizde olanları ve olmayanları ayırt etmektir. Elimizde olanlar irademiz ve irademize bağlı olan hareketlerimizdir. Elimizde olmayanlar ise bedenimiz, uzuvlarımız, sahip olduklarımız, ebeveynlerimiz, kardeşlerimiz, çocuklarımız, ülkemiz ve genel olarak toplum içinde birlikte yaşadığımız kişilerdir. Öyleyse, iyiliği nereye oturtmalıyız? Nelere uyarlamalıyız? Elimizde olanlara mı? Peki ama öyleyse sağlık, sağlam uzuvlar ve hayat iyi değil midir? Çocuklarımız, ebeveynlerimiz ve ülkemiz iyi değil midir? Bunu inkar edersen, seni kim hoş görür?

Öyleyse, iyilik kavramını bunlara aktaralım. İnsan zarar gördüğü ve iyi şeyler elde edemediği takdirde mutlu olabilir mi? Mümkün değil. Peki, topluma karşı doğru davranabilir mi? Davranamaz. Çünkü insan doğası gereği kendi çıkarını kollar. Eğer bir toprak parçasına sahip olmak benim çıkarımaysa, onu komşumdan almam da çıkarıma olacaktır. Eğer bir giysiye sahip olmak benim çıkarımaysa, onu hamamdan çalmak da benim çıkarıma olacaktır. Savaşlar, ayaklanmalar, tiranlıklar ve komplolar işte böyle doğar. Peki, Zeus'a karşı görevimi yerine getirmeye nasıl devam edeceğim? Çünkü eğer zarar görüyorsam ve bahtsızsam, Zeus bana bakmıyor demektir. Bana yardım edemiyorsa, benim için ne anlamı vardır ki? Bu duruma düşmeme göz yumuyorsa, benim için ne anlamı vardır ki? Ondan nefret etmeye başlarım. Öyleyse, Zeus'a ve Hararet Tanrıçası gibi kötü tanrıçalara neden tapınaklar ve heykeller inşa ediyoruz ki? Zeus nasıl “Kurtarıcı”, "Yağmur Tanrısı" ya da "Meyvelerin Tanrısı” gibi isimlerle anılabilir ki? İşte eğer iyinin doğasını bu tür şeylere oturtursak, sonucu bu olur.

Öyleyse, ne yapmalıyız? Gerçek bir filozofun ele aldığı konu budur. İyinin ve kötünün ne olduğunu bilmiyorum. Öyleyse, deli miyim? Evet. Peki, diyelim ki iyiliği iradeye bağlı şeylerin arasına oturttum. Herkes bana güler. Parmaklarında altın yüzükler olan kır saçlı bir adam başını sallayarak şöyle der: "Dinle evladım. Felsefe ile meşgul olman güzel bir şey ama kendini fazla kaptırma. Yaptıklarınız saçma. Filozoflardan mantığı öğrenebilirsin ama sen nasıl davranman gerektiğini filozoflardan daha iyi biliyorsun.” Eğer biliyorsam, beni neden suçluyorsun? Bu ahmağa ne diyebilirim ki şimdi? Sessiz kalırsam, patlayacak. Şöyle demek zorundayım: "Âşıkları nasıl mazur görürsen, beni de öyle mazur gör. Aklım başımda değil. Deliyim.”

XXXII. BÖLÜM EPİKÜR'E KARŞI

Epikür bile doğamız gereği sosyal varlıklar olduğumuzu kabul eder ama iyiliği bir kere kabuğa36 atfettikten sonra başka bir şey söyleyemez. Diğer yandan, iyinin doğasından ayrılan hiçbir şeyi beğenmememiz ve kabul etmememiz gerektiğini de savunur ki bu konuda haklıdır. Eğer çocuklarımıza karşı doğal bir sevgi beslemiyorsak, neden şüpheliyiz? Akıllı bir insana neden çocuk yapmamasını tavsiye ediyorsun? Neden o durumda başının belaya gireceğinden korkuyorsun? Evdeki fare yüzünden başı belaya giriyor mu? Evdeki küçük bir farenin feryatlarından ona ne? Ancak, bir çocuk doğduğunda, onu sevmemenin ya da önemsememenin elimizde olmadığını Epikür de biliyor. Epikür bu nedenle aklı başında bir insanın politikaya da girmeyeceğini söylüyor, çünkü bu tür şeylerle uğraşan insanların yapmak zorunda kaldıklarını biliyor. İnsanlar arasında da bir sinek sürüsünün arasındaymış gibi davranacaksan, seni engelleyen ne? Ne var ki Epikür bunu bilmesine rağmen, çocuk büyütmememiz gerektiğini söylüyor. Bir koyun ya da kurt bile yavrusunu terk etmezken, insan çocuğunu terk mi etmeli? Ne demek istiyorsun? Koyun kadar aptal mı olalım? Gelgelelim, koyun bile yavrusunu terk etmez. Kurt kadar vahşi mi olalım? Gelgelelim, kurt bile yavrusunu terk etmez. Çocuğunun düştüğünü ve yerde ağladığını gören hangi insan senin tavsiyene uyar? Bana kalırsa, bir kahin annene ve babana bu söylediklerini söyleyeceğini bildirseydi bile annen ve baban seni terk etmezdi.

XXIVIV. BÖLÜM

KOŞULLARLA NASIL MÜCADELE ETMELİYİZ?

Koşullar (zorluklar) insanın karakterini ortaya çıkarır. Dolayısıyla, bir zorlukla karşılaştığında, Tanrı'nın adeta bir güreşçi eğitmeni gibi, karşına zorlu bir rakip çıkardığını unutma. "Ne için?" diye sorabilirsin. Olimpiyatlarda zafer elde etmen için elbette. Ancak, ter dökmeden bunu başaramazsın. Bana kalırsa, karşılaştığın zorluklardan, bir sporcunun güçlü bir rakipten faydalandığı gibi faydalanırsan, senden daha kazançlısı yoktur. Roma'ya casus gönderiyoruz37 ama hiç kimse bir ses duyar duymaz ya da bir gölge görür görmez korkuya kapılarak koşa koşa geri gelen ve düşmanın yakında olduğunu söyleyen korkak bir casus istemez. Eğer bize gelip de, "Roma'da durum çok kötü. Her yerde ölüm, her yerde sürgün, her yerde iftira, her yerde yoksulluk. Kaçın dostlarım, düşman yaklaşıyor," dersen, biz de sana kehanetlerini kendine saklamanı söyleriz. Tek bir kusur işledik, o da böyle bir casus göndermekti.

Senden önce gönderilen Diyojen38 bize farklı şeyler söyledi. Ölümün kötü bir şey olmadığını, çünkü onursuz bir şey olmadığını söyledi. Şöhretin delilerin çıkardığı kuru gürültüden ibaret olduğunu söyledi. Peki, bu casus acı, haz ve yoksulluk hakkında ne söyledi? Çıplaklığın mor cüppeden daha iyi olduğunu ve çıplak zeminin yatakların en rabatı olduğunu söyledi; kanıt olarak da kendi cesaretini, sükûnetini, özgürlüğünü, sağlıklı ve dinç bedenini gösterdi. "Yakında düşman yok," dedi. “Her yer sessiz ve sakin." “Nasıl olur Diyojen?" diye sorduğumuzda da, “Bana baksanıza. Herhangi bir yerime bir şey olmuş mu? Yaralanmış mıyım? Herhangi birinden kaçıyor muyum?" diye yanıtladı. İşte casus dediğin böyle olmalıdır. Ne var ki sen bize birbiri ardına felaketler sıralıyorsun. Geri dönüp korkunu bir kenara bırakırsan, her şeyi daha net görmez misin?

“Ne yapmalıyım öyleyse?" Bir gemiden ayrılırken ne yaparsın? Dümeni ya da kürekleri alır mısın? Neleri alırsın? Kendine ait olanları; şişeni ve cüzdanını... Kendine ait olanları düşünürsen, asla başkalarına ait olanlar üzerinde hak iddia etmezsin. İmparator (Domitianus) “Laticlave39 giyme," dedi. Öyleyse, angusticlave giyerim. “Onu da giyme," dedi. Üzerimde sadece toga kaldı. “Toga da giyme," dedi. Çıplak kaldım. “Ama yine de bende haset uyandırmaya devam ediyorsun." Sefil bedenimi de al gitsin o zaman. Bir kişinin emriyle sefil bedenimden vazgeçebiliyorsam, ondan korkar mıyım artık?

"Ama şu veya bu kişi mülklerini bana bırakmayacak." Ne olmuş yani? Onun zaten bana ait olmadığını unuttum mu? Nasıl benim olduğunu söylerim ki? Bu, handaki bir yatağın benim olduğunu söylememe benzer. Hancı ölürken yatakları sana bırakırsa ne âlâ ama eğer başka birine bırakırsa, o yataklar başka birinin olur ve sen de başka bir yatak bulursun. Bulamazsan, yerde yatarsın. Yeter ki huzur içinde mışıl mışıl uyu ve trajedilerin krallara, tiranlara ve zenginlere mahsus olduğunu, yoksulların trajedilerde sadece koronun bir parçası olarak yer aldığını unutma. Krallar başlangıçta refah içindedir. "Sarayı çe-lenklerle süsleyin," derler. Üçüncü veya dördüncü perdede ise, "Ey Kithairon,40 41 beni niye aldın?" diye haykırırlar. Ey ahmak, taçların nerede şimdi? Korumalarının sana hiçbir faydası yok. Öyleyse, böyle kişilere yaklaşırken bir trajedinin kahramanına, üstelik de oyuncuya değil, Oedipus'un kendisine yaklaştığını unutma. Ne var ki sen onun mutlu olduğunu, çünkü etrafının kalabalık olduğunu söylüyorsun. Benim de etrafım kalabalık. Sözün kısası, şunu unutma: Kapı açık/3 Bir şey hoşlarına gitmediğinde, "Artık oynamayacağım, " diyen küçük çocuklardan daha korkak olma. Hoşuna gitmiyorsa, "Artık oynamayacağım," de ve git. Ancak şayet kalırsan, şikâyet etme.

XXV. BÖLÜM AYNI KONU ÜZERİNE

Eğer iyinin ve kötünün insanın iradesinde yattığını ve başka hiçbir şeyin bizi ilgilendirmediğini söylerken ikiyüzlü davranmıyorsak, eğer bunlar doğruysa ve budalalık etmiyorsak, neden hâlâ endişeliyiz? Neden hâlâ korkuyoruz? Bizi meşgul eden şeyler hiçbir insanın elinde değil ve başkalarının elinde olan şeyler de bizi ilgilendirmiyor. Öyleyse, ne derdimiz olabilir?

"Bana yol göster." Sana neden yol göstereyim? Zeus sana yol göstermedi mi? Senin olanları sana engellerden arınmış olarak sunup, senin olmayanları engellere maruz bırakmadı mı? Ondan gelirken hangi talimatları, hangi buyrukları getirdin? Kendine ait olanları her ne pahasına olursa olsun koru ve başkalarına ait olanları arzulama. Sadakat (güvenilirlik) sana ait; utanma duygusu sana ait. Bunları senden kim alabilir? Bunları kullanmana senden başka kim engel olabilir? Peki, sen-nasıl davranıyorsun? Sana ait olmayanların peşinden koşarken, sana ait olanları kaybediyorsun. Zeus'tan buyruklarını almışken, benden daha ne istiyorsun? Ben ondan daha mı güçlüyüm? Daha mı güvenilirim? Onun buyruklarını incelersen,-başka herhangi bir şeye ihtiyacın kalır mı? "Bu buyrukları o vermedi," diyebilirsin. Ön fikirlerini ele al, filozofların kanıtlarını ele al, duyduklarını ele al, söylediklerini ele al, okuduklarını ele al, kafa yorduklarını ele al; işte o zaman bütün bunların Tanrı'dan geldiğini görürsün. Tanrı'nın buyruklarını ne zamana kadar yerine getirmek ve oyunu ne zamana kadar sürdürmek uygundur?42 Oyun senin için uygun olduğu sürece. Satürnalya'da43 eğlencesine bir kral seçilir, çünkü gelenek böy-ledir. Bu kral emirler yağdırır. Sen iç. Sen şarabı getir. Sen şarkı söyle. Sen gel. Sen git. Oyun benim yüzümden bozulmasın diye emirleri yerine getiririm. Gelgelelim, şayet bu kral "Kötü bir durumda olduğunu düşün," derse, öyle düşünmediğimi söylerim. Beni öyle düşünmeye kim zorlayabilir ki? Agamemnon ile Akhilleus'u canlandırmaya karar verdik. Agamemnon'u canlandıran kişi bana, "Akhilleus'a git ve Briseis'i ondan al," dedi. Giderim. "Gel," derse gelirim.

Kuramsal argümanlarda nasıl davranıyorsak, hayatta da öyle davranmalıyız. "Gece olduğunu varsay." Gece olduğunu varsayıyorum. "Gündüz mü öyleyse?" Hayır, çünkü gece olduğu varsayımını kabul ettim. "Gece olduğunu sandığını varsay." Varsaydım diyelim. "Ancak, aynı zamanda gerçekten gece olduğunu düşün." Bu, varsayımla örtüşmez. Aynısı şu durumda da geçerlidir. "Şanssız olduğunu varsay." Tamam. "Mutsuz musun öyleyse?" Evet. "Şansınla başın dertte mi?" Evet. "Aynı zamanda, sefil durumda olduğunu düşün." Bu, varsayımla örtüşmez ve Zeus öyle düşünmemi yasaklar.

Öyleyse, oyunun kurallarına nereye kadar uymalıyız? Faydalı oldukları sürece, yani bizim için uygun ve tutarlı oldukları sürece. Bazı insanlar huysuz ve hırçın olur. "O adamla yemek yiyip de Misya'da nasıl savaştığını bir kere daha dinleyemem," der. "Tepeye nasıl tırmandığımı anlatmıştım dostum; derken etrafımı tekrar kuşattılar." Başka biriyse, "Yemeğimi yemeyi tercih ederim; istediği kadar konuşsun," der. Önceliklerini belirlernek sana kalmıştır ama yaptığın hiçbir şeyi bunalırn-dayrnış veya dertliymiş gibi yapma, çünkü seni onu yapmaya zorlayan yok. Odanın içi duman mı oldu? Duman katlanabilir düzeydeyse, içeride kalırım. Değilse, dışarı çıkarım. Kapının açık olduğunu asla unutma. “Nikopolis’te yaşama," mı diyorsun? Nikopolis’te yaşamam. “Atina’da da yaşama." Atina’da da yaşamam. “Roma’da da yaşama." Roma’da da yaşamam. “Gyaros’ta yaşa."44 45 46 Gyaros’ta yaşamak katlanamayacağını kadar fazla duman anlamına geliyor; öyleyse hiç kimsenin beni yaşamaktan alıkoyarnayacağı yere giderim, çünkü orası herkese açıktır. Üzerimdeki son giysiden, yani sefil bedenimden de sıyrıldığımda, hiç kimsenin üzerimde bir gücü kalmaz. Dernet-rius47 bu nedenle Neron’a, “Sen beni ölümle tehdit ediyorsun ama doğa da seni tehdit ediyor," demişti. Eğer bedenime fazla değer verirsem, köleliğe mahkûm olurum. Eğer sahip olduklarıma fazla değer verirsem de köleliğe mahkûm olurum, çünkü zaaflarımı açık etmişimdir. Yılanın başını geri çektiğini görürsem, koruduğu yere saldırmam söylerim; sen de düşmanının korumayı seçtiğin yere saldıracağından emin olabilirsin. Bunu unutmazsan, korkacağın ya da göklere çıkaracağın kimse kalır mı?

“Ama ben senatörlerin oturduğu yerde oturmak istiyorum."48 Kendi kendini sıkıntıya soktuğunu ve sıkıştırdığını görmüyor musun? “Sahneyi iyi görmek için başka ne yapabilirim?" Gösteriye gitmezsen, kendini sıkıştırmamış olursun. Neden kendine dert yaratıyorsun? Ya da biraz bekle ve gösteri bittiğinde senatörlere ayrılan yere oturup güneşlen. Şu gerçeği unutma; kendimizi sıkıntıya sokan ve sıkıştıran biziz veya daha doğrusu görüşlerimiz. Hakarete uğramak nedir? Bir taşın başında durup ona hakaret et; ne başarmış olursun? Öyleyse, insan bakareti bir taş gibi dinlerse, hakaret edenin eline ne geçer? Gelgelelim, şayet hakaret eden kişi karşısındakinin zaafını bir basamak gibi kullanabilirse, işte o zaman eline bir şey geçer. "Onu soyun." 'Onu' derken ne kastediyorsun? Kıyafetlerine el koyun demek istiyorsun. "Sana hakaret ettim." "Hayrını gör."

Sokrates böyle davranırdı; bu nedenle hep aynı tavrı korurdu. Ne var ki, biz özgür olmanın yolları dışında her şeyi araştırıp incelerneyi tercih ediyoruz. Filozofların paradokslarla konuştuğunu söylüyorsun. Diğer sanatlarda paradokslar yok mu? Görebilmesi için bir insanın gözünde kesik açmaktan daha paradoksal bir şey olabilir mi? Biri bunu cerrahiden anlamayan birine söylese, o kişi bunu söyleyenle dalga geçmez mi? Öyleyse, felsefedeki gerçeklerin de deneyimsiz kişilere paradoksal gelmesi şaşırtıcı mı?

XXVI. BÖLÜM HAYA™ KANUNU NEDİR?

Birisi kuramsal argümanları okurken, Epiktetos şöyle dedi: Kurarndan çıkan sonucu kabul etmemiz gerektiği de kuramsal bir kanundur. Ne var ki bu kanundan önce hayatın kanunu, yani doğaya uygun hareket etmemiz gerektiğini söyleyen kanun gelir. Çünkü eğer her koşulda doğal olanı yerine getirmek istiyorsak, doğayla tutarlı olan şeylerin gözümüzden kaçmasına izin vermememiz ve doğayla çelişen şeyleri kabul etmememiz gerektiği açıktır. Filozoflar bizi önce daha kolay olan teori (bir şeyleri inceleme) konusunda eğitip, sonrasında daha zor meselelere geçerler. Çünkü teori söz konusu olduğunda, bizi öğretilenleri dikkatle dinlemekten alıkoyan bir şey yoktur ama gerçek hayatta dikkatimizi dağıtan pek çok şey vardır. Dolayısıyla, gerçek hayat meseleleriyle başlamak istediğini söyleyen kişi saçmalamaktadır, çünkü zor meselelerle başlamak kolay değildir. Çocuklarının felsefe öğrenmesinden endişe duyan ebeveynlere de bu gerçeği bir argüman olarak öne sürmemiz gerekir. "Hata mı yapıyorum baba? Bana uygun olanı ve yakı'                                                ____ .                     .             .......

şanı bilmiyor muyum? Eğer bu gerçekten öğrenilemiyor ya da öğretilemiyorsa, beni neden suçluyorsun? Eğer bunu sen bana öğretebiliyorsan öğret ama eğer öğretemiyorsan, öğretmeyi bildiğini söyleyenlerden öğrenmeme izin ver. Ne düşünüyorsun? İsteyerek kötülüğün pençesine düştüğümü ve iyilikten uzaklaştığımı mı? Umarım öyle düşünmüyorsundur. Yanlış hareket etmemin sebebi ne? Cehalet. Öyleyse, cehaletimden kurtulmamı istemez misin? Öfke ne zaman birine gemi kullanma sanatını ya da müziği öğretmiştir? O zaman senin öfken sayesinde yaşama sanatını öğrenmem mümkün mü?" Ancak öğrenmeye niyetli bir kişi böyle konuşabilir. Ne var ki bir insan sadece ziyafetlerde gösteriş yapmak ve kuramsal argümanları bildiğini göstermek için bu kuramları okuyor ve filozofları dinliyorsa, bu insanın, yanında oturan bir senatörün hayranlığını kazanmaktan başka ne amacı olabilir? Çünkü Roma'da gerçekten büyük fırsatlar vardır ve Nikopolis'in zenginlikleri orada önemsiz kalır. İşte bu nedenle insan, muhakeme yeteneğini etkileyen pek çok şeyin bulunduğu yerde, izlenimler konusunda ustalaşmakta zorlanır. Epaphroditus'un dizlerine sarılıp, sadece on bin denarii47'nin yüz elli katı parası kaldığı için yakınan birini tanıyorum. Peki, Epaphroditus ne yaptı? Biz kölelerinin yaptığı gibi bu adama güldü mü? Hayır. Büyük bir şaşkınlıkla, "Vah zavallı. Buna nasıl sessiz kaldın? Nasıl dayandın?" diye sordu.

Epiktetos kuramsal argümanları okuyan kişiyi paylayınca ve okuma yapmayı önermiş olan öğretmen okumayı yapan kişiye gülünce, Epiktetos öğretmene şunları söyledi: "Sen kendine gülüyorsun. Delikanlıyı hazırlamadığın gibi, bu meseleleri anladığından da emin olmamışsın ama belki de ona sadece okuma yaptırıyorsun. Eğer bir insan karmaşık bir uslamlamayı anlayabilecek kabiliyete sahip değilse, o kişinin övgülerine ya da suçlamalarına güvenebilir miyiz? İyi ve kötü hakkında bir fikir oluşturabileceğini kabul edebilir miyiz? Bu kişi birini suçlarsa, suçlananın umurunda olur mu? Birini överse, övdüğü kişi mutlu olur mu? Daha kuramsal uslamlama gibi basit bir konuda bile doğru sonuca varamayan birinden bahsediyoruz.

Felsefenin başlangıç noktası budur; insanın muhakeme yetisinin düzeyinin farkında olması. Çünkü eğer insan bu yetisinin zayıf olduğunu bilirse, zor konulara girmez. Oysa insanlar daha ufak bir lokmayı bile yutamazken, ciltler dolusu kitabı yalayıp yutmaya kalkışıyorlar. Sonra da yuttuklarını kusuyor ya da hazımsızlık çekiyor, ağrılar ve sancılar içinde kıvranıyorlar. Bu insanlar kabiliyetlerini gözden geçirmeliler. Teori söz konusu olduğunda, cahil bir insanı ikna etmek kolaydır ama gerçek hayat söz konusu olduğunda hiç kimse ikna edilmeye açık değildir ve bizi ikna eden kişiden nefret ederiz. Oysa Sokrates bize gözden geçirilmemiş bir hayat yaşamamamızı öğütlemiştir.”

XXVE. BÖLÜM

KAÇ TÜR İZLENİM VARDIR VE BU İZLENİMLERE KARŞI NASIL ÇARELER ÜRETMELİYİZ?

Dört tür izlenim vardır: Öyle olan ve öyle görünenler; öyle olmayan ve öyle görünmeyenler; öyle olduğu halde öyle görünmeyenler ve öyle olmadığı halde öyle görünenler. Eğitimli bir insanın görevi bütün bu durumlarda doğru yargıya varmaktır. Bizi rahatsız eden her neyse, ona karşı bir çare üretmemiz gerekir. Eğer bizi rahatsız eden Pyrrhon'un48 ve Akademisyenlerin yanıltmacalarıysa, onlara karşı bir çare bulmamız gerekir. Eğer bizi rahatsız eden bazı şeylerin iyi olmadığı halde iyi görünmesine yol açan izlenimlerse, buna karşı bir çare aramalıyız. Eğer bizi rahatsız eden alışkanlıksa, alışkanlığa karşı bir çare bulmalıyız. Alışkanlığa karşı ne çare bulabiliriz? Karşı bir alışkanlık... Cahil insanların şöyle dediğini duyarsın: "Zavallı adam öldü. Annesi ve babası üzüntüden kahroldu. Yabancı topraklarda zamansız bir ölüme kurban gitti." Başka konuşma biçimlerine kulak ver. Bu tür ifadelerden uzaklaş. Bir alışkanlığa, karşı bir alışkanlıkla cevap ver. Yanıltmacalara mantıkla ve mantık disipliniyle karşı koymak gerekir. İnandırıcı (aldatıcı) izlenimlere karşıysa, bütün kusurlardan arındırılmış ön fikirlere sahip olmamız gerekir.

Ölüm bize kötü göründüğünde, şu kuralı hatırlamalıyız; kötü şeylerden kaçınmak doğrudur ama ölüm gerekli bir şeydir. Çünkü ne yapabilirim? Ölümden nasıl kaçabilirim? Belki Zeus'un oğlu Sarpedon değilim ve şöyle asil konuşamıyorum: "Gidiyorum. Cesur davranmaya ya da bir başkasına cesur davranma fırsatını sunmaya kararlıyım. Eğer kendim yapmayı başaramazsam, bir başkasına asil davrandığı için kin beslemeyeceğim." Diyelim ki böyle davranmak bizim gücümüzü aşıyor; bu şekilde düşünmek de mi elimizde değil peki? Ölümden nasıl kaçabilirim söyle bana. Ölümün uğramadığı bir ülke, bir insan göster. Ölüme karşı bir tılsım bul. Eğer böyle bir tılsım yoksa ne yapmamı istiyorsun? Ölümden kaçamam. Ölüm korkusundan kaçamaz mıyım peki? Titreyerek ve inleyerek mi ölmem gerekir? Istırabın kökeninde dilediğin şeyin gerçekleşmemesi vardır. Dolayısıyla, dış etkenleri dileğime göre değiştirebiliyorsam değiştiririm ama değiştiremiyorsam, bana engel olan kişinin gözlerini oymaya hazırımdır. Çünkü insanlar iyi şeylerden mahrum kalmaya ya da kötülüğe maruz kalmaya dayanamazlar. Koşulları değiştiremediğİrnde ve bana engel olan kişinin gözlerini oyamadığımda, oturup sızlanır ve Zeus ile diğer tanrılar da dahil olmak üzere, herkese sövüp sayarım. Çünkü eğer bana bakmıyorlarsa, benim için ne anlamları vardır? “O zaman dine saygısızlık etmiş olursun." Şimdiki halimden daha kötü ne olabilir ki? Şunu unutma; dindarlık kişinin iyiliği ile örtüşmedi-ği surece, hiç kimse dindar kalmayı sürdüremez. Sence bunlar doğru değil mi?

Bırak Pyrrhon'un takipçileri ve Akademisyenler gelip itiraz etsinler. Benim böyle tartışmalara ayıracak zamanım yok; genel görüşleri savunmayı da üstlenemem. Eğer bir toprak parçası konusunda anlaşmazlığa düşmüş olsaydım, çıkarlarımı savunması için başka birini tutardım. Peki, nasıl kanıtlarla tatmin olurdum? Eldeki konuya ait olanlarla.49 Algıların bütün bedenden mi yoksa bedenin belirli bir kısmından mı etkilendiğini açıklayamam belki, çünkü iki görüş de kafamı karıştırıyor. Ancak, senin ve benim aynı olmadığımızı kesin olarak biliyorum. Nereden mi biliyorum? Bir şeyi yutmak istediğimde, senin ağzına değil, kendi ağzıma atıyorum. Ekmek almak istediğimde, süpürgeye uzanmıyor, doğrudan ekmeğe uzanıyorum. Duyuların kanıtlarını ortadan kaldıran Pyrrhoncular; siz farklı mı davranıyorsunuz sanki? Aranızda, yıkanmak istediği zaman değirmene giden var mı?

Öyleyse, bütün gücümüzle genel görüşleri korumamız ve onlara karşı geliştirilen argümanlara karşı hazır olmamız gerekmez mi? Buna karşı çıkan var mı? Olanağı ve zamanı olan insan bunu yapmalıdır ama titreyen, endişeli ve kalbi (ruhu) parçalanmış kişi zamanını daha farklı kullanmalıdır.

XXVUI. BÖLÜM

İNSANLARA ÖFKELENMEMEMİZ GEREKTİĞİNE DAİR; İNSANLARIN BÜYÜK VE KÜÇÜK BULDUĞU ŞEYLER

Bir şeyi kabul etmemizin sebebi nedir? Onun bize doğru gelmesi. Öyleyse, bize doğru gelmeyen bir şeyi kabul etmemiz mümkün değildir. Neden mi? Çünkü zihnimizin yapısı böyledir; doğruya meyleder, yanlıştan tatmin olmaz ve şüpheli durumlarda kararını erteler. Bunun kanıtı nedir? Yapabilirsen, kendini gece olduğuna ikna et. İmkansız. Gündüz olduğu inancından vazgeç. İmkansız. Kendini yıldızların çift sayı olduğuna veya olmadığına ikna et. İmkansız. Bu durumda, eğer insan yanlış bir şeyi kabul ediyorsa, yanlış olduğunu bilerek etmediğinden emin olabilirsin, çünkü Platon'un da söylediği gibi, insan gerçeklerden ancak istemeden mahrum kalır; yanlışı doğru zanneder. Eylemler söz konusu olduğunda gerçeğin ve yanlışın yerini ne alır? Uygun olanlar ve olmayanlar, faydalı olanlar ve olmayanlar, insanın doğru buldukları ve bulmadıkları. İnsanın bir şeyin faydalı olduğunu düşünüp de onu tercih etmemesi mümkün müdür? Değildir. Medea ne der?

"Yapacaklarımın yanlış olduğunu biliyorum,

' Ama duygularım aklıma galip geldi."

Medea duygularına boyun eğip kocasından intikam almanın, çocuklarını kurtarmaktan daha faydalı olduğunu düşündü. Öyle düşündü ama yanılıyordu. Ona yanıldığını gösterirsen, kararından vazgeçer ama göstermediğin sürece, kendi görüşlerine göre hareket etmekten başka ne yapabilir ki? Hiçbir şey yapamaz. Öyleyse, en önemli konularda kafası karışmış ve insandan yılana dönüşmüş olan bu mutsuz kadına neden öfkeleniyorsun? Ona neden acımıyorsun? Körlere ve topallara acırız; en önemli konularda kör ve topal kalmış olanlara neden acımıyoruz?

İnsanın izlenimlerine göre - ki doğru da olabilir, yanlış da - hareket ettiğini aklından çıkarmayan kişi hiç kimseye öfkelenmez, hiç kimseye gücenmez, hiç kimseyi yermez, hiç kimseyi suçlamaz, hiç kimseden nefret etmez ve hiç kimseyle kavgaya tutuşmaz, çünkü insanın izlenimi doğruysa zaten masumdur, yanlışsa da cezasını kendisi çekecektir; ne de olsa yanılan ile bu yanılgının cezasını çekenin farklı kişiler olması mümkün değildir.

Öyleyse, bütün büyük ve dehşet uyandıran eylemlerin kökeninde izlenimler (görüşler) mi vardır? Evet, kesinlikle. İlyada izlenimlerden ve izlenimlerin kullanımından başka bir şey değildir. Paris bir izienim sonucunda Menelaus'un karısını kaçırdı; Helen bir izienim sonucunda onun peşinden gitti. Eğer Menelaus böyle bir eşten mahrum kalmanın belki de bir kazanç olduğu izlenimini edinseydi, ne olurdu? Sadece İlyada değil, Odysseia da kayıplara karışırdı. "Bütün o büyük şeyler küçük bir meseleden mi çıktı yani?" Büyük şeyler derken ne kastediyorsun? Savaşlar, ayaklanmalar, çok sayıda insanın can vermesi ve şehirlerin yanıp kül olması. Bunlar büyük şeyler mi? “Değil mi?" Peki ya çok sayıda öküzün ve koyunun can vermesi, kırlangıçların ya da leyleklerin yuvalarının yanıp kül olması büyük şeyler mi? “İkisi birbirine benzer mi?" Çok benzer. İnsanlar bedenini kaybederken, öküzler ve koyunlar da bedenini kaybeder; insanların evleri yanıp kül olurken, leyleklerin yuvaları da yanıp kül olur. Bunda büyük ya da dehşet uyandıran ne vardır? Bir insanın eviyle bir leyleğin yuvası arasındaki farkı göster bana. İkisi de birer barınaktır ama insan evini kiremitlerle ve tuğlalarla inşa ederken, leylek yuvasını çalı çırpıyla ve çamurla inşa eder. “İnsanla leylek birbirine benzer şeyler midir öyleyse?" Beden söz konusu olduğunda, çok benzerler.

“İnsanın leylekten bir farkı yok mudur yani?" Öyle demedim; dış unsurlar söz konusu olduğunda aralarında bir fark yoktur. Fark nerededir peki? Düşünürsen, farkın başka bir yerde olduğunu görürsün. Fark, insanın yaptığını kavramasında, sosyal olmasında, sadakatinde, alçakgönüllülüğünde, azminde ve zekasındadır. Öyleyse, insanın iyiliği ve kötülüğü nerededir? Farkın olduğu yerde. Eğer bu fark korunursa ve alçakgönüllülük, sadakat ve zeka yok olmazsa, insan da korunur. Bunlar yok olduğunda, insanın da sonu gelir; büyük şeyler işte bunlardır. Yunanlılar Truva'yı yakıp yıktığında ve kardeşleri katledildiğinde Paris'in çok büyük bir zarar gördüğünü söylüyorsun. Bu doğru değil, çünkü hiçbir insan kendisine ait olmayan bir eylemden zarar görmez. O sırada olanlar sadece leyleklerin yuvalarının yıkılmasıydı. Paris asıl alçakgönüllülüğünü, sadakatini, misafirperverliğe gösterdiği saygıyı ve nezaketini kaybettiği an mahvoldu. Akhilleus ne zaman mahvoldu? Patroklos öldüğünde mi? Hayır. Öfkelenmeye başladığında, bir kız için gözyaşı döktüğünde ve metres bulmak için değil savaşmak için Truva'da olduğunu unuttuğunda. İnsanı mahveden işte bunlardır; kuşatılmak işte budur; şehirlerin yıkılması işte budur -doğfu görüşlerin tahrip olması ve yozlaşması.

“Kadınların kaçırılması, çocukların tutsak edilmesi ve erkeklerin kılıçtan geçirilmesi kötü değil mi?" Bu sonuca nasıl vardın? Bana bunu açıkla. “Açıklayamam ama sen bunların kötü olmadığını nasıl söylersin?" Kurallara gelelim ve ön fikirlerimizi oluşturalım, çünkü bunu ihmal ettiğimiz için insanların yaptıklarını yeterince irdeleyemiyoruz. Bir şeyin ağırlığını belirlemek istediğimizde tahmin yürütmeyiz. Bir şeyin düz mü yoksa eğri mi olduğunu belirlemek istediğimizde tahmin yürütmeyiz. Doğru olanı bilmenin bizim yararımıza olduğu hiçbir meselede tahmin yürütmeyiz. Gelgelelim, iyiliğin ve kötülüğün, mutluluğun ve mutsuzluğun, talihli veya talihsiz olmanın ilk ve tek sebebine gelince, düşüncesiz ve ihtiyatsız davranacağımız tutar. Mesele buna gelince, ne bir tartımız vardır ne de bir kuralımız. Önümüze bir izlenim sunulur ve hemen ona göre davranırız. Akhilleus ile Agamemnon'dan daha üstün olduğumu mu varsaymalıyım öyleyse? Onlar izlenimlerinin peşinden giderek pek çok kötülüğe neden oldular ve uğradılar. İzienimler benim için yeterli olmamalı mı? Hangi trajedinin farklı bir başlangıcı vardır? Euripides'in Atreus’u nedir? Bir izlenim. Sophokles'in Oedipus’u nedir? Bir izlenim. Feniks? Bir izlenim. Hippolytus? Bir izlenim. Öyleyse, bu konuya kafa yormayan biri, nasıl biridir sence? Her izlenirnin peşinden gidenlere ne denir? Deli. Biz farklı mı davranıyoruz peki?

XXIX^. BÖLÜM

SEBAT (YA DA DAYANIKLILIK) ÜZERİNE

İyinin ve kötünün özünde belirli bir irade vardır. Öyleyse, dış etkenler nedir? İradenin malzemeleridir; irade onların aracılığıyla iyiye ve kötüye ulaşır. İyiye nasıl ulaşır? Malzemelere aşırı değer vermeyerek, çünkü malzemeler hakkındaki fikirlerin doğru olması iradeyi iyi kılarken, çarpık olması iradeyi kötü kılar. Tanrı bu kanunu belirlemiştir ve şöyle der: "İyiliği kendinde ara." Ancak sen, "Hayır, başkasında arayacağım," diyorsun. Bunu yapma; iyiliği kendinde ara. Bir tiran beni tehdit ettiğinde, "Kimi tehdit ediyorsun?" diye sorarım. "Seni zincire vurduracağım," derse, "Ellerimi ve ayaklarımı tehdit ediyorsun," derim. "Boynunu vurduracağım," derse, "Boynumu tehdit ediyorsun," derim. "Seni zindana atacağım," derse, "Sefil bedenimi tehdit ediyorsun," derim. Beni sürgünle tehdit ederse de aynısını söylerim. "Seni hiç tehdit etmiyor mu öyleyse?" Bunların benim için önemi olmadığını düşünürsem, beni tehdit edemez ama bunların herhangi birinden korkarsam, beni tehdit etmiş olur. Kimden korkarım öyleyse? Neyin efendisinden? Kendi elimde olan şeylerin efendisinden mi? Öyle biri yoktur. Elimde olmayan şeylerin efendisinden mi? O şeyler benim için ne anlam ifade eder ki?

"Siz filozoflar bize kralları hor görmeyi mi öğretiyorsunuz öyleyse?" Umarım öyle değildir. Hangimiz onların sahip oldukları üzerinde hak iddia etmeyi öğretiyoruz ki? Sefil bedenimi al, sahip olduklarımı al, itibarımı al, etrafımdakileri al. Eğer herhangi birine bunlar üzerinde hak iddia etmesini öğütlersem, o zaman beni suçlayabilirler. "Evet ama ben senin fikirlerini de fethetmek istiyorum." Sana bu gücü kim verdi? Başka bir insanın fikrini nasıl fethedebilirsin? "Korkutarak fethederim." Fikrin sadece kendi kendini fethettiğini ve başka hiçbir şey tarafından fethedilemeyeceğini bilmiyor musun? İradenin başka hiçbir şey tarafından fethedilemeyeceğini bilmiyor musun? Bu nedenle Tanrı'nın kanunu güçlü ve adildir ki o kanun şöyle der: Güçlüler zayıflardan daima üstün olacaktır. "On kişi bir kişiden daha güçlüdür." Evet ama ne için? Zincire vurmak, öldürmek, sürüklemek, insanın sahip olduklarını almak için. On kişi bu bakımdan bir kişiden daha güçlüdür ve onu alt edebilir. Peki, hangi bakımdan daha zayıftır? Eğer o bir kişi doğru fikirlere sahipse ve diğer on kişi değilse. Bu durumda, o on kişi bir kişiyi alt edebilir mi? Nasıl etsin ki? Terazide olsalar, ağır olan kendi bulunduğu kefeyi aşağı çekmez mi?

"Sokrates'in Atinalılardan gördüğü muamele çok garip." Ey ahmak, neden Sokrates diyorsun? Doğru konuşmaya çalış; "Sokrates'in bedeninin güçlü adamlar tarafından zindana sürüklenmesi, Sokrates'in bedenine baldıran zehri verilmesi ve bedeninin yitip gitmesi çok garip," demen gerekir. Bunlar sana garip mi geliyor? Adaletsiz mi geliyor? Bunlar için Tanrı'yı mı suçluyorsun? Sokrates'in bunlara verdiği bir karşılık yok muydu? Sokrates için iyinin özü neredeydi? Onu mu dinlemeliyiz yoksa seni mi? Sokrates ne der? "Anytos ile Meletus50 beni öldürebilirler ama bana zarar veremezler." Üstüne bir de şöyle der: "Tanrı'nın dileği buysa, öyle olsun."

Bana prensipleri zayıf olan birinin, prensipleri daha üstün olan birini alt ettiği bir örnek göster. Kesinlikle gösteremezsin; hatta göstermeye yaklaşamazsın bile, çünkü Tanrı'nın ve doğanın kanununa göre üstün olan zayıf olana daima galip gelecektir. Hangi konuda? Üstün olduğu konuda. Bir beden diğerinden daha güçlüdür. Birçok beden tek bedenden daha güçlüdür. Hırsız, hırsız olmayandan daha güçlüdür. Ben de lambamı bu yüzden kaybettim, çünkü hırsız uyanık kalmak konusunda benden daha üstündü. Ne var ki lambayı almasının bir bedeli vardı; bir lamba uğruna hırsız oldu, güvenilirliğini yitirdi ve vahşi bir hayvan gibi hareket etti. Karlı çıktığını düşündü. Öyle olsun. Diyelim ki birisi beni pelerinimden tuttu meydana sürüklüyor ve etraftakiler de şöyle bağırıyor: "Ey filozof, görüşlerin ne işe yaradı? Bak seni zindana sürüklüyorlar, kelleni alacaklar." Hangi felsefe sistemi benden daha güçlü bir adamın beni pelerinimden tutup sürüklemesine ya da on kişinin beni zindana atmasına engel olabilirdi? Başka hiçbir şey öğrenmedim mi peki? İrademden bağımsız olan hiçbir şeyin bana hiçbir anlam ifade etmediğini öğrendim. Bunu sen de bilmiyor musun? Öyleyse avantajı neden olduğunu bildiğin yerden başka yerde arıyorsun?

Zindanda otururken diyorum ki o bağıranlar51 ne kelimelerin anlamını biliyorlar ne söylenenleri anlıyorlar ne de filozofların söyledikleriyle ya da yaptıklarıyla ilgileniyorlar. Bırak öyle kalsınlar.

'Derken, "Zindandan çık," diyorlar. Eğer artık zindanda olmama gerek yoksa çıkarım. Tekrar gerek olursa, yine girerim. "Bunu nereye kadar sürdüreceksin?" Mantığım bedenimle olmadı gerektirdiği sürece ama mantığım bunu gerektirmediğinde bedenimi de alın ve hoşça kalın. Ancak bunu düşüncesizce, zayıflıktan ya da önemsiz bir sebepten yapmamalıyız, çünkü Tanrı bunu istemez; dünyaya ve içindekilere olduğu şekilde ihtiyacı vardır. Ne var ki, eğer Sokrates'e yaptığı gibi geri çekilme işaretini verirse, işareti verene bir generalmiş gibi itaat etmeliyiz.52

Bunları herkese söylemeli miyiz? Neden söyleyelim? İnsanın kendinin bunları bilmesi yeterli değil mi? Çocuklar alkış tutarak ve bağırarak, "Ne güzel, bugün Satürnalya," dediğinde, "Satürnalya güzel değil," diyor muyuz? Hayır, onlarla birlikte alkış tutuyoruz. Öyleyse, bir insanın fikrini değiştiremediğinde de onun çocuktan farkı olmadığını bilmeli ve onunla birlikte alkış tutmalısın. Eğer bunu yapmak istemezsen de sessiz kalmalısın.

İnsan bunu aklında tutmalı ve bir zorlukla karşı karşıya kaldığında, öğrendiklerini sergilemenin vaktinin geldiğini bilmelidir. Çünkü bir zorlukla karşı karşıya kalan kişi, okulda uslamlamaların çözümlerine çalışan bir genç gibidir; eğer birisi ona kolay bir uslamlama verirse, "Bana karmaşık bir uslamlama ver ki kendimi geliştirebileyim," demelidir. Sporcular bile zayıf bir rakipten hoşlanmazlar ve "O beni kaldıramaz ki," derler. Ne var ki, sınanma vakti geldiğinde, içinizden biri mutlaka ağlar ve "Keşke daha fazlasını öğrenseydim," der. Neyin daha fazlası? Eğer bunları uygulamaya koymak için öğrenmediysen, neden öğrendin? Bence burada oturanlar arasında mutlaka doğum yapan bir kadın gibi sancı çeken ve "Benim karşıma bir türlü öyle bir zorluk çıkmıyor. Olympia'da taç takabileceğim yerde hayatımı bir köşede heba ediyorum. Ne zaman karşıma gerçek bir mücadele çıkacak?" diye soran biri vardır. Hepinizin duruşu böyle olmalıdır. İmparatorun gladyatörleri arasında bile karşısına bir rakip çıkarılmadığı için şikayet edenler var; dövüşrnek için Tanrı'ya dua ediyor ve denetmenlerine yalvarıyorlar. Aranızdan hiçbiri bu tavrı sergilerneyecek mi? Bunun için seve seve Roma'ya seyahat eder ve sporcumun ne yaptığına, konusuna nasıl çalıştığına bakardım. "Ben o konuyu istemem," diyorsun. İstediğin konuyu seçmek senin elinde mi? Sana böyle bir beden, böyle bir ana baba, böyle kardeşler, böyle bir ülke ve bu ülkede böyle bir yer verildi. Gelip, "Benim konumu değiştir," diyorsun. Sana verilen konuyla başa çıkabilecek kabiliyedere sahip değil misin? "Konuyu önermek senin, ona iyi çalışmak da benim görevim," dernen gerekir. Gelgelelim, öyle demiyorsun. "Bana o konuyu verme de şu konuyu ver. Benim karşıma o savı değil de şu savı çıkar," diyorsun. Belki de trajedi oyuncularının kendilerini maskeden, çizmeden ve uzun pelerinden ibaret zannettiği bir gün gelecek. Ben diyorum ki senin malzemelerin ve konuların bunlar. Bir şeyler söyle de bir trajedi oyuncusu musun yoksa bir soytan mısın bilelim; çünkü ikisinin de geri kalan özellikleri ortak. Eğer birisi trajedi oyuncusunun çizmelerini ve maskesini alıp, onu sahneye bir hayalet olarak çıkarırsa, oyuncu tümden kayıp mı olur yoksa hâlâ orada mıdır? Sesi varsa, hâlâ oradadır.

Başka bir örnek verelim. "Bir vilayetin valiliğini üstlen." ,..

Üstlenirim ve üstlenince de eğitimli bir insanın nasıl davrandığını gösteririm. "Senatör kıyafetini çıkarıp paçavralara bürün ve öyle gel." Ne yani? O durumda sesimi olması gerektiği gibi kullanamayacak mıyım (yapmam gerekeni yapamayacak mıyım)? Peki, şimdi (hayat sahnesinde) nasıl görünüyorsun? Tanrı'nın huzuruna çağrılmış bir tanık gibi. "Öne çık53 ve bana tanıklık et, çünkü bana tanıklık etmeye layıksın. İradenin dışında kalan hiçbir şey iyi ya da kötü mü? Ben hiç kimseye zarar verdim mi? Hiç kimsenin menfaatini kendisinden başka birine bağımlı kıldım mı? Tanrı'ya nasıl tanıklık edeceksin?" "Perişan durumdayım Tanrım; çok bahtsızım. Hiç kimse beni umursamıyor, hiç kimse bana bir şey vermiyor. Herkes beni suçluyor. Herkes hakkımda kötü konuşuyor." Sana böyle bir şeref bahşeden ve seni huzurunda tanıklık etmeye layık gören Tanrı'ya böyle mi ifade vereceksin?

Diyelim ki gücü elinde bulunduran biri seni dinsiz ilan etti. Başına ne geldi bu durumda? "Dinsiz ilan edildim." Başka bir şey olmadı mı? "Olmadı." Peki, aynı kişi kuramsal bir uslamlama konusunda yargıya varsaydı ve "Gündüzse hava aydınlıktır sonucunu yanlış ilan ediyorum," deseydi, kuramsal uslamlamaya ne olurdu? Bu durumda yargılanan kim? Suçlu olan kim? Kuramsal uslamlama mı yoksa onu yanlış anlayan insan mı? Senin hakkında beyanatlarda bulunma gücüne sahip olan kişi dindarlığın ya da dinsizliğin ne olduğunu biliyor mu? Bu konuyu incelemiş ve öğrenmiş mi? Nerede öğrenmiş? Kimden öğrenmiş? Bir müzisyen lirin en ince telinin en kalın teli olduğunu söyleyen birini dikkate alır mı? Bir matematikçi dairenin merkezinden çevresine uzanan çizgilerin eşit olmadığını söyleyen birini dikkate alır mı? Öyleyse, gerçekten eğitim almış olan biri, eğitimsiz bir insanın dindarlık ve dinsizlik konusundaki yargılarını, adalet ve adaletsizlik konusundaki yargılarını dikkate almalı mıdır? Bu bir hata olur. Biz burada bunu mu öğretiyoruz?

Bu meselelere ilişkin küçük tartışmaları tembellere, bir köşede oturup maaşını alanlara ya da hiç kimse kendilerine bir şey vermediği için hornurdananlara bırakmayacak mısın? Öne çıkıp öğrendiklerinden faydalanmayacak mısın? Çünkü artık bu küçük tartışmalara gerek yok; Stoacıların yazıları onlarla dolu zaten. Neye gerek var öyleyse? Bunları uygulayacak birine; eylemleri sözlerine tanıklık edecek birine. Lütfen böyle biri ol ki okullarda artık eskilerden örnek vermeyi bırakalım da kendimizden örnek verelim.

Öyleyse, bu meseleleri (felsefi soruları) incelemek kime düşer? Vakti olana, çünkü insan incelerneyi seven bir hayvandır. Ne var ki bu meseleleri kaçak köleler gibi incelemek utanç vericidir. Tiyatroda otururcasına oturalım ve dikkatimiz dağılmadan bir seferinde oyuncuya, bir seferinde müzisyene kulak verelim; kölelerin yaptığını yapmayalım. Bir köle yerini alır almaz oyuncuyu över ve aynı zamanda da etrafına bakınır. Eğer birisi efendisinin ismini ağzına alırsa, hemen korkar ve endişeye kapılır. Filozofların doğanın eserlerini bu şekilde incelemesi utanç vericidir. Çünkü efendi dediğin kimdir? Hiçbir insan, bir diğerinin efendisi değildir; ancak yaşam ve ölüm, haz ve acı öyledir. Çünkü eğer bunlar olmadan gelecekse, imparatorun kendisi gelse bile karşısında ne kadar sağlam durduğumu görürsünüz. Ancak eğer gök gürültüsü ve şimşeklerle gelirse ve ben bunlardan korkarsam, efendimin karşısında kaçak bir köle gibi durmaktan başka ne yapabilirim ki? Bu korkulardan soluklandığım zamanlarda bile kaçak bir kölenin tiyatrodaki haline benzerim. Yıkanırım, içerim, şarkı söylerim ama bunların hepsini korkuyla ve huzursuzlukla yaparım. Oysa kendimi efendilerden, daha doğrusu efendileri korkutucu kılan şeyler-den,kurtarırsam, derdim ya da efendim kalır mı?

Bunları herkese anlatmalı mıyız öyleyse? Hayır ama eğitimsiz kişileri hoş görmeli ve şöyle demeliyiz: "Bu adam bana iyi olduğunu zannettiği bir tavsiyede bulunuyor; onu mazur göreceğim." Sokrates de "Bizim için yas tutması yüce gönüllülüğünü gösteriyor," diyerek, zehri içtiğinde ağlayan zindancıyı mazur görmüştür.54 Sokrates zindancıya, “Kadınları işte bu yüzden gönderdik," der mi? Hayır, bunu sadece anlayabilecek arkadaşlarına söyler; zindancıya ise çocuk muamelesi yapar.

XXX. BÖLÜM

ZOR KOŞULLARA NASIL HAZIRLANMALIYIZ?55

Güçlü bir insanın karşısına çıkacağın zaman yukarıdan birinin de seni izlediğini ve yukarıdakini memnun etmenin diğerini memnun etmekten daha önemli olduğunu unutma. Yukarıdaki sana sorar: "Okuldayken sürgün, zincir, ölüm ve gözden düşme hakkında ne diyordun?" “Bunların ilgisiz (ne iyi ne de kötü) olduğunu söylüyordum." “Peki, şimdi ne diyorsun? Herhangi bir değişiklik oldu mu?" “Hayır." “Sen değiştin mi?" “Hayır." “Öyleyse, bana ilgisiz olanlar nedir, onu söyle." “İrademden bağımsız olan şeyler." “Bundan nasıl bir sonuca vardığını da söyle." “İrademden bağımsız olan şeylerin benim için hiçbir değeri yoktur." “İyi konusundaki görüşün neydi peki?" “Gerektiği gibi bir iradeye sahip olmak ve izlenimleri doğru kullanmak." “Hayatın amacı ne?" “Senin izinden gitmek." “Hâlâ bu söylediklerinin arkasında mısın?" “Arkasındayım."

“Öyleyse güçlü bir insanın karşısına çıkarken cesur ol ve bunları unutma. Bu konuları incelemiş olan bir gencin, incelememiş olanlar arasında nasıl durduğunu göreceksin. Tahmin ediyorum ki aklından şunlar geçecek: Neden önemsiz şeyler için bu kadar büyük hazırlıklar yapıyoruz? İnsanların güç diye adlandırdığı şey bu mu? Giriş salonu bu mu? Saray görevlileri bunlar mı? Silahlı muhafızlar bunlar mı? Bunca söylevi bunun için mi dinledim? Bunlar hiçbir şey değil; oysa ben kendimi büyük bir şeye hazırlıyordum."

1

A. Gellius (i. 2 ve xvii. 19), Epiktetos 'un Söylevlerinin Arrianos tarafından derlendiğinden bahseder. Gellius (xix. 1) Söylevler'in beşinci cildine de değinir ama günümüze sadece dört cilt ve bazı fragmanlar ulaşmıştır. Fotios'un (Cod. 58) söylediğine göre toplamda sekiz cilt vardır. Epiktetos 'un Söylevlerinden seçilen kısa parçalardan oluşan Encheiridion ya da El Kitabı da günümüze kadar ulaşmıştır. Aynca M.S. 6. yüzyılda, Jüstinyen döneminde Simplicius tarafından kaleme alınan değerli Encheiridion yorumlan da bulunmaktadır.

Arrianos, Epiktetos 'un Söylevlerini yazmadığını söylerken neyi kastettiğini bir bakıma açıklar ama onlan kendisinin yaymadığını söylerken neyi kastettiğini açıklamaz. Arrianos bize Epiktetos'un konuşmalannı filozofun kendi kelimeleriyle kağıda aktarmaya çalıştığını söyler ama kendi bilgisi ya da nzası olmadan nasıl yayımlandıklannı söylemez. Ancak, anlaşıldığı kadanyla Arrianos Söylevler'in yayımlandığını görmüştür ve Schweighaeuser'ın da belirttiği gibi, fark ettiği hatalan kuşkusuz düzeltmiştir, dolayısıyla kendisi tarafından gözden geçirilmiş bir nüsha olmalıdır. Schweighaeuser'ın Söylevlerde karşılaştığımız zorluklarla ilgili notlan (i. böl. 26, 13) bulunmaktadır.

2

Bu, az önce mantık yetisi olarak adlandınlmıştır. Stoacılar duyulann edindiği bütün intihalara ve dış etkenierin oluşturduğu bütün duygulara izienimler ismini vermişlerdir.

3

Odysseia, X. 21 'e atıfta bulunulmaktadır.

4

Konsül Plautius Lateranus, Piso’nun Neron’a karşı komplosuna dahil olmakla suçlanmıştır. Çocuklannı görmesine izin verilmeden alelacele idama götürülmüştür ve kendisini idam eden görevli komplodan haberdar olsa da Lateranus bu konuda hiçbir şey söylememiştir. (Tacit. Ann. xv. 49, 60).

5

Epaphroditus Neron'un azat ettiği kölesiydi ve bir zamanlar Epiktetos'un efendisiydi. Neron'un sekreteriydi. Neron'un kendini öldürmesine yardım ermiş ve bu nedenle Domitianus tarafından öldürülmüştür. (Suetonius, Domitian, 14 dolaylannda).

6

Bu, Euripides’in Bakkhalar adlı eserindeki bir pasajın taklididir ve Horatius tarafından da taklit edilmiştir.

7

Stoacı filozof ’^^^a Paetus. Neron döneminde kendi hayatına son vermesi e^ınredil-miştir (Tacit. Ann. xvi. 21-35). Aria’nın kocasıdır ki annesi Arria- Caecina Paetus'un kansı - imparator Claudius döneminde büyük bir k^^rm^ıkla kocasına ölmenin yolunu göstermiştir (Plinius, Mektuplar, iii. 16). Martial, meşhur bir şiirle büyük Arria’yı ölümsüzleştirmiştir (i. 14):

“Arria iffetli göğsünden kendi eliyle çekip çıkardığı kılıcı Paetus’a verdiğinde

‘Bu yara canımı acıtmıyor,’ dedi ‘inan bana, Ama senin elinin açacağı yara acıtacak canımı.’”

8

C. Musonius Rufus. Toskanalı bir şövalye, filozof ve Stoacı (Tacit. Hist. iii. 81).

9

Paconius Agrippinus, Neron döneminde hüküm giymiştir. Hakkındaki suçlama, baba

sının Roma devletinin başına karşı nefretini miras almış olmaktır (Tacit. ^An. xvi. 28). Agrippinus’un babası, Tiberius döneminde ölüme mafum edilmiştir (Suetonius, Tib. 61 dolaylannda).                                                           .

10

Aricia, Roma’dan 20 Roma mili uzaklıkta, Via Appia’da bulunur (Horatius, Sat. i. 5, 1)

11

1 1 Epiktetos, Encheiridion, 1 1 dolaylannda: "Hiçbir durumda 'Kaybettim,' deme, ‘İade ettim,' de."

12

Spartalı delikanlılarArtemis Orthia sunağında kkan gövdeyi götürene ka^ ve bazen de ölene kadar kırbaçlanırlardı ama gıklan bile çıkmazdı (Cicero, Tuscul. ii. 14; v. 27).

13

Neron sahne temsillerinden çok hoşlanırdı ve soylu ailelerden gelen kişileri sahneye çıkmaya ikna ederdi; onlar da yoksulluklan nedeniyle buna razı olurlardı (Tacitus, Annals, xiv. 14; Suetonius, Nero, 21 dolaylarında).

14

“Mor" kısım, Romalı valilerin ve senatörlerin belirli günlerde giydikleri toganın mor renkli kalın bordürüydü (Cic. Phil. ii. 43).

15

Helvidius Priscus. Romalı senatör ve filozof. Dürüstlüğü Tacitus (Hist. iv. 4, 5) tarafından övülmüştür: “Sadece erdemli şeyleri iyi, kokuşmuş şeyleri kötü gören filozoftann izinden giderdi; zihnin dışında kalan güç ve mevki gibi şeyleri ne iyi ne de kötü olarak değerlendirirdi.” Vespasianus, Helvidius tarafından kışkırtıldığı bir öfke anında onu ölüme mahkûm etti ve karannı geri almakta çok geç kaldı (Suetonius, Vespasian, 15 dolaylannda).

16

Baton, M. Aurelius Antoninus döneminde iki yıl boyunca spor okulunun müdürü seçilmiştir.

17

Casaubon'un da belirttiği gibi, burada Domitianus'un filozofların sürgüne gönderilmesi emrine atıfta bulunulmaktadır. Bazı insanlar filozof olduklannı gizlemek için sakallarını kesmişlerdir. Epiktetos sakalım kesmeyi reddetmiştir.

1 8 fcotonlu Milo; büyük bir sporcu.

18

Diogenes Laertius (Chrysippus, lib, vii.) Hrisippos'un yedi yüz beş kitap ya da inceleme yazdığım belirtir. Hrisippos M.Ö. 280 yılında Kilikya, Soli ya da Tarsus'ta doğmuş ve Atina'ya gittikten sonra Stoacı Kleantes'in öğrencisi olmuştur.

19

Platon'un Kriton adlı kitabında geçer ama tam olarak aynı şekilde değil.

20

Söz konusu eser Fidias'ın altın ve fildişinden yapılmış devasa Zeus (Jüpiter) heykeliydi ve Olympia'da yer almaktaydı. Pausanias bu muhteşem eseri tasvir etmiştir (Eİiaca, A, 1 1).

21

Bunlar uslamlamanın doğru sonuçlara varmasını sağlayan uslarnlarnalar, figürler ve modlardır .

22

Musonius Rufus (i. 1). İnsanın babasını öldürmesi ve Jüpiter Tapınağı'nı yakması en büyük suçlara örnek vermek için kullanılmıştır. Comp. Horatius, E^tfe, iii.; Cicero, De Amicit. c. ll; Plutarch, Tib. Gracchus, c. 20.

23

Wolf'un da (belirttiği gibi, söz konusu yetiler konuşma ve tartışma yetileridir. Wolfbu yetilerin sağlam bilgileri olmayan kişileri kibirli ve umursamaz kıldığını da belirtir.

24

Platon güzel konuşurdu; bunun Platon'un filozof olarak kabul edilmesine engel olup olmadığı soruluyor. Karşılık olarak ise Hipokrat'ın hekim olduğu ve aynı zamanda da güzel konuştuğu ama bunun hekim olmasıyla bir ilgisi olmadığı söyleniyor.

25

Epiktetos topaldı.

26

Yaşlı adam Epiktetos'tur.

27

Bu pasajın temeli Platon 'un Sokrates 'in Savunması adlı eserine ( 17 dolaylarında) dayanmaktadır ve özünde onunla aynıdır.

28

Burada anlam belirsizdir. Schweighaeuser, mağlup düşmüş bir askerin ölüleri gömmek için izin istemesine göndermede bulunulduğunu düşünmektedir. Epiktetos'a göre mutluluğunu dış etkenlere ve başkalannın iyiliklerine bağlayan kişilerin cesetten farkı yoktur.

29

Stoacılar hareketin insanın doğasında olduğunu öğretirler. Dolayısıyla insan dünya işlerinden elini eteğini çekmemeli ve kendini tembel bir hayata kaptırmamalıdır; sadece tefekküre ve dini gözlemlere dayalı bir hayata bile.

30

Ulysses’in Athena'ya duasından bir mısra: "Kulak ver bana ey Zeus'un çocuğu, sen ki bütün tehlikelerde hep yanımda durdun, senin bilgin olmadan hareket bile etmem."

31

Kinik felsefeyi öğreten Antisthenes, mantığı ve fiziği reddederdi.

32

Febris, Roma'da hararet ve sıtma tannçasıydı.

33

Epaphroditus bir zamanlar Epiktetos'un efendisiydi (i. 1,20).

34

Kıbns'ta, Kition kentinde doğan Zenon'un genç yaşta Atina'ya gittiği ve ö^mrünün geri kalanını felsefeye adaddığı söylenir. Stoa Okulu 'nu kuran Zenon, karakteri ve yetenekleri nedeniyle saygı duyulan biriydi. Birçook felsefe eseri yazdı. Zenon'un ardından Stoa Okulu'nun başına Kleantes geçti.

35

İZy<ada. Akhilleus ile Agame^on'un ^Khryseis'i babasına iade etmek konusundaki kavgası.

36

Yani tedene.

37

Domitianus döneminde filozoflar Senato karanyla (Sueton. Domitian, c. 10; Dion, 67. c. 13) Roma'dan ve İtalya'dan sürgün edilmişlerdi ve Gellius'un da belirttiği gibi (xv. 11) Epiktetos bu dönemde Roma'dan Nikopolis'e giderek bir okul açmıştı. Epiktetos'un burada, zalim tiran Domitianus'un yönetimindeki Roma'da işlerin nasıl gittiğini görmek için Nikopolis'ten Roma'ya giden birinden bahsettiğini varsayabiliriz. (Schweighaeuser.)

38

Diyojen, Chaeronea Savaşı'nın ardından casus olarak Kral Philip'in karşısına çıkanl-m^tir (iii. 22, 24.) Plutarkhos, Philip'in Diyojen'e casus olup olmadığını sorduğunda, Diyojen'in şunlan söylediğini belirtir: "Ben kesinlikle bir casusum Philip; hiç gerek olmadığı halde krallığını ve hayatını tehlikeye atmana yol açan muhakeme yoksunluğunun ve ^ahmaklığının casusuyum."

39

Geniş şeritli bir kıyafet olan laticlave senatörlerin giydiği bir kıyafetti; dar şeritli angusticlave ise binicilerin giydiği bir kıyafetti.

40

Sophokles'in Kral Oedipus adlı eserinde Oedipus'un haykınşı, v. 1390.

41

Bu, "istediğin zaman ölebilirsin" antlına gelmektedir.

42

Geçen bölümün sonuna bakınız.

43

Roma'da aralık ayında kutlanan bir bayram (Livy, xxii. 1).

44

Ege Denizi'nde yer alan ve Roma İmparatorluğu döneminde suçlulann gönderildiği bir-ada. Juvenal, Sat. i. 73.

45

Kiıük filozof. Seneca onun hakkında şöyle der: "Bana kalirsa büyük bir insandı; en büyüklerle kıyaslandığında bile."

46

Roma'da ve muhtemelen diğer kentlerde de gösterilerde farklı sınıflar için aynlan yerler vardı.

47

Büyük bir meblağdan bahsedilmektedir.

48

Pyrrhon, Elis'te doğmuştur. Asya seferinde Büyük İskender'e eşlik eniği söylenir (Diogenes Laertius, ix. 61). Doğum tarihi bilinmemekle birlikte, 90 yaşına kadar yaşadığı söylenmektedir.

49

"Pyrrhoncular ve Akadeınisyenler ile Stoacıların tartıştığı ana konu gerçeğin bir kriteri olup olmadığıydı; her şeyden önce de duyuların sunduğu kanıtlar ya da duyular tarafından algılanan şeylerin doğruluğunun kesinliği tartışılıyordu." - Schweighaeuser.

50

Sokrates'i suçlayan iki kişi. (Piaıo, Apology, c. 18; Epiktetos, ii. 2, 15).

51

"Ey filozof' diye bağııranlar.

52

Sokrates Atinalılar tarafından ölüme mahkûm edildi. Ölüme razıydı ve bunun iyi bir şey olduğunu düşünüyordu. Bu nedenle suçlu bulunmasına neden olan savunmayı yaptı. Başkalan gibi yargıçlara yalvararak, ağlayıp sızlanarak, kendine yakışmayan şeyler söyleyerek ve yaparak mahkûmiyetten kurtulmak yerine mahkûrniyeti tercih etti. - Plato, Apology, cc. 29-33. Epiktetos i. 9, 16 ile kıyaslayınız.

53

Burada konuşan Tann'dır. - Schweighaeuser.

54

Platon'un Phaidon'u ile kıyaslayınız. Sokrates, ölümüne yol açan zehri içmeden önce, çocukları ve arkadaşlarının eşleri onu gömıeye getirilmişti. Sokrates arkadaşlarıyla son konuşmasını yapmadan önce kanısı Xanthippe'nin eve götürülmesini buyurdu ve karısı gözyaşları içinde uylaştırıldı.

55

Okuyucu, o dönemde insaniann nasıl bir tiranlık altında yaşadığını düşünürse, Epiktetos'un neden böyle bir ders verdiğini anlayacaktır.

II. CİLT

*

I. BÖLÜM ÖZGÜVENİN (CESARETiN) TEMKİNLİLİGE AYKIRI OLMAMASINA DAİR

Filozofların görüşleri bazılarına paradoks gibi gelebilir ama biz yine de hem temkinli hem de cesur hareket etmenin mümkün olduğu görüşünün doğru olup olmadığını elimizden geldiğince inceleyelim. Çünkü temkinlilik bir bakıma cesaretin karşıtıymış gibi görünür ve karşıtlar birbiriyle örtüşmez. Birçok kişiye paradoks gibi gelen bu konu hakkında ben şöyle düşünüyorum: Eğer aynı konuda hem temkinli hem de cesur hareket etmemiz gerektiğini ileri sürseydik, insanlar bizi haklı olarak bir arada olamayacak şeyleri bir araya getirmekle suçlayabilirlerdi. Peki, meselenin zorluğu nerede? Eğer sık sık söylediğimiz ve kanıtladığımız şeyler doğruysa, yani iyinin ve kötünün doğası izlenimleri kullanmaktaysa - irademizden bağımsız şeyler ise ne iyi ne de kötüyse - filozoflar irademize bağlı olmayan konularda cesur, irademize bağlı olan konularda temkinli hareket etmemizi söyleyerek nasıl bir paradoks öne sürmüş olurlar ki? Çünkü eğer “kötü” iradenin kötü kullanılmasıysa, insan sadece iradesine bağlı konularda temkinli hareket etmelidir. İrademizden bağımsız olan ve elimizde olmayan şeyler bizim için hiçbir anlam ifade etmiyorsa, bu konularda cesur hareket etmemiz gerekir. Böylelikle hem temkinli hem de cesur oluruz; hatta temkinli olduğumuz için cesur oluruz. Çünkü sadece gerçekten kötü şeylere karşı temkinli hareket ettiğimiz için, öyle olmayan şeylere karşı cesur hareket etmiş oluruz.

Ne var ki biz geyikler gibi hareket ediyoruz.1 2 Geyikler avcıların tüylerinden korktukları zaman nereye doğru kaçarlar? Ağlara doğru kaçarlar; yani korkmaları gereken şeylerle korkmamaları gereken şeyleri karıştırdıkları için can verirler. Biz de böyle davranıyoruz. Nelerden korkuyoruz? İrademizden bağımsız olan şeylerden... Peki, hangi konularda sanki hiç tehlike yokmuş gibi cesur davranıyoruz? İrademize bağlı konularda ... İrademizden bağımsız olan konularda başanya ulaştığımız sürece kandırılıp kandırılmadığımızı, düşüncesizce, utanmazca ya da dizginlenmemiş arzularla hareket edip etmediğimizi hiç umursamıyoruz. Ölüm, sürgün, acı veya kötü şöhret söz konusu olduğunda ise korkuya kapılıp kaçmaya çalışıyoruz. Dolayısıyla, en önemli meselelerde hata yapanlardan beklenebileceği üzere, doğal cesaretimizi (yani doğaya uygun olan cesaretimizi) arsızlığa, umarsızlığa, düşüncesizliğe ve utanmazlığa dönüştürüyoruz. Doğal temkinliliğimizi ve alçakgönüllülüğümüzü ise korkaklığa ve alçaklığa dönüştürüyoruz. Eğer insan iradesini kullanabileceği konularda temkinli olmaya yönelirse, temkinli olmayı seçmiş olduğu için istediklerinden kaçınma gücüne de sahip olur. Oysa elinde olmayan ve iradesine bağlı olmayan konularda temkinli olmaya yönelir ve başkalarının gücü dahilindeki şeylerden kaçınmaya yeltenirse, ister istemez korkuya kapılır, dengesini kaybeder ve huzursuz olur. Çünkü ölüm ve acı korkutucu değildir, asıl korkutucu olan ölüm ve acı korkusudur. Bu nedenle şunları yazan şairi5’ överiz:

Kötü olan ölüm değil, utanç verici bir ölümdür.

Öyleyse, ölüme karşı cesur, ölüm korkusuna karşı temkinli olmalıyız. Oysa biz tersini yapıyor ve ölümden kaçmaya çalışıyor, ölüm konusundaki görüşlerimizde ise umursamaz, düşüncesiz ve kayıtsız davranıyoruz. Sokrates3 bunları trajedi maskeleri olarak adlandırırdı; çünkü çocuklar deneyimsizliklerinden ötürü maskelerden korkarlar, biz de hayatımızda meydana gelen olaylardan çocukların maskelerden etkilendiği gibi etkileniyoruz. Çocuk nasıldır? Bilgisiz. Çocuk nasıldır? Habersiz. Eğer çocuk bilgi sahibi olursa, bizden aşağı kalır bir yanı olmaz. Ölüm nedir? Bir trajedi maskesi... Maskeyi çevir ve incele. Bak, seni ısırmadı. Beden ruhtan ya şimdi ya da daha sonra ayrılmak zorunda; tıpkı eskiden de ayrı olduğu gibi. Öyleyse, şimdi ayrıldığı için neden üzülüyorsun? Eğer şimdi ayrılmazsa, daha sonra ayrılacak. Neden? Evren devrini tamamlasın diye,4 çünkü evren için şimdiki zaman, gelecek ve geçmiş gereklidir. Acı nedir? Bir maske. Maskeyi çevir ve incele. Beden bazen acı çeker ama sonra rahatlar. Eğer bu senin için yeterli değilse, kapı açık. Yeterliyse, tahammül et. Kapı her durumda açık olmalıdır ki hiçbir derdimiz olmasın.

Bu görüşlerin verdiği meyve nedir? Gerçekten eğitimli olan kişiler için en asil, en güzel meyvedir; endişelerden arınmaktır, korkulardan arınmaktır, özgürlüktür. Bu konuda, sadece özgür insanların eğitim hakkı olduğunu söyleyen çoğunluğa inanmayın; sadece eğitimli insanların özgür olduğunu söyleyen filozoflara inanın. Nasıl mı? Açıklayacağım. Özgürlük, tercih ettiğin gibi yaşama gücünden başka bir şey midir? “Değildir.” Peki, hata içinde yaşamak ister misiniz? “İstemeyiz.” Öyleyse, hata içinde yaşayan hiç kimse özgür değildir. Korku içinde yaşamak ister misiniz? Acı içinde yaşamak ister misiniz? Endişe içinde yaşamak ister misiniz? “İstemeyiz.” Öyleyse, korku içinde, acı içinde, endişe içinde yaşayan hiç kimse özgür değildir. Korkudan, acıdan ve endişeden kurtulan insan kölelikten de kurtulur. Öyleyse, “Sadece özgür insanlar eğitim alabilirler,” diyen yasa koyuculara inanmaya nasıl devam edebiliriz? Filozoflar eğitimli kişiler dışında hiç kimsenin özgür olduğunu kabul etmezler; Tanrı da etmez. “Peki, kölesini kanunlar önünde azat eden biri hiçbir şey yapmamış mıdır?” Yapmıştır. “Ne yapmıştır?” Kölesini kanunlar önünde azat etmiştir. “Başka bir şey yapmamış mıdır?” Yapmıştır; bunun için bir de vergi ödemiştir. “Öyleyse, köle bu merasimden sonra özgür olmaz mı?” Endişelerinden kurtulduğu kadar özgür olur ancak. Başkalarını azat etme gücüne sahip olan sizlerin bir efendisi yok mu? Para sizin efendiniz değil mi? Ya da bir kadın? Bir erkek? Bir tiran? Tiranın bir arkadaşı? Öyle olmasa, neden zorluklarla karşı karşıya kaldığınızda titreyesiniz? İşte bu nedenle nelere karşı cesaretle, nelere karşı temkinle yaklaşmanız gerektiğini sık sık tekrarlıyorum. İradenize bağlı olmayan konulara cesaretle, iradenize bağlı olan konulara temkinle yaklaşın.

“Yazdıklarımı okumadın mı?5 Neler yazdığımı görmedin mi?” Nerede? “Küçük denemelerimde.” Bana asıl arzu ve sakınma konusunda hangi aşamada olduğunu göster. Dilediklerine ulaşmakta başarısızlığa uğramadığını göster. Kaçınmak istediklerinin pençesine düşmediğini göster. Yazdığın uzun ve zor cümlelere gelince; onları sil gitsin.

Sokrates yazmaz mıydı? Hem de çok yazmaz mıydı?6 Peki, neden yazardı? Karşısında her zaman prensiplerini tartışabileceği biri olmadığı için, bazen kendisiyle tartışır ve kendisini incelerdi. Ayrıca konulara her zaman gerçekçi yaklaşırdı. Bir filozof böyle yazar. Küçük denemeleri ise başkalarına bırakır; aptallara ya da endişelerinden arınmış oldukları için vakitleri bol olan mutlu insanlara.

Bir fırsat doğduğunda çıkıp sahip olduklarını sergilemiyor, yazdıklarını okuyacak hava atmıyor ve "Bak nasıl da diyalog yazıyorum," demiyor musun? Bunu yapma. Bunun yerine şöyle de: "Bak, arzulanın beni hayal kırıklığına uğratmıyor. Bak, kaçındıklarımın pençesine düşmüyorum. Karşıma ölümü koy ve gör. Karşıma acıyı, zindanı, gözden düşmeyi ve mahkûrniyeti koy." Okuldan çıkan bir gencin söyleyecekleri işte bunlardır. Geri kalanları başkalarına bırak ve hiç kimse senin bunlar hakkında tek bir kelime ettiğini duymasın. Hiç kimsenin seni methetmesine izin verme; önemsiz biri olduğunu ve hiçbir şey bilmediğini düşün. Sadece arzularından hayal kırıklığına uğramamayı ve kaçındıklarının pençesine düşmemeyi bildiğini göster. Bırak hukuk davalarıyla, problemlerle ve uslamlamalarla başkaları uğraşsın. Sen ölümü, zincirleri, işkenceyi, sürgünü düşün. Bunu yaparken de hem kendine hem de seni bunlarla yüzleşmeye çağıran ve üstlendiğin göreve layık gören güce güven. Bu görevi üstlendiğinde, mantığın iradeye bağlı olmayan güçler karşısında neler yapabileceğini göstereceksin. İşte o zaman insanın hem cesur hem de temkinli - iradeye bağlı olmayan konularda cesur, iradeye bağlı konularda temkinli - olması gerektiği görüşü paradoks olmaktan çıkacak.

II. BÖLÜM SÜKÜNET (KAYGILARDAN ARINMIŞ OLMAK) ÜZERİNE

Eğer mahkemeye gidiyorsan, korumak istediklerini ve başarmak istediklerini düşün. Çünkü eğer iradenin doğaya uygun kalmasını istiyorsan, her türlü teminata ve olanağa sahipsin; hiçbir derdin olamaz. Kendi elinde ve doğası gereği özgür olan şeyleri korumak istiyorsan - bunlar senin için yeterliyse - başka ne umurunda olabilir? Bunların efendisi kimdir? Bunları kim senin elinden alabilir? Eğer alçakgönüllü ve sadık olmak istiyorsan, öyle olmanı kim engelleyebilir? Eğer kısıtlamalara ve zorlanmaya maruz kalmak istemiyorsan, kim seni arzulamaman gerektiğini düşündüğün bir şeyi arzulamaya zorlayabilir? Kim seni kaçınmayı uygun görmediğİn bir şeyden kaçınmaya zorlayabilir? Gelgelelim, sen ne diyorsun? Yargıcın senin aleyhinde korkutucu bir karar vereceğini ve bundan kaçınmaya çalışırken acı çekeceğini. Bunu nasıl yapabilir ki? Bir şeyin peşinden koşmak ya da ondan kaçınmak senin elindeyken, başka ne umurunda olabilir? Bırak senin açılış cümlen,7 anlatın, kanıtın, zaferin, kapanışın ve alkışların (ya da alacağın övgüler) bu olsun.

' . . ......

Sokrates işte bu nedenle kendisine mahkemeye hazırlanmasını hatırlatan kişiye, "Bütün hayatım boyunca buna hazırlanmadığımı mı zannediyorsun?” demiştir. Nasıl bir hazırlık? "Kendi elimde olanları korudum. Nasıl mı? Özel hayatımda da sosyal hayatımda da asla adaletsiz davranmadım.”

Ne var ki bedenin, sahip oldukların ve itibarın gibi dış etkenleri de korumak istiyorsan, sana tavsiyem hemen şu andan itibaren her türlü hazırlığı yapmaya başlaman ve hem yargıcın hem de rakibinin karakterini göz önünde bulundurmandır. Eğer dizlerine kapanman gerekiyorsa kapan, ağlaman gerekiyorsa ağla, inlemen gerekiyorsa inle. Çünkü elindekileri dış etkenlere tabi tuttuğunda köle olursun ve buna direnmenin anlamı yoktur. Bazen köle olup bazen olmamayı seçme. Bütün zihninle ya biri ol ya da diğeri; özgür ya da köle, eğitimli ya da eğitimsiz, asil ya da alçak. Ya ölene kadar dayak yemeye katlan ya da hemen teslim ol ama birçok darbeye maruz kaldıktan sonra teslim olma. Kararını hemen ver. İyinin ve kötünün doğası nerede? Gerçeğin olduğu yerde... Gerçeğin ve doğanın olduğu yerde temkin vardır, gerçeğin ve doğanın olduğu yerde cesaret vardır.

Ne sanıyorsun? Eğer Sokrates dış etkenlere önem verseydi, “Anytos ile Meletus beni öldürebilirler ama bana zarar veremezler,” der miydi? Sokrates bu söylediğinin hayatını ve servetini korumaya değil, çok başka bir sonuca yol açacağını göremeyecek kadar aptal mıydı? Öyleyse, karşısındakileri dikkate almamasının, hatta onları kızdırmasının sebebi neydi? Dostum Heraklitos’un da Rodos’taki bir araziyle ilgili bir davası oldu. Yargıçlara haklı olduğunu kanıtladıktan sonra kapanış konuşmasında, “Size yalvarmayacağım. Vereceğiniz karar benim için önemli değil. Burada yargılanan ben değilim, sizsiniz, ” dedi. Böylelikle davayı kaybetti. Buna ne gerek vardı? Yalvarma ama “Yalvarmayacağım,” da deme; tabii eğer Sokrates’in durumunda söz konusu olduğu gibi, yargıçları kasten kızdırmak için geçerli bir sebebin yoksa. Eğer sen de böyle bir kapanış konuşması hazırlıyorsan, neden mahkemeye gidiyorsun? Amacın çarmıha gerilmekse, beklemen yeter; çarmıh sana gelir. Gelgelelim, eğer mahkemeye çıkmayı ve davanı elinden geldiğince iyi savunmayı tercih ediyorsan amacına uygun davranmalısın - elindekileri (karakterini) korumak şartıyla elbette.

Bu nedenle de, "Bana ne yapacağımı söyle," demek saçmadır. Sana ne söylemeliyim? "Zihnimi her türlü duruma hazırla." Bu, harfleri bilmeyen birinin, "Bana herhangi bir isim söylendiğinde, ne yazacağımı söyle," demesi gibi bir şeydir. Eğer ben ona Dion yazmasını söylersem ve başka biri çıkıp Dion değil de Theon ismini söylerse, ne yapacak? Ne yazacak? Gelgelelim, eğer yazma konusunda eğitimliysen, gereken her şeyi yazmaya hazırsındır. Değilsen, ben şimdi sana ne önerebilirim? Çünkü eğer koşullar başka bir şey gerektirirse, ne söyleyeceksin? Ne yapacaksın? Öyleyse, bu genel kuralı aklında tuttuğun sürece hiçbir öneriye ihtiyacın kalmaz. Eğer dış etkenleri arzularsan, efendinin iradesine boyun eğmen kaçınılmaz olur. Peki, efendin kimdir? Her kim senin kazanmaya ya da kaçınmaya çalıştığın şeylerin üzerinde güç sahibiyse odur.

m. BÖLÜM İNSANLARI FİLOZOFLARA ÖNERENLERE

Diyojen kendisinden tavsiye mektubu isteyen birine çok güzel cevap vermiştir: "Senin bir insan olduğunu görür görmez anlayacak zaten. İyi mi yoksa kötü mü olduğuna gelince; eğer iyiyle kötüyü ayırma konusunda deneyimliyse, onu da anlayacak. Ancak şayet değilse, on bin tane mektup da yazsam anlamaz." Bu, gümüş paranın test edilmek için birine önerilmeyi istemesiyle aynı şey. Eğer o insan gümüşü test etmek konusunda yetenekliyse, gümüşün gerçek olup olmadığını anlar, çünkü gümüş zaten kendisini belli eder. Hayatta da belli yeteneklere sahip olmalıyız ki gümüşü test edenler gibi, “Bana istediğin gümüşü getir, ben test ederim," diyebilelim. Uslamlamalar söz konusu olduğunda da bunun yerine “Bana istediğin insanı getir, uslamlamaları çözümleyebilenler ile çözümleyemeyenleri ayırt ederim," derim. Neden mi? Çünkü ben uslamlamaları çözümlemeyi biliyorum. Uslamlamaları çözümleme gücüne sahip olan kişileri anlama gücüne sahibim. Gelgelelim, hayatta nasıl davranıyorum? Bir şeye bir gün iyi derken ertesi gün kötü diyorum. Bunun sebebi ne? Uslamlamalardaki durumun tam tersi; cehalet ve deneyimsizlik...

IV. BÖLÜM BİR KERESİNDE ALDATlRKEN YAKALANAN KİŞİYE KARŞI

Epiktetos insanın sadakat için yaratıldığını ve sadakatten vazgeçen kişinin insana özgü bir nitelikten de vazgeçmiş olacağını söylerken, içeri bir bilgin girdi. Bu bilgin bir keresinde şehirde karısını aldatırken yakalanmıştı. Epiktetos konuşmayı sürdürdü: Eğer yaradılışımızdan gelen sadakati bir kenara bırakır ve komşumuzun karısını ayartmaya kalkışırsak, ne yapmış oluruz? Yıkmış oluruz. Kimi? İçimizdeki sadık insanı, alçakgönüllü insanı, inançlı insanı... Peki, hepsi bu mu? Komşuluk ilişkimizi, dostluğumuzu ve cemiyetimizi de yıkmış olmaz mıyız? Kendimizi nasıl bir konuma sokmuş oluruz? Senin gibi bir insanı nasıl görebilirim? Komşu olarak mı? Dost olarak mı? Nasıl bir dost? Yurttaş olarak mı? Sana nasıl güvenebilirim? Eğer insanın kullanamayacağı kadar değersiz bir eşya olsaydın, çöpe atılırdın ve hiç kimse seni almazdı. Eğer bir insana yakışacak şekilde davranamıyorsan, seni ne yapacağız? Diyelim ki senden dost plmaz; köle olur mu peki? Sana kim güvenir ki? Bu durumda, işe yaramaz bir eşya gibi çöpe atılman gerekmez mi? O zaman, "Benim gibi bilgin birini hiç kimse umursamıyor," mu diyeceksin? Umursamıyor, çünkü sen kötü ve işe yaramaz bir insansın. Bu, yaban arılarının hiç kimsenin kendilerini umursamamasından, herkesin onlardan kaçmasından, hatta fırsatını bulanların onları ezmesinden yakınması gibi bir şey. Sen de iğneni batırdığın herkesi acıya ve üzüntüye sürüklüyorsun. Sana ne yapmamızı istersin? Seni koyabileceğimiz hiçbir yer yok.

"Kadınlar herkese açık değil mi yani?”8 Sofradaki domuz da bütün davetli misafirlere açıktır; eğer doğru olduğunu düşünüyorsan, porsiyonlar dağıtıldıktan sonra yanındakinin ta-bağındakileri kapsana ya da el altından yürütsene. Eğer etten bir parça koparamıyorsan, parmaklarını yağa batırıp yalasana. Senden nasıl da bir misafir olur ama! “Tiyatro herkese açık değil mi?” Eğer doğru olduğunu düşünüyorsan, herkes yerine oturduktan sonra birini yerinden kaldırsana. Kadınlar da bu bakımdan böyledir. Yargıç, bir ziyafetin ev sahibi gibi onları dağıttığında, sen kendi tabağına bak ve başkalarının tabağındaki-leri çalmaya çalışma. "Ama ben bir bilginim ve Archedemus’u9 anlıyorum.” Archedemus’u anla ve sadakatsiz ol öyleyse; insan olacağına kurt ya da maymun ol; arada ne fark var ki?10

V. BÖLÜM

YÜCE GÖNÜLLÜLÜK İLE DİKKAT NASIL BAĞDAŞIR?

Materyal şeyler nötrdür ama onları kullanma biçimimiz nötr değildir. Öyleyse, insan metanetini ve sükûnetini korurken, bir yandan da dikkatsiz ve ihmalkar davranmamayı nasıl başarır? Zar oyuncuları gibi. Zar nötrdür. Zarın kaç geleceğini nereden bilebilirim ki? Benim görevim gelen zarı dikkatli ve becerikli kullanmaktır. Hayattaki ana görevimiz de bir şeyleri birbirinden ayırmak ve şöyle demektir: Dış etkenler benim elimde değil. İradem benim elimde. İyiyi ve kötüyü nerede aramalıyım? İçimde; benim elimde olanlarda. Bana ait olmayan hiçbir şeyi iyi ya da kötü, yararlı ya da zararlı diye nitelendirmemeliyim.

Ne yapacağız öyleyse? Bu şeyleri dikkatsizce mi kullanacağız? Asla; çünkü bu da irade yetisi için kötüdür ve dolayısıyla da doğaya aykırıdır. Dikkatli davranmamız gerekir, çünkü materyal şeyleri kullanmak nötr değildir ama bir yandan da kendinden emin ve endişelerden arınmış olmamız gerekir, çünkü materyal şeyler nötrdür. Nötr olmayan şeylerde, hiç kimse beni engelleyemez ve zorlayamaz. Beni engelleyebildikleri ya da zorlayabildikleri durumlarda, o şeyleri elde etmek benim elimde değildir ve o şeyler iyi ya da kötü değildir. Ancak o şeyleri kullanmak iyi ya da kötüdür ve kullanmak benim elimdedir. İkisini bir araya getirmek ve bağdaştırmak - materyal şeylerden etkilenen insanın dikkati ile bunları önemsemeyen insanın asaletini -zordur ama imkansız değildir. Öyle olsaydı, mutluluk da imkansız olurdu. Deniz yolculuğuna çıkacakmış gibi davranmamız gerekir. Ben ne yapabilirim? Geminin kaptanım, denizcileri, yolculuk tarihini ve doğru fırsatı seçebilirim. Derken fırtına kopar. O durumda benim endişeleneceğim ne kalmıştır ki? Ben üzerime düşeni yerine getirmişimdir. Bundan sonrası geminin kaptanına aittir. “Ama gemi batıyor." Ne yapmalıyım öyleyse? Yapabileceğim tek şeyi yaparım; yani korku içinde, çığlıklar atarak ve Tanrı'yı suçlayarak değil de doğan her canlının öldüğünü bilerek boğulurum. Çünkü ben ölümsüz bir varlık değilim; bir insanım ve bütünün bir parçasıyım. Tıpkı günün bir parçası olan saat gibi. Ben de saat gibi süremi doldurmalı ve geçip gitmeliyim. Bir şekilde ölmem gerektiğine göre, boğularak mı yoksa hastalıktan mı öldüğüm ne fark eder?

Yetenekli top oyuncuları da öyle yapar. Hiçbiri topun kendisine değer vermez; iyi ya da kötü olan atış ve yakalayıştır. Yetenek bundadır, sanat bundadır, hız bundadır, doğru karar verme gücü bundadır; dolayısıyla ben ne yaparsam yapayım topu yakalayamayabilirim; bir başkası ise topu ne kadar kötü atarsam atayım yakalayabilir. Eğer topu atmaya veya yakalamaya korkarsak, oyunun ne zevki kalır? O durumda insan dengesini nasıl korur? Oyunun düzenini nasıl görür? Birisi “At," der, birisi “Atma," der, bir diğeriyse “Sen zaten attın bir kere," der. Bu, oyun değil ağız dalaşıdır.

Sokrates top oynamayı bilirdi. Nasıl mı? Yargılandığı mahkemede yaptığı latifelerle... “Söylesene Anytos, Tanrı'ya inanmadığımı nasıl söylersin?" diye sordu Sokrates. “Koruyucu ruhlar kimlerdir? Tanrı'nın evlatları değiller midir? Tanrılardan ve insanlardan meydana gelmezler mi?"Anytos bunu kabul edince, Sokrates şöyle dedi: “Öyleyse, kim katıra inanır da eşeğe inanmaz sence?" Bunu da top oynarmış gibi söyledi. Bu durumda top neydi peki? Hayat, zincir, sürgün, zehir, karısından ayrı düşmek ve çocuklarını yetim bırakmak. Sokrates'in oynadığı şeyler bunlardı ama yine de oynadı ve topu ustalıkla attı. Biz de böyle yapmalıyız: Oyunculara dikkat etmeli ama topu önemsememeliyiz. Sanatımızı dış materyallere uygulamalı ama materyalleri önemserneden sanatımızı sergilemeliyiz. Dokumacı da yün yapmaz ama sanatını elindeki yünde kullanır. Birisi sana yemek ve mal mülk verirken, onları ve bedenini geri alma gücüne de sahiptir. Öyleyse, sana verilen materyaller üzerinde çalış. Eğer herhangi bir kayba uğramadan mahkemeyi adatmayı başardıysan, herkes seni kurtulduğun için tebrik eder. Oysa bu tür konulara nasıl bakacağını bilen biri, doğru davrandıysan seni takdir ederken, kurtuluşunu doğru olmayan davranışlara borçlu olduğunu görürse aksini yapar. Çünkü sevincin mantıklı olduğu yerde kutlama da mantıklıdır.

Bazı dış etkenlerin doğaya uygun, bazılarının ise doğaya aykırı olduğu nasıl söylenir? Bütünden ayrı olarak ele alındığında söylenir. Ayağırnın temiz olması doğaya uygundur ama onu ayrı bir şey olarak değil de ayak olarak ele alırsak, çamura basması, dikenierin üzerinde yürümesi ve hatta bazı durumlarda bedenin iyiliği için kesilmesi de uygundur; aksi takdirde ayak olmaktan çıkar. Kendimiz hakkında da aynı şekilde düşünmeliyiz. Sen nesin? Bir insan. Eğer kendini diğer insanlardan ayrı olarak ele alırsan, yaşlanana kadar yaşaman, zengin ve sağlıklı olman doğaya uygundur. Ne var ki kendini bir bütünün parçası Ölarak görürsen, o bütünün uğruna bazen hastalanman, bazeil' bir yolculuğa çıkıp tehlikelerle yüzleşmen, bazen yokluk çekmen ve hatta bazen de vaktinden önce ölmen gerekir. Neden kedere kapılıyorsun? Ayağın bedenden ayrıldığı zaman artık ayak olmadığı gibi, insanın da diğer insanlardan ayrıldığı zaman artık insan olmadığını bilmiyor musun? Çünkü insan nedir? Tanrılardan ve insanlardan meydana gelen, evrenin küçük bir imgesi olan bütünün bir parçasıdır. "Yargılanmam mı gerekiyor yani?" Bir başkasının ateşinin çıkması mı gerekiyor? Denize açılması mı gerekiyor? Ölmesi mi gerekiyor? Hüküm giymesi mi gerekiyor? Evet, çünkü böyle bir bedende, böyle bir evrende, bu kadar insanın arasında yaşarken, herkesin başına birinin ya da diğerinin gelmesi kaçınılmazdır. Öyleyse, söylemen gerekenleri söylemek ve yapman gerekenleri uygun bir biçimde yerine getirmek senin görevindir. Biri çıkar der ki: “Bana yanlış yaptığın için seni suçlayacağım. "Faydasını gör. Ben kendi üzerime düşeni yaptım, sen de kendi üzerine düşeni yapıp yapmadığına bakmalısın, çünkü bunun dikkatinden kaçması da bir tehlike barındırır.

VI. BÖLÜM NÖTR ÜZERİNE11

Kuramsal önerme nötrdür ama hakkında vanlan yargı nötr değildir; ya bilgi, ya görüş ya da hatadır. Hayat da nötrdür ama onu ele alışımız nötr değildir. Birisi sana bunların nötr olduğunu söylediğinde, ihmalkârlığa kapılma ve birisi seni (bu konularda) dikkatli olmaya davet ettiğinde, kendini küçük düşürüp materyal şeylerin cazibesine kapılma. Kendi hazırlığını ve gücünü bilmek iyidir; böylece hazırlıklı olmadığın konularda sessiz kalabilir ve başkalan senden daha bilgiliyse canını sıkmazsın. Çünkü sen de uslamlamalar konusunda onlardan daha bilgilisin ve eğer bundan dolayı başkalarının canı sıkılırsa, "Ben bunları öğrendim ama sen öğrenmedin," diyerek onları teselli edebilirsin. Pratik gerektiren konulan da bu pratiğe sahip olan kişilere bırak ve zihninin sağlamlığıyla yetin.

Git birine selam ver. Nasıl mı? Alçalmadan. “Ama dışarıda kaldım, çünkü pencereden geçemiyorum ve kapı kapalı olduğuna. göre ya pencereden geçmem ya da daha sonra gelmem gerekiyor." Sen yine de onunla konuş. Nasıl mı? Alçalmadan. Diyelim ki istediğini alamadın. Bu sana mı bağlıydı yoksa ona mı? Neden başka birine ait olan bir şey üzerinde hak iddia ediyorsun? Sana ait olanları ve başkasına ait olanları hiçbir zaman unutmazsan, huzursuz da olmazsın. Hrisippos şöyle der: "Gelecek belirsiz olduğu sürece, daima doğaya uygun olanları korumaya bağlı kalırım, çünkü Tanrı bana seçme yetisini vermiştir. Ama eğer kaderirnde hastalanmak olduğunu bilseydim, seve seve hastalanırdım. Eğer ayağın da aklı olsaydı, seve seve çamura ilerlerdi." Buğday neden ekilir? Biçilmek için ekilmez mi? Çünkü diğer şeylerden ayrı değildir. Eğer algılayabilseydi, asla biçilmemeyi dilemez miydi? Oysa asla biçilmemek buğday için bir lanettir. Nasıl ki olgunlaşmamak ve biçilmemek buğday için bir lanetse, ölmemek de insan için bir lanettir. Ne var ki biz biçileceğimizi bildiğimiz için bunalıyoruz, çünkü ne olduğumuzu bilmediğimiz gibi, insana ait olanları da incelemiyoruz. Chrysantas12 tam düşmana saldırmak üzereyken trompetlerin geri çekilme işareti verdiğini duydu ve durdu. Yani generalin emrine uymanın, kendi eğiliminin peşinden gitmekten daha iyi olduğunu düşündü. Oysa biz gerektiğinde bile emirlere isteyerek uymuyor, ağlayarak ve sızlanarak yaşadıklarımıza katlanıyor ve bunlara da “koşullar" diyoruz. Hangi koşullardan bahsediyorsun? Eğer etrafındaki şeylere koşullar adını veriyorsan, her şeye koşul diyebilirsin ama eğer zorluklara bu adı veriyorsan, doğan her canlının ölmesi ne gibi bir zorluktur? Ölümün ya kılıçtan olur, ya işkenceden, ya denizden, ya bir taştan ya da bir tirandan. Hades'e nasıl gittiğinin ne önemi var? Bütün yollar aynı. Gerçeği bilmek istersen, tiranın elinden ölmek daha kısa olur. Bir tiranın insanı altı ayda öldürdüğü görülmemiştir ama ölümcül bir hastalık genellikle bir yıl kadar sürer. Bütün bunlar kuru gürültüden ibarettir.

"İmparatordan dolayı hayatım tehlikede." Ben bir deprem bölgesi olan Nikopolis'te yaşadığım için tehlikede değil miyim peki? Sen Adriyatik Denizi'ni aşarken tehlike atlatmıyor musun? O da hayati bir tehlike değil mi? "Ama ben görüşler konusunda da tehlike altındayım." Kendi görüşlerin konusunda mı? Nasıl olur? Kim seni istemediğin bir görüşe sahip olmaya zorlayabilir ki? Başka birinin görüşleri konusunda mı? Başkaları yanlış görüşlere sahipse, bu sana nasıl bir tehlike teşkil edebilir ki? "Ama ben ayrıca sürgün tehlikesi altındayım." Sürgün nedir? Roma'dan başka bir yerde olmak mı? "Evet, ya Gyaros'a gönderilirsem?" Eğer senin için uygunsa oraya gidersin ama eğer değilse, seni oraya gönderen kişinin de istese de istemese de gideceği yere gidersin. Neden Roma'yı gözünde büyütüyorsun? Roma bu kadar hazırlığa değmez. Açık yürekli bir genç şunları söyleyebilir: "Bu kadar çok dinlemeye, bu kadar çok yazmaya ve pek de değerli olmayan yaşlı bir adamın yanında bu kadar uzun süre oturmaya değmezdi. " Sana ait olanlar ve olmayanlar arasındaki ayrımı unutma yeter. Asla başkalarına ait olanlar üzerinde hak iddia etme. Mahkeme de zindan da birer yerdir; biri yüksektedir, biri alçakta ama eğer istersen iraden ikisinde de aynı kalır. Zindanda zafer şarkıları yazabildiğimiz zaman Sokrates'e benzemiş oluruz.13 Gelgelelim, şimdiki durumumuzda birisi zindanda bize, "Sana zafer şarkıları okuyayım mı?" diye sorsa, buna dayanabilir miyiz? "Neden beni rahatsız ediyorsun? Başımdaki belaları bilmiyor musun? Bu koşullar attında zafer şarkıları dinleyebilir miyim?" "Ne koşulları?" "Öleceğim." "Diğer insanlar ölümsüz mü sanki?"

VD. BÖLÜM KEHANETLERİ NASIL KULLANMALIYIZ?

Kehanetlere fazla önem verdiğimiz için, çoğumuz birçok görevimizi ihmal ediyoruz. 14 Bir kahin ölümden, tehlikeden, hastalıktan ve buna benzer şeylerden başka ne görebilir ki? Eğer bir dostum için kendimi tehlikeye atacaksam ve hatta onun için ölmek benim görevimse, kehanetlere ne gerek var? İçimde bana iyinin ve kötünün doğasını söyleyen ve her ikisinin de işaretlerini açıklayan bir kahin yok mu? Öyleyse, kurbanların iç organlarına veya kuşların uçuşuna danışmama ne gerek var? Kahin, "Bu senin için faydalı," dediğinde, ona neden boyun eğeyim? O benim için neyin faydalı olduğunu biliyor mu? İyinin ne olduğunu biliyor mu? İç organların işaretlerini öğrendiği gibi, iyinin ve kötünün işaretlerini de öğrenmiş mi? Çünkü eğer bunların işaretlerini biliyorsa, güzelin ve çirkinin, adaletin ve adaletsizliğin işaretlerini de biliyordur. Beni neler bekliyor söyle: Hayat mı yoksa ölüm mü? Zenginlik mi yoksa yoksulluk mu? Ancak, bunların benim için faydalı olup olmadığını sana sormaya niyetim yok. Neden dilbilgisi hakkında görüş bildirmiyorsun da herkesin hata yaptığı ve birbiriyle tartıştığı bir konuda görüş bildiriyorsun?15 Sürgündeki Gratilla'ya16 bir araçla bir aylık erzak göndermek isteyen bir kadın, Domitianus'un gönderdiklerine el koyacağım söyleyen adama çok güzel bir cevap vermiştir. "Hiç göndermeyeceğime, Domitianus'un hepsine el koymasını tercih ederim," demiştir.

Öyleyse, bizi sık sık kehanetlere başvurmaya iten nedir? Korkaklık; yani olabileceklerin korkusu... Bu nedenle kahinleri göklere çıkarırız. "Söyle bana kahin efendi, babamın malı mülkü bana kalacak mı?" "Görelim bakalım. Bir adak sunalım." "Elbette kahin efendi, kader nasıl isterse." Kahin, "Miras sana kalacak," derse, mirası sanki ondan almışız gibi ona teşekkür ederiz. Bunun sonucunda da kahinler bizden faydalanırlar.

Ne yapmalıyız öyleyse? Kahine arzuladıklarımızdan ve sakındıklarımızdan arınmış olarak gitmeliyiz. Karşısına çıkan kişiye iki yoldan hangisinin varmak istediği yere çıktığını soran, sola veya sağa gitmek gibi bir arzusu olmayan, çünkü amacına varan yoldan başka hiçbir yolda ilerlemek istemeyen bir yolcu gibi olmalıyız. Tanrı'ya da bir rehber olarak başvurmalıyız. Tıpkı gözlerimizi kullandığımız gibi. Gözlerimizden bize görmek istediklerimizi göstermelerini talep etmeyiz. Gözlerimizin bize sunduğu görüntüleri olduğu gibi kabul ederiz. Oysa biz titreye titreye kahinin elini tutuyor, bir yandan Tanrı'ya yakarırken, bir yandan kahine yalvarıyor ve "Acı bana. Bu zorlukları atiatmama yardım et," diyoruz. Ey ahmak, en iyisine sahip olmak istemez misin? Tanrı'yı memnun edenden daha iyisi var mıdır? Neden yargıcını yozlaştırmaya ve rehberini yoldan çıkarmaya çalışıyorsun?

VI. BÖLÜM İİYİNİNİN DOGASI NEDİR?

Tanrı yararlıdır. İyi de yararlıdır. Öyleyse, Tanrı'nın doğası ile iyinin doğasını aynı yerde aramak mantığa uygundur. Tanrı'nın doğası nerededir? Et ve kemikte mi? Asla. Mal ve mülkte mi? Katiyen. Şöhrette mi? Hayır. Akılda, bilgide ve doğru mantıkta mı? Evet. Öyleyse, iyinin doğasını da burada ara; ne de olsa onu bir bitkide arayacak halin yok. İrrasyonel bir hayvanda arar mısın peki? Hayır. Eğer rasyonel hayvanda arayacaksan, neden rasyonel hayvanların irrasyonel hayvanlardan daha üstün olduğu yerde aramıyorsun? Bitkiler izlenimleri kullanma gücünden bile yoksundur, dolayısıyla iyi kavramı onlar için geçerli değildir. İyi kavramı için izlenimlerin kullanılması gerekir. Sadece kullanılması yeterli midir? Yeterli olduğunu söylersen, iyinin, mutluluğun ve mutsuzluğun irrasyonel hayvanlarda da bulunduğunu söylemiş olursun. Gelgelelim, bunu söylemiyorsun ve söylemernekte de haklısın, çünkü onlar izlenimleri ne kadar iyi kullansalar da izlenimlerin kullanımını anlama yetisinden yoksunlardır. Bunun da geçerli bir sebebi vardır, çünkü irrasyonel hayvanlar hükmetmek için değil, hizmet etmek için yaratılmışlardır. Örneğin, eşeğin başkalarına hükmetmek için yaratıldığını söyleyemeyiz. Hayır; eşek insanın yük taşıyabilen ve yürüyebilen bir hayvana ihtiyacı olduğu için yaratılmıştır. İzlenimleri kullanma yetisine de bu yüzden sahiptir, çünkü aksi takdirde yürüyemezdi. Yetileri bununla sınırlıdır.

Çünkü eğer izlenimlerin kullanımını anlama yetisine de sahip olsaydı, mantık gereği bize hizmet etmezdi; bizim dengirniz olur ve bize benzerdi.

Bu durumda, iyinin doğasını rasyonel hayvanda aramak gerekmez mi? Ne de olsa, başka bir yerde (bitkide veya hayvanda) olduğunu söyleyemiyoruz. Bitkiler ve hayvanlar Tanrı'nın yarattığı canlılar değil mi? Elbette öyleler ama üstün bir konumda olmadıkları gibi, Tanrı'nın parçaları da değiller. Oysa sen üstün bir konumdasın ve içinde Tanrı'dan bir parça taşıyorsun. Öyleyse, asil bir soydan geldiğini neden göz ardı ediyorsun? Nereden geldiğini neden bilmiyorsun? Yemeğini yerken kim olduğunu hatırlamayacak mısın? Bir kadınla birlikteyken kim olduğunu hatırlamayacak mısın? Biriyle sohbet ederken, egzersiz yaparken ve tartışırken, Tanrı'nın senin içinde olduğunun farkında değil misin? Ey ahmak, içinde Tanrı'dan bir parça taşıyorsun ama bundan haberdar bile değilsin. Senin dışında olan, altından veya gümüşten bir Tanrı'dan bahsettiğimi mi sanıyorsun? Sen onu içinde taşıyorsun ama saf olmayan düşüncelerinle ve davranışlarınla onu kirlettiğinin farkında değilsin. Tanrı'nın imgesinin karşısında, yaptıklarının hiçbirini yapmayı göze alamazdın. Ne var ki, Tanrı senin içindeyken ve her şeyden haberdarken, aklından geçenlerden ve yaptıklarından utanmıyorsun. Kendi yaradılışından habersizsin ve Tanrı'nın öfkesine tabisin. Genç bir delikanlıyı okuldan gerçek hayata uğurlarken neden korkarız? Uygun olmayan davranışlarda bulunmasından, uygun olmayan bir şekilde yemek yemesinden, kadınlarla uygun olmayan ilişkilere girmesinden, paçavralara bürünüp itibarını zedelemesinden veya iyi giysilere bürünüp kibre kapılmasından mı? Eğer bu delikanlı böyle davranıyorsa, kendi içindeki Tanrı'dan ve yola kiminle çıktığından habersizdir. "Keşke yanımda olsaydın," demesine dayanabilir miyiz?

Tanrı senin yanında değil mi? O senin yanındayken, başka kime ihtiyacın var? Tanrı sana bundan başka bir şey mi söyleyecek? Eğer Fidias'ın heykellerinden biri - Athena veya Zeus - olsaydın, hem kendini hem de sanatçıyı düşünür ve biraz anlama gücüne sahipsen, kendine veya sanatçıya yakışmayan bir izlenim bırakmamaya gayret gösterirdin. Seni yaratan Zeus olduğuna göre, nasıl bir izlenim bıraktığına özen göstermeyecek misin? Bu iki sanatçı birbiriyle kıyaslanabilir mi? Bu iki eser birbiriyle kıyaslanabilir mi? Hangi sanat eseri, sanatçının onu yaratırken sergilediği yetilere sahiptir? Sonuçta mermer veya bronz, altın veya fildişi değil midir? Fidias'ın Athena'sı eline bir kere Zafer17 figürünü aldıktan sonra, sonsuza dek öyle kalmak zorundadır. Oysa Tanrı'nın eserleri hareket etme, nefes alma, izlenimleri kullanma ve inceleme gücüne sahiptir. Sen böyle bir sanatçının eseriyken, onun şerefini mi lekeleyeceksin? O seni yaratmakla kalmadı, aynı zamanda seni kendine emanet etti. Bunu düşünmeyecek ve emanetine leke mi süreceksin? Eğer Tanrı sana yetim birini emanet etseydi, onu ihmal eder miydin? Tanrı seni kendine emanet etti ve "Onu emanet edebileceğim senden daha uygun biri yok," dedi. "Benim için doğasına uygun olarak alçakgönüllü, sadık, cesur, dik, arzulardan ve endişelerden arınmış kalmasını sağla." Ancak, sen bunu yapmıyorsun.

Bazıları, "Bu adamın kibri ve tepeden bakan tavırları ne-reden.kaynaklanıyor?" diye sorabilir. Henüz bir filozofa yakışan ağırbaşlılığa sahip değilim, çünkü öğrendiklerime ve kabul ettiklerime güvenim tam değil. Hâlâ kendi zaaflarımdan korkuyorum. Bırak kendime güvenimi kazanayım. İşte o zaman olması gerektiği gibi bir duruş ve tavır görürsün. Sana heykeli o zaman gösteririm; kusurlarından arındırıp parlattığım zaman. Ne bekliyorsun? Mağrur bir ifade mi? Olympia'daki18 Zeus kaşını kaldırır mı? Hayır, gözümüzün içine bakar ve şöyle der:

Sözüm doğrudur ve geri alınamaz.

- İlyada, i. 526.

Ben de sana kendimi öyle göstereceğim; sadık, alçakgönüllü, asil ve endişelerden arınmış biri olarak. Ölümsüz mü olacağım? Yaşlılıktan ve hastalıklardan muaf mı olacağım? Hayır ama bunları da bir tanrıya yakışacak şekilde karşılayacağım. Bu güç benim elimde; bunu yapabilirim. Ancak, diğerleri elimde değil ve yapamam. Bir filozofun gücünü sergileyeceğim. Bu nasıl bir güç? Hayal kırıklığı yaratmayan bir arzu, kaçınmak istediklerinin pençesine düşmeyen bir sakınma yetisi, doğru bir meşgale, dikkatli bir amaç, düşüncesizce verilmeyen bir onay. İşte bunları göreceksin.

IX. BÖLÜM

İNSAN KARAKTERİNİN VAATLERİNİ YERİNE GETİREMEZKEN, FİLOZOF KARAKTERİNE BÜRÜNMEMİZE DAiR

İnsan doğasının vaatlerini yerine getirmek kolay bir iş değildir. İnsan nedir? Mantıklı ve fani bir varlık. Peki, mantık yetisi bizi nelerden ayırır? Vahşi hayvanlardan. Başka? Koyun gibi hayvanlardan. Öyleyse, asla vahşi bir hayvan gibi davranmamaya dikkat et, çünkü eğer öyle davranırsan insan karakterini kaybetmiş ve vaadini yerine getirmemiş olursun. Koyun gibi davranma, çünkü eğer öyle davranırsan da insan karakterini kaybetmiş olursun. Koyun gibi davranmak nedir? Açgözlü davrandığımızda, iffetsiz davrandığımızda, düşüncesiz, kaba ve duyarsız davrandığımızda neye indirgenmiş oluruz? Koyuna. Neyi kaybetmişizdir? Mantık yetisini. Kavgacı, zarar verici, hiddetli ve vahşi hareketler sergilediğimizde neye indirgenmiş oluruz? Vahşi hayvanlara. Kimileri büyük vahşi hayvanlara, kimileri ise kötü mizaçlı küçük vahşi hayvanlara dönüşür. Bu yüzden "Beni yiyecekse aslan yesin," deriz. Ancak, bütün bu durumlarda insanın insan gibi davranma vaadi ortadan kalkmış olur. Karmaşık önerme nasıl korunur? Doğasının vaadini yerine getirdiğinde; yani karmaşık önerme gerçekler bir araya geldiğinde korunur. Peki ya ayrık önerme? Vaadini yerine getirdiğinde. Peki ya flüt, lir, at ve köpek nasıl korunur? Hepsi teker teker vaadini yerine getirdiğinde. Öyleyse, insanın da aynı şekilde korunması ve kaybedilmesi şaşırtıcı mıdır? Her insan davranışlarına bağlı olarak gelişir ve korunur; marangoz marangozluk eylemleriyle, dilbilgisi uzmanı ise dilbilgisi eylemleriyle. Ancak, eğer söz konusu uzman dilbilgisi kurallarına aykırı yazma alışkanlığı edinirse, sanatının bozulması ve yok olması kaçınılmazdır. İşte bu nedenle, alçakgönüllü hareketler alçakgönüllü insanı korurken, alçakgönüllülükten yoksun hareketler onu yok eder. Sadık hareketler sadık insanı korurken, aksi hareketler onu yok eder. Diğer yandan, aksi hareketler de aksi karakteri pekiştirir. Utanmazlık, utanmaz bir insan olmayı pekiştirir, sadakatsizlik, sadakatsiz bir insan olmayı pekiştirir, kötü sözler, kötü bir insan olmayı pekiştirir, öfkeye kapılmak, öfkeli bir insan olmayı pekiştirir, haksızca almak ve vermek, paragöz bir insanı daha da paragöz kılar.

Filozoflar bu nedenle bize öğrenmekle yetinmememizi, öğrendiklerimizi incelememizi ve uygulamaya koymamızı tembih ederler. Çünkü uzun süredir aksi davranışlar sergilerneyi alışkanlık edindik ve doğru görüşlerin aksi görüşleri uygulamaya koyuyoruz. Eğer doğru görüşleri uygulamaya koymazsak, başkalarının görüşlerini yorumlayan kişiler olmaktan öteye gidemeyiz. Çünkü aramızda iyi ve kötü şeyler konusunda kurallara bağlı kalarak tartışma yapamayacak biri var mıdır? Bazı şeyler iyi, bazı şeyler kötü, bazı şeyler ise nötrdür. Erdem ve erdemli davranışlar iyiyken, aksi davranışlar kötüdür; zenginlik, sağlık ve itibar ise nötrdür. Eğer konuşmamızın ortasında olağandan daha fazla ses çıkarsa veya orada bulunanlardan bazıları bize gülerse, rahatsız oluruz. Ey filozof, konuştukların hani nerede? O konuşmalar nereden çıktı? Sadece ve sadece dudaklarından... Öyleyse, başkalarının sunduğu yardımları neden karalıyorsun? En ağır meselelere neden zar oyunuymuş gibi yaklaşıyorsun? Çünkü ekmeği ve şarabı ambarda biriktiemek başka bir şeydir, yemek başka bir şey. Yediklerin sindirilip bedene dağılır ve kuvvete, ete, kemiğe, kana, sağlıklı bir ten rengine ve sağlıklı nefese dönüşür. Biriktirdiklerini istediğin zaman çıkarıp gösterebilirsin ama onlara sahipmiş gibi görünmekten başka bir fayda elde edemezsin. Çünkü bu öğretileri açıklamakla, farklı görüşlere sahip olan kişilerin görüşlerini açıklamak arasında ne fark vardır? Otur ve Epikür'ün görüşlerini kurallara bağlı kalarak açıkla; belki de o görüşleri Epikür'ün kendisinden bile daha iyi açıklarsın. Gelgelelim, o zaman kendini neden Stoacı olarak adlandırıyorsun? Neden insanları kandırıyorsun? Yunan olmana rağmen neden Yahudi'ymiş gibi davranıyorsun? Bir insanın neden Yahudi, Suriyeli ya da Mısırlı olarak adlandırıldığını bilmiyor musun? İki tarafa da meyleden birini gördüğümüzde, "Bu adam Yahudi değil ama öyleymiş gibi davranıyor," deriz. Ancak o kişi eğer Yahudi öğretilerini benimsediyse, o zaman gerçekten Yahudi'dir ve öyle de adlandırılır. Biz de görünüşte Yahudi'yiz ama aslında öyle değiliz. Duygularımız ile sözlerimiz birbirini tutmuyor. Söylediklerimizi uygulamaktan çok uzağız ve sanki gerçekten biliyormuş gibi onlarla gurur duyuyoruz. Yani, daha insan karakterinin vaatlerini yerine getiremezken, ona bir de ağır bir yük olan filozofluğu ekliyoruz. Sanki beş kilo ağırlığı kaldıramayan biri, Aias'ın kaldırdığı taşı kaldırmaya yeltenebilirmiş gibi.

X. BÖLÜM GÖREVLERİMİZİ ROLLERİMİZDEN NASIL ÇIKARABİLİRİZ?

Kim olduğunu düşün. Öncelikle bir insansın. İnsanın sahip olduğu en üstün yeti irade yetisidir ve diğer şeylerin hepsi ona bağlıdır. İrade yetisi ise tamamen bağımsızdır ve buyruk altına alınamaz. Ardından, mantığının seni nelerden ayırdığını düşün. Vahşi hayvanlardan ve evcil hayvanlardan... Ayrıca, sen bir dünya vatandaşısın ve dünyanın bir parçasısın; hem de hizmet eden değil, hükmeden parçalardan birisin, çünkü ilahi düzeni kavrama ve bir şeylerin arasındaki bağlantıyı düşünme kapasitesine sahipsin. Vatandaş olmak ne anlama gelir? Kendi çıkarlarına öncelik vermemek, kendini toplumdan ayrı görmemek ve el ya da ayak gibi hareket etmek anlamına gelir, çünkü eğer onların mantığı olsaydı ve doğanın yapısını anlayabilse-lerdi, asla bütünü düşünmeden hareket etmezlerdi. Dolayısıyla filozoflar iyi demişlerdir: Eğer iyi bir insan başına gelecekleri önceden bilseydi, hastalanmaya, sakatlanmaya ve ölmeye itiraz etmezdi, çünkü bunların evrensel bir düzen doğrultusunda kendi payına düştüğünü ve bütünün parçadan, yani kişinin durumundan daha üstün olduğunu bilirdi. Ne var ki, şu anda geleceği bilmediğimiz için, bizim görevimiz doğaları gereği tercih etmemizin daha uygun olacağı şeylere bağlı kalmaktır, çünkü diğer şeylerin yanı sıra bunun için yaratıldık.

Bunların ardından, birinin oğlu olduğunu anımsamalısın. Bu rol ne anlama gelir? Senin olan her şeyin babana da ait olduğunu düşünmek, ona her koşulda itaat etmek, onu asla suçlamamak, ona zarar verecek hiçbir şey yapmamak ve söyleme-rnek, ona boyun eğmek ve onunla elinden geldiğince iş birliği yapmak anlamına gelir. Bunun sonrasında, birinin kardeşi olduğunu bilmelisin. Bu rol de ödün vermeyi, kolay ikna olmayı, kardeşin hakkında iyi konuşmayı, iradeden bağımsız olan şeyler konusunda asla ona karşı hak iddia etmemeyi ve bunlardan seve seve vazgeçmeyi içerir; böylece iradeye bağlı konularda daha büyük bir kazanç elde etmiş olursun. Bir marulun ya da koltuğun karşılığında minnettarlık kazanmış olursun. Bunun ne kadar büyük bir kazanç olduğunu düşünsene.19

Bunların yanında, eğer senatörsen senatör olduğunu, gençsen genç olduğunu, yaşlıysan yaşlı olduğunu aklında bulundurmalısın, çünkü incelediğin zaman, bu rollerin hepsinin belirli görevler içerdiğini görürsün. Ancak, kalkıp da kardeşini suçlarsan, "Kim olduğunu ve rolünü unutmuşsun," derim. Eğer bir demirci olsaydın ve çekicini yanlış kullansaydın, demirciliğini unutmuş olurdun. Eğer kardeş olduğunu unutup düşman olmaya geçtiysen, birini diğeriyle değiştirmiş olmaz mısın? Eğer uysal ve sosyal bir varlık olan insandan, hain, tehlikeli ve vahşi bir hayvana dönüştüysen, hiçbir şey kaybetmemiş mi olursun? Zarar gördüğünü düşünmen için mutlaka para mı kaybetmen gerekir? Başka hiçbir kayıp insana zarar vermez mi? Dilbilgisi ya da müzik becerilerini kaybetseydin, bunu bir kayıp olarak görmez miydin? Alçakgönüllüğünü, ölçülülüğünü ve nezaketini kaybetmek önemsiz bir kayıp mıdır sence? Oysa ilk bahsettiklerimi dış bir etkenden dolayı ve iradenden bağımsız olarak kaybederken, ikincileri kendi hatandan dolayı kaybedersin. İlk bahsettiklerime sahip olmak ya da olmamak utanç verici değilken, ikincilere sahip olmamak ve onları kaybetmek utanç vericidir ve talihsizliktir. Bir homoseksüel neyini kaybeder? Erkek kimliğini. Onu bu duruma getiren kişi neyini kaybeder? Aynısının yanı sıra başka birçok şeyi ... Eşini aldatan biri neyini kaybeder? Alçakgönüllü, ölçülü, saygın bir vatandaş ve komşu olma özelliğini. Öfkeli biri ne kaybeder? Başka bir şey. Korkak biri ne kaybeder? Başka bir şey. Hiçbir insan herhangi bir kayba ya da zarara uğramadan kötü olamaz. Eğer zararı sadece para kaybetmekte ararsan, bu insanlar hiçbir zarar görmemişlerdir. Hatta bu davranışlarından dolayı biraz para kazandıkları takdirde, kazanç elde ettikleri bile söylenebilir. Ancak şunu unutma; eğer her şeyi paraya bağlarsan, burnunu kaybeden biri bile hiçbir zarar görmemiştir sana göre. "Bedeni zarar görmüştür," diyorsun. Peki ama koku alma duyusunu kaybeden biri hiçbir şey kaybetmemiş midir? Ruhun enerjisi, ona sahip olanlar için avantaj değil midir? Onu kaybedenler zarara uğramazlar mı? "Nasıl bir enerjiden bahsettiğini açıkla bana." Bizim doğuştan gelen bir alçakgönüllülüğümüz yok mu? "Var." Bunu kaybeden biri zarar görmemiş midir? Hiçbir şeyden mahrum kalmamış mıdır? Kendine ait olan bir şeyi yitirmemiş midir? Bizim doğuştan gelen bir sadakatimiz yok mu? Doğuştan gelen bir sevgimiz, başkalarına yardım etme eğilimimiz, hoşgörümüz yok mu? Öyleyse, bunların zarar görmesine göz yuman biri yara almaz mı? "Ne yani? Bana zarar veren birine zarar vermeyecek miyim?" Öncelikle zararın anlamını düşün ve filozoflardan duyduklarını unutma. Çünkü eğer iyi ve kötü senin iradendeyse, şöyle demiş oluyorsun: "O insan bana adaletsiz davranarak kendine zarar verdiğine göre, ben de ona adaletsiz davranarak kendime zarar vermemeli miyim?" Neden böyle düşünmüyoruz? Bedenimiz veya mal varlığımız konusunda kayba uğramayı zarar olarak nitelendiriyor ama aynı şeyin irade yetimize olmasını zararlı bulmuyoruz, çünkü kandırılmış ya da adaletsiz davranmış bir kişi başından, gözünden veya kalçasından yaralanmadığı gibi, malını mülkünü de kaybetmiyor. Bizim tek istediğimiz bu konularda güvende olmak. İrademizin alçakgönüllü ve sadık mı yoksa utanmaz ve sadakatsiz mi olduğu umurumuzda bile değil - okullarda ettiğimiz birkaç laf dışında. Dolayısıyla uzmanlığımız bu laflarla sınırlı kalıyor ve onların ötesinde zerre kadar varlık gösteremiyor.

XI. BÖLÜM FELSEFENİN BAŞLANGICI NEDİR?

Felsefenin başlangıcı - en azından ona doğru yoldan başlayan ve kapıdan girenler için - kişinin önemli konularda kendi zaaflarının ve yetersizliklerinin farkına varmasıdır. Çünkü dünyaya geldiğimizde, dik üçgen, diyez ya da yarım ton konusunda hiçbir bilgimiz yoktur. Bunları belirli bir eğitim alarak öğreniriz ve dolayısıyla bunları bilmeyen insanlar bildiklerini zannetmezler. Ne var ki iyi ve kötü, güzel ve çirkin, doğru ve yanlış, mutluluk ve mutsuzluk, yapmamız ve yapmamamız gerekenler konusunda herkesin doğuştan gelen bir fikri vardır. Dolayısıyla, hepimiz bu kelimeleri kullanırız ve ön fikirlerimizi belirli durumlara uydurmaya çalışırız. "İyi yaptı. İyi yapmadı. Doğru davrandı. Yanlış davrandı. Talihli bir insan. Talihsiz bir insan. Adil bir insan. Adaletsiz bir insan." Bu kelimeleri kullanmayan var mı? Geometrik şekillere veya seslere ilişkin kelimeleri öğrenene kadar kullanmayız, peki bu kavrarnlara ilişkin kelimeleri kullanmak için öğrenene kadar bekleyen var mı? Bunun sebebi de doğuştan bu konulara ilişkin birtakım fikirlere sahip olmamız ve buna küstahlığımızı eklememizdir. "Ben güzeli çirkinden ayıramaz mıyım? Bu konuda bir fikrim yok mu?" Var. "Bu fikrimi belirli durumlara uyarlamıyor muyum?" Uyarlıyorsun. "Doğru uyarlamıyor muyum?" İşte bütün mesele buradadır ve küstahlık da burada devreye girer. Çünkü insanlar kabul gören fikirlerden yola çıkarlar ve bu fikirleri doğru uyarlamadıkları için tartışmalara girerler. Eğer doğru uyarlama gücüne de sahip olsalardı, kusursuz olmalarının önünde ne gibi bir engel kalırdı ki? Ön fikirlerini belirli durumlara doğru olarak uyarladığını düşündüğüne göre, bu sonuca nasıl vardığını söyle bana. "Ben öyle düşünüyorum.” Ne var ki, başkası öyle düşünmüyor ve o da fikirlerini doğru uyarladığına inanıyor. Öyle değil mi? "Öyle.” Bu durumda, zıt görüşlere sahip olduğunuz konularda ikinizin de ön fikirlerini doğru uyarlamış olması mümkün mü? "Değil.” Öyleyse, bu fikirleri doğru uyarladığına dair daha iyi bir kanıt sunabilir misin? Deliler de doğru olduğunu düşündükleri şeyleri yapmazlar mı? Doğru olduğunu düşünmeleri yeterli midir? "Değildir.” Öyleyse, fikirlerin ötesine geçelim.

Felsefenin başlangıcı gözlemlemektir; insanların anlaşmazlığa düştüğünü görmek ve bu anlaşmazlığın sebebini araştırmaktır. ‘Öyle gibi görünen' şeylere güvenmemek ve onların doğru olup olmadığını inceleyerek bir kural belirlemektir. Tıpkı ağırlığı belirlemek için terazi, bir şeyin eğri mi yoksa düz mü olduğunu belirlemek için marangoz cetveli kullandığımız gibi. Felsefenin başlangıcı budur. Herkese doğru gelen her şeyin doğru olduğunu söyleyebilir miyiz? Birbiriyle çelişen fikirlerin hepsi nasıl doğru olabilir? "Hepsi değil ama bana doğru gelenler öyle.” Neden sana doğru gelenler de Suriyelilere doğru gelenler değil? Mısırlılara doğru gelenler değil? Bana ya da bir başkasına doğru gelenler değil? Öyleyse, bir şeyin bir insana ‘öyle gibi gelmesi' o şeyin öyle ‘olduğunu' belirlemek için yeterli değildir. Ağırlıklar ve ölçüler konusunda da görünüşlerle yetinmeyiz; her ikisi için de belirli kurallar belirlemişizdir. Öyleyse, bu meselede ‘öyle gibi görünenden' daha iyi bir kural yok mudur? İnsanlar için en önemli konularda bir göstergenin olmaması ya da bulunamaması mümkün müdür? Mutlaka bir kural vardır. Neden bu kuralı arayıp bulmuyor ve bu kurala bağlı kalmıyoruz?

Bu kurala bağlı kalmadan parmağımızı bile kıpırdatmayalım. Bana göre bu, ‘öyle gibi görüneni' ölçü olarak kullananları deliliğinden arındıracak olan şeydir. Bu sayede, gelecekte açıkça tanımlanmış ve bilinen prensiplerden yola çıkarak kesin olarak belirlenmiş ön fikirlerimizi belirli konulara uyarlayabiliriz.

İncelediğimiz konuya ilişkin hangi örneği ele alalım? “Haz.” Öyleyse onu teraziye koyalım ve kurala tabi tutalım. Güvenebilmemiz için, iyi dediğimiz şeyin sabit olması gerekir, değil mi? “Evet.” Sabit olmayan bir şeye güvenmek doğru mudur? “Hayır.” Peki haz güvenilir bir şey midir? “Hayır.” Bu durumda, onu teraziden indir ve iyi şeylerin arasından çıkar at. Ancak eğer keskin görüşlü değilsen ve ilk seferinde kaçırdıysan, bir daha deneyelim. İyi şeyler insanı gururlandırmalı mıdır? “Evet.” Anlık hazlardan gurur duymak doğru mudur? Sakın doğru olduğunu söyleme, yoksa teraziye bile layık olmadığını düşüneceğim. İşte her şey böyle sınanır ve tartılır - kurallar hazır olduğunda. Felsefeyle uğraşmak; kuralları incelemek ve doğrulamaktır. Bunların iyi ve bilge bir insana yakışacak kurallar olduğunu doğruladıktan sonra da onları kullanmaktır.

XII. BÖLÜM MÜNAZARA YA DA TARTIŞMA ÜZERİNE

Filozoflar (Stoacılar) bize münazara sanatını kullanmak için öğrenmemiz gerekenleri göstermişlerdir ama konu bunları doğru kullanmaya gelince, pratikten tamamen yoksunuz. Herhangi birimizin karşısına bilgisiz birini çıkartırsan, onunla nasıl başa çıkacağını bilemez. Karşısındakini biraz yoklayıp istediği cevapları alamayınca, ona nasıl davranacağını şaşırır ve onu ya aşağılar ya da alay konusu yapar. "Bu adam cahil. Bu adama laf anlatmak mümkün değil," der. Bir rehber, yolunu kaybetmiş biriyle karşılaştığında, ona doğru yolu gösterir; onu aşağılayıp, alay konusu yapıp, sonra da terk etmez. Sen de bilgisiz kişiye gerçeği gösterirsen, peşinden geldiğini görürsün. Ona gerçeği göstermediğin sürece, onunla alay etmek yerine kendi yetersizliğini düşün.

Sokrates nasıl davranırdı? Münazarada sadece karşısındaki kişinin kendisine tanıklık etmesini bekler, başka tanık istemezdi. Dolayısıyla şöyle derdi: "Başka tanıklara gerek yok; karşımdaki kişinin tanıklığı benim için her zaman yeterli. Başkalarının fikirlerini değil, benimle tartışan kişinin fikirlerini sorarım." Çünkü Sokrates kavramlardan çıkarılan sonuçları öyle sade bir hale getirirdi ki çelişkiyi (eğer varsa) herkes görür ve geri çekilirdi. Örnek vermek gerekirse: "Kıskançlıkla dolup taşan bir insan mutlu mudur?" "Hayır, acı çekmektedir." "Kıskançlık kötü bir şey yüzünden acı çekmek midir? Kötü bir şeyin kıskançlık yarattığı nerede görülmüştür ki?" Böylece, karşısındakine kıskançlığın iyi şeyler yüzünden acı çekmek olduğunu söyletirdi. "İnsan hiç önemsemediği birini kıskanır mı?" “Kıskanmaz.” Sokrates bu şekilde konuyu açıklığa kavuşturur ve noktalandırırdı. Karşısındakine, “Bana kıskançlığı tanımla,” demezdi. Karşısındaki kişi kıskançlığı tanımladıysa da “Kötü tanımladın, çünkü tanımında kullandığın terimler tanımladığın kavramla bağdaşmıyor,” demezdi. Bunlar teknik terimlerdir ve bu nedenle, bilgisiz bir insan için hem itici hem de anlaşılmazdır. Biz filozoflar ise bu terimleri kullanmadan duramıyoruz. Bilgisiz bir insanın da kendisine sunulan izlenimleri kabul edebileceği veya reddedebileceği bir dil kullanmayı başaramıyoruz. Başaramadığımızın farkına varınca da çabalamayı bırakıyoruz. En azından temkinli olanlarımız. Ancak büyük bir çoğunluk ihtiyatsız davranıyor ve bu tür tartışmalara girdiğinde hem kendi kafasını hem de başkalarının kafalarını karıştırıyor. Bu da karşılıklı atışmalarla sonuçlanıyor.

Sokrates'in ilk ve en önemli özelliği buydu. Tartışmalar sırasında asla sinirlenmez, asla kötü ya da aşağılayıcı bir söz söylemez, kavgacı kişilere dayanır ve kavgayı sonlandırırdı. Bu bakımdan ne kadar güçlü olduğunu öğrenmek istiyorsanız, Ksenofon'un Sempozyum adlı eserini okuyun; Sokrates'in ne kadar çok kavgayı sonlandırdığını görürsünüz. Şairler de bu güçten övgüyle söz etmişlerdir.

Kavgaları büyük bir beceriyle hemen sonlandırır.

Hesiod, Theogony, v. 87.

Tartışmalara girmek artık pek de güvenli değil, özellikle de Roma'da. Çünkü bunu yapmak isteyen biri kıyıda köşede yapamaz. Bir senatöre ya da zengin birine gitmesi ve sorması gerekir: "Atlarınızı kime emanet ettiğinizi söyleyebilir misiniz bayım?" "Elbette." "Onları bu konuda hiç deneyimi olmayan rastgele birine mi emanet ettiniz?" "Hayır." "Peki ya altınlarınızı, gümüşlerinizi ve giysilerinizi kime emanet ettiğinizi söyleyebilir misiniz?" "Onları da rastgele birine emanet etmedim." "Peki ya bedeninizi kime emanet edeceğinizi şimdiden düşündünüz mü?" "Elbette." "Şifa sanatından anlayan deneyimli birine emanet edeceksiniz herhalde?" "Kuşkusuz." "Sahip olduğunuz en iyi şeyler bunlar mı yoksa bunlardan daha iyi bir şeye de sahip misiniz?" "Nasıl bir şeyden bahsediyorsun?" "Bütün bunları kullanan, sınayan ve tartan şeyden bahsediyorum." "Ruhu mu kastediyorsun?" "Evet, ruhu kastediyorum." "Ruhumun gerçekten de sahip olduğum diğer her şeyden daha önemli olduğunu düşünüyorum." "Öyleyse, ruhunuza nasıl baktığınızı söyleyebilir misiniz bize? Çünkü sizin gibi bilge ve itibarlı bir insanın sahip olduğu en kıymetli şeyin ihmal edilmesine ve çürüyüp gitmesine pervasızca göz yumması düşünülemez." "Düşünülemez elbette." "Peki, ruhunuza kendiniz mi bakıyorsunuz? Bunu yapmayı başkasından mı öğrendiniz yoksa kendi kendinize mi öğrendiniz?" Bu aşamada, karşındaki kişinin "Seni ne ilgilendirir? Sen de kimsin?" deme tehlikesi vardır. Onu rahatsız etmeye devam edersen, yumruk da yiyebilirsin. Bir zamanlar ben de bu tartışma yöntemine hayrandım; ta ki .bu tehlikelerle karşılaşana kadar.

XIII. BÖLÜM KAYGI (ENDİŞE) ÜZERİNE

Endişeli birini gördüğümde hep şunu sorarım: "Bu insan ne istiyor?" Elinde olmayan bir şey istemeseydi, nasıl endişeli olabilirdi ki? Lavta çalan biri kendi kendine şarkı söylerken endişeli değildir ama sahneye çıktığı anda, iyi bir sese sahip olsa bile endişeye kapılır, çünkü sadece iyi söylemek değil, alkış da almak ister ve bu onun elinde değildir. Yetenekli olduğu alanda kendine güveni vardır. Karşısına müzik konusunda hiçbir bilgisi olmayan birini çıkartırsan, onu dikkate almaz. Ancak, hiçbir şey bilmediği ve eğitim almadığı konuda endişeye kapılır. Yani hangi konuda? Kalabalığın ne olduğunu ya da kalabalığın övgüsünün ne anlama geldiğini bilmez. En ince notayı da en kalın notayı da çalmayı öğrenmiştir ama kalabalığın övgüsünün ne anlama geldiğini ya da hayatta ne gibi bir gücü olduğunu ne öğrenmiş ne de düşünmüştür. Dolayısıyla, tir tir titremesi ve betinin benzinin atması kaçınılmazdır. Korktuğunu gördüğümde onun bir müzisyen olmadığını söyleyemem ama başka birçok şey söyleyebilirim. Başlangıç olarak onu yabancı olarak adlandırırım ve bu adam nerede yaşadığını bilmiyor derim. Uzun süredir burada olmasına rağmen, devletin kanunlarından, geleneklerden, serbest ve yasak olan şeylerden habersiz. Bunları ona öğretmesi ve kanunları açıklaması için hiçbir zaman avukata başvurmamış. İnsan nasıl yazılacağını bilmiyorsa vasiyetname yazmaz ya da bu işi bilen birini tutar. Düşüncesizce bir anlaşmaya da imza atmaz. Gelgelelim, arzuladıkları, sakındıkları, hedefleri ve amaçları konusunda avukatın tavsiyesine başvurmadan hareket eder. Nasıl mı? Hakkı olmayanları isterken, gerekenleri istemez. Kendisine ait olanları ve başkasına ait olanları bilmez. Eğer bilseydi, hiçbir engelle karılaşmaz ve endişeli olmazdı. “Nasıl?” İnsan kötü olmayan şeylerden korkar mı? “Hayır.” Kötü olsa bile önlemesi kendi elinde olan şeylerden korkar mı? “Korkmaz. ” İrademizden bağımsız olan şeyler ne iyi ne de kötüyse ve irademize bağlı olan her şey kendi elimizdeyse - biz istemediğimiz sürece hiç kimse bunları elimizden alamazsa- endişelenecek ne vardır? Bedenimiz, mal varlığımız ve imparatorun buyrukları için endişelenirken, içsel meseleler için endişelenmeyiz. Yanlış bir fikir edinmemek konusunda endişelenir miyiz? Hayır, çünkü bu bizim elimizdedir. Doğaya aykırı hareket etmemek konusunda endişelenir miyiz? Hayır, bu konuda da endişelenmeyiz. Öyleyse, bir hekim hastasının yüzünün rengine bakarak nasıl karaciğerinde sorun olduğunu söylerse, sen de beti benzi atmış birini gördüğünde şunu söyle: “Bu adamın arzuladıklarında ve sakındıklarında sorun var. Bu adam sağlıklı değil.” Çünkü başka hiçbir şey insanın betini benzini attırmaz. İnsan başka hiçbir durumda titremez, dişleri birbirine vurmaz ya da

Dizlerinin üzerine çöküp kıvranmaz.

- İlyada, xiii. 281.

İşte bu nedenle Zenon, Antigonos20 ile buluşacağı için endişeli değildi; Zenon'un hayranlık duyduğu şeyler üzerinde Antigonos'un hiçbir gücü yoktu ve Antigonos'un üzerinde güç sahibi olduğu şeyler Zenon'un umurunda değildi. Ne var ki Antigonos Zenon'la buluşacağı için endişeliydi, çünkü onu memnun etmek istiyordu ve bu elinde olan bir şey değildi. Zenon'un Antigonos'u memnun etmek gibi bir arzusu yoktu, çünkü sanatında yetenekli olan hiç kimse yeteneği olmayanları memnun etmeye çalışmaz.

Seni memnun etmeye çalışmalı mıyım? Neden? İnsanın başka bir insanı hangi kriterlere göre değerlendirdiğini biliyor musun? Kime iyi insan, kime kötü insan dendiğini ve insanın nasıl birine ya da ötekine dönüştüğünü öğrenme zahmetine katlandın mı? Öyleyse, sen neden iyi bir insan değilsin? "İyi bir insan olmadığımı nereden çıkardın?" Hiçbir iyi insan ağlayıp sızlanmaz. Hiçbir iyi insanın beti benzi atmaz. Hiçbir iyi insan titreyerek "Acaba beni nasıl karşılayacak?" diye sormaz. Ey ahmak, seni nasıl isterse öyle karşılayacak. Neden başkalarına ait meseleleri dert ediyorsun ki? Seni kötü karşılamak onun hatası değil midir? "Evet." Peki, kötülük hatayı yapan kişiye ait değil midir? "Evet." Öyleyse, neden başkalarına ait meseleler için endişeleniyorsun? "Söylediklerin mantıklı ama onunla nasıl konuşacağım konusunda endişeliyim." İstediğin gibi konuşamaz mısın? "Telaşlanmaktan korkuyorum." Dion ismini yazacağın zaman telaşlanmaktan korkuyor musun? "Hayır." Neden? Bu ismi yazmayı çok iyi bildiğin için, değil mi? "Kesinlikle." Bu ismi okuyacak olsaydın da aynı şekilde hissederdin, değil mi? Neden? Çünkü her sanatın kendi alanında belirli bir gücü vardır. Peki, sen konuşmayı öğrenmedin mi? Okulda başka neler öğrendin? Uslamlamaları ve karmaşık önermeleri... Bütün bunları ne amaçla öğrendin? İyi konuşabilmek amacıyla öğrenmedin mi? İyi konuşmak demek, yerinde konuşmak, dikkatli konuşmak, akıllı konuşmak, hata yapmadan konuşmak, kendini engellemeden konuşmak ve aynı zamanda da kendine güvenerek konuşmak demek değil midir? “Evet.” Sen açıklıkta at sürerken, karşına çıkan piyade erinden dolayı endişeye kapılır mısın? Senin eğitimli olduğun ama onun olmadığı bir meselede endişeye kapılır mısın? “Tamam ama benim konuşacağım kişi beni öldürme gücüne sahip.” Öyleyse gerçeği konuş ve böbürlenme. Filozof olduğunu da iddia etme. Efendilerini tanı. Bedenine bağlı kalmayı sürdürdüğün sürece, senden daha güçlü olan herkesin peşinden gitmeye mahkûmsun. Sokrates konuşmayı bilirdi; bunu anlamak için tiranlarla ve yargıçlarla nasıl konuştuğuna bakmak yeter. Diyojen de konuşmayı bilirdi; bunu anlamak için İskender’le, korsanlarla ve onu satın alan kişiyle nasıl konuştuğuna bakmak yeter. Bu insanlar eğitimli oldukları konularda kendilerine güvenirlerdi. Sana gelince; sen kendi işinin başına dön ve asla onun başından ayrılma. Bir köşede oturup uslamlamalar üret ve sonra da onları başkalarına sun. Senin içinde devlet yönetebilecek bir insan yok.

XIV. BÖLÜM NASO'YA

Bir Romalı oğluyla birlikte okumalardan birine katıldığında, Epiktetos "Eğitim metodu böyledir," dedi ve durdu. Romalı devam etmesini rica ettiğinde, Epiktetos şunları söyledi: Bir sanatın eğitim süreci, o konuya aşİna olmayan insanlar için yorucudur. Sanatın sonucu faydasını hemen gösterdiği gibi çoğu zaman çekici ve boştur. Örneğin bir kunduracının sanatını nasıl öğrendiğini gözlemlemek zevkli değildir ama kundura hem faydalıdır hem de göze hitap eder. Bir demircinin eğitim sürecini izlemek de bu sanata aşina olmayanlar için hoş değildir ama ortaya çıkan sonuç bu sanatın faydasını kanıtlar. Ne var ki bunu müzikte çok daha iyi görürsünüz, çünkü birini müzik öğrenirken izlemek hiç hoş değildir ama ortaya çıkan sonuç müzik konusunda hiçbir şey bilmeyenler için bile keyifli ve boştur. Biz de burada bir filozofun hedefinin şöyle bir şey olduğunu düşünüyoruz; dileklerini gerçekleşenlerle uyumlu kılmak. Böy-lece, gerçekleşen hiçbir şey dileklerimize aykırı olmadığı gibi, gerçekleşmesini dilememize rağmen gerçekleşmeyen hiçbir şey de olmaz. Felsefeyi bu şekilde ele alanların elde ettiği sonuç arzularında yanılmamak ve sakındıklarının pençesine düşmemektir. Huzursuzluğa kapılmadan, endişelenmeden ve korkmadan yaşamak, hem doğuştan gelen hem de sonradan kurulmuş olan ilişkileri sürdürmek ve bir baba, oğul, kardeş, vatandaş, erkek, kadın, komşu, yoldaş, yönetici ya da yönetilen olarak görevlerini yerine getirmektir. Bir filozofun hedefinin böyle bir şey olduğunu düşünürüz. Şimdi bunu nasıl başarabileceğimizi inceleyelim.

Bir marangoz ya da kaptan olmanın belirli bir eğitim gerektirdiğini biliriz. Felsefede de iyi ve bilge bir insan olmayı dilemek yeterli değildir ve belirli şeylerin öğrenilmesi gerekir. Bu şeylerin ne olduğunu araştıralım. Filozoflar öncelikle bir Tanrı olduğunu ve her şeyin onun tarafından sağlandığını öğrenmemiz gerektiğini söylerler. Eylemlerimizi, hatta niyetlerimizi ve düşüncelerimizi bile ondan gizlememizin mümkün olmadığını da söylerler. Öğrenmemiz gereken bir sonraki şey tanrıların doğasıdır, çünkü onları memnun etmek ve onlara itaat etmek isteyen biri, elinden geldiğince onlar gibi olmaya çabalamalıdır. Eğer ilahi güç sadıksa, insan da öyle olmalıdır. Eğer özgürse, insan da öyle olmalıdır. Eğer iyilikseverse, insan da öyle olmalıdır. Eğer bağışlayıcıysa, insan da öyle olmalıdır. İnsan Tanrı'yı taklit ettiğine göre, bu gerçeğe uygun hareket etmeli ve konuşmalıdır.

Öyleyse, nereden başlamalıyız? Eğer tartışmaya katılacaksan, kelimeleri anlamakla başlaman gerektiğini söylerim. "Şu anda kelimeleri anlamadığımı mı söylüyorsun yani?" Anlamıyorsun. "Öyleyse onları nasıl kullanıyorum?" Okuma yazma bilmeyenlerin harfleri kullandığı gibi ya da koyunların izlenimleri kullandığı gibi; çünkü kullanmak başka bir şeydir, anlamak başka bir şey. Ancak eğer anladığını düşünüyorsan, istediğin kelimeyi seç ve anlayıp anlamadığına bakalım. "Ama yaşını başını almış, üstelik de üç kez sefere çıkmış bir adamı çürütmek hoş değildir." Bunu ben de biliyorum. Sonuçta buraya hiçbir eksiğin yokmuş gibi geldin. Ne eksiğin olduğunu düşünebilirsin ki? Varlıklısın, belki karın ve çocukların var, üstelik çok sayıda köleye sahipsin. İmparator seni tanıyor, Roma'da birçok dostun var ve hepsine hakkını teslim ediyorsun. Sana iyilik yapanları ödüllendirmeyi ve yanlış yapanlara karşılığını vermeyi biliyorsun. Ne eksiğin var? Sana mutlu olmak için en önemli ve en gerekli şeylerden yoksun olduğunu, asıl ilgilenmen gereken konular hariç her şeyle ilgilendiğini, üstüne üstlük Tanrı'nın, insanın, iyinin ve kötünün ne anlama geldiğini bilmediğini kanıtlarsam, bunlara katlanırsın belki. Gelgelelim, eğer kendini hiç tanımadığını söylersem, buna nasıl katlanıp burada kalmaya devam edeceksin? Mümkün değil; sinirlenirsin ve çekip gidersin. Oysa sana ne zarar vermişimdir? Ayna, çirkin bir insanı olduğu gibi yansıttığında ona zarar vermiş olur mu? Hekim "Hasta olduğunun farkında değilsin ama ateşin var. Bugün yemek yeme, sadece su iç," dediğinde, hastasına hakaret etmiş olur mu? Hiç kimse bunu bir hakaret olarak görmez! Gelgelelim, eğer bir insana “Arzuların sağlıklı değil. Sakındıkların yanlış. Niyetlerin tutarsız. Amaçların doğaya uygun değil. Fikirlerin hatalı," dersen, anında çekip gider ve “Bana hakaret etti," der.

Yaklaşımımız pazarda bir araya gelen bir kalabalıkla kıyaslanabilir. Pazarda satılık hayvanlar vardır ve insanların büyük bir çoğunluğu buraya almak ya da satmak için gelirler. Birkaç kişiyse pazarı incelemeye, işlerin nasıl yürütüldüğünü ve pazarı kimin hangi amaçla kurduğunu görmeye gelir. Hayat da böyledir. Bazıları koyun gibidir ve otundan başka hiçbir derdi yoktur. Mal varlıklarıyla, arazileriyle, köleleriyle ve makamlarıyla meşgul olanlar için söylüyorum; bütün bunlar ottan başka bir şey değildir. Ancak, dünyanın anlamı ve dünyayı kimin yönettiği üzerine kafa yormayı seven birkaç kişi de vardır. Dünyayı yöneten yok mudur? Bir şehir veya bir aile bile yöneticisi ya da reisi olmadan kısa bir süre bile ayakta kalamazken, bu kadar büyük, güzel ve düzenli bir sistemin amaçsızca ve şans eseri yürümesi mümkün müdür? Öyleyse, bir yönetici vardır. Bu nasıl bir yöneticidir ve nasıl yönetir? Onun tarafından yaratılmış olan bizler kirniz ve ne için yaratıldık? Onunla bir bağlantımız ve ilişkimiz var mı, yok mu? Bazıları bunlarla meşgul olurlar; kendilerini bütünüyle pazarı incelemeye adar, sonra da kalkıp giderler. Birçok kişi onlarla alay eder; tıpkı tüccarların da pazarı izlemeye gelenlerle alay ettiği gibi. Hayvanların da fikirleri olsaydı, ot dışındaki şeylerle ilgilenenlerle alay ederlerdi herhalde.

XV. BÖLÜM KARARLARINDA İNATLA DİRETENLERE

Bazı insanlar, kişinin kararlı olması gerektiğini, irademizin doğuştan özgür olduğunu ve zorlanamayacağını, diğer şeylerin ise engellere ve köleliğe tabi olduğunu ve başkalarının elinde bulunduğunu duydukları zaman, her koşulda bütün kararlarının arkasında durmaları gerektiğini varsayarlar. Ancak öncelikle bu kararların sağlam (doğru) olması gerekir. Bedenin güçlü olması iyidir ama bu güç sağlıklı ve atletik olmaktan ileri gelmelidir. Eğer delirmiş bir insanın gücüne sahipsen ve bununla övünüyorsan, sana "Git bir hekime görün. Seninki güç değil hastalık," derim. Söylevleri yanlış bir şekilde dinleyenler de buna benzer bir etkiye maruz kalırlar. Benim arkadaşlarımdan birinin başına da böyle bir şey geldi ve arkadaşım durduk yerde açlıktan ölmeye karar verdi. Ben durumdan haberdar olduğumda, üç gündür yemek yemiyordu. Ne olduğunu öğrenmeye gittim. "Ben kararımı verdim," dedi. "Peki ama bu kararı neden verdin? Eğer doğru kararı verdiysen, yanında otururuz ve göçüp gitmene yardımcı oluruz ama eğer mantıksız bir karar verdiysen, fikrini değiştirmelisin," dedim. "Kararlarımızın arkasında durmalıyız, " dedi. "Sen ne diyorsun dostum? Bütün kararlarımızın değil, doğru kararlarımızın arkasında durmamız gerekir. Yoksa şu anda gece olduğuna karar verip bu fikrinde de diretebilir ve ‘Kararlarımızın arkasında durmalıyız' diyebilirsin. Öncelikle sağlam bir temel oluştur ve kararının sağlıklı olup

olmadığını değerlendir. Ancak sağlam bir temel oluşturursan güvenli bir yapı inşa edebilirsin. Eğer temelin çürükse, üzerine koyduğun malzemeler ne kadar ağır olursa, inşa ettiğin bina da o kadar hızlı yıkılır. Hiçbir sebebi yokken bir dostumuzun, yoldaşımızın, hem büyük hem de küçük şehirdeki yurttaşımızın canına mı kıyacaksın?21 Cinayet işlerken ve hiçbir hatası olmayan bir insanın canına kıyarken, kararlarının arkasında durman gerektiğini mi söyleyeceksin? Eğer aklına beni öldürmek gelseydi de kararının arkasında mı duracaktın?" Bu arkadaşımı zorlukla da olsa fikrini değiştirmeye ikna ettik. Ne var ki, artık bazı insanları ikna etmek mümkün değil. Eskiden anlamadığım şu deyişi şimdi çok iyi anlıyorum: Bir ahmağı ikna ederneyece-ğİn gibi zorlayamazsın da. Umarım hiçbir zaman kendini bilge sanan bir ahmakla arkadaş olmam; bundan daha zor hiçbir şey yoktur. "Ben kararımı verdim." Deliler de kararlarını vermişlerdir ama sanrılarında ne kadar diretirlerse, o kadar çok ilaç almaları gerekir. Hasta bir insan hekimine görünüp, "Ben hastayım, bana yardım et. Ne yapmam gerektiğini söyle. Ne dersen yapacağım," demez mi? Ben de sizden, "Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum ama öğrenmeye geldim," demenizi bekliyorum. Ancak bunun yerine, "Bana başka bir konudan bahset. Ben o konuda kararımı verdim," diyorsunuz. Hangi başka konu? Sizi kararınızı vermiş olmanızın yeterli olmadığına ikna etmekten daha önemli bir şey var mı? Bu tavır, sağlıklı bir düşünce yapısının değil deliliğin göstergesidir. "Eğer beni buna zorlarsan ölürüm." Neden? Ne oldu? "Ben o konuda kararımı verdim." Neyse ki beni öldürmeye karar vermemişsin. "Artık para alma-yacağlm." Neden? "Öyle karar verdim." Şimdi para almamaya karar verdiğin gibi, ileride bir gün de sebepsiz yere para almaya meyledebilir ve "Kararımı verdim," diye bilirsin. Hasta bir bedende bazen orada, bazen burada ortaya çıkan ağrılar gibi, hasta bir ruh da nereye meyledeceğini bilemez. Ancak, buna bir de inatçı bir kararlılık eklenirse, o hastalığı tedavi etmek artık mümkün değildir.

XVI. BÖLÜM İYİ VE KÖTÜ KONUSUNDAKi FİKİRLERİMİZİ KULLANMAK İÇİN ÇABA GÖSTERMEMEMİZE DAİR

İyilik nerededir? İrademizde. Kötülük nerededir? İrademizde. İkisi de nerede değildir? İrademizden bağımsız olan şeylerde ... Peki, aramızda okul dışında da bu meselelere kafa yoran var mı? Hiçbiriniz kendi kendinize okulda ele aldığımız sorulara benzer konulara kafa yoruyor musunuz? Gündüz mü? “Evet.” Gece mi? “Hayır.” Yıldızların sayısı eşit mi? “Bilemem.” Size para teklif edildiğinde doğru cevabı vermeye ve paranın iyi bir şey olmadığını söylemeye hazır mısınız? Bu cevapları vermek için çalıştınız mı yoksa sadece yanıltmacalara mı çalıştınız? Öyleyse, çalıştığınız konularda ilerleme kaydederken, çalışmadığınız konularda yerinizde saymanıza neden şaşırıyorsunuz? Bir hatip konuşmasını iyi yazdıysa, ezberlediyse ve etkileyici bir sese de sahipse, neden hâlâ endişelidir? Çünkü çalışmış olmak onun için yeterli değildir. Ne ister öyleyse? Seyirciler tarafından övülmek mi? Bu durumda, hitabet konusunda eğitim almış ama övgü ve yergi konusunda eğitim almamıştır. Övgünün ne olduğunu, yerginin ne olduğunu, nasıl bir övgünün peşinden koşmak gerektiğini, nasıl yergilerden kaçınmak gerektiğini nerede duymuştur? Bu konularda ne zaman eğitim almıştır? Öyleyse, insanın eğitim aldığı konularda başkalarını geçmesine, eğitim almadığı konularda ise diğerleriyle aynı seviyede olmasına neden şaşırıyorsunuz? Müzisyen güzel çalar ve söyler, iyi de giyinmiştir ama yine de sahneye çıktığında titremeye başlar, çünkü müziği bilir ama kalabalığı, kalabalığın bağınşlarını ve alaylarını bilmez. Endişenin ne olduğunu, kendimizden mi yoksa başkalarından mı kaynaklandığını ve endişeden kurtulmanın mümkün olup olmadığını da bilmez. Bu nedenle, eğer övgü aldıysa sahneden şişinerek ayrılır ama eğer alaylara maruz kaldıysa çöker.

Biz de böyleyiz. Nelere hayranlık duyarız? Kendi dışımızdaki şeylere. Nelerle meşgul oluruz? Kendi dışımızdaki şeylerle. Öyleyse, neden korktuğumuz ya da endişe duyduğumuz konusunda herhangi bir şüpheye yer var mı? Başımıza kötü şeyler geleceğini düşünürsek ne olur? Korkmadan duramayız, endişelenmeden duramayız. Sonra da, "Tanrım, bu endişelerden nasıl kurtulacağım?" diye sorarız. Ey ahmak, Tanrı sana ellerini vermedi mi? Oldu olacak, otur bir de bumun akmasın diye dua et bari. Burnunu silmen ve Tanrı'yı suçlamayı bırakman daha doğru olur tabii. Tanrı sana zorluklarla mücadele etmen için hiçbir şey vermedi mi? Dayanıklılık vermedi mi? Metanet vermedi mi? Cesaret vermedi mi? Ellerin varken, neden hâlâ bununu silecek başka birini arıyorsun? Gelgelelim, biz bu konuları incelemiyor ve umursamıyoruz. Bana elde edeceklerinden ziyade davranışlarına önem veren bir insan göster. Kaç kişi yürürken nasıl yürüdüğüne dikkat eder? Kaç kişi sadece elde edeceği sonuca değil de düşünce sürecine önem verir? Eğer insan başarılı olursa gururlanır ve şöyle der: "Ne iyi düşündük. Etraflıca düşünürsek istediğimiz sonucu alırız dememiş miydim dostum?" Ancak, eğer başarısızlığa uğrarsa gururu kırılır ve ne diyeceğini bilemez. Kim sonuçları için değil de davranışlarının kendisi için bir kâhine başvurur ya da bir tapınakta uyur? Kim? Bana öyle birini göster. Onunla tanışmak isterim. Uzun süredir gerçekten asil ve samimi birini arıyorum. İster genç olsun, ister yaşlı; bana öyle birini göster yeter. Öyleyse, belirli meselelere kafa yormak konusunda eğitimliyken, davranışlarımızın alçak, ahlaktan yoksun, değersiz, korkak, tembel ve büsbütün kötü olmasına neden hâlâ şaşırıyoruz? Sonuçta bunları ne inceliyor ne de önemsiyoruz. Oysa ölümden ya da sürgünden değil de korkunun kendisinden korksaydık, bize kötü gelen şeylerin pençesine düşmemek için çalışırdık. Okulda titiz ve konuşkanız; bu konulara ilişkin bir soru gündeme geldiği zaman enine boyuna inceleriz. Ne var ki konu uygulamaya geldiğinde gemimiz karaya oturur. Herhangi bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığımızda, nelere çalışmış olduğumuz ortaya çıkar. Disiplinsizliğimizden dolayı da olayları her zaman büyütürüz. Mesela gemideysem ve etrafıma baktığımda hiçbir kara parçası görmüyorsam dehşete kapılırım ve gemi batarsa o kadar suyu yutmak zorunda kalacağımı düşünürüm. Boğulmak için üç karış suyun da yeterli olduğu aklıma bile gelmez. Öyleyse beni korkutan nedir? Deniz mi? Hayır, kendi fikirlerim. Aynı şekilde, deprem olursa bütün şehrin başıma yıkılacağını düşünürüm. Oysa bir tane taş da kafamı yarmak için yeterli değil midir?

Öyleyse, bizi sıkan ve korkutan ne? Kendi fikirlerimiz elbette. Arkadaşlarını, dostlarını, alışık oldukları yerleri ve yaşamlarını bırakıp gidenleri sıkan şey kendi fikirleri değil de nedir? Örneğin küçük çocuklar bakıcılarından biraz ayrı kaldıklarında ağlamaya başlarlar ama bir parça tatlı verirsen, acılarını hemen unuturlar. "Küçük çocukları mı örnek almalıyız yani-?” Hayır, çünkü sizi rahatlatan şey tatlı değil, doğru fikirler olmalı. "Doğru fikirler nedir peki?” İnsan bütün gün çalışmalı ve kendine ait olmayan hiçbir şeyden etkilenmemelidir; ne dostlarından, ne yerlerden ne de kendi bedeninden. İlahi kanunları hiç unutmamalı ve daima göz önünde bulundurmalıdır. İlahi kanunlar nedir? Kendine ait olanları korumak, başkaları-na ait olanlar üzerinde hak iddia etmemek, kendine verilenleri kullanmak, kendine verilmeyenleri arzulamamak, kendinden alınan şeylerden seve seve vazgeçmek ve onlara sahip olduğun süre için şükretmek. Bakıcının ya da annenin arkasından ağlayan bir çocuğa benzemek istemiyorsan tabii. Çünkü sonuçta insanın neden dolayı boyunduruk altına girdiği ya da nelere tabi olduğu ne fark eder? Eğer spor salonu için, arkadaşların için veya birtakım eğlence yerleri için ağlayıp sızlanıyorsan, bir kızın arkasından ağlayan genç bir delikanlıdan ne farkın vardır? Birisi de kalkmış artık Dirce'nin suyunu içemeyeceği için şikayet ediyor. Marcian suyu Dirce suyundan kötü mü? "Ama ben Dirce suyuna alışığım." Zamanla yenisine de alışırsın. Sonra belki ona da bağlanır, onun için de ağlar ve Euripides'in mısrasına benzer bir mısra yazmaya çalışırsın:

Ah Neron'un sıcak hamamları ve Marcian suyu!

Budalaların sıradan şeyleri nasıl trajediye dönüştürdüğünü gördün mü?

"Atina'yı ve Akropolis'i bir daha ne zaman göreceğim?" Ey zavallı, her gün gördüklerin sana yetmiyor mu? Güneşten, aydan, yıldızlardan, topraktan ve denizden daha güzel bir manzara var mı? Eğer bütünü yaratanı anlıyor ve içinde taşıyorsan, küçük taşlara ve güzel bir kaya parçasına ihtiyacın kalır mı? Güneşten ve aydan ayrılman gerektiğinde ne yapacaksın o zaman? Oturup çocuk gibi ağlayacak mısın? Bunca zamandır okulda ne yaptın? Neler duydun, neler öğrendin? Kendine neden filozof diyorsun? Gerçeği söylesene: "Birkaç yorum yazdım ve Hrisippos'u okudum ama felsefenin eşiğine bile yaklaşamadım." Senin Sokrates gibi yaşayıp ölen biriyle ne benzerliğin olabilir? Diyojen gibi yaşayıp ölen biriyle ne benzerliğin olabilir? Sence onlar herhangi birini göremedikleri için, Atina'da veya Korint'te olamadıkları için, diyelim ki Susa'da veya Ekbatan'da olmaları gerektiği için ağlayıp sızlanırlar mıydı? İnsan ziyafetten istediği anda ayrılabiliyorsa, hoşuna gitmediği halde kalıp şikayet mi eder yoksa memnun olduğu sürece mi orada kalır? Böyle biri sürgüne de, ölüme mahkûm edilmeye de katlanır bence. Sizin de sütten kesilmenizin ve bakıcınızın ya da annenizin arkasından ağlamayı bırakmanızın zamanı gelmedi mi? "Ama eğer gidersem üzülmelerine neden olurum." Üzülmelerine sen mi neden olursun? Hayır. Onların üzülmelerine de senin üzülmene de neden olan aynı şeydir; kendi fikirleriniz. Ne yapmalısın öyleyse? Bu fikrinden kurtulmalısın. Eğer akılları varsa, onlar da bu fikirlerinden kurtulurlar, çünkü eğer kurtulmazlarsa, mutsuzlukları kendi hataları olur.

Atasözünde de söylendiği gibi, özgürlük ve huzur için elinden ne geliyorsa yap. Kölelikten nihayet kurtulan biri gibi başını dik tut. Tanrı'ya bak ve şöyle de: "Bana ne istiyorsan yap. Sen nasıl düşünüyorsan ben de öyle düşünüyorum. Ben seni-nim. Seni memnun eden hiçbir şeyi geri çevirmem. Beni nereye istersen oraya götür. Bana ne istersen onu giydir. Yargıç olmamı mı istersin? Sade vatandaş olmamı mı istersin? Burada kalmamı mı istersin? Sürgüne gönderilmemi mi istersin? Zengin olmamı mı istersin? Yoksul olmamı mı istersin? Ben bütün bu durumları insanlara karşı savunurum. Hepsinin doğasını olduğu gibi gösteririm." Ancak, siz bunu yapmazsınız ve annenizin gelip sizi beslemesini beklersiniz. Herkül evde otursaydı kim olurdu? Herkül değil, Eurystheus olurdu. Herkül seyahatlerinde kaç kişiyle yakınlık kurdu, kaç kişiyle dost oldu? Yine de Tanrı'dan daha yakın olduğu hiç kimse yoktu. Dolayısıyla onun Tanrı'nın oğlu olduğuna inanılırdı ve öyleydi de. Tanrı'ya itaat ederek kendini adaletsizlikle ve kanunsuzlukla savaşmaya adadı. Ne var ki sen Herkül değilsin ve başkalarının kötülüklerini te-mizleyemezsin. Theseus da değilsin ve Attika'yı kötülüklerden arındıramazsın. Sen kendini kötülüklerden arındır. Procrustes ve Sciron22 yerine üzüntüyü, korkuyu, arzuyu, kıskançlığı, kini, açgözlülüğü ve taşkınlığı düşüncelerinden kov. Ancak, Tanrı'ya güvenmediğin ve onun yolundan yürümediğin sürece bunu başaramazsın. Eğer başka bir yol seçersen, ahlayarak ve inleyerek kendinden güçlü olanların peşinden gitmeye mahkûm olursun. Aradığın huzuru asla bulamazsın, çünkü onu araman gereken yerde değil, yanlış yerde arıyorsun.

XVIII. BÖLÜM ÖN FİKİRLERİMİZİ BELİRLİ DURUMLARA NASIL UYARLAMALIYIZ?

Bir filozofun ilk işi nedir? Kendini beğenmişlikten arınmak. Çünkü insanın zaten bildiğini düşündüğü şeyleri öğrenmeye başlaması mümkün değildir. Yapılması ve yapılmaması gerekenler, iyi ve kötü, güzel ve çirkin konusundaki gelişigüzel fikirlerimizi belirterek filozoflara gideriz. Bunlara dayanarak övgüler, kınamalar ve suçlamalarda bulunur, onurlu ve onursuz davranışlara karar veririz. Peki ama filozoflara neden gideriz? Çünkü bilmediğimizi düşündüklerimizi öğrenmek isteriz. Peki, bunlar nedir? Teoremler. Filozofların söylediklerini öğrenmek isteriz, çünkü bunların zekice ve akıllıca olduğunu düşünürüz. Bazıları da öğrendiklerinden fayda elde edeceklerine inandıkları için öğrenmek isterler. İnsanın öğrenmek istediği şeyden başka bir şey öğreneceğini ya da öğrenmediği bir konuda yeterliliğe erişebileceğini düşünmek saçmadır. Ne var ki pek çok kişi bu konuda yanılgıya düşer; Platon'u her şeyin tanımlanmasını istediği için suçlayan konuşmacı Theopompus23 da aynı yanılgıya' düşmüştür. Theopompus ne der? "Senden önce hiçbirimiz 'iyi' ya da 'adil' kelimelerini kullanmadık mı? Bu kelimelerin anlamını bilmeden boş boş mu konuşuyorduk?" Sana kim bu konularda doğuştan gelen düşüncelerimiz ve ön fikirlerimiz olmadığını söyledi Theopompus? Gelgelelim, ön fikirlerimizi incelemezsek ve hangi durumlara uyarlayacağımızı belirlemezsek, onları doğru kullanmamız mümkün olmaz. Hekimlere karşı da aynı suçlamada bulunabilirsin. Hipokrat'tan önce 'sağlıklı' ve 'sağlıksız' kelimelerini kullanmıyor muyduk? Boş boş mu konuşuyorduk? Sağlık konusunda da belirli ön fikirlere sahibiz ama bunları doğru kullanmayı bilmiyoruz. Bu nedenle birisi, "Ona yemek yedirme," derken, bir diğeri "Yedir," diyor. Birisi "Kan alınması gerek," derken, bir diğeri "Şişe çekmek gerek," diyor. Bunun sebebi ne? Sağlık konusundaki ön fikirlerimizi belirli durumlara doğru bir şekilde uyarlamamamız değil mi?

Hayatla ilgili konularda da aynısı geçerli. Hangimiz iyi ve kötü, faydalı ve faydasız kelimelerini kullanmıyoruz? Hangimiz bu konularda ön fikirlere sahip değiliz? Bunlar şüpheye yer bırakmayan kusursuz fikirler mi? Kanıda öyleyse. Nasıl mı? Fikrini belirli bir konuya doğru olarak uyarla. Örneğin Platon tanımları 'faydalı' kavramıyla ilişkilendirir; sen ise 'faydasız' kavramıyla ilişkilendiriyorsun. İkinizin birden haklı olması mümkün mü? Nasıl olsun? Birisi 'iyi' kavramını varlıklı olmakla bağdaştırırken, bir diğeri varlıklı olmakla değil de hazla ve sağlıkla bağdaştırmaz mı? Eğer hepimiz kullandığımız kelimeleri çok iyi biliyorsak ve bu konulardaki ön fikirlerimizi açıklığa kavuşturmamız gerekmiyorsa, neden ayrışıyoruz, neden tartışıyoruz, neden birbirimizi suçluyoruz?

Ben şimdi neden bu tartışma konusunu gündeme getiriyorum? Sen ön fikirlerini doğru uyarlıyorsan, neden mutsuzsun, neden engellerle karşılaşıyorsun? Şimdilik amaçlarımızla ve onlara bağlı görevlerimizi incelemekle ilgili ikinci konuyu bir kenara bırakalım. Onayladıklarımızla ilgili üçüncü konuyu da bir kenara bırakalım. Bu iki konudan da vazgeçiyorum. Ön fikirlerimizi doğru uyarlamadığımızı açıkça gösteren birinci konunun üzerinde duralım.24 25 Sen olası olan - senin için olası olan - şeyleri mi arzuluyorsun? Öyleyse, neden engellerle karşılaşıyorsun? Neden mutsuzsun? Kaçınılmazdan kaçınmaya çalışmıyor musun? Öyleyse, neden kaçınmak istediklerinin pençesine düşüyorsun? Neden talihsizliklerle karşılaşıyorsun? Neden arzuladıkların olmuyor da arzulamadıkların oluyor? Mutsuzluğun ve acının en büyük göstergesi budur; dilediklerinin gerçekleşmemesi. Bu durumda benden daha perişan biri var mıdır?

Medea buna kadanamadığı için çocuklarının canını almıştır. Bu, belirli bir açıdan bakıldığında soylu bir eylemdir; insanın arzularının gerçekleşmemesinin ne anlama geldiğini gösterir. Medea şöyle der: "Bana haksızlık yapan ve beni küçük düşüren kocamdan intikamımı alacağım. Peki ama bildiğimiz cezalar bana ne fayda sağlar? Ne yapmalıyım öyleyse? Çocuklarımı öldüreceğim. Ama o zaman kendimi de cezalandırmış olurum. Olsun, ne çıkar?”82 Büyük bir enerji barındıran ruhun yoldan çıkması işte böyle bir şeydir. Medea arzularımızı dışarıdan medet umarak ya da koşulları değiştirerek elde edemeyeceğimizi bilmiyordu. O adamı arzulamazsan, arzuladığın şeyler gerçekleşmemiş olmaz. İnatla kocanın seninle yaşamasını arzulama. Korint'te kalmayı arzulama. Kısacası, Tanrı'nın isteklerinden başka hiçbir şeyi arzulama. O zaman seni kim engelleyebilir? Kiqı zorlayabilir? Nasıl ki Zeus'u zorlayabilecek hiç kimse yoksa seni de zorlayabilecek hiç kimse olmaz.

' Eğer öyle bir rehberin olursa ve arzuların onunkilerle aynı olursa, hayal kırıklığından korkmana ne gerek kalır? Varlıklı olmayı arzularsan ve yoksulluktan sakınırsan, biri seni hayal kırıklığına uğratır ve diğerinin pençesine düşersin. Sağlıklı olmayı arzularsan, talihsizliklerle karşılaşırsın. Arzularını itibarına, ülkene, dostlarına, çocuklarına, kısacası insanın elinde olmayan herhangi bir şeye bağlarsan, mutsuz olursun. Arzularını Zeus'a ve diğer tannlara teslim et; bırak arzuladıkların ve sakındıkların onlarınkilerle aynı doğrultuda olsun. O zaman mutsuzluğa yer kalır mı? Ne var ki, eğer kıskanıyorsan, şikayet ediyorsan, korkuyorsan, her gün kendinden ve tanrılardan yakınıyorsan, neden hala eğitim almaktan söz ediyorsun? Nasıl bir eğitim? Karmaşık uslamlamalarla meşgul olmaktan mı söz ediyorsun? Eğer mümkünse bütün bunları unut ve baştan başla. Şimdiye dek meselenin yakınından bile geçemediğinin farkına var. Geleceğini, istemediğin hiçbir şeyin gerçekleşmeyeceği ve istediğin her şeyin gerçekleşeceği şekilde tasarlamaya başla.

Okula bu niyetle gelen bir genç gösterin bana. Kendini buna adayan ve "Diğer her şeyden vazgeçiyorum. Eğer hayatımı engellerden ve dertlerden arınmış olarak geçirebilirsem, özgür bir insan gibi başımı dik tutabilirsem, Tanrı'nın bir dostu gibi gökyüzüne bakabilirsem ve olacaklardan korkmamayı başarabilirsem, bu benim için yeterlidir," diyen bir genç gösterin. Bana öyle bir genç gösterin ki şunları diyebileyim: “Gel de sana ait olanları al delikanlı. Felsefeyi onudandırmak senin kaderinde var. Bu kitaplar senin. Bu söylevler senin." Yeterince çalışıp bu konulara hakim olduktan sonra tekrar bana gelip şöyle desin: “Hırslardan ve endişelerden arınmak istiyorum. İnançlı bir insan olarak, çalışkan bir insan olarak ve bir filozof olarak tanrılara, anneme ve babama, kardeşlerime, ülkeme ve yabancılara karşı görevlerimi bilmek istiyorum." O zaman ona şöyle derim: "İkinci aşamaya hoş geldin. Bu da sana ait." “İkinci aşamaya da yeterince çalıştım. Artık güvenilir ve sarsılmaz bir insan olmaya hazırım. Sadece uyanık olduğumda değil, uykudayken, içkiliyken ve kederliyken de." “Sen gerçekten yüce amaçlara sahipsin delikanlı."

Peki, siz bana ne diyorsunuz? “Hrisippos'un Pseudomenos (Yalancı) adlı eserini anlamak istiyorum." Ey ahmak, bunu istemekle kendini asmış olmuyor musun? Bunun sana ne faydası olacak? Bütün eseri acı içinde okuyacaksın ve tit-reye titreye başkalarıyla paylaşacaksın. Bir de şunu yapıyorsunuz. “Yazdıklarımı sana okuyayım mı dostum?26 Sen de bana okursun." “Çok iyi yazıyorsun dostum. Ksenofon'un üslubunda çok başarılısın." “Sen de Platon'un üslubunda çok başarılısın." “Sen de Antisthenes'in üslubunda çok başarılısın." Birbirinize hayallerinizi anlattıktan sonra da aynı şeylere geri dönüyorsunuz. Arzuladıklarınız aynı. Sakındıklarınız aynı. Amaçlarınız aynı. Tasarılarınız aynı. Aynı şeyleri istiyor ve aynı şeyler için çalışıyorsunuz. Size tavsiye verecek birini aramadığınız gibi, tavsiye duyduğunuzda da güceniyorsunuz. Sonra da şöyle diyorsunuz. “O çok aksi bir ihtiyar. Ben giderken hiç gözyaşı dökmedi. ‘Tehlikeli bir yolculuğa çıkıyorsun evlâdım. Sağ salim dönersen, senin için bir mum yakacağım,' demedi. İyi kalpli bir insan öyle yapardı." Sağ salim dönmen büyük bir başarı olurdu. Böyle bir insan için mumları yakmaya değer tabii. Sen ölümsüz ve hastalıklardan muaf bir insan olmalısın!

Başta da dediğim gibi, faydalı bir bilgiye sahip olduğumuz yanılgısından kurtulmalıyız ve felsefeye de geometriye ya da müziğe başladığımız gibi başlamalıyız. Eğer öyle yapmazsak, Hrisippos'un, Antipatros'un ve Archedemus'un bütün eserlerini ve yorumlarını okusak da hiçbir ilerleme kaydedemeyiz.

XVl. BÖLÜM İZLENİMLERLE NASIL MÜCADELE ETMELİYİZ?

Her alışkanlık ve yeti kendisiyle bağlantılı eylemler aracılığıyla korunur ve güçlenir. Örneğin, yürüme alışkanlığı yürümekle, koşma alışkanlığı koşmakla güçlenir. İyi bir okuyucu olmak istiyorsan oku; iyi bir yazar olmak istiyorsan yaz. Eğer bir ay boyunca okumazsan ve başka bir şey yaparsan, bunun sonucunu görürsün. Aynı şekilde, eğer on gün boyunca yattıy-san, ayağa kalkıp uzun bir yürüyüşe çıkmaya kalkıştığında, bacaklarının ne kadar zayıf düşmüş olduğunu görürsün. Öyleyse, bir şeyi alışkanlık haline getirmek istiyorsan onu yap ama eğer istemiyorsan onu yapma ve kendini onun yerine başka bir şey yapmaya alıştır.

Ruhun eğilimleri için de aynısı geçerlidir. Öfkelendiğinde, bunun başına gelen bir kötülükten ibaret olmadığını, senin de bu alışkanlığı beslediğini ve bir bakıma ateşe körükle gittiğini bilmelisin. Biriyle cinsel ilişkiye girmeye karşı koyamadığında., bunun tek seferlik bir yenilgi olmadığının, kendine hakim olamama alışkanlığını beslediğinin ve güçlendirdiğinin farkına varmalısın. Çünkü eylemlerinin neticesinde yeni alışkanlıkların ve yetilerin ortaya çıkmaması ve eskilerinin güçlenmemesi mümkün değildir.

Filozofların söylediği gibi, zihinsel hastalıklar da bu şekilde büyür. İçinde para arzusu uyandığında, mantığını devreye sokarak bu kötülüğün farkına varırsan, bu arzuya son vermiş olursun ve zihnin hâkimiyetini geri kazanır. Ancak, eğer hiçbir tedaviye başvurmazsan, zihnin eski haline geri dönmez ve aynı izlenimden tekrar heyecan duyduğu için, eskisinden daha da hızlı arzuya kapılır. Bu böyle devam ederse, zihin katılaşır (nasır bağlar) ve para düşkünlüğünü onaylar. Çünkü humma adatan biri - eğer tamamen iyileşmediyse - eski haline dönemez. Ruhun hastalıkları da böyledir. Geride izler ve kabarcıklar bırakır. Eğer insan onları tamamen iyileştiremezse, aynı yerlere bir daha kırbaç darbesi geldiğinde, bu kabarcıklar açık yaraya dönüşür. Öyleyse, eğer öfkeli olmak istemiyorsan, bu alışkanlığı besleme. Üzerine körükle gitme. İlk olarak öfkeni bastır ve öfkelenmemeyi başardığın günleri say. "Başlangıçta her gün öfkeliydim, sonra iki günde bir, sonra üç günde bir, sonra dört günde bir..." Eğer otuz günü doldurursan, Tanrı'ya şükret. Alışkanlık önce zayıflamaya başlar, sonra tamamen yok olur. "Bugün kendimi kaybetmedim, sonraki gün de kaybetmedim, sonraki iki veya üç ay boyunca da kaybetmedim; kaybedecek gibi olduğumda da dikkat ettim." Emin ol ki iyi durumdasın. Bugün güzel bir kadın gördüğümde, "Keşke onunla yatabilseydim," demedim. "Kocası çok şanslı," da demedim. Çünkü bunu diyen, "Onunla birlikte olan herkes şanslı olur" da der. Kadının soyunup yanıma uzandığını hayal etmedim. Kendimi tebrik ettim ve "Aferin Epiktetos, " dedim. "Zor bir yanıltmacanın üstesinden geldin; baş yanıltmacadan bile daha zor bir yanıltmacanın." Eğer kadın da istekli olsaydı, işaretler verseydi, yanıma gelseydi, kolumu okşasaydı ve ben buna rağmen kendime hâkim olmayı başarsaydım, Yalancı adı verilen ve Sakin adı verilen yanıltmacalardan bile daha büyük bir yanıltmacanın üstesinden gelmiş olurdum. İnsan işte asıl böyle bir zaferle gurur duymalıdır.

Peki, insan bunu nasıl başarır? Uzun vadede kendi davranışını tasvip etmek isteyerek; Tanrı'nın gözüne iyi görünmek isteyerek; saf bir benliğe kavuşmak isteyerek. Platon'un da söylediği gibi, karşına böyle bir izlenim çıktığında, tapınaklara gidip tanrılardan yardım dile. Hatta asil ve adil insanlara başvurmak ve kendini onlarla kıyaslamak da yeterlidir; ister ölü olsun ister diri. Sokrates'e bak ve Alkibiades'in güzelliğiyle nasıl alay ettiğini gör. Sokrates'in kendine hakim olarak ne büyük bir zafer elde ettiğini düşün. Ne muhteşem bir zafer! Herkül'e ne kadar yaklaştığını düşün.27 Kahraman olarak selamlanmayı asıl hak eden odur; güreşçiler, boksörler ya da gladyatörler değil. Bu düşüncelerin izinden giderek izlenimlerin üstesinden gelirsin ve onlar tarafından sürüklenmezsin. Öncelikle izlenimlerin hızına karşı koy ve onlara şöyle de: "Biraz durun bakalım. Kim olduğunuzu göreyim. Neleri temsil ettiğinizi göreyim. Sizi bir sınayayım." İzlenimin seni ayartmasına ve arkasından gelecekleri gözünde canlandırmana neden olmasına izin verme. Çünkü eğer verirsen, izlenim seni istediği yere sürükler. Güzel ve asil bir başka izlenimle ona karşı koy ve bu alçak izlenimi kafandan kov. Eğer bunu yapmayı alışkanlık haline getirirsen, nasıl omuzlara ve kaslara sahip olduğunu, ne kadar güçlendiğini görürsün. Ancak, şu anda sadece konuşuyoruz ve arkası gelmiyor.

Asıl sporcu, böyle izlenimlere karşı koymayı bilen kişidir. Dur; izlenimlerin seni sürüklemesine izin verme. Bu büyük bir mücadele, ilahi bir görev! Egemenlik için, özgürlük için, mutluluk için, huzursuzluktan arınmak için verilen bir mücadele. Tanrı'yı unutma; ona sığın ve ondan yardım iste. Tıpkı denizcilerin fırtınada Dioscuri'ye sığındığı gibi. Mantığı defeden vahşi izlenimlerden daha büyük bir fırtına var mıdır? Fırtınanın kendisi' bir izlenim değil de nedir? Çünkü eğer ölüm korkusunu bir kenara bırakırsan, ne kadar gök gürültüsüyle ve şimşekle karşılaşırsan karşılaş, sükûnetini ve huzurunu korursun. Eğer bir kere yenilirsen ve bir dahaki sefere galip geleceğini söylersen, sonra da bunu alışkanlık haline getirirsen, sonunda o kadar perişan ve zayıf duruma düşersin ki hata yaptığının bile farkına varmaz, hatta hatalarına bahaneler bulmaya başlarsın. İşte o zaman Hesiodos'un sözlerini doğrulamış olursun:

Süregelen kötülükler ertelemelerle çekişir.

XIX. BÖLÜM FELSEFÎ FÎKÎRLERİ SADECE SÖZDE BENİMSEYENLERE KARŞI

Baş argüman olarak adlandırılan argüman şu prensiplerden yola çıkılarak önerilmiştir: Söz konusu üç önerme arasında bir çelişki vardır ve her ikisi üçüncüyle çelişki arz eder. Bu önermeler şunlardır: Gerçekleşmiş olan şeylerin doğru olması kaçınılmazdır. Bir olasılığın peşinden olasılıksızlık gelemez. Doğru olmayan ve olmayacak bir şey olasıdır. Diodorus28 29 bu çelişkiyi görmüştür ve ilk iki önermeden yola çıkarak şu önermeye ulaşmıştır: Doğru olmayan hiçbir şey olası değildir ve hiçbir zaman da olmayacaktır. Başka biri ise şu ikisinin doğru olduğunu öne sürmüştür: "Doğru olmayan ve olmayacak bir şey olasıdır" ve “Bir olasılığın peşinden olasılıksızlık gelemez." Ancak o da Kleantes'in peşinden gidenlerin ve Antipatros'un aksine, gerçekleşmiş olan şeylerin doğru olmasının kaçınılmaz olduğunu kabul etmemiştir. Bazılarıysa diğer iki önermeyi kabul eder: “Doğru olmayan ve olmayacak bir şey olasıdır" ve “Gerçekleşmiş olan şeylerin doğru olması kaçınılmazdır." Ancak onlar da bir olasılığın peşinden olasılıksızlığın gelebileceğini iddia ederler. Barındırdıkları çelişkiden ötürü, bu üç önermenin hepsini kabul etmek mümkün değildir. 86

Eğer birisi bana bu önermelerden hangilerini desteklediğimi sorarsa, “Bilmiyorum,” derim. "Ancak, bildiğim kadarıyla Diodorus ve Panthoides'in peşinden gidenler şu görüşü destekliyorken, Kleantes başka bir görüşü destekliyordu. Hrisippos'un okulu ise üçüncü görüşü destekliyordu.” “Peki, senin fikrin ne?” “Ben bu amaçla yaratılmamışım, yani aklıma gelen izlenimleri incelemek, başkalarının söylediklerini kıyaslamak ve bu konuda kendime ait bir fikir oluşturmak için. Dolayısıyla, bir dilbilgisi uzmanından farkım yok.” “Hektor'un babası kimdi?” “Priam.” “Kardeşleri kimdi?” “Alexander ve Deiphobus.” “Annesi kimdi?” “Hecuba. Okuduğum kadarıyla.” “Bunları kim yazmış?” “Homeros. Sanırım Hellanicus da bu konularda yazıyor. Belki başkaları da vardır. ” Peki, baş argüman konusunda zaten söylenmiş olanlara ne ilave edebilirim? Hiçbir şey. Ancak, eğer kibirli bir insansam ve bir ziyafet sırasında konukları etkilemek istiyorsam, bu konuları ele alanları sayıp dökerim: “Hrisippos, Olasılıklar adlı kitabının ilk bölümünde bu konuyu çok iyi işlemiştir. Kleantes ve Arche-demus da bu konuyu ele almıştır. Antipatros bu konuyu sadece olasılıklar hakkındaki eserinde değil, baş argümana dair ayrı olarak kaleme aldığı eserinde de işlemiştir. Okumadınız mı?” “Okumadım.” “Mutlaka okuyun.” Peki, o insan bunu okuyarak ne kazanacak? Daha da küstah ve boş konuşan biri olacak. Yani, sen o eseri okuyarak ne kazandın ki? Konuya dair ne gibi bir fikir oluşturdun ki? Hiçbir fikir oluşturmadın ama bize Helen'den, Priam'dan ve Kalipso Adası'ndan, yani olmayan ve hiçbir zaman da olmayacak olan şeylerden bahsediyorsun. Bu konuda sadece öyküyü aktarman ve kendine ait bir fikir oluşturmamış olman pek de önemli değil. Ne var ki ahlak konusunda da aynı şey başımıza çok daha sık geliyor.

“Bana iyiden ve kötüden bahset. ” “Dinle: ‘Rüzgâr beni İlion'dan Kikonların sahillerine sürükledi.”’

- Odysseia, ix. 39.

Bazı şeyler iyi, bazı şeyler kötü, bazı şeyler de nötrdür. Erdem ve erdem niteliğinde olan şeyler iyidir. Erdemsizlik ve erdemsizlik niteliğinde olan şeyler kötüdür. Erdem ve erdemsizlik arasında kalan şeyler ise nötrdür; zenginlik, sağlık, hayat, ölüm, haz ve acı gibi." "Bunu nereden biliyorsun?" "Hellanicus, Mısır tarihini anlattığı kitabında böyle diyor." Bunun, "Di-yojen, Hrisippos ya da Kleantes ahlak konulu kitabında böyle diyor," demekten ne farkı var? Sen bu konuları inceleyip kendine ait bir fikir oluşturdun mu? Fırtına koptuğunda gemide nasıl davrandığını görelim. Yelkenler çarparken de bu ayrımı hatırlayacak mısın? Ne zamanlamadan ne de mevsimden anlayan bir adam yanına gelip, "Tanrıların huzurunda sana soruyorum. Daha demin ne diyordun söylesene. Gemi kazası geçirmek kötü değil midir? Kötü şeylerin arasına girmez mi?" diye sorduğunda da bu ayrımı hatırlayacak mısın? Bir sopa alıp adamın kafasına geçirmek istemeyecek misin? "Seninle ne yapacağız dostum? Ölmek üzereyiz ama sen benimle dalga geçiyorsun." İmparator seni bir suçlamaya yanıt vermeye çağırdığında da bu ayrımı hatırlayacak mısın? Betin benzin atarak ve titreyerek içeri girerken, birisi gelip sana, "Neden titriyorsun dostum? Bu suçlamanın senin için ne önemi var? İmparator içeride erdem ya da erdemsizlik dağıtıyor değil ya," dediğinde, ne yanıt vereceksin? "Neden benimle dalga geçip acılarımı pekiştiriyorsun?" "Söylesene filozof, neden titriyorsun? Sadece ölüm, zindan, acı, sürgün ya da gözden düşme tehlikesiyle karşı karşıya değil misin? Hepsi bu değil mi? Bunlar erdemsiz şeyler mi? Erdemsizlik barındırıyor mu? Sen bu konularda ne diyordun hani?" "Benden ne istiyorsun dostum? Başımdaki kötülükler bana yeter." Haklısın. Başındaki kötülükler sana yeter. Alçaklığın, korkaklığın, okuldayken attığın palavralar sana yeter. Neden kendini başkalarına ait şeylerle donattın? Neden kendine Stoacı dedin?

Davranışlarınızı gözlemlerseniz, hangi felsefe okuluna ait olduğunuzu bulursunuz. Çoğunuzun Epikürcü olduğunu, bir kısmınızın da Peripatetik30 olduğunu göreceksiniz. Çünkü erdemin gerçekten her şeyle eşit değerde, hatta her şeyden üstün olduğunu düşündüğünüzü hangi davranışlarınızla kanıtlıyorsunuz? Bana bir Stoacı gösterin. Hani nerede? Stoacıların argümanlarını sayıp döken bir sürü insan gösterebilirsiniz. Peki, bu insanlar Epikür'ün görüşlerini de sayıp dökemezler mi? Peripa-tetiklerin öğretilerini de hatasızca aktaramazlar mı? Öyleyse, Stoacı dediğimiz kimdir? Fidias'ın sanatına göre yapılan heykellere Fidias tarzı heykeller diyoruz; siz de bana sayıp döktüğü öğretilere uygun davranan bir insan gösterin. Hasta olsa da mutlu, tehlikede olsa da mutlu, ölüyor olsa da mutlu, sürgünde olsa da mutlu, gözden düşmüş olsa da mutlu bir insan gösterin. Tanrılar şahidim olsun ki bir Stoacı görmek istiyorum. Eğer öyle birini gösteremiyorsanız, en azından Stoacı olma yolunda ilerleyen birini gösterin. Bana bu iyiliği çok görmeyin. Yaşlı bir adamdan daha önce hiç görmediği bir şeye şahit olma zevkini esirgemeyin. Bana Fidias'ın altından ve fildişinden yapılmış olan Zeus ve Athena heykellerini mi göstereceksiniz? Ben Tanrı gibi düşünmeye hazır olan, Tanrı'yı ve insanları suçlamayan, hiçbir şeyden hayal kırıklığına uğramayan, hiçbir şeyin kendisine zarar veremeyeceğine inanan, öfkelenmeyen, kıskançlığa kapılmayan ve fani bedeninin içinde bile Zeus ile yakınlığını düşünen bir insan görmek istiyorum. Bana onu gösterin. Gösteremezsiniz. Öyleyse neden kendinizi ve başkalarını kandırıyorsunuz? Neden başka bir kılığa bürünüyor ve kendine ait olmayan şeyleri çalan hırsızlar gibi davranıyorsunuz?

Ben sizin öğretmeninizim; benim okulumda eğitim görüyorsunuz. Benim amacım sizi kısıtlamalardan, zorlamalardan ve engellerden kurtarıp özgür, başarılı ve mutlu kılmak. Küçük veya büyük her şeyde Tanrı'ya bakmanızı sağlamak. Siz de bunları öğrenmek ve uygulamak için buradasınız. Eğer siz sahip olmanız gereken amaca sahipseniz, eğer ben de sahip olmam gereken amaca ve niteliklere sahipsem, görevinizi neden yerine getirmiyorsunuz? Eksik olan ne? Usta ve malzemeleri hazırsa, eserin ortaya çıkmasını beklerim. Usta burada, malzemeler de burada; eksiğimiz ne öyleyse? Bu, öğretilerneyecek bir şey mi? Hayır. Elimizde olmayan bir şey mi? Aksine, elimizde olan tek şey. Zenginlik elimizde değildir, sağlık elimizde değildir, itibar elimizde değildir; kısacası izlenimleri doğru kullanma yetisi dışında hiçbir şey elimizde değildir. Bu yeti ise doğası gereği kısıtlamalara ve engellere tabi değildir. Öyleyse görevinizi neden yerine getirmiyorsunuz? Bana sebebini söyleyin. Bu ya benim hatam, ya sizin hatanız ya da doğası gereği böyle. Gelgelelim, biz bunun mümkün olduğunu ve elimizde olan tek şey olduğunu biliyoruz. Demek ki hata ya bende, ya sizde ya da daha büyük bir olasılıkla her iki tarafta. Peki, öyleyse, geçmişin üzerine bir perde çekmeye ve okulumuza bu amacı nihayet getirmeye hazır mısınız? Yeni bir başlangıç yapalım. Bana güvenin, gerisi gelir.

XX. BÖLÜM

EPİKÜRCÜLERE VE ^AKADEMİSYENLERE KARŞI

Doğru ve bariz önermeler ister istemez onlara karşı çıkanlar tarafından bile kullanılır; belki de karşı çıkanların bile bu önermelerden faydalanması, bariz olduklarının en iyi kanıtıdır. Örneğin, eğer insan evrensel bir doğru olduğunu inkar ediyorsa, bunun tersini, yani evrensel bir doğru olmadığını öne sürmesi gerektiği açıktır. Bunu bile kabul etmeyecek misin? Bunun, evrensel olarak doğru kabul edilen bir şeyin yanlış olduğunu öne sürmekten ne farkı var? Birinin çıkıp, "Bil ki hiçbir şey bilinemez; hiçbir şey kesin olarak kanıtlanamaz," demesinin veya başka birinin, "İnan bana; insan hiçbir şeye inanmamalıdır," demesinin ya da bir başkasının, "Benden şunu öğren; hiçbir şey öğrenilemez. Eğer istersen bunu sana öğretirim," demesinin ne farkı var? Kendini akademisyen olarak adlandıranlar farklı mı sanki? "Hiç kimsenin hiç kimseye katılmadığı konusunda bize katıl. Hiç kimsenin hiç kimseye inanmadığı konusunda bize inan."

Epikür de insanlar arasındaki doğal dostluğu yıkmaya çalışırken, yıkmaya çalıştığı şeyden faydalanır. Çünkü ne der? "Sakın ola kanmayın, oyuna gelmeyİn ve yanılgıya düşmeyin. Rasyonel hayvanlar arasında doğal bir dostluk yoktur; bana inanın. Bunun aksini iddia edenler sizi kandırmaya ve oyuna getirmeye çalışıyorlardır." Bunun senin için ne önemi var? Bırak kanalım. Bizim aramızda doğal bir dostluk olduğuna ve bunun mutlaka korunması gerektiğine inanmamız senin için kötü mü olur? Hayır, senin için çok daha iyi ve güvenli olur. Neden bizi kendine dert ediyorsun? Neden bizim için uykusuz kalıyorsun? Neden lambam yakıyorsun? Neden erken kalkıyorsun? Neden bu kadar çok kitap yazıyorsun? Tanrıların insanları gözettiğine kanmayalım diye mi? İyinin doğasında hazdan başka bir şey olabileceğine inanmayalım diye mi? Eğer durum buysa yat uyu ve kendine layık gördüğün hayatı, yani bir solucanın hayatını yaşa: Ye, iç, dışkıla, çiftleş ve horla. İster doğru olsun, ister yanlış, bizim bu konuda düşündüklerimizin senin için ne önemi var? Bizim seninle ne ilgimiz var? Koyunlarınla ilgileniyorsun, çünkü sana yün, süt ve et veriyorlar. İnsanların da Stoacı öğretilerle uyuşmasını, yünlerinin kırpılması ve sütlerinin sağılması için kendilerini sana ve senin gibilere teslim etmesini istemez miydin? Bunları Epikürcü kardeşlerine söylemen, başkalarından saklaman, bizi dostluğun doğamızdan geldiğine ve ölçülü olmanın iyi bir şey olduğuna ikna etmeye çalışman gerekmez miydi? Böylece her şey sana kalırdı. Yoksa bazılarıyla dostluğumuzu sürdürmeli, bazılarıyla sürdürmemeli miyiz? Kimlerle sürdürmeliyiz öyleyse? Dostluğumuza karşılık verenlerle mi yoksa dostluğumuzu hor görenlerle mi? Peki böyle öğretiler ortaya attığına göre, bu dostluğu senden daha fazla hor gören var mı?

.Öyleyse, Epikür'ü uykusundan uyandıran ve bütün o yazdıklarını yazmaya iten neydi? İnsanın içindeki en güçlü şeydi; yani' insanı istemese ve şikâyet etse de kendi iradesine boyun eğdiren doğaydı. Doğa ona şöyle dedi: "Madem insanların arasında bir birlik olduğuna inanmıyorsun, bu fikrini başkaları için yaz. Bunu yaparken de uykusuz kal ve yaptıklarınla kendi fikirlerini yalanla." Hiddet Tanrıçaları'nın Orestes'i rahat bırakmadığı ve uykusundan uyandırdığı söylenir, peki öyleyse, Epikür'e daha da sert davrandıklarını, onu uykusundan uyandırıp kafasındaki kötülükleri yazmak zorunda bıraktıklarını söyleyemez miyiz? Tıpkı deliliğin ve şarabın Kibele rahiplerine yaptığı gibi. İnsanın doğası işte bu kadar güçlü ve yenilmezdir. Sarmaşığın sarmaşık gibi davranmayıp da zeytin ağacı gibi davranması mümkün müdür? Zeytin ağacının zeytin ağacı gibi davranmayıp da sarmaşık gibi davranması mümkün müdür? Mümkün değildir. Öyleyse, insanın da kendisini insan kılan özelliklerden bütünüyle kopması mümkün değildir. Hadım edilenler bile dürtülerinden bütünüyle kopmazlar. Epikür de insanın bir aile babası olarak, bir vatandaş olarak ve bir dost olarak bütün özelliklerini kesip atmış ama arzularını kesip atmamış, atamamıştır. Tembel akademisyenlerin de bütün güçleriyle çabalamalarına rağmen kendi duyularını kesip atamadıkları ve yok sayamadıkları gibi. İnsanın gerçeği öğrenmek için doğanın sunduğu ölçüleri ve kuralları geliştirmeye çalışmak yerine gerçeği kavramamızı sağlayan şeyleri bir kenara itmesi ve yok etmesi ne büyük bir utançtır.

"Söylesene filozof, dindarlık ve kutsallık konusunda ne düşünüyorsun?" "Eğer istersen, iyi olduklarını kanıtlarım." "Kanıtla ki vatandaşlarımız ilahi güçlere saygı göstersinler ve önemli konuları artık ihmal etmesinler." "Kanıtlardan memnun musun?" "Memnunum ve müteşekkirim." "Madem memnunsun, şimdi bir de tersini dinle. Tanrılar yoktur. Olduklarını kabul etsek bile insanlarla ilgilenmezler. Ayrıca, onlarla hiçbir ortak noktamız da yoktur. İnsanların dilinden düşmeyen dindarlık ve kutsallık, safsatacıların ya da suçluları korkutmak isteyen kanun koyucuların yalanlarından ibarettir." "Bravo filozof. Gençleri ilahi güçleri hor görmeye iterek vatandaşlarımız için önemli bir iş yaptın." "Bu fikirler hoşuna gitmedi mi? Daha dur. Adaletin bir hiç olduğunu, alçakgönüllülüğün aptallık olduğunu, bir baba veya oğul olmanın hiçbir anlam taşımadığını göstereceğim." "Aferin filozof. Gençleri ikna et ki senin gibi düşünen ve konuşan daha çok insan olsun. Şehirlerimiz bu prensiplerin üzerine kuruldu zaten. Sparta bunların üzerine kuruldu. Likurgus kanunlarıyla ve eğitim sistemiyle Spartalılara köleliğin alternatifinden daha kötü olmadığını ve özgürlüğün alternatifinden daha iyi olmadığını telkin etti. Thermopylae'de31 ölenler bu öğretiler için can verdi. Atinalılar şehirlerini bunun için terk etti. 32 33 Böyle konuşanlar evlenip çocuk yapar, kamu işleriyle ilgilenir ve rahip olurlar. Kimin rabibi mi? Var olmayan tanrıların elbette. Yalanlar duymak için Apol-Ion rahibelerine danışır ve kehanetleri başkalarıyla paylaşırlar. Büyük bir küstahlık ve düzenbazlık!

Sen ne yapıyorsun dostum?9° Her gün kendini çürütüyorsun. Bu boş çabalara bir son vermeyecek misin? Yemek yerken elini nereye götürürsün? Ağzına mı yoksa gözüne mi? Nerede yıkanırsın? Tencereyi tabakla karıştırdığın ya da kepçeyi şişle karıştırdığın olur mu hiç? Ben böyle birinin kölesi olsam, her gün dayak yemek zorunda kalsam bile, onu kışkırtmadan duramam. "Küvete biraz zeytinyağı damlat," dediğinde, başından aşağı turşu suyu dökerim. "Bu da ne?" diye sorduğunda, "Zeytinyağından ayırt edilemeyecek bir izlenimle karşılaştım," derim. "Bana ıhlarnur getir," dediğinde, ona içi sirke dolu bir kap götürürüm. "Ben senden ıhlamur istemedim mi?" "Evet efendim, bu ıhlamur değil mi?" "Al da kokla. Al da tadına bak." "Duyularımızın bizi yanıltmadığını nereden bileceğiz?" Benimle aynı fikirde olan üç veya dört köle daha olsa, ya fikrini değiştirmek ya da kendini asmak zorunda kalır. Oysa şimdi doğanın verdiklerini kullanarak ama kelimeleriyle onları mahvederek onlar bizimle dalga geçiyorlar.

Her gün ekmek yiyip de Demeter'in, kızı Persophone'nin ve Plüton'un var olup olmadığını bilmediğini söyleyebilecek kadar utanmaz olanlar gerçekten de iyilikbilir ve alçakgönüllü insanlar. Ayrıca, gece ve gündüzün, mevsimlerin, yıldızların, denizin, karanın ve insanlar arasındaki yardımlaşmanın da tadını çıkarıyor ama yine de dikkatlerini bunlara vermiyorlar; tek dertleri kendi argümanlarını kusmak ve karın egzersizlerini yaptıktan sonra hamama gitmek. Ne söylediklerini, ne hakkında konuştuklarını, kimlerle konuştuklarını ve onları dinleyenlerin bunlardan nasıl etkilendiğini zerre kadar önemsemiyorlar. Açık yürekli bir gencin bu konuşmalardan zarar görüp görmeyeceğini, eşini aldatan bir insanı utanmazlığa sürükleyip sürüklemeyeceklerini, zimmetine para geçiren bir insanın bu öğretileri kendisine bahane edip etmeyeceğini ve ebeveynlerini ihmal eden bir insanın bu öğretilerden cesaret alıp almayacağını da önemsemiyorlar. Öyleyse, sence iyi ve kötü ne? O mu yoksa bu mu? Bu insanları dinlemenin, yanıtlamanın ya da ikna etmeye çalışmanın ne anlamı var? Bir insanı cinsiyetini değiştirmeye ikna etmek bile kendi kötülüklerine karşı körleşmiş ve sağırlaşmış insanları fikrini değiştirmeye ikna etmekten daha kolaydır.

XXI. BÖLÜM TUTARSIZLIK ÜZERİNE

İnsanlar bazı kusurlarını rahatlıkla itiraf ederken, bazılarını etmezler. Hiç kimse ahmak ya da kıt anlayışlı olduğunu kabul etmez; aksine herkesin "Keşke aklım kadar şansım da olsaydı," dediğini duyarsın. Ne var ki insanlar çekingen olduklarını rahatlıkla itiraf ederler. "Çekingen olduğumu kabul ediyorum ama hiç kimse beni aptal yerine koyamaz," derler. İnsanlar ölçüsüz olduklarını kolay kolay itiraf etmezler; adil olmadıklarını ise hiç itiraf etmezler. Açgözlü ya da işgüzar olduklarını da asla itiraf etmezler. Birçok insan merhametli olduğunu itiraf eder. Peki, bunun sebebi nedir? Baş sebebi tutarsızlık ve iyi ile kötü konusundaki kafa karışıklığıdır. Ancak, farklı insanların farklı sebepleri vardır ve insanlar genellikle alçakça buldukları davranışları itiraf etmezler. Çekingenliği ve merhametli olmayı iyi özellikler olarak görürken, ahmaklığın kölelere özgü olduğunu düşünürler. Topluma aykırı davranışlarını da asla itiraf etmezler. İtiraf etmeye yanaştıkları kusurlar genellikle istemsiz olduğunu düşündükleri kusurlardır; örneğin çekingenlik ve merhamet gibi. Eğer bir insan ölçüsüz davrandığını itiraf ediyorsa, bunun istemsiz bir davranış olduğunu göstermek için jişkı (veya tutkuyu) bahane eder. Ne var ki insanlar adaletsizliğin istemsiz olduğunu düşünmezler. Kıskanç olmanın da bir istemsizlik barındırdığını düşündükleri için, kıskançlıklarını da itiraf ederler.

Söyledikleri konusunda, barındırdıkları veya barındırmadıkları kötülükler konusunda, bunları neden barındırdıkları konusunda ve bunlardan nasıl kurtulacakları konusunda aklı bu kadar karışmış insanların arasında yaşadığımıza göre, kendimize devamlı onlar gibi davranıp davranmadığımızı sormakta fayda vardır. Kendimi nasıl görüyorum? Nasıl davranıyorum? Sağduyulu davranıyor muyum? Ölçülü davranıyor muyum? Gerçekleşebilecek her şeye karşı hazır olmayı öğrendiğimi söyleyebilir miyim? Bilmediklerimin farkında mıyım? Öğretmenimin karşısına, insanların kâhinlerin karşısına çıktığı gibi, yani söylediklerine riayet etmeye hazır olarak çıkıyor muyum? Yoksa okula sadece tarih öğrenmek, önceden anlamadığı kitapları anlamak ve belki bir gün başkalarına da anlatmak için gelen ağlamaklı tiplerden miyim? Evde zavallı kölenle kavga etmiş, aileni altüst etmiş ve komşularını korkutmuşken, bilge biri gibi karşıma geçip oturuyor, bir kelimeyi nasıl açıkladığım veya aklıma estiği gibi konuştuğum konusunda beni eleştiriyorsun. Evden hiçbir şey getirmediğin için utançla ve kıskançlıkla dolu geliyor ve ders boyunca babanla ya da kardeşinle aranın nasıl olduğundan başka hiçbir şey düşünmüyorsun. "Evde hakkımda neler söylüyorlar acaba? İlerleme kaydettiğimi düşünüyorlar ve ‘Bilgili biri olarak dönecek' diyorlardır. Keşke dönmeden her şeyi öğrenebilsem ama bu çok çalışma gerektiriyor ve hiç kimse bana hiçbir şey göndermiyor. Nikopolis'in hamamları çok pis. Evde de her şey kötü, burada da."

Sonra da okulun hiç kimseye bir faydası olmadığını söylüyorlar. Okula gelenler kim? Kim kendini geliştirmek için geliyor? Kim fikirlerini arındırmak için geliyor? Kim eksiklerini gidermek için geliyor? Öyleyse, okula nasıl geldiysen öyle ayrıldığın için neden şaşırıyorsun? Çünkü sen prensiplerini bir kenara bırakmak, düzeltmek ve onların yerine yeni prensipler edinmek için gelmedin. Hem de hiç. Ne için geldiysen, onu elde edebildin mi peki? Teoremler hakkında atıp tutmak mı istiyorsun? Bu konuda her gün daha becerikli olmuyor musun? Küçük teoremlerin sana hava atma fırsatı sunmuyor mu? Karmaşık uslamlamaları çözmüyor musun? Yalancı olarak adlandırılan uslamlama konusundaki varsayımları incelemedin mi? Kuramsal uslamlamaları incelemedin mi? Eğer okula gelirken istediklerini aldıysan, neden hâlâ dertlisin? "Tamam ama çocuğum veya kardeşim ölürse ya da ben işkence görürsem veya ölürsem, bütün bunların bana ne faydası olacak?" Sen bunun için mi geldin? Bunun için mi karşıma oturdun? Bunun için lambam yakıp uyanık kaldığın oldu mu? Yürüyüşe çıktığında uslamlamalar yerine izlenimlerle ilgilendiğin oldu mu? Bunu arkadaşlarınla hiç tartıştın mı? Nerede ve ne zaman? Sonra da teoremlerin faydasız olduğunu söylüyorsun. Kime faydasız? Kötü kullananlara. Göz merhemleri, onları gerektiği zaman ve gerektiği gibi kullananlar için faydasız değildir. Pansuman faydasız değildir. Ağırlıklar faydasız değildir; kimileri için faydasızken, kimileri için faydalıdır. Eğer bana uslamlamaların faydalı olup olmadığını sorarsan, faydalı olduğunu söylerim ve istersen bunu kanıtlarım da. "Bana ne faydaları olacak o zaman?" Sen genel olarak faydalı olup olmadıklarını mı sordun yoksa sana ne faydası olduğunu mu? Dizanteriden muzdarip biri bana sirkenin faydalı olup olmadığını sorarsa, faydalı olduğunu söylerim. "Benim için faydalı mı peki?" Hayır. Bırak önce yaraların kapansın. Hepinize söylüyorum; bırakın önce yaralarınız bir kapansın, zihniniz bir huzura ersin, zihninizi başka şeylerden arındırıp okula odaklayın; o zaman mantığın gücünü görürsünüz.

XXII. BÖLÜM DOSTLUK ÜZERİNE

İnsan kendini içtenlikle adadığı şeyleri sever. Peki, insan kendini içtenlikle kötü şeylere adar mı? Hayır. Kendini hiç ilgilenmediği şeylere adar mı? Onlara da adamaz. Öyleyse, insan kendini içtenlikle sadece iyi şeylere adar ve kendini içtenlikle adadığı şeyleri de sever. Bu durumda, iyinin ne olduğunu bilen, sevginin ne olduğunu da bilir. Ne var ki iyi ile kötüyü ayırt edemeyen ve nötr şeyleri her ikisinden de ayırt edemeyen biri, sevginin gücüne nasıl sahip olabilir? Öyleyse, sevmek sadece bilge insanların elindedir.

"Nasıl olur? Ben bilge biri değilim ama çocuğumu seviyorum." Öncelikle, bilge biri olmadığını kabul etmene gerçekten şaşırdığımı söylemeliyim. Peki, sende eksik olan ne? Duyularından faydalanmıyor musun? İzlenimleri birbirinden ayıramıyor musun? Bedenine uygun yiyecekleri, giyecekleri ve barınağı temin etmiyor musun? Öyleyse, neden bilge biri olmadığını söylüyorsun? Çünkü izlenimler seni sık sık rahatsız ediyor ve şaşırtıyor. Onların ikna gücüne sık sık yenik düşüyorsun. Bazen bazı şeylerin iyi olduğunu düşünüyor, sonra kötü olduğuna kanaat getiriyor, sonra da ne iyi ne de kötü olduğuna hükmediyorsun. Kısacası, üzülüyor, korkuyor, kıskanıyor, huzursuzluğa kapılıyor ve değişiyorsun. Bilge biri olmadığını söylemenin sebebi bu. Sevgi konusunda da değişim göstermiyor musun? Zenginlik ve haz gibi şeyleri bazen iyi, bazen kötü bulmuyor musun?

Aynı insanları bazen iyi, bazen kötü bulmuyor musun? Bazen onlara karşı dostça duygular beslerken, bazen düşmanca duygular beslemiyor musun? Bazen onları överken, bazen suçlamıyor musun? "Evet, bunları kabul ediyorum." Eğer birisi hakkında yanlış düşüncelere sahipsen, onun dostu olabilir misin? "Hayır." Eğer birisini dostun olarak seçtiysen ama eğilimlerin değişkenlik gösteriyorsa, ona karşı iyi niyet beslediğini söyleyebilir misin? "Hayır." Peki ya birini önce aşağılıyor, sonra da takdir ediyorsan? "O zaman da iyi niyet beslediğimİ söyleyemem." Küçük köpekleri birbiriyle oynarken görüp de "Bundan daha güzel bir dostluk olamaz," demedin mi hiç? Gelgelelim, eğer dostluğun ne olduğunu bilmek istiyorsan, aralarına bir et parçası at ve seyret. Kendinle oğlunun arasına bir mülk koyduğunda, seni gömmek için sabırsızlanmaya başlamasının ne kadar sürdüğünü ve hatta senin de onun ölmesini dilemenin ne kadar sürdüğünü görürsün. O zaman şöyle dersin: "Ne biçim bir evlat yetiştirmişim! Ne zamandır beni gömmeye can atıyor." Aranıza akıllı bir kız girdiğinde, yaşlı bir adam olarak sen de delikanlı kadar ona aşık olursun. Aranıza biraz şöhret ya da bir tehlike girdiğinde de durum değişmez. Admetus'un babasının söylediklerini söylersin!

Hayat sana haz veriyor; babana neden vermesin?34

Sence Admetus, küçük bir çocuk olduğu dönemde oğlunu sevmemiş midir? Çocuğunun ateşi çıktığında endişelenmemiş midir? "Keşke onun yerine benim ateşim çıksaydı," dememiş midix? Bir de sınama günü geldiğinde söylediklerine bak. Ete-okles ile Polyneikes aynı ana babanın çocuğu değil miydi? Birlikte büyüyüp, birlikte yaşayıp, birlikte içip, birlikte uyuyup, sık sık birbirlerini öpmezler miydi? Eğer onları gören olsaydı, dostluk konusunda öne sürdükleri paradokslar nedeniyle filozoflarla dalga geçerdi herhalde. Ne var ki aralarında hakimiyet kavgası çıktığında - aralarına et parçası atılan köpekler gibi -söylediklerine bak:

Polyneikes: "Kulelerin önünde nerede duracaksın?"

Eteokles: "Neden soruyorsun?"

Polyneikes: "Tam karşına geçeceğim ve seni bizzat öldüreceğim."

Eteokles: "Benim de arzum aynı. ’’35

Dile getirdikleri dilekler işte bunlardı.

Sakın ola yanılgıya düşme; evrensel olarak hiçbir varlığın kendi çıkarından daha fazla bağlı olduğu hiçbir şey yoktur. Çıkarının karşısındaki engel her ne olursa olsun - ister kardeşi, ister babası, ister çocuğu, ister sevgilisi - ondan nefret edecek, onu hiçe sayacak ve lanetleyecektir. Çünkü doğası gereği hiçbir şeyi kendi çıkarından daha çok sevemez; babası budur, kardeşi budur, ülkesi budur, Tanrı'sı budur. Tanrılar çıkarlarımıza engel teşkil ederse, heykellerini yıkar ve tapınaklarını yakarız; tıpkı arkadaşı öldüğünde Asklepios tapınaklarının yakılmasını buyuran Büyük İskender gibi.36

Dolayısıyla, eğer insan çıkarını kutsallıkla, iyilikle, ülkesiyle, ebeveynleriyle ve dostlarıyla bir tutarsa, bütün bunlar güvende olur. Ancak eğer çıkarını ayrı yerde, dostlarını, ülkesini, soydaşlarım ve adaleti ayrı yerde tutarsa, bütün bunlar çıkarının ağırlığı altında ezilir. Çünkü “ben” ve “benim” her neredeyse, insan ister istemez oraya meyleder. Eğer bedendeyse, hükmeden güç bedendir. Eğer iradedeyse, hükmeden güç iradedir. Eğer dış etkenlerdeyse, hükmeden güç dış etkenlerdir. Bu durumda, kendimi ancak irademle tanımlarsam, olmam gerektiği gibi bir dost, baba ya da oğul olabilirim, çünkü ancak o zaman sadık, alçakgönüllü, sabırlı, tokgözlü, yardımsever ve ilişkilerini gözeten biri olmak benim çıkarıma olur. Ne var ki kendimi başka yere, dürüstlüğü başka yere koyarsam, Epikür'ün dürüstlük diye bir şey olmadığına, varsa bile genel olarak kabul gören bir görüşten ibaret olduğuna ilişkin öğretisi güç kazanmış olur.

Atinalıları Spartalılar ile Tebalileri ise her ikisiyle birden anlaşmazlığa sürükleyen bu cehaletti. Yüce kralı, Yunanlılar ile Makedonyalıları ise her ikisiyle birden anlaşmazlığa sürükleyen bu cehaletti. Romalıları Getaeliler ile anlaşmazlığa sürükleyen de bu cehaletti.37 Daha öncelere gidecek olursak, Truva Savaşı'nın sebebi de buydu. Paris Menelaus'un konuğuydu ve birbirlerine ne kadar iyi davrandıklarını gören biri, dost olmadıklarını söyleyen birine asla inanmazdı. Ne var ki aralarına güzel bir kadın girince (aralarına et parçası atılan köpekler gibi) savaş çıktı. Yani çok iyi anlaşıyormuş gibi görünen iki kişiye bakıp da dostlukları konusunda hemen bir sonuca varma; yemin etseler ve birbirlerinden ayılmalarının imkansız olduğunu söyleseler bile. Çünkü kötü bir insanın karakterine güven olmaz; karakterine yön veren belirli bir kural olmadığı için, farklı zamanlarda farklı izlenimlerin etkisi altında kalır. Birçok kişi gibi yanılgıya düşüp de insanların aynı ana babadan doğup doğmadığını, birlikte büyüyüp büyümediğini ya da aynı eğitmen tarafından yetiştirilip yetiştirilmediğini sorgulama. Çıkarlarını dış etkenlerle mi yoksa iradeleriyle mi tanımladıklarını sorgula. Eğer dış etkenlerle tanımlıyorlarsa, onları dostun olarak adlandıramayacağın gibi, güvenilir, tutarlı, cesur veya özgür olarak da adlandıramazsın. Hatta düşünürsen, insan olarak da adlandıramazsın. Çünkü birbirine zarar vermek, birbirine kötü muamele etmek, tenha yerlerde ya da halka açık yerlerde dağdaymış gibi hareket etmek, mahkemelerde eşkıya gibi davranmak, taşkınlık etmek, eşini aldatmak ve yozlaşmak insan doğasının prensiplerinden değildir. Bu gibi hareketlerin tek sebebi, insanın kendisini ve çıkarlarını irade gücünün dışında kalan şeylerle tanımlamasıdır. Ne var ki iyiliğin irademizde ve izlenimlerin doğru kullanılmasında olduğunu düşünen insanlarla karşılaşırsan, onların baba, oğul, kardeş veya uzun süredir arkadaş olup olmadığını dert etme. Bundan emin olduğun anda, onların dostun olduğunu, sadık ve adil olduğunu rahatlıkla söyleyebilirsin. Çünkü dostluk sadakatin, alçakgönüllülüğün ve dürüstlüğün olduğu yerde değil de nerededir?

"O bana yıllarca çok iyi baktı. Beni sevmiyor muydu?" diye sorabilirsin. Sana da ayakkabılarını temizlediği veya hayvanlarıyla ilgilendiği sebepten bakmadığını nereden biliyorsun? Ona bir faydan kalmadığında, seni kırık bir ta bak gibi atmayacağını nereden biliyorsun? “Ama o benim karım ve yıllardır birlikte yaşıyoruz." Peki, Eriphyle kaç yıl Amphiaraus ile birlikte yaşadı? Ona kaç çocuk verdi? Gelgelelim, aralarına bir kolye38 girdi. Burada kolye nedir? İnsanın bu tür konulara yaklaşımıdır. Karı kocanın arasına giren ve Eriphyle'nin bir eş ve anne olmasını engelleyen hayvanca yaklaşım işte buydu. Eğer insan gerçekten birinin dostu olmak ya da dost edinmek istiyorsa, bu tür fikirleri kafasından kovmalı ve ruhundan söküp atmalıdır. Böylece kendini ayıplamaktan, kendiyle çelişkiye düşmekten, fikrini değiştirmekten ve kendine işkence etmekten kurtulmuş olur. İşte o zaman kendisi gibi olanlarla gerçekten dost olur. Kendisi gibi olmayanlara da hoşgörülü ve nazik davranır; onları cehaletlerinden ve en önemli konularda yanılgıya düşmüş olmalarından ötürü affetmeye hazır olur. Platon'un, insanın gerçeklerden ancak istemeden mahrum kaldığına dair öğretisine inandığı için, hiç kimseye karşı katı davranmaz. Bunu yapamadığınız sürece, dostların yaptığı diğer şeyleri yapmanızın, yani birlikte içmenizin, yolculuk etmenizin, konaklamanızın ya da aynı soydan gelip gelmemenizin hiçbir önemi yoktur; yılanlar da aynı soydan gelir ama dost olamazlar. Bu hayvanca yaklaşımları koruduğunuz sürece, siz de olamazsınız.

XXXII. BÖLÜM KONUŞMANIN GÜCÜ ÜZERİNE

Herkes okunaklı yazılmış bir kitabı daha büyük bir keyifle ve hatta rahatlıkla okur. Konuşmada da aynısı geçerlidir; herkes uygun ve doğru kelimeler içeren bir konuşmayı dinlemeye daha açık olur. Öyleyse, kendini ifade etme yetisi diye bir şey olmadığını söyleyemeyiz, çünkü bu inançsız ve cesaretsiz bir insanın göstergesidir. İnançsız bir insanın göstergesidir, çünkü söz konusu insan Tanrı'nın bahşettiği bir armağanı hiçe saymaktadır ve bunun görme ya da duyma yetisinin kıymetini bilmemekten hiçbir farkı yoktur. Tanrı sana gözlerini boş yere mi verdi? Onları boş yere mi ruhuna iliştirdi ki uzak nesnelerin mesafelerini ölçebilesin ve biçimlerini çıkarabilesin? Bu kadar hızlı ve dikkatli bir ulak daha biliyor musun? Tanrı atmosferi boş yere mi bu kadar uyumlu kıldı ki görüş gücün onu delip geçebilsin? Işığı boş yere mi yarattı? Eğer ışık olmasaydı, başka hiçbir şeyin anlamı kalmazdı.

Bu armağanlara karşı nankörlük etmemeli ama onlardan daha üstün armağanlara sahip olduğunu da unutmamalısın. Görme ve duyma gücün için, hayatın ve hayatını sürdürmeni sağlayan şeyler için, meyve, şarap ve zeytinyağı için Tanrı'ya şükret ama Tanrı'nın sana bütün bunlardan daha iyi bir şey verdiğini de unutma. Onları kullanma, sınama ve her birinin değerini belirleme gücünden bahsediyorum. Bize bu güçlerin her birinin değeri konusunda bilgi veren nedir? Her yetinin kendisi midir? Görme yetisinin hiç kendisi hakkında bir şey söylediğini duydun mu? Ya da duyma yetisinin? Ya da buğdayın, arpanın, atın veya köpeğin? Hayır; onlar izlenimleri kullanma yetisine hizmet eden araçlardır. Bir şeyin değerini bilmek istediğinde kime sorarsın? Sana kim cevap verir? Diğerlerini araç olarak kullanan, her birini sınayan ve karara bağlayan yetiden daha güçlü bir yeti olabilir mi? Başka hangisi kendisinin ne olduğunu ve değerini bilir? Başka hangisi ne zaman kullanılması gerektiğini bilir? Hangi yeti gözlerini açıp kapamanı ve gerekli yerlere bakmanı sağlar? Görme yetisi mi? Hayır; irade yetisi. Hangi yeti kulaklarını açıp kapamanı sağlar? Hangi yeti sayesinde kulakların dikkat kesilir veya tam tersine, söylenenlere aldırmaz? Duyma yetisi sayesinde mi? İrade yetisi sayesinde elbette. Öyleyse, kendisini kör ve sağır yetilerin amaçlarına hizmet etmek dışında hiçbir şeyden haberdar olmayan yetilerin arasında bulan ve diğer hepsinin değerini belirleyebilecek kadar keskin bir görüşe sahip olan bu yeti bize kendisinden daha üstün bir yeti olduğunu mu söyler yoksa en iyi yetinin kendisi olduğunu mu söyler? Göz açık olduğunda görmekten başka ne yapar? Birisinin karısına bakıp bakmamamız gerektiğini ya da nasıl bakmamız gerektiğini bize kim söyler? İrade yetisi. Söylenenlere inanıp inanmamamız gerektiğini ve inandığımız takdirde etkilenip etkilenmememiz gerektiğini bize kim söyler? İrade yetisi söylemez mi?

Konuşma ve sözleri süsleme yetisi - eğer gerçekten böyle bir yeti varsa - bir konu tartışılırken, tıpkı saçları süsleyen kuaförler gibi, sözleri süslemekten ve düzenlemekten başka ne yapar? Konuşmak mı yoksa konuşmamak mı gerektiğini, öyle mi yoksa böyle mi konuşmak gerektiğini, konuşmanın uygun olup olmadığını, kısacası, nerede nasıl konuşulması gerektiğini bize söyleyen irade yetisi değil de nedir? Öyleyse, çıkıp kendini reddetmesini mi bekliyorsun?

İrade yetisi bize der ki hizmet eden şey, hizmet ettiği şeyden daha üstün olabilir mi? At, binicisinden daha üstün olabilir mi? Köpek, avcıdan daha üstün olabilir mi? Enstrüman, müzisyenden daha üstün olabilir mi? Uşak, kraldan daha üstün olabilir mi? Diğer hepsini kullanan yeti hangisidir? İrade. Diğer hepsine bakan yeti hangisidir? İrade. İnsanın bazen açlıktan, bazen asılarak, bazen uçurumdan atlayarak ölmesine neden olan yeti hangisidir? İrade. Öyleyse, insanda bundan daha güçlü bir şey olabilir mi? Kısıtlamalara tabi olan şeyler, kısıtlamalara tabi olmayan bir şeyden nasıl daha güçlü olabilir ki? Görme yetisini neler engelleyebilir? Hem irade hem de irade yetisine bağlı olmayan şeyler. Duyma ve konuşma yetileri için de aynısı ge-çerlidir. Peki, iradeyi ne engelleyebilir? İrade dışında hiçbir şey. Dolayısıyla, iyilik ve kötülük bütünüyle iradeye bağlıdır.

Diğer hepsinin üstünde yer alan bu muazzam yeti çıkıp bedenden daha mükemmel bir şey olmadığını söyleyecek, öyle mi? Bunu söyleyen bedenin kendisi olsa bile, hiç kimse kulak asmaz. Seni, bunu ileri sürmeye iten neydi Epikür? Varoluşumuzun Amacı/6 Şeylerin Doğası ve Kanon gibi eserleri yazmaya iten neydi? Seni sakal bırakmaya iten neydi? Ölürken son gününü yaşadığını ve bunun mutlu bir gün olduğunu yazmaya iten neydi?39 40 Bedenin mi yoksa iraden mi? Öyleyse, iradenden daha üstün bir şeye sahip olduğunu söyleyebilir misin? Delirdin mi? Yoksa gerçekten bu kadar kör ve sağır mısın?

Diğer yetileri küçümseyen var mı? Umarım yoktur. Konuşma yetisinin işe yaramadığını veya önemsiz olduğunu söyleyen var mı? Umarım yoktur. Bu aptallık, inançsızlık ve Tanrı'ya karşı nankörlük olur. İnsan her şeye hak ettiği değeri vermelidir. Eşeğin de bir faydası vardır ama öküz kadar faydası yoktur. Köpeğin de bir faydası vardır ama köle kadar faydası yoktur. Kölenin de bir faydası vardır ama özgür vatandaşlar kadar faydası yoktur. Özgür vatandaşların da bir faydası vardır ama yargıçlar kadar faydası yoktur. Bazı şeyler diğerlerinden daha üstün olduğu için, diğerlerinin faydalarını küçümseyemeyiz. Konuşma gücünün belirli bir değeri vardır ama irade gücü kadar büyük bir değeri yoktur. Böyle konuştuğum için konuşma gücünü ihmal etmenizi istediğimi zannetmeyin. Gözlerinizi, kulaklarınızı, ellerinizi, ayaklarınızı, giysilerinizi veya ayakkabılarınızı da ihmal etmenizi istiyor değilim. Gelgelelim, bana en mükemmel şeyin ne olduğunu sorarsanız, ne diyebilirim? Konuşma gücü diyemem; doğru uygulanan irade gücü derim. Çünkü konuşma gücünü de küçük veya büyük diğer bütün yetileri de kullanan budur. İrade yetisi doğru kullanıldığında, iyi olmayan bir insan iyi bir insana dönüşürken, doğru kullanılamadığında, kötü bir insana dönüşür. Mutlu veya mutsuz olmamız, birbirimizden hoşnut olmamız veya birbirimizi suçlamamız buna bağlıdır. Kısacası bunun üzerine özenle eğilirsek mutlu olur, bunu ihmal edersek mutsuz oluruz.

Ne var ki konuşma yetisini yadsımak ve aslında böyle bir yetinin olmadığını söylemek sadece bize bu yetiyi verenlere karşı nankörlük değil, aynı zamanda korkaklıktır da. Çünkü bana kalırsa bunu söyleyen biri, böyle bir yeti varsa, onu görmezden gelemeyeceğimizden korkmaktadır. Güzellikle çirkinlik arasında bir fark olmadığını söyleyenler de böyledir. Eğer bu doğru olsaydı, insanlar Thersites'e ve Akhilleus'a baktıklarında aynı şekilde etkilenirlerdi. Helen'e ve diğer kadınlara baktıklarında da. Bunlar aptalca ve saçma fikirlerdir; hiçbir şeyin doğasını bilmeyen ve aradaki farkı gördüğü takdirde hemen kapılıp gideceğinden korkan insanların fikirleridir. Önemli olan herkesin yetisini kendisine bırakmak ve bu yetinin değerini görmektir; en mükemmel yetiyi öğrenip daima onun peşinden koşmak, diğerlerini ikinci sıraya koymak ama onları da ihmal etmemektir. Gözlerimize de bakmamız gerekir; sahip olduğumuz en mükemmel şey oldukları için değil, sahip olduğumuz en mükemmel şey adına. Çünkü eğer o diğer yetilerden doğru bir şekilde faydalanıp tercihler yapamazsa, doğanın gerektirdiği konumda olamaz.

Peki, çoğu zaman yapılan nedir? İnsan genellikle ülkesine dönmekte olan bir yolcu gibi davranır. İyi bir hana girdiğinde ve ham beğendiğinde, orada kalmak ister. Amacını unuttun; amacın buraya gelmek değil, buradan geçip gitmekti. “Ama bu han çok güzel." Peki, kaç tane güzel han var? Kaç tane güzel çayır var? Buralardan geçip gitmelisin. Senin amacın ülkene dönmek, akrabalarının yüreğine su serpmek, bir vatandaş olarak görevlerini yerine getirmek, evlenmek, çocuk yapmak ve işini üstlenmek. Çünkü sen buraya daha güzel yerleri seçmek için değil, doğduğun ve vatandaşı olduğun yerde yaşamak için geldin. Bizim meselemizde de durum böyle. Burada dinlediğiniz konuşmaların yardımıyla mükemmelliğe doğru ilerlemeniz, iradenizi arındırmanız ve izlenimlerden faydalanan yetinizi düzeltmeniz gerektiği için ve teoremleri öğretmek de belirli bir ifade gücü gerektirdiği için, bazı insanlar bunlara takılıp kalıyor. Kimisi ifade gücünün, kimisi uslamlamaların, kimisi yanıltma-caların ve kimisi de yine bunun gibi bir hanın cazibesine kapılıp orada kalıyor ve sanki Sirenler tarafından baştan çıkarılmış gibi çürüyüp gidiyor.

Senin amacın, sana sunulan izlenimleri doğaya uygun olarak kullanmak, arzularından hayal kırıklığına uğramamak, kaçınmak istediklerinin pençesine düşmemek, bahtsızlığa uğramamak, özgür olmak, engellere maruz kalmamak, zorlamalara maruz kalmamak, Zeus'un hükümlerine seve seve uymak, hiç kimseyi suçlamamak, hiç kimsede kusur bulmamak ve şu dizeleri yürekten söyleyebilmekti:

Bana yol göster ey Zeus. Bana yok göster ey Kader.41

Önünde böyle bir amaç varken, hoşuna giden bir ifade biçimine veya birtakım teoremlere takılıp kalacak, oraya yerleşmeyi seçecek, evdekileri unutacak ve "Bunlar güzel," mi diyeceksin? Bunların güzel olmadığını söyleyen oldu mu? Ancak, bunlar eve dönüş yolu olarak güzel; tıpkı hanlar gibi. Demosthenes gibi konuşmana rağmen mutsuz olmanı engelleyecek bir şey var mı? Hrisippos gibi uslamlama çözümlemene rağmen perişan olmanı, acı çekmeni, kıskançlığa kapılmanı, kısacası huzursuz ve mutsuz olmanı engelleyecek bir şey var mı? Yok. Demek ki bunlar sadece han ve senin amacın başka. Böyle konuştuğum zaman, bazıları konuşmanın ve teoremlerin önemini reddettiğimi zannediyor. Bunu reddetmiyorum ama sürekli bunların üzerinde durmayı ve umutlarımızı bunlara bağlamayı reddediyorum. Eğer bir insan bu öğreti yüzünden kendisini dinleyenlere zarar veriyorsa, beni de zarar verenlerin arasında sayabilirsin, çünkü en mükemmel ve üstün şeyin ne olduğunu görürken, seni memnun etmek adına, başka bir şeyin öyle olduğunu söyleyemem.

XXIVIV. BÖLÜM DEGER VERMEDİĞİ (İiTiBAR ETMEDİĞİ) KİŞİLERDEN BİRİNE

Birisi Epiktetos'a dedi ki: "Sık sık seni dinlemek isteyerek sana geldim ama sen bana hiç cevap vermedin. Eğer mümkünse, şimdi bana bir şeyler anlatmanı rica ediyorum." "Sence her şey gibi, konuşmak da bir sanat mıdır? Bu sanata hakim olanlar güzel konuşurken, hakim olmayanlar güzel konuşamazlar mı?" diye sordu Epiktetos. "Evet, bence öyle." "Öyleyse, konuşarak kendine ve başkalarına fayda sağlayan kişilerin güzel konuştuğunu, konuşarak kendine ve başkalarına zarar veren kişilerin ise konuşma sanatı konusunda başarısız olduğunu söyleyebilir miyiz? Bazıları konuşmaktan fayda sağlarken, bazıları zarar görür. Peki, dinleyenlerin hepsi dinlediklerinden fayda sağlar mı? Yoksa onların da bazıları fayda sağlarken, bazıları zarar mı görür?" "Fayda sağlayanlar da olur, zarar görenler de," dedi adam. "Öyleyse, bu durumda da iyi dinleyenlerin fayda sağladığını, iyi dinlemeyenlerin ise zarar gördüğünü söyleyebilir miyiz?" Adam bunu kabul etti. "O halde, konuşmak gibi dinlemek de bir beceri gerektirir mi?" "Öyle görünüyor." "İstersen meseleyi bir de şöyle ele alalım. Müzik becerisi kime aittir? Müzisyene. İyi bir heykel yapma becerisi kime aittir? Heykeltıraşa. Peki ama bir heykele maharetle bakabilmek de bir sanat değil midir?" "Öyledir." "Eğer güzel konuşmak yetenekli bir insanın işiyse, duyduklarından fayda sağlamak da yetenekli bir insanın işi değil midir? İstersen faydalı ve kusursuz konuşmak ya da dinlemek konusunu şimdilik bir kenara bırakalım, çünkü ikimiz de bundan çok uzağız. Ancak sanırım şunu herkes kabul eder; filozofları dinlemek isteyen bir kişi dinleme konusunda biraz deneyimli olmalıdır. Öyle değil mi? Sana ne anlatmarnı istersin? Hangi konuda beni dinleyebilirsin?" "İyilik ve kötülük konusunda." "Neyin iyiliği ve kötülüğü? Atın mı?" "Hayır." "Öküzün mü?" "Hayır." "İnsanın mı?" "Evet." "Peki, insanın ne olduğunu ve ona dair nasıl bir görüşe sahip olduğumuzu biliyor musun? Kulakların bu konuda deneyimli mi? Doğanın ne olduğunu biliyor musun? Kanıtlama yöntemini kullanacağımı söylesem, beni anlayabilir misin? Nasıl anlayacaksın? Kanıtlamanın ne olduğunu biliyor musun? Bir şeyin nasıl ve hangi yöntemlerle kanıtlandığını biliyor musun? Nelerin kanıtlama gibi görünüp de aslında öyle olmadığını biliyor musun? Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu biliyor musun? Neyin ardıl, neyin karşıt, neyin tutarlı, neyin tutarsız olduğunu biliyor musun? Seni felsefe konusunda heyecanlandırmam mı gerekiyor? Nasıl? Sana insanların çoğunun iyi ve kötü, faydalı ve zararlı konusundaki görüşleri yüzünden çelişkiye düştüğünü mü göstermeliyim? Ama sen daha çelişkinin ne olduğunu bilmiyorsun ki. Seninle tartışarak ne başaracağımı göster öyleyse bana; bunu yapma isteğimi harekete geçir. Koyuna ot sunarsan, yeme isteğini harekete geçirirsin ama taş ya da ekmek sunarsan, yemek istemez. Konuşma konusunda da buna benzer doğal eğilimlerimiz vardır; dinleyici hazır göründüğünde bizi heyecanlandım ama yanımızda taş gibi oturuyorsa, konuşma isteğimizi nasıl harekete geçirebilir ki? Bağ çiftçiye ‘Bana bak,' der mi? Hayır. Bakarsa faydalı olacağını göstererek bakmaya davet eder. Neşeli ve sevimli çocuklarla kim oyun oynamak veya konuşmak istemez? Peki, bir eşekle oynamak ya da anırmak isteyen var mıdır? Yoktur, çünkü küçük de olsa, nihayetinde o bir eşektir."

"Öyleyse, bana neden hiçbir şey söylemiyorsun?" “Sana bir tek şunu söyleyebilirim; kim olduğunu, neden var olduğunu, bu dünyanın ne olduğunu, neyin iyi, neyin kötü olduğunu, neyin güzel, neyin çirkin olduğunu bilmeyen, tartışmadan veya kanıttan anlamayan, doğru ile yanlışı birbirinden ayıramayan biri doğaya göre arzulayamaz, karar veremez ve hareket edemez. Kısacası, kör ve sağır yaşar. Birisi olduğunu zannederken aslında bir hiçtir. Bu ilk kez olan bir şey mi peki? İnsan var olduğundan beri bütün hatalar ve talihsizlikler bu cehaletten kaynaklanmıyor mu? Agamemnon ile Akhilleus neden kavga ettiler? Neyin faydalı, neyin zararlı olduğunu bilmedikleri için değil mi? Birisi Khryseis'i babasına geri götürmenin faydalı olacağını söylerken, diğeri aksini iddia etmedi mi? Birisi diğerinin ganimetini alması gerektiğini söylerken, diğeri almaması gerektiğini söylemedi mi? İkisi de bu nedenle kim olduklarını ve amaçlarını unutmadılar mı? Amacınız neydi? Savaşmak mı yoksa kadın bulmak mı? Savaşmak. Kiminle? Truvalılarla mı yoksa Yunanlarla mı? Truvalılarla. Öyleyse Hektor'u yalnız bırakıp kendi kralınıza kılıç mı çekeceksiniz? Peki ya siz muhterem beyefendi? İnsanları gözetmeniz gerekirken, bir kralın görevlerini ihmal edip en savaşçı müttefikinizle küçük bir kız yüzünden kavga mı edeceksiniz? Size büyük bir saygıyla yaklaşan iyi huylu bir rahip kadar olamayacak mısınız? Neyin faydalı olduğu konusundaki cehaletin nelere yol açtığını görüyor musun? "

“Ama ben zenginim." “Agamemnon'dan daha mı zenginsin?" “Ama yakışıklıyım da." “Akhilleus'tan daha mı yakışıklısın?" “Ama saçlarım da güzel." “Akhilleus'un altın rengi saçları daha güzel değil miydi? Üstelik saçlarını süslemez veya taramazdı da." "Ama ben güçlüyüm de." "Hektor'un ya da Aias'ın kaldırdığı taştan daha ağırını kaldırabilir misin?" "Ama ben soyluyum." "Bir tanrıçanın oğlu musun? Zeus'un soyundan gelen bir babanın oğlu musun? Oturup bir kız için ağlarken, bütün bunlar onun ne işine yaradı hem?" "Ama ben güzel konuşurum." "Akhilleus güzel konuşmaz mıydı peki? Konuşma konusunda Yunanların en beceriklilerinin, Odysseus'un ve Feniks'in üstesinden nasıl geldiğini bilmiyor musun? Onları nasıl susturduğunu bilmiyor musun?"”

"Sana söyleyeceklerim bu kadar. Bunları bile isteyerek söylemedim zaten." "Neden?" "Çünkü beni heyecanlandırmadın. Usta biniciler güzel atları görünce heyecanlanırlar. Ben heyecanlanmak için nereye bakmalıyım? Bedenine mi bakmalıyım? Bedenine iyi bakmıyorsun. Giysilerine mi bakmalıyım? Giysilerin gösterişli. Davranışlarına mı bakmalıyım? Görünüşüne mi bakmalıyım? Bütün bunlar bir hiç. Bir filozofu dinlemek istediğinde, ‘Bana hiçbir şey anlatmıyorsun,' deme. Söyleyeceklerini dinlemeye layık olduğunu veya hazır olduğunu göster yeter. İşte o zaman konuşmacıyı nasıl harekete geçirdiğini görürsün."

99 İlytada’nm dokuzuncu bölümünde, Akhilleus'un Agamemnon tarafından gönderilen ulaklarla verdiği cevaptan bahsedilmektedir. Akhilleus’un cevabı güzel konuşma sanatının mükemmel bir örneğidir.

^XXV. BÖLÜM MANTIĞIN GEREKLİLİĞİNE DAiR

Birisi, "Beni mantığın gerekli olduğuna ikna et," dediğinde, Epiktetos, "Bunu sana kanıtlamarnı mı istiyorsun?" diye sordu. Karşısındaki kişi "Evet," dedi. "Öyleyse, kanıtlamaya yönelik bir dil kullanmalıyım." Karşısındaki kişi bunu kabul etti. "Bu durumda argümanımla seni kandırmadığımı nereden bileceksin?" Karşısındaki kişi sessiz kaldı. "Gördün mü?" dedi Epiktetos. "Sen kendin de mantığın gerekli olduğunu kabul ediyorsun; o olmadan mantığın gerekli olup olmadığını bile bilemediğine göre. "

XXVI. BÖLÜM HATAANINÎ NİTELİĞİ NEDİR?

Her hata bir çelişki içerir, çünkü hatayı yapan kişi hata yapmak istemediğine ve haklı olmak istediğine göre, istediği şeyi yapmadığı açıktır. Hırsız ne yapmak ister? Kendi çıkarına uygun olanı. Eğer hırsızlık çıkarına değilse, istediği şeyi yapmamaktadır. Doğası gereği, hiçbir mantıklı varlık çelişkiden hoşlanmaz ama çelişkiyi anlamadığı sürece çelişkili şeyler yapmaya devam edecektir. Çelişkiyi anladığında ise çelişkiden kaçınması gerekir. Tıpkı bir şeyin yanlış olduğunu gören insanın o yanlıştan vazgeçmesi gerektiği gibi. Ancak, insan bir şeyin yanlış olduğunu görmediği sürece, onu doğru kabul edecektir.

Öyleyse, karşısındakine hangi çelişkiden ötürü hata yaptığını gösterebilen, aslında istediği şeyleri yapmadığını ve istemediği şeyleri yaptığını kanıtlayabilen kişi akıl yürütmede güçlü olduğu gibi, ikna etme ve çürütme yetilerine de sahiptir. Çünkü eğer bunu gösterebilirse, kişi kendiliğinden yaptığı şeyden vazgeçecektir ama gösteremezse yaptığı şeyde diretmesi şaşırtıcı olmaz, çünkü o doğru yaptığını zannetmektedir. Sokrates de bu gücüne güvenerek, "Söylediklerimin başka tanığı olmasına gerek yok, tartıştığım kişi benim için yeterli. Karşımdakine fikrini sorarım ve onu tanıklığa davet ederim. Tek bir kişi olmasına rağmen, herkesin yerine geçer," derdi. Çünkü Sokrates mantıklı bir varlığı neyin harekete geçirdiğini bilirdi. Mantık yetisine bir çelişkiyi gösterirsen, o çelişkiden vazgeçecektir ama gösteremezsen, ikna olmayan kişiyi değil kendini suçla.

III. CİLT

*

I. BÖLÜM İYİ GİYİNMEK ÜZERİNE

Genç bir konuşmacı, alışılagelenden daha özenli yapılmış saçlarla ve süslü giysilerle Epiktetos'u görmeye geldi. Bunun üzerine Epiktetos "Sence bazı köpekler ve adar güzel değil midir? Bütün hayvanlar için de aynısı geçerli değil midir?" diye sordu. “Evet," dedi delikanlı. "Bazı insanlar güzelken, bazıları çirkin değil midir peki?" "Kesinlikle." "Öyleyse, hepsini aynı nedenle mi güzel diye adlandırırız yoksa farklı nedenlerle mi? Şöyle düşün. Köpek belirli bir nedenle olduğu gibi yaratılmışken, at başka bir nedenle ve örneğin bülbül de yine başka bir nedenle olduğu gibi yaratılmıştır; bu durumda bir şey kendi doğasına göre kusursuzsa, onu genel anlamda güzel olarak adlandırmamız yanlış olmaz ama her şeyin doğası farklı olduğu için, hepsi bana farklı şekilde güzel gözükür. Öyle değil mi?" Delikanlı bunu kabul etti. "Öyleyse, doğaları farklı olduğuna göre, köpeği güzel kılan bir şey atı çirkin kılarken, atı güzel kılan bir şey de köpeği çirkin kılar." "Öyle görünüyor." "Bana kalırsa, bir boksörü güzel kılan şey, güreşçiyi güzel kılmazken, koşucuyu gülünç kılar. Pentatlon için güzel olan biri, güreş için çok çirkindir." "Doğru," dedi delikanlı. "Öyleyse, bir insanı güzel kılan nedir? Köpeği ve atı kendi türüne göre güzel kılan şeyin aynısı değil midir?" "Evet," dedi delikanlı. "Köpeği güzel kılan nedir? Köpeğin kusursuzluğuna sahip olmak. Atı güzel kılan nedir? Atın kusursuzluğuna sahip olmak. Öyleyse, insanı güzel kılan nedir? İnsanın kusursuzluğuna sahip olmak değil midir? Bu durumda, güzel olmak istiyorsan, kusursuz bir insan olmak için çalışman gerekmez mi delikanlı? Peki ama bu nedir? Tarafsız olarak övdüğün kişileri düşün. Adil insanları mı översin yoksa adil olmayan insanları mı?" "Adil insanları." "Ölçülü insanları mı översin yoksa ölçüsüz insanları mı?" "Ölçülü insanları." "Makul insanları mı översin yoksa taşkın insanları mı?" "Makul insanları." "Bu durumda, eğer öyle bir insana dönüşürsen, güzel olduğunu bilirsin ama bunları ihmal ettiğin sürece, güzel görünmek için ne yaparsan yap, çirkin olursun."

"Bunun dışında sana ne söyleyebilirim bilmiyorum. Çünkü düşündüklerimi söylersem, gücenirsin. Belki de okulu terk eder ve geri gelmezsin. Peki ama düşündüklerimi söylemezsem nasıl davranmış olurum? Sen bana ilerlemek için geldiysen ve seni hiç ilerletemezsem? Sen bana bir filozof olduğum için geldiysen ve ben bir filozof olarak hiçbir şey söylemezsem? Hatalarını düzeltmemek sana karşı ne büyük bir zalimlik olur. Bir gün aklın başına geldiğinde, haklı olarak beni suçlar ve ‘Epiktetos bende ne gördü de o kadar kötü durumdayken ona gitmiş olmama rağmen beni ihmal etti ve bana hiçbir şey söylemedi?' dersin. ‘Bende hiç ümit görmedi mi? Genç değil miydim? Mantığa kulak veremez miydim? Benim yaşımdaki gençlerin çoğu buna benzer hatalara düşmüyor mu? Sefahat düşkünü bir genç olan Polemon'un büyük bir değişim geçirdiğini duydum. Belki Polemon gibi olamayacağımı düşünmüştür42 ama yine de saçlarımı düzeltmemi, süslerimden arınmamı, tüylerimi almayı bırakmamı ve şey gibi giyinmekten - ne gibi olduğunu söylemeyeceğim ama sen aklın başına geldiğinde ne kastettiğimi ve kimlerin böyle giyindiğini anlayacaksın - vazgeçmemi sağlayamaz mıydı?' diye sorarsın."

"Eğer ileride bana böyle suçlamalar yöneltirsen, kendimi nasıl savunacağım? ‘Ben onu ikna edemezdim,' mi diyeceğim? Apollon, Laios'u ikna edebildi mi? Laios gidip sarhoş oldu ve kehaneti hiç önemsemedi, öyle değil mi?43 Apollon bu nedenle ona gerçeği söylemeyi reddetti mi peki? Seni ikna edip edemeyeceğimi bilmiyorum ama Apollon Laios'u ikna edemeyeceğini çok iyi biliyordu ve buna rağmen konuştu. Peki ama neden konuştu? Cevabım şu: O neden Apollon? Neden kehanetlerde bulunuyor? Neden insanlar kendisine başvurabilsin diye bir kahin olarak ve gerçeğin kaynağı olarak orada kalmayı sürdürüyor? Hiç kimse farkına varmasa da tapınağın önünde neden ‘Kendini tanı' yazıyor?"

"Sokrates bütün dinleyicilerini kendilerine bakmaya ikna etti mi? Hayır. Gelgelelim, kendisinin de söylediği gibi, ilahi güç tarafından o konuma getirildikten sonra o konumu hiç terk etmedi. Yargıçlara bile ne dedi? ‘Eğer beni yaptıklarıma devam etmemek koşuluyla serbest bırakacaksanız, buna razı olmayacağımı ve yaptıklarımdan vazgeçmeyeceğimi bilin. Hem gençlere hem de yaşlılara gidip açık bir dille konuşmaya devam edeceğim. Tanıştığım herkese şimdi sorduğum soruları soracağım. Özellikle de siz yurttaşlarıma, çünkü siz bana daha yakınsınız.' ‘Bu kadar meraklı ve işgüzar mısın Sokrates? Nasıl davrandığımızdan sana ne? Bize ne diyorsun? Kendinizi ihmal ,

ediyorsunuz ve kötü bir vatandaş, kötü bir soydaş, kötü bir komşu gibi davranıyorsunuz. Peki ama sen kim oluyorsun?' İşte harika bir cevap: ‘Benim görevim insanlara bakmak, çünkü her küçük buzağı bir aslana karşı koymaya cesaret edemez ama eğer boğa gelip de ona karşı koyarsa, boğaya ‘Sen kim oluyorsun? Burada ne işin var?' diye sorabilir misin?' Her türün içinde üstünlük sergileyenler olur; öküzlerin, köpeklerin, anların, atların. Üstünlük sergileyene ‘Sen kim oluyorsun?' diye sorma. Eğer sorarsan, bir yolunu bulur ve ‘Ben giysinin mor kısmıyım' der. ‘Benim başkaları gibi olmamı bekleme ya da beni diğer insanlardan farklı kıldığı için doğamı suçlama.'

"Ben öyle bir insan mıyım? Kesinlikle hayır. Peki, sen gerçeğe kulak verebilecek bir insan mısın? Keşke öyle olsan. Ne var ki beyaz bir sakal ve cüppeye mahkûm olduğum ve bir filozof olarak bana geldiğin için, sana zalimlik etmeyecek ve senden ümidimi kesmeyeceğim. Sana şunu soracağım. Senin güzel kılmak istediğin kim delikanlı? Önce kendini tanı, sonra ona göre süslenirsin. Sen bir insansın, yani izlenimleri mantıklı olarak kullanma gücüne sahip fani bir varlıksın. Mantıklı derken ne kastediyorum? Doğaya uygun ve bir bütün olarak. Öyleyse, seni özel kılan ne? Hayvani tarafın mı? Hayır. Fani olman mı? Hayır. İzlenimleri kullanma gücün mü? Hayır. Seni özel kılan, mantığın. Süslemen ve güzelleştirmen gereken bu. Saçlarını seni dilediği gibi yaratana bırak. Başka ne gibi unvanların var? Erkek misin yoksa kadın mı? Erkek. Öyleyse, kadın gibi değil, erkek gibi süslen. Kadınlar doğaları gereği narin ve pürüzsüzdür. Eğer bir kadın çok tüylüyse, Roma'da canavarların arasında sergilenir. Erkek ise eğer tüyleri yoksa canavar gibidir. Eğer tüylerini alıyorsa, ne yapacağız peki? Onu nerede sergileyeceğiz? Ona ne isim vereceğiz? Sana, erkek olmaktansa kadın olmayı tercih eden birini göstereyim. Öyle bir görüntünün karşısında şaşırmayacak insan yoktur. Bana kalırsa tüylerini alan erkekler ne yaptıklarının farkında değiller. Doğanda ne gibi bir kusur buldun? Kusuru seni erkek olarak yaratmak mı? Doğa bütün canlıları kadın olarak mı yaratsaydı yani? O zaman süslenmenin ne anlamı olurdu? Eğer herkes kadın olsaydı, kimin için süslenecektin? Halinden memnun değilsen, meseleyi bir bütün olarak ele al. Tüylerin sebebini ortadan kaldır ve tümden bir kadın ol ki yanılgıya düşmeyelim. Yarı erkek, yarı kadın olma. Kimi memnun etmek istiyorsun? Kadınları mı? Kadınları bir erkek olarak memnun et." “Ama kadınlar pürüzsüz erkeklerden hoşlanıyor." "Kadınlar homoseksüellerden hoşlansaydı, öyle mi olacaktın? Senin işin bu mu? Sefahat düşkünü kadınlar senden hoşlansın diye mi doğdun? Senin gibi birini Korint vatandaşı, şehrin valisi, gençlerin lideri veya general mi ilan edelim? Evlendiğinde de tüylerini almaya devam mı edeceksin? Kimi memnun etmek için? Hangi amaçla? Çocuk yaptığında, tüylerini alma alışkanlığını onlara da mı aşılayacaksın? Ne güzel bir vatandaş, senatör ve konuşmacı. Böyle gençlerin doğması ve yetişmesi için dua etmeliyiz."

“Tanrıların huzurunda senden rica ediyorum, bunu yapma delikanlı. Bu söylediklerimi duyduktan sonra kendine de ki ‘Bunları bana Epiktetos söylemedi. Nasıl söylesin ki? Merhametli bir Tanrı onun aracılığıyla konuştu, çünkü Epiktetos hiç kimseyle bu şekilde konuşmaya alışkın olmadığı için, bunları söylemek onun aklına gelmezdi. Öyleyse, Tanrı'ya itaat edeyim ki gazabına uğramayayım.' Sen 'Hayır,' diyorsun. Ama ben de sana diyorum ki eğer bir karga sana ötüşüyle bir işaret veriyor-sa,'karganın aracılığıyla işareti veren Tanrı'dır. Eğer bu işareti insan sesi aracılığıyla veriyorsa, ilahi gücü ve önemli meseleleri anlaman için asil bir ulak aracılığıyla konuşmuyor mudur? Şair ne der?

Biz kendimiz onu uyardık

Ve Argos'u öldüren dikkatli gözcü Hermes'i gönderdik;

Onu öldürmesin ve onunla evlenmesin diye. 44

Hermes Aegisthus'a bunu söylemek için gökten inmedi mi? Şimdi de Tanrılar bir ulak aracılığıyla seni özenle tasarlanmış bir düzeni bozmaman ve bu konuyla meşgul olmaman için uyarıyor. Bırak erkek bir erkek olarak, kadın bir kadın olarak, yakışıklı bir erkek yakışıklı bir erkek olarak, çirkin bir erkek de çirkin bir erkek olarak kalsın, çünkü seni sen yapan bedenin ya da saçların değil, iraden. Eğer iraden güzelse, sen de güzel olursun. Şimdiye kadar sana çirkin olduğunu söylemeye cesaret edemedim, çünkü bence bunu duymaya hiç hazır değilsin. Ama bak Sokrates çok yakışıklı bir erkek olarak tanınan Alkibiadis'e ne demiş: ‘Güzel olmaya çalış.' Ona saçlarını yapmasını ve bacaklarındaki tüyleri almasını mı söylemiş yani? Hayır, hiç ilgisi yok. İradesini süslemesini ve kötü fikirlerden kurtulmasını söylemiş. Peki ya bedenin? Bırak olduğu gibi kalsın. Ona bakan başka biri var; bedenini ona emanet et. İnsan bakımsız mı olmalıdır öyleyse? Elbette hayır ama doğa sana ne verdiyse, ona bak. Erkek bir erkek gibi, kadın bir kadın gibi, çocuk da bir çocuk gibi bakımlı olmalıdır. Sen aslanın yelesini alalım ki bakımlı olsun, horozun ibiğini alalım ki bakımlı olsun diyorsun. Tamam, bakımlı olsun ama aslan bir aslan olarak, horoz bir horoz olarak, av köpeği de bir av köpeği olarak bakımlı olsun."

n. BÖLÜM

YETKİN BİR İNSANIN BİLMESİ GEREKENLER;

EN ÖNEMLİ ŞEYLERİ İHMAL ETMEMİZE DAİR

İyi ve bilge bir insan olmak isteyen kişinin üzerine eğilmesi gereken üç konu vardır. İlki, arzuladıklarımız ve sakındıklarımızla ilgilidir; arzuladıklarımıza ulaşmakta başarısızlığa uğramamamızı ve arzulamadıklarımızın pençesine düşmememizi içerir. İkincisi genel olarak hareketlerimizi, yapmamız gerekenleri ve pervasızca değil, mantığa uygun davranmamamızı içerir. Üçüncüsü ise aldatmacalardan ve düşüncesizce kararlar vermekten kurtulmamızı ve genel anlamda kabul ettiklerimizi içerir. Bu konuların en önemlisi kaygılarla bağlantılı olandır, çünkü kaygıyı yaratan, insanın arzuladıklarını elde etmeyi başaramaması ya da kaçınmak istediklerinin pençesine düşmesidir. Kaygıya, kargaşaya, mutsuzluğa, kedere ve kıskançlığa yol açan budur. Bu nedenlerle mantığımızı bile dinleyemez oluruz. İkinci konu insanın görevleriyle ilgilidir, çünkü kaygılarımızdan bir heykel gibi kurtulamayız; inançlı bir insan, bir oğul, bir baba ve bir vatandaş olarak doğuştan gelen ve sonradan kurduğumuz ilişkileri sürdürmemiz gerekir.

Üçüncüsü ise doğrudan yetkinlik kazanmaya çalışanları ilgdendiren bir konudur ve diğer ikisinin güvenceye alınmış olmasını gerektirir ki uyurken, içkiliyken veya kederliyken bile incelememiş olduğumuz bir izlenim bizi şaşırtamasın. Bunun gücümüzü aştığı söylenebilir. Ne var ki günümüzde filozoflar birinci ve ikinci konuyu ihmal ederek üçüncü konuyla ilgileniyorlar ve sofistike argümanlar kullanarak sonuçlara varıp kurarnlar oluşturuyorlar. İnsan bu konularla ilgilenirken alda-tılmamaya dikkat etmelidir. Hangi insan? İyi ve bilge bir insan. Bütün eksiğin bu mu? Geri kalan bütün meseleleri başarıyla çözdün mü? Para konusunda aldatmacalardan kurtuldun mu? Güzel bir kız gördüğünde, izlenime karşı koyabiliyor musun? Komşuna bir mülk miras kaldığında, canını sıkmamayı başarabiliyor musun? Sağlam bir kafa yapısından başka hiçbir eksiğin yok mu? Ey zavallı, birinin senden hoşlanmadığını duymaktan veya insanların hakkında söyleyebileceklerinden bile korkuyor ve endişeye kapılıyorsun. "En iyi filozof kimdir?" diye sorulan bir konuşmada birisinin senin ismini verdiğini duyarsan, sadece bir parmak boyundaki ruhun bir kol boyu uzuyor. Ancak bir başkası, "Yanılıyorsun; onu dinlemeye değmez. Ne biliyor ki? Sadece ilk prensipleri. Başka bir şey bildiği yok," derse, kahroluyor, sararıyor ve hemen "Ona kim olduğumu göstereceğim. Büyük bir filozof olduğumu göstereceğim, " diyorsun. Böyle şeyler kendi kendini belli eder. Neden başkalarına göstermek istiyorsun ki? Diyojen'in orta parmağıyla safsatacılardan birini işaret ettiğini bilmiyor musun?45 Adam öfkeden köpürdüğünde de, "İşte bu. Size gösteriyorum," demişti. Çünkü insan bir taş veya odun parçası gibi parmakla gösterilmez. Prensipleriyle gösterildiği zaman, insan olarak gösterilmiş olur.

Prensiplerine de bir bakalım. Kendi iradene değer vermediğin ve iradenden bağımsız dış etkenleri önemsediğin çok açık değil mi? Mesela, birisi senin hakkında ne diyor? İnsanlar senin hakkında ne düşünüyor? Eğitimli bir insan olarak mı görülüyorsun? Hrisippos'u ve Antipatros'u okudun mu? Archedemus'u da okuduysan, istediğin her şeye sahipsin. Öyleyse, neden hâlâ bize kim olduğunu gösteremeyeceğinden endişe ediyorsun? Bize nasıl bir insan olduğunu gösterdiğini söyleyeyim mi? Sefil, aksi, öfkeli, korkak, her şeyde kusur bulan, herkesi suçlayan, hiç sessiz kalmayan, kibirli bir insan. Bize gösterdiğin bu. Şimdi git ve Archedemus’u oku ama bir fare aniden sıçrayıp da ses çıkarırsa, korkudan ölürsün. Çünkü seni de - adamın adı neydi? - Crinis’in ölümü gibi bir ölüm bekliyor46; o da Archedemus’u anlamakla gurur duyardı.

Ey zavallı, seni hiç ilgilendirmeyen meseleleri bir kenara bırakmayacak mısın? Bu meseleler kaygılarından arınmış olarak öğrenebilenler için uygundur. Şunları diyebilenler için uygundur: "Öfkeye, kedere ve kıskançlığa tabi değilim. Hiçbir şey beni engelleyemez ve kısıtlayarnaz. Geriye kalan ne? Zamanım var, keyfim de yerinde. Öyleyse, sofistike argümanları nasıl ele almamız gerektiğine bakalım. Bir kuramı kabul ettiğimizde, saçma sonuçlara sürüklenmemek için dikkat etmemiz gerekenlere bakalım." Bu meseleler böyle insanlara aittir. Mutlu insanların ateş yakması, yemek yemesi ve eğer isterse hem şarkı söyleyip hem de dans etmesi uygundur. Sense gemi batarken bana gelip yelkenleri açıyorsun.

m. BÖLÜM

İYİ BİR İNSAN HANGİ MESELEYLE MEŞGUL OLMALIDIR VE KENDİMİZİ ÖNCELiKLE HANGİ KONULARDA EĞİTMELİYİZ?

İyi ve bilge bir insanın malzemesi kendi zihnidir, tıpkı hekimin malzemesinin beden, çiftçinin malzemesinin de toprak olduğu gibi. İyi ve bilge bir insanın işi izlenimleri doğaya uygun olarak kullanmaktır. Nasıl ki doğruyu kabul etmek, yanlışı kabul etmemek ve belirsiz konularda çekimser kalmak insanın doğasında varsa, iyiyi arzulamak, kötüden sakınmak ve ne iyi ne de kötü olanlara karşı kayıtsız kalmak da insanın doğasında vardır. Bir bankacı veya satıcı İmparator'un parasını reddedemez; parayı verdiğin zaman, istese de istemese de paranın karşılığında satılan her neyse, onu sana vermek zorundadır. Ruh konusunda da aynısı geçerlidir. İyilik ruhu kendine çekerken, kötülük ruhu kendinden iter. Ruh asla açık bir iyilik izlenimini reddetmez, tıpkı hiç kimsenin İmparator'un parasını reddetmediği gibi. Hem insanların hem de Tanrı'nın her hareketi bu prensibe bağlıdır.

Bu nedenle iyilik her yakın ilişkiye tercih edilir. Babamla benim aramda yakın bir ilişki yoktur ama iyilikle aramda yakın bir ilişki vardır. "O kadar katı yürekli misin?" Evet, çünkü yaradılışım böyle; Tanrı'nın bana verdiği para bu. Bu nedenle iyilik, güzellikten ve adillikten farklı tanımlanırsa, ne baba kalır, ne kardeş, ne ülke ne de başka herhangi bir şey. Senin için kendi iyiliğimi göz ardı mı etmeliyim? Neden? "Çünkü ben senin babanım.” Ama benim iyiliğim değilsin. “Çünkü ben senin kardeşinim." Ama benim iyiliğim değilsin. Ne var ki, iyiliği iradenin kararlılığıyla bir tuttuğumuzda, bu ilişkileri sürdürmek “iyi” olur ve dolayısıyla dış etkenlerden vazgeçen biri iyiliğe kavuşur. Baban mallarını aldı. Ancak, sana zarar vermedi. Kardeşin toprakların daha büyük bir kısmını alacak. Bırak istediği kadar alsın. Daha alçakgönüllü, sadık ve sevgi dolu olacak mı? Bunları senin elinden kim alabilir? Zeus bile alamaz, çünkü bunu yapmayı tercih etmemiştir; bunları sana kendisinin de sahip olduğu gibi, yani engellerden ve zorlamalardan arınmış olarak bahşetmiştir. Eğer başkası farklı bir para kullanıyorsa, o parayı verdiğinde, karşılığında satılanı alırsın. Farz et ki yaşadığın yere yozlaşmış bir vali atandı. Onun için para ne? Gümüş. Ona gümüşü verirsen, istediğini alırsın. Farz et ki hovarda biri atandı. Onun için para ne? Genç kızlar. Ona istediğini verirsen, karşılığını alırsın. Bir diğeri avlanmaya düşkün. Ona iyi bir at veya köpek ver. Ağlayıp sızlansa da bunun karşılığında sana ne istersen temin edecektir. Çünkü içinde onu buna zorlayan bir başkası vardır ki o da bu parayı belirleyendir.

İnsan kendini öncelikle bu tür şeylere karşı eğitmelidir. Sabah dışarı çıktığın anda gördüğün ve duyduğun her insanı incele. Şu soruya cevap ver: “Ne gördün?” Hoş bir kadın veya erkek mi? Kuralı uygula. Bu, iradeye bağlı mı yoksa ondan bağımsız mı? Bağımsız. Bırak gitsin. Ne gördün? Bir çocuğun yasını tutan bir adam mı? Kuralı uygula. Ölüm iradeden bağımsız bir şeydir. Bırak gitsin. Valiyle mi görüştün? Kuralı uygula. Vali olmak nasıl bir şeydir? İradeye bağlı bir şey midir yoksa ondan bağımsız bir şey mi? Bağımsız. Bunu da bırak gitsin. Sınavdan geçemedi. Senin için hiçbir anlam ifade etmiyor.

Her gün sabahtan akşama kadar bunun alıştırmasını yapsak, bir yerlere varırız. Oysa şimdi her izlenim bizi yarı uykuda yakalıyor ve sadece okulda biraz canlanıyoruz. Sonra dışarı çıkıp yas tutan birini gördüğümüzde, “Mahvolmuş,” diyoruz. Bir konsül gördüğümüzde, “Ne kadar mutlu,” diyoruz. Sürgüne gönderilmiş birini gördüğümüzde, “Ne kadar mutsuz,” diyoruz. Yoksul birini gördüğümüzde, “Vah zavallı. Yiyecek hiçbir şeyi yok,” diyoruz.

Bu kötü fikirlerden kurtulmalıyız ve bütün çabalarımızı buna yoğunlaştırmalıyız. Çünkü ağlanıp sızlanmak nedir? Bir fikir. Talihsizlik nedir? Bir fikir. Kargaşa, görüş ayrılığı, suçlama, saygısızlık, atıp tutma nedir? Bunların hiçbiri fikirden başka bir şey değildir ve irademizden bağımsız şeylerin iyi veya kötü olabileceğine dair fikirlerdir. İnsan bu fikirleri iradesine bağlı konulara aktarırsa, çevresindeki koşullar nasıl olursa olsun, sağlam ve sarsılmaz olacağına kuşku yoktur. Ruh kaptaki su gibidir. İzlenimler de suyun üzerine düşen ışık huzmeleri gibidir. Su hareket ettiğinde, ışık huzmeleri de hareket etmiş gibi görünür ama aslında etmemiştir. İnsan sersemlediğinde de allak bullak olan beceriler ve erdemler değil ruhtur; ruh dinginliğine kavuştuğunda, bunlar da geri gelecektir.

IV. BÖLÜM TİYATRODA DESTEĞİNİ YERSİZCE SERGİLEYEN KİŞİYE KARŞI

Tiyatro oyuncularından birine desteğini yersizce sergilediği için halkın suçlamalarına maruz kalan ve bu suçlamalara canı sıkılan Epirus valisi durumu Epiktetos'a aktarınca, Epiktetos şunları söyledi: Bu insanların ne kusuru var? Onlar da tıpkı senin gibi desteklerini sergilemişler. Vali, "İnsan desteğini böyle mi sergiler?” diye sorunca, Epiktetos şöyle yanıtladı: Seni, yani İmparator'un bir dostu ve vekili olan valilerini desteğini o şekilde sergilerken görünce, onların da desteğini aynı şekilde sergilemesi beklenebilecek bir şey değil mi? Çünkü eğer desteğini bu şekilde sergilemek doğru değilse, kendin de bunu yapmamalısın. Ancak, eğer doğru bir şeyse, seni örnek aldıkları için onlara neden kızıyorsun? Senden, yani üstlerinden başka kimi taklit edecekler? Tiyatroya gittiklerinde senden başka kimin hareketlerini örnek alacaklar? Bakalım İmparator'un vekili nasıl davranıyor. Bağırıyor mu? O zaman ben de bağırayım. Koltuğundan mı sıçrıyor? O zaman ben de koltuğumdan sıçrayayım. Köleleri tiyatronun farklı yerlerinde oturuyor ve bağırıyor. Benim kölem yok ama ben de elimden geldiğince bağıracağım ve hepsinden daha yüksek ses çıkaracağım. Tiyatroya adımını attığında, oyunun nasıl izleneceği konusunda herkese örnek olacağını bilmelisin. Seni neden suçladılar? Çünkü herkes kendisine engel teşkil eden şeyden nefret eder. Onlar birinin onurlandırılmasını isterken, sen başka birinin onurlandırılmasını istedin. Onlar senin için bir engelken, sen de onlar için bir engeldin. Sen daha güçlü çıktın ve onlar da yapabileceklerini yaptılar; kendilerini engelleyeni suçladılar. Sen ne olmasını isterdin? Sen istediğini yaparken, onların istediğini dile bile getirememesini mi? Bunda şaşılacak ne var? Çiftçiler Zeus tarafından engellendiklerinde ona sövmezler mi? Denizciler ona sövmezler mi? İmparator'a durmadan sövmüyorlar mı? Zeus bunu bilmiyor mu? Söylenenler İmparator'un kulağına gitmiyor mu? Peki, İmparator ne yapıyor? Kendisine söven herkesi cezalandırırsa, yöneteceği hiç kimse kalmayacağını biliyor. Öyleyse, sen ne yapmalısın? Tiyatroya gittiğinde, "Sophron'u (herhangi bir oyuncuyu) ödüllendirelim," dememelisin. "Bu konuda irademi doğaya uygun tutmalıyım," demelisin. "Benim için kendimden daha değerli hiç kimse yok. Bu durumda, herhangi bir oyuncunun ödüllendirilmesi için benim zarar görmem saçma olur. Öyleyse, ödülü kimin kazanmasını istiyorum? Her kim kazanırsa. Böylece, her zaman istediğim kişi kazanmış olur." "Ama ben Sophron'un kazanmasını istiyorum." Evinde istediğin kadar müsabaka düzenleyebilir ve onu hepsinin galibi ilan edebilirsin. Ne var ki halk arasında hakkından daha fazlasını talep etmemeli ve herkese ait olan bir şeyi sahiplenmemelisin. Bunu kabul etmezsen, sövülmeye katlanmak zorunda kalırsın, çünkü herkesle ortak bir şey yaparken, onlarla aynı seviyede olursun.

V. BÖLÜM

HASTALIK SEBEBİYLE EVE GİDENLERE KARŞI

"Ben hastayım ve eve dönmek istiyorum,” dedi öğrencilerden biri. Evde hiç hasta olmuyordun herhalde. Burada iradeni geliştirmeye yönelik bir çalışma yaptığını düşünmüyor musun? Çünkü eğer bu amaç doğrultusunda hiçbir şey yapmıyorsan, zaten boşuna geldin demektir. Git. Evdeki işlerinle ilgilen. Eğer zihnini doğayla uyumlu kılamıyorsan, belki topraklarını kılarsın. Belki daha çok para kazanır, yaşlı babana bakar, sık sık meydanlara uğrar ve resmi bir görev üstlenirsin. Kötü olduğun için hepsini kötü yaparsın. Ancak, eğer kendini anlıyorsan, kötü fikirlerden arınıp yerine yenilerini koyuyorsan, dikkatini iradenin dışında değil, içinde yer alan şeylere veriyorsan ve "Vah vah!” dediğinde, baban ya da kardeşin için değil de kendin için diyorsan, hastalığını bahane etmeye devam etmene gerek var mı? Hastalığın da ölümün de bizi mutlaka bir şey yaparken gafil avlayacağını bilmiyor musun? Çiftçiyi toprağını sürerken, denizciyi seferindeyken. Mutlaka bir şey yaparken gafil avlanacağına göre, ölüm seni gafil avladığında ne yapıyor olmak istersin? Eğer bundan daha iyi bir şey yapıyor olabileceğini düşünüyorsan yap. Çünkü ben hastalık veya ölüm tarafından gafil avlandığımda, irademi geliştiriyor olmaktan, kaygılardan, engellerden ve zorlamalardan arınmış olmaktan ve özgür olmaktan başka hiçbir şey istemiyorum. Bunları yapıyor olmak istiyorum ki Tanrı’ya şunları söyleyebileyim: "Buyruklarına hiç karşı geldim mi? Bana verdiğin güçleri hiç yanlış kullandım mı? Algılarımı veya ön fikirlerimi kötüye kullandım mı? Seni hiç suçladım mı? Senin kararlarında hiç kusur buldum mu? Sen istediğin için ben de herkes gibi hasta oldum ama hiç şikayet etmedim. Sen istediğin için yoksul oldum ama bundan da hiç şikayet etmedim. Hiç makamım olmadı, çünkü sen bunu istemedin ve ben de hiçbir zaman bunu arzulamadım. Bundan dolayı yakındığımı hiç gördün mü? Sana hep güler yüzle yaklaşmadım mı? Buyruklarını yerine getirmeye ve işaretlerine itaat etmeye hep hazır olmadım mı? Artık insanların arasından ayrılmamı mı istiyorsun? Ayrılırım. Onların arasına katılmama, senin eserlerini görmeme ve anlamama izin verdiğin için teşekkür ederim.” Ölüm beni bunları düşünürken, bunları okurken ve yazarken bulsun isterim.

“Ama hastalandığımda annem başımı tutmayacak.” Öyleyse annene git, hastalandığında başının tutulmasını hak ediyorsun. “Ama evde çok rahat bir yatağım vardı.” Git yatağına kavuş, sağlıklıyken de öyle bir yatakta yatmayı hak ediyorsun. Evdeki rahatından mahrum kalma.

Sokrates ne der? Kimileri tarlalarına bakmaktan, kimileri atlarına bakmaktan memnun olur; ben de her gün kaydettiğim gelişmeleri gözlemlemekten memnun oluyorum. “Hangi gelişmeleri? Güzel kelimeler kullanmaktaki gelişmeleri mi?” Hayır. “Kuramlar konusundaki gelişmeleri mi?” Hiç ilgisi yok. “Ben filozofların başka bir şeyle meşgul olduğunu görmedim.” Ne Tanrı’da ne de insanda kusur bulmak önemsiz bir şey mi sence? Hiç kimseyi suçlamamak? Her zaman olduğun gibi davranmak? Sokrates bunları biliyordu ama hiçbir zaman herhangi bir şey bildiğini ya da öğrettiğini söylemedi. Güzel kelimeler veya kurarnlar duymak isteyen olursa, Sokrates onları Protagoras’a veya Hippias’a götürürdü. Yeşillik isteyen olursa da bahçıvana götürürdü. Hanginiz böyle bir amaca sahip? Eğer böyle bir amaca sahip olsaydınız, hastalıktan, açlıktan veya ölümden şikayet etmezdiniz. Aranızda güzel bir kıza aşık olan varsa, haklı olduğumu biliyordur.

VI. BÖLÜM ÇEŞİTLİ GÖRÜŞLER

Birisi Epiktetos’a günümüzde mantık daha gelişmişken, eski zamanlarda neden daha büyük ilerlemeler kaydedildiğini sordu. Epiktetos şöyle yanıtladı: Hangi bakımdan daha gelişmiş? Hangi bakımdan daha büyük ilerlemeler? Çünkü mantık hangi bakımdan şimdi daha gelişmiş ise ilerlemeleri orada aramak gerekir. Günümüzde mantık uslamlamaları çözümlemek amacıyla geliştiriliyor ve o alanda ilerleme kaydediliyor. Eski zamanlarda ise zihni doğayla uyumlu kılmak için geliştiriliyor ve o alanda ilerleme kaydediliyordu. Öyleyse, farklı şeyleri birbirine karıştırma ve bir konu için çaba harcarken, başka bir konuda ilerleme kaydetmeyi bekleme. Bak bakalım aramızda doğayla uyumlu yaşamaya kararlı olup da bu konuda ilerleme kaydetmeyen var mı? Öyle birini bulamazsın.

İyi insan yenilmezdir, çünkü daha güçlü olmadığı alanlarda yarışlara girmez. Eğer topraklarını almak istersen alırsın; kölelerini alırsın, makamını alırsın, bedenini alırsın ama arzusuna ulaşmakta başarısızlığa uğramasını veya kaçındığı şeyin pençesine düşmesini sağlayamazsın. O sadece iradesinin gücü dahilindeki konularda yarışa girer. Bu durumda, nasıl yenilmez olmasın ki?

Birisi sağduyunun ne olduğunu sorunca, Epiktetos şunları söyledi: Bütünüyle yoldan çıkmamış insanların, herkesin sahip 228

olduğu ortak eğilimler sayesinde kavradığı belirli şeyler vardır. Bu zihin yapısına sağduyu denir.

Nasıl ki yumuşak peyniri kancayla tutmak kolay değilse, genç ve zayıf delikanlıları yüreklendirmek de kolay değildir. İyi bir doğal eğilimi olanlar, sen onları vazgeçirmeye çalıştığında bile, mantığa daha sıkı tutunurlar. Rufus bu nedenle öğrencilerini genellikle caydırmaya çalışır ve bunu iyi bir doğal eğilimi olanları ve olmayanları ayırmak için bir sınama metodu olarak kullanırdı. Bir taşı havaya attığında doğası gereği yere düştüğünü, zihni doğal olarak iyi olan insanın da sen ne kadar geri püskürtürsen, o kadar kendi doğal eğilimine döndüğünü söylerdi.

VII. BÖLÜM ÖZGÜR ŞEHİRLERiN VEKİLİ OLAN EPİKÜRCÜYE

Epikürcü bir vekil kendisini ziyarete geldiğinde, Epiktetos şunları söyledi: Filozof olmayan bizlerin, filozof olarak adlandırılan sizlere, tıpkı yabancı bir şehre ilk kez gelenler gibi, görülecek en iyi yerleri sormamız uygun olur ki sonrasında gidip bu yerleri görebilelim. İnsanla ilişkilendirilebilecek üç şey vardır; ruh, beden ve dış etkenler. Hemen hemen hiç kimse bunu yadsımaz. Öyleyse, siz filozoflara hangisinin en iyisi olduğunu yanıtlamak kalıyor. İnsanlara ne söyleyeceğiz? En iyi şey beden midir? Maximus47 bu nedenle mi kış vakti oğluyla birlikte Cassiope’ye yelken açtı? Bedensel bir tatmin için mi ona eşlik etti? Vekil öyle olmadığını söyledikten sonra Epiktetos şunu sordu: Öyleyse, en iyi şeyle meşgul olmak doğru değil midir? "Daha doğru bir şey yoktur.” Peki, bedenimizden daha iyi neye sahibiz? "Ruhumuza,” dedi vekil. Peki, en iyi şeyin nitelikleri irademizin gücü dahilinde midir yoksa değil midir? "Gücü dahilindedir.” Öyleyse, ruhun memnuniyeti irademizin gücü dahilinde midir? "Evet, ” diye yanıtladı vekil. Peki, bu memnuniyet neye bağlıdır? Kendisine mi? Öyle bir şey düşünülemez, çünkü öncelikle iyiliğin bir özü veya doğası olmalıdır ki ruhumuz ona ulaşmaktan memnuniyet duyabilsin. Vekil bunu da kabul etti. Öyleyse, ruhun memnuniyeti neye bağlıdır? Çünkü eğer ruhun niteliklerine bağlıysa, iyiliğin özünü bulmamız gerekir. Ne de olsa mantıken iyilikten başka bir şeyden memnuniyet duymamız söz konusu değildir. Ancak, öncesinde gelen iyi değilse, sonrasında gelen de iyi olamaz. Sonrasında gelenin iyi olabilmesi için, öncesinde gelenin iyi olması gerekir. Gelge-lelim, eğer aklın başındaysa, sen bunu doğrulamazsın, çünkü o zaman Epikür’e ve bütün öğretilerinize ters düşmüş olursun. Öyleyse, ruhun memnuniyetinin bedenin memnuniyetine bağlı olduğunu ve bedenin önce gelmesi gerektiğini söylemekten başka bir seçeneğin kalmıyor.

Bu durumda, Maximus o yolculuğa bedeni uğruna, yani en iyi şey uğruna çıkmadıysa, aptallık etmiş demektir. Ayrıca, bir insan başkalarına ait olan malları alabileceği halde bundan sakınıyorsa, aptallık ediyor demektir. İstersen bunun nasıl gizlice, güvenli bir şekilde ve kimsenin haberi olmadan yapılabileceğini düşünelim. Çünkü Epikür çalmanın kötü bir şey olduğunu söylemiyor ama yakalanmanın kötü olduğunu kabul ediyor ve yakalanmamanın bir garantisi olmadığı için “Çalma,” diyor. Gelgelelim, akıllıca ve tedbirli davrandığımız sürece yakalanmamak mümkün. Üstelik Roma’da güçlü dostlarımız var ve Yunanlar zayıf. Dolayısıyla, hiç kimse şikayette bulunmak için Roma’ya gitmez. Neden kendi iyiliğinden sakınıyorsun? Bu çok anlamsız ve aptalca! Ayrıca, sakındığını söylesen bile sana inanmam. Çünkü nasıl ki doğruya sırt çevirmek ve yanlışı kabul etmek mümkün değilse, iyi görünen bir şeyden sakınmak da mümkün değildir. Servet sahibi olmak iyi bir şey ve memnuniyet getirdiği kesin. Neden servet edinmiyorsun? Eğer yakalanmadan yapabileceksen, neden komşunun karısını baştan çıkarmıyorsun? Eğer kocası zırvalamaya kalkarsa, onu evden atarsın olur biter. Eğer gerektiği gibi bir filozof olmak ve kendi öğretilerine uygun hareket etmek istiyorsan, böyle davranman gerekir. Eğer böyle davranmıyorsan, Stoacı olarak adlandırılan bizlerden bir farkın yok demektir, çünkü bizim de söylediklerimizle yaptıklarımız birbirini tutmuyor. İyiden bahsediyoruz ama alçakça davranıyoruz. Sen de tam tersini yapıyor olursun; öğrettiklerin kötüyken, davranışların iyi olur.

Epikürcülerle dolu bir şehir düşünebiliyor musun? Birisi, "Ben evlenmem,” derken, öbürü, "Ben de evlenmem, çünkü insan evlenmemelidir. Çocuk da yapmamalıdır. Kamu işlerine de el atmamalıdır,” diyecek. Ne olacak öyleyse? Vatandaşlar nereden gelecek? Onları kim yetiştirecek? Gençleri kim yönetecek? Spor egzersizlerine kim başkanlık edecek? Öğretmen onlara ne öğretecek? Spartalıların veya Atinalıların öğrendiklerini mi öğretecek? Genç bir delikanlıyı alıp da senin öğretilerine göre yetiştir bakalım. Bu öğretiler kötü; devlet için tahrip edici, aileler için tehlikeli ve kadınlar için uygun değil. Bu öğretileri bırak dostum. Önemli bir şehirde yaşıyorsun. Resmi bir göreve sahipsin. Adil olmak, başkalarına ait olanlardan uzak durmak, kendi karından, kendi gümüşünden, kendi altınından başkasına göz dikmemek senin görevin. Söylediklerimle tutarlı öğretiler bulmalısın. Eğer böyle öğretileri rehber edinirsen, bizi peşinden sürükleyecek ve yenecek ikna gücüne sahip şeylerden seve seve uzak durursun. Gelgelelim, bu şeylerin ikna gücüne bir de bizi onlara doğru itecek bir felsefe eklenirse, sonucu ne olur? Oymacılık sanatının sergilendiği bir eserin en iyi kısmı nedir? Gümüş mü yoksa zanaat mı? Elin maddesi ettir ama elin işçiliği diğer hepsine yol gösteren başlıca parçamızdan gelir. Görevlerimiz üçe ayrılır: bir şeyin varoluşuna yönelik olanlar, belirli türde bir varoluşa yönelik olanlar ve başlıca şeylere yönelik olanlar. Öyleyse insanda da maddeye, yani bedene değil, başlıca şeylere değer vermek gerekir. Bunlar nelerdir? Kamu işleriyle meşgul olmak, evlenmek, çocuk yapmak, Tanrı’ya saygı göstermek, ailemize bakmak ve genel anlamda arzuladıklarımızın, sakındıklarımızın amaçladıklarımızın ve kaçındıklarımızın kendi doğamıza uygun olması. Doğa bizi nasıl yarattı? Özgür, asil ve alçakgönüllü. Kızaran başka bir hayvan var mıdır? Utanma duygusuna sahip başka bir hayvan var mıdır? Doğa bizi bu şeylerden memnuniyet duyacak şekilde yarattı ki harekete geçebilelim ve doğaya uygun davranışlar sergileyebilelim.

“Ama ben zenginim ve hiçbir eksiğim yok.” Öyleyse, neden filozofmuş gibi davranıyorsun? Altınların ve gümüşlerin sana yeter. Prensiplere ne gerek var? “Ama aynı zamanda bir yargıcım.” Nasıl yargılayacağını biliyor musun? Bunu sana kim öğretti? “İmparator beni bir yazıyla görevlendirdi.” İmparator bir yazıyla sana müzik eleştirmenliği görevi verseydi, bu yazı senin ne işine yarayacaktı? Nasıl yargıç oldun? Kimin elini öptün? Symphorus’un mu yoksa Numenius’un mu? Kimin kapısını aşındırdın? Kime hediyeler gönderdin? Öyleyse, yargıç olmanın Numenius ile aynı değerde olduğunu görmüyor musun? “Ama istediğim kişiyi zindana atabilirim.” Taşı da zindana atabilirsin. “İstediğim kişiyi sopayla dövebilirim.” Eşeği de dövebilirsin. İnsanları yönetmek böyle bir şey değildir. Bizi rasyonel hayvanlar olarak yönetmen gerekir. Bize neyin faydalı olduğunu gösterirsen, onun peşinden gideriz. Neyin zararlı olduğunu gösterirsen, ondan vazgeçeriz. Sokrates nasıl insanların kendisini taklit etmesini sağladıysa, sen de insanların seni taklit etmesini sağla. Çünkü Sokrates gerçek bir yönetici gibiydi; insanların arzuladıklarında, sakındıklarında ve davranışlarında kendisini örnek almasını sağlardı. Sen de öyle yap. “Eğer itaat etmezseniz, sizi zindana atarım, ” deme. Bu, insanları rasyonel hayvanlar olarak yönetmek değildir. Zeus nasıl buyurduysa, öyle davran. Çünkü eğer öyle davranmazsan, cezasını çekersin. "Cezası nedir?” Görevini yerine getirmemiş olmaktan başka bir şey değildir. Sadık, alçakgönüllü ve dürüst bir insan olma özelliğini kaybedersin. Bundan daha büyük bir ceza arama.

VII. BÖLÜM İZLENİMLERE KARŞI KENDİMİZİ NASIL EĞİTMELİYİZ?

Sofistike sorular konusunda kendimizi nasıl eğitiyorsak, izlenimler konusunda da kendimizi öyle eğitmeliyiz, çünkü izlenimler de bize sorular yöneltir. Birinin oğlu ölmüş. Cevap; ölüm irademizin gücü dahilinde değildir, dolayısıyla kötü değildir. Biri oğlunu mirasından mahrum etmiş. Bu konuda ne düşünüyorsun? Bu bizim irademizin gücü dahilinde değildir, dolayısıyla kötü değildir. İmparator birini mahkûm etmiş. Bu bizim irademizin gücü dahilinde değildir, dolayısıyla kötü değildir. Adam buna çok üzülmüş. Üzülmek irademize bağlıdır, dolayısıyla kötüdür. Mahkûmiyetine cesurca katlanmış. Bu bizim irademizin gücü dahilindedir, dolayısıyla iyidir. Eğer kendimizi bu şekilde eğitirsek, ilerleme kaydederiz çünkü kavrayamadığımız bir şeye asla razı gelmemiş oluruz. Oğlun öldü. Ne oldu? Oğlun öldü. Başka bir şey olmadı mı? Olmadı. Gemini kaybettin. Ne oldu? Gemini kaybettin. Birini zindana attılar. Ne oldu? Birini zindana attılar. Kişinin bundan dolayı kötü durumda olduğu, herkesin kendi kendine eklediği bir yorumdur. "Zeus bu konularda doğru davranmıyor,” diyorsun. Neden? Sana dayanma gücü verdiği için mi? Sana metanet verdiği için mi ? Sana yaşadıklarına katlanırken mutlu olma gücü verdiği için mi? Durumundan memnun olmama ihtimaline karşı kapıyı açık bıraktığı için mi? Çık git ve şikayet etme.

Eğer bilmek istiyorsan, Romalıların filozoflara karşı neler hissettiğini söyleyeyim. Bir keresinde, en meşhur filozoflarından ltalicus arkadaşlarına sinirlendiğinde ben de oradaydım. Sanki katlanılmaz bir acı çekiyormuş gibi, "Artık dayanamıyorum, beni öldürüyorsunuz,” dedi. Sonra da beni işaret ederek, "Beni şu adama benzeteceksiniz,” diye ekledi.

1

Avcılar iplere dizilmiş renkli tüylerle geyikleri korkutup, aglara dogru kaçmalanna neden olurlardı.

2

Euripides, Fragmanlar.

3

Phaidon adlı eserine bakınız.

4

Bu, Heraklitos'un ve Zenon'un öğretişiydi.

5

Burada konuşan, y^diWanyla övünen bir öğrencidir.

6

Başka hiçbir yazar Sokrates'in herhangi bir şey yazdığından bahsetmez. Dolayısıyla, Epiktetos'un sözlerini kağıda aktaran ^mianos'un, Epiktetos'un ağzınım Sokrates'in çok yazdığını söylediği bu pasajı açıklamak çok zordur. Sokrates çok konuşurdu; belki Epiktetos konuşmayı yazmak gibi ifade etmiştir, çünkü Sokrates'in yazar olmadığını biliyor olması gerekirdi.

7

Epiktetos, bir konuşmanın etkileyici kısımlanna atıfta bulunmaktadır.

8

Kadıniann herkese açık olmasıyla ne kastedildiği belirsizdir ve bu cümleden mantıklı bir çıkanın yapmak zordur.

9

Tarsus'ta yaşayan Archedemus Stoacı bir filozoftu. Hakkında çok az şey bilinmektedir.

10

İnsan filozof olup - ya da filozofmuş gibi davranıp - ayın zamanda da vahşi bir hayvan gibi davranabilir.

11

Bu konuşma, Nikopolis'ten Roma'ya dönmek isteyen ve özellikle filozoflara karşı çok katı bir tutum sergileyen Domitianus'un zulmünden korkan genç bir filozofla yapılmıştır. “Nötr Üzerine" başlığı, "şeylerin nötrlüğü," yani ne iyi ne de kötü olması anlamına gelmektedir.

12

Bu hikâye Ksenofon'un Cyropaedia (IV. bölümün başlannda) adlı eserinde yer alır.

Upton'ın da belirttiği gibi, Epiktetos hikâyeyi hafızasından alıntılamaktadır.

13

Diogenes ^tertus, Sotates’in zinıdanda bir zafer ş^arkısı yediğini beldir ve şarlorun Apollon ile Artemis'e itlıafen yazılmış olan ilk mısrasmı verir.

14

Kehanetler eski dinlerin önemli bir parçasıydı ve Epiktetos'un da söylediği gibi, insan-lann birçok görevi ihmal etmesine yol açardı.

',

15

Dilbilgisi hakkında görüş bildiren biri, birçok kişinin fikir sahibi olduğu bir konuda görüş bildirmiş olur. Kehanetler ve gelecek hakkında görüş bildiren biri ise hiçbirimizin hiçbir şey bilmediği bir konuda görüş bildirmiş olur. Öyleyse, birisi bilinmeyen konularda bilgi veriyormuş gibi davranıyorsa, ona bilinen konular hakkındaki görüşlerini sorabilir ve böylece nasıl bir insan olduğunu öğrenebiliriz.

16

Gratilla, Domitianus tarafından İtalya’dan ve Roma'dan sürülen soylu bir kadındı. Pliny, Epp. iii. ll.

17

Fidias'ın Athena heykeli, Atina Akrapolisi'nde, Panhenon'da yer alan, altın ve fildişi kaplamalı devasa bir heykeldi (Pausanias, i. 24). Zafer figürü, madeni paralarda da sık sık gördüğümüz gibi, tannçanın elindeydi.

18

Olympia’daki büyük heykel Fidias'ın eseriydi (Pausanias, v. I 1). Altın ve fildişinden yapılmış devasa bir heykeldi ve sağ elinde ^fer sembolü vardı.

19

Marul önemsiz şeylere bir örnek olarak verilmiştir. Koltuk ise muhtemelen makam anlamına gelmektedir.

20

Diogenes Laertius'un (Zeno, vii.) eserinde, Antigonos tarafından Zenon'a yazılmış bir mektup ve Zenon'un cevabı bulunmaktadır. Simplicius, Antigonos'un Suriye Kralı olduğunu varsayar ama Upton onun Makedonya Kralı Antigonos Gonatas olduğunu belirtir.

21

Büyük şehirden kasıt dünyadır.

22

Plutarkhos'un, Theseus'un hayatında anlattığı kadanyla, Procrustes ve Sciron, Attika'nın başına bela olan ve Theseus Parafından öldürülen iki hayduttu.

23

Epiktetos'un bahsettiği bu konuşmacı, Sakız Adası ^tarihçisi Theopompus ile aynı kişi gibi görünmektir.

24

^Arzulananlar ve sakınılanlar konusu.

25

Euripides'in Medea adlı eserinde Medea'nın söyledikleri bu anlama gelir. Epiktetos şairin kendi kelimelerini kullanmamıştır.

26

Epiktetos birbirlerinin yazılanna iltifat eden kişilerle dalga geçmektedir.

27

Herkül'ün spor müsabakalanna katıldığı ve birinci geldiği söylenir. Hem güreşte hem de boksta galibiyet elde edenler ondan sonra ikinci veya üçüncü sırayı alırlardı.

28

Diodorus Cronus, Ptolemaios Soter zamanında İskenderiye'de yaşamıştır. Megara okuluna mensuptur ve seçkin bir mantıkçıdır.

29

Eğer bu üçünden ikisini kabul edersen, üçüncüyle çelişki arz eder ve onu ortadan kaldırır.

30

Peripatetikler mutlu bir yaşama katkıda bulunan birçok şeyin iyi olduğunu kabul ederlerdi ama yine de en ufak bir zihinsel kusursuzluğun diğer her şeyden üstün olduğunu iddia ederlerdi. (Cicero, De Fin. v. 5. 31.)

31

Epiktetos M.Ö. 480 yılında Thennopylae'de Serhas ve ordusuna karşı savaşan Spar-taklan kastetmektedir.

32

Serhas Atina'ya doğru ilerlerken Atinalılar şehri terk ettiler ve MÖ. 480 yılında gerçekleşen Salamis Savaşı başlamadan araçlarına binip aynldılar. (Bkz. Cicero, De Officiis, iii. 11.)

33

Epiktetos burada hiçbir şey bilemeyeceğimizi söyleyen akademisyenlere saldınyor.

34

İlk mısra Euripides'in Alcestis eserindendir, v. 691. İkinci mısra ise Euripides'in eserinde yer almaz.

35

Euripides'in Phoenissae adlı eserinden, v. 723.

36

Büyük İskender bunu Hefaistion öldüğünde buyurmuştur. ^manos, İskender'in Seferi, vii. 14.

37

AtinalIların Spartalılar ile ihtilafları Peloponez Savaşı'nın hikayesinde yer alır. (Thucydides, i. 1). Yüce kralın, yani Pers Kralı'nın ihtilafı Herodot tarafından ele alınmıştır (i. 1 ). Makedonyalıların Persliler ile ihtilafı ise Amanos'un İskender 'in Seferi adlı eserinde işlenmiştir. Romalılar Trajan döneminde Getae ile savaştaydı ve Epiktetos'un o dönemde hayatta olduğunu varsayabiliriz.

38

Bir kolye için kocasına ihanet eden Eriphyle'nin hikayesi.

39

Bu kitap, Cicero'nun (Tuscul. iii. 18) Epikür'ün bütün öğretilerini içerdiğini söylediği kitap gibi görünmektedir.

40

Bu, Epikür'ün büyük acılar içinde ölürken yazdığı bir mektupta geçer (Diog. Laeıl. x. 22); Cicero (De Fin. ii. c. 30) bu mektuptan alıntı yapmıştır.

41

Dizelerin gerisi Encheiridion'da alıntılanmıştır, s. 52.

42

Polemon'un bikâyesi Diogenes Laertius tarafından ele alınmıştır. Polemon sefahat düşkünü bir gençti. Bir gün Senokrates'in ders verdiği yerin önünden geçerken, sarhoş arkadaşlarıyla birlikte okula girdi ama mükemmel bir öğretmen olan Senokrates'in sözlerinden o kadar etkilendi ki bambaşka birine dönüştü ve sonunda okulda Senokrates'in yerini aldı.

43

Laios çocuk yapma konusunda Delphi kahinine başvurdu. Kahin ona çocuk yapmamasını ve hatta yapsa bile terk etmesini söyledi. Laios aptallık ederek tannya iki konuda da itaatsizlik etti ve hem çocuk yapıp hem de onlan yetiştirdi. Oğlu Oedipus'u terk etti aslında ama çocuk kurtanldı ve Laios'u öldürdü.

44

Odysseia’da Zeus'un Aegisthus'tan bahsettiği kısımdan.

45

(Orta p^makla birini işaret etmek çok büyük bir hakaretti.

46

Crinis, Diogenes Laertius tarafından bahsedilen Stoacı bir filozoftu. Gerçek bir filozof olmadığını ve korkudan öldüğünü varsayabiliriz.

47

Maximus, Trajan tarafından Parthialılara karşı bir sefer düzenlemekle görevlendirildi ve bu seferde hayatını kaybetti. Cassiope, Epirus'ta bulunan, denize yakın bir şehirdir. Pandosia ile Epiktetos'un yaşadığı Nikopolis arasında yer alır.

IX. BÖLÜM

BİR DAVA İÇİN ROMA’YA GİDEN SÖYLEVCİYE

Konumuyla ilgili bir dava için Roma’ya gitmekte olan biri Epiktetos’u görmeye geldi. Epiktetos Roma’ya gitmesinin nedenini öğrenmek istedi ve adam onu yanıtladıktan sonra konuyla ilgili ne düşündüğünü sordu. Epiktetos şunları söyledi: Eğer Roma’da ne yapacağını, başarılı mı yoksa başarısız mı olacağını soruyorsan, bu konuda hiçbir şey söyleyemem. Ancak, durumu nasıl idare edeceğini soruyorsan, buna yanıt verebilirim. Eğer doğru fikirlere sahipsen, iyi idare edersin. Eğer yanlış fikirlere sahipsen, iyi idare edemezsin. Çünkü herkes kendi görüşleri doğrultusunda hareket eder. Sen neden Knossosluların valisi olmak istedin? Görüşlerin nedeniyle. Şimdi neden Roma’ya gidiyorsun? Görüşlerin nedeniyle. Üstelik kış vakti tehlikeli ve masraflı bir yolculuğa çıkıyorsun. "Gitmek zorundayım.” Bunu sana söyleyen ne? Görüşlerin. Bütün davranışların sebebi görüşlerse ve insan kötü görüşlere sahipse, sebep nasılsa, sonuç da öyle olur. Hem sen hem de karşındaki kişi sağlam görüşlere mi sahip? Aranızda ne fark var? Sen karşındakinden daha sağlam görüşlere mi sahipsin? Neden? Öyle düşündüğün için. O da kendi görüşlerinin daha iyi olduğunu düşünüyor; deliler de genellikle öyle düşünür. Bu, kötü bir kriter. Bana görüşlerini sorgulama zahmetine girdiğini göster. Knossosluların valisi olmak için Roma’ya yelken açıyorsun; zaten sahip olduğun unvanlarla evinde kalmak seni memnun etmiyor ve daha fazlasını istiyorsun. Peki, kendi görüşlerini incelemek ve - varsa - kötü görüşlerinden arınmak için yolculuğa çıktın mı hiç? Bu amaçla başvurduğun biri oldu mu? Buna zaman ayırdın mı? Ne zaman? Eğer benden utanıyorsan, içinden düşün. Küçüklüğünde kendi görüşlerini inceledin mi hiç? Genç bir delikanlı olup da söylevcilerin arasına katıldığında, hangi konularda eksiklerin olduğunu düşündün? Kamu hayatına katılıp kendi görüşlerini savunmaya ve itibar kazanmaya başladığında, kimleri kendine denk gördün? Görüşlerini inceleyen ve kötü bulan birine boyun eğdin mi hiç? Sana ne dememi istiyorsun bu durumda? "Bana bu konuda yardımcı ol.” Bu konu için bir teoremim yok. Bana bir filozofa gelir gibi değil de pazarcıya veya kunduracıya gelir gibi geldiğine göre, senin de yok. Filozofların ne için teoremleri vardır? Ne olursa olsun, zihnimizi doğayla uyumlu kılmaya devam edebilmemiz için. Sence bu önemsiz bir şey mi? "Hayır, çok önemli bir şey.” O zaman? Kısa sürede elde edilebilecek bir şey mi? Geçip giderken özümseyebileceğin bir şey mi? Özümseyebiliyorsan özümse. Bu durumda, "Epiktetos’u bir heykeli görmüş gibi gördüm,” dersin. Çünkü beni gördün ama hepsi bu. Bir insanla insan gibi tanışmak için fikirlerini öğrenmek ve karşılığında kendi fikirlerini açıklamak gerekir. Benim fikirlerimi öğren. Bana kendi fikirlerini göster. İşte o zaman beni ziyaret ettiğini söyleyebilirsin. Birbirimizi inceleyelim. Eğer kötü bir fikre sahipsem, beni bu fikirden caydır. Eğer sen kötü bir fikre sahipsen, bunu ortaya koy. Bir filozofla görüşmenin anlamı budur. Gelgelelim sen, "Ben gelip geçerken uğradım,” diyorsun. "Gemi bulurken, Epiktetos’u da göreyim dedim. Bakalım o ne diyecek?” Sonra da gidip şöyle diyeceksin; "Epiktetos hiçbir şey bilmiyormuş. Dilbilgisi hataları yaptı ve barbar gibi konuştu.” Yoksa neden yargıç gibi gelesin? Birisi çıkıp şunları diyebilir: "Eğer ben de senin gibi bu meselelerle ilgileneceksem, toprağım olmamalı, çünkü senin yok. Gümüş kaplarım olmamalı, çünkü senin yok. İyi hayvanlarım olmamalı, çünkü senin yok.” Buna karşılık şunu söylemek yeterli olur belki; benim böyle şeylere ihtiyacım yok. Eğer çok fazla şeye sahip olursan, başkalarına ihtiyaç duyarsın. İstesen de istemesen de benden daha yoksulsun. Bana ne gerek? Sende olmayan şey. Yani, doğayla uyumlu ve kaygılardan arınmış sağlam bir zihin. Beni kollayan biri olmuş veya olmamış bana ne? Oysa bu senin için önemli. Ben senden daha zenginim. İmparatorun benim hakkımda ne düşüneceğini önemsemiyorum, dolayısıyla da hiç kimseyi göklere çıkarmıyorum. Altınların veya gümüşlerin yerine buna sahibim. Senin altından kap kacakların var ama söylevlerin, görüşlerin, kabul ettiklerin, hareketlerin ve arzuların topraktan. Eğer ben bunları doğayla uyumlu kılabil-diysem, neden mantık üzerinde çalışmayayım? Zamanım bol. Dikkatim dağınık değil. Dikkatim dağınık olmadığına göre ne yapmalıyım? Bundan daha uygun ne olabilir ki? Sen yapacak bir şey bulamadığında rahatsız oluyor, ya tiyatroya gidiyor ya da boş boş geziyorsun. Bir filozof neden mantığını geliştirmeye çalışmasın? Sen kristal kaplarla ilgileniyorsun, ben yalan adı verilen uslamlamayla. Sen kakmalı kaplada ilgileniyorsun, ben yadsıma adı verilen uslamlamayla. Sana sahip olduğun her şey küçük geliyor. Bana sahip olduğum her şey büyük. Senin arzuların doymak bilmiyor. Ben halimden memnunum. Dar boyunlu toprak bir kaptan incir ve fı stık almaya çalışan çocukların başına şöyle bir şey gelir. Eğer ellerini doldurudarsa, kaptan çıkaramazlar ve ağlamaya başlarlar. Elindeki birkaç şeyi bırakırsan, bir şeyleri çıkarmayı başarırsın. Arzular için de aynısı geçerlidir. Çok fazla şey arzulamazsan, istediklerine sahip olursun.

X. BÖLÜM HASTALIĞA NASIL YAKLAŞMALIYIZ?

Bir fikre ihtiyaç doğduğunda, o fikri hazırda bulunduruyor olmamız gerekir. Kahvaltı söz konusu olduğunda kahvaltıyla ilgili fikirleri, yıkanmak söz konusu olduğunda yıkanmayla ilgili fikirleri, uyumak söz konusu olduğunda da uyumakla ilgili fikirleri.

O gün bütün yaptıklarını gözden geçirmeden Uyku girmesin kapanan gözlerine

Neler eksik kaldı, neleri yaptın, neleri yapmadın Hepsini baştan sona inceledikten sonra Yanlışlarını kına ve doğrularına sevin.1 2

Bu dizeleri, ‘Paean Apollon’W7 diye haykırırcasına yüksek sesle okumak için değil, kullanmak için aklımızda tutmamız gerekir. Ateşimiz çıktığında da ateşle ilgili fikirlerimizi hazırda bulunduruyor olmamız ve ateşimiz çıktığı anda her şeyi unutmamamız gerekir. Ateşi çıkan biri şunları söyleyebilir: "Bir daha felsefeyle uğraşırsam beni ipte sallandırsınlar. Önce bedenime bakmalıyım ki bir daha ateşim çıkmasın.” Peki ama felsefeyle uğraşmak nedir? Olabileceklere karşı hazırlanmak değil midir?

Şunun gibi bir şey söylediğinin farkında değil misin? "Eğer kendimi olacaklara sabırla katlanmak için hazırlarsam, beni ipte sallandırsınlar.” Bu, insanın birkaç darbe aldığı için boksu bırakmasına benzer. Boksta vazgeçmek ve darbe almamak elimizdedir. Ancak, diğer meselede felsefeden vazgeçersek ne elde etmiş oluruz? İnsan ıstıraplı durumlarda ne demelidir? "Ben bunun için kendimi eğittim. Bunun için kendimi hazırladım.” Tanrı sana diyor ki, "Kendine gerektiği gibi baktığını kanıda bana. Gerektiği gibi yediğini, gerektiği gibi egzersiz yaptığını ve uzmanların sözünü dinlediğini kanıda.” Vakit geldiğinde zayıflık mı göstereceksin? Şimdi hastalık zamanı. Hastalığa dayanmayı bil. Şimdi susuzluk zamanı. Susuzluğa dayanmayı bil. Şimdi açlık zamanı. Açlığa dayanmayı bil. Bunlar senin elinde değil mi? Seni kim engelleyebilir? Hekim su içmeni engelleyebilir ama susuzluğa dayanmanı engelleyemez; yemek yemeni engelleyebilir ama açlığa dayanmanı engelleyemez.

"Ama felsefi çalışmalarımla ilgilenemiyorum.” Bu çalışmaları neden yapıyorsun? Mutlu olmak, sebatlı olmak ve doğaya uygun yaşamak için yapmıyor musun? Ateşin çıktığında, zihninin doğayla uyumlu olmasını ne engelleyebilir? Çalışmalarının kanıtı ve filozofun sınavı budur işte. Çünkü hastalık da yürümek, yelken açmak ve yolculuğa çıkmak gibi hayatın bir parçasıdır. Yürürken kitap okur musun? Hayır. Ateşin çıktığında da okumazsın. Ancak, iyi yürüyorsan, yürüyen bir insanın sahip olabileceklerine sahipsindir. Hastalığa iyi dayanıyorsan, hasta bir insanın sahip olabileceklerine sahipsindir. Hastalığa iyi dayanmak nedir? Tanrı’yı ve insanları suçlamamak, olanlardan sarsılmamak, ölümü asaletle karşılamak ve yapılması gerekenleri yapmaktır. Hekim geldiğinde, söylediklerinden korkma. "İyi durumdasın,” derse fazla sevinme. Sana yararlı ne söyledi ki? Sağlığın yerindeyken, bunun sana bir yararı var mıydı? "Kötü durumdasın,” derse de umutsuzluğa kapılma. Hasta olmak nedir? Ruhun ve bedenin ayrılmasına yakın olmak değil midir? Bunun ne zararı var? Eğer buna şimdi yakın değilsen, eninde sonunda olmayacak mısın? Sen öldüğünde dünya altüst mü olacak? Öyleyse, hekimi neden göklere çıkarıyorsun? Neden "Lütfederseniz iyi olacağım,” diyorsun? Hekime neden kaşlarını kaldırma (kibirli davranma) fırsatı veriyorsun? Hekime de ayağının ölçüsünü alan kunduracıya veya evini inşa eden marangoza verdiğin değeri vermen gerekmez mi? Nihayetinde hekim de sana ait olmayan fani bedeninle ilgilenmez mi? Hasta olan insanın böyle davranma fırsatı vardır ve eğer böyle davranırsa, kendisine ait olanları korur. Çünkü filozofun görevi dış etkenlerle, şarapla, yağla veya bedenle değil, kendi zihniyle ilgilenmektir. Peki, dış etkenlerle ne kadar ilgilenmelidir? İhmalkar olmayacak kadar. O zaman korkuya ne gerek kalır? Öfkeye, başkalarına ait şeylerden ve hiçbir değeri olmayan şeylerden korkmaya ne gerek kalır? Şu iki prensibi her zaman hazırda bulundurmamız gerekir: İrade dışında hiçbir şey iyi veya kötü değildir ve olaylara öncülük etmemiz değil uymamız gerekir. "Kardeşimin bana öyle davranmaması gerekirdi.” Evet ama bu onu ilgilendirir. O nasıl davranırsa davransın, ben gerektiği gibi davranacağım. Çünkü beni ilgilendiren budur. Başkasına ait olanı hiç kimse engelleyemez ama ben bunu engelleyebilirim.

Xl. BÖLÜM BELİRLİ MESELELER

İlahi kanunlara karşı gelenleri bekleyen belirli cezalar vardır. İrademize bağlı şeylerden başka şeylerin iyi olduğuna inananlar kıskanmaya, arzulamaya, birilerini göklere çıkarmaya ve huzursuzluğa kapılmaya mahkûmdur. İrademize bağlı şeylerden başka şeylerin kötü olduğuna inananlar ağlamaya, sızlanmaya ve mutsuz olmaya mahkûmdur. Ancak, cezalar bu kadar ağır olsa da bundan vazgeçemeyiz.

Şairin3 yabancı hakkında söylediklerini unutma:

Kötü olsa bile kötü davranamam bir yabancıya.

Bir baba için de aynısı söylenebilir. Kötü olsa bile saygısızlık edemem bir babaya, çünkü Zeus hepimizin babasıdır. Kardeş için de aynısı söylenebilir, çünkü hepimiz Zeus’tan geliriz. Hayattaki bütün ilişkilerimizin başında Zeus vardır.

xn. BÖLÜM EGZERSİZE DAİR

Egzersizler doğaya aykırı unsurlar içermemeli ve hayranlık uyandırmak amacıyla yapılmamalıdır. Yoksa kendimizi filozof olarak adlandıran bizlerin de hakkabazlardan bir farkı kalmaz. İp üzerinde yürümek zordur; sadece zor değil, tehlikelidir de. Bu nedenle ip üzerinde yürüme, palmiye ağacına tırmanma ya da heykelleri kucaklama alıştırmaları mı yapmamız gerekir? Katiyen. Zor ve tehlikeli olan her şey alıştırma yapmaya uygun değildir. Ancak, bize sunulanları geliştirmek için alıştırmalar yapmak uygundur. Peki, alıştırma yapmamız için bize sunulan nedir? Arzuladıklarımızı ve sakındıklarımızı kısıtlamalardan arındırarak yaşamak. Peki, bu ne anlama gelir? Arzuladıklarımızdan hayal kırıklığına uğramamak ve kaçınmak istediklerimizin pençesine düşmemek. Bu doğrultuda alıştırmalar yapmalıyız. Devamlı alıştırma yapmadan arzuladıklarımızdan hayal kırıklığına uğramamak ve kaçındıklarımızın pençesine düşmemek mümkün olmadığı için şunu bilmeniz gerekir: Eğer arzuladıklarınızın ve sakındıklarınızın, iradenizin gücü dahilinde olmayan unsurlara yönelmesine göz yumarsanız, arzuladıklarınızı ve sakındıklarınızı kısıtlamalardan arındıramazsınız. Güçlü alışkanlıklar baskın çıktığı için ve hem arzuladıklarımızı hem de sakındıklarımızı irademizin gücü dahilinde olmayan unsurlara yöneltmeye alışık olduğumuz için, karşı alışkanlıklar edinerek bu alışkanlığa direnmemiz gerekir. Kaygan izlenimlere egzersiz alışkanlığıyla direniriz.

Hazza fazla mı yatkınım? Egzersiz olsun diye bunun zıddına fazla yatkınlık gösteririm. Acıdan mı sakınıyorum? Bundan sakınmaktan kurtulmak için egzersiz yaparım. Çünkü egzersiz yapan kişi kimdir? Arzusunu kullanmamak ve sadece iradesinin gücü dahilindeki şeylerden sakınmak gibi üstesinden gelinmesi zor konularda alıştırma yapan kişidir. Belirli insanların belirli konularda daha fazla alıştırma yapması gerekirken, başka insanların da başka konularda daha fazla alıştırma yapması gerekir. Öyleyse, palmiye ağacına tırmanmak ya da çadır, harç ve havaneli taşımak bu amaca uygun mudur? Eğer asabi bir insansan, hakarete uğradığında sabretmek için ve bir saygısızlıkla karşılaştığında sinirlenmemek için çalış. O zaman öyle büyük bir ilerleme kaydedersin ki birisi sana vurduğunda bile, "Bir heykeli kucakladığını düşün,” dersin. Ardından şarabın dozunu kaçırmamak için çalış, çünkü bu konuda da ahmaklık edenler var. Önce şaraptan, güzel kızlardan ve tatlılardan uzak dur. Sonra, uygun bir zamanda kendini sınamak amacıyla arenaya çıkarsın ve izlenimlerin seni alt etmeye devam edip etmediğine bakarsın. Ancak başlangıçta senden daha güçlü şeylerden uzak dur. Güzel bir genç kızla felsefeye yeni başlayan bir kişi arasındaki yarış dengeli değildir. Deyişte de belirtildiği gibi, toprak testiyle taş uyuşmaz.

Arzuladıklarımız ve sakındıklarımızdan sonra hareketlerimizi içeren ikinci konu gelir; bu konu mantığımızı dinlememizle, görgü kurallarına aykırı ve yersiz hiçbir davranışta bulunmamamızla ilgilidir. Üçüncü konu ise kabul ettiklerimizle ilgilidir ki bu da ikna edici ve cezbedici şeylerle bağlantılıdır. Çünkü Sokrates’in de dediği gibi incelenmemiş bir hayat yaşamamamız gerekir. Dolayısıyla, bir izlenimi incelemeden kabul etmemeli ve şöyle demeliyiz: "Dur bakalım, önce ne olduğuna ve nereden geldiğine bakayım.” Tıpkı, "Bana geçiş iznini göster,” diyen bir gece nöbetçisi gibi. Doğadan, kabul edeceğin izlenimin sahip olması gereken işareti aldın mı? Beden egzersizleri yapanlar da arzuladıklarımıza ve sakındıklarımıza yöneliyorlarsa, doğru egzersizler yapıyor olabilirler ama gösteriş için egzersiz yapıyorlarsa, bu onların dış etkenlere yöneldiklerini, başka şeyler peşinde olduklarını ve "Ne güçlü adam,” diyecek izleyiciler aradıklarını gösterir. Apollonius bu konuda iyi konuşmuştur; "Kendini geliştirmek için egzersiz yapıyorsan ve sıcaktan dolayı susadıysan, ağzına soğuk su alıp tükür ve hiç kimseye söyleme.”

XID. BÖLÜM YALNIZLIK NEDİR VE YALNIZ İNSAN NASIL BİR İNSANDIR?

Yalnızlık, çaresiz insana özgü bir durumdur. Çünkü insanın tek başına olması yalnız olduğu anlamına gelmediği gibi, kalabalık içinde olması da yalnız olmadığı anlamına gelmez. Kardeşimizi, çocuğumuzu veya destek almaya alışık olduğumuz bir dostumuzu kaybedince, Roma’da büyük kalabalıklar arasında olsak da veya çok sayıda köleye sahip olsak da yalnız kaldığımızı söyleriz. Yalnız insanın çaresiz olduğu ve kendisine zarar vermek isteyenlere karşı korumasız olduğu düşünülür. Bu nedenle özellikle seyahat ederken soyguncuların arasına düştüğümüzde yalnız olduğumuzu söyleriz, çünkü yalnızlığımızı gideren, herhangi bir insan görmek değil, sadık, alçakgönüllü ve yardımsever bir insan görmektir. Eğer tek başına olmak yalnızlık için yeterli olsaydı, Zeus’un da büyük yangında yalnız olduğu ve "Ne Hera var, ne Athena, ne de Apollon. Ne kardeşim var, ne oğlum, ne de torunum. Öyle mutsuzum ki,” diye dövündüğü söylenebilirdi. Büyük yangında tek başına olduğunda bunu yaptığını söyleyenler de vardır. Bu insanlar doğal bir ilkeden, yani insanın doğuştan gelen karşılıklı sevgi ve toplum arzusundan, insanlar arasındaki sohbetin verdiği hazdan yola çıktıkları için, insanın tek başına hayatını nasıl geçirdiğini anlayamamaktadır. Ne var ki insan tek başına olmaya, kendi kendine yetmeye ve kendi kendinin yoldaşı olmaya da hazır olmalıdır. Nasıl ki Zeus kendi başına huzurluysa, yarattıklarını düşünüyor ve kendine özgü düşüncelere dalıyorsa, biz de kendimizle konuşmayı, başkalarının eksikliğini hissetmemeyi, oyalanacak şeyler bulmayı, ilahi kanunları ve kendimizle diğer şeyler arasındaki ilişkileri gözlemlemeyi, olanlardan eskiden nasıl etkilendiğimizi ve şimdi nasıl etkilendiğimizi sorgulamayı, bize acı vermeye devam eden şeyleri saptamayı, bunları nasıl iyileştireceğimizi bulmayı, geliştirmemiz gereken şeyler varsa, bunları mantığa uygun olarak geliştirmeyi başa-rabilmeliyiz.

İmparator bize büyük bir barış ortamı sağlamış gibi görünüyor. Artık düşmanlar, savaşlar, büyük hırsız ve korsan çeteleri kalmadığı için, günün her saati seyahat edebiliyor ve doğudan batıya yelken açabiliyoruz. Peki, İmparator bizi hastalıklardan, gemi kazalarından, yangınlardan, depremlerden ve şimşeklerden koruyabilir mi? Peki ya aşktan koruyabilir mi? Koruyamaz. Acıdan? Koruyamaz. Kıskançlıktan? Koruyamaz. Kısacası, İmparator bizi bu tür şeylerden koruyamaz. Ancak, filozofların öğretileri bizi bunlardan bile korumayı vadeder. Felsefe bize ne der? Eğer benimle ilgilenirsen, nerede olursan ol ve ne yapıyor olursan ol, acı, öfke, baskı ve kısıtlama hissetmeyeceksin; kaygılardan arınmış özgür bir hayat sürdüreceksin. İnsan İmparator’dan değil de (çünkü o bunu nasıl sağlasın?) mantık aracılığıyla Tanrı’dan gelen böyle bir huzura sahipse, tek başına olduğunda da halinden hoşnut olmaz mı? Çünkü o zaman şunları görecek ve söyleyecektir: "Başıma hiçbir kötülük gelemez. Benim için ne hırsız var, ne de deprem. Her şey huzur dolu ve sakin. Bütün yollar, şehirler, görüşmeler, komşular ve yoldaşlar zararsız. Birisi bana yemek sağlıyor, bir başkası giysi, bir başkası da fikir alışverişi.” Eğer gerekenler sağlanmaz ve Tanrı geri çekilme işaretini verirse de kapıyı açar ve “Git,” der. Nereye? Korkunç bir yere değil, geldiğin yere; dostlarına, soydaşlarına ve elementlere. İçinde ateşe dair ne varsa ateşe, toprağa dair ne varsa toprağa, havaya dair ne varsa havaya, suya dair ne varsa suya gider. Ne Hades, ne Acheron, ne Cocytus ne de Pyriphlegethon ama hepsi Tanrılar ve Şeytanlarla doludur. İnsan, düşüneceği böyle şeyler varken, güneşe, aya ve yıldızlara bakarken, denizin ve toprağın tadını çıkarırken, yalnız da değildir, çaresiz de. “Ya birisi beni yalnızken gafil avlayıp öldürürse?” Ey ahmak, seni değil, bedenini öldürebilir ancak.

O zaman geriye ne gibi bir yalnızlık kalır? Ne eksik kalır? Neden çocuklar kadar olamıyoruz? Çocuklar yalnız kaldıklarında ne yaparlar? Deniz kabuklarından ve dallardan bir şeyler inşa eder, sonra onları yıkıp yeni şeyler inşa ederler, dolayısıyla oyalanacak şeyleri hiç eksik olmaz. Öyleyse, sen uzaklara yelken açtığında yalnız kalacağım için oturup ağlamalı mıyım? Benim deniz kabuklarım ve dallarım yok mu? Çocuklar yaptıklarını bilgi eksikliğinden dolayı yaparlar, biz ise bilgilerimizden dolayı mutsuzuz.

Bütün büyük güçler (yetiler) yeni başlayanlar için tehlikelidir. Bunları kaldırabildiğin kadar ve doğaya uygun olarak kaldırmalısın. Bazen sağlıksız bir insan olarak yaşa ki bazen de sağlıklı bir insan olarak yaşayabilesin. Yemekten uzak dur, su iç, zaman zaman arzularından tamamen uzak dur ki bir gün arzuların mantığına uygun olsun. Eğer mantığına uygun olursa ve içinde iyilik varsa, arzuların da iyi olacaktır. “Ama biz hemen bilge insanlar gibi yaşamak ve insanlara faydalı olmak istiyoruz.” Nasıl faydalı olacaksınız? Ne yapacaksınız? Kendinize bir faydanız var mı? İnsanları yüreklendirmek mi istiyorsunuz? Yüreklendirin! Onlara faydalı olmak mı istiyorsunuz? Felsefenin nasıl bir insan meydana getirdiğini göstererek onlara örnek olun ve boş konuşmayın. Yemek yerken, sizinle birlikte yiyenlere faydalı olun. İçerken, sizinle birlikte içenlere faydalı olun. İnsanlara uyum sağlayarak, öncelik tanıyarak, sabır göstererek faydalı olun ve onlara zehir saçmayın.

XIV. BÖLÜM BELİRLİ MESELELER

Nasıl ki kötü oyuncular tek başlarına şarkı söyleyemez ve ancak başkalarının eşliğinde şarkı söyleyebilirlerse, bazı insanlar da tek başlarına dolaşamazlar. Eğer biraz karakterin varsa, tek başına dolaş ve kendi kendine konuş; koronun arasına saklanmaktan vazgeç. Biraz kafanı kaldır, etrafına bak ve çevren-dekileri incele ki kim olduğunu bulabilesin.

Eğer bir insan sadece su içiyor ya da disiplin adına başka herhangi bir şey yapıyorsa, bunu her fırsatta herkese söyler: "Sadece su içiyorum.” Bunun için mi su içiyorsun? Su içmek sana iyi geliyorsa iç ama eğer gelmiyorsa, saçma davranıyorsun. Su içmek sana iyi geliyorsa ve içiyorsan, bundan hoşlan-mayanlara bu konuda hiçbir şey söyleme. Neden söylüyorsun ki? O insanları memnun etmek mi istiyorsun?

Bazı şeyler nihai bir amaç doğrultusunda, bazı şeyler duruma göre, bazı şeyler başkalarına uyum sağlamak amacıyla, bazı şeyler de belirli bir hayat düzenine göre yapılır.

İnsanı iki şeyden arındırmak gerekir; kibir ve güvensizlik. Kibir, hiçbir eksiğin olmadığı fikrine dayanır. Güvensizlik ise etrafında bu kadar çok koşul varken mutlu olamayacağın fikrine dayanır. Kibir çürütme yoluyla giderilir. Sokrates bunu uygulayan ilk kişiydi. Bir şeyin imkansız olmadığını görmek için, ara ve sorgula. Bu arayış sana hiçbir zarar vermez. Felsefeyle uğraşmak bir bakıma arzuladıklarımızı ve sakındıklarımızı engellerden nasıl arındıracağımızı sorgulamaktır.

Birisi, "Ben senden üstünüm çünkü benim babam konsül,” der. Diğeri, "Ben kürsüye çıktım ama sen çıkmadın,” der. Eğer at olsaydık, "Benim babam daha hızlı. Benim bir sürü arpam ve samanım var,” mı diyecektin? Bu durumda ben de sana, "Öyle olsun. O zaman koşalım bakalım,” mı diyecektim? Peki, atlardaki koşu yarışı gibi, insanlarda da hangisinin daha üstün olduğunu belirleyen şeyler yok mu? Alçakgönüllülük, sadakat ve adalet yok mu? Bunlarda üstün olduğunu kanıda ki insan olarak üstün olduğunu bilelim. Eğer bana tekmelerinin çok sert olduğunu söylersen, bir eşeğin hareketleriyle övünüyorsun derim.

XV. BÖLÜM HER ŞEYE DİKKATLİ YAKLAŞMAMIZ GEREKTİĞİNE DAİR

Her hareketinde mutlaka öncesinde ve sonrasında gelenleri düşün ve öyle harekete geç. Çünkü eğer düşünmezsen, başlangıçta hevesli olursun ama birtakım koşullarla karşılaşınca, başladığın şeyden vazgeçersin. "Olimpiyat Oyunları’nda galip gelmek istiyorum." Ben de isterim; ne de olsa bu çok güzel bir şey. Ancak, öncelikle bunun içerdiklerini düşün ve sonrasında, eğer senin için iyi olacaksa, böyle bir uğraşı üstlen. Kurallara göre hareket etmek, sıkı bir perhiz uygulamak, nefis yiyeceklerden uzak durmak, sıcak ve soğuk havada aksatmadan egzersiz yapmak zorunda kalacaksın. İstediğinde soğuk su ve şarap içemeyeceksin. Kısacası, kendini hekimine emanet ettiğin gibi antrenörüne emanet edeceksin. Yarış sırasında her tarafını kum kaplayacak, belki kolun çıkacak veya bileğin burkulacak, toz yutacaksın, kırbaçlanacaksın ve bütün bunlara katlandıktan sonra bazen de mağlup olacaksın. Eğer bütün bunları hesaba kattıktan sonra hâlâ böyle bir eğilimin varsa, spor çalışmalarına başla. Eğer bunları hesaba katmazsan, bir gün güreşçilik, bir gün gladyatörcülük oynayan, bir gün trompet çalan, bir gün trajedi canlandıran, kısacası, görüp de hayran olduğu şeyleri taklit eden çocuklardan bir farkın kalmaz. Sen de çocuklar gibi bir gün güreşçi, bir gün gladyatör, bir gün filozof, bir gün söylevci olursun ama ruhunu bütünüyle hiçbirine adayamaz-sın. Maymun gibi, gördüğün her şeyi taklit edersin ve bir an o hoşuna giderken, bir an bu hoşuna gider ama alıştığın şeyden sıkılırsın. Çünkü hiçbir uğraşı enine boyuna düşündükten ve katı bir sınava tabi tuttuktan sonra üstlenmemiş, anlık bir hevesle ve gelişigüzel üstlenmişsindir. Bazı insanlar Euphrates gibi konuşan bir filozofu görünce filozof olmak isterler ama başka kim onun gibi konuşabilir ki?

Önce yapmayı planladıklarını gözden geçirdikten sonra kendi yaradılışını ve nelere katlanabileceğini de gözden geçir. Eğer bir güreşçi olmak istiyorsan, omuzlarına, hacaklarına ve beline bak, çünkü farklı insanlar farklı uğraşlar için yaratılmışlardır. Şu anda yaptıklarını yaparak filozof olabileceğini mi düşünüyorsun? Şimdiki gibi yiyebileceğini, şimdiki gibi içebileceğini, keyifsiz ve öfkeli olabileceğini mi düşünüyorsun? İzlemen, çalışman, belirli arzuların üstesinden gelmen ve soydaşlarından ayrılman gerekecek. Kölelerin seni hor görecek, karşılaştığın insanlar sana gülecek, yargıçların karşısında ve mahkemelerde hep alt konumda olacaksın. Bütün bunları hesaba kattıktan sonra uygun görüyorsan felsefeyle uğraş; karşılığında kaygılarından kurtulur, huzura ve özgürlüğe kavuşursun. Bütün bunları hesaba katmadığın sürece felsefeyle uğraşma. Bir gün filozofları, bir gün vergi tahsildarlarını, bir gün söylevcileri, bir gün İmparator’un vekillerini taklit eden çocuklar gibi davranma. Bunlar birbiriyle tutarlı değildir. Ya iyi ya da kötü olman gerekir. Ya zihnine ya da dış etkenlere çaba harcaman gerekir. Ya içindekilere ya da dışındakilere yönelmen gerekir; yani ya filozof olacaksın ya da sıradan biri.

Galba öldürüldüğünde birisi Rufus’a 109 "Şimdi dünya ilahi takdir ile mi yönetiliyor yani?” diye sordu. Rufus şöyle yanıtladı: "Ben hiç Galba’nın ölümünden yola çıkarak dünyanın ilahi takdir ile yönetildiğine dair bir argüman öne sürdüm mü?”

109 Rufus filozoftur. Galba, öldürülen İmparator Galba'dır. Bu pasajın bu bölüme ait olmadığı açıktır. Lord Shaftesbury bu pasajın I I. veya 14. bölüme ya da 17. bölümün sonuna ait olabileceğini öne sürmüştür.

XVI. BÖLÜM İNSANLARLA İLİŞKİ KURARKEN DİKKATLİ OLMAMIZ GEREKTİĞİNE DAİR

Eğer insan sohbet etmek için, birlikte içmek için ya da genel anlamda sosyalleşmek için insanlarla sık sık bir araya geliyorsa, ister istemez ya onlara benzeyecek ya da onları kendine benzetecektir. Çünkü eğer sönmüş kömürü yanan kömürün yanına koyarsan, ya sönmüş kömür diğerini söndürür ya da yanan kömür diğerini alevlendirir. Tehlike bu kadar büyük olduğuna göre, sıradan insanlarla ilişki kurarken dikkatli olmamız ve ise bulanmış biriyle arkadaşlık eden kişinin kendisinin de ise bulanmamasının mümkün olmadığını aklımızdan çıkarmamamız gerekir. Eğer karşındaki kişi gladyatörlerden, atlardan, sporculardan veya daha da kötüsü, ortak tanıdıklarınızdan bahsetmeye başlarsa, ne yapacaksın? "O iyi bir insan. Şu kötü bir insan. O iyi yapmış. Şu kötü yapmış,” derse, ne yapacaksın? Ya birini küçümser, alay konusu eder veya kötü niyet sergilerse? İçinizde, tellere dokunur dokunmaz hangilerinin akortsuz olduğunu anlayıp da enstrümanını hemen akort eden bir müzisyen kadar hazırlıklı olan biri var mı? Sokrates gibi, ilişki kurduğu herkesi kendi amacına yönlendirme gücüne sahip biri var mı? Nasıl olsun? Bu durumda, kendinizi sıradan insanların görüşlerine kaptırmanız kaçınılmaz.

Peki, onlar neden sizden daha güçlü? Çünkü onların gereksiz konuşmaları gerçek fikirlerine dayanırken, sizin süslü konuşmalarınız sadece laftan ibaret; bu yüzden de zayıf ve cansız. Öğütlerinizi ve devamlı bahsettiğiniz sefil erdemlerinizi dinlemek mide bulandırıcı. Sıradan insanlar bu bakımdan sizden daha avantajlı, çünkü görüşleri güçlü ve sağlam. Öyleyse, iyi düşünceler içinizde gerçekten yer edinene ve belirli bir güce erişene dek sıradan insanlarla ilişkilerinizde dikkatli olmanızı tavsiye ederim. Aksi takdirde, okulda öğrendiğiniz her şey, güneşin altında eriyen mum gibi eriyecek. Düşünceleriniz mum gibi olduğu sürece güneşten uzak durun. Filozoflar bu nedenle insanlara yurtlarını terk etmelerini tavsiye ederler, çünkü köklü alışkanlıklar insanın dikkatini dağıtır ve yeni alışkanlıklar kazanılmasını engeller. Ayrıca, insanların bizi gördüğünde, "Bak, falanca bir zamanlar neydi, şimdi filozof olmuş,” demesine de katlanamayız. Hekimler hastalıkları uzayan insanları hava değişimi için farklı ülkelere gönderirler ve doğru da yaparlar. Siz de sahip olduklarınızdan farklı alışkanlıklar edinin; fikirlerinizi belirleyin ve bu fikirleri uygulayın. Ne var ki siz bunu yapmıyorsunuz. Oyunlara, gladyatör gösterilerine, egzersiz alanlarına ve sirklere gidip geliyor ama aynı kişi olarak kalıyorsunuz. İyi bir alışkanlık kazanmıyor, benliğinize özen ve ilgi göstermiyor, şu soruları sormuyorsunuz: Bana sunulan izlenimleri nasıl kullanıyorum? Doğaya uygun olarak mı yoksa doğaya aykırı olarak mı? Onlara nasıl cevap veriyorum? Gerektiği gibi mi yoksa gerektiği gibi değil mi? İrademden bağımsız olan şeylere, beni ilgilendirmediklerini söylüyor muyum? Eğer henüz bu durumda değilseniz ve gerçek anlamda bir insan olmaya başlamak istiyorsanız, eski alışkanlıklarınızdan ve sıradan insanlardan uzak durun.

XVI. BÖLÜM İLAHİ TAKDİR ÜZERİNE

İlahi takdire bir suçlamada bulunduğunuzda, durumu etraflıca düşünüp taşınırsanız, olanların mantığa uygun olduğunu görürsünüz. "Evet ama adaletsiz insanlar daha avantajlı.” Hangi konuda? "Para.” Evet, çünkü onlar insanlara övgüler düzmekte, utanmazlıkta ve uyanıklıkta sizden daha üstün. Bunda şaşılacak ne var? Bir de sadık ve alçakgönüllü bir insan olmak konusunda sizden daha üstün olup olmadıklarına bakın. Öyle olmadıklarını görürsünüz. Hangi konuda daha üstünseniz, o konuda avantajlısınızdır. Bir keresinde Philostorgus’un serveti konusunda yakınan birine şunu sordum: "Sen Sura’yla yatmayı tercih eder miydin?” "Asla,” diye yanıtladı. "Öyleyse, Philostorgus’un sattığı şeyin karşılığında bir şey almasına neden bozuluyorsun? Ayrıca, bunları senin tiksindiğin yollarla elde etmiş birinin mutlu olduğunu nasıl düşünürsün? İlahi takdirin daha iyi şeyleri daha iyi insanlara vermesi yanlış mı? Alçakgönüllü olmak zengin olmaktan daha iyi değil mi?” Adam bunu kabul etti. "Öyleyse, daha iyisine sahipken neden yakınıyorsun? İnsanların daha üstün oldukları konularda diğerlerinden daha avantajlı olmasının doğanın kanunu olduğu gerçeğini aklından çıkarmazsan, hiçbir zaman üzülmezsin.

"Ama karım bana kötü davranıyor. ” Birisi sana ne olduğunu sorarsa, "Karım bana kötü davranıyor,” dersin. Dahası var mı? Yok. "Babam bana hiçbir şey vermiyor.” Birisi sana ne olduğunu sorarsa, "Babam bana hiçbir şey vermiyor,” dersin. Dahası var mı? Yok. Bunun kötü olduğunu söylemek, dışarıdan ilave edilen yanlış bir yorumdur. Dolayısıyla, yoksulluktan değil, yoksulluk fikrinden kurtulmamız gerekir; işte o zaman mutlu oluruz.

XVI. BÖLÜM

HİÇBİR HABERİN BİZİ RAHATSIZ ETMEMESİ GEREKTİĞİNE DAİR

Seni rahatsız edecek bir haber aldığında, şu prensibi akimdan çıkarma: Aldığın haber, senin iradenin gücü dahilinde değil. Hiçbir insan sana kötü bir fikir edindiğini veya kötü bir arzuya kapıldığını haber verebilir mi? Hayır. Belki birinin öldüğünü haber verebilir. Sen bu konuda ne yapabilirsin? Birinin senin hakkında kötü konuştuğunu haber verebilir. Sen bu konuda ne yapabilirsin? Babanın bir şeyler planladığını haber verebilir. Kime karşı? İradene karşı mı? Bunu nasıl yapsın? Bedenine veya mal varlığına karşı mı? O zaman güvendesin; sana karşı değil. Yargıcın biri dine saygısızlık ettiğine hükmetti. Yargıçlar Sokrates için de aynı kararı vermediler mi? Yargıcın böyle bir karar vermesi seni ilgilendirir mi? Hayır. O zaman bunu neden dert ediyorsun? Babanın belirli bir görevi var ve eğer bu görevi yerine getiremezse, baba olma özelliğini, doğuştan gelen sevgi dolu ve şefkatli bir insan olma özelliğini yitirir. Bu sebepten başka şeyler de yitirmesini dileme. Çünkü insan hiçbir zaman bir konuda yanlış yapıp da başka bir konuda cezasını çekmez. Diğer yandan, öfkelenmeden sağlam ve alçakgönüllü bir savunma yapmak da senin görevindir. Yoksa sen de alçakgönüllü ve cömert bir oğul olma özelliğini yitirirsin. Peki ya yargıç hiçbir tehlike altında değil mi? O da senin kadar tehlike altında. Öyleyse, vereceği karardan neden hâlâ korkuyorsun?

Başka birinin kötülüğü seni ne ilgilendirir? Senin hatan ancak kötü bir savunma yapmak olur; sen sadece buna karşı tetikte ol. Mahkûrniyet kararı almak veya almamak başka birinin elinde olduğu için, kötülük de ona aittir. Birisi seni tehdit ediyor. Seni mi? Hayır. Seni suçluyor. Bırak kendi meselelerini nasıl ele aldığını görsün. Seni haksız yere mahkûm edecek. O zaman ondan daha sefili yoktur.

XIX. BÖLÜM SIRADAN BİR İNSANİN VE BİR FİLOZOFUN DURUMU NEDİR?

Sıradan bir insan ile bir filozof arasındaki birinci fark şudur: Sıradan insan, "Vah çocuğum vah, vah kardeşim vah, vah babam vah,” der. Filozof ise eğer olur da “Vah,” demek zorunda kalırsa, hemen durup “Vah bana vah,” der. Çünkü irademizden bağımsız olan hiçbir şey irademizi engelleyemez ve zedeleyemez. Sadece irademiz kendi kendini engelleyebilir ve zedeleyebilir. Öyleyse, işler istediğimiz gibi gitmediğinde suçu kendimizde ararsak ve endişelerimizin sebebinin kendi fikirlerimizden başka bir şey olmadığını hatırlarsak, ilerleme kaydetmiş oluruz. Ne var ki biz baştan beri farklı bir yolda ilerliyoruz. Mesela çocukluğumuzda dikkatsizlikten dolayı tökezlediğimizde, bakıcımız bizi azarlamak yerine taşı dövüyor. Taşın suçu ne? Banyodan çıkıp da hiçbir şey yemek istemediğimizde, öğretmenimiz bizim iştahımızı kontrol etmek yerine aşçıyı kırbaçlıyor. Sen çocuğun öğretmeni misin yoksa aşçının öğretmeni mi? Çocuğun davranışlarını düzeltsene; onun kendini geliştirmesini sağlasana. İşte bu yüzden büyüdüğümüzde de çocuk gibi davranıyoruz. Çünkü müzikten anlamayan biri müzik konusunda çocuktur. Okuma bilmeyen biri öğrenim konusunda çocuktur. Eğitilmemiş biri hayat konusunda çocuktur.

XX. BÖLÜM BÜTÜN DIŞ ETKENLERDEN FAYDALANABİLECEĞİMİZE DAİR

İzlenimler söz konusu olduğunda, iyinin ve kötünün dış etkenlerde değil de kendimizde olduğunu hemen hemen herkes kabul eder. Hiç kimse gündüzü “iyi” diye, geceyi “kötü” diye veya üçün dört olduğu fikrini “kötülüklerin en büyüğü” diye adlandırmaz. Peki, insanlar ne söyler? Bilginin iyi, hatanın kötü olduğunu. Bu durumda yanlıştan bile iyi bir sonuç çıkar, çünkü onun yanlış olduğu bilgisini edinmiş olursun. Bu, hayatta da böyle olmalıdır. Sağlık iyi, hastalık kötü bir şey midir? Hayır. Sağlıklı olmaktan doğru şekilde faydalanmak iyi, yanlış şekilde faydalanmak kötüdür. Yani, hastalıktan bile bir fayda elde etmek mümkündür. Hatta ölümden ve sakatlanmaktan bile fayda elde etmek mümkün değil midir? Menoeceus4 ölümden hiçbir şey kazanmadı mı? Bunu söyleyen biri Menoeceus’un kazandıklarını kazanabilir mi? Menoeceus vatansever, sadık ve yüce gönüllü bir insan olarak karakterini korumadı mı? Yaşamaya devam etseydi, bütün bunları kaybetmeyecek miydi? Bunların tam zıddını kazanmayacak mıydı? Korkak, onursuz ve vatan haini bir insan olarak adlandırılmayacak mıydı? Öyleyse, ölümden hiçbir şey kazanmadığı söylenebilir mi? Bence söylenemez. Peki ya Admetus’un babası hayatını onursuzca ve sefilce uzatarak çok şey mi kazandı? Sonuçta yine ölmedi mi? Yalvarıyorum, maddi şeylere değer vermekten vazgeçin. Kölelikten ve bu maddi şeyleri verme ya da alma gücüne sahip kişilere kölelik etmekten vazgeçin.

Bunlardan fayda sağlanabilir mi? Her şeyden fayda sağlanabilir; kötü muamele gördüğün birinden bile. Dövüşten önce sporcuyu çalıştıran kişi ona fayda sağlamaz mı? Hem de büyük bir fayda sağlar. Sporcunun dayanıklılığını ve soğukkanlılığını geliştirmesini sağlar. Beni boynumdan tutup da omuzlarımı ve belimi çalıştırmamı sağlayan kişi bana iyilik etmiş olur; beni daha büyük ağırlıklar kaldırmaya teşvik eden antrenör bana iyilik etmiş olur. Peki ya soğukkanlılığımı korumak konusunda kendimi geliştirmemi sağlayan kişi bana iyilik etmiş olmaz mı? Bu, insanlardan nasıl fayda elde edeceğini bilmemektir. Komşum kötü mü? Kendisi için kötü ama benim için iyi; iyi ve ölçülü bir insan olarak kendimi geliştirmemi sağlıyor. Babam kötü mü? Kendisi için kötü ama benim için iyi. Hermes’in asasının dokunduğu her şeyi altına çevirdiği söylenir. Ben de önüme getirdiğin her şeyi iyiye çevirebileceğimi söylüyorum. Hastalığı getir, ölümü getir, yoksulluğu getir, kötü muameleyi getir, ölüm cezasıyla yargılanmayı getir. Hermes’in asası sayesinde hepsinden fayda sağlarım. "Ölümden ne fayda sağlarsın?” Onu onurlu kılarım ya da insanın, doğanın iradesine nasıl uyduğunun bir örneği olarak sunarım. "Hastalıktan ne fayda sağlarsın?” Onun doğasını sergilerim; sakin olurum, mutlu olurum, hekimi göklere çıkarmam ve ölmeyi dilemem. Başka ne istiyorsun? Bana ne verirsen ver, onu mutlu, uğurlu ve onurlu kılarım; insanın isteyeceği bir şey haline getiririm.

Peki, siz ne diyorsunuz? "Dikkat et de hastalanma. Hastalık kötü bir şey.” Bu, şunu demekle aynı şey: "Dikkat et de üçün dört olabileceği fikri aklından asla geçmesin. Bu kötü bir şey." Neresi kötü? Eğer düşünmem gerektiği gibi düşünürsem, bana ne zararı dokunabilir? Hatta benim için faydalı olmaz mı? Yoksulluk, hastalık ve makam sahibi olmamak konusunda düşünmem gerektiği gibi düşünürsem, bu benim için yeterli olmaz mı? Benim için faydalı olmaz mı? O durumda iyiyi ve kötüyü dış etkenlerde aramaya nasıl devam edebilirim? Gelgelelim, bu öğretiler sadece burada kalıyor ve giderken yanınızda götürmüyorsunuz. Hemen kölenizle, komşunuzla, sizinle alay edenlerle kavgaya tutuşuyorsunuz. Bense her gün bana hiçbir şey bilmediğimi kanıtladığı için Lesbios’a5 şükrediyorum.

XXI. BÖLÜM

HEMEN SOFİST KONUMUNA GELENLERE KARŞI

Sadece teoremleri öğrenen kişiler, tıpkı yiyeceklerden midesi rahatsızlananlar gibi, bunları hemen kusmak isterler. Önce öğrendiklerini sindirmelisin ve sonra da bu şekilde kusmama-lısın. Eğer sindirmezsen, tüketmeye uygun olmayan ham yiyecekler gibi, kusmana neden olurlar. Öğrendiklerini sindirdikten sonra, bize zihninde meydana gelen değişimleri göstermelisin. Tıpkı çalışmalarını ve yediklerini omuzlarıyla sergileyen sporcular gibi. Tıpkı öğrendikleri sanatları eserleriyle sergileyen kişiler gibi. Marangoz hiçbir zaman çıkıp da, "Size marangozluk sanatını anlatayım,” demez ama bir ev inşa ederek bu sanatı bildiğini kanıtlar. Sen de öyle yapmalısın. İnsan gibi ye, insan gibi iç, giyin, evlen, çocuk yap ve vatandaşlık görevlerini yerine getir. Kötü sözlere dayan, mantıksız davranan kardeşine sabır göster, babana sabır göster, çocuğuna, komşuna ve dostuna sabır göster. Bize bunları göster ki filozoflardan gerçekten bir şeyler öğrendiğini anlayalım. Gelgelelim, sen bunu yapmıyorsun. "Gelin de felsefi yorumları okumamı dinleyin,” diyorsun. Git bunları kusacağın başka birini bul. "Hrisippos’un yazılarını hiç kimse benim gibi açıklayamaz. Onun metinlerini size en açık şekilde aktaracağım. Ayrıca Antipatros’u ve Archedemus’u da ele almaya çalışacağım.”

Gençler senin birtakım kelimeleri açıklamanı dinlemek için mi ailelerini ve yurtlarını terk edip buraya gelecekler? Bura-266

da dayanıklılıklarını arttırmayı, insanlarla ilişkilerinde daha etkin olmayı, tutkularından ve kaygılarından arınmayı, hayata karşı hazırlanmayı ve olacaklarla onurlarıyla başa çıkmayı öğrenmeleri gerekmez mi? Sen sahip olmadığın bu şeyleri onlara nasıl vereceksin? Baştan beri uslamlamaların çözümlemelerinden ve sofistike argümanlardan başka bir şeyle ilgilendin mi? “Ama onun okulu var. Benim neden okulum olmasın?” Bu işler düşüncesizce yapılmaz; belirli bir yaş ve deneyim gerektirir. Tanrı’yı rehber almayı gerektirir. Sen buna itiraz ediyorsun ama hiç kimse tanrılara kurban vermeden ve onlardan yardım dilemeden limandan ayrılmaz. Hiç kimse Demeter’den yardım istemeden tohum ekmez. İnsan bu kadar büyük bir işi tanrıların yardımı olmadan üstlenebilir mi? Üstlenenler başarıya ulaşabilir mi? Sen gizemleri ortaya dökmekten başka ne yapıyorsun? “Eleusis’te bir tapınak varsa, burada da var,” diyorsun. “Eleusis’te6 bir keşiş varsa, burada da olacak. Orada bir haberci varsa, burada da olacak. Orada meşale taşıyan biri varsa, burada da olacak. Orada meşaleler varsa, burada da olacak. Kelimeler aynı kelimeler. Burada yapılanlar orada yapılanlardan neden farklı olsun?” Ey saygısız, arada hiçbir fark yok mu? Orada yapılanlar yerinde ve zamanında yapılıyor. Kurbanların ve duaların eşliğinde yapılıyor. İnsanlar önce arınıyor; kutsal ve kadim bir ayine katılma fikrine zihinsel olarak hazırlanıyor. Gizemler ancak bu şekilde faydalı olur; biz ancak bu şekilde atalarımızın bunları bizi bilgilendirmek ve hayatımızı yoluna koymak için oluşturduğunu idrak edebiliriz. Oysa sen bunları zamansız ve yersiz bir biçimde, kurbanlar ve arınma olmadan ortaya döküyorsun. Bir keşişin sahip olması gereken kıyafetlere, saçlara, başlığa, sese ve deneyime sahip değilsin. Kendini onun gibi arındırmamışsın. Sadece kelimeleri ezberlemişsin ve "Bu kelimeler kutsal,” diyorsun.

Bu meselelere farklı yaklaşman gerekir. Bunlar herkese bahşedilen sıradan şeyler değil, yüce ve kutsal şeylerdir. Ancak belki de bilgelik bile gençlere yol göstermek için yeterli değildir. İnsanın bu işe hazır ve uygun olması da gerekir. Her şeyden önemlisi de, Tanrı’nın insanı bu konuma yönlendirmiş olması gerekir. Tıpkı Sokrates’i hataları düzelten bir insan konumuna, Diyojen’i de eleştiren ve kuralları öğreten bir insan konumuna yönlendirdiği gibi. Oysa sen ilaçlar dışında hiçbir şeye sahip olmadan muayenehane açıyorsun. İlaçların nerede ve nasıl kullanılacağını bilmediğin gibi, öğrenme zahmetine de katlanmamışsın. "Bende de göz merhemi var,” diyorsun. Onu kullanma yetisine de sahip misin? Nerede ve ne zaman işe yarayacağını, kimin işine yarayacağını biliyor musun? Öyleyse, bu kadar önemli bir konuda neden baştan savma hareket ediyorsun? Neden umursamazca davranıyorsun? Neden senin için uygun olmayan bir işi üstleniyorsun? Bu işi layıkıyla yapanlara bırak. Hareketlerinle felsefeyi küçük düşürme ve felsefenin adını kötüye çıkaran insanlardan olma. Eğer teoremler hoşuna gidiyorsa, otur teoremleri kendi başına gözden geçir ama asla filozof olduğunu söyleme. Başkalarının da söylemesine izin verme ve şöyle de: "Yanılıyorlar, çünkü arzularım eskisinden farklı olmadığı gibi, hareketlerim ve kabul ettiklerim de değişmedi. İzlenimleri kullanmak konusunda da hiçbir ilerleme kaydetmedim.” Eğer doğru düşüncelere sahip olmak istiyorsan, bunları düşünmen ve söylemen gerekir. Yok, eğer istemiyorsan, baştan savma hareket etmeye ve yaptıklarını yapmaya devam et; sana da bu yakışır.

XXII. BÖLÜM KİNİZME DAİR

Kinizme meyilli öğrencilerinden biri Epiktetos’a Kinizmin neler içerdiğini ve Kinik bir insanın nasıl olması gerektiğini sorunca, Epiktetos şöyle dedi: Bu konuyu uzun uzadıya ele alalım. Ancak, şunu hemen söyleyebilirim ki Tanrı’nın onayı olmadan bu kadar büyük bir işe kalkışan kişi, Tanrı’ya karşı büyük bir kusur işlemiş olur ve insanların önünde kendini rezil etmekten başka bir şey yapamaz. Çünkü iyi idare edilen bir evde hiç kimse "Bu evi ben idare etmeliyim,” diye düşünemez. Yoksa evin sahibi, o kişinin etrafta küstahça emirler yağdırdığını gördüğü anda onu evden attırır ve kırbaçlattırır. Dünyada da bu böyledir, çünkü burada da evin bir sahibi vardır ve bütün emirleri o verir. Der ki: "Sen güneşsin. Dönerek yılları ve mevsimleri meydana getirecek, meyvelerin büyümesini sağlayacak, rüzgarların şiddetini arttıracak ya da azaltacak ve insanları ısıtacaksın. Dön ve küçük büyük ne varsa harekete geçir. Sen buzağısın. Bir aslan gördüğünde yapman gerekeni yap (kaç) yoksa cezasını çekersin. Sen boğasın. Öne çık ve dövüş, çünkü senin görevin bu. Sana yakışan da bu ve bunu yapabilirsin. Sen ordunu Truva’ya götürebilirsin; Agamemnon ol. Sen Hektor ile teke tek dövüşebilirsin; Akhilleus ol.” Eğer Thersites bu buyruğu yerine getirmeye kalkışsaydı ya açıkça reddedilir ya da birçok tanığın huzurunda kendini küçük düşürürdü.

Bu konuyu çok dikkatli düşün, çünkü aslında senin sandığın gibi değil. Sen diyorsun ki, "Şimdi pelerin giyiyorum, o zaman da giyerim. Şimdi yerde yatıyorum, o zaman da yatarım. Küçük bir çanta ve asa da alınca dilenmeye başlar ve karşıma çıkan herkese atıp tutarım. Tüylerini alan, saçlarını yapan ya da süslü giyinen birini görünce azarlarım.” Eğer bunun böyle bir şey olduğunu sanıyorsan, uzak dur. Hiç yaklaşma, çünkü bu hiç sana göre bir şey değil. Ancak eğer bunu olduğu gibi görüyor ve bu işe uygun olduğunu düşünüyorsan, ne kadar büyük bir işe kalkıştığını düşün.

Bir kere, şu anda yaptıklarını yapmamalısın. Tanrı’yı ve insanları suçlamamalısın. Arzularından tamamen kurtulmalı ve sadece iradenin gücü dahilindeki şeylerden sakınmalısın. Öfkelenmemeli, içerlememeli, kıskanmamalı ve acımamalısın. Kızlara, erkeklere, tatlılara veya şöhrete meyletmemelisin. Çünkü diğer insanlar bunları yaparken duvarların arasına, evlerine ve karanlığa sığınırlar. Saklanacak birçok yerleri vardır. Adam kapısını kapatıp önüne birini koyar ve birisi geldiğinde dışarıda olduğunu ya da müsait olmadığını söyletir. Oysa bir Kinik alçakgönüllülüğüyle korunmak zorundadır; eğer öyle yapmazsa, gökyüzünün altında çırılçıplak kalır. Onun evi budur, kapısı budur, yatak odasının önündeki köle budur, karanlığı budur. Çünkü bir Kinik yaptığı hiçbir şeyi saklama arzusu duymamalıdır; yoksa Kinik kimliğini, gökyüzünün altında yaşayan özgür bir insan olma kimliğini kaybeder. Dış etkenlerden korkmaya başlamıştır. Saklanma ihtiyacı duymaya başlamıştır. Üstelik istediği zaman saklanamaz da. Nereye saklanabilir ki? Nasıl saklanabilir ki? Eğer halka yol gösteren bu kişi tesadüfen yakalanırsa, nasıl acılara katlanmak zorunda kalır? İnsanın bu tür şeylerden korkarken bütün ruhuyla insanlara yol göstermesi mümkün müdür? Hayır, mümkün değildir.

Öyleyse, önce zihnini ve yaşam biçimini arındırmalısın. Şöyle demelisin: "Marangozun çalışma aracı ahşap, kunduracının çalışma aracı deriyse, benimki de zihnim. Benim işim izlenimleri doğru kullanmak. Bedenimin ve uzuvlarımın benim için hiçbir önemi yok. Ölüm mü? Dilediği zaman gelsin. İster bütün bedenin, ister bir parçanın ölümü. Sürgün mü? Hiç kimse beni dünyadan sürebilir mi? Hayır. Gittiğim her yerde güneş, ay, yıldızlar, hayaller ve alametler olacak. Tanrılarla konuşabileceğim.”

Gerçek bir Kinik bununla da yetinmez. İnsanlara iyinin ve kötünün özünü yanlış yerde aradıklarını ve doğru yere hiç bakmadıklarını göstermek için Zeus tarafından bir elçi olarak gönderildiğini bilmelidir. Ayrıca bir casus olduğunu da bilmelidir. Tıpkı Chaeronea Savaşı’nın ardından Philip’in karşısına casus olarak çıkarılan Diyojen gibi. Kinik de insanlar için iyi ve kötü olan şeylerin casusudur. Karşılaştıklarını dikkatle incelemek ve doğru rapor vermek onun görevidir. Dehşete kapılıp da düşman olmayan kişileri düşman gibi göstermemesi, izlenimler yüzünden tedirgin olmaması ve kafasının karışmaması gerekir.

Öyleyse, durum gerektirdiğinde sahneye çıkıp yüksek sesle Sokrates gibi şunları söyleyebilmelidir: Nereye koşuyorsunuz, ne yapıyorsunuz ey zavallılar? Körler gibi başıboş dolaşıyorsunuz. Doğru yoldan ayrıldınız ve başka bir yolda yürüyorsunuz. Mutluluğu ve bolluğu yanlış yerde arıyor ve birisi size onların yerini gösterse de ona inanmıyorsunuz. Bunları neden dışarıda arıyorsunuz? Neden bedende arıyorsunuz? Orada bulamazsınız. Eğer kuşkunuz varsa, Myro’ya ve Ophellius’a7 bakın. Neden servette arıyorsunuz? Orada bulamazsınız. Eğer bana inanmıyorsanız, Kroisos’a bakın. Zengin insanların hayatlarının ne büyük kederlerle dolu olduğuna bakın. Neden güçte arıyorsunuz? Orada bulamazsınız. Orada olsaydı, iki veya üç kere konsül olanların mutlu olmaları gerekirdi ama değiller. Bu konularda kime inanmalıyız? Bunlara dışarıdan bakıp da gözleri kamaşan sizlere mi yoksa bu insanların kendilerine mi? Peki, onlar ne diyorlar? Nasıl inlediklerine ve nasıl acı çektiklerine bakın; bütün o şan şöhret yüzünden daha da perişan olduklarını ve daha da büyük bir tehlike altında olduklarını düşünüyorlar. Mutluluk kraliyette mi öyleyse? Değil. Eğer öyle olsaydı, Neron ve Sardanapalus mutlu olurdu. Gelgelelim, onlardan daha iyi bir kral olan Agamemnon bile mutlu değildi. Başkaları uyurken, o ne yapıyordu?

Saçlarını yoluyordu.

İlyada, x. 15.

Peki, ne diyordu?

“Şaşkınım," dedi “ve huzursuzum." “Kalbim yerinden fırlayacakmış gibi. ”

İlyada, x. 91.

Ey zavallı, seni bu kadar kederlendiren ne? Servetin mi? Hayır. Bedenin mi? Hayır. Altın ve bakır içinde yüzüyorsun. Öyleyse, derdin ne? Arzuladığın, sakındığın, harekete geçmeye veya geçmemeye karar verdiğin parçanı ihmal etmişsin ve yoldan çıkmış. Nasıl mı? İyinin ve kötünün özünü bilmiyor; kendisine ait olanları ve başkasına ait olanları bilmiyor. Başkalarına ait olan bir şey kötü gittiğinde, "Vah başıma gelenler. Yunanlar tehlikede,” diyor. Oysa asıl perişan durumda olan, ihmal ettiği ve özen göstermediği zihni. "Truvalılar, Yunanları öldürecek.” Peki ama Truvalılar öldürmese de ölmeyecekler mi? "Evet ama hepsi birden ölmeyecek.” Ne fark eder? Çünkü eğer ölüm kötüyse, insanların hep birlikte ölmesi de, teker teker ölmesi de kötüdür. Ruhun ve bedenin ayrılmasından başka bir şey olacak mı? Olmayacak. Peki, eğer Yunanlar ölürse, kapı kapanacak mı? Ölmek senin elinde olmayacak mı? Olacak. Öyleyse, neden "Ah, kral olmak ve Zeus’un asasını taşımak,” diye sızlanıyorsun? Nasıl ki mutsuz tanrı diye bir şey yoksa mutsuz kral diye bir şey de yoktur. Öyleyse, sen nesin? Bir çobansın, çünkü kurtlar koyunlarından birini kaptığında ağlayan çobanlar gibi ağlıyorsun. Senin tarafından yönetilenler de koyun. Neden buraya geldin? Arzuların tehlikede miydi? Peki ya sakındıkların? Amaçladıkların? Kaçındıkların? "Hayır ama kardeşimin karısını alıp götürdüler.” Eşini aldatan bir kadından kurtulmak büyük bir kazanç değil mi? "Truvalıların bize hakaret etmesine göz mü yumalım yani?” Truvalılar bilge insanlar mı yoksa aptal insanlar mı? Bilge insanlarsa, onlarla neden savaşıyorsun? Aptal insanlarsa, onları neden önemsiyorsun?

Peki, iyilik bütün bunlarda olmadığına göre nerede? Söyle bize ey yüce elçi ve casus. Olduğunu düşünmediğin ve aramadığın yerde, çünkü arasaydın onu kendi içinde bulurdun. Yoldan sapmaz ve onu başkalarına ait olan şeylerde aramazdın. Düşüncelerini kendine çevir ve sahip olduğun fikirleri gözlemle. İyinin nasıl bir şey olduğunu tasavvur ediyorsun? "Kolayca akan, engellere takılmayan ve mutlu bir şey.” Onun yüce ve değerli bir şey olduğunu da tasavvur etmiyor musun? Zarar göremeyecek bir şey olduğunu da tasavvur etmiyor musun? Kolayca akan ve engellere takılmayan bir şey nerede bulunur peki? Esir edilmiş bir şeyde mi yoksa özgür bir şeyde mi? "Özgür bir şeyde.” Bedenin özgür mü yoksa esir edilebilir mi? "Bilmiyorum.” Ateş, gut hastalığı, göz iltihabı, dizanteri, bir tiran, yangın, demir, kısacası, ondan daha güçlü olan her şey bedenini esir edemez mi? "Evet, edebilir.” Öyleyse, bedene ait olan herhangi bir şey engellerden nasıl muaf olabilir? Ayrıca yüce ve değerli bir şey nasıl doğuştan ölü olabilir? Nasıl topraktan veya çamurdan olabilir? Peki ama özgür olan hiçbir şeye sahip değil misin? "Belki de değilim.” Seni yanlış olan bir şeyi kabul etmeye kim zorlayabilir? "Hiç kimse.” Seni doğru olan bir şeyi kabul etmemeye kim zorlayabilir? "Hiç kimse.” Öyleyse, görüyorsun ki içinde doğuştan özgür olan bir şey var. Bir şeyin faydalı olduğu veya olmadığı izlenimini edinmediğin sürece onu arzulayabilir veya ondan sakınabilir, ona doğru ilerleyebilir veya ondan uzaklaşabilir, kendini hazırlayabilir veya herhangi bir şey yapmaya kalkışabilir misin? "Hayır.” Öyleyse, bu alanda da engellere takılmayan ve özgür bir şeye sahipsin. Bunu geliştirsene, bununla ilgilensene, iyiliği burada arasana.

Evi barkı, ocağı, kölesi veya şehri olmayan, sefalet içinde yaşayan çıplak bir insan nasıl kolayca akan bir yaşam sürdürebilir? Tanrı size bunun mümkün olduğunu göstermek için birini gönderdi. "Bana bakın. Şehrim yok, evim yok, hiçbir mal varlığım yok, kölem yok. Yerde yatıyorum. Karım yok, çocuklarım yok, kalacak yerim yok. Gökyüzünden, yeryüzünden ve pelerinimden başka hiçbir şeyim yok. Peki ama neyim eksik? Hiç kedere kapılıyor muyum? Hiç korkuya kapılıyor muyum? Özgür değil miyim? Arzuladıklarımı elde edemediğimi hiç gördünüz mü ? Kaçınmak istediklerimin pençesine düştüğümü hiç gördünüz mü? Tanrı’yı veya insanları hiç suçladım mı? Yüzümde hiç üzgün bir ifade gördünüz mü? Sizin korktuğunuz ve hayranlık duyduğunuz kişilerin karşısına nasıl çıkıyorum? Onlara köle gibi davranmıyor muyum? Beni gören herkes, karşısında bir kral olduğunu düşünmüyor mu?”

Kiniklerin dilleri, karakterleri ve amaçları işte budur. Oysa sen onların karakterlerinin küçük çantalarından, asalarından ve geniş çenelerinden ibaret olduğunu sanıyorsun - onlara verdiğin her şeyi yiyip yutacak veya saklayacak kadar geniş çenelerinden. Ya da karşılaştıkları herkesi azarlamaktan ve omuzlarını sergilemekten ibaret olduğunu sanıyorsun. Ne kadar büyük bir işe kalkıştığını görüyor musun? Önce aynaya bir bak; omuzlarını, belini ve bacaklarını incele. Küçük ve önemsiz bir yarışa değil, Olimpiyatlara katılacaksın. İnsan Olimpiyatlardan sadece bir yenilgi alıp ayrılamaz. Önce Atinalıların, Sparta-lıların, Nikopolislilerin ve bütün dünyanın gözü önünde küçük düşmeye katlanması gerekir. Yarışlara düşünmeden katıldıysa, kırbaçlanmaya da katlanması gerekir. Üstelik bunun öncesinde de açlığa, susuzluğa ve toz yutmaya katlanması gerekir.

Daha dikkatli düşün, kendini tanı ve Tanrı’ya danışmadan hiçbir şey yapma. Eğer o senin bu görevi üstlenmeni istiyorsa, bil ki yüceliğe erişmenin yanı sıra pek çok zorluğa da göğüs germen gerekecek. Çünkü Kinik olmakla gelen şöyle gülünç bir durum da vardır; eşek gibi kamçılanman ve bütün herkesin babasıymış veya kardeşiymiş gibi, seni kamçılayanları sevmen gerekir. Oysa sen böyle bir durumda meydana çıkıp, "Ey İmparator, senin koruman altındaki bu şehirde nelere katlandığımı görüyor musun? Suçluyu valinin karşısına çıkaralım,” demeyi tercih edersin. Peki ama İmparator ya da vali bir Kinik için kimdir ki? Bir Kinik kendisini buraya gönderen Zeus’tan başka kimi tanır? Zeus’tan başka kime seslenir? Her ne çekerse çeksin, Zeus’un kendisini sınadığına inanmaz mı? Herkül, Eurystheus tarafından sınandığında acınacak durumda olduğunu düşünmedi; hiç tereddüt etmeden görevlerini yerine getirmeye çalıştı.

Zeus tarafından sınanan ve Diyojen’in asasını taşımaya layık olan biri ağlayıp sızlanır mı? Diyojen’in hastayken yanından geçip gidenlere söylediklerine bak: "Ey sefiller, hiç durmayacak mısınız? Sporcuların birbirleriyle mücadelelerini izlemek için ta Olympia’ya kadar gidiyorsunuz da bir insanın hastalıkla mücadelesini izlemeyecek misiniz?” Koşullarıyla gurur duyan ve yanından geçip gidenlere örnek olan böyle bir insan Tanrı’nın kendisine haksızlık ettiğinden yakınır mı? Neden yakınsın ki? Karakterini her koşulda koruduğu için mi? Erdemlerini daha da etkileyici bir biçimde sergilediği için mi? Peki, yoksulluk, ölüm ve acı hakkında ne der? Mutluluğunu Pers Kralı’nın mutluluğuyla kıyaslamaz mı? Daha doğrusu, aralarında bir kıyaslama bile yapılamayacağını düşünür. Çünkü huzursuzluğun, acıların, korkuların, gerçekleştirilemeyen arzuların, kaçınıla-mayacak durumlardan sakınmanın ve kıskançlıkların olduğu yerde, mutluluğa nasıl ulaşılabilir ki? Yozlaşmış prensiplerin olduğu yerde, ister istemez bunlar da olacaktır.

Öğrencisi, bir Kinik hastalandığında, arkadaşı ona evinde bakmayı teklif ederse, Kiniğin bu teklifi kabul edip etmemesi gerektiğini sorduğunda, Epiktetos şunları söyledi: Peki, Kiniğin arkadaşını nereden bulacaksın? Çünkü bu teklifi yapan kişi de Kinik olmalıdır ki Kiniğin arkadaşı olarak anılmaya layık olabilsin. Kiniğin arkadaşı olmaya layık bulunmak istiyorsa, o da Kiniğin asasını ve asaletini paylaşmalıdır; tıpkı Diyojen’in Antisthenes ve Krates’in arkadaşı olduğu gibi. Gelip Kiniğe selam veren herkes onun arkadaşı olabilir mi ya da onu evine davet edebilir mi sence? Bence hastalığını geçirebileceğin ve kuzey rüzgarından korunabileceğin bir gübre yığını bul ki üşümeyesin. Ancak, bana öyle geliyor ki sen birinin evinde kalmak ve bir süre orada güzelce beslenmek istiyorsun. O zaman neden Kiniklere özgü bir yaşamı benimsemek kadar büyük bir işe kalkışmayı düşünüyorsun?

"Peki, evlenmek ve çocuk yapmak bir Kiniğin üstlenmesi gereken görevler midir?”8 Epiktetos bu soruya şöyle yanıt verdi: Karşımda bilge insanlardan oluşan bir topluluk olsa, belki de hiçbiri kendini isteyerek bir Kiniğin hayatını yaşamaya adamaz. Sonuçta insan kimin için böyle bir hayatı benimser ki? Ancak, olur da benimserse, evlenip çocuk yapmasının önünde hiçbir engel yoktur, çünkü karısı ve kayınpederi de kendisi gibi olacak, çocukları da kendisi gibi yetişecektir. Ancak, günümüzün koşullarının savaş düzenini almış bir orduyu anımsattığı düşünülürse, Kiniğin, dikkatini dağıtan hiçbir şey olmadan Tanrı’ya hizmet etmesi daha uygun olmaz mı? Sıradan görevler tarafından kısıtlanmadan serbestçe hareket edebilmesi, ihmal ettiği takdirde onurlu ve iyi bir insan olma özelliğini yitireceği sıradan ilişkilerin içine girmemesi daha uygun olmaz mı? Çünkü eğer bu görevleri yerine getirirse, bu sefer de Tanrı’nın elçisi ve habercisi olma özelliğini yitirir. Kayınpederi için, karısının diğer akrabaları için ve karısı için üstleneceği görevleri düşünsene. Ailesine bakması ve destek olması gerekir. Başka hiçbir şey değilse bile, çocuğunu yıkayabilmek için su ısıtabileceği bir kap, yeni doğum yapan karısı için yün, yağ, yatak ve kupa bulması gerekir; yani evin mobilyaları artar. Diğer görevlerinden ve dikkatini dağıtacak diğer unsurlardan bahsetmiyorum bile. Peki, kendini halkın iyiliğine adayan kral nerededir şimdi?

O ki insanları korur ve yükümlülükleri hiç bitmez.

Homeros, îlyada, ii.25

Görevi başkalarına, evlilere ve çocuklulara bakmak olan, kimin karısına iyi davrandığını, kimin kötü davrandığını, kimin kavga ettiğini, hangi ailenin iyi yönetildiğini, hangi ailenin kötü yönetildiğini izlemek olan kral nerededir? O ki bir hekim gibi insanların nabzını yoklar. Kimisine "Ateşin var,” der. Kimisine, "Gut hastalığın var,” der. Kimisine "Yemek yeme,” der. Kimisine "Yemek ye,” der. Kimisine "Banyo yapma,” der. Kimisine "Sana ameliyat gerekiyor,” der. Sıradan bir hayatın yükümlülüklerine bağlı biri bütün bunlara nasıl zaman bulabilir? Çocuklarını giydirmek, okula göndermek ve onlara yazma araç gereçleri sağlamak onun görevi değil midir? Çocuklarına yatacak yer sağlamak onun görevi değil midir? Sonuçta çocukları doğar doğmaz Kinik olmayacaktır. Eğer bunları yapmayacaksa, çocuklarını yavaş bir ölüme terk etmektense, baştan terk etmesi daha iyidir. Kiniği nasıl bir konuma indirgediğimize bak; asaletini ondan nasıl aldığımıza bak. "Evet ama Krates’in karısı vardı.” Sen aşktan doğan bir durumdan ve Krates’in tıpatıp aynısı olan bir kadından bahsediyorsun.9 Oysa biz sıradan evliliklerden bahsediyoruz ve araştırmalarımız henüz evliliğin Kiniklere uygun olduğunu ortaya koymadı.

"Öyleyse, toplumun devamlılığına nasıl katkı sağlayacaklar?” Tanrı aşkına, soylarını sürdürmek için iki veya üç mızmız çocuk yapanların mı topluma daha büyük faydaları vardır yoksa bütün insanlara elinden geldiğince yol gösteren, onların neler yaptığını, nasıl yaşadığını, nelerle ilgilendiğini ve neleri ihmal ettiğini gözeten bir insanın mı? Küçük çocuklarını Teba-ililere bırakanların mı onlara daha büyük bir faydası olmuştur yoksa çocuksuz ölen Epaminondas’ın mı? Elli tane işe yaramaz çocuk yapan Priamus’un, Danaus’un veya Aeolus’un mu topluma daha çok faydası olmuştur yoksa Homeros’un mu? Generallerin veya yazarların görevleri nedeniyle evlenmemeleri ve çocuk yapmamaları mazur görülüyorsa, bir Kiniğin çocuk yapmaması da aynı nedenle mazur görülmemeli midir? Diyojen’in azametini görmeyip ve karakterini doğru düzgün anlamayıp, gözlerimizi masa başında bekleyen köpeklerden bir farkı olmayan ve belki de gaz çıkarmak dışında eski Kiniklerle hiçbir benzerliği bulunmayan günümüz Kiniklerine mi çevireceğiz? Çünkü bunu yapmasaydık, Kiniklerin evlenmemeleri ve çocuk yapmamaları bizi etkilemez ve şaşırtmazdı. Bir Kinik herkesin babasıdır; bütün erkekler onun oğlu, bütün kadınlar onun kızıdır. O herkesle özenle sohbet eder, herkesle ilgilenir. Karşılaştığı herkesi azarlamasının boş bir küstahlıktan kaynaklandığını mı sanıyorsun? Bunu bir baba olarak, bir ağabey olarak, Zeus’un elçisi olarak yapar.

İstersen bana bir Kiniğin kamu hizmetleriyle ilgilenip ilgilenmemesi gerektiğini de sor. Ey ahmak, onun zaten yapmakta olduklarından daha büyük bir kamu hizmeti var mıdır? Atinalıların arasına çıkıp hasılat ve ödeneklerden bahsetmesini mi bekliyorsun? Bir Kiniğin Atinalılarla da, Korintlilerle de, Romalılarla da aynı şekilde konuşması ve hasılat, ödenek, savaş ya da barış gibi konulardan değil, mutluluktan, mutsuzluktan, başarıdan, başarısızlıktan, kölelikten ve özgürlükten bahsetmesi gerekir. Bana böyle bir kamu hizmeti üstlenmiş bir insanın kamu hizmetleriyle ilgilenip ilgilenmemesi gerektiğini mi soruyorsun? Bana onun bir makam işgal edip etmemesi gerektiği-hi sorarsan da cevabım aynı olur. Ey ahmak, onun zaten işgal etmekte olduğu makamdan daha büyük bir makam var mıdır?

Bir Kiniğin bedenine de iyi bakması gerekir, çünkü eğer hasta, ince ve solgun görünürse, sözleri aynı ağırlığa sahip olmaz. Ruhunun nitelikleriyle sıradan insanlara, onların genellikle hayranlık duydukları şeyler olmadan da iyi bir insan olunabileceğini kanıtlaması gerektiği gibi, bedeniyle de açık havada sürdürülen sade ve idareli bir yaşamın bedene zarar vermediğini kanıtlaması gerekir. "Ben bunun kanıtıyım. Bedenim de bunun kanıtı,” demesi gerekir. Diyojen öyle yapardı; her zaman zinde görünür ve görünümüyle birçok kişinin dikkatini çekerdi. Acıma duygusu uyandıran bir Kinik dilenci gibi görünür. İnsanlar ondan rahatsız olur ve uzaklaşır. Bir Kinik kirli görünerek de insanları kendinden uzaklaştırmamalı, sadeliği temiz ve çekici olmalıdır.

Bir Kinik ayrıca doğuştan zeki ve hazırcevap da olmalıdır. Yoksa ahmağın tekinden ne farkı kalır? Bu niteliklere sahip olmalıdır ki karşılaştığı her duruma uygun tepkiyi kolaylıkla verebilsin. Diyojen kendisine, "Sen tanrılara inanmayan Diyojen misin?” diye soran birine, "Senin tanrılardan nefret ettiğini düşünürken, nasıl öyle olabilirim ki?” diye yanıt vermişti. Bir başka durumda ise dinlendiği sırada başında duran ve Homeros’un "Kararlar vermekle yükümlü bir insan bütün gece uyumamalıdır,” (îlyada, ii. 24) sözlerini tekrarlayan Büyük İskender’e uykulu haliyle "O ki insanları korur ve yükümlülükleri hiç bitmez,” diye yanıt vermişti.

Ancak her şeyden önce, bir Kiniğin zihni güneşten bile saf olmalıdır. Eğer değilse, prensipleri olmayan kurnaz bir düzenbazdır, çünkü kendisi birtakım kötülüklere bulaşmışken, başkalarını azarlamaktadır. Krallar ve tiranlar muhafızlarından ve silahlarından güç alarak insanları azarlar ve kendileri de kötü olsalar bile hata yapanları cezalandırırlar ama Kinikler muhafızlardan ya da silahlardan değil, vicdanlarından güç alırlar. Eğer bir Kinik insanları gözettiğini ve onlar için çaba harcadığını biliyorsa, saf uyuyor ve daha da saf uyanıyorsa, aklından geçen düşünceler tanrıların dostu ve elçisi olan birine layıksa, Zeus’un gücüne katkıda bulunuyorsa, her koşulda "Bana yol göster ey Zeus. Bana yol göster ey Kader” ve "Tanrılar öyle istiyorsa, öyle olsun,” demeye hazırsa, kardeşleriyle, çocuklarıyla ve soydaşlarıyla neden özgürce konuşmasın ki? İşte bu nedenle bir Kinik ne fazla meraklıdır ne de başkalarının işine burnunu sokmaktadır, çünkü insanları gözetirken aslında başkalarının meseleleriyle değil kendi meseleleriyle ilgilenmektedir. Yoksa askerlerini denetleyen, gözeten ve tertipsiz olanları cezalandıran bir generalin de başkalarının işine bununu soktuğu söylenebilir. Ancak, eğer kolunun altında bir pasta saklarken başkalarını azarlıyorsan sana derim ki: Neden bir köşeye gidip çaldıklarını yemiyorsun? Başkalarının meseleleri seni ne ilgilendirir? Sen kimsin? Sürünün boğası ya da arıların kraliçesi misin? Bana tıpkı onlar gibi üstünlüğünü kanıtla. Eğer arıların hükümdarı olduğunu iddia eden sıradan bir arıysan, diğer arılar seni alaşağı etmezler mi?

Bir Kinik ayrıca sıradan insanlara duygusuz ve katı görünmesine yol açacak bir dayanıklılığa da sahip olmalıdır. Onun düşüncesine göre hiç kimse ona hakaret edemez, hiç kimse ona vuramaz, hiç kimse ona zarar veremez. Bedenine ne olduğu umurunda değildir. Çünkü üstün olan şeylerin üstün olduğu konularda zayıf olanlara daima galip geleceğini bilir ve bedçn kalabalığın karşısında zayıftır; kendisinden daha güçlü olanların karşısında zayıftır. Dolayısıyla, bir Kinik asla yenik düşeceği bir yarışa girmez ve başkalarına ait olan şeylerden çekilir. Köleliğe mahkûm olan şeyler üzerinde hak iddia etmez. Ancâk, irade ve izlenimlerin kullanımı söz konusu olduğunda kaç tane gözü olduğunu görürsün; Argus bile onun yanında kör kalır. Kararlarında hiç aceleci davranmış mıdır? Düşüncesizce hareket etmiş midir? Arzuları onu yarı yolda bırakmış mıdır?

Kaçınmak istediklerinin pençesine düşmüş müdür? Amaçlarına erişemediği olmuş mudur? Başkalarında kusur bulmuş mudur? Küçük düşmüş müdür? Kıskançlığa kapılmış mıdır? Bütün ilgisini ve enerjisini bunlara verir. Diğer konularda ise istifini hiç bozmaz. Onun için huzurdan başka bir şey yoktur. Hiçbir tiran ya da hırsız onu iradesinden mahrum bırakamaz. Peki ya bedeninden? Bırakabilir. Mal varlığından? Bırakabilir. Şan ve şöhretten? Bir Kinik için bunlar nedir ki? Birisi onu bunlarla korkutmaya çalıştığında, "Git de çocukları korkut. Onlar maskelerden korkarlar, ben içlerinin boş olduğunu biliyorum,” der.

İşte sen böyle bir meseleyi tartıyorsun. Dolayısıyla lütfen önce bir dur ve buna hazır olup olmadığını düşün. Hektor’un Andromahi’ye söylediklerini unutma: "Eve dön ve dokumalarınla ilgilenmeye devam et. Savaş erkeklerin işidir, özellikle de benim işim. ” Hektor kendi yeteneklerinin de, karısının zafiyetinin de farkındaydı.

XXID. BÖLÜM GÖSTERİŞ AMACIYLA OKUYANLARA VE TARTIŞANLARA

Önce kendine kim olmak istediğini sor ve sonra da ona göre hareket et. Çünkü hemen hemen diğer her konuda öyle yaparız. Sporla ilgilenenler önce ne olmak istediklerine karar verirler, sonra da onun gerektirdiklerini yaparlar. Eğer uzun mesafe koşacaklarsa, ona göre bir beslenme ve egzersiz programı uygularlar. Eğer kısa mesafe koşacaklarsa, daha farklı bir program uygularlar. Eğer pentatloncu olacaklarsa, daha da farklı bir program uygularlar. Zanaatlar için de aynısı geçerlidir. Eğer bir marangozsan belirli konularda, metal işçisiysen başka konularda kendini geliştirirsin. Bütün yaptıklarımızın bir amacı olmalıdır, yoksa boşuna yapmış oluruz. Eğer yanlış bir amaçla hareket edersek de hedefi ıskalarız. Ayrıca, bir genel amaç, bir de özel amaç vardır. Öncelikle, insan gibi davranmamız gerekir. Bu ne anlama gelir? Uysal olsak da koyun gibi davranmamak, ancak vahşi bir hayvan gibi de davranmamak anlamına gelir. Özel amaç ise kişinin kendi yaşamına ve iradesine bağlıdır. Müzisyen müzisyen gibi, marangoz marangoz gibi, filozof filozof gibi, söylevci de söylevci gibi davranır. Öyleyse, "Gel sana bir ok^a yapayım,” dediğinde, öncelikle bunu amaçsızca yapmadığından emin ol ve amacını bulduysan da bunun doğru bir amaç olup olmadığını sorgula. İyi bir şey yapmak mı yoksa övgü almak mı istiyorsun? Hemen, "Övgü benim için nedir ki?” cevabını veriyorsun. Bu güzel bir cevap, çünkü gerçek bir müzisyen veya matematikçi de övgüyü önemsemez. Öyleyse, faydalı olmak mı istiyorsun? Hangi konuda? Söyle ki koşarak seni dinlemeye gelelim. Peki, kendisi faydalı bilgiler edinmemiş bir kişi, başkalarına faydalı olabilir mi? Hayır, çünkü marangozluğu bilmeyen bir kişi de marangozluk yapamaz; kunduracılığı bilmeyen bir kişi de kunduracılık yapamaz.

Faydalı bilgiler edinip edinmediğini bilmek istiyor musun? Görüşlerini ortaya koy filozof. Arzunun vaadi nedir? "Başarısızlığa uğramamak.” Sakınmanın vaadi nedir? "Kaçınmak istediklerinin pençesine düşmemek.” Sen bu vaatleri yerine getiriyor musun? Bana doğruyu söyle, çünkü yalan söylersen anlarım. Geçen gün dinleyicilerin seni biraz soğuk karşıladığında ve alkışlamadığında, üzgün ayrıldın. Övgü aldığın bir başka günse herkese, "Nasıldım?” diye sordun. "Harikaydınız efendim.” "Peki, o konuyu ele alışım nasıldı?” "Hangi konuyu?” "Pan’ı ve perileri tasvir ettiğim kısım?” "Muhteşemdi.” Bir de bana arzuladıklarının ve sakındıklarının doğaya uygun olduğunu mu söylüyorsun? Git başka birini ikna etmeye çalış. Gerçek fikirlerini hiçe sayarak birini övmedin mi? Senatörün oğlunu pohpohlamadın mı? Kendi çocuklarının böyle insanlar olmalarını mı istersin? "Hayır.” Öyleyse, onu neden övdün ve pohpohladın? "Çünkü içten bir çocuk ve söylevleri iyi dinliyor.” Nereden biliyorsun? "Bana hayranlık besliyor.” Demek kanıtın bu. İşin aslı ne sence? Bu insanlar içten içe seni küçümsemiyorlar mı? Hiçbir iyilik yapmadığını ve yapmayı da düşünmediğini bilen biri, "Sen doğuştan yeteneklisin. İçten ve iyi bir yapın var,” diyen bir filozof bulduğunda, "Bu adam benden bir şey istiyor,” diye düşünmez de ne düşünür sence? Ya da bana zihninin yüceliğini ortaya koyduğu bir hareketini göster. Sen uzun süredir bu çocuğu tanıyorsun; senin söylevlerini ve okumalarını dinledi. Daha alçakgönüllü bir insan oldu mu? Kendi içine döndü mü? Ne kadar kötü bir durumda olduğunu anladı mı? Kendini beğenmişlikten kurtuldu mu? Bir öğretmen arıyor mu? “Evet.” Ona nasıl yaşanacağını öğretecek birini mi arıyor? Hayır; nasıl konuşulacağını öğretecek birini arıyor, çünkü sana hayranlık beslemesinin sebebi de bu. Söylediklerini dinlesene: “Bu adam mükemmel bir üslupla yazıyor. Dion’dan10 çok daha iyi.” Bu, bambaşka bir konu. “Bu adam alçakgönüllü, sadık ve endişelerinden arınmış,” diyor mu? Eğer deseydi bile, “Bu adamın sadık bir insan olduğunu öne sürdüğüne göre, sadık bir insanın özelliklerini söyle bana,” derdim. Söyleyemeseydi de, “Önce anla da öyle konuş,” diye eklerdim.

Sen böyle sefil bir haldeyken, alkış peşinde koşarken ve dinleyicilerini sayarken, başkalarına faydalı olmayı mı umuyorsun? “Bugün çok daha fazla kişi konuşmama katıldı.” “Evet, kalabalıktı.” “Beş yüz kişi vardı herhalde.” “Bu hiçbir şey değil ki; bin kişi olduğunu düşün.” “Dion’un hiç bu kadar çok dinleyicisi olmadı.” “Nasıl olsun?” “Üstelik de güzel konuşmadan anlayan bir kalabalıktı.” “Güzel konuşmalar taşları bile duygulandırır. ” Bunlar bir filozofun sözleri mi? Bu, başkalarına faydalı olmak isteyen bir insanın duruşu mu? Bu, söylevler dinlemiş ve Sokrates’i Lysias’ın ya da İsokrates’in yorumlarından değil de gerektiği gibi okumuş bir kişi mi? “Hangi argümanların...” “Öyle demeyelim. ‘Hangi argüman’ demek daha güzel olur.” Sen okuduklarını şiir okur gibi mi okudun? Çünkü eğer okûman gerektiği gibi okusaydın, böyle şeylerle hiç ilgilenmezdin. Daha çok şununla ilgilenirdin: "Anytos ile Meletus beni öldürebilirler ama bana zarar veremezler.” "Benim için her zaman incelediğimde en iyi olduğunu gördüğüm argüman önemli olmuştur.” Dolayısıyla hiç kimse Sokrates’in "Bir şey biliyorum ve öğretiyorum,” dediğini duymamıştır. Sokrates farklı insanları farklı öğretmenlere gönderirdi. Dolayısıyla insanlar onun kendilerini filozoflarla tanıştırmalarını rica ederlerdi ve o da öyle yapardı. Sen muhtemelen birine eşlik ederken, "Bugün Quadratus’un evindeki konuşmamı dinlemeye gel,” dediğini sanıyorsun. Seni neden dinleyeyim? Kelimeleri güzel bir araya getirdiğini' göstermek mi istiyorsun? Tamam, öyle yapıyorsun ama bunun sana ne yararı var? "Sen beni öv yeter.” Övmekle ne kastediyorsun? ‘“Harika!’ de, 'Muhteşem!’ de.” Tamam, derim. Gelgelelim, övgü derken filozofların iyi olarak adlandırdıkları şeyler kastediliyorsa, senin neyini öveceğim? Eğer güzel konuşmak iyiyse, bana öğret de seni öveyim. Peki ama insan iyi bir konuşmayı dinlerken zevk almamalı mıdır? Elbette almalıdır. Ben şahsen lavta çalan birini dinlerken de zevk alırım. Öyleyse, kalkıp lavta mı çalmalıyım? Sokrates’in söylediklerine kulak ver: "Genç bir delikanlı gibi karşınıza çıkıp konuşmalar yapmak benim yaşımdaki birine yakışmaz. ” Genç bir delikanlı gibi diyor. Çünkü kelimeleri seçip bir araya getirmek ve sonra da çıkıp bunları incelikle okumak ya da söylemek aslında güzel bir sanattır ve o sırada birinin, "Bunu yapabilecek çok fazla insan yoktur,” demesi hoştur.

Bir filozof insanları kendisini dinlemeye davet eder mi? Güneşin veya yemeğin insanları kendisine çektiği gibi, filozof da fayda sağlayacak olan insanları kendisine çekmez mi? Hangi hekim bir insanı muayene etmeye çağırır? Aslında, bugünlerde Roma’da hekimlerin hastaları davet ettiğini duyuyorum ama ben orada yaşarken, hekimler davet edilirdi. "Seni ne kadar kötü durumda olduğunu, ilgilenmen gereken şey hariç her şey-

le ilgilendiğini, iyiden ve kötüden habersiz olduğunu, bahtsız ve mutsuz olduğunu dinlemeye davet ediyorum.” Ne hoş bir davet. Gelgelelim, eğer filozofun sözleri sende bu etkiyi yaratmıyorsa, ölüdür. Rufus şöyle derdi: "Eğer beni övecek kadar boş zamanın varsa, boşa konuşuyorum demektir.” Öyle bir konuşurdu ki hepimiz birinin bizi ona gammazladığını sanırdık. Hatalarımızı o kadar iyi gözler önüne sererdi.

Filozof okulu hastane gibidir. Çıkarken zevk almış olman değil, acı çekmiş olman gerekir. Çünkü girdiğinde sağlığın yerinde değildir. Birinin omzu çıkmıştır, diğerinin apsesi vardır, bir diğerinin çıbanı vardır, bir diğerinin başı ağrıyordur. Bu durumda oturup birkaç güzel laf mı etmeliyim ki beni övdükten sonra geldiğin gibi - omzun veya başın hâlâ ağrıyorken, apsen veya çıbanın geçmemişken - gidesin? Gençler, sen güzel laflar ettiğinde "Muhteşem!” diyebilmek için mi evlerini, yurtlarını, ailelerini, dostlarını ve soydaşlarım terk etmeliler? Sokrates böyle mi yapardı? Zenon veya Kleantes böyle mi yapardı?

"Nasihat tarzı diye bir şey yok mu yani?” Elbette var. Tıpkı çürütme tarzı ve didaktik tarz gibi. Peki, hiç bunlarla birlikte anılan dördüncü bir tarz, yani gösteriş tarzı diye bir şey duydun mu? Nasihat tarzı nedir? İnsanlara nasıl mücadeleler içinde olduklarını ve asıl istedikleri şeyler dışındaki her şeyi daha çok düşündüklerini gösterebilmektir. Çünkü insanlar kendilerini mutlu edecek şeyleri isterler ama bunları yanlış yerde ararlar. Bunun yapılabilmesi için bin tane oturağın yerleştirilmesi, insanların davet edilmesi, senin güzel bir pelerinle sahneye çıkman ve Akhilleus’un ölümünü tasvir etmen mi gerekir? Rica ediyorum, güzel sözleri ve hareketleri mahvetmekten vazgeç. Senin okumalarını veya konuşmalarını dinleyen hiç kimse kendisi için endişeleniyor ya da kendi içine dönüyor mu? Çıktığında, "Filozof beni çok etkiledi. Artık bunları yapmamalıyım,” diyor mu? Çok iyi bir itibarın olsa bile, "Serhas hakkında iyi konuştu,” veya "Bence Thermopylae Savaşı’nı daha iyi tasvir etti,” demiyor mu? Bir filozofu dinlemek bu mudur?

XXIV. BÖLÜM ELİMİZDE OLMAYAN ŞEYLERE KARŞI DUYDUĞUMUZ ARZULARDAN ETKİLENMEMEMİZ

GEREKTİĞİNE DAİR

Başkalarında doğaya aykırı olan şeylerin senin için kötü olmasına izin verme, çünkü doğa insanı başkalarından dolayı bunalacak veya üzülecek şekilde değil, mutlu olacak şekilde yaratmıştır. Eğer birisi mutsuzsa, unutma ki mutsuzluğu onun kendi hatasıdır, çünkü Tanrı herkesi mutlu ve endişesiz olması için yaratmıştır. Bunun için insanlara kendilerine ait olan ve olmayan şeyler sağlamıştır. Bazı şeyler engellere, zorlamalara ve mahrumiyete tabidir; bunlar insanın kendisine ait değildir. Ancak, engellere tabi olmayan şeyler insanın kendisine aittir. Bizi bir baba gibi koruyan ve gözeten Tanrı, iyinin ve kötünün özünü kendimize ait kılmıştır. “Ama birinden ayrıldım ve çok üzüldü." Neden başkasına ait olan bir şeyin kendisine ait olduğunu sandı? Neden sana bakıp mutlu olurken, senin fani olduğunu ve başka bir ülkeye gitmek için ondan ayrılmanın doğal olduğunu da hesaba katmadı? Kendi aptallığının sonucuna katlanıyor. Peki ama sen neden hayıflanıyorsun? Sen de mi bunları düşünmedin? Zevk aldığın yerlerin, insanların ve soh-bedın-in sanki sonsuza dek sürecekmiş gibi tadını çıkardın ve şimdi de o insanları göremediğin ve o yerlerde yaşayamadığın için oturup ağlıyorsun. İstedikleri yere uçma, yuvalarının yerini değiştirme ve kedere kapılmadan ya da pişmanlık duymadan denizleri aşma gücüne sahip olan kargalardan ve kuzgunlardan daha sefilsin. "Evet ama onlar mantığa sahip olmadıkları için bunu yapabiliyorlar.” Yani tanrılar bize mantığı mutsuz ve sefil olalım, bütün hayatımızı ağlayıp sızlanarak geçirelim diye mi verdiler? Herkes ölümsüz mü olmalı? Hiç kimse yurt dışına gitmemeli mi? Biz kendimiz de yurt dışına gitmemeli ve bitki gibi kök mü salmalıyız? Eğer arkadaşlarımızdan biri yurt dışına giderse, oturup ağlamalı mıyız? Ya da döndüğünde, çocuklar gibi dans edip ellerimizi mi çırpmalıyız?

Büyümemiz ve filozoflardan duyduklarımızı hatırlamamız gerekmez mi? Tabii şayet onları hokkabazmış gibi dinlemediy-sek. Onlar bize bütün bu dünyanın tek bir şehir olduğunu, tek bir maddeden meydana geldiğini, her şeyin bir süresi olduğunu, bazı şeylerin diğer şeylere yer açması gerektiğini, bazılarının son bulması ve yerine başkalarının gelmesi gerektiğini, bazıları aynı yerde kalırken, bazılarının yer değiştirmesi gerektiğini, dostluğun her yerde, önce tanrılarda, sonra da doğuştan bir aile olan insanlarda bulunabileceğini, bazılarının bir arada, bazılarının ayrı olması gerektiğini, bir aradayken sevinmemiz, ayrıldığımızda üzülmememiz gerektiğini, doğuştan asil bir yapısı olan ve iradesinin gücü dahilinde olmayan şeylere değer vermeyen insanın aynı zamanda kök salmamak gibi bir özelliğe de sahip olduğunu ve bazen koşullar öyle gerektirdiği için, bazen de sadece gezip görmek için farklı zamanlarda farklı yerlere gittiğini söylerler. Ulysses için de bu böyleydi.

Pek çok yer ve insan gördü; onların yollarını ve yordamlarını öğrendi. 11

Ondan önce de Herkül dünyanın dört bir yanını görme şansına sahip oldu.

İnsanların kanunsuzluklarını da ıyı kanunlarını da gördü.12

Herkül kanunsuzlukları ortadan kaldırdı ve yerlerine iyi kanunlar getirdi. Peki, sence onun Tebai’de, Argos’ta, Atina’da kaç dostu vardı? Seyahatleri sırasında kaç dost edindi? Hatta uygun bulduğunda evlenip çocuk da yaptı ama onları gözyaşı dökmeden, pişmanlık duymadan ve yetim bırakmadan terk etti, çünkü hiç kimsenin yetim olamayacağını ve hepimizi devamlı gözeten bir baba olduğunu biliyordu. Zeus’un bütün insanların babası olduğunu duymuştu ve Zeus’u babası olarak adlandırıyor, yaptıklarını yaparken ona güveniyordu. Dolayısıyla, her yerde mutlu yaşayabiliyordu. Mutluluğun ve gerçekleşmeyen arzuların hiçbir zaman bir araya gelmesi mümkün değildir. Mutluluk bütün arzularına sahip olmak demektir; tok olmaya, aç ve susuz olmamaya benzer. “Ama Ulysses karısını arzuluyordu ve bir taşın üzerine oturup ağladı.” Her konuda Homeros’a ve hikayelerine mi kulak verirsin? Eğer Ulysses gerçekten ağladıysa, mutsuz bir insan değil de nedir? Hangi iyi insan mutsuz olur? Eğer Zeus çocuklarını da kendisi gibi mutlu olacak şekilde yaratmadıysa, bütünün kötü oluşturulduğu söylenebilir. Ancak, böyle düşünmek adil ve doğru değildir. Eğer UlyS'ses ağlayıp sızlandıysa, iyi bir insan değildi. Çünkü kendini tanımayan biri, nasıl iyi bir insan olabilir ki? Her şeyin yok olmak üzere yaratıldığını ve bir insanın her zaman diğerinin yanında olamayacağını unutan biri kendini nasıl tanıyabilir ki?

Öyleyse, imkansız şeyleri arzulamak, köle gibi bir karaktere sahip olmaktır ve ahmaklıktır. Bir yabancıya, Tanrı’yla savaşabileceği tek şekilde, yani fikirleriyle savaşan bir insana ait olan bir özelliktir.

“Ama annem beni göremediğinde üzülüyor.” Bu prensipleri neden öğrenmemiş? Üzülmemesi için çaba sarf etmeyelim demiyorum ama bütünüyle bize ait olmayan şeyleri arzulamama-lıyız diyorum. Başkasının acısı ona aittir ama benim acım bana aittir. O zaman kendi acımı dindirmek için her yolu denerim, çünkü bu benim elimdedir. Başkasının acısını dindirmek için de elimden geleni yaparım ama her yolu denemeye kalkışmam, çünkü o zaman Tanrı’ya karşı savaşıyor olurum. Zeus’a ve onun yarattığı düzene karşı çıkıyor olurum ki bunun cezasını sadece çocuklarımın çocukları değil, ben de gece gündüz çekerim; rüyalarım bana rahat vermez, tedirgin olurum, aldığım her haberden korkarım ve huzurum başkalarının mektuplarına bağlı olur. “Roma’dan biri gelmiş. Kötü bir haber yoktur umarım.” Olmadığın bir yerde başına ne gibi bir kötülük gelmiş olabilir ki? “Yunanistan’dan biri gelmiş. Kötü bir haber yoktur umarım.” Eğer böyle düşünürsen, her yer senin için bir mutsuzluk kaynağı olur. Olduğun yerde mutsuz olmak sana yetmiyor mu? Denizin ötesinde ve mektuplarla gelen haberlerle de mi mutsuz olman gerekiyor? Bu şekilde güvende olabilir misin? Diyelim ki dostlarım bana uzak yerlerde öldü. Başlarına her faninin başına gelen şey gelmedi mi? Hem uzun yaşayıp hem de sevdiğin birinin ölümüne şahit olmamayı nasıl bekleyebilirsin ki? Uzun bir ömrün pek çok şey barındırdığını bilmiyor musun? Birinin bir hastalığa, birinin bir hırsıza, birinin bir tirana yenik düşeceğini bilmiyor musun? Hayat böyledir; birlikte yaşadığımız insanlar böyledir. Sıcak ve soğuk, zor yaşam şartları, deniz ve kara yolculukları, rüzgarlar ve etrafımızı saran koşullar birini mahvederken, bir diğerini sürgüne gönderir. Birini elçiliğe savururken, bir diğerini orduya savurur. Öyleyse, oturup bütün bunlar için telaşlanalım, ağlayalım, mutsuz olalım ve birbirimize bağımlı olalım. Üstelik bir veya iki kişiye de değil, on binlercesine.

Sen filozoflardan bunları mı duydun? Bunları mı öğrendin? İnsan hayatının bir savaş olduğunu bilmiyor musun? Birinin nöbet tutması, bir diğerinin casusluk yapması, bir diğerinin de dövüşmesi gerektiğini bilmiyor musun? Herkesin tek bir yerde olması mümkün olmadığı gibi, iyi de değildir. Gelgelelim, sen generalin emirlerini yerine getirmeyi ihmal ediyorsun, karşına alışık olduğundan biraz daha zor bir şey çıktığında yakınıyorsun ve orduyu elinden geldiğince güçlendirmeye çalışmıyorsun. Herkes seni taklit ederse, hiç kimse siper kazmaz, hiç kimse sur inşa etmez, nöbet tutmaz, kendini tehlikeye atmaz ve ordu için hiçbir işe yaramaz. Sen bir denizci olsaydın da geminin bir köşesine tüneyip kalır ve hareket etmezdin. Direğe tırmanman emredildiğinde reddederdin. Pruvaya koşman emredildiğinde reddederdin. Hangi kaptan sana katlanırdı? İşe yaramaz biri olduğun için, ayak bağı olduğun için ve diğer denizcilere kötü örnek olduğun için seni denize atmaz mıydı? Hayat da böy-ledir. Herkesin hayatı bir tür savaştır; uzundur ve birbirinden farklıdır. Bir asker gibi görevlerini yerine getirmeli ve general işaretini verdiği anda harekete geçmelisin. Generalin isteklerini anlamak için elinden geleni yapmalısın, çünkü bu general gücü ve üstünlüğü bakımından diğer generallere benzemez. Alçak bir konuma değil, hükmeden bir konuma getirildin. Her daim senatörsün. Böyle bir insanın evine nadiren zaman ayırabildiğini, genellikle evden uzakta bir görevi yerine getirmekte olduğunu, savaşta olduğunu ya da yargıçlık yaptığını bilmiyor musun? Bu durumda bana bir bitki gibi olduğun yere kök salmak istediğini mi söylüyorsun? "Evet, çünkü bu keyifli bir şey." Keyifli olmadığını söyleyen var mı? Çorba da keyiflidir. Güzel bir kadın da keyiflidir. Keyfi amaç edinenler başka neler söylerler? Kimlerin dilini konuştuğunu görmüyor musun? Epikürcülerin dilini konuşuyorsun. Sırada ne var? Onların yaptıklarını yaparken ve görüşlerini savunurken, Zenon’dan ve Sokrates’ten alıntılar mı yapacaksın? Sana hiç yakışmamasına rağmen takıp takıştırdığın başkalarına ait süsleri fırlatıp atmayacak mısın? Onların deliksiz uyumaktan, uyandıklarında uzun uzun gerinmekten, yüzlerini yıkamaktan, istediklerini okuyup yazmaktan, önemsiz konulardan bahsetmekten, ne söylerlerse söylesinler dostlarından övgü almaktan, yürüyüşe çıkmaktan, biraz yürüdükten sonra yıkanmaktan, yemekten ve kendilerine yakışacak şekilde uyumaktan başka ne arzuları var? Nasıl olduğunu söylememe gerek yoktur sanırım; kolaylıkla tahmin edilebilir. Gerçeğin, Sokrates’in ve Diyojen’in bir hayranı olan sen, zamanını böyle geçirmek istediğini mi söylüyorsun gerçekten? Atina’da ne yapmak istiyorsun? Herkesin yaptığını mı yoksa başka bir şey mi? Kendini neden Stoacı diye adlandırıyorsun? Kendilerini yalan yere Roma vatandaşı diye adlandıranlar ağır cezalara çarptırılırlar. Öyleyse, bu kadar büyük ve saygın bir unvanı yalan yere üstlenenler cezasız mı kalmalılar? Böyle bir şey mümkün mü? İlahi, yüce ve kaçınılmaz kanun, en büyük suçları işleyenlere en ağır cezaları vermez mi? Çünkü bu kanun ne der? Kendisine ait olmayan şeylere sahipmiş gibi davrananlar palavracı olarak tanınsınlar der. İlahi düzene uymayanlar alçak ve köle olsunlar; acı çeksinler, kıskançlığa kapılsınlar, kendilerine acısınlar, kısacası, mutsuz olsunlar ve ağlayıp sızlansınlar der.

"Malum kişiyi ziyaret etmeli miyim öyleyse? Kapısına gitmeli miyim?” Eğer ülken için, soydaşların için, insanların iyiliği için mantık bunu gerektiriyorsa, neden gitmeyesin? Kundura için kunduracının kapısına gitmekten veya marul istediğinde bostancının kapısına gitmekten utanmıyorsun da bir şey gerektiği zaman zengin birinin kapısına gitmekten mi utanıyorsun? "Evet, çünkü kunduracı gözümü korkutmuyor.” Zenginler de gözünü korkutmasın. "Ayrıca, bostancıyı pohpohlamam gerekmiyor.” Zenginleri de pohpohlaman gerekmez. "O zaman istediğimi nasıl alacağım?” İstediğini alacağından eminmiş gibi davran. Kendine yakışacak şekilde davranman gerektiğini söylememe gerek var mı? "Neden gitmem gerekiyor peki?” Gitmiş olmak için; bir vatandaş, kardeş ve dost olarak görevini yerine getirmiş olmak için. Ayrıca, ne kadar iyi satış yapsa da yüce ve soylu bir konuda herhangi bir güce sahip olmayan bir kunduracıya veya bostancıya gittiğini de unutma. Marul almaya gittiğinde bir kuruş ödersin, bir altın değil. Burada da aynısı geçerli. Söz konusu mesele o zengin kişinin kapısına gitmeye değer. "Gideceğim.” Konuşmaya değer. "Konuşacağım. Ama elini öpmek ve pohpohlamak da gerekir.” Hayır, bu bir altın demektir; iyi bir vatandaşı ve dostu şımartacak bir harekette bulunmak ne senin için, ne ülken için ne de dostların için kazançlıdır. "Ama eğer başarılı olmazsam, yeterince istekli davranmadığımı zannederler.” Niye gittiğini unuttun mu? İyi bir insanın amacının görüntüyü kurtarmak olmadığını, doğru davranmak olduğunu bilmiyor musun? "Doğru davranmak ona ne fayda sağlayacak?” Dion ismini doğru yazmak ne fayda sağlar? Doğru yazmış olursun. "Hiçbir ödül yok mu yani?” İyi bir insan için iyi ve adil davranmaktan daha büyük bir ödül olur mu? 'Olympia’da müsabakaları kazanmak senin için yeterlidir; daha fazlasını istemezsin. İyi ve mutlu olmak küçük ve önemsiz bir şey mi sence? Tanrılar tarafından bunun için dünyaya getirilmişken ve bir insanın sorumluluklarını üstlenmek senin görevinken, hâlâ anneni ve dadını mı istiyorsun? Yufka yürekli kadınlar ağlayıp sızlanarak seni yumuşattılar mı? Ahmak bir çocuk olmaktan hiç vazgeçmeyecek misin? Yaşın ilerledikçe çocuk gibi davranmanın daha da gülünç olduğunu bilmiyor musun?

Atina’da hiç kimseyi evinde ziyaret etmez miydin? "İstediğim kişiyi ziyaret ederdim." Hazır olduğun sürece burada da istediğin kişiyi ziyaret edersin. Yeter ki kendini alçaltma. Arzuladıklarına ve sakındıklarına dikkat ettiğin sürece hiçbir sorun yaşamazsın. Ancak alacağın sonuç birinin kapısına gitmeye değil, içindekilere, yani fikirlerine bağlıdır. Dış etkenlere ve iradene bağlı olmayan şeylere değer vermemeyi öğrenip bunların sana ait olmadığını, sadece muhakeme gücünü iyi kullanmanın, fikir oluşturmanın, arzulamanın, bir şeye doğru hareket etmenin veya ondan uzaklaşmanın sana ait olduğunu düşünmeye başladığın zaman, alçaklığa ya da övgülere yer kalır mı? Neden hâlâ Atina’yı ve alışık olduğun yerleri özlüyorsun? Biraz zaman tanırsan, buraya da alışırsın ve eğer o kadar zayıfsan, buradan ayrıldığında da ağlayıp sızlanırsın.

"Öyleyse, nasıl sevecen bir insan olacağım?" Asil bir duruş sergileyerek ve mutlu olarak. Çünkü alçakça davranmak, kendine acımak, başka birine bağımlı olmak, Tanrı’yı ve insanları suçlamak mantıklı değildir. Bu kurallara uyarak sevecen bir insan olmalısın. Eğer senin tabirinle bu sevecenliğin yüzünden sefil bir köle gibi davranacaksan, sevecen olmanın hiçbir faydası yoktur. Karşındakini, faniliğe mahkûm bir insan olduğunu bilerek, senden ayrılabileceğini bilerek sevmeni engelleyen ne? Sokrates çocuklarını sevmiyor muydu? Seviyordu ama özgür bir insan olarak; önce tanrıların dostu olması gerektiğini bilen biri olarak. Dolayısıyla, asla iyi bir insana yakışacak davranışlardan taviz vermedi. Ne savunmasını yaparken, ne kendisine bir ceza belirlemesi beklenirken11’ ne senatörlük yaparken ne de askerlik yaparken. Ne var ki biz alçakça davranmak için her türlü bahaneye sahibiz; kimileri çocukları için, kimileri anneleri için, kimileri de kardeşleri için öyle davranıyor. Oysa hiç kimse için mutsuz olmamamız, herkes için ama özellikle de bizi bu amaçla yaratan Tanrı için mutlu olmamız gerekir. Diyojen hiç kimseyi sevmiyor muydu? Müşfik bir insan olduğu ve bütün insanlığı çok sevdiği için o kadar fazla çaba harcayıp, o kadar fazla acıya katlanmadı mı? İnsanlığı seviyordu ama nasıl? Tanrı’nın bir elçisine yakışacak şekilde; yani insanları seviyordu ama aynı zamanda Tanrı’ya tabiydi. Dolayısıyla, tek bir yer değil, bütün dünya onun ülkesiydi. Esir alındığında Atina’ya, oradaki tanıdıklarına ve dostlarına içerlemediği gibi, korsanlarla bile arkadaşlık kurdu ve onları geliştirmeye çalıştı. Satıldıktan sonra Korint’te de Atina’da yaşadığı gibi yaşadı; Perrhaebilerin ülkesine gitseydi de aynı şekilde yaşardı. İşte özgürlük böyle kazanılır. Diyojen bu nedenle şöyle derdi: "Antisthenes beni özgür kıldığından beri köle olmadım." Antisthenes onu nasıl özgür kıldı? Söylediklerine bakalım: "Antisthenes bana nelerin bana ait olduğunu ve nelerin bana ait olmadığını öğretti. Mal mülk, soydaşlarım, yurttaşlarım, dostlarım, itibarım, alışık olduğum yerler ve yaşama biçimleri bana ait değildir, başkalarına aittir. Peki, ne bana aittir? İzlenimleri nasıl kullanacağım. Antisthenes bana bunun hiçbir kısıtlamaya ya da zorlamaya tabi olmaksızın bana ait olduğunu, bu konuda hiç kimsenin önüme bir

1 19 Atina'da, mahkeme bir sanığı suçlu bulduğunda, kendine hangi cezayı uygun gördü-ğtinü sormak adettendi. En azından bazı davalarda. Ne var İki Sokrates bunu yapmayı kabul etmediği gibi, arkadaşlannın bunu yapmasına da müsaade etmedi, çünkü bir ceza belirlemenin suçunu kabul etmekle aynı şey olduğunu söyledi. Sokrates, şayet kendisine uygun bir ceza dile getirecek olsaydı, bunun her gün şehir meclisinde yemek yemek olacağını söyledi. engel çıkaramayacağını ve hiç kimsenin beni izlenimleri istediğimden başka türlü kullanmaya zorlayamayacağını gösterdi. Öyleyse, kim benim üzerimde güç sahibi olabilir ki? Philip mi? Büyük İskender mi? Perdikkas mı? Yüce Kral mı? Bu güce nasıl sahip olsunlar? İnsan birinin boyunduruğu altına giriyorsa, ondan çok önce başka şeylerin boyunduruğu altına girmiştir. Eğer zevk, acı, şöhret veya servet insana boyun eğdiremiyorsa ve insan istediği zaman bedeninden vazgeçebiliyorsa, nasıl başkasının kölesi olabilir ki?” Oysa Diyojen Atina’da sefa sürmüş ve bu hayat biçiminin boyunduruğu altına girmiş olsaydı, herkes ona hükmedebilirdi; kendisinden daha güçlü olanlar ona acı çektirme gücüne sahip olurlardı. O durumda, kendisini bir Atinalıya satmaları için, bir gün güzelim Pire’yi, Uzun Surlar’ı ve Akropolis’i görebilmek için korsanlara nasıl övgüler düzerdi sence? Peki, böyle bir durumda, bu yerleri nasıl bir insan olarak görmüş olurdun? Alçak bir tutsak ve köle olarak. Bunun sana ne faydası olurdu? "Ben bunları özgür bir insan olarak görmek isterdim.” Nasıl özgür olacaktın peki? Birisi seni yakalamış ve alışık olduğun yerden alıp götürüyor. Sana diyor ki: "Sen benim kölemsin, çünkü istediğin gibi yaşamana engel olmak benim elimde. Sana nazik davranmak da hakaret etmek de benim elimde. Ben istediğimde sevinçten havalara uçarak Atina’ya gidersin.” Sana köle gibi davranan birine ne dersin? Seni kölelikten kurtaracak birini nasıl bulursun? Yoksa o kişinin yüzüne bile bakamaz ve özgür bırakılmak için yalvarır mısın? Ben diyorum ki zindana seve seve, hızlı adımlarla, seni oraya sürükleyenlerden daha önce gitmelisin. Roma’da yaşamak istemiyor, Yunanistan’da mı yaşamak istiyorsun? Ölüm vaktin geldiğinde de Atina’yı göremeyeceğin ve Lykeion’da yürüyemeyeceğin için ağlayıp sızlanacak mısın? Bunun için mi yurt dışına çıktın? Bunun için mi bir şeyler öğrenebileceğin birini aradın? Ne öğrenecektin? Uslamlamaları daha çabuk çözümlemeyi veya kuramsal argümanları ele almayı mı? Bunun için mi kardeşini, ülkeni, dostlarını ve aileni bıraktın? Bunları öğrendikten sonra dönmek için mi? Öyleyse, yurt dışına sağlam bir zihin yapısı kazanmak için, endişelerinden arınmak için, hiç kimseden yakınmamak, hiç kimseyi suçlamamak, hiç kimseden zarar görmemek ve böylece engellere maruz kalmadan yaşamak için çıkmadın mı? Uslamlamalar ve kuramsal argümanlar için çok yol kat etmişsin. İstersen agorada yerini al ve ilaç satan insanlar gibi bunları satılığa çıkar. Bütün öğrendiklerine rağmen teoremlerinin işe yaramaz olduğunun söylenmeyeceğinden emin misin? Felsefe sana ne kötülük yaptı? Hrisippos sana ne zarar verdi de hareketlerinle onun çabalarının boş olduğunu kanıtlıyorsun? Yurdunda acı çekmene ve ağlayıp sızlanmana neden olan kötülükler sana yetmiyor muydu? Listeye yenilerini mi eklemen gerekiyordu? Yeni tanıdıklar ve arkadaşlar edinirsen, ağlayıp sızlanmak için daha çok sebebin olacak. Başka bir ülkeyi sevmeye başlarsan da. Öyleyse, kendini neden mutsuzluğa yol açan acılarla kuşatıyorsun? Sen buna sevgi mi diyorsun? Ne sevgisi! İyi bir şey kötülüğe yol açmaz. Kötü bir şeyden ise uzak dururum. Doğuştan kendi iyiliğim için yaratılmışımdır; kötülüğüm için değil.

Öyleyse, bu amaca hizmet eden disiplin nedir? Her şeyden öncç şudur: Herhangi bir şeyden keyif alırken, senden alınamayacak bir şeymiş gibi değil, kırıldığında da hatırlayacağın ve üzülmeyeceğin topraktan veya camdan bir kupaymış gibi keyif almalısın. Çocuğunu, kardeşini veya dostunu öperken, izlenime asla'tam olarak geçit vermemeli, keyfinin dilediği yere kadar gitmesine göz yummadan onu denetlemelisin. Tıpkı zafer kazananların arkasında durup onlara fani olduklarını hatırlatan kişiler gibi.120 Ayrıca, kendine sevdiğin kişinin fani olduğunu, sana ait olmadığını ve belirli bir süre için sana verilmiş olduğunu hatırlatmalısın. Senden alınabileceğini ve sana süresiz olarak verilmediğini hatırlatmalısın. Tıpkı mevsiminde sana verilen bir incir veya bir salkım üzüm gibi. Eğer kışın bunları istersen, ahmaklık etmiş olursun. Eğer mümkün değilken çocuğunu veya dostunu görmek istiyorsan, kışın incir istediğini bilmelisin. Çünkü kış incir için neyse, evrenin meydana getirdiği olaylar da doğasının gerektirdiği gibi alınıp götürülen şeyler için odur. Bir şeyden keyif alırken, karşı izlenimleri de gözünde canlandırmalısın. Çocuğunu öperken içinden "Yarın öleceksin,” demenin veya dostunu öperken "Yarın belki gideceksin veya belki de ben gideceğim ve birbirimizi bir daha hiç görmeyeceğiz, ” demenin ne sakıncası var? "Ama bunlar kötü alametler.” Bazı efsunlar da kötü alametlerdir ama faydalı oldukları için bunu umursamayız; onlardan faydalanmaya bakarız. Ancak, belirli bir kötülük sergilemeyen şeyleri kötü alametler olarak adlandırabilir miyiz? Korkaklık, alçaklık, acı ve utanmazlık kötü alametler içeren kelimelerdir. Ancak, kendimizi onlara karşı korumak için bu kelimeleri sarf etmekten çekinmeyiz. Doğal bir olayı belirten bir kelimenin kötü alamet olabileceğini mi söylüyorsun? Öyleyse, mısırın biçilmesi de kötü alamettir, çünkü mısırın sonu anlamına gelir; ama dünyanın sonu anlamına gelmez. Yaprakların dökülmesi, incirlerin ve üzümlerin kuruması da kötü alametlerdir. Bunların hepsi bir değişimdir; yıkım değil, belirli bir düzenin parçasıdır. Evden ayrılmak küçük bir değişim, ölüm ise büyük bir değişimdir. "O durumda artık var olmayacak mıyım?” Var olmayacaksın ama dünyanın ihtiyaç

1 20 Roma'da, zafer kazanan generallerin arkasında bir kölenin durması ve ona fani olduğunu hatırlatması adettendi. Juvenal, x 41. duyduğu başka bir şeye dönüşeceksin. Çünkü zaten istediğin zaman değil, dünya sana ihtiyaç duyduğu zaman var oldun. Dolayısıyla, kim olduğunu, nereden geldiğini ve kimden geldiğini unutmayan iyi ve bilge insanlar sadece yerlerini hakkıyla ve Tanrı’ya itaat ederek doldurmaya özen gösterirler. Yaşamaya devam etmemi mi istiyorsun? Senin istediğin gibi özgür ve asil bir insan olarak yaşamaya devam ederim, çünkü sen bana ait olan şeyleri engellerden muaf tuttun. Artık bana ihtiyacın yok mu? Öyleyse, sana teşekkür ederim. Şimdiye kadar senin için burada kaldım, şimdi de senin isteğinle buradan ayrılacağım. Nasıl mı ayrılacağım? Yine senin istediğin gibi özgür bir insan olarak; senin emirlerini ve yasaklarını bilen bir hizmetkarın olarak. Sana hizmet ettiğim sürece nasıl bir insan olmamı istiyorsun? Soylu bir insan mı yoksa sıradan bir insan mı? Er mi yoksa general mi? Öğretmen mi yoksa aile reisi mi? Beni nereye ve hangi konuma atarsan ata, Sokrates’in de dediği gibi, o konumu terk edeceğime, bin kere ölürüm. Nerede olmamı istersin? Roma’da mı? Atina’da mı? Tebai’de mi? Gyaros’ta mı? Beni unutma yeter. Eğer beni insanın doğasına göre yaşayamayacağı bir yere gönderirsen, hayatıma sana başkaldırarak değil ama senden geri çekilme işaretini almış biri olarak son veririm. Seni terk etmem; bu aklımın ucundan bile geçmez ama bana ihtiyacın olmadığını anlarım. Eğer doğaya göre yaşama olanağına sahipsem, olduğumdan başka bir yer veya çevremdekilerden başka insanlar aramam.

'Bu düşünceleri gece gündüz aklından çıkarmamalısın. Hep bunları yazmalı, bunları okumalı, bunları konuşmalısın. Herkese, "Bana bu konuda yardım edebilir misin?” diye sormalısın. O zaman dileklerine aykırı bir şey gerçekleştiğinde, bu düşünceler seni hemen rahatlatır ve hazırlıksız yakalanmazsın. Her koşulda "Fani bir evlat doğurduğumu biliyordum,” diyebilmek önemlidir. Çünkü o zaman, "Fani olduğumu biliyordum. Evimden ayrılabileceğimi biliyordum. Evimden çıkarılabileceğimi biliyordum. Zindana atılabileceğimi biliyordum,” da diyebilirsin. O durumda dönüp kendine baktığında ve olanların nereden kaynaklandığını araştırdığında, iradenin gücü dahilinde olmayan ve sana ait olmayan bir yerden kaynaklandığını hemen hatırlarsın. Öyleyse, senin için nedir ki? Sonra en önemli soruyu sorarsın: "Bunu bana kim gönderdi?” Liderin, generalin, kanunlar. Öyleyse bırak gelsin, çünkü kanunlara her zaman uymak gerekir. İzlenimler sana acı verdiğinde - çünkü bunun önüne geçmek elinde değildir - mantık yardımıyla onlarla baş etmeli, güç kazanmalarına ya da imgeler oluşturarak seni istedikleri yere sürüklemelerine fırsat tanımamalısın. Eğer Gyaros’taysan, Roma’daki yaşamı, orada yaşayanları ya da oraya dönenleri bekleyen zevkleri hayal etmemelisin. Bunun yerine, Gyaros’ta nasıl cesur bir insan olarak yaşanabileceğine odaklanmalısın. Eğer Roma’daysan da Atina’daki yaşamı hayal etmemeli ve sadece Roma’daki yaşamı düşünmelisin.

Diğer bütün hazların yerine, Tanrı’ya itaat ettiğini bilmenin ve hareketlerinle iyi ve bilge bir insan olduğunu kanıtlamanın hazzını koymalısın. Çünkü bir insanın kendisine şunları diyebilmesinin ne kadar büyük bir şey olduğunu düşünsene: Okullarda ciddiyetle neleri tartışıyor olurlarsa olsunlar ve genel görüşün aksine ne gibi görüşler öne sürüyor olurlarsa olsunlar, ben bunları yapıyorum. Onlarsa oturup benim erdemlerimi tartışıyor, beni inceliyor ve övüyorlar. Zeus benim örnek olmamı, gerektiği gibi bir askere ve vatandaşa sahip olup olmadığını görmemi istedi. İrademizden bağımsız olan şeylere tanık olmamı istedi. Mantıksızca korktuğunuzu görün. Ahmakça arzulara kapıldığınızı görün. İyiliği dışarıda değil, içinizde arayın, çünkü aksi takdirde bulamazsınız. Zeus bu nedenle beni bir oraya, bir buraya sürüklüyor. Bu nedenle beni yoksul, yetkisiz ve hasta kılıyor. Bu nedenle beni Gyaros’a gönderiyor veya zindana yolluyor. Benden nefret ettiği için değil; çünkü kim en iyi hizmetkarından nefret eder ki? Beni önemsemediği için de değil; çünkü o en küçük şeyleri bile ihmal etmez. Bunu beni eğitmek ve diğerlerine tanık kılmak amacıyla yapıyor. Böyle bir göreve atanmışken, nerede olduğumu, kimlerle olduğumu veya insanların benim hakkımda neler söylediğini umursar mıyım? Düşüncelerimi bütünüyle Tanrı’ya ve onun buyruklarına vermez miyim?

Bu düşünceleri daima hazırda bulundurur ve uygularsan, hiç kimsenin seni teselli etmesine veya güçlendirmesine ihtiyaç duymazsın. Çünkü yiyecek bir şeye sahip olmamak utanç verici değildir ama korkuları ve acıları uzak tutmaya yetecek kadar mantığa sahip olmamak öyledir. Korkulardan ve acılardan bir kere kurtulduktan sonra senin için artık tiran, tiranın korumaları ya da İmparator’un adamları kalır mı? Zeus’tan bu kadar büyük bir yetki almışken, mahkemeye çağınlmak seni üzer mi? Belirli görevlere getirildikleri için Jüpiter Tapınağı’nda kurban verenler seni üzer mi? Yeter ki bununla övünme ve bunu hareketlerinle kanıtla. Eğer hiç kimse anlamazsa da sağlıklı ve mutlu olmakla yetin.

XXV. BÖLÜM AMACINDAN SAPANLAARA (VAZGEÇENLERE)

Başlangıçta neler tasarladığını, bunların hangilerini başa-np hangilerini başaramadığını, birini hatırlarken ne kadar mutlu, diğerini hatırlarken ne kadar mutsuz olduğunu düşün ve eğer mümkünse başarısız olduklarını yeniden ele almaya çalış. Çünkü en büyük savaşa girdiğimizde, sinmememiz ve darbelere katlanmamız gerekir. Çünkü bu savaş, başarılı olanların da olmayanların da az veya çok takdir gördüğü güreş müsabakalarına benzemez. Bu savaş iyi ve mutlu olmak için verilen savaştır. Bu alanda savaşı terk etmiş olsak bile, hiç kimse yeniden savaşa girmemizi engelleyemez ve Olimpiyat Oyunlarındaki gibi dört sene daha beklememiz gerekmez. Kendini toparladığın ve azmine yeniden kavuştuğun anda tekrar savaşa girebilir ve savaşı bir kere daha terk etsen bile, yine girebilirsin. Eğer bir kere zafer kazanmayı başarırsan, savaşı hiç terk etmemiş gibi olursun. Yeter ki aynı şeyi yapmayı (savaşı terk etmeyi) alışkanlık haline getirip de yarışa hevesle giren ama bütün müsabakalarda yenilgi almaya başlayınca cesaretini kaybeden kötü sporcular gibi davranma.

"Güzel bir kadın görünce yenik düşüyorum. Daha önce de düşmedim mi? O kişide kusur bulma eğilimine kapılıyorum. Daha önce de kapılmadım mı?" Sanki bunlardan hiç zarar görmemiş gibi konuşuyorsun. Yıkanmasını yasaklayan hekime, “Daha önce de yıkanmadım mı?" diye soran bir hasta gibi. O 304

zaman hekim de sana "Peki yıkandıktan sonra ne oldu? Ateşin çıkmadı mı? Başın ağrımadı mı?" diye sorar. Birisinde kusur bulduğunda, kötü niyetli bir dedikoducu gibi davranmış olmadın mı? Bu hareketinle, içindeki alışkanlığı körüklemedin mi? Peki, güzel bir kadına yenik düştüğünde, hiç zarar görmedin mi? Öyleyse, neden daha önce yaptıklarından bahsediyorsun? Bence aynı hataları tekrarlamaktan uzak durmak için, aldıkları kırbaç darbelerini unutmayan köleler gibi, sen de yaptıklarını unutmamalısın. Ne var ki bir durum ötekine benzemez. Çünkü kölelerin hafızasını canlı tutan acılarıdır ama sen hataların için ne acı çektin, ne ceza çektin? Demek ki acı, istesek de istemesek de bizim için faydalıdır.

XXVI. BÖLÜM YOKLUKTAN KORKANLAARA

Kaçak kölelerden daha korkak ve alçak olmaya utanmıyor musun? Onlar efendilerini nasıl terk ediyorlar? Hangi mallarına mülklerine güveniyorlar? Kendilerini birkaç gün idare edecek kadar erzak aşırdıktan sonra karada veya denizde yol almıyorlar mı? Hayatta kalmanın bir yolunu bulmuyorlar mı? Hangi kaçak köle açlıktan ölmüş? Gelgelelim, sen gerekli şeylerden mahrum kalmaktan korkuyorsun ve geceleri uyuyamı-yorsun. Ey zavallı, bu kadar kör müsün? Bunlardan mahrum kalmanın insanı nereye götürdüğünü bilmiyor musun? "Nereye götürür?" Hastalığın ya da başına düşen bir taşın götürdüğü yere; ölüme. Sen kendin de bunu arkadaşlarına sık sık söylemedin mi? Bunları sık sık okuyup yazmadın mı? Ölüm konusunda ne kadar rahat olduğunla sık sık övünmedin mi?

"Evet ama karım ve çocuklarım da açlık çekiyorlar." Peki, açlık onları başka bir yere mi götürecek? Onlar da aynı yere gitmeyecekler mi? Onları da aynı şeyler beklemiyor mu? En zengininin de, en yüksek konumdakinin de, kralının da, tiranının da gideceği o yere, her türlü yokluğa karşın cesaretle yaklaşmak istemez misin? Belki sen aç gideceksin, onlar hazımsızlık çekerek ve sarhoş gidecekler. Sen hiç ihtiyarlamamış, hatta fazlasıyla ihtiyarlamamış bir dilenci gördün mü? Onlar gece gündüz üşüyerek, yerde yatarak ve sadece gerektiği kadarını yiyerek ölüme neredeyse meydan okuyorlar. Peki ama yazamaz 306

mısın? Öğretmenlik yapamaz mısın? Bir başkasının kapısında nöbet tutamaz mısın? “Ama o duruma düşmek utanç verici." O zaman önce nelerin utanç verici olduğunu öğren de ondan sonra filozof olduğunu iddia et ama şu anda hiç kimsenin seni filozof diye adlandırmasına izin verme.

Kendi yapmadığın, kendin sebep olmadığın, baş ağrısı ya da ateş gibi tesadüfen başına gelen bir şeyden utanç duyar mısın? Eğer ailen yoksulsa ve ellerindekileri başkalarına bıraktıysa veya hayatta olmalarına rağmen sana hiç yardım etmiyorlarsa, utanç duyar mısın? Filozoflardan bunları mı öğrendin? Utanç veren şeylerin ayıplanması gerektiğini ve ayıplanabilecek şeylerin ayıplanmayı hak etmesi gerektiğini bilmiyor musun? Kendine ait olmayan ve senin yapmadığın bir şey için kimi ayıplarsın? Babanı sen mi öyle kıldın ya da onu geliştirmek senin elinde mi? Sana öyle bir güç verildi mi? Bu durumda, sana verilmeyen şeyleri istemen veya onları elde edemediğin için utanman mı gerekir? Felsefeyle uğraşırken, başkalarına bel bağlamayı ve kendinden hiçbir şey beklememeyi mi öğrendin peki? Öyleyse, ağlayıp sızlanmaya ve yemeğini yerken ertesi gün yemek bulamayacağından korkmaya devam et. Kölelerinin senden bir şeyler çalacağından, kaçacağından veya öleceğinden korkmaya devam et. Felsefeyle sadece sözde ilgilenen ve teoremleri faydasız olduklarını kanıtlamak suretiyle küçük düşüren biri olarak yaşamaya devam et. Sen hiç metanet peşinde, endişelerinden ve tutkularından arınma peşinde olmadın. Bunları sana öğretecek insartların değil, uslamlamaları öğretecek insanların peşinde oldun. İzlenimlerin hiçbirini kendi başına enine boyuna incelemedin. "Katlanabilir miyim yoksa katlanamaz mıyım? Ne yapmalıyım?" diye sormadın. Sanki bütün işlerini yoluna koymuş gibi, üçüncü konuya, yani değişmemeye eğildin. Ne değişmesin diye? Korkaklığın, alçaklığın, zenginlere beslediğin hayranlık, hiçbir yere varmayan arzuların ve sakınmayı başaramadıkların mı? Sen bunları korumayı dert edindin.

Asıl mantığından kazandıklarını koruman gerekmez miydi? Sen hiç güvenli bir yer inşa edip de etrafını surlarla çevirmeyen birini gördün mü? Nöbet tutulacak bir kapı yoksa nöbetçiyi nereye koyarsın? Ne kanıtlamaya çalışıyorsun? Bana önce elinde ne olduğunu, ne ölçtüğünü, ne tarttığını göster; terazini veya ölçü birimini göster. Toz ölçmeye daha ne kadar devam edeceksin? Senin insanları mutlu eden şeyleri, her şeyin diledikleri gibi gitmesini sağlayan şeyleri, neden hiç kimseyi suçlamamamız ve evrenin düzenini kabul etmemiz gerektiğini göstermen gerekmez mi? Bana bunları göster. "Ben bunları gösteriyorum. Uslamlamaları çözüyorum.” Ey ahmak, sen ölçülen şeyden değil, ölçüden bahsediyorsun. Dolayısıyla da ihmal ettiklerinin cezasını çekiyorsun. Korkudan titriyor, uyuyamıyor ve herkese akıl danışıyorsun. Eğer görüşlerin herkesi memnun etmezse, yanlış görüşlere sahip olduğunu düşünüyorsun. Açlıktan korktuğunu sanıyorsun ama aslında korktuğun şey açlık değil. Sen aşçının olmamasından korkuyorsun. Alışverişini yapacak bir kişi, ayakkabılarını çıkaracak ikinci bir kişi, seni giydirecek üçüncü bir kişi, sırtını ovacak birileri, hamama kadar sana eşlik edecek ve giysilerini çıkarıp uzandığında bir oranı bir buranı ovacak, kölelere "Pozisyonunu değiştirin, kafasını tutun, omzunu kaldırın,” diyecek birileri, hamamdan çıkıp eve döndüğünde de "Bana yiyecek bir şeyler getirin. Sofrayı toplayın. Masayı silin,” diyeceğin birileri olmamasından korkuyorsun. Yani sen hasta bir insan gibi yaşayamamaktan korkuyorsun. Sağlıklı insanların nasıl yaşadığını, kölelerin, işçilerin, gerçek filozofların, karısı ve çocukları olan Sokrates’in, Diyojen’in ve hem okuluyla ilgilenen hem de kuyudan su çeken Kleantes’in13 nasıl yaşadığını öğren. Eğer onların sahip olduklarına sahip olmayı tercih edersen, her yerde güven içinde yaşarsın. Neye güvenirsin? İnsanın güvenebileceği tek şeye; engellere tabi olmayan ve senden alınamayacak olan tek şeye, yani kendi iradene. Neden kendini bu kadar faydasız ve işe yaramaz kıldın da hiç kimse seni evine almak ve seninle ilgilenmek istemiyor? Sağlam ve faydalı bir eşya atılacak olsa, onu bulan herkes alır ve kendini kazançlı sayar. Oysa seni hiç kimse almaz; bunu bir kayıp olarak görür. Bir köpeğin veya bir horozun görevlerini bile yerine getiremez misin yani? Öyleyse, bu şekilde yaşamaya neden devam ediyorsun?

İyi bir insan aş bulamayacağından korkar mı? Körler ve topaHar aş bulurken, iyi bir insan mı bulamayacak? Bir askere, işçiye veya kunduracıya herkes ödeme yaparken, iyi bir insan mı yokluk çekecek? Tanrı kendi kurduğu düzeni, elçilerini, tanıklarını, cahillere örnek olmakla görevlendirdiği kişileri ihmal eder mi? Peki Tanrı ona aş sağlamıyorsa, bu ne anlama gelir? İyi bir general gibi, geri çekilme işaretini verdiği anlamına gelir. O durumda ona itaat ederim; generalin sözünü dinler ve onu överim. O istediği zaman dünyaya geldim; istediği zaman da giderim. Yaşarken hem kendi başıma hem de insanlara onu övmek benim görevimdi. Beni bolluk içinde yaşatmıyor ve konforlu- bir hayat sürdürmemi istemiyorsa, oğlu Herkül’ü de bolluk içinde yaşatmadı. Argos’un ve Miken’in kralı bir başkasıydı (Eurystheus); Herkül ise emirlere itaat eder ve çalışırdı. Gelge-lelim, Eurystheus aslında ne Argos’un ne de Miken’in kralıydı, çünkü kendi kendinin kralı bile değildi. Oysa Herkül karaların ve denizlerin hakimiydi; kanunsuzlukları ortadan kaldırıp adaleti ve kutsallığı getirdi. Bütün bunları çırılçıplak ve tek başına yaptı. Ulysses gemi kazasına uğradığında, yokluk onu yıldırdı mı? Cesaretini kırdı mı? Bakirelere gidip yardım dilenmedi mi?

Gücüne güvenen, dağlarda yetişmiş bir aslan gibi.

Od. vi. 130.

Neye güvendi? İtibarına, servetine veya konumuna değil, kendi gücüne. Yani, elimizde olanlar ve olmayanlar konusundaki görüşlerine. Çünkü insanı özgür kılan, engellerden kurtaran, başını dik tutmasını sağlayan, zenginlere ve tiranlara gözünü kaçırmadan bakmasını sağlayan sadece bunlardır. Filozoflara verilen armağan budur. Oysa sen cesaretini ortaya koymuyor, giysilerin ve gümüş kaşıkların için tir tir titriyorsun. Ey bedbaht adam, şimdiye kadar hayatını boşa mı harcadın?

"Peki ya hastalanırsam?” Gerektiği gibi bir hasta olursun. "Bana kim bakar?” Tanrı; dostların. "Sert bir yatakta yatmam gerekir.” Ama adam gibi yatarsın. "Rahat bir odam olmaz.” Rahat olmayan bir odada hasta olursun. "Kim bana aş getirir?” Başkalarına da getirenler. Manes14 gibi hasta olursun. "Peki, hastalığın sonunda ne olur?” Ölüm dışında mı? İnsanın başındaki kötülüklerin en büyüğü, alçaklığın ve korkaklığın en büyük belirtisi ölüm değil de ölüm korkusu değil midir? Öyleyse sana kendini bu korkuya karşı geliştirmeni tavsiye ederim. Bütün aklını, çalışmalarını ve okumalarını buna yoğunlaştır. İnsanın ancak bu şekilde özgür kaldığını göreceksin.

IV. CİLT

*

I. BÖLÜM ÖZGÜRLÜĞE DAİR

İstediği gibi yaşayan, zorlamalara ve engellere tabi olmayan, arzularına daima kavuşan ve kaçındıklarının pençesine düşmeyen kişi özgürdür. Kim hata içinde yaşamak ister? Hiç kimse. Kim yanılsamalar içinde yaşamak, yanılgıya kapılmak, adaletsiz, fevri, mutsuz ve alçak olmak ister? Hiç kimse. Öyleyse, hiçbir kötü insan istediği gibi yaşamamaktadır ve özgür değildir. Peki, kim acı, korku ve kıskançlık içinde yaşamak, arzularını elde edememek ve kaçındıklarının pençesine düşmek ister? Hiç kimse. Acılarından ve korkularından kurtulan, arzularına kavuşan, kaçınmak istediklerinin pençesine düşmeyen kötü bir insan var mıdır? Yoktur. Öyleyse, özgür olan kötü bir insan da yoktur.

İki kere konsül olmuş birine bunları söylersen ama "Sen bilge bir insansın. Bunlar senin için önemli değil,” diye de eklersen, seni mazur görür. Ancak, dürüst davranırsan ve "Senin de üç kere köle olarak satılmış birinden farkın yok, ” dersen, yumruk yemekten başka ne bekleyebilirsin ki? Çünkü o zaman, "Ben nasıl köle olurum?” diye soracaktır. "Babam özgürdü. Annem özgürdü. Hiç kimse beni satın alamaz. Ayrıca ben bir senatörüm, İmparator’un dostuyum, zamanında konsüllük yaptım ve çok sayıda köleye sahibim.” Bir kere, sayın senatör, belki annen, baban, büyükbaban ve bütün sülalen de seninle aynı şekilde köleydi. Ayrıca, onlar olabildiğince özgür olsalar bile, bunun seninle ne ilgisi var? Ya onlar asil bir karaktere sahipken, sen alçak bir karaktere sahipsen? Onlar cesurken, sen korkaksan? Onlar ölçülü davranmayı başarabiliyorken, sen ba-şaramıyorsan?

"Bunun kölelikle ne ilgisi var?” diye sorabilirsin. Bir şeyi istemeden, zorlamayla ve inleyerek yapmak kölelik değil midir? "Olabilir ama beni herkese hükmeden İmparator’un dışında kim herhangi bir şeye zorlayabilir ki?” Öyleyse, bir efendin olduğunu sen kendin de kabul ediyorsun. Ancak, senin tabirinle, onun herkese hükmediyor olması seni teselli etmesin. Bu sadece çok büyük bir ailede köle olduğun anlamına gelir. Nikopolis halkı da devamlı "İmparator’un lütfuyla özgürüz,” der.

Ancak, istersen şimdilik İmparator’dan bahsetmeyelim. Bana şunu söyle. İster özgür olsun ister köle, hiç herhangi birine aşık olmadın mı? "Bunun özgür veya köle olmakla ne ilgisi var?” Sevdiğin kişi seni hiç istemediğin bir şey yapmaya zorlamadı mı? Küçük köleni hiç şımartmadın mı? Ayaklarını hiç öpmedin mi? Oysa birisi seni İmparator’un ayaklarını öpmeye zorlasa, bunun büyük bir hakaret ve tiranlık olduğunu düşünürsün. Eğer kölelik bu değilse nedir? Hiç gece vakti gitmek istemediğin bir yere gitmedin mi? İstediğinden daha fazla para harcamadın mı? İnleyip sızlanmadın mı? Kötü muameleye ve dışarıda bırakılmaya boyun eğmedin mi? Ancak, eğer kendi yaptıklarını itiraf etmeye utanıyorsan, belki de senden bile uzun bir süre askerlik yapmış olan Thrasonides’in15 yaptıklarına ve söylediklerine bak. Öncelikle, kölesinin bile dışarı çıkmadığı, sadece efendisi tarafından mecbur bırakıldığında ağlaya sızlaya çıktığı bir saatte dışarı çıktı. Sonra ne dedi? "Hiçbir düşmanım beni köle edemezken, değersiz bir kız beni kendine köle etti.” Değersiz bir kızın kölesi olan zavallı adam. Neden kendini hâlâ özgür olarak adlandırıyorsun? Neden askerlik günlerini anlatıyorsun? Ardından, bir kılıç istedi ve merhametinden ötürü ona kılıç vermeyi reddeden kişiye öfkelendi. Kendisinden nefret eden kıza hediyeler gönderdi, yalvarıp yakardı ve küçücük bir başarı elde ettiğinde havalara uçtu. Ama nasıl? Arzulamayacak ve korkmayacak kadar özgür müydü?

Bir de özgürlük fikrini hayvanlara nasıl uyarladığımızı düşün. İnsanlar aslanları kafese kapatıp besliyorlar ve bazen de yanlarında gezdiriyorlar. Böyle bir aslanın özgür olduğunu kim söyleyebilir? Rahata ne kadar alışırsa, o kadar köleleşmeyecek midir? Aklı mantığı olan bir insan bu aslan gibi olmak ister mi? Yakalanıp kafese kapatılan kuşlar kaçmaya çalışırken büyük acılar çekmiyorlar mı? Bazıları böyle bir hayata boyun eğmek-tense açlıktan ölüyor. Yaşayanlar ise güçten kuvvetten düşüyor ve en ufak bir açıklık bulduğunda kaçıyor. Doğuştan gelen özgürlüklerini, bağımsız olmayı ve engellerden kurtulmayı işte bu kadar çok arzuluyorlar. "Kafeste yaşamanın sana ne zararı var?” "Ben istediğim yere uçmak, açık havada yaşamak ve istediğim zaman şakımak için yaratıldım. Beni bütün bunlardan mahrum bırakıp bir de bunun bana ne zararı olduğunu mu soruyorsun?” Dolayısıyla, ancak esarete katlanamayan ve yakalandığı anda ölerek esaretten kurtulan hayvanlara özgür diyebiliriz. Diyojen de bir yerde özgürlüğe kavuşmanın tek yolunun ölmeye hazır olmaktan geçtiğini söylemiştir. Pers Kralı’na şöyle yazmıştır: "Balıkları nasıl esir edemezsen, Atinalıları da edemezsin.” "Neden? Onları yakalayamaz mıyım?” "Eğer yakalarsan, balıklar gibi seni anında terk ederler. Çünkü bir balık yakalandığında ölür. Eğer bu insanlar yakalandıklarında öleceklerse, savaşa hazırlanmanın senin için ne anlamı var?” Bunlar özgürlüğe uzun uzadıya kafa yormuş ve doğal olarak bu kavramın gerçek anlamını bulmuş olan özgür bir insanın sözleridir. Özgürlüğü olmadığı bir yerde ararsan, hiçbir zaman bulamaman doğal değil midir?

Bir köle hemen serbest bırakılmak ister. Neden? Vergi tahsildarlanna para ödemeye can attığı için mi? Hayır; bunu elde edemediği sürece engellenmiş ve mutsuz olacağına inandığı için. "Özgürlüğüme kavuşur kavuşmaz mutlu olacağım. Herkesle eşitim olarak konuşacağım. İstediğim yere gelip gideceğim," der. Ardından özgür kalır ve yemek yiyebileceği hiçbir yer olmadığı için dalkavukluk edebileceği ve birlikte yemek yiyebileceği birini aramaya başlar. Ardından bedenini satmaya başlar, korkunç şeylere katlanır ve eğer bir yemlik bulabilirse, eskisinden daha da beter bir köleliğin pençesine düşer. Zengin olmayı başarsa bile, neyin iyi olduğunu bilmediği için, kızın birine aşık olur ve mutsuzluğun pençesine düşünce, yeniden köle olmayı arzular. "Köleyken neyim eksikti?" diye sorar. "Başka biri beni giydiriyor, besliyor ve hasta olduğumda bana bakıyordu; karşılığında da onun için birkaç görev yerine getiriyordum. Şimdiyse tek bir kişinin kölesi olmak yerine pek çok kişinin kö-lesiyim ve acılar içinde kıvranıyorum. Ama eğer yüzüğü16 elde edebilirsem, mutluluk ve refah içinde yaşayacağım." Yüzüğü elde etmek için gereken her şeye katlanır ve elde edince de yine aynı şeyler olur. Bu sefer de, "Eğer orduya katılırsam, bütün kötü!üklerden kurtulacağım," der. Orduya katılır. Kırbaçlanan bir köle kadar acı çeker ama yine de ikinci ve üçüncü bir görevin' peşinde koşmaya devam eder. Sonunda kariyerinin zirvesine ulaşıp senatör olunca da meclise girerek köleliklerin en ihtişamlısına kavuşur. Ahmaklığı bırakalım. İnsan, Sokrates’in de dediği gibi, her şeyin ne anlama geldiğini öğrenmeli ve fikirlerini belirli durumlara uyarlamakta acele etmemelidir. Çünkü insanların sorunlarının kökeni budur; genel fikirlerini belirli durumlara uyarlayamamak. Oysa biz sorunlarımızın kökenleri konusunda farklı görüşlere sahibizdir. Kimisi sorununun hastalıktan kaynaklandığını zanneder; oysa asıl sorun fikirlerini doğru uyarlayamamasıdır. Kimisi yoksulluktan kaynaklandığını, kimisi sert bir anne babaya sahip olmaktan kaynaklandığını, kimisi de İmparator’un kendisini kayırmamasından kaynaklandığını zanneder. Oysa bütün bu sorunların kökeni tek bir şeydir; fikirlerini uyarlamayı bilmemek. Çünkü “kötü” konusunda kim fikir sahibi değildir? Onun zararlı bir şey olduğunu, kaçınılması ve tedbir alınması gereken bir şey olduğunu kim düşünmez? İş uygulamaya gelinceye dek fikirler birbiriyle çelişmez. Hem zararlı hem de kaçınılması gereken bir şey olan “kötü” nedir öyleyse? Birisi çıkıp “İmparator’un dostu olmamaktır,” der. Bu kişi fazlasıyla yanılmaktadır, fikirlerini doğru uyarlaya-mamıştır ve konuyla hiç ilgisi olmayan yerlere gitmiştir. Çünkü İmparator’un dostu olmayı başarsa bile, aradığı şeyi bulamayacaktır. Her insanın aradığı şey nedir? Güven içinde yaşamak, mutlu olmak, istediği gibi davranmak, engellenmemek ve zorlanmamak. Peki ama bir insan İmparator’un dostu olunca engellerden kurtulur mu? Zorlamalardan kurtulur mu? Mutlu ve huzurlu olur mu? Bunu kime sormalıyız? İmparator’un dostu olan birinden daha güvenilir bir tanık bulabilir miyiz? Öyleyse, söyle bize; İmparator’un dostu olmadan önce mi daha huzurlu uyuyordun yoksa şimdi mi daha huzurlu uyuyorsun? Derhal şu cevabı alırız: “Lütfen benimle alay etmeyi bırak. Ne acılara katlandığımı bilmiyorsun. Gözüme uyku girmiyor. Birisi gelip ‘İmparator uyandı. Birazdan görünür,’ dediği anda endişeler ve dertler birbirini kovalamaya başlıyor.” Peki, yemeklerini eski-

den mi daha büyük bir keyifle yiyordun yoksa şimdi mi daha büyük bir keyifle yiyorsun? Bir de bu konuda söylediklerini dinle. Yemeğe davet edilmediğinde üzüldüğünü, edildiğindeyse efendisiyle birlikte yemek yiyen bir köle gibi olduğunu, aptalca bir şey söylemekten veya yapmaktan korktuğunu söylüyor. Neden korkuyor dersin? Köle gibi kırbaçlanmaktan mı? Nerede o günler? İmparator’un dostu olan bir insandan beklenebileceği gibi, kellesini kaybetmekten korkuyor. Ne zaman dertsiz tasasız yıkanır, huzur içinde egzersiz yapardın? Kısacası, hangi hayatı tercih ederdin? Şimdiki hayatını mı yoksa eski hayatını mı? İnan bana, hiç kimse İmparator’a yakınlaştıkça dertlerinin arttığı gerçeğini göremeyecek kadar aptal değildir.

Krallar ve kralların dostları diledikleri gibi yaşayamadıklarına göre, kimler özgürdür? Ararsan bulursun, çünkü doğa sana her zaman gerçeği keşfetmen için gereken kaynakları sunar. Ancak, eğer bu kaynaklardan faydalanarak kendi başına gerçeği bulamıyorsan, bulmuş olanlara kulak ver. Onlar ne diyorlar? Özgürlük iyi bir şey midir sence? "En iyi şeydir." En iyi şeye erişen birinin mutsuz olması mümkün müdür peki? "Hayır." Öyleyse mutsuz, başarısız, ağlayan ve sızlayan birini gördüğünde, onun özgür olmadığını rahatlıkla söyleyebilirsin. "Evet." Alım satım, mal mülk gibi konuları geçtik öyleyse. Çünkü demin konuştuklarımızı kabul etmekte haklıysan, mutsuz o!duğu sürece, Pers Kralı’nın bile özgür olduğunu söyleyemeyiz. Ne de başka bir kralın, konsülün veya iki kere konsül olmuş birinin. "Doğru."

Şu soruya da cevap ver öyleyse. Özgürlük sence önemli, asil ve değerli bir şey midir? "Elbette." Bu kadar önemli ve değerli bir şeye sahip olan bir insanın kendini alçaltması mümkün müdür? "Değildir. " Öyleyse, başkalarına tabi olan ve başkalarını riyakarca öven insanların da özgür olmadığını rahatlıkla söyleyebilirsin. Bir tek bunu biraz yemek karşılığında yapanların değil, makam karşılığında yapanların da. Küçük şeyler karşılığında bunu yapanları küçük köleler, büyük şeyler karşılığında yapanları ise büyük köleler olarak adlandırabilirsin. "Bunu da kabul ediyorum." Sence özgürlük kendi kendine yeten egemen bir şey midir? "Kesinlikle." Öyleyse, başkaları tarafından engellenebilen ve zorlanabilen insanların da özgür olmadığını söyleyebilirsin. Lütfen o kişilerin soyuna sopuna bakmaya veya alınıp satılma durumlarını araştırmaya kalkışma. Eğer birinin yürekten gelerek "Efendim," dediğini duyarsan, önünde on iki tane muhafız yürüyor olsa bile, o kişiyi köle olarak adlandırabilirsin. "Vah başıma gelenler. Ne acılara katlanıyorum," diyen birini köle olarak adlandırabilirsin. Ağlayan sızlayan, yakınan, mutsuz olan birini köle olarak adlandırabilirsin; mor toga giyiyor olsa bile. Eğer bunların hiçbirini yapmıyorsa bile onu hemen özgür olarak adlandırma; fikirlerini öğren ve fikirlerinin zorlamalara ve engellere tabi olup olmadığına bak. Eğer öyleyse, onu Satürnalya17 bayramındaki bir köle olarak adlandırabilirsin. Efendisinin uzakta olduğunu ama yakında döneceğini ve o zaman onun gerçek durumunun gözler önüne serileceğini söyleyebilirsin. "Efendisi kim?" Her kim arzuladıklarını ona verme ya da arzuladıklarını ondan alma gücünü elinde bulunduruyorsa. "Öyleyse, pek çok efendimiz mi var?" Evet, çünkü her şeyden önce koşullar da bizim efendimizdir ve pek çok koşul vardır. Dolayısıyla, bu koşullar üzerinde güç sahibi olan kişilerin de efendimiz olması kaçınılmazdır. Çünkü hiç kimse İmparator'un kendisinden korkmaz; ölümden, sürgünden, malından mülkünden mahrum kalmaktan, zindandan ve gözden düşmekten korkar. Çok erdemli bir insan olmadığı sürece, hiç kimse İmparator’un kendisini sevmez; zenginliği ve makam sahibi olmayı sever. Eğer bunları seviyor veya bunlardan nefret ediyor ve korkuyorsak, bunlar üzerinde güç sahibi olan kişilerin bizim efendimiz olması kaçınılmazdır. Dolayısıyla, onlara tanrı gibi taparız, çünkü bize büyük faydalar sağlama gücüne sahip olan şeylerin ilahi olduğuna inanırız. Belirli bir kişinin bu güce sahip olduğunu zanneder ve onu ilahlaştırırız. Yanlış bir varsayımdan yola çıktığımız için de yanlış bir sonuca ulaşmamız kaçınılmaz olur.

Öyleyse, bir insanı özgür ve kendi kendinin efendisi kılan nedir? Zenginlik, valilik, konsüllük ve hatta krallık bile bunu sağlayamadığına göre, başka bir cevap olması gerekir. Yazarken, engellerden kurtulmamızı sağlayan nedir? Yazma sanatını bilmek. Peki ya lavta çalarken? Lavta çalmayı bilmek. Dolayısıyla, yaşamanın da bir ilmi vardır. Genel prensipleri öğrendin ama parça parça da incelemelisin. Başkalarına bağlı şeyleri arzulayan birinin engellerden kurtulması mümkün müdür? “Hayır.” Dolayısıyla, özgür olamaz. Bir de şunu düşün: Hiçbir şey bizim elimizde değil midir, her şey bizim elimizde midir, yoksa bazı şeyler bizim elimizdeyken, bazı şeyler değil midir? “Ne demek istiyorsun?” Sağlam bir bedene sahip olmak elinde midir? “Hayır.” Sağlıklı olmak elinde midir? “Hayır.” Yakışıklı olmak elinde midir? “Hayır.” Yaşamak veya ölmek? “Hayır.” Öyleyse, bedenin sana ait değildir ve senden daha güçlü olan herkese tabidir: "Evet.” Peki ya toprakların? İstediğin kadar toprağa, istediğin süre boyunca sahip olmak elinde midir? “Hayır.” Peki ya kölelerin? “Hayır.” Giysilerin? “Hayır.” Evin? “Hayır.” Atların? “Bunların hiçbiri benim elimde değildir. ” Çocuklarının, karının, kardeşlerinin ve dostlarının yaşamasını her şeyden çok istiyorsan, bunu sağlamak elinde midir? “Bu da elimde değildir.”

Senin elinde olan, sadece sana bağlı olan ve senden alınamayacak olan hiçbir şey yok mudur peki? “Bilmiyorum.” Konuyu bir de şöyle ele al o zaman. Hiç kimse yanlış bir şeye onay vermeni sağlayabilir mi? “Sağlayamaz.” Öyleyse, onayını verme konusunda engellere tabi değilsin. “Doğru.” Peki, hiç kimse seni istemediğin bir şeye doğru hareket etmeye zorlayabilir mi? “Zorlayabilir; eğer beni ölümle veya zindanla tehdit ederse, zorlamış olur.” Ölümü ve zindanı umursamıyorsan, o kişiyi dikkate alır mısın? “Hayır.” Ölüme karşı yaklaşımın sana ait bir mesele değil midir peki? “Evet.” Öyleyse, bir şeye doğru hareket etmeyi arzulamak da sana ait bir meseledir. Öyle değil mi? “Doğru. ” Peki ya bir şeyden uzaklaşmayı arzulamak kime ait bir meseledir? Bu da sana ait bir meseledir. “Peki ya yürümeye çalıştığımda biri bana engel olursa?” “Neyine engel olacak? Onay verme yetine mi?” “Hayır, bedenime.” “Evet, tıpkı bir taşa da yapabileceği gibi.” “Ama sonuçta yürüyeme-miş olacağım.” Peki, kim yürümenin engellerden muaf, sana ait bir eylem olduğunu söyledi ki? Ben sadece hareket etme arzusunun engellerden muaf olduğunu söyledim ama bedeninin kendine ait olmadığını zaten çoktan belirtmiştim. “Doğru.” Kim seni istemediğin bir şeyi arzulamaya zorlayabilir? “Hiç kimse.” Amaçların ve niyetlerin konusunda, kısacası izlenimleri kullanmak konusunda hiç kimse seni zorlayabilir mi? “Zorlayamaz ama arzuladığım şeyi elde etmeme engel olabilir.” Eğer sana ait ve engellenemez olan şeylerden birini arzuluyorsan, sana nasıl engel olacak? “Olamaz.” Peki, kim başkalarına ait olan şeyleri arzulayan birinin engellerden muaf olduğunu söyledi ki?

“Sağlıklı olmayı arzulamamalı mıyım yani?” Arzulamama-lısın; başkasına ait olan diğer hiçbir şeyi de arzulamamalısın, çünkü istediğin zaman elde edip korumanın elinde olmadığı şeyler başkasına aittir. Öyleyse, sadece ellerini değil, arzularını da o tür şeylerden uzak tut. Sana ait olmayan, başkalarının elinde olan ve gelip geçici olan şeylere imrenirsen, köleliğe mahkûm olursun. "Elim bana ait değil midir?” Bedeninin bir parçasıdır ama doğası gereği engellere ve zorlamalara tabi olduğu gibi, kendisinden daha güçlü olan her şeyin kölesidir. Sadece elin mi? Bütün bedenini, olabildiği sürece yük taşıyan bir eşek gibi görmelisin. Eğer bir asker ona el koyarsa, bırak gitsin; karşı koyma ve homurdanma, çünkü aksi takdirde, eşeği zaten kaybedeceğin gibi, bir de dayak yersin. Bedenini böyle görmen gerekirken, bedenin için sağlanmış olan diğer şeyleri nasıl görmen gerektiğini sen düşün. Bedenin eşekse, diğer şeyler de eşeğin yuları, semeri, nalları, arpası ve samanıdır. Bunları da bırak gitsin. Eşeği bıraktığından daha da hızlı ve kolay bırak.

Kendine ait olan şeyleri başkasına ait olan şeylerden ve engellere tabi olan şeyleri engellere tabi olmayan şeylerden ayırmayı, engellere tabi olmayan şeylerin seni ilgilendirdiğini, diğerlerinin ise seni ilgilendirmediğini, arzularının daima seni ilgilendirenlere yönelmesi ve diğerlerinden uzak durması gerektiğini öğrendiğinde, korkacağın hiç kimse kalır mı? "Hayır.” Ne için korkacaksın ki? Kendine .ait olan, iyiliğin ve kötülüğün özünü oluşturan şeyler için mi? Bunlar kimin elinde? Bunları senden kim alabilir? Kim engelleyebilir? Hiç kimse. Tıpkı Tanrı’yı da engelleyemeyeceği gibi. Bedenin ve mal varlığın için, sana ait olmayan ve seni hiç ilgilendirmeyen şeyler için mi korkacaksın? Baştan beri sana ait olanları olmayanlardan, elinde olanları olmayanlardan ve engellere tabi olanları olmayanlardan ayırmak için değil de ne için çalışıyorsun? Filozoflara neden geldin? Eskisi kadar mutsuz olmak için mi? Ancak bunları yaparsan, korkularından ve endişelerinden kurtulursun. Keder senin için nedir? Korku, olmasını beklediklerinden, keder ise olanlardan kaynaklanır. Bundan böyle neleri arzulayacaksın?

İradenin gücü dahilindeki iyi ve mevcut şeylere karşı ölçülü bir arzu besleyecek ama iradenin gücü dahilinde olmayan şeyleri arzulamayacaksın. Böylece, mantıksızlığa, sabırsızlığa ve aceleciliğe sürüklenmeyeceksin.

Eğer böyle bir yaklaşımı benimsersen, gözünü korkutabilecek kim kalır? Gördüğün veya konuştuğun bir insan sana korkutucu gelebilecek neye sahiptir? Adar, köpekler veya arılar kendi cinslerinden korkmazlar. Ne var ki insanların korktuğu belirli şeyler vardır ve eğer birisi bu şeyleri onlara sunma ya da onlardan alma gücüne sahipse, o zaman o kişi de onlar için korkutucu olur. Bir kale nasıl yıkılır? Kılıçla veya ateşle değil, fikirlerle. Şehirdeki kaleyi yıkabiliriz ama hastalık veya güzel kadınlar konusundaki görüşlerimizi yıkabilir miyiz? Yani içimizdeki kaleyi yıkabilir ve içimizdeki tiranlardan kurtulabilir miyiz? Ne olursa olsun bununla başlamalıyız ve bedenimizden, onun parçalarından ve yetilerinden, mal varlığımızdan, itibarımızdan, makamımızdan, çocuklarımızdan, kardeşlerimizden, dostlarımızdan vazgeçerek, bütün bunların başkalarına ait olduğunu düşünerek kaleyi yıkmalı ve tiranlardan kurtulmalıyız. İçimdeki tiranlardan kurtulduğum sürece duvarların yerinde kalmasının da bir önemi yoktur bana göre, çünkü bana ne zarar verebilir ki? Tiranın muhafızlarından neden kurtulayım? Beni nasıl etkileyebilirler ki? Başkalarına karşı değnekleri, mızrakları ve kılıçları olabilir. Ne var ki bugüne kadar hiç kimse benim irademi engelleyemedi ve beni istemediğim bir şeye zorlayama-dı. Bunu nasıl başardım? Tanrı’ya boyun eğerek. O hasta olmamı mı istiyor? O zaman benim İsteğim de budur. Bir tercihte bulunmamı mı istiyor? O zaman benim İsteğim de budur. Bir şeyi elde etmemi mi istiyor? O zaman benim İsteğim de budur. İstemiyor mu? O zaman ben de istemem. Ölmemi mi istiyor? İşkence görmemi mi istiyor? O zaman ölmek benim isteğimdir.

İşkence görmek benim isteğimdir. Bu durumda, kim beni engelleyebilir veya zorlayabilir ki? Zeus’u engelleyemeyeceği ve zorlayamayacağı gibi, beni de engelleyemez ve zorlayamaz.

İhtiyatlı yolcular da böyle hareket ederler. Yalnız bir yolcu yolun haydutlarla dolu olduğunu haber alınca, tek başına yola çıkmak yerine bir elçiyle veya valiyle birlikte seyahat etmeyi bekler ve onun maiyetine katılarak güvenli bir yolculuk gerçekleştirir. Akıllı bir insan hayatta da böyle davranır. Şunları düşünür: "Hayat soyguncularla, tiranlarla, fırtınalarla, zorluklarla ve kayıplarda dolu. O zaman nereye sığınabilirim? Soyguncuların saldırısına uğramaktan nasıl kurtulabilirim? Güvende olmak için kimi beklemeliyim? Kime katılmalıyım? Zengin ve nüfuzlu birine mi? Bunun bana ne faydası var? O kişi de soyulabilir ve yıkılabilir. Peki ya yol arkadaşım da bana düşman olursa ve beni soyarsa ne yapacağım? İmparator’un arkadaşı olmalıyım. İmparator’un arkadaşı olursam, hiç kimse bana yanlış yapamaz. Peki ama bunun için nelere katlanmam gerekecek? Kimlere ne kadar para harcamam gerekecek? İmparator’un arkadaşı olsam bile, o da fani. Üstelik herhangi bir nedenle bana düşman olursa nereye kaçacağım? Çöle mi? Hastalık beni orada da bulmaz mı? Ne yapmalı öyleyse? Birlikte yolculuk edebileceğim güvenilir, sadık ve güçlü biri yok mu?" İşte bunları düşündükten sonra, Tanrı’yla birlikte hareket ettiği takdirde güvenli bir yolculuk gerçekleştirebileceğini anlar.

"Tanrı’yla birlikte hareket etmek derken ne kastediyorsun?” Tanrı'nın istediklerini insan da istemeli, Tanrı'nın istemediklerini insan da istememelidir. Bu nasıl yapılabilir? Tanrı’nın amacını ve düzenini inceleyerek. Tanrı'nın verdiklerinden hangileri bana ait ve benim elimde? Hangilerini kendine ayırdı? Tanrı irademi bana ait kıldı ve engellerden muaf tuttu. Topraktan ibaret olan bedenimi engellerden nasıl muaf tutabilirdi? Tutamazdı; dolayısıyla onu evrensel döngünün bir parçası yaptı, tıpkı ev eşyalarım, evim, karım ve çocuklarım gibi. Öyleyse, Tanrı’yla neden savaşıyorum? Neden irademe bağlı olmayan şeyleri istiyorum? Neden bana bahşedilmeyen şeylere bütünüyle sahip olmak istiyorum? Peki, bir şeyleri nasıl istemeliyim? Bana verildiği şekilde ve bana verildiği süre boyunca. Tanrı verdiği gibi alır da. Öyleyse, neden karşı koyuyorum? Benden daha güçlü birine karşı koymak aptallık olur ama daha da önemlisi adaletsizlik olur. Çünkü dünyaya geldiğimde sahip olduklarımı bana kim verdi? "Babam verdi.” Peki, ona kim verdi? Güneşi kim yarattı? Meyveleri kim yarattı? Mevsimleri kim yarattı? İnsanların arasındaki bağı ve dostluğu kim yarattı?

Bütün bunları ve hatta kendi varlığını sana bir başkası vermişken, senden herhangi bir şey aldığı için ona öfkelenebilir veya onu suçlayabilir misin? Sen kimsin ve hangi amaçla dünyaya geldin? Tanrı seni dünyaya getirmedi mi? Sana ışığı göstermedi mi? Birlikte çalışabileceğin insanlar, akıl ve mantık vermedi mi? Peki, seni buraya nasıl bir varlık olarak getirdi? Ölümlü bir varlık olarak getirmedi mi? Yarattığı düzeni izlemen ve bu festivalde kısa bir süre boyunca ona eşlik etmen için getirmedi mi? Bu durumda, sana izin verildiği sürece burada kalmayacak, töreni ve gösteriyi izledikten sonra Tanrı tarafından dışarı çıkarıldığında, gördüklerin ve duydukların için teşekkür ederek ve ona karşı büyük bir sevgi besleyerek gitmeyecek misin? "Hayır. Ben festivalin tadını çıkarmaya devam etmek istiyorum.” Törenlerle üyeliğe kabul edilenler de törenlerin devam etmesini isterler. Olimpiyatlara gidenler de daha fazla sporcu görmek isterler. Ancak, tören sona erdi. Törenden minnettar ve alçakgönüllü bir insan olarak ayrılmalısın. Başkalarına yer açmalısın. Onların da senin gibi doğması ve doğduktan sonra bir yere, eve ve diğer gerekli şeylere sahip olması gerekir. Eğer ilk gelenler çekilmezlerse ne olur? Neden doymak bilmiyorsun? Neden memnuniyet duymuyorsun? Neden dünyaya yapışıp kalıyorsun? "Tamam ama karım ve çocuklarım benimle kalsın.” Onlar sana mı ait? Seni yaratana ait değiller mi? Başkalarına ait olanları bırakmayacak mısın? Senden üstün olana boyun eğmeyecek misin? "Neden beni bu koşullarla dünyaya getirdi peki?” Eğer bu koşulları beğenmiyorsan, gidebilirsin. Tanrı’nın tatmin olmayan izleyicilere ihtiyacı yok. Tanrı festivale katılacak, koroya eşlik edecek, töreni alkışlayacak, takdir edecek ve ilahilerle kutlayacak kişiler ister. Ancak, hiç sıkıntıya gelemeyen korkak kişilerin yokluğu onu üzmez, çünkü onlar varken de bir festivalde davranılması gerektiği gibi davranmamış ve yerlerini gerektiği gibi doldurmamışlardır. Bunun yerine ağlayıp sızlanmış, Tanrı’da, bahtlarında ve yoldaşlarında kusur bulmuşlardır. Ellerindekileri ve onlara tam aksini yapmaları için verilen güçleri görmemişlerdir - yüceliği, cömertliği, cesareti ve şu anda incelediğimiz özgürlüğü. "Elimdekiler bana hangi amaçla verildi peki?” Kullanman amacıyla. "Ne kadar süre boyunca?” Onları sana verenin istediği süre boyunca. "Peki ya bana gerekirlerse?” Bağlanmazsan, gerekmezler. Kendine gerektiklerini söylemezsen gerekmezler.

Gece gündüz buna çalışmalısın. En küçük ve zarar görmeye en yatkın şeylerden başlamalısın; örneğin topraktan bir kupa gibi. Ardından tuniğine, köpeğine, atma, mülküne ve sonra da kendine, bedenine, uzuvlarına, karına, çocuklarına ve kardeşlerine geçmelisin. Etrafına bakmalı ve sana ait olmayan şeylerden zihinsel olarak kurtulmalısın. Fikirlerini arındırmalısın ki sana ait olmayan şeyler sana yapışıp kalmasın ve senden alındığında sana acı vermesin. Ayrıca, okulda da yaptığın gibi her gün bunlara çalışırken, felsefe yaptığını söylememelisin, çünkü bu kibirli bir ifadedir. Özgürlük peşinde bir insan olduğunu söylemelisin, çünkü özgürlük budur. Diyojen, Antisthenes tarafından bu özgürlüğe çağrıldı ve bir daha hiç kimsenin kendisini köle edemeyeceğini söyledi. Dolayısıyla, esir alındığında korsanlara nasıl davrandı? Aralarından hiçbirini efendisi olarak adlandırdı mı? Kelimeden bahsetmiyorum, çünkü kelime beni korkutmuyor; kelimeyi üreten zihniyetten bahsediyorum. Esirlerini kötü besledikleri için korsanları azarlamadı mı? Peki, nasıl satıldı? Bir efendi mi aradı? Hayır, bir köle aradı. Satıldığı zaman efendisine nasıl davrandı? Hemen onunla tartışmaya başladı ve öyle giyinmemesi, saçlarını öyle kesmemesi gerektiğini söyledi. Ayrıca, çocuklarını nasıl yetiştirmesi gerektiği konusunda ona tavsiyeler verdi. Bunun neresi garip? Eğer efendisi bir egzersiz eğitmeni almış olsaydı, egzersiz konusunda ona kölesi gibi mi yoksa efendisi gibi mi davranırdı? Bir hekim veya mimar alsaydı da aynı şey geçerli olurdu. Bu her konuda böyledir; o konuda yetenekli olan kişinin, yetenekli olmayan kişiden üstün olması kaçınılmazdır. Öyleyse, genel anlamda hayat ilmini bilen bir kişi efendi olmayıp da ne olacaktır? Geminin efendisi kimdir? Dümenin başındaki kişi mi? Neden? Çünkü ona uymayan kişi, bunun cezasını çeker. “Ama bir efendi beni kırbaçlattırabilir.” Peki, bunu cezasını çekmeden yapabilir mi? “Ben de öyle düşünürdüm.” Cezasını çekmeden yapamayacağı için, bu onun elinde değildir. Hiç kimse cezasını çekmeden haksızlık yapamaz. “Peki, kölesini zincire vuran birinin cezası nedir?” Sence nedir? Kölesini zincire vurmaktır. Şu gerçeği sen de kabul edersin ki insan vahşi bir hayvan değil, uygar bir varlıktır. Bir sarmaşığın ne zaman kötü durumda olduğunu söyleriz? Doğasına aykırı bir durumda olduğu zaman. Peki ya horozun? Aynı şekilde. Dolayısıyla, insan için de aynısı geçerlidir. Peki, insanın doğası nedir? Isırmak, tekmelemek, zindana atmak ve kelle uçurmak mı? Hayır; iyilik yapmak, başkalarıyla yardımlaşmak ve onların iyiliğini dilemektir. Dolayısıyla, kabul etmek istesen de istemesen de, insan da aptalca davrandığı zaman kötü durumdadır.

“Sokrates’in durumu kötü değil miydi?” Hayır; onu suçlayanların ve yargılayanların durumu kötüydü. “Peki ya Ro-ma’daki Helvidius’un durumu kötü değil miydi?” Hayır; onu öldürenlerin durumu kötüydü. “Ne demek istiyorsun?” Ağır yaralanan ama dövüşü kazanan bir horozun kötü durumda olduğunu söylemezsin. Mağlup olan ve yaralanmayan horozun kötü durumda olduğunu söylersin. Av peşinde koşmayan ve iş yapmayan bir köpeğin iyi durumda olduğunu söylemezsin. Terleyen ve koşmaktan nefes nefese kalan bir köpeğin iyi durumda olduğunu söylersin. Her şey için kötü olan, o şeyin doğasına aykırı olan şey değil midir? Diğer her şey için bunu söylemiyor musun? O zaman neden bir tek insan söz konusu olduğunda farklı düşünüyorsun? İnsan doğasının nazik, yardımsever ve sadık olduğunu söylemek bir paradoks mudur? Değildir. Öyleyse, kırbaçlanan, zincire vurulan veya kellesi uçurulan bir insanın zarar görmediğini söylemek de paradoks değildir. Eğer bir insan acılara büyük bir asaletle katlanıyorsa, bütün bunlardan daha da avantajlı ve kazançlı çıkmaz mı? Oysa insan yerine kurda veya yılana dönüşürse, büyük bir zarar görmez ve acınacak duruma düşmez mi?

Fikir birliğine vardığımız konuları özetleyelim öyleyse. Kısıtlama altında olmayan ve her şey tam dilediği gibi olan insan özgürdür. Kısıtlanabilen, engellenebilen, baskı altına alınabilen ve kendi iradesine aykırı bir duruma sürüklenebilen insan ise köledir. Peki, kim kısıtlamalardan kurtulmuştur? Başkalarına ait olan şeyleri arzulamayan kişi. Başkalarına ait olan şeyler nelerdir? Sahip olmanın veya olmamanın elimizde olmadığı şeyler. Bedenin, uzuvların ve malların başkasına aittir. Eğer bunlardan herhangi birine kendine aitmiş gibi bağlanırsan, başkasına ait olan şeyleri arzulayan kişilerin hak ettiği cezayı çekersin. Özgürlüğe giden tek yol budur. Kölelikten kurtulmanın tek yolu budur. Bütün ruhunla "Bana yol göster ey Zeus. Bana yol göster ey Kader. Sizin yolunuzda yürüyeceğim,” demenin tek yolu budur. Peki ama sen ne diyeceksin filozof? Diyelim ki tiran seni kendine yakışmayan şeyler söylemeye çağırdı. Söyler misin, söylemez misin? Cevap ver. "Bir düşüneyim.” Şimdi mi düşüneceksin? Okuldayken bunları düşünmedin mi? Nelerin iyi, nelerin kötü, nelerin ise ne iyi ne de kötü olduğuna çalışmadın mı? "Çalıştım.” Fikrin neydi öyleyse? "Adil ve onurlu davranışların iyi olduğu. Adaletsiz ve alçak davranışların kötü olduğu.” Hayat iyi bir şey midir? "Hayır.” Ölüm kötü bir şey midir? "Hayır.” Peki ya zindan? "Hayır.” Peki, alçak ve yalan sözler konusunda, dostuna ihanet etmek ve tiranı göklere çıkarmak konusunda ne düşünüyordun? "Bunların kötü olduğunu.” Öyleyse düşünecek daha ne var ki? Gücün dahilindeyken iyi şeyleri elde etmenin ve kötü şeylerden kaçınmanın sana yakışıp yakışmadığı mı? Bu gerçekten de uzun uzadıya kafa patlatılması gereken bir konu. Bizimle neden alay ediyorsun? Düşündüğün falan yok. Eğer gerçekten alçak davranışların kötü, onurlu davranışların iyi, diğer şeylerin ise ne iyi ne de kötü olduğuna inan-saydın, düşünecek süreye ihtiyacın olmazdı. Mantığını kullanarak hemen kararını verirdin; tıpkı başka konularda gözlerini kullanarak yaptığın gibi. Siyah şeylerin beyaz olup olmadığını, ağır şeylerin hafif olup olmadığını düşünür müsün? Duyularının sunduğu kanıtları anlamaz mısın? Öyleyse, şimdi nasıl olur da ne iyi ne de kötü olan şeylerden mi yoksa kötü şeylerden mi daha fazla kaçınmak gerektiğini düşündüğünü söylersin? Sen aslında o şeylerin ne iyi ne de kötü olduğuna inanmıyor, kötü olduğuna inanıyorsun. Diğer şeylerin de (alçak ve yalan sözlerin vs.) kötü olduğuna inanmıyor, bunların bizi hiç ilgilendirmediğine inanıyorsun. Baştan beri buna alışmışsın. "Neredeyim? Okulda. Kimlerle konuşuyorum? Filozoflarla. Ama artık okul bittiğine göre, boş ver o bilgiç ahmakların sözlerini.” İşte bir filozof dostuna böyle iftira atar, böyle parazite dönüşür, görüşlerini böyle satılığa çıkarır, okulda fikirlerini dile getirirken, senatoda fikirlerini böyle saklar. Haberleri nasıl karşılarsın peki? Çocuğunun öldüğünü söylemeyeceğim, çünkü buna nasıl katlanasın? Yağını döktüklerini ya da şarabını içtiklerini söyleyeceğim. Büyük bir yaygara kopardığını gören kişi şunları söylemez mi? "Ey filozof. Okulda başka konuşuyordun. Bizi neden kandırıyorsun? Solucanın tekiyken neden insan taklidi yapıyorsun?” O filozoflardan biri bir kadınla birlikte olduğu sırada orada olmak ve nasıl davrandığını, neler söylediğini görmek isterdim. Bir filozof olduğunu, söylediklerini, duyduklarını ve okuduklarını hatırlayıp hatırlamadığını görmek isterdim.

"Bütün bunların özgürlükle ne ilgisi var?” Senin gibi zengin insanlar inanmak istese de istemese de özgürlük tamamen bunlarla ilgilidir. "Buna kanıt olarak kimi göstereceksin?” Senin kendinden başka kimi göstereceğim? Güçlü bir efendinin (İmparator’un) her işaretine boyun eğerek yaşıyorsun. Sana biraz ters baksa fenalaşıyorsun. Yaşlı kadınlara ve erkeklere kur yapıyor, "Ben bunu yapamam. Bu benim elimde değil,” diyorsun. Neden elinde değil? Kısa bir süre önce bana karşı çıkıp öz-gür.olduğunu iddia etmedin mi? "Aprulla18 bana engel oldu.” Öyleyse, gerçeği söyle köle. Efendilerinden kaçma ve onları inkar etme. Köleliğine dair bunca kanıt varken, özgür olduğunu savunacak birini arama. Aşk için görüşlerine ters düşen bir şey yapan ve doğruyu görmesine rağmen peşinden gidecek gücü olmayan biri bile mazur görülmeyi daha çok hak eder, çünkü büyük ve bir bakıma doğaüstü bir gücün pençesindedir. Gelgelelim, yaşlı kadınlara ve erkeklere kur yapan, hediyeler sunan, burunlarını silen ve hasta olduklarında köle gibi başlarında bekleyen ama bir yandan da içten içe ölmelerini dileyen ve hekimlere ölüp ölmeyeceklerini soran birine kim tahammül edebilir? Gıptayla bakılan önemli bir makama gelmek için başkalarının kölelerinin ellerini öpüyorsun; yani özgür insanların kölesi bile değilsin. Sonra da konsül olduğun için önümde çalım satarak yürüyorsun. Ben senin nasıl konsül olduğunu, bunu sana kimin verdiğini bilmiyor muyum? Eğer Felicion’un yardımıyla yaşamam, onun kibrine ve kölelere has küstahlığına katlanmam gerekseydi, yaşamak istemezdim. Çünkü önemli bir konuma geldiğini zanneden ve şişim şişim şişinen bir kölenin nasıl olduğunu bilirim.

"Sen özgür müsün peki?" diye sorabilirsin. Tanrı’dan en büyük dileğim bu ve özgür olmak için dua ediyorum. Gelgele-lim, henüz efendilerimle yüzleşemedim ve bedenime hâlâ değer veriyorum. Onu sağlam tutmak benim için çok önemli; bütünüyle sağlam olmasa bile.19Ancak, başka bir örnek aramaman için sana özgür bir insan gösterebilirim. Diyojen özgürdü. Neden mi? Annesi ve babası özgür olduğu için değil, kendisi özgür olduğu için. Köleliğin bütün zincirlerini koparıp attığı için. Hiç kimsenin onu ele geçirip köleleştirecek bir yol bulması mümkün değildi. Hiçbir şeye sıkı sıkı bağlı değildi. Mallarını ele geçirsen, bu yüzden senin peşinden geleceğine, mallarından vazgeçerdi. Bacağını ele geçirsen, bacağından vazgeçerdi. Bedenini ele geçirsen, bedeninden vazgeçerdi. Yakınlarından, dostlarından ve ülkesinden de. Çünkü bunları ona kimin hangi koşullarla verdiğini biliyordu. Asıl ailesi olan tanrıları ve asıl ülkesini asla terk etmezdi. Onların buyruklarını yerine getirirken, hiçbir insana boyun eğmezdi. Ülkesi için ölmeye ondan daha hazır birini bulamazdın. Çünkü yapılan her şeyin Tanrı’nın buyruğuyla o ülke için (evren veya bütün dünya) yapıldığını unutmazdı. Dolayısıyla Diyojen’in kendi söylediklerine ve yazdıklarına bak: "Bu nedenle, Diyojen, Pers Kralı’yla da Spartalıların kralı Archidamus’la da istediğin gibi konuşabilirsin.” Özgür bir anne babadan doğduğu için mi? Bütün Atinalılar ve Spartalılar kölelerden doğdukları için krallarla istedikleri gibi konuşamıyorlar, onlardan korkuyorlar ve onlara övgüler düzüyorlardı herhalde. Peki, Diyojen neden böyle bir güce sahipti? "Çünkü bedenimin bana ait olduğunu düşünmüyorum. Çünkü hiçbir eksiğim yok. Çünkü kanundan başka hiçbir şeye önem vermiyorum.” Diyojen’in özgür olmasını sağlayan işte bunlardı.

Taviz vermesine ve farklı yönlere çekilmesine neden olabilecek bir karısı, çocukları, ülkesi, dostları ve soydaşları olmayan yalnız bir insanı örnek verdiğimi düşünüyorsan, bir de Sokrates’e bak. Sokrates’in karısı ve çocukları vardı ama onların kendine ait olduğunu düşünmezdi. Onun için uygun olduğu sürece bir ülkeye sahipti. Dostları ve soydaşları da vardı ama hepsi kanunlara tabiydi. Dolayısıyla gerektiğinde askere giden ilk kişi Sokrates oldu ve savaşta kendini korkusuzca tehlikeye atmaktan kaçınmadı.128 Tiranlar onu Leon’u ele geçirmeye gönderdiğinde, emirlerini reddettiği takdirde ölebileceğini bilmesine rağmen, bunu yapmayı aklının ucundan bile geçirmedi, çünkü bunun alçakça bir davranış olduğunu düşünüyordu. n’ Ölmek onun için neydi ki? Onun korumak istediği bedeni değil, onu-

128 Sokrates, Potidaea, Amfipolis ve Delium'da savaştı. Delium'da cesaret ödülü aldığı söylenir. Hem bir filozof hem de cesur bir askerdi.

129 O sırada Atina'yı yöneten Otuz Tiran, başkalanyla birlikte Sokrates'e de Salamis Adası'nda bulunan Leon'u tutuklamasını ve ölüm cezasına çarptınimak üzere getirmesini emretti. Sokrates bu emre uymayı reddetti. O koşullar altında çok az kişi bunu yapardı.

ru ve sadakatiydi. Bunlar dil uzatılamayacak ve buyruk altına alınamayacak şeylerdir. Peki, hayatını korumak adına savunma yapmak zorunda bırakıldığında, karısı ve çocukları olan biri gibi mi davrandı? Hayır; karısı ve çocukları yokmuş gibi davrandı. Zehri içme vakti geldiğinde nasıl davrandı? Zindandan kaçma fırsatına sahipken, Kriton ona "Çocuklarının iyiliği için kaç," dediğinde ne cevap verdi? Kaçma fırsatını beklenmedik bir kazanç olarak gördü mü? Hayır. Doğru ve uygun davranışı düşündü; diğerlerini dikkate bile almadı. Bedenini kurtarmayı değil, adil davranmak suretiyle artan ve kurtarılan, haksız davranmak suretiyle zarar gören ve yok olan unsuru kurtarmayı seçtiğini söyledi. Atinalıların ısrarına rağmen haksız bir teklifi oylamaya sunmayan, tiranlara itaat etmeyi reddeden, erdemler ve doğru davranışlar konusunda unutulmaz laflar sarf eden Sokrates, hayatını kurtarmak için alçakça davranmadı. Böyle bir insan alçakça davranarak ve kaçarak değil, ölerek kurtulur. İyi bir oyuncu da süresini aşan bir oyunculuk sergileyerek değil, durması gerektiğinde durarak karakterini korur. Sokrates’in çocuklarına ne olacak peki? "Eğer Tesalya’ya gitseydim, onlara bakacaktınız. Yeraltı dünyasına gidersem hiç kimse onlara bakmayacak mı?" Ölümü nasıl hafife aldığını, nasıl alay konusu ettiğini görüyor musun? Oysa onun yerinde sen veya ben olsaydık, haksız davrananlara aynı şekilde karşılık vermek gerektiğini söyler ve "Hayatta kalırsam birçok kişiye faydam dokunur ama ölürsem hiç kimseye faydam olmaz," diye de eklerdik. Ge-rekseydi, kaçmak için küçücük bir delikten bile geçerdik. Peki, o durumda kime ne faydamız olurdu? Onlar nerede kalmış olurdu? Eğer hayattayken insanlara faydamız olduysa, zamanı geldiğinde gerektiği gibi ölerek onlara daha da büyük bir faydamız olmaz mı? Sokrates ölmüş olmasına rağmen hayattayken söyledikleri ve yaptıkları insanlara faydalı olmaya devam ediyor; hatta belki şimdi daha da faydalı.

Eğer gerektiği gibi özgür olmak istiyorsan, bu fikirleri düşün ve bu örnekleri incele. Bu kadar büyük bir amaç uğruna büyük bir bedel ödemen gerekirse şaşırma. Özgürlük adına kendini asanlar ve uçurumdan adayanlar olmuştur; bazen de şehirler yerle bir edilmiştir. Gerçek, sarsılmaz ve şüphe götürmez özgürlük için, Tanrı verdiklerini geri istediği zaman, iade etmez misin? Platon’un da dediği gibi, sadece ölüme değil, işkenceye, sürgüne, kırbaçlanmaya, yani kısacası sana ait olmayan her şeyden vazgeçmeye hazırlanmaz mısın? Eğer bunu yapmazsan, on bin kere konsül seçilsen bile, kölelerin arasındaki bir köle olmaktan öteye gidemezsin. Saraya çıksan bile kölelikten kurtulamazsın. Kleantes’in de dediği gibi, filozoflar genel görüşlere aykırı şeyler söyleyebilirler ama mantığa aykırı şeyler söylemezler. Deneyimlerin sana bu söylediklerimin doğru olduğunu, insanların büyük bir değer verdiği ve hevesle peşinde koştuğu şeylerin, onları elde edenlere hiçbir fayda sağlamadığını gösterecek. Henüz elde edememiş olanlar ise bunlara sahip olduklarında her şeyin iyi olacağını zannederler ama sahip olduklarında endişeleri geçmez; oradan oraya savrulmaya ve sahip olmadıkları şeyleri arzulamaya devam ederler. Çünkü özgürlük arzuladıklarımıza tamamen sahip olarak değil, arzuyu ortadan kaldırarak elde edilir. Bunun doğru olduğunu görmek için, şimdiye kadar o şeylere harcadığın çabayı bu söylediklerime harca. Seni özgür kılacak fikirlere karşı gözünü açık tut. Yaşlı ve zengin insanlara değil de filozoflara yaklaş. Filozofların kapısına git. Orada görülmek seni alçaltmayacağı gibi, doğru amaçla gittiğin sürece, elin boş da ayrılmazsın. Başaramasan bile denemiş olursun. Denemek alçaltıcı değildir.

n. BÖLÜM YAKINLIK ÜZERİNE

Eski tanıdıklarınla ve dostlarınla, onlarla aynı davranışları sergileyecek kadar yakınlaşmamaya özen göstermelisin. Eğer bu kurala uymazsan, mahvolursun. Eğer kafandan, "O zaman onun hatırını kırmış olurum ve beni eskisi kadar sevmez," gibi bir düşünce geçerse, her şeyin bir bedeli olduğunu ve eskiden yaptıklarını artık yapmayan bir insanın aynı kalmasının mümkün olmadığını unutma. Hangisini istediğini seçmelisin; eskisi gibi olup eskiden seni sevenler tarafından eskisi gibi sevilmeyi mi yoksa ilerleme gösterip dostlarından eskiden gördüğün sevgiden vazgeçmeyi mi? Eğer ikincisini seçersen, seçimine bağlı kalmalı ve şüphelere kapılmamalısın. Çünkü kararsız kalan bir insan ilerleme kaydedemez. Eğer bir seçim yaptıysan ve kendini buna adamaya hazırsan, diğer her şeyden vazgeçmelisin. Aksi takdirde kararsızlığın hem gerektiği gibi ilerleme kaydede-memene hem de eskiden sahip olduklarını kaybetmene neden olur. Çünkü eskiden hiçbir değeri olmayan şeylerin peşinden koşarken, dostların senden hoşnuttu. Ne var ki ikisini birden başaramazsın; birini ilerletirken, diğerinde geri kalman kaçınılmazdır. Eskiden birlikte içtiğin insanlarla içmeye gitmezsen, onlara eskisi kadar cazip gelmezsin. Öyleyse, seçimini yapmalısın; sağlam içip eski dostlarını hoşnut mu edeceksin yoksa ayık kalıp onları hoşnut etmeyecek misin? Eskiden birlikte şarkılar söylediğin insanlarla şarkılar söylemezsen, onlar tarafından eskisi kadar sevilmezsin. Öyleyse, bu konuda da seçimini yapmalısın. Eğer alçakgönüllü ve düzenli bir insan olmak, senin için eğlenceli bir insan olarak adlandırılmaktan daha önemliyse, geri kalan her şeyden vazgeçmeli ve o tür insanlardan uzaklaşmaksın. Ancak, eğer bu seni memnun etmiyorsa, tam tersine yönelmelisin. O durumda, yozlaşmış kişilerin arasına katılıp onlar gibi davranırsan, isteğine kavuşursun. Tiyatroda ayağa sıçrayıp dansçıyı bağıra çağıra översin. Ancak, bu kadar farklı iki karakterin uzlaşması mümkün değildir. Hem Thersites hem de Agamemnon olamazsın. Eğer Thersites olmak istiyorsan, kel ve kambur olman gerekir. Eğer Agamemnon olmak istiyorsan, yakışıklı ve uzun boylu olman, sana itaat eden insanlara gerçek bir sevgi beslemen gerekir.

m. BÖLÜM

NELERİ BAŞKA ŞEYLERLE TAKAS ETMELİYİZ?

Maddi bir şey kaybettiğinde, karşılığında ne kazandığını düşün ve eğer daha değerli bir şey kazandıysan, asla "Kayıp yaşadım," deme. Eşek yerine at, koyun yerine öküz, biraz para yerine iyilik, boş konuşmalar yerine huzur, bayağılık yerine alçakgönüllülük kazandıysan da kayıp yaşadığını söyleme. Eğer bunu aklından çıkarmazsan, karakterini her zaman korursun. Yoksa fırsatları kaçırırsın; bütün çabaların boşa gider ve altüst olur. Her şeyin yitirilmesi ve altüst olması için mantıktan küçük bir sapma yeterlidir. Bir denizcinin gemisini enkaz haline getirmesi, kurtarmasından çok daha kolaydır; gemiyi biraz rüzgara çevirdiğinde enkaz haline gelir. Bunu isteyerek yapmasa ve sadece görevini biraz ihmal etmiş olsa da sonuç değişmez. Burada da buna benzer bir durum söz konusudur. Eğer biraz uyuklarsan, bugüne kadar kazandıklarını kaybedersin. Dolayısıyla, gözünü izlenimlerden ayırma ve dikkatini asla kaybetme. Çünkü korumak zorunda oldukların küçük şeyler değil; alçakgönüllülük, sadakat, sehat, endişelerden ve korkulardan arınmış bir zihin, huzur, yani kısacası özgürlük. Bunları ne karşılığında satarsın? Bunların karşılığında alacağın şeylerin değeri nedir? "Ama karşılığında hiçbir şey almayacak mıyım?" Karşılığında neler alabileceğine bak. "Benim terbiyem var, onun makamı; benim alçakgönüllülüğüm var, onun unvanı. Ben yakışık almayan durumlarda bağırıp çağırmıyorum. Olmadık zamanlarda ayağa kalkmıyorum.20 Özgürüm ve seve seve itaat ettiğim Tanrı’nın dostuyum. Başka hiçbir şeyin peşine düşmemeliyim. Ne bedenin, ne malın mülkün, ne makamın ne itibarın ne de başka herhangi bir şeyin. Çünkü Tanrı onların peşine düşmemi istemez. İsteseydi, onları benim için iyi kılardı ama öyle yapmadı. Öyleyse, onun buyruklarını çiğnememeliyim.” Senin için iyi olan şeyleri her durumda koru. Diğer şeylerden ise sana izin verildiği kadarıyla ve mantığa uygun olarak faydalanmakla yetin. Aksi takdirde, mutsuz olur, başarısızlığa uğrar ve engellerle karşılaşırsın. Bunlar Tanrı’nın kanunları ve buyruklarıdır. İnsanın bu kanunları yorumlaması ve bu kanunlara boyun eğmesi gerekir. Masurius ve Cassius’un kanunlarına değil.

IV. BÖLÜM HAYATINI HUZUR İÇİNDE GEÇİRMEK İSTEYENLERE

Sadece güç ve zenginlik arzusunun değil, huzur, rahatlık, seyahat ve öğrenim arzusunun da insanı başkalarına tabi kılacağını unutma. Çünkü basitçe ifade etmek gerekirse, dış etken her ne olursa olsun, ona verdiğimiz değer bizi başkalarına tabi kılar. Senatör olmak istemekle senatör olmak istememek arasında ne fark vardır? Güç sahibi olmak istemekle, güç sahibi olmak istememek arasında ne fark vardır? "Mutsuzum, çünkü kitap okumaktan başka hiçbir şey yapamıyorum,” demekle, "Mutsuzum, çünkü kitap okuyacak vakit bulamıyorum,” demek arasında ne fark vardır? Güç ve saygınlık nasıl irademizden bağımsız dış etkenlerse, kitaplar da öyledir. Hangi amaçla kitap okuyorsun? Söyle bana. Çünkü amacın sadece hoş vakit geçirmek veya bilgi edinmekse, ahmaklık ediyorsun ve çaba harcamıyorsun demektir. Kitap okumanın asıl amacı mutlu ve huzurlu bir yaşama kavuşmak değil de nedir? Eğer mutlu ve huzurlu bir yaşam sağlamıyorsa, kitap okumanın sana ne faydası vardır? "Ama sağlıyor. Bu yüzden bundan mahrum kaldığıma üzülüyorum. ” Peki, herkesin kolayca engelleyebildiği bir yaşam nasıl mutlu ve huzurlu bir yaşam olabilir? İmparator’dan veya İmparator’un bir dostundan bahsetmiyorum, bir kargadan, kavalcıdan, hastalıktan ve binlerce başka şeyden bahsediyorum. Mutlu ve huzurlu bir yaşam her şeyden önce devamlılığı ve engellerden arınmış olmayı içerir. Diyelim ki bir şey yapmaya çağrıldım. Uymam gereken kuralları gözlemlemek, alçakgönüllü ve istikrarlı davranmak, dış etkenleri arzulamamak ve onlardan kaçınmamak amacıyla giderim. İnsanların sözlerini ve hareketlerini gözlemlerim; kötü niyetle, onları suçlamak veya küçük düşürmek için değil, kendime dönmek ve aynı hataları benim de yapıp yapmadığımı sorgulamak için. "Bu hataları yapmaktan nasıl kurtulabilirim?" diye sorarım. "Eskiden ben de hatalı davranıyordum ama Tanrı’ya şükür artık öyle davranmıyorum, " derim.

Bunları yaptığında ve bunlarla ilgilendiğinde, binlerce satır okumaktan veya yazmaktan daha kötü bir şey mi yapmış olursun? Yemek yerken, kitap okumuyor olduğuna üzülür müsün? Okuduklarından öğrendiklerine göre yemek yiyor olmak seni tatmin etmez mi ? Yıkanırken ve egzersiz yaparken de aynısı geçerli değil midir? Öyleyse, neden her durumda - İmparator’un karşısında da herhangi birinin karşısında da - istikrarlı davranmıyorsun? Eğer endişelerinden ve kaygılarından arındıysan, istikrarlıysan, olanları ve yapılanları gözlemliyorsan, başkalarını kıskanmıyorsan, etrafındaki koşullar sende korku veya tutkunluk yaratmıyorsa, başka neye ihtiyacın vardır? Kitaplara mı? Neden ve nasıl? Kitap okumak bir bakıma hayata hazırlanmak değil midir? Hayat bundan başka şeylerden meydana gelmez mi? Bu, stadyuma giren bir sporcunun, dışarıda egzersiz yapamıyor olduğu için ağlamasına benzemez mi? Sen bunun için egzersiz yaptın; bunun için ağırlık kaldırdın, toz yuttun ve gençlerle yarıştın. Harekete geçme vakti geldiğinde, bunları mı arayacaksın? Bu, izlenimlerle karşı karşıya kaldığında, hangilerinin kavranabilir, hangilerinin kavranamaz olduğunu ayırt etmek yerine, kavrayış üzerine yazılanları okumak istemeye benzer.

Peki, bunun sebebi nedir? Bunun sebebi, bize sunulan izlenimleri doğaya uygun bir biçimde hareketlerimize yansıtmak amacıyla okumuyor ve yazmıyor olmamızdır. Yazılanları öğrenmekle, başkalarına anlatmakla, uslamlamaları çözümlemekle ve kuramsal uslamlamaları ele almakla yetiniyor olmamızdır. Dolayısıyla, çalışmalarımızda engellerle karşılaşıyor olmamız doğaldır. Elinde olmayan şeylere mi sahip olmak istiyorsun? O zaman engellenmeye ve başarısızlığa uğramaya hazır olmalısın. Eğer hareketler konusunda yazılanları, hareketler konusunda neler söylendiğini görmek için değil de doğru hareket etmek için okursak, eğer arzu ve kaçınma konusunda yazılanları yanlış arzulara kapılmamak ve kaçınmak istediklerimizin pençesine düşmemek için okursak, eğer görevler konusunda yazılanları her şeyin birbiriyle bağlantısını unutmamak ve bu bağlantılara aykırı davranmamak için okursak, okumalarımız konusunda hüsrana uğramaz, doğru hareket ettiğimiz için tatmin oluruz. "Bugün şu kadar satır okudum. Şu kadar satır yazdım,” deme alışkanlığından vazgeçmeli ve "Bugün filozofların bana öğrettiği gibi hareket ettim. Arzularıma yenik düşmedim. Sadece irademin gücü dahilindeki şeylerden kaçındım. Şu kişiden korkmadım. Bir başkasının ricalarına razı olmadım. Sabırlı, ölçülü ve yardımsever davrandım,” demeliyiz. O zaman Tanrı’ya şükretmemiz gereken şeyler için şükredebiliriz.

Oysa şu anda diğer insanlardan pek bir farkımız olmadığını bile görmüyoruz. Onlar güç sahibi olmamaktan korkuyor, sen güç sahibi olmaktan korkuyorsun. Bunu yapma; güç sahibi olmamaktan korkan kişilerle nasıl alay ediyorsan, kendinle de öyle alay et. Çünkü ateşi olduğu için deli gibi susayan bir insanla, kuduzmuş gibi sudan korkan bir insan arasında fark yoktur. O durumda nasıl Sokrates gibi, "Tanrı nasıl istiyorsa öyle olsun,” diyebilirsin ki? Sokrates vaktini Akademi’de gençlerle sohbet ederek geçirmek isteseydi, askeri seferlere o kadar sık gider miydi? "Vah başıma gelenler. Akademi’de güneşlenmek dururken, burada sefalet mi çekeceğim?" diye ağlayıp sızlanmaz mıydı? Senin işin bu mu? Güneşlenmek mi? Mutlu olmak ve engellerden arınmak değil mi? Sokrates o şekilde ağlayıp sızlansaydı, Sokra-tes olabilir miydi? Zindanda ilahiler yazabilir miydi?

Şunu unutma; iradenin ötesindeki şeylere değer verdiğin sürece, iradene zarar verirsin. Güç sahibi olmak da olmamak da, iş sahibi olmak da olmamak da irademizin gücü dahilinde değildir. "Kargaşa içinde yaşamak zorunda mıyım yani?" Kargaşa derken ne kastediyorsun? "Kalabalıklar içinde yaşamayı kastediyorum." Bunun neresi zor? Olympia’da olduğunu farz et. Birisi bir şey anlatırken, bir diğerinin başka bir şey yaptığı, bir diğerinin ise birini ittiği bir festivalde olduğunu farz et. Hamamlar da kalabalıktır. Bu tür kalabalıklar hangimizin hoşuna gitmez? Hangimiz buralardan istemeye istemeye ayrılmayız? Memnun edilmesi zor müşkülpesent bir insan olma. "Sirke kötü, çünkü çok keskin. Bal bana hiç iyi gelmiyor. Sebze sevmiyorum. Boş kalmaktan hoşlanmıyorum, çünkü çok sıkıcı. Kalabalıktan hoşlanmıyorum, çünkü çok karmaşa oluyor." Eğer koşullar yalnız başına ya da az sayıda insanla yaşamanı gerektiriyorsa, bunu huzur olarak gör ve bundan gerektiği gibi faydalan; kendi kendinle konuş, izlenimleri incele ve fikirlerini geliştir. Eğer kalabalık içinde olman gerekiyorsa, bunu bir kutlama veya festival olarak gör ve başkalarıyla birlikte festivalin tadını çıkarmaya çalış. İnsanları seven bir kişi insanları bir arada görmekten keyif almaz mı? At ve öküz sürülerini görmek hoşumuza gider. Çok sayıda gemiyi bir arada görmek hoşumuza gider. İnsanları bir arada görmek kimin hoşuna gitmez? "Ama bağırıp çağırarak beni sağır ediyorlar. " Demek ki engellenen işitme duyun. Bunun ne önemi var? İzlenimleri kullanma gücün engelleniyor mu? Doğaya uygun olarak hareket etmeni engelleyen kimse var mı? Ne gibi bir karmaşa bunu başarabilir ki?

Genel kuralları aklından çıkarma yeter. Bana ait olan neler var? Bana ait olmayan neler var? Bana verilen neler var? Tanrı ne yapmamı ister? Ne yapmamı istemez? Kısa bir süre önce boş vaktinin olmasını, kendi kendinle konuşmam, yazmanı, okumanı, dinlemeni ve kendini hazırlamanı istiyordu. Şimdiyse şöyle diyor: "Gel yarışa katıl. Bize öğrendiklerini göster. Bize yaptığın hazırlıkları göster. Daha ne kadar tek başına egzersiz yapacaksın? Galibiyet kazanan sporculardan mı yoksa mağlubiyet alan sporculardan mı olacağını görme fırsatı karşında. Neden endişeleniyorsun? Her yarış biraz karmaşa içerir. Yarışa hazırlanan pek çok kişi, onlara tezahürat yapan pek çok kişi, onları çalıştıran pek çok kişi ve onları izleyen pek çok kişi olacaktır.” "Ama ben huzur içinde yaşamak istiyorum.” Ağlayıp sızlan öyleyse, çünkü bunu hak ediyorsun. İlahi buyruklara karşı gelen cahil insanlar için ağlayıp sızlanmaktan, kıskançlığa kapılmaktan, hayal kırıklığına uğramaktan, yani kısacası mutsuz olmaktan daha büyük bir ceza var mıdır? Bunlardan kurtulmak istemiyor musun? "Nasıl kurtulacağım peki?” Arzularından bütünüyle arınman, sadece elinde olan şeylerden kaçınman, beden, mal mülk, şöhret, kitap, kargaşa, güç ve inziva gibi şeylerin hepsinden vazgeçmen gerektiğini defalarca duymadın mı? Çünkü bu yollardan hangisine saparsan sap, köle olmaktan, boyunduruk altına girmekten, engellenmekten, baskı görmekten ve başkalarının insafına kalmaktan kurtulamazsın. Kleantes’in sözlerini aklından çıkarma:

Bana yol göster ey Zeus. Bana yol göster ey gereklilik.21

Roma’ya gitmemi mi istiyorsun? Roma’ya giderim. Gyaros’a gitmemi mi istiyorsun? Gyaros’a giderim. Atina’ya gitmemi mi istiyorsun? Atina’ya giderim. Zindana gitmemi mi istiyorsun? Zindana giderim. Eğer bir kere bile, "Atina’ya ne zaman gidebileceğim?” diye düşünürsen, işin biter. Bu arzun yerine gelmediği takdirde mutsuz olman, geldiği takdirdeyse boş yere gururlanman kaçınılmazdır, çünkü sevinmemen gereken şeylere sevinmektesindir. Diğer yandan, karşına bir engel çıktığında üzülmen de kaçınılmazdır, çünkü kaçınmak istediğin bir şeyin pençesindesindir. Öyleyse, bütün bunlardan vazgeç. "Atina güzel bir yer. ” Ama mutlu olmak, tutkularından ve kaygılarından arınmak, hiç kimseye bağlı olmamak daha güzel. "Roma’da kargaşa ve zorunlu ziyaretler var.” Ama mutluluk bütün sıkıntılara değer. Eğer bunların vakti geldiyse, bunlardan kaçınma isteğinden neden kurtulmuyorsun? Eşek gibi yük taşımana ve sopa yemene ne gerek var? Eğer bunu yapmazsan, seni serbest bırakma ya da engelleme gücünü elinde bulunduran kişinin kölesi olmaktan kurtulamazsın ve ona daima hizmet edersin.

Mutluluğa kavuşmanın tek bir yolu vardır. Bu kuralı gece gündüz aklından çıkarma: irademizin gücü dahilinde olmayan şeylere gözümüzü dikmemek, bunların kendimize ait olduğunu düşünmemek ve bunları Zeus’un da istediği gibi ilahi güçlere ve kadere bırakmak. İnsan sadece kendisine ait olan ve engellenemeyecek olan şeylerle ilgilenmelidir. Bunları okumalı, bunları yazmalı ve bunları dinlemelidir. Dolayısıyla, sadece okuduğu ve yazdığı için bir insanın çalışkan olduğunu söyleyemem. Bütün gece okuyor olsa bile, okumalarını hangi doğrultuda yapması gerektiğini bilmediği sürece, bunu söyleyemem. Ne de olsa, bütüri gece bir kız için ayakta kalan birini de çalışkan olarak nitelendirmeyiz. Eğer itibar için okuyor ve yazıyorsa, itibar düşkünü olduğunu söylerim. Eğer bunu para için yapıyorsa, para düşkünü olduğunu söylerim. Eğer öğrenme sevdası için yapıyorsa, öğrenme sevdalısı olduğunu söylerim. Eğer zihnini doğayla uyumlu kılmak ve hayatını o şekilde geçirmek için yapıyorsa, işte ancak o zaman çalışkan olduğunu söyleyebilirim. Bir insanı asla herkeste bulunan sıradan özellikleri için övme-meli, fikirleri (prensipleri) için övmelisin, çünkü herkesin kendisine ait olan ve eylemlerini iyi ya da kötü kılan bunlardır. Bunları unutmamalı ve mevcut koşullarından keyif alırken, sırası geldiğinde gerçekleşen olaylardan da memnun olmalısın. Öğrendiklerinin ve sorguladıklarının gerçek hayatta karşına çıkmasına sevinmelisin. Eğer kötü eğilimlerini, yerme alışkanlığını, düşüncesizliğini, ağzı bozukluğunu, aceleciliğini ve tembelliğini yendiysen ya da azalttıysan, eğer eskiden etkilendiğin şeylerden etkilenmiyorsan ve eskisi gibi değilsen, her gün kutlama yapabilirsin; bugün belirli bir konuda iyi davrandığın, ertesi gün başka bir konuda iyi davrandığın için. Bu, konsül veya vali olmaktan çok daha büyük bir kutlama sebebi değil midir? Bunlar sana kendinden veya tanrılardan gelir. Bunları kimin kime hangi amaçla verdiğini unutma. Eğer bu düşünceleri el üstünde tutarsan, nerede mutlu olduğunun ya da Tanrı’yı nerede memnun ettiğinin bir önemi kalır mı? Tanrılar her yere eşit uzaklıkta değil midir? Olup bitenleri her yerden görmezler mi?

V. BÖLÜM

KAVGACILARA VE GADDARLARA KARŞI

İyi ve bilge bir insan önleyebildiği sürece hiç kimseyle kavga etmez ve başkalarının kavga etmesine de izin vermez. Sokrates'in hayatı, her konuda olduğu gibi, bu konuda da iyi bir örnektir. Sokrates her durumda kavgadan kaçınmakla kalmaz, başkalarının kavga etmesine de izin vermezdi. Ksenofon'un Şölen adlı eserinde, Sokrates'in kaç kavgayı ayırdığına, Thrasymakhos, Polus ve Kallikles'e nasıl katlandığına, karısına nasıl hoşgörü gösterdiğine, kendisini çürütmeye ve haksız çıkarmaya çalışan oğluna nasıl hoşgörü gösterdiğine bakın. Çünkü Sokrates hiç kimsenin bir başkasının zihnini kontrol edemeyeceğini bilirdi. Dolayısıyla, kendisine ait olan şeylerden başka hiçbir şey istemezdi. Peki, bu ne demektir? Herhangi birinin doğaya uygun hareket etmesini istemek demek değildir, çünkü bu o kişinin kendisine ait olan bir şeydir. Herkes istediği gibi hareket ederken, kendisinin doğaya uygun hareket edebileceği bir konumda olmak istemek demektir. Çünkü iyi ve bilge bir insanın amacı daima budur. Bir ordunun komutanı olmak mıdır? Hayır; ancak bu konuma geldiği takdirde kendi zihnini korumaktır. Evlenmek midir? Hayır; ancak evlendiği takdirde doğaya uygun hareket etmeyi sürdürebilmektir. Oysa karısının veya oğlunun hata yapmamasını istiyor olsaydı, başkasına ait olan bir şeyin başkasına ait olmamasını istiyor olurdu. Eğitimli olmak, kendine ait olanları ve başkalarına ait olanları bilmek demektir.

Eğer insan böyle düşünürse, kavgaya yer kalır mı? Böyle bir insan herhangi bir şeye şaşırır mı? Kötülükten kaynaklanan bir şeyin, başına gelenlerden daha da kötü ve ağır olmasını beklemez mi zaten? Kötülerin yaptığı herhangi bir şey gaddarlığa varmıyorsa, bunu bir kazanç olarak görmez mi? Birisi sana hakaret mi etti? Neyse ki vurmamış. “Ama vurdu da.” Neyse ki yaralamamış. “Ama yaraladı da.” Neyse ki öldürmemiş. Çünkü insanın uysal bir hayvan olduğunu, insanların birbirini sevdiğini ve haksız bir davranışın, o davranışı sergileyen kişiye büyük bir zarar verdiğini hangi okulda öğrendi ki? Bunu öğrenmediğine göre, neden kendi çıkarına olduğuna inandığı şekilde hareket etmesin? Komşun taş attı. Peki, sen yanlış bir şey yaptın mı? “Ama evdeki eşyalar kırıldı.” Sen bir eşya mısın? Hayır; özgür irade gücüsün. Peki, sana buna karşılık ne verildi? Eğer kurt gibi hareket edeceksen, senin de ısırman ve taş atman gerekir. Ancak, eğer insan gibi davranacaksan, deponda neler olduğunu incele ve dünyaya ne gibi yetilerle geldiğini gör. Vahşi bir hayvanın yaradılışına mı sahipsin? Zarar gördüğünde intikam mı almalısın? Bir at ne zaman sefil duruma düşer? Doğal yetilerinden mahrum kaldığı zaman; yani horoz gibi ötemediği zaman değil, koşamadığı zaman. Bir köpek ne zaman sefil duruma düşer? Uçamadığı zaman değil, iz süreme-diği zaman. Öyleyse, insanın da aslanlarla boğuşamadığı veya heykelleri kucaklayamadığı zaman değil de - çünkü bu güçlere sahip olarak doğmamıştır - dürüstlüğünü ve sadakatini yitirdiği zaman mutsuz olması gerekmez mi? Herkes toplanıp bu duruma düşen insan için ağıt yakmalıdır. Birisi öldüğü için değil de yaşarken kendisine ait olan şeyleri yitirdiği için ağıt yakmalıdır. Babasından kalan şeylerden, evinden, topraklarından ve kölelerinden bahsetmiyorum, çünkü bunların hiçbiri kişinin kendisine ait değildir. Başkalarına aittir ve sahipleri tarafından başka zamanlarda başkalarına verilir. Ben bir insan olarak kendisine ait olanlardan, doğuştan zihninde taşıdığı mühürlerden bahsediyorum. Madeni paralarda da mühür ararız ve mührü gördüğümüzde parayı kabul eder, görmediğimizde ise reddederiz. Bu sikkenin üzerinde ne mührü var? Trajan mührü. Ver öyleyse. Neron mührü. At gitsin; bu para sahte. Bu durumda da aynısı geçerlidir. Karşımdaki kişinin fikirlerinin üzerinde ne mührü var? Nezaket, yardımseverlik, hoşgörü ve karşılıklı sevgi. Tamam öyleyse, bunları kabul ediyorum. Bu kişiyi yurttaşım olarak görüyor ve komşum ya da yoldaşım olarak kabul ediyorum. Yeter ki Neron’un mührünü taşımadığını bileyim. Karşımda hırslı, hınç dolu ve kusur bulan bir insan mı var? Aklına estiğinde, yoluna çıkanların kafasını mı kırıyor? Öyleyse, neden onun bir insan olduğunu söyledin ki? Her şey biçimine göre mi değerlendirilir? Eğer öyleyse, elma biçimindeki bir mumun elma gibi koktuğunu ve elma tadında olduğunu da söyleyebilirsin. Gelgelelim, dış görünüş yeterli değildir. Gözler ve burun insanı insan yapmaya yetmez; insan olmak için insanın fikirlerine de sahip olmak gerekir. Karşında mantığa kulak vermeyen, çürütüldüğünde anlamayan biri mi var? Öyleyse, eşektir. Karşında utanma duygusu ölmüş, hiçbir işe yaramayan biri mi var? Öyleyse ona insan hariç ne istersen diyebilirsin. Karşında ısırabileceği ve tekmeleyebileceği birilerini arayan biri mi var? Öyleyse o koyun ve eşek bile değil, vahşi bir hayvandır.

"İnsanların beni küçük görmesini mi istiyorsun?” Kimlerden bahsediyorsun? Seni tanıyanlardan mı? Seni tanıyanlar, nazik ve alçakgönüllü bir insanı neden küçük görsünler ki? Seni tanımayanlardan mı bahsediyorsun? Bunun senin için ne önemi var ki? Hiçbir sanatçı sanatından anlamayanların fikirlerini önemsemez. "Ama bu yüzden bana karşı düşmanca davranacaklar.” Neden ‘ben’ diyorsun? Hiç kimse senin iradene zarar verebilir mi? Sana sunulan izlenimleri doğaya uygun olarak kullanmanı engelleyebilir mi? Mümkün değil. Neden hâlâ endişeleniyor ve korkuyorsun öyleyse? Neden ortaya çıkıp her ne yaparsa yapsın herkesle barış içinde olduğunu ilan etmiyor ve sana zarar verebileceğini zannedenlerin yüzüne gülmüyorsun? "Bu köleler kim olduğumu da içimdeki iyinin ve kötünün nerede yattığını da bilmiyorlar, çünkü bana ait olan şeylere erişemezler," diyebilirsin.

Güçlü bir şehirde yaşayanlar, kuşatma yapanlarla alay eder ve şöyle derler: "Nasıl da boş yere uğraşıyorlar baksana. Duvarlarımız sağlam. Bizi çok uzun süre idare edecek erzakımız ve kaynaklarımız var." Bir şehri güçlü ve ele geçirilemez kılan şeyler bunlardır. Bir insanın ruhunu ele geçirilemez kılan tek şey ise fikirleridir. Hangi beden o kadar güçlü, hangi mal mülk o kadar güvende, hangi makam saldırılardan o kadar muaftır? Diğer bütün şeyler geçicidir ve saldırılarla kolayca ele geçirilebilir. Eğer insan onlara bağlıysa, endişelenmeye, korkmaya, ağlayıp sızlanmaya, hayal kırıklığına uğramaya ve kaçınmak istediklerinin pençesine düşmeye mahkûmdur. Öyleyse güvenliğini sağlayabileceğimiz tek şeyin güvenliğini sağlamamız, geçici şeylerden vazgeçmemiz ve hem kalıcı hem de doğası gereği özgür olan şeyler için çaba sarf etmemiz gerekmez mi? Hiç kimsenin bir başkasına zarar veremeyeceğini ya da bir başkasına iyilik yapamayacağını ve insana zarar verebilecek tek şeyin kendi fikirleri olduğunu unutmamamız gerekmez mi? Bütün kavgalar, ayaklanmalar ve savaşlar bundan çıkmaz mı? Eteokles ile Polyneikes’i22 birbirine düşüren, kraliyet ve sürgün konusundaki fikirleri değil miydi? Her insanın özünde iyinin peşinden

gitmek ve kötüden kaçınmak vardır. Bizi iyilikten mahrum bırakan ve kötülüğe karıştıran kişi kardeşimiz, oğlumuz veya babamız olsa bile, onu düşman ve hain olarak görürüz. Çünkü hiçbir şey bize iyilik kadar yakın değildir. Dolayısıyla, eğer dış etkenler iyi veya kötüyse, ne baba oğullarının dostudur, ne de kardeş kardeşin dostudur; bütün dünya düşmanlarla, hainlerle ve dalkavuklarla doludur. Ancak, eğer irademiz olması gerektiği gibi iyiliğin ve kötülüğün tek kaynağıysa, anlaşmazlığa ve yergiye yer kalır mı? Hangi konuda? Bizi ilgilendirmeyen konularda mı? Kiminle anlaşmazlığa düşebiliriz? Cahil, mutsuz ve en önemli konularda yanılgıya düşmüş olan insanlarla mı?

Sokrates’in çok hırçın bir insan olan karısına ve akılsız oğluna nasıl tahammül ettiğini unutma. Karısı hırçınlığını nasıl göstermiştir? Sokrates’in kafasından aşağı istediği kadar su dökerek ve ona gönderilmiş olan pastayı ezerek. Eğer bunlar benim için önemli şeyler değilse, bu beni nasıl etkileyebilir ki? Benim için önemli olan, hiçbir tiranın veya efendinin irademi kontrol altına alamamasıdır; benden sayıca üstün veya güçlü olanların irademi kontrol altına alamamasıdır, çünkü Tanrı kontrol altına alınamayan irade gücünü herkese vermiştir. İşte bu fikirler evde sevgiyi, yurtta birliği, uluslar arasında barışı ve Tanrı’ya şükretmeyi sağlar. İnsanın her konuda güvenli olmasını, dış etkenleri başkalarına ait şeyler olarak, hiçbir değeri olmayan şeyler olarak görmesini sağlar. Bunları okuyabiliyor, yazabiliyor ve okunduğunda övebiliyoruz ama anlamaya yaklaşamıyoruz bile. Dolayısıyla, Spartalılar için söylenen "Evde aslan ama Efes’te tilki,” sözü bizim için de geçerli: "Okulda aslan -ama dışarıda tilki.”

VI. BÖLÜM İNSANLAR KENDİSİNE ACIDIĞI İÇİN ÜZÜNTÜ DUYANLARA KARŞI

"İnsanların bana acımasına çok üzülüyorum.” Bu seni ilgilendiren bir konu mu yoksa sana acıyanları ilgilendiren bir konu mu? Yani, bunu durdurmak senin elinde mi? "Elimde. Bana acımalarına gerek olmadığını gösterebilirim.” Peki, acınacak durumda mısın yoksa değil misin? "Bence değilim. Bu insanlar bana haklı olabilecek nedenlerle, yani kusurlarımdan dolayı acımıyorlar. Yoksul olduğum için, makam sahibi olmadığım için, hastalıklar ve ölümler için acıyorlar.” Peki, bu insanlara bunların hiçbirinin kötü olmadığını, makam sahibi olmayan yoksul bir insanın da mutlu olabileceğini göstermeye hazır mısın? Yoksa zengin ve güçlü bir insan gibi mi görünmek istiyorsun? Çünkü bu ikincisi, palavracı, ahmak ve işe yaramaz bir insanın yapacağı bir şeydir. Böyle bir gösteri için neler gerekeceğini de düşün. Köleler ve gümüş kap kacaklar edinmen, sonra da bunları halk içinde sergilemen gerekecek. Gösterişli kıyafetlere sahip olman ve önemli insanların sana saygı duyduğunu göstermek için onların evinde yemeğe çağrılmaya çalışman gerekecek. Olduğundan daha yakışıklı ve soylu görünmek için alçakça yollara başvuracaksın. İnsanların sana acımaması için ikinci yoldan gitmeyi tercih edersen, yapmak zorunda olduğun şeyler bunlar. Ancak, birinci yol hem uzun hem de çetin. Zeus’un bile yapamadığı bir şeye kalkışmayı, yani bütün insanları nelerin iyi nelerin kötü olduğuna ikna etmeyi gerektiriyor. Sana böyle bir güç verildi mi? Sana sadece kendini ikna etme gücü verildi ve kendini ikna edemedin. Bu durumda başkalarını mı ikna etmeye kalkışacaksın? Seni kendinden daha iyi tanıyan biri var mı? Seni kendinden daha çok ikna etme gücüne sahip biri var mı? Sana kendinden daha yakın biri var mı? Öyleyse, kendini öğrenmeye neden ikna edemedin? Şu anda her şey altüst değil mi? Acılarından ve kaygılarından arınıp özgür olmayı öğrenmek konusunda dürüst davrandın mı? Bu amaca ulaşmanın tek yolunun irademize bağlı olmayan şeylerden vazgeçmek ve onların başkalarına ait olduğunu kabul etmek olduğunu hiç duymadın mı? Başka birinin senin hakkındaki fikri hangi kategoriye girer? “İrademize bağlı olmayan şeyler kategorisine." Yani senin için önemi olmamalı mıdır? “Olmamalıdır." Peki, sen hâlâ bunun için üzülüyor ve endişeleniyorsan, iyi ve kötü konusunda ikna olmuş musundur?

Öyleyse, neden başkalarını rahat bırakıp kendi kendinin öğrencisi ve öğretmeni olmuyorsun? İnsanlar hayatlarını doğaya aykırı bir biçimde yaşamanın çıkarlarına olup olmadığına kendileri karar verirler. Ancak, bana kendimden daha yakın hiç kimse yoktur. Bu ne anlama gelir? Filozofların sözlerini dinlediğim ve doğruladığım ama aslında daha mutlu bir insana dönüşmediğim anlamına mı gelir? O kadar aptal mıyım? Oysa diğer konularda çok da aptal olmadığımı gösterdim. Okumayı, güreşmeyi, geometriyi ve uslamlamaları çözümlemeyi çabucak öğrendim. Öyleyse, mantık beni ikna etmedi mi? Baştan beri onayladığım ve tercih ettiğim şeyler beni ikna etmedi mi? Bunları okuyor, bunları yazıyor ve bunları dinliyorum. Şimdiye kadar doğaya uygun yaşamaktan daha güçlü bir mantığa rastlamadım. Öyleyse, nerede hata yapıyorum? Karşıt fikirlerden kurtulmadım mı? Öğrendiğim kavramları uygulamıyor ve kullanılmayan bir zırh gibi kenarda paslanmaya mı bırakıyorum? Oysa okumak ve yazmak söz konusu olduğunda öğrenmekle yetinmiyor, uslamlamaları tersyüz ediyor ve yenilerini ortaya koyuyorum. Gelgelelim, insanın acılardan, korkulardan, hırs-Iardan ve engellerden kurtulup özgür olmasını sağlayan gerekli teoremleri ne inceliyor ne de uyguluyorum. Sonra da başkalarının hakkımda söylediklerini, dikkate değer görünüp görünmediğimi, mutlu görünüp görünmediğimi önemsiyorum.

1

Bu dizeler, Pisagor'a atfedilen Altın Dizelerden alınmıştır.

2

Bir tür duanın başlangıcı.

3

Şair Homeros'tur. Pasajın devamı Odysseia'da yer alır.

Kötü olsa bile kötü davranamam bir yabancıya Çünkü herkes Zeus'tan gelir, Yabancısı da, yoksulu da.

4

Creon'un oğlu Menoeceus, bir kahinin de ilan ettiği gibi, hayatını feda ederek ülkesini kurt^mıştır.

5

Epiktetos'u dinleyenlerden bazılannın tanıdığı kötü konuşan biri.

6

I 12 Attika bölgesinde bulunan Eleusis'te Demeter'e ve gizemlere adanmış büyük bir tapınak ve törenleri yöneten bir keşiş vardı.

7

Myro ve Ophellius güçlü gladyatörlerdi. Kroisos Lidya'nın zengin kralıydı ve Pers Kralı Kiros tarafından esir alındı.

8

Stoacılar evlenmeyi, çocuk yapmayı, resmi görevleri ve genel anlamda sosyal yaşamın yükümlülüklerini üstlenmeyi öğütlerlerdi.

9

Krates'in karısı Hipparkhia bütün öğütlere rağmen Krates ile evlenmekte ısrar etmiş ve onunla aynen onun yaşadığı şekilde yaşamıştır. Diogenes Laertius, vi. 96.

10

I 16 Prusalı Dion'a Bitinya'da etkili konuşmalanndan ötürü Chrysostomus (altın ağızlı) ismi verilmiştir. Hatip ve sofist olan Dion, Epiktetos ile aynı dönemde yaşamıştır. Yunanca yazılmış seksen tane hitabesi ve on beş tane fragmanı günümüze kadar ulaşmıştır.

11

Homeros, Odysseia i. 3.

12

Odysseia, xvii. 487.

13

Zenon’un ardından okulunu devralan Kleantes zor koşullar altında bilgi peşinde koşmanın mükemmel bir örneğiydi. Gündüzleri çalışmalarıyla ilgilenir, geceleri de bahçeler için kuyudan su çekerdi. Zeus için yazdığı ilahi günümüze kadar ulaşmıştır.

14

Manes kölelere verilen bir isimdi. Diyojen'in Manes isminde tek bir kölesi vardı ve kaçtı. Diyojen onun nereye kaçtığını öğrenmesine rağmen geri getirilmesine gerek görmedi. Manes'in Diyojen olmadan yaşayabiliyorken, Diyojen'in Manes olmadan yaşayamamasının utanç verici olacağını söyledi.

15

"Thrasonides, Menandros'un oyunlanndan birinin kahramanıydı.

16

Şövalyeler altın bir yüzük takarlardı; dolayısıyla altın yüzüğü istemek, Şövalye sınıfına katılmak istemek anlamına gelirdi.

17

Köleler bu bayram süresince eğlenmekte ve efendileriyle istedikleri gibi konuşmakta serbest olurlardı.

18

1 26 Aprulla Romalı bir kadının ismidir. Parası için kur yapılan yaşlı bir kadın kastedilmektedir.

19

Epiktetos topallığına gönderme yapıyor.

20

1 30 Tiyatrodaki davranışlar kastedilmektedir.

21

Kleantes zaman zaman şiir de yazan Stoacı bir filozoftu.

22

Eteokles ile Polyneikes, Oedipus'un oğullarıydı. Tebai tahtı için kavga ettiler ve birbirlerini öldürdüler.

Ey zavallı, kendin hakkında ne söylediğini görmüyor musun? Kendin hakkında ne düşünüyorsun? Fikirlerin, arzuladıkların, kaçındıkların amaçların, hazırlıkların ve planların konusunda ne durumdasın? Oturup başkalarının sana acıyıp acımadığını mı dert ediyorsun? "Evet ama bana acımaları gerektiği gibi acımıyorlar.” Bu seni üzüyor mu? Acıdıkları kişi, üzülen kişi değil mi? "Evet.” Öyleyse, sana gerektiği gibi acımadıklarını nasıl söylersin? Çünkü acımalarına üzülmekle bile acımalarını hak ediyorsun. Antisthenes ne der? "Ey Kiros, doğru olanı yapmak ve kötülenmek asil bir şeydir.” Başım ağrımıyor ama herkes başımın ağrıdığını zannediyor. Bundan bana ne? Ateşim yok ama insanlar ateşim varmış gibi bana acıyorlar ve "Vah zavallı, ne zamandır ateşin geçmedi,” diyorlar. Ben de üzgün bir yüz ifadesiyle, "Uzun zamandır hastayım gerçekten,” diyorum. Ne olacak öyleyse? Tanrı ne isterse. Bana acıyanlara içten içe güleceğim. Bu durumda da aynısını yapmamı engelleyen ne var? Yoksulum ama yoksulluk konusunda doğru fikre sahibim. O zaman, yoksul olduğum için bana acımalarını neden önemseyeyim? Makam sahibi değilim ama başkaları makam sahibi. Makam sahibi olup olmamak konusunda doğru fikre sahibim. O zaman bana acıyanlar düşünsünler. Ben ne açım ne susuzum ne de üşüyorum ama onlar aç veya susuz oldukları için, benim de öyle olduğumu zannediyorlar. Öyleyse, ne yapmalıyım? Ortalığa çıkıp, "Sakın yanılgıya kapılmayın. Ben çok iyiyim. Yoksulluğu, makam sahibi olmamayı, yani kısacası doğru fikirler dışında hiçbir şeyi dert etmiyorum. Bunlara hiçbir kısıtlama olmaksızın sahibim, gerisi beni ilgilendirmiyor,” mu demeliyim? Böyle saçmalık olur mu? Eğer halimden hoşnut değilsem ve ne olmam gerektiği konusunda huzursuzsam, doğru fikirlere nasıl sahip olabilirim ki?

"Ama başkalarının benden daha fazlasına sahip olacağını ve bana tercih edileceğini söylüyorsun.” Belirli bir konuda çaba sarf eden insanların, çaba sarf ettikleri konuda daha fazlasına sahip olmalarından daha mantıklı ne olabilir? Onlar makam için çaba sarf ettiler, sen fikirler için çaba sarf ettin. Onlar zengin olmak için çaba sarf ettiler, sen izlenimleri doğru kullanmak için çaba sarf ettin. Senin çaba sarf ettiğin ama onların ihmal ettiği konularda senden daha fazlasına sahipler mi? Doğal kurallar konusunda senden daha iyi sonuçlara varabiliyorlar mı? Arzuladıkları konusunda senden daha az hayal kırıklığına uğruyorlar mı? Kaçınmak istedikleri şeylerin pençesine daha az düşüyorlar mı? Niyetleri ve amaçları konusunda daha iyi hedef alabiliyorlar mı? Bir insan, ebeveyn veya çocuk olarak daha doğru davranabiliyorlar mı? Eğer onlar makam sahibiyse ve sen değilsen, neden dürüst davranıp senin bu konuda hiçbir şey yapmadığını, onlarınsa gereken her şeyi yaptığını kendine itiraf etmiyorsun? Belirli bir şey için uğraşan bir insanın uğraşmayan insandan daha azını elde etmesi çok mantıksız olurdu.

"Ama ben doğru fikirleri önemsediğime göre, benim güç sahibi olmam daha mantıklı olur.” Evet ama önemsediğin konuda; yani fikirler konusunda. Ancak, başkalarının daha çok önemsediği konularda, onlara yol açmalısın. Senin dediğin, doğru fikirlere sahip olduğun için hedefi bir okçudan daha iyi vurabileceğini veya metali bir demirciden daha iyi işleyebileceğini zannetmeye benzer. Öyleyse, fikirler konusundaki hevesinden vazgeçip elde etmek istediğin şeyler için uğraşmalı ve bunda başarılı olamadığın takdirde üzülmelisin, çünkü o zaman üzülmeyi hak edersin. Ancak şimdi, başka şeylerle uğraşırken, aslında başka şeylerin peşinde olduğunu söylüyorsun. Herkesin haklı olarak dediği gibi, bir eylem diğerine benzemez. Birisi erkenden kalkıp kime selam vereceğinin, kime hoş şeyler söyleyeceğinin, kime hediyeler göndereceğinin, kime kötü davranarak kimin gözüne gireceğinin peşine düşer. Dua ettiğinde bunlar için dua eder, adak adadığında bunlar için adak adar, Pisagor’un "Uyku girmesin kapanan gözlerine" dizesini bunlara uyarlar. "Dalkavukluk konusunda nerede hata yaptım? Ne yaptım? Özgür bir insan gibi mi davrandım? Asil bir zihne sahip bir insan gibi mi davrandım?" diye sorar ve eğer öyle davrandığını fark ederse kendini suçlar: "Neden öyle dedim? Yalan söyleyemez miydim? Filozoflar bile yalan söylememizi engelleyen hiçbir şey olmadığını söylüyorlar." Oysa eğer sen gerçekten izlenimleri doğru kullanmak dışında hiçbir şeyi önemsemiyorsan, kalkar kalkmaz şunları düşünmelisin: "Hırslarımdan ve endişelerimden arınmak konusunda ne eksiğim var? Ben neyim? Zavallı bir beden miyim? Bir eşya parçası mıyım? Bunlardan hiçbiri değilim. Peki ama neyim? Mantıklı bir hayvan. Öyleyse, nasıl davranmalıyım?" Eylemlerini gözden geçirmelisin. "Mutluluğa yol açan neleri atladım? Nerede düşmanca veya soğuk davrandım? Yapmam gereken neleri yapmadım?"

Arzular, eylemler ve istekler birbirinden bu kadar farklıyken, senin çaba sarf etmediğin, başkalarının ise ettiği konularda onlarla aynı durumda olmak mı istiyorsun? Sana acımalarına şaşırıyor ve üzülüyor musun? Oysa onlar senin onlara acımana üzülmezler. Neden? Çünkü onlar iyi şeylere sahip olduklarından eminler ama sen değilsin. Bundan dolayı, elindekilerle tatmin olmuyor ve başkalarının sahip olduklarını istiyorsun. Oysa onlar ellerindekilerle tatmin oluyorlar ve senin sahip olduklarını istemiyorlar. Eğer sen iyi şeylere kendinin sahip olduğuna ve başkalarının bunu kaçırdığına gerçekten inansaydın, senin hakkında söylediklerini hiç düşünmezdin bile.

VII. BÖLÜM KORKUDAN ARINMAK ÜZERİNE

Bir tiranı korkutucu kılan nedir? "Muhafızları, muhafızlarının kılıçları, odasının önünde bekleyenler ve içeri girmek isteyenleri önleyenler,” diyorsun. Öyleyse, bir çocuk neden yanında muhafızları olan tiranın karşısına çıkmaktan korkmaz? Çocuklar böyle şeylerden anlamadıkları için mi? Peki, muhafızların ve kılıçların ne olduğunu bilen, tirana da bu amaçla, yani belirli bir nedenden dolayı ölmek istediği ve başka birinin elinde kolaycadan vermek istediği için gelen biri muhafızlardan korkar mı? Hayır, çünkü muhafızları korkutucu kılan şey, onun arzuladığı bir şeydir. Peki, ölmek istemeyen ama yaşamak için de her şeyi göze almayan birinin tirana korkusuzca yaklaşmasını önleyen ne vardır? Hiçbir şey. Eğer birisi malları, karısı ve çocukları konusunda, biraz önce verdiğim örnekteki kişinin bedenine sergilediği yaklaşımın aynısını sergiliyorsa, yani bir deliliğin veya ümitsizliğin etkisinden ötürü bunlara sahip olup olmamayı önemsemiyorsa - deniz kabuklarıyla oynayan çocuklar nasıl oyuna önem verip deniz kabuklarına önem vermezse, o da maddi şeylere değer vermiyor ve sadece onlardan aldığı zevke değer veriyorsa - hangi tiran, hangi muhafız, hangi kılıç ona korkutucu gelir?

Delilik bir insanın bu tür şeylere karşı böyle bir yaklaşım sergilemesini sağlayabiliyorsa, mantık ve çeşitli göstergeler insanın evrendeki her şeyi Tanrı’nın yarattığını, evreni engellerden bütünüyle arındırdığını ve mükemmel kıldığını görmesini sağlayamaz mı? Diğer hayvanlar evrenin düzenini anlayamazlar ama mantıklı bir hayvan olan insan bütün bunları düşünebilme, bu düzenin bir parçası olduğunu ve parçaların bütüne tabi olduğunu anlayabilme yetisine sahiptir. Doğuştan asil, yüce ve özgür olan insan bazı şeylerin engellerden muaf tutulduğunu ve kendi elinde olduğunu, bazı şeylerin ise engellere tabi tutulduğunu ve başkalarının elinde olduğunu görür. Engellerden muaf olan şeyler, irademizin gücü dahilindeki şeylerdir. Engellere tabi olan şeyler ise irademizin gücü dahilinde olmayan şeylerdir. Dolayısıyla, eğer insan iyiliğinin ve çıkarının sadece engellerden muaf tutulan ve kendi elinde olan şeylerde olduğunu düşünürse, özgür, başarılı, mutlu, bağışlayıcı ve inançlı olur. Her şey için Tanrı’ya şükreder ve kendi elinde olmayan şeylerde kusur bulmadığı gibi, bunları suçlamaz da. Gelgelelim, eğer iyiliğinin ve çıkarının maddi şeylerde ve iradesinin gücü dahilinde olmayan şeylerde olduğunu düşünürse, engellerle karşılaşması ve arzuladığı ya da korktuğu şeyler üzerinde güç sahibi olan kişilere kölelik etmesi kaçınılmaz olur. İster istemez inançsız olur, çünkü Tanrı’nın ona zarar verdiğini düşünür. İster istemez adaletsiz olur, çünkü her zaman kendisine ait olanlardan daha fazlasını ister. İster istemez alçak ve sefil olur.

Bütün bunları anlayan bir insanın tasasızca yaşamasını, dizginleri kolayca elinde tutmasını, olabilecekleri huzur içinde beklemesini ve olanlara katlanmasını engelleyen ne vardır? Yoksulluk çekmemi mi istiyorsun? Gel de yoksul bir insanın rolü nasıl üstlenilir gör. Güç sahibi olmamı mı istiyorsun? Gücü de beraberinde gelen sorunları da üstlenirim. Sürgün mü? Nereye gidersem gideyim benim için uygundur, çünkü zaten olduğum yer de benim için yerden dolayı değil beraberimde götüreceğim fikirlerden dolayı uygundu. Hiç kimse beni fikirlerimden mahrum bırakamaz. Fikirlerim sadece bana aittir ve benden alınamaz. Fikirlerime sahip olduğum sürece, nerede olursam olayım ve ne yapıyor olursam olayım, halimden hoşnutumdur. "Ölüm vakti geldi." Neden ölüm diyorsun? Bunu bir trajedi haline getirme ve olduğu gibi söyle. Maddenin (bedenin) kendisini meydana getiren parçalara ayrılma vakti geldi. Bunun neresi korkutucu? Evrendeki şeylerden hangisi yok olacak? Yeni ve şaşırtıcı ne olacak? Tiran bu yüzden mi korkutucu? Muhafızların kılıçları bu yüzden mi büyük ve keskin görünüyor? Bunu başkalarına söyle. Ben bütün bunları düşündüm; hiç kimse benim üzerimde güç sahibi değil. Ben özgür yaratıldım; Tanrı’nın buyruklarını biliyorum. Hiç kimse beni köle edemez. Özgürlüğümü beyan edebileceğim doğru biri, doğru yargıçlar var. (Ona derim ki) Bedenimin hakimi sen değil misin? Öyleyse, bedenimin benim için ne önemi var? Mallarımın hakimi sen değil misin? Öyleyse, mallarımın benim için ne önemi var? Sürgünün veya zindanın hakimi sen değil misin? Sen istediğin ve buyurduğun anda bütün bunlardan ve bedenimden vazgeçerim. Gücünü sına ve nereye kadar eriştiğini gör.

Bu durumda, daha kimden korkabilirim? Tiranın kapısında bekleyenlerden mi? Onlar bana ne yapacaklar ki? Beni dışarıda mı bırakacaklar? Eğer girmek istediğimi görürlerse, beni dışarıda bıraksınlar. "Neden kapıya gidiyorsun öyleyse?" Çünkü oyun devam ettiği sürece oyuna katılmak bana uygun geliyor. "Nasıl dışarıda bırakılmamış oluyorsun öyleyse?" Çünkü birisi içeri girmeme izin vermediği sürece içeri girmek istemem. Olanlardan daima memnun olurum, çünkü Tanrı’nın tercihlerinin benim tercihlerimden daha iyi olduğunu düşünürüm. Tanrı’yı takip eder ve onun elçisi olurum. Onunla aynı amaçlara, aynı arzulara, yani kısacası aynı iradeye sahip olurum. Zorla içeri girmeye kalkışanlar için dışarıda bırakılmak diye bir şey vardır ama benim için yoktur. Peki, ben niye zorla içeri girmeye çalışmam? Çünkü içeride iyi bir şey dağıtılmadığını bilirim. Birinin İmparator tarafından onurlandırıldığı için şanslı olduğunu söylediklerini duyduğumda, "Eline ne geçti ki?" diye sorarım. Bir yerin valiliği mi? Sahip olması gerektiği gibi bir fikre de sahip oldu mu peki? Başkanlık makamı mı? Makamını iyi kullanma gücüne de sahip oldu mu peki? Neden İmparator’un odasına girmeye çalışayım? Diyelim ki birisi kuru incir ve yemiş dağıtıyor. Çocuklar bunları hemen kapışırken ve birbirleriyle kavgaya tutuşurken, yetişkinler bunu yapmazlar, çünkü bunu önemsiz bulurlar. Birisi kabuk dağıtıyor olsa, çocuklar bile kapışmazlar. Valilik mi dağıtılıyor? Bırak çocuklar ilgilensin. Para mı dağıtılıyor? Bırak çocuklar ilgilensin. Yargıçlık ve konsüllük mü dağıtılıyor? Bırak çocuklar bunlar için kapışmayı, dışarıda bırakılmayı, bunları dağıtanların ve kölelerin ellerini öpmeyi göze alsın. Benim için bunlar kuru incirden ve yemişten ibarettir. Yani? Eğer İmparator bunları dağıtırken, sana hiçbir şey düşmezse, dert etme. Eğer kucağına bir kuru incir düşerse, al ve ye, çünkü kuru incirin bile bu kadar değeri vardır. Ancak, ne kuru incir ne de iyi olmayan herhangi bir şey - filozofların beni iyi olduğunu düşünmemeye ikna ettiği herhangi bir şey -eğilmeye, birini devirmeye veya biri tarafından devrilmeye ve İmparator’un odasına girenlere dalkavukluk etmeye değmez.

. Muhafızların kılıçlarını göster bana. Ne kadar da büyük ve keskinler. Bu büyük ve keskin kılıçlar ne yapar peki? Öldürür. Peki ya hastalık ne yapar? Aynısını. Kafana düşen bir taş ne yapar? Aynısını. Bu durumda, bunların hepsine hayranlık duymamı, tapmamı ve kölelik etmemi mi bekliyorsun? Yaşayan her canlının öleceğini, evrenin yerinde duramayacağını ve engellenemeyeceğini bildikten sonra, bir hastalığın, taşın veya askerin canımı alması arasında hiçbir fark yoktur benim için. Eğer mutlaka aralarında bir kıyaslama yapmam gerekiyorsa, bir askerin bunu daha hızlı ve acısız yapacağını bilirim. Bir tiranın bana yapabileceklerinden korkmuyorsam ve bana verebileceklerini arzulamıyorsam, ona neden hayranlık besleyeyim ki? Neden afallayayım ki? Muhafızlardan neden korkayım ki? Eğer İmparator beni huzuruna kabul edip benimle samimi bir şekilde konuşursa, bundan neden memnuniyet duyayım ve bunu neden başkalarına anlatayım ki? O bir Sokrates veya bir Diyojen mi ki övgüleri karakterimin kanıtı olsun? Onun ahlak anlayışını örnek almaya hiç heves ettim mi? Oyunu sürdürür ve huzuruna çıkarım; aptalca veya mantıksızca bir şey yapmamı istemediği sürece, bana verdiği görevleri de yerine getiririm. Ancak, eğer bana "Git Leon’u Salamis’ten getir,” derse, "Bunu yapacak başka birini bul, çünkü ben artık oynamıyorum,” derim. (Tiran der ki): "Bunu zindana atın.” Giderim; bu da oyunun bir parçası. "Ama kelleni uçururlar.” Tiranın kellesi veya ona itaat edenlerin kelleleri hep yerinde mi kalacak? "Ama seni bir kenara atarlar ve gömmezler. ” Eğer o ceset ben olsaydım bir kenara atarlardı ama eğer ben o cesetten farklı bir şeysem, doğru konuş ve beni korkutmayı aklının ucundan bile geçirme. Böyle şeylerden sadece çocuklar ve ahmaklar korkar. Eğer bir insan filozof okuluna girdiyse ve kim olduğunu bilmiyorsa, eğer etten, kemikten ve kaslardan ibaret olmadığını öğreneme-diyse, bedenin bu parçalarını kullanan ve yöneten, izlenimleri anlayan bir varlık olduğunu öğrenemediyse, korkmayı ve başkalarına dalkavukluk etmeyi hak eder.

"Evet ama böyle konuşmalar kanunları hor görmemize neden olur.” Hangi konuşma insanların kanunlara daha çok itaat etmesini sağlar? Ayrıca, bir ahmağın elindeki güçler kanun değildir. Bu konuşmalar bizim ahmaklara bile gerektiği gibi davranmamızı sağlar, çünkü onların bizi geride bıraktığı konularda hak iddia etmememizi öğütler. Bu konuşmalar bize bedenden, maldan mülkten, çocuklardan, ebeveynlerden ve kardeşlerden vazgeçmemizi öğütler. Sadece fikirleri ayrı tutar ki Zeus bile fikirleri insanın kendisine ait kılmıştır. Burada ne gibi bir kanun ihlali, ne gibi bir aptallık söz konusudur? Senin daha güçlü ve üstün olduğun konularda sana yol açarım; sen de benim üstün olduğum konularda bana yol açmalısın, çünkü ben bunlar için çaba sarf ettim ama sen etmedin. Sen taşlarla döşeli evlerde yaşamaya, kölelerinin sana hizmet etmesine, güzel giysiler giymeye, evinde avcılar, müzisyenler ve oyuncular ağırlamaya çaba sarf ettin. Ben bunların hiçbiri üzerinde hak iddia ediyor muyum? Sen hiç fikirleri ve kendi mantık yetini inceledin mi? Onun hangi parçalardan oluştuğunu, bu parçaların nasıl bir araya geldiğini, birbiriyle nasıl bir bağlantısı olduğunu ve ne gibi güçlere sahip olduğunu biliyor musun? Öyleyse, bu konuları incelemiş olan birinin bu konularda senden daha ileride olmasına neden üzülüyorsun? Gelgelelim, bunlar yüce şeylerdir. Senin bunlarla ilgilenmeni ve bunlarla meşgul olmanı kim engelleyebilir? Kim daha çok kitaba, boş vakte ve yardımcıya sahip ki? Sen yeter ki dikkatini bunlara ver ve kısa bir süreliğine de olsa kendi mantık yetinle ilgilen. Diğer bütün yetileri kullanan, sınayan, seçen ve reddeden bu yetinin ne olduğunu ve nereden geldiğini incele. Maddi şeylerle ilgilendiğin sürece maddi şeylere sahip olursun ama mantık yetin senin tercih ettiğin gibi, yani zayıf ve ihmal edilmiş olarak kalır.

VIII. BÖLÜM

FİLOZOF KİMLİĞİNE BÜRÜNMEK İÇİN ACELE EDENLERE KARŞI

Bir insanı asla sıradan (herkeste bulunan) şeyler için öv-memeli ve suçlamamalısın. Ona herhangi bir yetenek veya yeteneksizlik atfetmemelisin. Böylece, acelecilikten ve kötü niyetlilikten kurtulmuş olursun. "Bu adam çok hızlı yıkanıyor." Yanlış mı yapıyor? Hayır. Ne yapıyor? Çok hızlı yıkanıyor. Yapılan her şey iyi midir öyleyse? Kesinlikle hayır. Doğru fikirlerden kaynaklanan eylemler iyi, yanlış fikirlerden kaynaklanan eylemler kötüdür. Ancak, bir insanın bir eylemi hangi fikirden yola çıkarak gerçekleştirdiğini öğrenene kadar o eylemi övme-meli ve suçlamamalısın. Ne var ki dışarıdan (eylemlerden) fikri anlamak kolay değildir. "Bu adam marangoz." Neden? "Çünkü balta kullanıyor." Bunun konuyla ne ilgisi var? "Bu adam müzisyen, çünkü şarkı söylüyor. " Bu neye işaret eder? "Bu adam filozof, çünkü uzun saçları var ve pelerin giyiyor." Hokkabazlar ne giyiyor peki? Dolayısıyla, insanlar yersiz davranışlarda bulunan bir filozof gördüklerinde hemen "Bak filozof ne yapıyor," derler. Oysa yersiz davranışlarına bakıp onun bir filozof olmadığını söylemeleri gerekir. Eğer filozofluktan anladığımız pelerin giymek ve uzun saçlara sahip olmaksa, insanların söylediği doğrudur ama eğer filozof olmak hatalı davranışlardan arınmayı gerektiriyorsa ve bu kişi filozof olmanın gereklerini yerine getirmiyorsa, neden "filozof" unvanını ondan almıyoruz? Çünkü diğer bütün alanlarda böyle yaparız. İnsanlar balta kullanmayı becererneyen birini gördüklerinde, "Marangozluk ne işe yarar? Marangozlar işlerini ne kadar kötü yapıyorlar baksana," demezler. Aksine, "Bu adam marangoz değil, çünkü balta kullanmayı beceremiyor," derler. Kötü şarkı söyleyen birini gördüklerinde, "Müzisyenler ne kadar kötü şarkı söylüyorlar baksana," demezler. "Bu adam müzisyen değil," derler. Bir tek felsefe söz konusu olduğunda iş değişir. İnsanlar filozofluğa aykırı düşecek şekilde davranan birini gördüklerinde unvanını ondan almazlar; onun bir filozof olduğunu varsayarlar ve yersiz davranışlarına bakarak felsefenin hiçbir işe yaramadığı sonucuna varırlar.

Bunun sebebi nedir? Marangozluğu, müzisyenliği ve diğer zanaatları benzer bir biçimde değerlendirirken, filozofluğu böyle değerlendirmememiz ve sadece dış etkenlere bakarak yanlış yargılara varmamızdır. Başka hangi zanaatı tanımlamak için giysilere veya saçiara bakılır? Hangi zanaatın kendisine ait teoremleri, malzemeleri ve amacı yoktur? Filozofun malzemesi nedir? Pelerin mi? Hayır; mantık. Amacı nedir? Pelerin giyrnek mi? Hayır; mantığını doğru kılmak. Teoremleri ne tür şeyler içerir? Saçını ve sakalım uzatmanın yollarını mı? Hayır. Zenon’un söylediklerini, yani mantığın öğelerini öğrenmeyi; her birinin ne olduğunu, birbiriyle nasıl bir bağlantısı olduğunu ve ne sonuçlar doğurduğunu öğrenmeyi. Bu durumda, önce o insanın yersiz bir davranışta bulunurken mesleğini İcra edip etmediğine bakıp, ondan sonra çalışmalarını suçlaman gerekmez mi? Oysa şimdi onun yanlış davranışlarda bulunduğunu gördüğünde, sanki öyle şeyler yapan bir insanı filozof olarak adlandırmak doğruymuş gibi, "Filozofa bak," diyorsun. Dahası, "Filozoflar böyle," diyorsun. Oysa eşini aldatan veya oburluk eden bir marangoz gördüğünde, "Marangoza bak," demezsin.

"Müzisyene bak,” da demezsin. Yani aslında sen bile filozofluğun gerektirdiklerini bir yere kadar anlıyorsun ama bir yerde kavramdan uzaklaşıyorsun ve kafan karışıyor.

Ne var ki filozof olarak adlandırılanlar bile felsefeye sıradan şeylerle başlamaya çalışırlar. Pelerine büründükleri ve sakallarını uzattıkları anda, "Ben bir filozofum,” derler. Oysa mızrap ve lavta alan hiç kimse, "Ben bir müzisyenim,” demez. Kep ve önlük takan hiç kimse, "Ben bir demirci ustasıyım,” demez. Giysiler zanaata uygun olur ama zanaatçılar giysileriyle değil, zanaatlarıyla tanımlanırlar. Euphrates bu konuda güzel şeyler söylemiştir: "Uzun bir süre insanlara belli etmeden filozof olmaya çalıştım ve bunun faydasını gördüm. Çünkü başlangıçta iyi bir şey yaptığımda, bunu izleyenler için değil, kendim için yaptığımı biliyordum. Kendim için iyi beslendim. Kendim için ve Tanrı için görünüşüme ve yürüyüşüme özen gösterdim. Tek başıma çabaladığım için tehlikede olan da sadece bendim; kötü veya yersiz bir davranışta bulunursam, felsefe benim yüzümden tehlikeye girmezdi. Bir filozof olarak yanlış bir şey yaparak pek çok kişiye zarar da veremezdim. Bu nedenle amacımı bilmeyenler, filozofların arasında yaşarken ve onlarla sohbet ederken, benim neden bir filozof olmadığımı merak ederlerdi. Dış göstergeler aracılığıyla değil de eylemlerim aracılığıyla filozof olarak tanınmanın bana ne zararı vardı? Nasıl yediğime, nasıl içtiğime, nasıl uyuduğuma, nasıl sabrettiğime, nasıl iş birliği yaptığıma, nasıl arzuladığıma ve sakındığıma, doğuştan gelen veya sonradan edindiğim ilişkileri nasıl sürdürdüğüme, kafa karışıklığından ve engellerden nasıl kurtulduğuma bak. Beni bunlarla yargıla. Gelgelelim, eğer kafasında kep görmediğin sürece Hephaestus'un bile iyi bir demirci olduğunu anlayamayacak kadar kör ve sağırsan, bu kadar ahmak bir yargıç tarafından tanınmamanın benim için ne sakıncası olabilir ki?”

Sokrates de pek çok kişi tarafından filozof olarak tanınmazdı; insanlar ona gelip kendilerini filozoflarla tanıştırmasını rica ederlerdi. Sokrates buna üzülüp, “Ben filozof değil miyim sence?” diye sorar mıydı? Hayır; insanları filozoflarla tanıştırırdı. Filozof olduğunu bilmek onun için yeterliydi. Filozof olarak tanınmamasına sinirlenmez, işine kafa yorardı. İyi ve onurlu bir insanın işi nedir? Çok sayıda öğrenciye sahip olmak mı? Hayır. Bu konuda azimli olanlar bu konuyla ilgilenirler. Zor teoremleri dikkatle incelemek mi? Başkaları bu konuyla da ilgilenirler. Peki, Sokrates neyle ilgilenirdi? Kimdi ve kim olmak istiyordu? Sokrates fayda ve zarar konularıyla ilgilenirdi. “Eğer biri bana zarar verebiliyorsa, hiçbir şey yapmıyorumdur. Eğer birinin bana iyilik yapmasını bekliyorsam, hiçbir şey değilimdir. Eğer dilediğim şey gerçekleşmiyorsa, mutsuzumdur,” derdi. Herkesi böyle bir tartışmaya davet ederdi ve hiç kimseyle tartışmayı reddetmezdi. “Ben şöyle bir insanım,” diye ilan eder miydi sence? Asla; o insan olmakla yetinirdi. Sadece ahmak ve övünmeyi seven bir insan, “Ben hırslarımdan ve kaygılarımdan arındım. Yanılgıya kapılmayın dostlarım, siz hiçbir değeri olmayan konularda huzursuzluğa kapılırken, ben bütün endişelerimden kurtuldum,” der. Acı çekmemek sana yetmiyor mu? “Ey gut hastalığından, baş ağrısından ve ateşten muzdarip olanlar, ey körler ve topallar; gelin de benim ne kadar sağlıklı olduğumu görün,” diye ilan etmen mi gerekiyor? Eğer Asklepi-os gibi o insanların da hastalıklarından kurtulmalarını sağlayacak tedavileri hemen gösteremeyeceksen ve kendi sağlığını örnek veremeyeceksen, bunlar boş konuşmalardır ve hoş değildir.

' Zeus tarafından taçla ve asayla onurlandırılan Kinik şöyle der: "Mutluluğu ve huzuru yanlış yerde aradığınızı görmeniz için Tanrı beni size örnek olarak gönderdi. Benim ne evim var, ne malım mülküm, ne karım, ne çocuklarım, ne bir yatağım, ne de bir kabanım. Ama bakın ne kadar sağlıklıyım. Beni sınayın ve eğer endişelerimden arındığıma inanırsanız, nasıl tedavi olduğuma kulak verin.” Bu hem insancıl, hem de asil bir yaklaşımdır. Zeus’un ya da bu göreve uygun gördüğü kişinin işidir. Bu kişi erdeme tanıklık eder ve dış etkenlere karşı kanıt sunar:

Güzel yüzü hiç solmaz, Yanaklarından gözyaşı akmaz.

- Odysseia, xi. 528.

Bununla da kalmaz; hiçbir şey arzulamaz ve aramaz. Ne bir insan, ne bir yer, ne de bir eğlence. Çocuk gibi bayram peşinde koşmaz. Başkaları duvarlarından, kapılarından ve kapılarının başında bekleyenlerden güç alıyorsa, o alçakgönüllülüğünden güç alır.

Oysa günümüzde insanlar, midesi bozuk kişilerin kısa bir süre sonra pişman olmalarına yol açan yiyeceklere yöneldiği gibi felsefeye yöneliyorlar ve hemen asanın peşinden koşmaya başlıyorlar. Saçlarını uzatıyor, pelerine bürünüyor, omuzlarını çıplak bırakıyor, karşılaştıkları insanlarla tartışıyor ve kalın bir kabanı olan birini gördüklerinde, onunla kavgaya tutuşuyorlar. Sen önce kendini kış şartlarında sına da midesi bozuk insanlar gibi hareket etmediğinden emin ol. Başlangıçta kim olduğunun duyulmaması için çaba göster ve bir süre kendi içinde filozof ol. Meyveler böyle olgunlaşır. Tohumun bir süre toprak altında kalması, saklanması ve yavaş yavaş büyümesi gerekir ki mükemmelliğe erişebilsin. Eğer vaktinden önce çiçek açarsa, mükemmelliğe erişemez ve Adonis'in bahçesinin1 bir ürünü olur. İşte sen de böylesin. Vaktinden önce çiçek açtığın için soğuklar seni donduracak. Çiftçiler hava çok erken ısındığı zaman tohumlar için endişelenirler. Tohumların yeşillenmesinden ve sonra da tek bir don yüzünden mahvolmasından korkarlar. Sen de bunu bir düşünmelisin. Çok çabuk ortaya atıldın. Daha mevsimi gelmeden ismini duyurmaya çalıştın. Bir şey olduğunu sanıyorsun ama ahmağın tekisin. Dona yakalanacaksın ve köklerin donmasına rağmen üst kısımlarında hâlâ biraz çiçek olduğu için hayatta olduğunu ve serpildiğini zannedeceksin. Bırak da vaktiyle olgunlaşalım. Bizi neden açıkta bırakıyorsun? Neden zorluyorsun? Henüz hava koşullarına dayanacak gücümüz yok. Bırak kökler büyüsün ve sırası geldikçe filiz versin. O zaman meyve, sen istesen de istemesen de kendiliğinden ortaya çıkacaktır zaten. Çünkü kendi gücünün farkında olmayan ve buna göre hareket etmeyen herhangi bir şey var mıdır? Boğa kendi doğasından ve gücünden habersiz değildir; karşısına vahşi bir yaratık çıktığında, herhangi birinin onu harekete geçirmesini beklemez. Köpek için de aynısı geçerlidir. Ben iyi bir insanın güçlerine sahip olsam, doğru davranmak için senin beni hazırlamanı bekler miyim? Şu anda bu güçlere sahip değilim, inan bana. Öyleyse, neden vaktinden evvel solup gitmemi istiyorsun?

IX. BÖLÜM UTANMAZ BİR İNSANA DÖNÜŞEN KİŞİYE

Makam sahibi birini gördüğünde, senin makam sahibi olmayı arzulamadığın gerçeğini unutmamalısın. Zengin birini gördüğünde, senin zenginlik yerine nelere sahip olduğunu düşünmelisin. Çünkü eğer zenginlik yerine hiçbir şeye sahip değilsen mutsuzsundur ama eğer zenginlik arzusu taşımıyorsan, o adamdan çok daha değerli bir şeye sahip olduğunu bilmelisin. Bir diğerinin güzel bir karısı vardır. Sense güzel bir kadını arzulamamanın doygunluğuna sahipsindir. Sence bunlar önemsiz şeyler mi? Zengin ve makam sahibi olan, güzel kadınlarla birlikte yaşayan bu adamlar zenginliklerine, makamlarına ve düşkün oldukları bu güzel kadınlara tepeden bakabilmek için neler verirlerdi? Ateşi olan bir insanın susuzluğu nasıldır bilmez misin? Onun susuzluğu, sağlıklı bir insanın susuzluğuna benzemez. Sağlıklı bir insan su içtiğinde susuzluktan kurtulur ama hasta bir insan kısa bir süre rahatladıktan sonra mide bulantısı yaşar, kusar, sancı çeker ve daha da çok susar. İşte zenginliği arzulamak ve zenginliğe sahip olmak böyle bir şeydir. Makam sahibi olmayı arzulamak ve makam sahibi olmak böyle bir şeydir. Güzel bir kadını arzulamak ve onunla birlikte olmak böyle bir şeydir. Buna bir de kıskançlık, sevdiğin şeylerden mahrum kalma korkusu, yakışıksız kelimeler, yakışıksız düşünceler ve yersiz davranışlar eklenir.

"Ne kaybederim ki?" diyeceksin. Alçakgönüllü bir insandın ama artık değilsin. Bu bir kayıp değil mi? Hrisippos ve Zenon yerine, Aristides ve Evenus2 okuyorsun. Bu bir kayıp değil mi? Sokrates ve Diyojen yerine birçok kadını baştan çıkaran birine hayranlık duyuyorsun. Yakışıklı görünmek istiyor ve yakışıklı olmadığın halde, olmak için uğraşıyorsun. Kadınlara çekici gelmek için gösterişli kıyafetler giyiyor ve saçların için iyi bir yağ bulduğunda, mutlu olduğunu sanıyorsun. Eskiden böyle şeylere değil, düzgün konuşmalara, saygın insanlara ve asil düşüncelere önem verirdin. Dolayısıyla, insan gibi uyur, insan gibi yürür, insan gibi giyinir ve iyi bir insana yakışacak şekilde konuşurdun. Hiçbir şey kaybetmediğini mi söylüyorsun? İnsan paradan başka bir şey kaybetmez mi? Alçakgönüllülüğünü kaybetmez mi? Terbiyesini kaybetmez mi? Bunları kaybeden biri hiçbir kayıp yaşamamış mıdır? Belki bunları bir kayıp olarak görmüyorsun. Oysa bir zamanlar sadece bunları kayıp ve zarar olarak görür, birilerinin seni iyi kelimelerden ve davranışlardan uzaklaştıracağından endişelenirdin.

Seni bu iyi kelimelerden ve davranışlardan uzaklaştıranın senin kendinden başkası olmadığının farkına varmalısın. Kendinle savaşmalı ve yeniden terbiyeli, alçakgönüllü ve özgür bir insan olmalısın. Eğer birisi sana birinin beni ahlaksız bir insan olmaya, senin gibi giyinmeye ve yağlar sürmeye zorladığını söyleseydi, beni böyle karalayan kişiyi kendi ellerinle öldürmez miydin? Peki, kendine yardım etmeyecek misin? Bu yardım çok daha kolay değil mi? Birini öldürmeye, zincire vurmaya, aşağılamaya ya da mahkemeye gitmeye gerek yok; gereken tek şey, senin kendi kendini ikna etmen ki hiçbir insan seni ikna etme gücüne senden daha çok sahip değildir. Öncelikle, yaptıklarını kınamalısın ama kınadıktan sonra umutsuzluğa kapılmamalısın. Bir kere yenik düştükten sonra kendini tamamen bırakan ve sürüklenip giden alçak ruhlu insanların durumuna düşmemelisin. Delikanlıları eğitenlerin yaptıklarını örnek almalısın. Delikanlı düştü mü? Eğitmen, "Kalk ve güçlenene kadar güreşmeye devam et,” der. Sen de böyle yapmalısın, çünkü insan ruhundan daha kolay işlenebilen hiçbir şey yoktur. İradeni kullanırsan doğru yolu bulur, ancak biraz dikkatsizlik edersen, doğru yoldan saparsın, çünkü kurtuluşun da, yıkımın da içindedir. "Ne kazanırım?” diye mi soruyorsun? Daha iyi ne kazanabilirsin ki? Utanmaz bir insandan alçakgönüllü bir insana, ahlaksız bir insandan ahlaklı bir insana, inançsız bir insandan inançlı bir insana, ölçüsüz bir insandan aklı başında bir insana dönüşeceksin. Eğer bunlar sana yetmiyorsa, yaptıklarını yapmaya devam et. O zaman Tanrı bile sana yardım edemez.

X. BÖLÜM NELERİ HOR GÖRMELİ, NELERE DEĞER VERMELİYİZ?

İnsanların sorunları ve çaresizlikleri dış etkenlerden kaynaklanır. "Ne yapmalıyım?" "Ne olacak?" "Nasıl sonuçlanacak?" "Öyle mi olacak, böyle mi olacak?" Bunlar hep, iradesinin gücü dahilinde olmayan şeylere yönelen insanların sorularıdır. Hiç kimse "Yanlış bir şeyi nasıl kabul etmeyeceğim?" veya "Gerçeklerden nasıl sapmayacağım?"diye sorar mı? Eğer bir insan bunlar için endişelenecek kadar iyi durumdaysa, ona şöyle derim: Neden endişeleniyorsun? Bunlar senin elinde. Hiçbir şeyi kabul etmekte aceleci davranma ve doğal kuralı uygula. Diğer yandan, eğer birisi arzularının amacından sapacağından veya kaçınmak istediklerinin pençesine düşeceğinden endişeleniyorsa, öncelikle onu öperim, çünkü başkalarının telaşlandığı ve korktuğu şeyleri bir kenara bırakmıştır ve kendi durumuna kafa yormaktadır. Sonra da şöyle derim: Elde edemeyeceğin şeyleri arzulama. Kaçınamayacağın şeylerden kaçınmaya çalışma. Başkalarına ait (başkalarının elinde) olan şeyleri arzulama. Kendi elinde olmayan şeylerden kaçınmaya çalışma. Eğer bu kuralı uygulamazsan, arzuların konusunda hayal kırıklığına uğrarnan ve kaçınmak istediklerinin pençesine düşmen kaçınılmaz olur. Bunun neresi zor? Bu kuralı uyguladığında, "Ne olacak?" veya "Öyle mi olacak, böyle mi olacak?" gibi sorulara yer kalır mı?

Olacaklar irademizden bağımsız değil mi? "Evet." İyiliğin ve kötülüğün özü irademizin gücü dahilinde değil mi? "Evet. " Öyleyse, olan her şeye doğaya uygun bir şekilde yaklaşmak senin elinde mi? Hiç kimse seni engelleyebilir mi? Engelleyemez. Öyleyse artık "Ne olacak?” diye sorma. Çünkü her ne olursa olsun, onunla doğru bir şekilde başa çıkacaksın ve sonucu senin için iyi olacak. Eğer Herkül, "Ya karşıma büyük bir aslan, büyük bir boğa veya vahşi insanlar çıkarsa?” diye sorsaydı ne olurdu? Bunun ne önemi var? Eğer karşına büyük bir boğa çıkarsa, daha büyük bir mücadele verirsin. Eğer kötü insanlar çıkarsa, dünyayı kötü insanlardan arındırırsın. Diyelim ki bunu yaparken can verdin. İyi bir insan olarak ve asil bir şey yaparken can vermiş olursun. İnsan mutlaka bir şey yaparken ölecektir; ya çiftçilik yaparken, ya toprağı kazarken, ya ticaret yaparken, ya konsüllük yaparken ya da hazımsızlık çekerken. Öyleyse, ölüm seni bulduğunda ne yapıyor olmak istersin? Ben kendi adıma insana yakışan, faydalı ve asil bir şey yaparken ölmek isterim. Eğer yüce şeyler yaparken ölmeyeceksem bile, en azından yapmamı hiç kimsenin engelleyemeyeceği şeyleri yaparken, yani kendimi geliştirirken, izlenimleri kullanan yetimi ilerletirken, zihnimi huzura kavuşturmaya çalışırken ve hayattaki ilişkilerime hakkını verirken ölmek isterim. Eğer bunları başardıysam, üçüncü konuya, yani doğru fikirler oluşturmaya eğilirken ölmek isterim. Eğer ölüm beni bunlarla uğraştığım sırada bulursa, kollarımı açıp Tanrı'ya şunları demek benim için yeterlidir: "Senin düzenini görmem ve izlemem için bana verdiğin yetileri ihmal etmedim. Eylemlerimle onuruna leke sürmedim. Algılarımı ve fikirlerimi nasıl kullandığıma bak. Seni hiç suçladım mı? Olanlardan hiç şikayet ettim veya başka türlü olmalarını istedim mi? Düzenini hiç çiğnemek istedim mi? Bana verdiğin hayat için teşekkür ederim. Bana verdiklerini kullanmaktan hep memnuniyet duydum. Onları dilediğin zaman geri al ve istediğin yere yerleştir, çünkü hepsi senindi ve hepsini sen bana vermiştin zaten.” Dünyadan bu zihniyetle ayrılmak yeterli değil midir? Bu zihniyete sahip olan bir insanın hayatından daha iyi bir hayat var mıdır? Daha mutlu bir son var mıdır?

Ancak, bunu yapabilmek için insanın katlanması ve kaybetmesi gereken şeyler az değildir. Hem konsül olup hem de böyle bir konuşma yapmak, hem geniş topraklara sahip olup hem de böyle bir konuşma yapmak isteyemezsin. Hem kölelerinle hem de kendinle ilgilenernezsin. Eğer başkasına ait olanları arzularsan, kendine ait olanları kaybedersin. Bu işin doğası böyledir. Hiçbir şeye çaba sarf etmeden sahip olamazsın. Bunun neresi şaşırtıcı? Eğer konsül olmak istiyorsan, uyanık kalman, koşturman, insanların ellerini öpmen, başkalarının kapılarında heba olman, özgür bir insana yakışmayacak şeyler söylemen ve davranışlarda bulunman, birçok insana hediye göndermen ve bazılarına da her gün hediye göndermen gerekir. Peki, karşılığında eline ne geçer? Bir demet değnek (konsüllerin hâkimiyet simgesi), üç veya dört kere yargıç kürsüsünde oturmak, gösterileri sunmak ve küçük sepetlerde yemek dağıtmak. Eğer bu dediklerime katılrnıyorsan, bunların dışında eline ne geçeceğini söyle bana. Eğer hırslarından arınmak, huzura kavuşmak, uyuduğunda iyi uyumak, uyanık olduğunda gerçekten uyanık olmak, hiçbir şeyden korkmamak ve hiçbir şey için endişelenmemek istiyorsan, karşılığında hiçbir çaba sarf etmeyecek misin? Sen bunlarla meşgul olurken, sana ait olan bir şey heba olursa veya senin elde etmen gereken bir şeyi bir başkası elde ederse, hemen telaşa mı kapılacaksın? Neyin karşılığında ne aldığını hesaba katmayacak mısın? Bu kadar büyük şeyleri, karşılığında hiçbir bedel ödemeden elde etmeyi mi bekliyorsun? Bu nasıl mümkün olabilir ki? Bir meselenin diğeriyle hiçbir ilgisi yoktur. Maddi şeyler için çaba harcarken zihnini güçlendirernezsin. Eğer birini istiyorsan, diğerinden vazgeçmen gerekir. Yoksa ikisinin arasında kalırsın ve ikisine de sahip olamazsın. Yağın dökülebi-lir, ev eşyaların çürüyebilir ama huzura kavuşursun. Sen evde değilken yangın çıkabilir ve kitapların yanıp kül olabilir ama izlenimlere doğaya göre yaklaşırsın. “Ama o zaman yiyecek bir şey bulamam.” Eğer o kadar şanssızsan, ölüm bir sığınaktır. Ölüm hepimiz için bir sığınaktır ve dolayısıyla hayattaki hiçbir şey zor değildir. İstediğin anda evden çıkarsın ve dumandan kurtulursun. Öyleyse, neden endişeleniyorsun? Neden uykusuz kalıyorsun? Neden iyiliğinin ve kötülüğünün nerede olduğunu düşünüp, “İkisi de benim elimde,” demiyorsun? Neden “Hiçbir insan beni iyilikten mahrum bırakamayacağı gibi, kötülüğe de zorlayamaz. Neden uzanıp uyumuyorum? Ne de olsa sahip olduğum her şey güvende. Başkalarına ait olanlarla da onlar ilgilenirler. Ben kimim ki onların öyle veya böyle olmasını dileyebileyim? Bana onların arasında seçim yapma gücü verildi mi ? Beni onlardan sorumlu kılan oldu mu? Elimde olan şeyler benim için yeterlidir. Onlarla elimden geldiğince ilgilenmeliyim. Diğer şeyler ise Tanrı nasıl isterse öyle olur,” demiyorsun?

Eğer insan bunları düşünürse, uykusuz kalır mı? Yatağında dönüp durur mu? Neye sahip olmak ister? Ne için pişmanlık duyar? Patroklos, Antilokhos veya Menelaus için mi?3 İnsan dostlarının ölümsüz olduğunu varsayabilir mi? Yarın veya öbür gün herkesin öleceğini unutabilir mi? “Evet ama ben onun benden uzun yaşayacağını ve oğlumu büyüteceğini düşünmüştüm.” O zaman kesin olmayan bir şey düşünerek ahmaklık etmişsin. Neden kendini suçlamıyor ve oturup ağlamıyorsun? “Ama o yemeğimi önüme getirirdi.” Çünkü o zaman hayattaydı ama artık getiremez. Onun yerine Automedon getirir ve eğer o da ölürse, bir başkasını bulursun. Etinin piştiği tencere kırılsa, alıştığın tencereye sahip olmadığın için açlıktan ölecek misin? Yeni bir tencere almayacak mısın?

Başıma bundan daha büyük bir kötülük gelemezdi.

İlyada xix. 321.

Bu neden senin başına gelen bir kötülük olsun? Bu düşünceden kurtulmak yerine, anneni mi (Thetis) suçlayacaksın? Ne düşünüyorsun? Sence Homeros bunları en soylu, en güçlü, en zengin, en yakışıklı insanların bile doğru fikirlere sahip olmadığı zaman acınacak duruma düşmekten kurtulamadığını anlayalım diye yazmadı mı?

XI. BÖLÜM TEMİZLİĞE DAiR

Bazı kişiler sosyalliğin insan doğasında olup olmadığını sorgularlar, ancak bu kişilerin temizlik sevgisinin insan doğasında olup olmadığı konusunda herhangi bir şüphe duyduklarını sanmıyorum. Eğer insanı diğer hayvanlardan ayıran bir şey varsa, o da budur. Bir hayvanın kendini temizlediğini gördüğümüzde, bundan şaşkınlıkla bahseder ve bu hayvanın insan gibi davrandığını söyleriz. Diğer yandan, kirli bir hayvan gördüğümüzde, onun adına bahane üretircesine, sonuçta onun bir insan olmadığını söyleriz. Yani, insanda bir üstünlük olduğunu ve bunun da tanrılardan geldiğini varsayarız. Tanrılar doğaları gereği temiz olduğu için, insanlar onlara mantıkla yaklaştığı sürece, temizliğe ve temizlik sevgisine bağlı kalacaktır. Ne var ki çeşitli maddelerle karışan insan doğasının bütünüyle temiz olması mümkün olmadığı için, mantık devreye girer ve mantık insan doğasının temizliği sevmesini sağlamaya çalışır.

İlk ve en önemli temizlik ruhun temizliğidir ve kirlilik için de aynısı geçerlidir. Ruhun kirliliğini, bedenin kirliliği gibi tespit edemeyiz ama ruhu kirleten kendi eylemlerinden başka ne olabilir ki? Ruhun eylemleri, bir şeye doğru ilerlemeyi ya da ondan uzaklaşmayı, arzulamayı, kaçınmayı, hazırlanmayı amaçlamayı ve onaylamayı içerir. Öyleyse, bu eylemlerde ruhu kirleten nedir? Kendi kötü kararlarından başka hiçbir şey değildir. Dolayısıyla, ruhun kirliliği, ruhun kötü fikirleridir ve ruhu arındırmak, ona doğru fikirleri aşılamaktır. Doğru fikirlere sahip olan ruh temizdir, çünkü sadece ruh eylemlerinde karışıklıktan ve kirlilikten muaftır.

Bedenimizi de elimizden geldiğince temiz tutmamız gerekir. Bedenimizin yapısından dolayı burnumuzun akmaması mümkün değildir. Doğa bu nedenle ellerimizi ve burun deliklerimizi salgıları alıp götüren kanallar olarak meydana getirmiştir. Bu salgıları içine çeken birinin insan gibi davrandığını söyleyemem. Kirli yerlerden geçtiğimiz zaman ayaklarımızın çamura veya toprağa bulanmaması mümkün değildir. Doğa bu nedenle ellerimizi ve suyu meydana getirmiştir. Yemek yedikten sonra dişlerimizde kir kalmaması mümkün değildir. Bu nedenle dişlerimizi temizlememiz gerekir. Neden mi? Vahşi bir hayvan gibi değil de insan gibi davranmak için. Terden ve giysilerden dolayı bedenimizde temizlenmesi gereken kirler kalmaması mümkün değildir. Bu nedenle bedenimizi temizlemek için sudan, ellerimizden, yağlardan, havlulardan, keselerden ve bazen de buna benzer başka araçlardan faydalanmamız gerekir. Ancak, sen bunu yapmıyorsun. Oysa demirciler bile malzemelerindeki pası temizlerler ve bunun için hazırda bulundurdukları araçları vardır. Eğer sen de tümden pis bir insan değilsen, yemek yemeden önce tabağını temizliyorsundur. Öyleyse, bedenini temizlemeyecek misin? "Neden ki?” Bir kere daha söylüyorum; öncelikle insan gibi davranmak için, sonra da görüştüğün kişileri rahatsız etmemek için. Ne yaptığının farkında bile değilsin. Kötü kokmayı hak ettiğini düşünüyorsun. Kötü kok öyleyse. Peki, yanında oturanlar, masada sana doğru eğilenler ve seni öpenler de bunu hak ediyorlar mı sence? Ya hak ettiğin gibi çöle git ya da kendi başına yaşa ve kendi kendini kokla. Çünkü kirliliğini sadece senin çekmen adil olur. Ancak, bir şehirdeyken bu kadar düşüncesizce ve ahmakça davranmak nasıl bir karakterin göstergesidir sence? Eğer doğa sana bir at emanet etseydi, onu görmezden gelecek ve ihmal mi edecektin? Bedeninin de sana bir at gibi emanet edildiğini düşünmeli ve onu silip temizlemelisin ki hiç kimse ondan uzaklaşmasın ve yolundan çekilmesin. Kim kirli, kötü kokan, cildi pislik içinde bir insandan, üstü başı gübreyle kaplı birinden uzaklaşmak istediğinden daha da çok uzaklaşmak istemez ki? O koku dışarıdan gelen bir kokudur ve kişinin üstüne sinmiştir, oysa diğeri içeriden ve özensizlikten gelen, bir nevi çürümekte olan bir bedenden gelen bir kokudur.

“Ama Sokrates nadiren yıkanırdı." Evet ama bedeni temiz ve paktı. Öyle hoştu ki en güzel ve en asil insanlar bile onu severlerdi ve en yakışıklı kişilerin yanına oturacaklarına, onun yanına oturmayı tercih ederlerdi. Hamama gitmemek ya da kendi kendine yıkanmamak onun elindeydi ama nadiren fay-dalansa da suyun etkisi hissedilirdi. Eğer sıcak suyla yıkanmak istemiyorsan, soğuk suyla yıkan. Aristofanes şöyle der:

Ben solgun ve yalınayak olanları kastediyorum.

(Nubes v. 102.)

Ancak, Aristofanes Sokrates'in havada yürüdüğünü ve hamamdan giysi çaldığını da söyler. Oysa Sokrates hakkında yazan herkes, tam tersine, onun lehine tanıklık eder ve onun sadece kulağa değil, göze de hitap eden bir insan olduğunu söyler. Diyojen için de aynı şeyler yazılmıştır. Çünkü bedenimizin görüntüsüyle bile insanları felsefeden caydırmamamız gerekir. Bir filozofun her konuda neşeli ve sakin bir görüntü sunması gerekir; bedeni konusunda da. "Ey insanlar! Bakın benim hiçbir şeyim yok ama hiçbir eksiğim de yok. Evim yok, yurdum yok, sürgündeyim ama soylu ve zengin insanlardan daha tasasız ve daha mutlu yaşıyorum. Bedenime de bakın ve zor koşulların bedenime hiçbir zarar vermediğini görün.” Gelgelelim, eğer bunları bana mahkûm kılıklı biri söylerse ve felsefenin insanı böyle bir kişiye dönüştüreceğine inanırsam, hangi Tanrı beni felsefeyle uğraşmaya ikna edebilir ki? Bilge bir insan olacağımı bilsem bile felsefeden uzak dururum. Felsefeyle uğraşmaya yeni yeni başlayan bir gencin karşıma kirli ve özensiz çıkmasından-sa, saçlarını dikkatle taramış olarak çıkmasını tercih ederim, çünkü onda belirli bir güzellik anlayışı ve insana yakışır bir şekilde hareket etme arzusu vardır; güzelliğin nerede olduğunu düşünüyorsa, o doğrultuda çaba sarf etmektedir. Ona doğruyu göstermek ve şunları söylemek yeterlidir: "Delikanlı, güzelliği arıyorsun ve iyi de ediyorsun. Öyleyse, güzelliğin mantık yetimizde olduğunu bilmelisin. Güzelliği hareketlerinde, arzuladıklarında ve kaçındıklarında ara, çünkü insanın üstün tarafı bunlardır. Bedenimiz ise topraktan ibarettir. Neden boş yere onunla uğraşıyorsun? Başka hiçbir şey öğrenmesen bile, zaman sana bedenin bir hiç olduğunu öğretecektir.” Gelgelelim, eğer birisi bana pislik içinde ve dizlerine kadar uzamış sakallarla gelirse, ona ne diyebilirim ki? Güzelliğe benzer neyle uğraşmıştır ki "Güzellik onda değil bundadır,” diyebileyim ve onu değiş-tirebileyim? Ona güzelliğin gübreye bulanmakta değil, mantığımızda olduğunu mu söylememi istersin? Bu insanın güzellik arzusu var mıdır? Kafasında bir güzellik anlayışı var mıdır? Git bir domuza çamurda yuvarlanmamasını söyle bakalım.

Senokrates'in sözleri bu nedenle Polemon'u etkilemiştir. Polemon içeri girdiğinde güzelliğe karşı bir sevgi besliyordu ama. onu yanlış yerde arıyordu. Doğa insanlarla birlikte yaşayan hayvanları bile kirli kılmamıştır. Bir at veya iyi eğitilmiş bir köpek hiç çamurda yuvarlanır mı? Oysa insanların uzak durduğu domuzlar, kazlar, solucanlar ve örümcekler öyle yaparlar. Sen bir insan olarak insanlarla birlikte yaşayan hayvanlar gibi değil de solucanlar ve örümcekler gibi mi olacaksın? Dilediğin zaman, dilediğin yerde ve dilediğin şekilde yıkanmayacak mısın? Bedenindeki kirlerden arınmayacak mısın? Temizlenip, seninle arkadaşlık eden insanların seninle birlikte olmaktan keyif almasını sağlamayacak mısın? Tükürmenin ve sümkürmenin yasak olduğu tapınaklara bile böyle mi gireceksin?

Hiç kimse senden süslenmeni bekliyor mu? Hayır. Mantık yetimiz, fikirlerimiz ve eylemlerimiz dışında süslememiz gereken hiçbir şey yoktur. Bedenimizin temiz olması ve hiç kimseye rahatsızlık vermemesi yeterlidir. Ancak, eğer sana mor renkli giysiler giymemen gerektiği söylendiyse, gidip pelerinini çamura bulaman veya yırtman mı gerekir? “Ama pelerinim nasıl temiz olacak?” Suyun yok mu? Yıkasana. Sevmeye ve sevilmeye layık bir öğretmen, sevilmeye layık gençlere gübre yığınının tepesinde mi ders verir? Bu, olacak şey değildir. Her sapma insanın doğasındaki bir şeyden kaynaklanır ama bu sapma neredeyse insanın doğasında olmayan bir şeydir.

XI. BÖLÜM DİKKAT ÜZERİNE

Dikkat göstermekten kısa bir süre vazgeçtiğinde, dikkatini istediğin zaman geri kazanabileceğini zannetmemeli ve bugün işlediğin bir kusurun sonradan daha kötü sonuçlara yol açacağını bilmelisin. Çünkü öncelikle dikkat göstermeme alışkanlığı - ki en fazla sorun yaratan budur - sonra da erteleme alışkanlığı edinirsin. Devamında bu erteleme alışkanlığını mutluluğa, doğru davranmaya ve doğayla uyum içinde yaşamaya da aktarırsın. Eğer dikkatini ertelernek faydalı bir şeyse, dikkatini tümden esirgemek daha da faydalı bir şeydir ama eğer faydalı bir şey değilse, dikkatini neden devamlı korumuyorsun? "Bugün enstrüman çalmak istiyorum.” Tamam, dikkatini koruyarak çalamaz mısın? "Şarkı söylemek istiyorum.” Bunu dikkat göstererek yapmanı engelleyen ne var? Hayatta dikkatin uzanmadığı bir alan var mıdır? Herhangi bir şeyi dikkat gösterdiğinde daha kötü, göstermediğinde daha iyi yapabilir misin? Dikkat göstermeyenler hayatta hangi alanda daha başarılı olurlar? Dikkat göstermeyen bir marangoz işinde daha başarılı olabilir mi? Dikkat göstermeyen bir kaptan gemisini daha iyi idare edebilir mi? Daha küçük işlerin herhangi biri dikkat göstermeden daha iyi yapılabilir mi? Zihnini gevşek bıraktığın zaman, onu doğruluğa, alçakgönüllülüğe ve ölçülülüğe sevk etmenin elinde olmayacağını, eğilimlerine yenik düşerek aklına estiği gibi davranacağını görmüyor musun?

Öyleyse, nelere dikkat göstermeliyim? Öncelikle genel prensipleri hazırda tutmalı ve onlar olmadan yatmamalı, kalkmamalı, yememeli, içmemeli ve insanlarla sohbet etmemeliyim. Hiç kimse bir başkasının iradesinin efendisi değildir ve iyilik ile kötülük sadece irademizdedir. Öyleyse, hiç kimse bana herhangi bir iyilik sağlayamayacağı gibi, beni herhangi bir kötülüğe de karıştıramaz. Bu konularda güç sadece benim elimdedir. Bunu bir kere kavradıysam, dış etkenler beni neden rahatsız etsin ki? Hangi tiran, hangi hastalık, hangi yoksulluk, hangi saldırı bana korkutucu gelir? "Şu kişiyi memnun etmedim.” Onu memnun etmek benim işim mi? Hayır. Öyleyse, onu neden dert edeyim ki? “Ama o önemli biri.” Bu, onun kendisini ve öyle düşünenleri ilgilendirir. Benim memnun etmem, bağlı olmam ve itaat etmem gereken sadece Tanrı ve onun yanındakilerdir. Tanrı bana hayat vermiş, irademi sadece bana ait kılmış ve onu doğru kullanmam için bana kurallar sunmuştur. Uslamlamalarda kurallara uyduğumda, herhangi birinin farklı bir şey söylemesi umurumda olmaz. Sofistike argümanlarda hiç kimseyi önemsemem. Öyleyse, daha önemli konular söz konusu olduğunda, beni suçlayanlar beni neden sinirlendirsin ki? Bu rahatsızlığın sebebi ne? Bu konuda disiplinli olmamamdan başka hiçbir şey değil. Çünkü bilim cehaleti ve cahilleri dikkate almaz; sadece bilim değil, sanat da almaz. İstediğin kunduracıyı getir; kendi mesleği söz konusu olduğunda, birçok kişiyi tiye alır. Marangoz da öyle.

Öyleyse, öncelikle bu kuralları hazırda tutmalı, onlar olmadan hiçbir şey yapmamalı, ruhumuzu bu amaca yönlendirmeli, bizim dışımızda veya başkalarına ait (başkalarının elinde) olan hiçbir şeyin peşine düşmemeliyiz. Tamamen irademizin gücü dahilinde olan şeylerin peşine düşmeli, diğer şeylerden ise bize izin verildiği kadarıyla faydalanmalıyız. Kim olduğumuzu unutmamalı ve hayattaki ilişkilerimizi buna göre sürdürmeye gayret etmeliyiz. Şarkı söylemenin zamanını, enstrüman çalmanın zamanını, bunları kimin huzurunda yapacağımızı, eylemlerimizin nasıl sonuçlar doğuracağını, tanıdıklarımızın bizi hor görüp görmeyeceğini ya da bizim onları hor görüp görmeyeceğimizi, alay etmenin zamanını, kiminle alay edeceğimizi, hangi durumda kime riayet edeceğimizi ve son olarak da riayet ederken karakterimizi nasıl koruyacağımızı bilmeliyiz. Eğer bu kurallardan saparsak, hemen zarar görürüz; dış bir etkenden değil ama eylemin kendisinden.

Peki, bütün bunları yaptığımız takdirde hatasız olmamız mümkün müdür? Değildir ama hatasız olmak için devamlı gayret göstermemiz mümkündür. Dikkat göstermekten hiçbir zaman vazgeçmeyerek en azından birkaç hatadan kurtulursak memnun olmalıyız. Gelgelelim, "Yarın dikkat göstermeye başlarım," dediğinde, aslında şunu demiş oluyorsun: "Bugün utanmaz davranacağım. Yere ve zamana aldırmayacağım. Bana acı vermek başkalarının elinde olacak. Bugün hırslanma ve kıskançlığa yenik düşeceğim." Kendine ne kadar kötü şeyler yapmak için hak tanıdığını görüyor musun? Eğer yarın dikkat göstermek iyiyse, bugün dikkat göstermek çok daha iyi değil midir? Eğer yarın dikkat göstermek senin için faydalıysa, bugün dikkat göstermek çok daha faydalıdır. Böylece, yarın da bunu yapabilirsin ve üçüncü bir güne ertelemezsin.

XIII. BÖLÜM ÖZEL MESELELERİNİ RAHATLIKLA ANLATANLARA

Birisinin bize özel meselelerini içtenlikle anlattığına inandığımızda, neden biz de onunla sırlarımızı paylaşma ihtiyacı duyar ve bunun samimi bir davranış olduğunu düşünürüz? Çünkü öncelikle komşumuzun sırlarını dinleyip de kendimizinkileri paylaşmamak bize haksızlık gibi gelir. Ayrıca, sessiz kaldığımız zaman içten bir insan görüntüsü vermeyeceğimizi düşünürüz. Gerçekten de insanlar genellikle şöyle der: "Ben sana bütün sırlarımı anlattım. Sen bana hiçbir şey anlatmayacak mısın? Öyle şey olur mu?" Ayrıca, bize özel meselelerini anlatan bir insana rahatlıkla güvenebileceğimizi düşünürüz, çünkü biz de onun sırlarını ortaya dökebileceğimiz için, bizim sırlarımızı asla açığa vurmayacağına inanırız. Roma’daki askerler ihtiyatsız kişileri işte böyle yakalarlar. Sivil kıyafetli bir asker gelip yanına oturur ve İmparator hakkında kötü konuşmaya başlar. Sen de sanki konuşmayı o başlattığı için onun sadakatini kazanmışsın gibi düşüncelerini dile getirirsin ve zincire vurulup götürülürsün.

Genel olarak da buna benzer şeyler başımıza gelir. Birisi bana sırlarını anlattı diye, ben de karşıma çıkan her insana sırlarımı anlatmak, mıyım? Hayır, çünkü ben duyduklarımı hiç kimseye anlatmam ama o gidip herkese anlatır. Eğer öyle yaptığını duyarsam ve ben de onun gibi bir insansam, intikam almaya karar veririm ve ben de onun sırlarını ortaya dökerim. Bunu yaparken de hem başkalarını rahatsız eder hem de kendim rahatsız olurum. Ancak, eğer hiç kimsenin bir başkasına zarar veremeyeceğini ve insanın sadece kendi eylemlerinden fayda ya da zarar görebileceğini unutmazsam, onun gibi davranmamaya karar veririm. Ancak yine de ahmakça konuşmalarımın cezasını çekerim.

"Doğru ama komşunun sırlarını dinleyip de karşılığında hiçbir şey anlatmaman haksızlık olur." Ben senden sırlarını bana anlatmanı istedim mi? Sırlarını belirli bir koşulla, yani benimkileri de duymak koşuluyla mı anlattın? Eğer sen geveze bir insansan ve karşılaştığın herkesin dostun olduğunu sanıyorsan, benim de mi öyle olmamı istiyorsun? Eğer senin sırlarını benimle paylaşman senin için iyiyse ama benim sırlarımı seninle paylaşmam benim için iyi değilse, neden düşüncesizce hareket etmemi istiyorsun? Benim su sızdırmaz bir fıçım olduğunu, senin fıçının ise delik olduğunu düşün. Gelip şarabını fıçıma koymam için bana emanet ediyorsun ve sonra da senin fıçın delik olduğu için şarabımı sana emanet etmedim diye yakınıyorsun. Eşitlik bunun neresinde? Sen sırlarını sadık, alçakgönüllü ve sadece kendi eylemlerinden fayda ya da zarar görebileceğini düşünen birine emanet ettin. Benim sırlarımı sana, yani irade yetisine leke sürmüş birine ve karşılığında Medea gibi öz çocuklarını öldürmesi gerekse bile para, makam veya terfi peşinde koşan birine emanet etmemi mi istiyorsun? Eşitlik bunun neresinde? Bana sadık, alçakgönüllü ve istikrarlı bir insan olduğunu göster. Samimi fikirlere sahip olduğunu göster. Fıçının delik olmadığını göster. İşte o zaman senin sırlarını benimle paylaşmanı beklemeden gelip sırlarımı sana anlatırım. İyi bir araçtan kim faydalanmak istemez? Yardımsever ve sadık bir akıl hocasına kim değer vermez? Yükünü paylaşmaya ve hafifletmeye istekli birini kim seve seve ağırlamaz?

"Doğru ama ben sana güveniyorum. Oysa sen bana güvenmiyorsun.” Bir kere bana güvenmiyorsun ama geveze olduğun için ağzını tutamıyorsun. Çünkü eğer gerçekten bana güveniyor olsaydın, sırlarını bir tek bana anlatırdın. Oysa sen boş birini gördüğün anda yanına oturuyor ve "Senden daha yardımsever ve daha değerli bir dostum yok canım kardeşim. Senden sırlarımı dinlemeni rica ediyorum,” diyorsun. Bunu hiç tanımadığın insanlara bile yapıyorsun. Eğer bana gerçekten güveniyorsan bile, sana sırlarımı anlattığım için değil, sadık ve alçakgönüllü olduğum için güveniyorsun. Öyleyse, bırak ben de senin hakkında aynı görüşe sahip olayım. Sırlarını başkalarına anlatanların sadık ve alçakgönüllü olduğunu kanıda bana. Çünkü sırlarımı anlatmak beni sadık ve alçakgönüllü kılacak olsaydı, gider sırlarımı herkese anlatırdım. Ancak, öyle bir şey yoktur. Eğer iradesinden bağımsız şeylerle uğraşan ve iradesini bunlara tabi kılan birini görürsen, o kişiyi zorlayabilecek ve engelleyebilecek on binlerce kişi olduğunu bilmelisin. O kişiyi bildiklerini anlatmaya zorlamak için işkence aletlerine gerek yoktur; genç bir kızın başını eğmesi, İmparator'un sarayından birinin iltifatı, bir makam ya da miras arzusu onu harekete geçirmek için yeterlidir. Öyleyse, genel bir prensip olarak gizli konuşmaların sadakat ve benzer fikirler gerektirdiğini bilmelisin. Günümüzde bunları bulmak kolay mı? Eğer buna cevap veremiyorsan, şunları diyebilecek birini göster bana: "Ben sadece bana ait olan, engellere tabi olmayan ve doğası gereği özgür olan şeylerle ilgilenirim. İyiliğin özünün bu olduğunu düşünürüm. Diğer şeyleri ise kendi haline bırakırım. Onlar beni ilgilendirmez.”

ENCHEIRIDION YA DA EL KİTABI

I.

Elimizde olan ve elimizde olmayan şeyler vardır. Elimizde olan şeyler fikirlerimiz, kararlarımız, arzuladıklarımız, kaçındıklarımız, yani kısacası kendi eylemlerimizdir. Elimizde olmayan şeyler ise beden, mal mülk, itibar, makam, yani kısacası kendi eylemlerimizin dışında kalan şeylerdir. Elimizde olan şeyler doğaları gereği özgürdür ve kısıtlamalara ya da engellere tabi değildir. Elimizde olmayan şeyler ise zayıftır, köleliğe yatkındır, kısıtlamalara tabidir ve başkalarının elindedir. Doğaları gereği köleliğe yatkın olan şeylerin özgür olduğunu ve başkalarının elinde olan şeylerin senin olduğunu zannedersen, engelleneceğini, üzüleceğini, huzursuz olacağını ve hem tanrıları hem de insanları suçlayacağını unutma. Oysa sadece senin olan şeylerin senin olduğunu, başkalarına ait olan şeylerin ise başkalarına ait olduğunu düşünürsen, hiç kimse seni zorlayamaz ve engelleyemez; hiçbir zaman hiç kimseyi suçlamaz, istemediğin hiçbir şey yapmaz, hiç kimseden zarar görmez ve hiçbir düşman edinmezsin.

Eğer bu kadar yüce şeylere kavuşmak istiyorsan, bunları küçük bir çaba karşılığında elde edemeyeceğini unutmamalısın. Bazı şeylerden bütünüyle vazgeçmen, bazılarını da bir süreliğine ertelemen gerekir. Ancak, hem bu yüce şeyleri hem de güç ve para sahibi olmayı istersen, yüce şeyleri de hedeflediğİn için, güce ve paraya bile kavuşamayabilirsin. Mutluluğa ve özgürlüğe kavuşamayacağın ise kesindir. Öyleyse, ters bir izlenimle karşılaştığında, şunları söylemeyi alışkanlık haline getirmelisin: "Sen bir izlenimsin ve göründüğün gibi değilsin." Ardından da onu sahip olduğun kurallarla, her şeyden önce de elimizde olan şeyler sınıfına mı yoksa elimizde olmayan şeyler sınıfına mı girdiğine göre incelemelisin. Eğer elimizde olmayan şeyler sınıfına giriyorsa, bunun seni ilgilendirmediğini söylemeye hazır olmalısın.

n.

Arzunun, arzuladığın şeye kavuşma umudunu, kaçınmanın da kaçınmaya çalıştıklarının pençesine düşmeme umudunu içerdiğini unutmamalısın. Arzusuna kavuşamayan kişi başarısız, kaçınmak istediklerinin pençesine düşen kişi ise mutsuzdur. Eğer sadece elinde olan şeylerden kaçınmaya çalışırsan, kaçınmak istediğin hiçbir şeyde yer almazsın. Ancak, eğer hastalıktan, ölümden veya yoksulluktan kaçınmaya çalışırsan, mutsuz olursun. Öyleyse, elinde olmayan şeylerden kaçınmaya çalışma-malı, bunun yerine, elinde olan şeylerden kaçınmak için çaba sarf etmelisin. Arzudan ise şimdilik bütünüyle vazgeçmelisin. Çünkü elimizde olmayan şeyleri arzuladığın takdirde başarısızlığa uğrarnan kaçınılmazdır; elimizde olan ve arzulamanın iyi olduğu şeylere ise henüz erişebilecek durumda değilsin. Sadece bir şeye doğru ilerleme ya da bir şeyden uzaklaşma gücünü kullan ve bu gücü de dikkatle, özel durumlarda ve ara ara kullan.

m.

En küçüğünden başlayarak, seni memnun eden, bir eksiğini gideren veya sevdiğin şeylerin doğasını sorgulamayı unutmamalısın. Eğer toprak bir kabı seviyorsan, "Sevdiğim şey toprak bir kap," demelisin. Çünkü o durumda, kırıldığı zaman altüst olmazsın. Eğer karını veya çocuğunu öpüyorsan, "Fani bir insanı öpüyorum," demelisin. Çünkü o durumda, karın veya çocuğun öldüğü zaman altüst olmazsın.

IV.

Herhangi bir eylemde bulunacağın zaman, onun nasıl bir eylem olduğunu kendine hatırlat. Eğer hamama gideceksen, hamamda olanları gözünde canlandır. İnsanlar su sıçratacak, itişecek, kavga edecek ve hırsızlık yapacaktır. Eğer kendine, "Niyetim hamama gitmek ve irademin doğayla uyumunu korumak," dersen, kendine hakim olman daha kolay olur. Bunu her eylemde uygulamalısın. O zaman, hamamda bir sorun çıktığı takdirde, şu düşünce kafanda hazır olacaktır: "Benim tek niyetim hamama gitmek değil, irademin doğayla uyumunu da korumaktı. Eğer olup bitenlere canımı sıkarsam, bunu başara-mam. "

V.

İnsanlar olanlar yüzünden değil, olanlar konusundaki fikirleri yüzünden huzursuz olurlar. Örneğin, ölüm korkunç bir şey değildir, çünkü eğer öyle olsaydı, Sokrates’e de öyle gelirdi. Asıl korkunç olan, ölümün korkunç olduğu fikridir. Öyleyse, engellendiğimizde, huzursuz olduğumuzda veya üzüldüğümüzde, asla başkalarını suçlamamalı, kendimizi, yani fikirlerimizi suçlamalıyız. Eğitimsiz kişiler kendi durumları yüzünden başkalarını suçlarlar. Eğitim görmeye başlayan kişiler kendilerini suçlarlar. Eğitimini tamamlamış kişiler ise ne başkalarını ne de kendilerini suçlarlar.

VI.

Başkasına ait olan herhangi bir özellik için gururlanma. Bir atın "Ben güzelim," diye gururlanmasına katlanabiliriz. Ancak, eğer "Benim güzel bir atım var," diye gururlanıyorsan, atının sahip olduğu bir özellikle gururlandığını bilmelisin. Senin kendine ait olan ne var? İzlenimlerin kullanımı. Öyleyse, izlenimleri doğaya uygun olarak kullandığında gururlan, çünkü o zaman kendine ait olan iyi bir özellikle gururlanmış olursun.

VI.

Gemi limana ulaştığında su almak için gemiden inebilir, yolda durup deniz kabuğu veya çiçek toplayabilirsin. Ancak, gözün hep gemide olmalıdır. Kaptanın çağrısını duyduğun anda elindeki her şeyi bırakıp gemiye koşman gerekir ki seni yaka paça gemiye sürüklemesinler. Bu, hayatta da böyledir. Evlenip çocuk yapmanı engelleyen hiçbir şey yoktur. Ancak, kaptan çağırdığı anda, bütün bunları hiç düşünmeden bırakıp gemiye koşman gerekir. Eğer yaşlıysan gemiden fazla uzağa bile gitmemen gerekir ki çağrıldığında gecikmeyesin.

VI.

Olanların dilediğin gibi olmasını isternek yerine, olduğu gibi olmasını dilersen, huzurlu bir hayata kavuşursun.

IX.

Hastalık beden için bir engeldir ama irade istemediği sürece, irade için bir engel değildir. Topallık beden için bir engeldir ama irade için bir engel değildir. Bu düşünceyi her duruma uygula; engelin başka bir şey için geçerli olduğunu ama senin için geçerli olmadığını göreceksin.

X.

Başına gelen her olayda kendi içine dönmeli ve bununla başa çıkmak için nasıl bir güce sahip olduğunu sorgulamalısın. Güzel bir kadın ya da yakışıklı bir erkek karşısında sahip olduğun güç özdenetimdir. Acı karşısında sahip olduğun güç dayanıklılıktır. Hakaret karşısında sahip olduğun güç sabırdır. Eğer bu şekilde doğru bir alışkanlık edinirsen, izlenimler seni sürükleyip götüremez.

XI.

Hiçbir zaman "Kaybettim," dememeli, "Geri verdim," demelisin. Çocuğun mu öldü? Onu geri verdin. Karın mı öldü? Onu geri verdin. Topraklarını mı elinden aldılar? Topraklarını geri verdin. "Ama topraklarımı elimden alan kötü bir adamdı." Bunları sana asıl verenin, kimin aracılığıyla geri aldığının ne önemi var? O sana izin verdiği sürece, başkasına ait olduğunu bilerek bunlara göz kulak olabilirsin. Handa konaklayan bir yolcu gibi.

XII.

Eğer ilerleme kaydetmek istiyorsan, şöyle düşünceleri akImdan kovmalısın: "Eğer işlerimi ihmal edersem, aç kalırım. Eğer kölemi terbiye etmezsem, kötü bir köle olur." Çünkü açlıktan ölüp acılardan ve korkulardan kurtulmak, bolluk içinde yaşayıp da huzursuz olmaktan iyidir. Senin mutsuz olmandan-sa, kölenin kötü bir köle olması daha iyidir. Küçük şeylerden başla. Yağ mı döküldü? Şarabın mı çalındı? Hemen şöyle de: "Sakin ve huzurlu kalmanın bedeli bu. Her şeyin bir bedeli var. " Köleni çağırdığında, seni duymayabileceğini veya duysa bile dediğini yapmayabileceğini aklından çıkarma. Bunun için huzurunu kaçırmamak senin elinde.

XI.

Eğer ilerleme kaydetmek istiyorsan, insanların seni maddi konularda saf ve ahmak bulmalarını kabullenmelisin. Bırak hiçbir şey bilmediğini düşünsünler. Birileri senin önemli bir kişi olduğunu düşünse de sen buna şüpheyle yaklaş. Çünkü hem iradenin doğayla uyumunu korumak hem de maddi şeyler elde etmek kolay değildir. İnsanın birine dikkatini verdiği zaman diğerini ihmal etmesi kaçınılmazdır.

XIV.

Eğer karının, çocuklarının ve dostlarının sonsuza dek yaşamasını istiyorsan, ahmaklık ediyorsundur, çünkü senin elinde olmayan şeylerin senin elinde olmasını ve başkalarına ait olan şeylerin sana ait olmasını istiyorsundur. Kölenin hatasız olmasını istiyorsan da ahmaklık ediyorsundur, çünkü kötülüğün kötülük değil de başka bir şey olmasını istiyorsundur. Ancak, arzuların konusunda hayal kırıklığına uğramamak senin elindedir. Öyleyse, elinde olana odaklan. İstediklerinin ve istemediklerinin üzerinde güç sahibi olan, bunları sana sağlama veya bunları senden alma gücüne sahip olan kişi senin üzerinde hakimiyet kurar. Öyleyse, özgür olmak istiyorsan, başkalarına bağlı olan şeyleri arzulama ve bunlardan kaçınmaya çalışma. Eğer bu kurala uymazsan, köleliğe mahkûm olursun.

xv.

Hayatta bir ziyafet sofrasındaymış gibi davranman gerektiğini unutma. Eğer elden ele dolaştırılan bir şey önüne gelirse, elini uzatıp kibarca bir parça al. Eğer önünden geçip giderse, durdurmaya çalışma. Daha önüne gelmediyse, onu önceden arzulamaya başlama ve önüne gelmesini bekle. Eğer evlenmek, çocuk sahibi olmak, makam sahibi olmak ve zengin olmak konusunda da aynısını yaparsan, bir gün tanrıların ziyafet sofrasına oturmaya hak kazanırsın. Eğer önüne gelenlerden hiçbirini almaz ve hatta bunları hor görürsen, tanrıların ziyafet sofrasına oturmakla kalmaz, onların gücüne de ortak olursun. Diyojen ve Heraklitos gibi filozoflar böyle davrandıkları için kutsal olarak adlandırılmışlardır.

XVI.

Eğer çocuğu uzaklara gittiği veya öldüğü için ağlayan ya da topraklarını kaybettiği için ağlayan birini görürsen, izlenimlerin seni sürükleyip götürmesine izin verme. Zihninde hemen bir ayrım yap ve şunu demeye hazır ol: "Bu kişinin acı çekmesinin sebebi yaşadığı olaylar değil, bu olaylar konusunda sahip olduğu fikirler, çünkü olaylar insana acı veremez.” Sözlerinle o kişiyi teselli etmekten ve hatta gerekirse acısını paylaşmaktan çekinme. Ancak, içinden de acı çekmemeye dikkat et.

XVII.

Bir oyunda oyuncu olduğunu ve oyunun nasıl olacağına yazarın karar verdiğini unutma. Kısa olmasını isterse, kısa olur. Uzun olmasını isterse, uzun olur. Eğer senin yoksul bir insan rolünü üstlenmeni isterse, bu rolü doğallıkla canlandır. Topal bir insan, makam sahibi bir insan ya da sıradan bir insan rolünü üstlenmeni isterse de aynısını yap. Çünkü senin görevin sana verilen rolü iyi canlandırmaktır ama rolleri dağıtan bir başkasıdır.

XVIII.

Bir karga uğursuz uğursuz öttüğünde, bu izlenirnin seni sürükleyip götürmesine izin verme. Zihninde hemen bir ayrım yap ve şöyle de: "Bu alametler benimle değil, bedenimle, mal varlığımla, itibarımla, karımla veya çocuklarımla ilgili. Ben öyle istediğim sürece bütün alametler benim için uğurludur. Çünkü her ne olursa olsun, ondan fayda sağlamak benim elimdedir."

XIX.

Galip gelmenin senin elinde olmadığı hiçbir yarışa girmezsen, yenilmez olabilirsin. Öyleyse, başkalarının önünde onurlandırılan, güç sahibi olan ya da saygı duyulan birini gördüğünde, onun mutlu olduğunu varsaymamaya ve izlenimlere kapılmamaya dikkat et. Çünkü eğer iyiliğin özü içimizdeyse, orada kıskançlığa yer yoktur. General, senatör veya konsül olmak istemez, özgür bir insan olmak istersin. Bunun tek yolu da elimizde olmayan şeyleri önemsememektir.

xx.

Aşağılanmak için hakarete uğramak ya da dayak yemek değil, bunların aşağılayıcı olduğuna inanmak gerekir. Eğer birisi seni rahatsız ediyorsa, seni asıl rahatsız edenin kendi fikirlerin olduğunu bilmelisin. Dolayısıyla, izlenimlere kapılmamaya çalış. Eğer kendine biraz zaman tanıyıp tepkini geciktirirsen, kendine daha kolay hakim olursun.

XXI.

Ölümü, sürgünü ve korkutucu bulduğun diğer şeyleri her gün gözünün önüne getir. En çok da ölümü. Çünkü o zaman, aklından kötü bir şey geçmeyeceği gibi, hiçbir şeyi de ölçüsüzce arzulamazsın.

xxn.

Eğer felsefeyle uğraşmak istiyorsan, alay konusu olmaya, birçok insanın sana dudak hükmesine ve "Hemen de başımıza filozof kesildi. Bu kibir de nereden çıktı?" gibi yorumlar yapmasına en baştan hazır ol. Yeter ki kibirli olma. Tanrı tarafından bu konuma atanmış bir insan olarak prensiplerine sadık kal. Prensiplerinden vazgeçmezsen, başta seninle alay eden kişiler, zamanla sana hayranlık duymaya başlarlar. Ancak eğer onlara boyun eğersen, iki kat alay konusu olursun.

XXIII.

Eğer birilerini memnun etmek için dışa yönelirsen, hayattaki amacını kaybedersin. Öyleyse, filozof olmakla yetin ve eğer mutlaka birilerinin filozof olduğuna tanıklık etmesini istiyorsan, kendi kendine tanıklık et. Başka tanığa gerek olmadığını göreceksin.

XXIV.

Şu düşüncelerin seni rahatsız etmesine izin verme: “Hiç onurlandırılmayacağım. Önemli bir yere gelemeyeceğim.” Eğer onurlandırılmamak kötü bir şeyse, başkaları yüzünden kötü olamayacağın gibi, başkaları tarafından kötülüğe de bulaştırı-lamazsın. Makam sahibi olmak ya da bir ziyafete davet edilmek senin takdirinde midir? Hayır. Öyleyse, bu nasıl onursuzluk olabilir ki? Ayrıca, sadece senin elinde olan alanlarda önemli bir yere gelmen gerekirken, önemli bir yere gelemeyeceğini nasıl söyleyebilirsin ki? “Ama arkadaşlarıma yardım edemeyeceğim!” Yardım derken ne kastediyorsun? Senden para alamayacaklarını ve onları Roma vatandaşı yapamayacağını. Kim sana bunların başkalarının elinde değil de bizim elimizde olduğunu söyledi ki? Kim kendi sahip olmadıklarını bir başkasına verebilir ki? Arkadaşların, “Biraz para kazan da biz de payımızı alalım,” mı diyorlar? Eğer para kazanırken alçakgönüllü, sadık ve cömert bir insan olarak kalabileceksem, bunu nasıl yapacağımı göster de yapayım. Ancak, eğer senin iyi olmayan şeyler elde edebilmen için, bana ait olan iyi şeyleri yitirmemi istiyorsan, büyük bir haksızlık ve ahmaklık ediyorsun. Ayrıca, hangisini tercih edersin? Parayı mı yoksa alçakgönüllü ve sadık bir dostu mu? Öyleyse, benim öyle bir insan olmama yardım et ve benden karakterimi kaybetmeme neden olacak şeyler yapmamı isteme. “Ama ülkeme de bir faydam olmayacak," diyorsun. Fayda derken ne kastediyorsun? Sütunlar ve hamamlar yaptıramayacağını. Bu ne anlama gelir ki? Bir demirci de kundura yapamaz. Bir kunduracı da silah yapamaz. Herkesin kendi üzerine düşeni yerine getirmesi yeterlidir. Sadık ve alçakgönüllü bir vatandaş olduğun takdirde ülkene fayda sağlamaz mısın? “Sağlarım." Öyleyse, faydasız olamazsın. “Peki ama ne görev üstleneceğim?" Alçakgönüllülüğünü ve sadakatini koruduğun sürece, istediğin görevi üstlenebilirsin. Ancak, eğer ülkene faydalı olmak isterken bu özelliklerini yitirip utanmaz ve arlanmaz bir insan olacaksan, ülkene nasıl bir fayda sağlayabilirsin ki?

XXV.

Bir ziyafette veya selamlaşmada senin yerine başkasını mı tercih ettiler? Senin yerine başkasına mı danıştılar? Eğer bunlar iyi şeylerse, o kişi adına sevinmelisin. Eğer kötü şeylerse, bunları elde edemediğin için üzülmemelisin. Eğer bunları elde etmek için başkalarının yaptıklarını yapmıyorsan, onlarla aynı sonuçları alamayacağını unutmamalısın. Eğer birisi bir kişiyi sık sık ziyaret ederken sen etmiyorsan, birisi ona seyahatlerinde eşlik ederken sen etmiyorsan, birisi onu överken sen övmüyorsan, bunları yapan kişiyle aynı şeyleri elde etmeyi nasıl bekleyebilirsin ki? Bunları bedelini ödemeden elde etmek isternek haksızlık ve açgözlülük olur. Marul kaç paradır? Belki bir kuruş. Eğer birisi parasını verip de marulu alırsa ve sen paranı vermeyip marulu almazsan, marulu alan kişiden daha azına sahip olduğunu düşünmemelisin, çünkü o marula sahipken, sen de vermediğin paraya sahipsin. Diğer konularda da aynısı geçerlidir. Ziyafete davet edilmedin, çünkü ev sahibine bunun bedelini ödemedin, yani ona övgüler düzmedin ve ilgi göstermedin. Eğer bu senin için iyi olacaksa, gereken bedeli öde. Bedelini ödemediğİn bir şeye sahip olmak isternek açgözlülük ve ahmaklıktır. Peki, ziyafetin yerine hiçbir şey elde etmedin mi? Ettin. Övmek istemediğin bir kişiyi övmekten kurtuldun ve ona katlanmak zorunda kalmadın.

XXVI.

Birbirimizden farkımız olmayan durumlara bakarak doğanın arzusunu anlayabiliriz. Örneğin, komşumuzun kölesi bir bardağı kırdığı zaman hemen "Olur böyle şeyler," deriz. Öyleyse, senin bardağın kırıldığında da komşunun bardağı kırıldığı zaman verdiğin tepkiyi vermelisin. Bunu daha önemli meselelere de uyarlamalısın. Birinin karısı veya çocuğu mu öldü? "Bu da insan hayatının bir parçası," demeyecek hiç kimse yoktur. Ne var ki insan, kendi karısı veya çocuğu öldüğü zaman hemen "Vah başıma gelenler," diye haykırmaya başlar. Oysa aynı şey başkalarının başına geldiğinde verdiğimiz tepkiyi unutmamamız gerekir.

xxvn.

Nasıl ki bir hedef ıskalanması amacıyla kurulmazsa, kötülük de dünya kurgusunun doğal bir parçası değildir.

^^m.

Eğer birisi bedeninin kontrolünü yolda karşılaştığın herhangi birine verecek olsaydı üzülürdün. Peki, düşüncelerinin kontrolünü karşılaştığın herhangi birine vermekten ve o seni yerdiği zaman rahatsız olmaktan utanmıyor musun?

Her hareketinde mutlaka öncesinde ve sonrasında gelenleri düşün ve öyle harekete geç. Çünkü eğer düşünmezsen, başlangıçta hevesli olursun ama sonrasında çirkin durumlarla karşılaşınca, utanırsın. Diyelim ki birisi Olimpiyat Oyunları'nda galip gelmek istiyor. Ben de isterim; ne de olsa bu çok güzel bir şey. Ancak, öncesinde ve sonrasında olacakları düşünmeden harekete geçmemelisin. Kurallara göre hareket etmek, sıkı bir perbiz uygulamak, nefis yiyeceklerden uzak durmak, sıcak ve soğuk havada aksatmadan egzersiz yapmak zorunda kalacaksın. İstediğin zaman soğuk su ve şarap içemeyeceksin. Kısacası, kendini hekimine emanet ettiğin gibi antrenörüne emanet edeceksin. Yarış sırasında belki kolun çıkacak veya bileğin burkulacak, toz yutacaksın, kırbaçlanacaksın ve bütün bunlara katlandıktan sonra bazen de mağlup olacaksın. Eğer bütün bunları hesaba kattıktan sonra eğer hâlâ istiyorsan yarışa katıl. Eğer bunları hesaba katmazsan, bir gün güreşçilik, bir gün gladya-törcülük oynayan, bir gün trompet çalan, bir gün trajedi canlandıran, kısacası, görüp de hayran olduğu şeyleri taklit eden çocuklardan bir farkın kalmaz. Sen de çocuklar gibi bir gün güreşçi, bir gün gladyatör, bir gün filozof, bir gün söylevci olursun ama ruhunu bütünüyle hiçbirine adayamazsın. Maymun gibi, gördüğün her şeyi taklit edersin ve bir an o hoşuna giderken, bir an bu hoşuna gider. Çünkü hiçbir uğraşı enine boyuna düşündükten ve araştırdıktan sonra üstlenmemiş, anlık bir hevesle ve gelişigüzel üstlenmişsindir. Bazı insanlar Euphrates gibi konuşan bir filozofu görünce filozof olmak isterler ama başka kim onun gibi konuşabilir ki? Öncelikle yapmayı planladıklarım gözden geçirdikten sonra kendi yaradılışını ve bunu sürdürüp sürdüremeyeceğini de gözden geçir. Güreşçi mi olmak istiyorsun? Omuzlarına, bacaklarına ve beline bak, çünkü farklı insanlar farklı uğraşlar için yaratılmışlardır. Eğer filozof olmak istiyorsan, aynı şekilde yemeye ve içmeye devam edebileceğini, aynı şeylerden kaçınmaya devam edebileceğini mi sanıyorsun? Uykusuz geceler geçirecek, zorluklara katlanacak, soydaşlarından ayrılacak, köleler tarafından hor görülecek, yargıçların karşısında ve mahkemelerde hep alt konumda olacaksın. Kaygılarından kurtulmak, huzura ve özgürlüğe kavuşmak için bunları göze alıp alamayacağını düşün. Alamayacaksan, çocuklar gibi bir gün filozofları, bir gün vergi tahsildarlarını, bir gün söylevcileri, bir gün İmparator'un vekillerini taklit etme. Bunlar birbiriyle tutarlı değildir. Ya iyi ya da kötü bir insan olman gerekir. Ya zihnine ya da dış etkenlere çaba harcaman gerekir. Ya içindekilere ya da dışındakilere yönelmen gerekir; yani ya filozof olacaksın ya da sıradan biri.

XXX.

Görevler genel anlamda ilişkilere göre belirlenir. Karşındaki kişi baban mı? Ona bakman, boyun eğmen, seni azarladığı veya dövdüğü zaman tahammül göstermen gerekir. Diyelim ki o kötü bir baba. Bu durumda, doğa sana iyi bir baba mı verdi? Hayır; ama bir baba verdi. Kardeşin sana karşı hatalı mı davranıyor? Sen doğru davranmaktan vazgeçme ve onun yaptıklarını düşünmek yerine, kendi iradeni doğayla uyumlu kılahilrnek için yapman gerekenleri düşün. Çünkü sen istemediğin sürece hiç kimse sana zarar veremez; zarar gördüğünü düşündüğün zaman zarar görürsün. Eğer ilişkiler üzerine kafa yormaya alışırsan, bir komşu, bir vatandaş veya bir general olarak ne gibi görevlerin olduğunu da bulursun.

XXXI.

Tannlara karşı en önemli görevimiz, onlar konusunda doğru fikirlere sahip olmak, var olduklarına, dünyayı iyi ve adil bir şekilde yönettiklerine inanmaktır. Onlara itaat etmen, boyun eğmen ve başına gelen her şeyin yüce bir aklın eseri olduğuna inanarak her konuda isteyerek peşlerinden gitmen gerekir. Çünkü eğer öyle yaparsan, tanrıları asla suçlamaz ve seni ihmal ettiklerinden yakınmazsın. Bunu yapmanın tek yolu da elimizde olmayan şeylerden vazgeçmek, iyiliği ve kötülüğü sadece elimizde olan şeylerde aramaktır. Çünkü eğer elinde olmayan 410

şeylerin iyi ya da kötü olduğunu düşünürsen, istediğin şeyleri elde edemediğinde veya istemediğin şeylerin pençesine düştüğünde, tanrılarda kusur bulman ve onlardan nefret etmen kaçınılmaz olur. Çünkü her varlık zararlı şeylerden kaçınacak ve faydalı şeylerin peşinden gidecek şekilde yaratılmıştır. Öyleyse, zarar gördüğünü düşünen bir insanın, zarar görmesinin sebebi olduğuna inandığı şeyden ya da zarar görmekten hoşnut olması mümkün değildir. Çocuklar da babaları tarafından iyi şeylerden mahrum bırakıldıklarına inandıkları zaman babalarını suçlarlar. Polyneikes ile Eteokles'i birbirine düşman eden, kraliyet gücünü elinde bulundurmanın iyi bir şey olduğunu düşünmeleridir. Çiftçiler, denizciler, tüccarlar, eşlerini ve çocuklarını kaybedenler bu nedenle tanrıları suçlarlar. Kişinin faydası neredeyse, dindarlığı da oradadır. Dolayısıyla, doğru şeyleri arzulamayı ve doğru şeylerden kaçınmayı gözeten kişiler, dindarlıklarını da gözetirler. Ne var ki atalarımızın geleneklerine uyarak tanrılara kurban vermek ve ilk meyvelerden sunmak, bunu yetersiz veya gücümüzü aşacak şekilde yapmamak ve özensiz davranmamak hepimizin üzerine düşen bir görevdir.

^^.

Kehanete başvuracağın zaman, ne olacağını bilmediğini ve kahine sormaya gittiğini unutma. Ancak, eğer bir filozofsan, ne tür bir şey olacağını zaten biliyorsundur. Çünkü elimizde olmayan şeyler zaten iyi veya kötü olamaz. Öyleyse, arzuladıklarını ve kaçındıklarını kahine götürme. Aksi takdirde ona korkuyla yaklaşırsın. Neler olacağının hiçbir önemi olmadığını, her ne olursa olsun, ondan faydalanmanın senin elinde olduğunu ve hiç kimsenin buna engel olamayacağını bilirsen, kendine güvenerek tanrılara akıl danışırsın. Ancak, bir tavsiye aldıktan sonra, kimlere akıl danıştığını ve eğer verilen tavsiyeye kulak asmazsan, kimleri göz ardı etmiş olacağını unutma. Sokrates'in de dediği gibi, kehanete sadece mantıkla çözülemeyecek konularda başvur. Örneğin, dostun veya ülken için kendini tehlikeye atman gerektiğinde, bunu yapıp yapmaman gerektiğini kahine danışma. Çünkü eğer kahin kötü alametler gördüğünü söylerse, bunun ölüm, sakatlanma veya sürgün anlamına geldiği açıktır. Ne var ki mantık bu risklere rağmen dostunun ya da ülkenin yanında yer almanı gerektirir. Dolayısıyla, en büyük kâhine, yani Apollon'a başvur ki o da öldürüldüğü sırada dostunun yardımına koşmayan kişiyi tapınağından kovmuştur.

XXXII.

Nasıl bir insan olmak istediğine karar ver ve yalnızken de başkalarının yanındayken de bu kararına uymaya özen göster.

Genel olarak sessizliğini korumaya çalış ve sadece gerektiği zaman, gerektiği kadar konuş. Konuşmamızı gerektiren nadir durumlarda konuşmalıyız ama gladyatörler, at yarışları, sporcular, yeme ve içme gibi sıradan konular hakkında değil. Özellikle de insanlar hakkında konuşmamalı, onları övmemeli, suçlamamalı ve kıyaslamamalıyız. Arkadaşlarınla sohbet ederken, sohbeti mümkünse doğru konulara getir ama eğer yabancılar arasındaysan, sessiz kal.

Çok sık ve çok abartılı gülme.

Eğer mümkünse, hiç söz verme. Değilse de elinden geldiği kadar diren.

Yabancıların ve cahil insanların verdiği ziyafetlerden uzak dur. Ancak, eğer böyle bir ziyafete katılman gerekirse, bayağı insanların seviyesine düşmemeye özen göster. Çünkü arkadaşlık ettiğin insanlar ahlaksızsa, başlangıçta ahlaklı olsan bile, sen de zamanla ahlaksız olursun.

Bedeni ilgilendiren konularda, yani yediklerin, içtiklerin, giysilerin, evin ve kölelerin konusunda gerektiği kadarıyla yetin; gösterişten ve lüksten uzak dur.

Evlenene kadar kadınlarla birlikte olmaktan kaçınmaya çalış ama kaçınamazsan da geleneklere uygun davran. Kendilerini bu tür zevklere kaptıranları yargılama ve ayıplarna. Sen bunu yapmadığın için ikide bir övünme.

Eğer birinin senin hakkında kötü konuştuğunu duyarsan, kendini savunma. "Diğer kusurlarımı bilrniyorrnuş, yoksa sadece bunları söylemekle yetinrnezdi," de.

Sık sık gösterilere gitmeye gerek yoktur ama gittiğİn zaman da kendinden başka hiç kimsenin tarafını tutma; yani her ne olursa, öyle olmasını, ödülü her kim kazanırsa, onun kazanmasını dile, çünkü o zaman rnutsuz olmazsın. Bağırrnaktan, yuha-larnaktan ve ölçüsüz duygular sergilemekten bütünüyle kaçın. Gösteriden çıktığında da kendini geliştirrnene yol açacak şeyler dışında, içeride olup bitenlerden fazla bahsetrne. Çünkü eğer çok konuşuyorsan, belli ki gösteriden gereğinden fazla etkilen-rnişsindir.

İnsanların dinletilerine gitrnek için acele etme. 4 Gittiğinde de ciddi ve ağırbaşlı ol ve insanları rahatsız etmekten kaçın.

Biriyle, özellikle de yüksek konurndaki biriyle tanışacağın zaman, Sokrates'in veya Zenon'un bu dururnda nasıl davranacağını düşünürsen, doğru davranrnakta zorlanrnazsın.

Güçlü birine gideceğin zaman, onu evde bularnayacağını, içeri alınrnayacağını, kapıyı sana açmayacaklarını ve o kişinin seninle görüşrneyeceğini aklından geçir. Bütün bunlara rağmen, o kişiyi ziyaret etmek senin görevinse, olanlara katlan ve asla "Bütün bunlara değrnezdi," deme. Çünkü bu ahmaklıktır ve dış etkenlere gücenen bir insanın göstergesidir.

Sohbet sırasında kendi yaptıklarından ve maceralarından çok fazla bahsetmemeye özen göster. Çünkü maceralarını anlatmak senin için keyifliyken, başkaları senin başına gelenleri dinlernekten o kadar keyif alrnayabilirler. İnsanları güldürrneye

de çalışma, çünkü bu bayağılığa açılan bir yoldur ve komşularının sana olan saygısının azalmasına neden olur. Edepsiz konuşmaların içinde bulunmak da tehlikeli bir alışkanlıktır. Böyle bir şey olduğunda, eğer fırsatını bulursan, bu şekilde konuşan kişiyi azarla. Ancak, eğer böyle bir fırsat bulamazsan, en azından sessiz kalarak ve memnuniyetsiz bir yüz ifadesi takınarak böyle konuşmalardan hoşlanmadığını göster.

^^W.

Herhangi bir zevk izlenimiyle karşı karşıya geldiğinde, bu izlenime kapılıp gitmemeye dikkat et ve durup düşünmek için kendine zaman tanı. Hem bu zevki yaşadığın durumu, hem de sonrasında pişman olduğun ve kendine kızdığın durumu düşün. Eğer zevkten uzak durmayı başarırsan, kendini ne kadar takdir edeceğini ve ne kadar mutlu olacağını gözünde canlandır. Eğer bu zevki yaşama fırsatı karşına çıkarsa, bunun cazibesine ve çekimine yenik düşmemeye dikkat et ve kazanacağın zaferin çok daha iyi olacağını aklından çıkarma.

XXXV.

Bir şeyin yapılması gerektiğine karar verdiysen ve yapıyorsan, birçok kişi bu konuda olumsuz bir görüşe sahip olsa da bunu yaparken görülmekten kaçınmaya çalışma. Eğer bunu yapmak doğru bir şey değilse yapma ama eğer doğru bir şeyse, haksız yere kusur bulan insanlardan neden korkuyorsun?

XXXVI.

Nasıl ki "Ya gündüzdür ya gece" önermesi ayrık argümanlar için önemliyken, birleşik argümanlar için önemli değilse, bir yemekte de tabağına büyük bir parça almak beden için değer taşırken, paylaşma duygusunu korumak bakımından değer taşımaz. Öyleyse, bir başkasıyla birlikte yemek yerken, sadece önündekilerin bedenin için taşıdığı değere değil, ev sahibine karşı sergilediğin tavrın değerine de dikkat et.

xxxvn.

Eğer gücünü aşan bir rol üstlendiysen, hem uygun olmayan bir davranışta bulunmuş, hem de başarabileceklerini göz ardı etmişsindir.

XXX^II.

Yürürken çiviye basmamaya veya ayağını burkmamaya dikkat ettiğin gibi, zihnine zarar vermemeye de dikkat et. Eğer her konuda bu kurala uyarsak, daha emniyetli hareket etmiş oluruz.

xx^.

Ayakkabının ölçüsünü belirleyen ayaksa, maddi gereksinimlerin ölçüsünü belirleyen de bedendir. Bu gereksinimlerin farkında olduğun sürece ölçüyü korursun. Ancak, ölçüyü aşarsan, uçurumdan aşağı yuvarlanman kaçınılmaz olur. Tıpkı ayağın gereksinimlerini aştığın zaman da altın kaplamalı, mor renkli ve işlemeli ayakkabılara yöneleceğin gibi. Çünkü doğru ölçü bir kere aşıldığında, sonu gelmez.

XL.

Kızlar on dört yaşına geldikleri zaman rüştüne ermiş sayılırlar. Erkeklerle birlikte olmadıkları takdirde hiçbir şey elde edemeyeceklerini düşündükleri için de süslenmeye ve bütün umutlarını buna bağlamaya başlarlar. Öyleyse, onlara nazik, alçakgönüllü ve sağduyulu oldukları için değer verdiğimizi bilmelerini sağlamamız gerekir.

XLI.

Egzersiz, yeme, içme, dışkılama ve cinsel ilişkiye girme gibi bedensel eylemlere çok fazla zaman ayırmak bayağılığın bir göstergesidir. Bunlar ikincil şeyler olmalıdır. Bütün dikkatimizi zihnimize vermemiz gerekir.

XLD.

Birisi sana kötü davrandığında veya senin hakkında kötü konuştuğunda, doğru olduğuna inandığı için öyle davrandığını unutma. Senin doğru bulduklarına göre değil, kendisinin doğru bulduklarına göre davranması kaçınılmazdır. Eğer fikrinde yanılıyorsa, zarar görecek olan kendisidir, çünkü aldanmış olan kendisidir. Eğer insan doğru bir öneernenin yanlış olduğunu varsayarsa, zarar gören önerme değil, bu konuda yanılan kişinin kendisi olur. Eğer bu düşüncelerden yola çıkarsan, seni yerenlere karşı ılımlı olursun. Her durumda kendine, "Doğru olduğuna inandığı için öyle davrandı," de.

XLin.

Her meselenin iki tarafı vardır; bir tutulabilecek tarafı, bir de tutulamayacak tarafı. Eğer kardeşin sana haksızlık ediyorsa, meseleye haksızlık ettiği tarafından yaklaşma, çünkü bu meselenin tutulamayacak olan tarafıdır. Diğer taraftan yaklaş. Eğer kendine onun kardeşin olduğunu ve birlikte büyüdüğünüzü hatırlatırsan, meseleye tutulabilecek tarafından yaklaşmış olursun.

XLIV.

Şu uslamlama doğru değildir: "Senden daha zenginim, dolayısıyla senden daha iyiyim." “Senden daha güzel konuşuyorum, dolayısıyla senden daha iyiyim." Doğru olan şudur: “Senden daha zenginim, dolayısıyla senden daha fazla mal varlığına sahibim." “Senden daha güzel konuşuyorum, dolayısıyla konuşmalarım senin konuşmalarından daha iyi." Ancak, sen ne mal varlığınsın ne de konuşmalarınsın.

XLV.

Birisi hızlı mı yıkanıyor? Kötü yıkandığını değil, hızlı yıkandığını söyle. Birisi çok mu şarap içiyor? Kötü içtiğini değil, hızlı içtiğini söyle. Arkasında yatan sebebi öğrenene kadar, o kişinin yanlış davranıp davranmadığını nereden bilebilirsin ki? Eğer böyle yaparsan, izlenimleri doğru kavrarken, yanlış yargılara varmaktan kurtulursun.

XLVI.

Hiçbir durumda kendini filozof olarak adlandırma ve eğitimsiz kişilere teoremlerden bahsetme; bunun yerine teoremlerden öğrendiklerini uygula. Örneğin, bir ziyafette, insanın nasıl yemesi gerektiğini anlatmak yerine, yemen gerektiği gibi ye. Sokrates'in de gösterişten her zaman kaçındığını unutma. İnsanlar ona gelip kendilerini filozoflarla tanıştırmasını rica ederlerdi ve o da öyle yapardı. Göz ardı edilmeye hiç aldırmazdı. Dolayısıyla, eğer eğitimsiz kişiler herhangi bir teoremden bahsetmeye başlarlarsa, sessizliğini koru, çünkü henüz sindirmediklerini kusma tehlikesiyle karşı karşıyasındır. Eğer birisi sana hiçbir şey bilmediğini söylerse ve sen buna üzülmezsen, bu gerçekten filozof olmaya başladığın anlamına gelir. Koyunlar bile ne kadar yediklerini kanıtlamak için çobanların önüne kusmazlar; yediklerini sindirdikten sonra yün ve süt üretirler. Sen de eğitimsiz kişilere teoremleri bildiğini göstermek yerine, hareketlerinle bunları sindirdiğini göster.

XLVII.

Bedeninin gereksinimleri az olduğu için gurur duyma. Eğer sadece su içiyorsan, her fırsatta "Su içiyorum," deme. Yoksulların bizden çok daha tutumlu olduğunu ve çok daha ağır işlere katlandığını unutma. Eğer ağır işler yapmak ve dayanıklılığını arttırmak istiyorsan, bunu başkaları için değil, kendin için yap ve gidip de heykelleri kucaklama. Susadığın zaman ağzına bir yudum soğuk su alıp tükür ve hiç kimseye söyleme.

XLVTI.

Eğitimsiz insanın özelliği faydayı ve zararı asla kendinden beklememesi, hep dışarıdan beklemesidir. Filozofun özelliği ise her türlü faydayı ve zararı kendinden beklemesidir. İlerleme kaydeden bir kişinin göstergeleri şunlardır: Hiç kimseyi eleştirmez, övmez, suçlamaz, önemli biriymiş veya bir şeyler biliyormuş gibi havalara bürünmez. Bir engelle karşılaştığı zaman kendisini suçlar. Birisi onu övdüğü zaman içinden bu övgüyle alay eder. Birisi onu eleştirdiği zaman kendini savunmaz. Hasta insanlar gibi davranır ve her şey tam olarak yerli yerine oturmadan önce hiçbir şeyi hareket ettirmerneye özen gösterir. Kendini bütün arzulardan arındırır. Sadece elinde olan ve doğaya aykırı olan şeylerden kaçınmaya çalışır. Her şeye karşı ölçülü bir yaklaşım sergiler. İnsanların kendisini saf veya ahmak bulmasını önemsemez. Kısacası, kendisini pusu kurmuş bir düşman gibi görür ve daima gözetim altında tutar.

XLK.

Birisi Hrisippos’un yazılarını anlayabildiği ve açıklayabildiği için gururlandığında, kendine şöyle de: "Eğer Hrisippos anlaşılması zor bir şekilde yazmasaydı, bu adamın gurur duyacağı hiçbir şey olmazdı." Benim İsteğim ne? Doğayı anlamak ve onun peşinden gitmek. Dolayısıyla, doğayı yorumlayan bi-422

rini ararım ve o kişinin Hrisippos olduğunu öğrenince de ona yönelirim. Bu aşamaya kadar gurur duyulacak bir şey yoktur. Yorumcuyu bulduktan sonra yapılacak tek şey dersleri hayata geçirmektir. İşte gurur duyulacak tek şey budur. Ancak, eğer yoruma hayran olursam, filozof yerine dilbilgisi uzmanı gibi davranmış olurum. Aradaki tek fark, Homeros yerine Hrisippos’u açıklıyor oluşumdur. Dolayısıyla birisi benden Hrisippos’u yorumlamamı istediğinde, eylemlerim onun sözleriyle tutarlı değilse, utanırım.

L.

Sana hayat konusunda hangi kurallar sunulduysa, bu kurallara kanunmuş gibi - çiğnediğin takdirde büyük bir suç işliyor olacakmışsın gibi - uymalısın. İnsanların senin hakkında söylediklerine aldırmamalısın, çünkü bu seni ilgilendirmez. En iyi şeylere layık olduğunu ve hiçbir konuda mantığa karşı gelmemek gerektiğini düşünmek için daha ne kadar bekleyeceksin? Teoremleri öğrendin ve kabul ettin mi? Öyleyse, doğru davranmaya başlamak için daha nasıl bir öğretmen bekliyorsun? Artık genç bir delikanlı değil, yetişkin bir adamsın. Eğer dikkatsiz davranırsan, tembellik edersen, ağırdan alırsan ve kendinle ilgilenmeyi devamlı ertelersen, ilerleme kaydetmediğinin farkına varmazsın ve cahil yaşayıp cahil ölürsün. Öyleyse, ilerleme kaydeden yetişkin bir insan gibi yaşamanın doğru olduğuna hemen karar ver ve en iyi bulduğun şeyler senin için çiğnenmeyecek kanunlar olsun. Karşına zor bir şey çıksa da, hoş bir şey çıksa da, görkemli bir şey çıksa da, utanç verici bir şey çıksa da yarışın şimdi olduğunu, Olimpiyat oyunlarının başladığını ve ertelemek gibi bir seçeneğinin olmadığını unutma. Kaydettiğin ilerlemeleri korumanın veya kaybetmenin tek bir yenilgiye bağlı olduğunu unutma. Sokrates bu şekilde kendini mükemmelleştirmiş, mantık dışında hiçbir şeyle ilgilenmeyerek kendini daima ilerletmiştir. Sen henüz bir Sokrates olmasan da Sokrates olmak isteyen biri gibi yaşamalısın.

LI.

Felsefede birinci ve en önemli alan teoremleri kullanmaktır; örneğin, "Yalan söylememeliyiz," gibi. İkincisi kanıtlardır; örneğin, "Yalan söylemememiz gerektiğini nasıl kanıtlarız?" gibi. Üçüncüsü ise kanıtları doğrulamayı ve açıklamayı içerir. Örneğin, "Bu nasıl bir kanıt? Kanıt nedir? Çıkarım nedir? Çelişki nedir? Doğru nedir? Yanlış nedir?" gibi. Üçüncü alan ikinci alan nedeniyle, ikinci alan da birinci alan nedeniyle gereklidir ama en önemli alan ve üzerinde en çok durmamız gereken alan birinci alandır. Oysa biz tersini yaparız. Zamanımızı ve dikkatimizi üçüncü alana verir, birinci alanı ise bütünüyle ihmal ederiz. Dolayısıyla, yalan söyleriz ama neden yalan söylemememiz gerektiğini kanıtlamakta hiç zorluk çekmeyiz.

Ln.

Şu sözleri daima aklımızda bulundurmalıyız:

Bana yol göster ey Zeus. Bana yol göster ey Kader.

Sizin gösterdiğiniz yolda yürümeye hazırım.

Şayet bunu istemezsem, kendimi alçaltır

Ve yine de yürümek zorunda kalırım.5

Her kim gerekliliğe asaletle boyun eğerse,

Bilgedir ve ilahi konularda marifetlidir bizim gözümüzde.6 7

Üçüncüsü de şudur: "Ey Kriton, eğer Tanrılar öyle istiyorlarsa, öyle olsun. Anytos ile Meletus beni öldürebilirler ama bana zarar veremezler." u9

FRAGMANLAR

Talihe dayalı bir yaşam taşkın sulara benzer; çalkantılıdır, çamurludur, aşılması zordur, acımasızdır, gürültülüdür ve kısa sürelidir.

n.

Erdeme aşina olan ruh devamlı akan bir kaynak gibidir; saftır, sakindir, içilebilirdir, tatlıdır, açık yüreklidir, zengindir, zararsızdır ve kötülükten uzaktır.

m.

Eğer iyi olmak istiyorsan, önce kötü olduğuna inan.

Nadiren hata yapmak, hatanı kabullenmek ve çoğunlukla doğru davranmak, sık sık hata yapmaktan ve hatanı nadiren kabullenmekten iyidir.

V.

Hırslarının hakkından gel ki hırsların senin hakkından gel-mesın.

VI.

Fikirlerden asla gerçeklerden kaçacak kadar utanma.

VI.

Eğer insanların senin hakkında iyi konuşmalarını istiyorsan, sen de onlar hakkında iyi konuşmayı öğren. Öğrendikten sonra da iyi davranmaya çalış; hakkında iyi konuşulmasının meyvelerini böylelikle toplarsın.

vm.

Özgürlük ve kölelik; birisi erdemin ismiyken, diğeri ahlaksızlığın ismidir ve her ikisi de iradenin eylemleridir. İradenin olmadığı yerde bunlardan söz edilemez. Ruh bedenin efendisidir ve bedene ait olan şeylerin iradede hiçbir payı yoktur. İradesi özgür olan hiçbir insan köle değildir.

IX.

Bedenin zenginliği ve ruhun ahlaksızlığı kötü bir zincirdir. Çünkü bedeni serbest ama ruhu zincirli olan kişi köleyken, bedeni zincirli ama ruhu serbest olan kişi özgürdür.

X.

Bedenin zinciri doğa tarafından ölüm aracılığıyla veya ahlaksızlık tarafından para aracılığıyla kırılır. Oysa ruhun zinciri öğrenme, deneyim ve disiplin aracılığıyla kırılır.

Eğer mutlu ve huzurlu yaşamak istiyorsan, seninle birlikte yaşayan herkesin iyi olmasını sağlamaya çalış. Eğer istekli olanları eğitirsen ve isteksiz olanların gitmesine izin verirsen, bunu sağlarsın, çünkü gidenler kötülüğü ve köleliği de beraberlerinde götürürlerken, kalanların iyiliği ve özgürlüğü seninle kalır.

xn.

İçeceklerini arıların armağanlarıyla tatlandıranların, tanrıların armağanı olan mantığı kötülükle acılaştırmaları ne yazık ...

XHI.

Parayı, hazzı ve şöhreti seven hiç kimse insanlığı sevmez. Sadece erdemi sevenler insanlığı severler.

Nasıl ki büyük, gösterişli ve altın yüklü bir gemiyle denize açılıp boğulmak istemezsen, büyük ve masraflı bir evde yaşayıp dertlerle boğuşmayı da isteme.

XV.

Bir ziyafete davet edildiğimiz zaman bize ikram edilenleri yeriz. Eğer konuklardan biri ev sahibinden balık veya pasta ikram etmesini isterse, o konuğun makul davranmadığını düşünürüz. Oysa hayatta tanrılardan bize vermediklerini hep istiyoruz; hem de bize zaten pek çok şey vermiş olmalarına rağmen.

XVI.

Elimizde olmayan şeylerle gurur duyan insanlar gülünçtür. Birisi çıkar, "Ben senden üstünüm, çünkü topraklarım var ama sen açlıktan kıvranıyorsun," der. Birisi çıkar, "Ben konsülüm," der. Birisi çıkar, "Ben vekilim," der. Birisi çıkar, "Benim kıvırcık saçlarım var," der. Oysa bir at başka bir ata, "Ben senden üstünüm, çünkü bol bol samanım ve arpam, altın gemim ve işlemeli koşum takımım var," demez. "Ben senden daha hızlıyım," der. Her hayvan kendi erdemlerinden ya da kusurlarından ötürü 432

daha iyi ya da,kötüdür. Öyleyse, bir tek insanda mı erdem yok? Saçlarımıza, giysilerimize ve soyumuza mı bakmamız gerekiyor?

XVII.

Hastalar kendilerine tavsiye vermeyen hekime gücenirler ve o hekimin kendilerinden ümidi kestiğini düşünürler. Öyleyse, filozoflar için neden aynısını hissetmesinler ve faydalı hiçbir şey söylemeyen filozofun kendilerinden ümidi kestiğini düşünmesinler?

XVII.

Bünyesi kuvvetli kişiler hem sıcağa hem de soğuğa dayanıklıdır. Ruhu kuvvetli kişiler de öfkeye, acıya, ölçüsüz sevince ve diğer duygulara dayanıklıdır.

XIX.

Zengin mi yoksa mutlu mu olmak istediğini gözden geçir. Eğer zengin olmak istiyorsan, bunun hem iyi bir şey olmadığını hem de senin elinde olmadığını bilmelisin. Ancak, mutlu olmak istiyorsan, bu hem iyi bir şeydir hem de senin elindedir, çünkü zenginlik gelip geçiciyken, mutluluk iradeden gelir.

Fildişi veya altın bir kutuda engerek yılanı veya akrep gördüğünde, kutunun ihtişamından dolayı içindeki hayvanı sevmezsin ya da onun mutlu olduğunu düşünmezsin; tehlikeli bir yaradılışı olduğu için ondan tİksinir ve uzak durursun. Öyleyse, servet içinde yüzen ahlaksızlığı gördüğünde de kendini kutunun ihtişamına kaptırmamalı ve ahlak yoksunluğundan tiksin-melisin.

XXI.

Zenginlik iyi şeylerden biri değildir. Fazla harcama yapmak kötü bir şeydir; ölçülü olmak ise iyi bir şeydir. Ölçülü olmak tutumluluğu ve iyi şeyler almayı da beraberinde getirir, oysa zenginlik fazla harcama yapmaya yol açar ve insanı ölçülü olmaktan uzaklaştırır. Bu durumda, zengin bir insanın ölçülü olması ya da ölçülü bir insanın zengin olması zordur.

XXIII.

Gemide doğsaydın, geminin kaptanı olmak için can atmayacağın gibi -8 Çünkü gemiyle doğal bir bağın olmadığı gibi, servetle de yoktur. Oysa mantık doğal olarak sana bağlıdır. Mantık doğuştan sana ait olduğuna göre, ona özen göster.

XXXII.

Persler arasında doğsaydın, Yunanistan'da yaşamak istemez, Pers İmparatorluğu'nda yaşamaktan mutlu olurdun. Öyleyse, yoksulluk içinde doğduysan, neden zengin olmaya çalışıyorsun da yoksulken mutlu olmaya çalışmıyorsun?

XXX.

Nasıl ki dar bir yatakta yatıp sağlıklı olmak, geniş bir yatakta yatıp da hasta olmaktan iyiyse, küçük bir gelirle mutlu olmak da büyük bir servetle mutsuz olmaktan iyidir.

Üzüntünün kaynağı yoksulluk değil arzulardır. İnsanı korkularından arındıran da servet değil mantık yürütme gücüdür. Öyleyse, mantık yürütme gücüne kavuşursan, ne zenginliği arzular ne de yoksulluktan yakınırsın.

XXVIVI.

Bir at yemliğiyle ya da koşum takımıyla gururlanmadığı gibi, bir kuş da paçavralarıyla ya da yuvasıyla gururlanmaz. İkisi de hızıyla gururlanır; biri ayaklarının hızıyla, diğeri de kanatlarının hızıyla. Öyleyse, sen de yediklerinle, giydiklerinle, yani kısacası maddi şeylerle değil, dürüstlüğünle ve iyi davranışlarınla gururlan.

xxvn.

İyi yaşamak ile savurganca yaşamak arasında fark vardır. Birincisi ölçülü, idareli, düzenli, görgülü ve tutumlu olmayı içerirken, ikincisi taşkınlığı, lüksü, düzensizliği ve görgüsüzlüğü içerir. Birinin sonunda övgü varken, diğerinin sonunda kınama vardır. Öyleyse, eğer iyi yaşamak istiyorsan, fazla harcama yaptığın için takdir edilmeyi bekleme.

xxXXVI.

Yemenin ve içmenin ölçüsü iştahını dindirrnek olsun. O zaman, gereğinden fazla yemeyeceğin gibi, aşçılara da gerek duymazsın. Önüne gelen içecekle mutlu olursun.

XXX.

Yemek yerken ne aşırıya kaçmalı ne de suratını asmalısın. Neşeli ve ölçülü olmalısın ki hem ruhun bedenin hazlarına aldanıp zarar görmesin hem de bedenin rahatsızlanmasın.

XXX.

Yediklerinin seni değil, zihninin neşesini beslemesine özen göster. Çünkü yediklerin dışkıya dönüşüp bedenden atıldığı gibi, idrar da bedenden atılır ama ruh bedenden ayrılsa bile neşe hiç bozulmadan kalır.

XXXI.

Ziyafetlerde biri beden, biri ruh olmak üzere, iki konuk ağırladığını unutma. Bedene verdiklerin kısa sürede atılır ama ruha verdiklerin hep seninle kalır.

xxXX.

Öfkeyle savurganlığı birleştirip konuklarına ikram etme. Bedeni doyuran savurganlık bedenden çabucak atılır ama öfke ruha saplanır ve uzun süre kalır. Büyük harcamalar yapmak, öfkelenmek ve konuklarına hakaret etmek yerine, tutumlu ve nazik davranarak konuklarını memnun et.

^^rn.

Ziyafetlerinde hizmet edenlerin (kölelerinin) sayısının, hizmet edilenlerin sayısından fazla olmamasına dikkat et, çünkü çok sayıda insanın az sayıda insana hizmet etmesi saçmadır.

XXXIV.

Ziyafet öncesinde hazırlıklara yardımcı olmak ve ziyafet sırasında önündekileri sana sunanlarla paylaşmak iyidir. Ancak, eğer durum böyle davranmaya uygun değilse, sana hizmet edenlerin sen çalışmazken çalıştığını, sen yerken yemediğini, sen içerken içmediğini, sen sohbet ederken sessiz kaldığını ve senin rahatın yerindeyken kısıtlama altında olduğunu unutma. Bunu aklında tutarsan, öfkelenip mantıksızca davranmaz ve başkalarını rahatsız ederek huzursuzluğa yol açmazsın.

Tartışmak ve kavga etmek her zaman saçmadır ama özellikle şarap içip sohbet ederken yersizdir. Çünkü sarhoş biri, ayık birine ders veremeyeceği gibi, ayık biri de sarhoş birini ikna edemez. Ayıklığın olmadığı yerde ikna çabalarının hepsi boştur.

^^M.

Ağustosböcekleri sesliyken, salyangozlar sessizdir. Salyangozlar nemli ortamlardan, ağustosböcekleri ise kuru ortamlardan hoşlanır. Salyangozlar çiyin çağrısıyla ortaya çıkar; ağustosböcekleri ise aksine, güneş ortalığı kavurduğunda ötmeye başlar. Eğer sesli biri olmak ve insanlarla iyi geçinmek istiyorsan, şarap ruhunu nemlendirdiğinde ruhunun ileri atılıp kirlenmesine izin verme; mantık ruhunu ateşlediği zaman adalet şarkıları söylemeye başla.

raxvn.

Konuştuğun kişiyi üç açıdan incele; üstün olarak, altın olarak ve eşitin olarak. Eğer üstünse, onu dinlemen ve ikna olman gerekir. Eğer altınsa, senin onu ikna etmen gerekir. Eğer eşitinse, onunla aynı fikirde olman gerekir; böylece hiçbir zaman kavgacı bir insan olmazsın.

xxxvm.

Gerçeği kabul ederek fikri yenmek, fikri kabul ederek gerçeğe yenik düşmekten iyidir.

XXXIX.

Eğer gerçeği arıyorsan, her koşulda zafer kazanmanın peşinde olmazsın ve eğer gerçeği bulduysan, yenik düşmezsin.

XL.

Gerçek kendi başına zafer elde eder; fikir ise dış etkenler arasında zafer elde eder.

XLI.

Özgür tek bir kişiyle yaşayıp korkusuz ve özgür olmak, birçok kişiyle yaşayıp köle olmaktan iyidir.

XLII.

Senin yaşamaktan kaçındıklarını başkalarına da yaşatma. Kölelikten kaçınıyorsan, köle edinmemeye özen göster. Çünkü eğer köle edinmeye katlanabiliyorsan, sen de köle gibi görünürsün. Kötülüğün erdemle, özgürlüğün de kölelikle hiçbir ortak yanı yoktur.

XLID.

Sağlıklı bir insan hasta bir insanın kendisine hizmet etmesini veya birlikte yaşadığı kişilerin hasta olmasını isterneyeceği gibi, özgür bir insan da bir kölenin kendisine hizmet etmesini veya birlikte yaşadığı kişilerin köle olmasını istemez.

XLN.

Eğer köle olmak istemiyorsan, kendini kölelikten azat et. Arzularından kurtulursan, özgür olursun. Aristides'in "adil," Epaminondas'ın "kurtarıcı," Likurgus'un ise "tanrı" olarak anılmasının sebebi zengin olmaları ya da kölelere sahip olmaları değil, fakir olmaları ve Yunanistan'ı kölelikten kurtarmalarıdır.

XLV.

Eğer evini iyi idare etmek istiyorsan, Spartalı Likurgus'u örnek al. Likurgus şehrinin etrafını surlarla çevirmemiş ama şehrin sakinlerini erdemle donatarak şehrin hep özgür kalmasını sağlamıştır. Sen de evine büyük bir avlu ya da yüksek kuleler inşa etmek yerine ev sakinlerini iyi niyetle, sadakatle ve dostlukla donatırsan, evine hiçbir kötülük giremez.

XLVI.

Evini tabletlerle veya resimlerle süslemek yerine ölçülü tutumlarınla süsle, çünkü birisi yabancı ve gelip geçici bir göz aldatmacasıyken, diğeri evin doğal, kalıcı ve daimi bir süsüdür.

XLvn.

Öküz sürüsü yerine dost sürüsü edinmeye çalış.

XLVll.

Kurt nasıl köpeğe benzerse, ahlaksız bir dalkavuk ve asalak da dosta benzer. Öyleyse, dikkat et de farkına varmadan bekçi köpekleri yerine hain kurtları içeri alma.

XLIX.

Alçıtaşıyla evini beyazlatarak insanları evine hayran bırakmak isternek zevksizliğin göstergesidir. Oysa ahlak anlayışını iyi ilişkiler kurarak süslemek insanları ve güzelliği sevmenin göstergesidir.

L.

Eğer küçük şeylere hayranlık duyarsan, büyük şeylere layık görülmezsin ama küçük şeylere önem vermezsen, insanların hayranlığını kazanırsın.

LI.

Haz, kazanç ve gurur düşkünlüğünden daha alçak hiçbir şey yoktur. Cömertlikten, nezaketten, insan sevgisinden ve yardımseverlikten daha üstün hiçbir şey yoktur.

Lll.

Stoacı filozoflar hazzın doğaya uygun olmadığı, ancak adalet, ölçülülük ve özgürlük gibi doğaya uygun şeylerin bir sonucu olduğu görüşündedir. Ruh Epikür’ün söylediği gibi önemsiz bedensel hazlarda mı memnuniyet ve huzur bulur? Memnuniyeti kendi iyiliğinde - ki en önemli şey budur - bulmaz mı? Doğa bana alçakgönüllülük bahşetrniştir ve aklımdan yersiz bir şey söylemek geçtiği zaman kızarırım. Bu duygu hazzın iyi olduğunu ya da hayatımın amacı olduğunu düşünmeme izin vermez.

Lm.

Roma’daki kadınlar Platon’un Devlet eserini ellerinden düşürmezler, çünkü bu eser kadınlara rahat olmalarını tavsiye eder. Bu kadınlar Platon’un sözlerine dikkat ederken, kastettiklerine dikkat etmezler. Platon evliliği ve bir erkeğin bir kadınla birlikte yaşamasını tavsiye etmez ama evliliği ortadan kaldırırken, başka tür bir evlilik ortaya koyar. Kısacası, insanlar kusurlarına bahane buldukları için sevinirler. Oysa felsefe mantığımıza danışmadan parmağımızı bile kıpırdatmamamızı söyler.

LIV.

En büyük keyfi, en nadir yaşanan hazlar verir.

LV.

Eğer insan ölçüyü aşarsa, en çok keyif veren şeyler, en az keyif veren şeylere dönüşür.

LVI.

Çok değerli bir insan olmasına rağmen kendisini asla övmediği ve başka birisi onu övdüğünde bile kızardığı için Agrippinus'u takdir etmek gerekir. Agrippinus başına gelen tatsızlıkları bile övgüyle kaleme alırdı; ateşi çıktıysa ateşi yazar, küçük düştüyse küçük düşmeyi yazar, sürüldüyse sürgünü yazardı. Bir keresinde, yemek yiyeceği sırada bir ulak Neron'un onu sürgüne mahkûm ettiği haberini getirdi. Bunun üzerine Agrippinus, "Öyleyse, yemeğimizi Aricia'da yeriz," dedi.

Lvn.

Diyojen amacı bedeni değil de ruhu güçlendirmek ve cesaretlendirmek olmayan hiçbir çabanın iyi olmadığını söylemiştir.

LVID.

Doğru ayar, doğru ayarla düzeltilemeyeceği ve yanlış ayarla değerlendirilmeyeceği gibi, adil yargı da adil yargıyla düzeltilemez ve adil olmayan yargıyla değerlendirilemez.

L1X.

Nasıl ki düz bir şeyin düz bir şeye gereksinimi yoksa adil olanın da adil olana gereksinimi yoktur. 9

LX.

Sen kendin adalet önünde hesap vermeden önce mahkemede hüküm verme.

LXI.

Eğer adil bir yargıya varmak istiyorsan, davanın taraflarını değil, adaletin kendisini dinle.

Lxn.

Hayatında ne kadar az hata yaparsan, yargılarında da o kadar az hata yaparsın.

LXIII.

Adil hüküm verip, hüküm giyen kişi tarafından haksız yere suçlanmak, haksız hüküm verip, doğa tarafından haklı olarak suçlanmaktan iyidir.

LXIV.

Altını sınayan taş altın tarafından sınanmaz. Yargılama yetisine sahip kişi için de aynısı geçerlidir.

LXV.

Yargıcın başkaları tarafından yargılanması utanç vericidir.

LXVI.

Düzden daha düz bir şey olmadığı gibi, adilden daha adil bir şey de yoktur.

LXVI.

Hangimiz Spartalı Likurgus’un yaptığına hayranlık duymayız? İnsanlar Likurgus’u gözünden yaralayan bir delikanlıyı onun önüne getirmişlerdir ama Likurgus delikanlıyı istediği gibi cezalandırabileceği halde affetmiştir. Onu eğitip iyi bir insana dönüştürdükten sonra da tiyatroya getirmiştir. Spartalı-lar şaşkınlıklarını dile getirdiklerinde, Likurgus şöyle demiştir: "Bu delikanlıyı bana getirdiğinizde küstah ve saldırgandı. Onu size iyi ve nazik bir vatandaş olarak iade ediyorum."

LXVI.

Bir kişinin haksızlığına uğrayan Pittacus, cezalandırma gücüne sahip olmasına rağmen o kişiyi serbest bırakmış ve şunları söylemiştir: "Bağışlayıcılık intikamdan iyidir, çünkü bağışlayı-cılık hoşgörülü bir karakterin göstergesiyken, intikam acımasız bir karakterin göstergesidir. "10

LXIX.

Doğanın eylemi her şeyden önce uygun ve faydalı izlenime yönelik hareketleri bağlamak ve birleştirmektir.

LXX.

Bize karşı düşmanlık sergileyen kişilere zarar vermezsek başkalarının bizi hor göreceği düşüncesi saçmalıktır ve ahmaklıktır, çünkü bu durumda, zarar verme yetisinden yoksun bir insanın hor görülebileceğini doğrulamış oluruz; oysa iyi davranma yetisinden yoksun insanları hor görmemiz gerekir.

LXXI.

Eğer birine saldırmayı ve tehditler savurmayı düşünüyorsan, önce kendine nazik bir yaradılışa sahip olduğunu ve saldırganca bir harekette bulunmazsan, pişmanlığa kapılmadan ve suç işlemeden yaşamaya devam edebileceğini hatırlat.

Lxxn.

Her gün aynı şeyleri söylemeyen, duymayan ve hayata geçirmeyen kişinin sabit prensiplere sahip olması zordur.

LXXII.

[Nicias çalışmayı o kadar severdi ki kölelerine sık sık yıkanıp yıkanmadığını ve yemek yiyip yemediğini sorardı.] 11

LXXIV.

[Arşimet'in köleleri onu zorla şemalarının başından kaldırır ve yağlarlardı. Arşimet de yağlama işlemi bittikten sonra şemaları kendi bedenine çizerdi.]

LXXV.

[Gemi sahibi Lampis'e servetini nasıl kazandığı sorulduğunda şöyle yanıtlamıştır: "Büyük servetimi kazanmakta hiç zorlanmadım ama ilk kazancımı elde etmek için çok çaba sarf ettim. "]

LXXVI.

Solon ile Periander birlikte içerlerken, Solon'un hiç konuşmadığını fark eden Periander ona konuşacak bir şey bulamadığı için mi yoksa ahmaklıktan mı sessiz kaldığını sormuştur. Solon şöyle yanıtlamıştır: "Hiçbir ahmak içki içerken sessiz kalmayı beceremez."

LXXVlVII.

Her durumda güvenli hareket etmeye çalış. Sessiz kalmak konuşmaktan daha güvenlidir. Akılsız ve mantıksız konuşmalardan sakın.

L^^m.

Limanlarda birkaç kuru odunla yakılan ateş nasıl büyük bir ışık yayıyor ve denizdeki gemilere gerekli yardımı sağlıyorsa, asil bir insan da azla yetinirken etrafındakilere büyük faydalar sağlar.

LXXIX.

Bir gemiyi idare etmek istiyorsan, dürnen kullanmayı mutlaka öğrenirsin; (dolayısıyla, devleti yönetmek istiyorsan da devletin nasıl yönetildiğini öğrenmelisin). Çünkü birinci durumda bütün geminin idaresi senin elindeyken, ikinci durumda da bütün devletin idaresi senin elindedir.

LXXX.

Eğer şehrini anıtlarla donatmayı tasarlıyorsan, önce kendini nezaket, adalet ve yardımseverlik gibi asil özelliklerle donat.

LXXXI.

Evlerin çatılarını büyütmek yerine vatandaşların ruhlarını büyütürsen, devlete en büyük katkıyı sağlamış olursun, çünkü yüce ruhların küçük evlerde barınmaları, alçak kölelerin büyük evlerde pusuya yatmalarından iyidir.

LXXXII.

Evinin duvarlarını Eğriboz’dan veya Sparta’dan gelen değerli taşlarla süslemek yerine, vatandaşların ve devleti yönetenlerin zihinlerini Yunanistan’dan gelen öğretilerle süsle. Çünkü devletler taşla veya odunla değil, insanların bilgeliğiyle yönetilir.

LXXXII.

Eğer aslan beslemek isteseydin, aslan yuvalarının masraflarına değil, aslanların alışkanlıklarına önem verirdin. Öyleyse, vatandaşlarını yönetmek istiyorsan da binaların masraflarına değil, bu binalarda yaşayanların karakterlerine dikkat et.

LXXXIV.

Becerikli bir at eğiticisi sadece iyi tayları besleyip de asi tayların açlıktan ölmesine göz yummaz. İkisini de besler ve birisini terbiye etmek için daha fazla çaba göstererek onu da diğeriyle aynı seviyeye getirmeye çalışır. Politika konusunda yetenekli olan dikkatli bir insan da iyi karakterli vatandaşlarına iyi davranmaya özen gösterir ama karşıtlarının da mahvolmasını istemez. İkisini de yemeğinden mahrum bırakmaz ama mantığa ve kanunlara direnenleri eğitmek için daha fazla çaba gösterir.

LXXXV.

Nasıl ki kazlar ötmekten, koyunlar da melemekten korkmazsa, sen de bilinçsiz bir kalabalığın yaygarasından korkma.

LXXXVI.

Bir kalabalık senden mantıksız bir talepte bulunduğunda endişelenme. Seni haksız yere amacından saptırmaya çalışan büyük bir güruh olsa bile amacından sapma.

LXXXVII.

Devlete olan borçlarını olabildiğince hızlı ödersen, borçlu olmadıklarını asla istemezler.

LXXXVIII.

Güneş doğmak için dualar veya efsunlar beklemez; hemen parlamaya başlar ve herkes onu selamlar. Sen de iyi davranmak için alkışlar, tezahüratlar ve övgüler bekleme. İsteyerek iyilik yaparsan, güneş kadar sevilirsin.

LXXX1X.

Nasıl ki bir gemi sadece küçük bir çapaya bağlı olmamalıysa, hayat da tek bir umuda bağlı olmamalıdır.

XC.

Emeklerimizi ve umutlarımızı sadece mümkün olan şeylere yönlendirmeliyiz.

XCI.

Thales'e en evrensel şeyin ne olduğu sorulduğunda, şöyle yanıtlamıştır: "Umuttur, çünkü umut başka hiçbir şeye sahip olmayanların yanındadır."

xcn.

Ruhu iyileştirmek bedeni iyileştirmekten daha önemlidir, çünkü ölmek, kötü bir hayat yaşamaktan daha iyidir.

xcm.

Phyrrhon yaşamakla ölmek arasında bir fark olmadığını söylerdi. Birisi ona, "Neden ölmüyorsun o zaman?" diye sordu. Phyrrhon, "Çünkü arada bir fark yok," diye yanıtladı.

XCIV.

Doğa takdire şayandır ve Ksenofon'un da söylediği gibi, canlıları sever. En kaba ve kirli kısmımız bedenimizdir ama onu sever ve gözetiriz. Oysa komşumuzun bedenine sadece beş günlüğüne bakmamız gerekseydi bile buna katlanamazdık. Sabah kalkıp bir başkasının dişlerini fırçalamanın ve ihtiyaçlarını giderdikten sonra gerekli yerlerini temizlemenin nasıl bir şey olduğunu düşünsene. Her gün bakımıyla meşgul olduğumuz bir şeyi sevmemiz gerçekten de muhteşemdir. Torbayı dolduruyorum, sonra da boşaltıyorum; daha zahmetli bir şey var mı? Ancak, ben Tanrı'nın bir kuluyum ve buna göre hareket etmeliyim. Dolayısıyla, yaşamaya devam ederim ve sefil bedenimi yıkamaya, beslerneye ve giydirmeye katlanırım. Ne var ki Tanrı bana bir yük daha verdi ve ben de buna boyun eğdim. Öyleyse, bize bedenimizi veren Doğa onu geri almak istediğinde, neden boyun eğmiyorsun? "Bedenimi seviyorum, " diyebilirsin. Biraz önce de dediğim gibi, Doğa sana bu beden sevgisini verdi ama şimdi de, "Bedenini artık bırak ve daha fazla sıkıntı çekme," diyor.

XCV.

İnsan genç öldüğünde tanrıları suçlar. Yaşlandığında ve ölmediğinde yine tanrıları suçlar, çünkü acıları dinmiş olması gerekirken, dinmemiştir. Buna rağmen, ölüm yaklaştığında yaşamak ister ve hekimi çağırıp hiçbir zahmetten kaçınmaması için ona yalvarır. Ne yaşamak ne de ölmek isteyen insanlar harikadır.

XCVI.

Kısa ve iyi bir yaşam, uzun ve kötü bir yaşamdan iyidir.

xcvn.

Çocukluğumuzda ailelerimiz bizi hiçbir zarar görmeyelim diye öğretmenlere emanet ederler. Büyüdüğümüzde ise Tanrı bizi doğuştan gelen vicdanımıza emanet eder. Öyleyse, bu vesayeti kesinlikle hor görmemeliyiz; yoksa hem Tanrı'yı gücendirir, hem de kendi vicdanımıza düşman oluruz.

xcvm.

[Servetimizi her eylem için değil, belirli eylemler için araç olarak kullanmalıyız.]

XC1X.

[Herkes erdemi servetten daha çok arzulamalıdır. Servet ahmaklar için tehlikelidir, çünkü insanın içindeki kötülüğü arttırır. İnsan ne kadar mantıksızsa, o kadar aşırıya kaçar, çünkü hazlara karşı beslediği dinrnek bilmeyen arzuyu tatmin edecek araçlara sahiptir.]

c.

Yapmamamız gerekenleri aklımızdan bile geçirmemeliyiz.

CI.

Herhangi bir şey söylemeden ve yapmadan önce iyice düşün, çünkü söylediklerini ve yaptıklarını geri alamazsın.

CII.

Adil yaşayan insan için her yer güvenlidir.

cm.

Kargalar, gözlerine artık ihtiyacı kalmayan ölülerin gözlerini yutarlar. Oysa dalkavuklar canlıların ruhlarını tükettikleri gibi, gözlerini de kör ederler.

CIV.

Bir maymunun öfkesiyle bir dalkavuğun tehditleri arasında hiçbir fark yoktur.

cv.

Faydalı tavsiyeler vermek isteyen insanı dinle ama her durumda övgüler düzmeye can atan insanı dinleme, çünkü birincisi faydalı olanları gerçekten görmektedir, ikincisi ise gücü elinde bulunduranların fikirlerine bakar ve onların söylediklerini taklit eder.

cvı.

Tavsiye veren bir insan öncelikle tavsiye verdiği kişilerin alçakgönüllülüğünü ve karakterini hesaba katmalıdır, çünkü utanma yeteneğini kaybetmiş insanlar ıslah olmaz.

cvn.

Uyarmak azarlamaktan iyidir, çünkü uyarmak ılımlı ve iyi niyetli bir hareketken, azarlamak sert ve aşağılayıcı bir harekettir. Uyarı yanlış yapanları hizaya getirir, oysa azar onları suçlamaktan başka hiçbir işe yaramaz.

cvm.

Elindekileri yabancılara ve muhtaçlara ver, çünkü muhtaçlara yardım etmeyenler, muhtaç duruma düştükleri zaman yardım bulamazlar.

CIX.

Gemi kazası geçiren bir korsan fırtınada can çekişiyordu. Bir adam bu korsana giysi verdi ve onu evine götürüp ihtiyaçlarını karşıladı. Birisi bu adamı kötü birine yardım etmekle suçlayınca, adam şöyle yanıt verdi: "Ben bu korsana değil, insanlığa yardım ettim."

cx.

İnsan her hazzın peşine düşmemeli, iyiliğe yol açan hazla-rın peşine düşmelidir.

cxı.

Bilge bir insan hazlara direnir; ahmak bir insan ise onların kölesi olur.

cxn.

Haz adeta bir yem gibi kötü olan her şeyin önüne atılır ve aÇgözlü insanları kolaylıkla baştan çıkarıp oltaya getirir.

cxin.

İştahının hakkından gel ki iştahın senin hakkından gelmesin.

cx.

Kendi kendinin efendisi olmayan her insan köledir.

cxv.

Asmada üç salkım üzüm vardır; birincisi haz, ikincisi sarhoşluk, üçüncüsü de saldırganlıktır.

cxvı.

Şarap içerken bildiklerini sergilemek için fazla konuşmaktan sakın, çünkü ters şeyler söylersin.

cxvn.

Üç kadehten fazla içen kişi sarhoştur; sarhoş değilse bile ölçüyü aşmıştır.

cxvni.

Her gün yediklerinden bahsedeceğine Tanrı'dan bahset.

cx.

Tanrı'yı nefes alıp verdiğinden daha sık düşün.

cxx.

Ruben ya da bedenen her ne yapıyor olursan ol, Tanrı'nın bir denetçi gibi yanında olduğunu aklından çıkarmazsan, dualarında ve eylemlerinde hata yapmazsın. Tanrı hep seninle olur.

cxxı.

Karadan denizi seyretmek nasıl keyifliyse, dertlerinden kurtulmuş birinin dertlerini düşünmesi de öyle keyiflidir.

cxxn.

- Kanunların amacı insanlara hizmet etmektir ama insanlar bu hizmeti kabul etmedikleri sürece, kanunların elinden hiçbir şey gelmez. Kanunlar erdemlerini kendilerine itaat edenlere gösterirler.

cxxm.

Hekimler hastalar için kurtarıcıysa, kanunlar da haksızlığa uğrayanlar için kurtarıcıdır.

cxxıv.

En adil kanunlar en doğru kanunlardır.

cxxv.

Kanunlara, yargıçlara ve kendinden daha bilge insanlara boyun eğmek doğrudur.

cxxvi.

Kanuna aykırı yapılan şeylerin yapılmayan şeylerden bir farkı yoktur.

CXXVI.

Bolluk içinde yaşarken arkadaş bulmak kolaydır ama sıkıntı çekerken arkadaş bulmak en zor şeydir.

CXXXXVI.

Ahmakların yaralarını zaman, bilgelerin yaralarını ise mantık sarar.

cxxıx.

Sahip olmadığı şeyler için üzülmeyen ve sahip olduğu şeyler için sevinen insan bilge bir insandır.

cxxx.

Bir insanın düşmanına nasıl acı çektireceği sorulduğunda, Epiktetos şöyle yanıtlamıştır: "Kendisini yaşayabileceği en iyi hayatı yaşamaya hazırlayarak."

cxxxı.

Bilge bir insan yargıçlık makamına gelmekten kaçınmamalıdır, çünkü hizmetlerine ihtiyaç duyan insanlara faydalı olmaktan kaçınmak saygısızlık olduğu gibi, yerini değersiz kişilere bırakmak da cibilliyetsizliktir. İyi yönetmek yerine kötü yönetilmeyi tercih etmek ahmaklıktır.

cxxxııı.

İnsanları yöneten kişi hiç kimseyi hor görmemeli, kibirli davranmamalı ve herkesi eşit şekilde yönetmelidir.

cxxxni.

[Yoksul her insan mutlu yaşayabilir ama zengin ve güçlü insanların mutlu yaşaması zordur. Adil hiçbir insan yoksulluğu onursuzca elde edilmiş bir servetle değişmez; Atmalıların en zengini olan Themistokles’in erdem yoksunluğuna rağmen Aristides ve Sokrates'ten daha üstün olduğunu söylemeyeceksek elbette. Themistokles servetiyle birlikte göçüp gitmiş ve geride hiçbir iz bırakmamıştır. Çünkü kötü bir insanın ölümüyle her şey son bulur, oysa iyilik sonsuzdur.]12

Unutma ki evrenin doğası gereği, var olan hiçbir şeyin başka türlü var olması mümkün değildir; sadece insanlar ve dünyadaki bütün canlılar değil, ilahi varlıklar da dönüşüm geçirir. Dört element de dönüşüm geçirir; toprak suya, su havaya, hava da başka şeylere dönüşür. Eğer insan bu düşüncelere yoğunlaşırsa ve kendini gerekli şeyleri seve seve kabul etmeye ikna ederse, ölçülü ve uyumlu bir hayat yaşar.

C^XV.

Elindekilerden memnun olmayan insan hayat konusunda cahildir. Oysa elindekileri asaletle ve mantıkla değerlendiren insan, iyi bir insan olarak anılmaya layıktır.

CXXXVI.

Her şey evrene itaat ve hizmet eder; toprak, deniz, güneş, yıldızlar, bitkiler ve hayvanlar. Bedenimiz de hastalıkta ve sağlıkta, gençlikte ve yaşlılıkta evrene itaat eder. Öyleyse, evrene karşı koyan tek şey muhakememiz olmamalıdır, çünkü evren güçlüdür, üstündür ve bizi de bütünün bir parçası kılarak hakkımızda doğru bir karar vermiştir. Buna karşı koymak mantıksızdır ve boş yere üzülmemize yol açmaktan başka hiçbir işe yaramaz.

......

Aşağıdaki fragmanların bir kısmı Epiktetos'a, bir kısmı da başkalarına atfedilmiştir.

cxxxvn.

Memnuniyet kısa ve hoş bir yoldur; bol keyif, az dert barındırır.

cxxxvm.

Kendini memnuniyet ile güçlendir, çünkü memnuniyet aşılmaz bir kaledir.

cxxxıx.

Hiçbir şeye gerçeklerden daha çok değer verme.

CXL.

Gerçek, ölümsüz ve ebedi bir şeydir. Bize zaman içinde solup gitmeyen bir güzellik sunarken, adaletten kaynaklanan konuşma özgürlüğünü de ortadan kaldırmaz. Bize doğruları öğretirken, yanlışları ayıklar ve çürütür.

CXLI.

Bıçağın kör olmaması gerektiği gibi, konuşma özgürlüğü de kötü idare edilmemelidir.

CXLII.

Doğa bize konuştuğumuzun iki katı dinleyelim diye bir dil, iki kulak vermiştir.

cxLin.

Gerçekten hoş ya da nahoş olan hiçbir şey kendiliğinden varlığını sürdürmez; alışkanlık aracılığıyla sürdürür.

CXLIV.

İyi yaşamayı seç, çünkü alışkanlık onu hoş kılacaktır.

CXLV.

Çocuklarına para değil eğitim vermeye dikkat et, çünkü eğitimli kişilerin umutları, cahil kişilerin zenginliğinden iyidir.

CXLVI.

Bir kız çocuğu babasına ait değildir.

cxLvn.

Çocuklarına altın değil alçakgönüllülük bırak.

cxLvm.

Bir babanın azarı iyi bir ilaçtır, çünkü acı veren şeylerden çok faydalı şeyler içerir.

CXLIX.

Damadı konusunda şanslı olan kişi bir oğul bulmuştur ama şanssız olan kişi kızını da kaybetmiştir.

CL.

Eğitim de altın gibi her yerde değerlidir.

CLI.

Bilgeliğini kullanmak, Tanrı konusundaki bilgini kullanmaktır.

CLn.

Kendisini eğitimle donatmış insan kadar güzel hiçbir şey yoktur.

CLID.

Kötü insanların dostluğundan ve iyi insanların düşmanlığından kaçınmalıyız.

CLIV.

Koşullar dostları da düşmanları da açığa çıkartır.

CLV.

Yanımızdayken dostlarımıza iyi davranmalıyız, yanımızda olmadıkları zaman da onların hakkında iyi konuşmalıyız.

CLVI.

Hiç kimseyi sevmeyen insan hiç kimse tarafından sevilmez.

CLvn.

Hekimini ve dostunu en hoşlandığın kişiler arasından değil, en faydalı kişiler arasından seçmelisin.

CLvm.

Eğer acılardan uzak bir hayat yaşamak istiyorsan, olacakları zaten olmuş gibi düşün.

CLIX.

Acılardan, irrasyonel hayvanlar gibi duyarsızlık aracılığıyla ya da ahmak insanlar gibi düşünce kıtlığı aracılığıyla değil, erdemli bir insan gibi mantık aracılığıyla kurtul.

CLX.

Zihinlerinde sorunları en az dert edip, eylemlerinde onlarla en çok mücadele edenler, devlet adamı olarak da, sıradan vatandaş olarak da en iyi insanlardır.

CLXI.

Eğitimli insanlar, tıpkı sporcular gibi, düştüklerinde çabucak ve ustalıkla ayağa kalkarlar.

CLXII.

Bir talihsizlik yaşadığımızda, iyi bir hekim gibi, mantığı yardıma çağırmalıyız.

CLXin.

İyi talibinden sarhoşluğa varırcasına keyif alan bir ahmak, daha da ahmaklaşır.

CLXIV.

Kıskançlık talibii insanların düşmanıdır.

CLXV.

İnsanın ne olduğunu aklından çıkarmayan kişi olanlardan asla etkilenmez.

CLXVI.

İyi bir deniz yolculuğu için kaptan ve rüzgar gerekir; mutluluk için de mantık ve sanat.

CLXVII.

Talibirniz iyi giderken tadını çıkarmalıyız; güz meyveleri gibi.

CLXVI.

Doğa gerektirdiği için gerçekleşen olaylara üzülmek mantıksızdır.

CLXIX.

Tanrı bize birtakım güçleri bahşederken, birtakım güçleri de bahşetmemiştir. Kendisini de mutlu eden en iyi ve en önemli gücü, yani izlenimleri kullanma gücünü bize bahşetmiştir. Bu güç doğru kullanıldığında, özgürlük, mutluluk, huzur ve istikrar sağlar. Adalet, ölçülülük ve bütün erdemler de bu güçten gelir. Ancak, Tanrı diğer güçleri bize bahşetmemiştir. Bu nedenle, biz de Tanrı’yla aynı fikirde olmalı ve bu ayrımı yapmalıyız; elimizde olan şeylere özen gösterirken, elimizde olmayanları evrene emanet etmeli ve bu ister çocuğumuz olsun, ister ülkemiz veya bedenimiz, hepsinden seve seve vazgeçmeliyiz.

CLXX.

Tiyatroda bir delikanlı, "Ben bilge bir insanım, çünkü birçok bilge insanla sohbet ettim," diye övününce, Epiktetos, "Ben de birçok zengin insanla sohbet ettim ama zengin değilim," dedi.

CLXXI.

Ayık bir insanın sarhoş insanlar arasında konuşması doğru olmadığı gibi, eğitimli bir insanın da eğitimsiz insanlar arasında konuşması iyi değildir.

CLXXll.

Epiktetos'a "Kim zengindir?” diye sorduklarında, "Halinden memnun olan insan,” dedi.

CLXXID.

Xanthippe, dostlarını ağırlamak üzere az hazırlık yaptığı için Sokrates’i suçlayınca, Sokrates şöyle dedi: "Eğer onlar bizim dostumuzsa, bunu önemsemezler. Eğer değillerse de biz onları önemsememeliyiz. ”

CLXXIV.

Archelaus, Sokrates’i zengin etmek için ulaklarını gönderince, Sokrates şu yanıtı verdi: “Atina’da dört kap yemek bir obolus ediyor ve çeşmelerden su akıyor. Eğer sahip olduklarım bana yetmiyorsa, ben sahip olduklarıma yeterim, böylece onlar da bana yeterler. Polus’un Oedipus’un kral halini canlandırırken de, Colonus’ta dilencilik yaptığı halini canlandırırken de aynı sesi kullandığım bilmiyor musun? Sence Polus’un onu küçük görmesi ve Tanrı’nın verdiği her rolü üstlenemediğini düşünmesi mi gerekir? Paçavralar içindeyken bile yumuşak mor cüppesine büründüğü halinden daha kötü görünmeyen Ulysses’i taklit etmesi gerekmez mi?"

CLXXV.

Her şeyin atomlardan mı, benzer parçalardan mı yoksa ateşten ve topraktan mı meydana geldiğinden bana ne? İyiliğin ve kötülüğün özünü bilmek, arzuladıklarımızın, sakındıklarımızın ve amaçladıklarımızın ölçüsünü bilmek, hayatımızı sürdürürken kural olarak bunlardan faydalanmak ve bizi aşan konuları dert etmemek yeterli değil mi? Çünkü belki de bunlar insan zihni için anlaşılır şeyler değildir. Anlaşılır olsalar bile, anlamanın ne faydası vardır? Bunların bir filozofun söyleminde yer alması gerektiğini öne sürenlerin başımıza gereksiz bir dert açtığını söyleyemez miyiz? Delphi'de boşuna mı "Kendini tanı" yazmaktadır? Eğer birisi koro üyelerinden birine "kendini tanı" talimatını verseydi, o kişi bundan dikkatini kendine vermesi gerektiğini anlamaz mıydı?

CLXXVI.

Epiktetos'un da dediği gibi, ölü bir bedeni taşıyan küçük bir ruhsun.

CLXXVII.

Epiktetos onayını vermenin bir sanat olduğunu amaçlarımız konusunda dikkatli olmamızı amaçlarımızın toplumsal ve değerine uygun olması gerektiğini, arzularımızdan tamamen uzak durmamızı ve elimizde olmayan şeylerden kaçınmamamızı söyledi.

CLXXV.

Bu sıradan bir mesele değil; deli olup olmama meselesi.

* * *

1

'Adonis'in bahçeleri' kullanım amacıyla değil de gösteriş amacıyla toprak saksılarda yetiştirilen bitkilerdir. 'Adonis'in bahçeleri' değeri olmayan şeyler için, örneğin sadece kısa bir süre hayatta kalan, kökü olmayan ve çabucak solan bitkiler için kullanılan bir tabirdir. Adonis festivallerinde bu tür şeylerin sergilendiğini varsayabiliriz.

2

Aristides Yunan'dı ama dönemi bilinmemektedir. Milesiaca adlı bir eser kaleme almıştır. Eser hakkında bildiğimiz tek şey aşk ve şehvet sahneleri içerdiğidir. Evenus muhtemelen bir şairdir. Evenus hakkında hiçbir şey bilmiyoruz ama Aristides ile birlikte anılmasından ötürü nasıl bir karakteri olduğunu tahmin edebiliriz.

3

Epiktetos, tlyada'da Akhilleus 'un Patroklos 'un yasını tuttuğu ve uyuyamadığı pasaja göndermede bulunuyor.

4

Yazarların insanları davet ederek kitaplarını okuduğu dinletiler Roma'da yaygındı.

5

İlk dört dize,Zenon'un öğrencisi ve Hrisippos'un öğretmeni olan Stoacı filozof Kle-antes tarafından yazılmıştır.

6

Bu iki dize Euripides'in bir oyunundandır.

7

Üçüncü alıntı, Platon 'un Kriton adlı eserindendir. Konuşan kişi Sokrates'tir. Son kısım Platon'un Sokrates'in Savunması adlı eserindendir. Konuşan kişi yine Sokrates'tir.

8

1 40 Kıyaslamanın geri kalan kısmı eksiktir.

9

Burada anlam belirsizliği vardır.

10

Pi^^us yedi bılg^ten biridir. Bazı kaynaldar M.Ö. 7. yüzyılda y^edi^m öne sürer.

11

LXXIll-LXXV. Schweighaeuser bu üç fragmanı parantez içine almıştır. Bunlar Epiktetos'a değil, Plutarkhos'a aittir.

12

Bu fragman Epiktetos'a ait değildir.

DİZiN

A

Admetus’un babası: 191, 264 Adonis’in bahçeleri: 368 Agamemnon ile Akhilleus’un kavgası: 77, 86, 98, 204 Agrippinus, Paconius: 18, 21, 445

Akademisyenler: 92, 93, 184 Akhilleus: 52, 77, 86, 97, 98, 199, 204, 205, 269, 287 Alkibiadis, Paris ve Menelaus: 96, 97, 193, 216, 376 Antipatros: 172, 177, 178, 218,266

Antisthenes, Ksenofon ve Platon: 171

Archedemus: 122, 172, 178, 218,219, 266

Archelaus ve Sokrates: 478 Arşimet: 45 O

Aristides ve Evenus: 371 Aristofanes ve Sokrates: 380 Arrianos: 11, 115, 192, 193 c

Cassiope: 230

D

Demetrius, Kinik: 87 Diodorus Cronus: 177, 178 Diyojen: 82, 83, 120, 153, 164,179,218,268,271, 276, 279, 280, 294, 297, 298, 308,310,316, 328, 332, 333, 362, 371, 380, 400, 445

Diyojen ve Antisthenes: 276, 297, 328

Domitianus: 17, 23, 82, 83, 127, 131

E

Encheiridion: 11, 19, 201, 389

Epaminondas: 278, 441 Epaphroditus: 17, 72, 90 Epiktetos: 11, 12, 16, 19, 22, 23, 25, 42, 44, 46, 47, 49, 50, 52, 57, 58, 60, 72, 82, 89, 90, 100, 102, 107, 115, 117, 121,128, 130, 154, 167, 169, 171, 174, 185, 193,202, 206,211,212, 215, 223, 228, 230, 237, 238, 265, 269, 276, 277, 285, 332, 376, 450, 465, 466, 469, 476, 477, 479, 480 Epikür: 74, 80, 139, 180, 182, 183, 184, 193, 198, 230, 231, 232, 294, 444 Epikürcüler ve Akademisyenler: 182

Eriphyle ve Amphiaraus: 194 Eteokles ve Polyneikes: 192, 350, 411

Euphrates: 254, 366, 409 Euripides: 17, 98, 112, 164, 169, 191, 192, 425 Euripides’in Medea karakteri: 95, 169, 387

F

Felsefe: 42, 60, 65, 74, 79, 88, 89, 91, 101, 144, 145, 146, 154, 155, 164, 170, 171, 180, 203, 232, 240, 241,245, 248,249, 251, 254, 268, 299, 307, 327, 365, 366, 368, 380, 381, 403, 424, 444

Fidias: 35, 135, 136, 180 Filozof: 11, 12, 18, 22, 23, 27,41,42, 43, 44,51,64, 66, 67, 73, 74, 76, 79, 82, 85, 87, 88, 89, 90, 99, 101, 105, 111, 113, 114, 115, 122, 127, 135, 136, 138, 139, 140, 142, 147, 148, 153, 154, 155, 164, 167, 170, 173, 179, 184, 185, 192, 203, 205, 212, 214, 218, 219, 226, 230, 232, 233, 236, 238, 239, 241, 242, 244, 248, 253, 254, 257, 262, 266, 268, 283, 284, 285, 286, 287, 288, 290, 293, 307, 308, 310, 323, 330, 331, 333, 335, 342, 344, 353, 356, 361, 362, 364, 365, 366, 367, 368, 380, 400, 403, 404, 408,409,411,421,422, 423, 425, 433, 444, 479, 482 Fragmanlar: 427

G

Gellius, A.: 11, 82 Gladyatörler: 103, 175, 256, 271, 413

Gyaros: 87, 129, 301, 302, 303, 344

H

Hararet Tanrıçası: 78 Hektor’un Andromahi’ye söyledikleri: 282 Helvidius, Priscus: 22

Heraklitos: 113, 118, 400

nunları: 339

Herkül: 35, 36, 165, 166,

Medea: 95, 169, 387

175, 275, 291, 309, 310, 374

Menoeceus: 263

Hipokrat: 42, 168

Milesiaca: 3 71

Homeros: 25, 178, 243, 277,

Neron: 17, 18, 21, 87, 164,

279, 280, 290, 291, 377, 423

272, 349, 445

Hrisippos: 27, 28, 30, 48,

Nicias: 450

65, 128, 164, 171, 172, 178,

Nikopolis: 72, 82, 87, 90,

179, 201, 218, 266, 299,

370, 422, 423

127, 129,188, 230, 275,315

 

P

I-İ

Peripatetikler: 180

İlyada: 53, 78, 96, 136, 151,

Phyrrhon: 456

205, 272, 277, 280, 376, 377

Pisagor’un altın dizeleri: 240, 356

K

Pisagor: 240, 356

Pittacus: 448

Kinik: 269, 270, 271, 275,

Platon ve Hipokrat: 42, 168

276, 278, 279, 280, 281,

Polemon ve Senokrates: 212,

282, 367

381

Kinizm: 269

Polyneikes ve Eteokles: 192,

Kleantes: 65, 74, 177, 178,

350, 411

179, 287, 309, 335, 344, 425

Protagoras ve Hippias: 226

Kriton: 29, 334, 425

R

L

Rufus C. Musonius: 18, 39,

Laios: 213

46, 229, 254, 287

Lateranus, Plautius: 17

Likurgus: 185, 441, 442, 448

S

M-N

Sarpedon, Zeus’un oğlu: 93

Satürnalya: 86, 102, 320

Masurius ve Cassius’un ka-

Simplicius: 11, 151

Sokrates: 23, 43, 45, 53, 55, 65, 70, 88, 91, 100, 102, 106, 113, 115, 117, 118, 124, 125, 129, 147, 148, 153, 164, 175, 207,213, 216,226, 233,245, 251, 256, 260, 268, 271, 285, 286, 287, 294, 296, 297, 301,308,317, 329, 333, 334, 335, 342, 343, 347, 351,362,367,371,380, 395,412,414, 421,424, 425, 466, 477, 478 Solon: 451

Stoacılar: 15, 47, 94, 105, 147, 180, 277

T

Themistokles: 466 Theopompus: 167, 168 Thermopylae'de ölen Spartalılar: 185, 288 Thersites: 199, 269, 337 Thrasea, Paetus: 18

u

Ulysses ve Herkül: 291, 310

V

X

Xanthippe: 106, 477

z

Zenon: 65, 74, 113, 151, 152, 287, 294, 309, 365, 371,414, 425

Zeus: 16, 17, 25, 35, 36, 53, 55, 57, 59, 71, 78, 79, 85, 86, 93, 135, 136, 169, 170, 180, 181,201,205,216, 221, 224, 233, 235, 243, 247, 248, 271, 273, 275, 276, 279, 281, 291, 292, 302, 303, 309, 325, 330, 344, 345, 352, 363, 367, 368, 425

Vespasianus: 22

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar