Fetret Dönemi Gizli Peygamberlerinden ... Epiktetos
EPIK
TE TOS
Düşünceler ve
Konuşmalar
Düşünceler ve
Konuşmalar / Epiktetos
2020, inkılap
Kitabevi
İngilizceden
çeviren
Özge Özköprülü
16 Ocak 1978
yılında Ankara'da doğdu. 1995 yılında TED Ankara Koleji'nden, 1999 yılında
Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. 2005
yılından beri çeviri ve lo-kalizasyon alanlarında çalışmalar yürütüyor.
Türkçeye çevirdiği elliyi aşkın kitabın yanı sıra, 2001 yılında basılan Kir adlı
bir şiir kitabı da bulunmakta.
İÇİNDEKİLER
I. CİLT
Başkalarının
Hatalarına (Kusurlarına)
Dizin ..................................................................................481
ARRİANOS’TAN
EPİKTETOS’UN SÖYLEVLERİ
Arrianos'tan
Lucius Gellius'a, mutluluklar dileğiyle.
Epiktetos’un
Söylevleri’ni1
insanın bu tür şeyleri kaleme alacağı şekilde yazmadığım gibi, onları herkese
yayan da ben değilim, çünkü onları ben yazmadım aslında. Daha ziyade,
Epiktetos'tan duyduklarımı olabildiğince onun kendi kelimeleriyle kâğıda
aktarmaya çalıştım; Epiktetos'un düşüncelerini ve özgür konuşmalarını kendime
anı olarak saklamak için. Dolayısıyla Söylevler başkalarının okuyacağı
düşüncesiyle değil, insanın herhangi bir hazırlık yapmadan karşısındakiyle
konuşacağı şekilde yazıldı. Durum böyleyken, Söylevler’in benim rızam ya da
bilgim olmadan halkın eline nasıl geçtiğini bilmiyorum. Gelgelelim, eğer yazmak
konusunda yeteneksiz olduğum düşünülürse, bunu pek de önemsemem; Epiktetos da
sözlerinin herhangi biri tarafından hor görülmesini önemsemez, çünkü bu sözleri
sarf ettiği sırada, kendisine kulak verenlerin zihinlerini en yüce meselelere
yönlendirmekten başka bir amacı yoktu. Söylevler'n gerçekten bu etkiyi
yarattığı takdirde, filozofların sözlerinden beklenen neticeyi vereceğini
düşünüyorum. Ancak, şayet öyle olmazsa, okuyanlar bilsinler ki Epiktetos bu
konuşmaları yaparken, dinleyenler kendilerini Epiktetos'un istediği şekilde
etkilenmekten alıkoyamazlardı. Ne var ki, Söylevler yazılı haliyle bu etkiyi
yaratmazsa, bu belki benim hatamdır veya belki de kaçınılmazdır.
Elveda!
I. CİLT
*
I. BÖLÜM
ELİMİZDE
OLANLAR VE OLMAYANLAR ÜZERİNE
Kendi kendini
inceleme ve dolayısıyla onaylama ya da onaylamama kapasitesine sahip tek bir
yeti bile yoktur (birazdan bahsedeceğim hariç). Dilbilgisi sanatı inceleme
gücüne ne kadar sahiptir? Yazılanlar ve konuşulanlar hakkında bir fikir
oluşturmaya yetecek kadar. Peki ya müzik? Melodi hakkında bir fikir oluşturmaya
yetecek kadar. Hiçbiri kendi kendini inceler mi? Katiyen. Bir arkadaşına yazman
gerektiğinde, dilbilgisi sana kullanman gereken kelimeleri söyler ama yazıp
yazmaman gerektiğini söylemez. Müzik ile sesler arasındaki ilişki de böyledir;
müzik sana o anda şarkı söyleyip lavta çalmalı mısın yoksa her ikisini de
yapmamalı mısın söylemez. Öyleyse bunu sana söyleyen yeti hangisidir? Hem
kendini hem de diğer her şeyi inceleyen yeti. Peki, bu yeti nedir? Mantık
yetisi; çünkü sahip olduklarımız arasında kendi kendini, ne olduğunu, nasıl bir
gücü olduğunu, bu armağanın değerıni ve diğer bütün yetileri inceleyen tek yeti
budur. Kendileri söyleyemeyeceğine göre, altın nesnelerin güzel olduğunu
söyleyen başka ne vardır? Belli ki bunu bize söyleyen, izlenimleri2
değerlendirme kapasitesine sahip olan yetidir. Müziği, dilbilgisini ve diğer
yetileri değerlendiren, faydalarını kanıtlayan ve onları kullanacağımız
durumları gösteren başka ne vardır? Hiçbir şey.
Öyleyse
tanrıların bize teslim ettiği tek armağan en iyi ve en yüce armağandır;
izlenimleri doğru kullanmak. Diğer şeyleri ise bize teslim etmemişlerdir.
İstemedikleri için mi? Ben ellerinde olsaydı diğer şeyleri de bize teslim
edeceklerini düşünüyorum ama bunu yapamazlardı. Dünyada var olduğumuza, bir
bedene ve fiziksel unsurlara bağlı olduğumuza göre, dış etkenlerin bizi
engellernemesi nasıl mümkün olabilirdi ki?
Zeus ne der?
Epiktetos, eğer elimde olsaydı, bedenini ve sahip olduklarını özgür kılar,
engellere maruz bırakmazdım. Ancak şunu bilmelisin: Bu beden sana ait değil;
ineelikle yoğrulmuş kilden ibaret. Bahsettiklerimi yapamadığım için sana bizden
küçük bir parça verdim; bir nesnenin peşinden koşma ya da ondan uzak durma
yetisini, arzulama ve sakınma yetisini, yani kısacası, izlenimleri kullanma
yetisini. Eğer bu yetiye iyi bakar ve onun tek varlığın olduğunu düşünürsen,
hiçbir engel ile karşılaşmazsın; ağlayıp sızlanmaz, hiç kimseyi suçlamaz, hiç
kimseyi göklere çıkarmazsın.
Bunlar senin
için önemsiz mi? Umarım öyle değildir. O halde, bunlardan memnun ol ve
tanrılara dua et. Gelgelelim, tek bir şeye bakmak ve ona bağlanmak
elimizdeyken, biz pek çok şeye bakmayı ve pek çok şeye bağlanmayı tercih
ederiz; bedenimize ve mal varlığımıza, kardeşlerimize ve dostlarımıza,
çocuklarımıza ve kölelerimize. Pek çok şeye bağlı olduğumuz için de bunalır ve
bu şeylerin altında eziliriz. Bu nedenle, hava koşulları denize açılmaya müsait
olmadığında oturup kendimize işkence eder ve devamlı rüzgârın hangi yönden
estiğine bakarız. Kuzeyden. Olmaz. Ne zaman batıdan esecek? Ne zaman isterse ya
da Aiolos ne zaman isterse; çünkü Tanrı rüzgârların idaresini sana değil,
Aiolos'a vermiştir.3 Öyleyse? Elimizde olan şeylerden en iyi
şekilde faydalanmalı, geri kalan şeyleri ise doğalarına uygun olarak
kullanmalıyız. Doğaları nedir peki? Tanrı ne isterse...
"Bir tek
benim kellem mi gidecek?" Ne yani, herkes kellesini kaybetseydi teselli mi
bulacaktın? Neron boynunun vurulmasını emrettiğinde Roma'da Lateranus'un4
yaptığı gibi boynunu uzatmayacak mısın? Lateranus boynunu uzatıp zayıf bir
darbe aldığında bir an boynunu geri çekmiş, sonra tekrar uzatmıştı. Kısa bir
süre önce Neron'un azat ettiği kölesi Epaphroditus5 kendisini
ziyaret edip işlediği suçun sebebini sorduğunda da "Eğer söyleyeceğim bir
şey olursa, efendine söylerim," demişti.
Öyleyse insan
böyle durumlara nasıl hazır olabilir? Şundan başka nasıl olabilir ki? Benim
olanlar ve olmayanlar; bana müsaade edilenler ve edilmeyenler. Öleceğim.
Öyleyse ağlayıp sızlanarak mı ölmem gerekiyor? Zincire vurulacağım. Öyleyse
ağlayıp sızianmam mı gerekiyor? Sürgüne gönderileceğim. Gülücüklerle, neşeyle
ve memnuniyetle gitmemi engelleyecek kimse var mı? "Bana sırrını
söyle." Söylemeyeceğim, çünkü söylememek benim elimde. “Ama seni zincire
vurdururum."6 Ne dedin? Beni zincire mi vurduracaksın?
Ayağıma zincir vurabilirsin ama irademi Zeus bile alt edemez. "Seni
zindana atarım." Biçare bedenimi demek istiyorsun yani. "Boynunu
vurdururum." Boynumu vurduramayacağını ne zaman söyledim ki? Filozoflar
işte bu meselelere kafa yormalı, her gün bu meseleler hakkında yazmalı ve
kendilerini eğitmelidirler.
Thrasea7
"Yarın sürgüne gönderileceğime, bugün öldürülmeyi tercih ederim,"
derdi. Peki, Rufus8
ona ne dedi? "Eğer daha ağır bir felaket olduğu için ölümü seçiyorsan, bu
büyük bir budalalık değil mi? Daha hafif olduğu için seçiyorsan da seçim
hakkını sana kim verdi? Sana verilenlerden memnun olmaya çalışmayacak
mısın?"
Sonrasında
Agrippinus9
ne dedi? “Ben kendime ayak bağı olmayacağım." Senato'da davasının devam
ettiği bildirildiğinde, şunları söyledi: “Umarım iyi sonuçlanır ama saat on
bir" -bu Agrippinus'un egzersiz yaptığı ve yıkandığı saatti - “gidip
egzersizimizi yapalım." Egzersizini yaptıktan sonra biri gelip mahkûm
edildiğini bildirdi. “Sürgüne mi yoksa ölüme mi?" diye sordu Agrippinus.
“Sürgüne.", “Peki ya mülklerim?", “Elinden alınmadı.", “Öyleyse
Aricia'ya10
gidelim ve yemek yiyelim," dedi Agrippinus.
İnsanın
öğrenmesi gereken işte budur; arzuyu ve sakınmayı engellerden, insanın
kaçınacağı şeylerden arındırmak. Öleceğim. Eğer şimdi öleceksem, buna hazırım.
Daha sonra öleceksem, şimdi yemeğimi yiyeceğim, çünkü şimdi yemek saati;
sonrasında ölürüm. Nasıl mı? Başkasına ait olan bir şeyi teslim edercesine.” 11
II. BÖLÜM İNSAN
HER DURUMDA KARAKTERİNİ NASIL KORUYABİLİR?
Rasyonel hayvan
için katlanılmaz olan tek şey irrasyonel olandır; rasyonel şeyler
katlanılabilirdir. Fiziksel darbeler özünde katlanılmaz değildir. Nasıl mı?
Kırbaçlanmanın mantığa uygun olduğunu öğrenerek büyüyen Spartalıların12
kırbaç darbelerine nasıl dayandığına bakın. Kendini asmak katlanılmaz değildir.
Rasyonel olduğunu düşünürsen, kendini asarsın. Kısacası, gözlemlediğimiz zaman,
insanı hiçbir şeyin irrasyonel şeyler kadar üzmediğini ve hiçbir şeyin rasyonel
şeyler kadar cezbetmediğini görürüz.
Ne var ki
rasyonel ve irrasyonel de tıpkı faydalı ve zararlı ya da iyi ve kötü gibi
kişiden kişiye değişir. Bu nedenle, rasyonel ve irrasyonel konusundaki ön
fikirlerimizi çeşitli konulara doğaya uygun olarak uyarlamak için disipline
ihtiyacımız vardır. Rasyonel ve irrasyonel şeyleri belirlerken sadece dış
etkenleri değil, kişiye uygun olanları da göz önünde bulundururuz. Birisi için
bir başkasının oturağını tutmak mantığa uygundur, çünkü tutmadığı takdirde
kırbaçlanacak ve yemeğinden mahrum kalacaktır, tuttuğu takdirde ise hiçbir
zorlukla karşılaşmayacaktır. Bir başkası için ise sadece oturağı tutmak değil,
başkalarının bu görevi yerine getirmesi de katlanılmazdır. Bana oturağı tutmalı
mıyım yoksa tutmamalı mıyım diye sorarsan, yemeğini hak etmek açlıktan ölmekten
iyidir ve kırbaçlanmak kırbaç-lanmamaktan daha onur kırıcıdır derim.
Dolayısıyla, çıkarlarını bu kriterlere göre ölçüyorsan, oturağı tut. “Ama bu
bana yakışmaz," diyorsun. O zaman meseleye bu etkeni de katması gereken
sensin, çünkü kendini tanıyan sensin; kendi değerini ve kendini ne kadara
satacağını bilen sensin, ne de olsa insanlar kendilerini farklı fiyatlara
satarlar.
Florus,
Neron’un13 14 gösterilerine gidip gitmemesi,
hatta gösterilerde yer alıp almaması gerektiğini tartarken, Agrippinus ona
gitmesini söyledi. Florus, Agrippinus’a “Sen niye gitmiyorsun?" diye
sorduğunda, Agrippinus, “Çünkü bu benim aklımdan bile geçmedi," diye
yanıtladı. İnsan bu tür meselelere kafa yormaya ve dış etkenlerin değerini
hesaplamaya başladığında, karakterini unutmaya çok yaklaşır. Bana neden ölüm mü
yoksa hayat mı daha iyidir diye soruyorsun? Hayat derim. Acı mı yoksa haz mı?
Haz derim. “Ama eğer gösteride yer almazsam, kellemi uçururlar." Öyleyse
git ve yer al ama ben almayacağım. Neden mi? Çünkü sen kendini tuniğe bürünmüş
olanların tek bir ipliği gibi görüyorsun. Öyleyse, herkes gibi olmaya çalışmak
sana uygun, ne de olsa ipliğin de diğer ipliklerden daha üstün olmak gibi bir
amacı yoktur. Ancak ben mori4 kısım olmak
istiyorum, tuniği zarif ve güzel gösteren o küçük ve parlak kısım. Öyleyse bana
neden herkes gibi olmamı söylüyorsun? Eğer öyle olursam, nasıl mor kısım
olabilirim ki?
Helvidius
Priscus15
da bunu bilir ve buna uygun davranırdı. Vespasianus ona senatoya girmemesini
emrettiğinde, "Senatonun üyesi olmama izin vermemek senin elinde ama
olduğum sürece içeri girmek zorundayım," diye cevap verdi. “Gir
öyleyse," dedi imparator, “ama hiçbir şey söyleme." “Fikrimi
sormazsan, sessiz kalırım." “Ama fikrini sormak zorundayım." “Ben de
doğru gördüklerimi söylemek zorundayım." “Söylersen, seni ölüme mahkûm
ederim." “Ne zaman ölümsüz olduğumu söyledim ki? Sen kendi üzerine düşeni
yap, ben de benimkini: Sana düşen öldürmek, bana düşen ise korkmadan ölmek.
Sana düşen beni sürgüne göndermek, bana düşen ise kederlenmeden yola koyulmak.
"
Tek bir kişi
olan Priscus'un ne faydası olmuştur öyleyse? Mor kısmın togaya ne faydası
olmuştur? Göze çarpmış ve iyi bir örnek teşkil etmiştir, daha ne olsun ki? Oysa
aynı durumda başka biri olsa, senatoya girmesini yasaklayan imparatora canını
bağışladığı için teşekkür ederdi. Gerçi Vespasianus öyle birinin senatoya
girmesini yasaklamazdı zaten, çünkü onun ya saksı gibi oturacağım ya da
imparatorun istediklerini söyleyeceğini, hatta daha fazlasını da ekleyeceğini
bilirdi.
Üreme organı
alınmadığı takdirde ölme tehlikesiyle karşı karşıya olan bir sporcu da aynı
tavrı sergiledi. Filozof olan kardeşi ona “Ne yapacaksın? Organını aldırıp spor
hayatına geri mi döneceksin?" diye sordu. Ne var ki sporcu kararında
diretti ve öldü. Birisi Epiktetos'a “Bunu nasıl yaptı? Bir sporcu olarak mı
yoksa bir filozof olarak mı?" diye sorduğunda, “Bir insan olarak,"
diye cevapladı Epiktetos. "Olimpiyat Oyunları'nda mücadele etmiş ve
sporcular arasında adını duyurmuş bir insan olarak; Baton'un okuluna öylesine
girip çıkanlardan değildi."16 17 Başka biri ise yaşayabileceğini bilse,
kafasının kesilmesine bile itiraz etmezdi. İnsanın karakterini göz önünde
bulundurmak işte bu yüzden çok önemlidir.
“Haydi, bakalım
Epiktetos, sakalım kes."i? Eğer ben bir
filozofsam, sakalımı kesmeyeceğim. “O zaman boynunu vurdururum." Bunun
sana bir faydası olacaksa, vurdur.
Birisi bu
durumda insanların kendi karakterlerine uygun olanları nasıl anlayacaklarını
sordu. Epiktetos şöyle cevapladı: Bir boğa, aslanın saldırısına uğradığında,
kendi gücünü nasıl keşfeder ve bütün sürüyü korumak için öne çıkar? Eğer kişi o
güçlere sahipse bunu sezer; dolayısıyla aramızda o güçlere sahip olanlar bunu
bilirler. Boğa birdenbire boğa olmaz; cesur bir insan da öyle. Yaz seferi için
kıştan hazırlanmalı ve kendimizi henüz hazır olmadığımız durumlara sokmakta
acele etmemeliyi.
İradeni ne
kadara satacağını iyi düşün ve hiç değilse küçük bir meblağ karşılığında satma.
Belki de yücelik ve üstünlük Sokrates gibilere aittir. Peki, yücelik bizim
doğamızda varsa, neden çoğumuz Sokrates gibi değiliz? Bütün adar hızlı koşar mı
? Bütün köpekler iz sürmekte iyi midir? Eğer sıradan biriysem, hiç çaba sarf
etmeyecek miyim? Epiktetos Sokrates'ten daha iyi değildir ama ondan daha kötü
de değilse, bu benim için yeterlidir. Asla bir Miloi8
olmayacağım ama bedenimi ihmal etmiyorum. Kroisos da olmayacağım ama servetimi
ihmal etmiyorum. Kısacası, en üst mertebeye ulaşamama endişesiyle hiçbir şeyi
ihmal edemeyiz.
m. BÖLÜM
TANRI’NIN BÜTÜN
İNSANLARIN YARATICISI OLDUĞU İLKESİNDEN NASIL SONUÇLAR ÇIKARILMALIDIR?
Eğer insan
hepimizin Tanrı'dan” geldiği ve Tanrı'nın hem bizi hem de tanrıları yarattığı
ilkesini kabul ederse, kendisi hakkında kötü ve alçak düşüncelere kapılamaz
bana göre. Eğer imparator seni evlat edinseydi, kibrinden geçilmezdi; bu
durumda Zeus'un oğlu olduğunu bilmenin seni daha fazla gururlandırması gerekmez
mi? Ancak, öyle olmaz işte. İnsanın yaradılışında hayvanlarla ortak olan beden
ve tanrılarla ortak olan akıl ile mantık iç içe geçtiği için, çoğu kişi bu
sefil ve fani bağlantıya yönelirken, az sayıdaki kişi ilahi ve mutlu olan diğer
bağlantıya yönelir. Herkes her şeye doğal olarak kendi inançları doğrultusunda
yaklaştığı için, sadakat, alçakgönüllülük ve izlenimleri doğru kullanmak adına
doğduğunu düşünenler kendileri hakkında kötü ve alçak düşüncelere kapılmazlar
ama çoğu kişi için bunun aksi geçerlidir. Çünkü onlar "Ben kimim ki?"
diye sorarlar. "Zavallı, sefil bir et parçası." Sefil, evet ama bir
et parçasından ibaret değilsin. Öyleyse neden buna takılıp daha iyi özelliklerini
görmezden geliyorsun?
19 Epiktetos
Tann'dan ve İlanlardan bahseder. Halk arasında yaygın olduğu üzere, Tann'dan
Zeus ismiyle bahseder. Halk çok sayıda İ^anya inanıyordu ama belki de Epiktetos
'un Transı tekti. Homeros, Zeus için “İnsaniann ve tannlann yaratıc ısı"
der. Vergilius da Jüpiter için “Tannlann yaratıcısı ve insanlann kralı"
diye bahseder.
Bedenle olan bu
bağlantıya yönelenlerin bazıları kurda dönüşür; güvenilmez, hain ve sinsi olur.
Bazıları ise aslana dönüşür; vahşi, acımasız ve yabani olur. Ancak büyük bir
çoğunluğu tilkiye veya daha da beter bir hayvana dönüşür. Kötü niyetli ve
iftiracı bir insan tilki veya daha beter bir hayvan değil de nedir? Dikkat et
de bu sefil şeylerden birine dönüşme.
IV. BÖLÜM
İLERLEME YA DA GELİŞİM ÜZERİNE
Filozoflardan
arzunun iyi şeyleri arzulamak ve sakınmanın kötü şeylerden sakınmak anlamına
geldiğini, ayrıca insanın mutluluğa ve huzura ancak arzusunu bularak ve
kaçındıklarının pençesine düşmeyecek kavuşabileceğini öğrenip ilerleme kaydeden
kişi arzularını erteler ve sadece iradesine bağlı konularda sakınma yetisinden
faydalanır. Çünkü iradesinden bağımsız bir şeyden kaçınmaya çalışırsa,
kaçındığı şeyin pençesine düşebileceğini ve mutsuz olacağını bilir. Erdem bize
mutluluk ve huzur vaat ediyorsa, erdem doğrultusunda ilerlemek hiç kuşkusuz bu
şeyler doğrultusunda da ilerlemektir. Çünkü herhangi bir şeyi mükemmelleştirmek
bizi hangi noktaya götürüyorsa, ilerleme bu noktaya doğru yapılan bir
atılımdır.
Erdemin
söylediğim gibi olduğunu kabul etmemize rağmen neden hâlâ başka alanlarda
ilerleme kaydetmeye çalışıyor ve bunu sergiliyoruz? Erdem ne getirir? Huzur.
Öyleyse ilerleme kaydeden kimdir? Hrisippos’un18 çok sayıda
kitabını okuyan kişi mi? Erdem, Hrisippos'u anlamayı mı içerir? Eğer öyleyse,
ilerleme Hrisippos'u çok iyi bilmekten başka bir şey değildir. Ne var ki
erdemin bir şey ürettiğini kabul ederken, ona yaklaşmanın başka bir şey, yani
ilerleme ya da gelişim olduğunu belirttik. "Bu kişi Hrisippos'u kendi
kendine okuyabiliyor zaten," dedi biri. "Gerçekten de büyük bir
ilerleme kaydediyorsunuz bayım. Ne ilerleme ama!" Onunla neden dalga
geçiyorsun? Onu neden kendi hatalarının farkına varmaktan uzaklaştırıyorsun?
İlerlemeyi nerede arayacağını öğrenmesi için ona erdemin etkisini anlatmayacak
mısın? İlerlemeyi çalışmalarında ara. Çalışmaların nerede? Arzuladıklarında ve
sakındıklarında... Amacın, arzularının seni hayal kırıklığına uğratmaması ve
kaçındıklarının pençesine düşmernek olsun. İsteklerinde ve kaçındıklarında hata
yapmamaya, kabul ettiklerin konusunda kandırılmamaya çalış. İlk ve en önemli
şeyler bu adlandırdıklarımdır. Ancak, şayet titreyerek ve inleyerek
kaçındıklarının pençesine düşmemeye çalışıyorsan, nasıl bir ilerleme
kaydettiğini söyle bana.
Bana bu
dediklerimdeki ilerlemelerini gösterebilir misin? Bir sporcuyla konuşuyor
olsaydım, "Bana omuzlarını göster," derdim. Eğer bana "İşte
ağırlıklarım," deseydi, "Boş ver ağırlıklarını," diye karşılık
verirdim. "Ben ağırlıklarının yarattığı etkiyi görmek istiyorum."
Dolayısıyla biri bana, "Bak, aktif güçler incelemesini ne kadar iyi
araştırdım," dediğinde, "Benim merak ettiğim bu değil ki,"
derim. "Ben peşinden koşma ve kaçınma, arzulama ve sakınma yetilerini
nasıl kullandığım, kendini nasıl tasarladığını, anlamlandırdığını ve
hazırladığını merak ediyorum. Doğaya uygun olarak mı, değil mi? Eğer doğaya
uygunsa, bana bir kanıt göster de ilerleme kaydettiğini söyleyeyim ama değilse
çek git. Ayrıca kitapları yorumlamak-tansa, kendin kitap yaz. Ama bundan ne
kazanacaksın ki? Bir kitabın sadece beş denarii ettiğini bilmiyor musun? Yorumu
daha fazla mı edecek? Öyleyse hiçbir zaman meseleyi bir yerde arayıp da
ilerlemeyi başka bir yerde arama."
İlerleme
nerededir öyleyse? Eğer aranızda dış etkenlerden uzaklaşıp kendi iradesine
dönen, iradesini doğaya uygun olarak yüce, özgür, serbest, engelsiz, hakikatli
ve alçakgönüllü kılmak için çaba sarf eden ve geliştiren; elinde olmayan
şeyleri arzulayan ya da onlardan kaçınan kişilerin ne hakikatlİ ne de özgür
olabileceğini, fırtınaya yakalanmışçasına oradan oraya savrulacağını ve kendini
mecburen arzuladığı ya da kaçındığı şeyleri temin etme ya da önleme gücüne
sahip kişilere tabi bırakacağını öğrenmiş olan; son olarak da sabahları
kalktığında bu kurallara riayet eden, alçakgönüllü bir insan gibi yıkanıp
yemeğini yiyen, karşılaştığı her meselede prensiplerini uygulamaya koyan -
tıpkı koşucunun koşarken ya da şarkıcının sesini kullanırken yaptığı gibi - biri
varsa, gerçekten ilerleme kaydeden ve boşuna seyahat etmemiş olan kişi odur
işte. Ne var ki, çabaları kitap okumakla sınırlı kalan ve sadece bunun için
seyahat etmiş olan kişilere tavsiyem hemen evlerine dönmeleri ve oradaki
meselelerini ihmal etmemeleridir, çünkü bu kişiler boşuna seyahat etmişlerdir.
Kişi hayatını ağlanıp sızlanmalardan, "Vah başıma gelenler" ve
"Yazık bana" gibi yakınmalardan ve hayal kırıklıklarından arındırmak
için çalışmalı, ölümün, sürgünün, zindanın ve zehrin ne olduğunu öğrenmelidir
ki zincire vurulduğunda, "Ben zavallı, yaşlı bir adamım. Saçlarımı bunun
için mi ağarttım?" demek yerine, "Sevgili Kriton,19 eğer
tanrıların dileği buysa, öyle olsun," diyebilsin. Kim ilk örnekteki gibi
konuşur? Adı sanı bilinmeyen birini söyleyeceğimi mi zannediyorsunuz? Priam
öyle konuşmaz mı? Oedipus öyle konuşmaz mı? Bütün krallar öyle konuşur! Çünkü
trajedi dış etkenlere değer veren kişilerin ıstıraplarının dizelerde
yansıtılması değil de nedir? Ancak, eğer insan iradeden bağımsız olan dış
etkenlerin bizi ilgilendirmediğini kurmaca eserlerden öğrenecekse, bu kurmaca
eserler şahsen benim hoşuma gider, çünkü onların yardımıyla mutlu ve huzurlu
yaşayabilirim. Gelgelelim, siz ne istediğinize kendiniz karar vermelisiniz.
Hrisippos bize
ne öğretir? Mutluluk ve huzur doğuran şeylerin sahte olmadığını... Kitaplarımı
okuyun ve beni ıstıraplardan arındıran şeylerin ne denli gerçek ve doğayla
uyumlu olduğunu öğrenin. Yüce talih! Büyük bir hayırsever bize yol gösteriyor!
İnsanlar bize toprağı işlerneyi öğreten Triptolemus için tapınaklar ve sunaklar
inşa etmişlerdir, peki ya gerçeği -bize sadece yaşamayı değil, iyi yaşamayı
öğreten gerçeği - bulup gün ışığına çıkaran ve herkese anlatan kişi için?
Aranızdan hanginiz bu nedenle bir sunak, bir tapınak, bir heykel inşa etmiş ya
da Tanrı'ya tapmıştır? Tannlara bize şarap ve buğday verdikleri için kurban
adıyoruz; peki ya mutluluğun sırrını göstermek için zihnimizde oluşturdukları
meyve için? Bunun için tannlara şükretmeyecek miyiz?
V. BÖLÜM
^AKADEMİSYENLERE KARŞI
Eğer bir insan
gün gibi ortada olan gerçeklere karşı çıkıyorsa, o insanın fikrini değiştirecek
argümanlar bulmamız kolay değildir. Bu ne o insanın gücünden ne de öğretmeninin
zayıflığından kaynaklanır. Çünkü insan söylediklerinin çürü-tülmesine karşın taş
gibi katı kalıyorsa, onu argümanlarla nasıl ikna edebiliriz ki?
İnsan apaçık
ortada olan bir şeyi kabul etmemekte direttiğinde ama tartışmaktan da geri
durmadığında iki tür katılaşma söz konusudur; zihnin katılaşması ve utanç
duygusunun katılaşması. Çoğumuz bedenin ölümünden korkarız ve bundan kaçınmak
için her türlü yola başvururuz ama ruhun ölümünü umursamayız. Ruh söz konusu
olduğunda, eğer karşımızda hiçbir şey anlamayan bir insan varsa, ona acırız ama
eğer karşımızda utanç duygusu ve alçakgönüllülüğü körelmiş bir insan varsa,
bunu güç olarak adlandırdığımız bile olur.
"Uyanık
olduğunun farkında mısın?" “Değilim," diye yanıtlar adam. “Uyurken
uyanık olduğumu zannettiğimde bile farkı anlamıyorum." “Bu izlenim
diğerinden farklı değil mi peki?" “Hayır," diye yanıtlar adam. Yine
de bu adamla tartışmaya devam etmeli miyim? Nasıl bir ateş, nasıl bir demir,
körelmiş olduğunu hissetmesini sağlar? Algılıyor ama algıla-mıyormuş gibi
yapıyor. Ölüden bile beter. Çelişkiyi görmüyor, yani kötü durumda. Bir başkası
ise çelişkiyi görüyor ama etkilenmiyor ve hiçbir ilerleme kaydetmiyor; yani
daha da kötü durumda. Alçakgönüllülüğü ve utanç duygusu yok olmuş; mantık
yetisi tamamen sökülüp alınmamış ama tahribata uğramış. Bunu zihnin gücü olarak
mı adlandırmalıyım? Halk içinde aklına geleni söyleyenler ve yapanlar için de
aynısını söylemeyeceksek, kesinlikle hayır.
VI. BÖLÜM İLAHİ
TAKDİR ÜZERİNE
Eğer insan
etrafındakileri bir bütün olarak görme yetisine ve değerbilir bir yaradılışa
sahipse, dünyada olan her şey için ilahi takdiri övmesi kolaydır. Eğer bu iki
niteliğe sahip değilse, var olan şeylerin faydasını göremeyecek, görse bile
değerini bilemeyecektir. Eğer Tanrı renkleri yaratsaydı ama onları görme
yetisini yaratmasaydı, renkler ne işe yarardı? Hiçbir işe yaramazdı. Eğer Tanrı
görme yetisini yaratsaydı ama bu yetiyi kullanacağımız nesneleri yaratmasaydı,
görme yetisi ne işe yarardı? Hiçbir işe yaramazdı. Peki ya ikisini de
yaratsaydı ama ışığı yaratmasaydı? O zaman da hiçbir işe yaramazlardı. Öyleyse,
her şeyin birbiriyle uyumunu sağlayan kimdir? Bıçağı kılıfa, kılıfı bıçağa
uyduran kimdir? Hiç kimse mi? Tamamlanmış nesnelerin yapısına baktığımızda,
onların bir zanaatçının elinden çıktığını ve amaçsızca yapılmadığını anlarız.
Bu nesneler zanaatçıyı gösterirken, görme yetisi, görebildiğimiz nesneler ve
ışık Tanrı'yı göstermez mi? Erkek ve kadının varlığı, birleşme arzuları ve
bunun için gerekenlere sahip olmaları yaratanın varlığını göstermez mi? Bu da
yeterli değilse, zihnin yapısını düşünelim; anlamlı nesneler ile
karşılaştığımızda, sadece izienimler edinmekle kalmıyor, onlardan bir şeyler
seçiyor, bir şeyler ekleyip çıkarıyor ve onları zihnimizde birleştirerek onlara
benzer başka şeylere ulaşıyoruz; bu bile bazılarını etkilemek ve yaratanı
unutmamaya ikna etmek için yeterli değil mi? Değilse, bunları kimin yaptığını
ve muhteşem şeylerin nasıl olup da şans eseri meydana geldiğini bırakalım da onlar
bize açıklasın.
Peki, bu
yetiler sadece insana mı aittir? Çoğu gerçekten de insana aittir; insanın
rasyonel bir hayvan olarak ihtiyaç duyduğu yetilerdir ama irrasyonel
hayvanlarla da ortak pek çok yetimiz bulunmaktadır. Peki, onlar olup bitenleri
anlarlar mı? Hayır. Çünkü kullanmak başka bir şeydir, anlamak başka bir şey.
Tanrı irrasyonel hayvanları izlenimleri kullanmaları için, bizi ise izlenimleri
anlamamız için yarattı. Dolayısıyla onlar için yemek, içmek, uyumak, çiftleşmek
ve buna benzer şeyler yapmak yeterlidir. Ne var ki Tanrı'nın düşünme yetisini
de verdiği bizler için bunlar yeterli değildir; çünkü biz gerektiği gibi
davranmazsak, doğaya ve her şeyin yaradılışına uygun hareket etmezsek, gerçek
amacımıza asla ulaşamayız. Canlıların yaradılışı farklı olduğu gibi, davranışları
ve amaçları da farklıdır. Yaradılışları sadece kullanmaya uygun olan hayvanlar
için kullanmak ye-terlidir ama anlama gücüne de sahip olan insan, bu gücü
kullanmadığı takdirde asla gerçek amacına ulaşamayacaktır. Tanrı bazı
hayvanları yememiz için, bazılarını tarımda kullanmamız için, bazılarını süt
vermesi için ve bazılarını da yine buna benzer şeyler için yaratmıştır;
hayvanların bu görevleri yerine getirmek için izlenimleri anlamalarına ve ayırt
etmelerine gerek var mıdır? Gelgelelim, Tanrı insanı Tanrı'nın ve eserlerinin
seyircisi olması için, hatta sadece seyircisi değil, yorumcusu da olması için
yaratmıştır. Dolayısıyla, insanın irrasyonel hayvanlarla aynı yerde başlayıp
son bulması utanç vericidir; insan onlarla aynı yerde başlamalı ve doğanın
bizde son bulduğu yerde, yani tefekkürde, kavrayışta ve doğaya uygun bir
hayatta son bulmalıdır. Öyleyse dikkat et de bunlara seyirci olmadan ölme.
Fidias'ın
eserini20
görmek için Olympia'ya gidiyor ve böyle şeyleri görmeden ölmenin talihsizlik
olduğunu düşünüyorsunuz. Oysa seyahat etmenize gerek yok, çünkü Tanrı'nın
eserleri her yerde karşınızda; bu eserleri görmek ve anlamak istemiyor musunuz?
Ne olduğunuzun, ne için doğduğunuzun, görme yetisine neden sahip olduğunuzun
farkına varmayacak mısınız? Hayatta zor ve nahoş şeyler olduğunu
söyleyebilirsiniz. Olympia'da yok mu? Sıcaktan kavrulmuyor musunuz?
Kalabalıktan bunalmıyor musunuz? Yıkanmak sorun olmuyor mu? Yağmur yağdığında
ıslanmıyor musunuz? Çok fazla gürültü yok mu? Muhteşem manzaranın uğruna bütün
bunlara katlanıyorsunuz sanırım. Size bütün olup bitenlere katlanmanızı
sağlayacak yetiler bahşedilmedi mi zaten? Yüce bir ruh bahşedilmedi mi? Cesaret
bahşedilmedi mi? Dayanıklılık bahşedilmedi mi? Yüce bir ruha sahipken,
olabileceklerden neden endişe edeyim? Zihnimi dağıtacak, beni rahatsız edecek
ya da bana acı verecek ne olabilir? Gücümü bana bahşedilmesindeki amaç
doğrultusunda kullanmamalı, olup bitenler konusunda ağlayıp sızlanmalı mıyım?
"Tamam ama
burnum akıyor." Ellerin ne güne duruyor öyleyse? Burnunu silemez misin?
"Burnumuzun akması mantığa uygun mu peki?" Kusur bulmaktansa, burnunu
silmek çok daha kolay değil mi? Herkül'ün yendiği ve defettiği aslan, çok başlı
yılan, geyik, yaban domuzu ve barbarlar olmasaydı, Herkül'e ne olurdu sence?
Bunlar olmasaydı, Herkül ne yapıyor olurdu? Yorganının altına kıvrılıp
uyuyacağı aşikar, değil mi? O durumda, hayatını konfor ve rahat içinde
geçirdiği için Herkül olamazdı bir kere ama olsaydı bile ne işe yarardı? Eğer
koşullar onu harekete geçirmeseyd'i ve sınamasaydı, kolları, bedeninin gücü,
dayanıklılığı ve asil ruhu ne işe yarardı? Öyleyse, insan kendini sınamak için
bir yerlerden aslan, yaban domuzu ve çok başlı yılan mı bulup getirmeli? Bu
büyük bir budalalık ve delilik olurdu ama o anda orada bulundukları için,
Herkül'ün kim olduğunu göstermekte ve onu sınamakta faydalı oldular. Öyleyse,
siz de bunları gözlemledikten sonra sahip olduğunuz yetilere bakın ve şunları
söyleyin: "Ey Zeus, dilediğin zorluğu çıkar karşıma, çünkü bana
bahşettiğin olanaklar ve güçler sayesinde, olacakların karşısında kendimi
kanıtlayabilirim." Gelgelelim, bunları söylemezsiniz; kıpırdamadan oturup
olabileceklerin korkusuyla tir tir titrer ve olanlar için ağlayıp sızlanırsınız.
Sonra da tanrıları suçlarsınız. Ruhun bu alçaklığı inançsızlıktan başka ne
sonuç doğurabilir ki? Oysa Tanrı bize hiçbir şey karşısında yılmadan ve
yıkılmadan ayakta durmamızı sağlayacak yetileri vermekle kalmamış, iyi bir kral
ve gerçek bir baba gibi bu yetileri engellerden arındırarak tamamen bizim
ellerimize teslim etmiştir. Siz ise karşılıksız bahşedilen ve tamamen kendinize
ait olan bu güçleri kullanmazsınız. Hatta size neler bahşedildiğini ve kimin
tarafından bahşedildiğini bile görmezsiniz. Bazılarınız bahşedene karşı
körleşmiştir ve onun varlığını bile tanımaz, bazılarınız ise ruhunun
alçaklığından ötürü kendini kusur bulmaya ve Tanrı'yı suçlamaya adar. Ben
sizlere yüce bir ruh ve cesaret için gereken güçlere ve olanaklara sahip
olduğunuzu göstereceğim ama siz de bana kusur bulmak ve suçlamalarda bulunmak
için hangi gerekçelere sahip olduğunuzu gösterin.
VD. BÖLÜM
SOFİSTİKE VE KURAMMSAL ARGÜMANLARIN KULLANIMI ÜZERİNE
Pek çok kişi bu
gerçeği bilmese de sofistike ve kuramsal argümanların ve sonuçlarını
sorgulamalardan çıkaran aegü-manların kullanımı hayattaki görevlecimizle
ilintilidir. Çünkü her meselede iyi ve bilge kişinin doğru yolu ve meseleyi ele
almanın doğru yöntemini nasıl bulduğunu sorarız. Öyleyse, bırakalım insanlar
önemli kişilerin soru ve cevap tartışmalanna tenezzül etmeyeceğini ya da etse
bile soru ve cevap sırasında düşüncesizce ve umursamazca davranmayı
önemsemeyeceğini söylesinler. Ancak, şayet bunları söyleyemiyorlarsa, soru ve
cevap yönteminin kullanıldığı konuların araştırılması gerektiğini itiraf
etmeleri gerekir. Akıl yürütmenin amacı nedir? Doğru savlar oluşturmak,
yanlışları ayıklamak ve kesin olmayanlara onay vermekten geri durmak. Peki,
sadece bunu öğrenmek yeterli midir? Biri çıkıp yeterli olduğunu söyleyebilir.
Peki, öyleyse, para konusunda hata yapmak istemiyorsan, sadece gerçek paraları
kabul etmen, sahte paraları kabul etmemen gerektiği prensibinden haberdar olman
yeterli midir? Değildir. Bu prensibe ne eklenmesi gerekir? Gerçek ve sahte
parayı sınama ve ayırt etme yetisi. Dolayısıyla akıl yürütmede de söylenenler
yeterli değildir; insanın doğruyu, yanlışı ve kesin olmayanları sınama ve ayırt
etme yetisine sahip olması gerekir. Akıl yürütmede başka ne öne sürülür? Doğru
olduğunu onayladığın şeyin sonucunu kabul etmen gerektiği ... Peki, bunu bilmek
yeterli midir? Yeterli değildir; insan bir şeyin bazen tek bir öncülün bazen
ise birkaç öncülün toplamının sonucu olduğunu öğrenmelidir. Öyleyse, akıl
yürütmede usta olmak isteyen kişinin öne sürdüğü şeyleri kanıtlama gücüne ve
başkalarının sunduğu kanıtları anlama gücüne sahip olması gerekir ki
kandırılmasın. Bundan dolayı kesin argümanlar21 ve figürler
çalışmaları doğmuş ve gerekliliğini de ortaya koymuştur.
Ancak, bazı
durumlarda öncülleri ya da varsayımları onaylamış olmamıza rağmen, doğru
olmayan sonuçlar ortaya çıkar. Bu durumda ne yapmalıyım? Yanlış sonucu kabul mü
etmeliyim? Bu nasıl mümkün olabilir ki? Üzerinde uzlaştıklarımızı onaylarken
hata yaptığımı mı söylemeliyim? Bu doğru olmaz. Öyleyse, bu sonucun öncüllerden
çıkmadığını mı söylemeliyim? Bu da doğru olmaz. Bu durumda ne yapılmalı
öyleyse? Nasıl ki borç almış olmak insanı borçlu olarak adlandırmaya yetmezse
ve buna hâlâ borçlu olduğu - borcun ödenmediği - gerçeği de eklenmesi
gerekirse, bir çıkarımı kabul etmemiz gerektiğini belirlemek için de öncülleri
onaylamış olmamız yeterli değildir; onayladıklarımıza bağlı kalmamız
gerekmektedir. Eğer öncüller hâlâ onayladığımız zamanki gibiyse, onayladıklarımıza
bağlı kalmamız ve sonuçlarını kabul etmemiz şarttır ama öncüller artık
onayladığımız zamanki gibi değilse, onayımızı geri almamız ve sonucu kabul
etmememiz de şarttır. Çünkü öncüllere verdiğimiz onayı geri aldığımız için,
çıkarım artık bizim çıkarımımız değildir ve bizim rızamızla ortaya çıkmamıştır.
Öyleyse, bu tür öncülleri ve değişimlerini, özellikle de sorgulama, cevaplama
ya da sonuçlar çıkarma sırasında değişime uğrayarak sonuçlar konusunda
eğitimsiz kişilerin kafalarını karıştıranları incelemeliyiz. Neden
incelemeliyiz? Bu konuda hataya düşme-rnek ve kafa karışıklığına meydan
vermemek için.
Kurarnlar ve
kuramsal argümanlar için de aynısı geçerlidir. Bazen ardından gelen argümana
temel oluşturması için bir kuramın kabul edilmesi gerekir. Peki, öne sürülen
bütün kurarnları kabul etmeli miyiz yoksa etmemeli miyiz? Hepsini kabul
etmeyeceksek, hangilerini kabul etmeliyiz? Eğer insan bir kuramı kabul ettiyse,
her durumda kabul etmeye devam mı etmelidir? Yoksa bazen geri çekilmeli ve
sonuçları kabul ederken, çelişkileri kabul etmemeli midir? Evet; ama birinin
çıkıp şöyle dediğini düşünün: "Eğer bir kuramın olası olduğunu kabul
edersen, seni olasılık-sızlığa sürükleyeceğim." Aklı başında biri böyle
bir insanla tartışmaya girmekten kaçınmalı mıdır? Gelgelelim, aklı başında bir
insandan daha iyi tartışan, sormakta ve cevaplamakta daha yetenekli olan, sahte
akıl yürütmelere kanmamakta daha başarılı olan biri var mıdır? Peki, eğer
tartışmaya girerse, düşüncesizce ve umursamazca tartışmayı önemsememeli midir?
Şayet önemsemezse, bu kişi nasıl düşündüğümüz gibi biri olabilir? Belirli bir
eğitimi ve hazırlığı olmadan kesintisiz ve tutarlı bir argümanı devam
ettirebilir mi? Eğer bunu yapabildiğini gösterirse, bütün spekülasyonlarımız
gereksiz ve absürt olur; iyi ve ciddi bir insana ilişkin inançlarımızla
tutarsız hale gelir.
Neden hâlâ
tembel, kayıtsız ve ağırkanlıyız? Neden hâlâ mantık gücümüzü geliştirmeye
çalışmamak için bahaneler arıyoruz? "Bu meselelerde hata yaptıysam, babamı
öldürmüş değilim ya." Ey ahmak, baban bu meselenin neresinde vardı da
öldürmedin? Ne yaptın peki? Yapılabilecek tek hatayı yaptın. Rufus22
beni belirli bir uslamlamadaki gözden kaçmış tek noktayı bulamamakla
suçladığında, ben de ona aynısını söylemiştim: "Jüpiter Tapınağı'nı yakmış
değilim ya." O da beni şöyle yanıtlamıştı: “Ey ahmak, burada gözden
kaçırılan nokta Jüpiter Tapınağı mıydı?" Babanı öldürmekten ve Jüpiter
Tapınağı'nı yakmaktan başka suç yok mudur? İnsanın kendisine sunulan
izlenimleri düşüncesizce, ahmakça ve umursamazca kullanması yanlış değil midir?
Argümanı, kanıtı, yanıltmacayı, yani kısacası soru ve cevap sırasında onayladıklarıyla
tutarlı olanları ve olmayanları anlamaması yanlış değil midir?
VTI. BÖLÜM
'YETİLERİN23
BİLGİSİZ İNSANLAR İÇİN GÜVENLİ OLMAMASINA DAİR
Birbiriyle eşit
olan önermeleri istediğimiz kadar değiştirebileceğimiz gibi, argümanların
biçimini ve argümanlardaki örtük kıyasları da istediğimiz kadar
değiştirebiliriz. Örnek vermek gerekirse: Eğer borç aldıysan ve geri
ödemediysen borçlusun-dur. Eğer borç almadıysan ve geri ödemediysen borçlu
değil-sindir. Bunu filozoflardan daha büyük bir ustalıkla yapabilecek hiç kimse
yoktur, çünkü örtük kıyas eksik bir uslamlamaysa, eksiksiz uslamlama konusunda
eğitimli olan bir kişinin, eksik uslamlama konusunda da yetkin olacağı açıktır.
Öyleyse, neden
kendimizi ve birbirimizi bu konuda eğitmiyoruz? Çünkü şu anda bu konuda eğitimli
olmamamıza ve ahlak çalışmalarımız konusunda dikkatimiz dağılmamasına rağmen
erdem doğrultusunda bir ilerleme kaydedemiyoruz. Öyleyse, üstüne bir de bu
uğraşı eklersek ne olur? Bu uğraş bizi daha gerekli meselelerden
uzaklaştıracağı gibi, kibre ve kendini beğenmişliğe de yol açar. Tartışma gücü
ve ikna kabiliyeti muhteşemdir, özellikle belirli bir eğitim ve dil ustalığı da
içeriyorsa. Ne var ki eğitimsiz ve zayıf kişiler tarafından edinilen yetiler
her zaman o kişilerin kibre kapılması tehlikesini de beraberinde getirir. Çünkü
bu konularda çok başarılı olan bir genci bunların bir uzantısı haline
gelmemeye, bunları kendisinin bir uzantısı haline getirmeye nasıl ikna
edebiliriz ki? Bu uyarıları dikkate almayıp gösteriş yapmaz ve kendisine ihmal
ettiklerini hatırlatanlara kulak tıkamaz mı?
"Platon
filozof değil miydi öyleyse?”24 25 Buna
cevabım şudur: Hipokrat hekim değil miydi? “Ama Hipokrat kendini çok iyi ifade
eder.” Hipokrat hekim olduğu için mi kendini çok iyi ifade eder? Neden şans
eseri aynı kişide buluşmuş olan yetenekleri birbirine karıştırıyorsun? Platon
yakışıklı ve güçlü olsaydı, felsefe için bunlar gerekliymiş gibi ben de
yakışıklı ve güçlü olmaya mı çalışacaktım? İnsanı filozof kılan özellikler ile
insanın diğer özellikleri arasındaki farkı görmüyor musun? Eğer ben filozofsam,
senin de mi topal olman gerekiyor?2? Peki, ben
diğer yetileri hafife mi alıyorum? Asla; görme yetisini nasıl hafife
almıyorsam, diğerlerini de almıyorum. Ne var ki eğer bana insanda iyi nedir
diye sorarsan, izlenimlere karşı sergilediği belirli bir irade duruşudur derim.
IX. BÖLÜM İNSAN
TANRI'YA Y^IN OLDUĞUMUZ GERÇEĞİNDEN NASIL. SONUÇLARA VARABÎLÎR?
Eğer
filozofların Tanrı ile insan arasındaki yakınlık konusunda söyledikleri
doğruysa, Sokrates'in yaptığından başka ne yapılabilir ki? Nereli olduğun
sorusunu asla “Atinalıyım,” ya da “Korintliyim,” diye yanıtlama; dünya
vatandaşı olduğunu söyle. Neden Atinalı olduğunu söylüyorsun da biçare
bedeninin dünyaya geldiği küçük köşeyi dile getirmiyorsun? Belli ki daha büyük
olduğu için “Atinalıyım” ya da “Korintliyim” demeyi tercih ediyorsun, çünkü
bunlar doğduğun küçük köşeyi kapsamakla kalmıyor, bütün aileni ve atalarını da
kapsıyor. Öyleyse, dünyanın düzenini dikkatle gözlemleyen kişi en büyük, en
yüce ve en kapsamlı bağın Tanrı ile insan arasındaki bağ olduğunu bilir. Sadece
babasının ve büyükbabasının değil, bütün varlıkların ama özellikle de rasyonel
varlıkların - çünkü sadece onların mantık aracılığıyla Tanrı ile bağı vardır-
tohumlarının Tanrı'dan geldiğini anlar. Bu kişi kendini neden dünya vatandaşı
ve Tanrı'nın evladı olarak adlandırmasın? İnsanlar arasında olup bitenlerden
neden korksun? İmparatorla veya Roma'daki önemli kişilerle akraba olmak,
aşağılamalara maruz kalmadan güven içinde ve korkusuzca yaşamamızı sağlamak
için yeterli mi? Öyleyse, Tanrı tarafından yaratılmış ve korunuyor olmanın bizi
kederden ve korkulardan arındırması gerekmez mi?
"Ama
hiçbir şeyim yoksa yiyecek ekmeği nereden bulacağım?" diye soran
çıkabilir.
Köleler ve
kaçaklar efendilerini terk ettiklerinde neye güvenirler? Onların topraklarına,
kölelerine ve gümüş tabaklarına mı? Kendilerinden başka güvendikleri hiçbir şey
yoktur ama aç kalmazlar. Öyleyse, uzaklara seyahat edecek olan bir filozofun
kendine güvenmek yerine başkalarına bel bağlamasına gerek var mıdır? Bu filozof
kendi kendine yeten, yiyeceğini bulmayı ve doğayla uyum içinde yaşamayı başaran
irrasyonel hayvanlardan daha mı aşağı, daha mı korkaktır?
Yaşlı bir
adamın26
burada oturup da kendiniz hakkında kötü ve alçak düşüncelere kapılmanızı
önlemeye çalışıyor olmaması gerekirdi bana göre. Aksine, aranızda tanrılarla
bağını ve insanın zincirlenmiş olduğunu - bedenine, sahip olduklarına ve
bunlara bağlı gereksinimlere - anlayan gençleri, bu katlanılmaz zincirleri atma
ve ait olduğu yere dönme arzusundan vazgeçirmeye çalışıyor olmam gerekirdi.
Akıl hocanız gerçekten olması gereken kişi olsaydı, bunlarla uğraşıyor olması
gerekirdi. Ona gelip şöyle demeliydiniz: "Epiktetos, artık bu biçare
bedene bağlı olmaya, onu beslemeye, dinlendirmeye, yıkamaya ve onun yüzünden
başkalarının dileklerine boyun eğmeye katlanamıyoruz. Bu şeyler bizim için
önemsiz ve anlamsız değil mi? Ölümün kötü bir şey olmadığını bilmiyor muyuz?
Hepimiz bir bakıma Tanrı'nın evlatları değil miyiz? Ondan gelmedik mi? Bırak da
geldiğimiz yere dönelim. Bırak da bizi tutan bu zincirlerden kurtulalım artık.
Burada haydutlar, hırsızlar ve mahkemeler var. Burada bedenin gereksinimleri
yüzünden üzerimizde güç sahibi olduğunu zanneden tiranlar var. Bırak da onlara
hiç kimsenin üzerinde güç sahibi olmadıklarını gösterdim." Ben de buna
karşılık şunları söylerdim: “Tanrı’yı bekleyin dostlarım. O işaretini verdiği
ve sizi görevinizden azat ettiği zaman Ona dönün ama şimdilik Onun sizi koyduğu
yerde kalmaya dayanın. Burada geçireceğiniz zaman kısa ve sizin inançlarınıza
sahip biri için katlanılması kolay. Çünkü bedene değer vermeyenler hangi
tirandan, hangi hırsızdan, hangi mahkemeden korkarlar? Bekleyin öyleyse; bir
nedeniniz olmadan hayatı terk etmeyin."
Akıl hocası
açık yürekli gençlere böyle şeyler söylemelidir. Gelgelelim, gerçek nedir? Akıl
hocanız bir ceset; siz de öylesiniz. Bugün karnınız doyduğunda, oturup yarın
nasıl yiyecek bulacağınızı dert ediyorsunuz. Bulursanız bulursunuz;
bulamazsanız hayatı terk edersiniz. Kapı açık. Neden kederleniyorsunuz?
Gözyaşlarına ne gerek var? Dalkavukluğa ne gerek var? İnsan başka birini neden
kıskansın? Zengin ve güçlü ama çabuk öfkelenen birine neden hayranlık duysun?
Onlar bize ne yapabilirler? Yapabileceklerini önemsememeliyiz;
önemsediklerimizi ise yapamazlar zaten. Sokrates bu konularda nasıl davranırdı?
Tanrılarla bağını bilen birinden beklenebileceği gibi elbette. Sokrates
kendisini yargılayanlara şunları söyledi27: “Eğer bana
şimdiye dek konuştuğun gibi konuşmaktan vazgeçersen seni serbest bırakırız
derseniz, yanıtım şu olur: Şayet komutanlarınızdan biri beni belirli bir göreve
atasaydı, o görevi terk etmektense bin kere ölmem gerektiğini düşünürdünüz. O
zaman, Tanrı’nın bize verdiği görevi terk edebileceğimizi zannediyorsanız,
kendinizi gülünç duruma düşürüyorsunuz." Sokrates gerçekten de tanrılarda
aynı soydan gelen biri gibi konuşur. Oysa biz kendimizi midelerimizden,
bağırsaklarımızdan ve mahrem yerlerimizden ibaret sanırız; korkar, arzular,
bize bu konularda yardımcı olanları göklere çıkarır ve onlardan korkarız.
Burada yaşayan
bir adam benden onun adına Roma'ya yazmamı istedi; birçok kişi onun talihsiz
bir adam olduğunu düşünüyordu, çünkü eskiden makam ve servet sahibiyken, her
şeyini kaybetmişti. Onun adına teslimiyetçi bir üslupla mektubu yazdım ama o
mektubu okuduktan sonra bana iade etti ve şöyle dedi: "Ben senden merhamet
değil, yardım istedim. Benim başıma bir kötülük gelmedi."
Musonius Rufus
da beni sınamak için şöyle demişti: "Efendin sana şu veya bu şekilde
eziyet edecek." Ona hayatta böyle şeyler olduğunu söylediğimde de,
"Senden alabileceğime göre ondan neden herhangi bir şey isteyeyim
ki?" diye yanıtlamıştı. Gerçekten de insanın kendi kendine alabileceği
şeyleri başkasından alması gereksiz ve saçmadır. Öyleyse, kendi kendime yüce
bir ruha sahip olabileceğime göre, senden toprak, para ya da makam istememe
gerek var mı? Kendi sahip olduklarıma karşı kör olmayacağım. Gelgelelim, şayet
bir insan alçak ve korkaksa, onun hakkında bir cesetten bahsedercesine
yazmaktan başka yapacak bir şey yoktur.28 "Lütfen
bize şu kişinin cesedini ve kanını gönderin." Çünkü bu insan gerçekten de
bir cesetten ve bir miktar kandan başka bir şey değildir. Eğer olsaydı, insanın
başkaları yüzünden mutsuz olmadığını bilirdi.
X. BÖLÜM
ROMA’DA HEVESLE
TERFİ BEKLEYENLERE KARŞI
Eğer biz de
Roma'daki yaşlı adamlar kadar işimizle meşgul olsaydık, belki biz de bir şeyler
başarabilirdik. Şu anda Roma'da mısır müfettişi olan kendimden daha yaşlı bir
adam tanıyorum. Sürgünden dönerken yolunun buraya düştüğünü ve eski hayatına
dair anlattıklarını hatırlıyorum; döndükten sonra ömrünün geri kalanını
sessizlik ve huzur içinde geçirmekten başka bir gayesinin olmayacağını
söylemişti. "Ne kadar ömrüm kaldıysa," demişti. Ben de öyle
olmayacağını, Roma'nın kokusunu alır almaz bütün söylediklerini unutaeağını ve
imparatorluk sarayına adım atmasına izin verilirse, koşarak gidip Tanrı'ya
şükredeceğini söylemiştim. "Eğer saraya adım attığımı duyarsan, hakkımda
istediğini düşün Epiktetos," demişti. Peki, ne yaptı? Şehre girerken
imparatorun mektuplarıyla karşılandı, mektupları alır almaz söylediği her şeyi
unuttu ve o günden beri de bir işten diğerine koşuyor. Keşke şu anda yanında
olsam da ona buradan geçerken söylediklerini hatırlatıp, benim ondan çok daha
iyi bir kahin olduğumu söyleyebilsem.
İnsanın hiçbir
şey yapmamak için yaratıldığını mı söylüyorum?29 Kesinlikle
hayır. Peki ama neden hareketli değiliz? Örneğin ben gün başlar başlamaz
kendime öğrencilerime okuyacaklarımı hatırlatıyorum; ama sonra şöyle
düşünüyorum: "O veya bu öğrencinin nasıl okuyacağından bana ne? Önce bir
uykumu alayım." Gerçekten de başkalarının yaptıklarıyla bizim
yaptıklarımız arasında ne benzerlik var? Onların yaptıklarına bakarsanız,
dediğimi anlarsınız. Bütün gün hesap tutmaktan, kendi aralarında konuşmaktan,
bir miktar tahıl ya da toprak konusunda tavsiyeler alıp vermekten başka ne
yapıyorlar? "Az miktarda mısır ihraç etmeme izin vermenizi rica
ediyorum," yazan bir notu okumakla, "Hrisippos'tan dünyanın ne
şekilde işlediğini ve rasyonel hayvanın dünyada ne gibi bir yeri olduğunu
öğrenmeni rica ediyorum; ayrıca kim olduğunu ve içindeki iyi ile kötünün
doğasını da düşün," yazan bir notu okumak aynı şey mi? Bunlar birbiriyle
kıyaslanabilir mi? İkisi aynı düzeyde özen mi gerektirir? İkisini ihmal etmek
eşit ölçüde mi kötüdür? Peki, tembel olan ve uyumayı seven bir tek biz miyiz?
Hayır; siz gençler daha da betersiniz. Çünkü biz yaşlılar gençlerdeki hevesi
gördüğümüzde, onlara katılmak için can atarız. Eğer sizleri hareketli ve azimli
görseydim, ciddi çalışmalarınızda size eşlik etmekte çok daha istekli olurdum.
Xl. BÖLÜM DOĞAL
SEVGİ ÜZERİNE
Epiktetos
kendisini ziyaret eden bir hakime sohbet sırasında karısı ve çocukları olup
olmadığını sordu. Adam olduğunu söyleyince, Epiktetos ona bu konuda nasıl
hissettiğini sordu. "Perişan durumdayım," dedi adam. “Nasıl
olur?" diye sordu Epiktetos. “İnsanlar mutsuz olmak için değil, mutlu
olmak için evlenip çocuk yaparlar." “Ama ben çocuklarım konusunda o kadar
endişeliyim ki geçenlerde küçük kızım hastalandığında ve hayatı tehlikeye
girdiğinde, onunla kalmaya dayanamayıp evden ayrıldım. İyileştiğini haber alana
kadar da dönemedim," diye yanıtladı adam. “Sence doğru mu
davranmışsın?" diye sordu Epiktetos. “Doğal davrandım," diye
yanıtladı adam. “Beni doğal davrandığına ikna edebilirsen, ben de seni doğaya
uygun yapılan her şeyin doğru olduğuna ikna ederim," dedi Epiktetos.
“Bütün babalar ya da en azından çoğu böyle davranır," dedi adam. “Bunu
inkar etmiyorum ama burada tartıştığımız mesele bu davranışın doğru olup
olmadığı. Senin mantığına göre tümörlerin beden için iyi olduğunu söylememiz
gerekir, çünkü ortaya çıkarlar; genel olarak hata yapmanın doğal olduğunu
söylememiz gerekir, çünkü hepimiz ya da en azından birçoğumuz hata yaparız.
Bana davranışının nasıl doğal olduğunu kanıtlayabilir misin?"
“Kanıtlayamam," dedi adam. “Sen bana nasıl doğaya uygun ve doğru
olmadığını kanıtlayabilir misin? "
"Konumuz
siyah ve beyaz olsaydı, onları birbirinden ayırt etmek için hangi kritere
başvururduk?" diye sordu Epik-tetos. “Görme," dedi adam. "Peki
ya sıcak ve soğuk, sert ve yumuşak için?" "Dokunma."
"Öyleyse, madem doğaya uygun olanları, doğru yapılanları ve yapılmayanları
tartışıyoruz, hangi kritere başvurmalıyız sence?" "Bilmiyorum,"
dedi adam. "Renklerin, kokuların ve tatların kriterlerini bilmemenin pek
bir zararı yoktur belki ama iyi ile kötünün, doğaya uygun ve aykırı olanların
kriterlerini bilmemek zararsız mıdır sence?" "Zararlıdır."
"Öyleyse söyle bana, kimilerine göre iyi ve doğru olanlar gerçekten öyle
midir? Örneğin Yahudilerin, Suriyelilerin, Mısırlıların ve Romalıların hepsinin
yemek konusundaki görüşleri doğru mudur?" "Nasıl olsun ki?" diye
sordu adam. "Mısırlıların görüşleri doğruysa, diğerlerininki yanlıştır.
Yahudilerin görüşleri doğruysa, diğerlerininki doğru olamaz," dedi
Epiktetos. "Kesinlikle." "Cehaletin olduğu yerde, temel
konularda eğitime ihtiyaç vardır." Adam bunu kabul etti. "Öyleyse,
bunu bildiğine göre, bundan böyle kendini sadece doğaya uygunluk kriterlerini
öğrenmeye adayacaksın ve belirli konularda karar verirken bundan
faydalanacaksın. Şimdiki konumuzda ise sana ancak şöyle bir yardımda
bulunabilirim. Sence ailene duyduğun sevgi doğaya uygun ve iyi mi?"
"Kesinlikle. " "Bu sevgi doğal ve iyiyken, mantığa uygun
olan bir şeyin iyi olmadığını söyleyebilir miyiz?" "Asla."
"Öyleyse, mantığa uygun olan şey sevgiyle çelişir mi?" "Sanmıyorum."
"Haklısın, çünkü aksi takdirde, biri doğayla uyumluyken, diğerinin doğaya
aykırı olması gerekirdi. Öyle değil mi?" "Öyle," dedi adam.
"Bu durumda, aynı zamanda hem sevgi dolu hem de mantığa uygun olan bir
hareketin iyi ve doğru olduğunu tereddüt etmeden söyleyebiliriz." "Doğru."
"Hasta çocuğunu bırakıp gitmek mantıklı değildir; senin de buna karşı
çıkacağını sanmıyorum.
Öyleyse, bize
bunun sevgiye uygun olup olmadığını bulmak kalıyor." "Evet,
bulalım." "Çocuğunu sevdiğin için onu bırakıp gitmekle doğru mu
yaptın? Annesi çocuğu sevmiyor mu?" "Seviyor elbette."
"Annesi de mi onu bırakıp gitmeliydi öyleyse? Yoksa bırakmamalı
mıydı?" "Bırakmamalıydı." "Peki ya hasta bakıcısı çocuğu
seviyor mu?" "Evet." "Hasta bakıcısı da mı onu terk
etmeliydi?" "Kesinlikle hayır." "Peki, öğretmeni onu
sevmiyor mu?" "Seviyor." "Öyleyse öğretmeni de mi onu terk
etmeliydi? Çocuk ebeveynlerinin ve yakınlarının sevgisi yüzünden yalnız kalmalı
ya da onu sevmeyen ve önemsemeyen kişilerin arasında mı hayata gözlerini
yummalıydı?" "Kesinlikle hayır." "Senin sevgi yüzünden
yapmaya uygun gördüklerini, en az senin kadar seven kişilere hak görmemek
adaletsiz ve mantıksız olur." "Doğru." "Eğer sen hasta
olsaydın, karının, çocuklarının ve yakınlarının seni çok sevdikleri için terk
etmelerini ister miydin?" "İstemezdim." "Yakınlarının aşırı
sevgisi yüzünden, hastalandığında tek başına kalmak ister miydin? Yoksa bu
düşmanlarından bekleyeceğin bir hareket mi olurdu? Eğer öyleyse, hareketinin
sevgiden kaynaklanan bir hareket olmadığı sonucuna varırız."
"Peki,
seni etkileyen ve çocuğunu terk etmene neden olan hiçbir şey yok muydu? Öyle
bir şey mümkün olabilir mi? Bu, Roma'da en sevdiği at koşarken gözlerinin
bağlanmasını isteyen adamın yaşadığı duyguya benzer bir duyguydu belki. Öyleyse
bu duygu nedir? Şimdi bu konuya girmenin sırası değildir belki. Şunu bilmek
yeterlidir; eğer filozofların söyledikleri doğruysa, yaptıklarımızın ve
yapmadıklarımızın, söylediklerimizin ve söylemediklerimizin, mutlu veya mutsuz
olmamızın, bir şeyin peşinden koşmamızın veya ondan kaçınmamızın sebebini
dışarıda aramamalıyız. Senin gelip bana kulak vermenin ve benim bu konuşmayı
yapmamın sebebi de aynıdır. Peki, nedir bu sebep? Bunları yapma isteğimizden
başka ne olabilir ki? Başka bir şey yapmak isteseydik, onu yapıyor olmaz mıydık?
Akhilleus'un yas tutmasının sebebi de Patroklos'un ölümü değil, Akhilleus'un
yas tutmayı tercih etmesiydi, çünkü herkes yakınını kaybettiğinde aynı şekilde
davranmaz. Öyleyse, senin kaçıp gitmenin sebebi de bunu yapmayı tercih etmiş
olman-dı; bundan böyle kızının yanında kalırsan, bunun sebebi de aynı olacak.
Roma'ya gidiyorsun, çünkü bunu yapmayı tercih ediyorsun; eğer fikrini
değiştirirsen, oraya gitmezsin. Kısacası, bir şeyi yapmamızın veya yapmamamızın
sebebi ölüm, sürgün veya acı değildir; kendi fikirlerimiz ve
isteklerimizdir."
"Bu
söylediklerime ikna oldun mu, olmadın mı?" diye sordu Epiktetos.
"Oldum," dedi adam. "Sebepler sonuçları doğurur. Bu durumda,
bundan böyle doğru hareket etmediğimizde, bunu kendi isteğimizden veya
fikrimizden başka hiçbir şeye bağlamayacağız ve yanlış fikirlerimizden
tümörleri bedenimizden söküp atarcasına kurtulmaya çalışacağız. İyi
davranışlarımızın sebebini de aynı yerde arayacağız. Başımıza gelen
kötülüklerin sebebi olarak kölelerimizi, komşularımızı, eşimizi veya çocuklarımızı
göstermeyeceğiz, çünkü artık kendi fikirlerimiz doğrultusunda hareket
ettiğimizi kabul ediyoruz. Fikirlerimiz dış etkenlere değil, bize bağlı."
"Doğru," dedi adam. "Öyleyse, bugünden böyle toprağın,
kölelerin, atların ve köpeklerin vasıflarını ya da durumlarını değil, kendi
fikirlerimizi inceleyeceğiz." "Umarım." "Eğer gerçekten
kendi fikirlerini incelemek istiyorsan, herkesin alay konusu olan bir bilgin
olman gerekecek. Senin de bildiğin gibi, bu bir saatte ya da bir günde
yapabileceğin bir şey değil."
XII. BÖLÜM
MEMNL’NÖTT ÜZERİNE
Tanrılar söz
konusu olduğunda, bazıları ilahi bir varlığın olmadığını söyler. Bazılarıysa
olduğunu ama edilgen ve ilgisiz olduğunu, hiçbir şeyle ilgilenmediğini söyler.
Üçüncü bir grup ise ilahi bir varlığın olduğunu ama sadece yüce ve kutsal
şeylerle ilgilendiğini, dünyada olup bitenlerle ilgilenmediğini söyler.
Dördüncü bir grup ise ilahi varlığın hem dünyevi hem de kutsal şeylerle
ilgilendiğini ama sadece genel olarak ilgilendiğini, teker teker
ilgilenmediğini söyler. Ulysses ve Sokrates'in de aralarında bulunduğu beşinci
bir grup ise şöyle der: "Senin bilgin olmadan hareket bile etmem.”30
(îlyada, x. 278).
Öyleyse, her
şeyden önce bu görüşlerin hepsini incelemeli ve doğru mu yoksa yanlış mı
olduklarını görmeliyiz. Çünkü eğer tanrılar yoksa onların izinden gitmek nasıl
doğru olabilir? Eğer varlarsa ama hiçbir şeyle ilgilenmiyorlarsa, onların
izinden gitmek nasıl doğru olabilir? Eğer varlarsa ve birtakım şeylerle
ilgileniyorlarsa ama bu ilgileri insanlara kadar uzanmıyorsa, onların izinden
gitmek nasıl doğru olabilir? İyi ve bilge kişi bütün bunlara kafa yorduktan
sonra evrenin hakimine boyun eğecektir; tıpkı iyi vatandaşların kanunlara boyun
eğdiği gibi. Eğitim alan kişi şu soruları sormalıdır: Her konuda tanrıların
izinden nasıl gidebilirim? Tanrıların hükmünden nasıl memnun olabilirim ve
nasıl özgür olabilirim? Çünkü her şeyin istediği gibi olduğu ve hiç kimsenin
engelleyemediği kişi özgürdür. Özgürlük delilik midir öyleyse? Kesinlikle
değildir. İkisi tamamen farklı şeylerdir. "Her şey canımın istediği gibi
sonuçlansın," diyorsun. Delilik işte budur. Özgürlüğün asil ve değerli bir
şey olduğunu bilmiyor musun? Aklına esen şeylerin aklına estiği gibi
gerçekleşmesini dilemek asil olmadığı gibi değerli de değildir. Yazma konusunda
nasıl bir yol izleriz? Dion ismini canımın istediği gibi yazmayı tercih
edebilir miyim? Hayır, yazılması gerektiği gibi yazmayı tercih etmeyi
öğrenmişimdir. Peki ya müzik? Müzikte de aynısı geçerlidir. Diğer sanatlar ve
bilimler? Onlarda da aynısı geçerlidir. Eğer öyle olmasaydı ve bilgi her
insanın canının istediğine göre uyarlansaydı, hiçbir şeyi bilmenin değeri
kalmazdı. Öyleyse en yüce ve en önemli konuda, yani özgürlük konusunda mı
aklıma eseni isteyebileceğim? Hayır. Eğitim almak, her şeyin olduğu gibi
olmasını dilemeyi öğrenmektir. Peki, her şey nasıl olur? Yaratanın yarattığı
gibi ... O ki yaz ve kış, bolluk ve kıtlık, ahlak ve ahlaksızlık gibi
zıtlıkları bütünün ahengi için yaratmış, bize bedenimizi, uzuvlarımızı, sahip
olduklarımızı ve yakınlarımızı bahşetmiştir.
Öyleyse, bunu
aklımızda tutarak eğitim almalıyız; var olan şeylerin yapısını
değiştirebileceğimiz için değil - çünkü böyle bir güce sahip değiliz ve sahip olmamamız
daha iyi - zihnimizi olanlarla ahenkli kılmak için. İnsanlardan kaçabilir
miyiz? Nasıl kaçalım? Peki, insanlarla ilişki kurarsak, onları değiştirebilir
miyiz? Bize böyle bir gücü kim verdi? Öyleyse, insanlarla ilişki kurmanın yolu
nedir? Onlar uygun gördükleri şekilde davranırken, bizim doğaya uygun hareket
etmemizin bir yolu var mıdır? Gelgelelim, siz tahammül etmeye istekli
değilsiniz ve memnuniyetsizsiniz. Yalnız olduğunuzda, yalnızlıktan şikayet
ediyorsunuz. İnsanlarla birlikteyken, onları hırsız ve düzenbaz olarak
adlandırıyorsunuz. Ebeveynlerinizde, çocuklarınızda, kardeşlerinizde ve
komşularınızda kusur buluyorsunuz. Oysa yalnızlığınızı huzur ve özgürlük olarak
nitelendirmeli ve tanrılar gibi olduğunuzu düşünmelisiniz. İnsanlarla birlikteyken
de bunu kalabalık, bela veya huzursuzluk olarak değil, şenlik ve ziyafet olarak
nitelendirmeli ve hepsini memnuniyetle kabul etmelisiniz.
Kabul
etmeyenlerin cezası nedir? Oldukları gibi olmaktır. Birisi yalnız olmaktan
memnuniyetsiz mi? Bırak yalnız kalsın. . Birisi ebeveynlerinden memnuniyetsiz
mi? Bırak kötü bir oğul olsun ve ağlayıp sızlansın. Birisi çocuklarından
memnuniyetsiz mi? Bırak kötü bir baba olsun. "Onu zindana atalım." Ne
zindanı? O zaten zindanda, çünkü kendi isteğiyle orada değil; kendi isteğiyle.
orada değilse zindandadır. Dolayısıyla Sokrates zindanda değildi, çünkü kendi
isteğiyle oradaydı. "Topal olmak zorunda mıydım?" Bir bacağın topal
olduğu için bütün dünyaya mı kusur bulacaksın? Bütün için ondan isteyerek
vazgeçmeyecek misin? Onu seve seve sana verene iade etmeyecek misin? Zeus'un
kader tanrıçalarıyla birlikte senin için belirlediği şeylere gücenecek ve
bunlardan memnuniyetsiz mi olacaksın? Bütünün çok küçük bir parçası olduğunu
bilmiyor musun? Bedeninden bahsediyorum, çünkü akıl bakımından tanrılardan
aşağı değilsin; ne de olsa aklın büyüklüğü en veya boy ile değil düşüncelerle
ölçülür.
• Öyleyse,
neden tanrılarla eşit olan yanına eğilmiyorsun? "Böyle bir annem ve babam
olduğu için çok bahtsızım." Sana bu konuda seçim yapma ve "Şu adamla
şu kadın bir araya gelsinler ki ben doğayım," deme hakkı tanındı mı?
Tanınmadı; önce annenin ve babanın, sonra senin var olman gerekiyordu. Nasıl
bir anne ve baba? Her nasılsa öyle ... Peki, onlar öyleyse, sana hiçbir çare
sunulmadı mı? Eğer görme yetisine neden sahip olduğunu bilmeseydin, renklerin
önüne sunulduğu anda gözlerini kapaman bahtsızlık olurdu ama olabilecek her
şeyin karşısında yüce ve asil bir ruha sahip olduğunu bilmemen daha büyük bir
bahtsızlık değil mi? Sahip olduğun güçle orantılı şeyler karşına çıkarılıyor
ama sen tam da bu gücü kullanman gereken anda ona sırtını dönüyorsun. Seni
sadece elinde olan şeylerden sorumlu tuttukları ve elinde olmayan şeylerin
üstünde olmanı sağladıkları için tanrılara şükretmeyecek misin? Tanrılar seni
ailenden sorumlu tutmamışlardır; kardeşlerinden, bedeninden, sahip
olduklarından, hayattan ve ölümden de. Peki, neden sorumlu tutmuşlardır? Sadece
elinde olan şeyden; izlenimleri doğru kullanmaktan... Öyleyse, sorumlu
olmadığın şeyleri neden üzerine alıyorsun? Bu kendi kendine sıkıntı yaratmaktan
başka bir şey değil gerçekten.
XIII. BÖLÜM
HER ŞEY NASIL
TANRILARIN UYGUN GÖRECEĞİ ŞEKİLDE YAPILABİLİR?
Birisi insanın
nasıl tanrıların uygun göreceği şekilde yemek yiyebileceğini sorduğunda,
Epiktetos şöyle dedi: Eğer insan aşırılığa kaçmadan, adil, ölçülü, tok gözlü ve
düzgün bir şekilde yerse tanrıları memnun etmiş olmaz mı? Sıcak su istediğinde
ve kölesi duymadığında veya duymasına rağmen ılık su getirdiğinde ya da köle
evin hiçbir yerinde bulunamadığında, insanın öfkeye kapılıp patlamaması
tanrıları memnun etmez mi? “Ama insan öyle bir köleye nasıl katlanabilir
ki?" Senin gibi Zeus'tan, seninle aynı tohumdan ve soydan gelen kardeşine
katlanama-yacak mısın? Daha yüksek bir konuma getirilmiş olduğun için hemen
tiran mı olup çıkacaksın? Kim olduğunu ve kimlere hükmettiğini unutacak mısın?
Onlar senin soydaşların, kardeşlerin, Zeus'un çocukları. “Ama ben onları satın
aldım, onlar beni satın almadı." Hangi yöne baktığını görmüyor musun?
Dünyaya, çukura, ölülerin sefil kanunlarına baktığını görmüyor musun? Baktığın,
tanrıların kanunları değil.
XIV. BÖLÜM
TANRI'NIN HER ŞEYi GÖZETMESiNE DAİR
Birisi bütün
yaptıklarının Tanrı'nın denetiminde olduğundan nasıl emin olabileceğini
sorduğunda, Epiktetos şöyle yanıtladı: Her şeyin bir bütün olduğuna inanmıyor
musun? “İnanıyorum,” dedi karşısındaki kişi. Dünyevi şeylerin ilahi şeylerle
doğal bir uyum ve birlik içinde olduğuna inanmıyor musun? “İnanıyorum.” Aksi
takdirde her şey nasıl Tanrı'nın emriyle gerçekleşiyormuşçasına düzenli
olabilirdi? Tanrı bitkilere çiçek açmalarını buyurduğunda açmazlar mı? Sürgün
vermelerini buyurduğunda sürgün vermezler mi? Meyve vermelerini buyurduğunda
meyve vermezler mi? Olgunlaşmalarını buyurduğunda olgunlaşmazlar mı?
Meyvelerini bırakmalarını buyurduğunda bırakmazlar mı? Yapraklarını dökmelerini
buyurduğunda dökmezler mi? İçlerine çekilip dinlenmelerini buyurduğunda öyle
yapmazlar mı? Ayın büyüyüp küçülmesi ve güneşin doğup batması ile dünyada
meydana gelen değişimlerin çakışması başka nasıl açıklanabilir? Bitkiler ve
bedenlerimiz bütüne böylesine bağlı ve onunla böylesine birken, ruhlarımız için
bu çok daha geçerli değil midir? Eğer ruhlarımız Tanrı'ya böylesine bağlıysa ve
Onun bir parçasıysa, Tanrı bu parçaların bütün hareketlerinin kendi hareketleriymiş
gibi farkında değil midir? Sen aynı anda hem ilahi meselelere hem de dünyevi
meselelere kafa yormuyor musun? Aynı anda pek çok şey duyularının ve aklının
süzgecinden geçmiyor mu? Kimilerini onaylıyor, kimilerini reddediyor, kimileri
hakkında karar vermeyi ertelemiyor musun? Ruhun pek çok farklı kaynaktan pek
çok izlenimi barındırmıyor mu? Bu izlenimlerden etkilenerek fikirler üretmiyor,
anılar oluşturmuyor ve sanat eserleri meydana getirmiyor musun? Peki, bu
durumda Tanrı her şeyi gözetemez, her şeyde mevcut olamaz ve her şeyden
haberdar olamaz mı? Güneş dünyanın gölgesinin kapladığı küçük kısım hariç her
yeri aydınlatırken, küçük bir parçası olan güneşi yaratan ve onun dönmesini
sağlayan Tanrı her şeyin farkında olamaz mı?
“Ama ben
bunların hepsini aynı anda kavrayamıyorum," diyebilirsin. Sana Zeus ile
eşit güçte olduğunu söyleyen oldu mu? Yine de Zeus her birimize koruyucu bir
ruh atamış ve onu bize bakmakla görevlendirmiştir; asla uyumayan ve asla oyuna
gelmeyen bir ruh. Bizi daha iyi ve daha dikkatli bir koruyucuya emanet edebilir
miydi? Öyleyse, kapıları kapattığında ve karanlıkta kaldığında asla yalnız
olduğunu söyleme, çünkü değilsin; Tanrı senin içinde, koruyucu ruhun senin
içinde ve ikisinin de seni izlemek için ışığa ihtiyacı yok. Askerler
İmparator'a nasıl bağlılık yemini ediyorlarsa, sen de Tanrı'ya etmelisin. Onlar
para aldıkları için İmparator'un güvenliğini her şeyden önde tutmaya yemin
ediyorlar; sana bunca lütuf bağışlanmışken, yemin etmeyecek misin? Nasıl bir
yemin? Asla itaatsizlik etmeyeceğine, suçlamalarda bulunmayacağına ve Tanrı'nın
bahşettiklerinde kusur aramayacağına dair bir yemin... Bu yemin askerlerin
yeminine benzer mi? Askerler hiç kimseyi İmparator'dan üstün tutmayacaklarına
yemin ederler; biz ise herkesten önce kendimizi onurlandırmaya yemin ederiz.
XV. BÖLÜM
FELSEFENİN VAATLERİ
Birisi
kardeşinin kendisine karşı öfkesini dindirrnek konusunda tavsiye istediğinde,
Epiktetos şöyle dedi: Felsefe insana dış faydalar sağlayacağını öne sürmez.
Eğer sürseydi, kendi alanının dışına çıkmış olurdu. Marangozun malzemesi ahşap,
heykeltıraşın malzemesi bakırsa, yaşama sanatının konusu da insanın kendi
yaşamıdır. "Peki ya kardeşimin yaşamı?" O da onun kendi sanatıdır;
senin dışında kalan bir meseledir, tıpkı bir toprak parçası, sağlık ya da
itibar gibi. Felsefe bunların hiçbirini vaat etmez. Her koşulda yol gösteren
ilkeleri doğaya uygun tutacağım söyler. "Hangi ilkeler?" İçimizdeki
ilkeler.
"Öyleyse
kardeşimin öfkesini nasıl dindireceğim?" Kardeşini bana getir de
kendisiyle konuşayım. Onun öfkesi hakkında sana söyleyeceğim hiçbir şey yok.
Tavsiye isteyen
kişi, "Kardeşimle barışmasak bile, doğaya uygun yaşamayı nasıl başarırım?
" diye sorduğunda, Epiktetos şöyle dedi: Büyük hiçbir şey bir anda
olmaz; üzüm veya incir bile bir anda olgunlaşmaz. Eğer bana şimdi bir incir
istediğini söylersen, sana bunun zaman gerektirdiğini söylerim; bırak önce
çiçek açsın, meyve versin ve olgunlaşsın. İncir ağacının meyvesi bile bir anda
olgunlaşmazken, insan zihninin meyvesini bu kadar kısa bir zamanda ve bu kadar
kolay elde edebilir misin? Edebileceğini söyleyen ben olsam bile inanma.
XVI. BÖLÜM
iLAHi TAKDİR ÜZERİNE
İnsan dışındaki
bütün hayvanların bedensel ihtiyaçlarının - sadece yiyecek ve içecek değil,
yatacak yer de - karşılanmış olmasına ve hayvanların ayakkabı, giysi ya da
yatak gibi gereksinimleri olmamasına rağmen bizim böyle gereksinimlerimiz
olmasına şaşırma. Kendileri için değil, hizmet etmek için yaratılmış olan
hayvanların başka şeylere gereksinim duymaları uygun olmazdı. Sadece kendimize
değil, sığırlarımıza ve eşek-Ierimize de bakmamız gerektiğini, onlara giysi,
ayakkabı, yiyecek ve içecek bulmamız gerektiğini düşünsene. Askerler
komutanlarının karşısına nasıl hazır ve zırhlı çıkarlarsa - ne de olsa
komutanın bin tane askeri giydirmesi zordur - doğa da hizmet için yaratılmış
olan hayvanları o şekilde meydana getirmiştir; hazırlıklı, tedarikli ve bakım gerektirmeyecek
şekilde. Dolayısıyla, elinde sadece bir değnek olan küçük bir çocuk bile bir
sığır sürüsünü güdebilir.
-Ne var ki biz
kendimize baktığımız gibi hayvaniara da bakmamız gerekmediği için şükretmek
yerine, kendi durumumuz konusunda Tanrı'ya yakınırız. Oysa var olan şeylerin
herhangi birine bakmak bile alçakgönüllü ve değerbilir bir insanın Tanrı'nın
inayetini anlamasına yeterdi. Üstelik büyük şeylerden de bahsetmiyorum; otun
süte dönüşmesi, sütün peynire dönüşmesi ve yünün deriden çıkması gibi şeylerden
bahsediyorum.
Bunları kim
böyle yarattı? "Hiç kimse," diyorsun. Ne büyük yüzsüzlük ve aptallık!
Doğanın büyük
eserlerini bir kenara bırakıp daha küçük eserlerine bakalım. Sakaldan daha işe
yaramaz bir şey var mıdır? Ancak, doğa sakalı bile en uygun şekilde kullanmaz
mı? Erkeğin ve kadının bu sayede ayırt edilmesini sağlamaz mı? İnsanın doğası
kendini uzaktan bile belli eder: Ben erkeğim; bana ona göre yaklaş, benimle ona
göre konuş. Başka hiçbir şeye gerek yok; işaretleri görmüyor musun? Doğa
kadının sesine daha yumuşak bir ton vermiş ve ona sakal vermemiştir. Peki, sen
ne diyorsun? "İnsanların birbirinden ayırt edilmesini sağlayan işaretler
olmamalıydı ve her birimiz cinsiyetimizi belirtmek zorunda kalmalıydık."
Bu işaretler güzel, uygun ve saygı değer değil mi? Horozun ibiğinden çok daha
güzel, aslanın yelesinden çok daha uygun değil mi? Bu nedenle, Tanrı'nın
verdiği işaretleri bir kenara atmayıp korumalı ve cinsiyetler arasındaki
ayrımları bozmamaya çalışmalıyız.
İlahi takdirin
içimizdeki tek eseri bu mudur? O eserleri övmeye ve onların hakkını vermeye
hangi kelimeler yeter? Eğer anlayışımız yeterli olsaydı, ona ilahiler
söylemekten, şükretmekten ve onun iyiliklerini sayıp dökmekten başka bir şey
yapar mıydık? Toprağı kazarken ve yemek yerken bile şu ilahiyi söylememiz
gerekirdi: "Bize toprağı işlememizi sağlayan araçları veren Tanrı
büyüktür; bize ellerimizi, yutma gücünü, midemizi, farkına bile varmadan büyüme
kabiliyetini ve uyurken nefes alma gücünü veren Tanrı büyüktür." Her
durumda bunları söylememiz, bize bunları anlama ve doğru kullanma yetisini
verdiği için de en yüce ve en kutsal ilahiyi söylememiz gerekirdi. Çoğunuz kör
olduğunuza göre, birinin bu görevi yerine getirmesi ve herkes adına Tanrı'ya
ilahi okuması gerekmiyor mu? Benim gibi yaşlı ve topal bir adam Tanrı'ya
ilahiler okumak-
tan başka ne
yapabilir ki? Eğer bir bülbül olsaydım, bülbülün yapması gerekenleri yapardım.
Eğer bir kuğu olsaydım, kuğu gibi hareket ederdim. Gelgelelim, ben rasyonel bir
varlığım ve Tanrı'yı övmek zorundayım. Benim işim bu; bunu yaparım. Elimden
geldiği müddetçe de bu görevi yerine getirmeye devam edeceğim. Sizi de bu
ilahiye katılmaya davet ediyorum.
XVH. BÖLÜM
SANATWW
GEREKLİLİĞiNE DAiR
Her şeyi
inceleyen ve mükemmelleştiren yetimiz mantık olduğuna göre, mantığın da
incelenmesi gerekir ama ne tarafından? Belli ki ya kendisi ya da başka bir şey
tarafından... Bu başka bir şey de ancak mantıktır ya da mantıktan daha üstün
bir şeydir ki bu mümkün değildir. Peki, eğer o da mantıksa, o mantığı kim
inceleyecektir? Çünkü o mantık bunu kendi kendine yapabiliyorsa, bizim
mantığımız da yapabilir. Ancak eğer başka bir mantık gerekiyorsa, bu sonsuza
kadar böyle sürüp gider ve hiçbir yere varmaz. Dolayısıyla, mantık kendisi
tarafından incelenmelidir. "Evet ama görüşlecimizi ele almamız daha
önemli." O konuları dinlemeyi mi tercih edersin? Dinle öyleyse.
Gelgelelim, "Doğru bir argüman mı öne sürüyorsun yoksa yanlış mı
bilmiyorum," dersen ya da muğlak bir ifade kullandığımda açıklamarnı
istersen, benim de sabrım taşar ve sana şöyle derim: "Ama bu daha
önemli." Sanıyorum ki Stoacı filozoflar işte bu nedenle mantık sanatını
birinci sıraya koyarlar; tıpkı mısırı ölçmek için de önce bir ölçü standardı
belirlediğimiz gibi. Önce bir ağırlık ve hacim standardı belirlemezsek,
herhangi bir şeyi nasıl ölçüp tartabiliriz ki?
Diğer şeyleri
öğrenmemizi sağlayan ölçütü tam anlamıyla kavramadan ve incelemeden, başka
herhangi bir şeyi tam anlamıyla kavrayabilir ya da inceleyebilir miyiz?
"Tamam ama ölçü kabı tahtadan ibarettir ve meyve vermez." Gelgelelim,
64
mısırı
ölçebilir. "Mantık da meyve vermez." Orasını göreceğiz ama öyle olsa
bile mantığın diğer şeyleri birbirinden ayırma, inceleme, ölçme ve tartma
gücüne sahip olması yeterlidir. Bunu söyleyen kim? Sadece Hrisippos, Zenon ve
Kleantes mi? Antisthenes de aynısını söylemez mi?31 Eğitimin
terimleri incelemekle başladığını yazan kim? Sokrates de aynısını söylemez mi?
Kse-nofon, Sokrates'in her zaman terimlerin anlamını incelemekle başladığını
yazmamış mıdır? Öyleyse, Hrisippos'u anlamak ve yorumlamak fevkalade bir şey
mi? Kim demiş? Fevkalade olan nedir? Doğanın isteğini anlamak... Bunu kendi
kendine ania-yabiliyor musun? O zaman başka neye ihtiyacın var? Bütün
insanların istemeden hata yaptığı doğruysa ve sen gerçeği öğ-rendiysen, doğru
davranman gerekir. Ne var ki ben aslında doğanın isteğini anlamıyorum. Öyleyse
bunu bize kim anlatacak? Hrisippos anlatabilirmiş. O zaman kalkıp doğanın bu
yorumcusunun söylediklerine bakıyorum. Bir noktada onun dediklerini anlamamaya
başlıyorum ve Hrisippos'u yorumlayan birini arıyorum. “Bana bunu Roma dilinde
yazılmış gibi açıkla," diyorum. Peki ama yorumcunun kendini üstün görmeye
ne hakkı var? Bırak yorumcuyu, şayet sadece doğanın isteğini yorumluyor ama
buna uymuyorsa, Hrisippos'un bile kendini üstün görmeye hakkı yoktur. Çünkü
Hrisippos'a kendisi için değil, doğayı anlayabilmek için ihtiyacımız vardır.
Kahine kendisi için değil, onun aracılığıyla geleceği öğreneceğimize ve
tanrıların verdiği işaretleri anlayacağımıza inandığımız için ihtiyacımız
vardır. Hayvanların iç organlarına kendileri için değil, işaretler onların
aracılığıyla verildiği için ihtiyacımız vardır. Kargaya veya kuzguna
hayranlıkla bakmamızın sebebi, Tanrı'nın onlar aracılığıyla işaretler
vermesidir.
Bir kâhine
gidip, "Bu iç organları benim için ineele ve verdikleri işaretleri
yorumla," diyorum. Kâhin iç organları açıp yorumlamaya başlıyor:
"Burada doğası gereği engellenemez ve zorlanamaz bir iradeye sahip olduğun
yazıyor. Bunu sana öncelikle kabul etme örneğiyle açıklayacağım. Hiç kimse
gerçeği kabul etmeni engelleyebilir mi?" "Engelleyemez."
"Hiç kimse seni yanlış bir şeyi kabul etmeye zorlayabilir mi?"
"Zorlayamaz." "Gördüğün gibi, bu konuda engellenemez ve
zorlanamaz bir irade yetisine sahipsin. Peki ya arzuların ve amaçların için de
aynısı geçerli değil mi? Bir amacı ancak başka bir amaç alt edebilir. Bir
arzuyu ancak başka bir arzu alt edebilir." Ne var ki sen buna itiraz
ediyorsun: "Eğer karşıma ölüm korkusunu koyarsan, beni zorlamış olursun,"
diyorsun. Hayır, seni zorlayan bu değil, ölmektense onu veya bunu yapmanın daha
iyi olacağına dair görüşün. Öyleyse, seni zorlayan senin kendi görüşün; yani
iradeni zorlayan iraden. Çünkü eğer Tanrı kendisinden alıp bize verdiği o
parçayı kendisi ya da başka herhangi biri tarafından engellenebilecek ya da
zorlanabilecek şekilde yaratsaydı, düşündüğümüz gibi bir Tanrı olmazdı ve bize
gerektiği gibi bakıyor olmazdı. "Adakta şunları görüyorum," diyor
kâhin. "İstersen, özgür olursun. İstersen, hiç kimseyi suçlamazsın. Bütün
İsteklerin hem sana hem de Tanrı'ya uygun olur." Kâhine ve filozofa işte
bu yorumlar için giderim ve bu yorumlar için onlara hayran olmak yerine,
yorumladıkları şeylere hayran olurum.
XVIII. BÖLÜM
BAŞKALARININ
HATALARINA (KUSURLARINA) ÖFKELENMEMEMİZ GEREKTİĞİNE DAİR
Eğer
filozofların söyledikleri doğruysa, insanların tek bir prensibi vardır. Bir
şeyi kabul ediyorlarsa, doğru olduğuna ikna oldukları için ediyorlar;
etmiyorlarsa, doğru olduğuna ikna olmadıkları için etmiyorlar; kararlarını
erteliyorlarsa da emin olmadıkları için erteliyorlardır. Bir şeye
yönelmelerinin sebebi onun kendileri için faydalı olduğunu düşünmeleridir.
İnsanın bir şeyin faydalı olduğunu düşünüp de başka bir şey arzulaması, bir
şeyin doğru olduğunu düşünüp de başka bir şeye yönelmesi mümkün değildir.
Öyleyse, neden çoğu kişiye öfkeliyiz? “Soyguncular ve hırsızlar var,"
diyebilirsin. Soyguncu ve hırsız derken neyi kastediyorsun? Onlar iyi ve kötü
konusunda yanılan insanlar. Öyleyse, onlara öfkelenmeli miyiz yoksa acımalı
mıyız? Onlara hatalarını gösterirsen, hatalarından nasıl döndüklerini görürsün.
Eğer hatalarını görmüyorlarsa, o andaki görüşlerinden daha iyi bir görüşe sahip
değillerdir.
“Şu hırsızı
veya ahlaksızı mahvetmemiz gerekmez mi?" Bunu bir de başka türlü dile
getirdim: En önemli konularda yanılan ve aldatılan, siyah ile beyazı ayıran
görme yetisi bakımın-dan,değil ama iyi ile kötüyü ayırma yetisi bakımından kör
olan kişiyi mahvetmemiz gerekmez mi? Bu şekilde dile getirdiğinde, ne kadar
insanlık dışı bir şey söylediğini görürsün. Bu, “Şu kör ve sağır adamı
mahvetmemiz gerekmez mi?" demek gibi bir şeydir. En büyük kötülük, en yüce
şeylerden mahrum kalmaksa ve eğer bir kişi insanın sahip olabileceği en yüce
şeyden, yani olması gerektiği gibi bir iradeden mahrumsa, ona bir de neden
öfkeleniyorsun? Başkalarının hatalarından doğaya aykırı bir şekilde
etkilenmemelisin. Ona acı. Gücenmeye, nefret etmeye ve pek çok kişinin
kullandığı "O berbat ve iğrenç insanlar," gibi kelimeleri kullanmaya
bu kadar hazır olma. Sen bir anda nasıl bilge oldun? Neden bu kadar hırçınsın?
Peki ama neden öfkeliyiz? Bu insanların bizden çaldıkları şeylere çok fazla
değer verdiğimiz için mi? Giysilerine o kadar hayran olmazsan, hırsıza
öfkelenmezsin. Karının güzelliğine o kadar hayran olmazsan, zinaya o kadar
öfkelenmezsin. Hırsızın ya da zina yapan kişinin sana ait olan şeylerle işi
yoktur; ancak başkalarına ait olan ve senin elinde olmayan şeylerle işi vardır.
Eğer bu şeylere önem vermezsen ve onları zihninden kovarsan, kime
öfkeleneceksin? Bu şeylere değer vermeye devam ettiğin sürece, hırsıza ya da
zina yapan kişiye değil, kendine öfkelen. Meseleyi bir de şöyle ele al: Senin
güzel giysilerin var ama komşunun yok. Penceren var ve giysilerini
havalandırmak istiyorsun. Hırsız insanın iyiliğinin neye dayandığını bilmiyor
ve iyi giysilere sahip olmaya dayandığını düşünüyor; ki sen de öyle
düşünüyorsun. Bu durumda hırsız gelip giysilerini almaz mı? Açgözlü insanlara
pasta gösterip de pastayı tek başına yersen, ilk fırsatta pastayı kapmamalarını
bekleyemezsin. Onları ayartma; giysilerini pencerede havalandırma. Benim de
evdeki mabedimin yanında duran demir bir lambam vardı. Kapıda bir ses duyunca,
aşağı koştum ve lambanın çalınmış olduğunu fark ettim. Lambayı çalan kişinin
tuhaf bir şey yapmadığını düşündüm. Öyleyse? Yarın topraktan yapılmış bir lamba
alırsın dedim kendime. Çünkü insan ancak sahip olduğu şeyi kaybeder. Giysimi
kaybettim. Çünkü giysin vardı. Başım ağrıyor. Boynuzların ağrıyor mu?
Öyleyse, neden
canını sıkıyorsun? Sadece sahip olduğumuz şeyleri kaybederiz. Sadece sahip
olduğumuz şeyler canımızı acıtır.
"Tiran
zincire vuracak." Neyini? Bacağını. “Alacak." Neyini? Kelleni. Peki,
neyini alamaz ya da zincire vuramaz? İradeni. Eskiler işte bu yüzden “Kendini
tanı" ilkesini öğretirlerdi. Dolayısıyla, küçük şeylerden başlamalı ve
daha büyük şeylere doğru ilerlemeliyiz. Başın ağrıyorsa, “Vah vah!" deme.
Kulağın ağrıyorsa,“Vah vah!" deme. Sızlanmaya hakkın yok demiyorum ama
için için sızlanma. Eğer kölen sargı getirmekte gecikirse, “Herkes benden
nefret ediyor," diye ağlayıp dövünme. Çünkü böyle bir insandan kim nefret
etmez ki? Gelecekte, bir sporcu gibi bedenine güvenerek değil de görüşlerine
güvenerek dik ve özgür yürü. İnsanın yenilmezliği eşeğin yenilmezliğine
benzememelidir.
Peki, öyleyse
yenilmez olan kimdir? İradesinden bağımsız olan hiçbir şeyin huzurunu
kaçıramadığı kişidir. Bir de sporcu örneğiyle düşünelim. Diyelim ki sporcu
birinci yarıştan galip çıktı, peki ya ikincisi? Ya çok sıcak olursa? Ya
Olimpiyat Oyunları'na katılırsa? Diyelim ki parayla aklını çelmeye çalıştın ama
tenezzül etmedi. Peki ya karşısına genç bir kız çıkardığında? Ya karanlıkta? Ya
şöhret karşısında? Ya hakaret karşısında? Ya övgü karşısında? Ya ölüm
karşısında? Hepsinin üstesinden geldi. Peki ya yağmur yağıyorsa? Kendini kötü
hissediyorsa? Uykuluysa? Yine de galip geldi. İşte benim yenilmez sporcum
budur.
XIX. BÖLÜM
TİRANLARA KARŞI
NASIL HAREKET ETMELİYİZ?
Eğer bir insan
herhangi bir üstünlüğe sahipse ya da sahip olduğunu zannediyorsa, o insanın
kibre kapılması kaçınılmazdır; özellikle de eğitimsizse. Örneğin bir tiran,
"Ben hepinizin efendisiyim," diyecektir. Peki, benim için ne yapabilirsin?
Bana hiçbir engel içermeyen bir arzu verebilir misin? Nasıl veresin? Kaçınmak
istediklerinden kusursuzca kaçınma gücüne sahip misin? Hatasız adımlar atma
gücüne sahip misin? Nasıl olasın? Gemideyken kendine mi güvenirsin yoksa
dümenciye mi? At arabasındayken, sürücüden başka kime güvenirsin? Peki ya diğer
sanatlarda? Onlarda da aynısı geçerli... Öyleyse, senin gücün nerede yatıyor?
"Bütün insanlar bana saygı gösteriyor." Tabaklarıma da saygı
gösteriyor, onları yıkayıp siliyorum. Yağ lambam için duvara çivi çakıyorum.
Öyleyse, bunlar benden üstün mü? Hayır ama bazı ihtiyaçlarımı karşılıyorlar ve
bu nedenle onlara bakıyorum. Eşeğime de bakmıyor muyum? Ayaklarını yıkarnıyor
muyum? Onu temizlemiyor muyum? Herkesin aslen kendini önemsediğini ve seni de
eşeğini önemsediği gibi önemsediğini bilmiyor musun? Çünkü kim sana bir insan
olarak saygı duyuyor? Göster bana. Kim senin gibi olmak istiyor? Kim Sokrates'i
taklit ettiği gibi seni taklit ediyor? "Ama ben senin boynunu
vurdurabilirim." Doğru söylüyorsun. Sana da hararet ve sıtma tanrıçası32
gibi saygı gösterip Roma'daki sunağa benzer bir sunak inşa ettirmem gerektiğini
unutmuşum.
Öyleyse,
insanları endişelendiren ve korkutan nedir? Tiran ve korumaları mı? Umarım
değildir. Doğası gereği özgür olan bir varlığı kendisinden başka hiçbir şey
engelleyemez ve endi-şelendiremez. İnsanı endişelendiren kendi düşünceleridir.
Örneğin bir tiran, "Ayağına zincir vuracağım," dediğinde, ayağına
değer veren kişi, “Yapma; bana merhamet göster," der. Oysa iradesine değer
veren kişi, “Sana bir faydası olacaksa yap," der. “Umurunda değil
mi?" “Değil." “Sana efendinin ben olduğumu göstereceğim."
“Yapamazsın. Zeus beni özgür kıldı. Oğlunun köleleştirilmesine göz yumar mı
sence? Sen benim cesedimin efendisi olabilirsin ancak; cesedim senindir."
“Bir iyilik için bana geldiğinde, beni önemsemiyor musun yani?" “Hayır,
kendimi önemsiyorum. Eğer seni önemsediğimi söylememi istiyorsan, seni de
toprak kabım kadar önemsediğimi söyleyebilirim. "
Bu, sapkınca
bir kendini önemseme değildir, çünkü insan her şeyi kendisi için yapacak
şekilde yaratılmıştır. Çünkü güneş bile, hatta Zeus bile her şeyi kendi için
yapar. Ne var ki insanlara bir faydası olmasa, Yağmur Tanrısı, Meyvelerin
Tanrısı, Tanrıların ve İnsanların Babası gibi isimlerle anılmaz. Zeus, rasyonel
hayvanı bütün insanlığa katkıda bulunmadan kendi isteklerini elde edemeyecek
şekilde yaratmıştır. Bu bakımdan, insanın her şeyi kendisi için yapması topluma
aykırı değildir. Ne bekliyorsun ki? İnsan kendini ve kendi çıkarlarını ihmal mi
etmeli? Öyle olsa bütün hayvanlarda aynı prensip, yani kendini önemseme
prensibi bulunur muydu?
Görüşlerimizin
temelinde irademizden bağımsız şeylere dair yanlış fikirler yattığında - o
şeylerin iyi veya kötü olduğuna dair fikirler - tiranları önemsememiz
kaçınılmaz olur. Bari insanlar sadece tiranları önemseseler de uşaklarını
önem-semeseler. İmparator birini oturağının sorumlusu yaptığında, o kişi nasıl
birdenbire bilge olur? Nasıl olur da hemen, "Felicion mantıklı
konuştu," deriz? Keşke görevinden alınsa da yeniden budalanın teki
olduğunu görseniz...
Epaphroditus'un33
hiçbir işe yaramadığı için sattığı bir kunduracısı vardı. Bu adam şans eseri
İmparator'un adamlarından biri tarafından satın alındı ve İmparator'un
kunduracısı oldu. Epaphroditus'un ona ne kadar saygı gösterdiğini
görmeliydiniz. "Sevgili Felicion nasıllar acaba?" Aramızdan biri,
"Efendi Epaphroditus ne yapıyor?" diye sorduğunda da cevap şu olurdu:
"Felicion'a bir şey danışıyor." Bu adamı hiçbir işe yaramadığı için
satmamış mıydı? Öyleyse, bu adam birdenbire nasıl bilge birine dönüştü? Bu,
irademize bağlı olmayan şeylere değer vermenin bir örneğidir işte.
Birisi yüksek
bir rütbeye mi getirildi? Herkes onu tebrik eder; kimileri gözlerinden öper,
kimileri boynuna sarılır, köleler de ellerini öper. Eve gittiğinde, meşalelerin
yakılmış olduğunu görür. Jüpiter Tapınağı'na çıkıp adak sunar. Hiç kimse iyi
arzulara sahip olduğu için adak sunmuş mudur? Doğaya uygun davrandığı için adak
sunmuş mudur? Tannlara iyi olduğuna inandığımız şeyler için şükrederiz.
Bugün birisi
benimle Augustus rabipliği hakkında konuştu. Ona dedim ki: "Boş ver
gitsin. Bir hiç uğruna para harcamış olursun." "Ama belgelerde ismim
yazacak," dedi. "O belgeleri okuyanların başında dikilip, ‘Burada
benim ismim yazıyor,' mu diyeceksin? Diyelim ki şimdilik öyle yaptın, öldüğünde
ne olacak?" "İsmim kalacak." "Taşın üstüne yazsan da kalır.
Nikopolis'in ötesinde seni kim hatırlayacak ki?" "Ama altın taç
takacağım." "Eğer arzuladığın taçsa, güllerden yapılmış bir taç tak;
daha zarif durur. "
XX. BÖLÜM
MANTIĞA VE MANTIĞIN KENDİ KENDİNİ
INCELEMESINE
DAİR
Her sanatın ve
yetinin özellikle incelediği şeyler vardır. Eğer kendisi de incelediği şeyle
aynı türdeyse, kendisini de incelemesi kaçınılmaz olacaktır ama farklı türdeyse
kendisini inceleyemez. Örneğin kunduracının işi deriyle ilgilidir ama
zanaatının kendisi deriden çok farklı olduğu için kendini incelemez. Dilbilgisi
uzmanının işi güzel konuşmakla ilgilidir ama sanatı güzel konuşmak mıdır?
Hayır. Bu nedenle, kendini inceleyemez. Doğa bize hangi amaçla mantık
vermiştir? İzlenimleri doğru kullanmamız için. Peki, mantık nedir? Belirli
izlenimlerin bir kombinasyonu... Dolayısıyla, mantık doğası gereği kendi
kendini inceleme yetisine sahiptir. Sağduyu neleri inceler? İyiyi, kötüyü ve
iyi ya da kötü olmayanları ... Peki, kendisi nedir? İyi. Peki ya sağduyu yoksunluğu?
Kötü. Sağduyu da kaçınılmaz olarak hem kendini hem de karşıtını incelemez mi
öyleyse? Dolayısıyla, bir filozofun ilk ve en önemli görevi izlenimleri
incelemek, birbirinden ayırmak ve incelemeden hiçbirini kabul etmemektir.'
Çıkarlarımızın söz konusu olduğunu düşündüğümüz para için bile bir sanat
yaratmışızdır; ayarcılar paranın değerini belirlemeye çalışmak için görme,
dokunma, koklama ve işitme gibi pek çok yola başvururlar. Bir ayarcı parayı
yere atar ve çıkardığı sesi dikkatle dinler; bir kere dinlemekle de yetinmez,
defalarca dinler ve gösterdiği dikkat sayesinde adeta bir müzisyen olur. Hata
yapmanın ya da yapmamanın büyük bir fark yaratacağını düşündüğümüz konularda da
bizi aldatabilecek şeyleri saptamaya büyük bir dikkat gösteririz. Ne var ki konu
içler acısı muhakeme yetimize geldiğinde, esneyerek ve uyuklayarak her izlenimi
dikkatsizce kabul ederiz, çünkü bunun zararını fark etmeyiz.
İyi ve kötü
konusunda ne kadar dikkatsiz, nötr (ne iyi ne de kötü) şeyler konusunda ne
kadar etkin olduğunu bilmek istiyorsan, görme yetinden mahrum kalmanın ve
kandırılmanın sana neler hissettireceğini düşün; iyi ve kötü konusunda
hissetmen gerekenlerden ne kadar uzak olduğunu işte o zaman anlarsın. Ne var ki
bu fazlasıyla çaba, emek ve uğraş gerektiren bir konu. Ne yani? Sanatların en
büyüğüne pek bir çaba harcamadan mı kavuşmayı bekliyordun? Oysa filozofların
ana öğretisi çok kısadır. Öğrenmek istiyorsan, Zenon'un34 yazdıklarını
oku. İnsanın amacının tanrıların izinden gitmek olduğunu ve iyinin doğasının
izlenimleri doğru kullanmak olduğunu söylemek kaç kelime gerektirir ki?
Gelgelelim, "Tanrı nedir?" “İzlenim nedir?" "Bireysel doğa
ve evrensel doğa nedir?" diye sorarsan, çok kelime gerekir. O zaman Epikür
çıkıp iyiliğin bedende olduğunu söylerse, yine pek çok kelime gerekir.
İçimizdeki en önemli prensibi, aslımızı ve özümüzü öğrenmemiz gerekir.
Salyangozun iyiliğinin kabuğunda yatması muhtemel olmadığına göre, insanın
iyiliğinin bedeninde yatması muhtemel midir? Ne var ki sen kendin de bundan
daha iyisine sahipsin Epikür. İçinde düşünen, her şeyi inceleyen, bedenin
hakkında da bir fikir oluşturup onun en önemli parçan olduğunu söyleyen şey ne?
Neden lambam yakıp bizler için didiniyor ve bu kadar çok kitap yazıyorsun?
Gerçekler konusunda, kim olduğumuz konusunda ve sana göre kim olduğumuz
konusunda cahil kalmayalım diye mi? İşte bu nedenle bu tartışma pek çok kelime
gerektirir.
^. BÖLÜM
HAYRRANLIK PEŞiNDEKİLERE KARŞI
İnsan hayatta
olması gereken yerdeyse, bunun ötesinde bir şey aramaz. Ne istiyorsun?
"Doğaya uygun olarak arzulamak ve sakınmak, doğarnın gerektirdiği gibi
adımlar atmak amaçlamak, tasarlamak ve onaylamak benim için yeterli."
Öyleyse, neden karşımızda kasıla kasıla yürüyorsun? “Hep insanların bana hayran
olmasını ve peşimden gelenlerin ‘Ey yüce filozof' diye haykırmasını
istemişimdir." Sana hayran olmasını istediğin kişiler kim? Deli diye
adlandırdıkların değil mi? Delilerin sana hayran olmasını mı istiyorsun yani?
XXII. BÖLÜM ÖN
FİKİRLER ÜZERİNE
Ön fikirler
bütün insanlarda mevcuttur ve birbiriyle çelişmez. Hangimiz iyi olmanın faydalı
ve uygun olduğunu, her koşulda iyi olmaya çalışmamız gerektiğini düşünmeyiz ki?
Hangimiz adaletin güzel ve doğru olduğunu varsaymayız ki? Öyleyse, çelişki
hangi aşamada ortaya çıkar? Ön fikirlerin belirli durumlara uyarlanması
aşamasında ... Örneğin biri, "Çok iyi yaptı; ne kadar cesur bir
adam," derken, bir diğeri, "Hayır, aptalca davrandı," der ve
tartışmalar böyle doğar. Yahudiler, Suriyeliler, Mısırlılar ve Romalılar
arasındaki tartışma da kutsallığın her şeyden önce gelmesi gerekip gerekmediği
meselesinden değil, domuz eti yemenin kutsal olup olmadığı meselesinden
kaynaklanır. Agamemnon ile Akhilleus arasında da benzer bir tartışmaya
rastlarız. "Ne dersin Agamemnon? Doğru ve uygun olanı yapmamız gerekmez
mi?" "Kesinlikle." "Sen ne dersin Akhilleus? İyi olanı
yapmamız gerekmez mi?" "Elbette." Şimdi bu ön fikirleri eldeki
meseleye uyarlayalım. Tartışma işte bu aşanda başlar. Agamemnon,
"Khryseis'i babasına geri vermemeliyim," der. Akhilleus ise,
"Vermelisin," der. İçlerinden birinin "yükümlülükler" ya da
"görevler" konusundaki ön fikirlerini bt,i meseleye uyarlamakta hata
yaptığı kesindir. Agamemnon, "Eğer Khryseis'i babasına geri vermem
gerekiyorsa, aranızdan birinin ganimetini almam uygun olur," der.
"Sevdiğim kadını mı almak istiyorsun?" diye sorar Akhilleus.
"Evet, sevdiğin kadını.” "Bir tek benim mi ganimetsiz kalmam
gerekiyor yani?" "Peki, bir tek benim mi ganimetsiz kalmam
gerekiyor?” İşte tartışma böylelikle başlar. 35
Eğitim nedir?
Doğal ön fikirlerimizi belirli meselelere doğaya uygun olarak uyarlamayı
öğrenmek ve ardından da elimizde olanları ve olmayanları ayırt etmektir.
Elimizde olanlar irademiz ve irademize bağlı olan hareketlerimizdir. Elimizde
olmayanlar ise bedenimiz, uzuvlarımız, sahip olduklarımız, ebeveynlerimiz,
kardeşlerimiz, çocuklarımız, ülkemiz ve genel olarak toplum içinde birlikte
yaşadığımız kişilerdir. Öyleyse, iyiliği nereye oturtmalıyız? Nelere
uyarlamalıyız? Elimizde olanlara mı? Peki ama öyleyse sağlık, sağlam uzuvlar ve
hayat iyi değil midir? Çocuklarımız, ebeveynlerimiz ve ülkemiz iyi değil midir?
Bunu inkar edersen, seni kim hoş görür?
Öyleyse, iyilik
kavramını bunlara aktaralım. İnsan zarar gördüğü ve iyi şeyler elde edemediği
takdirde mutlu olabilir mi? Mümkün değil. Peki, topluma karşı doğru
davranabilir mi? Davranamaz. Çünkü insan doğası gereği kendi çıkarını kollar.
Eğer bir toprak parçasına sahip olmak benim çıkarımaysa, onu komşumdan almam da
çıkarıma olacaktır. Eğer bir giysiye sahip olmak benim çıkarımaysa, onu
hamamdan çalmak da benim çıkarıma olacaktır. Savaşlar, ayaklanmalar,
tiranlıklar ve komplolar işte böyle doğar. Peki, Zeus'a karşı görevimi yerine
getirmeye nasıl devam edeceğim? Çünkü eğer zarar görüyorsam ve bahtsızsam, Zeus
bana bakmıyor demektir. Bana yardım edemiyorsa, benim için ne anlamı vardır ki?
Bu duruma düşmeme göz yumuyorsa, benim için ne anlamı vardır ki? Ondan nefret
etmeye başlarım. Öyleyse, Zeus'a ve Hararet Tanrıçası gibi kötü tanrıçalara
neden tapınaklar ve heykeller inşa ediyoruz ki? Zeus nasıl “Kurtarıcı”,
"Yağmur Tanrısı" ya da "Meyvelerin Tanrısı” gibi isimlerle
anılabilir ki? İşte eğer iyinin doğasını bu tür şeylere oturtursak, sonucu bu
olur.
Öyleyse, ne
yapmalıyız? Gerçek bir filozofun ele aldığı konu budur. İyinin ve kötünün ne
olduğunu bilmiyorum. Öyleyse, deli miyim? Evet. Peki, diyelim ki iyiliği
iradeye bağlı şeylerin arasına oturttum. Herkes bana güler. Parmaklarında altın
yüzükler olan kır saçlı bir adam başını sallayarak şöyle der: "Dinle
evladım. Felsefe ile meşgul olman güzel bir şey ama kendini fazla kaptırma.
Yaptıklarınız saçma. Filozoflardan mantığı öğrenebilirsin ama sen nasıl
davranman gerektiğini filozoflardan daha iyi biliyorsun.” Eğer biliyorsam, beni
neden suçluyorsun? Bu ahmağa ne diyebilirim ki şimdi? Sessiz kalırsam,
patlayacak. Şöyle demek zorundayım: "Âşıkları nasıl mazur görürsen, beni
de öyle mazur gör. Aklım başımda değil. Deliyim.”
XXXII. BÖLÜM
EPİKÜR'E KARŞI
Epikür bile
doğamız gereği sosyal varlıklar olduğumuzu kabul eder ama iyiliği bir kere
kabuğa36
atfettikten sonra başka bir şey söyleyemez. Diğer yandan, iyinin doğasından
ayrılan hiçbir şeyi beğenmememiz ve kabul etmememiz gerektiğini de savunur ki
bu konuda haklıdır. Eğer çocuklarımıza karşı doğal bir sevgi beslemiyorsak,
neden şüpheliyiz? Akıllı bir insana neden çocuk yapmamasını tavsiye ediyorsun?
Neden o durumda başının belaya gireceğinden korkuyorsun? Evdeki fare yüzünden
başı belaya giriyor mu? Evdeki küçük bir farenin feryatlarından ona ne? Ancak,
bir çocuk doğduğunda, onu sevmemenin ya da önemsememenin elimizde olmadığını
Epikür de biliyor. Epikür bu nedenle aklı başında bir insanın politikaya da
girmeyeceğini söylüyor, çünkü bu tür şeylerle uğraşan insanların yapmak zorunda
kaldıklarını biliyor. İnsanlar arasında da bir sinek sürüsünün arasındaymış
gibi davranacaksan, seni engelleyen ne? Ne var ki Epikür bunu bilmesine rağmen,
çocuk büyütmememiz gerektiğini söylüyor. Bir koyun ya da kurt bile yavrusunu
terk etmezken, insan çocuğunu terk mi etmeli? Ne demek istiyorsun? Koyun kadar
aptal mı olalım? Gelgelelim, koyun bile yavrusunu terk etmez. Kurt kadar vahşi
mi olalım? Gelgelelim, kurt bile yavrusunu terk etmez. Çocuğunun düştüğünü ve
yerde ağladığını gören hangi insan senin tavsiyene uyar? Bana kalırsa, bir
kahin annene ve babana bu söylediklerini söyleyeceğini bildirseydi bile annen
ve baban seni terk etmezdi.
XXIVIV. BÖLÜM
KOŞULLARLA
NASIL MÜCADELE ETMELİYİZ?
Koşullar
(zorluklar) insanın karakterini ortaya çıkarır. Dolayısıyla, bir zorlukla
karşılaştığında, Tanrı'nın adeta bir güreşçi eğitmeni gibi, karşına zorlu bir
rakip çıkardığını unutma. "Ne için?" diye sorabilirsin.
Olimpiyatlarda zafer elde etmen için elbette. Ancak, ter dökmeden bunu
başaramazsın. Bana kalırsa, karşılaştığın zorluklardan, bir sporcunun güçlü bir
rakipten faydalandığı gibi faydalanırsan, senden daha kazançlısı yoktur.
Roma'ya casus gönderiyoruz37 ama hiç kimse bir ses duyar duymaz ya da
bir gölge görür görmez korkuya kapılarak koşa koşa geri gelen ve düşmanın
yakında olduğunu söyleyen korkak bir casus istemez. Eğer bize gelip de,
"Roma'da durum çok kötü. Her yerde ölüm, her yerde sürgün, her yerde
iftira, her yerde yoksulluk. Kaçın dostlarım, düşman yaklaşıyor," dersen,
biz de sana kehanetlerini kendine saklamanı söyleriz. Tek bir kusur işledik, o
da böyle bir casus göndermekti.
Senden önce
gönderilen Diyojen38 bize farklı şeyler söyledi. Ölümün kötü
bir şey olmadığını, çünkü onursuz bir şey olmadığını söyledi. Şöhretin
delilerin çıkardığı kuru gürültüden ibaret olduğunu söyledi. Peki, bu casus
acı, haz ve yoksulluk hakkında ne söyledi? Çıplaklığın mor cüppeden daha iyi
olduğunu ve çıplak zeminin yatakların en rabatı olduğunu söyledi; kanıt olarak
da kendi cesaretini, sükûnetini, özgürlüğünü, sağlıklı ve dinç bedenini
gösterdi. "Yakında düşman yok," dedi. “Her yer sessiz ve sakin."
“Nasıl olur Diyojen?" diye sorduğumuzda da, “Bana baksanıza. Herhangi bir
yerime bir şey olmuş mu? Yaralanmış mıyım? Herhangi birinden kaçıyor
muyum?" diye yanıtladı. İşte casus dediğin böyle olmalıdır. Ne var ki sen
bize birbiri ardına felaketler sıralıyorsun. Geri dönüp korkunu bir kenara
bırakırsan, her şeyi daha net görmez misin?
“Ne yapmalıyım
öyleyse?" Bir gemiden ayrılırken ne yaparsın? Dümeni ya da kürekleri alır
mısın? Neleri alırsın? Kendine ait olanları; şişeni ve cüzdanını... Kendine ait
olanları düşünürsen, asla başkalarına ait olanlar üzerinde hak iddia etmezsin.
İmparator (Domitianus) “Laticlave39 giyme," dedi. Öyleyse, angusticlave
giyerim. “Onu da giyme," dedi. Üzerimde sadece toga kaldı. “Toga da
giyme," dedi. Çıplak kaldım. “Ama yine de bende haset uyandırmaya devam
ediyorsun." Sefil bedenimi de al gitsin o zaman. Bir kişinin emriyle sefil
bedenimden vazgeçebiliyorsam, ondan korkar mıyım artık?
"Ama şu
veya bu kişi mülklerini bana bırakmayacak." Ne olmuş yani? Onun zaten bana
ait olmadığını unuttum mu? Nasıl benim olduğunu söylerim ki? Bu, handaki bir
yatağın benim olduğunu söylememe benzer. Hancı ölürken yatakları sana bırakırsa
ne âlâ ama eğer başka birine bırakırsa, o yataklar başka birinin olur ve sen de
başka bir yatak bulursun. Bulamazsan, yerde yatarsın. Yeter ki huzur içinde
mışıl mışıl uyu ve trajedilerin krallara, tiranlara ve zenginlere mahsus
olduğunu, yoksulların trajedilerde sadece koronun bir parçası olarak yer
aldığını unutma. Krallar başlangıçta refah içindedir. "Sarayı çe-lenklerle
süsleyin," derler. Üçüncü veya dördüncü perdede ise, "Ey Kithairon,40 41 beni niye aldın?" diye
haykırırlar. Ey ahmak, taçların nerede şimdi? Korumalarının sana hiçbir faydası
yok. Öyleyse, böyle kişilere yaklaşırken bir trajedinin kahramanına, üstelik de
oyuncuya değil, Oedipus'un kendisine yaklaştığını unutma. Ne var ki sen onun
mutlu olduğunu, çünkü etrafının kalabalık olduğunu söylüyorsun. Benim de
etrafım kalabalık. Sözün kısası, şunu unutma: Kapı açık/3
Bir şey hoşlarına gitmediğinde, "Artık oynamayacağım, " diyen
küçük çocuklardan daha korkak olma. Hoşuna gitmiyorsa, "Artık
oynamayacağım," de ve git. Ancak şayet kalırsan, şikâyet etme.
XXV. BÖLÜM AYNI
KONU ÜZERİNE
Eğer iyinin ve
kötünün insanın iradesinde yattığını ve başka hiçbir şeyin bizi
ilgilendirmediğini söylerken ikiyüzlü davranmıyorsak, eğer bunlar doğruysa ve
budalalık etmiyorsak, neden hâlâ endişeliyiz? Neden hâlâ korkuyoruz? Bizi
meşgul eden şeyler hiçbir insanın elinde değil ve başkalarının elinde olan
şeyler de bizi ilgilendirmiyor. Öyleyse, ne derdimiz olabilir?
"Bana yol
göster." Sana neden yol göstereyim? Zeus sana yol göstermedi mi? Senin
olanları sana engellerden arınmış olarak sunup, senin olmayanları engellere
maruz bırakmadı mı? Ondan gelirken hangi talimatları, hangi buyrukları
getirdin? Kendine ait olanları her ne pahasına olursa olsun koru ve başkalarına
ait olanları arzulama. Sadakat (güvenilirlik) sana ait; utanma duygusu sana
ait. Bunları senden kim alabilir? Bunları kullanmana senden başka kim engel
olabilir? Peki, sen-nasıl davranıyorsun? Sana ait olmayanların peşinden
koşarken, sana ait olanları kaybediyorsun. Zeus'tan buyruklarını almışken,
benden daha ne istiyorsun? Ben ondan daha mı güçlüyüm? Daha mı güvenilirim?
Onun buyruklarını incelersen,-başka herhangi bir şeye ihtiyacın kalır mı?
"Bu buyrukları o vermedi," diyebilirsin. Ön fikirlerini ele al,
filozofların kanıtlarını ele al, duyduklarını ele al, söylediklerini ele al,
okuduklarını ele al, kafa yorduklarını ele al; işte o zaman bütün bunların
Tanrı'dan geldiğini görürsün. Tanrı'nın buyruklarını ne zamana kadar yerine
getirmek ve oyunu ne zamana kadar sürdürmek uygundur?42 Oyun senin
için uygun olduğu sürece. Satürnalya'da43 eğlencesine
bir kral seçilir, çünkü gelenek böy-ledir. Bu kral emirler yağdırır. Sen iç.
Sen şarabı getir. Sen şarkı söyle. Sen gel. Sen git. Oyun benim yüzümden
bozulmasın diye emirleri yerine getiririm. Gelgelelim, şayet bu kral "Kötü
bir durumda olduğunu düşün," derse, öyle düşünmediğimi söylerim. Beni öyle
düşünmeye kim zorlayabilir ki? Agamemnon ile Akhilleus'u canlandırmaya karar
verdik. Agamemnon'u canlandıran kişi bana, "Akhilleus'a git ve Briseis'i
ondan al," dedi. Giderim. "Gel," derse gelirim.
Kuramsal
argümanlarda nasıl davranıyorsak, hayatta da öyle davranmalıyız. "Gece
olduğunu varsay." Gece olduğunu varsayıyorum. "Gündüz mü öyleyse?"
Hayır, çünkü gece olduğu varsayımını kabul ettim. "Gece olduğunu sandığını
varsay." Varsaydım diyelim. "Ancak, aynı zamanda gerçekten gece
olduğunu düşün." Bu, varsayımla örtüşmez. Aynısı şu durumda da geçerlidir.
"Şanssız olduğunu varsay." Tamam. "Mutsuz musun öyleyse?"
Evet. "Şansınla başın dertte mi?" Evet. "Aynı zamanda, sefil
durumda olduğunu düşün." Bu, varsayımla örtüşmez ve Zeus öyle düşünmemi
yasaklar.
Öyleyse, oyunun
kurallarına nereye kadar uymalıyız? Faydalı oldukları sürece, yani bizim için
uygun ve tutarlı oldukları sürece. Bazı insanlar huysuz ve hırçın olur. "O
adamla yemek yiyip de Misya'da nasıl savaştığını bir kere daha
dinleyemem," der. "Tepeye nasıl tırmandığımı anlatmıştım dostum;
derken etrafımı tekrar kuşattılar." Başka biriyse, "Yemeğimi yemeyi
tercih ederim; istediği kadar konuşsun," der. Önceliklerini belirlernek
sana kalmıştır ama yaptığın hiçbir şeyi bunalırn-dayrnış veya dertliymiş gibi
yapma, çünkü seni onu yapmaya zorlayan yok. Odanın içi duman mı oldu? Duman
katlanabilir düzeydeyse, içeride kalırım. Değilse, dışarı çıkarım. Kapının açık
olduğunu asla unutma. “Nikopolis’te yaşama," mı diyorsun? Nikopolis’te
yaşamam. “Atina’da da yaşama." Atina’da da yaşamam. “Roma’da da
yaşama." Roma’da da yaşamam. “Gyaros’ta yaşa."44 45 46 Gyaros’ta
yaşamak katlanamayacağını kadar fazla duman anlamına geliyor; öyleyse hiç
kimsenin beni yaşamaktan alıkoyarnayacağı yere giderim, çünkü orası herkese
açıktır. Üzerimdeki son giysiden, yani sefil bedenimden de sıyrıldığımda, hiç
kimsenin üzerimde bir gücü kalmaz. Dernet-rius47
bu nedenle Neron’a, “Sen beni ölümle tehdit ediyorsun ama doğa da seni tehdit
ediyor," demişti. Eğer bedenime fazla değer verirsem, köleliğe mahkûm
olurum. Eğer sahip olduklarıma fazla değer verirsem de köleliğe mahkûm olurum,
çünkü zaaflarımı açık etmişimdir. Yılanın başını geri çektiğini görürsem,
koruduğu yere saldırmam söylerim; sen de düşmanının korumayı seçtiğin yere
saldıracağından emin olabilirsin. Bunu unutmazsan, korkacağın ya da göklere
çıkaracağın kimse kalır mı?
“Ama ben
senatörlerin oturduğu yerde oturmak istiyorum."48
Kendi kendini sıkıntıya soktuğunu ve sıkıştırdığını görmüyor musun? “Sahneyi
iyi görmek için başka ne yapabilirim?" Gösteriye gitmezsen, kendini
sıkıştırmamış olursun. Neden kendine dert yaratıyorsun? Ya da biraz bekle ve
gösteri bittiğinde senatörlere ayrılan yere oturup güneşlen. Şu gerçeği unutma;
kendimizi sıkıntıya sokan ve sıkıştıran biziz veya daha doğrusu görüşlerimiz.
Hakarete uğramak nedir? Bir taşın başında durup ona hakaret et; ne başarmış
olursun? Öyleyse, insan bakareti bir taş gibi dinlerse, hakaret edenin eline ne
geçer? Gelgelelim, şayet hakaret eden kişi karşısındakinin zaafını bir basamak
gibi kullanabilirse, işte o zaman eline bir şey geçer. "Onu soyun."
'Onu' derken ne kastediyorsun? Kıyafetlerine el koyun demek istiyorsun.
"Sana hakaret ettim." "Hayrını gör."
Sokrates böyle
davranırdı; bu nedenle hep aynı tavrı korurdu. Ne var ki, biz özgür olmanın
yolları dışında her şeyi araştırıp incelerneyi tercih ediyoruz. Filozofların
paradokslarla konuştuğunu söylüyorsun. Diğer sanatlarda paradokslar yok mu?
Görebilmesi için bir insanın gözünde kesik açmaktan daha paradoksal bir şey
olabilir mi? Biri bunu cerrahiden anlamayan birine söylese, o kişi bunu
söyleyenle dalga geçmez mi? Öyleyse, felsefedeki gerçeklerin de deneyimsiz
kişilere paradoksal gelmesi şaşırtıcı mı?
XXVI. BÖLÜM
HAYA™ KANUNU NEDİR?
Birisi kuramsal
argümanları okurken, Epiktetos şöyle dedi: Kurarndan çıkan sonucu kabul etmemiz
gerektiği de kuramsal bir kanundur. Ne var ki bu kanundan önce hayatın kanunu,
yani doğaya uygun hareket etmemiz gerektiğini söyleyen kanun gelir. Çünkü eğer
her koşulda doğal olanı yerine getirmek istiyorsak, doğayla tutarlı olan
şeylerin gözümüzden kaçmasına izin vermememiz ve doğayla çelişen şeyleri kabul
etmememiz gerektiği açıktır. Filozoflar bizi önce daha kolay olan teori (bir
şeyleri inceleme) konusunda eğitip, sonrasında daha zor meselelere geçerler.
Çünkü teori söz konusu olduğunda, bizi öğretilenleri dikkatle dinlemekten
alıkoyan bir şey yoktur ama gerçek hayatta dikkatimizi dağıtan pek çok şey
vardır. Dolayısıyla, gerçek hayat meseleleriyle başlamak istediğini söyleyen
kişi saçmalamaktadır, çünkü zor meselelerle başlamak kolay değildir.
Çocuklarının felsefe öğrenmesinden endişe duyan ebeveynlere de bu gerçeği bir
argüman olarak öne sürmemiz gerekir. "Hata mı yapıyorum baba? Bana uygun
olanı ve yakı'
____
.
.
.......
şanı bilmiyor
muyum? Eğer bu gerçekten öğrenilemiyor ya da öğretilemiyorsa, beni neden
suçluyorsun? Eğer bunu sen bana öğretebiliyorsan öğret ama eğer öğretemiyorsan,
öğretmeyi bildiğini söyleyenlerden öğrenmeme izin ver. Ne düşünüyorsun?
İsteyerek kötülüğün pençesine düştüğümü ve iyilikten uzaklaştığımı mı? Umarım
öyle düşünmüyorsundur. Yanlış hareket etmemin sebebi ne? Cehalet. Öyleyse,
cehaletimden kurtulmamı istemez misin? Öfke ne zaman birine gemi kullanma
sanatını ya da müziği öğretmiştir? O zaman senin öfken sayesinde yaşama
sanatını öğrenmem mümkün mü?" Ancak öğrenmeye niyetli bir kişi böyle
konuşabilir. Ne var ki bir insan sadece ziyafetlerde gösteriş yapmak ve
kuramsal argümanları bildiğini göstermek için bu kuramları okuyor ve
filozofları dinliyorsa, bu insanın, yanında oturan bir senatörün hayranlığını
kazanmaktan başka ne amacı olabilir? Çünkü Roma'da gerçekten büyük fırsatlar
vardır ve Nikopolis'in zenginlikleri orada önemsiz kalır. İşte bu nedenle
insan, muhakeme yeteneğini etkileyen pek çok şeyin bulunduğu yerde, izlenimler
konusunda ustalaşmakta zorlanır. Epaphroditus'un dizlerine sarılıp, sadece on
bin denarii47'nin
yüz elli katı parası kaldığı için yakınan birini tanıyorum. Peki, Epaphroditus
ne yaptı? Biz kölelerinin yaptığı gibi bu adama güldü mü? Hayır. Büyük bir
şaşkınlıkla, "Vah zavallı. Buna nasıl sessiz kaldın? Nasıl dayandın?"
diye sordu.
Epiktetos
kuramsal argümanları okuyan kişiyi paylayınca ve okuma yapmayı önermiş olan
öğretmen okumayı yapan kişiye gülünce, Epiktetos öğretmene şunları söyledi:
"Sen kendine gülüyorsun. Delikanlıyı hazırlamadığın gibi, bu meseleleri
anladığından da emin olmamışsın ama belki de ona sadece okuma yaptırıyorsun.
Eğer bir insan karmaşık bir uslamlamayı anlayabilecek kabiliyete sahip değilse,
o kişinin övgülerine ya da suçlamalarına güvenebilir miyiz? İyi ve kötü
hakkında bir fikir oluşturabileceğini kabul edebilir miyiz? Bu kişi birini
suçlarsa, suçlananın umurunda olur mu? Birini överse, övdüğü kişi mutlu olur
mu? Daha kuramsal uslamlama gibi basit bir konuda bile doğru sonuca varamayan
birinden bahsediyoruz.
Felsefenin
başlangıç noktası budur; insanın muhakeme yetisinin düzeyinin farkında olması.
Çünkü eğer insan bu yetisinin zayıf olduğunu bilirse, zor konulara girmez. Oysa
insanlar daha ufak bir lokmayı bile yutamazken, ciltler dolusu kitabı yalayıp
yutmaya kalkışıyorlar. Sonra da yuttuklarını kusuyor ya da hazımsızlık çekiyor,
ağrılar ve sancılar içinde kıvranıyorlar. Bu insanlar kabiliyetlerini gözden
geçirmeliler. Teori söz konusu olduğunda, cahil bir insanı ikna etmek kolaydır
ama gerçek hayat söz konusu olduğunda hiç kimse ikna edilmeye açık değildir ve
bizi ikna eden kişiden nefret ederiz. Oysa Sokrates bize gözden geçirilmemiş
bir hayat yaşamamamızı öğütlemiştir.”
XXVE. BÖLÜM
KAÇ TÜR İZLENİM
VARDIR VE BU İZLENİMLERE KARŞI NASIL ÇARELER ÜRETMELİYİZ?
Dört tür
izlenim vardır: Öyle olan ve öyle görünenler; öyle olmayan ve öyle
görünmeyenler; öyle olduğu halde öyle görünmeyenler ve öyle olmadığı halde öyle
görünenler. Eğitimli bir insanın görevi bütün bu durumlarda doğru yargıya
varmaktır. Bizi rahatsız eden her neyse, ona karşı bir çare üretmemiz gerekir.
Eğer bizi rahatsız eden Pyrrhon'un48 ve Akademisyenlerin yanıltmacalarıysa,
onlara karşı bir çare bulmamız gerekir. Eğer bizi rahatsız eden bazı şeylerin
iyi olmadığı halde iyi görünmesine yol açan izlenimlerse, buna karşı bir çare
aramalıyız. Eğer bizi rahatsız eden alışkanlıksa, alışkanlığa karşı bir çare
bulmalıyız. Alışkanlığa karşı ne çare bulabiliriz? Karşı bir alışkanlık...
Cahil insanların şöyle dediğini duyarsın: "Zavallı adam öldü. Annesi ve
babası üzüntüden kahroldu. Yabancı topraklarda zamansız bir ölüme kurban gitti."
Başka konuşma biçimlerine kulak ver. Bu tür ifadelerden uzaklaş. Bir
alışkanlığa, karşı bir alışkanlıkla cevap ver. Yanıltmacalara mantıkla ve
mantık disipliniyle karşı koymak gerekir. İnandırıcı (aldatıcı) izlenimlere
karşıysa, bütün kusurlardan arındırılmış ön fikirlere sahip olmamız gerekir.
Ölüm bize kötü
göründüğünde, şu kuralı hatırlamalıyız; kötü şeylerden kaçınmak doğrudur ama
ölüm gerekli bir şeydir. Çünkü ne yapabilirim? Ölümden nasıl kaçabilirim? Belki
Zeus'un oğlu Sarpedon değilim ve şöyle asil konuşamıyorum: "Gidiyorum.
Cesur davranmaya ya da bir başkasına cesur davranma fırsatını sunmaya
kararlıyım. Eğer kendim yapmayı başaramazsam, bir başkasına asil davrandığı
için kin beslemeyeceğim." Diyelim ki böyle davranmak bizim gücümüzü
aşıyor; bu şekilde düşünmek de mi elimizde değil peki? Ölümden nasıl
kaçabilirim söyle bana. Ölümün uğramadığı bir ülke, bir insan göster. Ölüme
karşı bir tılsım bul. Eğer böyle bir tılsım yoksa ne yapmamı istiyorsun?
Ölümden kaçamam. Ölüm korkusundan kaçamaz mıyım peki? Titreyerek ve inleyerek
mi ölmem gerekir? Istırabın kökeninde dilediğin şeyin gerçekleşmemesi vardır.
Dolayısıyla, dış etkenleri dileğime göre değiştirebiliyorsam değiştiririm ama
değiştiremiyorsam, bana engel olan kişinin gözlerini oymaya hazırımdır. Çünkü
insanlar iyi şeylerden mahrum kalmaya ya da kötülüğe maruz kalmaya
dayanamazlar. Koşulları değiştiremediğİrnde ve bana engel olan kişinin
gözlerini oyamadığımda, oturup sızlanır ve Zeus ile diğer tanrılar da dahil
olmak üzere, herkese sövüp sayarım. Çünkü eğer bana bakmıyorlarsa, benim için
ne anlamları vardır? “O zaman dine saygısızlık etmiş olursun." Şimdiki
halimden daha kötü ne olabilir ki? Şunu unutma; dindarlık kişinin iyiliği ile
örtüşmedi-ği surece, hiç kimse dindar kalmayı sürdüremez. Sence bunlar doğru
değil mi?
Bırak
Pyrrhon'un takipçileri ve Akademisyenler gelip itiraz etsinler. Benim böyle
tartışmalara ayıracak zamanım yok; genel görüşleri savunmayı da üstlenemem.
Eğer bir toprak parçası konusunda anlaşmazlığa düşmüş olsaydım, çıkarlarımı
savunması için başka birini tutardım. Peki, nasıl kanıtlarla tatmin olurdum?
Eldeki konuya ait olanlarla.49 Algıların bütün bedenden mi yoksa
bedenin belirli bir kısmından mı etkilendiğini açıklayamam belki, çünkü iki
görüş de kafamı karıştırıyor. Ancak, senin ve benim aynı olmadığımızı kesin
olarak biliyorum. Nereden mi biliyorum? Bir şeyi yutmak istediğimde, senin
ağzına değil, kendi ağzıma atıyorum. Ekmek almak istediğimde, süpürgeye
uzanmıyor, doğrudan ekmeğe uzanıyorum. Duyuların kanıtlarını ortadan kaldıran
Pyrrhoncular; siz farklı mı davranıyorsunuz sanki? Aranızda, yıkanmak istediği
zaman değirmene giden var mı?
Öyleyse, bütün
gücümüzle genel görüşleri korumamız ve onlara karşı geliştirilen argümanlara
karşı hazır olmamız gerekmez mi? Buna karşı çıkan var mı? Olanağı ve zamanı
olan insan bunu yapmalıdır ama titreyen, endişeli ve kalbi (ruhu) parçalanmış
kişi zamanını daha farklı kullanmalıdır.
XXVUI. BÖLÜM
İNSANLARA
ÖFKELENMEMEMİZ GEREKTİĞİNE DAİR; İNSANLARIN BÜYÜK VE KÜÇÜK BULDUĞU ŞEYLER
Bir şeyi kabul
etmemizin sebebi nedir? Onun bize doğru gelmesi. Öyleyse, bize doğru gelmeyen
bir şeyi kabul etmemiz mümkün değildir. Neden mi? Çünkü zihnimizin yapısı
böyledir; doğruya meyleder, yanlıştan tatmin olmaz ve şüpheli durumlarda
kararını erteler. Bunun kanıtı nedir? Yapabilirsen, kendini gece olduğuna ikna
et. İmkansız. Gündüz olduğu inancından vazgeç. İmkansız. Kendini yıldızların
çift sayı olduğuna veya olmadığına ikna et. İmkansız. Bu durumda, eğer insan
yanlış bir şeyi kabul ediyorsa, yanlış olduğunu bilerek etmediğinden emin
olabilirsin, çünkü Platon'un da söylediği gibi, insan gerçeklerden ancak
istemeden mahrum kalır; yanlışı doğru zanneder. Eylemler söz konusu olduğunda
gerçeğin ve yanlışın yerini ne alır? Uygun olanlar ve olmayanlar, faydalı
olanlar ve olmayanlar, insanın doğru buldukları ve bulmadıkları. İnsanın bir
şeyin faydalı olduğunu düşünüp de onu tercih etmemesi mümkün müdür? Değildir.
Medea ne der?
"Yapacaklarımın
yanlış olduğunu biliyorum,
' Ama
duygularım aklıma galip geldi."
Medea
duygularına boyun eğip kocasından intikam almanın, çocuklarını kurtarmaktan
daha faydalı olduğunu düşündü. Öyle düşündü ama yanılıyordu. Ona yanıldığını
gösterirsen, kararından vazgeçer ama göstermediğin sürece, kendi görüşlerine
göre hareket etmekten başka ne yapabilir ki? Hiçbir şey yapamaz. Öyleyse, en
önemli konularda kafası karışmış ve insandan yılana dönüşmüş olan bu mutsuz
kadına neden öfkeleniyorsun? Ona neden acımıyorsun? Körlere ve topallara
acırız; en önemli konularda kör ve topal kalmış olanlara neden acımıyoruz?
İnsanın
izlenimlerine göre - ki doğru da olabilir, yanlış da - hareket ettiğini
aklından çıkarmayan kişi hiç kimseye öfkelenmez, hiç kimseye gücenmez, hiç
kimseyi yermez, hiç kimseyi suçlamaz, hiç kimseden nefret etmez ve hiç kimseyle
kavgaya tutuşmaz, çünkü insanın izlenimi doğruysa zaten masumdur, yanlışsa da
cezasını kendisi çekecektir; ne de olsa yanılan ile bu yanılgının cezasını
çekenin farklı kişiler olması mümkün değildir.
Öyleyse, bütün
büyük ve dehşet uyandıran eylemlerin kökeninde izlenimler (görüşler) mi vardır?
Evet, kesinlikle. İlyada izlenimlerden ve izlenimlerin kullanımından başka bir
şey değildir. Paris bir izienim sonucunda Menelaus'un karısını kaçırdı; Helen
bir izienim sonucunda onun peşinden gitti. Eğer Menelaus böyle bir eşten mahrum
kalmanın belki de bir kazanç olduğu izlenimini edinseydi, ne olurdu? Sadece
İlyada değil, Odysseia da kayıplara karışırdı. "Bütün o büyük şeyler küçük
bir meseleden mi çıktı yani?" Büyük şeyler derken ne kastediyorsun?
Savaşlar, ayaklanmalar, çok sayıda insanın can vermesi ve şehirlerin yanıp kül
olması. Bunlar büyük şeyler mi? “Değil mi?" Peki ya çok sayıda öküzün ve
koyunun can vermesi, kırlangıçların ya da leyleklerin yuvalarının yanıp kül
olması büyük şeyler mi? “İkisi birbirine benzer mi?" Çok benzer. İnsanlar
bedenini kaybederken, öküzler ve koyunlar da bedenini kaybeder; insanların
evleri yanıp kül olurken, leyleklerin yuvaları da yanıp kül olur. Bunda büyük
ya da dehşet uyandıran ne vardır? Bir insanın eviyle bir leyleğin yuvası
arasındaki farkı göster bana. İkisi de birer barınaktır ama insan evini
kiremitlerle ve tuğlalarla inşa ederken, leylek yuvasını çalı çırpıyla ve
çamurla inşa eder. “İnsanla leylek birbirine benzer şeyler midir öyleyse?"
Beden söz konusu olduğunda, çok benzerler.
“İnsanın
leylekten bir farkı yok mudur yani?" Öyle demedim; dış unsurlar söz konusu
olduğunda aralarında bir fark yoktur. Fark nerededir peki? Düşünürsen, farkın
başka bir yerde olduğunu görürsün. Fark, insanın yaptığını kavramasında, sosyal
olmasında, sadakatinde, alçakgönüllülüğünde, azminde ve zekasındadır. Öyleyse,
insanın iyiliği ve kötülüğü nerededir? Farkın olduğu yerde. Eğer bu fark
korunursa ve alçakgönüllülük, sadakat ve zeka yok olmazsa, insan da korunur.
Bunlar yok olduğunda, insanın da sonu gelir; büyük şeyler işte bunlardır.
Yunanlılar Truva'yı yakıp yıktığında ve kardeşleri katledildiğinde Paris'in çok
büyük bir zarar gördüğünü söylüyorsun. Bu doğru değil, çünkü hiçbir insan
kendisine ait olmayan bir eylemden zarar görmez. O sırada olanlar sadece
leyleklerin yuvalarının yıkılmasıydı. Paris asıl alçakgönüllülüğünü,
sadakatini, misafirperverliğe gösterdiği saygıyı ve nezaketini kaybettiği an
mahvoldu. Akhilleus ne zaman mahvoldu? Patroklos öldüğünde mi? Hayır.
Öfkelenmeye başladığında, bir kız için gözyaşı döktüğünde ve metres bulmak için
değil savaşmak için Truva'da olduğunu unuttuğunda. İnsanı mahveden işte
bunlardır; kuşatılmak işte budur; şehirlerin yıkılması işte budur -doğfu
görüşlerin tahrip olması ve yozlaşması.
“Kadınların
kaçırılması, çocukların tutsak edilmesi ve erkeklerin kılıçtan geçirilmesi kötü
değil mi?" Bu sonuca nasıl vardın? Bana bunu açıkla. “Açıklayamam ama sen
bunların kötü olmadığını nasıl söylersin?" Kurallara gelelim ve ön
fikirlerimizi oluşturalım, çünkü bunu ihmal ettiğimiz için insanların
yaptıklarını yeterince irdeleyemiyoruz. Bir şeyin ağırlığını belirlemek
istediğimizde tahmin yürütmeyiz. Bir şeyin düz mü yoksa eğri mi olduğunu
belirlemek istediğimizde tahmin yürütmeyiz. Doğru olanı bilmenin bizim
yararımıza olduğu hiçbir meselede tahmin yürütmeyiz. Gelgelelim, iyiliğin ve
kötülüğün, mutluluğun ve mutsuzluğun, talihli veya talihsiz olmanın ilk ve tek
sebebine gelince, düşüncesiz ve ihtiyatsız davranacağımız tutar. Mesele buna
gelince, ne bir tartımız vardır ne de bir kuralımız. Önümüze bir izlenim
sunulur ve hemen ona göre davranırız. Akhilleus ile Agamemnon'dan daha üstün
olduğumu mu varsaymalıyım öyleyse? Onlar izlenimlerinin peşinden giderek pek
çok kötülüğe neden oldular ve uğradılar. İzienimler benim için yeterli olmamalı
mı? Hangi trajedinin farklı bir başlangıcı vardır? Euripides'in Atreus’u nedir?
Bir izlenim. Sophokles'in Oedipus’u nedir? Bir izlenim. Feniks? Bir izlenim.
Hippolytus? Bir izlenim. Öyleyse, bu konuya kafa yormayan biri, nasıl biridir
sence? Her izlenirnin peşinden gidenlere ne denir? Deli. Biz farklı mı
davranıyoruz peki?
XXIX^. BÖLÜM
SEBAT (YA DA
DAYANIKLILIK) ÜZERİNE
İyinin ve
kötünün özünde belirli bir irade vardır. Öyleyse, dış etkenler nedir? İradenin
malzemeleridir; irade onların aracılığıyla iyiye ve kötüye ulaşır. İyiye nasıl
ulaşır? Malzemelere aşırı değer vermeyerek, çünkü malzemeler hakkındaki
fikirlerin doğru olması iradeyi iyi kılarken, çarpık olması iradeyi kötü kılar.
Tanrı bu kanunu belirlemiştir ve şöyle der: "İyiliği kendinde ara."
Ancak sen, "Hayır, başkasında arayacağım," diyorsun. Bunu yapma;
iyiliği kendinde ara. Bir tiran beni tehdit ettiğinde, "Kimi tehdit
ediyorsun?" diye sorarım. "Seni zincire vurduracağım," derse,
"Ellerimi ve ayaklarımı tehdit ediyorsun," derim. "Boynunu
vurduracağım," derse, "Boynumu tehdit ediyorsun," derim.
"Seni zindana atacağım," derse, "Sefil bedenimi tehdit
ediyorsun," derim. Beni sürgünle tehdit ederse de aynısını söylerim.
"Seni hiç tehdit etmiyor mu öyleyse?" Bunların benim için önemi
olmadığını düşünürsem, beni tehdit edemez ama bunların herhangi birinden
korkarsam, beni tehdit etmiş olur. Kimden korkarım öyleyse? Neyin efendisinden?
Kendi elimde olan şeylerin efendisinden mi? Öyle biri yoktur. Elimde olmayan
şeylerin efendisinden mi? O şeyler benim için ne anlam ifade eder ki?
"Siz
filozoflar bize kralları hor görmeyi mi öğretiyorsunuz öyleyse?" Umarım
öyle değildir. Hangimiz onların sahip oldukları üzerinde hak iddia etmeyi
öğretiyoruz ki? Sefil bedenimi al, sahip olduklarımı al, itibarımı al,
etrafımdakileri al. Eğer herhangi birine bunlar üzerinde hak iddia etmesini
öğütlersem, o zaman beni suçlayabilirler. "Evet ama ben senin fikirlerini
de fethetmek istiyorum." Sana bu gücü kim verdi? Başka bir insanın fikrini
nasıl fethedebilirsin? "Korkutarak fethederim." Fikrin sadece kendi
kendini fethettiğini ve başka hiçbir şey tarafından fethedilemeyeceğini
bilmiyor musun? İradenin başka hiçbir şey tarafından fethedilemeyeceğini
bilmiyor musun? Bu nedenle Tanrı'nın kanunu güçlü ve adildir ki o kanun şöyle
der: Güçlüler zayıflardan daima üstün olacaktır. "On kişi bir kişiden daha
güçlüdür." Evet ama ne için? Zincire vurmak, öldürmek, sürüklemek, insanın
sahip olduklarını almak için. On kişi bu bakımdan bir kişiden daha güçlüdür ve
onu alt edebilir. Peki, hangi bakımdan daha zayıftır? Eğer o bir kişi doğru
fikirlere sahipse ve diğer on kişi değilse. Bu durumda, o on kişi bir kişiyi
alt edebilir mi? Nasıl etsin ki? Terazide olsalar, ağır olan kendi bulunduğu
kefeyi aşağı çekmez mi?
"Sokrates'in
Atinalılardan gördüğü muamele çok garip." Ey ahmak, neden Sokrates
diyorsun? Doğru konuşmaya çalış; "Sokrates'in bedeninin güçlü adamlar
tarafından zindana sürüklenmesi, Sokrates'in bedenine baldıran zehri verilmesi
ve bedeninin yitip gitmesi çok garip," demen gerekir. Bunlar sana garip mi
geliyor? Adaletsiz mi geliyor? Bunlar için Tanrı'yı mı suçluyorsun? Sokrates'in
bunlara verdiği bir karşılık yok muydu? Sokrates için iyinin özü neredeydi? Onu
mu dinlemeliyiz yoksa seni mi? Sokrates ne der? "Anytos ile Meletus50
beni öldürebilirler ama bana zarar veremezler." Üstüne bir de şöyle der:
"Tanrı'nın dileği buysa, öyle olsun."
Bana
prensipleri zayıf olan birinin, prensipleri daha üstün olan birini alt ettiği
bir örnek göster. Kesinlikle gösteremezsin; hatta göstermeye yaklaşamazsın
bile, çünkü Tanrı'nın ve doğanın kanununa göre üstün olan zayıf olana daima
galip gelecektir. Hangi konuda? Üstün olduğu konuda. Bir beden diğerinden daha
güçlüdür. Birçok beden tek bedenden daha güçlüdür. Hırsız, hırsız olmayandan
daha güçlüdür. Ben de lambamı bu yüzden kaybettim, çünkü hırsız uyanık kalmak
konusunda benden daha üstündü. Ne var ki lambayı almasının bir bedeli vardı;
bir lamba uğruna hırsız oldu, güvenilirliğini yitirdi ve vahşi bir hayvan gibi
hareket etti. Karlı çıktığını düşündü. Öyle olsun. Diyelim ki birisi beni
pelerinimden tuttu meydana sürüklüyor ve etraftakiler de şöyle bağırıyor:
"Ey filozof, görüşlerin ne işe yaradı? Bak seni zindana sürüklüyorlar,
kelleni alacaklar." Hangi felsefe sistemi benden daha güçlü bir adamın
beni pelerinimden tutup sürüklemesine ya da on kişinin beni zindana atmasına
engel olabilirdi? Başka hiçbir şey öğrenmedim mi peki? İrademden bağımsız olan
hiçbir şeyin bana hiçbir anlam ifade etmediğini öğrendim. Bunu sen de bilmiyor
musun? Öyleyse avantajı neden olduğunu bildiğin yerden başka yerde arıyorsun?
Zindanda
otururken diyorum ki o bağıranlar51 ne kelimelerin anlamını biliyorlar ne
söylenenleri anlıyorlar ne de filozofların söyledikleriyle ya da yaptıklarıyla
ilgileniyorlar. Bırak öyle kalsınlar.
'Derken,
"Zindandan çık," diyorlar. Eğer artık zindanda olmama gerek yoksa
çıkarım. Tekrar gerek olursa, yine girerim. "Bunu nereye kadar
sürdüreceksin?" Mantığım bedenimle olmadı gerektirdiği sürece ama mantığım
bunu gerektirmediğinde bedenimi de alın ve hoşça kalın. Ancak bunu
düşüncesizce, zayıflıktan ya da önemsiz bir sebepten yapmamalıyız, çünkü Tanrı
bunu istemez; dünyaya ve içindekilere olduğu şekilde ihtiyacı vardır. Ne var
ki, eğer Sokrates'e yaptığı gibi geri çekilme işaretini verirse, işareti verene
bir generalmiş gibi itaat etmeliyiz.52
Bunları herkese
söylemeli miyiz? Neden söyleyelim? İnsanın kendinin bunları bilmesi yeterli
değil mi? Çocuklar alkış tutarak ve bağırarak, "Ne güzel, bugün
Satürnalya," dediğinde, "Satürnalya güzel değil," diyor muyuz?
Hayır, onlarla birlikte alkış tutuyoruz. Öyleyse, bir insanın fikrini
değiştiremediğinde de onun çocuktan farkı olmadığını bilmeli ve onunla birlikte
alkış tutmalısın. Eğer bunu yapmak istemezsen de sessiz kalmalısın.
İnsan bunu
aklında tutmalı ve bir zorlukla karşı karşıya kaldığında, öğrendiklerini
sergilemenin vaktinin geldiğini bilmelidir. Çünkü bir zorlukla karşı karşıya
kalan kişi, okulda uslamlamaların çözümlerine çalışan bir genç gibidir; eğer
birisi ona kolay bir uslamlama verirse, "Bana karmaşık bir uslamlama ver
ki kendimi geliştirebileyim," demelidir. Sporcular bile zayıf bir rakipten
hoşlanmazlar ve "O beni kaldıramaz ki," derler. Ne var ki, sınanma
vakti geldiğinde, içinizden biri mutlaka ağlar ve "Keşke daha fazlasını
öğrenseydim," der. Neyin daha fazlası? Eğer bunları uygulamaya koymak için
öğrenmediysen, neden öğrendin? Bence burada oturanlar arasında mutlaka doğum
yapan bir kadın gibi sancı çeken ve "Benim karşıma bir türlü öyle bir
zorluk çıkmıyor. Olympia'da taç takabileceğim yerde hayatımı bir köşede heba
ediyorum. Ne zaman karşıma gerçek bir mücadele çıkacak?" diye soran biri
vardır. Hepinizin duruşu böyle olmalıdır. İmparatorun gladyatörleri arasında
bile karşısına bir rakip çıkarılmadığı için şikayet edenler var; dövüşrnek için
Tanrı'ya dua ediyor ve denetmenlerine yalvarıyorlar. Aranızdan hiçbiri bu tavrı
sergilerneyecek mi? Bunun için seve seve Roma'ya seyahat eder ve sporcumun ne
yaptığına, konusuna nasıl çalıştığına bakardım. "Ben o konuyu
istemem," diyorsun. İstediğin konuyu seçmek senin elinde mi? Sana böyle
bir beden, böyle bir ana baba, böyle kardeşler, böyle bir ülke ve bu ülkede
böyle bir yer verildi. Gelip, "Benim konumu değiştir," diyorsun. Sana
verilen konuyla başa çıkabilecek kabiliyedere sahip değil misin? "Konuyu
önermek senin, ona iyi çalışmak da benim görevim," dernen gerekir.
Gelgelelim, öyle demiyorsun. "Bana o konuyu verme de şu konuyu ver. Benim
karşıma o savı değil de şu savı çıkar," diyorsun. Belki de trajedi
oyuncularının kendilerini maskeden, çizmeden ve uzun pelerinden ibaret
zannettiği bir gün gelecek. Ben diyorum ki senin malzemelerin ve konuların
bunlar. Bir şeyler söyle de bir trajedi oyuncusu musun yoksa bir soytan mısın
bilelim; çünkü ikisinin de geri kalan özellikleri ortak. Eğer birisi trajedi
oyuncusunun çizmelerini ve maskesini alıp, onu sahneye bir hayalet olarak
çıkarırsa, oyuncu tümden kayıp mı olur yoksa hâlâ orada mıdır? Sesi varsa, hâlâ
oradadır.
Başka bir örnek
verelim. "Bir vilayetin valiliğini üstlen." ,..
Üstlenirim ve
üstlenince de eğitimli bir insanın nasıl davrandığını gösteririm. "Senatör
kıyafetini çıkarıp paçavralara bürün ve öyle gel." Ne yani? O durumda
sesimi olması gerektiği gibi kullanamayacak mıyım (yapmam gerekeni yapamayacak
mıyım)? Peki, şimdi (hayat sahnesinde) nasıl görünüyorsun? Tanrı'nın huzuruna
çağrılmış bir tanık gibi. "Öne çık53 ve bana
tanıklık et, çünkü bana tanıklık etmeye layıksın. İradenin dışında kalan hiçbir
şey iyi ya da kötü mü? Ben hiç kimseye zarar verdim mi? Hiç kimsenin menfaatini
kendisinden başka birine bağımlı kıldım mı? Tanrı'ya nasıl tanıklık
edeceksin?" "Perişan durumdayım Tanrım; çok bahtsızım. Hiç kimse beni
umursamıyor, hiç kimse bana bir şey vermiyor. Herkes beni suçluyor. Herkes
hakkımda kötü konuşuyor." Sana böyle bir şeref bahşeden ve seni huzurunda
tanıklık etmeye layık gören Tanrı'ya böyle mi ifade vereceksin?
Diyelim ki gücü
elinde bulunduran biri seni dinsiz ilan etti. Başına ne geldi bu durumda?
"Dinsiz ilan edildim." Başka bir şey olmadı mı? "Olmadı."
Peki, aynı kişi kuramsal bir uslamlama konusunda yargıya varsaydı ve
"Gündüzse hava aydınlıktır sonucunu yanlış ilan ediyorum," deseydi,
kuramsal uslamlamaya ne olurdu? Bu durumda yargılanan kim? Suçlu olan kim?
Kuramsal uslamlama mı yoksa onu yanlış anlayan insan mı? Senin hakkında
beyanatlarda bulunma gücüne sahip olan kişi dindarlığın ya da dinsizliğin ne
olduğunu biliyor mu? Bu konuyu incelemiş ve öğrenmiş mi? Nerede öğrenmiş?
Kimden öğrenmiş? Bir müzisyen lirin en ince telinin en kalın teli olduğunu
söyleyen birini dikkate alır mı? Bir matematikçi dairenin merkezinden çevresine
uzanan çizgilerin eşit olmadığını söyleyen birini dikkate alır mı? Öyleyse,
gerçekten eğitim almış olan biri, eğitimsiz bir insanın dindarlık ve dinsizlik
konusundaki yargılarını, adalet ve adaletsizlik konusundaki yargılarını dikkate
almalı mıdır? Bu bir hata olur. Biz burada bunu mu öğretiyoruz?
Bu meselelere
ilişkin küçük tartışmaları tembellere, bir köşede oturup maaşını alanlara ya da
hiç kimse kendilerine bir şey vermediği için hornurdananlara bırakmayacak
mısın? Öne çıkıp öğrendiklerinden faydalanmayacak mısın? Çünkü artık bu küçük
tartışmalara gerek yok; Stoacıların yazıları onlarla dolu zaten. Neye gerek var
öyleyse? Bunları uygulayacak birine; eylemleri sözlerine tanıklık edecek
birine. Lütfen böyle biri ol ki okullarda artık eskilerden örnek vermeyi
bırakalım da kendimizden örnek verelim.
Öyleyse, bu
meseleleri (felsefi soruları) incelemek kime düşer? Vakti olana, çünkü insan
incelerneyi seven bir hayvandır. Ne var ki bu meseleleri kaçak köleler gibi
incelemek utanç vericidir. Tiyatroda otururcasına oturalım ve dikkatimiz
dağılmadan bir seferinde oyuncuya, bir seferinde müzisyene kulak verelim;
kölelerin yaptığını yapmayalım. Bir köle yerini alır almaz oyuncuyu över ve
aynı zamanda da etrafına bakınır. Eğer birisi efendisinin ismini ağzına alırsa,
hemen korkar ve endişeye kapılır. Filozofların doğanın eserlerini bu şekilde
incelemesi utanç vericidir. Çünkü efendi dediğin kimdir? Hiçbir insan, bir
diğerinin efendisi değildir; ancak yaşam ve ölüm, haz ve acı öyledir. Çünkü
eğer bunlar olmadan gelecekse, imparatorun kendisi gelse bile karşısında ne
kadar sağlam durduğumu görürsünüz. Ancak eğer gök gürültüsü ve şimşeklerle
gelirse ve ben bunlardan korkarsam, efendimin karşısında kaçak bir köle gibi
durmaktan başka ne yapabilirim ki? Bu korkulardan soluklandığım zamanlarda bile
kaçak bir kölenin tiyatrodaki haline benzerim. Yıkanırım, içerim, şarkı
söylerim ama bunların hepsini korkuyla ve huzursuzlukla yaparım. Oysa kendimi
efendilerden, daha doğrusu efendileri korkutucu kılan şeyler-den,kurtarırsam,
derdim ya da efendim kalır mı?
Bunları herkese
anlatmalı mıyız öyleyse? Hayır ama eğitimsiz kişileri hoş görmeli ve şöyle
demeliyiz: "Bu adam bana iyi olduğunu zannettiği bir tavsiyede bulunuyor;
onu mazur göreceğim." Sokrates de "Bizim için yas tutması yüce
gönüllülüğünü gösteriyor," diyerek, zehri içtiğinde ağlayan zindancıyı
mazur görmüştür.54
Sokrates zindancıya, “Kadınları işte bu yüzden gönderdik," der mi? Hayır,
bunu sadece anlayabilecek arkadaşlarına söyler; zindancıya ise çocuk muamelesi
yapar.
XXX. BÖLÜM
ZOR KOŞULLARA
NASIL HAZIRLANMALIYIZ?55
Güçlü bir
insanın karşısına çıkacağın zaman yukarıdan birinin de seni izlediğini ve
yukarıdakini memnun etmenin diğerini memnun etmekten daha önemli olduğunu
unutma. Yukarıdaki sana sorar: "Okuldayken sürgün, zincir, ölüm ve gözden
düşme hakkında ne diyordun?" “Bunların ilgisiz (ne iyi ne de kötü)
olduğunu söylüyordum." “Peki, şimdi ne diyorsun? Herhangi bir değişiklik
oldu mu?" “Hayır." “Sen değiştin mi?" “Hayır." “Öyleyse,
bana ilgisiz olanlar nedir, onu söyle." “İrademden bağımsız olan
şeyler." “Bundan nasıl bir sonuca vardığını da söyle." “İrademden
bağımsız olan şeylerin benim için hiçbir değeri yoktur." “İyi konusundaki
görüşün neydi peki?" “Gerektiği gibi bir iradeye sahip olmak ve
izlenimleri doğru kullanmak." “Hayatın amacı ne?" “Senin izinden
gitmek." “Hâlâ bu söylediklerinin arkasında mısın?"
“Arkasındayım."
“Öyleyse güçlü
bir insanın karşısına çıkarken cesur ol ve bunları unutma. Bu konuları
incelemiş olan bir gencin, incelememiş olanlar arasında nasıl durduğunu
göreceksin. Tahmin ediyorum ki aklından şunlar geçecek: Neden önemsiz şeyler
için bu kadar büyük hazırlıklar yapıyoruz? İnsanların güç diye adlandırdığı şey
bu mu? Giriş salonu bu mu? Saray görevlileri bunlar mı? Silahlı muhafızlar
bunlar mı? Bunca söylevi bunun için mi dinledim? Bunlar hiçbir şey değil; oysa
ben kendimi büyük bir şeye hazırlıyordum."
A. Gellius (i.
2 ve xvii. 19), Epiktetos 'un Söylevlerinin Arrianos tarafından derlendiğinden
bahseder. Gellius (xix. 1) Söylevler'in beşinci cildine de değinir ama günümüze
sadece dört cilt ve bazı fragmanlar ulaşmıştır. Fotios'un (Cod. 58) söylediğine
göre toplamda sekiz cilt vardır. Epiktetos 'un Söylevlerinden seçilen kısa
parçalardan oluşan Encheiridion ya da El Kitabı da günümüze kadar ulaşmıştır.
Aynca M.S. 6. yüzyılda, Jüstinyen döneminde Simplicius tarafından kaleme alınan
değerli Encheiridion yorumlan da bulunmaktadır.
Arrianos,
Epiktetos 'un Söylevlerini yazmadığını söylerken neyi kastettiğini bir bakıma
açıklar ama onlan kendisinin yaymadığını söylerken neyi kastettiğini açıklamaz.
Arrianos bize Epiktetos'un konuşmalannı filozofun kendi kelimeleriyle kağıda
aktarmaya çalıştığını söyler ama kendi bilgisi ya da nzası olmadan nasıl
yayımlandıklannı söylemez. Ancak, anlaşıldığı kadanyla Arrianos Söylevler'in
yayımlandığını görmüştür ve Schweighaeuser'ın da belirttiği gibi, fark ettiği
hatalan kuşkusuz düzeltmiştir, dolayısıyla kendisi tarafından gözden geçirilmiş
bir nüsha olmalıdır. Schweighaeuser'ın Söylevlerde karşılaştığımız zorluklarla
ilgili notlan (i. böl. 26, 13) bulunmaktadır.
Bu, az önce
mantık yetisi olarak adlandınlmıştır. Stoacılar duyulann edindiği bütün
intihalara ve dış etkenierin oluşturduğu bütün duygulara izienimler ismini
vermişlerdir.
Odysseia, X. 21
'e atıfta bulunulmaktadır.
Konsül Plautius
Lateranus, Piso’nun Neron’a karşı komplosuna dahil olmakla suçlanmıştır.
Çocuklannı görmesine izin verilmeden alelacele idama götürülmüştür ve kendisini
idam eden görevli komplodan haberdar olsa da Lateranus bu konuda hiçbir şey
söylememiştir. (Tacit. Ann. xv. 49, 60).
Epaphroditus
Neron'un azat ettiği kölesiydi ve bir zamanlar Epiktetos'un efendisiydi.
Neron'un sekreteriydi. Neron'un kendini öldürmesine yardım ermiş ve bu nedenle
Domitianus tarafından öldürülmüştür. (Suetonius, Domitian, 14 dolaylannda).
Bu,
Euripides’in Bakkhalar adlı eserindeki bir pasajın taklididir ve Horatius
tarafından da taklit edilmiştir.
Stoacı filozof
’^^^a Paetus. Neron döneminde kendi hayatına son vermesi e^ınredil-miştir
(Tacit. Ann. xvi. 21-35). Aria’nın kocasıdır ki annesi Arria- Caecina Paetus'un
kansı - imparator Claudius döneminde büyük bir k^^rm^ıkla kocasına ölmenin
yolunu göstermiştir (Plinius, Mektuplar, iii. 16). Martial, meşhur bir şiirle
büyük Arria’yı ölümsüzleştirmiştir (i. 14):
“Arria iffetli
göğsünden kendi eliyle çekip çıkardığı kılıcı Paetus’a verdiğinde
‘Bu yara canımı
acıtmıyor,’ dedi ‘inan bana, Ama senin elinin açacağı yara acıtacak canımı.’”
C. Musonius
Rufus. Toskanalı bir şövalye, filozof ve Stoacı (Tacit. Hist. iii. 81).
Paconius
Agrippinus, Neron döneminde hüküm giymiştir. Hakkındaki suçlama, baba
sının Roma
devletinin başına karşı nefretini miras almış olmaktır (Tacit. ^An. xvi. 28).
Agrippinus’un babası, Tiberius döneminde ölüme mafum edilmiştir (Suetonius,
Tib. 61 dolaylannda).
.
Aricia,
Roma’dan 20 Roma mili uzaklıkta, Via Appia’da bulunur (Horatius, Sat. i. 5, 1)
1 1 Epiktetos,
Encheiridion, 1 1 dolaylannda: "Hiçbir durumda 'Kaybettim,' deme, ‘İade
ettim,' de."
Spartalı
delikanlılarArtemis Orthia sunağında kkan gövdeyi götürene ka^ ve bazen de
ölene kadar kırbaçlanırlardı ama gıklan bile çıkmazdı (Cicero, Tuscul. ii. 14;
v. 27).
Neron sahne
temsillerinden çok hoşlanırdı ve soylu ailelerden gelen kişileri sahneye
çıkmaya ikna ederdi; onlar da yoksulluklan nedeniyle buna razı olurlardı
(Tacitus, Annals, xiv. 14; Suetonius, Nero, 21 dolaylarında).
“Mor"
kısım, Romalı valilerin ve senatörlerin belirli günlerde giydikleri toganın mor
renkli kalın bordürüydü (Cic. Phil. ii. 43).
Helvidius
Priscus. Romalı senatör ve filozof. Dürüstlüğü Tacitus (Hist. iv. 4, 5)
tarafından övülmüştür: “Sadece erdemli şeyleri iyi, kokuşmuş şeyleri kötü gören
filozoftann izinden giderdi; zihnin dışında kalan güç ve mevki gibi şeyleri ne
iyi ne de kötü olarak değerlendirirdi.” Vespasianus, Helvidius tarafından
kışkırtıldığı bir öfke anında onu ölüme mahkûm etti ve karannı geri almakta çok
geç kaldı (Suetonius, Vespasian, 15 dolaylannda).
Baton, M.
Aurelius Antoninus döneminde iki yıl boyunca spor okulunun müdürü seçilmiştir.
Casaubon'un da
belirttiği gibi, burada Domitianus'un filozofların sürgüne gönderilmesi emrine
atıfta bulunulmaktadır. Bazı insanlar filozof olduklannı gizlemek için
sakallarını kesmişlerdir. Epiktetos sakalım kesmeyi reddetmiştir.
1 8 fcotonlu
Milo; büyük bir sporcu.
Diogenes
Laertius (Chrysippus, lib, vii.) Hrisippos'un yedi yüz beş kitap ya da inceleme
yazdığım belirtir. Hrisippos M.Ö. 280 yılında Kilikya, Soli ya da Tarsus'ta
doğmuş ve Atina'ya gittikten sonra Stoacı Kleantes'in öğrencisi olmuştur.
Platon'un
Kriton adlı kitabında geçer ama tam olarak aynı şekilde değil.
Söz konusu eser
Fidias'ın altın ve fildişinden yapılmış devasa Zeus (Jüpiter) heykeliydi ve
Olympia'da yer almaktaydı. Pausanias bu muhteşem eseri tasvir etmiştir (Eİiaca,
A, 1 1).
Bunlar
uslamlamanın doğru sonuçlara varmasını sağlayan uslarnlarnalar, figürler ve
modlardır .
Musonius Rufus
(i. 1). İnsanın babasını öldürmesi ve Jüpiter Tapınağı'nı yakması en büyük
suçlara örnek vermek için kullanılmıştır. Comp. Horatius, E^tfe, iii.; Cicero,
De Amicit. c. ll; Plutarch, Tib. Gracchus, c. 20.
Wolf'un da
(belirttiği gibi, söz konusu yetiler konuşma ve tartışma yetileridir. Wolfbu
yetilerin sağlam bilgileri olmayan kişileri kibirli ve umursamaz kıldığını da
belirtir.
Platon güzel
konuşurdu; bunun Platon'un filozof olarak kabul edilmesine engel olup olmadığı
soruluyor. Karşılık olarak ise Hipokrat'ın hekim olduğu ve aynı zamanda da
güzel konuştuğu ama bunun hekim olmasıyla bir ilgisi olmadığı söyleniyor.
Epiktetos
topaldı.
Yaşlı adam
Epiktetos'tur.
Bu pasajın
temeli Platon 'un Sokrates 'in Savunması adlı eserine ( 17 dolaylarında)
dayanmaktadır ve özünde onunla aynıdır.
Burada anlam
belirsizdir. Schweighaeuser, mağlup düşmüş bir askerin ölüleri gömmek için izin
istemesine göndermede bulunulduğunu düşünmektedir. Epiktetos'a göre mutluluğunu
dış etkenlere ve başkalannın iyiliklerine bağlayan kişilerin cesetten farkı
yoktur.
Stoacılar
hareketin insanın doğasında olduğunu öğretirler. Dolayısıyla insan dünya
işlerinden elini eteğini çekmemeli ve kendini tembel bir hayata
kaptırmamalıdır; sadece tefekküre ve dini gözlemlere dayalı bir hayata bile.
Ulysses’in
Athena'ya duasından bir mısra: "Kulak ver bana ey Zeus'un çocuğu, sen ki
bütün tehlikelerde hep yanımda durdun, senin bilgin olmadan hareket bile
etmem."
Kinik felsefeyi
öğreten Antisthenes, mantığı ve fiziği reddederdi.
Febris, Roma'da
hararet ve sıtma tannçasıydı.
Epaphroditus
bir zamanlar Epiktetos'un efendisiydi (i. 1,20).
Kıbns'ta,
Kition kentinde doğan Zenon'un genç yaşta Atina'ya gittiği ve ö^mrünün geri
kalanını felsefeye adaddığı söylenir. Stoa Okulu 'nu kuran Zenon, karakteri ve
yetenekleri nedeniyle saygı duyulan biriydi. Birçook felsefe eseri yazdı.
Zenon'un ardından Stoa Okulu'nun başına Kleantes geçti.
İZy<ada.
Akhilleus ile Agame^on'un ^Khryseis'i babasına iade etmek konusundaki kavgası.
Yani tedene.
Domitianus
döneminde filozoflar Senato karanyla (Sueton. Domitian, c. 10; Dion, 67. c. 13)
Roma'dan ve İtalya'dan sürgün edilmişlerdi ve Gellius'un da belirttiği gibi
(xv. 11) Epiktetos bu dönemde Roma'dan Nikopolis'e giderek bir okul açmıştı.
Epiktetos'un burada, zalim tiran Domitianus'un yönetimindeki Roma'da işlerin
nasıl gittiğini görmek için Nikopolis'ten Roma'ya giden birinden bahsettiğini
varsayabiliriz. (Schweighaeuser.)
Diyojen,
Chaeronea Savaşı'nın ardından casus olarak Kral Philip'in karşısına
çıkanl-m^tir (iii. 22, 24.) Plutarkhos, Philip'in Diyojen'e casus olup
olmadığını sorduğunda, Diyojen'in şunlan söylediğini belirtir: "Ben
kesinlikle bir casusum Philip; hiç gerek olmadığı halde krallığını ve hayatını
tehlikeye atmana yol açan muhakeme yoksunluğunun ve ^ahmaklığının
casusuyum."
Geniş şeritli
bir kıyafet olan laticlave senatörlerin giydiği bir kıyafetti; dar şeritli
angusticlave ise binicilerin giydiği bir kıyafetti.
Sophokles'in
Kral Oedipus adlı eserinde Oedipus'un haykınşı, v. 1390.
Bu,
"istediğin zaman ölebilirsin" antlına gelmektedir.
Geçen bölümün
sonuna bakınız.
Roma'da aralık
ayında kutlanan bir bayram (Livy, xxii. 1).
Ege Denizi'nde
yer alan ve Roma İmparatorluğu döneminde suçlulann gönderildiği bir-ada.
Juvenal, Sat. i. 73.
Kiıük filozof.
Seneca onun hakkında şöyle der: "Bana kalirsa büyük bir insandı; en
büyüklerle kıyaslandığında bile."
Roma'da ve
muhtemelen diğer kentlerde de gösterilerde farklı sınıflar için aynlan yerler
vardı.
Büyük bir
meblağdan bahsedilmektedir.
Pyrrhon,
Elis'te doğmuştur. Asya seferinde Büyük İskender'e eşlik eniği söylenir
(Diogenes Laertius, ix. 61). Doğum tarihi bilinmemekle birlikte, 90 yaşına
kadar yaşadığı söylenmektedir.
"Pyrrhoncular
ve Akadeınisyenler ile Stoacıların tartıştığı ana konu gerçeğin bir kriteri
olup olmadığıydı; her şeyden önce de duyuların sunduğu kanıtlar ya da duyular
tarafından algılanan şeylerin doğruluğunun kesinliği tartışılıyordu." -
Schweighaeuser.
Sokrates'i
suçlayan iki kişi. (Piaıo, Apology, c. 18; Epiktetos, ii. 2, 15).
"Ey
filozof' diye bağııranlar.
Sokrates
Atinalılar tarafından ölüme mahkûm edildi. Ölüme razıydı ve bunun iyi bir şey
olduğunu düşünüyordu. Bu nedenle suçlu bulunmasına neden olan savunmayı yaptı.
Başkalan gibi yargıçlara yalvararak, ağlayıp sızlanarak, kendine yakışmayan
şeyler söyleyerek ve yaparak mahkûmiyetten kurtulmak yerine mahkûrniyeti tercih
etti. - Plato, Apology, cc. 29-33. Epiktetos i. 9, 16 ile kıyaslayınız.
Burada konuşan
Tann'dır. - Schweighaeuser.
Platon'un
Phaidon'u ile kıyaslayınız. Sokrates, ölümüne yol açan zehri içmeden önce,
çocukları ve arkadaşlarının eşleri onu gömıeye getirilmişti. Sokrates
arkadaşlarıyla son konuşmasını yapmadan önce kanısı Xanthippe'nin eve
götürülmesini buyurdu ve karısı gözyaşları içinde uylaştırıldı.
Okuyucu, o
dönemde insaniann nasıl bir tiranlık altında yaşadığını düşünürse, Epiktetos'un
neden böyle bir ders verdiğini anlayacaktır.
*
I. BÖLÜM
ÖZGÜVENİN (CESARETiN) TEMKİNLİLİGE AYKIRI OLMAMASINA DAİR
Filozofların
görüşleri bazılarına paradoks gibi gelebilir ama biz yine de hem temkinli hem
de cesur hareket etmenin mümkün olduğu görüşünün doğru olup olmadığını
elimizden geldiğince inceleyelim. Çünkü temkinlilik bir bakıma cesaretin
karşıtıymış gibi görünür ve karşıtlar birbiriyle örtüşmez. Birçok kişiye
paradoks gibi gelen bu konu hakkında ben şöyle düşünüyorum: Eğer aynı konuda
hem temkinli hem de cesur hareket etmemiz gerektiğini ileri sürseydik, insanlar
bizi haklı olarak bir arada olamayacak şeyleri bir araya getirmekle
suçlayabilirlerdi. Peki, meselenin zorluğu nerede? Eğer sık sık söylediğimiz ve
kanıtladığımız şeyler doğruysa, yani iyinin ve kötünün doğası izlenimleri
kullanmaktaysa - irademizden bağımsız şeyler ise ne iyi ne de kötüyse - filozoflar
irademize bağlı olmayan konularda cesur, irademize bağlı olan konularda
temkinli hareket etmemizi söyleyerek nasıl bir paradoks öne sürmüş olurlar ki?
Çünkü eğer “kötü” iradenin kötü kullanılmasıysa, insan sadece iradesine bağlı
konularda temkinli hareket etmelidir. İrademizden bağımsız olan ve elimizde
olmayan şeyler bizim için hiçbir anlam ifade etmiyorsa, bu konularda cesur
hareket etmemiz gerekir. Böylelikle hem temkinli hem de cesur oluruz; hatta
temkinli olduğumuz için cesur oluruz. Çünkü sadece gerçekten kötü şeylere karşı
temkinli hareket ettiğimiz için, öyle olmayan şeylere karşı cesur hareket etmiş
oluruz.
Ne var ki biz
geyikler gibi hareket ediyoruz.1 2 Geyikler
avcıların tüylerinden korktukları zaman nereye doğru kaçarlar? Ağlara doğru
kaçarlar; yani korkmaları gereken şeylerle korkmamaları gereken şeyleri
karıştırdıkları için can verirler. Biz de böyle davranıyoruz. Nelerden
korkuyoruz? İrademizden bağımsız olan şeylerden... Peki, hangi konularda sanki
hiç tehlike yokmuş gibi cesur davranıyoruz? İrademize bağlı konularda ...
İrademizden bağımsız olan konularda başanya ulaştığımız sürece kandırılıp
kandırılmadığımızı, düşüncesizce, utanmazca ya da dizginlenmemiş arzularla
hareket edip etmediğimizi hiç umursamıyoruz. Ölüm, sürgün, acı veya kötü şöhret
söz konusu olduğunda ise korkuya kapılıp kaçmaya çalışıyoruz. Dolayısıyla, en
önemli meselelerde hata yapanlardan beklenebileceği üzere, doğal cesaretimizi
(yani doğaya uygun olan cesaretimizi) arsızlığa, umarsızlığa, düşüncesizliğe ve
utanmazlığa dönüştürüyoruz. Doğal temkinliliğimizi ve alçakgönüllülüğümüzü ise
korkaklığa ve alçaklığa dönüştürüyoruz. Eğer insan iradesini kullanabileceği
konularda temkinli olmaya yönelirse, temkinli olmayı seçmiş olduğu için
istediklerinden kaçınma gücüne de sahip olur. Oysa elinde olmayan ve iradesine
bağlı olmayan konularda temkinli olmaya yönelir ve başkalarının gücü
dahilindeki şeylerden kaçınmaya yeltenirse, ister istemez korkuya kapılır,
dengesini kaybeder ve huzursuz olur. Çünkü ölüm ve acı korkutucu değildir, asıl
korkutucu olan ölüm ve acı korkusudur. Bu nedenle şunları yazan şairi5’ överiz:
Kötü olan ölüm
değil, utanç verici bir ölümdür.
Öyleyse, ölüme
karşı cesur, ölüm korkusuna karşı temkinli olmalıyız. Oysa biz tersini yapıyor
ve ölümden kaçmaya çalışıyor, ölüm konusundaki görüşlerimizde ise umursamaz,
düşüncesiz ve kayıtsız davranıyoruz. Sokrates3 bunları trajedi
maskeleri olarak adlandırırdı; çünkü çocuklar deneyimsizliklerinden ötürü
maskelerden korkarlar, biz de hayatımızda meydana gelen olaylardan çocukların
maskelerden etkilendiği gibi etkileniyoruz. Çocuk nasıldır? Bilgisiz. Çocuk
nasıldır? Habersiz. Eğer çocuk bilgi sahibi olursa, bizden aşağı kalır bir yanı
olmaz. Ölüm nedir? Bir trajedi maskesi... Maskeyi çevir ve incele. Bak, seni
ısırmadı. Beden ruhtan ya şimdi ya da daha sonra ayrılmak zorunda; tıpkı
eskiden de ayrı olduğu gibi. Öyleyse, şimdi ayrıldığı için neden üzülüyorsun?
Eğer şimdi ayrılmazsa, daha sonra ayrılacak. Neden? Evren devrini tamamlasın
diye,4 çünkü evren için şimdiki zaman, gelecek ve
geçmiş gereklidir. Acı nedir? Bir maske. Maskeyi çevir ve incele. Beden bazen
acı çeker ama sonra rahatlar. Eğer bu senin için yeterli değilse, kapı açık.
Yeterliyse, tahammül et. Kapı her durumda açık olmalıdır ki hiçbir derdimiz
olmasın.
Bu görüşlerin
verdiği meyve nedir? Gerçekten eğitimli olan kişiler için en asil, en güzel
meyvedir; endişelerden arınmaktır, korkulardan arınmaktır, özgürlüktür. Bu
konuda, sadece özgür insanların eğitim hakkı olduğunu söyleyen çoğunluğa
inanmayın; sadece eğitimli insanların özgür olduğunu söyleyen filozoflara
inanın. Nasıl mı? Açıklayacağım. Özgürlük, tercih ettiğin gibi yaşama gücünden
başka bir şey midir? “Değildir.” Peki, hata içinde yaşamak ister misiniz?
“İstemeyiz.” Öyleyse, hata içinde yaşayan hiç kimse özgür değildir. Korku
içinde yaşamak ister misiniz? Acı içinde yaşamak ister misiniz? Endişe içinde
yaşamak ister misiniz? “İstemeyiz.” Öyleyse, korku içinde, acı içinde, endişe
içinde yaşayan hiç kimse özgür değildir. Korkudan, acıdan ve endişeden kurtulan
insan kölelikten de kurtulur. Öyleyse, “Sadece özgür insanlar eğitim
alabilirler,” diyen yasa koyuculara inanmaya nasıl devam edebiliriz? Filozoflar
eğitimli kişiler dışında hiç kimsenin özgür olduğunu kabul etmezler; Tanrı da
etmez. “Peki, kölesini kanunlar önünde azat eden biri hiçbir şey yapmamış
mıdır?” Yapmıştır. “Ne yapmıştır?” Kölesini kanunlar önünde azat etmiştir.
“Başka bir şey yapmamış mıdır?” Yapmıştır; bunun için bir de vergi ödemiştir.
“Öyleyse, köle bu merasimden sonra özgür olmaz mı?” Endişelerinden kurtulduğu
kadar özgür olur ancak. Başkalarını azat etme gücüne sahip olan sizlerin bir
efendisi yok mu? Para sizin efendiniz değil mi? Ya da bir kadın? Bir erkek? Bir
tiran? Tiranın bir arkadaşı? Öyle olmasa, neden zorluklarla karşı karşıya
kaldığınızda titreyesiniz? İşte bu nedenle nelere karşı cesaretle, nelere karşı
temkinle yaklaşmanız gerektiğini sık sık tekrarlıyorum. İradenize bağlı olmayan
konulara cesaretle, iradenize bağlı olan konulara temkinle yaklaşın.
“Yazdıklarımı
okumadın mı?5
Neler yazdığımı görmedin mi?” Nerede? “Küçük denemelerimde.” Bana asıl arzu ve
sakınma konusunda hangi aşamada olduğunu göster. Dilediklerine ulaşmakta
başarısızlığa uğramadığını göster. Kaçınmak istediklerinin pençesine
düşmediğini göster. Yazdığın uzun ve zor cümlelere gelince; onları sil gitsin.
Sokrates yazmaz
mıydı? Hem de çok yazmaz mıydı?6 Peki, neden yazardı? Karşısında her zaman
prensiplerini tartışabileceği biri olmadığı için, bazen kendisiyle tartışır ve
kendisini incelerdi. Ayrıca konulara her zaman gerçekçi yaklaşırdı. Bir filozof
böyle yazar. Küçük denemeleri ise başkalarına bırakır; aptallara ya da
endişelerinden arınmış oldukları için vakitleri bol olan mutlu insanlara.
Bir fırsat
doğduğunda çıkıp sahip olduklarını sergilemiyor, yazdıklarını okuyacak hava
atmıyor ve "Bak nasıl da diyalog yazıyorum," demiyor musun? Bunu
yapma. Bunun yerine şöyle de: "Bak, arzulanın beni hayal kırıklığına
uğratmıyor. Bak, kaçındıklarımın pençesine düşmüyorum. Karşıma ölümü koy ve
gör. Karşıma acıyı, zindanı, gözden düşmeyi ve mahkûrniyeti koy." Okuldan
çıkan bir gencin söyleyecekleri işte bunlardır. Geri kalanları başkalarına
bırak ve hiç kimse senin bunlar hakkında tek bir kelime ettiğini duymasın. Hiç
kimsenin seni methetmesine izin verme; önemsiz biri olduğunu ve hiçbir şey
bilmediğini düşün. Sadece arzularından hayal kırıklığına uğramamayı ve
kaçındıklarının pençesine düşmemeyi bildiğini göster. Bırak hukuk davalarıyla,
problemlerle ve uslamlamalarla başkaları uğraşsın. Sen ölümü, zincirleri,
işkenceyi, sürgünü düşün. Bunu yaparken de hem kendine hem de seni bunlarla
yüzleşmeye çağıran ve üstlendiğin göreve layık gören güce güven. Bu görevi
üstlendiğinde, mantığın iradeye bağlı olmayan güçler karşısında neler
yapabileceğini göstereceksin. İşte o zaman insanın hem cesur hem de temkinli -
iradeye bağlı olmayan konularda cesur, iradeye bağlı konularda temkinli -
olması gerektiği görüşü paradoks olmaktan çıkacak.
II. BÖLÜM
SÜKÜNET (KAYGILARDAN ARINMIŞ OLMAK) ÜZERİNE
Eğer mahkemeye
gidiyorsan, korumak istediklerini ve başarmak istediklerini düşün. Çünkü eğer
iradenin doğaya uygun kalmasını istiyorsan, her türlü teminata ve olanağa
sahipsin; hiçbir derdin olamaz. Kendi elinde ve doğası gereği özgür olan
şeyleri korumak istiyorsan - bunlar senin için yeterliyse - başka ne umurunda
olabilir? Bunların efendisi kimdir? Bunları kim senin elinden alabilir? Eğer
alçakgönüllü ve sadık olmak istiyorsan, öyle olmanı kim engelleyebilir? Eğer
kısıtlamalara ve zorlanmaya maruz kalmak istemiyorsan, kim seni arzulamaman
gerektiğini düşündüğün bir şeyi arzulamaya zorlayabilir? Kim seni kaçınmayı
uygun görmediğİn bir şeyden kaçınmaya zorlayabilir? Gelgelelim, sen ne
diyorsun? Yargıcın senin aleyhinde korkutucu bir karar vereceğini ve bundan
kaçınmaya çalışırken acı çekeceğini. Bunu nasıl yapabilir ki? Bir şeyin
peşinden koşmak ya da ondan kaçınmak senin elindeyken, başka ne umurunda
olabilir? Bırak senin açılış cümlen,7 anlatın,
kanıtın, zaferin, kapanışın ve alkışların (ya da alacağın övgüler) bu olsun.
' . . ......
Sokrates işte
bu nedenle kendisine mahkemeye hazırlanmasını hatırlatan kişiye, "Bütün
hayatım boyunca buna hazırlanmadığımı mı zannediyorsun?” demiştir. Nasıl bir
hazırlık? "Kendi elimde olanları korudum. Nasıl mı? Özel hayatımda da
sosyal hayatımda da asla adaletsiz davranmadım.”
Ne var ki
bedenin, sahip oldukların ve itibarın gibi dış etkenleri de korumak istiyorsan,
sana tavsiyem hemen şu andan itibaren her türlü hazırlığı yapmaya başlaman ve
hem yargıcın hem de rakibinin karakterini göz önünde bulundurmandır. Eğer
dizlerine kapanman gerekiyorsa kapan, ağlaman gerekiyorsa ağla, inlemen
gerekiyorsa inle. Çünkü elindekileri dış etkenlere tabi tuttuğunda köle olursun
ve buna direnmenin anlamı yoktur. Bazen köle olup bazen olmamayı seçme. Bütün
zihninle ya biri ol ya da diğeri; özgür ya da köle, eğitimli ya da eğitimsiz,
asil ya da alçak. Ya ölene kadar dayak yemeye katlan ya da hemen teslim ol ama
birçok darbeye maruz kaldıktan sonra teslim olma. Kararını hemen ver. İyinin ve
kötünün doğası nerede? Gerçeğin olduğu yerde... Gerçeğin ve doğanın olduğu
yerde temkin vardır, gerçeğin ve doğanın olduğu yerde cesaret vardır.
Ne sanıyorsun?
Eğer Sokrates dış etkenlere önem verseydi, “Anytos ile Meletus beni
öldürebilirler ama bana zarar veremezler,” der miydi? Sokrates bu söylediğinin
hayatını ve servetini korumaya değil, çok başka bir sonuca yol açacağını
göremeyecek kadar aptal mıydı? Öyleyse, karşısındakileri dikkate almamasının,
hatta onları kızdırmasının sebebi neydi? Dostum Heraklitos’un da Rodos’taki bir
araziyle ilgili bir davası oldu. Yargıçlara haklı olduğunu kanıtladıktan sonra
kapanış konuşmasında, “Size yalvarmayacağım. Vereceğiniz karar benim için
önemli değil. Burada yargılanan ben değilim, sizsiniz, ” dedi. Böylelikle
davayı kaybetti. Buna ne gerek vardı? Yalvarma ama “Yalvarmayacağım,” da deme;
tabii eğer Sokrates’in durumunda söz konusu olduğu gibi, yargıçları kasten
kızdırmak için geçerli bir sebebin yoksa. Eğer sen de böyle bir kapanış
konuşması hazırlıyorsan, neden mahkemeye gidiyorsun? Amacın çarmıha gerilmekse,
beklemen yeter; çarmıh sana gelir. Gelgelelim, eğer mahkemeye çıkmayı ve davanı
elinden geldiğince iyi savunmayı tercih ediyorsan amacına uygun davranmalısın -
elindekileri (karakterini) korumak şartıyla elbette.
Bu nedenle de,
"Bana ne yapacağımı söyle," demek saçmadır. Sana ne söylemeliyim?
"Zihnimi her türlü duruma hazırla." Bu, harfleri bilmeyen birinin,
"Bana herhangi bir isim söylendiğinde, ne yazacağımı söyle," demesi
gibi bir şeydir. Eğer ben ona Dion yazmasını söylersem ve başka biri çıkıp Dion
değil de Theon ismini söylerse, ne yapacak? Ne yazacak? Gelgelelim, eğer yazma
konusunda eğitimliysen, gereken her şeyi yazmaya hazırsındır. Değilsen, ben
şimdi sana ne önerebilirim? Çünkü eğer koşullar başka bir şey gerektirirse, ne
söyleyeceksin? Ne yapacaksın? Öyleyse, bu genel kuralı aklında tuttuğun sürece
hiçbir öneriye ihtiyacın kalmaz. Eğer dış etkenleri arzularsan, efendinin
iradesine boyun eğmen kaçınılmaz olur. Peki, efendin kimdir? Her kim senin
kazanmaya ya da kaçınmaya çalıştığın şeylerin üzerinde güç sahibiyse odur.
m. BÖLÜM
İNSANLARI FİLOZOFLARA ÖNERENLERE
Diyojen
kendisinden tavsiye mektubu isteyen birine çok güzel cevap vermiştir:
"Senin bir insan olduğunu görür görmez anlayacak zaten. İyi mi yoksa kötü
mü olduğuna gelince; eğer iyiyle kötüyü ayırma konusunda deneyimliyse, onu da
anlayacak. Ancak şayet değilse, on bin tane mektup da yazsam anlamaz." Bu,
gümüş paranın test edilmek için birine önerilmeyi istemesiyle aynı şey. Eğer o
insan gümüşü test etmek konusunda yetenekliyse, gümüşün gerçek olup olmadığını
anlar, çünkü gümüş zaten kendisini belli eder. Hayatta da belli yeteneklere
sahip olmalıyız ki gümüşü test edenler gibi, “Bana istediğin gümüşü getir, ben
test ederim," diyebilelim. Uslamlamalar söz konusu olduğunda da bunun
yerine “Bana istediğin insanı getir, uslamlamaları çözümleyebilenler ile çözümleyemeyenleri
ayırt ederim," derim. Neden mi? Çünkü ben uslamlamaları çözümlemeyi
biliyorum. Uslamlamaları çözümleme gücüne sahip olan kişileri anlama gücüne
sahibim. Gelgelelim, hayatta nasıl davranıyorum? Bir şeye bir gün iyi derken
ertesi gün kötü diyorum. Bunun sebebi ne? Uslamlamalardaki durumun tam tersi;
cehalet ve deneyimsizlik...
IV. BÖLÜM BİR
KERESİNDE ALDATlRKEN YAKALANAN KİŞİYE KARŞI
Epiktetos
insanın sadakat için yaratıldığını ve sadakatten vazgeçen kişinin insana özgü
bir nitelikten de vazgeçmiş olacağını söylerken, içeri bir bilgin girdi. Bu
bilgin bir keresinde şehirde karısını aldatırken yakalanmıştı. Epiktetos
konuşmayı sürdürdü: Eğer yaradılışımızdan gelen sadakati bir kenara bırakır ve
komşumuzun karısını ayartmaya kalkışırsak, ne yapmış oluruz? Yıkmış oluruz.
Kimi? İçimizdeki sadık insanı, alçakgönüllü insanı, inançlı insanı... Peki,
hepsi bu mu? Komşuluk ilişkimizi, dostluğumuzu ve cemiyetimizi de yıkmış olmaz
mıyız? Kendimizi nasıl bir konuma sokmuş oluruz? Senin gibi bir insanı nasıl
görebilirim? Komşu olarak mı? Dost olarak mı? Nasıl bir dost? Yurttaş olarak
mı? Sana nasıl güvenebilirim? Eğer insanın kullanamayacağı kadar değersiz bir
eşya olsaydın, çöpe atılırdın ve hiç kimse seni almazdı. Eğer bir insana
yakışacak şekilde davranamıyorsan, seni ne yapacağız? Diyelim ki senden dost
plmaz; köle olur mu peki? Sana kim güvenir ki? Bu durumda, işe yaramaz bir eşya
gibi çöpe atılman gerekmez mi? O zaman, "Benim gibi bilgin birini hiç
kimse umursamıyor," mu diyeceksin? Umursamıyor, çünkü sen kötü ve işe
yaramaz bir insansın. Bu, yaban arılarının hiç kimsenin kendilerini
umursamamasından, herkesin onlardan kaçmasından, hatta fırsatını bulanların
onları ezmesinden yakınması gibi bir şey. Sen de iğneni batırdığın herkesi
acıya ve üzüntüye sürüklüyorsun. Sana ne yapmamızı istersin? Seni
koyabileceğimiz hiçbir yer yok.
"Kadınlar
herkese açık değil mi yani?”8 Sofradaki domuz da bütün davetli
misafirlere açıktır; eğer doğru olduğunu düşünüyorsan, porsiyonlar
dağıtıldıktan sonra yanındakinin ta-bağındakileri kapsana ya da el altından
yürütsene. Eğer etten bir parça koparamıyorsan, parmaklarını yağa batırıp yalasana.
Senden nasıl da bir misafir olur ama! “Tiyatro herkese açık değil mi?” Eğer
doğru olduğunu düşünüyorsan, herkes yerine oturduktan sonra birini yerinden
kaldırsana. Kadınlar da bu bakımdan böyledir. Yargıç, bir ziyafetin ev sahibi
gibi onları dağıttığında, sen kendi tabağına bak ve başkalarının
tabağındaki-leri çalmaya çalışma. "Ama ben bir bilginim ve Archedemus’u9 anlıyorum.” Archedemus’u anla ve sadakatsiz ol
öyleyse; insan olacağına kurt ya da maymun ol; arada ne fark var ki?10
V. BÖLÜM
YÜCE GÖNÜLLÜLÜK
İLE DİKKAT NASIL BAĞDAŞIR?
Materyal şeyler
nötrdür ama onları kullanma biçimimiz nötr değildir. Öyleyse, insan metanetini
ve sükûnetini korurken, bir yandan da dikkatsiz ve ihmalkar davranmamayı nasıl
başarır? Zar oyuncuları gibi. Zar nötrdür. Zarın kaç geleceğini nereden
bilebilirim ki? Benim görevim gelen zarı dikkatli ve becerikli kullanmaktır.
Hayattaki ana görevimiz de bir şeyleri birbirinden ayırmak ve şöyle demektir:
Dış etkenler benim elimde değil. İradem benim elimde. İyiyi ve kötüyü nerede
aramalıyım? İçimde; benim elimde olanlarda. Bana ait olmayan hiçbir şeyi iyi ya
da kötü, yararlı ya da zararlı diye nitelendirmemeliyim.
Ne yapacağız
öyleyse? Bu şeyleri dikkatsizce mi kullanacağız? Asla; çünkü bu da irade yetisi
için kötüdür ve dolayısıyla da doğaya aykırıdır. Dikkatli davranmamız gerekir,
çünkü materyal şeyleri kullanmak nötr değildir ama bir yandan da kendinden emin
ve endişelerden arınmış olmamız gerekir, çünkü materyal şeyler nötrdür. Nötr
olmayan şeylerde, hiç kimse beni engelleyemez ve zorlayamaz. Beni
engelleyebildikleri ya da zorlayabildikleri durumlarda, o şeyleri elde etmek
benim elimde değildir ve o şeyler iyi ya da kötü değildir. Ancak o şeyleri
kullanmak iyi ya da kötüdür ve kullanmak benim elimdedir. İkisini bir araya
getirmek ve bağdaştırmak - materyal şeylerden etkilenen insanın dikkati ile
bunları önemsemeyen insanın asaletini -zordur ama imkansız değildir. Öyle
olsaydı, mutluluk da imkansız olurdu. Deniz yolculuğuna çıkacakmış gibi
davranmamız gerekir. Ben ne yapabilirim? Geminin kaptanım, denizcileri,
yolculuk tarihini ve doğru fırsatı seçebilirim. Derken fırtına kopar. O durumda
benim endişeleneceğim ne kalmıştır ki? Ben üzerime düşeni yerine getirmişimdir.
Bundan sonrası geminin kaptanına aittir. “Ama gemi batıyor." Ne yapmalıyım
öyleyse? Yapabileceğim tek şeyi yaparım; yani korku içinde, çığlıklar atarak ve
Tanrı'yı suçlayarak değil de doğan her canlının öldüğünü bilerek boğulurum.
Çünkü ben ölümsüz bir varlık değilim; bir insanım ve bütünün bir parçasıyım.
Tıpkı günün bir parçası olan saat gibi. Ben de saat gibi süremi doldurmalı ve
geçip gitmeliyim. Bir şekilde ölmem gerektiğine göre, boğularak mı yoksa hastalıktan
mı öldüğüm ne fark eder?
Yetenekli top
oyuncuları da öyle yapar. Hiçbiri topun kendisine değer vermez; iyi ya da kötü
olan atış ve yakalayıştır. Yetenek bundadır, sanat bundadır, hız bundadır,
doğru karar verme gücü bundadır; dolayısıyla ben ne yaparsam yapayım topu
yakalayamayabilirim; bir başkası ise topu ne kadar kötü atarsam atayım
yakalayabilir. Eğer topu atmaya veya yakalamaya korkarsak, oyunun ne zevki
kalır? O durumda insan dengesini nasıl korur? Oyunun düzenini nasıl görür?
Birisi “At," der, birisi “Atma," der, bir diğeriyse “Sen zaten attın
bir kere," der. Bu, oyun değil ağız dalaşıdır.
Sokrates top
oynamayı bilirdi. Nasıl mı? Yargılandığı mahkemede yaptığı latifelerle...
“Söylesene Anytos, Tanrı'ya inanmadığımı nasıl söylersin?" diye sordu
Sokrates. “Koruyucu ruhlar kimlerdir? Tanrı'nın evlatları değiller midir?
Tanrılardan ve insanlardan meydana gelmezler mi?"Anytos bunu kabul edince,
Sokrates şöyle dedi: “Öyleyse, kim katıra inanır da eşeğe inanmaz sence?"
Bunu da top oynarmış gibi söyledi. Bu durumda top neydi peki? Hayat, zincir,
sürgün, zehir, karısından ayrı düşmek ve çocuklarını yetim bırakmak.
Sokrates'in oynadığı şeyler bunlardı ama yine de oynadı ve topu ustalıkla attı.
Biz de böyle yapmalıyız: Oyunculara dikkat etmeli ama topu önemsememeliyiz.
Sanatımızı dış materyallere uygulamalı ama materyalleri önemserneden sanatımızı
sergilemeliyiz. Dokumacı da yün yapmaz ama sanatını elindeki yünde kullanır.
Birisi sana yemek ve mal mülk verirken, onları ve bedenini geri alma gücüne de
sahiptir. Öyleyse, sana verilen materyaller üzerinde çalış. Eğer herhangi bir
kayba uğramadan mahkemeyi adatmayı başardıysan, herkes seni kurtulduğun için
tebrik eder. Oysa bu tür konulara nasıl bakacağını bilen biri, doğru
davrandıysan seni takdir ederken, kurtuluşunu doğru olmayan davranışlara borçlu
olduğunu görürse aksini yapar. Çünkü sevincin mantıklı olduğu yerde kutlama da
mantıklıdır.
Bazı dış
etkenlerin doğaya uygun, bazılarının ise doğaya aykırı olduğu nasıl söylenir?
Bütünden ayrı olarak ele alındığında söylenir. Ayağırnın temiz olması doğaya
uygundur ama onu ayrı bir şey olarak değil de ayak olarak ele alırsak, çamura
basması, dikenierin üzerinde yürümesi ve hatta bazı durumlarda bedenin iyiliği
için kesilmesi de uygundur; aksi takdirde ayak olmaktan çıkar. Kendimiz
hakkında da aynı şekilde düşünmeliyiz. Sen nesin? Bir insan. Eğer kendini diğer
insanlardan ayrı olarak ele alırsan, yaşlanana kadar yaşaman, zengin ve
sağlıklı olman doğaya uygundur. Ne var ki kendini bir bütünün parçası Ölarak
görürsen, o bütünün uğruna bazen hastalanman, bazeil' bir yolculuğa çıkıp
tehlikelerle yüzleşmen, bazen yokluk çekmen ve hatta bazen de vaktinden önce
ölmen gerekir. Neden kedere kapılıyorsun? Ayağın bedenden ayrıldığı zaman artık
ayak olmadığı gibi, insanın da diğer insanlardan ayrıldığı zaman artık insan
olmadığını bilmiyor musun? Çünkü insan nedir? Tanrılardan ve insanlardan
meydana gelen, evrenin küçük bir imgesi olan bütünün bir parçasıdır.
"Yargılanmam mı gerekiyor yani?" Bir başkasının ateşinin çıkması mı
gerekiyor? Denize açılması mı gerekiyor? Ölmesi mi gerekiyor? Hüküm giymesi mi
gerekiyor? Evet, çünkü böyle bir bedende, böyle bir evrende, bu kadar insanın
arasında yaşarken, herkesin başına birinin ya da diğerinin gelmesi
kaçınılmazdır. Öyleyse, söylemen gerekenleri söylemek ve yapman gerekenleri
uygun bir biçimde yerine getirmek senin görevindir. Biri çıkar der ki: “Bana
yanlış yaptığın için seni suçlayacağım. "Faydasını gör. Ben kendi üzerime
düşeni yaptım, sen de kendi üzerine düşeni yapıp yapmadığına bakmalısın, çünkü
bunun dikkatinden kaçması da bir tehlike barındırır.
VI. BÖLÜM NÖTR
ÜZERİNE11
Kuramsal önerme
nötrdür ama hakkında vanlan yargı nötr değildir; ya bilgi, ya görüş ya da
hatadır. Hayat da nötrdür ama onu ele alışımız nötr değildir. Birisi sana
bunların nötr olduğunu söylediğinde, ihmalkârlığa kapılma ve birisi seni (bu
konularda) dikkatli olmaya davet ettiğinde, kendini küçük düşürüp materyal
şeylerin cazibesine kapılma. Kendi hazırlığını ve gücünü bilmek iyidir; böylece
hazırlıklı olmadığın konularda sessiz kalabilir ve başkalan senden daha
bilgiliyse canını sıkmazsın. Çünkü sen de uslamlamalar konusunda onlardan daha
bilgilisin ve eğer bundan dolayı başkalarının canı sıkılırsa, "Ben bunları
öğrendim ama sen öğrenmedin," diyerek onları teselli edebilirsin. Pratik
gerektiren konulan da bu pratiğe sahip olan kişilere bırak ve zihninin
sağlamlığıyla yetin.
Git birine
selam ver. Nasıl mı? Alçalmadan. “Ama dışarıda kaldım, çünkü pencereden
geçemiyorum ve kapı kapalı olduğuna. göre ya pencereden geçmem ya da daha sonra
gelmem gerekiyor." Sen yine de onunla konuş. Nasıl mı? Alçalmadan. Diyelim
ki istediğini alamadın. Bu sana mı bağlıydı yoksa ona mı? Neden başka birine
ait olan bir şey üzerinde hak iddia ediyorsun? Sana ait olanları ve başkasına
ait olanları hiçbir zaman unutmazsan, huzursuz da olmazsın. Hrisippos şöyle
der: "Gelecek belirsiz olduğu sürece, daima doğaya uygun olanları korumaya
bağlı kalırım, çünkü Tanrı bana seçme yetisini vermiştir. Ama eğer kaderirnde
hastalanmak olduğunu bilseydim, seve seve hastalanırdım. Eğer ayağın da aklı
olsaydı, seve seve çamura ilerlerdi." Buğday neden ekilir? Biçilmek için
ekilmez mi? Çünkü diğer şeylerden ayrı değildir. Eğer algılayabilseydi, asla
biçilmemeyi dilemez miydi? Oysa asla biçilmemek buğday için bir lanettir. Nasıl
ki olgunlaşmamak ve biçilmemek buğday için bir lanetse, ölmemek de insan için
bir lanettir. Ne var ki biz biçileceğimizi bildiğimiz için bunalıyoruz, çünkü
ne olduğumuzu bilmediğimiz gibi, insana ait olanları da incelemiyoruz.
Chrysantas12
tam düşmana saldırmak üzereyken trompetlerin geri çekilme işareti verdiğini
duydu ve durdu. Yani generalin emrine uymanın, kendi eğiliminin peşinden
gitmekten daha iyi olduğunu düşündü. Oysa biz gerektiğinde bile emirlere
isteyerek uymuyor, ağlayarak ve sızlanarak yaşadıklarımıza katlanıyor ve
bunlara da “koşullar" diyoruz. Hangi koşullardan bahsediyorsun? Eğer
etrafındaki şeylere koşullar adını veriyorsan, her şeye koşul diyebilirsin ama
eğer zorluklara bu adı veriyorsan, doğan her canlının ölmesi ne gibi bir
zorluktur? Ölümün ya kılıçtan olur, ya işkenceden, ya denizden, ya bir taştan
ya da bir tirandan. Hades'e nasıl gittiğinin ne önemi var? Bütün yollar aynı.
Gerçeği bilmek istersen, tiranın elinden ölmek daha kısa olur. Bir tiranın
insanı altı ayda öldürdüğü görülmemiştir ama ölümcül bir hastalık genellikle
bir yıl kadar sürer. Bütün bunlar kuru gürültüden ibarettir.
"İmparatordan
dolayı hayatım tehlikede." Ben bir deprem bölgesi olan Nikopolis'te
yaşadığım için tehlikede değil miyim peki? Sen Adriyatik Denizi'ni aşarken
tehlike atlatmıyor musun? O da hayati bir tehlike değil mi? "Ama ben
görüşler konusunda da tehlike altındayım." Kendi görüşlerin konusunda mı?
Nasıl olur? Kim seni istemediğin bir görüşe sahip olmaya zorlayabilir ki? Başka
birinin görüşleri konusunda mı? Başkaları yanlış görüşlere sahipse, bu sana
nasıl bir tehlike teşkil edebilir ki? "Ama ben ayrıca sürgün tehlikesi
altındayım." Sürgün nedir? Roma'dan başka bir yerde olmak mı? "Evet,
ya Gyaros'a gönderilirsem?" Eğer senin için uygunsa oraya gidersin ama
eğer değilse, seni oraya gönderen kişinin de istese de istemese de gideceği
yere gidersin. Neden Roma'yı gözünde büyütüyorsun? Roma bu kadar hazırlığa
değmez. Açık yürekli bir genç şunları söyleyebilir: "Bu kadar çok
dinlemeye, bu kadar çok yazmaya ve pek de değerli olmayan yaşlı bir adamın
yanında bu kadar uzun süre oturmaya değmezdi. " Sana ait olanlar ve
olmayanlar arasındaki ayrımı unutma yeter. Asla başkalarına ait olanlar
üzerinde hak iddia etme. Mahkeme de zindan da birer yerdir; biri yüksektedir,
biri alçakta ama eğer istersen iraden ikisinde de aynı kalır. Zindanda zafer
şarkıları yazabildiğimiz zaman Sokrates'e benzemiş oluruz.13 Gelgelelim,
şimdiki durumumuzda birisi zindanda bize, "Sana zafer şarkıları okuyayım
mı?" diye sorsa, buna dayanabilir miyiz? "Neden beni rahatsız
ediyorsun? Başımdaki belaları bilmiyor musun? Bu koşullar attında zafer
şarkıları dinleyebilir miyim?" "Ne koşulları?"
"Öleceğim." "Diğer insanlar ölümsüz mü sanki?"
VD. BÖLÜM
KEHANETLERİ NASIL KULLANMALIYIZ?
Kehanetlere
fazla önem verdiğimiz için, çoğumuz birçok görevimizi ihmal ediyoruz. 14 Bir
kahin ölümden, tehlikeden, hastalıktan ve buna benzer şeylerden başka ne
görebilir ki? Eğer bir dostum için kendimi tehlikeye atacaksam ve hatta onun
için ölmek benim görevimse, kehanetlere ne gerek var? İçimde bana iyinin ve
kötünün doğasını söyleyen ve her ikisinin de işaretlerini açıklayan bir kahin
yok mu? Öyleyse, kurbanların iç organlarına veya kuşların uçuşuna danışmama ne
gerek var? Kahin, "Bu senin için faydalı," dediğinde, ona neden boyun
eğeyim? O benim için neyin faydalı olduğunu biliyor mu? İyinin ne olduğunu
biliyor mu? İç organların işaretlerini öğrendiği gibi, iyinin ve kötünün
işaretlerini de öğrenmiş mi? Çünkü eğer bunların işaretlerini biliyorsa,
güzelin ve çirkinin, adaletin ve adaletsizliğin işaretlerini de biliyordur.
Beni neler bekliyor söyle: Hayat mı yoksa ölüm mü? Zenginlik mi yoksa yoksulluk
mu? Ancak, bunların benim için faydalı olup olmadığını sana sormaya niyetim
yok. Neden dilbilgisi hakkında görüş bildirmiyorsun da herkesin hata yaptığı ve
birbiriyle tartıştığı bir konuda görüş bildiriyorsun?15 Sürgündeki
Gratilla'ya16 bir araçla bir aylık erzak göndermek
isteyen bir kadın, Domitianus'un gönderdiklerine el koyacağım söyleyen adama
çok güzel bir cevap vermiştir. "Hiç göndermeyeceğime, Domitianus'un
hepsine el koymasını tercih ederim," demiştir.
Öyleyse, bizi
sık sık kehanetlere başvurmaya iten nedir? Korkaklık; yani olabileceklerin
korkusu... Bu nedenle kahinleri göklere çıkarırız. "Söyle bana kahin
efendi, babamın malı mülkü bana kalacak mı?" "Görelim bakalım. Bir
adak sunalım." "Elbette kahin efendi, kader nasıl isterse."
Kahin, "Miras sana kalacak," derse, mirası sanki ondan almışız gibi
ona teşekkür ederiz. Bunun sonucunda da kahinler bizden faydalanırlar.
Ne yapmalıyız
öyleyse? Kahine arzuladıklarımızdan ve sakındıklarımızdan arınmış olarak
gitmeliyiz. Karşısına çıkan kişiye iki yoldan hangisinin varmak istediği yere
çıktığını soran, sola veya sağa gitmek gibi bir arzusu olmayan, çünkü amacına
varan yoldan başka hiçbir yolda ilerlemek istemeyen bir yolcu gibi olmalıyız.
Tanrı'ya da bir rehber olarak başvurmalıyız. Tıpkı gözlerimizi kullandığımız
gibi. Gözlerimizden bize görmek istediklerimizi göstermelerini talep etmeyiz.
Gözlerimizin bize sunduğu görüntüleri olduğu gibi kabul ederiz. Oysa biz
titreye titreye kahinin elini tutuyor, bir yandan Tanrı'ya yakarırken, bir
yandan kahine yalvarıyor ve "Acı bana. Bu zorlukları atiatmama yardım
et," diyoruz. Ey ahmak, en iyisine sahip olmak istemez misin? Tanrı'yı
memnun edenden daha iyisi var mıdır? Neden yargıcını yozlaştırmaya ve rehberini
yoldan çıkarmaya çalışıyorsun?
VI. BÖLÜM
İİYİNİNİN DOGASI NEDİR?
Tanrı
yararlıdır. İyi de yararlıdır. Öyleyse, Tanrı'nın doğası ile iyinin doğasını
aynı yerde aramak mantığa uygundur. Tanrı'nın doğası nerededir? Et ve kemikte
mi? Asla. Mal ve mülkte mi? Katiyen. Şöhrette mi? Hayır. Akılda, bilgide ve
doğru mantıkta mı? Evet. Öyleyse, iyinin doğasını da burada ara; ne de olsa onu
bir bitkide arayacak halin yok. İrrasyonel bir hayvanda arar mısın peki? Hayır.
Eğer rasyonel hayvanda arayacaksan, neden rasyonel hayvanların irrasyonel
hayvanlardan daha üstün olduğu yerde aramıyorsun? Bitkiler izlenimleri kullanma
gücünden bile yoksundur, dolayısıyla iyi kavramı onlar için geçerli değildir.
İyi kavramı için izlenimlerin kullanılması gerekir. Sadece kullanılması yeterli
midir? Yeterli olduğunu söylersen, iyinin, mutluluğun ve mutsuzluğun irrasyonel
hayvanlarda da bulunduğunu söylemiş olursun. Gelgelelim, bunu söylemiyorsun ve
söylemernekte de haklısın, çünkü onlar izlenimleri ne kadar iyi kullansalar da
izlenimlerin kullanımını anlama yetisinden yoksunlardır. Bunun da geçerli bir
sebebi vardır, çünkü irrasyonel hayvanlar hükmetmek için değil, hizmet etmek
için yaratılmışlardır. Örneğin, eşeğin başkalarına hükmetmek için yaratıldığını
söyleyemeyiz. Hayır; eşek insanın yük taşıyabilen ve yürüyebilen bir hayvana
ihtiyacı olduğu için yaratılmıştır. İzlenimleri kullanma yetisine de bu yüzden
sahiptir, çünkü aksi takdirde yürüyemezdi. Yetileri bununla sınırlıdır.
Çünkü eğer
izlenimlerin kullanımını anlama yetisine de sahip olsaydı, mantık gereği bize
hizmet etmezdi; bizim dengirniz olur ve bize benzerdi.
Bu durumda,
iyinin doğasını rasyonel hayvanda aramak gerekmez mi? Ne de olsa, başka bir
yerde (bitkide veya hayvanda) olduğunu söyleyemiyoruz. Bitkiler ve hayvanlar
Tanrı'nın yarattığı canlılar değil mi? Elbette öyleler ama üstün bir konumda
olmadıkları gibi, Tanrı'nın parçaları da değiller. Oysa sen üstün bir
konumdasın ve içinde Tanrı'dan bir parça taşıyorsun. Öyleyse, asil bir soydan
geldiğini neden göz ardı ediyorsun? Nereden geldiğini neden bilmiyorsun?
Yemeğini yerken kim olduğunu hatırlamayacak mısın? Bir kadınla birlikteyken kim
olduğunu hatırlamayacak mısın? Biriyle sohbet ederken, egzersiz yaparken ve
tartışırken, Tanrı'nın senin içinde olduğunun farkında değil misin? Ey ahmak,
içinde Tanrı'dan bir parça taşıyorsun ama bundan haberdar bile değilsin. Senin
dışında olan, altından veya gümüşten bir Tanrı'dan bahsettiğimi mi sanıyorsun?
Sen onu içinde taşıyorsun ama saf olmayan düşüncelerinle ve davranışlarınla onu
kirlettiğinin farkında değilsin. Tanrı'nın imgesinin karşısında, yaptıklarının
hiçbirini yapmayı göze alamazdın. Ne var ki, Tanrı senin içindeyken ve her
şeyden haberdarken, aklından geçenlerden ve yaptıklarından utanmıyorsun. Kendi
yaradılışından habersizsin ve Tanrı'nın öfkesine tabisin. Genç bir delikanlıyı
okuldan gerçek hayata uğurlarken neden korkarız? Uygun olmayan davranışlarda
bulunmasından, uygun olmayan bir şekilde yemek yemesinden, kadınlarla uygun
olmayan ilişkilere girmesinden, paçavralara bürünüp itibarını zedelemesinden
veya iyi giysilere bürünüp kibre kapılmasından mı? Eğer bu delikanlı böyle
davranıyorsa, kendi içindeki Tanrı'dan ve yola kiminle çıktığından habersizdir.
"Keşke yanımda olsaydın," demesine dayanabilir miyiz?
Tanrı senin
yanında değil mi? O senin yanındayken, başka kime ihtiyacın var? Tanrı sana
bundan başka bir şey mi söyleyecek? Eğer Fidias'ın heykellerinden biri - Athena
veya Zeus - olsaydın, hem kendini hem de sanatçıyı düşünür ve biraz anlama
gücüne sahipsen, kendine veya sanatçıya yakışmayan bir izlenim bırakmamaya
gayret gösterirdin. Seni yaratan Zeus olduğuna göre, nasıl bir izlenim
bıraktığına özen göstermeyecek misin? Bu iki sanatçı birbiriyle kıyaslanabilir
mi? Bu iki eser birbiriyle kıyaslanabilir mi? Hangi sanat eseri, sanatçının onu
yaratırken sergilediği yetilere sahiptir? Sonuçta mermer veya bronz, altın veya
fildişi değil midir? Fidias'ın Athena'sı eline bir kere Zafer17 figürünü aldıktan sonra, sonsuza dek öyle
kalmak zorundadır. Oysa Tanrı'nın eserleri hareket etme, nefes alma,
izlenimleri kullanma ve inceleme gücüne sahiptir. Sen böyle bir sanatçının
eseriyken, onun şerefini mi lekeleyeceksin? O seni yaratmakla kalmadı, aynı
zamanda seni kendine emanet etti. Bunu düşünmeyecek ve emanetine leke mi
süreceksin? Eğer Tanrı sana yetim birini emanet etseydi, onu ihmal eder miydin?
Tanrı seni kendine emanet etti ve "Onu emanet edebileceğim senden daha
uygun biri yok," dedi. "Benim için doğasına uygun olarak
alçakgönüllü, sadık, cesur, dik, arzulardan ve endişelerden arınmış kalmasını
sağla." Ancak, sen bunu yapmıyorsun.
Bazıları,
"Bu adamın kibri ve tepeden bakan tavırları ne-reden.kaynaklanıyor?"
diye sorabilir. Henüz bir filozofa yakışan ağırbaşlılığa sahip değilim, çünkü
öğrendiklerime ve kabul ettiklerime güvenim tam değil. Hâlâ kendi zaaflarımdan korkuyorum.
Bırak kendime güvenimi kazanayım. İşte o zaman olması gerektiği gibi bir duruş
ve tavır görürsün. Sana heykeli o zaman gösteririm; kusurlarından arındırıp
parlattığım zaman. Ne bekliyorsun? Mağrur bir ifade mi? Olympia'daki18
Zeus kaşını kaldırır mı? Hayır, gözümüzün içine bakar ve şöyle der:
Sözüm doğrudur
ve geri alınamaz.
- İlyada, i.
526.
Ben de sana
kendimi öyle göstereceğim; sadık, alçakgönüllü, asil ve endişelerden arınmış
biri olarak. Ölümsüz mü olacağım? Yaşlılıktan ve hastalıklardan muaf mı
olacağım? Hayır ama bunları da bir tanrıya yakışacak şekilde karşılayacağım. Bu
güç benim elimde; bunu yapabilirim. Ancak, diğerleri elimde değil ve yapamam.
Bir filozofun gücünü sergileyeceğim. Bu nasıl bir güç? Hayal kırıklığı
yaratmayan bir arzu, kaçınmak istediklerinin pençesine düşmeyen bir sakınma
yetisi, doğru bir meşgale, dikkatli bir amaç, düşüncesizce verilmeyen bir onay.
İşte bunları göreceksin.
IX. BÖLÜM
İNSAN KARAKTERİNİN
VAATLERİNİ YERİNE GETİREMEZKEN, FİLOZOF KARAKTERİNE BÜRÜNMEMİZE DAiR
İnsan doğasının
vaatlerini yerine getirmek kolay bir iş değildir. İnsan nedir? Mantıklı ve fani
bir varlık. Peki, mantık yetisi bizi nelerden ayırır? Vahşi hayvanlardan.
Başka? Koyun gibi hayvanlardan. Öyleyse, asla vahşi bir hayvan gibi
davranmamaya dikkat et, çünkü eğer öyle davranırsan insan karakterini kaybetmiş
ve vaadini yerine getirmemiş olursun. Koyun gibi davranma, çünkü eğer öyle
davranırsan da insan karakterini kaybetmiş olursun. Koyun gibi davranmak nedir?
Açgözlü davrandığımızda, iffetsiz davrandığımızda, düşüncesiz, kaba ve duyarsız
davrandığımızda neye indirgenmiş oluruz? Koyuna. Neyi kaybetmişizdir? Mantık
yetisini. Kavgacı, zarar verici, hiddetli ve vahşi hareketler sergilediğimizde
neye indirgenmiş oluruz? Vahşi hayvanlara. Kimileri büyük vahşi hayvanlara,
kimileri ise kötü mizaçlı küçük vahşi hayvanlara dönüşür. Bu yüzden "Beni
yiyecekse aslan yesin," deriz. Ancak, bütün bu durumlarda insanın insan
gibi davranma vaadi ortadan kalkmış olur. Karmaşık önerme nasıl korunur? Doğasının
vaadini yerine getirdiğinde; yani karmaşık önerme gerçekler bir araya
geldiğinde korunur. Peki ya ayrık önerme? Vaadini yerine getirdiğinde. Peki ya
flüt, lir, at ve köpek nasıl korunur? Hepsi teker teker vaadini yerine
getirdiğinde. Öyleyse, insanın da aynı şekilde korunması ve kaybedilmesi
şaşırtıcı mıdır? Her insan davranışlarına bağlı olarak gelişir ve korunur;
marangoz marangozluk eylemleriyle, dilbilgisi uzmanı ise dilbilgisi
eylemleriyle. Ancak, eğer söz konusu uzman dilbilgisi kurallarına aykırı yazma
alışkanlığı edinirse, sanatının bozulması ve yok olması kaçınılmazdır. İşte bu
nedenle, alçakgönüllü hareketler alçakgönüllü insanı korurken,
alçakgönüllülükten yoksun hareketler onu yok eder. Sadık hareketler sadık
insanı korurken, aksi hareketler onu yok eder. Diğer yandan, aksi hareketler de
aksi karakteri pekiştirir. Utanmazlık, utanmaz bir insan olmayı pekiştirir,
sadakatsizlik, sadakatsiz bir insan olmayı pekiştirir, kötü sözler, kötü bir
insan olmayı pekiştirir, öfkeye kapılmak, öfkeli bir insan olmayı pekiştirir,
haksızca almak ve vermek, paragöz bir insanı daha da paragöz kılar.
Filozoflar bu
nedenle bize öğrenmekle yetinmememizi, öğrendiklerimizi incelememizi ve
uygulamaya koymamızı tembih ederler. Çünkü uzun süredir aksi davranışlar
sergilerneyi alışkanlık edindik ve doğru görüşlerin aksi görüşleri uygulamaya
koyuyoruz. Eğer doğru görüşleri uygulamaya koymazsak, başkalarının görüşlerini
yorumlayan kişiler olmaktan öteye gidemeyiz. Çünkü aramızda iyi ve kötü şeyler
konusunda kurallara bağlı kalarak tartışma yapamayacak biri var mıdır? Bazı
şeyler iyi, bazı şeyler kötü, bazı şeyler ise nötrdür. Erdem ve erdemli
davranışlar iyiyken, aksi davranışlar kötüdür; zenginlik, sağlık ve itibar ise
nötrdür. Eğer konuşmamızın ortasında olağandan daha fazla ses çıkarsa veya
orada bulunanlardan bazıları bize gülerse, rahatsız oluruz. Ey filozof,
konuştukların hani nerede? O konuşmalar nereden çıktı? Sadece ve sadece
dudaklarından... Öyleyse, başkalarının sunduğu yardımları neden karalıyorsun?
En ağır meselelere neden zar oyunuymuş gibi yaklaşıyorsun? Çünkü ekmeği ve
şarabı ambarda biriktiemek başka bir şeydir, yemek başka bir şey. Yediklerin
sindirilip bedene dağılır ve kuvvete, ete, kemiğe, kana, sağlıklı bir ten
rengine ve sağlıklı nefese dönüşür. Biriktirdiklerini istediğin zaman çıkarıp
gösterebilirsin ama onlara sahipmiş gibi görünmekten başka bir fayda elde
edemezsin. Çünkü bu öğretileri açıklamakla, farklı görüşlere sahip olan
kişilerin görüşlerini açıklamak arasında ne fark vardır? Otur ve Epikür'ün
görüşlerini kurallara bağlı kalarak açıkla; belki de o görüşleri Epikür'ün
kendisinden bile daha iyi açıklarsın. Gelgelelim, o zaman kendini neden Stoacı
olarak adlandırıyorsun? Neden insanları kandırıyorsun? Yunan olmana rağmen
neden Yahudi'ymiş gibi davranıyorsun? Bir insanın neden Yahudi, Suriyeli ya da
Mısırlı olarak adlandırıldığını bilmiyor musun? İki tarafa da meyleden birini
gördüğümüzde, "Bu adam Yahudi değil ama öyleymiş gibi davranıyor,"
deriz. Ancak o kişi eğer Yahudi öğretilerini benimsediyse, o zaman gerçekten
Yahudi'dir ve öyle de adlandırılır. Biz de görünüşte Yahudi'yiz ama aslında
öyle değiliz. Duygularımız ile sözlerimiz birbirini tutmuyor. Söylediklerimizi
uygulamaktan çok uzağız ve sanki gerçekten biliyormuş gibi onlarla gurur
duyuyoruz. Yani, daha insan karakterinin vaatlerini yerine getiremezken, ona
bir de ağır bir yük olan filozofluğu ekliyoruz. Sanki beş kilo ağırlığı
kaldıramayan biri, Aias'ın kaldırdığı taşı kaldırmaya yeltenebilirmiş gibi.
X. BÖLÜM
GÖREVLERİMİZİ ROLLERİMİZDEN NASIL ÇIKARABİLİRİZ?
Kim olduğunu
düşün. Öncelikle bir insansın. İnsanın sahip olduğu en üstün yeti irade
yetisidir ve diğer şeylerin hepsi ona bağlıdır. İrade yetisi ise tamamen
bağımsızdır ve buyruk altına alınamaz. Ardından, mantığının seni nelerden
ayırdığını düşün. Vahşi hayvanlardan ve evcil hayvanlardan... Ayrıca, sen bir
dünya vatandaşısın ve dünyanın bir parçasısın; hem de hizmet eden değil,
hükmeden parçalardan birisin, çünkü ilahi düzeni kavrama ve bir şeylerin
arasındaki bağlantıyı düşünme kapasitesine sahipsin. Vatandaş olmak ne anlama
gelir? Kendi çıkarlarına öncelik vermemek, kendini toplumdan ayrı görmemek ve
el ya da ayak gibi hareket etmek anlamına gelir, çünkü eğer onların mantığı
olsaydı ve doğanın yapısını anlayabilse-lerdi, asla bütünü düşünmeden hareket etmezlerdi.
Dolayısıyla filozoflar iyi demişlerdir: Eğer iyi bir insan başına gelecekleri
önceden bilseydi, hastalanmaya, sakatlanmaya ve ölmeye itiraz etmezdi, çünkü
bunların evrensel bir düzen doğrultusunda kendi payına düştüğünü ve bütünün
parçadan, yani kişinin durumundan daha üstün olduğunu bilirdi. Ne var ki, şu
anda geleceği bilmediğimiz için, bizim görevimiz doğaları gereği tercih
etmemizin daha uygun olacağı şeylere bağlı kalmaktır, çünkü diğer şeylerin yanı
sıra bunun için yaratıldık.
Bunların
ardından, birinin oğlu olduğunu anımsamalısın. Bu rol ne anlama gelir? Senin
olan her şeyin babana da ait olduğunu düşünmek, ona her koşulda itaat etmek,
onu asla suçlamamak, ona zarar verecek hiçbir şey yapmamak ve söyleme-rnek, ona
boyun eğmek ve onunla elinden geldiğince iş birliği yapmak anlamına gelir.
Bunun sonrasında, birinin kardeşi olduğunu bilmelisin. Bu rol de ödün vermeyi,
kolay ikna olmayı, kardeşin hakkında iyi konuşmayı, iradeden bağımsız olan
şeyler konusunda asla ona karşı hak iddia etmemeyi ve bunlardan seve seve
vazgeçmeyi içerir; böylece iradeye bağlı konularda daha büyük bir kazanç elde
etmiş olursun. Bir marulun ya da koltuğun karşılığında minnettarlık kazanmış
olursun. Bunun ne kadar büyük bir kazanç olduğunu düşünsene.19
Bunların
yanında, eğer senatörsen senatör olduğunu, gençsen genç olduğunu, yaşlıysan
yaşlı olduğunu aklında bulundurmalısın, çünkü incelediğin zaman, bu rollerin
hepsinin belirli görevler içerdiğini görürsün. Ancak, kalkıp da kardeşini
suçlarsan, "Kim olduğunu ve rolünü unutmuşsun," derim. Eğer bir
demirci olsaydın ve çekicini yanlış kullansaydın, demirciliğini unutmuş
olurdun. Eğer kardeş olduğunu unutup düşman olmaya geçtiysen, birini diğeriyle
değiştirmiş olmaz mısın? Eğer uysal ve sosyal bir varlık olan insandan, hain,
tehlikeli ve vahşi bir hayvana dönüştüysen, hiçbir şey kaybetmemiş mi olursun?
Zarar gördüğünü düşünmen için mutlaka para mı kaybetmen gerekir? Başka hiçbir
kayıp insana zarar vermez mi? Dilbilgisi ya da müzik becerilerini kaybetseydin,
bunu bir kayıp olarak görmez miydin? Alçakgönüllüğünü, ölçülülüğünü ve
nezaketini kaybetmek önemsiz bir kayıp mıdır sence? Oysa ilk bahsettiklerimi
dış bir etkenden dolayı ve iradenden bağımsız olarak kaybederken, ikincileri
kendi hatandan dolayı kaybedersin. İlk bahsettiklerime sahip olmak ya da
olmamak utanç verici değilken, ikincilere sahip olmamak ve onları kaybetmek
utanç vericidir ve talihsizliktir. Bir homoseksüel neyini kaybeder? Erkek
kimliğini. Onu bu duruma getiren kişi neyini kaybeder? Aynısının yanı sıra
başka birçok şeyi ... Eşini aldatan biri neyini kaybeder? Alçakgönüllü, ölçülü,
saygın bir vatandaş ve komşu olma özelliğini. Öfkeli biri ne kaybeder? Başka
bir şey. Korkak biri ne kaybeder? Başka bir şey. Hiçbir insan herhangi bir
kayba ya da zarara uğramadan kötü olamaz. Eğer zararı sadece para kaybetmekte
ararsan, bu insanlar hiçbir zarar görmemişlerdir. Hatta bu davranışlarından
dolayı biraz para kazandıkları takdirde, kazanç elde ettikleri bile
söylenebilir. Ancak şunu unutma; eğer her şeyi paraya bağlarsan, burnunu
kaybeden biri bile hiçbir zarar görmemiştir sana göre. "Bedeni zarar
görmüştür," diyorsun. Peki ama koku alma duyusunu kaybeden biri hiçbir şey
kaybetmemiş midir? Ruhun enerjisi, ona sahip olanlar için avantaj değil midir?
Onu kaybedenler zarara uğramazlar mı? "Nasıl bir enerjiden bahsettiğini
açıkla bana." Bizim doğuştan gelen bir alçakgönüllülüğümüz yok mu?
"Var." Bunu kaybeden biri zarar görmemiş midir? Hiçbir şeyden mahrum
kalmamış mıdır? Kendine ait olan bir şeyi yitirmemiş midir? Bizim doğuştan
gelen bir sadakatimiz yok mu? Doğuştan gelen bir sevgimiz, başkalarına yardım
etme eğilimimiz, hoşgörümüz yok mu? Öyleyse, bunların zarar görmesine göz yuman
biri yara almaz mı? "Ne yani? Bana zarar veren birine zarar vermeyecek
miyim?" Öncelikle zararın anlamını düşün ve filozoflardan duyduklarını
unutma. Çünkü eğer iyi ve kötü senin iradendeyse, şöyle demiş oluyorsun:
"O insan bana adaletsiz davranarak kendine zarar verdiğine göre, ben de
ona adaletsiz davranarak kendime zarar vermemeli miyim?" Neden böyle
düşünmüyoruz? Bedenimiz veya mal varlığımız konusunda kayba uğramayı zarar
olarak nitelendiriyor ama aynı şeyin irade yetimize olmasını zararlı
bulmuyoruz, çünkü kandırılmış ya da adaletsiz davranmış bir kişi başından, gözünden
veya kalçasından yaralanmadığı gibi, malını mülkünü de kaybetmiyor. Bizim tek
istediğimiz bu konularda güvende olmak. İrademizin alçakgönüllü ve sadık mı
yoksa utanmaz ve sadakatsiz mi olduğu umurumuzda bile değil - okullarda
ettiğimiz birkaç laf dışında. Dolayısıyla uzmanlığımız bu laflarla sınırlı
kalıyor ve onların ötesinde zerre kadar varlık gösteremiyor.
XI. BÖLÜM
FELSEFENİN BAŞLANGICI NEDİR?
Felsefenin
başlangıcı - en azından ona doğru yoldan başlayan ve kapıdan girenler için -
kişinin önemli konularda kendi zaaflarının ve yetersizliklerinin farkına
varmasıdır. Çünkü dünyaya geldiğimizde, dik üçgen, diyez ya da yarım ton
konusunda hiçbir bilgimiz yoktur. Bunları belirli bir eğitim alarak öğreniriz
ve dolayısıyla bunları bilmeyen insanlar bildiklerini zannetmezler. Ne var ki
iyi ve kötü, güzel ve çirkin, doğru ve yanlış, mutluluk ve mutsuzluk, yapmamız
ve yapmamamız gerekenler konusunda herkesin doğuştan gelen bir fikri vardır.
Dolayısıyla, hepimiz bu kelimeleri kullanırız ve ön fikirlerimizi belirli
durumlara uydurmaya çalışırız. "İyi yaptı. İyi yapmadı. Doğru davrandı.
Yanlış davrandı. Talihli bir insan. Talihsiz bir insan. Adil bir insan.
Adaletsiz bir insan." Bu kelimeleri kullanmayan var mı? Geometrik
şekillere veya seslere ilişkin kelimeleri öğrenene kadar kullanmayız, peki bu
kavrarnlara ilişkin kelimeleri kullanmak için öğrenene kadar bekleyen var mı?
Bunun sebebi de doğuştan bu konulara ilişkin birtakım fikirlere sahip olmamız
ve buna küstahlığımızı eklememizdir. "Ben güzeli çirkinden ayıramaz mıyım?
Bu konuda bir fikrim yok mu?" Var. "Bu fikrimi belirli durumlara
uyarlamıyor muyum?" Uyarlıyorsun. "Doğru uyarlamıyor muyum?"
İşte bütün mesele buradadır ve küstahlık da burada devreye girer. Çünkü
insanlar kabul gören fikirlerden yola çıkarlar ve bu fikirleri doğru
uyarlamadıkları için tartışmalara girerler. Eğer doğru uyarlama gücüne de sahip
olsalardı, kusursuz olmalarının önünde ne gibi bir engel kalırdı ki? Ön
fikirlerini belirli durumlara doğru olarak uyarladığını düşündüğüne göre, bu
sonuca nasıl vardığını söyle bana. "Ben öyle düşünüyorum.” Ne var ki,
başkası öyle düşünmüyor ve o da fikirlerini doğru uyarladığına inanıyor. Öyle
değil mi? "Öyle.” Bu durumda, zıt görüşlere sahip olduğunuz konularda
ikinizin de ön fikirlerini doğru uyarlamış olması mümkün mü? "Değil.”
Öyleyse, bu fikirleri doğru uyarladığına dair daha iyi bir kanıt sunabilir
misin? Deliler de doğru olduğunu düşündükleri şeyleri yapmazlar mı? Doğru
olduğunu düşünmeleri yeterli midir? "Değildir.” Öyleyse, fikirlerin
ötesine geçelim.
Felsefenin
başlangıcı gözlemlemektir; insanların anlaşmazlığa düştüğünü görmek ve bu
anlaşmazlığın sebebini araştırmaktır. ‘Öyle gibi görünen' şeylere güvenmemek ve
onların doğru olup olmadığını inceleyerek bir kural belirlemektir. Tıpkı
ağırlığı belirlemek için terazi, bir şeyin eğri mi yoksa düz mü olduğunu
belirlemek için marangoz cetveli kullandığımız gibi. Felsefenin başlangıcı
budur. Herkese doğru gelen her şeyin doğru olduğunu söyleyebilir miyiz?
Birbiriyle çelişen fikirlerin hepsi nasıl doğru olabilir? "Hepsi değil ama
bana doğru gelenler öyle.” Neden sana doğru gelenler de Suriyelilere doğru
gelenler değil? Mısırlılara doğru gelenler değil? Bana ya da bir başkasına
doğru gelenler değil? Öyleyse, bir şeyin bir insana ‘öyle gibi gelmesi' o şeyin
öyle ‘olduğunu' belirlemek için yeterli değildir. Ağırlıklar ve ölçüler
konusunda da görünüşlerle yetinmeyiz; her ikisi için de belirli kurallar
belirlemişizdir. Öyleyse, bu meselede ‘öyle gibi görünenden' daha iyi bir kural
yok mudur? İnsanlar için en önemli konularda bir göstergenin olmaması ya da
bulunamaması mümkün müdür? Mutlaka bir kural vardır. Neden bu kuralı arayıp
bulmuyor ve bu kurala bağlı kalmıyoruz?
Bu kurala bağlı
kalmadan parmağımızı bile kıpırdatmayalım. Bana göre bu, ‘öyle gibi görüneni'
ölçü olarak kullananları deliliğinden arındıracak olan şeydir. Bu sayede,
gelecekte açıkça tanımlanmış ve bilinen prensiplerden yola çıkarak kesin olarak
belirlenmiş ön fikirlerimizi belirli konulara uyarlayabiliriz.
İncelediğimiz
konuya ilişkin hangi örneği ele alalım? “Haz.” Öyleyse onu teraziye koyalım ve
kurala tabi tutalım. Güvenebilmemiz için, iyi dediğimiz şeyin sabit olması
gerekir, değil mi? “Evet.” Sabit olmayan bir şeye güvenmek doğru mudur?
“Hayır.” Peki haz güvenilir bir şey midir? “Hayır.” Bu durumda, onu teraziden
indir ve iyi şeylerin arasından çıkar at. Ancak eğer keskin görüşlü değilsen ve
ilk seferinde kaçırdıysan, bir daha deneyelim. İyi şeyler insanı
gururlandırmalı mıdır? “Evet.” Anlık hazlardan gurur duymak doğru mudur? Sakın
doğru olduğunu söyleme, yoksa teraziye bile layık olmadığını düşüneceğim. İşte
her şey böyle sınanır ve tartılır - kurallar hazır olduğunda. Felsefeyle
uğraşmak; kuralları incelemek ve doğrulamaktır. Bunların iyi ve bilge bir
insana yakışacak kurallar olduğunu doğruladıktan sonra da onları kullanmaktır.
XII. BÖLÜM
MÜNAZARA YA DA TARTIŞMA ÜZERİNE
Filozoflar
(Stoacılar) bize münazara sanatını kullanmak için öğrenmemiz gerekenleri
göstermişlerdir ama konu bunları doğru kullanmaya gelince, pratikten tamamen
yoksunuz. Herhangi birimizin karşısına bilgisiz birini çıkartırsan, onunla
nasıl başa çıkacağını bilemez. Karşısındakini biraz yoklayıp istediği cevapları
alamayınca, ona nasıl davranacağını şaşırır ve onu ya aşağılar ya da alay
konusu yapar. "Bu adam cahil. Bu adama laf anlatmak mümkün değil,"
der. Bir rehber, yolunu kaybetmiş biriyle karşılaştığında, ona doğru yolu
gösterir; onu aşağılayıp, alay konusu yapıp, sonra da terk etmez. Sen de
bilgisiz kişiye gerçeği gösterirsen, peşinden geldiğini görürsün. Ona gerçeği
göstermediğin sürece, onunla alay etmek yerine kendi yetersizliğini düşün.
Sokrates nasıl
davranırdı? Münazarada sadece karşısındaki kişinin kendisine tanıklık etmesini
bekler, başka tanık istemezdi. Dolayısıyla şöyle derdi: "Başka tanıklara
gerek yok; karşımdaki kişinin tanıklığı benim için her zaman yeterli.
Başkalarının fikirlerini değil, benimle tartışan kişinin fikirlerini
sorarım." Çünkü Sokrates kavramlardan çıkarılan sonuçları öyle sade bir
hale getirirdi ki çelişkiyi (eğer varsa) herkes görür ve geri çekilirdi. Örnek
vermek gerekirse: "Kıskançlıkla dolup taşan bir insan mutlu mudur?"
"Hayır, acı çekmektedir." "Kıskançlık kötü bir şey yüzünden acı
çekmek midir? Kötü bir şeyin kıskançlık yarattığı nerede görülmüştür ki?"
Böylece, karşısındakine kıskançlığın iyi şeyler yüzünden acı çekmek olduğunu söyletirdi.
"İnsan hiç önemsemediği birini kıskanır mı?" “Kıskanmaz.” Sokrates bu
şekilde konuyu açıklığa kavuşturur ve noktalandırırdı. Karşısındakine, “Bana
kıskançlığı tanımla,” demezdi. Karşısındaki kişi kıskançlığı tanımladıysa da
“Kötü tanımladın, çünkü tanımında kullandığın terimler tanımladığın kavramla
bağdaşmıyor,” demezdi. Bunlar teknik terimlerdir ve bu nedenle, bilgisiz bir
insan için hem itici hem de anlaşılmazdır. Biz filozoflar ise bu terimleri
kullanmadan duramıyoruz. Bilgisiz bir insanın da kendisine sunulan izlenimleri
kabul edebileceği veya reddedebileceği bir dil kullanmayı başaramıyoruz.
Başaramadığımızın farkına varınca da çabalamayı bırakıyoruz. En azından
temkinli olanlarımız. Ancak büyük bir çoğunluk ihtiyatsız davranıyor ve bu tür
tartışmalara girdiğinde hem kendi kafasını hem de başkalarının kafalarını
karıştırıyor. Bu da karşılıklı atışmalarla sonuçlanıyor.
Sokrates'in ilk
ve en önemli özelliği buydu. Tartışmalar sırasında asla sinirlenmez, asla kötü
ya da aşağılayıcı bir söz söylemez, kavgacı kişilere dayanır ve kavgayı
sonlandırırdı. Bu bakımdan ne kadar güçlü olduğunu öğrenmek istiyorsanız,
Ksenofon'un Sempozyum adlı eserini okuyun; Sokrates'in ne kadar çok kavgayı
sonlandırdığını görürsünüz. Şairler de bu güçten övgüyle söz etmişlerdir.
Kavgaları büyük
bir beceriyle hemen sonlandırır.
Hesiod,
Theogony, v. 87.
Tartışmalara
girmek artık pek de güvenli değil, özellikle de Roma'da. Çünkü bunu yapmak
isteyen biri kıyıda köşede yapamaz. Bir senatöre ya da zengin birine gitmesi ve
sorması gerekir: "Atlarınızı kime emanet ettiğinizi söyleyebilir misiniz
bayım?" "Elbette." "Onları bu konuda hiç deneyimi olmayan
rastgele birine mi emanet ettiniz?" "Hayır." "Peki ya
altınlarınızı, gümüşlerinizi ve giysilerinizi kime emanet ettiğinizi
söyleyebilir misiniz?" "Onları da rastgele birine emanet
etmedim." "Peki ya bedeninizi kime emanet edeceğinizi şimdiden
düşündünüz mü?" "Elbette." "Şifa sanatından anlayan
deneyimli birine emanet edeceksiniz herhalde?" "Kuşkusuz."
"Sahip olduğunuz en iyi şeyler bunlar mı yoksa bunlardan daha iyi bir şeye
de sahip misiniz?" "Nasıl bir şeyden bahsediyorsun?" "Bütün
bunları kullanan, sınayan ve tartan şeyden bahsediyorum." "Ruhu mu
kastediyorsun?" "Evet, ruhu kastediyorum." "Ruhumun
gerçekten de sahip olduğum diğer her şeyden daha önemli olduğunu
düşünüyorum." "Öyleyse, ruhunuza nasıl baktığınızı söyleyebilir
misiniz bize? Çünkü sizin gibi bilge ve itibarlı bir insanın sahip olduğu en
kıymetli şeyin ihmal edilmesine ve çürüyüp gitmesine pervasızca göz yumması
düşünülemez." "Düşünülemez elbette." "Peki, ruhunuza
kendiniz mi bakıyorsunuz? Bunu yapmayı başkasından mı öğrendiniz yoksa kendi
kendinize mi öğrendiniz?" Bu aşamada, karşındaki kişinin "Seni ne
ilgilendirir? Sen de kimsin?" deme tehlikesi vardır. Onu rahatsız etmeye
devam edersen, yumruk da yiyebilirsin. Bir zamanlar ben de bu tartışma yöntemine
hayrandım; ta ki .bu tehlikelerle karşılaşana kadar.
XIII. BÖLÜM
KAYGI (ENDİŞE) ÜZERİNE
Endişeli birini
gördüğümde hep şunu sorarım: "Bu insan ne istiyor?" Elinde olmayan
bir şey istemeseydi, nasıl endişeli olabilirdi ki? Lavta çalan biri kendi
kendine şarkı söylerken endişeli değildir ama sahneye çıktığı anda, iyi bir
sese sahip olsa bile endişeye kapılır, çünkü sadece iyi söylemek değil, alkış
da almak ister ve bu onun elinde değildir. Yetenekli olduğu alanda kendine
güveni vardır. Karşısına müzik konusunda hiçbir bilgisi olmayan birini
çıkartırsan, onu dikkate almaz. Ancak, hiçbir şey bilmediği ve eğitim almadığı
konuda endişeye kapılır. Yani hangi konuda? Kalabalığın ne olduğunu ya da
kalabalığın övgüsünün ne anlama geldiğini bilmez. En ince notayı da en kalın
notayı da çalmayı öğrenmiştir ama kalabalığın övgüsünün ne anlama geldiğini ya da
hayatta ne gibi bir gücü olduğunu ne öğrenmiş ne de düşünmüştür. Dolayısıyla,
tir tir titremesi ve betinin benzinin atması kaçınılmazdır. Korktuğunu
gördüğümde onun bir müzisyen olmadığını söyleyemem ama başka birçok şey
söyleyebilirim. Başlangıç olarak onu yabancı olarak adlandırırım ve bu adam
nerede yaşadığını bilmiyor derim. Uzun süredir burada olmasına rağmen, devletin
kanunlarından, geleneklerden, serbest ve yasak olan şeylerden habersiz. Bunları
ona öğretmesi ve kanunları açıklaması için hiçbir zaman avukata başvurmamış.
İnsan nasıl yazılacağını bilmiyorsa vasiyetname yazmaz ya da bu işi bilen
birini tutar. Düşüncesizce bir anlaşmaya da imza atmaz. Gelgelelim,
arzuladıkları, sakındıkları, hedefleri ve amaçları konusunda avukatın
tavsiyesine başvurmadan hareket eder. Nasıl mı? Hakkı olmayanları isterken,
gerekenleri istemez. Kendisine ait olanları ve başkasına ait olanları bilmez.
Eğer bilseydi, hiçbir engelle karılaşmaz ve endişeli olmazdı. “Nasıl?” İnsan
kötü olmayan şeylerden korkar mı? “Hayır.” Kötü olsa bile önlemesi kendi elinde
olan şeylerden korkar mı? “Korkmaz. ” İrademizden bağımsız olan şeyler ne iyi
ne de kötüyse ve irademize bağlı olan her şey kendi elimizdeyse - biz
istemediğimiz sürece hiç kimse bunları elimizden alamazsa- endişelenecek ne
vardır? Bedenimiz, mal varlığımız ve imparatorun buyrukları için
endişelenirken, içsel meseleler için endişelenmeyiz. Yanlış bir fikir edinmemek
konusunda endişelenir miyiz? Hayır, çünkü bu bizim elimizdedir. Doğaya aykırı
hareket etmemek konusunda endişelenir miyiz? Hayır, bu konuda da
endişelenmeyiz. Öyleyse, bir hekim hastasının yüzünün rengine bakarak nasıl
karaciğerinde sorun olduğunu söylerse, sen de beti benzi atmış birini
gördüğünde şunu söyle: “Bu adamın arzuladıklarında ve sakındıklarında sorun var.
Bu adam sağlıklı değil.” Çünkü başka hiçbir şey insanın betini benzini
attırmaz. İnsan başka hiçbir durumda titremez, dişleri birbirine vurmaz ya da
Dizlerinin
üzerine çöküp kıvranmaz.
- İlyada, xiii.
281.
İşte bu nedenle
Zenon, Antigonos20 ile buluşacağı için endişeli değildi;
Zenon'un hayranlık duyduğu şeyler üzerinde Antigonos'un hiçbir gücü yoktu ve
Antigonos'un üzerinde güç sahibi olduğu şeyler Zenon'un umurunda değildi. Ne
var ki Antigonos Zenon'la buluşacağı için endişeliydi, çünkü onu memnun etmek
istiyordu ve bu elinde olan bir şey değildi. Zenon'un Antigonos'u memnun etmek
gibi bir arzusu yoktu, çünkü sanatında yetenekli olan hiç kimse yeteneği
olmayanları memnun etmeye çalışmaz.
Seni memnun
etmeye çalışmalı mıyım? Neden? İnsanın başka bir insanı hangi kriterlere göre
değerlendirdiğini biliyor musun? Kime iyi insan, kime kötü insan dendiğini ve
insanın nasıl birine ya da ötekine dönüştüğünü öğrenme zahmetine katlandın mı?
Öyleyse, sen neden iyi bir insan değilsin? "İyi bir insan olmadığımı
nereden çıkardın?" Hiçbir iyi insan ağlayıp sızlanmaz. Hiçbir iyi insanın
beti benzi atmaz. Hiçbir iyi insan titreyerek "Acaba beni nasıl
karşılayacak?" diye sormaz. Ey ahmak, seni nasıl isterse öyle
karşılayacak. Neden başkalarına ait meseleleri dert ediyorsun ki? Seni kötü
karşılamak onun hatası değil midir? "Evet." Peki, kötülük hatayı
yapan kişiye ait değil midir? "Evet." Öyleyse, neden başkalarına ait
meseleler için endişeleniyorsun? "Söylediklerin mantıklı ama onunla nasıl
konuşacağım konusunda endişeliyim." İstediğin gibi konuşamaz mısın?
"Telaşlanmaktan korkuyorum." Dion ismini yazacağın zaman
telaşlanmaktan korkuyor musun? "Hayır." Neden? Bu ismi yazmayı çok
iyi bildiğin için, değil mi? "Kesinlikle." Bu ismi okuyacak olsaydın
da aynı şekilde hissederdin, değil mi? Neden? Çünkü her sanatın kendi alanında
belirli bir gücü vardır. Peki, sen konuşmayı öğrenmedin mi? Okulda başka neler
öğrendin? Uslamlamaları ve karmaşık önermeleri... Bütün bunları ne amaçla
öğrendin? İyi konuşabilmek amacıyla öğrenmedin mi? İyi konuşmak demek, yerinde
konuşmak, dikkatli konuşmak, akıllı konuşmak, hata yapmadan konuşmak, kendini
engellemeden konuşmak ve aynı zamanda da kendine güvenerek konuşmak demek değil
midir? “Evet.” Sen açıklıkta at sürerken, karşına çıkan piyade erinden dolayı
endişeye kapılır mısın? Senin eğitimli olduğun ama onun olmadığı bir meselede endişeye
kapılır mısın? “Tamam ama benim konuşacağım kişi beni öldürme gücüne sahip.”
Öyleyse gerçeği konuş ve böbürlenme. Filozof olduğunu da iddia etme.
Efendilerini tanı. Bedenine bağlı kalmayı sürdürdüğün sürece, senden daha güçlü
olan herkesin peşinden gitmeye mahkûmsun. Sokrates konuşmayı bilirdi; bunu
anlamak için tiranlarla ve yargıçlarla nasıl konuştuğuna bakmak yeter. Diyojen
de konuşmayı bilirdi; bunu anlamak için İskender’le, korsanlarla ve onu satın
alan kişiyle nasıl konuştuğuna bakmak yeter. Bu insanlar eğitimli oldukları
konularda kendilerine güvenirlerdi. Sana gelince; sen kendi işinin başına dön
ve asla onun başından ayrılma. Bir köşede oturup uslamlamalar üret ve sonra da
onları başkalarına sun. Senin içinde devlet yönetebilecek bir insan yok.
XIV. BÖLÜM
NASO'YA
Bir Romalı
oğluyla birlikte okumalardan birine katıldığında, Epiktetos "Eğitim metodu
böyledir," dedi ve durdu. Romalı devam etmesini rica ettiğinde, Epiktetos
şunları söyledi: Bir sanatın eğitim süreci, o konuya aşİna olmayan insanlar
için yorucudur. Sanatın sonucu faydasını hemen gösterdiği gibi çoğu zaman
çekici ve boştur. Örneğin bir kunduracının sanatını nasıl öğrendiğini
gözlemlemek zevkli değildir ama kundura hem faydalıdır hem de göze hitap eder.
Bir demircinin eğitim sürecini izlemek de bu sanata aşina olmayanlar için hoş
değildir ama ortaya çıkan sonuç bu sanatın faydasını kanıtlar. Ne var ki bunu
müzikte çok daha iyi görürsünüz, çünkü birini müzik öğrenirken izlemek hiç hoş
değildir ama ortaya çıkan sonuç müzik konusunda hiçbir şey bilmeyenler için
bile keyifli ve boştur. Biz de burada bir filozofun hedefinin şöyle bir şey
olduğunu düşünüyoruz; dileklerini gerçekleşenlerle uyumlu kılmak. Böy-lece,
gerçekleşen hiçbir şey dileklerimize aykırı olmadığı gibi, gerçekleşmesini
dilememize rağmen gerçekleşmeyen hiçbir şey de olmaz. Felsefeyi bu şekilde ele
alanların elde ettiği sonuç arzularında yanılmamak ve sakındıklarının pençesine
düşmemektir. Huzursuzluğa kapılmadan, endişelenmeden ve korkmadan yaşamak, hem
doğuştan gelen hem de sonradan kurulmuş olan ilişkileri sürdürmek ve bir baba,
oğul, kardeş, vatandaş, erkek, kadın, komşu, yoldaş, yönetici ya da yönetilen
olarak görevlerini yerine getirmektir. Bir filozofun hedefinin böyle bir şey
olduğunu düşünürüz. Şimdi bunu nasıl başarabileceğimizi inceleyelim.
Bir marangoz ya
da kaptan olmanın belirli bir eğitim gerektirdiğini biliriz. Felsefede de iyi
ve bilge bir insan olmayı dilemek yeterli değildir ve belirli şeylerin
öğrenilmesi gerekir. Bu şeylerin ne olduğunu araştıralım. Filozoflar öncelikle
bir Tanrı olduğunu ve her şeyin onun tarafından sağlandığını öğrenmemiz
gerektiğini söylerler. Eylemlerimizi, hatta niyetlerimizi ve düşüncelerimizi
bile ondan gizlememizin mümkün olmadığını da söylerler. Öğrenmemiz gereken bir
sonraki şey tanrıların doğasıdır, çünkü onları memnun etmek ve onlara itaat
etmek isteyen biri, elinden geldiğince onlar gibi olmaya çabalamalıdır. Eğer
ilahi güç sadıksa, insan da öyle olmalıdır. Eğer özgürse, insan da öyle
olmalıdır. Eğer iyilikseverse, insan da öyle olmalıdır. Eğer bağışlayıcıysa,
insan da öyle olmalıdır. İnsan Tanrı'yı taklit ettiğine göre, bu gerçeğe uygun
hareket etmeli ve konuşmalıdır.
Öyleyse,
nereden başlamalıyız? Eğer tartışmaya katılacaksan, kelimeleri anlamakla
başlaman gerektiğini söylerim. "Şu anda kelimeleri anlamadığımı mı
söylüyorsun yani?" Anlamıyorsun. "Öyleyse onları nasıl
kullanıyorum?" Okuma yazma bilmeyenlerin harfleri kullandığı gibi ya da
koyunların izlenimleri kullandığı gibi; çünkü kullanmak başka bir şeydir,
anlamak başka bir şey. Ancak eğer anladığını düşünüyorsan, istediğin kelimeyi
seç ve anlayıp anlamadığına bakalım. "Ama yaşını başını almış, üstelik de
üç kez sefere çıkmış bir adamı çürütmek hoş değildir." Bunu ben de
biliyorum. Sonuçta buraya hiçbir eksiğin yokmuş gibi geldin. Ne eksiğin
olduğunu düşünebilirsin ki? Varlıklısın, belki karın ve çocukların var, üstelik
çok sayıda köleye sahipsin. İmparator seni tanıyor, Roma'da birçok dostun var
ve hepsine hakkını teslim ediyorsun. Sana iyilik yapanları ödüllendirmeyi ve
yanlış yapanlara karşılığını vermeyi biliyorsun. Ne eksiğin var? Sana mutlu
olmak için en önemli ve en gerekli şeylerden yoksun olduğunu, asıl ilgilenmen
gereken konular hariç her şeyle ilgilendiğini, üstüne üstlük Tanrı'nın,
insanın, iyinin ve kötünün ne anlama geldiğini bilmediğini kanıtlarsam, bunlara
katlanırsın belki. Gelgelelim, eğer kendini hiç tanımadığını söylersem, buna
nasıl katlanıp burada kalmaya devam edeceksin? Mümkün değil; sinirlenirsin ve
çekip gidersin. Oysa sana ne zarar vermişimdir? Ayna, çirkin bir insanı olduğu
gibi yansıttığında ona zarar vermiş olur mu? Hekim "Hasta olduğunun
farkında değilsin ama ateşin var. Bugün yemek yeme, sadece su iç,"
dediğinde, hastasına hakaret etmiş olur mu? Hiç kimse bunu bir hakaret olarak
görmez! Gelgelelim, eğer bir insana “Arzuların sağlıklı değil. Sakındıkların
yanlış. Niyetlerin tutarsız. Amaçların doğaya uygun değil. Fikirlerin hatalı,"
dersen, anında çekip gider ve “Bana hakaret etti," der.
Yaklaşımımız
pazarda bir araya gelen bir kalabalıkla kıyaslanabilir. Pazarda satılık
hayvanlar vardır ve insanların büyük bir çoğunluğu buraya almak ya da satmak
için gelirler. Birkaç kişiyse pazarı incelemeye, işlerin nasıl yürütüldüğünü ve
pazarı kimin hangi amaçla kurduğunu görmeye gelir. Hayat da böyledir. Bazıları
koyun gibidir ve otundan başka hiçbir derdi yoktur. Mal varlıklarıyla,
arazileriyle, köleleriyle ve makamlarıyla meşgul olanlar için söylüyorum; bütün
bunlar ottan başka bir şey değildir. Ancak, dünyanın anlamı ve dünyayı kimin
yönettiği üzerine kafa yormayı seven birkaç kişi de vardır. Dünyayı yöneten yok
mudur? Bir şehir veya bir aile bile yöneticisi ya da reisi olmadan kısa bir
süre bile ayakta kalamazken, bu kadar büyük, güzel ve düzenli bir sistemin
amaçsızca ve şans eseri yürümesi mümkün müdür? Öyleyse, bir yönetici vardır. Bu
nasıl bir yöneticidir ve nasıl yönetir? Onun tarafından yaratılmış olan bizler
kirniz ve ne için yaratıldık? Onunla bir bağlantımız ve ilişkimiz var mı, yok
mu? Bazıları bunlarla meşgul olurlar; kendilerini bütünüyle pazarı incelemeye
adar, sonra da kalkıp giderler. Birçok kişi onlarla alay eder; tıpkı
tüccarların da pazarı izlemeye gelenlerle alay ettiği gibi. Hayvanların da
fikirleri olsaydı, ot dışındaki şeylerle ilgilenenlerle alay ederlerdi
herhalde.
XV. BÖLÜM
KARARLARINDA İNATLA DİRETENLERE
Bazı insanlar,
kişinin kararlı olması gerektiğini, irademizin doğuştan özgür olduğunu ve
zorlanamayacağını, diğer şeylerin ise engellere ve köleliğe tabi olduğunu ve
başkalarının elinde bulunduğunu duydukları zaman, her koşulda bütün
kararlarının arkasında durmaları gerektiğini varsayarlar. Ancak öncelikle bu
kararların sağlam (doğru) olması gerekir. Bedenin güçlü olması iyidir ama bu
güç sağlıklı ve atletik olmaktan ileri gelmelidir. Eğer delirmiş bir insanın
gücüne sahipsen ve bununla övünüyorsan, sana "Git bir hekime görün.
Seninki güç değil hastalık," derim. Söylevleri yanlış bir şekilde
dinleyenler de buna benzer bir etkiye maruz kalırlar. Benim arkadaşlarımdan
birinin başına da böyle bir şey geldi ve arkadaşım durduk yerde açlıktan ölmeye
karar verdi. Ben durumdan haberdar olduğumda, üç gündür yemek yemiyordu. Ne
olduğunu öğrenmeye gittim. "Ben kararımı verdim," dedi. "Peki
ama bu kararı neden verdin? Eğer doğru kararı verdiysen, yanında otururuz ve
göçüp gitmene yardımcı oluruz ama eğer mantıksız bir karar verdiysen, fikrini
değiştirmelisin," dedim. "Kararlarımızın arkasında durmalıyız,
" dedi. "Sen ne diyorsun dostum? Bütün kararlarımızın değil,
doğru kararlarımızın arkasında durmamız gerekir. Yoksa şu anda gece olduğuna
karar verip bu fikrinde de diretebilir ve ‘Kararlarımızın arkasında durmalıyız'
diyebilirsin. Öncelikle sağlam bir temel oluştur ve kararının sağlıklı olup
olmadığını
değerlendir. Ancak sağlam bir temel oluşturursan güvenli bir yapı inşa
edebilirsin. Eğer temelin çürükse, üzerine koyduğun malzemeler ne kadar ağır
olursa, inşa ettiğin bina da o kadar hızlı yıkılır. Hiçbir sebebi yokken bir
dostumuzun, yoldaşımızın, hem büyük hem de küçük şehirdeki yurttaşımızın canına
mı kıyacaksın?21 Cinayet işlerken ve hiçbir hatası
olmayan bir insanın canına kıyarken, kararlarının arkasında durman gerektiğini
mi söyleyeceksin? Eğer aklına beni öldürmek gelseydi de kararının arkasında mı
duracaktın?" Bu arkadaşımı zorlukla da olsa fikrini değiştirmeye ikna
ettik. Ne var ki, artık bazı insanları ikna etmek mümkün değil. Eskiden
anlamadığım şu deyişi şimdi çok iyi anlıyorum: Bir ahmağı ikna ederneyece-ğİn
gibi zorlayamazsın da. Umarım hiçbir zaman kendini bilge sanan bir ahmakla
arkadaş olmam; bundan daha zor hiçbir şey yoktur. "Ben kararımı
verdim." Deliler de kararlarını vermişlerdir ama sanrılarında ne kadar
diretirlerse, o kadar çok ilaç almaları gerekir. Hasta bir insan hekimine
görünüp, "Ben hastayım, bana yardım et. Ne yapmam gerektiğini söyle. Ne
dersen yapacağım," demez mi? Ben de sizden, "Ne yapmam gerektiğini
bilmiyorum ama öğrenmeye geldim," demenizi bekliyorum. Ancak bunun yerine,
"Bana başka bir konudan bahset. Ben o konuda kararımı verdim," diyorsunuz.
Hangi başka konu? Sizi kararınızı vermiş olmanızın yeterli olmadığına ikna
etmekten daha önemli bir şey var mı? Bu tavır, sağlıklı bir düşünce yapısının
değil deliliğin göstergesidir. "Eğer beni buna zorlarsan ölürüm."
Neden? Ne oldu? "Ben o konuda kararımı verdim." Neyse ki beni
öldürmeye karar vermemişsin. "Artık para alma-yacağlm." Neden?
"Öyle karar verdim." Şimdi para almamaya karar verdiğin gibi, ileride
bir gün de sebepsiz yere para almaya meyledebilir ve "Kararımı
verdim," diye bilirsin. Hasta bir bedende bazen orada, bazen burada ortaya
çıkan ağrılar gibi, hasta bir ruh da nereye meyledeceğini bilemez. Ancak, buna
bir de inatçı bir kararlılık eklenirse, o hastalığı tedavi etmek artık mümkün
değildir.
XVI. BÖLÜM İYİ
VE KÖTÜ KONUSUNDAKi FİKİRLERİMİZİ KULLANMAK İÇİN ÇABA GÖSTERMEMEMİZE DAİR
İyilik
nerededir? İrademizde. Kötülük nerededir? İrademizde. İkisi de nerede değildir?
İrademizden bağımsız olan şeylerde ... Peki, aramızda okul dışında da bu
meselelere kafa yoran var mı? Hiçbiriniz kendi kendinize okulda ele aldığımız
sorulara benzer konulara kafa yoruyor musunuz? Gündüz mü? “Evet.” Gece mi?
“Hayır.” Yıldızların sayısı eşit mi? “Bilemem.” Size para teklif edildiğinde
doğru cevabı vermeye ve paranın iyi bir şey olmadığını söylemeye hazır mısınız?
Bu cevapları vermek için çalıştınız mı yoksa sadece yanıltmacalara mı
çalıştınız? Öyleyse, çalıştığınız konularda ilerleme kaydederken,
çalışmadığınız konularda yerinizde saymanıza neden şaşırıyorsunuz? Bir hatip
konuşmasını iyi yazdıysa, ezberlediyse ve etkileyici bir sese de sahipse, neden
hâlâ endişelidir? Çünkü çalışmış olmak onun için yeterli değildir. Ne ister
öyleyse? Seyirciler tarafından övülmek mi? Bu durumda, hitabet konusunda eğitim
almış ama övgü ve yergi konusunda eğitim almamıştır. Övgünün ne olduğunu,
yerginin ne olduğunu, nasıl bir övgünün peşinden koşmak gerektiğini, nasıl
yergilerden kaçınmak gerektiğini nerede duymuştur? Bu konularda ne zaman eğitim
almıştır? Öyleyse, insanın eğitim aldığı konularda başkalarını geçmesine,
eğitim almadığı konularda ise diğerleriyle aynı seviyede olmasına neden
şaşırıyorsunuz? Müzisyen güzel çalar ve söyler, iyi de giyinmiştir ama yine de
sahneye çıktığında titremeye başlar, çünkü müziği bilir ama kalabalığı,
kalabalığın bağınşlarını ve alaylarını bilmez. Endişenin ne olduğunu,
kendimizden mi yoksa başkalarından mı kaynaklandığını ve endişeden kurtulmanın
mümkün olup olmadığını da bilmez. Bu nedenle, eğer övgü aldıysa sahneden
şişinerek ayrılır ama eğer alaylara maruz kaldıysa çöker.
Biz de
böyleyiz. Nelere hayranlık duyarız? Kendi dışımızdaki şeylere. Nelerle meşgul
oluruz? Kendi dışımızdaki şeylerle. Öyleyse, neden korktuğumuz ya da endişe
duyduğumuz konusunda herhangi bir şüpheye yer var mı? Başımıza kötü şeyler
geleceğini düşünürsek ne olur? Korkmadan duramayız, endişelenmeden duramayız.
Sonra da, "Tanrım, bu endişelerden nasıl kurtulacağım?" diye sorarız.
Ey ahmak, Tanrı sana ellerini vermedi mi? Oldu olacak, otur bir de bumun
akmasın diye dua et bari. Burnunu silmen ve Tanrı'yı suçlamayı bırakman daha
doğru olur tabii. Tanrı sana zorluklarla mücadele etmen için hiçbir şey vermedi
mi? Dayanıklılık vermedi mi? Metanet vermedi mi? Cesaret vermedi mi? Ellerin
varken, neden hâlâ bununu silecek başka birini arıyorsun? Gelgelelim, biz bu
konuları incelemiyor ve umursamıyoruz. Bana elde edeceklerinden ziyade
davranışlarına önem veren bir insan göster. Kaç kişi yürürken nasıl yürüdüğüne
dikkat eder? Kaç kişi sadece elde edeceği sonuca değil de düşünce sürecine önem
verir? Eğer insan başarılı olursa gururlanır ve şöyle der: "Ne iyi
düşündük. Etraflıca düşünürsek istediğimiz sonucu alırız dememiş miydim
dostum?" Ancak, eğer başarısızlığa uğrarsa gururu kırılır ve ne diyeceğini
bilemez. Kim sonuçları için değil de davranışlarının kendisi için bir kâhine
başvurur ya da bir tapınakta uyur? Kim? Bana öyle birini göster. Onunla
tanışmak isterim. Uzun süredir gerçekten asil ve samimi birini arıyorum. İster
genç olsun, ister yaşlı; bana öyle birini göster yeter. Öyleyse, belirli
meselelere kafa yormak konusunda eğitimliyken, davranışlarımızın alçak,
ahlaktan yoksun, değersiz, korkak, tembel ve büsbütün kötü olmasına neden hâlâ
şaşırıyoruz? Sonuçta bunları ne inceliyor ne de önemsiyoruz. Oysa ölümden ya da
sürgünden değil de korkunun kendisinden korksaydık, bize kötü gelen şeylerin
pençesine düşmemek için çalışırdık. Okulda titiz ve konuşkanız; bu konulara
ilişkin bir soru gündeme geldiği zaman enine boyuna inceleriz. Ne var ki konu
uygulamaya geldiğinde gemimiz karaya oturur. Herhangi bir tehlikeyle karşı
karşıya kaldığımızda, nelere çalışmış olduğumuz ortaya çıkar.
Disiplinsizliğimizden dolayı da olayları her zaman büyütürüz. Mesela gemideysem
ve etrafıma baktığımda hiçbir kara parçası görmüyorsam dehşete kapılırım ve
gemi batarsa o kadar suyu yutmak zorunda kalacağımı düşünürüm. Boğulmak için üç
karış suyun da yeterli olduğu aklıma bile gelmez. Öyleyse beni korkutan nedir?
Deniz mi? Hayır, kendi fikirlerim. Aynı şekilde, deprem olursa bütün şehrin
başıma yıkılacağını düşünürüm. Oysa bir tane taş da kafamı yarmak için yeterli
değil midir?
Öyleyse, bizi
sıkan ve korkutan ne? Kendi fikirlerimiz elbette. Arkadaşlarını, dostlarını,
alışık oldukları yerleri ve yaşamlarını bırakıp gidenleri sıkan şey kendi
fikirleri değil de nedir? Örneğin küçük çocuklar bakıcılarından biraz ayrı
kaldıklarında ağlamaya başlarlar ama bir parça tatlı verirsen, acılarını hemen
unuturlar. "Küçük çocukları mı örnek almalıyız yani-?” Hayır, çünkü sizi
rahatlatan şey tatlı değil, doğru fikirler olmalı. "Doğru fikirler nedir
peki?” İnsan bütün gün çalışmalı ve kendine ait olmayan hiçbir şeyden
etkilenmemelidir; ne dostlarından, ne yerlerden ne de kendi bedeninden. İlahi
kanunları hiç unutmamalı ve daima göz önünde bulundurmalıdır. İlahi kanunlar
nedir? Kendine ait olanları korumak, başkaları-na ait olanlar üzerinde hak iddia
etmemek, kendine verilenleri kullanmak, kendine verilmeyenleri arzulamamak,
kendinden alınan şeylerden seve seve vazgeçmek ve onlara sahip olduğun süre
için şükretmek. Bakıcının ya da annenin arkasından ağlayan bir çocuğa benzemek
istemiyorsan tabii. Çünkü sonuçta insanın neden dolayı boyunduruk altına
girdiği ya da nelere tabi olduğu ne fark eder? Eğer spor salonu için,
arkadaşların için veya birtakım eğlence yerleri için ağlayıp sızlanıyorsan, bir
kızın arkasından ağlayan genç bir delikanlıdan ne farkın vardır? Birisi de
kalkmış artık Dirce'nin suyunu içemeyeceği için şikayet ediyor. Marcian suyu
Dirce suyundan kötü mü? "Ama ben Dirce suyuna alışığım." Zamanla
yenisine de alışırsın. Sonra belki ona da bağlanır, onun için de ağlar ve
Euripides'in mısrasına benzer bir mısra yazmaya çalışırsın:
Ah Neron'un
sıcak hamamları ve Marcian suyu!
Budalaların
sıradan şeyleri nasıl trajediye dönüştürdüğünü gördün mü?
"Atina'yı
ve Akropolis'i bir daha ne zaman göreceğim?" Ey zavallı, her gün
gördüklerin sana yetmiyor mu? Güneşten, aydan, yıldızlardan, topraktan ve
denizden daha güzel bir manzara var mı? Eğer bütünü yaratanı anlıyor ve içinde
taşıyorsan, küçük taşlara ve güzel bir kaya parçasına ihtiyacın kalır mı?
Güneşten ve aydan ayrılman gerektiğinde ne yapacaksın o zaman? Oturup çocuk
gibi ağlayacak mısın? Bunca zamandır okulda ne yaptın? Neler duydun, neler
öğrendin? Kendine neden filozof diyorsun? Gerçeği söylesene: "Birkaç yorum
yazdım ve Hrisippos'u okudum ama felsefenin eşiğine bile yaklaşamadım."
Senin Sokrates gibi yaşayıp ölen biriyle ne benzerliğin olabilir? Diyojen gibi
yaşayıp ölen biriyle ne benzerliğin olabilir? Sence onlar herhangi birini göremedikleri
için, Atina'da veya Korint'te olamadıkları için, diyelim ki Susa'da veya
Ekbatan'da olmaları gerektiği için ağlayıp sızlanırlar mıydı? İnsan ziyafetten
istediği anda ayrılabiliyorsa, hoşuna gitmediği halde kalıp şikayet mi eder
yoksa memnun olduğu sürece mi orada kalır? Böyle biri sürgüne de, ölüme mahkûm
edilmeye de katlanır bence. Sizin de sütten kesilmenizin ve bakıcınızın ya da
annenizin arkasından ağlamayı bırakmanızın zamanı gelmedi mi? "Ama eğer
gidersem üzülmelerine neden olurum." Üzülmelerine sen mi neden olursun?
Hayır. Onların üzülmelerine de senin üzülmene de neden olan aynı şeydir; kendi
fikirleriniz. Ne yapmalısın öyleyse? Bu fikrinden kurtulmalısın. Eğer akılları
varsa, onlar da bu fikirlerinden kurtulurlar, çünkü eğer kurtulmazlarsa,
mutsuzlukları kendi hataları olur.
Atasözünde de
söylendiği gibi, özgürlük ve huzur için elinden ne geliyorsa yap. Kölelikten
nihayet kurtulan biri gibi başını dik tut. Tanrı'ya bak ve şöyle de: "Bana
ne istiyorsan yap. Sen nasıl düşünüyorsan ben de öyle düşünüyorum. Ben
seni-nim. Seni memnun eden hiçbir şeyi geri çevirmem. Beni nereye istersen
oraya götür. Bana ne istersen onu giydir. Yargıç olmamı mı istersin? Sade
vatandaş olmamı mı istersin? Burada kalmamı mı istersin? Sürgüne gönderilmemi
mi istersin? Zengin olmamı mı istersin? Yoksul olmamı mı istersin? Ben bütün bu
durumları insanlara karşı savunurum. Hepsinin doğasını olduğu gibi
gösteririm." Ancak, siz bunu yapmazsınız ve annenizin gelip sizi
beslemesini beklersiniz. Herkül evde otursaydı kim olurdu? Herkül değil,
Eurystheus olurdu. Herkül seyahatlerinde kaç kişiyle yakınlık kurdu, kaç
kişiyle dost oldu? Yine de Tanrı'dan daha yakın olduğu hiç kimse yoktu.
Dolayısıyla onun Tanrı'nın oğlu olduğuna inanılırdı ve öyleydi de. Tanrı'ya
itaat ederek kendini adaletsizlikle ve kanunsuzlukla savaşmaya adadı. Ne var ki
sen Herkül değilsin ve başkalarının kötülüklerini te-mizleyemezsin. Theseus da
değilsin ve Attika'yı kötülüklerden arındıramazsın. Sen kendini kötülüklerden
arındır. Procrustes ve Sciron22 yerine üzüntüyü, korkuyu, arzuyu,
kıskançlığı, kini, açgözlülüğü ve taşkınlığı düşüncelerinden kov. Ancak,
Tanrı'ya güvenmediğin ve onun yolundan yürümediğin sürece bunu başaramazsın.
Eğer başka bir yol seçersen, ahlayarak ve inleyerek kendinden güçlü olanların
peşinden gitmeye mahkûm olursun. Aradığın huzuru asla bulamazsın, çünkü onu
araman gereken yerde değil, yanlış yerde arıyorsun.
XVIII. BÖLÜM ÖN
FİKİRLERİMİZİ BELİRLİ DURUMLARA NASIL UYARLAMALIYIZ?
Bir filozofun
ilk işi nedir? Kendini beğenmişlikten arınmak. Çünkü insanın zaten bildiğini
düşündüğü şeyleri öğrenmeye başlaması mümkün değildir. Yapılması ve yapılmaması
gerekenler, iyi ve kötü, güzel ve çirkin konusundaki gelişigüzel fikirlerimizi
belirterek filozoflara gideriz. Bunlara dayanarak övgüler, kınamalar ve
suçlamalarda bulunur, onurlu ve onursuz davranışlara karar veririz. Peki ama
filozoflara neden gideriz? Çünkü bilmediğimizi düşündüklerimizi öğrenmek
isteriz. Peki, bunlar nedir? Teoremler. Filozofların söylediklerini öğrenmek
isteriz, çünkü bunların zekice ve akıllıca olduğunu düşünürüz. Bazıları da
öğrendiklerinden fayda elde edeceklerine inandıkları için öğrenmek isterler.
İnsanın öğrenmek istediği şeyden başka bir şey öğreneceğini ya da öğrenmediği
bir konuda yeterliliğe erişebileceğini düşünmek saçmadır. Ne var ki pek çok
kişi bu konuda yanılgıya düşer; Platon'u her şeyin tanımlanmasını istediği için
suçlayan konuşmacı Theopompus23 da aynı yanılgıya' düşmüştür. Theopompus
ne der? "Senden önce hiçbirimiz 'iyi' ya da 'adil' kelimelerini
kullanmadık mı? Bu kelimelerin anlamını bilmeden boş boş mu konuşuyorduk?"
Sana kim bu konularda doğuştan gelen düşüncelerimiz ve ön fikirlerimiz
olmadığını söyledi Theopompus? Gelgelelim, ön fikirlerimizi incelemezsek ve
hangi durumlara uyarlayacağımızı belirlemezsek, onları doğru kullanmamız mümkün
olmaz. Hekimlere karşı da aynı suçlamada bulunabilirsin. Hipokrat'tan önce
'sağlıklı' ve 'sağlıksız' kelimelerini kullanmıyor muyduk? Boş boş mu
konuşuyorduk? Sağlık konusunda da belirli ön fikirlere sahibiz ama bunları
doğru kullanmayı bilmiyoruz. Bu nedenle birisi, "Ona yemek yedirme,"
derken, bir diğeri "Yedir," diyor. Birisi "Kan alınması
gerek," derken, bir diğeri "Şişe çekmek gerek," diyor. Bunun
sebebi ne? Sağlık konusundaki ön fikirlerimizi belirli durumlara doğru bir
şekilde uyarlamamamız değil mi?
Hayatla ilgili
konularda da aynısı geçerli. Hangimiz iyi ve kötü, faydalı ve faydasız
kelimelerini kullanmıyoruz? Hangimiz bu konularda ön fikirlere sahip değiliz?
Bunlar şüpheye yer bırakmayan kusursuz fikirler mi? Kanıda öyleyse. Nasıl mı?
Fikrini belirli bir konuya doğru olarak uyarla. Örneğin Platon tanımları
'faydalı' kavramıyla ilişkilendirir; sen ise 'faydasız' kavramıyla
ilişkilendiriyorsun. İkinizin birden haklı olması mümkün mü? Nasıl olsun?
Birisi 'iyi' kavramını varlıklı olmakla bağdaştırırken, bir diğeri varlıklı
olmakla değil de hazla ve sağlıkla bağdaştırmaz mı? Eğer hepimiz kullandığımız
kelimeleri çok iyi biliyorsak ve bu konulardaki ön fikirlerimizi açıklığa
kavuşturmamız gerekmiyorsa, neden ayrışıyoruz, neden tartışıyoruz, neden
birbirimizi suçluyoruz?
Ben şimdi neden
bu tartışma konusunu gündeme getiriyorum? Sen ön fikirlerini doğru
uyarlıyorsan, neden mutsuzsun, neden engellerle karşılaşıyorsun? Şimdilik
amaçlarımızla ve onlara bağlı görevlerimizi incelemekle ilgili ikinci konuyu
bir kenara bırakalım. Onayladıklarımızla ilgili üçüncü konuyu da bir kenara
bırakalım. Bu iki konudan da vazgeçiyorum. Ön fikirlerimizi doğru
uyarlamadığımızı açıkça gösteren birinci konunun üzerinde duralım.24 25 Sen olası
olan - senin için olası olan - şeyleri mi arzuluyorsun? Öyleyse, neden
engellerle karşılaşıyorsun? Neden mutsuzsun? Kaçınılmazdan kaçınmaya çalışmıyor
musun? Öyleyse, neden kaçınmak istediklerinin pençesine düşüyorsun? Neden
talihsizliklerle karşılaşıyorsun? Neden arzuladıkların olmuyor da
arzulamadıkların oluyor? Mutsuzluğun ve acının en büyük göstergesi budur;
dilediklerinin gerçekleşmemesi. Bu durumda benden daha perişan biri var mıdır?
Medea buna
kadanamadığı için çocuklarının canını almıştır. Bu, belirli bir açıdan
bakıldığında soylu bir eylemdir; insanın arzularının gerçekleşmemesinin ne
anlama geldiğini gösterir. Medea şöyle der: "Bana haksızlık yapan ve beni
küçük düşüren kocamdan intikamımı alacağım. Peki ama bildiğimiz cezalar bana ne
fayda sağlar? Ne yapmalıyım öyleyse? Çocuklarımı öldüreceğim. Ama o zaman
kendimi de cezalandırmış olurum. Olsun, ne çıkar?”82
Büyük bir enerji barındıran ruhun yoldan çıkması işte böyle bir şeydir. Medea
arzularımızı dışarıdan medet umarak ya da koşulları değiştirerek elde
edemeyeceğimizi bilmiyordu. O adamı arzulamazsan, arzuladığın şeyler
gerçekleşmemiş olmaz. İnatla kocanın seninle yaşamasını arzulama. Korint'te
kalmayı arzulama. Kısacası, Tanrı'nın isteklerinden başka hiçbir şeyi arzulama.
O zaman seni kim engelleyebilir? Kiqı zorlayabilir? Nasıl ki Zeus'u
zorlayabilecek hiç kimse yoksa seni de zorlayabilecek hiç kimse olmaz.
' Eğer öyle bir
rehberin olursa ve arzuların onunkilerle aynı olursa, hayal kırıklığından
korkmana ne gerek kalır? Varlıklı olmayı arzularsan ve yoksulluktan sakınırsan,
biri seni hayal kırıklığına uğratır ve diğerinin pençesine düşersin. Sağlıklı
olmayı arzularsan, talihsizliklerle karşılaşırsın. Arzularını itibarına,
ülkene, dostlarına, çocuklarına, kısacası insanın elinde olmayan herhangi bir
şeye bağlarsan, mutsuz olursun. Arzularını Zeus'a ve diğer tannlara teslim et;
bırak arzuladıkların ve sakındıkların onlarınkilerle aynı doğrultuda olsun. O
zaman mutsuzluğa yer kalır mı? Ne var ki, eğer kıskanıyorsan, şikayet
ediyorsan, korkuyorsan, her gün kendinden ve tanrılardan yakınıyorsan, neden
hala eğitim almaktan söz ediyorsun? Nasıl bir eğitim? Karmaşık uslamlamalarla
meşgul olmaktan mı söz ediyorsun? Eğer mümkünse bütün bunları unut ve baştan
başla. Şimdiye dek meselenin yakınından bile geçemediğinin farkına var.
Geleceğini, istemediğin hiçbir şeyin gerçekleşmeyeceği ve istediğin her şeyin
gerçekleşeceği şekilde tasarlamaya başla.
Okula bu
niyetle gelen bir genç gösterin bana. Kendini buna adayan ve "Diğer her
şeyden vazgeçiyorum. Eğer hayatımı engellerden ve dertlerden arınmış olarak
geçirebilirsem, özgür bir insan gibi başımı dik tutabilirsem, Tanrı'nın bir
dostu gibi gökyüzüne bakabilirsem ve olacaklardan korkmamayı başarabilirsem, bu
benim için yeterlidir," diyen bir genç gösterin. Bana öyle bir genç
gösterin ki şunları diyebileyim: “Gel de sana ait olanları al delikanlı.
Felsefeyi onudandırmak senin kaderinde var. Bu kitaplar senin. Bu söylevler
senin." Yeterince çalışıp bu konulara hakim olduktan sonra tekrar bana
gelip şöyle desin: “Hırslardan ve endişelerden arınmak istiyorum. İnançlı bir
insan olarak, çalışkan bir insan olarak ve bir filozof olarak tanrılara, anneme
ve babama, kardeşlerime, ülkeme ve yabancılara karşı görevlerimi bilmek
istiyorum." O zaman ona şöyle derim: "İkinci aşamaya hoş geldin. Bu
da sana ait." “İkinci aşamaya da yeterince çalıştım. Artık güvenilir ve
sarsılmaz bir insan olmaya hazırım. Sadece uyanık olduğumda değil, uykudayken,
içkiliyken ve kederliyken de." “Sen gerçekten yüce amaçlara sahipsin
delikanlı."
Peki, siz bana
ne diyorsunuz? “Hrisippos'un Pseudomenos (Yalancı) adlı eserini anlamak
istiyorum." Ey ahmak, bunu istemekle kendini asmış olmuyor musun? Bunun
sana ne faydası olacak? Bütün eseri acı içinde okuyacaksın ve tit-reye titreye
başkalarıyla paylaşacaksın. Bir de şunu yapıyorsunuz. “Yazdıklarımı sana
okuyayım mı dostum?26 Sen de bana okursun." “Çok iyi
yazıyorsun dostum. Ksenofon'un üslubunda çok başarılısın." “Sen de
Platon'un üslubunda çok başarılısın." “Sen de Antisthenes'in üslubunda çok
başarılısın." Birbirinize hayallerinizi anlattıktan sonra da aynı şeylere
geri dönüyorsunuz. Arzuladıklarınız aynı. Sakındıklarınız aynı. Amaçlarınız
aynı. Tasarılarınız aynı. Aynı şeyleri istiyor ve aynı şeyler için
çalışıyorsunuz. Size tavsiye verecek birini aramadığınız gibi, tavsiye
duyduğunuzda da güceniyorsunuz. Sonra da şöyle diyorsunuz. “O çok aksi bir
ihtiyar. Ben giderken hiç gözyaşı dökmedi. ‘Tehlikeli bir yolculuğa çıkıyorsun
evlâdım. Sağ salim dönersen, senin için bir mum yakacağım,' demedi. İyi kalpli
bir insan öyle yapardı." Sağ salim dönmen büyük bir başarı olurdu. Böyle
bir insan için mumları yakmaya değer tabii. Sen ölümsüz ve hastalıklardan muaf
bir insan olmalısın!
Başta da
dediğim gibi, faydalı bir bilgiye sahip olduğumuz yanılgısından kurtulmalıyız
ve felsefeye de geometriye ya da müziğe başladığımız gibi başlamalıyız. Eğer
öyle yapmazsak, Hrisippos'un, Antipatros'un ve Archedemus'un bütün eserlerini
ve yorumlarını okusak da hiçbir ilerleme kaydedemeyiz.
XVl. BÖLÜM
İZLENİMLERLE NASIL MÜCADELE ETMELİYİZ?
Her alışkanlık
ve yeti kendisiyle bağlantılı eylemler aracılığıyla korunur ve güçlenir.
Örneğin, yürüme alışkanlığı yürümekle, koşma alışkanlığı koşmakla güçlenir. İyi
bir okuyucu olmak istiyorsan oku; iyi bir yazar olmak istiyorsan yaz. Eğer bir
ay boyunca okumazsan ve başka bir şey yaparsan, bunun sonucunu görürsün. Aynı
şekilde, eğer on gün boyunca yattıy-san, ayağa kalkıp uzun bir yürüyüşe çıkmaya
kalkıştığında, bacaklarının ne kadar zayıf düşmüş olduğunu görürsün. Öyleyse,
bir şeyi alışkanlık haline getirmek istiyorsan onu yap ama eğer istemiyorsan
onu yapma ve kendini onun yerine başka bir şey yapmaya alıştır.
Ruhun
eğilimleri için de aynısı geçerlidir. Öfkelendiğinde, bunun başına gelen bir
kötülükten ibaret olmadığını, senin de bu alışkanlığı beslediğini ve bir bakıma
ateşe körükle gittiğini bilmelisin. Biriyle cinsel ilişkiye girmeye karşı
koyamadığında., bunun tek seferlik bir yenilgi olmadığının, kendine hakim
olamama alışkanlığını beslediğinin ve güçlendirdiğinin farkına varmalısın.
Çünkü eylemlerinin neticesinde yeni alışkanlıkların ve yetilerin ortaya
çıkmaması ve eskilerinin güçlenmemesi mümkün değildir.
Filozofların
söylediği gibi, zihinsel hastalıklar da bu şekilde büyür. İçinde para arzusu
uyandığında, mantığını devreye sokarak bu kötülüğün farkına varırsan, bu arzuya
son vermiş olursun ve zihnin hâkimiyetini geri kazanır. Ancak, eğer hiçbir
tedaviye başvurmazsan, zihnin eski haline geri dönmez ve aynı izlenimden tekrar
heyecan duyduğu için, eskisinden daha da hızlı arzuya kapılır. Bu böyle devam ederse,
zihin katılaşır (nasır bağlar) ve para düşkünlüğünü onaylar. Çünkü humma adatan
biri - eğer tamamen iyileşmediyse - eski haline dönemez. Ruhun hastalıkları da
böyledir. Geride izler ve kabarcıklar bırakır. Eğer insan onları tamamen
iyileştiremezse, aynı yerlere bir daha kırbaç darbesi geldiğinde, bu
kabarcıklar açık yaraya dönüşür. Öyleyse, eğer öfkeli olmak istemiyorsan, bu
alışkanlığı besleme. Üzerine körükle gitme. İlk olarak öfkeni bastır ve
öfkelenmemeyi başardığın günleri say. "Başlangıçta her gün öfkeliydim,
sonra iki günde bir, sonra üç günde bir, sonra dört günde bir..." Eğer
otuz günü doldurursan, Tanrı'ya şükret. Alışkanlık önce zayıflamaya başlar,
sonra tamamen yok olur. "Bugün kendimi kaybetmedim, sonraki gün de
kaybetmedim, sonraki iki veya üç ay boyunca da kaybetmedim; kaybedecek gibi
olduğumda da dikkat ettim." Emin ol ki iyi durumdasın. Bugün güzel bir
kadın gördüğümde, "Keşke onunla yatabilseydim," demedim. "Kocası
çok şanslı," da demedim. Çünkü bunu diyen, "Onunla birlikte olan
herkes şanslı olur" da der. Kadının soyunup yanıma uzandığını hayal
etmedim. Kendimi tebrik ettim ve "Aferin Epiktetos, " dedim.
"Zor bir yanıltmacanın üstesinden geldin; baş yanıltmacadan bile daha zor
bir yanıltmacanın." Eğer kadın da istekli olsaydı, işaretler verseydi,
yanıma gelseydi, kolumu okşasaydı ve ben buna rağmen kendime hâkim olmayı
başarsaydım, Yalancı adı verilen ve Sakin adı verilen yanıltmacalardan bile
daha büyük bir yanıltmacanın üstesinden gelmiş olurdum. İnsan işte asıl böyle
bir zaferle gurur duymalıdır.
Peki, insan
bunu nasıl başarır? Uzun vadede kendi davranışını tasvip etmek isteyerek;
Tanrı'nın gözüne iyi görünmek isteyerek; saf bir benliğe kavuşmak isteyerek.
Platon'un da söylediği gibi, karşına böyle bir izlenim çıktığında, tapınaklara
gidip tanrılardan yardım dile. Hatta asil ve adil insanlara başvurmak ve
kendini onlarla kıyaslamak da yeterlidir; ister ölü olsun ister diri.
Sokrates'e bak ve Alkibiades'in güzelliğiyle nasıl alay ettiğini gör.
Sokrates'in kendine hakim olarak ne büyük bir zafer elde ettiğini düşün. Ne
muhteşem bir zafer! Herkül'e ne kadar yaklaştığını düşün.27 Kahraman
olarak selamlanmayı asıl hak eden odur; güreşçiler, boksörler ya da
gladyatörler değil. Bu düşüncelerin izinden giderek izlenimlerin üstesinden
gelirsin ve onlar tarafından sürüklenmezsin. Öncelikle izlenimlerin hızına
karşı koy ve onlara şöyle de: "Biraz durun bakalım. Kim olduğunuzu
göreyim. Neleri temsil ettiğinizi göreyim. Sizi bir sınayayım." İzlenimin
seni ayartmasına ve arkasından gelecekleri gözünde canlandırmana neden olmasına
izin verme. Çünkü eğer verirsen, izlenim seni istediği yere sürükler. Güzel ve
asil bir başka izlenimle ona karşı koy ve bu alçak izlenimi kafandan kov. Eğer
bunu yapmayı alışkanlık haline getirirsen, nasıl omuzlara ve kaslara sahip
olduğunu, ne kadar güçlendiğini görürsün. Ancak, şu anda sadece konuşuyoruz ve
arkası gelmiyor.
Asıl sporcu,
böyle izlenimlere karşı koymayı bilen kişidir. Dur; izlenimlerin seni
sürüklemesine izin verme. Bu büyük bir mücadele, ilahi bir görev! Egemenlik
için, özgürlük için, mutluluk için, huzursuzluktan arınmak için verilen bir
mücadele. Tanrı'yı unutma; ona sığın ve ondan yardım iste. Tıpkı denizcilerin
fırtınada Dioscuri'ye sığındığı gibi. Mantığı defeden vahşi izlenimlerden daha
büyük bir fırtına var mıdır? Fırtınanın kendisi' bir izlenim değil de nedir?
Çünkü eğer ölüm korkusunu bir kenara bırakırsan, ne kadar gök gürültüsüyle ve
şimşekle karşılaşırsan karşılaş, sükûnetini ve huzurunu korursun. Eğer bir kere
yenilirsen ve bir dahaki sefere galip geleceğini söylersen, sonra da bunu
alışkanlık haline getirirsen, sonunda o kadar perişan ve zayıf duruma düşersin
ki hata yaptığının bile farkına varmaz, hatta hatalarına bahaneler bulmaya
başlarsın. İşte o zaman Hesiodos'un sözlerini doğrulamış olursun:
Süregelen
kötülükler ertelemelerle çekişir.
XIX. BÖLÜM
FELSEFÎ FÎKÎRLERİ SADECE SÖZDE BENİMSEYENLERE KARŞI
Baş argüman
olarak adlandırılan argüman şu prensiplerden yola çıkılarak önerilmiştir: Söz
konusu üç önerme arasında bir çelişki vardır ve her ikisi üçüncüyle çelişki arz
eder. Bu önermeler şunlardır: Gerçekleşmiş olan şeylerin doğru olması
kaçınılmazdır. Bir olasılığın peşinden olasılıksızlık gelemez. Doğru olmayan ve
olmayacak bir şey olasıdır. Diodorus28 29 bu
çelişkiyi görmüştür ve ilk iki önermeden yola çıkarak şu önermeye ulaşmıştır:
Doğru olmayan hiçbir şey olası değildir ve hiçbir zaman da olmayacaktır. Başka
biri ise şu ikisinin doğru olduğunu öne sürmüştür: "Doğru olmayan ve
olmayacak bir şey olasıdır" ve “Bir olasılığın peşinden olasılıksızlık
gelemez." Ancak o da Kleantes'in peşinden gidenlerin ve Antipatros'un
aksine, gerçekleşmiş olan şeylerin doğru olmasının kaçınılmaz olduğunu kabul
etmemiştir. Bazılarıysa diğer iki önermeyi kabul eder: “Doğru olmayan ve
olmayacak bir şey olasıdır" ve “Gerçekleşmiş olan şeylerin doğru olması
kaçınılmazdır." Ancak onlar da bir olasılığın peşinden olasılıksızlığın
gelebileceğini iddia ederler. Barındırdıkları çelişkiden ötürü, bu üç önermenin
hepsini kabul etmek mümkün değildir. 86
Eğer birisi
bana bu önermelerden hangilerini desteklediğimi sorarsa, “Bilmiyorum,” derim.
"Ancak, bildiğim kadarıyla Diodorus ve Panthoides'in peşinden gidenler şu
görüşü destekliyorken, Kleantes başka bir görüşü destekliyordu. Hrisippos'un
okulu ise üçüncü görüşü destekliyordu.” “Peki, senin fikrin ne?” “Ben bu amaçla
yaratılmamışım, yani aklıma gelen izlenimleri incelemek, başkalarının
söylediklerini kıyaslamak ve bu konuda kendime ait bir fikir oluşturmak için.
Dolayısıyla, bir dilbilgisi uzmanından farkım yok.” “Hektor'un babası kimdi?”
“Priam.” “Kardeşleri kimdi?” “Alexander ve Deiphobus.” “Annesi kimdi?” “Hecuba.
Okuduğum kadarıyla.” “Bunları kim yazmış?” “Homeros. Sanırım Hellanicus da bu
konularda yazıyor. Belki başkaları da vardır. ” Peki, baş argüman konusunda
zaten söylenmiş olanlara ne ilave edebilirim? Hiçbir şey. Ancak, eğer kibirli
bir insansam ve bir ziyafet sırasında konukları etkilemek istiyorsam, bu
konuları ele alanları sayıp dökerim: “Hrisippos, Olasılıklar adlı kitabının ilk
bölümünde bu konuyu çok iyi işlemiştir. Kleantes ve Arche-demus da bu konuyu
ele almıştır. Antipatros bu konuyu sadece olasılıklar hakkındaki eserinde
değil, baş argümana dair ayrı olarak kaleme aldığı eserinde de işlemiştir.
Okumadınız mı?” “Okumadım.” “Mutlaka okuyun.” Peki, o insan bunu okuyarak ne
kazanacak? Daha da küstah ve boş konuşan biri olacak. Yani, sen o eseri
okuyarak ne kazandın ki? Konuya dair ne gibi bir fikir oluşturdun ki? Hiçbir
fikir oluşturmadın ama bize Helen'den, Priam'dan ve Kalipso Adası'ndan, yani
olmayan ve hiçbir zaman da olmayacak olan şeylerden bahsediyorsun. Bu konuda
sadece öyküyü aktarman ve kendine ait bir fikir oluşturmamış olman pek de
önemli değil. Ne var ki ahlak konusunda da aynı şey başımıza çok daha sık
geliyor.
“Bana iyiden ve
kötüden bahset. ” “Dinle: ‘Rüzgâr beni İlion'dan Kikonların sahillerine
sürükledi.”’
- Odysseia, ix.
39.
Bazı şeyler
iyi, bazı şeyler kötü, bazı şeyler de nötrdür. Erdem ve erdem niteliğinde olan
şeyler iyidir. Erdemsizlik ve erdemsizlik niteliğinde olan şeyler kötüdür.
Erdem ve erdemsizlik arasında kalan şeyler ise nötrdür; zenginlik, sağlık,
hayat, ölüm, haz ve acı gibi." "Bunu nereden biliyorsun?"
"Hellanicus, Mısır tarihini anlattığı kitabında böyle diyor." Bunun,
"Di-yojen, Hrisippos ya da Kleantes ahlak konulu kitabında böyle
diyor," demekten ne farkı var? Sen bu konuları inceleyip kendine ait bir
fikir oluşturdun mu? Fırtına koptuğunda gemide nasıl davrandığını görelim.
Yelkenler çarparken de bu ayrımı hatırlayacak mısın? Ne zamanlamadan ne de
mevsimden anlayan bir adam yanına gelip, "Tanrıların huzurunda sana
soruyorum. Daha demin ne diyordun söylesene. Gemi kazası geçirmek kötü değil
midir? Kötü şeylerin arasına girmez mi?" diye sorduğunda da bu ayrımı
hatırlayacak mısın? Bir sopa alıp adamın kafasına geçirmek istemeyecek misin?
"Seninle ne yapacağız dostum? Ölmek üzereyiz ama sen benimle dalga
geçiyorsun." İmparator seni bir suçlamaya yanıt vermeye çağırdığında da bu
ayrımı hatırlayacak mısın? Betin benzin atarak ve titreyerek içeri girerken,
birisi gelip sana, "Neden titriyorsun dostum? Bu suçlamanın senin için ne
önemi var? İmparator içeride erdem ya da erdemsizlik dağıtıyor değil ya,"
dediğinde, ne yanıt vereceksin? "Neden benimle dalga geçip acılarımı
pekiştiriyorsun?" "Söylesene filozof, neden titriyorsun? Sadece ölüm,
zindan, acı, sürgün ya da gözden düşme tehlikesiyle karşı karşıya değil misin?
Hepsi bu değil mi? Bunlar erdemsiz şeyler mi? Erdemsizlik barındırıyor mu? Sen
bu konularda ne diyordun hani?" "Benden ne istiyorsun dostum?
Başımdaki kötülükler bana yeter." Haklısın. Başındaki kötülükler sana
yeter. Alçaklığın, korkaklığın, okuldayken attığın palavralar sana yeter. Neden
kendini başkalarına ait şeylerle donattın? Neden kendine Stoacı dedin?
Davranışlarınızı
gözlemlerseniz, hangi felsefe okuluna ait olduğunuzu bulursunuz. Çoğunuzun
Epikürcü olduğunu, bir kısmınızın da Peripatetik30 olduğunu
göreceksiniz. Çünkü erdemin gerçekten her şeyle eşit değerde, hatta her şeyden
üstün olduğunu düşündüğünüzü hangi davranışlarınızla kanıtlıyorsunuz? Bana bir
Stoacı gösterin. Hani nerede? Stoacıların argümanlarını sayıp döken bir sürü
insan gösterebilirsiniz. Peki, bu insanlar Epikür'ün görüşlerini de sayıp
dökemezler mi? Peripa-tetiklerin öğretilerini de hatasızca aktaramazlar mı?
Öyleyse, Stoacı dediğimiz kimdir? Fidias'ın sanatına göre yapılan heykellere
Fidias tarzı heykeller diyoruz; siz de bana sayıp döktüğü öğretilere uygun
davranan bir insan gösterin. Hasta olsa da mutlu, tehlikede olsa da mutlu,
ölüyor olsa da mutlu, sürgünde olsa da mutlu, gözden düşmüş olsa da mutlu bir
insan gösterin. Tanrılar şahidim olsun ki bir Stoacı görmek istiyorum. Eğer
öyle birini gösteremiyorsanız, en azından Stoacı olma yolunda ilerleyen birini
gösterin. Bana bu iyiliği çok görmeyin. Yaşlı bir adamdan daha önce hiç
görmediği bir şeye şahit olma zevkini esirgemeyin. Bana Fidias'ın altından ve
fildişinden yapılmış olan Zeus ve Athena heykellerini mi göstereceksiniz? Ben
Tanrı gibi düşünmeye hazır olan, Tanrı'yı ve insanları suçlamayan, hiçbir
şeyden hayal kırıklığına uğramayan, hiçbir şeyin kendisine zarar veremeyeceğine
inanan, öfkelenmeyen, kıskançlığa kapılmayan ve fani bedeninin içinde bile Zeus
ile yakınlığını düşünen bir insan görmek istiyorum. Bana onu gösterin.
Gösteremezsiniz. Öyleyse neden kendinizi ve başkalarını kandırıyorsunuz? Neden
başka bir kılığa bürünüyor ve kendine ait olmayan şeyleri çalan hırsızlar gibi
davranıyorsunuz?
Ben sizin
öğretmeninizim; benim okulumda eğitim görüyorsunuz. Benim amacım sizi
kısıtlamalardan, zorlamalardan ve engellerden kurtarıp özgür, başarılı ve mutlu
kılmak. Küçük veya büyük her şeyde Tanrı'ya bakmanızı sağlamak. Siz de bunları
öğrenmek ve uygulamak için buradasınız. Eğer siz sahip olmanız gereken amaca
sahipseniz, eğer ben de sahip olmam gereken amaca ve niteliklere sahipsem,
görevinizi neden yerine getirmiyorsunuz? Eksik olan ne? Usta ve malzemeleri
hazırsa, eserin ortaya çıkmasını beklerim. Usta burada, malzemeler de burada;
eksiğimiz ne öyleyse? Bu, öğretilerneyecek bir şey mi? Hayır. Elimizde olmayan
bir şey mi? Aksine, elimizde olan tek şey. Zenginlik elimizde değildir, sağlık
elimizde değildir, itibar elimizde değildir; kısacası izlenimleri doğru
kullanma yetisi dışında hiçbir şey elimizde değildir. Bu yeti ise doğası gereği
kısıtlamalara ve engellere tabi değildir. Öyleyse görevinizi neden yerine
getirmiyorsunuz? Bana sebebini söyleyin. Bu ya benim hatam, ya sizin hatanız ya
da doğası gereği böyle. Gelgelelim, biz bunun mümkün olduğunu ve elimizde olan
tek şey olduğunu biliyoruz. Demek ki hata ya bende, ya sizde ya da daha büyük
bir olasılıkla her iki tarafta. Peki, öyleyse, geçmişin üzerine bir perde
çekmeye ve okulumuza bu amacı nihayet getirmeye hazır mısınız? Yeni bir
başlangıç yapalım. Bana güvenin, gerisi gelir.
XX. BÖLÜM
EPİKÜRCÜLERE VE
^AKADEMİSYENLERE KARŞI
Doğru ve bariz
önermeler ister istemez onlara karşı çıkanlar tarafından bile kullanılır; belki
de karşı çıkanların bile bu önermelerden faydalanması, bariz olduklarının en
iyi kanıtıdır. Örneğin, eğer insan evrensel bir doğru olduğunu inkar ediyorsa,
bunun tersini, yani evrensel bir doğru olmadığını öne sürmesi gerektiği
açıktır. Bunu bile kabul etmeyecek misin? Bunun, evrensel olarak doğru kabul
edilen bir şeyin yanlış olduğunu öne sürmekten ne farkı var? Birinin çıkıp,
"Bil ki hiçbir şey bilinemez; hiçbir şey kesin olarak kanıtlanamaz,"
demesinin veya başka birinin, "İnan bana; insan hiçbir şeye
inanmamalıdır," demesinin ya da bir başkasının, "Benden şunu öğren;
hiçbir şey öğrenilemez. Eğer istersen bunu sana öğretirim," demesinin ne
farkı var? Kendini akademisyen olarak adlandıranlar farklı mı sanki? "Hiç
kimsenin hiç kimseye katılmadığı konusunda bize katıl. Hiç kimsenin hiç kimseye
inanmadığı konusunda bize inan."
Epikür de
insanlar arasındaki doğal dostluğu yıkmaya çalışırken, yıkmaya çalıştığı şeyden
faydalanır. Çünkü ne der? "Sakın ola kanmayın, oyuna gelmeyİn ve yanılgıya
düşmeyin. Rasyonel hayvanlar arasında doğal bir dostluk yoktur; bana inanın.
Bunun aksini iddia edenler sizi kandırmaya ve oyuna getirmeye
çalışıyorlardır." Bunun senin için ne önemi var? Bırak kanalım. Bizim
aramızda doğal bir dostluk olduğuna ve bunun mutlaka korunması gerektiğine
inanmamız senin için kötü mü olur? Hayır, senin için çok daha iyi ve güvenli
olur. Neden bizi kendine dert ediyorsun? Neden bizim için uykusuz kalıyorsun?
Neden lambam yakıyorsun? Neden erken kalkıyorsun? Neden bu kadar çok kitap
yazıyorsun? Tanrıların insanları gözettiğine kanmayalım diye mi? İyinin
doğasında hazdan başka bir şey olabileceğine inanmayalım diye mi? Eğer durum
buysa yat uyu ve kendine layık gördüğün hayatı, yani bir solucanın hayatını
yaşa: Ye, iç, dışkıla, çiftleş ve horla. İster doğru olsun, ister yanlış, bizim
bu konuda düşündüklerimizin senin için ne önemi var? Bizim seninle ne ilgimiz
var? Koyunlarınla ilgileniyorsun, çünkü sana yün, süt ve et veriyorlar.
İnsanların da Stoacı öğretilerle uyuşmasını, yünlerinin kırpılması ve
sütlerinin sağılması için kendilerini sana ve senin gibilere teslim etmesini
istemez miydin? Bunları Epikürcü kardeşlerine söylemen, başkalarından saklaman,
bizi dostluğun doğamızdan geldiğine ve ölçülü olmanın iyi bir şey olduğuna ikna
etmeye çalışman gerekmez miydi? Böylece her şey sana kalırdı. Yoksa bazılarıyla
dostluğumuzu sürdürmeli, bazılarıyla sürdürmemeli miyiz? Kimlerle sürdürmeliyiz
öyleyse? Dostluğumuza karşılık verenlerle mi yoksa dostluğumuzu hor görenlerle
mi? Peki böyle öğretiler ortaya attığına göre, bu dostluğu senden daha fazla
hor gören var mı?
.Öyleyse,
Epikür'ü uykusundan uyandıran ve bütün o yazdıklarını yazmaya iten neydi?
İnsanın içindeki en güçlü şeydi; yani' insanı istemese ve şikâyet etse de kendi
iradesine boyun eğdiren doğaydı. Doğa ona şöyle dedi: "Madem insanların
arasında bir birlik olduğuna inanmıyorsun, bu fikrini başkaları için yaz. Bunu
yaparken de uykusuz kal ve yaptıklarınla kendi fikirlerini yalanla."
Hiddet Tanrıçaları'nın Orestes'i rahat bırakmadığı ve uykusundan uyandırdığı
söylenir, peki öyleyse, Epikür'e daha da sert davrandıklarını, onu uykusundan
uyandırıp kafasındaki kötülükleri yazmak zorunda bıraktıklarını söyleyemez
miyiz? Tıpkı deliliğin ve şarabın Kibele rahiplerine yaptığı gibi. İnsanın
doğası işte bu kadar güçlü ve yenilmezdir. Sarmaşığın sarmaşık gibi davranmayıp
da zeytin ağacı gibi davranması mümkün müdür? Zeytin ağacının zeytin ağacı gibi
davranmayıp da sarmaşık gibi davranması mümkün müdür? Mümkün değildir. Öyleyse,
insanın da kendisini insan kılan özelliklerden bütünüyle kopması mümkün
değildir. Hadım edilenler bile dürtülerinden bütünüyle kopmazlar. Epikür de
insanın bir aile babası olarak, bir vatandaş olarak ve bir dost olarak bütün
özelliklerini kesip atmış ama arzularını kesip atmamış, atamamıştır. Tembel
akademisyenlerin de bütün güçleriyle çabalamalarına rağmen kendi duyularını
kesip atamadıkları ve yok sayamadıkları gibi. İnsanın gerçeği öğrenmek için
doğanın sunduğu ölçüleri ve kuralları geliştirmeye çalışmak yerine gerçeği
kavramamızı sağlayan şeyleri bir kenara itmesi ve yok etmesi ne büyük bir utançtır.
"Söylesene
filozof, dindarlık ve kutsallık konusunda ne düşünüyorsun?" "Eğer
istersen, iyi olduklarını kanıtlarım." "Kanıtla ki vatandaşlarımız
ilahi güçlere saygı göstersinler ve önemli konuları artık ihmal
etmesinler." "Kanıtlardan memnun musun?" "Memnunum ve
müteşekkirim." "Madem memnunsun, şimdi bir de tersini dinle. Tanrılar
yoktur. Olduklarını kabul etsek bile insanlarla ilgilenmezler. Ayrıca, onlarla
hiçbir ortak noktamız da yoktur. İnsanların dilinden düşmeyen dindarlık ve
kutsallık, safsatacıların ya da suçluları korkutmak isteyen kanun koyucuların
yalanlarından ibarettir." "Bravo filozof. Gençleri ilahi güçleri hor
görmeye iterek vatandaşlarımız için önemli bir iş yaptın." "Bu
fikirler hoşuna gitmedi mi? Daha dur. Adaletin bir hiç olduğunu,
alçakgönüllülüğün aptallık olduğunu, bir baba veya oğul olmanın hiçbir anlam
taşımadığını göstereceğim." "Aferin filozof. Gençleri ikna et ki
senin gibi düşünen ve konuşan daha çok insan olsun. Şehirlerimiz bu
prensiplerin üzerine kuruldu zaten. Sparta bunların üzerine kuruldu. Likurgus
kanunlarıyla ve eğitim sistemiyle Spartalılara köleliğin alternatifinden daha
kötü olmadığını ve özgürlüğün alternatifinden daha iyi olmadığını telkin etti.
Thermopylae'de31 ölenler bu öğretiler için can verdi.
Atinalılar şehirlerini bunun için terk etti. 32 33 Böyle
konuşanlar evlenip çocuk yapar, kamu işleriyle ilgilenir ve rahip olurlar.
Kimin rabibi mi? Var olmayan tanrıların elbette. Yalanlar duymak için Apol-Ion
rahibelerine danışır ve kehanetleri başkalarıyla paylaşırlar. Büyük bir
küstahlık ve düzenbazlık!
Sen ne
yapıyorsun dostum?9° Her gün kendini çürütüyorsun. Bu boş çabalara bir son
vermeyecek misin? Yemek yerken elini nereye götürürsün? Ağzına mı yoksa gözüne
mi? Nerede yıkanırsın? Tencereyi tabakla karıştırdığın ya da kepçeyi şişle
karıştırdığın olur mu hiç? Ben böyle birinin kölesi olsam, her gün dayak yemek
zorunda kalsam bile, onu kışkırtmadan duramam. "Küvete biraz zeytinyağı
damlat," dediğinde, başından aşağı turşu suyu dökerim. "Bu da
ne?" diye sorduğunda, "Zeytinyağından ayırt edilemeyecek bir izlenimle
karşılaştım," derim. "Bana ıhlarnur getir," dediğinde, ona içi
sirke dolu bir kap götürürüm. "Ben senden ıhlamur istemedim mi?"
"Evet efendim, bu ıhlamur değil mi?" "Al da kokla. Al da tadına
bak." "Duyularımızın bizi yanıltmadığını nereden bileceğiz?"
Benimle aynı fikirde olan üç veya dört köle daha olsa, ya fikrini değiştirmek
ya da kendini asmak zorunda kalır. Oysa şimdi doğanın verdiklerini kullanarak
ama kelimeleriyle onları mahvederek onlar bizimle dalga geçiyorlar.
Her gün ekmek
yiyip de Demeter'in, kızı Persophone'nin ve Plüton'un var olup olmadığını
bilmediğini söyleyebilecek kadar utanmaz olanlar gerçekten de iyilikbilir ve
alçakgönüllü insanlar. Ayrıca, gece ve gündüzün, mevsimlerin, yıldızların,
denizin, karanın ve insanlar arasındaki yardımlaşmanın da tadını çıkarıyor ama
yine de dikkatlerini bunlara vermiyorlar; tek dertleri kendi argümanlarını
kusmak ve karın egzersizlerini yaptıktan sonra hamama gitmek. Ne
söylediklerini, ne hakkında konuştuklarını, kimlerle konuştuklarını ve onları
dinleyenlerin bunlardan nasıl etkilendiğini zerre kadar önemsemiyorlar. Açık
yürekli bir gencin bu konuşmalardan zarar görüp görmeyeceğini, eşini aldatan
bir insanı utanmazlığa sürükleyip sürüklemeyeceklerini, zimmetine para geçiren
bir insanın bu öğretileri kendisine bahane edip etmeyeceğini ve ebeveynlerini
ihmal eden bir insanın bu öğretilerden cesaret alıp almayacağını da
önemsemiyorlar. Öyleyse, sence iyi ve kötü ne? O mu yoksa bu mu? Bu insanları
dinlemenin, yanıtlamanın ya da ikna etmeye çalışmanın ne anlamı var? Bir insanı
cinsiyetini değiştirmeye ikna etmek bile kendi kötülüklerine karşı körleşmiş ve
sağırlaşmış insanları fikrini değiştirmeye ikna etmekten daha kolaydır.
XXI. BÖLÜM
TUTARSIZLIK ÜZERİNE
İnsanlar bazı
kusurlarını rahatlıkla itiraf ederken, bazılarını etmezler. Hiç kimse ahmak ya
da kıt anlayışlı olduğunu kabul etmez; aksine herkesin "Keşke aklım kadar
şansım da olsaydı," dediğini duyarsın. Ne var ki insanlar çekingen
olduklarını rahatlıkla itiraf ederler. "Çekingen olduğumu kabul ediyorum
ama hiç kimse beni aptal yerine koyamaz," derler. İnsanlar ölçüsüz
olduklarını kolay kolay itiraf etmezler; adil olmadıklarını ise hiç itiraf
etmezler. Açgözlü ya da işgüzar olduklarını da asla itiraf etmezler. Birçok
insan merhametli olduğunu itiraf eder. Peki, bunun sebebi nedir? Baş sebebi
tutarsızlık ve iyi ile kötü konusundaki kafa karışıklığıdır. Ancak, farklı
insanların farklı sebepleri vardır ve insanlar genellikle alçakça buldukları
davranışları itiraf etmezler. Çekingenliği ve merhametli olmayı iyi özellikler
olarak görürken, ahmaklığın kölelere özgü olduğunu düşünürler. Topluma aykırı
davranışlarını da asla itiraf etmezler. İtiraf etmeye yanaştıkları kusurlar
genellikle istemsiz olduğunu düşündükleri kusurlardır; örneğin çekingenlik ve
merhamet gibi. Eğer bir insan ölçüsüz davrandığını itiraf ediyorsa, bunun
istemsiz bir davranış olduğunu göstermek için jişkı (veya tutkuyu) bahane eder.
Ne var ki insanlar adaletsizliğin istemsiz olduğunu düşünmezler. Kıskanç
olmanın da bir istemsizlik barındırdığını düşündükleri için, kıskançlıklarını
da itiraf ederler.
Söyledikleri
konusunda, barındırdıkları veya barındırmadıkları kötülükler konusunda, bunları
neden barındırdıkları konusunda ve bunlardan nasıl kurtulacakları konusunda
aklı bu kadar karışmış insanların arasında yaşadığımıza göre, kendimize devamlı
onlar gibi davranıp davranmadığımızı sormakta fayda vardır. Kendimi nasıl
görüyorum? Nasıl davranıyorum? Sağduyulu davranıyor muyum? Ölçülü davranıyor
muyum? Gerçekleşebilecek her şeye karşı hazır olmayı öğrendiğimi söyleyebilir
miyim? Bilmediklerimin farkında mıyım? Öğretmenimin karşısına, insanların
kâhinlerin karşısına çıktığı gibi, yani söylediklerine riayet etmeye hazır
olarak çıkıyor muyum? Yoksa okula sadece tarih öğrenmek, önceden anlamadığı
kitapları anlamak ve belki bir gün başkalarına da anlatmak için gelen ağlamaklı
tiplerden miyim? Evde zavallı kölenle kavga etmiş, aileni altüst etmiş ve
komşularını korkutmuşken, bilge biri gibi karşıma geçip oturuyor, bir kelimeyi
nasıl açıkladığım veya aklıma estiği gibi konuştuğum konusunda beni
eleştiriyorsun. Evden hiçbir şey getirmediğin için utançla ve kıskançlıkla dolu
geliyor ve ders boyunca babanla ya da kardeşinle aranın nasıl olduğundan başka
hiçbir şey düşünmüyorsun. "Evde hakkımda neler söylüyorlar acaba? İlerleme
kaydettiğimi düşünüyorlar ve ‘Bilgili biri olarak dönecek' diyorlardır. Keşke
dönmeden her şeyi öğrenebilsem ama bu çok çalışma gerektiriyor ve hiç kimse
bana hiçbir şey göndermiyor. Nikopolis'in hamamları çok pis. Evde de her şey
kötü, burada da."
Sonra da okulun
hiç kimseye bir faydası olmadığını söylüyorlar. Okula gelenler kim? Kim kendini
geliştirmek için geliyor? Kim fikirlerini arındırmak için geliyor? Kim
eksiklerini gidermek için geliyor? Öyleyse, okula nasıl geldiysen öyle
ayrıldığın için neden şaşırıyorsun? Çünkü sen prensiplerini bir kenara
bırakmak, düzeltmek ve onların yerine yeni prensipler edinmek için gelmedin.
Hem de hiç. Ne için geldiysen, onu elde edebildin mi peki? Teoremler hakkında
atıp tutmak mı istiyorsun? Bu konuda her gün daha becerikli olmuyor musun?
Küçük teoremlerin sana hava atma fırsatı sunmuyor mu? Karmaşık uslamlamaları
çözmüyor musun? Yalancı olarak adlandırılan uslamlama konusundaki varsayımları
incelemedin mi? Kuramsal uslamlamaları incelemedin mi? Eğer okula gelirken
istediklerini aldıysan, neden hâlâ dertlisin? "Tamam ama çocuğum veya
kardeşim ölürse ya da ben işkence görürsem veya ölürsem, bütün bunların bana ne
faydası olacak?" Sen bunun için mi geldin? Bunun için mi karşıma oturdun?
Bunun için lambam yakıp uyanık kaldığın oldu mu? Yürüyüşe çıktığında
uslamlamalar yerine izlenimlerle ilgilendiğin oldu mu? Bunu arkadaşlarınla hiç
tartıştın mı? Nerede ve ne zaman? Sonra da teoremlerin faydasız olduğunu
söylüyorsun. Kime faydasız? Kötü kullananlara. Göz merhemleri, onları gerektiği
zaman ve gerektiği gibi kullananlar için faydasız değildir. Pansuman faydasız
değildir. Ağırlıklar faydasız değildir; kimileri için faydasızken, kimileri
için faydalıdır. Eğer bana uslamlamaların faydalı olup olmadığını sorarsan,
faydalı olduğunu söylerim ve istersen bunu kanıtlarım da. "Bana ne
faydaları olacak o zaman?" Sen genel olarak faydalı olup olmadıklarını mı
sordun yoksa sana ne faydası olduğunu mu? Dizanteriden muzdarip biri bana
sirkenin faydalı olup olmadığını sorarsa, faydalı olduğunu söylerim.
"Benim için faydalı mı peki?" Hayır. Bırak önce yaraların kapansın.
Hepinize söylüyorum; bırakın önce yaralarınız bir kapansın, zihniniz bir huzura
ersin, zihninizi başka şeylerden arındırıp okula odaklayın; o zaman mantığın
gücünü görürsünüz.
XXII. BÖLÜM
DOSTLUK ÜZERİNE
İnsan kendini
içtenlikle adadığı şeyleri sever. Peki, insan kendini içtenlikle kötü şeylere
adar mı? Hayır. Kendini hiç ilgilenmediği şeylere adar mı? Onlara da adamaz.
Öyleyse, insan kendini içtenlikle sadece iyi şeylere adar ve kendini içtenlikle
adadığı şeyleri de sever. Bu durumda, iyinin ne olduğunu bilen, sevginin ne
olduğunu da bilir. Ne var ki iyi ile kötüyü ayırt edemeyen ve nötr şeyleri her
ikisinden de ayırt edemeyen biri, sevginin gücüne nasıl sahip olabilir?
Öyleyse, sevmek sadece bilge insanların elindedir.
"Nasıl
olur? Ben bilge biri değilim ama çocuğumu seviyorum." Öncelikle, bilge
biri olmadığını kabul etmene gerçekten şaşırdığımı söylemeliyim. Peki, sende
eksik olan ne? Duyularından faydalanmıyor musun? İzlenimleri birbirinden
ayıramıyor musun? Bedenine uygun yiyecekleri, giyecekleri ve barınağı temin
etmiyor musun? Öyleyse, neden bilge biri olmadığını söylüyorsun? Çünkü
izlenimler seni sık sık rahatsız ediyor ve şaşırtıyor. Onların ikna gücüne sık
sık yenik düşüyorsun. Bazen bazı şeylerin iyi olduğunu düşünüyor, sonra kötü
olduğuna kanaat getiriyor, sonra da ne iyi ne de kötü olduğuna hükmediyorsun.
Kısacası, üzülüyor, korkuyor, kıskanıyor, huzursuzluğa kapılıyor ve
değişiyorsun. Bilge biri olmadığını söylemenin sebebi bu. Sevgi konusunda da
değişim göstermiyor musun? Zenginlik ve haz gibi şeyleri bazen iyi, bazen kötü
bulmuyor musun?
Aynı insanları
bazen iyi, bazen kötü bulmuyor musun? Bazen onlara karşı dostça duygular
beslerken, bazen düşmanca duygular beslemiyor musun? Bazen onları överken,
bazen suçlamıyor musun? "Evet, bunları kabul ediyorum." Eğer birisi
hakkında yanlış düşüncelere sahipsen, onun dostu olabilir misin?
"Hayır." Eğer birisini dostun olarak seçtiysen ama eğilimlerin
değişkenlik gösteriyorsa, ona karşı iyi niyet beslediğini söyleyebilir misin?
"Hayır." Peki ya birini önce aşağılıyor, sonra da takdir ediyorsan?
"O zaman da iyi niyet beslediğimİ söyleyemem." Küçük köpekleri
birbiriyle oynarken görüp de "Bundan daha güzel bir dostluk olamaz,"
demedin mi hiç? Gelgelelim, eğer dostluğun ne olduğunu bilmek istiyorsan,
aralarına bir et parçası at ve seyret. Kendinle oğlunun arasına bir mülk
koyduğunda, seni gömmek için sabırsızlanmaya başlamasının ne kadar sürdüğünü ve
hatta senin de onun ölmesini dilemenin ne kadar sürdüğünü görürsün. O zaman
şöyle dersin: "Ne biçim bir evlat yetiştirmişim! Ne zamandır beni gömmeye
can atıyor." Aranıza akıllı bir kız girdiğinde, yaşlı bir adam olarak sen
de delikanlı kadar ona aşık olursun. Aranıza biraz şöhret ya da bir tehlike
girdiğinde de durum değişmez. Admetus'un babasının söylediklerini söylersin!
Hayat sana haz
veriyor; babana neden vermesin?34
Sence Admetus,
küçük bir çocuk olduğu dönemde oğlunu sevmemiş midir? Çocuğunun ateşi
çıktığında endişelenmemiş midir? "Keşke onun yerine benim ateşim
çıksaydı," dememiş midix? Bir de sınama günü geldiğinde söylediklerine
bak. Ete-okles ile Polyneikes aynı ana babanın çocuğu değil miydi? Birlikte
büyüyüp, birlikte yaşayıp, birlikte içip, birlikte uyuyup, sık sık birbirlerini
öpmezler miydi? Eğer onları gören olsaydı, dostluk konusunda öne sürdükleri
paradokslar nedeniyle filozoflarla dalga geçerdi herhalde. Ne var ki aralarında
hakimiyet kavgası çıktığında - aralarına et parçası atılan köpekler gibi
-söylediklerine bak:
Polyneikes:
"Kulelerin önünde nerede duracaksın?"
Eteokles:
"Neden soruyorsun?"
Polyneikes:
"Tam karşına geçeceğim ve seni bizzat öldüreceğim."
Eteokles:
"Benim de arzum aynı. ’’35
Dile
getirdikleri dilekler işte bunlardı.
Sakın ola
yanılgıya düşme; evrensel olarak hiçbir varlığın kendi çıkarından daha fazla
bağlı olduğu hiçbir şey yoktur. Çıkarının karşısındaki engel her ne olursa
olsun - ister kardeşi, ister babası, ister çocuğu, ister sevgilisi - ondan
nefret edecek, onu hiçe sayacak ve lanetleyecektir. Çünkü doğası gereği hiçbir
şeyi kendi çıkarından daha çok sevemez; babası budur, kardeşi budur, ülkesi
budur, Tanrı'sı budur. Tanrılar çıkarlarımıza engel teşkil ederse, heykellerini
yıkar ve tapınaklarını yakarız; tıpkı arkadaşı öldüğünde Asklepios
tapınaklarının yakılmasını buyuran Büyük İskender gibi.36
Dolayısıyla,
eğer insan çıkarını kutsallıkla, iyilikle, ülkesiyle, ebeveynleriyle ve
dostlarıyla bir tutarsa, bütün bunlar güvende olur. Ancak eğer çıkarını ayrı
yerde, dostlarını, ülkesini, soydaşlarım ve adaleti ayrı yerde tutarsa, bütün
bunlar çıkarının ağırlığı altında ezilir. Çünkü “ben” ve “benim” her neredeyse,
insan ister istemez oraya meyleder. Eğer bedendeyse, hükmeden güç bedendir.
Eğer iradedeyse, hükmeden güç iradedir. Eğer dış etkenlerdeyse, hükmeden güç
dış etkenlerdir. Bu durumda, kendimi ancak irademle tanımlarsam, olmam
gerektiği gibi bir dost, baba ya da oğul olabilirim, çünkü ancak o zaman sadık,
alçakgönüllü, sabırlı, tokgözlü, yardımsever ve ilişkilerini gözeten biri olmak
benim çıkarıma olur. Ne var ki kendimi başka yere, dürüstlüğü başka yere
koyarsam, Epikür'ün dürüstlük diye bir şey olmadığına, varsa bile genel olarak
kabul gören bir görüşten ibaret olduğuna ilişkin öğretisi güç kazanmış olur.
Atinalıları
Spartalılar ile Tebalileri ise her ikisiyle birden anlaşmazlığa sürükleyen bu
cehaletti. Yüce kralı, Yunanlılar ile Makedonyalıları ise her ikisiyle birden
anlaşmazlığa sürükleyen bu cehaletti. Romalıları Getaeliler ile anlaşmazlığa
sürükleyen de bu cehaletti.37 Daha öncelere gidecek olursak, Truva
Savaşı'nın sebebi de buydu. Paris Menelaus'un konuğuydu ve birbirlerine ne
kadar iyi davrandıklarını gören biri, dost olmadıklarını söyleyen birine asla
inanmazdı. Ne var ki aralarına güzel bir kadın girince (aralarına et parçası
atılan köpekler gibi) savaş çıktı. Yani çok iyi anlaşıyormuş gibi görünen iki
kişiye bakıp da dostlukları konusunda hemen bir sonuca varma; yemin etseler ve
birbirlerinden ayılmalarının imkansız olduğunu söyleseler bile. Çünkü kötü bir
insanın karakterine güven olmaz; karakterine yön veren belirli bir kural
olmadığı için, farklı zamanlarda farklı izlenimlerin etkisi altında kalır.
Birçok kişi gibi yanılgıya düşüp de insanların aynı ana babadan doğup
doğmadığını, birlikte büyüyüp büyümediğini ya da aynı eğitmen tarafından
yetiştirilip yetiştirilmediğini sorgulama. Çıkarlarını dış etkenlerle mi yoksa
iradeleriyle mi tanımladıklarını sorgula. Eğer dış etkenlerle tanımlıyorlarsa,
onları dostun olarak adlandıramayacağın gibi, güvenilir, tutarlı, cesur veya
özgür olarak da adlandıramazsın. Hatta düşünürsen, insan olarak da
adlandıramazsın. Çünkü birbirine zarar vermek, birbirine kötü muamele etmek,
tenha yerlerde ya da halka açık yerlerde dağdaymış gibi hareket etmek,
mahkemelerde eşkıya gibi davranmak, taşkınlık etmek, eşini aldatmak ve
yozlaşmak insan doğasının prensiplerinden değildir. Bu gibi hareketlerin tek
sebebi, insanın kendisini ve çıkarlarını irade gücünün dışında kalan şeylerle
tanımlamasıdır. Ne var ki iyiliğin irademizde ve izlenimlerin doğru
kullanılmasında olduğunu düşünen insanlarla karşılaşırsan, onların baba, oğul,
kardeş veya uzun süredir arkadaş olup olmadığını dert etme. Bundan emin olduğun
anda, onların dostun olduğunu, sadık ve adil olduğunu rahatlıkla
söyleyebilirsin. Çünkü dostluk sadakatin, alçakgönüllülüğün ve dürüstlüğün
olduğu yerde değil de nerededir?
"O bana
yıllarca çok iyi baktı. Beni sevmiyor muydu?" diye sorabilirsin. Sana da
ayakkabılarını temizlediği veya hayvanlarıyla ilgilendiği sebepten bakmadığını
nereden biliyorsun? Ona bir faydan kalmadığında, seni kırık bir ta bak gibi
atmayacağını nereden biliyorsun? “Ama o benim karım ve yıllardır birlikte
yaşıyoruz." Peki, Eriphyle kaç yıl Amphiaraus ile birlikte yaşadı? Ona kaç
çocuk verdi? Gelgelelim, aralarına bir kolye38 girdi. Burada kolye nedir? İnsanın bu tür
konulara yaklaşımıdır. Karı kocanın arasına giren ve Eriphyle'nin bir eş ve
anne olmasını engelleyen hayvanca yaklaşım işte buydu. Eğer insan gerçekten
birinin dostu olmak ya da dost edinmek istiyorsa, bu tür fikirleri kafasından
kovmalı ve ruhundan söküp atmalıdır. Böylece kendini ayıplamaktan, kendiyle
çelişkiye düşmekten, fikrini değiştirmekten ve kendine işkence etmekten
kurtulmuş olur. İşte o zaman kendisi gibi olanlarla gerçekten dost olur.
Kendisi gibi olmayanlara da hoşgörülü ve nazik davranır; onları cehaletlerinden
ve en önemli konularda yanılgıya düşmüş olmalarından ötürü affetmeye hazır
olur. Platon'un, insanın gerçeklerden ancak istemeden mahrum kaldığına dair
öğretisine inandığı için, hiç kimseye karşı katı davranmaz. Bunu yapamadığınız
sürece, dostların yaptığı diğer şeyleri yapmanızın, yani birlikte içmenizin,
yolculuk etmenizin, konaklamanızın ya da aynı soydan gelip gelmemenizin hiçbir
önemi yoktur; yılanlar da aynı soydan gelir ama dost olamazlar. Bu hayvanca
yaklaşımları koruduğunuz sürece, siz de olamazsınız.
XXXII. BÖLÜM
KONUŞMANIN GÜCÜ ÜZERİNE
Herkes okunaklı
yazılmış bir kitabı daha büyük bir keyifle ve hatta rahatlıkla okur. Konuşmada
da aynısı geçerlidir; herkes uygun ve doğru kelimeler içeren bir konuşmayı
dinlemeye daha açık olur. Öyleyse, kendini ifade etme yetisi diye bir şey
olmadığını söyleyemeyiz, çünkü bu inançsız ve cesaretsiz bir insanın
göstergesidir. İnançsız bir insanın göstergesidir, çünkü söz konusu insan
Tanrı'nın bahşettiği bir armağanı hiçe saymaktadır ve bunun görme ya da duyma
yetisinin kıymetini bilmemekten hiçbir farkı yoktur. Tanrı sana gözlerini boş
yere mi verdi? Onları boş yere mi ruhuna iliştirdi ki uzak nesnelerin
mesafelerini ölçebilesin ve biçimlerini çıkarabilesin? Bu kadar hızlı ve
dikkatli bir ulak daha biliyor musun? Tanrı atmosferi boş yere mi bu kadar
uyumlu kıldı ki görüş gücün onu delip geçebilsin? Işığı boş yere mi yarattı?
Eğer ışık olmasaydı, başka hiçbir şeyin anlamı kalmazdı.
Bu armağanlara
karşı nankörlük etmemeli ama onlardan daha üstün armağanlara sahip olduğunu da
unutmamalısın. Görme ve duyma gücün için, hayatın ve hayatını sürdürmeni
sağlayan şeyler için, meyve, şarap ve zeytinyağı için Tanrı'ya şükret ama
Tanrı'nın sana bütün bunlardan daha iyi bir şey verdiğini de unutma. Onları
kullanma, sınama ve her birinin değerini belirleme gücünden bahsediyorum. Bize
bu güçlerin her birinin değeri konusunda bilgi veren nedir? Her yetinin kendisi
midir? Görme yetisinin hiç kendisi hakkında bir şey söylediğini duydun mu? Ya
da duyma yetisinin? Ya da buğdayın, arpanın, atın veya köpeğin? Hayır; onlar
izlenimleri kullanma yetisine hizmet eden araçlardır. Bir şeyin değerini bilmek
istediğinde kime sorarsın? Sana kim cevap verir? Diğerlerini araç olarak
kullanan, her birini sınayan ve karara bağlayan yetiden daha güçlü bir yeti
olabilir mi? Başka hangisi kendisinin ne olduğunu ve değerini bilir? Başka
hangisi ne zaman kullanılması gerektiğini bilir? Hangi yeti gözlerini açıp
kapamanı ve gerekli yerlere bakmanı sağlar? Görme yetisi mi? Hayır; irade
yetisi. Hangi yeti kulaklarını açıp kapamanı sağlar? Hangi yeti sayesinde
kulakların dikkat kesilir veya tam tersine, söylenenlere aldırmaz? Duyma yetisi
sayesinde mi? İrade yetisi sayesinde elbette. Öyleyse, kendisini kör ve sağır
yetilerin amaçlarına hizmet etmek dışında hiçbir şeyden haberdar olmayan
yetilerin arasında bulan ve diğer hepsinin değerini belirleyebilecek kadar
keskin bir görüşe sahip olan bu yeti bize kendisinden daha üstün bir yeti
olduğunu mu söyler yoksa en iyi yetinin kendisi olduğunu mu söyler? Göz açık
olduğunda görmekten başka ne yapar? Birisinin karısına bakıp bakmamamız
gerektiğini ya da nasıl bakmamız gerektiğini bize kim söyler? İrade yetisi.
Söylenenlere inanıp inanmamamız gerektiğini ve inandığımız takdirde etkilenip
etkilenmememiz gerektiğini bize kim söyler? İrade yetisi söylemez mi?
Konuşma ve
sözleri süsleme yetisi - eğer gerçekten böyle bir yeti varsa - bir konu
tartışılırken, tıpkı saçları süsleyen kuaförler gibi, sözleri süslemekten ve
düzenlemekten başka ne yapar? Konuşmak mı yoksa konuşmamak mı gerektiğini, öyle
mi yoksa böyle mi konuşmak gerektiğini, konuşmanın uygun olup olmadığını,
kısacası, nerede nasıl konuşulması gerektiğini bize söyleyen irade yetisi değil
de nedir? Öyleyse, çıkıp kendini reddetmesini mi bekliyorsun?
İrade yetisi
bize der ki hizmet eden şey, hizmet ettiği şeyden daha üstün olabilir mi? At,
binicisinden daha üstün olabilir mi? Köpek, avcıdan daha üstün olabilir mi?
Enstrüman, müzisyenden daha üstün olabilir mi? Uşak, kraldan daha üstün
olabilir mi? Diğer hepsini kullanan yeti hangisidir? İrade. Diğer hepsine bakan
yeti hangisidir? İrade. İnsanın bazen açlıktan, bazen asılarak, bazen uçurumdan
atlayarak ölmesine neden olan yeti hangisidir? İrade. Öyleyse, insanda bundan
daha güçlü bir şey olabilir mi? Kısıtlamalara tabi olan şeyler, kısıtlamalara
tabi olmayan bir şeyden nasıl daha güçlü olabilir ki? Görme yetisini neler
engelleyebilir? Hem irade hem de irade yetisine bağlı olmayan şeyler. Duyma ve
konuşma yetileri için de aynısı ge-çerlidir. Peki, iradeyi ne engelleyebilir?
İrade dışında hiçbir şey. Dolayısıyla, iyilik ve kötülük bütünüyle iradeye
bağlıdır.
Diğer hepsinin
üstünde yer alan bu muazzam yeti çıkıp bedenden daha mükemmel bir şey
olmadığını söyleyecek, öyle mi? Bunu söyleyen bedenin kendisi olsa bile, hiç
kimse kulak asmaz. Seni, bunu ileri sürmeye iten neydi Epikür? Varoluşumuzun
Amacı/6 Şeylerin Doğası ve Kanon gibi eserleri
yazmaya iten neydi? Seni sakal bırakmaya iten neydi? Ölürken son gününü
yaşadığını ve bunun mutlu bir gün olduğunu yazmaya iten neydi?39 40 Bedenin
mi yoksa iraden mi? Öyleyse, iradenden daha üstün bir şeye sahip olduğunu
söyleyebilir misin? Delirdin mi? Yoksa gerçekten bu kadar kör ve sağır mısın?
Diğer yetileri
küçümseyen var mı? Umarım yoktur. Konuşma yetisinin işe yaramadığını veya
önemsiz olduğunu söyleyen var mı? Umarım yoktur. Bu aptallık, inançsızlık ve
Tanrı'ya karşı nankörlük olur. İnsan her şeye hak ettiği değeri vermelidir.
Eşeğin de bir faydası vardır ama öküz kadar faydası yoktur. Köpeğin de bir
faydası vardır ama köle kadar faydası yoktur. Kölenin de bir faydası vardır ama
özgür vatandaşlar kadar faydası yoktur. Özgür vatandaşların da bir faydası
vardır ama yargıçlar kadar faydası yoktur. Bazı şeyler diğerlerinden daha üstün
olduğu için, diğerlerinin faydalarını küçümseyemeyiz. Konuşma gücünün belirli
bir değeri vardır ama irade gücü kadar büyük bir değeri yoktur. Böyle
konuştuğum için konuşma gücünü ihmal etmenizi istediğimi zannetmeyin.
Gözlerinizi, kulaklarınızı, ellerinizi, ayaklarınızı, giysilerinizi veya
ayakkabılarınızı da ihmal etmenizi istiyor değilim. Gelgelelim, bana en
mükemmel şeyin ne olduğunu sorarsanız, ne diyebilirim? Konuşma gücü diyemem;
doğru uygulanan irade gücü derim. Çünkü konuşma gücünü de küçük veya büyük
diğer bütün yetileri de kullanan budur. İrade yetisi doğru kullanıldığında, iyi
olmayan bir insan iyi bir insana dönüşürken, doğru kullanılamadığında, kötü bir
insana dönüşür. Mutlu veya mutsuz olmamız, birbirimizden hoşnut olmamız veya
birbirimizi suçlamamız buna bağlıdır. Kısacası bunun üzerine özenle eğilirsek
mutlu olur, bunu ihmal edersek mutsuz oluruz.
Ne var ki
konuşma yetisini yadsımak ve aslında böyle bir yetinin olmadığını söylemek
sadece bize bu yetiyi verenlere karşı nankörlük değil, aynı zamanda
korkaklıktır da. Çünkü bana kalırsa bunu söyleyen biri, böyle bir yeti varsa,
onu görmezden gelemeyeceğimizden korkmaktadır. Güzellikle çirkinlik arasında
bir fark olmadığını söyleyenler de böyledir. Eğer bu doğru olsaydı, insanlar
Thersites'e ve Akhilleus'a baktıklarında aynı şekilde etkilenirlerdi. Helen'e
ve diğer kadınlara baktıklarında da. Bunlar aptalca ve saçma fikirlerdir;
hiçbir şeyin doğasını bilmeyen ve aradaki farkı gördüğü takdirde hemen kapılıp
gideceğinden korkan insanların fikirleridir. Önemli olan herkesin yetisini
kendisine bırakmak ve bu yetinin değerini görmektir; en mükemmel yetiyi öğrenip
daima onun peşinden koşmak, diğerlerini ikinci sıraya koymak ama onları da
ihmal etmemektir. Gözlerimize de bakmamız gerekir; sahip olduğumuz en mükemmel
şey oldukları için değil, sahip olduğumuz en mükemmel şey adına. Çünkü eğer o
diğer yetilerden doğru bir şekilde faydalanıp tercihler yapamazsa, doğanın
gerektirdiği konumda olamaz.
Peki, çoğu
zaman yapılan nedir? İnsan genellikle ülkesine dönmekte olan bir yolcu gibi
davranır. İyi bir hana girdiğinde ve ham beğendiğinde, orada kalmak ister.
Amacını unuttun; amacın buraya gelmek değil, buradan geçip gitmekti. “Ama bu
han çok güzel." Peki, kaç tane güzel han var? Kaç tane güzel çayır var?
Buralardan geçip gitmelisin. Senin amacın ülkene dönmek, akrabalarının yüreğine
su serpmek, bir vatandaş olarak görevlerini yerine getirmek, evlenmek, çocuk
yapmak ve işini üstlenmek. Çünkü sen buraya daha güzel yerleri seçmek için
değil, doğduğun ve vatandaşı olduğun yerde yaşamak için geldin. Bizim
meselemizde de durum böyle. Burada dinlediğiniz konuşmaların yardımıyla
mükemmelliğe doğru ilerlemeniz, iradenizi arındırmanız ve izlenimlerden
faydalanan yetinizi düzeltmeniz gerektiği için ve teoremleri öğretmek de
belirli bir ifade gücü gerektirdiği için, bazı insanlar bunlara takılıp
kalıyor. Kimisi ifade gücünün, kimisi uslamlamaların, kimisi yanıltma-caların
ve kimisi de yine bunun gibi bir hanın cazibesine kapılıp orada kalıyor ve
sanki Sirenler tarafından baştan çıkarılmış gibi çürüyüp gidiyor.
Senin amacın,
sana sunulan izlenimleri doğaya uygun olarak kullanmak, arzularından hayal
kırıklığına uğramamak, kaçınmak istediklerinin pençesine düşmemek, bahtsızlığa
uğramamak, özgür olmak, engellere maruz kalmamak, zorlamalara maruz kalmamak,
Zeus'un hükümlerine seve seve uymak, hiç kimseyi suçlamamak, hiç kimsede kusur
bulmamak ve şu dizeleri yürekten söyleyebilmekti:
Bana yol göster
ey Zeus. Bana yok göster ey Kader.41
Önünde böyle
bir amaç varken, hoşuna giden bir ifade biçimine veya birtakım teoremlere
takılıp kalacak, oraya yerleşmeyi seçecek, evdekileri unutacak ve "Bunlar
güzel," mi diyeceksin? Bunların güzel olmadığını söyleyen oldu mu? Ancak,
bunlar eve dönüş yolu olarak güzel; tıpkı hanlar gibi. Demosthenes gibi
konuşmana rağmen mutsuz olmanı engelleyecek bir şey var mı? Hrisippos gibi
uslamlama çözümlemene rağmen perişan olmanı, acı çekmeni, kıskançlığa
kapılmanı, kısacası huzursuz ve mutsuz olmanı engelleyecek bir şey var mı? Yok.
Demek ki bunlar sadece han ve senin amacın başka. Böyle konuştuğum zaman,
bazıları konuşmanın ve teoremlerin önemini reddettiğimi zannediyor. Bunu
reddetmiyorum ama sürekli bunların üzerinde durmayı ve umutlarımızı bunlara
bağlamayı reddediyorum. Eğer bir insan bu öğreti yüzünden kendisini
dinleyenlere zarar veriyorsa, beni de zarar verenlerin arasında sayabilirsin,
çünkü en mükemmel ve üstün şeyin ne olduğunu görürken, seni memnun etmek adına,
başka bir şeyin öyle olduğunu söyleyemem.
XXIVIV. BÖLÜM
DEGER VERMEDİĞİ (İiTiBAR ETMEDİĞİ) KİŞİLERDEN BİRİNE
Birisi
Epiktetos'a dedi ki: "Sık sık seni dinlemek isteyerek sana geldim ama sen
bana hiç cevap vermedin. Eğer mümkünse, şimdi bana bir şeyler anlatmanı rica
ediyorum." "Sence her şey gibi, konuşmak da bir sanat mıdır? Bu
sanata hakim olanlar güzel konuşurken, hakim olmayanlar güzel konuşamazlar
mı?" diye sordu Epiktetos. "Evet, bence öyle." "Öyleyse,
konuşarak kendine ve başkalarına fayda sağlayan kişilerin güzel konuştuğunu,
konuşarak kendine ve başkalarına zarar veren kişilerin ise konuşma sanatı
konusunda başarısız olduğunu söyleyebilir miyiz? Bazıları konuşmaktan fayda
sağlarken, bazıları zarar görür. Peki, dinleyenlerin hepsi dinlediklerinden
fayda sağlar mı? Yoksa onların da bazıları fayda sağlarken, bazıları zarar mı
görür?" "Fayda sağlayanlar da olur, zarar görenler de," dedi
adam. "Öyleyse, bu durumda da iyi dinleyenlerin fayda sağladığını, iyi
dinlemeyenlerin ise zarar gördüğünü söyleyebilir miyiz?" Adam bunu kabul
etti. "O halde, konuşmak gibi dinlemek de bir beceri gerektirir mi?"
"Öyle görünüyor." "İstersen meseleyi bir de şöyle ele alalım.
Müzik becerisi kime aittir? Müzisyene. İyi bir heykel yapma becerisi kime
aittir? Heykeltıraşa. Peki ama bir heykele maharetle bakabilmek de bir sanat
değil midir?" "Öyledir." "Eğer güzel konuşmak yetenekli bir
insanın işiyse, duyduklarından fayda sağlamak da yetenekli bir insanın işi
değil midir? İstersen faydalı ve kusursuz konuşmak ya da dinlemek konusunu
şimdilik bir kenara bırakalım, çünkü ikimiz de bundan çok uzağız. Ancak sanırım
şunu herkes kabul eder; filozofları dinlemek isteyen bir kişi dinleme konusunda
biraz deneyimli olmalıdır. Öyle değil mi? Sana ne anlatmarnı istersin? Hangi
konuda beni dinleyebilirsin?" "İyilik ve kötülük konusunda."
"Neyin iyiliği ve kötülüğü? Atın mı?" "Hayır." "Öküzün
mü?" "Hayır." "İnsanın mı?" "Evet."
"Peki, insanın ne olduğunu ve ona dair nasıl bir görüşe sahip olduğumuzu
biliyor musun? Kulakların bu konuda deneyimli mi? Doğanın ne olduğunu biliyor
musun? Kanıtlama yöntemini kullanacağımı söylesem, beni anlayabilir misin? Nasıl
anlayacaksın? Kanıtlamanın ne olduğunu biliyor musun? Bir şeyin nasıl ve hangi
yöntemlerle kanıtlandığını biliyor musun? Nelerin kanıtlama gibi görünüp de
aslında öyle olmadığını biliyor musun? Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu
biliyor musun? Neyin ardıl, neyin karşıt, neyin tutarlı, neyin tutarsız
olduğunu biliyor musun? Seni felsefe konusunda heyecanlandırmam mı gerekiyor?
Nasıl? Sana insanların çoğunun iyi ve kötü, faydalı ve zararlı konusundaki
görüşleri yüzünden çelişkiye düştüğünü mü göstermeliyim? Ama sen daha
çelişkinin ne olduğunu bilmiyorsun ki. Seninle tartışarak ne başaracağımı
göster öyleyse bana; bunu yapma isteğimi harekete geçir. Koyuna ot sunarsan,
yeme isteğini harekete geçirirsin ama taş ya da ekmek sunarsan, yemek istemez.
Konuşma konusunda da buna benzer doğal eğilimlerimiz vardır; dinleyici hazır
göründüğünde bizi heyecanlandım ama yanımızda taş gibi oturuyorsa, konuşma
isteğimizi nasıl harekete geçirebilir ki? Bağ çiftçiye ‘Bana bak,' der mi?
Hayır. Bakarsa faydalı olacağını göstererek bakmaya davet eder. Neşeli ve
sevimli çocuklarla kim oyun oynamak veya konuşmak istemez? Peki, bir eşekle
oynamak ya da anırmak isteyen var mıdır? Yoktur, çünkü küçük de olsa,
nihayetinde o bir eşektir."
"Öyleyse,
bana neden hiçbir şey söylemiyorsun?" “Sana bir tek şunu söyleyebilirim;
kim olduğunu, neden var olduğunu, bu dünyanın ne olduğunu, neyin iyi, neyin
kötü olduğunu, neyin güzel, neyin çirkin olduğunu bilmeyen, tartışmadan veya
kanıttan anlamayan, doğru ile yanlışı birbirinden ayıramayan biri doğaya göre
arzulayamaz, karar veremez ve hareket edemez. Kısacası, kör ve sağır yaşar.
Birisi olduğunu zannederken aslında bir hiçtir. Bu ilk kez olan bir şey mi
peki? İnsan var olduğundan beri bütün hatalar ve talihsizlikler bu cehaletten
kaynaklanmıyor mu? Agamemnon ile Akhilleus neden kavga ettiler? Neyin faydalı,
neyin zararlı olduğunu bilmedikleri için değil mi? Birisi Khryseis'i babasına
geri götürmenin faydalı olacağını söylerken, diğeri aksini iddia etmedi mi?
Birisi diğerinin ganimetini alması gerektiğini söylerken, diğeri almaması
gerektiğini söylemedi mi? İkisi de bu nedenle kim olduklarını ve amaçlarını
unutmadılar mı? Amacınız neydi? Savaşmak mı yoksa kadın bulmak mı? Savaşmak.
Kiminle? Truvalılarla mı yoksa Yunanlarla mı? Truvalılarla. Öyleyse Hektor'u
yalnız bırakıp kendi kralınıza kılıç mı çekeceksiniz? Peki ya siz muhterem
beyefendi? İnsanları gözetmeniz gerekirken, bir kralın görevlerini ihmal edip
en savaşçı müttefikinizle küçük bir kız yüzünden kavga mı edeceksiniz? Size
büyük bir saygıyla yaklaşan iyi huylu bir rahip kadar olamayacak mısınız? Neyin
faydalı olduğu konusundaki cehaletin nelere yol açtığını görüyor musun? "
“Ama ben
zenginim." “Agamemnon'dan daha mı zenginsin?" “Ama yakışıklıyım
da." “Akhilleus'tan daha mı yakışıklısın?" “Ama saçlarım da
güzel." “Akhilleus'un altın rengi saçları daha güzel değil miydi? Üstelik
saçlarını süslemez veya taramazdı da." "Ama ben güçlüyüm de."
"Hektor'un ya da Aias'ın kaldırdığı taştan daha ağırını kaldırabilir
misin?" "Ama ben soyluyum." "Bir tanrıçanın oğlu musun?
Zeus'un soyundan gelen bir babanın oğlu musun? Oturup bir kız için ağlarken,
bütün bunlar onun ne işine yaradı hem?" "Ama ben güzel
konuşurum." "Akhilleus güzel konuşmaz mıydı peki? Konuşma konusunda
Yunanların en beceriklilerinin, Odysseus'un ve Feniks'in üstesinden nasıl
geldiğini bilmiyor musun? Onları nasıl susturduğunu bilmiyor musun?"”
"Sana
söyleyeceklerim bu kadar. Bunları bile isteyerek söylemedim zaten."
"Neden?" "Çünkü beni heyecanlandırmadın. Usta biniciler güzel
atları görünce heyecanlanırlar. Ben heyecanlanmak için nereye bakmalıyım?
Bedenine mi bakmalıyım? Bedenine iyi bakmıyorsun. Giysilerine mi bakmalıyım?
Giysilerin gösterişli. Davranışlarına mı bakmalıyım? Görünüşüne mi bakmalıyım?
Bütün bunlar bir hiç. Bir filozofu dinlemek istediğinde, ‘Bana hiçbir şey
anlatmıyorsun,' deme. Söyleyeceklerini dinlemeye layık olduğunu veya hazır
olduğunu göster yeter. İşte o zaman konuşmacıyı nasıl harekete geçirdiğini
görürsün."
99 İlytada’nm
dokuzuncu bölümünde, Akhilleus'un Agamemnon tarafından gönderilen ulaklarla
verdiği cevaptan bahsedilmektedir. Akhilleus’un cevabı güzel konuşma sanatının
mükemmel bir örneğidir.
^XXV. BÖLÜM
MANTIĞIN GEREKLİLİĞİNE DAiR
Birisi,
"Beni mantığın gerekli olduğuna ikna et," dediğinde, Epiktetos,
"Bunu sana kanıtlamarnı mı istiyorsun?" diye sordu. Karşısındaki kişi
"Evet," dedi. "Öyleyse, kanıtlamaya yönelik bir dil
kullanmalıyım." Karşısındaki kişi bunu kabul etti. "Bu durumda
argümanımla seni kandırmadığımı nereden bileceksin?" Karşısındaki kişi
sessiz kaldı. "Gördün mü?" dedi Epiktetos. "Sen kendin de
mantığın gerekli olduğunu kabul ediyorsun; o olmadan mantığın gerekli olup
olmadığını bile bilemediğine göre. "
XXVI. BÖLÜM
HATAANINÎ NİTELİĞİ NEDİR?
Her hata bir
çelişki içerir, çünkü hatayı yapan kişi hata yapmak istemediğine ve haklı olmak
istediğine göre, istediği şeyi yapmadığı açıktır. Hırsız ne yapmak ister? Kendi
çıkarına uygun olanı. Eğer hırsızlık çıkarına değilse, istediği şeyi
yapmamaktadır. Doğası gereği, hiçbir mantıklı varlık çelişkiden hoşlanmaz ama
çelişkiyi anlamadığı sürece çelişkili şeyler yapmaya devam edecektir. Çelişkiyi
anladığında ise çelişkiden kaçınması gerekir. Tıpkı bir şeyin yanlış olduğunu
gören insanın o yanlıştan vazgeçmesi gerektiği gibi. Ancak, insan bir şeyin
yanlış olduğunu görmediği sürece, onu doğru kabul edecektir.
Öyleyse,
karşısındakine hangi çelişkiden ötürü hata yaptığını gösterebilen, aslında
istediği şeyleri yapmadığını ve istemediği şeyleri yaptığını kanıtlayabilen
kişi akıl yürütmede güçlü olduğu gibi, ikna etme ve çürütme yetilerine de
sahiptir. Çünkü eğer bunu gösterebilirse, kişi kendiliğinden yaptığı şeyden
vazgeçecektir ama gösteremezse yaptığı şeyde diretmesi şaşırtıcı olmaz, çünkü o
doğru yaptığını zannetmektedir. Sokrates de bu gücüne güvenerek,
"Söylediklerimin başka tanığı olmasına gerek yok, tartıştığım kişi benim
için yeterli. Karşımdakine fikrini sorarım ve onu tanıklığa davet ederim. Tek
bir kişi olmasına rağmen, herkesin yerine geçer," derdi. Çünkü Sokrates
mantıklı bir varlığı neyin harekete geçirdiğini bilirdi. Mantık yetisine bir
çelişkiyi gösterirsen, o çelişkiden vazgeçecektir ama gösteremezsen, ikna
olmayan kişiyi değil kendini suçla.
III. CİLT
*
I. BÖLÜM İYİ
GİYİNMEK ÜZERİNE
Genç bir
konuşmacı, alışılagelenden daha özenli yapılmış saçlarla ve süslü giysilerle
Epiktetos'u görmeye geldi. Bunun üzerine Epiktetos "Sence bazı köpekler ve
adar güzel değil midir? Bütün hayvanlar için de aynısı geçerli değil
midir?" diye sordu. “Evet," dedi delikanlı. "Bazı insanlar
güzelken, bazıları çirkin değil midir peki?" "Kesinlikle."
"Öyleyse, hepsini aynı nedenle mi güzel diye adlandırırız yoksa farklı
nedenlerle mi? Şöyle düşün. Köpek belirli bir nedenle olduğu gibi
yaratılmışken, at başka bir nedenle ve örneğin bülbül de yine başka bir nedenle
olduğu gibi yaratılmıştır; bu durumda bir şey kendi doğasına göre kusursuzsa,
onu genel anlamda güzel olarak adlandırmamız yanlış olmaz ama her şeyin doğası
farklı olduğu için, hepsi bana farklı şekilde güzel gözükür. Öyle değil
mi?" Delikanlı bunu kabul etti. "Öyleyse, doğaları farklı olduğuna
göre, köpeği güzel kılan bir şey atı çirkin kılarken, atı güzel kılan bir şey
de köpeği çirkin kılar." "Öyle görünüyor." "Bana kalırsa,
bir boksörü güzel kılan şey, güreşçiyi güzel kılmazken, koşucuyu gülünç kılar.
Pentatlon için güzel olan biri, güreş için çok çirkindir."
"Doğru," dedi delikanlı. "Öyleyse, bir insanı güzel kılan nedir?
Köpeği ve atı kendi türüne göre güzel kılan şeyin aynısı değil midir?"
"Evet," dedi delikanlı. "Köpeği güzel kılan nedir? Köpeğin
kusursuzluğuna sahip olmak. Atı güzel kılan nedir? Atın kusursuzluğuna sahip
olmak. Öyleyse, insanı güzel kılan nedir? İnsanın kusursuzluğuna sahip olmak
değil midir? Bu durumda, güzel olmak istiyorsan, kusursuz bir insan olmak için
çalışman gerekmez mi delikanlı? Peki ama bu nedir? Tarafsız olarak övdüğün
kişileri düşün. Adil insanları mı översin yoksa adil olmayan insanları
mı?" "Adil insanları." "Ölçülü insanları mı översin yoksa
ölçüsüz insanları mı?" "Ölçülü insanları." "Makul insanları
mı översin yoksa taşkın insanları mı?" "Makul insanları."
"Bu durumda, eğer öyle bir insana dönüşürsen, güzel olduğunu bilirsin ama
bunları ihmal ettiğin sürece, güzel görünmek için ne yaparsan yap, çirkin
olursun."
"Bunun
dışında sana ne söyleyebilirim bilmiyorum. Çünkü düşündüklerimi söylersem,
gücenirsin. Belki de okulu terk eder ve geri gelmezsin. Peki ama düşündüklerimi
söylemezsem nasıl davranmış olurum? Sen bana ilerlemek için geldiysen ve seni
hiç ilerletemezsem? Sen bana bir filozof olduğum için geldiysen ve ben bir
filozof olarak hiçbir şey söylemezsem? Hatalarını düzeltmemek sana karşı ne
büyük bir zalimlik olur. Bir gün aklın başına geldiğinde, haklı olarak beni
suçlar ve ‘Epiktetos bende ne gördü de o kadar kötü durumdayken ona gitmiş
olmama rağmen beni ihmal etti ve bana hiçbir şey söylemedi?' dersin. ‘Bende hiç
ümit görmedi mi? Genç değil miydim? Mantığa kulak veremez miydim? Benim
yaşımdaki gençlerin çoğu buna benzer hatalara düşmüyor mu? Sefahat düşkünü bir
genç olan Polemon'un büyük bir değişim geçirdiğini duydum. Belki Polemon gibi
olamayacağımı düşünmüştür42 ama yine de saçlarımı düzeltmemi,
süslerimden arınmamı, tüylerimi almayı bırakmamı ve şey gibi giyinmekten - ne
gibi olduğunu söylemeyeceğim ama sen aklın başına geldiğinde ne kastettiğimi ve
kimlerin böyle giyindiğini anlayacaksın - vazgeçmemi sağlayamaz mıydı?' diye
sorarsın."
"Eğer
ileride bana böyle suçlamalar yöneltirsen, kendimi nasıl savunacağım? ‘Ben onu
ikna edemezdim,' mi diyeceğim? Apollon, Laios'u ikna edebildi mi? Laios gidip
sarhoş oldu ve kehaneti hiç önemsemedi, öyle değil mi?43 Apollon bu
nedenle ona gerçeği söylemeyi reddetti mi peki? Seni ikna edip edemeyeceğimi
bilmiyorum ama Apollon Laios'u ikna edemeyeceğini çok iyi biliyordu ve buna
rağmen konuştu. Peki ama neden konuştu? Cevabım şu: O neden Apollon? Neden
kehanetlerde bulunuyor? Neden insanlar kendisine başvurabilsin diye bir kahin
olarak ve gerçeğin kaynağı olarak orada kalmayı sürdürüyor? Hiç kimse farkına
varmasa da tapınağın önünde neden ‘Kendini tanı' yazıyor?"
"Sokrates
bütün dinleyicilerini kendilerine bakmaya ikna etti mi? Hayır. Gelgelelim,
kendisinin de söylediği gibi, ilahi güç tarafından o konuma getirildikten sonra
o konumu hiç terk etmedi. Yargıçlara bile ne dedi? ‘Eğer beni yaptıklarıma
devam etmemek koşuluyla serbest bırakacaksanız, buna razı olmayacağımı ve
yaptıklarımdan vazgeçmeyeceğimi bilin. Hem gençlere hem de yaşlılara gidip açık
bir dille konuşmaya devam edeceğim. Tanıştığım herkese şimdi sorduğum soruları
soracağım. Özellikle de siz yurttaşlarıma, çünkü siz bana daha yakınsınız.' ‘Bu
kadar meraklı ve işgüzar mısın Sokrates? Nasıl davrandığımızdan sana ne? Bize
ne diyorsun? Kendinizi ihmal ,
ediyorsunuz ve
kötü bir vatandaş, kötü bir soydaş, kötü bir komşu gibi davranıyorsunuz. Peki
ama sen kim oluyorsun?' İşte harika bir cevap: ‘Benim görevim insanlara bakmak,
çünkü her küçük buzağı bir aslana karşı koymaya cesaret edemez ama eğer boğa
gelip de ona karşı koyarsa, boğaya ‘Sen kim oluyorsun? Burada ne işin var?'
diye sorabilir misin?' Her türün içinde üstünlük sergileyenler olur; öküzlerin,
köpeklerin, anların, atların. Üstünlük sergileyene ‘Sen kim oluyorsun?' diye
sorma. Eğer sorarsan, bir yolunu bulur ve ‘Ben giysinin mor kısmıyım' der.
‘Benim başkaları gibi olmamı bekleme ya da beni diğer insanlardan farklı
kıldığı için doğamı suçlama.'
"Ben öyle
bir insan mıyım? Kesinlikle hayır. Peki, sen gerçeğe kulak verebilecek bir
insan mısın? Keşke öyle olsan. Ne var ki beyaz bir sakal ve cüppeye mahkûm
olduğum ve bir filozof olarak bana geldiğin için, sana zalimlik etmeyecek ve
senden ümidimi kesmeyeceğim. Sana şunu soracağım. Senin güzel kılmak istediğin
kim delikanlı? Önce kendini tanı, sonra ona göre süslenirsin. Sen bir insansın,
yani izlenimleri mantıklı olarak kullanma gücüne sahip fani bir varlıksın.
Mantıklı derken ne kastediyorum? Doğaya uygun ve bir bütün olarak. Öyleyse,
seni özel kılan ne? Hayvani tarafın mı? Hayır. Fani olman mı? Hayır.
İzlenimleri kullanma gücün mü? Hayır. Seni özel kılan, mantığın. Süslemen ve
güzelleştirmen gereken bu. Saçlarını seni dilediği gibi yaratana bırak. Başka
ne gibi unvanların var? Erkek misin yoksa kadın mı? Erkek. Öyleyse, kadın gibi
değil, erkek gibi süslen. Kadınlar doğaları gereği narin ve pürüzsüzdür. Eğer
bir kadın çok tüylüyse, Roma'da canavarların arasında sergilenir. Erkek ise
eğer tüyleri yoksa canavar gibidir. Eğer tüylerini alıyorsa, ne yapacağız peki?
Onu nerede sergileyeceğiz? Ona ne isim vereceğiz? Sana, erkek olmaktansa kadın
olmayı tercih eden birini göstereyim. Öyle bir görüntünün karşısında
şaşırmayacak insan yoktur. Bana kalırsa tüylerini alan erkekler ne
yaptıklarının farkında değiller. Doğanda ne gibi bir kusur buldun? Kusuru seni
erkek olarak yaratmak mı? Doğa bütün canlıları kadın olarak mı yaratsaydı yani?
O zaman süslenmenin ne anlamı olurdu? Eğer herkes kadın olsaydı, kimin için süslenecektin?
Halinden memnun değilsen, meseleyi bir bütün olarak ele al. Tüylerin sebebini
ortadan kaldır ve tümden bir kadın ol ki yanılgıya düşmeyelim. Yarı erkek, yarı
kadın olma. Kimi memnun etmek istiyorsun? Kadınları mı? Kadınları bir erkek
olarak memnun et." “Ama kadınlar pürüzsüz erkeklerden hoşlanıyor."
"Kadınlar homoseksüellerden hoşlansaydı, öyle mi olacaktın? Senin işin bu
mu? Sefahat düşkünü kadınlar senden hoşlansın diye mi doğdun? Senin gibi birini
Korint vatandaşı, şehrin valisi, gençlerin lideri veya general mi ilan edelim?
Evlendiğinde de tüylerini almaya devam mı edeceksin? Kimi memnun etmek için?
Hangi amaçla? Çocuk yaptığında, tüylerini alma alışkanlığını onlara da mı
aşılayacaksın? Ne güzel bir vatandaş, senatör ve konuşmacı. Böyle gençlerin
doğması ve yetişmesi için dua etmeliyiz."
“Tanrıların
huzurunda senden rica ediyorum, bunu yapma delikanlı. Bu söylediklerimi
duyduktan sonra kendine de ki ‘Bunları bana Epiktetos söylemedi. Nasıl söylesin
ki? Merhametli bir Tanrı onun aracılığıyla konuştu, çünkü Epiktetos hiç
kimseyle bu şekilde konuşmaya alışkın olmadığı için, bunları söylemek onun
aklına gelmezdi. Öyleyse, Tanrı'ya itaat edeyim ki gazabına uğramayayım.' Sen
'Hayır,' diyorsun. Ama ben de sana diyorum ki eğer bir karga sana ötüşüyle bir
işaret veriyor-sa,'karganın aracılığıyla işareti veren Tanrı'dır. Eğer bu
işareti insan sesi aracılığıyla veriyorsa, ilahi gücü ve önemli meseleleri
anlaman için asil bir ulak aracılığıyla konuşmuyor mudur? Şair ne der?
Biz kendimiz
onu uyardık
Ve Argos'u
öldüren dikkatli gözcü Hermes'i gönderdik;
Onu öldürmesin
ve onunla evlenmesin diye. 44
Hermes
Aegisthus'a bunu söylemek için gökten inmedi mi? Şimdi de Tanrılar bir ulak
aracılığıyla seni özenle tasarlanmış bir düzeni bozmaman ve bu konuyla meşgul
olmaman için uyarıyor. Bırak erkek bir erkek olarak, kadın bir kadın olarak,
yakışıklı bir erkek yakışıklı bir erkek olarak, çirkin bir erkek de çirkin bir
erkek olarak kalsın, çünkü seni sen yapan bedenin ya da saçların değil, iraden.
Eğer iraden güzelse, sen de güzel olursun. Şimdiye kadar sana çirkin olduğunu
söylemeye cesaret edemedim, çünkü bence bunu duymaya hiç hazır değilsin. Ama
bak Sokrates çok yakışıklı bir erkek olarak tanınan Alkibiadis'e ne demiş:
‘Güzel olmaya çalış.' Ona saçlarını yapmasını ve bacaklarındaki tüyleri
almasını mı söylemiş yani? Hayır, hiç ilgisi yok. İradesini süslemesini ve kötü
fikirlerden kurtulmasını söylemiş. Peki ya bedenin? Bırak olduğu gibi kalsın.
Ona bakan başka biri var; bedenini ona emanet et. İnsan bakımsız mı olmalıdır
öyleyse? Elbette hayır ama doğa sana ne verdiyse, ona bak. Erkek bir erkek
gibi, kadın bir kadın gibi, çocuk da bir çocuk gibi bakımlı olmalıdır. Sen
aslanın yelesini alalım ki bakımlı olsun, horozun ibiğini alalım ki bakımlı
olsun diyorsun. Tamam, bakımlı olsun ama aslan bir aslan olarak, horoz bir
horoz olarak, av köpeği de bir av köpeği olarak bakımlı olsun."
n. BÖLÜM
YETKİN BİR
İNSANIN BİLMESİ GEREKENLER;
EN ÖNEMLİ
ŞEYLERİ İHMAL ETMEMİZE DAİR
İyi ve bilge
bir insan olmak isteyen kişinin üzerine eğilmesi gereken üç konu vardır. İlki,
arzuladıklarımız ve sakındıklarımızla ilgilidir; arzuladıklarımıza ulaşmakta
başarısızlığa uğramamamızı ve arzulamadıklarımızın pençesine düşmememizi
içerir. İkincisi genel olarak hareketlerimizi, yapmamız gerekenleri ve
pervasızca değil, mantığa uygun davranmamamızı içerir. Üçüncüsü ise
aldatmacalardan ve düşüncesizce kararlar vermekten kurtulmamızı ve genel
anlamda kabul ettiklerimizi içerir. Bu konuların en önemlisi kaygılarla
bağlantılı olandır, çünkü kaygıyı yaratan, insanın arzuladıklarını elde etmeyi
başaramaması ya da kaçınmak istediklerinin pençesine düşmesidir. Kaygıya,
kargaşaya, mutsuzluğa, kedere ve kıskançlığa yol açan budur. Bu nedenlerle
mantığımızı bile dinleyemez oluruz. İkinci konu insanın görevleriyle ilgilidir,
çünkü kaygılarımızdan bir heykel gibi kurtulamayız; inançlı bir insan, bir
oğul, bir baba ve bir vatandaş olarak doğuştan gelen ve sonradan kurduğumuz
ilişkileri sürdürmemiz gerekir.
Üçüncüsü ise
doğrudan yetkinlik kazanmaya çalışanları ilgdendiren bir konudur ve diğer
ikisinin güvenceye alınmış olmasını gerektirir ki uyurken, içkiliyken veya
kederliyken bile incelememiş olduğumuz bir izlenim bizi şaşırtamasın. Bunun
gücümüzü aştığı söylenebilir. Ne var ki günümüzde filozoflar birinci ve ikinci
konuyu ihmal ederek üçüncü konuyla ilgileniyorlar ve sofistike argümanlar
kullanarak sonuçlara varıp kurarnlar oluşturuyorlar. İnsan bu konularla
ilgilenirken alda-tılmamaya dikkat etmelidir. Hangi insan? İyi ve bilge bir
insan. Bütün eksiğin bu mu? Geri kalan bütün meseleleri başarıyla çözdün mü?
Para konusunda aldatmacalardan kurtuldun mu? Güzel bir kız gördüğünde, izlenime
karşı koyabiliyor musun? Komşuna bir mülk miras kaldığında, canını sıkmamayı
başarabiliyor musun? Sağlam bir kafa yapısından başka hiçbir eksiğin yok mu? Ey
zavallı, birinin senden hoşlanmadığını duymaktan veya insanların hakkında
söyleyebileceklerinden bile korkuyor ve endişeye kapılıyorsun. "En iyi
filozof kimdir?" diye sorulan bir konuşmada birisinin senin ismini
verdiğini duyarsan, sadece bir parmak boyundaki ruhun bir kol boyu uzuyor.
Ancak bir başkası, "Yanılıyorsun; onu dinlemeye değmez. Ne biliyor ki?
Sadece ilk prensipleri. Başka bir şey bildiği yok," derse, kahroluyor,
sararıyor ve hemen "Ona kim olduğumu göstereceğim. Büyük bir filozof
olduğumu göstereceğim, " diyorsun. Böyle şeyler kendi kendini belli
eder. Neden başkalarına göstermek istiyorsun ki? Diyojen'in orta parmağıyla
safsatacılardan birini işaret ettiğini bilmiyor musun?45 Adam öfkeden
köpürdüğünde de, "İşte bu. Size gösteriyorum," demişti. Çünkü insan
bir taş veya odun parçası gibi parmakla gösterilmez. Prensipleriyle
gösterildiği zaman, insan olarak gösterilmiş olur.
Prensiplerine
de bir bakalım. Kendi iradene değer vermediğin ve iradenden bağımsız dış
etkenleri önemsediğin çok açık değil mi? Mesela, birisi senin hakkında ne
diyor? İnsanlar senin hakkında ne düşünüyor? Eğitimli bir insan olarak mı
görülüyorsun? Hrisippos'u ve Antipatros'u okudun mu? Archedemus'u da okuduysan,
istediğin her şeye sahipsin. Öyleyse, neden hâlâ bize kim olduğunu
gösteremeyeceğinden endişe ediyorsun? Bize nasıl bir insan olduğunu
gösterdiğini söyleyeyim mi? Sefil, aksi, öfkeli, korkak, her şeyde kusur bulan,
herkesi suçlayan, hiç sessiz kalmayan, kibirli bir insan. Bize gösterdiğin bu.
Şimdi git ve Archedemus’u oku ama bir fare aniden sıçrayıp da ses çıkarırsa,
korkudan ölürsün. Çünkü seni de - adamın adı neydi? - Crinis’in ölümü gibi bir
ölüm bekliyor46; o da Archedemus’u anlamakla gurur
duyardı.
Ey zavallı,
seni hiç ilgilendirmeyen meseleleri bir kenara bırakmayacak mısın? Bu meseleler
kaygılarından arınmış olarak öğrenebilenler için uygundur. Şunları diyebilenler
için uygundur: "Öfkeye, kedere ve kıskançlığa tabi değilim. Hiçbir şey
beni engelleyemez ve kısıtlayarnaz. Geriye kalan ne? Zamanım var, keyfim de
yerinde. Öyleyse, sofistike argümanları nasıl ele almamız gerektiğine bakalım.
Bir kuramı kabul ettiğimizde, saçma sonuçlara sürüklenmemek için dikkat etmemiz
gerekenlere bakalım." Bu meseleler böyle insanlara aittir. Mutlu
insanların ateş yakması, yemek yemesi ve eğer isterse hem şarkı söyleyip hem de
dans etmesi uygundur. Sense gemi batarken bana gelip yelkenleri açıyorsun.
m. BÖLÜM
İYİ BİR İNSAN
HANGİ MESELEYLE MEŞGUL OLMALIDIR VE KENDİMİZİ ÖNCELiKLE HANGİ KONULARDA
EĞİTMELİYİZ?
İyi ve bilge
bir insanın malzemesi kendi zihnidir, tıpkı hekimin malzemesinin beden,
çiftçinin malzemesinin de toprak olduğu gibi. İyi ve bilge bir insanın işi
izlenimleri doğaya uygun olarak kullanmaktır. Nasıl ki doğruyu kabul etmek,
yanlışı kabul etmemek ve belirsiz konularda çekimser kalmak insanın doğasında
varsa, iyiyi arzulamak, kötüden sakınmak ve ne iyi ne de kötü olanlara karşı
kayıtsız kalmak da insanın doğasında vardır. Bir bankacı veya satıcı
İmparator'un parasını reddedemez; parayı verdiğin zaman, istese de istemese de
paranın karşılığında satılan her neyse, onu sana vermek zorundadır. Ruh
konusunda da aynısı geçerlidir. İyilik ruhu kendine çekerken, kötülük ruhu
kendinden iter. Ruh asla açık bir iyilik izlenimini reddetmez, tıpkı hiç
kimsenin İmparator'un parasını reddetmediği gibi. Hem insanların hem de
Tanrı'nın her hareketi bu prensibe bağlıdır.
Bu nedenle
iyilik her yakın ilişkiye tercih edilir. Babamla benim aramda yakın bir ilişki
yoktur ama iyilikle aramda yakın bir ilişki vardır. "O kadar katı yürekli
misin?" Evet, çünkü yaradılışım böyle; Tanrı'nın bana verdiği para bu. Bu
nedenle iyilik, güzellikten ve adillikten farklı tanımlanırsa, ne baba kalır,
ne kardeş, ne ülke ne de başka herhangi bir şey. Senin için kendi iyiliğimi göz
ardı mı etmeliyim? Neden? "Çünkü ben senin babanım.” Ama benim iyiliğim
değilsin. “Çünkü ben senin kardeşinim." Ama benim iyiliğim değilsin. Ne
var ki, iyiliği iradenin kararlılığıyla bir tuttuğumuzda, bu ilişkileri
sürdürmek “iyi” olur ve dolayısıyla dış etkenlerden vazgeçen biri iyiliğe
kavuşur. Baban mallarını aldı. Ancak, sana zarar vermedi. Kardeşin toprakların
daha büyük bir kısmını alacak. Bırak istediği kadar alsın. Daha alçakgönüllü,
sadık ve sevgi dolu olacak mı? Bunları senin elinden kim alabilir? Zeus bile
alamaz, çünkü bunu yapmayı tercih etmemiştir; bunları sana kendisinin de sahip
olduğu gibi, yani engellerden ve zorlamalardan arınmış olarak bahşetmiştir.
Eğer başkası farklı bir para kullanıyorsa, o parayı verdiğinde, karşılığında
satılanı alırsın. Farz et ki yaşadığın yere yozlaşmış bir vali atandı. Onun
için para ne? Gümüş. Ona gümüşü verirsen, istediğini alırsın. Farz et ki
hovarda biri atandı. Onun için para ne? Genç kızlar. Ona istediğini verirsen,
karşılığını alırsın. Bir diğeri avlanmaya düşkün. Ona iyi bir at veya köpek
ver. Ağlayıp sızlansa da bunun karşılığında sana ne istersen temin edecektir.
Çünkü içinde onu buna zorlayan bir başkası vardır ki o da bu parayı
belirleyendir.
İnsan kendini
öncelikle bu tür şeylere karşı eğitmelidir. Sabah dışarı çıktığın anda gördüğün
ve duyduğun her insanı incele. Şu soruya cevap ver: “Ne gördün?” Hoş bir kadın
veya erkek mi? Kuralı uygula. Bu, iradeye bağlı mı yoksa ondan bağımsız mı?
Bağımsız. Bırak gitsin. Ne gördün? Bir çocuğun yasını tutan bir adam mı? Kuralı
uygula. Ölüm iradeden bağımsız bir şeydir. Bırak gitsin. Valiyle mi görüştün?
Kuralı uygula. Vali olmak nasıl bir şeydir? İradeye bağlı bir şey midir yoksa
ondan bağımsız bir şey mi? Bağımsız. Bunu da bırak gitsin. Sınavdan geçemedi.
Senin için hiçbir anlam ifade etmiyor.
Her gün
sabahtan akşama kadar bunun alıştırmasını yapsak, bir yerlere varırız. Oysa
şimdi her izlenim bizi yarı uykuda yakalıyor ve sadece okulda biraz
canlanıyoruz. Sonra dışarı çıkıp yas tutan birini gördüğümüzde, “Mahvolmuş,”
diyoruz. Bir konsül gördüğümüzde, “Ne kadar mutlu,” diyoruz. Sürgüne
gönderilmiş birini gördüğümüzde, “Ne kadar mutsuz,” diyoruz. Yoksul birini
gördüğümüzde, “Vah zavallı. Yiyecek hiçbir şeyi yok,” diyoruz.
Bu kötü
fikirlerden kurtulmalıyız ve bütün çabalarımızı buna yoğunlaştırmalıyız. Çünkü
ağlanıp sızlanmak nedir? Bir fikir. Talihsizlik nedir? Bir fikir. Kargaşa,
görüş ayrılığı, suçlama, saygısızlık, atıp tutma nedir? Bunların hiçbiri
fikirden başka bir şey değildir ve irademizden bağımsız şeylerin iyi veya kötü
olabileceğine dair fikirlerdir. İnsan bu fikirleri iradesine bağlı konulara
aktarırsa, çevresindeki koşullar nasıl olursa olsun, sağlam ve sarsılmaz
olacağına kuşku yoktur. Ruh kaptaki su gibidir. İzlenimler de suyun üzerine
düşen ışık huzmeleri gibidir. Su hareket ettiğinde, ışık huzmeleri de hareket
etmiş gibi görünür ama aslında etmemiştir. İnsan sersemlediğinde de allak
bullak olan beceriler ve erdemler değil ruhtur; ruh dinginliğine kavuştuğunda,
bunlar da geri gelecektir.
IV. BÖLÜM
TİYATRODA DESTEĞİNİ YERSİZCE SERGİLEYEN KİŞİYE KARŞI
Tiyatro
oyuncularından birine desteğini yersizce sergilediği için halkın suçlamalarına
maruz kalan ve bu suçlamalara canı sıkılan Epirus valisi durumu Epiktetos'a
aktarınca, Epiktetos şunları söyledi: Bu insanların ne kusuru var? Onlar da
tıpkı senin gibi desteklerini sergilemişler. Vali, "İnsan desteğini böyle
mi sergiler?” diye sorunca, Epiktetos şöyle yanıtladı: Seni, yani İmparator'un
bir dostu ve vekili olan valilerini desteğini o şekilde sergilerken görünce,
onların da desteğini aynı şekilde sergilemesi beklenebilecek bir şey değil mi?
Çünkü eğer desteğini bu şekilde sergilemek doğru değilse, kendin de bunu
yapmamalısın. Ancak, eğer doğru bir şeyse, seni örnek aldıkları için onlara
neden kızıyorsun? Senden, yani üstlerinden başka kimi taklit edecekler?
Tiyatroya gittiklerinde senden başka kimin hareketlerini örnek alacaklar?
Bakalım İmparator'un vekili nasıl davranıyor. Bağırıyor mu? O zaman ben de
bağırayım. Koltuğundan mı sıçrıyor? O zaman ben de koltuğumdan sıçrayayım.
Köleleri tiyatronun farklı yerlerinde oturuyor ve bağırıyor. Benim kölem yok
ama ben de elimden geldiğince bağıracağım ve hepsinden daha yüksek ses
çıkaracağım. Tiyatroya adımını attığında, oyunun nasıl izleneceği konusunda
herkese örnek olacağını bilmelisin. Seni neden suçladılar? Çünkü herkes
kendisine engel teşkil eden şeyden nefret eder. Onlar birinin
onurlandırılmasını isterken, sen başka birinin onurlandırılmasını istedin.
Onlar senin için bir engelken, sen de onlar için bir engeldin. Sen daha güçlü
çıktın ve onlar da yapabileceklerini yaptılar; kendilerini engelleyeni
suçladılar. Sen ne olmasını isterdin? Sen istediğini yaparken, onların
istediğini dile bile getirememesini mi? Bunda şaşılacak ne var? Çiftçiler Zeus
tarafından engellendiklerinde ona sövmezler mi? Denizciler ona sövmezler mi?
İmparator'a durmadan sövmüyorlar mı? Zeus bunu bilmiyor mu? Söylenenler
İmparator'un kulağına gitmiyor mu? Peki, İmparator ne yapıyor? Kendisine söven
herkesi cezalandırırsa, yöneteceği hiç kimse kalmayacağını biliyor. Öyleyse,
sen ne yapmalısın? Tiyatroya gittiğinde, "Sophron'u (herhangi bir
oyuncuyu) ödüllendirelim," dememelisin. "Bu konuda irademi doğaya
uygun tutmalıyım," demelisin. "Benim için kendimden daha değerli hiç
kimse yok. Bu durumda, herhangi bir oyuncunun ödüllendirilmesi için benim zarar
görmem saçma olur. Öyleyse, ödülü kimin kazanmasını istiyorum? Her kim
kazanırsa. Böylece, her zaman istediğim kişi kazanmış olur." "Ama ben
Sophron'un kazanmasını istiyorum." Evinde istediğin kadar müsabaka
düzenleyebilir ve onu hepsinin galibi ilan edebilirsin. Ne var ki halk arasında
hakkından daha fazlasını talep etmemeli ve herkese ait olan bir şeyi
sahiplenmemelisin. Bunu kabul etmezsen, sövülmeye katlanmak zorunda kalırsın,
çünkü herkesle ortak bir şey yaparken, onlarla aynı seviyede olursun.
V. BÖLÜM
HASTALIK
SEBEBİYLE EVE GİDENLERE KARŞI
"Ben
hastayım ve eve dönmek istiyorum,” dedi öğrencilerden biri. Evde hiç hasta
olmuyordun herhalde. Burada iradeni geliştirmeye yönelik bir çalışma yaptığını
düşünmüyor musun? Çünkü eğer bu amaç doğrultusunda hiçbir şey yapmıyorsan,
zaten boşuna geldin demektir. Git. Evdeki işlerinle ilgilen. Eğer zihnini
doğayla uyumlu kılamıyorsan, belki topraklarını kılarsın. Belki daha çok para
kazanır, yaşlı babana bakar, sık sık meydanlara uğrar ve resmi bir görev
üstlenirsin. Kötü olduğun için hepsini kötü yaparsın. Ancak, eğer kendini
anlıyorsan, kötü fikirlerden arınıp yerine yenilerini koyuyorsan, dikkatini
iradenin dışında değil, içinde yer alan şeylere veriyorsan ve "Vah vah!”
dediğinde, baban ya da kardeşin için değil de kendin için diyorsan, hastalığını
bahane etmeye devam etmene gerek var mı? Hastalığın da ölümün de bizi mutlaka
bir şey yaparken gafil avlayacağını bilmiyor musun? Çiftçiyi toprağını
sürerken, denizciyi seferindeyken. Mutlaka bir şey yaparken gafil avlanacağına
göre, ölüm seni gafil avladığında ne yapıyor olmak istersin? Eğer bundan daha
iyi bir şey yapıyor olabileceğini düşünüyorsan yap. Çünkü ben hastalık veya
ölüm tarafından gafil avlandığımda, irademi geliştiriyor olmaktan, kaygılardan,
engellerden ve zorlamalardan arınmış olmaktan ve özgür olmaktan başka hiçbir
şey istemiyorum. Bunları yapıyor olmak istiyorum ki Tanrı’ya şunları
söyleyebileyim: "Buyruklarına hiç karşı geldim mi? Bana verdiğin güçleri
hiç yanlış kullandım mı? Algılarımı veya ön fikirlerimi kötüye kullandım mı?
Seni hiç suçladım mı? Senin kararlarında hiç kusur buldum mu? Sen istediğin
için ben de herkes gibi hasta oldum ama hiç şikayet etmedim. Sen istediğin için
yoksul oldum ama bundan da hiç şikayet etmedim. Hiç makamım olmadı, çünkü sen
bunu istemedin ve ben de hiçbir zaman bunu arzulamadım. Bundan dolayı
yakındığımı hiç gördün mü? Sana hep güler yüzle yaklaşmadım mı? Buyruklarını
yerine getirmeye ve işaretlerine itaat etmeye hep hazır olmadım mı? Artık
insanların arasından ayrılmamı mı istiyorsun? Ayrılırım. Onların arasına katılmama,
senin eserlerini görmeme ve anlamama izin verdiğin için teşekkür ederim.” Ölüm
beni bunları düşünürken, bunları okurken ve yazarken bulsun isterim.
“Ama
hastalandığımda annem başımı tutmayacak.” Öyleyse annene git, hastalandığında
başının tutulmasını hak ediyorsun. “Ama evde çok rahat bir yatağım vardı.” Git
yatağına kavuş, sağlıklıyken de öyle bir yatakta yatmayı hak ediyorsun. Evdeki
rahatından mahrum kalma.
Sokrates ne
der? Kimileri tarlalarına bakmaktan, kimileri atlarına bakmaktan memnun olur;
ben de her gün kaydettiğim gelişmeleri gözlemlemekten memnun oluyorum. “Hangi
gelişmeleri? Güzel kelimeler kullanmaktaki gelişmeleri mi?” Hayır. “Kuramlar
konusundaki gelişmeleri mi?” Hiç ilgisi yok. “Ben filozofların başka bir şeyle
meşgul olduğunu görmedim.” Ne Tanrı’da ne de insanda kusur bulmak önemsiz bir
şey mi sence? Hiç kimseyi suçlamamak? Her zaman olduğun gibi davranmak?
Sokrates bunları biliyordu ama hiçbir zaman herhangi bir şey bildiğini ya da
öğrettiğini söylemedi. Güzel kelimeler veya kurarnlar duymak isteyen olursa,
Sokrates onları Protagoras’a veya Hippias’a götürürdü. Yeşillik isteyen olursa
da bahçıvana götürürdü. Hanginiz böyle bir amaca sahip? Eğer böyle bir amaca
sahip olsaydınız, hastalıktan, açlıktan veya ölümden şikayet etmezdiniz.
Aranızda güzel bir kıza aşık olan varsa, haklı olduğumu biliyordur.
VI. BÖLÜM
ÇEŞİTLİ GÖRÜŞLER
Birisi
Epiktetos’a günümüzde mantık daha gelişmişken, eski zamanlarda neden daha büyük
ilerlemeler kaydedildiğini sordu. Epiktetos şöyle yanıtladı: Hangi bakımdan
daha gelişmiş? Hangi bakımdan daha büyük ilerlemeler? Çünkü mantık hangi
bakımdan şimdi daha gelişmiş ise ilerlemeleri orada aramak gerekir. Günümüzde
mantık uslamlamaları çözümlemek amacıyla geliştiriliyor ve o alanda ilerleme
kaydediliyor. Eski zamanlarda ise zihni doğayla uyumlu kılmak için
geliştiriliyor ve o alanda ilerleme kaydediliyordu. Öyleyse, farklı şeyleri
birbirine karıştırma ve bir konu için çaba harcarken, başka bir konuda ilerleme
kaydetmeyi bekleme. Bak bakalım aramızda doğayla uyumlu yaşamaya kararlı olup
da bu konuda ilerleme kaydetmeyen var mı? Öyle birini bulamazsın.
İyi insan
yenilmezdir, çünkü daha güçlü olmadığı alanlarda yarışlara girmez. Eğer
topraklarını almak istersen alırsın; kölelerini alırsın, makamını alırsın,
bedenini alırsın ama arzusuna ulaşmakta başarısızlığa uğramasını veya kaçındığı
şeyin pençesine düşmesini sağlayamazsın. O sadece iradesinin gücü dahilindeki
konularda yarışa girer. Bu durumda, nasıl yenilmez olmasın ki?
Birisi
sağduyunun ne olduğunu sorunca, Epiktetos şunları söyledi: Bütünüyle yoldan
çıkmamış insanların, herkesin sahip 228
olduğu ortak
eğilimler sayesinde kavradığı belirli şeyler vardır. Bu zihin yapısına sağduyu
denir.
Nasıl ki
yumuşak peyniri kancayla tutmak kolay değilse, genç ve zayıf delikanlıları
yüreklendirmek de kolay değildir. İyi bir doğal eğilimi olanlar, sen onları
vazgeçirmeye çalıştığında bile, mantığa daha sıkı tutunurlar. Rufus bu nedenle
öğrencilerini genellikle caydırmaya çalışır ve bunu iyi bir doğal eğilimi
olanları ve olmayanları ayırmak için bir sınama metodu olarak kullanırdı. Bir
taşı havaya attığında doğası gereği yere düştüğünü, zihni doğal olarak iyi olan
insanın da sen ne kadar geri püskürtürsen, o kadar kendi doğal eğilimine
döndüğünü söylerdi.
VII. BÖLÜM
ÖZGÜR ŞEHİRLERiN VEKİLİ OLAN EPİKÜRCÜYE
Epikürcü bir vekil
kendisini ziyarete geldiğinde, Epiktetos şunları söyledi: Filozof olmayan
bizlerin, filozof olarak adlandırılan sizlere, tıpkı yabancı bir şehre ilk kez
gelenler gibi, görülecek en iyi yerleri sormamız uygun olur ki sonrasında gidip
bu yerleri görebilelim. İnsanla ilişkilendirilebilecek üç şey vardır; ruh,
beden ve dış etkenler. Hemen hemen hiç kimse bunu yadsımaz. Öyleyse, siz
filozoflara hangisinin en iyisi olduğunu yanıtlamak kalıyor. İnsanlara ne
söyleyeceğiz? En iyi şey beden midir? Maximus47 bu nedenle mi
kış vakti oğluyla birlikte Cassiope’ye yelken açtı? Bedensel bir tatmin için mi
ona eşlik etti? Vekil öyle olmadığını söyledikten sonra Epiktetos şunu sordu:
Öyleyse, en iyi şeyle meşgul olmak doğru değil midir? "Daha doğru bir şey
yoktur.” Peki, bedenimizden daha iyi neye sahibiz? "Ruhumuza,” dedi vekil.
Peki, en iyi şeyin nitelikleri irademizin gücü dahilinde midir yoksa değil
midir? "Gücü dahilindedir.” Öyleyse, ruhun memnuniyeti irademizin gücü
dahilinde midir? "Evet, ” diye yanıtladı vekil. Peki, bu memnuniyet neye
bağlıdır? Kendisine mi? Öyle bir şey düşünülemez, çünkü öncelikle iyiliğin bir
özü veya doğası olmalıdır ki ruhumuz ona ulaşmaktan memnuniyet duyabilsin.
Vekil bunu da kabul etti. Öyleyse, ruhun memnuniyeti neye bağlıdır? Çünkü eğer
ruhun niteliklerine bağlıysa, iyiliğin özünü bulmamız gerekir. Ne de olsa
mantıken iyilikten başka bir şeyden memnuniyet duymamız söz konusu değildir.
Ancak, öncesinde gelen iyi değilse, sonrasında gelen de iyi olamaz. Sonrasında
gelenin iyi olabilmesi için, öncesinde gelenin iyi olması gerekir. Gelge-lelim,
eğer aklın başındaysa, sen bunu doğrulamazsın, çünkü o zaman Epikür’e ve bütün
öğretilerinize ters düşmüş olursun. Öyleyse, ruhun memnuniyetinin bedenin
memnuniyetine bağlı olduğunu ve bedenin önce gelmesi gerektiğini söylemekten
başka bir seçeneğin kalmıyor.
Bu durumda,
Maximus o yolculuğa bedeni uğruna, yani en iyi şey uğruna çıkmadıysa, aptallık
etmiş demektir. Ayrıca, bir insan başkalarına ait olan malları alabileceği
halde bundan sakınıyorsa, aptallık ediyor demektir. İstersen bunun nasıl
gizlice, güvenli bir şekilde ve kimsenin haberi olmadan yapılabileceğini
düşünelim. Çünkü Epikür çalmanın kötü bir şey olduğunu söylemiyor ama
yakalanmanın kötü olduğunu kabul ediyor ve yakalanmamanın bir garantisi
olmadığı için “Çalma,” diyor. Gelgelelim, akıllıca ve tedbirli davrandığımız
sürece yakalanmamak mümkün. Üstelik Roma’da güçlü dostlarımız var ve Yunanlar
zayıf. Dolayısıyla, hiç kimse şikayette bulunmak için Roma’ya gitmez. Neden
kendi iyiliğinden sakınıyorsun? Bu çok anlamsız ve aptalca! Ayrıca, sakındığını
söylesen bile sana inanmam. Çünkü nasıl ki doğruya sırt çevirmek ve yanlışı
kabul etmek mümkün değilse, iyi görünen bir şeyden sakınmak da mümkün değildir.
Servet sahibi olmak iyi bir şey ve memnuniyet getirdiği kesin. Neden servet
edinmiyorsun? Eğer yakalanmadan yapabileceksen, neden komşunun karısını baştan
çıkarmıyorsun? Eğer kocası zırvalamaya kalkarsa, onu evden atarsın olur biter.
Eğer gerektiği gibi bir filozof olmak ve kendi öğretilerine uygun hareket etmek
istiyorsan, böyle davranman gerekir. Eğer böyle davranmıyorsan, Stoacı olarak
adlandırılan bizlerden bir farkın yok demektir, çünkü bizim de
söylediklerimizle yaptıklarımız birbirini tutmuyor. İyiden bahsediyoruz ama
alçakça davranıyoruz. Sen de tam tersini yapıyor olursun; öğrettiklerin
kötüyken, davranışların iyi olur.
Epikürcülerle
dolu bir şehir düşünebiliyor musun? Birisi, "Ben evlenmem,” derken, öbürü,
"Ben de evlenmem, çünkü insan evlenmemelidir. Çocuk da yapmamalıdır. Kamu
işlerine de el atmamalıdır,” diyecek. Ne olacak öyleyse? Vatandaşlar nereden
gelecek? Onları kim yetiştirecek? Gençleri kim yönetecek? Spor egzersizlerine
kim başkanlık edecek? Öğretmen onlara ne öğretecek? Spartalıların veya
Atinalıların öğrendiklerini mi öğretecek? Genç bir delikanlıyı alıp da senin
öğretilerine göre yetiştir bakalım. Bu öğretiler kötü; devlet için tahrip
edici, aileler için tehlikeli ve kadınlar için uygun değil. Bu öğretileri bırak
dostum. Önemli bir şehirde yaşıyorsun. Resmi bir göreve sahipsin. Adil olmak,
başkalarına ait olanlardan uzak durmak, kendi karından, kendi gümüşünden, kendi
altınından başkasına göz dikmemek senin görevin. Söylediklerimle tutarlı
öğretiler bulmalısın. Eğer böyle öğretileri rehber edinirsen, bizi peşinden
sürükleyecek ve yenecek ikna gücüne sahip şeylerden seve seve uzak durursun.
Gelgelelim, bu şeylerin ikna gücüne bir de bizi onlara doğru itecek bir felsefe
eklenirse, sonucu ne olur? Oymacılık sanatının sergilendiği bir eserin en iyi
kısmı nedir? Gümüş mü yoksa zanaat mı? Elin maddesi ettir ama elin işçiliği
diğer hepsine yol gösteren başlıca parçamızdan gelir. Görevlerimiz üçe ayrılır:
bir şeyin varoluşuna yönelik olanlar, belirli türde bir varoluşa yönelik
olanlar ve başlıca şeylere yönelik olanlar. Öyleyse insanda da maddeye, yani
bedene değil, başlıca şeylere değer vermek gerekir. Bunlar nelerdir? Kamu
işleriyle meşgul olmak, evlenmek, çocuk yapmak, Tanrı’ya saygı göstermek,
ailemize bakmak ve genel anlamda arzuladıklarımızın, sakındıklarımızın
amaçladıklarımızın ve kaçındıklarımızın kendi doğamıza uygun olması. Doğa bizi
nasıl yarattı? Özgür, asil ve alçakgönüllü. Kızaran başka bir hayvan var mıdır?
Utanma duygusuna sahip başka bir hayvan var mıdır? Doğa bizi bu şeylerden
memnuniyet duyacak şekilde yarattı ki harekete geçebilelim ve doğaya uygun
davranışlar sergileyebilelim.
“Ama ben
zenginim ve hiçbir eksiğim yok.” Öyleyse, neden filozofmuş gibi davranıyorsun?
Altınların ve gümüşlerin sana yeter. Prensiplere ne gerek var? “Ama aynı
zamanda bir yargıcım.” Nasıl yargılayacağını biliyor musun? Bunu sana kim
öğretti? “İmparator beni bir yazıyla görevlendirdi.” İmparator bir yazıyla sana
müzik eleştirmenliği görevi verseydi, bu yazı senin ne işine yarayacaktı? Nasıl
yargıç oldun? Kimin elini öptün? Symphorus’un mu yoksa Numenius’un mu? Kimin
kapısını aşındırdın? Kime hediyeler gönderdin? Öyleyse, yargıç olmanın Numenius
ile aynı değerde olduğunu görmüyor musun? “Ama istediğim kişiyi zindana
atabilirim.” Taşı da zindana atabilirsin. “İstediğim kişiyi sopayla
dövebilirim.” Eşeği de dövebilirsin. İnsanları yönetmek böyle bir şey değildir.
Bizi rasyonel hayvanlar olarak yönetmen gerekir. Bize neyin faydalı olduğunu
gösterirsen, onun peşinden gideriz. Neyin zararlı olduğunu gösterirsen, ondan
vazgeçeriz. Sokrates nasıl insanların kendisini taklit etmesini sağladıysa, sen
de insanların seni taklit etmesini sağla. Çünkü Sokrates gerçek bir yönetici
gibiydi; insanların arzuladıklarında, sakındıklarında ve davranışlarında
kendisini örnek almasını sağlardı. Sen de öyle yap. “Eğer itaat etmezseniz,
sizi zindana atarım, ” deme. Bu, insanları rasyonel hayvanlar olarak yönetmek
değildir. Zeus nasıl buyurduysa, öyle davran. Çünkü eğer öyle davranmazsan,
cezasını çekersin. "Cezası nedir?” Görevini yerine getirmemiş olmaktan
başka bir şey değildir. Sadık, alçakgönüllü ve dürüst bir insan olma özelliğini
kaybedersin. Bundan daha büyük bir ceza arama.
VII. BÖLÜM
İZLENİMLERE KARŞI KENDİMİZİ NASIL EĞİTMELİYİZ?
Sofistike
sorular konusunda kendimizi nasıl eğitiyorsak, izlenimler konusunda da
kendimizi öyle eğitmeliyiz, çünkü izlenimler de bize sorular yöneltir. Birinin
oğlu ölmüş. Cevap; ölüm irademizin gücü dahilinde değildir, dolayısıyla kötü
değildir. Biri oğlunu mirasından mahrum etmiş. Bu konuda ne düşünüyorsun? Bu
bizim irademizin gücü dahilinde değildir, dolayısıyla kötü değildir. İmparator
birini mahkûm etmiş. Bu bizim irademizin gücü dahilinde değildir, dolayısıyla
kötü değildir. Adam buna çok üzülmüş. Üzülmek irademize bağlıdır, dolayısıyla
kötüdür. Mahkûmiyetine cesurca katlanmış. Bu bizim irademizin gücü
dahilindedir, dolayısıyla iyidir. Eğer kendimizi bu şekilde eğitirsek, ilerleme
kaydederiz çünkü kavrayamadığımız bir şeye asla razı gelmemiş oluruz. Oğlun
öldü. Ne oldu? Oğlun öldü. Başka bir şey olmadı mı? Olmadı. Gemini kaybettin.
Ne oldu? Gemini kaybettin. Birini zindana attılar. Ne oldu? Birini zindana
attılar. Kişinin bundan dolayı kötü durumda olduğu, herkesin kendi kendine
eklediği bir yorumdur. "Zeus bu konularda doğru davranmıyor,” diyorsun.
Neden? Sana dayanma gücü verdiği için mi? Sana metanet verdiği için mi ? Sana
yaşadıklarına katlanırken mutlu olma gücü verdiği için mi? Durumundan memnun
olmama ihtimaline karşı kapıyı açık bıraktığı için mi? Çık git ve şikayet etme.
Eğer bilmek
istiyorsan, Romalıların filozoflara karşı neler hissettiğini söyleyeyim. Bir
keresinde, en meşhur filozoflarından ltalicus arkadaşlarına sinirlendiğinde ben
de oradaydım. Sanki katlanılmaz bir acı çekiyormuş gibi, "Artık
dayanamıyorum, beni öldürüyorsunuz,” dedi. Sonra da beni işaret ederek,
"Beni şu adama benzeteceksiniz,” diye ekledi.
Avcılar iplere
dizilmiş renkli tüylerle geyikleri korkutup, aglara dogru kaçmalanna neden
olurlardı.
Euripides,
Fragmanlar.
Phaidon adlı
eserine bakınız.
Bu,
Heraklitos'un ve Zenon'un öğretişiydi.
Burada konuşan,
y^diWanyla övünen bir öğrencidir.
Başka hiçbir
yazar Sokrates'in herhangi bir şey yazdığından bahsetmez. Dolayısıyla,
Epiktetos'un sözlerini kağıda aktaran ^mianos'un, Epiktetos'un ağzınım
Sokrates'in çok yazdığını söylediği bu pasajı açıklamak çok zordur. Sokrates
çok konuşurdu; belki Epiktetos konuşmayı yazmak gibi ifade etmiştir, çünkü
Sokrates'in yazar olmadığını biliyor olması gerekirdi.
Epiktetos, bir
konuşmanın etkileyici kısımlanna atıfta bulunmaktadır.
Kadıniann
herkese açık olmasıyla ne kastedildiği belirsizdir ve bu cümleden mantıklı bir
çıkanın yapmak zordur.
Tarsus'ta
yaşayan Archedemus Stoacı bir filozoftu. Hakkında çok az şey bilinmektedir.
İnsan filozof
olup - ya da filozofmuş gibi davranıp - ayın zamanda da vahşi bir hayvan gibi
davranabilir.
Bu konuşma,
Nikopolis'ten Roma'ya dönmek isteyen ve özellikle filozoflara karşı çok katı
bir tutum sergileyen Domitianus'un zulmünden korkan genç bir filozofla
yapılmıştır. “Nötr Üzerine" başlığı, "şeylerin nötrlüğü," yani
ne iyi ne de kötü olması anlamına gelmektedir.
Bu hikâye
Ksenofon'un Cyropaedia (IV. bölümün başlannda) adlı eserinde yer alır.
Upton'ın da
belirttiği gibi, Epiktetos hikâyeyi hafızasından alıntılamaktadır.
Diogenes
^tertus, Sotates’in zinıdanda bir zafer ş^arkısı yediğini beldir ve şarlorun
Apollon ile Artemis'e itlıafen yazılmış olan ilk mısrasmı verir.
Kehanetler eski
dinlerin önemli bir parçasıydı ve Epiktetos'un da söylediği gibi, insan-lann
birçok görevi ihmal etmesine yol açardı.
',
Dilbilgisi
hakkında görüş bildiren biri, birçok kişinin fikir sahibi olduğu bir konuda
görüş bildirmiş olur. Kehanetler ve gelecek hakkında görüş bildiren biri ise
hiçbirimizin hiçbir şey bilmediği bir konuda görüş bildirmiş olur. Öyleyse,
birisi bilinmeyen konularda bilgi veriyormuş gibi davranıyorsa, ona bilinen
konular hakkındaki görüşlerini sorabilir ve böylece nasıl bir insan olduğunu
öğrenebiliriz.
Gratilla,
Domitianus tarafından İtalya’dan ve Roma'dan sürülen soylu bir kadındı. Pliny,
Epp. iii. ll.
Fidias'ın
Athena heykeli, Atina Akrapolisi'nde, Panhenon'da yer alan, altın ve fildişi
kaplamalı devasa bir heykeldi (Pausanias, i. 24). Zafer figürü, madeni
paralarda da sık sık gördüğümüz gibi, tannçanın elindeydi.
Olympia’daki
büyük heykel Fidias'ın eseriydi (Pausanias, v. I 1). Altın ve fildişinden
yapılmış devasa bir heykeldi ve sağ elinde ^fer sembolü vardı.
Marul önemsiz
şeylere bir örnek olarak verilmiştir. Koltuk ise muhtemelen makam anlamına
gelmektedir.
Diogenes
Laertius'un (Zeno, vii.) eserinde, Antigonos tarafından Zenon'a yazılmış bir
mektup ve Zenon'un cevabı bulunmaktadır. Simplicius, Antigonos'un Suriye Kralı
olduğunu varsayar ama Upton onun Makedonya Kralı Antigonos Gonatas olduğunu
belirtir.
Büyük şehirden
kasıt dünyadır.
Plutarkhos'un,
Theseus'un hayatında anlattığı kadanyla, Procrustes ve Sciron, Attika'nın
başına bela olan ve Theseus Parafından öldürülen iki hayduttu.
Epiktetos'un
bahsettiği bu konuşmacı, Sakız Adası ^tarihçisi Theopompus ile aynı kişi gibi
görünmektir.
^Arzulananlar
ve sakınılanlar konusu.
Euripides'in
Medea adlı eserinde Medea'nın söyledikleri bu anlama gelir. Epiktetos şairin
kendi kelimelerini kullanmamıştır.
Epiktetos
birbirlerinin yazılanna iltifat eden kişilerle dalga geçmektedir.
Herkül'ün spor
müsabakalanna katıldığı ve birinci geldiği söylenir. Hem güreşte hem de boksta
galibiyet elde edenler ondan sonra ikinci veya üçüncü sırayı alırlardı.
Diodorus
Cronus, Ptolemaios Soter zamanında İskenderiye'de yaşamıştır. Megara okuluna
mensuptur ve seçkin bir mantıkçıdır.
Eğer bu üçünden
ikisini kabul edersen, üçüncüyle çelişki arz eder ve onu ortadan kaldırır.
Peripatetikler
mutlu bir yaşama katkıda bulunan birçok şeyin iyi olduğunu kabul ederlerdi ama
yine de en ufak bir zihinsel kusursuzluğun diğer her şeyden üstün olduğunu
iddia ederlerdi. (Cicero, De Fin. v. 5. 31.)
Epiktetos M.Ö.
480 yılında Thennopylae'de Serhas ve ordusuna karşı savaşan Spar-taklan
kastetmektedir.
Serhas Atina'ya
doğru ilerlerken Atinalılar şehri terk ettiler ve MÖ. 480 yılında gerçekleşen
Salamis Savaşı başlamadan araçlarına binip aynldılar. (Bkz. Cicero, De
Officiis, iii. 11.)
Epiktetos
burada hiçbir şey bilemeyeceğimizi söyleyen akademisyenlere saldınyor.
İlk mısra
Euripides'in Alcestis eserindendir, v. 691. İkinci mısra ise Euripides'in
eserinde yer almaz.
Euripides'in
Phoenissae adlı eserinden, v. 723.
Büyük İskender
bunu Hefaistion öldüğünde buyurmuştur. ^manos, İskender'in Seferi, vii. 14.
AtinalIların
Spartalılar ile ihtilafları Peloponez Savaşı'nın hikayesinde yer alır.
(Thucydides, i. 1). Yüce kralın, yani Pers Kralı'nın ihtilafı Herodot
tarafından ele alınmıştır (i. 1 ). Makedonyalıların Persliler ile ihtilafı ise
Amanos'un İskender 'in Seferi adlı eserinde işlenmiştir. Romalılar Trajan
döneminde Getae ile savaştaydı ve Epiktetos'un o dönemde hayatta olduğunu
varsayabiliriz.
Bir kolye için
kocasına ihanet eden Eriphyle'nin hikayesi.
Bu kitap,
Cicero'nun (Tuscul. iii. 18) Epikür'ün bütün öğretilerini içerdiğini söylediği
kitap gibi görünmektedir.
Bu, Epikür'ün
büyük acılar içinde ölürken yazdığı bir mektupta geçer (Diog. Laeıl. x. 22);
Cicero (De Fin. ii. c. 30) bu mektuptan alıntı yapmıştır.
Dizelerin
gerisi Encheiridion'da alıntılanmıştır, s. 52.
Polemon'un
bikâyesi Diogenes Laertius tarafından ele alınmıştır. Polemon sefahat düşkünü
bir gençti. Bir gün Senokrates'in ders verdiği yerin önünden geçerken, sarhoş
arkadaşlarıyla birlikte okula girdi ama mükemmel bir öğretmen olan
Senokrates'in sözlerinden o kadar etkilendi ki bambaşka birine dönüştü ve
sonunda okulda Senokrates'in yerini aldı.
Laios çocuk
yapma konusunda Delphi kahinine başvurdu. Kahin ona çocuk yapmamasını ve hatta
yapsa bile terk etmesini söyledi. Laios aptallık ederek tannya iki konuda da
itaatsizlik etti ve hem çocuk yapıp hem de onlan yetiştirdi. Oğlu Oedipus'u
terk etti aslında ama çocuk kurtanldı ve Laios'u öldürdü.
Odysseia’da
Zeus'un Aegisthus'tan bahsettiği kısımdan.
(Orta p^makla
birini işaret etmek çok büyük bir hakaretti.
Crinis,
Diogenes Laertius tarafından bahsedilen Stoacı bir filozoftu. Gerçek bir
filozof olmadığını ve korkudan öldüğünü varsayabiliriz.
Maximus, Trajan
tarafından Parthialılara karşı bir sefer düzenlemekle görevlendirildi ve bu
seferde hayatını kaybetti. Cassiope, Epirus'ta bulunan, denize yakın bir
şehirdir. Pandosia ile Epiktetos'un yaşadığı Nikopolis arasında yer alır.
BİR DAVA İÇİN
ROMA’YA GİDEN SÖYLEVCİYE
Konumuyla
ilgili bir dava için Roma’ya gitmekte olan biri Epiktetos’u görmeye geldi.
Epiktetos Roma’ya gitmesinin nedenini öğrenmek istedi ve adam onu yanıtladıktan
sonra konuyla ilgili ne düşündüğünü sordu. Epiktetos şunları söyledi: Eğer
Roma’da ne yapacağını, başarılı mı yoksa başarısız mı olacağını soruyorsan, bu
konuda hiçbir şey söyleyemem. Ancak, durumu nasıl idare edeceğini soruyorsan,
buna yanıt verebilirim. Eğer doğru fikirlere sahipsen, iyi idare edersin. Eğer
yanlış fikirlere sahipsen, iyi idare edemezsin. Çünkü herkes kendi görüşleri
doğrultusunda hareket eder. Sen neden Knossosluların valisi olmak istedin?
Görüşlerin nedeniyle. Şimdi neden Roma’ya gidiyorsun? Görüşlerin nedeniyle.
Üstelik kış vakti tehlikeli ve masraflı bir yolculuğa çıkıyorsun. "Gitmek
zorundayım.” Bunu sana söyleyen ne? Görüşlerin. Bütün davranışların sebebi
görüşlerse ve insan kötü görüşlere sahipse, sebep nasılsa, sonuç da öyle olur.
Hem sen hem de karşındaki kişi sağlam görüşlere mi sahip? Aranızda ne fark var?
Sen karşındakinden daha sağlam görüşlere mi sahipsin? Neden? Öyle düşündüğün
için. O da kendi görüşlerinin daha iyi olduğunu düşünüyor; deliler de
genellikle öyle düşünür. Bu, kötü bir kriter. Bana görüşlerini sorgulama
zahmetine girdiğini göster. Knossosluların valisi olmak için Roma’ya yelken
açıyorsun; zaten sahip olduğun unvanlarla evinde kalmak seni memnun etmiyor ve
daha fazlasını istiyorsun. Peki, kendi görüşlerini incelemek ve - varsa - kötü
görüşlerinden arınmak için yolculuğa çıktın mı hiç? Bu amaçla başvurduğun biri
oldu mu? Buna zaman ayırdın mı? Ne zaman? Eğer benden utanıyorsan, içinden
düşün. Küçüklüğünde kendi görüşlerini inceledin mi hiç? Genç bir delikanlı olup
da söylevcilerin arasına katıldığında, hangi konularda eksiklerin olduğunu
düşündün? Kamu hayatına katılıp kendi görüşlerini savunmaya ve itibar kazanmaya
başladığında, kimleri kendine denk gördün? Görüşlerini inceleyen ve kötü bulan
birine boyun eğdin mi hiç? Sana ne dememi istiyorsun bu durumda? "Bana bu
konuda yardımcı ol.” Bu konu için bir teoremim yok. Bana bir filozofa gelir
gibi değil de pazarcıya veya kunduracıya gelir gibi geldiğine göre, senin de
yok. Filozofların ne için teoremleri vardır? Ne olursa olsun, zihnimizi doğayla
uyumlu kılmaya devam edebilmemiz için. Sence bu önemsiz bir şey mi?
"Hayır, çok önemli bir şey.” O zaman? Kısa sürede elde edilebilecek bir
şey mi? Geçip giderken özümseyebileceğin bir şey mi? Özümseyebiliyorsan özümse.
Bu durumda, "Epiktetos’u bir heykeli görmüş gibi gördüm,” dersin. Çünkü
beni gördün ama hepsi bu. Bir insanla insan gibi tanışmak için fikirlerini
öğrenmek ve karşılığında kendi fikirlerini açıklamak gerekir. Benim fikirlerimi
öğren. Bana kendi fikirlerini göster. İşte o zaman beni ziyaret ettiğini
söyleyebilirsin. Birbirimizi inceleyelim. Eğer kötü bir fikre sahipsem, beni bu
fikirden caydır. Eğer sen kötü bir fikre sahipsen, bunu ortaya koy. Bir
filozofla görüşmenin anlamı budur. Gelgelelim sen, "Ben gelip geçerken
uğradım,” diyorsun. "Gemi bulurken, Epiktetos’u da göreyim dedim. Bakalım o
ne diyecek?” Sonra da gidip şöyle diyeceksin; "Epiktetos hiçbir şey
bilmiyormuş. Dilbilgisi hataları yaptı ve barbar gibi konuştu.” Yoksa neden
yargıç gibi gelesin? Birisi çıkıp şunları diyebilir: "Eğer ben de senin
gibi bu meselelerle ilgileneceksem, toprağım olmamalı, çünkü senin yok. Gümüş
kaplarım olmamalı, çünkü senin yok. İyi hayvanlarım olmamalı, çünkü senin yok.”
Buna karşılık şunu söylemek yeterli olur belki; benim böyle şeylere ihtiyacım
yok. Eğer çok fazla şeye sahip olursan, başkalarına ihtiyaç duyarsın. İstesen
de istemesen de benden daha yoksulsun. Bana ne gerek? Sende olmayan şey. Yani,
doğayla uyumlu ve kaygılardan arınmış sağlam bir zihin. Beni kollayan biri
olmuş veya olmamış bana ne? Oysa bu senin için önemli. Ben senden daha
zenginim. İmparatorun benim hakkımda ne düşüneceğini önemsemiyorum, dolayısıyla
da hiç kimseyi göklere çıkarmıyorum. Altınların veya gümüşlerin yerine buna
sahibim. Senin altından kap kacakların var ama söylevlerin, görüşlerin, kabul
ettiklerin, hareketlerin ve arzuların topraktan. Eğer ben bunları doğayla
uyumlu kılabil-diysem, neden mantık üzerinde çalışmayayım? Zamanım bol.
Dikkatim dağınık değil. Dikkatim dağınık olmadığına göre ne yapmalıyım? Bundan
daha uygun ne olabilir ki? Sen yapacak bir şey bulamadığında rahatsız oluyor,
ya tiyatroya gidiyor ya da boş boş geziyorsun. Bir filozof neden mantığını
geliştirmeye çalışmasın? Sen kristal kaplarla ilgileniyorsun, ben yalan adı
verilen uslamlamayla. Sen kakmalı kaplada ilgileniyorsun, ben yadsıma adı
verilen uslamlamayla. Sana sahip olduğun her şey küçük geliyor. Bana sahip
olduğum her şey büyük. Senin arzuların doymak bilmiyor. Ben halimden memnunum.
Dar boyunlu toprak bir kaptan incir ve fı stık almaya çalışan çocukların başına
şöyle bir şey gelir. Eğer ellerini doldurudarsa, kaptan çıkaramazlar ve
ağlamaya başlarlar. Elindeki birkaç şeyi bırakırsan, bir şeyleri çıkarmayı
başarırsın. Arzular için de aynısı geçerlidir. Çok fazla şey arzulamazsan,
istediklerine sahip olursun.
X. BÖLÜM
HASTALIĞA NASIL YAKLAŞMALIYIZ?
Bir fikre
ihtiyaç doğduğunda, o fikri hazırda bulunduruyor olmamız gerekir. Kahvaltı söz
konusu olduğunda kahvaltıyla ilgili fikirleri, yıkanmak söz konusu olduğunda
yıkanmayla ilgili fikirleri, uyumak söz konusu olduğunda da uyumakla ilgili
fikirleri.
O gün bütün
yaptıklarını gözden geçirmeden Uyku girmesin kapanan gözlerine
Neler eksik
kaldı, neleri yaptın, neleri yapmadın Hepsini baştan sona inceledikten sonra
Yanlışlarını kına ve doğrularına sevin.1 2
Bu dizeleri,
‘Paean Apollon’W7 diye
haykırırcasına yüksek sesle okumak için değil, kullanmak için aklımızda
tutmamız gerekir. Ateşimiz çıktığında da ateşle ilgili fikirlerimizi hazırda
bulunduruyor olmamız ve ateşimiz çıktığı anda her şeyi unutmamamız gerekir.
Ateşi çıkan biri şunları söyleyebilir: "Bir daha felsefeyle uğraşırsam
beni ipte sallandırsınlar. Önce bedenime bakmalıyım ki bir daha ateşim
çıkmasın.” Peki ama felsefeyle uğraşmak nedir? Olabileceklere karşı hazırlanmak
değil midir?
Şunun gibi bir
şey söylediğinin farkında değil misin? "Eğer kendimi olacaklara sabırla
katlanmak için hazırlarsam, beni ipte sallandırsınlar.” Bu, insanın birkaç
darbe aldığı için boksu bırakmasına benzer. Boksta vazgeçmek ve darbe almamak
elimizdedir. Ancak, diğer meselede felsefeden vazgeçersek ne elde etmiş oluruz?
İnsan ıstıraplı durumlarda ne demelidir? "Ben bunun için kendimi eğittim.
Bunun için kendimi hazırladım.” Tanrı sana diyor ki, "Kendine gerektiği
gibi baktığını kanıda bana. Gerektiği gibi yediğini, gerektiği gibi egzersiz
yaptığını ve uzmanların sözünü dinlediğini kanıda.” Vakit geldiğinde zayıflık
mı göstereceksin? Şimdi hastalık zamanı. Hastalığa dayanmayı bil. Şimdi
susuzluk zamanı. Susuzluğa dayanmayı bil. Şimdi açlık zamanı. Açlığa dayanmayı
bil. Bunlar senin elinde değil mi? Seni kim engelleyebilir? Hekim su içmeni
engelleyebilir ama susuzluğa dayanmanı engelleyemez; yemek yemeni
engelleyebilir ama açlığa dayanmanı engelleyemez.
"Ama
felsefi çalışmalarımla ilgilenemiyorum.” Bu çalışmaları neden yapıyorsun? Mutlu
olmak, sebatlı olmak ve doğaya uygun yaşamak için yapmıyor musun? Ateşin
çıktığında, zihninin doğayla uyumlu olmasını ne engelleyebilir? Çalışmalarının
kanıtı ve filozofun sınavı budur işte. Çünkü hastalık da yürümek, yelken açmak
ve yolculuğa çıkmak gibi hayatın bir parçasıdır. Yürürken kitap okur musun?
Hayır. Ateşin çıktığında da okumazsın. Ancak, iyi yürüyorsan, yürüyen bir
insanın sahip olabileceklerine sahipsindir. Hastalığa iyi dayanıyorsan, hasta
bir insanın sahip olabileceklerine sahipsindir. Hastalığa iyi dayanmak nedir?
Tanrı’yı ve insanları suçlamamak, olanlardan sarsılmamak, ölümü asaletle
karşılamak ve yapılması gerekenleri yapmaktır. Hekim geldiğinde, söylediklerinden
korkma. "İyi durumdasın,” derse fazla sevinme. Sana yararlı ne söyledi ki?
Sağlığın yerindeyken, bunun sana bir yararı var mıydı? "Kötü durumdasın,”
derse de umutsuzluğa kapılma. Hasta olmak nedir? Ruhun ve bedenin ayrılmasına
yakın olmak değil midir? Bunun ne zararı var? Eğer buna şimdi yakın değilsen,
eninde sonunda olmayacak mısın? Sen öldüğünde dünya altüst mü olacak? Öyleyse,
hekimi neden göklere çıkarıyorsun? Neden "Lütfederseniz iyi olacağım,”
diyorsun? Hekime neden kaşlarını kaldırma (kibirli davranma) fırsatı
veriyorsun? Hekime de ayağının ölçüsünü alan kunduracıya veya evini inşa eden
marangoza verdiğin değeri vermen gerekmez mi? Nihayetinde hekim de sana ait
olmayan fani bedeninle ilgilenmez mi? Hasta olan insanın böyle davranma fırsatı
vardır ve eğer böyle davranırsa, kendisine ait olanları korur. Çünkü filozofun
görevi dış etkenlerle, şarapla, yağla veya bedenle değil, kendi zihniyle
ilgilenmektir. Peki, dış etkenlerle ne kadar ilgilenmelidir? İhmalkar olmayacak
kadar. O zaman korkuya ne gerek kalır? Öfkeye, başkalarına ait şeylerden ve
hiçbir değeri olmayan şeylerden korkmaya ne gerek kalır? Şu iki prensibi her
zaman hazırda bulundurmamız gerekir: İrade dışında hiçbir şey iyi veya kötü
değildir ve olaylara öncülük etmemiz değil uymamız gerekir. "Kardeşimin
bana öyle davranmaması gerekirdi.” Evet ama bu onu ilgilendirir. O nasıl
davranırsa davransın, ben gerektiği gibi davranacağım. Çünkü beni ilgilendiren
budur. Başkasına ait olanı hiç kimse engelleyemez ama ben bunu engelleyebilirim.
Xl. BÖLÜM
BELİRLİ MESELELER
İlahi kanunlara
karşı gelenleri bekleyen belirli cezalar vardır. İrademize bağlı şeylerden
başka şeylerin iyi olduğuna inananlar kıskanmaya, arzulamaya, birilerini
göklere çıkarmaya ve huzursuzluğa kapılmaya mahkûmdur. İrademize bağlı
şeylerden başka şeylerin kötü olduğuna inananlar ağlamaya, sızlanmaya ve mutsuz
olmaya mahkûmdur. Ancak, cezalar bu kadar ağır olsa da bundan vazgeçemeyiz.
Şairin3
yabancı hakkında söylediklerini unutma:
Kötü olsa bile
kötü davranamam bir yabancıya.
Bir baba için
de aynısı söylenebilir. Kötü olsa bile saygısızlık edemem bir babaya, çünkü
Zeus hepimizin babasıdır. Kardeş için de aynısı söylenebilir, çünkü hepimiz
Zeus’tan geliriz. Hayattaki bütün ilişkilerimizin başında Zeus vardır.
xn. BÖLÜM
EGZERSİZE DAİR
Egzersizler
doğaya aykırı unsurlar içermemeli ve hayranlık uyandırmak amacıyla
yapılmamalıdır. Yoksa kendimizi filozof olarak adlandıran bizlerin de
hakkabazlardan bir farkı kalmaz. İp üzerinde yürümek zordur; sadece zor değil,
tehlikelidir de. Bu nedenle ip üzerinde yürüme, palmiye ağacına tırmanma ya da
heykelleri kucaklama alıştırmaları mı yapmamız gerekir? Katiyen. Zor ve
tehlikeli olan her şey alıştırma yapmaya uygun değildir. Ancak, bize
sunulanları geliştirmek için alıştırmalar yapmak uygundur. Peki, alıştırma
yapmamız için bize sunulan nedir? Arzuladıklarımızı ve sakındıklarımızı
kısıtlamalardan arındırarak yaşamak. Peki, bu ne anlama gelir?
Arzuladıklarımızdan hayal kırıklığına uğramamak ve kaçınmak istediklerimizin
pençesine düşmemek. Bu doğrultuda alıştırmalar yapmalıyız. Devamlı alıştırma
yapmadan arzuladıklarımızdan hayal kırıklığına uğramamak ve kaçındıklarımızın
pençesine düşmemek mümkün olmadığı için şunu bilmeniz gerekir: Eğer
arzuladıklarınızın ve sakındıklarınızın, iradenizin gücü dahilinde olmayan
unsurlara yönelmesine göz yumarsanız, arzuladıklarınızı ve sakındıklarınızı
kısıtlamalardan arındıramazsınız. Güçlü alışkanlıklar baskın çıktığı için ve
hem arzuladıklarımızı hem de sakındıklarımızı irademizin gücü dahilinde olmayan
unsurlara yöneltmeye alışık olduğumuz için, karşı alışkanlıklar edinerek bu
alışkanlığa direnmemiz gerekir. Kaygan izlenimlere egzersiz alışkanlığıyla
direniriz.
Hazza fazla mı
yatkınım? Egzersiz olsun diye bunun zıddına fazla yatkınlık gösteririm. Acıdan
mı sakınıyorum? Bundan sakınmaktan kurtulmak için egzersiz yaparım. Çünkü
egzersiz yapan kişi kimdir? Arzusunu kullanmamak ve sadece iradesinin gücü
dahilindeki şeylerden sakınmak gibi üstesinden gelinmesi zor konularda
alıştırma yapan kişidir. Belirli insanların belirli konularda daha fazla
alıştırma yapması gerekirken, başka insanların da başka konularda daha fazla
alıştırma yapması gerekir. Öyleyse, palmiye ağacına tırmanmak ya da çadır, harç
ve havaneli taşımak bu amaca uygun mudur? Eğer asabi bir insansan, hakarete
uğradığında sabretmek için ve bir saygısızlıkla karşılaştığında sinirlenmemek
için çalış. O zaman öyle büyük bir ilerleme kaydedersin ki birisi sana
vurduğunda bile, "Bir heykeli kucakladığını düşün,” dersin. Ardından
şarabın dozunu kaçırmamak için çalış, çünkü bu konuda da ahmaklık edenler var.
Önce şaraptan, güzel kızlardan ve tatlılardan uzak dur. Sonra, uygun bir
zamanda kendini sınamak amacıyla arenaya çıkarsın ve izlenimlerin seni alt
etmeye devam edip etmediğine bakarsın. Ancak başlangıçta senden daha güçlü
şeylerden uzak dur. Güzel bir genç kızla felsefeye yeni başlayan bir kişi
arasındaki yarış dengeli değildir. Deyişte de belirtildiği gibi, toprak
testiyle taş uyuşmaz.
Arzuladıklarımız
ve sakındıklarımızdan sonra hareketlerimizi içeren ikinci konu gelir; bu konu
mantığımızı dinlememizle, görgü kurallarına aykırı ve yersiz hiçbir davranışta
bulunmamamızla ilgilidir. Üçüncü konu ise kabul ettiklerimizle ilgilidir ki bu
da ikna edici ve cezbedici şeylerle bağlantılıdır. Çünkü Sokrates’in de dediği
gibi incelenmemiş bir hayat yaşamamamız gerekir. Dolayısıyla, bir izlenimi
incelemeden kabul etmemeli ve şöyle demeliyiz: "Dur bakalım, önce ne
olduğuna ve nereden geldiğine bakayım.” Tıpkı, "Bana geçiş iznini göster,”
diyen bir gece nöbetçisi gibi. Doğadan, kabul edeceğin izlenimin sahip olması
gereken işareti aldın mı? Beden egzersizleri yapanlar da arzuladıklarımıza ve
sakındıklarımıza yöneliyorlarsa, doğru egzersizler yapıyor olabilirler ama
gösteriş için egzersiz yapıyorlarsa, bu onların dış etkenlere yöneldiklerini,
başka şeyler peşinde olduklarını ve "Ne güçlü adam,” diyecek izleyiciler
aradıklarını gösterir. Apollonius bu konuda iyi konuşmuştur; "Kendini geliştirmek
için egzersiz yapıyorsan ve sıcaktan dolayı susadıysan, ağzına soğuk su alıp
tükür ve hiç kimseye söyleme.”
XID. BÖLÜM
YALNIZLIK NEDİR VE YALNIZ İNSAN NASIL BİR İNSANDIR?
Yalnızlık,
çaresiz insana özgü bir durumdur. Çünkü insanın tek başına olması yalnız olduğu
anlamına gelmediği gibi, kalabalık içinde olması da yalnız olmadığı anlamına
gelmez. Kardeşimizi, çocuğumuzu veya destek almaya alışık olduğumuz bir
dostumuzu kaybedince, Roma’da büyük kalabalıklar arasında olsak da veya çok
sayıda köleye sahip olsak da yalnız kaldığımızı söyleriz. Yalnız insanın
çaresiz olduğu ve kendisine zarar vermek isteyenlere karşı korumasız olduğu
düşünülür. Bu nedenle özellikle seyahat ederken soyguncuların arasına
düştüğümüzde yalnız olduğumuzu söyleriz, çünkü yalnızlığımızı gideren, herhangi
bir insan görmek değil, sadık, alçakgönüllü ve yardımsever bir insan görmektir.
Eğer tek başına olmak yalnızlık için yeterli olsaydı, Zeus’un da büyük yangında
yalnız olduğu ve "Ne Hera var, ne Athena, ne de Apollon. Ne kardeşim var,
ne oğlum, ne de torunum. Öyle mutsuzum ki,” diye dövündüğü söylenebilirdi.
Büyük yangında tek başına olduğunda bunu yaptığını söyleyenler de vardır. Bu
insanlar doğal bir ilkeden, yani insanın doğuştan gelen karşılıklı sevgi ve
toplum arzusundan, insanlar arasındaki sohbetin verdiği hazdan yola çıktıkları
için, insanın tek başına hayatını nasıl geçirdiğini anlayamamaktadır. Ne var ki
insan tek başına olmaya, kendi kendine yetmeye ve kendi kendinin yoldaşı olmaya
da hazır olmalıdır. Nasıl ki Zeus kendi başına huzurluysa, yarattıklarını
düşünüyor ve kendine özgü düşüncelere dalıyorsa, biz de kendimizle konuşmayı,
başkalarının eksikliğini hissetmemeyi, oyalanacak şeyler bulmayı, ilahi
kanunları ve kendimizle diğer şeyler arasındaki ilişkileri gözlemlemeyi,
olanlardan eskiden nasıl etkilendiğimizi ve şimdi nasıl etkilendiğimizi
sorgulamayı, bize acı vermeye devam eden şeyleri saptamayı, bunları nasıl
iyileştireceğimizi bulmayı, geliştirmemiz gereken şeyler varsa, bunları mantığa
uygun olarak geliştirmeyi başa-rabilmeliyiz.
İmparator bize
büyük bir barış ortamı sağlamış gibi görünüyor. Artık düşmanlar, savaşlar,
büyük hırsız ve korsan çeteleri kalmadığı için, günün her saati seyahat
edebiliyor ve doğudan batıya yelken açabiliyoruz. Peki, İmparator bizi
hastalıklardan, gemi kazalarından, yangınlardan, depremlerden ve şimşeklerden
koruyabilir mi? Peki ya aşktan koruyabilir mi? Koruyamaz. Acıdan? Koruyamaz.
Kıskançlıktan? Koruyamaz. Kısacası, İmparator bizi bu tür şeylerden koruyamaz.
Ancak, filozofların öğretileri bizi bunlardan bile korumayı vadeder. Felsefe
bize ne der? Eğer benimle ilgilenirsen, nerede olursan ol ve ne yapıyor olursan
ol, acı, öfke, baskı ve kısıtlama hissetmeyeceksin; kaygılardan arınmış özgür
bir hayat sürdüreceksin. İnsan İmparator’dan değil de (çünkü o bunu nasıl
sağlasın?) mantık aracılığıyla Tanrı’dan gelen böyle bir huzura sahipse, tek
başına olduğunda da halinden hoşnut olmaz mı? Çünkü o zaman şunları görecek ve
söyleyecektir: "Başıma hiçbir kötülük gelemez. Benim için ne hırsız var,
ne de deprem. Her şey huzur dolu ve sakin. Bütün yollar, şehirler, görüşmeler,
komşular ve yoldaşlar zararsız. Birisi bana yemek sağlıyor, bir başkası giysi,
bir başkası da fikir alışverişi.” Eğer gerekenler sağlanmaz ve Tanrı geri
çekilme işaretini verirse de kapıyı açar ve “Git,” der. Nereye? Korkunç bir
yere değil, geldiğin yere; dostlarına, soydaşlarına ve elementlere. İçinde
ateşe dair ne varsa ateşe, toprağa dair ne varsa toprağa, havaya dair ne varsa
havaya, suya dair ne varsa suya gider. Ne Hades, ne Acheron, ne Cocytus ne de
Pyriphlegethon ama hepsi Tanrılar ve Şeytanlarla doludur. İnsan, düşüneceği
böyle şeyler varken, güneşe, aya ve yıldızlara bakarken, denizin ve toprağın
tadını çıkarırken, yalnız da değildir, çaresiz de. “Ya birisi beni yalnızken
gafil avlayıp öldürürse?” Ey ahmak, seni değil, bedenini öldürebilir ancak.
O zaman geriye
ne gibi bir yalnızlık kalır? Ne eksik kalır? Neden çocuklar kadar olamıyoruz?
Çocuklar yalnız kaldıklarında ne yaparlar? Deniz kabuklarından ve dallardan bir
şeyler inşa eder, sonra onları yıkıp yeni şeyler inşa ederler, dolayısıyla
oyalanacak şeyleri hiç eksik olmaz. Öyleyse, sen uzaklara yelken açtığında
yalnız kalacağım için oturup ağlamalı mıyım? Benim deniz kabuklarım ve dallarım
yok mu? Çocuklar yaptıklarını bilgi eksikliğinden dolayı yaparlar, biz ise
bilgilerimizden dolayı mutsuzuz.
Bütün büyük
güçler (yetiler) yeni başlayanlar için tehlikelidir. Bunları kaldırabildiğin
kadar ve doğaya uygun olarak kaldırmalısın. Bazen sağlıksız bir insan olarak
yaşa ki bazen de sağlıklı bir insan olarak yaşayabilesin. Yemekten uzak dur, su
iç, zaman zaman arzularından tamamen uzak dur ki bir gün arzuların mantığına
uygun olsun. Eğer mantığına uygun olursa ve içinde iyilik varsa, arzuların da
iyi olacaktır. “Ama biz hemen bilge insanlar gibi yaşamak ve insanlara faydalı
olmak istiyoruz.” Nasıl faydalı olacaksınız? Ne yapacaksınız? Kendinize bir
faydanız var mı? İnsanları yüreklendirmek mi istiyorsunuz? Yüreklendirin!
Onlara faydalı olmak mı istiyorsunuz? Felsefenin nasıl bir insan meydana
getirdiğini göstererek onlara örnek olun ve boş konuşmayın. Yemek yerken,
sizinle birlikte yiyenlere faydalı olun. İçerken, sizinle birlikte içenlere
faydalı olun. İnsanlara uyum sağlayarak, öncelik tanıyarak, sabır göstererek
faydalı olun ve onlara zehir saçmayın.
XIV. BÖLÜM
BELİRLİ MESELELER
Nasıl ki kötü oyuncular
tek başlarına şarkı söyleyemez ve ancak başkalarının eşliğinde şarkı
söyleyebilirlerse, bazı insanlar da tek başlarına dolaşamazlar. Eğer biraz
karakterin varsa, tek başına dolaş ve kendi kendine konuş; koronun arasına
saklanmaktan vazgeç. Biraz kafanı kaldır, etrafına bak ve çevren-dekileri
incele ki kim olduğunu bulabilesin.
Eğer bir insan
sadece su içiyor ya da disiplin adına başka herhangi bir şey yapıyorsa, bunu
her fırsatta herkese söyler: "Sadece su içiyorum.” Bunun için mi su
içiyorsun? Su içmek sana iyi geliyorsa iç ama eğer gelmiyorsa, saçma
davranıyorsun. Su içmek sana iyi geliyorsa ve içiyorsan, bundan
hoşlan-mayanlara bu konuda hiçbir şey söyleme. Neden söylüyorsun ki? O
insanları memnun etmek mi istiyorsun?
Bazı şeyler
nihai bir amaç doğrultusunda, bazı şeyler duruma göre, bazı şeyler başkalarına
uyum sağlamak amacıyla, bazı şeyler de belirli bir hayat düzenine göre yapılır.
İnsanı iki
şeyden arındırmak gerekir; kibir ve güvensizlik. Kibir, hiçbir eksiğin olmadığı
fikrine dayanır. Güvensizlik ise etrafında bu kadar çok koşul varken mutlu
olamayacağın fikrine dayanır. Kibir çürütme yoluyla giderilir. Sokrates bunu
uygulayan ilk kişiydi. Bir şeyin imkansız olmadığını görmek için, ara ve
sorgula. Bu arayış sana hiçbir zarar vermez. Felsefeyle uğraşmak bir bakıma
arzuladıklarımızı ve sakındıklarımızı engellerden nasıl arındıracağımızı
sorgulamaktır.
Birisi,
"Ben senden üstünüm çünkü benim babam konsül,” der. Diğeri, "Ben
kürsüye çıktım ama sen çıkmadın,” der. Eğer at olsaydık, "Benim babam daha
hızlı. Benim bir sürü arpam ve samanım var,” mı diyecektin? Bu durumda ben de
sana, "Öyle olsun. O zaman koşalım bakalım,” mı diyecektim? Peki,
atlardaki koşu yarışı gibi, insanlarda da hangisinin daha üstün olduğunu
belirleyen şeyler yok mu? Alçakgönüllülük, sadakat ve adalet yok mu? Bunlarda
üstün olduğunu kanıda ki insan olarak üstün olduğunu bilelim. Eğer bana
tekmelerinin çok sert olduğunu söylersen, bir eşeğin hareketleriyle övünüyorsun
derim.
XV. BÖLÜM HER
ŞEYE DİKKATLİ YAKLAŞMAMIZ GEREKTİĞİNE DAİR
Her hareketinde
mutlaka öncesinde ve sonrasında gelenleri düşün ve öyle harekete geç. Çünkü
eğer düşünmezsen, başlangıçta hevesli olursun ama birtakım koşullarla
karşılaşınca, başladığın şeyden vazgeçersin. "Olimpiyat Oyunları’nda galip
gelmek istiyorum." Ben de isterim; ne de olsa bu çok güzel bir şey. Ancak,
öncelikle bunun içerdiklerini düşün ve sonrasında, eğer senin için iyi
olacaksa, böyle bir uğraşı üstlen. Kurallara göre hareket etmek, sıkı bir
perhiz uygulamak, nefis yiyeceklerden uzak durmak, sıcak ve soğuk havada
aksatmadan egzersiz yapmak zorunda kalacaksın. İstediğinde soğuk su ve şarap
içemeyeceksin. Kısacası, kendini hekimine emanet ettiğin gibi antrenörüne
emanet edeceksin. Yarış sırasında her tarafını kum kaplayacak, belki kolun
çıkacak veya bileğin burkulacak, toz yutacaksın, kırbaçlanacaksın ve bütün
bunlara katlandıktan sonra bazen de mağlup olacaksın. Eğer bütün bunları hesaba
kattıktan sonra hâlâ böyle bir eğilimin varsa, spor çalışmalarına başla. Eğer
bunları hesaba katmazsan, bir gün güreşçilik, bir gün gladyatörcülük oynayan,
bir gün trompet çalan, bir gün trajedi canlandıran, kısacası, görüp de hayran
olduğu şeyleri taklit eden çocuklardan bir farkın kalmaz. Sen de çocuklar gibi
bir gün güreşçi, bir gün gladyatör, bir gün filozof, bir gün söylevci olursun
ama ruhunu bütünüyle hiçbirine adayamaz-sın. Maymun gibi, gördüğün her şeyi
taklit edersin ve bir an o hoşuna giderken, bir an bu hoşuna gider ama
alıştığın şeyden sıkılırsın. Çünkü hiçbir uğraşı enine boyuna düşündükten ve
katı bir sınava tabi tuttuktan sonra üstlenmemiş, anlık bir hevesle ve
gelişigüzel üstlenmişsindir. Bazı insanlar Euphrates gibi konuşan bir filozofu
görünce filozof olmak isterler ama başka kim onun gibi konuşabilir ki?
Önce yapmayı
planladıklarını gözden geçirdikten sonra kendi yaradılışını ve nelere
katlanabileceğini de gözden geçir. Eğer bir güreşçi olmak istiyorsan,
omuzlarına, hacaklarına ve beline bak, çünkü farklı insanlar farklı uğraşlar
için yaratılmışlardır. Şu anda yaptıklarını yaparak filozof olabileceğini mi
düşünüyorsun? Şimdiki gibi yiyebileceğini, şimdiki gibi içebileceğini, keyifsiz
ve öfkeli olabileceğini mi düşünüyorsun? İzlemen, çalışman, belirli arzuların
üstesinden gelmen ve soydaşlarından ayrılman gerekecek. Kölelerin seni hor
görecek, karşılaştığın insanlar sana gülecek, yargıçların karşısında ve
mahkemelerde hep alt konumda olacaksın. Bütün bunları hesaba kattıktan sonra
uygun görüyorsan felsefeyle uğraş; karşılığında kaygılarından kurtulur, huzura
ve özgürlüğe kavuşursun. Bütün bunları hesaba katmadığın sürece felsefeyle
uğraşma. Bir gün filozofları, bir gün vergi tahsildarlarını, bir gün
söylevcileri, bir gün İmparator’un vekillerini taklit eden çocuklar gibi
davranma. Bunlar birbiriyle tutarlı değildir. Ya iyi ya da kötü olman gerekir.
Ya zihnine ya da dış etkenlere çaba harcaman gerekir. Ya içindekilere ya da
dışındakilere yönelmen gerekir; yani ya filozof olacaksın ya da sıradan biri.
Galba
öldürüldüğünde birisi Rufus’a 109
"Şimdi dünya ilahi takdir ile mi yönetiliyor yani?” diye sordu. Rufus
şöyle yanıtladı: "Ben hiç Galba’nın ölümünden yola çıkarak dünyanın ilahi
takdir ile yönetildiğine dair bir argüman öne sürdüm mü?”
109 Rufus
filozoftur. Galba, öldürülen İmparator Galba'dır. Bu pasajın bu bölüme ait
olmadığı açıktır. Lord Shaftesbury bu pasajın I I. veya 14. bölüme ya da 17.
bölümün sonuna ait olabileceğini öne sürmüştür.
XVI. BÖLÜM
İNSANLARLA İLİŞKİ KURARKEN DİKKATLİ OLMAMIZ GEREKTİĞİNE DAİR
Eğer insan
sohbet etmek için, birlikte içmek için ya da genel anlamda sosyalleşmek için
insanlarla sık sık bir araya geliyorsa, ister istemez ya onlara benzeyecek ya
da onları kendine benzetecektir. Çünkü eğer sönmüş kömürü yanan kömürün yanına
koyarsan, ya sönmüş kömür diğerini söndürür ya da yanan kömür diğerini
alevlendirir. Tehlike bu kadar büyük olduğuna göre, sıradan insanlarla ilişki
kurarken dikkatli olmamız ve ise bulanmış biriyle arkadaşlık eden kişinin
kendisinin de ise bulanmamasının mümkün olmadığını aklımızdan çıkarmamamız
gerekir. Eğer karşındaki kişi gladyatörlerden, atlardan, sporculardan veya daha
da kötüsü, ortak tanıdıklarınızdan bahsetmeye başlarsa, ne yapacaksın? "O
iyi bir insan. Şu kötü bir insan. O iyi yapmış. Şu kötü yapmış,” derse, ne
yapacaksın? Ya birini küçümser, alay konusu eder veya kötü niyet sergilerse?
İçinizde, tellere dokunur dokunmaz hangilerinin akortsuz olduğunu anlayıp da
enstrümanını hemen akort eden bir müzisyen kadar hazırlıklı olan biri var mı?
Sokrates gibi, ilişki kurduğu herkesi kendi amacına yönlendirme gücüne sahip
biri var mı? Nasıl olsun? Bu durumda, kendinizi sıradan insanların görüşlerine
kaptırmanız kaçınılmaz.
Peki, onlar
neden sizden daha güçlü? Çünkü onların gereksiz konuşmaları gerçek fikirlerine
dayanırken, sizin süslü konuşmalarınız sadece laftan ibaret; bu yüzden de zayıf
ve cansız. Öğütlerinizi ve devamlı bahsettiğiniz sefil erdemlerinizi dinlemek
mide bulandırıcı. Sıradan insanlar bu bakımdan sizden daha avantajlı, çünkü
görüşleri güçlü ve sağlam. Öyleyse, iyi düşünceler içinizde gerçekten yer
edinene ve belirli bir güce erişene dek sıradan insanlarla ilişkilerinizde
dikkatli olmanızı tavsiye ederim. Aksi takdirde, okulda öğrendiğiniz her şey,
güneşin altında eriyen mum gibi eriyecek. Düşünceleriniz mum gibi olduğu sürece
güneşten uzak durun. Filozoflar bu nedenle insanlara yurtlarını terk etmelerini
tavsiye ederler, çünkü köklü alışkanlıklar insanın dikkatini dağıtır ve yeni
alışkanlıklar kazanılmasını engeller. Ayrıca, insanların bizi gördüğünde,
"Bak, falanca bir zamanlar neydi, şimdi filozof olmuş,” demesine de
katlanamayız. Hekimler hastalıkları uzayan insanları hava değişimi için farklı
ülkelere gönderirler ve doğru da yaparlar. Siz de sahip olduklarınızdan farklı
alışkanlıklar edinin; fikirlerinizi belirleyin ve bu fikirleri uygulayın. Ne
var ki siz bunu yapmıyorsunuz. Oyunlara, gladyatör gösterilerine, egzersiz
alanlarına ve sirklere gidip geliyor ama aynı kişi olarak kalıyorsunuz. İyi bir
alışkanlık kazanmıyor, benliğinize özen ve ilgi göstermiyor, şu soruları
sormuyorsunuz: Bana sunulan izlenimleri nasıl kullanıyorum? Doğaya uygun olarak
mı yoksa doğaya aykırı olarak mı? Onlara nasıl cevap veriyorum? Gerektiği gibi
mi yoksa gerektiği gibi değil mi? İrademden bağımsız olan şeylere, beni
ilgilendirmediklerini söylüyor muyum? Eğer henüz bu durumda değilseniz ve
gerçek anlamda bir insan olmaya başlamak istiyorsanız, eski
alışkanlıklarınızdan ve sıradan insanlardan uzak durun.
XVI. BÖLÜM
İLAHİ TAKDİR ÜZERİNE
İlahi takdire
bir suçlamada bulunduğunuzda, durumu etraflıca düşünüp taşınırsanız, olanların
mantığa uygun olduğunu görürsünüz. "Evet ama adaletsiz insanlar daha
avantajlı.” Hangi konuda? "Para.” Evet, çünkü onlar insanlara övgüler
düzmekte, utanmazlıkta ve uyanıklıkta sizden daha üstün. Bunda şaşılacak ne
var? Bir de sadık ve alçakgönüllü bir insan olmak konusunda sizden daha üstün
olup olmadıklarına bakın. Öyle olmadıklarını görürsünüz. Hangi konuda daha
üstünseniz, o konuda avantajlısınızdır. Bir keresinde Philostorgus’un serveti
konusunda yakınan birine şunu sordum: "Sen Sura’yla yatmayı tercih eder
miydin?” "Asla,” diye yanıtladı. "Öyleyse, Philostorgus’un sattığı
şeyin karşılığında bir şey almasına neden bozuluyorsun? Ayrıca, bunları senin
tiksindiğin yollarla elde etmiş birinin mutlu olduğunu nasıl düşünürsün? İlahi
takdirin daha iyi şeyleri daha iyi insanlara vermesi yanlış mı? Alçakgönüllü
olmak zengin olmaktan daha iyi değil mi?” Adam bunu kabul etti. "Öyleyse,
daha iyisine sahipken neden yakınıyorsun? İnsanların daha üstün oldukları
konularda diğerlerinden daha avantajlı olmasının doğanın kanunu olduğu
gerçeğini aklından çıkarmazsan, hiçbir zaman üzülmezsin.
"Ama karım
bana kötü davranıyor. ” Birisi sana ne olduğunu sorarsa, "Karım bana kötü
davranıyor,” dersin. Dahası var mı? Yok. "Babam bana hiçbir şey vermiyor.”
Birisi sana ne olduğunu sorarsa, "Babam bana hiçbir şey vermiyor,” dersin.
Dahası var mı? Yok. Bunun kötü olduğunu söylemek, dışarıdan ilave edilen yanlış
bir yorumdur. Dolayısıyla, yoksulluktan değil, yoksulluk fikrinden kurtulmamız
gerekir; işte o zaman mutlu oluruz.
XVI. BÖLÜM
HİÇBİR HABERİN
BİZİ RAHATSIZ ETMEMESİ GEREKTİĞİNE DAİR
Seni rahatsız
edecek bir haber aldığında, şu prensibi akimdan çıkarma: Aldığın haber, senin
iradenin gücü dahilinde değil. Hiçbir insan sana kötü bir fikir edindiğini veya
kötü bir arzuya kapıldığını haber verebilir mi? Hayır. Belki birinin öldüğünü
haber verebilir. Sen bu konuda ne yapabilirsin? Birinin senin hakkında kötü
konuştuğunu haber verebilir. Sen bu konuda ne yapabilirsin? Babanın bir şeyler
planladığını haber verebilir. Kime karşı? İradene karşı mı? Bunu nasıl yapsın?
Bedenine veya mal varlığına karşı mı? O zaman güvendesin; sana karşı değil.
Yargıcın biri dine saygısızlık ettiğine hükmetti. Yargıçlar Sokrates için de
aynı kararı vermediler mi? Yargıcın böyle bir karar vermesi seni ilgilendirir
mi? Hayır. O zaman bunu neden dert ediyorsun? Babanın belirli bir görevi var ve
eğer bu görevi yerine getiremezse, baba olma özelliğini, doğuştan gelen sevgi
dolu ve şefkatli bir insan olma özelliğini yitirir. Bu sebepten başka şeyler de
yitirmesini dileme. Çünkü insan hiçbir zaman bir konuda yanlış yapıp da başka
bir konuda cezasını çekmez. Diğer yandan, öfkelenmeden sağlam ve alçakgönüllü
bir savunma yapmak da senin görevindir. Yoksa sen de alçakgönüllü ve cömert bir
oğul olma özelliğini yitirirsin. Peki ya yargıç hiçbir tehlike altında değil
mi? O da senin kadar tehlike altında. Öyleyse, vereceği karardan neden hâlâ
korkuyorsun?
Başka birinin
kötülüğü seni ne ilgilendirir? Senin hatan ancak kötü bir savunma yapmak olur;
sen sadece buna karşı tetikte ol. Mahkûrniyet kararı almak veya almamak başka
birinin elinde olduğu için, kötülük de ona aittir. Birisi seni tehdit ediyor.
Seni mi? Hayır. Seni suçluyor. Bırak kendi meselelerini nasıl ele aldığını
görsün. Seni haksız yere mahkûm edecek. O zaman ondan daha sefili yoktur.
XIX. BÖLÜM
SIRADAN BİR İNSANİN VE BİR FİLOZOFUN DURUMU NEDİR?
Sıradan bir
insan ile bir filozof arasındaki birinci fark şudur: Sıradan insan, "Vah
çocuğum vah, vah kardeşim vah, vah babam vah,” der. Filozof ise eğer olur da
“Vah,” demek zorunda kalırsa, hemen durup “Vah bana vah,” der. Çünkü
irademizden bağımsız olan hiçbir şey irademizi engelleyemez ve zedeleyemez.
Sadece irademiz kendi kendini engelleyebilir ve zedeleyebilir. Öyleyse, işler
istediğimiz gibi gitmediğinde suçu kendimizde ararsak ve endişelerimizin
sebebinin kendi fikirlerimizden başka bir şey olmadığını hatırlarsak, ilerleme
kaydetmiş oluruz. Ne var ki biz baştan beri farklı bir yolda ilerliyoruz.
Mesela çocukluğumuzda dikkatsizlikten dolayı tökezlediğimizde, bakıcımız bizi
azarlamak yerine taşı dövüyor. Taşın suçu ne? Banyodan çıkıp da hiçbir şey yemek
istemediğimizde, öğretmenimiz bizim iştahımızı kontrol etmek yerine aşçıyı
kırbaçlıyor. Sen çocuğun öğretmeni misin yoksa aşçının öğretmeni mi? Çocuğun
davranışlarını düzeltsene; onun kendini geliştirmesini sağlasana. İşte bu
yüzden büyüdüğümüzde de çocuk gibi davranıyoruz. Çünkü müzikten anlamayan biri
müzik konusunda çocuktur. Okuma bilmeyen biri öğrenim konusunda çocuktur.
Eğitilmemiş biri hayat konusunda çocuktur.
XX. BÖLÜM BÜTÜN
DIŞ ETKENLERDEN FAYDALANABİLECEĞİMİZE DAİR
İzlenimler söz
konusu olduğunda, iyinin ve kötünün dış etkenlerde değil de kendimizde olduğunu
hemen hemen herkes kabul eder. Hiç kimse gündüzü “iyi” diye, geceyi “kötü” diye
veya üçün dört olduğu fikrini “kötülüklerin en büyüğü” diye adlandırmaz. Peki, insanlar
ne söyler? Bilginin iyi, hatanın kötü olduğunu. Bu durumda yanlıştan bile iyi
bir sonuç çıkar, çünkü onun yanlış olduğu bilgisini edinmiş olursun. Bu,
hayatta da böyle olmalıdır. Sağlık iyi, hastalık kötü bir şey midir? Hayır.
Sağlıklı olmaktan doğru şekilde faydalanmak iyi, yanlış şekilde faydalanmak
kötüdür. Yani, hastalıktan bile bir fayda elde etmek mümkündür. Hatta ölümden
ve sakatlanmaktan bile fayda elde etmek mümkün değil midir? Menoeceus4
ölümden hiçbir şey kazanmadı mı? Bunu söyleyen biri Menoeceus’un kazandıklarını
kazanabilir mi? Menoeceus vatansever, sadık ve yüce gönüllü bir insan olarak
karakterini korumadı mı? Yaşamaya devam etseydi, bütün bunları kaybetmeyecek
miydi? Bunların tam zıddını kazanmayacak mıydı? Korkak, onursuz ve vatan haini
bir insan olarak adlandırılmayacak mıydı? Öyleyse, ölümden hiçbir şey
kazanmadığı söylenebilir mi? Bence söylenemez. Peki ya Admetus’un babası
hayatını onursuzca ve sefilce uzatarak çok şey mi kazandı? Sonuçta yine ölmedi
mi? Yalvarıyorum, maddi şeylere değer vermekten vazgeçin. Kölelikten ve bu
maddi şeyleri verme ya da alma gücüne sahip kişilere kölelik etmekten vazgeçin.
Bunlardan fayda
sağlanabilir mi? Her şeyden fayda sağlanabilir; kötü muamele gördüğün birinden
bile. Dövüşten önce sporcuyu çalıştıran kişi ona fayda sağlamaz mı? Hem de
büyük bir fayda sağlar. Sporcunun dayanıklılığını ve soğukkanlılığını
geliştirmesini sağlar. Beni boynumdan tutup da omuzlarımı ve belimi
çalıştırmamı sağlayan kişi bana iyilik etmiş olur; beni daha büyük ağırlıklar
kaldırmaya teşvik eden antrenör bana iyilik etmiş olur. Peki ya
soğukkanlılığımı korumak konusunda kendimi geliştirmemi sağlayan kişi bana
iyilik etmiş olmaz mı? Bu, insanlardan nasıl fayda elde edeceğini bilmemektir.
Komşum kötü mü? Kendisi için kötü ama benim için iyi; iyi ve ölçülü bir insan
olarak kendimi geliştirmemi sağlıyor. Babam kötü mü? Kendisi için kötü ama
benim için iyi. Hermes’in asasının dokunduğu her şeyi altına çevirdiği
söylenir. Ben de önüme getirdiğin her şeyi iyiye çevirebileceğimi söylüyorum.
Hastalığı getir, ölümü getir, yoksulluğu getir, kötü muameleyi getir, ölüm
cezasıyla yargılanmayı getir. Hermes’in asası sayesinde hepsinden fayda
sağlarım. "Ölümden ne fayda sağlarsın?” Onu onurlu kılarım ya da insanın,
doğanın iradesine nasıl uyduğunun bir örneği olarak sunarım. "Hastalıktan
ne fayda sağlarsın?” Onun doğasını sergilerim; sakin olurum, mutlu olurum,
hekimi göklere çıkarmam ve ölmeyi dilemem. Başka ne istiyorsun? Bana ne
verirsen ver, onu mutlu, uğurlu ve onurlu kılarım; insanın isteyeceği bir şey
haline getiririm.
Peki, siz ne
diyorsunuz? "Dikkat et de hastalanma. Hastalık kötü bir şey.” Bu, şunu
demekle aynı şey: "Dikkat et de üçün dört olabileceği fikri aklından asla
geçmesin. Bu kötü bir şey." Neresi kötü? Eğer düşünmem gerektiği gibi
düşünürsem, bana ne zararı dokunabilir? Hatta benim için faydalı olmaz mı?
Yoksulluk, hastalık ve makam sahibi olmamak konusunda düşünmem gerektiği gibi
düşünürsem, bu benim için yeterli olmaz mı? Benim için faydalı olmaz mı? O
durumda iyiyi ve kötüyü dış etkenlerde aramaya nasıl devam edebilirim?
Gelgelelim, bu öğretiler sadece burada kalıyor ve giderken yanınızda
götürmüyorsunuz. Hemen kölenizle, komşunuzla, sizinle alay edenlerle kavgaya
tutuşuyorsunuz. Bense her gün bana hiçbir şey bilmediğimi kanıtladığı için
Lesbios’a5
şükrediyorum.
XXI. BÖLÜM
HEMEN SOFİST
KONUMUNA GELENLERE KARŞI
Sadece
teoremleri öğrenen kişiler, tıpkı yiyeceklerden midesi rahatsızlananlar gibi,
bunları hemen kusmak isterler. Önce öğrendiklerini sindirmelisin ve sonra da bu
şekilde kusmama-lısın. Eğer sindirmezsen, tüketmeye uygun olmayan ham
yiyecekler gibi, kusmana neden olurlar. Öğrendiklerini sindirdikten sonra, bize
zihninde meydana gelen değişimleri göstermelisin. Tıpkı çalışmalarını ve
yediklerini omuzlarıyla sergileyen sporcular gibi. Tıpkı öğrendikleri sanatları
eserleriyle sergileyen kişiler gibi. Marangoz hiçbir zaman çıkıp da, "Size
marangozluk sanatını anlatayım,” demez ama bir ev inşa ederek bu sanatı
bildiğini kanıtlar. Sen de öyle yapmalısın. İnsan gibi ye, insan gibi iç,
giyin, evlen, çocuk yap ve vatandaşlık görevlerini yerine getir. Kötü sözlere
dayan, mantıksız davranan kardeşine sabır göster, babana sabır göster,
çocuğuna, komşuna ve dostuna sabır göster. Bize bunları göster ki filozoflardan
gerçekten bir şeyler öğrendiğini anlayalım. Gelgelelim, sen bunu yapmıyorsun.
"Gelin de felsefi yorumları okumamı dinleyin,” diyorsun. Git bunları
kusacağın başka birini bul. "Hrisippos’un yazılarını hiç kimse benim gibi
açıklayamaz. Onun metinlerini size en açık şekilde aktaracağım. Ayrıca
Antipatros’u ve Archedemus’u da ele almaya çalışacağım.”
Gençler senin birtakım
kelimeleri açıklamanı dinlemek için mi ailelerini ve yurtlarını terk edip
buraya gelecekler? Bura-266
da
dayanıklılıklarını arttırmayı, insanlarla ilişkilerinde daha etkin olmayı,
tutkularından ve kaygılarından arınmayı, hayata karşı hazırlanmayı ve
olacaklarla onurlarıyla başa çıkmayı öğrenmeleri gerekmez mi? Sen sahip
olmadığın bu şeyleri onlara nasıl vereceksin? Baştan beri uslamlamaların
çözümlemelerinden ve sofistike argümanlardan başka bir şeyle ilgilendin mi?
“Ama onun okulu var. Benim neden okulum olmasın?” Bu işler düşüncesizce
yapılmaz; belirli bir yaş ve deneyim gerektirir. Tanrı’yı rehber almayı
gerektirir. Sen buna itiraz ediyorsun ama hiç kimse tanrılara kurban vermeden
ve onlardan yardım dilemeden limandan ayrılmaz. Hiç kimse Demeter’den yardım
istemeden tohum ekmez. İnsan bu kadar büyük bir işi tanrıların yardımı olmadan
üstlenebilir mi? Üstlenenler başarıya ulaşabilir mi? Sen gizemleri ortaya
dökmekten başka ne yapıyorsun? “Eleusis’te bir tapınak varsa, burada da var,”
diyorsun. “Eleusis’te6 bir keşiş varsa, burada da olacak. Orada
bir haberci varsa, burada da olacak. Orada meşale taşıyan biri varsa, burada da
olacak. Orada meşaleler varsa, burada da olacak. Kelimeler aynı kelimeler.
Burada yapılanlar orada yapılanlardan neden farklı olsun?” Ey saygısız, arada
hiçbir fark yok mu? Orada yapılanlar yerinde ve zamanında yapılıyor.
Kurbanların ve duaların eşliğinde yapılıyor. İnsanlar önce arınıyor; kutsal ve
kadim bir ayine katılma fikrine zihinsel olarak hazırlanıyor. Gizemler ancak bu
şekilde faydalı olur; biz ancak bu şekilde atalarımızın bunları bizi
bilgilendirmek ve hayatımızı yoluna koymak için oluşturduğunu idrak edebiliriz.
Oysa sen bunları zamansız ve yersiz bir biçimde, kurbanlar ve arınma olmadan
ortaya döküyorsun. Bir keşişin sahip olması gereken kıyafetlere, saçlara,
başlığa, sese ve deneyime sahip değilsin. Kendini onun gibi arındırmamışsın.
Sadece kelimeleri ezberlemişsin ve "Bu kelimeler kutsal,” diyorsun.
Bu meselelere
farklı yaklaşman gerekir. Bunlar herkese bahşedilen sıradan şeyler değil, yüce
ve kutsal şeylerdir. Ancak belki de bilgelik bile gençlere yol göstermek için
yeterli değildir. İnsanın bu işe hazır ve uygun olması da gerekir. Her şeyden
önemlisi de, Tanrı’nın insanı bu konuma yönlendirmiş olması gerekir. Tıpkı
Sokrates’i hataları düzelten bir insan konumuna, Diyojen’i de eleştiren ve
kuralları öğreten bir insan konumuna yönlendirdiği gibi. Oysa sen ilaçlar
dışında hiçbir şeye sahip olmadan muayenehane açıyorsun. İlaçların nerede ve
nasıl kullanılacağını bilmediğin gibi, öğrenme zahmetine de katlanmamışsın.
"Bende de göz merhemi var,” diyorsun. Onu kullanma yetisine de sahip
misin? Nerede ve ne zaman işe yarayacağını, kimin işine yarayacağını biliyor
musun? Öyleyse, bu kadar önemli bir konuda neden baştan savma hareket
ediyorsun? Neden umursamazca davranıyorsun? Neden senin için uygun olmayan bir
işi üstleniyorsun? Bu işi layıkıyla yapanlara bırak. Hareketlerinle felsefeyi
küçük düşürme ve felsefenin adını kötüye çıkaran insanlardan olma. Eğer
teoremler hoşuna gidiyorsa, otur teoremleri kendi başına gözden geçir ama asla
filozof olduğunu söyleme. Başkalarının da söylemesine izin verme ve şöyle de:
"Yanılıyorlar, çünkü arzularım eskisinden farklı olmadığı gibi,
hareketlerim ve kabul ettiklerim de değişmedi. İzlenimleri kullanmak konusunda
da hiçbir ilerleme kaydetmedim.” Eğer doğru düşüncelere sahip olmak istiyorsan,
bunları düşünmen ve söylemen gerekir. Yok, eğer istemiyorsan, baştan savma hareket
etmeye ve yaptıklarını yapmaya devam et; sana da bu yakışır.
XXII. BÖLÜM
KİNİZME DAİR
Kinizme meyilli
öğrencilerinden biri Epiktetos’a Kinizmin neler içerdiğini ve Kinik bir insanın
nasıl olması gerektiğini sorunca, Epiktetos şöyle dedi: Bu konuyu uzun uzadıya
ele alalım. Ancak, şunu hemen söyleyebilirim ki Tanrı’nın onayı olmadan bu kadar
büyük bir işe kalkışan kişi, Tanrı’ya karşı büyük bir kusur işlemiş olur ve
insanların önünde kendini rezil etmekten başka bir şey yapamaz. Çünkü iyi idare
edilen bir evde hiç kimse "Bu evi ben idare etmeliyim,” diye düşünemez.
Yoksa evin sahibi, o kişinin etrafta küstahça emirler yağdırdığını gördüğü anda
onu evden attırır ve kırbaçlattırır. Dünyada da bu böyledir, çünkü burada da
evin bir sahibi vardır ve bütün emirleri o verir. Der ki: "Sen güneşsin.
Dönerek yılları ve mevsimleri meydana getirecek, meyvelerin büyümesini
sağlayacak, rüzgarların şiddetini arttıracak ya da azaltacak ve insanları
ısıtacaksın. Dön ve küçük büyük ne varsa harekete geçir. Sen buzağısın. Bir
aslan gördüğünde yapman gerekeni yap (kaç) yoksa cezasını çekersin. Sen
boğasın. Öne çık ve dövüş, çünkü senin görevin bu. Sana yakışan da bu ve bunu
yapabilirsin. Sen ordunu Truva’ya götürebilirsin; Agamemnon ol. Sen Hektor ile
teke tek dövüşebilirsin; Akhilleus ol.” Eğer Thersites bu buyruğu yerine
getirmeye kalkışsaydı ya açıkça reddedilir ya da birçok tanığın huzurunda
kendini küçük düşürürdü.
Bu konuyu çok
dikkatli düşün, çünkü aslında senin sandığın gibi değil. Sen diyorsun ki,
"Şimdi pelerin giyiyorum, o zaman da giyerim. Şimdi yerde yatıyorum, o
zaman da yatarım. Küçük bir çanta ve asa da alınca dilenmeye başlar ve karşıma
çıkan herkese atıp tutarım. Tüylerini alan, saçlarını yapan ya da süslü giyinen
birini görünce azarlarım.” Eğer bunun böyle bir şey olduğunu sanıyorsan, uzak
dur. Hiç yaklaşma, çünkü bu hiç sana göre bir şey değil. Ancak eğer bunu olduğu
gibi görüyor ve bu işe uygun olduğunu düşünüyorsan, ne kadar büyük bir işe
kalkıştığını düşün.
Bir kere, şu
anda yaptıklarını yapmamalısın. Tanrı’yı ve insanları suçlamamalısın.
Arzularından tamamen kurtulmalı ve sadece iradenin gücü dahilindeki şeylerden
sakınmalısın. Öfkelenmemeli, içerlememeli, kıskanmamalı ve acımamalısın.
Kızlara, erkeklere, tatlılara veya şöhrete meyletmemelisin. Çünkü diğer
insanlar bunları yaparken duvarların arasına, evlerine ve karanlığa sığınırlar.
Saklanacak birçok yerleri vardır. Adam kapısını kapatıp önüne birini koyar ve
birisi geldiğinde dışarıda olduğunu ya da müsait olmadığını söyletir. Oysa bir
Kinik alçakgönüllülüğüyle korunmak zorundadır; eğer öyle yapmazsa, gökyüzünün
altında çırılçıplak kalır. Onun evi budur, kapısı budur, yatak odasının
önündeki köle budur, karanlığı budur. Çünkü bir Kinik yaptığı hiçbir şeyi
saklama arzusu duymamalıdır; yoksa Kinik kimliğini, gökyüzünün altında yaşayan
özgür bir insan olma kimliğini kaybeder. Dış etkenlerden korkmaya başlamıştır.
Saklanma ihtiyacı duymaya başlamıştır. Üstelik istediği zaman saklanamaz da.
Nereye saklanabilir ki? Nasıl saklanabilir ki? Eğer halka yol gösteren bu kişi
tesadüfen yakalanırsa, nasıl acılara katlanmak zorunda kalır? İnsanın bu tür
şeylerden korkarken bütün ruhuyla insanlara yol göstermesi mümkün müdür? Hayır,
mümkün değildir.
Öyleyse, önce
zihnini ve yaşam biçimini arındırmalısın. Şöyle demelisin: "Marangozun
çalışma aracı ahşap, kunduracının çalışma aracı deriyse, benimki de zihnim.
Benim işim izlenimleri doğru kullanmak. Bedenimin ve uzuvlarımın benim için
hiçbir önemi yok. Ölüm mü? Dilediği zaman gelsin. İster bütün bedenin, ister
bir parçanın ölümü. Sürgün mü? Hiç kimse beni dünyadan sürebilir mi? Hayır.
Gittiğim her yerde güneş, ay, yıldızlar, hayaller ve alametler olacak.
Tanrılarla konuşabileceğim.”
Gerçek bir
Kinik bununla da yetinmez. İnsanlara iyinin ve kötünün özünü yanlış yerde
aradıklarını ve doğru yere hiç bakmadıklarını göstermek için Zeus tarafından
bir elçi olarak gönderildiğini bilmelidir. Ayrıca bir casus olduğunu da
bilmelidir. Tıpkı Chaeronea Savaşı’nın ardından Philip’in karşısına casus
olarak çıkarılan Diyojen gibi. Kinik de insanlar için iyi ve kötü olan şeylerin
casusudur. Karşılaştıklarını dikkatle incelemek ve doğru rapor vermek onun
görevidir. Dehşete kapılıp da düşman olmayan kişileri düşman gibi göstermemesi,
izlenimler yüzünden tedirgin olmaması ve kafasının karışmaması gerekir.
Öyleyse, durum
gerektirdiğinde sahneye çıkıp yüksek sesle Sokrates gibi şunları
söyleyebilmelidir: Nereye koşuyorsunuz, ne yapıyorsunuz ey zavallılar? Körler
gibi başıboş dolaşıyorsunuz. Doğru yoldan ayrıldınız ve başka bir yolda
yürüyorsunuz. Mutluluğu ve bolluğu yanlış yerde arıyor ve birisi size onların
yerini gösterse de ona inanmıyorsunuz. Bunları neden dışarıda arıyorsunuz?
Neden bedende arıyorsunuz? Orada bulamazsınız. Eğer kuşkunuz varsa, Myro’ya ve
Ophellius’a7
bakın. Neden servette arıyorsunuz? Orada bulamazsınız. Eğer bana
inanmıyorsanız, Kroisos’a bakın. Zengin insanların hayatlarının ne büyük
kederlerle dolu olduğuna bakın. Neden güçte arıyorsunuz? Orada bulamazsınız.
Orada olsaydı, iki veya üç kere konsül olanların mutlu olmaları gerekirdi ama
değiller. Bu konularda kime inanmalıyız? Bunlara dışarıdan bakıp da gözleri
kamaşan sizlere mi yoksa bu insanların kendilerine mi? Peki, onlar ne diyorlar?
Nasıl inlediklerine ve nasıl acı çektiklerine bakın; bütün o şan şöhret
yüzünden daha da perişan olduklarını ve daha da büyük bir tehlike altında
olduklarını düşünüyorlar. Mutluluk kraliyette mi öyleyse? Değil. Eğer öyle
olsaydı, Neron ve Sardanapalus mutlu olurdu. Gelgelelim, onlardan daha iyi bir
kral olan Agamemnon bile mutlu değildi. Başkaları uyurken, o ne yapıyordu?
Saçlarını
yoluyordu.
İlyada, x. 15.
Peki, ne
diyordu?
“Şaşkınım,"
dedi “ve huzursuzum." “Kalbim yerinden fırlayacakmış gibi. ”
İlyada, x. 91.
Ey zavallı,
seni bu kadar kederlendiren ne? Servetin mi? Hayır. Bedenin mi? Hayır. Altın ve
bakır içinde yüzüyorsun. Öyleyse, derdin ne? Arzuladığın, sakındığın, harekete
geçmeye veya geçmemeye karar verdiğin parçanı ihmal etmişsin ve yoldan çıkmış.
Nasıl mı? İyinin ve kötünün özünü bilmiyor; kendisine ait olanları ve başkasına
ait olanları bilmiyor. Başkalarına ait olan bir şey kötü gittiğinde, "Vah
başıma gelenler. Yunanlar tehlikede,” diyor. Oysa asıl perişan durumda olan,
ihmal ettiği ve özen göstermediği zihni. "Truvalılar, Yunanları
öldürecek.” Peki ama Truvalılar öldürmese de ölmeyecekler mi? "Evet ama
hepsi birden ölmeyecek.” Ne fark eder? Çünkü eğer ölüm kötüyse, insanların hep
birlikte ölmesi de, teker teker ölmesi de kötüdür. Ruhun ve bedenin
ayrılmasından başka bir şey olacak mı? Olmayacak. Peki, eğer Yunanlar ölürse,
kapı kapanacak mı? Ölmek senin elinde olmayacak mı? Olacak. Öyleyse, neden
"Ah, kral olmak ve Zeus’un asasını taşımak,” diye sızlanıyorsun? Nasıl ki
mutsuz tanrı diye bir şey yoksa mutsuz kral diye bir şey de yoktur. Öyleyse,
sen nesin? Bir çobansın, çünkü kurtlar koyunlarından birini kaptığında ağlayan
çobanlar gibi ağlıyorsun. Senin tarafından yönetilenler de koyun. Neden buraya
geldin? Arzuların tehlikede miydi? Peki ya sakındıkların? Amaçladıkların?
Kaçındıkların? "Hayır ama kardeşimin karısını alıp götürdüler.” Eşini
aldatan bir kadından kurtulmak büyük bir kazanç değil mi? "Truvalıların
bize hakaret etmesine göz mü yumalım yani?” Truvalılar bilge insanlar mı yoksa
aptal insanlar mı? Bilge insanlarsa, onlarla neden savaşıyorsun? Aptal
insanlarsa, onları neden önemsiyorsun?
Peki, iyilik
bütün bunlarda olmadığına göre nerede? Söyle bize ey yüce elçi ve casus.
Olduğunu düşünmediğin ve aramadığın yerde, çünkü arasaydın onu kendi içinde
bulurdun. Yoldan sapmaz ve onu başkalarına ait olan şeylerde aramazdın.
Düşüncelerini kendine çevir ve sahip olduğun fikirleri gözlemle. İyinin nasıl
bir şey olduğunu tasavvur ediyorsun? "Kolayca akan, engellere takılmayan
ve mutlu bir şey.” Onun yüce ve değerli bir şey olduğunu da tasavvur etmiyor
musun? Zarar göremeyecek bir şey olduğunu da tasavvur etmiyor musun? Kolayca
akan ve engellere takılmayan bir şey nerede bulunur peki? Esir edilmiş bir
şeyde mi yoksa özgür bir şeyde mi? "Özgür bir şeyde.” Bedenin özgür mü
yoksa esir edilebilir mi? "Bilmiyorum.” Ateş, gut hastalığı, göz iltihabı,
dizanteri, bir tiran, yangın, demir, kısacası, ondan daha güçlü olan her şey
bedenini esir edemez mi? "Evet, edebilir.” Öyleyse, bedene ait olan
herhangi bir şey engellerden nasıl muaf olabilir? Ayrıca yüce ve değerli bir
şey nasıl doğuştan ölü olabilir? Nasıl topraktan veya çamurdan olabilir? Peki
ama özgür olan hiçbir şeye sahip değil misin? "Belki de değilim.” Seni
yanlış olan bir şeyi kabul etmeye kim zorlayabilir? "Hiç kimse.” Seni
doğru olan bir şeyi kabul etmemeye kim zorlayabilir? "Hiç kimse.” Öyleyse,
görüyorsun ki içinde doğuştan özgür olan bir şey var. Bir şeyin faydalı olduğu
veya olmadığı izlenimini edinmediğin sürece onu arzulayabilir veya ondan
sakınabilir, ona doğru ilerleyebilir veya ondan uzaklaşabilir, kendini
hazırlayabilir veya herhangi bir şey yapmaya kalkışabilir misin? "Hayır.”
Öyleyse, bu alanda da engellere takılmayan ve özgür bir şeye sahipsin. Bunu
geliştirsene, bununla ilgilensene, iyiliği burada arasana.
Evi barkı, ocağı,
kölesi veya şehri olmayan, sefalet içinde yaşayan çıplak bir insan nasıl
kolayca akan bir yaşam sürdürebilir? Tanrı size bunun mümkün olduğunu göstermek
için birini gönderdi. "Bana bakın. Şehrim yok, evim yok, hiçbir mal
varlığım yok, kölem yok. Yerde yatıyorum. Karım yok, çocuklarım yok, kalacak
yerim yok. Gökyüzünden, yeryüzünden ve pelerinimden başka hiçbir şeyim yok.
Peki ama neyim eksik? Hiç kedere kapılıyor muyum? Hiç korkuya kapılıyor muyum?
Özgür değil miyim? Arzuladıklarımı elde edemediğimi hiç gördünüz mü ? Kaçınmak
istediklerimin pençesine düştüğümü hiç gördünüz mü? Tanrı’yı veya insanları hiç
suçladım mı? Yüzümde hiç üzgün bir ifade gördünüz mü? Sizin korktuğunuz ve
hayranlık duyduğunuz kişilerin karşısına nasıl çıkıyorum? Onlara köle gibi
davranmıyor muyum? Beni gören herkes, karşısında bir kral olduğunu düşünmüyor
mu?”
Kiniklerin
dilleri, karakterleri ve amaçları işte budur. Oysa sen onların karakterlerinin
küçük çantalarından, asalarından ve geniş çenelerinden ibaret olduğunu
sanıyorsun - onlara verdiğin her şeyi yiyip yutacak veya saklayacak kadar geniş
çenelerinden. Ya da karşılaştıkları herkesi azarlamaktan ve omuzlarını
sergilemekten ibaret olduğunu sanıyorsun. Ne kadar büyük bir işe kalkıştığını
görüyor musun? Önce aynaya bir bak; omuzlarını, belini ve bacaklarını incele.
Küçük ve önemsiz bir yarışa değil, Olimpiyatlara katılacaksın. İnsan
Olimpiyatlardan sadece bir yenilgi alıp ayrılamaz. Önce Atinalıların,
Sparta-lıların, Nikopolislilerin ve bütün dünyanın gözü önünde küçük düşmeye
katlanması gerekir. Yarışlara düşünmeden katıldıysa, kırbaçlanmaya da
katlanması gerekir. Üstelik bunun öncesinde de açlığa, susuzluğa ve toz yutmaya
katlanması gerekir.
Daha dikkatli
düşün, kendini tanı ve Tanrı’ya danışmadan hiçbir şey yapma. Eğer o senin bu
görevi üstlenmeni istiyorsa, bil ki yüceliğe erişmenin yanı sıra pek çok
zorluğa da göğüs germen gerekecek. Çünkü Kinik olmakla gelen şöyle gülünç bir
durum da vardır; eşek gibi kamçılanman ve bütün herkesin babasıymış veya
kardeşiymiş gibi, seni kamçılayanları sevmen gerekir. Oysa sen böyle bir
durumda meydana çıkıp, "Ey İmparator, senin koruman altındaki bu şehirde
nelere katlandığımı görüyor musun? Suçluyu valinin karşısına çıkaralım,” demeyi
tercih edersin. Peki ama İmparator ya da vali bir Kinik için kimdir ki? Bir
Kinik kendisini buraya gönderen Zeus’tan başka kimi tanır? Zeus’tan başka kime
seslenir? Her ne çekerse çeksin, Zeus’un kendisini sınadığına inanmaz mı?
Herkül, Eurystheus tarafından sınandığında acınacak durumda olduğunu düşünmedi;
hiç tereddüt etmeden görevlerini yerine getirmeye çalıştı.
Zeus tarafından
sınanan ve Diyojen’in asasını taşımaya layık olan biri ağlayıp sızlanır mı?
Diyojen’in hastayken yanından geçip gidenlere söylediklerine bak: "Ey
sefiller, hiç durmayacak mısınız? Sporcuların birbirleriyle mücadelelerini
izlemek için ta Olympia’ya kadar gidiyorsunuz da bir insanın hastalıkla
mücadelesini izlemeyecek misiniz?” Koşullarıyla gurur duyan ve yanından geçip
gidenlere örnek olan böyle bir insan Tanrı’nın kendisine haksızlık ettiğinden
yakınır mı? Neden yakınsın ki? Karakterini her koşulda koruduğu için mi?
Erdemlerini daha da etkileyici bir biçimde sergilediği için mi? Peki,
yoksulluk, ölüm ve acı hakkında ne der? Mutluluğunu Pers Kralı’nın mutluluğuyla
kıyaslamaz mı? Daha doğrusu, aralarında bir kıyaslama bile yapılamayacağını düşünür.
Çünkü huzursuzluğun, acıların, korkuların, gerçekleştirilemeyen arzuların,
kaçınıla-mayacak durumlardan sakınmanın ve kıskançlıkların olduğu yerde,
mutluluğa nasıl ulaşılabilir ki? Yozlaşmış prensiplerin olduğu yerde, ister
istemez bunlar da olacaktır.
Öğrencisi, bir
Kinik hastalandığında, arkadaşı ona evinde bakmayı teklif ederse, Kiniğin bu
teklifi kabul edip etmemesi gerektiğini sorduğunda, Epiktetos şunları söyledi:
Peki, Kiniğin arkadaşını nereden bulacaksın? Çünkü bu teklifi yapan kişi de
Kinik olmalıdır ki Kiniğin arkadaşı olarak anılmaya layık olabilsin. Kiniğin
arkadaşı olmaya layık bulunmak istiyorsa, o da Kiniğin asasını ve asaletini
paylaşmalıdır; tıpkı Diyojen’in Antisthenes ve Krates’in arkadaşı olduğu gibi.
Gelip Kiniğe selam veren herkes onun arkadaşı olabilir mi ya da onu evine davet
edebilir mi sence? Bence hastalığını geçirebileceğin ve kuzey rüzgarından
korunabileceğin bir gübre yığını bul ki üşümeyesin. Ancak, bana öyle geliyor ki
sen birinin evinde kalmak ve bir süre orada güzelce beslenmek istiyorsun. O
zaman neden Kiniklere özgü bir yaşamı benimsemek kadar büyük bir işe kalkışmayı
düşünüyorsun?
"Peki,
evlenmek ve çocuk yapmak bir Kiniğin üstlenmesi gereken görevler midir?”8
Epiktetos bu soruya şöyle yanıt verdi: Karşımda bilge insanlardan oluşan bir
topluluk olsa, belki de hiçbiri kendini isteyerek bir Kiniğin hayatını yaşamaya
adamaz. Sonuçta insan kimin için böyle bir hayatı benimser ki? Ancak, olur da
benimserse, evlenip çocuk yapmasının önünde hiçbir engel yoktur, çünkü karısı
ve kayınpederi de kendisi gibi olacak, çocukları da kendisi gibi yetişecektir.
Ancak, günümüzün koşullarının savaş düzenini almış bir orduyu anımsattığı
düşünülürse, Kiniğin, dikkatini dağıtan hiçbir şey olmadan Tanrı’ya hizmet
etmesi daha uygun olmaz mı? Sıradan görevler tarafından kısıtlanmadan serbestçe
hareket edebilmesi, ihmal ettiği takdirde onurlu ve iyi bir insan olma
özelliğini yitireceği sıradan ilişkilerin içine girmemesi daha uygun olmaz mı?
Çünkü eğer bu görevleri yerine getirirse, bu sefer de Tanrı’nın elçisi ve
habercisi olma özelliğini yitirir. Kayınpederi için, karısının diğer akrabaları
için ve karısı için üstleneceği görevleri düşünsene. Ailesine bakması ve destek
olması gerekir. Başka hiçbir şey değilse bile, çocuğunu yıkayabilmek için su
ısıtabileceği bir kap, yeni doğum yapan karısı için yün, yağ, yatak ve kupa
bulması gerekir; yani evin mobilyaları artar. Diğer görevlerinden ve dikkatini
dağıtacak diğer unsurlardan bahsetmiyorum bile. Peki, kendini halkın iyiliğine
adayan kral nerededir şimdi?
O ki insanları
korur ve yükümlülükleri hiç bitmez.
Homeros,
îlyada, ii.25
Görevi
başkalarına, evlilere ve çocuklulara bakmak olan, kimin karısına iyi
davrandığını, kimin kötü davrandığını, kimin kavga ettiğini, hangi ailenin iyi
yönetildiğini, hangi ailenin kötü yönetildiğini izlemek olan kral nerededir? O
ki bir hekim gibi insanların nabzını yoklar. Kimisine "Ateşin var,” der.
Kimisine, "Gut hastalığın var,” der. Kimisine "Yemek yeme,” der.
Kimisine "Yemek ye,” der. Kimisine "Banyo yapma,” der. Kimisine
"Sana ameliyat gerekiyor,” der. Sıradan bir hayatın yükümlülüklerine bağlı
biri bütün bunlara nasıl zaman bulabilir? Çocuklarını giydirmek, okula
göndermek ve onlara yazma araç gereçleri sağlamak onun görevi değil midir?
Çocuklarına yatacak yer sağlamak onun görevi değil midir? Sonuçta çocukları
doğar doğmaz Kinik olmayacaktır. Eğer bunları yapmayacaksa, çocuklarını yavaş
bir ölüme terk etmektense, baştan terk etmesi daha iyidir. Kiniği nasıl bir
konuma indirgediğimize bak; asaletini ondan nasıl aldığımıza bak. "Evet
ama Krates’in karısı vardı.” Sen aşktan doğan bir durumdan ve Krates’in tıpatıp
aynısı olan bir kadından bahsediyorsun.9 Oysa biz
sıradan evliliklerden bahsediyoruz ve araştırmalarımız henüz evliliğin
Kiniklere uygun olduğunu ortaya koymadı.
"Öyleyse,
toplumun devamlılığına nasıl katkı sağlayacaklar?” Tanrı aşkına, soylarını
sürdürmek için iki veya üç mızmız çocuk yapanların mı topluma daha büyük
faydaları vardır yoksa bütün insanlara elinden geldiğince yol gösteren, onların
neler yaptığını, nasıl yaşadığını, nelerle ilgilendiğini ve neleri ihmal
ettiğini gözeten bir insanın mı? Küçük çocuklarını Teba-ililere bırakanların mı
onlara daha büyük bir faydası olmuştur yoksa çocuksuz ölen Epaminondas’ın mı?
Elli tane işe yaramaz çocuk yapan Priamus’un, Danaus’un veya Aeolus’un mu
topluma daha çok faydası olmuştur yoksa Homeros’un mu? Generallerin veya
yazarların görevleri nedeniyle evlenmemeleri ve çocuk yapmamaları mazur
görülüyorsa, bir Kiniğin çocuk yapmaması da aynı nedenle mazur görülmemeli midir?
Diyojen’in azametini görmeyip ve karakterini doğru düzgün anlamayıp,
gözlerimizi masa başında bekleyen köpeklerden bir farkı olmayan ve belki de gaz
çıkarmak dışında eski Kiniklerle hiçbir benzerliği bulunmayan günümüz
Kiniklerine mi çevireceğiz? Çünkü bunu yapmasaydık, Kiniklerin evlenmemeleri ve
çocuk yapmamaları bizi etkilemez ve şaşırtmazdı. Bir Kinik herkesin babasıdır;
bütün erkekler onun oğlu, bütün kadınlar onun kızıdır. O herkesle özenle sohbet
eder, herkesle ilgilenir. Karşılaştığı herkesi azarlamasının boş bir
küstahlıktan kaynaklandığını mı sanıyorsun? Bunu bir baba olarak, bir ağabey
olarak, Zeus’un elçisi olarak yapar.
İstersen bana
bir Kiniğin kamu hizmetleriyle ilgilenip ilgilenmemesi gerektiğini de sor. Ey
ahmak, onun zaten yapmakta olduklarından daha büyük bir kamu hizmeti var mıdır?
Atinalıların arasına çıkıp hasılat ve ödeneklerden bahsetmesini mi bekliyorsun?
Bir Kiniğin Atinalılarla da, Korintlilerle de, Romalılarla da aynı şekilde
konuşması ve hasılat, ödenek, savaş ya da barış gibi konulardan değil,
mutluluktan, mutsuzluktan, başarıdan, başarısızlıktan, kölelikten ve
özgürlükten bahsetmesi gerekir. Bana böyle bir kamu hizmeti üstlenmiş bir
insanın kamu hizmetleriyle ilgilenip ilgilenmemesi gerektiğini mi soruyorsun?
Bana onun bir makam işgal edip etmemesi gerektiği-hi sorarsan da cevabım aynı
olur. Ey ahmak, onun zaten işgal etmekte olduğu makamdan daha büyük bir makam
var mıdır?
Bir Kiniğin
bedenine de iyi bakması gerekir, çünkü eğer hasta, ince ve solgun görünürse,
sözleri aynı ağırlığa sahip olmaz. Ruhunun nitelikleriyle sıradan insanlara,
onların genellikle hayranlık duydukları şeyler olmadan da iyi bir insan
olunabileceğini kanıtlaması gerektiği gibi, bedeniyle de açık havada sürdürülen
sade ve idareli bir yaşamın bedene zarar vermediğini kanıtlaması gerekir.
"Ben bunun kanıtıyım. Bedenim de bunun kanıtı,” demesi gerekir. Diyojen
öyle yapardı; her zaman zinde görünür ve görünümüyle birçok kişinin dikkatini
çekerdi. Acıma duygusu uyandıran bir Kinik dilenci gibi görünür. İnsanlar ondan
rahatsız olur ve uzaklaşır. Bir Kinik kirli görünerek de insanları kendinden
uzaklaştırmamalı, sadeliği temiz ve çekici olmalıdır.
Bir Kinik
ayrıca doğuştan zeki ve hazırcevap da olmalıdır. Yoksa ahmağın tekinden ne
farkı kalır? Bu niteliklere sahip olmalıdır ki karşılaştığı her duruma uygun
tepkiyi kolaylıkla verebilsin. Diyojen kendisine, "Sen tanrılara inanmayan
Diyojen misin?” diye soran birine, "Senin tanrılardan nefret ettiğini
düşünürken, nasıl öyle olabilirim ki?” diye yanıt vermişti. Bir başka durumda
ise dinlendiği sırada başında duran ve Homeros’un "Kararlar vermekle
yükümlü bir insan bütün gece uyumamalıdır,” (îlyada, ii. 24) sözlerini
tekrarlayan Büyük İskender’e uykulu haliyle "O ki insanları korur ve
yükümlülükleri hiç bitmez,” diye yanıt vermişti.
Ancak her
şeyden önce, bir Kiniğin zihni güneşten bile saf olmalıdır. Eğer değilse,
prensipleri olmayan kurnaz bir düzenbazdır, çünkü kendisi birtakım kötülüklere
bulaşmışken, başkalarını azarlamaktadır. Krallar ve tiranlar muhafızlarından ve
silahlarından güç alarak insanları azarlar ve kendileri de kötü olsalar bile
hata yapanları cezalandırırlar ama Kinikler muhafızlardan ya da silahlardan
değil, vicdanlarından güç alırlar. Eğer bir Kinik insanları gözettiğini ve
onlar için çaba harcadığını biliyorsa, saf uyuyor ve daha da saf uyanıyorsa,
aklından geçen düşünceler tanrıların dostu ve elçisi olan birine layıksa,
Zeus’un gücüne katkıda bulunuyorsa, her koşulda "Bana yol göster ey Zeus.
Bana yol göster ey Kader” ve "Tanrılar öyle istiyorsa, öyle olsun,” demeye
hazırsa, kardeşleriyle, çocuklarıyla ve soydaşlarıyla neden özgürce konuşmasın
ki? İşte bu nedenle bir Kinik ne fazla meraklıdır ne de başkalarının işine
burnunu sokmaktadır, çünkü insanları gözetirken aslında başkalarının
meseleleriyle değil kendi meseleleriyle ilgilenmektedir. Yoksa askerlerini
denetleyen, gözeten ve tertipsiz olanları cezalandıran bir generalin de
başkalarının işine bununu soktuğu söylenebilir. Ancak, eğer kolunun altında bir
pasta saklarken başkalarını azarlıyorsan sana derim ki: Neden bir köşeye gidip
çaldıklarını yemiyorsun? Başkalarının meseleleri seni ne ilgilendirir? Sen
kimsin? Sürünün boğası ya da arıların kraliçesi misin? Bana tıpkı onlar gibi
üstünlüğünü kanıtla. Eğer arıların hükümdarı olduğunu iddia eden sıradan bir
arıysan, diğer arılar seni alaşağı etmezler mi?
Bir Kinik
ayrıca sıradan insanlara duygusuz ve katı görünmesine yol açacak bir
dayanıklılığa da sahip olmalıdır. Onun düşüncesine göre hiç kimse ona hakaret
edemez, hiç kimse ona vuramaz, hiç kimse ona zarar veremez. Bedenine ne olduğu
umurunda değildir. Çünkü üstün olan şeylerin üstün olduğu konularda zayıf
olanlara daima galip geleceğini bilir ve bedçn kalabalığın karşısında zayıftır;
kendisinden daha güçlü olanların karşısında zayıftır. Dolayısıyla, bir Kinik
asla yenik düşeceği bir yarışa girmez ve başkalarına ait olan şeylerden
çekilir. Köleliğe mahkûm olan şeyler üzerinde hak iddia etmez. Ancâk, irade ve
izlenimlerin kullanımı söz konusu olduğunda kaç tane gözü olduğunu görürsün;
Argus bile onun yanında kör kalır. Kararlarında hiç aceleci davranmış mıdır?
Düşüncesizce hareket etmiş midir? Arzuları onu yarı yolda bırakmış mıdır?
Kaçınmak
istediklerinin pençesine düşmüş müdür? Amaçlarına erişemediği olmuş mudur?
Başkalarında kusur bulmuş mudur? Küçük düşmüş müdür? Kıskançlığa kapılmış
mıdır? Bütün ilgisini ve enerjisini bunlara verir. Diğer konularda ise istifini
hiç bozmaz. Onun için huzurdan başka bir şey yoktur. Hiçbir tiran ya da hırsız
onu iradesinden mahrum bırakamaz. Peki ya bedeninden? Bırakabilir. Mal
varlığından? Bırakabilir. Şan ve şöhretten? Bir Kinik için bunlar nedir ki?
Birisi onu bunlarla korkutmaya çalıştığında, "Git de çocukları korkut.
Onlar maskelerden korkarlar, ben içlerinin boş olduğunu biliyorum,” der.
İşte sen böyle
bir meseleyi tartıyorsun. Dolayısıyla lütfen önce bir dur ve buna hazır olup
olmadığını düşün. Hektor’un Andromahi’ye söylediklerini unutma: "Eve dön
ve dokumalarınla ilgilenmeye devam et. Savaş erkeklerin işidir, özellikle de
benim işim. ” Hektor kendi yeteneklerinin de, karısının zafiyetinin de
farkındaydı.
XXID. BÖLÜM
GÖSTERİŞ AMACIYLA OKUYANLARA VE TARTIŞANLARA
Önce kendine
kim olmak istediğini sor ve sonra da ona göre hareket et. Çünkü hemen hemen
diğer her konuda öyle yaparız. Sporla ilgilenenler önce ne olmak istediklerine
karar verirler, sonra da onun gerektirdiklerini yaparlar. Eğer uzun mesafe
koşacaklarsa, ona göre bir beslenme ve egzersiz programı uygularlar. Eğer kısa
mesafe koşacaklarsa, daha farklı bir program uygularlar. Eğer pentatloncu
olacaklarsa, daha da farklı bir program uygularlar. Zanaatlar için de aynısı
geçerlidir. Eğer bir marangozsan belirli konularda, metal işçisiysen başka
konularda kendini geliştirirsin. Bütün yaptıklarımızın bir amacı olmalıdır,
yoksa boşuna yapmış oluruz. Eğer yanlış bir amaçla hareket edersek de hedefi
ıskalarız. Ayrıca, bir genel amaç, bir de özel amaç vardır. Öncelikle, insan
gibi davranmamız gerekir. Bu ne anlama gelir? Uysal olsak da koyun gibi
davranmamak, ancak vahşi bir hayvan gibi de davranmamak anlamına gelir. Özel
amaç ise kişinin kendi yaşamına ve iradesine bağlıdır. Müzisyen müzisyen gibi,
marangoz marangoz gibi, filozof filozof gibi, söylevci de söylevci gibi
davranır. Öyleyse, "Gel sana bir ok^a yapayım,” dediğinde, öncelikle bunu
amaçsızca yapmadığından emin ol ve amacını bulduysan da bunun doğru bir amaç
olup olmadığını sorgula. İyi bir şey yapmak mı yoksa övgü almak mı istiyorsun?
Hemen, "Övgü benim için nedir ki?” cevabını veriyorsun. Bu güzel bir
cevap, çünkü gerçek bir müzisyen veya matematikçi de övgüyü önemsemez. Öyleyse,
faydalı olmak mı istiyorsun? Hangi konuda? Söyle ki koşarak seni dinlemeye gelelim.
Peki, kendisi faydalı bilgiler edinmemiş bir kişi, başkalarına faydalı olabilir
mi? Hayır, çünkü marangozluğu bilmeyen bir kişi de marangozluk yapamaz;
kunduracılığı bilmeyen bir kişi de kunduracılık yapamaz.
Faydalı
bilgiler edinip edinmediğini bilmek istiyor musun? Görüşlerini ortaya koy
filozof. Arzunun vaadi nedir? "Başarısızlığa uğramamak.” Sakınmanın vaadi
nedir? "Kaçınmak istediklerinin pençesine düşmemek.” Sen bu vaatleri
yerine getiriyor musun? Bana doğruyu söyle, çünkü yalan söylersen anlarım.
Geçen gün dinleyicilerin seni biraz soğuk karşıladığında ve alkışlamadığında,
üzgün ayrıldın. Övgü aldığın bir başka günse herkese, "Nasıldım?” diye
sordun. "Harikaydınız efendim.” "Peki, o konuyu ele alışım nasıldı?”
"Hangi konuyu?” "Pan’ı ve perileri tasvir ettiğim kısım?”
"Muhteşemdi.” Bir de bana arzuladıklarının ve sakındıklarının doğaya uygun
olduğunu mu söylüyorsun? Git başka birini ikna etmeye çalış. Gerçek fikirlerini
hiçe sayarak birini övmedin mi? Senatörün oğlunu pohpohlamadın mı? Kendi
çocuklarının böyle insanlar olmalarını mı istersin? "Hayır.” Öyleyse, onu
neden övdün ve pohpohladın? "Çünkü içten bir çocuk ve söylevleri iyi
dinliyor.” Nereden biliyorsun? "Bana hayranlık besliyor.” Demek kanıtın
bu. İşin aslı ne sence? Bu insanlar içten içe seni küçümsemiyorlar mı? Hiçbir
iyilik yapmadığını ve yapmayı da düşünmediğini bilen biri, "Sen doğuştan
yeteneklisin. İçten ve iyi bir yapın var,” diyen bir filozof bulduğunda,
"Bu adam benden bir şey istiyor,” diye düşünmez de ne düşünür sence? Ya da
bana zihninin yüceliğini ortaya koyduğu bir hareketini göster. Sen uzun süredir
bu çocuğu tanıyorsun; senin söylevlerini ve okumalarını dinledi. Daha
alçakgönüllü bir insan oldu mu? Kendi içine döndü mü? Ne kadar kötü bir durumda
olduğunu anladı mı? Kendini beğenmişlikten kurtuldu mu? Bir öğretmen arıyor mu?
“Evet.” Ona nasıl yaşanacağını öğretecek birini mi arıyor? Hayır; nasıl
konuşulacağını öğretecek birini arıyor, çünkü sana hayranlık beslemesinin
sebebi de bu. Söylediklerini dinlesene: “Bu adam mükemmel bir üslupla yazıyor.
Dion’dan10
çok daha iyi.” Bu, bambaşka bir konu. “Bu adam alçakgönüllü, sadık ve
endişelerinden arınmış,” diyor mu? Eğer deseydi bile, “Bu adamın sadık bir
insan olduğunu öne sürdüğüne göre, sadık bir insanın özelliklerini söyle bana,”
derdim. Söyleyemeseydi de, “Önce anla da öyle konuş,” diye eklerdim.
Sen böyle sefil
bir haldeyken, alkış peşinde koşarken ve dinleyicilerini sayarken, başkalarına
faydalı olmayı mı umuyorsun? “Bugün çok daha fazla kişi konuşmama katıldı.”
“Evet, kalabalıktı.” “Beş yüz kişi vardı herhalde.” “Bu hiçbir şey değil ki;
bin kişi olduğunu düşün.” “Dion’un hiç bu kadar çok dinleyicisi olmadı.” “Nasıl
olsun?” “Üstelik de güzel konuşmadan anlayan bir kalabalıktı.” “Güzel
konuşmalar taşları bile duygulandırır. ” Bunlar bir filozofun sözleri mi? Bu,
başkalarına faydalı olmak isteyen bir insanın duruşu mu? Bu, söylevler dinlemiş
ve Sokrates’i Lysias’ın ya da İsokrates’in yorumlarından değil de gerektiği
gibi okumuş bir kişi mi? “Hangi argümanların...” “Öyle demeyelim. ‘Hangi
argüman’ demek daha güzel olur.” Sen okuduklarını şiir okur gibi mi okudun?
Çünkü eğer okûman gerektiği gibi okusaydın, böyle şeylerle hiç ilgilenmezdin.
Daha çok şununla ilgilenirdin: "Anytos ile Meletus beni öldürebilirler ama
bana zarar veremezler.” "Benim için her zaman incelediğimde en iyi
olduğunu gördüğüm argüman önemli olmuştur.” Dolayısıyla hiç kimse Sokrates’in
"Bir şey biliyorum ve öğretiyorum,” dediğini duymamıştır. Sokrates farklı
insanları farklı öğretmenlere gönderirdi. Dolayısıyla insanlar onun kendilerini
filozoflarla tanıştırmalarını rica ederlerdi ve o da öyle yapardı. Sen
muhtemelen birine eşlik ederken, "Bugün Quadratus’un evindeki konuşmamı
dinlemeye gel,” dediğini sanıyorsun. Seni neden dinleyeyim? Kelimeleri güzel
bir araya getirdiğini' göstermek mi istiyorsun? Tamam, öyle yapıyorsun ama
bunun sana ne yararı var? "Sen beni öv yeter.” Övmekle ne kastediyorsun?
‘“Harika!’ de, 'Muhteşem!’ de.” Tamam, derim. Gelgelelim, övgü derken
filozofların iyi olarak adlandırdıkları şeyler kastediliyorsa, senin neyini
öveceğim? Eğer güzel konuşmak iyiyse, bana öğret de seni öveyim. Peki ama insan
iyi bir konuşmayı dinlerken zevk almamalı mıdır? Elbette almalıdır. Ben şahsen
lavta çalan birini dinlerken de zevk alırım. Öyleyse, kalkıp lavta mı
çalmalıyım? Sokrates’in söylediklerine kulak ver: "Genç bir delikanlı gibi
karşınıza çıkıp konuşmalar yapmak benim yaşımdaki birine yakışmaz. ” Genç bir
delikanlı gibi diyor. Çünkü kelimeleri seçip bir araya getirmek ve sonra da
çıkıp bunları incelikle okumak ya da söylemek aslında güzel bir sanattır ve o
sırada birinin, "Bunu yapabilecek çok fazla insan yoktur,” demesi hoştur.
Bir filozof
insanları kendisini dinlemeye davet eder mi? Güneşin veya yemeğin insanları
kendisine çektiği gibi, filozof da fayda sağlayacak olan insanları kendisine
çekmez mi? Hangi hekim bir insanı muayene etmeye çağırır? Aslında, bugünlerde
Roma’da hekimlerin hastaları davet ettiğini duyuyorum ama ben orada yaşarken,
hekimler davet edilirdi. "Seni ne kadar kötü durumda olduğunu, ilgilenmen
gereken şey hariç her şey-
le
ilgilendiğini, iyiden ve kötüden habersiz olduğunu, bahtsız ve mutsuz olduğunu
dinlemeye davet ediyorum.” Ne hoş bir davet. Gelgelelim, eğer filozofun sözleri
sende bu etkiyi yaratmıyorsa, ölüdür. Rufus şöyle derdi: "Eğer beni övecek
kadar boş zamanın varsa, boşa konuşuyorum demektir.” Öyle bir konuşurdu ki
hepimiz birinin bizi ona gammazladığını sanırdık. Hatalarımızı o kadar iyi
gözler önüne sererdi.
Filozof okulu
hastane gibidir. Çıkarken zevk almış olman değil, acı çekmiş olman gerekir.
Çünkü girdiğinde sağlığın yerinde değildir. Birinin omzu çıkmıştır, diğerinin
apsesi vardır, bir diğerinin çıbanı vardır, bir diğerinin başı ağrıyordur. Bu
durumda oturup birkaç güzel laf mı etmeliyim ki beni övdükten sonra geldiğin
gibi - omzun veya başın hâlâ ağrıyorken, apsen veya çıbanın geçmemişken -
gidesin? Gençler, sen güzel laflar ettiğinde "Muhteşem!” diyebilmek için
mi evlerini, yurtlarını, ailelerini, dostlarını ve soydaşlarım terk etmeliler?
Sokrates böyle mi yapardı? Zenon veya Kleantes böyle mi yapardı?
"Nasihat
tarzı diye bir şey yok mu yani?” Elbette var. Tıpkı çürütme tarzı ve didaktik
tarz gibi. Peki, hiç bunlarla birlikte anılan dördüncü bir tarz, yani gösteriş
tarzı diye bir şey duydun mu? Nasihat tarzı nedir? İnsanlara nasıl mücadeleler
içinde olduklarını ve asıl istedikleri şeyler dışındaki her şeyi daha çok
düşündüklerini gösterebilmektir. Çünkü insanlar kendilerini mutlu edecek
şeyleri isterler ama bunları yanlış yerde ararlar. Bunun yapılabilmesi için bin
tane oturağın yerleştirilmesi, insanların davet edilmesi, senin güzel bir
pelerinle sahneye çıkman ve Akhilleus’un ölümünü tasvir etmen mi gerekir? Rica
ediyorum, güzel sözleri ve hareketleri mahvetmekten vazgeç. Senin okumalarını
veya konuşmalarını dinleyen hiç kimse kendisi için endişeleniyor ya da kendi
içine dönüyor mu? Çıktığında, "Filozof beni çok etkiledi. Artık bunları
yapmamalıyım,” diyor mu? Çok iyi bir itibarın olsa bile, "Serhas hakkında
iyi konuştu,” veya "Bence Thermopylae Savaşı’nı daha iyi tasvir etti,”
demiyor mu? Bir filozofu dinlemek bu mudur?
XXIV. BÖLÜM
ELİMİZDE OLMAYAN ŞEYLERE KARŞI DUYDUĞUMUZ ARZULARDAN ETKİLENMEMEMİZ
GEREKTİĞİNE
DAİR
Başkalarında
doğaya aykırı olan şeylerin senin için kötü olmasına izin verme, çünkü doğa
insanı başkalarından dolayı bunalacak veya üzülecek şekilde değil, mutlu olacak
şekilde yaratmıştır. Eğer birisi mutsuzsa, unutma ki mutsuzluğu onun kendi
hatasıdır, çünkü Tanrı herkesi mutlu ve endişesiz olması için yaratmıştır.
Bunun için insanlara kendilerine ait olan ve olmayan şeyler sağlamıştır. Bazı
şeyler engellere, zorlamalara ve mahrumiyete tabidir; bunlar insanın kendisine
ait değildir. Ancak, engellere tabi olmayan şeyler insanın kendisine aittir.
Bizi bir baba gibi koruyan ve gözeten Tanrı, iyinin ve kötünün özünü kendimize
ait kılmıştır. “Ama birinden ayrıldım ve çok üzüldü." Neden başkasına ait
olan bir şeyin kendisine ait olduğunu sandı? Neden sana bakıp mutlu olurken,
senin fani olduğunu ve başka bir ülkeye gitmek için ondan ayrılmanın doğal
olduğunu da hesaba katmadı? Kendi aptallığının sonucuna katlanıyor. Peki ama
sen neden hayıflanıyorsun? Sen de mi bunları düşünmedin? Zevk aldığın yerlerin,
insanların ve soh-bedın-in sanki sonsuza dek sürecekmiş gibi tadını çıkardın ve
şimdi de o insanları göremediğin ve o yerlerde yaşayamadığın için oturup
ağlıyorsun. İstedikleri yere uçma, yuvalarının yerini değiştirme ve kedere
kapılmadan ya da pişmanlık duymadan denizleri aşma gücüne sahip olan
kargalardan ve kuzgunlardan daha sefilsin. "Evet ama onlar mantığa sahip
olmadıkları için bunu yapabiliyorlar.” Yani tanrılar bize mantığı mutsuz ve
sefil olalım, bütün hayatımızı ağlayıp sızlanarak geçirelim diye mi verdiler?
Herkes ölümsüz mü olmalı? Hiç kimse yurt dışına gitmemeli mi? Biz kendimiz de
yurt dışına gitmemeli ve bitki gibi kök mü salmalıyız? Eğer arkadaşlarımızdan
biri yurt dışına giderse, oturup ağlamalı mıyız? Ya da döndüğünde, çocuklar
gibi dans edip ellerimizi mi çırpmalıyız?
Büyümemiz ve
filozoflardan duyduklarımızı hatırlamamız gerekmez mi? Tabii şayet onları
hokkabazmış gibi dinlemediy-sek. Onlar bize bütün bu dünyanın tek bir şehir
olduğunu, tek bir maddeden meydana geldiğini, her şeyin bir süresi olduğunu,
bazı şeylerin diğer şeylere yer açması gerektiğini, bazılarının son bulması ve
yerine başkalarının gelmesi gerektiğini, bazıları aynı yerde kalırken,
bazılarının yer değiştirmesi gerektiğini, dostluğun her yerde, önce tanrılarda,
sonra da doğuştan bir aile olan insanlarda bulunabileceğini, bazılarının bir
arada, bazılarının ayrı olması gerektiğini, bir aradayken sevinmemiz,
ayrıldığımızda üzülmememiz gerektiğini, doğuştan asil bir yapısı olan ve
iradesinin gücü dahilinde olmayan şeylere değer vermeyen insanın aynı zamanda
kök salmamak gibi bir özelliğe de sahip olduğunu ve bazen koşullar öyle
gerektirdiği için, bazen de sadece gezip görmek için farklı zamanlarda farklı
yerlere gittiğini söylerler. Ulysses için de bu böyleydi.
Pek çok yer ve
insan gördü; onların yollarını ve yordamlarını öğrendi. 11
Ondan önce de
Herkül dünyanın dört bir yanını görme şansına sahip oldu.
İnsanların
kanunsuzluklarını da ıyı kanunlarını da gördü.12
Herkül
kanunsuzlukları ortadan kaldırdı ve yerlerine iyi kanunlar getirdi. Peki, sence
onun Tebai’de, Argos’ta, Atina’da kaç dostu vardı? Seyahatleri sırasında kaç
dost edindi? Hatta uygun bulduğunda evlenip çocuk da yaptı ama onları gözyaşı
dökmeden, pişmanlık duymadan ve yetim bırakmadan terk etti, çünkü hiç kimsenin
yetim olamayacağını ve hepimizi devamlı gözeten bir baba olduğunu biliyordu.
Zeus’un bütün insanların babası olduğunu duymuştu ve Zeus’u babası olarak
adlandırıyor, yaptıklarını yaparken ona güveniyordu. Dolayısıyla, her yerde
mutlu yaşayabiliyordu. Mutluluğun ve gerçekleşmeyen arzuların hiçbir zaman bir
araya gelmesi mümkün değildir. Mutluluk bütün arzularına sahip olmak demektir;
tok olmaya, aç ve susuz olmamaya benzer. “Ama Ulysses karısını arzuluyordu ve
bir taşın üzerine oturup ağladı.” Her konuda Homeros’a ve hikayelerine mi kulak
verirsin? Eğer Ulysses gerçekten ağladıysa, mutsuz bir insan değil de nedir?
Hangi iyi insan mutsuz olur? Eğer Zeus çocuklarını da kendisi gibi mutlu olacak
şekilde yaratmadıysa, bütünün kötü oluşturulduğu söylenebilir. Ancak, böyle
düşünmek adil ve doğru değildir. Eğer UlyS'ses ağlayıp sızlandıysa, iyi bir
insan değildi. Çünkü kendini tanımayan biri, nasıl iyi bir insan olabilir ki?
Her şeyin yok olmak üzere yaratıldığını ve bir insanın her zaman diğerinin
yanında olamayacağını unutan biri kendini nasıl tanıyabilir ki?
Öyleyse,
imkansız şeyleri arzulamak, köle gibi bir karaktere sahip olmaktır ve
ahmaklıktır. Bir yabancıya, Tanrı’yla savaşabileceği tek şekilde, yani
fikirleriyle savaşan bir insana ait olan bir özelliktir.
“Ama annem beni
göremediğinde üzülüyor.” Bu prensipleri neden öğrenmemiş? Üzülmemesi için çaba
sarf etmeyelim demiyorum ama bütünüyle bize ait olmayan şeyleri
arzulamama-lıyız diyorum. Başkasının acısı ona aittir ama benim acım bana
aittir. O zaman kendi acımı dindirmek için her yolu denerim, çünkü bu benim
elimdedir. Başkasının acısını dindirmek için de elimden geleni yaparım ama her
yolu denemeye kalkışmam, çünkü o zaman Tanrı’ya karşı savaşıyor olurum. Zeus’a
ve onun yarattığı düzene karşı çıkıyor olurum ki bunun cezasını sadece
çocuklarımın çocukları değil, ben de gece gündüz çekerim; rüyalarım bana rahat
vermez, tedirgin olurum, aldığım her haberden korkarım ve huzurum başkalarının
mektuplarına bağlı olur. “Roma’dan biri gelmiş. Kötü bir haber yoktur umarım.”
Olmadığın bir yerde başına ne gibi bir kötülük gelmiş olabilir ki?
“Yunanistan’dan biri gelmiş. Kötü bir haber yoktur umarım.” Eğer böyle
düşünürsen, her yer senin için bir mutsuzluk kaynağı olur. Olduğun yerde mutsuz
olmak sana yetmiyor mu? Denizin ötesinde ve mektuplarla gelen haberlerle de mi
mutsuz olman gerekiyor? Bu şekilde güvende olabilir misin? Diyelim ki dostlarım
bana uzak yerlerde öldü. Başlarına her faninin başına gelen şey gelmedi mi? Hem
uzun yaşayıp hem de sevdiğin birinin ölümüne şahit olmamayı nasıl
bekleyebilirsin ki? Uzun bir ömrün pek çok şey barındırdığını bilmiyor musun?
Birinin bir hastalığa, birinin bir hırsıza, birinin bir tirana yenik düşeceğini
bilmiyor musun? Hayat böyledir; birlikte yaşadığımız insanlar böyledir. Sıcak
ve soğuk, zor yaşam şartları, deniz ve kara yolculukları, rüzgarlar ve
etrafımızı saran koşullar birini mahvederken, bir diğerini sürgüne gönderir.
Birini elçiliğe savururken, bir diğerini orduya savurur. Öyleyse, oturup bütün
bunlar için telaşlanalım, ağlayalım, mutsuz olalım ve birbirimize bağımlı
olalım. Üstelik bir veya iki kişiye de değil, on binlercesine.
Sen
filozoflardan bunları mı duydun? Bunları mı öğrendin? İnsan hayatının bir savaş
olduğunu bilmiyor musun? Birinin nöbet tutması, bir diğerinin casusluk yapması,
bir diğerinin de dövüşmesi gerektiğini bilmiyor musun? Herkesin tek bir yerde
olması mümkün olmadığı gibi, iyi de değildir. Gelgelelim, sen generalin
emirlerini yerine getirmeyi ihmal ediyorsun, karşına alışık olduğundan biraz
daha zor bir şey çıktığında yakınıyorsun ve orduyu elinden geldiğince
güçlendirmeye çalışmıyorsun. Herkes seni taklit ederse, hiç kimse siper kazmaz,
hiç kimse sur inşa etmez, nöbet tutmaz, kendini tehlikeye atmaz ve ordu için
hiçbir işe yaramaz. Sen bir denizci olsaydın da geminin bir köşesine tüneyip
kalır ve hareket etmezdin. Direğe tırmanman emredildiğinde reddederdin. Pruvaya
koşman emredildiğinde reddederdin. Hangi kaptan sana katlanırdı? İşe yaramaz
biri olduğun için, ayak bağı olduğun için ve diğer denizcilere kötü örnek
olduğun için seni denize atmaz mıydı? Hayat da böy-ledir. Herkesin hayatı bir
tür savaştır; uzundur ve birbirinden farklıdır. Bir asker gibi görevlerini
yerine getirmeli ve general işaretini verdiği anda harekete geçmelisin.
Generalin isteklerini anlamak için elinden geleni yapmalısın, çünkü bu general
gücü ve üstünlüğü bakımından diğer generallere benzemez. Alçak bir konuma
değil, hükmeden bir konuma getirildin. Her daim senatörsün. Böyle bir insanın
evine nadiren zaman ayırabildiğini, genellikle evden uzakta bir görevi yerine
getirmekte olduğunu, savaşta olduğunu ya da yargıçlık yaptığını bilmiyor musun?
Bu durumda bana bir bitki gibi olduğun yere kök salmak istediğini mi
söylüyorsun? "Evet, çünkü bu keyifli bir şey." Keyifli olmadığını
söyleyen var mı? Çorba da keyiflidir. Güzel bir kadın da keyiflidir. Keyfi amaç
edinenler başka neler söylerler? Kimlerin dilini konuştuğunu görmüyor musun?
Epikürcülerin dilini konuşuyorsun. Sırada ne var? Onların yaptıklarını yaparken
ve görüşlerini savunurken, Zenon’dan ve Sokrates’ten alıntılar mı yapacaksın?
Sana hiç yakışmamasına rağmen takıp takıştırdığın başkalarına ait süsleri
fırlatıp atmayacak mısın? Onların deliksiz uyumaktan, uyandıklarında uzun uzun
gerinmekten, yüzlerini yıkamaktan, istediklerini okuyup yazmaktan, önemsiz
konulardan bahsetmekten, ne söylerlerse söylesinler dostlarından övgü almaktan,
yürüyüşe çıkmaktan, biraz yürüdükten sonra yıkanmaktan, yemekten ve kendilerine
yakışacak şekilde uyumaktan başka ne arzuları var? Nasıl olduğunu söylememe
gerek yoktur sanırım; kolaylıkla tahmin edilebilir. Gerçeğin, Sokrates’in ve
Diyojen’in bir hayranı olan sen, zamanını böyle geçirmek istediğini mi
söylüyorsun gerçekten? Atina’da ne yapmak istiyorsun? Herkesin yaptığını mı
yoksa başka bir şey mi? Kendini neden Stoacı diye adlandırıyorsun? Kendilerini
yalan yere Roma vatandaşı diye adlandıranlar ağır cezalara çarptırılırlar.
Öyleyse, bu kadar büyük ve saygın bir unvanı yalan yere üstlenenler cezasız mı
kalmalılar? Böyle bir şey mümkün mü? İlahi, yüce ve kaçınılmaz kanun, en büyük
suçları işleyenlere en ağır cezaları vermez mi? Çünkü bu kanun ne der? Kendisine
ait olmayan şeylere sahipmiş gibi davrananlar palavracı olarak tanınsınlar der.
İlahi düzene uymayanlar alçak ve köle olsunlar; acı çeksinler, kıskançlığa
kapılsınlar, kendilerine acısınlar, kısacası, mutsuz olsunlar ve ağlayıp
sızlansınlar der.
"Malum
kişiyi ziyaret etmeli miyim öyleyse? Kapısına gitmeli miyim?” Eğer ülken için,
soydaşların için, insanların iyiliği için mantık bunu gerektiriyorsa, neden
gitmeyesin? Kundura için kunduracının kapısına gitmekten veya marul istediğinde
bostancının kapısına gitmekten utanmıyorsun da bir şey gerektiği zaman zengin
birinin kapısına gitmekten mi utanıyorsun? "Evet, çünkü kunduracı gözümü
korkutmuyor.” Zenginler de gözünü korkutmasın. "Ayrıca, bostancıyı
pohpohlamam gerekmiyor.” Zenginleri de pohpohlaman gerekmez. "O zaman
istediğimi nasıl alacağım?” İstediğini alacağından eminmiş gibi davran. Kendine
yakışacak şekilde davranman gerektiğini söylememe gerek var mı? "Neden
gitmem gerekiyor peki?” Gitmiş olmak için; bir vatandaş, kardeş ve dost olarak
görevini yerine getirmiş olmak için. Ayrıca, ne kadar iyi satış yapsa da yüce
ve soylu bir konuda herhangi bir güce sahip olmayan bir kunduracıya veya
bostancıya gittiğini de unutma. Marul almaya gittiğinde bir kuruş ödersin, bir
altın değil. Burada da aynısı geçerli. Söz konusu mesele o zengin kişinin
kapısına gitmeye değer. "Gideceğim.” Konuşmaya değer. "Konuşacağım.
Ama elini öpmek ve pohpohlamak da gerekir.” Hayır, bu bir altın demektir; iyi
bir vatandaşı ve dostu şımartacak bir harekette bulunmak ne senin için, ne
ülken için ne de dostların için kazançlıdır. "Ama eğer başarılı olmazsam,
yeterince istekli davranmadığımı zannederler.” Niye gittiğini unuttun mu? İyi
bir insanın amacının görüntüyü kurtarmak olmadığını, doğru davranmak olduğunu
bilmiyor musun? "Doğru davranmak ona ne fayda sağlayacak?” Dion ismini
doğru yazmak ne fayda sağlar? Doğru yazmış olursun. "Hiçbir ödül yok mu
yani?” İyi bir insan için iyi ve adil davranmaktan daha büyük bir ödül olur mu?
'Olympia’da müsabakaları kazanmak senin için yeterlidir; daha fazlasını
istemezsin. İyi ve mutlu olmak küçük ve önemsiz bir şey mi sence? Tanrılar
tarafından bunun için dünyaya getirilmişken ve bir insanın sorumluluklarını
üstlenmek senin görevinken, hâlâ anneni ve dadını mı istiyorsun? Yufka yürekli
kadınlar ağlayıp sızlanarak seni yumuşattılar mı? Ahmak bir çocuk olmaktan hiç
vazgeçmeyecek misin? Yaşın ilerledikçe çocuk gibi davranmanın daha da gülünç
olduğunu bilmiyor musun?
Atina’da hiç
kimseyi evinde ziyaret etmez miydin? "İstediğim kişiyi ziyaret
ederdim." Hazır olduğun sürece burada da istediğin kişiyi ziyaret edersin.
Yeter ki kendini alçaltma. Arzuladıklarına ve sakındıklarına dikkat ettiğin
sürece hiçbir sorun yaşamazsın. Ancak alacağın sonuç birinin kapısına gitmeye
değil, içindekilere, yani fikirlerine bağlıdır. Dış etkenlere ve iradene bağlı
olmayan şeylere değer vermemeyi öğrenip bunların sana ait olmadığını, sadece
muhakeme gücünü iyi kullanmanın, fikir oluşturmanın, arzulamanın, bir şeye
doğru hareket etmenin veya ondan uzaklaşmanın sana ait olduğunu düşünmeye
başladığın zaman, alçaklığa ya da övgülere yer kalır mı? Neden hâlâ Atina’yı ve
alışık olduğun yerleri özlüyorsun? Biraz zaman tanırsan, buraya da alışırsın ve
eğer o kadar zayıfsan, buradan ayrıldığında da ağlayıp sızlanırsın.
"Öyleyse,
nasıl sevecen bir insan olacağım?" Asil bir duruş sergileyerek ve mutlu
olarak. Çünkü alçakça davranmak, kendine acımak, başka birine bağımlı olmak,
Tanrı’yı ve insanları suçlamak mantıklı değildir. Bu kurallara uyarak sevecen
bir insan olmalısın. Eğer senin tabirinle bu sevecenliğin yüzünden sefil bir
köle gibi davranacaksan, sevecen olmanın hiçbir faydası yoktur. Karşındakini,
faniliğe mahkûm bir insan olduğunu bilerek, senden ayrılabileceğini bilerek
sevmeni engelleyen ne? Sokrates çocuklarını sevmiyor muydu? Seviyordu ama özgür
bir insan olarak; önce tanrıların dostu olması gerektiğini bilen biri olarak.
Dolayısıyla, asla iyi bir insana yakışacak davranışlardan taviz vermedi. Ne
savunmasını yaparken, ne kendisine bir ceza belirlemesi beklenirken11’ ne senatörlük yaparken ne de askerlik
yaparken. Ne var ki biz alçakça davranmak için her türlü bahaneye sahibiz;
kimileri çocukları için, kimileri anneleri için, kimileri de kardeşleri için
öyle davranıyor. Oysa hiç kimse için mutsuz olmamamız, herkes için ama
özellikle de bizi bu amaçla yaratan Tanrı için mutlu olmamız gerekir. Diyojen
hiç kimseyi sevmiyor muydu? Müşfik bir insan olduğu ve bütün insanlığı çok
sevdiği için o kadar fazla çaba harcayıp, o kadar fazla acıya katlanmadı mı?
İnsanlığı seviyordu ama nasıl? Tanrı’nın bir elçisine yakışacak şekilde; yani
insanları seviyordu ama aynı zamanda Tanrı’ya tabiydi. Dolayısıyla, tek bir yer
değil, bütün dünya onun ülkesiydi. Esir alındığında Atina’ya, oradaki
tanıdıklarına ve dostlarına içerlemediği gibi, korsanlarla bile arkadaşlık
kurdu ve onları geliştirmeye çalıştı. Satıldıktan sonra Korint’te de Atina’da
yaşadığı gibi yaşadı; Perrhaebilerin ülkesine gitseydi de aynı şekilde yaşardı.
İşte özgürlük böyle kazanılır. Diyojen bu nedenle şöyle derdi: "Antisthenes
beni özgür kıldığından beri köle olmadım." Antisthenes onu nasıl özgür
kıldı? Söylediklerine bakalım: "Antisthenes bana nelerin bana ait olduğunu
ve nelerin bana ait olmadığını öğretti. Mal mülk, soydaşlarım, yurttaşlarım,
dostlarım, itibarım, alışık olduğum yerler ve yaşama biçimleri bana ait
değildir, başkalarına aittir. Peki, ne bana aittir? İzlenimleri nasıl
kullanacağım. Antisthenes bana bunun hiçbir kısıtlamaya ya da zorlamaya tabi
olmaksızın bana ait olduğunu, bu konuda hiç kimsenin önüme bir
1 19 Atina'da,
mahkeme bir sanığı suçlu bulduğunda, kendine hangi cezayı uygun gördü-ğtinü
sormak adettendi. En azından bazı davalarda. Ne var İki Sokrates bunu yapmayı
kabul etmediği gibi, arkadaşlannın bunu yapmasına da müsaade etmedi, çünkü bir
ceza belirlemenin suçunu kabul etmekle aynı şey olduğunu söyledi. Sokrates,
şayet kendisine uygun bir ceza dile getirecek olsaydı, bunun her gün şehir
meclisinde yemek yemek olacağını söyledi. engel çıkaramayacağını ve hiç
kimsenin beni izlenimleri istediğimden başka türlü kullanmaya zorlayamayacağını
gösterdi. Öyleyse, kim benim üzerimde güç sahibi olabilir ki? Philip mi? Büyük
İskender mi? Perdikkas mı? Yüce Kral mı? Bu güce nasıl sahip olsunlar? İnsan
birinin boyunduruğu altına giriyorsa, ondan çok önce başka şeylerin boyunduruğu
altına girmiştir. Eğer zevk, acı, şöhret veya servet insana boyun eğdiremiyorsa
ve insan istediği zaman bedeninden vazgeçebiliyorsa, nasıl başkasının kölesi
olabilir ki?” Oysa Diyojen Atina’da sefa sürmüş ve bu hayat biçiminin boyunduruğu
altına girmiş olsaydı, herkes ona hükmedebilirdi; kendisinden daha güçlü
olanlar ona acı çektirme gücüne sahip olurlardı. O durumda, kendisini bir
Atinalıya satmaları için, bir gün güzelim Pire’yi, Uzun Surlar’ı ve Akropolis’i
görebilmek için korsanlara nasıl övgüler düzerdi sence? Peki, böyle bir
durumda, bu yerleri nasıl bir insan olarak görmüş olurdun? Alçak bir tutsak ve
köle olarak. Bunun sana ne faydası olurdu? "Ben bunları özgür bir insan
olarak görmek isterdim.” Nasıl özgür olacaktın peki? Birisi seni yakalamış ve
alışık olduğun yerden alıp götürüyor. Sana diyor ki: "Sen benim kölemsin,
çünkü istediğin gibi yaşamana engel olmak benim elimde. Sana nazik davranmak da
hakaret etmek de benim elimde. Ben istediğimde sevinçten havalara uçarak Atina’ya
gidersin.” Sana köle gibi davranan birine ne dersin? Seni kölelikten kurtaracak
birini nasıl bulursun? Yoksa o kişinin yüzüne bile bakamaz ve özgür bırakılmak
için yalvarır mısın? Ben diyorum ki zindana seve seve, hızlı adımlarla, seni
oraya sürükleyenlerden daha önce gitmelisin. Roma’da yaşamak istemiyor,
Yunanistan’da mı yaşamak istiyorsun? Ölüm vaktin geldiğinde de Atina’yı
göremeyeceğin ve Lykeion’da yürüyemeyeceğin için ağlayıp sızlanacak mısın?
Bunun için mi yurt dışına çıktın? Bunun için mi bir şeyler öğrenebileceğin
birini aradın? Ne öğrenecektin? Uslamlamaları daha çabuk çözümlemeyi veya
kuramsal argümanları ele almayı mı? Bunun için mi kardeşini, ülkeni, dostlarını
ve aileni bıraktın? Bunları öğrendikten sonra dönmek için mi? Öyleyse, yurt
dışına sağlam bir zihin yapısı kazanmak için, endişelerinden arınmak için, hiç
kimseden yakınmamak, hiç kimseyi suçlamamak, hiç kimseden zarar görmemek ve
böylece engellere maruz kalmadan yaşamak için çıkmadın mı? Uslamlamalar ve
kuramsal argümanlar için çok yol kat etmişsin. İstersen agorada yerini al ve
ilaç satan insanlar gibi bunları satılığa çıkar. Bütün öğrendiklerine rağmen
teoremlerinin işe yaramaz olduğunun söylenmeyeceğinden emin misin? Felsefe sana
ne kötülük yaptı? Hrisippos sana ne zarar verdi de hareketlerinle onun
çabalarının boş olduğunu kanıtlıyorsun? Yurdunda acı çekmene ve ağlayıp
sızlanmana neden olan kötülükler sana yetmiyor muydu? Listeye yenilerini mi
eklemen gerekiyordu? Yeni tanıdıklar ve arkadaşlar edinirsen, ağlayıp sızlanmak
için daha çok sebebin olacak. Başka bir ülkeyi sevmeye başlarsan da. Öyleyse,
kendini neden mutsuzluğa yol açan acılarla kuşatıyorsun? Sen buna sevgi mi
diyorsun? Ne sevgisi! İyi bir şey kötülüğe yol açmaz. Kötü bir şeyden ise uzak
dururum. Doğuştan kendi iyiliğim için yaratılmışımdır; kötülüğüm için değil.
Öyleyse, bu
amaca hizmet eden disiplin nedir? Her şeyden öncç şudur: Herhangi bir şeyden
keyif alırken, senden alınamayacak bir şeymiş gibi değil, kırıldığında da
hatırlayacağın ve üzülmeyeceğin topraktan veya camdan bir kupaymış gibi keyif
almalısın. Çocuğunu, kardeşini veya dostunu öperken, izlenime asla'tam olarak
geçit vermemeli, keyfinin dilediği yere kadar gitmesine göz yummadan onu
denetlemelisin. Tıpkı zafer kazananların arkasında durup onlara fani
olduklarını hatırlatan kişiler gibi.120 Ayrıca,
kendine sevdiğin kişinin fani olduğunu, sana ait olmadığını ve belirli bir süre
için sana verilmiş olduğunu hatırlatmalısın. Senden alınabileceğini ve sana
süresiz olarak verilmediğini hatırlatmalısın. Tıpkı mevsiminde sana verilen bir
incir veya bir salkım üzüm gibi. Eğer kışın bunları istersen, ahmaklık etmiş
olursun. Eğer mümkün değilken çocuğunu veya dostunu görmek istiyorsan, kışın
incir istediğini bilmelisin. Çünkü kış incir için neyse, evrenin meydana
getirdiği olaylar da doğasının gerektirdiği gibi alınıp götürülen şeyler için
odur. Bir şeyden keyif alırken, karşı izlenimleri de gözünde canlandırmalısın.
Çocuğunu öperken içinden "Yarın öleceksin,” demenin veya dostunu öperken
"Yarın belki gideceksin veya belki de ben gideceğim ve birbirimizi bir
daha hiç görmeyeceğiz, ” demenin ne sakıncası var? "Ama bunlar kötü
alametler.” Bazı efsunlar da kötü alametlerdir ama faydalı oldukları için bunu
umursamayız; onlardan faydalanmaya bakarız. Ancak, belirli bir kötülük
sergilemeyen şeyleri kötü alametler olarak adlandırabilir miyiz? Korkaklık,
alçaklık, acı ve utanmazlık kötü alametler içeren kelimelerdir. Ancak,
kendimizi onlara karşı korumak için bu kelimeleri sarf etmekten çekinmeyiz.
Doğal bir olayı belirten bir kelimenin kötü alamet olabileceğini mi söylüyorsun?
Öyleyse, mısırın biçilmesi de kötü alamettir, çünkü mısırın sonu anlamına
gelir; ama dünyanın sonu anlamına gelmez. Yaprakların dökülmesi, incirlerin ve
üzümlerin kuruması da kötü alametlerdir. Bunların hepsi bir değişimdir; yıkım
değil, belirli bir düzenin parçasıdır. Evden ayrılmak küçük bir değişim, ölüm
ise büyük bir değişimdir. "O durumda artık var olmayacak mıyım?” Var
olmayacaksın ama dünyanın ihtiyaç
1 20 Roma'da,
zafer kazanan generallerin arkasında bir kölenin durması ve ona fani olduğunu hatırlatması
adettendi. Juvenal, x 41. duyduğu başka bir şeye dönüşeceksin. Çünkü zaten
istediğin zaman değil, dünya sana ihtiyaç duyduğu zaman var oldun. Dolayısıyla,
kim olduğunu, nereden geldiğini ve kimden geldiğini unutmayan iyi ve bilge
insanlar sadece yerlerini hakkıyla ve Tanrı’ya itaat ederek doldurmaya özen
gösterirler. Yaşamaya devam etmemi mi istiyorsun? Senin istediğin gibi özgür ve
asil bir insan olarak yaşamaya devam ederim, çünkü sen bana ait olan şeyleri
engellerden muaf tuttun. Artık bana ihtiyacın yok mu? Öyleyse, sana teşekkür
ederim. Şimdiye kadar senin için burada kaldım, şimdi de senin isteğinle
buradan ayrılacağım. Nasıl mı ayrılacağım? Yine senin istediğin gibi özgür bir
insan olarak; senin emirlerini ve yasaklarını bilen bir hizmetkarın olarak.
Sana hizmet ettiğim sürece nasıl bir insan olmamı istiyorsun? Soylu bir insan
mı yoksa sıradan bir insan mı? Er mi yoksa general mi? Öğretmen mi yoksa aile
reisi mi? Beni nereye ve hangi konuma atarsan ata, Sokrates’in de dediği gibi,
o konumu terk edeceğime, bin kere ölürüm. Nerede olmamı istersin? Roma’da mı?
Atina’da mı? Tebai’de mi? Gyaros’ta mı? Beni unutma yeter. Eğer beni insanın
doğasına göre yaşayamayacağı bir yere gönderirsen, hayatıma sana başkaldırarak
değil ama senden geri çekilme işaretini almış biri olarak son veririm. Seni
terk etmem; bu aklımın ucundan bile geçmez ama bana ihtiyacın olmadığını
anlarım. Eğer doğaya göre yaşama olanağına sahipsem, olduğumdan başka bir yer
veya çevremdekilerden başka insanlar aramam.
'Bu düşünceleri
gece gündüz aklından çıkarmamalısın. Hep bunları yazmalı, bunları okumalı,
bunları konuşmalısın. Herkese, "Bana bu konuda yardım edebilir misin?”
diye sormalısın. O zaman dileklerine aykırı bir şey gerçekleştiğinde, bu
düşünceler seni hemen rahatlatır ve hazırlıksız yakalanmazsın. Her koşulda
"Fani bir evlat doğurduğumu biliyordum,” diyebilmek önemlidir. Çünkü o
zaman, "Fani olduğumu biliyordum. Evimden ayrılabileceğimi biliyordum.
Evimden çıkarılabileceğimi biliyordum. Zindana atılabileceğimi biliyordum,” da
diyebilirsin. O durumda dönüp kendine baktığında ve olanların nereden
kaynaklandığını araştırdığında, iradenin gücü dahilinde olmayan ve sana ait
olmayan bir yerden kaynaklandığını hemen hatırlarsın. Öyleyse, senin için nedir
ki? Sonra en önemli soruyu sorarsın: "Bunu bana kim gönderdi?” Liderin,
generalin, kanunlar. Öyleyse bırak gelsin, çünkü kanunlara her zaman uymak
gerekir. İzlenimler sana acı verdiğinde - çünkü bunun önüne geçmek elinde
değildir - mantık yardımıyla onlarla baş etmeli, güç kazanmalarına ya da
imgeler oluşturarak seni istedikleri yere sürüklemelerine fırsat tanımamalısın.
Eğer Gyaros’taysan, Roma’daki yaşamı, orada yaşayanları ya da oraya dönenleri
bekleyen zevkleri hayal etmemelisin. Bunun yerine, Gyaros’ta nasıl cesur bir
insan olarak yaşanabileceğine odaklanmalısın. Eğer Roma’daysan da Atina’daki
yaşamı hayal etmemeli ve sadece Roma’daki yaşamı düşünmelisin.
Diğer bütün
hazların yerine, Tanrı’ya itaat ettiğini bilmenin ve hareketlerinle iyi ve
bilge bir insan olduğunu kanıtlamanın hazzını koymalısın. Çünkü bir insanın
kendisine şunları diyebilmesinin ne kadar büyük bir şey olduğunu düşünsene:
Okullarda ciddiyetle neleri tartışıyor olurlarsa olsunlar ve genel görüşün
aksine ne gibi görüşler öne sürüyor olurlarsa olsunlar, ben bunları yapıyorum.
Onlarsa oturup benim erdemlerimi tartışıyor, beni inceliyor ve övüyorlar. Zeus
benim örnek olmamı, gerektiği gibi bir askere ve vatandaşa sahip olup
olmadığını görmemi istedi. İrademizden bağımsız olan şeylere tanık olmamı
istedi. Mantıksızca korktuğunuzu görün. Ahmakça arzulara kapıldığınızı görün.
İyiliği dışarıda değil, içinizde arayın, çünkü aksi takdirde bulamazsınız. Zeus
bu nedenle beni bir oraya, bir buraya sürüklüyor. Bu nedenle beni yoksul,
yetkisiz ve hasta kılıyor. Bu nedenle beni Gyaros’a gönderiyor veya zindana
yolluyor. Benden nefret ettiği için değil; çünkü kim en iyi hizmetkarından
nefret eder ki? Beni önemsemediği için de değil; çünkü o en küçük şeyleri bile
ihmal etmez. Bunu beni eğitmek ve diğerlerine tanık kılmak amacıyla yapıyor.
Böyle bir göreve atanmışken, nerede olduğumu, kimlerle olduğumu veya insanların
benim hakkımda neler söylediğini umursar mıyım? Düşüncelerimi bütünüyle
Tanrı’ya ve onun buyruklarına vermez miyim?
Bu düşünceleri
daima hazırda bulundurur ve uygularsan, hiç kimsenin seni teselli etmesine veya
güçlendirmesine ihtiyaç duymazsın. Çünkü yiyecek bir şeye sahip olmamak utanç
verici değildir ama korkuları ve acıları uzak tutmaya yetecek kadar mantığa
sahip olmamak öyledir. Korkulardan ve acılardan bir kere kurtulduktan sonra
senin için artık tiran, tiranın korumaları ya da İmparator’un adamları kalır
mı? Zeus’tan bu kadar büyük bir yetki almışken, mahkemeye çağınlmak seni üzer
mi? Belirli görevlere getirildikleri için Jüpiter Tapınağı’nda kurban verenler
seni üzer mi? Yeter ki bununla övünme ve bunu hareketlerinle kanıtla. Eğer hiç
kimse anlamazsa da sağlıklı ve mutlu olmakla yetin.
XXV. BÖLÜM
AMACINDAN SAPANLAARA (VAZGEÇENLERE)
Başlangıçta
neler tasarladığını, bunların hangilerini başa-np hangilerini başaramadığını,
birini hatırlarken ne kadar mutlu, diğerini hatırlarken ne kadar mutsuz
olduğunu düşün ve eğer mümkünse başarısız olduklarını yeniden ele almaya çalış.
Çünkü en büyük savaşa girdiğimizde, sinmememiz ve darbelere katlanmamız
gerekir. Çünkü bu savaş, başarılı olanların da olmayanların da az veya çok
takdir gördüğü güreş müsabakalarına benzemez. Bu savaş iyi ve mutlu olmak için
verilen savaştır. Bu alanda savaşı terk etmiş olsak bile, hiç kimse yeniden
savaşa girmemizi engelleyemez ve Olimpiyat Oyunlarındaki gibi dört sene daha
beklememiz gerekmez. Kendini toparladığın ve azmine yeniden kavuştuğun anda
tekrar savaşa girebilir ve savaşı bir kere daha terk etsen bile, yine
girebilirsin. Eğer bir kere zafer kazanmayı başarırsan, savaşı hiç terk etmemiş
gibi olursun. Yeter ki aynı şeyi yapmayı (savaşı terk etmeyi) alışkanlık haline
getirip de yarışa hevesle giren ama bütün müsabakalarda yenilgi almaya
başlayınca cesaretini kaybeden kötü sporcular gibi davranma.
"Güzel bir
kadın görünce yenik düşüyorum. Daha önce de düşmedim mi? O kişide kusur bulma
eğilimine kapılıyorum. Daha önce de kapılmadım mı?" Sanki bunlardan hiç
zarar görmemiş gibi konuşuyorsun. Yıkanmasını yasaklayan hekime, “Daha önce de
yıkanmadım mı?" diye soran bir hasta gibi. O 304
zaman hekim de
sana "Peki yıkandıktan sonra ne oldu? Ateşin çıkmadı mı? Başın ağrımadı
mı?" diye sorar. Birisinde kusur bulduğunda, kötü niyetli bir dedikoducu
gibi davranmış olmadın mı? Bu hareketinle, içindeki alışkanlığı körüklemedin
mi? Peki, güzel bir kadına yenik düştüğünde, hiç zarar görmedin mi? Öyleyse,
neden daha önce yaptıklarından bahsediyorsun? Bence aynı hataları
tekrarlamaktan uzak durmak için, aldıkları kırbaç darbelerini unutmayan köleler
gibi, sen de yaptıklarını unutmamalısın. Ne var ki bir durum ötekine benzemez.
Çünkü kölelerin hafızasını canlı tutan acılarıdır ama sen hataların için ne acı
çektin, ne ceza çektin? Demek ki acı, istesek de istemesek de bizim için
faydalıdır.
XXVI. BÖLÜM
YOKLUKTAN KORKANLAARA
Kaçak
kölelerden daha korkak ve alçak olmaya utanmıyor musun? Onlar efendilerini
nasıl terk ediyorlar? Hangi mallarına mülklerine güveniyorlar? Kendilerini
birkaç gün idare edecek kadar erzak aşırdıktan sonra karada veya denizde yol
almıyorlar mı? Hayatta kalmanın bir yolunu bulmuyorlar mı? Hangi kaçak köle
açlıktan ölmüş? Gelgelelim, sen gerekli şeylerden mahrum kalmaktan korkuyorsun
ve geceleri uyuyamı-yorsun. Ey zavallı, bu kadar kör müsün? Bunlardan mahrum
kalmanın insanı nereye götürdüğünü bilmiyor musun? "Nereye götürür?"
Hastalığın ya da başına düşen bir taşın götürdüğü yere; ölüme. Sen kendin de
bunu arkadaşlarına sık sık söylemedin mi? Bunları sık sık okuyup yazmadın mı?
Ölüm konusunda ne kadar rahat olduğunla sık sık övünmedin mi?
"Evet ama
karım ve çocuklarım da açlık çekiyorlar." Peki, açlık onları başka bir
yere mi götürecek? Onlar da aynı yere gitmeyecekler mi? Onları da aynı şeyler
beklemiyor mu? En zengininin de, en yüksek konumdakinin de, kralının da,
tiranının da gideceği o yere, her türlü yokluğa karşın cesaretle yaklaşmak
istemez misin? Belki sen aç gideceksin, onlar hazımsızlık çekerek ve sarhoş
gidecekler. Sen hiç ihtiyarlamamış, hatta fazlasıyla ihtiyarlamamış bir dilenci
gördün mü? Onlar gece gündüz üşüyerek, yerde yatarak ve sadece gerektiği
kadarını yiyerek ölüme neredeyse meydan okuyorlar. Peki ama yazamaz 306
mısın?
Öğretmenlik yapamaz mısın? Bir başkasının kapısında nöbet tutamaz mısın? “Ama o
duruma düşmek utanç verici." O zaman önce nelerin utanç verici olduğunu
öğren de ondan sonra filozof olduğunu iddia et ama şu anda hiç kimsenin seni
filozof diye adlandırmasına izin verme.
Kendi
yapmadığın, kendin sebep olmadığın, baş ağrısı ya da ateş gibi tesadüfen başına
gelen bir şeyden utanç duyar mısın? Eğer ailen yoksulsa ve ellerindekileri
başkalarına bıraktıysa veya hayatta olmalarına rağmen sana hiç yardım
etmiyorlarsa, utanç duyar mısın? Filozoflardan bunları mı öğrendin? Utanç veren
şeylerin ayıplanması gerektiğini ve ayıplanabilecek şeylerin ayıplanmayı hak
etmesi gerektiğini bilmiyor musun? Kendine ait olmayan ve senin yapmadığın bir
şey için kimi ayıplarsın? Babanı sen mi öyle kıldın ya da onu geliştirmek senin
elinde mi? Sana öyle bir güç verildi mi? Bu durumda, sana verilmeyen şeyleri
istemen veya onları elde edemediğin için utanman mı gerekir? Felsefeyle
uğraşırken, başkalarına bel bağlamayı ve kendinden hiçbir şey beklememeyi mi
öğrendin peki? Öyleyse, ağlayıp sızlanmaya ve yemeğini yerken ertesi gün yemek
bulamayacağından korkmaya devam et. Kölelerinin senden bir şeyler çalacağından,
kaçacağından veya öleceğinden korkmaya devam et. Felsefeyle sadece sözde
ilgilenen ve teoremleri faydasız olduklarını kanıtlamak suretiyle küçük düşüren
biri olarak yaşamaya devam et. Sen hiç metanet peşinde, endişelerinden ve
tutkularından arınma peşinde olmadın. Bunları sana öğretecek insartların değil,
uslamlamaları öğretecek insanların peşinde oldun. İzlenimlerin hiçbirini kendi
başına enine boyuna incelemedin. "Katlanabilir miyim yoksa katlanamaz
mıyım? Ne yapmalıyım?" diye sormadın. Sanki bütün işlerini yoluna koymuş
gibi, üçüncü konuya, yani değişmemeye eğildin. Ne değişmesin diye? Korkaklığın,
alçaklığın, zenginlere beslediğin hayranlık, hiçbir yere varmayan arzuların ve
sakınmayı başaramadıkların mı? Sen bunları korumayı dert edindin.
Asıl
mantığından kazandıklarını koruman gerekmez miydi? Sen hiç güvenli bir yer inşa
edip de etrafını surlarla çevirmeyen birini gördün mü? Nöbet tutulacak bir kapı
yoksa nöbetçiyi nereye koyarsın? Ne kanıtlamaya çalışıyorsun? Bana önce elinde
ne olduğunu, ne ölçtüğünü, ne tarttığını göster; terazini veya ölçü birimini
göster. Toz ölçmeye daha ne kadar devam edeceksin? Senin insanları mutlu eden
şeyleri, her şeyin diledikleri gibi gitmesini sağlayan şeyleri, neden hiç
kimseyi suçlamamamız ve evrenin düzenini kabul etmemiz gerektiğini göstermen
gerekmez mi? Bana bunları göster. "Ben bunları gösteriyorum. Uslamlamaları
çözüyorum.” Ey ahmak, sen ölçülen şeyden değil, ölçüden bahsediyorsun.
Dolayısıyla da ihmal ettiklerinin cezasını çekiyorsun. Korkudan titriyor,
uyuyamıyor ve herkese akıl danışıyorsun. Eğer görüşlerin herkesi memnun
etmezse, yanlış görüşlere sahip olduğunu düşünüyorsun. Açlıktan korktuğunu
sanıyorsun ama aslında korktuğun şey açlık değil. Sen aşçının olmamasından
korkuyorsun. Alışverişini yapacak bir kişi, ayakkabılarını çıkaracak ikinci bir
kişi, seni giydirecek üçüncü bir kişi, sırtını ovacak birileri, hamama kadar
sana eşlik edecek ve giysilerini çıkarıp uzandığında bir oranı bir buranı
ovacak, kölelere "Pozisyonunu değiştirin, kafasını tutun, omzunu
kaldırın,” diyecek birileri, hamamdan çıkıp eve döndüğünde de "Bana
yiyecek bir şeyler getirin. Sofrayı toplayın. Masayı silin,” diyeceğin birileri
olmamasından korkuyorsun. Yani sen hasta bir insan gibi yaşayamamaktan
korkuyorsun. Sağlıklı insanların nasıl yaşadığını, kölelerin, işçilerin, gerçek
filozofların, karısı ve çocukları olan Sokrates’in, Diyojen’in ve hem okuluyla
ilgilenen hem de kuyudan su çeken Kleantes’in13 nasıl
yaşadığını öğren. Eğer onların sahip olduklarına sahip olmayı tercih edersen,
her yerde güven içinde yaşarsın. Neye güvenirsin? İnsanın güvenebileceği tek
şeye; engellere tabi olmayan ve senden alınamayacak olan tek şeye, yani kendi
iradene. Neden kendini bu kadar faydasız ve işe yaramaz kıldın da hiç kimse
seni evine almak ve seninle ilgilenmek istemiyor? Sağlam ve faydalı bir eşya
atılacak olsa, onu bulan herkes alır ve kendini kazançlı sayar. Oysa seni hiç
kimse almaz; bunu bir kayıp olarak görür. Bir köpeğin veya bir horozun
görevlerini bile yerine getiremez misin yani? Öyleyse, bu şekilde yaşamaya
neden devam ediyorsun?
İyi bir insan
aş bulamayacağından korkar mı? Körler ve topaHar aş bulurken, iyi bir insan mı
bulamayacak? Bir askere, işçiye veya kunduracıya herkes ödeme yaparken, iyi bir
insan mı yokluk çekecek? Tanrı kendi kurduğu düzeni, elçilerini, tanıklarını,
cahillere örnek olmakla görevlendirdiği kişileri ihmal eder mi? Peki Tanrı ona
aş sağlamıyorsa, bu ne anlama gelir? İyi bir general gibi, geri çekilme
işaretini verdiği anlamına gelir. O durumda ona itaat ederim; generalin sözünü
dinler ve onu överim. O istediği zaman dünyaya geldim; istediği zaman da
giderim. Yaşarken hem kendi başıma hem de insanlara onu övmek benim görevimdi.
Beni bolluk içinde yaşatmıyor ve konforlu- bir hayat sürdürmemi istemiyorsa,
oğlu Herkül’ü de bolluk içinde yaşatmadı. Argos’un ve Miken’in kralı bir
başkasıydı (Eurystheus); Herkül ise emirlere itaat eder ve çalışırdı.
Gelge-lelim, Eurystheus aslında ne Argos’un ne de Miken’in kralıydı, çünkü
kendi kendinin kralı bile değildi. Oysa Herkül karaların ve denizlerin
hakimiydi; kanunsuzlukları ortadan kaldırıp adaleti ve kutsallığı getirdi.
Bütün bunları çırılçıplak ve tek başına yaptı. Ulysses gemi kazasına
uğradığında, yokluk onu yıldırdı mı? Cesaretini kırdı mı? Bakirelere gidip
yardım dilenmedi mi?
Gücüne güvenen,
dağlarda yetişmiş bir aslan gibi.
Od. vi. 130.
Neye güvendi?
İtibarına, servetine veya konumuna değil, kendi gücüne. Yani, elimizde olanlar
ve olmayanlar konusundaki görüşlerine. Çünkü insanı özgür kılan, engellerden
kurtaran, başını dik tutmasını sağlayan, zenginlere ve tiranlara gözünü
kaçırmadan bakmasını sağlayan sadece bunlardır. Filozoflara verilen armağan
budur. Oysa sen cesaretini ortaya koymuyor, giysilerin ve gümüş kaşıkların için
tir tir titriyorsun. Ey bedbaht adam, şimdiye kadar hayatını boşa mı harcadın?
"Peki ya
hastalanırsam?” Gerektiği gibi bir hasta olursun. "Bana kim bakar?” Tanrı;
dostların. "Sert bir yatakta yatmam gerekir.” Ama adam gibi yatarsın.
"Rahat bir odam olmaz.” Rahat olmayan bir odada hasta olursun. "Kim
bana aş getirir?” Başkalarına da getirenler. Manes14 gibi hasta
olursun. "Peki, hastalığın sonunda ne olur?” Ölüm dışında mı? İnsanın
başındaki kötülüklerin en büyüğü, alçaklığın ve korkaklığın en büyük belirtisi
ölüm değil de ölüm korkusu değil midir? Öyleyse sana kendini bu korkuya karşı
geliştirmeni tavsiye ederim. Bütün aklını, çalışmalarını ve okumalarını buna
yoğunlaştır. İnsanın ancak bu şekilde özgür kaldığını göreceksin.
IV. CİLT
*
I. BÖLÜM
ÖZGÜRLÜĞE DAİR
İstediği gibi
yaşayan, zorlamalara ve engellere tabi olmayan, arzularına daima kavuşan ve
kaçındıklarının pençesine düşmeyen kişi özgürdür. Kim hata içinde yaşamak
ister? Hiç kimse. Kim yanılsamalar içinde yaşamak, yanılgıya kapılmak,
adaletsiz, fevri, mutsuz ve alçak olmak ister? Hiç kimse. Öyleyse, hiçbir kötü
insan istediği gibi yaşamamaktadır ve özgür değildir. Peki, kim acı, korku ve
kıskançlık içinde yaşamak, arzularını elde edememek ve kaçındıklarının
pençesine düşmek ister? Hiç kimse. Acılarından ve korkularından kurtulan,
arzularına kavuşan, kaçınmak istediklerinin pençesine düşmeyen kötü bir insan
var mıdır? Yoktur. Öyleyse, özgür olan kötü bir insan da yoktur.
İki kere konsül
olmuş birine bunları söylersen ama "Sen bilge bir insansın. Bunlar senin
için önemli değil,” diye de eklersen, seni mazur görür. Ancak, dürüst
davranırsan ve "Senin de üç kere köle olarak satılmış birinden farkın yok,
” dersen, yumruk yemekten başka ne bekleyebilirsin ki? Çünkü o zaman, "Ben
nasıl köle olurum?” diye soracaktır. "Babam özgürdü. Annem özgürdü. Hiç
kimse beni satın alamaz. Ayrıca ben bir senatörüm, İmparator’un dostuyum,
zamanında konsüllük yaptım ve çok sayıda köleye sahibim.” Bir kere, sayın
senatör, belki annen, baban, büyükbaban ve bütün sülalen de seninle aynı
şekilde köleydi. Ayrıca, onlar olabildiğince özgür olsalar bile, bunun seninle
ne ilgisi var? Ya onlar asil bir karaktere sahipken, sen alçak bir karaktere
sahipsen? Onlar cesurken, sen korkaksan? Onlar ölçülü davranmayı
başarabiliyorken, sen ba-şaramıyorsan?
"Bunun
kölelikle ne ilgisi var?” diye sorabilirsin. Bir şeyi istemeden, zorlamayla ve
inleyerek yapmak kölelik değil midir? "Olabilir ama beni herkese hükmeden
İmparator’un dışında kim herhangi bir şeye zorlayabilir ki?” Öyleyse, bir
efendin olduğunu sen kendin de kabul ediyorsun. Ancak, senin tabirinle, onun
herkese hükmediyor olması seni teselli etmesin. Bu sadece çok büyük bir ailede
köle olduğun anlamına gelir. Nikopolis halkı da devamlı "İmparator’un
lütfuyla özgürüz,” der.
Ancak, istersen
şimdilik İmparator’dan bahsetmeyelim. Bana şunu söyle. İster özgür olsun ister
köle, hiç herhangi birine aşık olmadın mı? "Bunun özgür veya köle olmakla
ne ilgisi var?” Sevdiğin kişi seni hiç istemediğin bir şey yapmaya zorlamadı
mı? Küçük köleni hiç şımartmadın mı? Ayaklarını hiç öpmedin mi? Oysa birisi
seni İmparator’un ayaklarını öpmeye zorlasa, bunun büyük bir hakaret ve
tiranlık olduğunu düşünürsün. Eğer kölelik bu değilse nedir? Hiç gece vakti
gitmek istemediğin bir yere gitmedin mi? İstediğinden daha fazla para
harcamadın mı? İnleyip sızlanmadın mı? Kötü muameleye ve dışarıda bırakılmaya
boyun eğmedin mi? Ancak, eğer kendi yaptıklarını itiraf etmeye utanıyorsan,
belki de senden bile uzun bir süre askerlik yapmış olan Thrasonides’in15
yaptıklarına ve söylediklerine bak. Öncelikle, kölesinin bile dışarı çıkmadığı,
sadece efendisi tarafından mecbur bırakıldığında ağlaya sızlaya çıktığı bir
saatte dışarı çıktı. Sonra ne dedi? "Hiçbir düşmanım beni köle edemezken,
değersiz bir kız beni kendine köle etti.” Değersiz bir kızın kölesi olan
zavallı adam. Neden kendini hâlâ özgür olarak adlandırıyorsun? Neden askerlik
günlerini anlatıyorsun? Ardından, bir kılıç istedi ve merhametinden ötürü ona
kılıç vermeyi reddeden kişiye öfkelendi. Kendisinden nefret eden kıza hediyeler
gönderdi, yalvarıp yakardı ve küçücük bir başarı elde ettiğinde havalara uçtu.
Ama nasıl? Arzulamayacak ve korkmayacak kadar özgür müydü?
Bir de özgürlük
fikrini hayvanlara nasıl uyarladığımızı düşün. İnsanlar aslanları kafese
kapatıp besliyorlar ve bazen de yanlarında gezdiriyorlar. Böyle bir aslanın
özgür olduğunu kim söyleyebilir? Rahata ne kadar alışırsa, o kadar
köleleşmeyecek midir? Aklı mantığı olan bir insan bu aslan gibi olmak ister mi?
Yakalanıp kafese kapatılan kuşlar kaçmaya çalışırken büyük acılar çekmiyorlar
mı? Bazıları böyle bir hayata boyun eğmek-tense açlıktan ölüyor. Yaşayanlar ise
güçten kuvvetten düşüyor ve en ufak bir açıklık bulduğunda kaçıyor. Doğuştan
gelen özgürlüklerini, bağımsız olmayı ve engellerden kurtulmayı işte bu kadar
çok arzuluyorlar. "Kafeste yaşamanın sana ne zararı var?” "Ben
istediğim yere uçmak, açık havada yaşamak ve istediğim zaman şakımak için
yaratıldım. Beni bütün bunlardan mahrum bırakıp bir de bunun bana ne zararı
olduğunu mu soruyorsun?” Dolayısıyla, ancak esarete katlanamayan ve yakalandığı
anda ölerek esaretten kurtulan hayvanlara özgür diyebiliriz. Diyojen de bir
yerde özgürlüğe kavuşmanın tek yolunun ölmeye hazır olmaktan geçtiğini
söylemiştir. Pers Kralı’na şöyle yazmıştır: "Balıkları nasıl esir
edemezsen, Atinalıları da edemezsin.” "Neden? Onları yakalayamaz mıyım?”
"Eğer yakalarsan, balıklar gibi seni anında terk ederler. Çünkü bir balık
yakalandığında ölür. Eğer bu insanlar yakalandıklarında öleceklerse, savaşa
hazırlanmanın senin için ne anlamı var?” Bunlar özgürlüğe uzun uzadıya kafa
yormuş ve doğal olarak bu kavramın gerçek anlamını bulmuş olan özgür bir
insanın sözleridir. Özgürlüğü olmadığı bir yerde ararsan, hiçbir zaman
bulamaman doğal değil midir?
Bir köle hemen
serbest bırakılmak ister. Neden? Vergi tahsildarlanna para ödemeye can attığı
için mi? Hayır; bunu elde edemediği sürece engellenmiş ve mutsuz olacağına
inandığı için. "Özgürlüğüme kavuşur kavuşmaz mutlu olacağım. Herkesle
eşitim olarak konuşacağım. İstediğim yere gelip gideceğim," der. Ardından
özgür kalır ve yemek yiyebileceği hiçbir yer olmadığı için dalkavukluk
edebileceği ve birlikte yemek yiyebileceği birini aramaya başlar. Ardından
bedenini satmaya başlar, korkunç şeylere katlanır ve eğer bir yemlik
bulabilirse, eskisinden daha da beter bir köleliğin pençesine düşer. Zengin
olmayı başarsa bile, neyin iyi olduğunu bilmediği için, kızın birine aşık olur
ve mutsuzluğun pençesine düşünce, yeniden köle olmayı arzular. "Köleyken
neyim eksikti?" diye sorar. "Başka biri beni giydiriyor, besliyor ve
hasta olduğumda bana bakıyordu; karşılığında da onun için birkaç görev yerine
getiriyordum. Şimdiyse tek bir kişinin kölesi olmak yerine pek çok kişinin
kö-lesiyim ve acılar içinde kıvranıyorum. Ama eğer yüzüğü16 elde
edebilirsem, mutluluk ve refah içinde yaşayacağım." Yüzüğü elde etmek için
gereken her şeye katlanır ve elde edince de yine aynı şeyler olur. Bu sefer de,
"Eğer orduya katılırsam, bütün kötü!üklerden kurtulacağım," der.
Orduya katılır. Kırbaçlanan bir köle kadar acı çeker ama yine de ikinci ve
üçüncü bir görevin' peşinde koşmaya devam eder. Sonunda kariyerinin zirvesine
ulaşıp senatör olunca da meclise girerek köleliklerin en ihtişamlısına kavuşur.
Ahmaklığı bırakalım. İnsan, Sokrates’in de dediği gibi, her şeyin ne anlama
geldiğini öğrenmeli ve fikirlerini belirli durumlara uyarlamakta acele
etmemelidir. Çünkü insanların sorunlarının kökeni budur; genel fikirlerini
belirli durumlara uyarlayamamak. Oysa biz sorunlarımızın kökenleri konusunda
farklı görüşlere sahibizdir. Kimisi sorununun hastalıktan kaynaklandığını
zanneder; oysa asıl sorun fikirlerini doğru uyarlayamamasıdır. Kimisi
yoksulluktan kaynaklandığını, kimisi sert bir anne babaya sahip olmaktan
kaynaklandığını, kimisi de İmparator’un kendisini kayırmamasından
kaynaklandığını zanneder. Oysa bütün bu sorunların kökeni tek bir şeydir;
fikirlerini uyarlamayı bilmemek. Çünkü “kötü” konusunda kim fikir sahibi
değildir? Onun zararlı bir şey olduğunu, kaçınılması ve tedbir alınması gereken
bir şey olduğunu kim düşünmez? İş uygulamaya gelinceye dek fikirler birbiriyle
çelişmez. Hem zararlı hem de kaçınılması gereken bir şey olan “kötü” nedir
öyleyse? Birisi çıkıp “İmparator’un dostu olmamaktır,” der. Bu kişi fazlasıyla
yanılmaktadır, fikirlerini doğru uyarlaya-mamıştır ve konuyla hiç ilgisi
olmayan yerlere gitmiştir. Çünkü İmparator’un dostu olmayı başarsa bile,
aradığı şeyi bulamayacaktır. Her insanın aradığı şey nedir? Güven içinde
yaşamak, mutlu olmak, istediği gibi davranmak, engellenmemek ve zorlanmamak.
Peki ama bir insan İmparator’un dostu olunca engellerden kurtulur mu?
Zorlamalardan kurtulur mu? Mutlu ve huzurlu olur mu? Bunu kime sormalıyız?
İmparator’un dostu olan birinden daha güvenilir bir tanık bulabilir miyiz?
Öyleyse, söyle bize; İmparator’un dostu olmadan önce mi daha huzurlu uyuyordun
yoksa şimdi mi daha huzurlu uyuyorsun? Derhal şu cevabı alırız: “Lütfen benimle
alay etmeyi bırak. Ne acılara katlandığımı bilmiyorsun. Gözüme uyku girmiyor.
Birisi gelip ‘İmparator uyandı. Birazdan görünür,’ dediği anda endişeler ve
dertler birbirini kovalamaya başlıyor.” Peki, yemeklerini eski-
den mi daha
büyük bir keyifle yiyordun yoksa şimdi mi daha büyük bir keyifle yiyorsun? Bir
de bu konuda söylediklerini dinle. Yemeğe davet edilmediğinde üzüldüğünü,
edildiğindeyse efendisiyle birlikte yemek yiyen bir köle gibi olduğunu, aptalca
bir şey söylemekten veya yapmaktan korktuğunu söylüyor. Neden korkuyor dersin?
Köle gibi kırbaçlanmaktan mı? Nerede o günler? İmparator’un dostu olan bir
insandan beklenebileceği gibi, kellesini kaybetmekten korkuyor. Ne zaman
dertsiz tasasız yıkanır, huzur içinde egzersiz yapardın? Kısacası, hangi hayatı
tercih ederdin? Şimdiki hayatını mı yoksa eski hayatını mı? İnan bana, hiç
kimse İmparator’a yakınlaştıkça dertlerinin arttığı gerçeğini göremeyecek kadar
aptal değildir.
Krallar ve
kralların dostları diledikleri gibi yaşayamadıklarına göre, kimler özgürdür?
Ararsan bulursun, çünkü doğa sana her zaman gerçeği keşfetmen için gereken
kaynakları sunar. Ancak, eğer bu kaynaklardan faydalanarak kendi başına gerçeği
bulamıyorsan, bulmuş olanlara kulak ver. Onlar ne diyorlar? Özgürlük iyi bir
şey midir sence? "En iyi şeydir." En iyi şeye erişen birinin mutsuz
olması mümkün müdür peki? "Hayır." Öyleyse mutsuz, başarısız, ağlayan
ve sızlayan birini gördüğünde, onun özgür olmadığını rahatlıkla söyleyebilirsin.
"Evet." Alım satım, mal mülk gibi konuları geçtik öyleyse. Çünkü
demin konuştuklarımızı kabul etmekte haklıysan, mutsuz o!duğu sürece, Pers
Kralı’nın bile özgür olduğunu söyleyemeyiz. Ne de başka bir kralın, konsülün
veya iki kere konsül olmuş birinin. "Doğru."
Şu soruya da
cevap ver öyleyse. Özgürlük sence önemli, asil ve değerli bir şey midir?
"Elbette." Bu kadar önemli ve değerli bir şeye sahip olan bir insanın
kendini alçaltması mümkün müdür? "Değildir. " Öyleyse,
başkalarına tabi olan ve başkalarını riyakarca öven insanların da özgür
olmadığını rahatlıkla söyleyebilirsin. Bir tek bunu biraz yemek karşılığında
yapanların değil, makam karşılığında yapanların da. Küçük şeyler karşılığında
bunu yapanları küçük köleler, büyük şeyler karşılığında yapanları ise büyük
köleler olarak adlandırabilirsin. "Bunu da kabul ediyorum." Sence
özgürlük kendi kendine yeten egemen bir şey midir? "Kesinlikle."
Öyleyse, başkaları tarafından engellenebilen ve zorlanabilen insanların da
özgür olmadığını söyleyebilirsin. Lütfen o kişilerin soyuna sopuna bakmaya veya
alınıp satılma durumlarını araştırmaya kalkışma. Eğer birinin yürekten gelerek
"Efendim," dediğini duyarsan, önünde on iki tane muhafız yürüyor olsa
bile, o kişiyi köle olarak adlandırabilirsin. "Vah başıma gelenler. Ne
acılara katlanıyorum," diyen birini köle olarak adlandırabilirsin. Ağlayan
sızlayan, yakınan, mutsuz olan birini köle olarak adlandırabilirsin; mor toga
giyiyor olsa bile. Eğer bunların hiçbirini yapmıyorsa bile onu hemen özgür
olarak adlandırma; fikirlerini öğren ve fikirlerinin zorlamalara ve engellere
tabi olup olmadığına bak. Eğer öyleyse, onu Satürnalya17 bayramındaki
bir köle olarak adlandırabilirsin. Efendisinin uzakta olduğunu ama yakında
döneceğini ve o zaman onun gerçek durumunun gözler önüne serileceğini
söyleyebilirsin. "Efendisi kim?" Her kim arzuladıklarını ona verme ya
da arzuladıklarını ondan alma gücünü elinde bulunduruyorsa. "Öyleyse, pek
çok efendimiz mi var?" Evet, çünkü her şeyden önce koşullar da bizim
efendimizdir ve pek çok koşul vardır. Dolayısıyla, bu koşullar üzerinde güç
sahibi olan kişilerin de efendimiz olması kaçınılmazdır. Çünkü hiç kimse
İmparator'un kendisinden korkmaz; ölümden, sürgünden, malından mülkünden mahrum
kalmaktan, zindandan ve gözden düşmekten korkar. Çok erdemli bir insan olmadığı
sürece, hiç kimse İmparator’un kendisini sevmez; zenginliği ve makam sahibi
olmayı sever. Eğer bunları seviyor veya bunlardan nefret ediyor ve korkuyorsak,
bunlar üzerinde güç sahibi olan kişilerin bizim efendimiz olması kaçınılmazdır.
Dolayısıyla, onlara tanrı gibi taparız, çünkü bize büyük faydalar sağlama
gücüne sahip olan şeylerin ilahi olduğuna inanırız. Belirli bir kişinin bu güce
sahip olduğunu zanneder ve onu ilahlaştırırız. Yanlış bir varsayımdan yola
çıktığımız için de yanlış bir sonuca ulaşmamız kaçınılmaz olur.
Öyleyse, bir
insanı özgür ve kendi kendinin efendisi kılan nedir? Zenginlik, valilik,
konsüllük ve hatta krallık bile bunu sağlayamadığına göre, başka bir cevap
olması gerekir. Yazarken, engellerden kurtulmamızı sağlayan nedir? Yazma
sanatını bilmek. Peki ya lavta çalarken? Lavta çalmayı bilmek. Dolayısıyla,
yaşamanın da bir ilmi vardır. Genel prensipleri öğrendin ama parça parça da
incelemelisin. Başkalarına bağlı şeyleri arzulayan birinin engellerden
kurtulması mümkün müdür? “Hayır.” Dolayısıyla, özgür olamaz. Bir de şunu düşün:
Hiçbir şey bizim elimizde değil midir, her şey bizim elimizde midir, yoksa bazı
şeyler bizim elimizdeyken, bazı şeyler değil midir? “Ne demek istiyorsun?”
Sağlam bir bedene sahip olmak elinde midir? “Hayır.” Sağlıklı olmak elinde
midir? “Hayır.” Yakışıklı olmak elinde midir? “Hayır.” Yaşamak veya ölmek?
“Hayır.” Öyleyse, bedenin sana ait değildir ve senden daha güçlü olan herkese
tabidir: "Evet.” Peki ya toprakların? İstediğin kadar toprağa, istediğin
süre boyunca sahip olmak elinde midir? “Hayır.” Peki ya kölelerin? “Hayır.”
Giysilerin? “Hayır.” Evin? “Hayır.” Atların? “Bunların hiçbiri benim elimde
değildir. ” Çocuklarının, karının, kardeşlerinin ve dostlarının yaşamasını her
şeyden çok istiyorsan, bunu sağlamak elinde midir? “Bu da elimde değildir.”
Senin elinde
olan, sadece sana bağlı olan ve senden alınamayacak olan hiçbir şey yok mudur
peki? “Bilmiyorum.” Konuyu bir de şöyle ele al o zaman. Hiç kimse yanlış bir
şeye onay vermeni sağlayabilir mi? “Sağlayamaz.” Öyleyse, onayını verme
konusunda engellere tabi değilsin. “Doğru.” Peki, hiç kimse seni istemediğin
bir şeye doğru hareket etmeye zorlayabilir mi? “Zorlayabilir; eğer beni ölümle
veya zindanla tehdit ederse, zorlamış olur.” Ölümü ve zindanı umursamıyorsan, o
kişiyi dikkate alır mısın? “Hayır.” Ölüme karşı yaklaşımın sana ait bir mesele
değil midir peki? “Evet.” Öyleyse, bir şeye doğru hareket etmeyi arzulamak da
sana ait bir meseledir. Öyle değil mi? “Doğru. ” Peki ya bir şeyden uzaklaşmayı
arzulamak kime ait bir meseledir? Bu da sana ait bir meseledir. “Peki ya
yürümeye çalıştığımda biri bana engel olursa?” “Neyine engel olacak? Onay verme
yetine mi?” “Hayır, bedenime.” “Evet, tıpkı bir taşa da yapabileceği gibi.”
“Ama sonuçta yürüyeme-miş olacağım.” Peki, kim yürümenin engellerden muaf, sana
ait bir eylem olduğunu söyledi ki? Ben sadece hareket etme arzusunun
engellerden muaf olduğunu söyledim ama bedeninin kendine ait olmadığını zaten
çoktan belirtmiştim. “Doğru.” Kim seni istemediğin bir şeyi arzulamaya
zorlayabilir? “Hiç kimse.” Amaçların ve niyetlerin konusunda, kısacası
izlenimleri kullanmak konusunda hiç kimse seni zorlayabilir mi? “Zorlayamaz ama
arzuladığım şeyi elde etmeme engel olabilir.” Eğer sana ait ve engellenemez
olan şeylerden birini arzuluyorsan, sana nasıl engel olacak? “Olamaz.” Peki,
kim başkalarına ait olan şeyleri arzulayan birinin engellerden muaf olduğunu
söyledi ki?
“Sağlıklı
olmayı arzulamamalı mıyım yani?” Arzulamama-lısın; başkasına ait olan diğer
hiçbir şeyi de arzulamamalısın, çünkü istediğin zaman elde edip korumanın
elinde olmadığı şeyler başkasına aittir. Öyleyse, sadece ellerini değil,
arzularını da o tür şeylerden uzak tut. Sana ait olmayan, başkalarının elinde
olan ve gelip geçici olan şeylere imrenirsen, köleliğe mahkûm olursun.
"Elim bana ait değil midir?” Bedeninin bir parçasıdır ama doğası gereği
engellere ve zorlamalara tabi olduğu gibi, kendisinden daha güçlü olan her
şeyin kölesidir. Sadece elin mi? Bütün bedenini, olabildiği sürece yük taşıyan
bir eşek gibi görmelisin. Eğer bir asker ona el koyarsa, bırak gitsin; karşı
koyma ve homurdanma, çünkü aksi takdirde, eşeği zaten kaybedeceğin gibi, bir de
dayak yersin. Bedenini böyle görmen gerekirken, bedenin için sağlanmış olan
diğer şeyleri nasıl görmen gerektiğini sen düşün. Bedenin eşekse, diğer şeyler
de eşeğin yuları, semeri, nalları, arpası ve samanıdır. Bunları da bırak
gitsin. Eşeği bıraktığından daha da hızlı ve kolay bırak.
Kendine ait
olan şeyleri başkasına ait olan şeylerden ve engellere tabi olan şeyleri
engellere tabi olmayan şeylerden ayırmayı, engellere tabi olmayan şeylerin seni
ilgilendirdiğini, diğerlerinin ise seni ilgilendirmediğini, arzularının daima
seni ilgilendirenlere yönelmesi ve diğerlerinden uzak durması gerektiğini
öğrendiğinde, korkacağın hiç kimse kalır mı? "Hayır.” Ne için korkacaksın
ki? Kendine .ait olan, iyiliğin ve kötülüğün özünü oluşturan şeyler için mi?
Bunlar kimin elinde? Bunları senden kim alabilir? Kim engelleyebilir? Hiç
kimse. Tıpkı Tanrı’yı da engelleyemeyeceği gibi. Bedenin ve mal varlığın için,
sana ait olmayan ve seni hiç ilgilendirmeyen şeyler için mi korkacaksın? Baştan
beri sana ait olanları olmayanlardan, elinde olanları olmayanlardan ve
engellere tabi olanları olmayanlardan ayırmak için değil de ne için
çalışıyorsun? Filozoflara neden geldin? Eskisi kadar mutsuz olmak için mi?
Ancak bunları yaparsan, korkularından ve endişelerinden kurtulursun. Keder
senin için nedir? Korku, olmasını beklediklerinden, keder ise olanlardan
kaynaklanır. Bundan böyle neleri arzulayacaksın?
İradenin gücü
dahilindeki iyi ve mevcut şeylere karşı ölçülü bir arzu besleyecek ama iradenin
gücü dahilinde olmayan şeyleri arzulamayacaksın. Böylece, mantıksızlığa,
sabırsızlığa ve aceleciliğe sürüklenmeyeceksin.
Eğer böyle bir
yaklaşımı benimsersen, gözünü korkutabilecek kim kalır? Gördüğün veya
konuştuğun bir insan sana korkutucu gelebilecek neye sahiptir? Adar, köpekler
veya arılar kendi cinslerinden korkmazlar. Ne var ki insanların korktuğu
belirli şeyler vardır ve eğer birisi bu şeyleri onlara sunma ya da onlardan
alma gücüne sahipse, o zaman o kişi de onlar için korkutucu olur. Bir kale
nasıl yıkılır? Kılıçla veya ateşle değil, fikirlerle. Şehirdeki kaleyi
yıkabiliriz ama hastalık veya güzel kadınlar konusundaki görüşlerimizi
yıkabilir miyiz? Yani içimizdeki kaleyi yıkabilir ve içimizdeki tiranlardan
kurtulabilir miyiz? Ne olursa olsun bununla başlamalıyız ve bedenimizden, onun
parçalarından ve yetilerinden, mal varlığımızdan, itibarımızdan, makamımızdan,
çocuklarımızdan, kardeşlerimizden, dostlarımızdan vazgeçerek, bütün bunların
başkalarına ait olduğunu düşünerek kaleyi yıkmalı ve tiranlardan kurtulmalıyız.
İçimdeki tiranlardan kurtulduğum sürece duvarların yerinde kalmasının da bir
önemi yoktur bana göre, çünkü bana ne zarar verebilir ki? Tiranın
muhafızlarından neden kurtulayım? Beni nasıl etkileyebilirler ki? Başkalarına
karşı değnekleri, mızrakları ve kılıçları olabilir. Ne var ki bugüne kadar hiç
kimse benim irademi engelleyemedi ve beni istemediğim bir şeye zorlayama-dı.
Bunu nasıl başardım? Tanrı’ya boyun eğerek. O hasta olmamı mı istiyor? O zaman
benim İsteğim de budur. Bir tercihte bulunmamı mı istiyor? O zaman benim
İsteğim de budur. Bir şeyi elde etmemi mi istiyor? O zaman benim İsteğim de
budur. İstemiyor mu? O zaman ben de istemem. Ölmemi mi istiyor? İşkence görmemi
mi istiyor? O zaman ölmek benim isteğimdir.
İşkence görmek
benim isteğimdir. Bu durumda, kim beni engelleyebilir veya zorlayabilir ki?
Zeus’u engelleyemeyeceği ve zorlayamayacağı gibi, beni de engelleyemez ve
zorlayamaz.
İhtiyatlı
yolcular da böyle hareket ederler. Yalnız bir yolcu yolun haydutlarla dolu
olduğunu haber alınca, tek başına yola çıkmak yerine bir elçiyle veya valiyle
birlikte seyahat etmeyi bekler ve onun maiyetine katılarak güvenli bir yolculuk
gerçekleştirir. Akıllı bir insan hayatta da böyle davranır. Şunları düşünür:
"Hayat soyguncularla, tiranlarla, fırtınalarla, zorluklarla ve kayıplarda
dolu. O zaman nereye sığınabilirim? Soyguncuların saldırısına uğramaktan nasıl
kurtulabilirim? Güvende olmak için kimi beklemeliyim? Kime katılmalıyım? Zengin
ve nüfuzlu birine mi? Bunun bana ne faydası var? O kişi de soyulabilir ve
yıkılabilir. Peki ya yol arkadaşım da bana düşman olursa ve beni soyarsa ne
yapacağım? İmparator’un arkadaşı olmalıyım. İmparator’un arkadaşı olursam, hiç
kimse bana yanlış yapamaz. Peki ama bunun için nelere katlanmam gerekecek?
Kimlere ne kadar para harcamam gerekecek? İmparator’un arkadaşı olsam bile, o
da fani. Üstelik herhangi bir nedenle bana düşman olursa nereye kaçacağım? Çöle
mi? Hastalık beni orada da bulmaz mı? Ne yapmalı öyleyse? Birlikte yolculuk
edebileceğim güvenilir, sadık ve güçlü biri yok mu?" İşte bunları
düşündükten sonra, Tanrı’yla birlikte hareket ettiği takdirde güvenli bir
yolculuk gerçekleştirebileceğini anlar.
"Tanrı’yla
birlikte hareket etmek derken ne kastediyorsun?” Tanrı'nın istediklerini insan
da istemeli, Tanrı'nın istemediklerini insan da istememelidir. Bu nasıl
yapılabilir? Tanrı’nın amacını ve düzenini inceleyerek. Tanrı'nın
verdiklerinden hangileri bana ait ve benim elimde? Hangilerini kendine ayırdı?
Tanrı irademi bana ait kıldı ve engellerden muaf tuttu. Topraktan ibaret olan
bedenimi engellerden nasıl muaf tutabilirdi? Tutamazdı; dolayısıyla onu
evrensel döngünün bir parçası yaptı, tıpkı ev eşyalarım, evim, karım ve
çocuklarım gibi. Öyleyse, Tanrı’yla neden savaşıyorum? Neden irademe bağlı
olmayan şeyleri istiyorum? Neden bana bahşedilmeyen şeylere bütünüyle sahip
olmak istiyorum? Peki, bir şeyleri nasıl istemeliyim? Bana verildiği şekilde ve
bana verildiği süre boyunca. Tanrı verdiği gibi alır da. Öyleyse, neden karşı
koyuyorum? Benden daha güçlü birine karşı koymak aptallık olur ama daha da
önemlisi adaletsizlik olur. Çünkü dünyaya geldiğimde sahip olduklarımı bana kim
verdi? "Babam verdi.” Peki, ona kim verdi? Güneşi kim yarattı? Meyveleri
kim yarattı? Mevsimleri kim yarattı? İnsanların arasındaki bağı ve dostluğu kim
yarattı?
Bütün bunları
ve hatta kendi varlığını sana bir başkası vermişken, senden herhangi bir şey
aldığı için ona öfkelenebilir veya onu suçlayabilir misin? Sen kimsin ve hangi
amaçla dünyaya geldin? Tanrı seni dünyaya getirmedi mi? Sana ışığı göstermedi
mi? Birlikte çalışabileceğin insanlar, akıl ve mantık vermedi mi? Peki, seni
buraya nasıl bir varlık olarak getirdi? Ölümlü bir varlık olarak getirmedi mi?
Yarattığı düzeni izlemen ve bu festivalde kısa bir süre boyunca ona eşlik etmen
için getirmedi mi? Bu durumda, sana izin verildiği sürece burada kalmayacak,
töreni ve gösteriyi izledikten sonra Tanrı tarafından dışarı çıkarıldığında,
gördüklerin ve duydukların için teşekkür ederek ve ona karşı büyük bir sevgi
besleyerek gitmeyecek misin? "Hayır. Ben festivalin tadını çıkarmaya devam
etmek istiyorum.” Törenlerle üyeliğe kabul edilenler de törenlerin devam
etmesini isterler. Olimpiyatlara gidenler de daha fazla sporcu görmek isterler.
Ancak, tören sona erdi. Törenden minnettar ve alçakgönüllü bir insan olarak
ayrılmalısın. Başkalarına yer açmalısın. Onların da senin gibi doğması ve
doğduktan sonra bir yere, eve ve diğer gerekli şeylere sahip olması gerekir.
Eğer ilk gelenler çekilmezlerse ne olur? Neden doymak bilmiyorsun? Neden
memnuniyet duymuyorsun? Neden dünyaya yapışıp kalıyorsun? "Tamam ama karım
ve çocuklarım benimle kalsın.” Onlar sana mı ait? Seni yaratana ait değiller
mi? Başkalarına ait olanları bırakmayacak mısın? Senden üstün olana boyun
eğmeyecek misin? "Neden beni bu koşullarla dünyaya getirdi peki?” Eğer bu
koşulları beğenmiyorsan, gidebilirsin. Tanrı’nın tatmin olmayan izleyicilere
ihtiyacı yok. Tanrı festivale katılacak, koroya eşlik edecek, töreni
alkışlayacak, takdir edecek ve ilahilerle kutlayacak kişiler ister. Ancak, hiç
sıkıntıya gelemeyen korkak kişilerin yokluğu onu üzmez, çünkü onlar varken de
bir festivalde davranılması gerektiği gibi davranmamış ve yerlerini gerektiği
gibi doldurmamışlardır. Bunun yerine ağlayıp sızlanmış, Tanrı’da, bahtlarında
ve yoldaşlarında kusur bulmuşlardır. Ellerindekileri ve onlara tam aksini
yapmaları için verilen güçleri görmemişlerdir - yüceliği, cömertliği, cesareti
ve şu anda incelediğimiz özgürlüğü. "Elimdekiler bana hangi amaçla verildi
peki?” Kullanman amacıyla. "Ne kadar süre boyunca?” Onları sana verenin
istediği süre boyunca. "Peki ya bana gerekirlerse?” Bağlanmazsan,
gerekmezler. Kendine gerektiklerini söylemezsen gerekmezler.
Gece gündüz
buna çalışmalısın. En küçük ve zarar görmeye en yatkın şeylerden başlamalısın;
örneğin topraktan bir kupa gibi. Ardından tuniğine, köpeğine, atma, mülküne ve
sonra da kendine, bedenine, uzuvlarına, karına, çocuklarına ve kardeşlerine
geçmelisin. Etrafına bakmalı ve sana ait olmayan şeylerden zihinsel olarak
kurtulmalısın. Fikirlerini arındırmalısın ki sana ait olmayan şeyler sana
yapışıp kalmasın ve senden alındığında sana acı vermesin. Ayrıca, okulda da
yaptığın gibi her gün bunlara çalışırken, felsefe yaptığını söylememelisin,
çünkü bu kibirli bir ifadedir. Özgürlük peşinde bir insan olduğunu
söylemelisin, çünkü özgürlük budur. Diyojen, Antisthenes tarafından bu
özgürlüğe çağrıldı ve bir daha hiç kimsenin kendisini köle edemeyeceğini
söyledi. Dolayısıyla, esir alındığında korsanlara nasıl davrandı? Aralarından
hiçbirini efendisi olarak adlandırdı mı? Kelimeden bahsetmiyorum, çünkü kelime
beni korkutmuyor; kelimeyi üreten zihniyetten bahsediyorum. Esirlerini kötü
besledikleri için korsanları azarlamadı mı? Peki, nasıl satıldı? Bir efendi mi
aradı? Hayır, bir köle aradı. Satıldığı zaman efendisine nasıl davrandı? Hemen
onunla tartışmaya başladı ve öyle giyinmemesi, saçlarını öyle kesmemesi
gerektiğini söyledi. Ayrıca, çocuklarını nasıl yetiştirmesi gerektiği konusunda
ona tavsiyeler verdi. Bunun neresi garip? Eğer efendisi bir egzersiz eğitmeni
almış olsaydı, egzersiz konusunda ona kölesi gibi mi yoksa efendisi gibi mi
davranırdı? Bir hekim veya mimar alsaydı da aynı şey geçerli olurdu. Bu her konuda
böyledir; o konuda yetenekli olan kişinin, yetenekli olmayan kişiden üstün
olması kaçınılmazdır. Öyleyse, genel anlamda hayat ilmini bilen bir kişi efendi
olmayıp da ne olacaktır? Geminin efendisi kimdir? Dümenin başındaki kişi mi?
Neden? Çünkü ona uymayan kişi, bunun cezasını çeker. “Ama bir efendi beni
kırbaçlattırabilir.” Peki, bunu cezasını çekmeden yapabilir mi? “Ben de öyle
düşünürdüm.” Cezasını çekmeden yapamayacağı için, bu onun elinde değildir. Hiç
kimse cezasını çekmeden haksızlık yapamaz. “Peki, kölesini zincire vuran
birinin cezası nedir?” Sence nedir? Kölesini zincire vurmaktır. Şu gerçeği sen
de kabul edersin ki insan vahşi bir hayvan değil, uygar bir varlıktır. Bir
sarmaşığın ne zaman kötü durumda olduğunu söyleriz? Doğasına aykırı bir durumda
olduğu zaman. Peki ya horozun? Aynı şekilde. Dolayısıyla, insan için de aynısı
geçerlidir. Peki, insanın doğası nedir? Isırmak, tekmelemek, zindana atmak ve
kelle uçurmak mı? Hayır; iyilik yapmak, başkalarıyla yardımlaşmak ve onların
iyiliğini dilemektir. Dolayısıyla, kabul etmek istesen de istemesen de, insan
da aptalca davrandığı zaman kötü durumdadır.
“Sokrates’in
durumu kötü değil miydi?” Hayır; onu suçlayanların ve yargılayanların durumu
kötüydü. “Peki ya Ro-ma’daki Helvidius’un durumu kötü değil miydi?” Hayır; onu
öldürenlerin durumu kötüydü. “Ne demek istiyorsun?” Ağır yaralanan ama dövüşü
kazanan bir horozun kötü durumda olduğunu söylemezsin. Mağlup olan ve
yaralanmayan horozun kötü durumda olduğunu söylersin. Av peşinde koşmayan ve iş
yapmayan bir köpeğin iyi durumda olduğunu söylemezsin. Terleyen ve koşmaktan
nefes nefese kalan bir köpeğin iyi durumda olduğunu söylersin. Her şey için
kötü olan, o şeyin doğasına aykırı olan şey değil midir? Diğer her şey için
bunu söylemiyor musun? O zaman neden bir tek insan söz konusu olduğunda farklı
düşünüyorsun? İnsan doğasının nazik, yardımsever ve sadık olduğunu söylemek bir
paradoks mudur? Değildir. Öyleyse, kırbaçlanan, zincire vurulan veya kellesi
uçurulan bir insanın zarar görmediğini söylemek de paradoks değildir. Eğer bir
insan acılara büyük bir asaletle katlanıyorsa, bütün bunlardan daha da avantajlı
ve kazançlı çıkmaz mı? Oysa insan yerine kurda veya yılana dönüşürse, büyük bir
zarar görmez ve acınacak duruma düşmez mi?
Fikir birliğine
vardığımız konuları özetleyelim öyleyse. Kısıtlama altında olmayan ve her şey
tam dilediği gibi olan insan özgürdür. Kısıtlanabilen, engellenebilen, baskı
altına alınabilen ve kendi iradesine aykırı bir duruma sürüklenebilen insan ise
köledir. Peki, kim kısıtlamalardan kurtulmuştur? Başkalarına ait olan şeyleri
arzulamayan kişi. Başkalarına ait olan şeyler nelerdir? Sahip olmanın veya
olmamanın elimizde olmadığı şeyler. Bedenin, uzuvların ve malların başkasına
aittir. Eğer bunlardan herhangi birine kendine aitmiş gibi bağlanırsan,
başkasına ait olan şeyleri arzulayan kişilerin hak ettiği cezayı çekersin.
Özgürlüğe giden tek yol budur. Kölelikten kurtulmanın tek yolu budur. Bütün
ruhunla "Bana yol göster ey Zeus. Bana yol göster ey Kader. Sizin
yolunuzda yürüyeceğim,” demenin tek yolu budur. Peki ama sen ne diyeceksin
filozof? Diyelim ki tiran seni kendine yakışmayan şeyler söylemeye çağırdı.
Söyler misin, söylemez misin? Cevap ver. "Bir düşüneyim.” Şimdi mi
düşüneceksin? Okuldayken bunları düşünmedin mi? Nelerin iyi, nelerin kötü,
nelerin ise ne iyi ne de kötü olduğuna çalışmadın mı? "Çalıştım.” Fikrin
neydi öyleyse? "Adil ve onurlu davranışların iyi olduğu. Adaletsiz ve
alçak davranışların kötü olduğu.” Hayat iyi bir şey midir? "Hayır.” Ölüm
kötü bir şey midir? "Hayır.” Peki ya zindan? "Hayır.” Peki, alçak ve
yalan sözler konusunda, dostuna ihanet etmek ve tiranı göklere çıkarmak
konusunda ne düşünüyordun? "Bunların kötü olduğunu.” Öyleyse düşünecek
daha ne var ki? Gücün dahilindeyken iyi şeyleri elde etmenin ve kötü şeylerden
kaçınmanın sana yakışıp yakışmadığı mı? Bu gerçekten de uzun uzadıya kafa
patlatılması gereken bir konu. Bizimle neden alay ediyorsun? Düşündüğün falan
yok. Eğer gerçekten alçak davranışların kötü, onurlu davranışların iyi, diğer
şeylerin ise ne iyi ne de kötü olduğuna inan-saydın, düşünecek süreye ihtiyacın
olmazdı. Mantığını kullanarak hemen kararını verirdin; tıpkı başka konularda
gözlerini kullanarak yaptığın gibi. Siyah şeylerin beyaz olup olmadığını, ağır
şeylerin hafif olup olmadığını düşünür müsün? Duyularının sunduğu kanıtları
anlamaz mısın? Öyleyse, şimdi nasıl olur da ne iyi ne de kötü olan şeylerden mi
yoksa kötü şeylerden mi daha fazla kaçınmak gerektiğini düşündüğünü söylersin?
Sen aslında o şeylerin ne iyi ne de kötü olduğuna inanmıyor, kötü olduğuna
inanıyorsun. Diğer şeylerin de (alçak ve yalan sözlerin vs.) kötü olduğuna
inanmıyor, bunların bizi hiç ilgilendirmediğine inanıyorsun. Baştan beri buna
alışmışsın. "Neredeyim? Okulda. Kimlerle konuşuyorum? Filozoflarla. Ama
artık okul bittiğine göre, boş ver o bilgiç ahmakların sözlerini.” İşte bir
filozof dostuna böyle iftira atar, böyle parazite dönüşür, görüşlerini böyle
satılığa çıkarır, okulda fikirlerini dile getirirken, senatoda fikirlerini
böyle saklar. Haberleri nasıl karşılarsın peki? Çocuğunun öldüğünü
söylemeyeceğim, çünkü buna nasıl katlanasın? Yağını döktüklerini ya da şarabını
içtiklerini söyleyeceğim. Büyük bir yaygara kopardığını gören kişi şunları
söylemez mi? "Ey filozof. Okulda başka konuşuyordun. Bizi neden
kandırıyorsun? Solucanın tekiyken neden insan taklidi yapıyorsun?” O
filozoflardan biri bir kadınla birlikte olduğu sırada orada olmak ve nasıl
davrandığını, neler söylediğini görmek isterdim. Bir filozof olduğunu,
söylediklerini, duyduklarını ve okuduklarını hatırlayıp hatırlamadığını görmek
isterdim.
"Bütün
bunların özgürlükle ne ilgisi var?” Senin gibi zengin insanlar inanmak istese
de istemese de özgürlük tamamen bunlarla ilgilidir. "Buna kanıt olarak
kimi göstereceksin?” Senin kendinden başka kimi göstereceğim? Güçlü bir
efendinin (İmparator’un) her işaretine boyun eğerek yaşıyorsun. Sana biraz ters
baksa fenalaşıyorsun. Yaşlı kadınlara ve erkeklere kur yapıyor, "Ben bunu
yapamam. Bu benim elimde değil,” diyorsun. Neden elinde değil? Kısa bir süre
önce bana karşı çıkıp öz-gür.olduğunu iddia etmedin mi? "Aprulla18
bana engel oldu.” Öyleyse, gerçeği söyle köle. Efendilerinden kaçma ve onları
inkar etme. Köleliğine dair bunca kanıt varken, özgür olduğunu savunacak birini
arama. Aşk için görüşlerine ters düşen bir şey yapan ve doğruyu görmesine
rağmen peşinden gidecek gücü olmayan biri bile mazur görülmeyi daha çok hak
eder, çünkü büyük ve bir bakıma doğaüstü bir gücün pençesindedir. Gelgelelim,
yaşlı kadınlara ve erkeklere kur yapan, hediyeler sunan, burunlarını silen ve
hasta olduklarında köle gibi başlarında bekleyen ama bir yandan da içten içe
ölmelerini dileyen ve hekimlere ölüp ölmeyeceklerini soran birine kim tahammül
edebilir? Gıptayla bakılan önemli bir makama gelmek için başkalarının
kölelerinin ellerini öpüyorsun; yani özgür insanların kölesi bile değilsin.
Sonra da konsül olduğun için önümde çalım satarak yürüyorsun. Ben senin nasıl
konsül olduğunu, bunu sana kimin verdiğini bilmiyor muyum? Eğer Felicion’un
yardımıyla yaşamam, onun kibrine ve kölelere has küstahlığına katlanmam
gerekseydi, yaşamak istemezdim. Çünkü önemli bir konuma geldiğini zanneden ve
şişim şişim şişinen bir kölenin nasıl olduğunu bilirim.
"Sen özgür
müsün peki?" diye sorabilirsin. Tanrı’dan en büyük dileğim bu ve özgür
olmak için dua ediyorum. Gelgele-lim, henüz efendilerimle yüzleşemedim ve
bedenime hâlâ değer veriyorum. Onu sağlam tutmak benim için çok önemli;
bütünüyle sağlam olmasa bile.19Ancak, başka bir örnek aramaman için sana
özgür bir insan gösterebilirim. Diyojen özgürdü. Neden mi? Annesi ve babası
özgür olduğu için değil, kendisi özgür olduğu için. Köleliğin bütün
zincirlerini koparıp attığı için. Hiç kimsenin onu ele geçirip köleleştirecek
bir yol bulması mümkün değildi. Hiçbir şeye sıkı sıkı bağlı değildi. Mallarını
ele geçirsen, bu yüzden senin peşinden geleceğine, mallarından vazgeçerdi.
Bacağını ele geçirsen, bacağından vazgeçerdi. Bedenini ele geçirsen, bedeninden
vazgeçerdi. Yakınlarından, dostlarından ve ülkesinden de. Çünkü bunları ona
kimin hangi koşullarla verdiğini biliyordu. Asıl ailesi olan tanrıları ve asıl
ülkesini asla terk etmezdi. Onların buyruklarını yerine getirirken, hiçbir
insana boyun eğmezdi. Ülkesi için ölmeye ondan daha hazır birini bulamazdın.
Çünkü yapılan her şeyin Tanrı’nın buyruğuyla o ülke için (evren veya bütün
dünya) yapıldığını unutmazdı. Dolayısıyla Diyojen’in kendi söylediklerine ve
yazdıklarına bak: "Bu nedenle, Diyojen, Pers Kralı’yla da Spartalıların
kralı Archidamus’la da istediğin gibi konuşabilirsin.” Özgür bir anne babadan
doğduğu için mi? Bütün Atinalılar ve Spartalılar kölelerden doğdukları için
krallarla istedikleri gibi konuşamıyorlar, onlardan korkuyorlar ve onlara
övgüler düzüyorlardı herhalde. Peki, Diyojen neden böyle bir güce sahipti?
"Çünkü bedenimin bana ait olduğunu düşünmüyorum. Çünkü hiçbir eksiğim yok.
Çünkü kanundan başka hiçbir şeye önem vermiyorum.” Diyojen’in özgür olmasını
sağlayan işte bunlardı.
Taviz vermesine
ve farklı yönlere çekilmesine neden olabilecek bir karısı, çocukları, ülkesi,
dostları ve soydaşları olmayan yalnız bir insanı örnek verdiğimi düşünüyorsan,
bir de Sokrates’e bak. Sokrates’in karısı ve çocukları vardı ama onların
kendine ait olduğunu düşünmezdi. Onun için uygun olduğu sürece bir ülkeye
sahipti. Dostları ve soydaşları da vardı ama hepsi kanunlara tabiydi.
Dolayısıyla gerektiğinde askere giden ilk kişi Sokrates oldu ve savaşta kendini
korkusuzca tehlikeye atmaktan kaçınmadı.128
Tiranlar onu Leon’u ele geçirmeye gönderdiğinde, emirlerini reddettiği takdirde
ölebileceğini bilmesine rağmen, bunu yapmayı aklının ucundan bile geçirmedi,
çünkü bunun alçakça bir davranış olduğunu düşünüyordu. n’
Ölmek onun için neydi ki? Onun korumak istediği bedeni değil, onu-
128 Sokrates,
Potidaea, Amfipolis ve Delium'da savaştı. Delium'da cesaret ödülü aldığı
söylenir. Hem bir filozof hem de cesur bir askerdi.
129 O sırada
Atina'yı yöneten Otuz Tiran, başkalanyla birlikte Sokrates'e de Salamis
Adası'nda bulunan Leon'u tutuklamasını ve ölüm cezasına çarptınimak üzere
getirmesini emretti. Sokrates bu emre uymayı reddetti. O koşullar altında çok
az kişi bunu yapardı.
ru ve
sadakatiydi. Bunlar dil uzatılamayacak ve buyruk altına alınamayacak şeylerdir.
Peki, hayatını korumak adına savunma yapmak zorunda bırakıldığında, karısı ve
çocukları olan biri gibi mi davrandı? Hayır; karısı ve çocukları yokmuş gibi
davrandı. Zehri içme vakti geldiğinde nasıl davrandı? Zindandan kaçma fırsatına
sahipken, Kriton ona "Çocuklarının iyiliği için kaç," dediğinde ne
cevap verdi? Kaçma fırsatını beklenmedik bir kazanç olarak gördü mü? Hayır.
Doğru ve uygun davranışı düşündü; diğerlerini dikkate bile almadı. Bedenini
kurtarmayı değil, adil davranmak suretiyle artan ve kurtarılan, haksız
davranmak suretiyle zarar gören ve yok olan unsuru kurtarmayı seçtiğini
söyledi. Atinalıların ısrarına rağmen haksız bir teklifi oylamaya sunmayan,
tiranlara itaat etmeyi reddeden, erdemler ve doğru davranışlar konusunda
unutulmaz laflar sarf eden Sokrates, hayatını kurtarmak için alçakça
davranmadı. Böyle bir insan alçakça davranarak ve kaçarak değil, ölerek
kurtulur. İyi bir oyuncu da süresini aşan bir oyunculuk sergileyerek değil,
durması gerektiğinde durarak karakterini korur. Sokrates’in çocuklarına ne
olacak peki? "Eğer Tesalya’ya gitseydim, onlara bakacaktınız. Yeraltı
dünyasına gidersem hiç kimse onlara bakmayacak mı?" Ölümü nasıl hafife aldığını,
nasıl alay konusu ettiğini görüyor musun? Oysa onun yerinde sen veya ben
olsaydık, haksız davrananlara aynı şekilde karşılık vermek gerektiğini söyler
ve "Hayatta kalırsam birçok kişiye faydam dokunur ama ölürsem hiç kimseye
faydam olmaz," diye de eklerdik. Ge-rekseydi, kaçmak için küçücük bir
delikten bile geçerdik. Peki, o durumda kime ne faydamız olurdu? Onlar nerede
kalmış olurdu? Eğer hayattayken insanlara faydamız olduysa, zamanı geldiğinde
gerektiği gibi ölerek onlara daha da büyük bir faydamız olmaz mı? Sokrates
ölmüş olmasına rağmen hayattayken söyledikleri ve yaptıkları insanlara faydalı
olmaya devam ediyor; hatta belki şimdi daha da faydalı.
Eğer gerektiği
gibi özgür olmak istiyorsan, bu fikirleri düşün ve bu örnekleri incele. Bu
kadar büyük bir amaç uğruna büyük bir bedel ödemen gerekirse şaşırma. Özgürlük
adına kendini asanlar ve uçurumdan adayanlar olmuştur; bazen de şehirler yerle
bir edilmiştir. Gerçek, sarsılmaz ve şüphe götürmez özgürlük için, Tanrı
verdiklerini geri istediği zaman, iade etmez misin? Platon’un da dediği gibi,
sadece ölüme değil, işkenceye, sürgüne, kırbaçlanmaya, yani kısacası sana ait
olmayan her şeyden vazgeçmeye hazırlanmaz mısın? Eğer bunu yapmazsan, on bin
kere konsül seçilsen bile, kölelerin arasındaki bir köle olmaktan öteye
gidemezsin. Saraya çıksan bile kölelikten kurtulamazsın. Kleantes’in de dediği
gibi, filozoflar genel görüşlere aykırı şeyler söyleyebilirler ama mantığa
aykırı şeyler söylemezler. Deneyimlerin sana bu söylediklerimin doğru olduğunu,
insanların büyük bir değer verdiği ve hevesle peşinde koştuğu şeylerin, onları
elde edenlere hiçbir fayda sağlamadığını gösterecek. Henüz elde edememiş
olanlar ise bunlara sahip olduklarında her şeyin iyi olacağını zannederler ama
sahip olduklarında endişeleri geçmez; oradan oraya savrulmaya ve sahip
olmadıkları şeyleri arzulamaya devam ederler. Çünkü özgürlük arzuladıklarımıza
tamamen sahip olarak değil, arzuyu ortadan kaldırarak elde edilir. Bunun doğru
olduğunu görmek için, şimdiye kadar o şeylere harcadığın çabayı bu
söylediklerime harca. Seni özgür kılacak fikirlere karşı gözünü açık tut. Yaşlı
ve zengin insanlara değil de filozoflara yaklaş. Filozofların kapısına git.
Orada görülmek seni alçaltmayacağı gibi, doğru amaçla gittiğin sürece, elin boş
da ayrılmazsın. Başaramasan bile denemiş olursun. Denemek alçaltıcı değildir.
n. BÖLÜM
YAKINLIK ÜZERİNE
Eski
tanıdıklarınla ve dostlarınla, onlarla aynı davranışları sergileyecek kadar
yakınlaşmamaya özen göstermelisin. Eğer bu kurala uymazsan, mahvolursun. Eğer
kafandan, "O zaman onun hatırını kırmış olurum ve beni eskisi kadar
sevmez," gibi bir düşünce geçerse, her şeyin bir bedeli olduğunu ve
eskiden yaptıklarını artık yapmayan bir insanın aynı kalmasının mümkün
olmadığını unutma. Hangisini istediğini seçmelisin; eskisi gibi olup eskiden
seni sevenler tarafından eskisi gibi sevilmeyi mi yoksa ilerleme gösterip
dostlarından eskiden gördüğün sevgiden vazgeçmeyi mi? Eğer ikincisini seçersen,
seçimine bağlı kalmalı ve şüphelere kapılmamalısın. Çünkü kararsız kalan bir
insan ilerleme kaydedemez. Eğer bir seçim yaptıysan ve kendini buna adamaya
hazırsan, diğer her şeyden vazgeçmelisin. Aksi takdirde kararsızlığın hem
gerektiği gibi ilerleme kaydede-memene hem de eskiden sahip olduklarını
kaybetmene neden olur. Çünkü eskiden hiçbir değeri olmayan şeylerin peşinden
koşarken, dostların senden hoşnuttu. Ne var ki ikisini birden başaramazsın;
birini ilerletirken, diğerinde geri kalman kaçınılmazdır. Eskiden birlikte
içtiğin insanlarla içmeye gitmezsen, onlara eskisi kadar cazip gelmezsin.
Öyleyse, seçimini yapmalısın; sağlam içip eski dostlarını hoşnut mu edeceksin
yoksa ayık kalıp onları hoşnut etmeyecek misin? Eskiden birlikte şarkılar
söylediğin insanlarla şarkılar söylemezsen, onlar tarafından eskisi kadar
sevilmezsin. Öyleyse, bu konuda da seçimini yapmalısın. Eğer alçakgönüllü ve
düzenli bir insan olmak, senin için eğlenceli bir insan olarak adlandırılmaktan
daha önemliyse, geri kalan her şeyden vazgeçmeli ve o tür insanlardan
uzaklaşmaksın. Ancak, eğer bu seni memnun etmiyorsa, tam tersine yönelmelisin.
O durumda, yozlaşmış kişilerin arasına katılıp onlar gibi davranırsan, isteğine
kavuşursun. Tiyatroda ayağa sıçrayıp dansçıyı bağıra çağıra översin. Ancak, bu
kadar farklı iki karakterin uzlaşması mümkün değildir. Hem Thersites hem de
Agamemnon olamazsın. Eğer Thersites olmak istiyorsan, kel ve kambur olman gerekir.
Eğer Agamemnon olmak istiyorsan, yakışıklı ve uzun boylu olman, sana itaat eden
insanlara gerçek bir sevgi beslemen gerekir.
m. BÖLÜM
NELERİ BAŞKA
ŞEYLERLE TAKAS ETMELİYİZ?
Maddi bir şey
kaybettiğinde, karşılığında ne kazandığını düşün ve eğer daha değerli bir şey
kazandıysan, asla "Kayıp yaşadım," deme. Eşek yerine at, koyun yerine
öküz, biraz para yerine iyilik, boş konuşmalar yerine huzur, bayağılık yerine
alçakgönüllülük kazandıysan da kayıp yaşadığını söyleme. Eğer bunu aklından
çıkarmazsan, karakterini her zaman korursun. Yoksa fırsatları kaçırırsın; bütün
çabaların boşa gider ve altüst olur. Her şeyin yitirilmesi ve altüst olması
için mantıktan küçük bir sapma yeterlidir. Bir denizcinin gemisini enkaz haline
getirmesi, kurtarmasından çok daha kolaydır; gemiyi biraz rüzgara çevirdiğinde
enkaz haline gelir. Bunu isteyerek yapmasa ve sadece görevini biraz ihmal etmiş
olsa da sonuç değişmez. Burada da buna benzer bir durum söz konusudur. Eğer
biraz uyuklarsan, bugüne kadar kazandıklarını kaybedersin. Dolayısıyla, gözünü
izlenimlerden ayırma ve dikkatini asla kaybetme. Çünkü korumak zorunda
oldukların küçük şeyler değil; alçakgönüllülük, sadakat, sehat, endişelerden ve
korkulardan arınmış bir zihin, huzur, yani kısacası özgürlük. Bunları ne
karşılığında satarsın? Bunların karşılığında alacağın şeylerin değeri nedir?
"Ama karşılığında hiçbir şey almayacak mıyım?" Karşılığında neler
alabileceğine bak. "Benim terbiyem var, onun makamı; benim
alçakgönüllülüğüm var, onun unvanı. Ben yakışık almayan durumlarda bağırıp
çağırmıyorum. Olmadık zamanlarda ayağa kalkmıyorum.20 Özgürüm ve
seve seve itaat ettiğim Tanrı’nın dostuyum. Başka hiçbir şeyin peşine
düşmemeliyim. Ne bedenin, ne malın mülkün, ne makamın ne itibarın ne de başka
herhangi bir şeyin. Çünkü Tanrı onların peşine düşmemi istemez. İsteseydi,
onları benim için iyi kılardı ama öyle yapmadı. Öyleyse, onun buyruklarını
çiğnememeliyim.” Senin için iyi olan şeyleri her durumda koru. Diğer şeylerden
ise sana izin verildiği kadarıyla ve mantığa uygun olarak faydalanmakla yetin.
Aksi takdirde, mutsuz olur, başarısızlığa uğrar ve engellerle karşılaşırsın.
Bunlar Tanrı’nın kanunları ve buyruklarıdır. İnsanın bu kanunları yorumlaması
ve bu kanunlara boyun eğmesi gerekir. Masurius ve Cassius’un kanunlarına değil.
IV. BÖLÜM
HAYATINI HUZUR İÇİNDE GEÇİRMEK İSTEYENLERE
Sadece güç ve
zenginlik arzusunun değil, huzur, rahatlık, seyahat ve öğrenim arzusunun da
insanı başkalarına tabi kılacağını unutma. Çünkü basitçe ifade etmek gerekirse,
dış etken her ne olursa olsun, ona verdiğimiz değer bizi başkalarına tabi
kılar. Senatör olmak istemekle senatör olmak istememek arasında ne fark vardır?
Güç sahibi olmak istemekle, güç sahibi olmak istememek arasında ne fark vardır?
"Mutsuzum, çünkü kitap okumaktan başka hiçbir şey yapamıyorum,” demekle,
"Mutsuzum, çünkü kitap okuyacak vakit bulamıyorum,” demek arasında ne fark
vardır? Güç ve saygınlık nasıl irademizden bağımsız dış etkenlerse, kitaplar da
öyledir. Hangi amaçla kitap okuyorsun? Söyle bana. Çünkü amacın sadece hoş
vakit geçirmek veya bilgi edinmekse, ahmaklık ediyorsun ve çaba harcamıyorsun
demektir. Kitap okumanın asıl amacı mutlu ve huzurlu bir yaşama kavuşmak değil
de nedir? Eğer mutlu ve huzurlu bir yaşam sağlamıyorsa, kitap okumanın sana ne
faydası vardır? "Ama sağlıyor. Bu yüzden bundan mahrum kaldığıma üzülüyorum.
” Peki, herkesin kolayca engelleyebildiği bir yaşam nasıl mutlu ve huzurlu bir
yaşam olabilir? İmparator’dan veya İmparator’un bir dostundan bahsetmiyorum,
bir kargadan, kavalcıdan, hastalıktan ve binlerce başka şeyden bahsediyorum.
Mutlu ve huzurlu bir yaşam her şeyden önce devamlılığı ve engellerden arınmış
olmayı içerir. Diyelim ki bir şey yapmaya çağrıldım. Uymam gereken kuralları
gözlemlemek, alçakgönüllü ve istikrarlı davranmak, dış etkenleri arzulamamak ve
onlardan kaçınmamak amacıyla giderim. İnsanların sözlerini ve hareketlerini
gözlemlerim; kötü niyetle, onları suçlamak veya küçük düşürmek için değil,
kendime dönmek ve aynı hataları benim de yapıp yapmadığımı sorgulamak için.
"Bu hataları yapmaktan nasıl kurtulabilirim?" diye sorarım. "Eskiden
ben de hatalı davranıyordum ama Tanrı’ya şükür artık öyle davranmıyorum,
" derim.
Bunları
yaptığında ve bunlarla ilgilendiğinde, binlerce satır okumaktan veya yazmaktan
daha kötü bir şey mi yapmış olursun? Yemek yerken, kitap okumuyor olduğuna
üzülür müsün? Okuduklarından öğrendiklerine göre yemek yiyor olmak seni tatmin
etmez mi ? Yıkanırken ve egzersiz yaparken de aynısı geçerli değil midir? Öyleyse,
neden her durumda - İmparator’un karşısında da herhangi birinin karşısında da -
istikrarlı davranmıyorsun? Eğer endişelerinden ve kaygılarından arındıysan,
istikrarlıysan, olanları ve yapılanları gözlemliyorsan, başkalarını
kıskanmıyorsan, etrafındaki koşullar sende korku veya tutkunluk yaratmıyorsa,
başka neye ihtiyacın vardır? Kitaplara mı? Neden ve nasıl? Kitap okumak bir
bakıma hayata hazırlanmak değil midir? Hayat bundan başka şeylerden meydana
gelmez mi? Bu, stadyuma giren bir sporcunun, dışarıda egzersiz yapamıyor olduğu
için ağlamasına benzemez mi? Sen bunun için egzersiz yaptın; bunun için ağırlık
kaldırdın, toz yuttun ve gençlerle yarıştın. Harekete geçme vakti geldiğinde,
bunları mı arayacaksın? Bu, izlenimlerle karşı karşıya kaldığında, hangilerinin
kavranabilir, hangilerinin kavranamaz olduğunu ayırt etmek yerine, kavrayış
üzerine yazılanları okumak istemeye benzer.
Peki, bunun
sebebi nedir? Bunun sebebi, bize sunulan izlenimleri doğaya uygun bir biçimde
hareketlerimize yansıtmak amacıyla okumuyor ve yazmıyor olmamızdır. Yazılanları
öğrenmekle, başkalarına anlatmakla, uslamlamaları çözümlemekle ve kuramsal
uslamlamaları ele almakla yetiniyor olmamızdır. Dolayısıyla, çalışmalarımızda
engellerle karşılaşıyor olmamız doğaldır. Elinde olmayan şeylere mi sahip olmak
istiyorsun? O zaman engellenmeye ve başarısızlığa uğramaya hazır olmalısın.
Eğer hareketler konusunda yazılanları, hareketler konusunda neler söylendiğini
görmek için değil de doğru hareket etmek için okursak, eğer arzu ve kaçınma
konusunda yazılanları yanlış arzulara kapılmamak ve kaçınmak istediklerimizin
pençesine düşmemek için okursak, eğer görevler konusunda yazılanları her şeyin
birbiriyle bağlantısını unutmamak ve bu bağlantılara aykırı davranmamak için
okursak, okumalarımız konusunda hüsrana uğramaz, doğru hareket ettiğimiz için
tatmin oluruz. "Bugün şu kadar satır okudum. Şu kadar satır yazdım,” deme
alışkanlığından vazgeçmeli ve "Bugün filozofların bana öğrettiği gibi
hareket ettim. Arzularıma yenik düşmedim. Sadece irademin gücü dahilindeki
şeylerden kaçındım. Şu kişiden korkmadım. Bir başkasının ricalarına razı
olmadım. Sabırlı, ölçülü ve yardımsever davrandım,” demeliyiz. O zaman Tanrı’ya
şükretmemiz gereken şeyler için şükredebiliriz.
Oysa şu anda
diğer insanlardan pek bir farkımız olmadığını bile görmüyoruz. Onlar güç sahibi
olmamaktan korkuyor, sen güç sahibi olmaktan korkuyorsun. Bunu yapma; güç
sahibi olmamaktan korkan kişilerle nasıl alay ediyorsan, kendinle de öyle alay
et. Çünkü ateşi olduğu için deli gibi susayan bir insanla, kuduzmuş gibi sudan
korkan bir insan arasında fark yoktur. O durumda nasıl Sokrates gibi,
"Tanrı nasıl istiyorsa öyle olsun,” diyebilirsin ki? Sokrates vaktini
Akademi’de gençlerle sohbet ederek geçirmek isteseydi, askeri seferlere o kadar
sık gider miydi? "Vah başıma gelenler. Akademi’de güneşlenmek dururken,
burada sefalet mi çekeceğim?" diye ağlayıp sızlanmaz mıydı? Senin işin bu
mu? Güneşlenmek mi? Mutlu olmak ve engellerden arınmak değil mi? Sokrates o
şekilde ağlayıp sızlansaydı, Sokra-tes olabilir miydi? Zindanda ilahiler
yazabilir miydi?
Şunu unutma;
iradenin ötesindeki şeylere değer verdiğin sürece, iradene zarar verirsin. Güç
sahibi olmak da olmamak da, iş sahibi olmak da olmamak da irademizin gücü
dahilinde değildir. "Kargaşa içinde yaşamak zorunda mıyım yani?"
Kargaşa derken ne kastediyorsun? "Kalabalıklar içinde yaşamayı
kastediyorum." Bunun neresi zor? Olympia’da olduğunu farz et. Birisi bir
şey anlatırken, bir diğerinin başka bir şey yaptığı, bir diğerinin ise birini
ittiği bir festivalde olduğunu farz et. Hamamlar da kalabalıktır. Bu tür
kalabalıklar hangimizin hoşuna gitmez? Hangimiz buralardan istemeye istemeye
ayrılmayız? Memnun edilmesi zor müşkülpesent bir insan olma. "Sirke kötü,
çünkü çok keskin. Bal bana hiç iyi gelmiyor. Sebze sevmiyorum. Boş kalmaktan
hoşlanmıyorum, çünkü çok sıkıcı. Kalabalıktan hoşlanmıyorum, çünkü çok karmaşa
oluyor." Eğer koşullar yalnız başına ya da az sayıda insanla yaşamanı
gerektiriyorsa, bunu huzur olarak gör ve bundan gerektiği gibi faydalan; kendi
kendinle konuş, izlenimleri incele ve fikirlerini geliştir. Eğer kalabalık
içinde olman gerekiyorsa, bunu bir kutlama veya festival olarak gör ve
başkalarıyla birlikte festivalin tadını çıkarmaya çalış. İnsanları seven bir
kişi insanları bir arada görmekten keyif almaz mı? At ve öküz sürülerini görmek
hoşumuza gider. Çok sayıda gemiyi bir arada görmek hoşumuza gider. İnsanları
bir arada görmek kimin hoşuna gitmez? "Ama bağırıp çağırarak beni sağır
ediyorlar. " Demek ki engellenen işitme duyun. Bunun ne önemi var?
İzlenimleri kullanma gücün engelleniyor mu? Doğaya uygun olarak hareket etmeni
engelleyen kimse var mı? Ne gibi bir karmaşa bunu başarabilir ki?
Genel kuralları
aklından çıkarma yeter. Bana ait olan neler var? Bana ait olmayan neler var?
Bana verilen neler var? Tanrı ne yapmamı ister? Ne yapmamı istemez? Kısa bir
süre önce boş vaktinin olmasını, kendi kendinle konuşmam, yazmanı, okumanı,
dinlemeni ve kendini hazırlamanı istiyordu. Şimdiyse şöyle diyor: "Gel
yarışa katıl. Bize öğrendiklerini göster. Bize yaptığın hazırlıkları göster.
Daha ne kadar tek başına egzersiz yapacaksın? Galibiyet kazanan sporculardan mı
yoksa mağlubiyet alan sporculardan mı olacağını görme fırsatı karşında. Neden
endişeleniyorsun? Her yarış biraz karmaşa içerir. Yarışa hazırlanan pek çok
kişi, onlara tezahürat yapan pek çok kişi, onları çalıştıran pek çok kişi ve
onları izleyen pek çok kişi olacaktır.” "Ama ben huzur içinde yaşamak
istiyorum.” Ağlayıp sızlan öyleyse, çünkü bunu hak ediyorsun. İlahi buyruklara
karşı gelen cahil insanlar için ağlayıp sızlanmaktan, kıskançlığa kapılmaktan,
hayal kırıklığına uğramaktan, yani kısacası mutsuz olmaktan daha büyük bir ceza
var mıdır? Bunlardan kurtulmak istemiyor musun? "Nasıl kurtulacağım peki?”
Arzularından bütünüyle arınman, sadece elinde olan şeylerden kaçınman, beden,
mal mülk, şöhret, kitap, kargaşa, güç ve inziva gibi şeylerin hepsinden
vazgeçmen gerektiğini defalarca duymadın mı? Çünkü bu yollardan hangisine
saparsan sap, köle olmaktan, boyunduruk altına girmekten, engellenmekten, baskı
görmekten ve başkalarının insafına kalmaktan kurtulamazsın. Kleantes’in
sözlerini aklından çıkarma:
Bana yol göster
ey Zeus. Bana yol göster ey gereklilik.21
Roma’ya gitmemi
mi istiyorsun? Roma’ya giderim. Gyaros’a gitmemi mi istiyorsun? Gyaros’a
giderim. Atina’ya gitmemi mi istiyorsun? Atina’ya giderim. Zindana gitmemi mi
istiyorsun? Zindana giderim. Eğer bir kere bile, "Atina’ya ne zaman
gidebileceğim?” diye düşünürsen, işin biter. Bu arzun yerine gelmediği takdirde
mutsuz olman, geldiği takdirdeyse boş yere gururlanman kaçınılmazdır, çünkü
sevinmemen gereken şeylere sevinmektesindir. Diğer yandan, karşına bir engel
çıktığında üzülmen de kaçınılmazdır, çünkü kaçınmak istediğin bir şeyin
pençesindesindir. Öyleyse, bütün bunlardan vazgeç. "Atina güzel bir yer. ”
Ama mutlu olmak, tutkularından ve kaygılarından arınmak, hiç kimseye bağlı
olmamak daha güzel. "Roma’da kargaşa ve zorunlu ziyaretler var.” Ama
mutluluk bütün sıkıntılara değer. Eğer bunların vakti geldiyse, bunlardan
kaçınma isteğinden neden kurtulmuyorsun? Eşek gibi yük taşımana ve sopa yemene
ne gerek var? Eğer bunu yapmazsan, seni serbest bırakma ya da engelleme gücünü
elinde bulunduran kişinin kölesi olmaktan kurtulamazsın ve ona daima hizmet
edersin.
Mutluluğa
kavuşmanın tek bir yolu vardır. Bu kuralı gece gündüz aklından çıkarma:
irademizin gücü dahilinde olmayan şeylere gözümüzü dikmemek, bunların kendimize
ait olduğunu düşünmemek ve bunları Zeus’un da istediği gibi ilahi güçlere ve
kadere bırakmak. İnsan sadece kendisine ait olan ve engellenemeyecek olan
şeylerle ilgilenmelidir. Bunları okumalı, bunları yazmalı ve bunları
dinlemelidir. Dolayısıyla, sadece okuduğu ve yazdığı için bir insanın çalışkan
olduğunu söyleyemem. Bütün gece okuyor olsa bile, okumalarını hangi doğrultuda
yapması gerektiğini bilmediği sürece, bunu söyleyemem. Ne de olsa, bütüri gece
bir kız için ayakta kalan birini de çalışkan olarak nitelendirmeyiz. Eğer
itibar için okuyor ve yazıyorsa, itibar düşkünü olduğunu söylerim. Eğer bunu
para için yapıyorsa, para düşkünü olduğunu söylerim. Eğer öğrenme sevdası için
yapıyorsa, öğrenme sevdalısı olduğunu söylerim. Eğer zihnini doğayla uyumlu
kılmak ve hayatını o şekilde geçirmek için yapıyorsa, işte ancak o zaman
çalışkan olduğunu söyleyebilirim. Bir insanı asla herkeste bulunan sıradan
özellikleri için övme-meli, fikirleri (prensipleri) için övmelisin, çünkü
herkesin kendisine ait olan ve eylemlerini iyi ya da kötü kılan bunlardır.
Bunları unutmamalı ve mevcut koşullarından keyif alırken, sırası geldiğinde
gerçekleşen olaylardan da memnun olmalısın. Öğrendiklerinin ve
sorguladıklarının gerçek hayatta karşına çıkmasına sevinmelisin. Eğer kötü
eğilimlerini, yerme alışkanlığını, düşüncesizliğini, ağzı bozukluğunu,
aceleciliğini ve tembelliğini yendiysen ya da azalttıysan, eğer eskiden
etkilendiğin şeylerden etkilenmiyorsan ve eskisi gibi değilsen, her gün kutlama
yapabilirsin; bugün belirli bir konuda iyi davrandığın, ertesi gün başka bir
konuda iyi davrandığın için. Bu, konsül veya vali olmaktan çok daha büyük bir
kutlama sebebi değil midir? Bunlar sana kendinden veya tanrılardan gelir.
Bunları kimin kime hangi amaçla verdiğini unutma. Eğer bu düşünceleri el
üstünde tutarsan, nerede mutlu olduğunun ya da Tanrı’yı nerede memnun ettiğinin
bir önemi kalır mı? Tanrılar her yere eşit uzaklıkta değil midir? Olup
bitenleri her yerden görmezler mi?
V. BÖLÜM
KAVGACILARA VE
GADDARLARA KARŞI
İyi ve bilge
bir insan önleyebildiği sürece hiç kimseyle kavga etmez ve başkalarının kavga
etmesine de izin vermez. Sokrates'in hayatı, her konuda olduğu gibi, bu konuda
da iyi bir örnektir. Sokrates her durumda kavgadan kaçınmakla kalmaz,
başkalarının kavga etmesine de izin vermezdi. Ksenofon'un Şölen adlı eserinde,
Sokrates'in kaç kavgayı ayırdığına, Thrasymakhos, Polus ve Kallikles'e nasıl
katlandığına, karısına nasıl hoşgörü gösterdiğine, kendisini çürütmeye ve
haksız çıkarmaya çalışan oğluna nasıl hoşgörü gösterdiğine bakın. Çünkü
Sokrates hiç kimsenin bir başkasının zihnini kontrol edemeyeceğini bilirdi.
Dolayısıyla, kendisine ait olan şeylerden başka hiçbir şey istemezdi. Peki, bu
ne demektir? Herhangi birinin doğaya uygun hareket etmesini istemek demek
değildir, çünkü bu o kişinin kendisine ait olan bir şeydir. Herkes istediği
gibi hareket ederken, kendisinin doğaya uygun hareket edebileceği bir konumda
olmak istemek demektir. Çünkü iyi ve bilge bir insanın amacı daima budur. Bir
ordunun komutanı olmak mıdır? Hayır; ancak bu konuma geldiği takdirde kendi
zihnini korumaktır. Evlenmek midir? Hayır; ancak evlendiği takdirde doğaya
uygun hareket etmeyi sürdürebilmektir. Oysa karısının veya oğlunun hata
yapmamasını istiyor olsaydı, başkasına ait olan bir şeyin başkasına ait
olmamasını istiyor olurdu. Eğitimli olmak, kendine ait olanları ve başkalarına
ait olanları bilmek demektir.
Eğer insan
böyle düşünürse, kavgaya yer kalır mı? Böyle bir insan herhangi bir şeye
şaşırır mı? Kötülükten kaynaklanan bir şeyin, başına gelenlerden daha da kötü
ve ağır olmasını beklemez mi zaten? Kötülerin yaptığı herhangi bir şey
gaddarlığa varmıyorsa, bunu bir kazanç olarak görmez mi? Birisi sana hakaret mi
etti? Neyse ki vurmamış. “Ama vurdu da.” Neyse ki yaralamamış. “Ama yaraladı
da.” Neyse ki öldürmemiş. Çünkü insanın uysal bir hayvan olduğunu, insanların
birbirini sevdiğini ve haksız bir davranışın, o davranışı sergileyen kişiye
büyük bir zarar verdiğini hangi okulda öğrendi ki? Bunu öğrenmediğine göre,
neden kendi çıkarına olduğuna inandığı şekilde hareket etmesin? Komşun taş
attı. Peki, sen yanlış bir şey yaptın mı? “Ama evdeki eşyalar kırıldı.” Sen bir
eşya mısın? Hayır; özgür irade gücüsün. Peki, sana buna karşılık ne verildi?
Eğer kurt gibi hareket edeceksen, senin de ısırman ve taş atman gerekir. Ancak,
eğer insan gibi davranacaksan, deponda neler olduğunu incele ve dünyaya ne gibi
yetilerle geldiğini gör. Vahşi bir hayvanın yaradılışına mı sahipsin? Zarar
gördüğünde intikam mı almalısın? Bir at ne zaman sefil duruma düşer? Doğal
yetilerinden mahrum kaldığı zaman; yani horoz gibi ötemediği zaman değil,
koşamadığı zaman. Bir köpek ne zaman sefil duruma düşer? Uçamadığı zaman değil,
iz süreme-diği zaman. Öyleyse, insanın da aslanlarla boğuşamadığı veya
heykelleri kucaklayamadığı zaman değil de - çünkü bu güçlere sahip olarak
doğmamıştır - dürüstlüğünü ve sadakatini yitirdiği zaman mutsuz olması gerekmez
mi? Herkes toplanıp bu duruma düşen insan için ağıt yakmalıdır. Birisi öldüğü
için değil de yaşarken kendisine ait olan şeyleri yitirdiği için ağıt
yakmalıdır. Babasından kalan şeylerden, evinden, topraklarından ve kölelerinden
bahsetmiyorum, çünkü bunların hiçbiri kişinin kendisine ait değildir.
Başkalarına aittir ve sahipleri tarafından başka zamanlarda başkalarına
verilir. Ben bir insan olarak kendisine ait olanlardan, doğuştan zihninde
taşıdığı mühürlerden bahsediyorum. Madeni paralarda da mühür ararız ve mührü
gördüğümüzde parayı kabul eder, görmediğimizde ise reddederiz. Bu sikkenin
üzerinde ne mührü var? Trajan mührü. Ver öyleyse. Neron mührü. At gitsin; bu
para sahte. Bu durumda da aynısı geçerlidir. Karşımdaki kişinin fikirlerinin
üzerinde ne mührü var? Nezaket, yardımseverlik, hoşgörü ve karşılıklı sevgi.
Tamam öyleyse, bunları kabul ediyorum. Bu kişiyi yurttaşım olarak görüyor ve
komşum ya da yoldaşım olarak kabul ediyorum. Yeter ki Neron’un mührünü
taşımadığını bileyim. Karşımda hırslı, hınç dolu ve kusur bulan bir insan mı
var? Aklına estiğinde, yoluna çıkanların kafasını mı kırıyor? Öyleyse, neden
onun bir insan olduğunu söyledin ki? Her şey biçimine göre mi değerlendirilir?
Eğer öyleyse, elma biçimindeki bir mumun elma gibi koktuğunu ve elma tadında
olduğunu da söyleyebilirsin. Gelgelelim, dış görünüş yeterli değildir. Gözler
ve burun insanı insan yapmaya yetmez; insan olmak için insanın fikirlerine de
sahip olmak gerekir. Karşında mantığa kulak vermeyen, çürütüldüğünde anlamayan
biri mi var? Öyleyse, eşektir. Karşında utanma duygusu ölmüş, hiçbir işe
yaramayan biri mi var? Öyleyse ona insan hariç ne istersen diyebilirsin.
Karşında ısırabileceği ve tekmeleyebileceği birilerini arayan biri mi var?
Öyleyse o koyun ve eşek bile değil, vahşi bir hayvandır.
"İnsanların
beni küçük görmesini mi istiyorsun?” Kimlerden bahsediyorsun? Seni
tanıyanlardan mı? Seni tanıyanlar, nazik ve alçakgönüllü bir insanı neden küçük
görsünler ki? Seni tanımayanlardan mı bahsediyorsun? Bunun senin için ne önemi
var ki? Hiçbir sanatçı sanatından anlamayanların fikirlerini önemsemez.
"Ama bu yüzden bana karşı düşmanca davranacaklar.” Neden ‘ben’ diyorsun?
Hiç kimse senin iradene zarar verebilir mi? Sana sunulan izlenimleri doğaya
uygun olarak kullanmanı engelleyebilir mi? Mümkün değil. Neden hâlâ
endişeleniyor ve korkuyorsun öyleyse? Neden ortaya çıkıp her ne yaparsa yapsın
herkesle barış içinde olduğunu ilan etmiyor ve sana zarar verebileceğini
zannedenlerin yüzüne gülmüyorsun? "Bu köleler kim olduğumu da içimdeki
iyinin ve kötünün nerede yattığını da bilmiyorlar, çünkü bana ait olan şeylere
erişemezler," diyebilirsin.
Güçlü bir
şehirde yaşayanlar, kuşatma yapanlarla alay eder ve şöyle derler: "Nasıl
da boş yere uğraşıyorlar baksana. Duvarlarımız sağlam. Bizi çok uzun süre idare
edecek erzakımız ve kaynaklarımız var." Bir şehri güçlü ve ele geçirilemez
kılan şeyler bunlardır. Bir insanın ruhunu ele geçirilemez kılan tek şey ise
fikirleridir. Hangi beden o kadar güçlü, hangi mal mülk o kadar güvende, hangi
makam saldırılardan o kadar muaftır? Diğer bütün şeyler geçicidir ve
saldırılarla kolayca ele geçirilebilir. Eğer insan onlara bağlıysa,
endişelenmeye, korkmaya, ağlayıp sızlanmaya, hayal kırıklığına uğramaya ve
kaçınmak istediklerinin pençesine düşmeye mahkûmdur. Öyleyse güvenliğini
sağlayabileceğimiz tek şeyin güvenliğini sağlamamız, geçici şeylerden
vazgeçmemiz ve hem kalıcı hem de doğası gereği özgür olan şeyler için çaba sarf
etmemiz gerekmez mi? Hiç kimsenin bir başkasına zarar veremeyeceğini ya da bir
başkasına iyilik yapamayacağını ve insana zarar verebilecek tek şeyin kendi
fikirleri olduğunu unutmamamız gerekmez mi? Bütün kavgalar, ayaklanmalar ve
savaşlar bundan çıkmaz mı? Eteokles ile Polyneikes’i22 birbirine
düşüren, kraliyet ve sürgün konusundaki fikirleri değil miydi? Her insanın
özünde iyinin peşinden
gitmek ve
kötüden kaçınmak vardır. Bizi iyilikten mahrum bırakan ve kötülüğe karıştıran
kişi kardeşimiz, oğlumuz veya babamız olsa bile, onu düşman ve hain olarak
görürüz. Çünkü hiçbir şey bize iyilik kadar yakın değildir. Dolayısıyla, eğer
dış etkenler iyi veya kötüyse, ne baba oğullarının dostudur, ne de kardeş
kardeşin dostudur; bütün dünya düşmanlarla, hainlerle ve dalkavuklarla doludur.
Ancak, eğer irademiz olması gerektiği gibi iyiliğin ve kötülüğün tek
kaynağıysa, anlaşmazlığa ve yergiye yer kalır mı? Hangi konuda? Bizi
ilgilendirmeyen konularda mı? Kiminle anlaşmazlığa düşebiliriz? Cahil, mutsuz
ve en önemli konularda yanılgıya düşmüş olan insanlarla mı?
Sokrates’in çok
hırçın bir insan olan karısına ve akılsız oğluna nasıl tahammül ettiğini
unutma. Karısı hırçınlığını nasıl göstermiştir? Sokrates’in kafasından aşağı
istediği kadar su dökerek ve ona gönderilmiş olan pastayı ezerek. Eğer bunlar
benim için önemli şeyler değilse, bu beni nasıl etkileyebilir ki? Benim için
önemli olan, hiçbir tiranın veya efendinin irademi kontrol altına alamamasıdır;
benden sayıca üstün veya güçlü olanların irademi kontrol altına alamamasıdır,
çünkü Tanrı kontrol altına alınamayan irade gücünü herkese vermiştir. İşte bu
fikirler evde sevgiyi, yurtta birliği, uluslar arasında barışı ve Tanrı’ya
şükretmeyi sağlar. İnsanın her konuda güvenli olmasını, dış etkenleri
başkalarına ait şeyler olarak, hiçbir değeri olmayan şeyler olarak görmesini
sağlar. Bunları okuyabiliyor, yazabiliyor ve okunduğunda övebiliyoruz ama
anlamaya yaklaşamıyoruz bile. Dolayısıyla, Spartalılar için söylenen "Evde
aslan ama Efes’te tilki,” sözü bizim için de geçerli: "Okulda aslan -ama
dışarıda tilki.”
VI. BÖLÜM
İNSANLAR KENDİSİNE ACIDIĞI İÇİN ÜZÜNTÜ DUYANLARA KARŞI
"İnsanların
bana acımasına çok üzülüyorum.” Bu seni ilgilendiren bir konu mu yoksa sana
acıyanları ilgilendiren bir konu mu? Yani, bunu durdurmak senin elinde mi?
"Elimde. Bana acımalarına gerek olmadığını gösterebilirim.” Peki, acınacak
durumda mısın yoksa değil misin? "Bence değilim. Bu insanlar bana haklı
olabilecek nedenlerle, yani kusurlarımdan dolayı acımıyorlar. Yoksul olduğum
için, makam sahibi olmadığım için, hastalıklar ve ölümler için acıyorlar.”
Peki, bu insanlara bunların hiçbirinin kötü olmadığını, makam sahibi olmayan
yoksul bir insanın da mutlu olabileceğini göstermeye hazır mısın? Yoksa zengin
ve güçlü bir insan gibi mi görünmek istiyorsun? Çünkü bu ikincisi, palavracı,
ahmak ve işe yaramaz bir insanın yapacağı bir şeydir. Böyle bir gösteri için
neler gerekeceğini de düşün. Köleler ve gümüş kap kacaklar edinmen, sonra da
bunları halk içinde sergilemen gerekecek. Gösterişli kıyafetlere sahip olman ve
önemli insanların sana saygı duyduğunu göstermek için onların evinde yemeğe
çağrılmaya çalışman gerekecek. Olduğundan daha yakışıklı ve soylu görünmek için
alçakça yollara başvuracaksın. İnsanların sana acımaması için ikinci yoldan
gitmeyi tercih edersen, yapmak zorunda olduğun şeyler bunlar. Ancak, birinci
yol hem uzun hem de çetin. Zeus’un bile yapamadığı bir şeye kalkışmayı, yani
bütün insanları nelerin iyi nelerin kötü olduğuna ikna etmeyi gerektiriyor.
Sana böyle bir güç verildi mi? Sana sadece kendini ikna etme gücü verildi ve
kendini ikna edemedin. Bu durumda başkalarını mı ikna etmeye kalkışacaksın?
Seni kendinden daha iyi tanıyan biri var mı? Seni kendinden daha çok ikna etme
gücüne sahip biri var mı? Sana kendinden daha yakın biri var mı? Öyleyse,
kendini öğrenmeye neden ikna edemedin? Şu anda her şey altüst değil mi?
Acılarından ve kaygılarından arınıp özgür olmayı öğrenmek konusunda dürüst
davrandın mı? Bu amaca ulaşmanın tek yolunun irademize bağlı olmayan şeylerden
vazgeçmek ve onların başkalarına ait olduğunu kabul etmek olduğunu hiç duymadın
mı? Başka birinin senin hakkındaki fikri hangi kategoriye girer? “İrademize
bağlı olmayan şeyler kategorisine." Yani senin için önemi olmamalı mıdır?
“Olmamalıdır." Peki, sen hâlâ bunun için üzülüyor ve endişeleniyorsan, iyi
ve kötü konusunda ikna olmuş musundur?
Öyleyse, neden
başkalarını rahat bırakıp kendi kendinin öğrencisi ve öğretmeni olmuyorsun?
İnsanlar hayatlarını doğaya aykırı bir biçimde yaşamanın çıkarlarına olup
olmadığına kendileri karar verirler. Ancak, bana kendimden daha yakın hiç kimse
yoktur. Bu ne anlama gelir? Filozofların sözlerini dinlediğim ve doğruladığım
ama aslında daha mutlu bir insana dönüşmediğim anlamına mı gelir? O kadar aptal
mıyım? Oysa diğer konularda çok da aptal olmadığımı gösterdim. Okumayı,
güreşmeyi, geometriyi ve uslamlamaları çözümlemeyi çabucak öğrendim. Öyleyse,
mantık beni ikna etmedi mi? Baştan beri onayladığım ve tercih ettiğim şeyler
beni ikna etmedi mi? Bunları okuyor, bunları yazıyor ve bunları dinliyorum.
Şimdiye kadar doğaya uygun yaşamaktan daha güçlü bir mantığa rastlamadım.
Öyleyse, nerede hata yapıyorum? Karşıt fikirlerden kurtulmadım mı? Öğrendiğim
kavramları uygulamıyor ve kullanılmayan bir zırh gibi kenarda paslanmaya mı
bırakıyorum? Oysa okumak ve yazmak söz konusu olduğunda öğrenmekle yetinmiyor,
uslamlamaları tersyüz ediyor ve yenilerini ortaya koyuyorum. Gelgelelim,
insanın acılardan, korkulardan, hırs-Iardan ve engellerden kurtulup özgür
olmasını sağlayan gerekli teoremleri ne inceliyor ne de uyguluyorum. Sonra da
başkalarının hakkımda söylediklerini, dikkate değer görünüp görünmediğimi,
mutlu görünüp görünmediğimi önemsiyorum.
Bu dizeler,
Pisagor'a atfedilen Altın Dizelerden alınmıştır.
Bir tür duanın
başlangıcı.
Şair
Homeros'tur. Pasajın devamı Odysseia'da yer alır.
Kötü olsa bile
kötü davranamam bir yabancıya Çünkü herkes Zeus'tan gelir, Yabancısı da,
yoksulu da.
Creon'un oğlu
Menoeceus, bir kahinin de ilan ettiği gibi, hayatını feda ederek ülkesini
kurt^mıştır.
Epiktetos'u
dinleyenlerden bazılannın tanıdığı kötü konuşan biri.
I 12 Attika
bölgesinde bulunan Eleusis'te Demeter'e ve gizemlere adanmış büyük bir tapınak
ve törenleri yöneten bir keşiş vardı.
Myro ve
Ophellius güçlü gladyatörlerdi. Kroisos Lidya'nın zengin kralıydı ve Pers Kralı
Kiros tarafından esir alındı.
Stoacılar
evlenmeyi, çocuk yapmayı, resmi görevleri ve genel anlamda sosyal yaşamın
yükümlülüklerini üstlenmeyi öğütlerlerdi.
Krates'in
karısı Hipparkhia bütün öğütlere rağmen Krates ile evlenmekte ısrar etmiş ve
onunla aynen onun yaşadığı şekilde yaşamıştır. Diogenes Laertius, vi. 96.
I 16 Prusalı
Dion'a Bitinya'da etkili konuşmalanndan ötürü Chrysostomus (altın ağızlı) ismi
verilmiştir. Hatip ve sofist olan Dion, Epiktetos ile aynı dönemde yaşamıştır.
Yunanca yazılmış seksen tane hitabesi ve on beş tane fragmanı günümüze kadar
ulaşmıştır.
Homeros,
Odysseia i. 3.
Odysseia, xvii.
487.
Zenon’un
ardından okulunu devralan Kleantes zor koşullar altında bilgi peşinde koşmanın
mükemmel bir örneğiydi. Gündüzleri çalışmalarıyla ilgilenir, geceleri de
bahçeler için kuyudan su çekerdi. Zeus için yazdığı ilahi günümüze kadar
ulaşmıştır.
Manes kölelere
verilen bir isimdi. Diyojen'in Manes isminde tek bir kölesi vardı ve kaçtı.
Diyojen onun nereye kaçtığını öğrenmesine rağmen geri getirilmesine gerek
görmedi. Manes'in Diyojen olmadan yaşayabiliyorken, Diyojen'in Manes olmadan
yaşayamamasının utanç verici olacağını söyledi.
"Thrasonides,
Menandros'un oyunlanndan birinin kahramanıydı.
Şövalyeler
altın bir yüzük takarlardı; dolayısıyla altın yüzüğü istemek, Şövalye sınıfına
katılmak istemek anlamına gelirdi.
Köleler bu
bayram süresince eğlenmekte ve efendileriyle istedikleri gibi konuşmakta
serbest olurlardı.
1 26 Aprulla
Romalı bir kadının ismidir. Parası için kur yapılan yaşlı bir kadın
kastedilmektedir.
Epiktetos
topallığına gönderme yapıyor.
1 30
Tiyatrodaki davranışlar kastedilmektedir.
Kleantes zaman
zaman şiir de yazan Stoacı bir filozoftu.
Eteokles ile
Polyneikes, Oedipus'un oğullarıydı. Tebai tahtı için kavga ettiler ve
birbirlerini öldürdüler.
"Ama
başkalarının benden daha fazlasına sahip olacağını ve bana tercih edileceğini
söylüyorsun.” Belirli bir konuda çaba sarf eden insanların, çaba sarf ettikleri
konuda daha fazlasına sahip olmalarından daha mantıklı ne olabilir? Onlar makam
için çaba sarf ettiler, sen fikirler için çaba sarf ettin. Onlar zengin olmak
için çaba sarf ettiler, sen izlenimleri doğru kullanmak için çaba sarf ettin.
Senin çaba sarf ettiğin ama onların ihmal ettiği konularda senden daha
fazlasına sahipler mi? Doğal kurallar konusunda senden daha iyi sonuçlara
varabiliyorlar mı? Arzuladıkları konusunda senden daha az hayal kırıklığına
uğruyorlar mı? Kaçınmak istedikleri şeylerin pençesine daha az düşüyorlar mı?
Niyetleri ve amaçları konusunda daha iyi hedef alabiliyorlar mı? Bir insan,
ebeveyn veya çocuk olarak daha doğru davranabiliyorlar mı? Eğer onlar makam
sahibiyse ve sen değilsen, neden dürüst davranıp senin bu konuda hiçbir şey
yapmadığını, onlarınsa gereken her şeyi yaptığını kendine itiraf etmiyorsun?
Belirli bir şey için uğraşan bir insanın uğraşmayan insandan daha azını elde
etmesi çok mantıksız olurdu.
"Ama ben
doğru fikirleri önemsediğime göre, benim güç sahibi olmam daha mantıklı olur.”
Evet ama önemsediğin konuda; yani fikirler konusunda. Ancak, başkalarının daha
çok önemsediği konularda, onlara yol açmalısın. Senin dediğin, doğru fikirlere
sahip olduğun için hedefi bir okçudan daha iyi vurabileceğini veya metali bir
demirciden daha iyi işleyebileceğini zannetmeye benzer. Öyleyse, fikirler
konusundaki hevesinden vazgeçip elde etmek istediğin şeyler için uğraşmalı ve
bunda başarılı olamadığın takdirde üzülmelisin, çünkü o zaman üzülmeyi hak
edersin. Ancak şimdi, başka şeylerle uğraşırken, aslında başka şeylerin peşinde
olduğunu söylüyorsun. Herkesin haklı olarak dediği gibi, bir eylem diğerine
benzemez. Birisi erkenden kalkıp kime selam vereceğinin, kime hoş şeyler
söyleyeceğinin, kime hediyeler göndereceğinin, kime kötü davranarak kimin
gözüne gireceğinin peşine düşer. Dua ettiğinde bunlar için dua eder, adak
adadığında bunlar için adak adar, Pisagor’un "Uyku girmesin kapanan
gözlerine" dizesini bunlara uyarlar. "Dalkavukluk konusunda nerede
hata yaptım? Ne yaptım? Özgür bir insan gibi mi davrandım? Asil bir zihne sahip
bir insan gibi mi davrandım?" diye sorar ve eğer öyle davrandığını fark
ederse kendini suçlar: "Neden öyle dedim? Yalan söyleyemez miydim?
Filozoflar bile yalan söylememizi engelleyen hiçbir şey olmadığını
söylüyorlar." Oysa eğer sen gerçekten izlenimleri doğru kullanmak dışında
hiçbir şeyi önemsemiyorsan, kalkar kalkmaz şunları düşünmelisin:
"Hırslarımdan ve endişelerimden arınmak konusunda ne eksiğim var? Ben
neyim? Zavallı bir beden miyim? Bir eşya parçası mıyım? Bunlardan hiçbiri
değilim. Peki ama neyim? Mantıklı bir hayvan. Öyleyse, nasıl
davranmalıyım?" Eylemlerini gözden geçirmelisin. "Mutluluğa yol açan
neleri atladım? Nerede düşmanca veya soğuk davrandım? Yapmam gereken neleri
yapmadım?"
Arzular,
eylemler ve istekler birbirinden bu kadar farklıyken, senin çaba sarf
etmediğin, başkalarının ise ettiği konularda onlarla aynı durumda olmak mı
istiyorsun? Sana acımalarına şaşırıyor ve üzülüyor musun? Oysa onlar senin
onlara acımana üzülmezler. Neden? Çünkü onlar iyi şeylere sahip olduklarından
eminler ama sen değilsin. Bundan dolayı, elindekilerle tatmin olmuyor ve
başkalarının sahip olduklarını istiyorsun. Oysa onlar ellerindekilerle tatmin
oluyorlar ve senin sahip olduklarını istemiyorlar. Eğer sen iyi şeylere
kendinin sahip olduğuna ve başkalarının bunu kaçırdığına gerçekten inansaydın,
senin hakkında söylediklerini hiç düşünmezdin bile.
VII. BÖLÜM
KORKUDAN ARINMAK ÜZERİNE
Bir tiranı
korkutucu kılan nedir? "Muhafızları, muhafızlarının kılıçları, odasının
önünde bekleyenler ve içeri girmek isteyenleri önleyenler,” diyorsun. Öyleyse,
bir çocuk neden yanında muhafızları olan tiranın karşısına çıkmaktan korkmaz?
Çocuklar böyle şeylerden anlamadıkları için mi? Peki, muhafızların ve
kılıçların ne olduğunu bilen, tirana da bu amaçla, yani belirli bir nedenden
dolayı ölmek istediği ve başka birinin elinde kolaycadan vermek istediği için
gelen biri muhafızlardan korkar mı? Hayır, çünkü muhafızları korkutucu kılan
şey, onun arzuladığı bir şeydir. Peki, ölmek istemeyen ama yaşamak için de her
şeyi göze almayan birinin tirana korkusuzca yaklaşmasını önleyen ne vardır?
Hiçbir şey. Eğer birisi malları, karısı ve çocukları konusunda, biraz önce
verdiğim örnekteki kişinin bedenine sergilediği yaklaşımın aynısını
sergiliyorsa, yani bir deliliğin veya ümitsizliğin etkisinden ötürü bunlara
sahip olup olmamayı önemsemiyorsa - deniz kabuklarıyla oynayan çocuklar nasıl
oyuna önem verip deniz kabuklarına önem vermezse, o da maddi şeylere değer
vermiyor ve sadece onlardan aldığı zevke değer veriyorsa - hangi tiran, hangi
muhafız, hangi kılıç ona korkutucu gelir?
Delilik bir
insanın bu tür şeylere karşı böyle bir yaklaşım sergilemesini sağlayabiliyorsa,
mantık ve çeşitli göstergeler insanın evrendeki her şeyi Tanrı’nın yarattığını,
evreni engellerden bütünüyle arındırdığını ve mükemmel kıldığını görmesini
sağlayamaz mı? Diğer hayvanlar evrenin düzenini anlayamazlar ama mantıklı bir
hayvan olan insan bütün bunları düşünebilme, bu düzenin bir parçası olduğunu ve
parçaların bütüne tabi olduğunu anlayabilme yetisine sahiptir. Doğuştan asil,
yüce ve özgür olan insan bazı şeylerin engellerden muaf tutulduğunu ve kendi
elinde olduğunu, bazı şeylerin ise engellere tabi tutulduğunu ve başkalarının
elinde olduğunu görür. Engellerden muaf olan şeyler, irademizin gücü
dahilindeki şeylerdir. Engellere tabi olan şeyler ise irademizin gücü dahilinde
olmayan şeylerdir. Dolayısıyla, eğer insan iyiliğinin ve çıkarının sadece
engellerden muaf tutulan ve kendi elinde olan şeylerde olduğunu düşünürse,
özgür, başarılı, mutlu, bağışlayıcı ve inançlı olur. Her şey için Tanrı’ya
şükreder ve kendi elinde olmayan şeylerde kusur bulmadığı gibi, bunları
suçlamaz da. Gelgelelim, eğer iyiliğinin ve çıkarının maddi şeylerde ve
iradesinin gücü dahilinde olmayan şeylerde olduğunu düşünürse, engellerle
karşılaşması ve arzuladığı ya da korktuğu şeyler üzerinde güç sahibi olan
kişilere kölelik etmesi kaçınılmaz olur. İster istemez inançsız olur, çünkü
Tanrı’nın ona zarar verdiğini düşünür. İster istemez adaletsiz olur, çünkü her
zaman kendisine ait olanlardan daha fazlasını ister. İster istemez alçak ve sefil
olur.
Bütün bunları
anlayan bir insanın tasasızca yaşamasını, dizginleri kolayca elinde tutmasını,
olabilecekleri huzur içinde beklemesini ve olanlara katlanmasını engelleyen ne
vardır? Yoksulluk çekmemi mi istiyorsun? Gel de yoksul bir insanın rolü nasıl
üstlenilir gör. Güç sahibi olmamı mı istiyorsun? Gücü de beraberinde gelen
sorunları da üstlenirim. Sürgün mü? Nereye gidersem gideyim benim için
uygundur, çünkü zaten olduğum yer de benim için yerden dolayı değil beraberimde
götüreceğim fikirlerden dolayı uygundu. Hiç kimse beni fikirlerimden mahrum
bırakamaz. Fikirlerim sadece bana aittir ve benden alınamaz. Fikirlerime sahip
olduğum sürece, nerede olursam olayım ve ne yapıyor olursam olayım, halimden
hoşnutumdur. "Ölüm vakti geldi." Neden ölüm diyorsun? Bunu bir
trajedi haline getirme ve olduğu gibi söyle. Maddenin (bedenin) kendisini
meydana getiren parçalara ayrılma vakti geldi. Bunun neresi korkutucu?
Evrendeki şeylerden hangisi yok olacak? Yeni ve şaşırtıcı ne olacak? Tiran bu
yüzden mi korkutucu? Muhafızların kılıçları bu yüzden mi büyük ve keskin
görünüyor? Bunu başkalarına söyle. Ben bütün bunları düşündüm; hiç kimse benim
üzerimde güç sahibi değil. Ben özgür yaratıldım; Tanrı’nın buyruklarını
biliyorum. Hiç kimse beni köle edemez. Özgürlüğümü beyan edebileceğim doğru
biri, doğru yargıçlar var. (Ona derim ki) Bedenimin hakimi sen değil misin?
Öyleyse, bedenimin benim için ne önemi var? Mallarımın hakimi sen değil misin?
Öyleyse, mallarımın benim için ne önemi var? Sürgünün veya zindanın hakimi sen
değil misin? Sen istediğin ve buyurduğun anda bütün bunlardan ve bedenimden
vazgeçerim. Gücünü sına ve nereye kadar eriştiğini gör.
Bu durumda,
daha kimden korkabilirim? Tiranın kapısında bekleyenlerden mi? Onlar bana ne
yapacaklar ki? Beni dışarıda mı bırakacaklar? Eğer girmek istediğimi
görürlerse, beni dışarıda bıraksınlar. "Neden kapıya gidiyorsun
öyleyse?" Çünkü oyun devam ettiği sürece oyuna katılmak bana uygun
geliyor. "Nasıl dışarıda bırakılmamış oluyorsun öyleyse?" Çünkü
birisi içeri girmeme izin vermediği sürece içeri girmek istemem. Olanlardan
daima memnun olurum, çünkü Tanrı’nın tercihlerinin benim tercihlerimden daha
iyi olduğunu düşünürüm. Tanrı’yı takip eder ve onun elçisi olurum. Onunla aynı
amaçlara, aynı arzulara, yani kısacası aynı iradeye sahip olurum. Zorla içeri
girmeye kalkışanlar için dışarıda bırakılmak diye bir şey vardır ama benim için
yoktur. Peki, ben niye zorla içeri girmeye çalışmam? Çünkü içeride iyi bir şey
dağıtılmadığını bilirim. Birinin İmparator tarafından onurlandırıldığı için
şanslı olduğunu söylediklerini duyduğumda, "Eline ne geçti ki?" diye
sorarım. Bir yerin valiliği mi? Sahip olması gerektiği gibi bir fikre de sahip
oldu mu peki? Başkanlık makamı mı? Makamını iyi kullanma gücüne de sahip oldu
mu peki? Neden İmparator’un odasına girmeye çalışayım? Diyelim ki birisi kuru
incir ve yemiş dağıtıyor. Çocuklar bunları hemen kapışırken ve birbirleriyle
kavgaya tutuşurken, yetişkinler bunu yapmazlar, çünkü bunu önemsiz bulurlar.
Birisi kabuk dağıtıyor olsa, çocuklar bile kapışmazlar. Valilik mi dağıtılıyor?
Bırak çocuklar ilgilensin. Para mı dağıtılıyor? Bırak çocuklar ilgilensin.
Yargıçlık ve konsüllük mü dağıtılıyor? Bırak çocuklar bunlar için kapışmayı,
dışarıda bırakılmayı, bunları dağıtanların ve kölelerin ellerini öpmeyi göze
alsın. Benim için bunlar kuru incirden ve yemişten ibarettir. Yani? Eğer
İmparator bunları dağıtırken, sana hiçbir şey düşmezse, dert etme. Eğer
kucağına bir kuru incir düşerse, al ve ye, çünkü kuru incirin bile bu kadar
değeri vardır. Ancak, ne kuru incir ne de iyi olmayan herhangi bir şey -
filozofların beni iyi olduğunu düşünmemeye ikna ettiği herhangi bir şey
-eğilmeye, birini devirmeye veya biri tarafından devrilmeye ve İmparator’un
odasına girenlere dalkavukluk etmeye değmez.
. Muhafızların
kılıçlarını göster bana. Ne kadar da büyük ve keskinler. Bu büyük ve keskin
kılıçlar ne yapar peki? Öldürür. Peki ya hastalık ne yapar? Aynısını. Kafana
düşen bir taş ne yapar? Aynısını. Bu durumda, bunların hepsine hayranlık
duymamı, tapmamı ve kölelik etmemi mi bekliyorsun? Yaşayan her canlının
öleceğini, evrenin yerinde duramayacağını ve engellenemeyeceğini bildikten
sonra, bir hastalığın, taşın veya askerin canımı alması arasında hiçbir fark
yoktur benim için. Eğer mutlaka aralarında bir kıyaslama yapmam gerekiyorsa,
bir askerin bunu daha hızlı ve acısız yapacağını bilirim. Bir tiranın bana
yapabileceklerinden korkmuyorsam ve bana verebileceklerini arzulamıyorsam, ona
neden hayranlık besleyeyim ki? Neden afallayayım ki? Muhafızlardan neden
korkayım ki? Eğer İmparator beni huzuruna kabul edip benimle samimi bir şekilde
konuşursa, bundan neden memnuniyet duyayım ve bunu neden başkalarına anlatayım
ki? O bir Sokrates veya bir Diyojen mi ki övgüleri karakterimin kanıtı olsun?
Onun ahlak anlayışını örnek almaya hiç heves ettim mi? Oyunu sürdürür ve
huzuruna çıkarım; aptalca veya mantıksızca bir şey yapmamı istemediği sürece,
bana verdiği görevleri de yerine getiririm. Ancak, eğer bana "Git Leon’u
Salamis’ten getir,” derse, "Bunu yapacak başka birini bul, çünkü ben artık
oynamıyorum,” derim. (Tiran der ki): "Bunu zindana atın.” Giderim; bu da
oyunun bir parçası. "Ama kelleni uçururlar.” Tiranın kellesi veya ona
itaat edenlerin kelleleri hep yerinde mi kalacak? "Ama seni bir kenara
atarlar ve gömmezler. ” Eğer o ceset ben olsaydım bir kenara atarlardı ama eğer
ben o cesetten farklı bir şeysem, doğru konuş ve beni korkutmayı aklının
ucundan bile geçirme. Böyle şeylerden sadece çocuklar ve ahmaklar korkar. Eğer
bir insan filozof okuluna girdiyse ve kim olduğunu bilmiyorsa, eğer etten,
kemikten ve kaslardan ibaret olmadığını öğreneme-diyse, bedenin bu parçalarını
kullanan ve yöneten, izlenimleri anlayan bir varlık olduğunu öğrenemediyse,
korkmayı ve başkalarına dalkavukluk etmeyi hak eder.
"Evet ama
böyle konuşmalar kanunları hor görmemize neden olur.” Hangi konuşma insanların
kanunlara daha çok itaat etmesini sağlar? Ayrıca, bir ahmağın elindeki güçler
kanun değildir. Bu konuşmalar bizim ahmaklara bile gerektiği gibi davranmamızı
sağlar, çünkü onların bizi geride bıraktığı konularda hak iddia etmememizi
öğütler. Bu konuşmalar bize bedenden, maldan mülkten, çocuklardan,
ebeveynlerden ve kardeşlerden vazgeçmemizi öğütler. Sadece fikirleri ayrı tutar
ki Zeus bile fikirleri insanın kendisine ait kılmıştır. Burada ne gibi bir
kanun ihlali, ne gibi bir aptallık söz konusudur? Senin daha güçlü ve üstün
olduğun konularda sana yol açarım; sen de benim üstün olduğum konularda bana
yol açmalısın, çünkü ben bunlar için çaba sarf ettim ama sen etmedin. Sen
taşlarla döşeli evlerde yaşamaya, kölelerinin sana hizmet etmesine, güzel
giysiler giymeye, evinde avcılar, müzisyenler ve oyuncular ağırlamaya çaba sarf
ettin. Ben bunların hiçbiri üzerinde hak iddia ediyor muyum? Sen hiç fikirleri
ve kendi mantık yetini inceledin mi? Onun hangi parçalardan oluştuğunu, bu
parçaların nasıl bir araya geldiğini, birbiriyle nasıl bir bağlantısı olduğunu
ve ne gibi güçlere sahip olduğunu biliyor musun? Öyleyse, bu konuları incelemiş
olan birinin bu konularda senden daha ileride olmasına neden üzülüyorsun?
Gelgelelim, bunlar yüce şeylerdir. Senin bunlarla ilgilenmeni ve bunlarla
meşgul olmanı kim engelleyebilir? Kim daha çok kitaba, boş vakte ve yardımcıya
sahip ki? Sen yeter ki dikkatini bunlara ver ve kısa bir süreliğine de olsa
kendi mantık yetinle ilgilen. Diğer bütün yetileri kullanan, sınayan, seçen ve
reddeden bu yetinin ne olduğunu ve nereden geldiğini incele. Maddi şeylerle
ilgilendiğin sürece maddi şeylere sahip olursun ama mantık yetin senin tercih
ettiğin gibi, yani zayıf ve ihmal edilmiş olarak kalır.
VIII. BÖLÜM
FİLOZOF
KİMLİĞİNE BÜRÜNMEK İÇİN ACELE EDENLERE KARŞI
Bir insanı asla
sıradan (herkeste bulunan) şeyler için öv-memeli ve suçlamamalısın. Ona
herhangi bir yetenek veya yeteneksizlik atfetmemelisin. Böylece, acelecilikten
ve kötü niyetlilikten kurtulmuş olursun. "Bu adam çok hızlı
yıkanıyor." Yanlış mı yapıyor? Hayır. Ne yapıyor? Çok hızlı yıkanıyor.
Yapılan her şey iyi midir öyleyse? Kesinlikle hayır. Doğru fikirlerden
kaynaklanan eylemler iyi, yanlış fikirlerden kaynaklanan eylemler kötüdür.
Ancak, bir insanın bir eylemi hangi fikirden yola çıkarak gerçekleştirdiğini
öğrenene kadar o eylemi övme-meli ve suçlamamalısın. Ne var ki dışarıdan
(eylemlerden) fikri anlamak kolay değildir. "Bu adam marangoz."
Neden? "Çünkü balta kullanıyor." Bunun konuyla ne ilgisi var?
"Bu adam müzisyen, çünkü şarkı söylüyor. " Bu neye işaret eder?
"Bu adam filozof, çünkü uzun saçları var ve pelerin giyiyor."
Hokkabazlar ne giyiyor peki? Dolayısıyla, insanlar yersiz davranışlarda bulunan
bir filozof gördüklerinde hemen "Bak filozof ne yapıyor," derler.
Oysa yersiz davranışlarına bakıp onun bir filozof olmadığını söylemeleri
gerekir. Eğer filozofluktan anladığımız pelerin giymek ve uzun saçlara sahip
olmaksa, insanların söylediği doğrudur ama eğer filozof olmak hatalı
davranışlardan arınmayı gerektiriyorsa ve bu kişi filozof olmanın gereklerini
yerine getirmiyorsa, neden "filozof" unvanını ondan almıyoruz? Çünkü
diğer bütün alanlarda böyle yaparız. İnsanlar balta kullanmayı becererneyen
birini gördüklerinde, "Marangozluk ne işe yarar? Marangozlar işlerini ne
kadar kötü yapıyorlar baksana," demezler. Aksine, "Bu adam marangoz
değil, çünkü balta kullanmayı beceremiyor," derler. Kötü şarkı söyleyen
birini gördüklerinde, "Müzisyenler ne kadar kötü şarkı söylüyorlar
baksana," demezler. "Bu adam müzisyen değil," derler. Bir tek
felsefe söz konusu olduğunda iş değişir. İnsanlar filozofluğa aykırı düşecek
şekilde davranan birini gördüklerinde unvanını ondan almazlar; onun bir filozof
olduğunu varsayarlar ve yersiz davranışlarına bakarak felsefenin hiçbir işe
yaramadığı sonucuna varırlar.
Bunun sebebi
nedir? Marangozluğu, müzisyenliği ve diğer zanaatları benzer bir biçimde
değerlendirirken, filozofluğu böyle değerlendirmememiz ve sadece dış etkenlere
bakarak yanlış yargılara varmamızdır. Başka hangi zanaatı tanımlamak için
giysilere veya saçiara bakılır? Hangi zanaatın kendisine ait teoremleri,
malzemeleri ve amacı yoktur? Filozofun malzemesi nedir? Pelerin mi? Hayır;
mantık. Amacı nedir? Pelerin giyrnek mi? Hayır; mantığını doğru kılmak.
Teoremleri ne tür şeyler içerir? Saçını ve sakalım uzatmanın yollarını mı?
Hayır. Zenon’un söylediklerini, yani mantığın öğelerini öğrenmeyi; her birinin
ne olduğunu, birbiriyle nasıl bir bağlantısı olduğunu ve ne sonuçlar
doğurduğunu öğrenmeyi. Bu durumda, önce o insanın yersiz bir davranışta
bulunurken mesleğini İcra edip etmediğine bakıp, ondan sonra çalışmalarını
suçlaman gerekmez mi? Oysa şimdi onun yanlış davranışlarda bulunduğunu
gördüğünde, sanki öyle şeyler yapan bir insanı filozof olarak adlandırmak
doğruymuş gibi, "Filozofa bak," diyorsun. Dahası, "Filozoflar
böyle," diyorsun. Oysa eşini aldatan veya oburluk eden bir marangoz
gördüğünde, "Marangoza bak," demezsin.
"Müzisyene
bak,” da demezsin. Yani aslında sen bile filozofluğun gerektirdiklerini bir
yere kadar anlıyorsun ama bir yerde kavramdan uzaklaşıyorsun ve kafan
karışıyor.
Ne var ki
filozof olarak adlandırılanlar bile felsefeye sıradan şeylerle başlamaya
çalışırlar. Pelerine büründükleri ve sakallarını uzattıkları anda, "Ben
bir filozofum,” derler. Oysa mızrap ve lavta alan hiç kimse, "Ben bir
müzisyenim,” demez. Kep ve önlük takan hiç kimse, "Ben bir demirci
ustasıyım,” demez. Giysiler zanaata uygun olur ama zanaatçılar giysileriyle
değil, zanaatlarıyla tanımlanırlar. Euphrates bu konuda güzel şeyler
söylemiştir: "Uzun bir süre insanlara belli etmeden filozof olmaya
çalıştım ve bunun faydasını gördüm. Çünkü başlangıçta iyi bir şey yaptığımda,
bunu izleyenler için değil, kendim için yaptığımı biliyordum. Kendim için iyi
beslendim. Kendim için ve Tanrı için görünüşüme ve yürüyüşüme özen gösterdim.
Tek başıma çabaladığım için tehlikede olan da sadece bendim; kötü veya yersiz
bir davranışta bulunursam, felsefe benim yüzümden tehlikeye girmezdi. Bir
filozof olarak yanlış bir şey yaparak pek çok kişiye zarar da veremezdim. Bu
nedenle amacımı bilmeyenler, filozofların arasında yaşarken ve onlarla sohbet
ederken, benim neden bir filozof olmadığımı merak ederlerdi. Dış göstergeler
aracılığıyla değil de eylemlerim aracılığıyla filozof olarak tanınmanın bana ne
zararı vardı? Nasıl yediğime, nasıl içtiğime, nasıl uyuduğuma, nasıl sabrettiğime,
nasıl iş birliği yaptığıma, nasıl arzuladığıma ve sakındığıma, doğuştan gelen
veya sonradan edindiğim ilişkileri nasıl sürdürdüğüme, kafa karışıklığından ve
engellerden nasıl kurtulduğuma bak. Beni bunlarla yargıla. Gelgelelim, eğer
kafasında kep görmediğin sürece Hephaestus'un bile iyi bir demirci olduğunu
anlayamayacak kadar kör ve sağırsan, bu kadar ahmak bir yargıç tarafından
tanınmamanın benim için ne sakıncası olabilir ki?”
Sokrates de pek
çok kişi tarafından filozof olarak tanınmazdı; insanlar ona gelip kendilerini
filozoflarla tanıştırmasını rica ederlerdi. Sokrates buna üzülüp, “Ben filozof
değil miyim sence?” diye sorar mıydı? Hayır; insanları filozoflarla
tanıştırırdı. Filozof olduğunu bilmek onun için yeterliydi. Filozof olarak
tanınmamasına sinirlenmez, işine kafa yorardı. İyi ve onurlu bir insanın işi
nedir? Çok sayıda öğrenciye sahip olmak mı? Hayır. Bu konuda azimli olanlar bu
konuyla ilgilenirler. Zor teoremleri dikkatle incelemek mi? Başkaları bu
konuyla da ilgilenirler. Peki, Sokrates neyle ilgilenirdi? Kimdi ve kim olmak
istiyordu? Sokrates fayda ve zarar konularıyla ilgilenirdi. “Eğer biri bana
zarar verebiliyorsa, hiçbir şey yapmıyorumdur. Eğer birinin bana iyilik
yapmasını bekliyorsam, hiçbir şey değilimdir. Eğer dilediğim şey
gerçekleşmiyorsa, mutsuzumdur,” derdi. Herkesi böyle bir tartışmaya davet
ederdi ve hiç kimseyle tartışmayı reddetmezdi. “Ben şöyle bir insanım,” diye
ilan eder miydi sence? Asla; o insan olmakla yetinirdi. Sadece ahmak ve
övünmeyi seven bir insan, “Ben hırslarımdan ve kaygılarımdan arındım. Yanılgıya
kapılmayın dostlarım, siz hiçbir değeri olmayan konularda huzursuzluğa
kapılırken, ben bütün endişelerimden kurtuldum,” der. Acı çekmemek sana
yetmiyor mu? “Ey gut hastalığından, baş ağrısından ve ateşten muzdarip olanlar,
ey körler ve topallar; gelin de benim ne kadar sağlıklı olduğumu görün,” diye
ilan etmen mi gerekiyor? Eğer Asklepi-os gibi o insanların da hastalıklarından
kurtulmalarını sağlayacak tedavileri hemen gösteremeyeceksen ve kendi sağlığını
örnek veremeyeceksen, bunlar boş konuşmalardır ve hoş değildir.
' Zeus
tarafından taçla ve asayla onurlandırılan Kinik şöyle der: "Mutluluğu ve
huzuru yanlış yerde aradığınızı görmeniz için Tanrı beni size örnek olarak
gönderdi. Benim ne evim var, ne malım mülküm, ne karım, ne çocuklarım, ne bir
yatağım, ne de bir kabanım. Ama bakın ne kadar sağlıklıyım. Beni sınayın ve
eğer endişelerimden arındığıma inanırsanız, nasıl tedavi olduğuma kulak verin.”
Bu hem insancıl, hem de asil bir yaklaşımdır. Zeus’un ya da bu göreve uygun
gördüğü kişinin işidir. Bu kişi erdeme tanıklık eder ve dış etkenlere karşı
kanıt sunar:
Güzel yüzü hiç
solmaz, Yanaklarından gözyaşı akmaz.
- Odysseia, xi.
528.
Bununla da
kalmaz; hiçbir şey arzulamaz ve aramaz. Ne bir insan, ne bir yer, ne de bir
eğlence. Çocuk gibi bayram peşinde koşmaz. Başkaları duvarlarından,
kapılarından ve kapılarının başında bekleyenlerden güç alıyorsa, o
alçakgönüllülüğünden güç alır.
Oysa günümüzde
insanlar, midesi bozuk kişilerin kısa bir süre sonra pişman olmalarına yol açan
yiyeceklere yöneldiği gibi felsefeye yöneliyorlar ve hemen asanın peşinden
koşmaya başlıyorlar. Saçlarını uzatıyor, pelerine bürünüyor, omuzlarını çıplak
bırakıyor, karşılaştıkları insanlarla tartışıyor ve kalın bir kabanı olan
birini gördüklerinde, onunla kavgaya tutuşuyorlar. Sen önce kendini kış
şartlarında sına da midesi bozuk insanlar gibi hareket etmediğinden emin ol.
Başlangıçta kim olduğunun duyulmaması için çaba göster ve bir süre kendi içinde
filozof ol. Meyveler böyle olgunlaşır. Tohumun bir süre toprak altında kalması,
saklanması ve yavaş yavaş büyümesi gerekir ki mükemmelliğe erişebilsin. Eğer
vaktinden önce çiçek açarsa, mükemmelliğe erişemez ve Adonis'in bahçesinin1
bir ürünü olur. İşte sen de böylesin. Vaktinden önce çiçek açtığın için
soğuklar seni donduracak. Çiftçiler hava çok erken ısındığı zaman tohumlar için
endişelenirler. Tohumların yeşillenmesinden ve sonra da tek bir don yüzünden
mahvolmasından korkarlar. Sen de bunu bir düşünmelisin. Çok çabuk ortaya
atıldın. Daha mevsimi gelmeden ismini duyurmaya çalıştın. Bir şey olduğunu
sanıyorsun ama ahmağın tekisin. Dona yakalanacaksın ve köklerin donmasına
rağmen üst kısımlarında hâlâ biraz çiçek olduğu için hayatta olduğunu ve
serpildiğini zannedeceksin. Bırak da vaktiyle olgunlaşalım. Bizi neden açıkta
bırakıyorsun? Neden zorluyorsun? Henüz hava koşullarına dayanacak gücümüz yok.
Bırak kökler büyüsün ve sırası geldikçe filiz versin. O zaman meyve, sen
istesen de istemesen de kendiliğinden ortaya çıkacaktır zaten. Çünkü kendi
gücünün farkında olmayan ve buna göre hareket etmeyen herhangi bir şey var
mıdır? Boğa kendi doğasından ve gücünden habersiz değildir; karşısına vahşi bir
yaratık çıktığında, herhangi birinin onu harekete geçirmesini beklemez. Köpek
için de aynısı geçerlidir. Ben iyi bir insanın güçlerine sahip olsam, doğru
davranmak için senin beni hazırlamanı bekler miyim? Şu anda bu güçlere sahip
değilim, inan bana. Öyleyse, neden vaktinden evvel solup gitmemi istiyorsun?
IX. BÖLÜM
UTANMAZ BİR İNSANA DÖNÜŞEN KİŞİYE
Makam sahibi
birini gördüğünde, senin makam sahibi olmayı arzulamadığın gerçeğini
unutmamalısın. Zengin birini gördüğünde, senin zenginlik yerine nelere sahip olduğunu
düşünmelisin. Çünkü eğer zenginlik yerine hiçbir şeye sahip değilsen
mutsuzsundur ama eğer zenginlik arzusu taşımıyorsan, o adamdan çok daha değerli
bir şeye sahip olduğunu bilmelisin. Bir diğerinin güzel bir karısı vardır.
Sense güzel bir kadını arzulamamanın doygunluğuna sahipsindir. Sence bunlar
önemsiz şeyler mi? Zengin ve makam sahibi olan, güzel kadınlarla birlikte
yaşayan bu adamlar zenginliklerine, makamlarına ve düşkün oldukları bu güzel
kadınlara tepeden bakabilmek için neler verirlerdi? Ateşi olan bir insanın
susuzluğu nasıldır bilmez misin? Onun susuzluğu, sağlıklı bir insanın
susuzluğuna benzemez. Sağlıklı bir insan su içtiğinde susuzluktan kurtulur ama
hasta bir insan kısa bir süre rahatladıktan sonra mide bulantısı yaşar, kusar,
sancı çeker ve daha da çok susar. İşte zenginliği arzulamak ve zenginliğe sahip
olmak böyle bir şeydir. Makam sahibi olmayı arzulamak ve makam sahibi olmak
böyle bir şeydir. Güzel bir kadını arzulamak ve onunla birlikte olmak böyle bir
şeydir. Buna bir de kıskançlık, sevdiğin şeylerden mahrum kalma korkusu,
yakışıksız kelimeler, yakışıksız düşünceler ve yersiz davranışlar eklenir.
"Ne
kaybederim ki?" diyeceksin. Alçakgönüllü bir insandın ama artık değilsin.
Bu bir kayıp değil mi? Hrisippos ve Zenon yerine, Aristides ve Evenus2
okuyorsun. Bu bir kayıp değil mi? Sokrates ve Diyojen yerine birçok kadını
baştan çıkaran birine hayranlık duyuyorsun. Yakışıklı görünmek istiyor ve
yakışıklı olmadığın halde, olmak için uğraşıyorsun. Kadınlara çekici gelmek
için gösterişli kıyafetler giyiyor ve saçların için iyi bir yağ bulduğunda,
mutlu olduğunu sanıyorsun. Eskiden böyle şeylere değil, düzgün konuşmalara,
saygın insanlara ve asil düşüncelere önem verirdin. Dolayısıyla, insan gibi
uyur, insan gibi yürür, insan gibi giyinir ve iyi bir insana yakışacak şekilde
konuşurdun. Hiçbir şey kaybetmediğini mi söylüyorsun? İnsan paradan başka bir
şey kaybetmez mi? Alçakgönüllülüğünü kaybetmez mi? Terbiyesini kaybetmez mi?
Bunları kaybeden biri hiçbir kayıp yaşamamış mıdır? Belki bunları bir kayıp olarak
görmüyorsun. Oysa bir zamanlar sadece bunları kayıp ve zarar olarak görür,
birilerinin seni iyi kelimelerden ve davranışlardan uzaklaştıracağından
endişelenirdin.
Seni bu iyi
kelimelerden ve davranışlardan uzaklaştıranın senin kendinden başkası
olmadığının farkına varmalısın. Kendinle savaşmalı ve yeniden terbiyeli,
alçakgönüllü ve özgür bir insan olmalısın. Eğer birisi sana birinin beni
ahlaksız bir insan olmaya, senin gibi giyinmeye ve yağlar sürmeye zorladığını
söyleseydi, beni böyle karalayan kişiyi kendi ellerinle öldürmez miydin? Peki,
kendine yardım etmeyecek misin? Bu yardım çok daha kolay değil mi? Birini
öldürmeye, zincire vurmaya, aşağılamaya ya da mahkemeye gitmeye gerek yok;
gereken tek şey, senin kendi kendini ikna etmen ki hiçbir insan seni ikna etme
gücüne senden daha çok sahip değildir. Öncelikle, yaptıklarını kınamalısın ama
kınadıktan sonra umutsuzluğa kapılmamalısın. Bir kere yenik düştükten sonra
kendini tamamen bırakan ve sürüklenip giden alçak ruhlu insanların durumuna
düşmemelisin. Delikanlıları eğitenlerin yaptıklarını örnek almalısın. Delikanlı
düştü mü? Eğitmen, "Kalk ve güçlenene kadar güreşmeye devam et,” der. Sen
de böyle yapmalısın, çünkü insan ruhundan daha kolay işlenebilen hiçbir şey
yoktur. İradeni kullanırsan doğru yolu bulur, ancak biraz dikkatsizlik edersen,
doğru yoldan saparsın, çünkü kurtuluşun da, yıkımın da içindedir. "Ne
kazanırım?” diye mi soruyorsun? Daha iyi ne kazanabilirsin ki? Utanmaz bir
insandan alçakgönüllü bir insana, ahlaksız bir insandan ahlaklı bir insana,
inançsız bir insandan inançlı bir insana, ölçüsüz bir insandan aklı başında bir
insana dönüşeceksin. Eğer bunlar sana yetmiyorsa, yaptıklarını yapmaya devam
et. O zaman Tanrı bile sana yardım edemez.
X. BÖLÜM NELERİ
HOR GÖRMELİ, NELERE DEĞER VERMELİYİZ?
İnsanların
sorunları ve çaresizlikleri dış etkenlerden kaynaklanır. "Ne
yapmalıyım?" "Ne olacak?" "Nasıl sonuçlanacak?"
"Öyle mi olacak, böyle mi olacak?" Bunlar hep, iradesinin gücü
dahilinde olmayan şeylere yönelen insanların sorularıdır. Hiç kimse
"Yanlış bir şeyi nasıl kabul etmeyeceğim?" veya "Gerçeklerden
nasıl sapmayacağım?"diye sorar mı? Eğer bir insan bunlar için
endişelenecek kadar iyi durumdaysa, ona şöyle derim: Neden endişeleniyorsun?
Bunlar senin elinde. Hiçbir şeyi kabul etmekte aceleci davranma ve doğal kuralı
uygula. Diğer yandan, eğer birisi arzularının amacından sapacağından veya
kaçınmak istediklerinin pençesine düşeceğinden endişeleniyorsa, öncelikle onu
öperim, çünkü başkalarının telaşlandığı ve korktuğu şeyleri bir kenara
bırakmıştır ve kendi durumuna kafa yormaktadır. Sonra da şöyle derim: Elde
edemeyeceğin şeyleri arzulama. Kaçınamayacağın şeylerden kaçınmaya çalışma.
Başkalarına ait (başkalarının elinde) olan şeyleri arzulama. Kendi elinde
olmayan şeylerden kaçınmaya çalışma. Eğer bu kuralı uygulamazsan, arzuların
konusunda hayal kırıklığına uğrarnan ve kaçınmak istediklerinin pençesine
düşmen kaçınılmaz olur. Bunun neresi zor? Bu kuralı uyguladığında, "Ne
olacak?" veya "Öyle mi olacak, böyle mi olacak?" gibi sorulara
yer kalır mı?
Olacaklar
irademizden bağımsız değil mi? "Evet." İyiliğin ve kötülüğün özü
irademizin gücü dahilinde değil mi? "Evet. " Öyleyse, olan her
şeye doğaya uygun bir şekilde yaklaşmak senin elinde mi? Hiç kimse seni
engelleyebilir mi? Engelleyemez. Öyleyse artık "Ne olacak?” diye sorma.
Çünkü her ne olursa olsun, onunla doğru bir şekilde başa çıkacaksın ve sonucu
senin için iyi olacak. Eğer Herkül, "Ya karşıma büyük bir aslan, büyük bir
boğa veya vahşi insanlar çıkarsa?” diye sorsaydı ne olurdu? Bunun ne önemi var?
Eğer karşına büyük bir boğa çıkarsa, daha büyük bir mücadele verirsin. Eğer
kötü insanlar çıkarsa, dünyayı kötü insanlardan arındırırsın. Diyelim ki bunu
yaparken can verdin. İyi bir insan olarak ve asil bir şey yaparken can vermiş
olursun. İnsan mutlaka bir şey yaparken ölecektir; ya çiftçilik yaparken, ya
toprağı kazarken, ya ticaret yaparken, ya konsüllük yaparken ya da hazımsızlık
çekerken. Öyleyse, ölüm seni bulduğunda ne yapıyor olmak istersin? Ben kendi
adıma insana yakışan, faydalı ve asil bir şey yaparken ölmek isterim. Eğer yüce
şeyler yaparken ölmeyeceksem bile, en azından yapmamı hiç kimsenin
engelleyemeyeceği şeyleri yaparken, yani kendimi geliştirirken, izlenimleri
kullanan yetimi ilerletirken, zihnimi huzura kavuşturmaya çalışırken ve hayattaki
ilişkilerime hakkını verirken ölmek isterim. Eğer bunları başardıysam, üçüncü
konuya, yani doğru fikirler oluşturmaya eğilirken ölmek isterim. Eğer ölüm beni
bunlarla uğraştığım sırada bulursa, kollarımı açıp Tanrı'ya şunları demek benim
için yeterlidir: "Senin düzenini görmem ve izlemem için bana verdiğin
yetileri ihmal etmedim. Eylemlerimle onuruna leke sürmedim. Algılarımı ve
fikirlerimi nasıl kullandığıma bak. Seni hiç suçladım mı? Olanlardan hiç
şikayet ettim veya başka türlü olmalarını istedim mi? Düzenini hiç çiğnemek
istedim mi? Bana verdiğin hayat için teşekkür ederim. Bana verdiklerini
kullanmaktan hep memnuniyet duydum. Onları dilediğin zaman geri al ve istediğin
yere yerleştir, çünkü hepsi senindi ve hepsini sen bana vermiştin zaten.”
Dünyadan bu zihniyetle ayrılmak yeterli değil midir? Bu zihniyete sahip olan
bir insanın hayatından daha iyi bir hayat var mıdır? Daha mutlu bir son var
mıdır?
Ancak, bunu
yapabilmek için insanın katlanması ve kaybetmesi gereken şeyler az değildir.
Hem konsül olup hem de böyle bir konuşma yapmak, hem geniş topraklara sahip
olup hem de böyle bir konuşma yapmak isteyemezsin. Hem kölelerinle hem de
kendinle ilgilenernezsin. Eğer başkasına ait olanları arzularsan, kendine ait
olanları kaybedersin. Bu işin doğası böyledir. Hiçbir şeye çaba sarf etmeden
sahip olamazsın. Bunun neresi şaşırtıcı? Eğer konsül olmak istiyorsan, uyanık
kalman, koşturman, insanların ellerini öpmen, başkalarının kapılarında heba
olman, özgür bir insana yakışmayacak şeyler söylemen ve davranışlarda bulunman,
birçok insana hediye göndermen ve bazılarına da her gün hediye göndermen
gerekir. Peki, karşılığında eline ne geçer? Bir demet değnek (konsüllerin
hâkimiyet simgesi), üç veya dört kere yargıç kürsüsünde oturmak, gösterileri
sunmak ve küçük sepetlerde yemek dağıtmak. Eğer bu dediklerime katılrnıyorsan,
bunların dışında eline ne geçeceğini söyle bana. Eğer hırslarından arınmak,
huzura kavuşmak, uyuduğunda iyi uyumak, uyanık olduğunda gerçekten uyanık
olmak, hiçbir şeyden korkmamak ve hiçbir şey için endişelenmemek istiyorsan,
karşılığında hiçbir çaba sarf etmeyecek misin? Sen bunlarla meşgul olurken,
sana ait olan bir şey heba olursa veya senin elde etmen gereken bir şeyi bir
başkası elde ederse, hemen telaşa mı kapılacaksın? Neyin karşılığında ne
aldığını hesaba katmayacak mısın? Bu kadar büyük şeyleri, karşılığında hiçbir
bedel ödemeden elde etmeyi mi bekliyorsun? Bu nasıl mümkün olabilir ki? Bir
meselenin diğeriyle hiçbir ilgisi yoktur. Maddi şeyler için çaba harcarken
zihnini güçlendirernezsin. Eğer birini istiyorsan, diğerinden vazgeçmen
gerekir. Yoksa ikisinin arasında kalırsın ve ikisine de sahip olamazsın. Yağın
dökülebi-lir, ev eşyaların çürüyebilir ama huzura kavuşursun. Sen evde değilken
yangın çıkabilir ve kitapların yanıp kül olabilir ama izlenimlere doğaya göre
yaklaşırsın. “Ama o zaman yiyecek bir şey bulamam.” Eğer o kadar şanssızsan,
ölüm bir sığınaktır. Ölüm hepimiz için bir sığınaktır ve dolayısıyla hayattaki
hiçbir şey zor değildir. İstediğin anda evden çıkarsın ve dumandan kurtulursun.
Öyleyse, neden endişeleniyorsun? Neden uykusuz kalıyorsun? Neden iyiliğinin ve
kötülüğünün nerede olduğunu düşünüp, “İkisi de benim elimde,” demiyorsun? Neden
“Hiçbir insan beni iyilikten mahrum bırakamayacağı gibi, kötülüğe de
zorlayamaz. Neden uzanıp uyumuyorum? Ne de olsa sahip olduğum her şey güvende.
Başkalarına ait olanlarla da onlar ilgilenirler. Ben kimim ki onların öyle veya
böyle olmasını dileyebileyim? Bana onların arasında seçim yapma gücü verildi mi
? Beni onlardan sorumlu kılan oldu mu? Elimde olan şeyler benim için
yeterlidir. Onlarla elimden geldiğince ilgilenmeliyim. Diğer şeyler ise Tanrı
nasıl isterse öyle olur,” demiyorsun?
Eğer insan
bunları düşünürse, uykusuz kalır mı? Yatağında dönüp durur mu? Neye sahip olmak
ister? Ne için pişmanlık duyar? Patroklos, Antilokhos veya Menelaus için mi?3
İnsan dostlarının ölümsüz olduğunu varsayabilir mi? Yarın veya öbür gün
herkesin öleceğini unutabilir mi? “Evet ama ben onun benden uzun yaşayacağını
ve oğlumu büyüteceğini düşünmüştüm.” O zaman kesin olmayan bir şey düşünerek
ahmaklık etmişsin. Neden kendini suçlamıyor ve oturup ağlamıyorsun? “Ama o
yemeğimi önüme getirirdi.” Çünkü o zaman hayattaydı ama artık getiremez. Onun
yerine Automedon getirir ve eğer o da ölürse, bir başkasını bulursun. Etinin
piştiği tencere kırılsa, alıştığın tencereye sahip olmadığın için açlıktan
ölecek misin? Yeni bir tencere almayacak mısın?
Başıma bundan
daha büyük bir kötülük gelemezdi.
İlyada xix.
321.
Bu neden senin
başına gelen bir kötülük olsun? Bu düşünceden kurtulmak yerine, anneni mi
(Thetis) suçlayacaksın? Ne düşünüyorsun? Sence Homeros bunları en soylu, en
güçlü, en zengin, en yakışıklı insanların bile doğru fikirlere sahip olmadığı
zaman acınacak duruma düşmekten kurtulamadığını anlayalım diye yazmadı mı?
XI. BÖLÜM
TEMİZLİĞE DAiR
Bazı kişiler
sosyalliğin insan doğasında olup olmadığını sorgularlar, ancak bu kişilerin
temizlik sevgisinin insan doğasında olup olmadığı konusunda herhangi bir şüphe
duyduklarını sanmıyorum. Eğer insanı diğer hayvanlardan ayıran bir şey varsa, o
da budur. Bir hayvanın kendini temizlediğini gördüğümüzde, bundan şaşkınlıkla
bahseder ve bu hayvanın insan gibi davrandığını söyleriz. Diğer yandan, kirli
bir hayvan gördüğümüzde, onun adına bahane üretircesine, sonuçta onun bir insan
olmadığını söyleriz. Yani, insanda bir üstünlük olduğunu ve bunun da
tanrılardan geldiğini varsayarız. Tanrılar doğaları gereği temiz olduğu için,
insanlar onlara mantıkla yaklaştığı sürece, temizliğe ve temizlik sevgisine
bağlı kalacaktır. Ne var ki çeşitli maddelerle karışan insan doğasının
bütünüyle temiz olması mümkün olmadığı için, mantık devreye girer ve mantık
insan doğasının temizliği sevmesini sağlamaya çalışır.
İlk ve en
önemli temizlik ruhun temizliğidir ve kirlilik için de aynısı geçerlidir. Ruhun
kirliliğini, bedenin kirliliği gibi tespit edemeyiz ama ruhu kirleten kendi
eylemlerinden başka ne olabilir ki? Ruhun eylemleri, bir şeye doğru ilerlemeyi
ya da ondan uzaklaşmayı, arzulamayı, kaçınmayı, hazırlanmayı amaçlamayı ve
onaylamayı içerir. Öyleyse, bu eylemlerde ruhu kirleten nedir? Kendi kötü
kararlarından başka hiçbir şey değildir. Dolayısıyla, ruhun kirliliği, ruhun
kötü fikirleridir ve ruhu arındırmak, ona doğru fikirleri aşılamaktır. Doğru
fikirlere sahip olan ruh temizdir, çünkü sadece ruh eylemlerinde karışıklıktan
ve kirlilikten muaftır.
Bedenimizi de
elimizden geldiğince temiz tutmamız gerekir. Bedenimizin yapısından dolayı
burnumuzun akmaması mümkün değildir. Doğa bu nedenle ellerimizi ve burun
deliklerimizi salgıları alıp götüren kanallar olarak meydana getirmiştir. Bu
salgıları içine çeken birinin insan gibi davrandığını söyleyemem. Kirli
yerlerden geçtiğimiz zaman ayaklarımızın çamura veya toprağa bulanmaması mümkün
değildir. Doğa bu nedenle ellerimizi ve suyu meydana getirmiştir. Yemek
yedikten sonra dişlerimizde kir kalmaması mümkün değildir. Bu nedenle
dişlerimizi temizlememiz gerekir. Neden mi? Vahşi bir hayvan gibi değil de
insan gibi davranmak için. Terden ve giysilerden dolayı bedenimizde
temizlenmesi gereken kirler kalmaması mümkün değildir. Bu nedenle bedenimizi
temizlemek için sudan, ellerimizden, yağlardan, havlulardan, keselerden ve
bazen de buna benzer başka araçlardan faydalanmamız gerekir. Ancak, sen bunu
yapmıyorsun. Oysa demirciler bile malzemelerindeki pası temizlerler ve bunun
için hazırda bulundurdukları araçları vardır. Eğer sen de tümden pis bir insan
değilsen, yemek yemeden önce tabağını temizliyorsundur. Öyleyse, bedenini
temizlemeyecek misin? "Neden ki?” Bir kere daha söylüyorum; öncelikle
insan gibi davranmak için, sonra da görüştüğün kişileri rahatsız etmemek için.
Ne yaptığının farkında bile değilsin. Kötü kokmayı hak ettiğini düşünüyorsun.
Kötü kok öyleyse. Peki, yanında oturanlar, masada sana doğru eğilenler ve seni
öpenler de bunu hak ediyorlar mı sence? Ya hak ettiğin gibi çöle git ya da
kendi başına yaşa ve kendi kendini kokla. Çünkü kirliliğini sadece senin çekmen
adil olur. Ancak, bir şehirdeyken bu kadar düşüncesizce ve ahmakça davranmak
nasıl bir karakterin göstergesidir sence? Eğer doğa sana bir at emanet etseydi,
onu görmezden gelecek ve ihmal mi edecektin? Bedeninin de sana bir at gibi
emanet edildiğini düşünmeli ve onu silip temizlemelisin ki hiç kimse ondan
uzaklaşmasın ve yolundan çekilmesin. Kim kirli, kötü kokan, cildi pislik içinde
bir insandan, üstü başı gübreyle kaplı birinden uzaklaşmak istediğinden daha da
çok uzaklaşmak istemez ki? O koku dışarıdan gelen bir kokudur ve kişinin üstüne
sinmiştir, oysa diğeri içeriden ve özensizlikten gelen, bir nevi çürümekte olan
bir bedenden gelen bir kokudur.
“Ama Sokrates
nadiren yıkanırdı." Evet ama bedeni temiz ve paktı. Öyle hoştu ki en güzel
ve en asil insanlar bile onu severlerdi ve en yakışıklı kişilerin yanına
oturacaklarına, onun yanına oturmayı tercih ederlerdi. Hamama gitmemek ya da
kendi kendine yıkanmamak onun elindeydi ama nadiren fay-dalansa da suyun etkisi
hissedilirdi. Eğer sıcak suyla yıkanmak istemiyorsan, soğuk suyla yıkan.
Aristofanes şöyle der:
Ben solgun ve
yalınayak olanları kastediyorum.
(Nubes v. 102.)
Ancak,
Aristofanes Sokrates'in havada yürüdüğünü ve hamamdan giysi çaldığını da
söyler. Oysa Sokrates hakkında yazan herkes, tam tersine, onun lehine tanıklık
eder ve onun sadece kulağa değil, göze de hitap eden bir insan olduğunu söyler.
Diyojen için de aynı şeyler yazılmıştır. Çünkü bedenimizin görüntüsüyle bile
insanları felsefeden caydırmamamız gerekir. Bir filozofun her konuda neşeli ve
sakin bir görüntü sunması gerekir; bedeni konusunda da. "Ey insanlar!
Bakın benim hiçbir şeyim yok ama hiçbir eksiğim de yok. Evim yok, yurdum yok,
sürgündeyim ama soylu ve zengin insanlardan daha tasasız ve daha mutlu
yaşıyorum. Bedenime de bakın ve zor koşulların bedenime hiçbir zarar
vermediğini görün.” Gelgelelim, eğer bunları bana mahkûm kılıklı biri söylerse
ve felsefenin insanı böyle bir kişiye dönüştüreceğine inanırsam, hangi Tanrı
beni felsefeyle uğraşmaya ikna edebilir ki? Bilge bir insan olacağımı bilsem
bile felsefeden uzak dururum. Felsefeyle uğraşmaya yeni yeni başlayan bir
gencin karşıma kirli ve özensiz çıkmasından-sa, saçlarını dikkatle taramış
olarak çıkmasını tercih ederim, çünkü onda belirli bir güzellik anlayışı ve
insana yakışır bir şekilde hareket etme arzusu vardır; güzelliğin nerede
olduğunu düşünüyorsa, o doğrultuda çaba sarf etmektedir. Ona doğruyu göstermek
ve şunları söylemek yeterlidir: "Delikanlı, güzelliği arıyorsun ve iyi de
ediyorsun. Öyleyse, güzelliğin mantık yetimizde olduğunu bilmelisin. Güzelliği
hareketlerinde, arzuladıklarında ve kaçındıklarında ara, çünkü insanın üstün
tarafı bunlardır. Bedenimiz ise topraktan ibarettir. Neden boş yere onunla
uğraşıyorsun? Başka hiçbir şey öğrenmesen bile, zaman sana bedenin bir hiç
olduğunu öğretecektir.” Gelgelelim, eğer birisi bana pislik içinde ve dizlerine
kadar uzamış sakallarla gelirse, ona ne diyebilirim ki? Güzelliğe benzer neyle
uğraşmıştır ki "Güzellik onda değil bundadır,” diyebileyim ve onu
değiş-tirebileyim? Ona güzelliğin gübreye bulanmakta değil, mantığımızda
olduğunu mu söylememi istersin? Bu insanın güzellik arzusu var mıdır? Kafasında
bir güzellik anlayışı var mıdır? Git bir domuza çamurda yuvarlanmamasını söyle
bakalım.
Senokrates'in
sözleri bu nedenle Polemon'u etkilemiştir. Polemon içeri girdiğinde güzelliğe
karşı bir sevgi besliyordu ama. onu yanlış yerde arıyordu. Doğa insanlarla
birlikte yaşayan hayvanları bile kirli kılmamıştır. Bir at veya iyi eğitilmiş
bir köpek hiç çamurda yuvarlanır mı? Oysa insanların uzak durduğu domuzlar,
kazlar, solucanlar ve örümcekler öyle yaparlar. Sen bir insan olarak insanlarla
birlikte yaşayan hayvanlar gibi değil de solucanlar ve örümcekler gibi mi
olacaksın? Dilediğin zaman, dilediğin yerde ve dilediğin şekilde yıkanmayacak
mısın? Bedenindeki kirlerden arınmayacak mısın? Temizlenip, seninle arkadaşlık
eden insanların seninle birlikte olmaktan keyif almasını sağlamayacak mısın?
Tükürmenin ve sümkürmenin yasak olduğu tapınaklara bile böyle mi gireceksin?
Hiç kimse
senden süslenmeni bekliyor mu? Hayır. Mantık yetimiz, fikirlerimiz ve
eylemlerimiz dışında süslememiz gereken hiçbir şey yoktur. Bedenimizin temiz
olması ve hiç kimseye rahatsızlık vermemesi yeterlidir. Ancak, eğer sana mor
renkli giysiler giymemen gerektiği söylendiyse, gidip pelerinini çamura bulaman
veya yırtman mı gerekir? “Ama pelerinim nasıl temiz olacak?” Suyun yok mu?
Yıkasana. Sevmeye ve sevilmeye layık bir öğretmen, sevilmeye layık gençlere
gübre yığınının tepesinde mi ders verir? Bu, olacak şey değildir. Her sapma
insanın doğasındaki bir şeyden kaynaklanır ama bu sapma neredeyse insanın
doğasında olmayan bir şeydir.
XI. BÖLÜM
DİKKAT ÜZERİNE
Dikkat
göstermekten kısa bir süre vazgeçtiğinde, dikkatini istediğin zaman geri
kazanabileceğini zannetmemeli ve bugün işlediğin bir kusurun sonradan daha kötü
sonuçlara yol açacağını bilmelisin. Çünkü öncelikle dikkat göstermeme
alışkanlığı - ki en fazla sorun yaratan budur - sonra da erteleme alışkanlığı
edinirsin. Devamında bu erteleme alışkanlığını mutluluğa, doğru davranmaya ve
doğayla uyum içinde yaşamaya da aktarırsın. Eğer dikkatini ertelernek faydalı
bir şeyse, dikkatini tümden esirgemek daha da faydalı bir şeydir ama eğer
faydalı bir şey değilse, dikkatini neden devamlı korumuyorsun? "Bugün
enstrüman çalmak istiyorum.” Tamam, dikkatini koruyarak çalamaz mısın?
"Şarkı söylemek istiyorum.” Bunu dikkat göstererek yapmanı engelleyen ne
var? Hayatta dikkatin uzanmadığı bir alan var mıdır? Herhangi bir şeyi dikkat
gösterdiğinde daha kötü, göstermediğinde daha iyi yapabilir misin? Dikkat
göstermeyenler hayatta hangi alanda daha başarılı olurlar? Dikkat göstermeyen
bir marangoz işinde daha başarılı olabilir mi? Dikkat göstermeyen bir kaptan
gemisini daha iyi idare edebilir mi? Daha küçük işlerin herhangi biri dikkat
göstermeden daha iyi yapılabilir mi? Zihnini gevşek bıraktığın zaman, onu
doğruluğa, alçakgönüllülüğe ve ölçülülüğe sevk etmenin elinde olmayacağını,
eğilimlerine yenik düşerek aklına estiği gibi davranacağını görmüyor musun?
Öyleyse, nelere
dikkat göstermeliyim? Öncelikle genel prensipleri hazırda tutmalı ve onlar
olmadan yatmamalı, kalkmamalı, yememeli, içmemeli ve insanlarla sohbet
etmemeliyim. Hiç kimse bir başkasının iradesinin efendisi değildir ve iyilik
ile kötülük sadece irademizdedir. Öyleyse, hiç kimse bana herhangi bir iyilik
sağlayamayacağı gibi, beni herhangi bir kötülüğe de karıştıramaz. Bu konularda
güç sadece benim elimdedir. Bunu bir kere kavradıysam, dış etkenler beni neden
rahatsız etsin ki? Hangi tiran, hangi hastalık, hangi yoksulluk, hangi saldırı
bana korkutucu gelir? "Şu kişiyi memnun etmedim.” Onu memnun etmek benim
işim mi? Hayır. Öyleyse, onu neden dert edeyim ki? “Ama o önemli biri.” Bu,
onun kendisini ve öyle düşünenleri ilgilendirir. Benim memnun etmem, bağlı
olmam ve itaat etmem gereken sadece Tanrı ve onun yanındakilerdir. Tanrı bana
hayat vermiş, irademi sadece bana ait kılmış ve onu doğru kullanmam için bana
kurallar sunmuştur. Uslamlamalarda kurallara uyduğumda, herhangi birinin farklı
bir şey söylemesi umurumda olmaz. Sofistike argümanlarda hiç kimseyi önemsemem.
Öyleyse, daha önemli konular söz konusu olduğunda, beni suçlayanlar beni neden
sinirlendirsin ki? Bu rahatsızlığın sebebi ne? Bu konuda disiplinli olmamamdan
başka hiçbir şey değil. Çünkü bilim cehaleti ve cahilleri dikkate almaz; sadece
bilim değil, sanat da almaz. İstediğin kunduracıyı getir; kendi mesleği söz
konusu olduğunda, birçok kişiyi tiye alır. Marangoz da öyle.
Öyleyse,
öncelikle bu kuralları hazırda tutmalı, onlar olmadan hiçbir şey yapmamalı,
ruhumuzu bu amaca yönlendirmeli, bizim dışımızda veya başkalarına ait
(başkalarının elinde) olan hiçbir şeyin peşine düşmemeliyiz. Tamamen irademizin
gücü dahilinde olan şeylerin peşine düşmeli, diğer şeylerden ise bize izin
verildiği kadarıyla faydalanmalıyız. Kim olduğumuzu unutmamalı ve hayattaki
ilişkilerimizi buna göre sürdürmeye gayret etmeliyiz. Şarkı söylemenin
zamanını, enstrüman çalmanın zamanını, bunları kimin huzurunda yapacağımızı,
eylemlerimizin nasıl sonuçlar doğuracağını, tanıdıklarımızın bizi hor görüp
görmeyeceğini ya da bizim onları hor görüp görmeyeceğimizi, alay etmenin
zamanını, kiminle alay edeceğimizi, hangi durumda kime riayet edeceğimizi ve
son olarak da riayet ederken karakterimizi nasıl koruyacağımızı bilmeliyiz.
Eğer bu kurallardan saparsak, hemen zarar görürüz; dış bir etkenden değil ama
eylemin kendisinden.
Peki, bütün
bunları yaptığımız takdirde hatasız olmamız mümkün müdür? Değildir ama hatasız
olmak için devamlı gayret göstermemiz mümkündür. Dikkat göstermekten hiçbir
zaman vazgeçmeyerek en azından birkaç hatadan kurtulursak memnun olmalıyız.
Gelgelelim, "Yarın dikkat göstermeye başlarım," dediğinde, aslında
şunu demiş oluyorsun: "Bugün utanmaz davranacağım. Yere ve zamana
aldırmayacağım. Bana acı vermek başkalarının elinde olacak. Bugün hırslanma ve
kıskançlığa yenik düşeceğim." Kendine ne kadar kötü şeyler yapmak için hak
tanıdığını görüyor musun? Eğer yarın dikkat göstermek iyiyse, bugün dikkat
göstermek çok daha iyi değil midir? Eğer yarın dikkat göstermek senin için
faydalıysa, bugün dikkat göstermek çok daha faydalıdır. Böylece, yarın da bunu
yapabilirsin ve üçüncü bir güne ertelemezsin.
XIII. BÖLÜM
ÖZEL MESELELERİNİ RAHATLIKLA ANLATANLARA
Birisinin bize
özel meselelerini içtenlikle anlattığına inandığımızda, neden biz de onunla
sırlarımızı paylaşma ihtiyacı duyar ve bunun samimi bir davranış olduğunu
düşünürüz? Çünkü öncelikle komşumuzun sırlarını dinleyip de kendimizinkileri
paylaşmamak bize haksızlık gibi gelir. Ayrıca, sessiz kaldığımız zaman içten
bir insan görüntüsü vermeyeceğimizi düşünürüz. Gerçekten de insanlar genellikle
şöyle der: "Ben sana bütün sırlarımı anlattım. Sen bana hiçbir şey
anlatmayacak mısın? Öyle şey olur mu?" Ayrıca, bize özel meselelerini
anlatan bir insana rahatlıkla güvenebileceğimizi düşünürüz, çünkü biz de onun
sırlarını ortaya dökebileceğimiz için, bizim sırlarımızı asla açığa
vurmayacağına inanırız. Roma’daki askerler ihtiyatsız kişileri işte böyle
yakalarlar. Sivil kıyafetli bir asker gelip yanına oturur ve İmparator hakkında
kötü konuşmaya başlar. Sen de sanki konuşmayı o başlattığı için onun sadakatini
kazanmışsın gibi düşüncelerini dile getirirsin ve zincire vurulup götürülürsün.
Genel olarak da
buna benzer şeyler başımıza gelir. Birisi bana sırlarını anlattı diye, ben de
karşıma çıkan her insana sırlarımı anlatmak, mıyım? Hayır, çünkü ben
duyduklarımı hiç kimseye anlatmam ama o gidip herkese anlatır. Eğer öyle
yaptığını duyarsam ve ben de onun gibi bir insansam, intikam almaya karar
veririm ve ben de onun sırlarını ortaya dökerim. Bunu yaparken de hem başkalarını
rahatsız eder hem de kendim rahatsız olurum. Ancak, eğer hiç kimsenin bir
başkasına zarar veremeyeceğini ve insanın sadece kendi eylemlerinden fayda ya
da zarar görebileceğini unutmazsam, onun gibi davranmamaya karar veririm. Ancak
yine de ahmakça konuşmalarımın cezasını çekerim.
"Doğru ama
komşunun sırlarını dinleyip de karşılığında hiçbir şey anlatmaman haksızlık
olur." Ben senden sırlarını bana anlatmanı istedim mi? Sırlarını belirli
bir koşulla, yani benimkileri de duymak koşuluyla mı anlattın? Eğer sen geveze
bir insansan ve karşılaştığın herkesin dostun olduğunu sanıyorsan, benim de mi
öyle olmamı istiyorsun? Eğer senin sırlarını benimle paylaşman senin için
iyiyse ama benim sırlarımı seninle paylaşmam benim için iyi değilse, neden
düşüncesizce hareket etmemi istiyorsun? Benim su sızdırmaz bir fıçım olduğunu,
senin fıçının ise delik olduğunu düşün. Gelip şarabını fıçıma koymam için bana
emanet ediyorsun ve sonra da senin fıçın delik olduğu için şarabımı sana emanet
etmedim diye yakınıyorsun. Eşitlik bunun neresinde? Sen sırlarını sadık,
alçakgönüllü ve sadece kendi eylemlerinden fayda ya da zarar görebileceğini
düşünen birine emanet ettin. Benim sırlarımı sana, yani irade yetisine leke
sürmüş birine ve karşılığında Medea gibi öz çocuklarını öldürmesi gerekse bile
para, makam veya terfi peşinde koşan birine emanet etmemi mi istiyorsun?
Eşitlik bunun neresinde? Bana sadık, alçakgönüllü ve istikrarlı bir insan
olduğunu göster. Samimi fikirlere sahip olduğunu göster. Fıçının delik
olmadığını göster. İşte o zaman senin sırlarını benimle paylaşmanı beklemeden
gelip sırlarımı sana anlatırım. İyi bir araçtan kim faydalanmak istemez?
Yardımsever ve sadık bir akıl hocasına kim değer vermez? Yükünü paylaşmaya ve
hafifletmeye istekli birini kim seve seve ağırlamaz?
"Doğru ama
ben sana güveniyorum. Oysa sen bana güvenmiyorsun.” Bir kere bana güvenmiyorsun
ama geveze olduğun için ağzını tutamıyorsun. Çünkü eğer gerçekten bana
güveniyor olsaydın, sırlarını bir tek bana anlatırdın. Oysa sen boş birini
gördüğün anda yanına oturuyor ve "Senden daha yardımsever ve daha değerli
bir dostum yok canım kardeşim. Senden sırlarımı dinlemeni rica ediyorum,”
diyorsun. Bunu hiç tanımadığın insanlara bile yapıyorsun. Eğer bana gerçekten
güveniyorsan bile, sana sırlarımı anlattığım için değil, sadık ve alçakgönüllü
olduğum için güveniyorsun. Öyleyse, bırak ben de senin hakkında aynı görüşe
sahip olayım. Sırlarını başkalarına anlatanların sadık ve alçakgönüllü olduğunu
kanıda bana. Çünkü sırlarımı anlatmak beni sadık ve alçakgönüllü kılacak
olsaydı, gider sırlarımı herkese anlatırdım. Ancak, öyle bir şey yoktur. Eğer
iradesinden bağımsız şeylerle uğraşan ve iradesini bunlara tabi kılan birini
görürsen, o kişiyi zorlayabilecek ve engelleyebilecek on binlerce kişi olduğunu
bilmelisin. O kişiyi bildiklerini anlatmaya zorlamak için işkence aletlerine
gerek yoktur; genç bir kızın başını eğmesi, İmparator'un sarayından birinin
iltifatı, bir makam ya da miras arzusu onu harekete geçirmek için yeterlidir.
Öyleyse, genel bir prensip olarak gizli konuşmaların sadakat ve benzer fikirler
gerektirdiğini bilmelisin. Günümüzde bunları bulmak kolay mı? Eğer buna cevap
veremiyorsan, şunları diyebilecek birini göster bana: "Ben sadece bana ait
olan, engellere tabi olmayan ve doğası gereği özgür olan şeylerle ilgilenirim.
İyiliğin özünün bu olduğunu düşünürüm. Diğer şeyleri ise kendi haline
bırakırım. Onlar beni ilgilendirmez.”
ENCHEIRIDION YA
DA EL KİTABI
I.
Elimizde olan
ve elimizde olmayan şeyler vardır. Elimizde olan şeyler fikirlerimiz, kararlarımız,
arzuladıklarımız, kaçındıklarımız, yani kısacası kendi eylemlerimizdir.
Elimizde olmayan şeyler ise beden, mal mülk, itibar, makam, yani kısacası kendi
eylemlerimizin dışında kalan şeylerdir. Elimizde olan şeyler doğaları gereği
özgürdür ve kısıtlamalara ya da engellere tabi değildir. Elimizde olmayan
şeyler ise zayıftır, köleliğe yatkındır, kısıtlamalara tabidir ve başkalarının
elindedir. Doğaları gereği köleliğe yatkın olan şeylerin özgür olduğunu ve
başkalarının elinde olan şeylerin senin olduğunu zannedersen, engelleneceğini,
üzüleceğini, huzursuz olacağını ve hem tanrıları hem de insanları suçlayacağını
unutma. Oysa sadece senin olan şeylerin senin olduğunu, başkalarına ait olan
şeylerin ise başkalarına ait olduğunu düşünürsen, hiç kimse seni zorlayamaz ve
engelleyemez; hiçbir zaman hiç kimseyi suçlamaz, istemediğin hiçbir şey yapmaz,
hiç kimseden zarar görmez ve hiçbir düşman edinmezsin.
Eğer bu kadar
yüce şeylere kavuşmak istiyorsan, bunları küçük bir çaba karşılığında elde
edemeyeceğini unutmamalısın. Bazı şeylerden bütünüyle vazgeçmen, bazılarını da
bir süreliğine ertelemen gerekir. Ancak, hem bu yüce şeyleri hem de güç ve para
sahibi olmayı istersen, yüce şeyleri de hedeflediğİn için, güce ve paraya bile
kavuşamayabilirsin. Mutluluğa ve özgürlüğe kavuşamayacağın ise kesindir.
Öyleyse, ters bir izlenimle karşılaştığında, şunları söylemeyi alışkanlık
haline getirmelisin: "Sen bir izlenimsin ve göründüğün gibi
değilsin." Ardından da onu sahip olduğun kurallarla, her şeyden önce de
elimizde olan şeyler sınıfına mı yoksa elimizde olmayan şeyler sınıfına mı
girdiğine göre incelemelisin. Eğer elimizde olmayan şeyler sınıfına giriyorsa,
bunun seni ilgilendirmediğini söylemeye hazır olmalısın.
n.
Arzunun,
arzuladığın şeye kavuşma umudunu, kaçınmanın da kaçınmaya çalıştıklarının
pençesine düşmeme umudunu içerdiğini unutmamalısın. Arzusuna kavuşamayan kişi
başarısız, kaçınmak istediklerinin pençesine düşen kişi ise mutsuzdur. Eğer
sadece elinde olan şeylerden kaçınmaya çalışırsan, kaçınmak istediğin hiçbir
şeyde yer almazsın. Ancak, eğer hastalıktan, ölümden veya yoksulluktan
kaçınmaya çalışırsan, mutsuz olursun. Öyleyse, elinde olmayan şeylerden
kaçınmaya çalışma-malı, bunun yerine, elinde olan şeylerden kaçınmak için çaba
sarf etmelisin. Arzudan ise şimdilik bütünüyle vazgeçmelisin. Çünkü elimizde
olmayan şeyleri arzuladığın takdirde başarısızlığa uğrarnan kaçınılmazdır;
elimizde olan ve arzulamanın iyi olduğu şeylere ise henüz erişebilecek durumda
değilsin. Sadece bir şeye doğru ilerleme ya da bir şeyden uzaklaşma gücünü
kullan ve bu gücü de dikkatle, özel durumlarda ve ara ara kullan.
m.
En küçüğünden
başlayarak, seni memnun eden, bir eksiğini gideren veya sevdiğin şeylerin
doğasını sorgulamayı unutmamalısın. Eğer toprak bir kabı seviyorsan,
"Sevdiğim şey toprak bir kap," demelisin. Çünkü o durumda, kırıldığı
zaman altüst olmazsın. Eğer karını veya çocuğunu öpüyorsan, "Fani bir
insanı öpüyorum," demelisin. Çünkü o durumda, karın veya çocuğun öldüğü
zaman altüst olmazsın.
IV.
Herhangi bir
eylemde bulunacağın zaman, onun nasıl bir eylem olduğunu kendine hatırlat. Eğer
hamama gideceksen, hamamda olanları gözünde canlandır. İnsanlar su sıçratacak,
itişecek, kavga edecek ve hırsızlık yapacaktır. Eğer kendine, "Niyetim
hamama gitmek ve irademin doğayla uyumunu korumak," dersen, kendine hakim
olman daha kolay olur. Bunu her eylemde uygulamalısın. O zaman, hamamda bir
sorun çıktığı takdirde, şu düşünce kafanda hazır olacaktır: "Benim tek
niyetim hamama gitmek değil, irademin doğayla uyumunu da korumaktı. Eğer olup
bitenlere canımı sıkarsam, bunu başara-mam. "
V.
İnsanlar
olanlar yüzünden değil, olanlar konusundaki fikirleri yüzünden huzursuz
olurlar. Örneğin, ölüm korkunç bir şey değildir, çünkü eğer öyle olsaydı,
Sokrates’e de öyle gelirdi. Asıl korkunç olan, ölümün korkunç olduğu fikridir.
Öyleyse, engellendiğimizde, huzursuz olduğumuzda veya üzüldüğümüzde, asla
başkalarını suçlamamalı, kendimizi, yani fikirlerimizi suçlamalıyız. Eğitimsiz
kişiler kendi durumları yüzünden başkalarını suçlarlar. Eğitim görmeye başlayan
kişiler kendilerini suçlarlar. Eğitimini tamamlamış kişiler ise ne başkalarını
ne de kendilerini suçlarlar.
VI.
Başkasına ait
olan herhangi bir özellik için gururlanma. Bir atın "Ben güzelim,"
diye gururlanmasına katlanabiliriz. Ancak, eğer "Benim güzel bir atım
var," diye gururlanıyorsan, atının sahip olduğu bir özellikle
gururlandığını bilmelisin. Senin kendine ait olan ne var? İzlenimlerin
kullanımı. Öyleyse, izlenimleri doğaya uygun olarak kullandığında gururlan,
çünkü o zaman kendine ait olan iyi bir özellikle gururlanmış olursun.
VI.
Gemi limana
ulaştığında su almak için gemiden inebilir, yolda durup deniz kabuğu veya çiçek
toplayabilirsin. Ancak, gözün hep gemide olmalıdır. Kaptanın çağrısını duyduğun
anda elindeki her şeyi bırakıp gemiye koşman gerekir ki seni yaka paça gemiye
sürüklemesinler. Bu, hayatta da böyledir. Evlenip çocuk yapmanı engelleyen
hiçbir şey yoktur. Ancak, kaptan çağırdığı anda, bütün bunları hiç düşünmeden
bırakıp gemiye koşman gerekir. Eğer yaşlıysan gemiden fazla uzağa bile gitmemen
gerekir ki çağrıldığında gecikmeyesin.
VI.
Olanların
dilediğin gibi olmasını isternek yerine, olduğu gibi olmasını dilersen, huzurlu
bir hayata kavuşursun.
IX.
Hastalık beden
için bir engeldir ama irade istemediği sürece, irade için bir engel değildir.
Topallık beden için bir engeldir ama irade için bir engel değildir. Bu
düşünceyi her duruma uygula; engelin başka bir şey için geçerli olduğunu ama
senin için geçerli olmadığını göreceksin.
X.
Başına gelen
her olayda kendi içine dönmeli ve bununla başa çıkmak için nasıl bir güce sahip
olduğunu sorgulamalısın. Güzel bir kadın ya da yakışıklı bir erkek karşısında
sahip olduğun güç özdenetimdir. Acı karşısında sahip olduğun güç
dayanıklılıktır. Hakaret karşısında sahip olduğun güç sabırdır. Eğer bu şekilde
doğru bir alışkanlık edinirsen, izlenimler seni sürükleyip götüremez.
XI.
Hiçbir zaman
"Kaybettim," dememeli, "Geri verdim," demelisin. Çocuğun mu
öldü? Onu geri verdin. Karın mı öldü? Onu geri verdin. Topraklarını mı elinden
aldılar? Topraklarını geri verdin. "Ama topraklarımı elimden alan kötü bir
adamdı." Bunları sana asıl verenin, kimin aracılığıyla geri aldığının ne
önemi var? O sana izin verdiği sürece, başkasına ait olduğunu bilerek bunlara
göz kulak olabilirsin. Handa konaklayan bir yolcu gibi.
XII.
Eğer ilerleme
kaydetmek istiyorsan, şöyle düşünceleri akImdan kovmalısın: "Eğer işlerimi
ihmal edersem, aç kalırım. Eğer kölemi terbiye etmezsem, kötü bir köle
olur." Çünkü açlıktan ölüp acılardan ve korkulardan kurtulmak, bolluk
içinde yaşayıp da huzursuz olmaktan iyidir. Senin mutsuz olmandan-sa, kölenin
kötü bir köle olması daha iyidir. Küçük şeylerden başla. Yağ mı döküldü?
Şarabın mı çalındı? Hemen şöyle de: "Sakin ve huzurlu kalmanın bedeli bu.
Her şeyin bir bedeli var. " Köleni çağırdığında, seni duymayabileceğini
veya duysa bile dediğini yapmayabileceğini aklından çıkarma. Bunun için
huzurunu kaçırmamak senin elinde.
XI.
Eğer ilerleme
kaydetmek istiyorsan, insanların seni maddi konularda saf ve ahmak bulmalarını kabullenmelisin.
Bırak hiçbir şey bilmediğini düşünsünler. Birileri senin önemli bir kişi
olduğunu düşünse de sen buna şüpheyle yaklaş. Çünkü hem iradenin doğayla
uyumunu korumak hem de maddi şeyler elde etmek kolay değildir. İnsanın birine
dikkatini verdiği zaman diğerini ihmal etmesi kaçınılmazdır.
XIV.
Eğer karının,
çocuklarının ve dostlarının sonsuza dek yaşamasını istiyorsan, ahmaklık
ediyorsundur, çünkü senin elinde olmayan şeylerin senin elinde olmasını ve
başkalarına ait olan şeylerin sana ait olmasını istiyorsundur. Kölenin hatasız
olmasını istiyorsan da ahmaklık ediyorsundur, çünkü kötülüğün kötülük değil de
başka bir şey olmasını istiyorsundur. Ancak, arzuların konusunda hayal
kırıklığına uğramamak senin elindedir. Öyleyse, elinde olana odaklan.
İstediklerinin ve istemediklerinin üzerinde güç sahibi olan, bunları sana
sağlama veya bunları senden alma gücüne sahip olan kişi senin üzerinde
hakimiyet kurar. Öyleyse, özgür olmak istiyorsan, başkalarına bağlı olan
şeyleri arzulama ve bunlardan kaçınmaya çalışma. Eğer bu kurala uymazsan,
köleliğe mahkûm olursun.
xv.
Hayatta bir
ziyafet sofrasındaymış gibi davranman gerektiğini unutma. Eğer elden ele
dolaştırılan bir şey önüne gelirse, elini uzatıp kibarca bir parça al. Eğer
önünden geçip giderse, durdurmaya çalışma. Daha önüne gelmediyse, onu önceden
arzulamaya başlama ve önüne gelmesini bekle. Eğer evlenmek, çocuk sahibi olmak,
makam sahibi olmak ve zengin olmak konusunda da aynısını yaparsan, bir gün
tanrıların ziyafet sofrasına oturmaya hak kazanırsın. Eğer önüne gelenlerden
hiçbirini almaz ve hatta bunları hor görürsen, tanrıların ziyafet sofrasına
oturmakla kalmaz, onların gücüne de ortak olursun. Diyojen ve Heraklitos gibi
filozoflar böyle davrandıkları için kutsal olarak adlandırılmışlardır.
XVI.
Eğer çocuğu
uzaklara gittiği veya öldüğü için ağlayan ya da topraklarını kaybettiği için
ağlayan birini görürsen, izlenimlerin seni sürükleyip götürmesine izin verme.
Zihninde hemen bir ayrım yap ve şunu demeye hazır ol: "Bu kişinin acı
çekmesinin sebebi yaşadığı olaylar değil, bu olaylar konusunda sahip olduğu
fikirler, çünkü olaylar insana acı veremez.” Sözlerinle o kişiyi teselli
etmekten ve hatta gerekirse acısını paylaşmaktan çekinme. Ancak, içinden de acı
çekmemeye dikkat et.
XVII.
Bir oyunda
oyuncu olduğunu ve oyunun nasıl olacağına yazarın karar verdiğini unutma. Kısa
olmasını isterse, kısa olur. Uzun olmasını isterse, uzun olur. Eğer senin
yoksul bir insan rolünü üstlenmeni isterse, bu rolü doğallıkla canlandır. Topal
bir insan, makam sahibi bir insan ya da sıradan bir insan rolünü üstlenmeni
isterse de aynısını yap. Çünkü senin görevin sana verilen rolü iyi
canlandırmaktır ama rolleri dağıtan bir başkasıdır.
XVIII.
Bir karga
uğursuz uğursuz öttüğünde, bu izlenirnin seni sürükleyip götürmesine izin
verme. Zihninde hemen bir ayrım yap ve şöyle de: "Bu alametler benimle
değil, bedenimle, mal varlığımla, itibarımla, karımla veya çocuklarımla ilgili.
Ben öyle istediğim sürece bütün alametler benim için uğurludur. Çünkü her ne
olursa olsun, ondan fayda sağlamak benim elimdedir."
XIX.
Galip gelmenin
senin elinde olmadığı hiçbir yarışa girmezsen, yenilmez olabilirsin. Öyleyse,
başkalarının önünde onurlandırılan, güç sahibi olan ya da saygı duyulan birini
gördüğünde, onun mutlu olduğunu varsaymamaya ve izlenimlere kapılmamaya dikkat
et. Çünkü eğer iyiliğin özü içimizdeyse, orada kıskançlığa yer yoktur. General,
senatör veya konsül olmak istemez, özgür bir insan olmak istersin. Bunun tek
yolu da elimizde olmayan şeyleri önemsememektir.
xx.
Aşağılanmak
için hakarete uğramak ya da dayak yemek değil, bunların aşağılayıcı olduğuna
inanmak gerekir. Eğer birisi seni rahatsız ediyorsa, seni asıl rahatsız edenin
kendi fikirlerin olduğunu bilmelisin. Dolayısıyla, izlenimlere kapılmamaya
çalış. Eğer kendine biraz zaman tanıyıp tepkini geciktirirsen, kendine daha
kolay hakim olursun.
XXI.
Ölümü, sürgünü
ve korkutucu bulduğun diğer şeyleri her gün gözünün önüne getir. En çok da
ölümü. Çünkü o zaman, aklından kötü bir şey geçmeyeceği gibi, hiçbir şeyi de
ölçüsüzce arzulamazsın.
xxn.
Eğer felsefeyle
uğraşmak istiyorsan, alay konusu olmaya, birçok insanın sana dudak hükmesine ve
"Hemen de başımıza filozof kesildi. Bu kibir de nereden çıktı?" gibi
yorumlar yapmasına en baştan hazır ol. Yeter ki kibirli olma. Tanrı tarafından bu
konuma atanmış bir insan olarak prensiplerine sadık kal. Prensiplerinden
vazgeçmezsen, başta seninle alay eden kişiler, zamanla sana hayranlık duymaya
başlarlar. Ancak eğer onlara boyun eğersen, iki kat alay konusu olursun.
XXIII.
Eğer birilerini
memnun etmek için dışa yönelirsen, hayattaki amacını kaybedersin. Öyleyse,
filozof olmakla yetin ve eğer mutlaka birilerinin filozof olduğuna tanıklık
etmesini istiyorsan, kendi kendine tanıklık et. Başka tanığa gerek olmadığını
göreceksin.
XXIV.
Şu düşüncelerin
seni rahatsız etmesine izin verme: “Hiç onurlandırılmayacağım. Önemli bir yere
gelemeyeceğim.” Eğer onurlandırılmamak kötü bir şeyse, başkaları yüzünden kötü
olamayacağın gibi, başkaları tarafından kötülüğe de bulaştırı-lamazsın. Makam
sahibi olmak ya da bir ziyafete davet edilmek senin takdirinde midir? Hayır.
Öyleyse, bu nasıl onursuzluk olabilir ki? Ayrıca, sadece senin elinde olan
alanlarda önemli bir yere gelmen gerekirken, önemli bir yere gelemeyeceğini
nasıl söyleyebilirsin ki? “Ama arkadaşlarıma yardım edemeyeceğim!” Yardım
derken ne kastediyorsun? Senden para alamayacaklarını ve onları Roma vatandaşı
yapamayacağını. Kim sana bunların başkalarının elinde değil de bizim elimizde
olduğunu söyledi ki? Kim kendi sahip olmadıklarını bir başkasına verebilir ki?
Arkadaşların, “Biraz para kazan da biz de payımızı alalım,” mı diyorlar? Eğer
para kazanırken alçakgönüllü, sadık ve cömert bir insan olarak kalabileceksem,
bunu nasıl yapacağımı göster de yapayım. Ancak, eğer senin iyi olmayan şeyler
elde edebilmen için, bana ait olan iyi şeyleri yitirmemi istiyorsan, büyük bir
haksızlık ve ahmaklık ediyorsun. Ayrıca, hangisini tercih edersin? Parayı mı
yoksa alçakgönüllü ve sadık bir dostu mu? Öyleyse, benim öyle bir insan olmama
yardım et ve benden karakterimi kaybetmeme neden olacak şeyler yapmamı isteme.
“Ama ülkeme de bir faydam olmayacak," diyorsun. Fayda derken ne
kastediyorsun? Sütunlar ve hamamlar yaptıramayacağını. Bu ne anlama gelir ki?
Bir demirci de kundura yapamaz. Bir kunduracı da silah yapamaz. Herkesin kendi
üzerine düşeni yerine getirmesi yeterlidir. Sadık ve alçakgönüllü bir vatandaş
olduğun takdirde ülkene fayda sağlamaz mısın? “Sağlarım." Öyleyse,
faydasız olamazsın. “Peki ama ne görev üstleneceğim?" Alçakgönüllülüğünü ve
sadakatini koruduğun sürece, istediğin görevi üstlenebilirsin. Ancak, eğer
ülkene faydalı olmak isterken bu özelliklerini yitirip utanmaz ve arlanmaz bir
insan olacaksan, ülkene nasıl bir fayda sağlayabilirsin ki?
XXV.
Bir ziyafette
veya selamlaşmada senin yerine başkasını mı tercih ettiler? Senin yerine
başkasına mı danıştılar? Eğer bunlar iyi şeylerse, o kişi adına sevinmelisin.
Eğer kötü şeylerse, bunları elde edemediğin için üzülmemelisin. Eğer bunları
elde etmek için başkalarının yaptıklarını yapmıyorsan, onlarla aynı sonuçları
alamayacağını unutmamalısın. Eğer birisi bir kişiyi sık sık ziyaret ederken sen
etmiyorsan, birisi ona seyahatlerinde eşlik ederken sen etmiyorsan, birisi onu
överken sen övmüyorsan, bunları yapan kişiyle aynı şeyleri elde etmeyi nasıl
bekleyebilirsin ki? Bunları bedelini ödemeden elde etmek isternek haksızlık ve
açgözlülük olur. Marul kaç paradır? Belki bir kuruş. Eğer birisi parasını verip
de marulu alırsa ve sen paranı vermeyip marulu almazsan, marulu alan kişiden
daha azına sahip olduğunu düşünmemelisin, çünkü o marula sahipken, sen de
vermediğin paraya sahipsin. Diğer konularda da aynısı geçerlidir. Ziyafete
davet edilmedin, çünkü ev sahibine bunun bedelini ödemedin, yani ona övgüler düzmedin
ve ilgi göstermedin. Eğer bu senin için iyi olacaksa, gereken bedeli öde.
Bedelini ödemediğİn bir şeye sahip olmak isternek açgözlülük ve ahmaklıktır.
Peki, ziyafetin yerine hiçbir şey elde etmedin mi? Ettin. Övmek istemediğin bir
kişiyi övmekten kurtuldun ve ona katlanmak zorunda kalmadın.
XXVI.
Birbirimizden
farkımız olmayan durumlara bakarak doğanın arzusunu anlayabiliriz. Örneğin,
komşumuzun kölesi bir bardağı kırdığı zaman hemen "Olur böyle
şeyler," deriz. Öyleyse, senin bardağın kırıldığında da komşunun bardağı
kırıldığı zaman verdiğin tepkiyi vermelisin. Bunu daha önemli meselelere de
uyarlamalısın. Birinin karısı veya çocuğu mu öldü? "Bu da insan hayatının
bir parçası," demeyecek hiç kimse yoktur. Ne var ki insan, kendi karısı
veya çocuğu öldüğü zaman hemen "Vah başıma gelenler," diye haykırmaya
başlar. Oysa aynı şey başkalarının başına geldiğinde verdiğimiz tepkiyi
unutmamamız gerekir.
xxvn.
Nasıl ki bir
hedef ıskalanması amacıyla kurulmazsa, kötülük de dünya kurgusunun doğal bir
parçası değildir.
^^m.
Eğer birisi
bedeninin kontrolünü yolda karşılaştığın herhangi birine verecek olsaydı
üzülürdün. Peki, düşüncelerinin kontrolünü karşılaştığın herhangi birine
vermekten ve o seni yerdiği zaman rahatsız olmaktan utanmıyor musun?
Her hareketinde
mutlaka öncesinde ve sonrasında gelenleri düşün ve öyle harekete geç. Çünkü
eğer düşünmezsen, başlangıçta hevesli olursun ama sonrasında çirkin durumlarla
karşılaşınca, utanırsın. Diyelim ki birisi Olimpiyat Oyunları'nda galip gelmek
istiyor. Ben de isterim; ne de olsa bu çok güzel bir şey. Ancak, öncesinde ve
sonrasında olacakları düşünmeden harekete geçmemelisin. Kurallara göre hareket
etmek, sıkı bir perbiz uygulamak, nefis yiyeceklerden uzak durmak, sıcak ve
soğuk havada aksatmadan egzersiz yapmak zorunda kalacaksın. İstediğin zaman
soğuk su ve şarap içemeyeceksin. Kısacası, kendini hekimine emanet ettiğin gibi
antrenörüne emanet edeceksin. Yarış sırasında belki kolun çıkacak veya bileğin
burkulacak, toz yutacaksın, kırbaçlanacaksın ve bütün bunlara katlandıktan
sonra bazen de mağlup olacaksın. Eğer bütün bunları hesaba kattıktan sonra eğer
hâlâ istiyorsan yarışa katıl. Eğer bunları hesaba katmazsan, bir gün
güreşçilik, bir gün gladya-törcülük oynayan, bir gün trompet çalan, bir gün trajedi
canlandıran, kısacası, görüp de hayran olduğu şeyleri taklit eden çocuklardan
bir farkın kalmaz. Sen de çocuklar gibi bir gün güreşçi, bir gün gladyatör, bir
gün filozof, bir gün söylevci olursun ama ruhunu bütünüyle hiçbirine
adayamazsın. Maymun gibi, gördüğün her şeyi taklit edersin ve bir an o hoşuna
giderken, bir an bu hoşuna gider. Çünkü hiçbir uğraşı enine boyuna düşündükten
ve araştırdıktan sonra üstlenmemiş, anlık bir hevesle ve gelişigüzel
üstlenmişsindir. Bazı insanlar Euphrates gibi konuşan bir filozofu görünce
filozof olmak isterler ama başka kim onun gibi konuşabilir ki? Öncelikle
yapmayı planladıklarım gözden geçirdikten sonra kendi yaradılışını ve bunu
sürdürüp sürdüremeyeceğini de gözden geçir. Güreşçi mi olmak istiyorsun?
Omuzlarına, bacaklarına ve beline bak, çünkü farklı insanlar farklı uğraşlar
için yaratılmışlardır. Eğer filozof olmak istiyorsan, aynı şekilde yemeye ve
içmeye devam edebileceğini, aynı şeylerden kaçınmaya devam edebileceğini mi
sanıyorsun? Uykusuz geceler geçirecek, zorluklara katlanacak, soydaşlarından
ayrılacak, köleler tarafından hor görülecek, yargıçların karşısında ve
mahkemelerde hep alt konumda olacaksın. Kaygılarından kurtulmak, huzura ve
özgürlüğe kavuşmak için bunları göze alıp alamayacağını düşün. Alamayacaksan,
çocuklar gibi bir gün filozofları, bir gün vergi tahsildarlarını, bir gün
söylevcileri, bir gün İmparator'un vekillerini taklit etme. Bunlar birbiriyle
tutarlı değildir. Ya iyi ya da kötü bir insan olman gerekir. Ya zihnine ya da
dış etkenlere çaba harcaman gerekir. Ya içindekilere ya da dışındakilere
yönelmen gerekir; yani ya filozof olacaksın ya da sıradan biri.
XXX.
Görevler genel
anlamda ilişkilere göre belirlenir. Karşındaki kişi baban mı? Ona bakman, boyun
eğmen, seni azarladığı veya dövdüğü zaman tahammül göstermen gerekir. Diyelim
ki o kötü bir baba. Bu durumda, doğa sana iyi bir baba mı verdi? Hayır; ama bir
baba verdi. Kardeşin sana karşı hatalı mı davranıyor? Sen doğru davranmaktan
vazgeçme ve onun yaptıklarını düşünmek yerine, kendi iradeni doğayla uyumlu
kılahilrnek için yapman gerekenleri düşün. Çünkü sen istemediğin sürece hiç
kimse sana zarar veremez; zarar gördüğünü düşündüğün zaman zarar görürsün. Eğer
ilişkiler üzerine kafa yormaya alışırsan, bir komşu, bir vatandaş veya bir
general olarak ne gibi görevlerin olduğunu da bulursun.
XXXI.
Tannlara karşı
en önemli görevimiz, onlar konusunda doğru fikirlere sahip olmak, var
olduklarına, dünyayı iyi ve adil bir şekilde yönettiklerine inanmaktır. Onlara
itaat etmen, boyun eğmen ve başına gelen her şeyin yüce bir aklın eseri
olduğuna inanarak her konuda isteyerek peşlerinden gitmen gerekir. Çünkü eğer
öyle yaparsan, tanrıları asla suçlamaz ve seni ihmal ettiklerinden yakınmazsın.
Bunu yapmanın tek yolu da elimizde olmayan şeylerden vazgeçmek, iyiliği ve
kötülüğü sadece elimizde olan şeylerde aramaktır. Çünkü eğer elinde olmayan 410
şeylerin iyi ya
da kötü olduğunu düşünürsen, istediğin şeyleri elde edemediğinde veya
istemediğin şeylerin pençesine düştüğünde, tanrılarda kusur bulman ve onlardan
nefret etmen kaçınılmaz olur. Çünkü her varlık zararlı şeylerden kaçınacak ve
faydalı şeylerin peşinden gidecek şekilde yaratılmıştır. Öyleyse, zarar
gördüğünü düşünen bir insanın, zarar görmesinin sebebi olduğuna inandığı şeyden
ya da zarar görmekten hoşnut olması mümkün değildir. Çocuklar da babaları
tarafından iyi şeylerden mahrum bırakıldıklarına inandıkları zaman babalarını
suçlarlar. Polyneikes ile Eteokles'i birbirine düşman eden, kraliyet gücünü
elinde bulundurmanın iyi bir şey olduğunu düşünmeleridir. Çiftçiler,
denizciler, tüccarlar, eşlerini ve çocuklarını kaybedenler bu nedenle tanrıları
suçlarlar. Kişinin faydası neredeyse, dindarlığı da oradadır. Dolayısıyla,
doğru şeyleri arzulamayı ve doğru şeylerden kaçınmayı gözeten kişiler,
dindarlıklarını da gözetirler. Ne var ki atalarımızın geleneklerine uyarak
tanrılara kurban vermek ve ilk meyvelerden sunmak, bunu yetersiz veya gücümüzü
aşacak şekilde yapmamak ve özensiz davranmamak hepimizin üzerine düşen bir
görevdir.
^^.
Kehanete
başvuracağın zaman, ne olacağını bilmediğini ve kahine sormaya gittiğini
unutma. Ancak, eğer bir filozofsan, ne tür bir şey olacağını zaten
biliyorsundur. Çünkü elimizde olmayan şeyler zaten iyi veya kötü olamaz.
Öyleyse, arzuladıklarını ve kaçındıklarını kahine götürme. Aksi takdirde ona
korkuyla yaklaşırsın. Neler olacağının hiçbir önemi olmadığını, her ne olursa
olsun, ondan faydalanmanın senin elinde olduğunu ve hiç kimsenin buna engel
olamayacağını bilirsen, kendine güvenerek tanrılara akıl danışırsın. Ancak, bir
tavsiye aldıktan sonra, kimlere akıl danıştığını ve eğer verilen tavsiyeye
kulak asmazsan, kimleri göz ardı etmiş olacağını unutma. Sokrates'in de dediği
gibi, kehanete sadece mantıkla çözülemeyecek konularda başvur. Örneğin, dostun veya
ülken için kendini tehlikeye atman gerektiğinde, bunu yapıp yapmaman
gerektiğini kahine danışma. Çünkü eğer kahin kötü alametler gördüğünü söylerse,
bunun ölüm, sakatlanma veya sürgün anlamına geldiği açıktır. Ne var ki mantık
bu risklere rağmen dostunun ya da ülkenin yanında yer almanı gerektirir.
Dolayısıyla, en büyük kâhine, yani Apollon'a başvur ki o da öldürüldüğü sırada
dostunun yardımına koşmayan kişiyi tapınağından kovmuştur.
XXXII.
Nasıl bir insan
olmak istediğine karar ver ve yalnızken de başkalarının yanındayken de bu
kararına uymaya özen göster.
Genel olarak
sessizliğini korumaya çalış ve sadece gerektiği zaman, gerektiği kadar konuş.
Konuşmamızı gerektiren nadir durumlarda konuşmalıyız ama gladyatörler, at
yarışları, sporcular, yeme ve içme gibi sıradan konular hakkında değil.
Özellikle de insanlar hakkında konuşmamalı, onları övmemeli, suçlamamalı ve
kıyaslamamalıyız. Arkadaşlarınla sohbet ederken, sohbeti mümkünse doğru
konulara getir ama eğer yabancılar arasındaysan, sessiz kal.
Çok sık ve çok
abartılı gülme.
Eğer mümkünse,
hiç söz verme. Değilse de elinden geldiği kadar diren.
Yabancıların ve
cahil insanların verdiği ziyafetlerden uzak dur. Ancak, eğer böyle bir ziyafete
katılman gerekirse, bayağı insanların seviyesine düşmemeye özen göster. Çünkü
arkadaşlık ettiğin insanlar ahlaksızsa, başlangıçta ahlaklı olsan bile, sen de
zamanla ahlaksız olursun.
Bedeni
ilgilendiren konularda, yani yediklerin, içtiklerin, giysilerin, evin ve
kölelerin konusunda gerektiği kadarıyla yetin; gösterişten ve lüksten uzak dur.
Evlenene kadar
kadınlarla birlikte olmaktan kaçınmaya çalış ama kaçınamazsan da geleneklere
uygun davran. Kendilerini bu tür zevklere kaptıranları yargılama ve ayıplarna.
Sen bunu yapmadığın için ikide bir övünme.
Eğer birinin
senin hakkında kötü konuştuğunu duyarsan, kendini savunma. "Diğer
kusurlarımı bilrniyorrnuş, yoksa sadece bunları söylemekle yetinrnezdi,"
de.
Sık sık
gösterilere gitmeye gerek yoktur ama gittiğİn zaman da kendinden başka hiç
kimsenin tarafını tutma; yani her ne olursa, öyle olmasını, ödülü her kim
kazanırsa, onun kazanmasını dile, çünkü o zaman rnutsuz olmazsın. Bağırrnaktan,
yuha-larnaktan ve ölçüsüz duygular sergilemekten bütünüyle kaçın. Gösteriden
çıktığında da kendini geliştirrnene yol açacak şeyler dışında, içeride olup
bitenlerden fazla bahsetrne. Çünkü eğer çok konuşuyorsan, belli ki gösteriden
gereğinden fazla etkilen-rnişsindir.
İnsanların
dinletilerine gitrnek için acele etme. 4 Gittiğinde
de ciddi ve ağırbaşlı ol ve insanları rahatsız etmekten kaçın.
Biriyle,
özellikle de yüksek konurndaki biriyle tanışacağın zaman, Sokrates'in veya
Zenon'un bu dururnda nasıl davranacağını düşünürsen, doğru davranrnakta
zorlanrnazsın.
Güçlü birine
gideceğin zaman, onu evde bularnayacağını, içeri alınrnayacağını, kapıyı sana
açmayacaklarını ve o kişinin seninle görüşrneyeceğini aklından geçir. Bütün
bunlara rağmen, o kişiyi ziyaret etmek senin görevinse, olanlara katlan ve asla
"Bütün bunlara değrnezdi," deme. Çünkü bu ahmaklıktır ve dış
etkenlere gücenen bir insanın göstergesidir.
Sohbet
sırasında kendi yaptıklarından ve maceralarından çok fazla bahsetmemeye özen
göster. Çünkü maceralarını anlatmak senin için keyifliyken, başkaları senin
başına gelenleri dinlernekten o kadar keyif alrnayabilirler. İnsanları
güldürrneye
de çalışma,
çünkü bu bayağılığa açılan bir yoldur ve komşularının sana olan saygısının
azalmasına neden olur. Edepsiz konuşmaların içinde bulunmak da tehlikeli bir
alışkanlıktır. Böyle bir şey olduğunda, eğer fırsatını bulursan, bu şekilde
konuşan kişiyi azarla. Ancak, eğer böyle bir fırsat bulamazsan, en azından
sessiz kalarak ve memnuniyetsiz bir yüz ifadesi takınarak böyle konuşmalardan
hoşlanmadığını göster.
^^W.
Herhangi bir
zevk izlenimiyle karşı karşıya geldiğinde, bu izlenime kapılıp gitmemeye dikkat
et ve durup düşünmek için kendine zaman tanı. Hem bu zevki yaşadığın durumu,
hem de sonrasında pişman olduğun ve kendine kızdığın durumu düşün. Eğer zevkten
uzak durmayı başarırsan, kendini ne kadar takdir edeceğini ve ne kadar mutlu
olacağını gözünde canlandır. Eğer bu zevki yaşama fırsatı karşına çıkarsa,
bunun cazibesine ve çekimine yenik düşmemeye dikkat et ve kazanacağın zaferin
çok daha iyi olacağını aklından çıkarma.
XXXV.
Bir şeyin
yapılması gerektiğine karar verdiysen ve yapıyorsan, birçok kişi bu konuda
olumsuz bir görüşe sahip olsa da bunu yaparken görülmekten kaçınmaya çalışma.
Eğer bunu yapmak doğru bir şey değilse yapma ama eğer doğru bir şeyse, haksız
yere kusur bulan insanlardan neden korkuyorsun?
XXXVI.
Nasıl ki
"Ya gündüzdür ya gece" önermesi ayrık argümanlar için önemliyken,
birleşik argümanlar için önemli değilse, bir yemekte de tabağına büyük bir
parça almak beden için değer taşırken, paylaşma duygusunu korumak bakımından
değer taşımaz. Öyleyse, bir başkasıyla birlikte yemek yerken, sadece
önündekilerin bedenin için taşıdığı değere değil, ev sahibine karşı
sergilediğin tavrın değerine de dikkat et.
xxxvn.
Eğer gücünü
aşan bir rol üstlendiysen, hem uygun olmayan bir davranışta bulunmuş, hem de
başarabileceklerini göz ardı etmişsindir.
XXX^II.
Yürürken çiviye
basmamaya veya ayağını burkmamaya dikkat ettiğin gibi, zihnine zarar vermemeye
de dikkat et. Eğer her konuda bu kurala uyarsak, daha emniyetli hareket etmiş
oluruz.
xx^.
Ayakkabının
ölçüsünü belirleyen ayaksa, maddi gereksinimlerin ölçüsünü belirleyen de
bedendir. Bu gereksinimlerin farkında olduğun sürece ölçüyü korursun. Ancak,
ölçüyü aşarsan, uçurumdan aşağı yuvarlanman kaçınılmaz olur. Tıpkı ayağın
gereksinimlerini aştığın zaman da altın kaplamalı, mor renkli ve işlemeli
ayakkabılara yöneleceğin gibi. Çünkü doğru ölçü bir kere aşıldığında, sonu
gelmez.
XL.
Kızlar on dört
yaşına geldikleri zaman rüştüne ermiş sayılırlar. Erkeklerle birlikte
olmadıkları takdirde hiçbir şey elde edemeyeceklerini düşündükleri için de
süslenmeye ve bütün umutlarını buna bağlamaya başlarlar. Öyleyse, onlara nazik,
alçakgönüllü ve sağduyulu oldukları için değer verdiğimizi bilmelerini
sağlamamız gerekir.
XLI.
Egzersiz, yeme,
içme, dışkılama ve cinsel ilişkiye girme gibi bedensel eylemlere çok fazla
zaman ayırmak bayağılığın bir göstergesidir. Bunlar ikincil şeyler olmalıdır.
Bütün dikkatimizi zihnimize vermemiz gerekir.
XLD.
Birisi sana
kötü davrandığında veya senin hakkında kötü konuştuğunda, doğru olduğuna
inandığı için öyle davrandığını unutma. Senin doğru bulduklarına göre değil,
kendisinin doğru bulduklarına göre davranması kaçınılmazdır. Eğer fikrinde
yanılıyorsa, zarar görecek olan kendisidir, çünkü aldanmış olan kendisidir.
Eğer insan doğru bir öneernenin yanlış olduğunu varsayarsa, zarar gören önerme
değil, bu konuda yanılan kişinin kendisi olur. Eğer bu düşüncelerden yola
çıkarsan, seni yerenlere karşı ılımlı olursun. Her durumda kendine, "Doğru
olduğuna inandığı için öyle davrandı," de.
XLin.
Her meselenin
iki tarafı vardır; bir tutulabilecek tarafı, bir de tutulamayacak tarafı. Eğer
kardeşin sana haksızlık ediyorsa, meseleye haksızlık ettiği tarafından
yaklaşma, çünkü bu meselenin tutulamayacak olan tarafıdır. Diğer taraftan
yaklaş. Eğer kendine onun kardeşin olduğunu ve birlikte büyüdüğünüzü
hatırlatırsan, meseleye tutulabilecek tarafından yaklaşmış olursun.
XLIV.
Şu uslamlama
doğru değildir: "Senden daha zenginim, dolayısıyla senden daha
iyiyim." “Senden daha güzel konuşuyorum, dolayısıyla senden daha
iyiyim." Doğru olan şudur: “Senden daha zenginim, dolayısıyla senden daha
fazla mal varlığına sahibim." “Senden daha güzel konuşuyorum, dolayısıyla
konuşmalarım senin konuşmalarından daha iyi." Ancak, sen ne mal
varlığınsın ne de konuşmalarınsın.
XLV.
Birisi hızlı mı
yıkanıyor? Kötü yıkandığını değil, hızlı yıkandığını söyle. Birisi çok mu şarap
içiyor? Kötü içtiğini değil, hızlı içtiğini söyle. Arkasında yatan sebebi
öğrenene kadar, o kişinin yanlış davranıp davranmadığını nereden bilebilirsin
ki? Eğer böyle yaparsan, izlenimleri doğru kavrarken, yanlış yargılara
varmaktan kurtulursun.
XLVI.
Hiçbir durumda
kendini filozof olarak adlandırma ve eğitimsiz kişilere teoremlerden bahsetme;
bunun yerine teoremlerden öğrendiklerini uygula. Örneğin, bir ziyafette,
insanın nasıl yemesi gerektiğini anlatmak yerine, yemen gerektiği gibi ye.
Sokrates'in de gösterişten her zaman kaçındığını unutma. İnsanlar ona gelip
kendilerini filozoflarla tanıştırmasını rica ederlerdi ve o da öyle yapardı.
Göz ardı edilmeye hiç aldırmazdı. Dolayısıyla, eğer eğitimsiz kişiler herhangi
bir teoremden bahsetmeye başlarlarsa, sessizliğini koru, çünkü henüz
sindirmediklerini kusma tehlikesiyle karşı karşıyasındır. Eğer birisi sana
hiçbir şey bilmediğini söylerse ve sen buna üzülmezsen, bu gerçekten filozof
olmaya başladığın anlamına gelir. Koyunlar bile ne kadar yediklerini kanıtlamak
için çobanların önüne kusmazlar; yediklerini sindirdikten sonra yün ve süt
üretirler. Sen de eğitimsiz kişilere teoremleri bildiğini göstermek yerine,
hareketlerinle bunları sindirdiğini göster.
XLVII.
Bedeninin
gereksinimleri az olduğu için gurur duyma. Eğer sadece su içiyorsan, her
fırsatta "Su içiyorum," deme. Yoksulların bizden çok daha tutumlu
olduğunu ve çok daha ağır işlere katlandığını unutma. Eğer ağır işler yapmak ve
dayanıklılığını arttırmak istiyorsan, bunu başkaları için değil, kendin için
yap ve gidip de heykelleri kucaklama. Susadığın zaman ağzına bir yudum soğuk su
alıp tükür ve hiç kimseye söyleme.
XLVTI.
Eğitimsiz
insanın özelliği faydayı ve zararı asla kendinden beklememesi, hep dışarıdan
beklemesidir. Filozofun özelliği ise her türlü faydayı ve zararı kendinden
beklemesidir. İlerleme kaydeden bir kişinin göstergeleri şunlardır: Hiç kimseyi
eleştirmez, övmez, suçlamaz, önemli biriymiş veya bir şeyler biliyormuş gibi
havalara bürünmez. Bir engelle karşılaştığı zaman kendisini suçlar. Birisi onu
övdüğü zaman içinden bu övgüyle alay eder. Birisi onu eleştirdiği zaman kendini
savunmaz. Hasta insanlar gibi davranır ve her şey tam olarak yerli yerine
oturmadan önce hiçbir şeyi hareket ettirmerneye özen gösterir. Kendini bütün
arzulardan arındırır. Sadece elinde olan ve doğaya aykırı olan şeylerden
kaçınmaya çalışır. Her şeye karşı ölçülü bir yaklaşım sergiler. İnsanların
kendisini saf veya ahmak bulmasını önemsemez. Kısacası, kendisini pusu kurmuş
bir düşman gibi görür ve daima gözetim altında tutar.
XLK.
Birisi
Hrisippos’un yazılarını anlayabildiği ve açıklayabildiği için gururlandığında,
kendine şöyle de: "Eğer Hrisippos anlaşılması zor bir şekilde yazmasaydı,
bu adamın gurur duyacağı hiçbir şey olmazdı." Benim İsteğim ne? Doğayı
anlamak ve onun peşinden gitmek. Dolayısıyla, doğayı yorumlayan bi-422
rini ararım ve
o kişinin Hrisippos olduğunu öğrenince de ona yönelirim. Bu aşamaya kadar gurur
duyulacak bir şey yoktur. Yorumcuyu bulduktan sonra yapılacak tek şey dersleri
hayata geçirmektir. İşte gurur duyulacak tek şey budur. Ancak, eğer yoruma
hayran olursam, filozof yerine dilbilgisi uzmanı gibi davranmış olurum. Aradaki
tek fark, Homeros yerine Hrisippos’u açıklıyor oluşumdur. Dolayısıyla birisi
benden Hrisippos’u yorumlamamı istediğinde, eylemlerim onun sözleriyle tutarlı
değilse, utanırım.
L.
Sana hayat
konusunda hangi kurallar sunulduysa, bu kurallara kanunmuş gibi - çiğnediğin
takdirde büyük bir suç işliyor olacakmışsın gibi - uymalısın. İnsanların senin
hakkında söylediklerine aldırmamalısın, çünkü bu seni ilgilendirmez. En iyi
şeylere layık olduğunu ve hiçbir konuda mantığa karşı gelmemek gerektiğini
düşünmek için daha ne kadar bekleyeceksin? Teoremleri öğrendin ve kabul ettin
mi? Öyleyse, doğru davranmaya başlamak için daha nasıl bir öğretmen
bekliyorsun? Artık genç bir delikanlı değil, yetişkin bir adamsın. Eğer
dikkatsiz davranırsan, tembellik edersen, ağırdan alırsan ve kendinle
ilgilenmeyi devamlı ertelersen, ilerleme kaydetmediğinin farkına varmazsın ve
cahil yaşayıp cahil ölürsün. Öyleyse, ilerleme kaydeden yetişkin bir insan gibi
yaşamanın doğru olduğuna hemen karar ver ve en iyi bulduğun şeyler senin için
çiğnenmeyecek kanunlar olsun. Karşına zor bir şey çıksa da, hoş bir şey çıksa
da, görkemli bir şey çıksa da, utanç verici bir şey çıksa da yarışın şimdi
olduğunu, Olimpiyat oyunlarının başladığını ve ertelemek gibi bir seçeneğinin
olmadığını unutma. Kaydettiğin ilerlemeleri korumanın veya kaybetmenin tek bir
yenilgiye bağlı olduğunu unutma. Sokrates bu şekilde kendini mükemmelleştirmiş,
mantık dışında hiçbir şeyle ilgilenmeyerek kendini daima ilerletmiştir. Sen
henüz bir Sokrates olmasan da Sokrates olmak isteyen biri gibi yaşamalısın.
LI.
Felsefede
birinci ve en önemli alan teoremleri kullanmaktır; örneğin, "Yalan
söylememeliyiz," gibi. İkincisi kanıtlardır; örneğin, "Yalan
söylemememiz gerektiğini nasıl kanıtlarız?" gibi. Üçüncüsü ise kanıtları
doğrulamayı ve açıklamayı içerir. Örneğin, "Bu nasıl bir kanıt? Kanıt
nedir? Çıkarım nedir? Çelişki nedir? Doğru nedir? Yanlış nedir?" gibi.
Üçüncü alan ikinci alan nedeniyle, ikinci alan da birinci alan nedeniyle
gereklidir ama en önemli alan ve üzerinde en çok durmamız gereken alan birinci
alandır. Oysa biz tersini yaparız. Zamanımızı ve dikkatimizi üçüncü alana
verir, birinci alanı ise bütünüyle ihmal ederiz. Dolayısıyla, yalan söyleriz
ama neden yalan söylemememiz gerektiğini kanıtlamakta hiç zorluk çekmeyiz.
Ln.
Şu sözleri
daima aklımızda bulundurmalıyız:
Bana yol göster
ey Zeus. Bana yol göster ey Kader.
Sizin
gösterdiğiniz yolda yürümeye hazırım.
Şayet bunu
istemezsem, kendimi alçaltır
Ve yine de
yürümek zorunda kalırım.5
Her kim
gerekliliğe asaletle boyun eğerse,
Bilgedir ve
ilahi konularda marifetlidir bizim gözümüzde.6 7
Üçüncüsü de
şudur: "Ey Kriton, eğer Tanrılar öyle istiyorlarsa, öyle olsun. Anytos ile
Meletus beni öldürebilirler ama bana zarar veremezler." u9
FRAGMANLAR
Talihe dayalı
bir yaşam taşkın sulara benzer; çalkantılıdır, çamurludur, aşılması zordur,
acımasızdır, gürültülüdür ve kısa sürelidir.
n.
Erdeme aşina
olan ruh devamlı akan bir kaynak gibidir; saftır, sakindir, içilebilirdir,
tatlıdır, açık yüreklidir, zengindir, zararsızdır ve kötülükten uzaktır.
m.
Eğer iyi olmak
istiyorsan, önce kötü olduğuna inan.
Nadiren hata
yapmak, hatanı kabullenmek ve çoğunlukla doğru davranmak, sık sık hata
yapmaktan ve hatanı nadiren kabullenmekten iyidir.
V.
Hırslarının
hakkından gel ki hırsların senin hakkından gel-mesın.
VI.
Fikirlerden
asla gerçeklerden kaçacak kadar utanma.
VI.
Eğer insanların
senin hakkında iyi konuşmalarını istiyorsan, sen de onlar hakkında iyi
konuşmayı öğren. Öğrendikten sonra da iyi davranmaya çalış; hakkında iyi
konuşulmasının meyvelerini böylelikle toplarsın.
vm.
Özgürlük ve
kölelik; birisi erdemin ismiyken, diğeri ahlaksızlığın ismidir ve her ikisi de
iradenin eylemleridir. İradenin olmadığı yerde bunlardan söz edilemez. Ruh
bedenin efendisidir ve bedene ait olan şeylerin iradede hiçbir payı yoktur.
İradesi özgür olan hiçbir insan köle değildir.
IX.
Bedenin
zenginliği ve ruhun ahlaksızlığı kötü bir zincirdir. Çünkü bedeni serbest ama
ruhu zincirli olan kişi köleyken, bedeni zincirli ama ruhu serbest olan kişi
özgürdür.
X.
Bedenin zinciri
doğa tarafından ölüm aracılığıyla veya ahlaksızlık tarafından para aracılığıyla
kırılır. Oysa ruhun zinciri öğrenme, deneyim ve disiplin aracılığıyla kırılır.
Eğer mutlu ve
huzurlu yaşamak istiyorsan, seninle birlikte yaşayan herkesin iyi olmasını
sağlamaya çalış. Eğer istekli olanları eğitirsen ve isteksiz olanların
gitmesine izin verirsen, bunu sağlarsın, çünkü gidenler kötülüğü ve köleliği de
beraberlerinde götürürlerken, kalanların iyiliği ve özgürlüğü seninle kalır.
xn.
İçeceklerini
arıların armağanlarıyla tatlandıranların, tanrıların armağanı olan mantığı
kötülükle acılaştırmaları ne yazık ...
XHI.
Parayı, hazzı
ve şöhreti seven hiç kimse insanlığı sevmez. Sadece erdemi sevenler insanlığı
severler.
Nasıl ki büyük,
gösterişli ve altın yüklü bir gemiyle denize açılıp boğulmak istemezsen, büyük
ve masraflı bir evde yaşayıp dertlerle boğuşmayı da isteme.
XV.
Bir ziyafete
davet edildiğimiz zaman bize ikram edilenleri yeriz. Eğer konuklardan biri ev
sahibinden balık veya pasta ikram etmesini isterse, o konuğun makul
davranmadığını düşünürüz. Oysa hayatta tanrılardan bize vermediklerini hep
istiyoruz; hem de bize zaten pek çok şey vermiş olmalarına rağmen.
XVI.
Elimizde
olmayan şeylerle gurur duyan insanlar gülünçtür. Birisi çıkar, "Ben senden
üstünüm, çünkü topraklarım var ama sen açlıktan kıvranıyorsun," der.
Birisi çıkar, "Ben konsülüm," der. Birisi çıkar, "Ben
vekilim," der. Birisi çıkar, "Benim kıvırcık saçlarım var," der.
Oysa bir at başka bir ata, "Ben senden üstünüm, çünkü bol bol samanım ve
arpam, altın gemim ve işlemeli koşum takımım var," demez. "Ben senden
daha hızlıyım," der. Her hayvan kendi erdemlerinden ya da kusurlarından
ötürü 432
daha iyi ya
da,kötüdür. Öyleyse, bir tek insanda mı erdem yok? Saçlarımıza, giysilerimize
ve soyumuza mı bakmamız gerekiyor?
XVII.
Hastalar
kendilerine tavsiye vermeyen hekime gücenirler ve o hekimin kendilerinden ümidi
kestiğini düşünürler. Öyleyse, filozoflar için neden aynısını hissetmesinler ve
faydalı hiçbir şey söylemeyen filozofun kendilerinden ümidi kestiğini
düşünmesinler?
XVII.
Bünyesi
kuvvetli kişiler hem sıcağa hem de soğuğa dayanıklıdır. Ruhu kuvvetli kişiler
de öfkeye, acıya, ölçüsüz sevince ve diğer duygulara dayanıklıdır.
XIX.
Zengin mi yoksa
mutlu mu olmak istediğini gözden geçir. Eğer zengin olmak istiyorsan, bunun hem
iyi bir şey olmadığını hem de senin elinde olmadığını bilmelisin. Ancak, mutlu
olmak istiyorsan, bu hem iyi bir şeydir hem de senin elindedir, çünkü zenginlik
gelip geçiciyken, mutluluk iradeden gelir.
Fildişi veya
altın bir kutuda engerek yılanı veya akrep gördüğünde, kutunun ihtişamından
dolayı içindeki hayvanı sevmezsin ya da onun mutlu olduğunu düşünmezsin;
tehlikeli bir yaradılışı olduğu için ondan tİksinir ve uzak durursun. Öyleyse,
servet içinde yüzen ahlaksızlığı gördüğünde de kendini kutunun ihtişamına
kaptırmamalı ve ahlak yoksunluğundan tiksin-melisin.
XXI.
Zenginlik iyi
şeylerden biri değildir. Fazla harcama yapmak kötü bir şeydir; ölçülü olmak ise
iyi bir şeydir. Ölçülü olmak tutumluluğu ve iyi şeyler almayı da beraberinde
getirir, oysa zenginlik fazla harcama yapmaya yol açar ve insanı ölçülü
olmaktan uzaklaştırır. Bu durumda, zengin bir insanın ölçülü olması ya da
ölçülü bir insanın zengin olması zordur.
XXIII.
Gemide
doğsaydın, geminin kaptanı olmak için can atmayacağın gibi -8
Çünkü gemiyle doğal bir bağın olmadığı gibi, servetle de yoktur. Oysa mantık
doğal olarak sana bağlıdır. Mantık doğuştan sana ait olduğuna göre, ona özen
göster.
XXXII.
Persler
arasında doğsaydın, Yunanistan'da yaşamak istemez, Pers İmparatorluğu'nda
yaşamaktan mutlu olurdun. Öyleyse, yoksulluk içinde doğduysan, neden zengin
olmaya çalışıyorsun da yoksulken mutlu olmaya çalışmıyorsun?
XXX.
Nasıl ki dar
bir yatakta yatıp sağlıklı olmak, geniş bir yatakta yatıp da hasta olmaktan
iyiyse, küçük bir gelirle mutlu olmak da büyük bir servetle mutsuz olmaktan
iyidir.
Üzüntünün
kaynağı yoksulluk değil arzulardır. İnsanı korkularından arındıran da servet
değil mantık yürütme gücüdür. Öyleyse, mantık yürütme gücüne kavuşursan, ne
zenginliği arzular ne de yoksulluktan yakınırsın.
XXVIVI.
Bir at yemliğiyle
ya da koşum takımıyla gururlanmadığı gibi, bir kuş da paçavralarıyla ya da
yuvasıyla gururlanmaz. İkisi de hızıyla gururlanır; biri ayaklarının hızıyla,
diğeri de kanatlarının hızıyla. Öyleyse, sen de yediklerinle, giydiklerinle,
yani kısacası maddi şeylerle değil, dürüstlüğünle ve iyi davranışlarınla
gururlan.
xxvn.
İyi yaşamak ile
savurganca yaşamak arasında fark vardır. Birincisi ölçülü, idareli, düzenli,
görgülü ve tutumlu olmayı içerirken, ikincisi taşkınlığı, lüksü, düzensizliği
ve görgüsüzlüğü içerir. Birinin sonunda övgü varken, diğerinin sonunda kınama
vardır. Öyleyse, eğer iyi yaşamak istiyorsan, fazla harcama yaptığın için
takdir edilmeyi bekleme.
xxXXVI.
Yemenin ve
içmenin ölçüsü iştahını dindirrnek olsun. O zaman, gereğinden fazla yemeyeceğin
gibi, aşçılara da gerek duymazsın. Önüne gelen içecekle mutlu olursun.
XXX.
Yemek yerken ne
aşırıya kaçmalı ne de suratını asmalısın. Neşeli ve ölçülü olmalısın ki hem
ruhun bedenin hazlarına aldanıp zarar görmesin hem de bedenin rahatsızlanmasın.
XXX.
Yediklerinin
seni değil, zihninin neşesini beslemesine özen göster. Çünkü yediklerin dışkıya
dönüşüp bedenden atıldığı gibi, idrar da bedenden atılır ama ruh bedenden
ayrılsa bile neşe hiç bozulmadan kalır.
XXXI.
Ziyafetlerde
biri beden, biri ruh olmak üzere, iki konuk ağırladığını unutma. Bedene
verdiklerin kısa sürede atılır ama ruha verdiklerin hep seninle kalır.
xxXX.
Öfkeyle
savurganlığı birleştirip konuklarına ikram etme. Bedeni doyuran savurganlık
bedenden çabucak atılır ama öfke ruha saplanır ve uzun süre kalır. Büyük
harcamalar yapmak, öfkelenmek ve konuklarına hakaret etmek yerine, tutumlu ve
nazik davranarak konuklarını memnun et.
^^rn.
Ziyafetlerinde
hizmet edenlerin (kölelerinin) sayısının, hizmet edilenlerin sayısından fazla
olmamasına dikkat et, çünkü çok sayıda insanın az sayıda insana hizmet etmesi
saçmadır.
XXXIV.
Ziyafet
öncesinde hazırlıklara yardımcı olmak ve ziyafet sırasında önündekileri sana
sunanlarla paylaşmak iyidir. Ancak, eğer durum böyle davranmaya uygun değilse,
sana hizmet edenlerin sen çalışmazken çalıştığını, sen yerken yemediğini, sen
içerken içmediğini, sen sohbet ederken sessiz kaldığını ve senin rahatın
yerindeyken kısıtlama altında olduğunu unutma. Bunu aklında tutarsan, öfkelenip
mantıksızca davranmaz ve başkalarını rahatsız ederek huzursuzluğa yol açmazsın.
Tartışmak ve
kavga etmek her zaman saçmadır ama özellikle şarap içip sohbet ederken
yersizdir. Çünkü sarhoş biri, ayık birine ders veremeyeceği gibi, ayık biri de
sarhoş birini ikna edemez. Ayıklığın olmadığı yerde ikna çabalarının hepsi
boştur.
^^M.
Ağustosböcekleri
sesliyken, salyangozlar sessizdir. Salyangozlar nemli ortamlardan,
ağustosböcekleri ise kuru ortamlardan hoşlanır. Salyangozlar çiyin çağrısıyla
ortaya çıkar; ağustosböcekleri ise aksine, güneş ortalığı kavurduğunda ötmeye
başlar. Eğer sesli biri olmak ve insanlarla iyi geçinmek istiyorsan, şarap
ruhunu nemlendirdiğinde ruhunun ileri atılıp kirlenmesine izin verme; mantık
ruhunu ateşlediği zaman adalet şarkıları söylemeye başla.
raxvn.
Konuştuğun
kişiyi üç açıdan incele; üstün olarak, altın olarak ve eşitin olarak. Eğer
üstünse, onu dinlemen ve ikna olman gerekir. Eğer altınsa, senin onu ikna etmen
gerekir. Eğer eşitinse, onunla aynı fikirde olman gerekir; böylece hiçbir zaman
kavgacı bir insan olmazsın.
xxxvm.
Gerçeği kabul
ederek fikri yenmek, fikri kabul ederek gerçeğe yenik düşmekten iyidir.
XXXIX.
Eğer gerçeği
arıyorsan, her koşulda zafer kazanmanın peşinde olmazsın ve eğer gerçeği
bulduysan, yenik düşmezsin.
XL.
Gerçek kendi
başına zafer elde eder; fikir ise dış etkenler arasında zafer elde eder.
XLI.
Özgür tek bir
kişiyle yaşayıp korkusuz ve özgür olmak, birçok kişiyle yaşayıp köle olmaktan
iyidir.
XLII.
Senin
yaşamaktan kaçındıklarını başkalarına da yaşatma. Kölelikten kaçınıyorsan, köle
edinmemeye özen göster. Çünkü eğer köle edinmeye katlanabiliyorsan, sen de köle
gibi görünürsün. Kötülüğün erdemle, özgürlüğün de kölelikle hiçbir ortak yanı
yoktur.
XLID.
Sağlıklı bir
insan hasta bir insanın kendisine hizmet etmesini veya birlikte yaşadığı
kişilerin hasta olmasını isterneyeceği gibi, özgür bir insan da bir kölenin
kendisine hizmet etmesini veya birlikte yaşadığı kişilerin köle olmasını
istemez.
XLN.
Eğer köle olmak
istemiyorsan, kendini kölelikten azat et. Arzularından kurtulursan, özgür
olursun. Aristides'in "adil," Epaminondas'ın "kurtarıcı,"
Likurgus'un ise "tanrı" olarak anılmasının sebebi zengin olmaları ya
da kölelere sahip olmaları değil, fakir olmaları ve Yunanistan'ı kölelikten
kurtarmalarıdır.
XLV.
Eğer evini iyi
idare etmek istiyorsan, Spartalı Likurgus'u örnek al. Likurgus şehrinin
etrafını surlarla çevirmemiş ama şehrin sakinlerini erdemle donatarak şehrin
hep özgür kalmasını sağlamıştır. Sen de evine büyük bir avlu ya da yüksek
kuleler inşa etmek yerine ev sakinlerini iyi niyetle, sadakatle ve dostlukla
donatırsan, evine hiçbir kötülük giremez.
XLVI.
Evini
tabletlerle veya resimlerle süslemek yerine ölçülü tutumlarınla süsle, çünkü
birisi yabancı ve gelip geçici bir göz aldatmacasıyken, diğeri evin doğal,
kalıcı ve daimi bir süsüdür.
XLvn.
Öküz sürüsü
yerine dost sürüsü edinmeye çalış.
XLVll.
Kurt nasıl
köpeğe benzerse, ahlaksız bir dalkavuk ve asalak da dosta benzer. Öyleyse,
dikkat et de farkına varmadan bekçi köpekleri yerine
hain kurtları içeri alma.
XLIX.
Alçıtaşıyla
evini beyazlatarak insanları evine hayran bırakmak isternek zevksizliğin
göstergesidir. Oysa ahlak anlayışını iyi ilişkiler kurarak süslemek insanları
ve güzelliği sevmenin göstergesidir.
L.
Eğer küçük
şeylere hayranlık duyarsan, büyük şeylere layık görülmezsin ama küçük şeylere
önem vermezsen, insanların hayranlığını kazanırsın.
LI.
Haz, kazanç ve
gurur düşkünlüğünden daha alçak hiçbir şey yoktur. Cömertlikten, nezaketten,
insan sevgisinden ve yardımseverlikten daha üstün hiçbir şey yoktur.
Lll.
Stoacı
filozoflar hazzın doğaya uygun olmadığı, ancak adalet, ölçülülük ve özgürlük
gibi doğaya uygun şeylerin bir sonucu olduğu görüşündedir. Ruh Epikür’ün
söylediği gibi önemsiz bedensel hazlarda mı memnuniyet ve huzur bulur?
Memnuniyeti kendi iyiliğinde - ki en önemli şey budur - bulmaz mı? Doğa bana
alçakgönüllülük bahşetrniştir ve aklımdan yersiz bir şey söylemek geçtiği zaman
kızarırım. Bu duygu hazzın iyi olduğunu ya da hayatımın amacı olduğunu
düşünmeme izin vermez.
Lm.
Roma’daki
kadınlar Platon’un Devlet eserini ellerinden düşürmezler, çünkü bu eser
kadınlara rahat olmalarını tavsiye eder. Bu kadınlar Platon’un sözlerine dikkat
ederken, kastettiklerine dikkat etmezler. Platon evliliği ve bir erkeğin bir
kadınla birlikte yaşamasını tavsiye etmez ama evliliği ortadan kaldırırken,
başka tür bir evlilik ortaya koyar. Kısacası, insanlar kusurlarına bahane
buldukları için sevinirler. Oysa felsefe mantığımıza danışmadan parmağımızı
bile kıpırdatmamamızı söyler.
LIV.
En büyük keyfi,
en nadir yaşanan hazlar verir.
LV.
Eğer insan
ölçüyü aşarsa, en çok keyif veren şeyler, en az keyif veren şeylere dönüşür.
LVI.
Çok değerli bir
insan olmasına rağmen kendisini asla övmediği ve başka birisi onu övdüğünde
bile kızardığı için Agrippinus'u takdir etmek gerekir. Agrippinus başına gelen
tatsızlıkları bile övgüyle kaleme alırdı; ateşi çıktıysa ateşi yazar, küçük
düştüyse küçük düşmeyi yazar, sürüldüyse sürgünü yazardı. Bir keresinde, yemek
yiyeceği sırada bir ulak Neron'un onu sürgüne mahkûm ettiği haberini getirdi.
Bunun üzerine Agrippinus, "Öyleyse, yemeğimizi Aricia'da yeriz,"
dedi.
Lvn.
Diyojen amacı
bedeni değil de ruhu güçlendirmek ve cesaretlendirmek olmayan hiçbir çabanın
iyi olmadığını söylemiştir.
LVID.
Doğru ayar,
doğru ayarla düzeltilemeyeceği ve yanlış ayarla değerlendirilmeyeceği gibi,
adil yargı da adil yargıyla düzeltilemez ve adil olmayan yargıyla
değerlendirilemez.
L1X.
Nasıl ki düz
bir şeyin düz bir şeye gereksinimi yoksa adil olanın da adil olana gereksinimi
yoktur. 9
LX.
Sen kendin
adalet önünde hesap vermeden önce mahkemede hüküm verme.
LXI.
Eğer adil bir
yargıya varmak istiyorsan, davanın taraflarını değil, adaletin kendisini dinle.
Lxn.
Hayatında ne
kadar az hata yaparsan, yargılarında da o kadar az hata yaparsın.
LXIII.
Adil hüküm
verip, hüküm giyen kişi tarafından haksız yere suçlanmak, haksız hüküm verip,
doğa tarafından haklı olarak suçlanmaktan iyidir.
LXIV.
Altını sınayan
taş altın tarafından sınanmaz. Yargılama yetisine sahip kişi için de aynısı
geçerlidir.
LXV.
Yargıcın
başkaları tarafından yargılanması utanç vericidir.
LXVI.
Düzden daha düz
bir şey olmadığı gibi, adilden daha adil bir şey de yoktur.
LXVI.
Hangimiz
Spartalı Likurgus’un yaptığına hayranlık duymayız? İnsanlar Likurgus’u gözünden
yaralayan bir delikanlıyı onun önüne getirmişlerdir ama Likurgus delikanlıyı
istediği gibi cezalandırabileceği halde affetmiştir. Onu eğitip iyi bir insana
dönüştürdükten sonra da tiyatroya getirmiştir. Spartalı-lar şaşkınlıklarını
dile getirdiklerinde, Likurgus şöyle demiştir: "Bu delikanlıyı bana
getirdiğinizde küstah ve saldırgandı. Onu size iyi ve nazik bir vatandaş olarak
iade ediyorum."
LXVI.
Bir kişinin
haksızlığına uğrayan Pittacus, cezalandırma gücüne sahip olmasına rağmen o
kişiyi serbest bırakmış ve şunları söylemiştir: "Bağışlayıcılık intikamdan
iyidir, çünkü bağışlayı-cılık hoşgörülü bir karakterin göstergesiyken, intikam
acımasız bir karakterin göstergesidir. "10
LXIX.
Doğanın eylemi
her şeyden önce uygun ve faydalı izlenime yönelik hareketleri bağlamak ve
birleştirmektir.
LXX.
Bize karşı
düşmanlık sergileyen kişilere zarar vermezsek başkalarının bizi hor göreceği
düşüncesi saçmalıktır ve ahmaklıktır, çünkü bu durumda, zarar verme yetisinden
yoksun bir insanın hor görülebileceğini doğrulamış oluruz; oysa iyi davranma
yetisinden yoksun insanları hor görmemiz gerekir.
LXXI.
Eğer birine
saldırmayı ve tehditler savurmayı düşünüyorsan, önce kendine nazik bir
yaradılışa sahip olduğunu ve saldırganca bir harekette bulunmazsan, pişmanlığa
kapılmadan ve suç işlemeden yaşamaya devam edebileceğini hatırlat.
Lxxn.
Her gün aynı
şeyleri söylemeyen, duymayan ve hayata geçirmeyen kişinin sabit prensiplere
sahip olması zordur.
LXXII.
[Nicias
çalışmayı o kadar severdi ki kölelerine sık sık yıkanıp yıkanmadığını ve yemek
yiyip yemediğini sorardı.] 11
LXXIV.
[Arşimet'in
köleleri onu zorla şemalarının başından kaldırır ve yağlarlardı. Arşimet de
yağlama işlemi bittikten sonra şemaları kendi bedenine çizerdi.]
LXXV.
[Gemi sahibi
Lampis'e servetini nasıl kazandığı sorulduğunda şöyle yanıtlamıştır:
"Büyük servetimi kazanmakta hiç zorlanmadım ama ilk kazancımı elde etmek
için çok çaba sarf ettim. "]
LXXVI.
Solon ile
Periander birlikte içerlerken, Solon'un hiç konuşmadığını fark eden Periander
ona konuşacak bir şey bulamadığı için mi yoksa ahmaklıktan mı sessiz kaldığını
sormuştur. Solon şöyle yanıtlamıştır: "Hiçbir ahmak içki içerken sessiz
kalmayı beceremez."
LXXVlVII.
Her durumda
güvenli hareket etmeye çalış. Sessiz kalmak konuşmaktan daha güvenlidir.
Akılsız ve mantıksız konuşmalardan sakın.
L^^m.
Limanlarda
birkaç kuru odunla yakılan ateş nasıl büyük bir ışık yayıyor ve denizdeki
gemilere gerekli yardımı sağlıyorsa, asil bir insan da azla yetinirken
etrafındakilere büyük faydalar sağlar.
LXXIX.
Bir gemiyi
idare etmek istiyorsan, dürnen kullanmayı mutlaka öğrenirsin; (dolayısıyla,
devleti yönetmek istiyorsan da devletin nasıl yönetildiğini öğrenmelisin).
Çünkü birinci durumda bütün geminin idaresi senin elindeyken, ikinci durumda da
bütün devletin idaresi senin elindedir.
LXXX.
Eğer şehrini
anıtlarla donatmayı tasarlıyorsan, önce kendini nezaket, adalet ve
yardımseverlik gibi asil özelliklerle donat.
LXXXI.
Evlerin
çatılarını büyütmek yerine vatandaşların ruhlarını büyütürsen, devlete en büyük
katkıyı sağlamış olursun, çünkü yüce ruhların küçük evlerde barınmaları, alçak
kölelerin büyük evlerde pusuya yatmalarından iyidir.
LXXXII.
Evinin
duvarlarını Eğriboz’dan veya Sparta’dan gelen değerli taşlarla süslemek yerine,
vatandaşların ve devleti yönetenlerin zihinlerini Yunanistan’dan gelen
öğretilerle süsle. Çünkü devletler taşla veya odunla değil, insanların
bilgeliğiyle yönetilir.
LXXXII.
Eğer aslan
beslemek isteseydin, aslan yuvalarının masraflarına değil, aslanların
alışkanlıklarına önem verirdin. Öyleyse, vatandaşlarını yönetmek istiyorsan da
binaların masraflarına değil, bu binalarda yaşayanların karakterlerine dikkat
et.
LXXXIV.
Becerikli bir
at eğiticisi sadece iyi tayları besleyip de asi tayların açlıktan ölmesine göz
yummaz. İkisini de besler ve birisini terbiye etmek için daha fazla çaba
göstererek onu da diğeriyle aynı seviyeye getirmeye çalışır. Politika konusunda
yetenekli olan dikkatli bir insan da iyi karakterli vatandaşlarına iyi
davranmaya özen gösterir ama karşıtlarının da mahvolmasını istemez. İkisini de
yemeğinden mahrum bırakmaz ama mantığa ve kanunlara direnenleri eğitmek için
daha fazla çaba gösterir.
LXXXV.
Nasıl ki kazlar
ötmekten, koyunlar da melemekten korkmazsa, sen de bilinçsiz bir kalabalığın
yaygarasından korkma.
LXXXVI.
Bir kalabalık
senden mantıksız bir talepte bulunduğunda endişelenme. Seni haksız yere
amacından saptırmaya çalışan büyük bir güruh olsa bile amacından sapma.
LXXXVII.
Devlete olan
borçlarını olabildiğince hızlı ödersen, borçlu olmadıklarını asla istemezler.
LXXXVIII.
Güneş doğmak
için dualar veya efsunlar beklemez; hemen parlamaya
başlar ve herkes onu selamlar. Sen de iyi davranmak için alkışlar, tezahüratlar
ve övgüler bekleme. İsteyerek iyilik yaparsan, güneş kadar sevilirsin.
LXXX1X.
Nasıl ki bir
gemi sadece küçük bir çapaya bağlı olmamalıysa, hayat da tek bir umuda bağlı
olmamalıdır.
XC.
Emeklerimizi ve
umutlarımızı sadece mümkün olan şeylere yönlendirmeliyiz.
XCI.
Thales'e en
evrensel şeyin ne olduğu sorulduğunda, şöyle yanıtlamıştır: "Umuttur,
çünkü umut başka hiçbir şeye sahip olmayanların yanındadır."
xcn.
Ruhu
iyileştirmek bedeni iyileştirmekten daha önemlidir, çünkü ölmek, kötü bir hayat
yaşamaktan daha iyidir.
xcm.
Phyrrhon
yaşamakla ölmek arasında bir fark olmadığını söylerdi. Birisi ona, "Neden
ölmüyorsun o zaman?" diye sordu. Phyrrhon, "Çünkü arada bir fark
yok," diye yanıtladı.
XCIV.
Doğa takdire
şayandır ve Ksenofon'un da söylediği gibi, canlıları sever. En kaba ve kirli
kısmımız bedenimizdir ama onu sever ve gözetiriz. Oysa komşumuzun bedenine
sadece beş günlüğüne bakmamız gerekseydi bile buna katlanamazdık. Sabah kalkıp
bir başkasının dişlerini fırçalamanın ve ihtiyaçlarını giderdikten sonra
gerekli yerlerini temizlemenin nasıl bir şey olduğunu düşünsene. Her gün
bakımıyla meşgul olduğumuz bir şeyi sevmemiz gerçekten de muhteşemdir. Torbayı
dolduruyorum, sonra da boşaltıyorum; daha zahmetli bir şey var mı? Ancak, ben
Tanrı'nın bir kuluyum ve buna göre hareket etmeliyim. Dolayısıyla, yaşamaya
devam ederim ve sefil bedenimi yıkamaya, beslerneye ve giydirmeye katlanırım.
Ne var ki Tanrı bana bir yük daha verdi ve ben de buna boyun eğdim. Öyleyse,
bize bedenimizi veren Doğa onu geri almak istediğinde, neden boyun eğmiyorsun?
"Bedenimi seviyorum, " diyebilirsin. Biraz önce de dediğim gibi,
Doğa sana bu beden sevgisini verdi ama şimdi de, "Bedenini artık bırak ve
daha fazla sıkıntı çekme," diyor.
XCV.
İnsan genç
öldüğünde tanrıları suçlar. Yaşlandığında ve ölmediğinde yine tanrıları suçlar,
çünkü acıları dinmiş olması gerekirken, dinmemiştir. Buna rağmen, ölüm
yaklaştığında yaşamak ister ve hekimi çağırıp hiçbir zahmetten kaçınmaması için
ona yalvarır. Ne yaşamak ne de ölmek isteyen insanlar harikadır.
XCVI.
Kısa ve iyi bir
yaşam, uzun ve kötü bir yaşamdan iyidir.
xcvn.
Çocukluğumuzda
ailelerimiz bizi hiçbir zarar görmeyelim diye öğretmenlere emanet ederler.
Büyüdüğümüzde ise Tanrı bizi doğuştan gelen vicdanımıza emanet eder. Öyleyse,
bu vesayeti kesinlikle hor görmemeliyiz; yoksa hem Tanrı'yı gücendirir, hem de
kendi vicdanımıza düşman oluruz.
xcvm.
[Servetimizi
her eylem için değil, belirli eylemler için araç olarak kullanmalıyız.]
XC1X.
[Herkes erdemi
servetten daha çok arzulamalıdır. Servet ahmaklar için tehlikelidir, çünkü
insanın içindeki kötülüğü arttırır. İnsan ne kadar mantıksızsa, o kadar aşırıya
kaçar, çünkü hazlara karşı beslediği dinrnek bilmeyen arzuyu tatmin edecek
araçlara sahiptir.]
c.
Yapmamamız
gerekenleri aklımızdan bile geçirmemeliyiz.
CI.
Herhangi bir
şey söylemeden ve yapmadan önce iyice düşün, çünkü söylediklerini ve
yaptıklarını geri alamazsın.
CII.
Adil yaşayan
insan için her yer güvenlidir.
cm.
Kargalar,
gözlerine artık ihtiyacı kalmayan ölülerin gözlerini yutarlar. Oysa dalkavuklar
canlıların ruhlarını tükettikleri gibi, gözlerini de kör ederler.
CIV.
Bir maymunun
öfkesiyle bir dalkavuğun tehditleri arasında hiçbir fark yoktur.
cv.
Faydalı
tavsiyeler vermek isteyen insanı dinle ama her durumda övgüler düzmeye can atan
insanı dinleme, çünkü birincisi faydalı olanları gerçekten görmektedir,
ikincisi ise gücü elinde bulunduranların fikirlerine bakar ve onların
söylediklerini taklit eder.
cvı.
Tavsiye veren
bir insan öncelikle tavsiye verdiği kişilerin alçakgönüllülüğünü ve karakterini
hesaba katmalıdır, çünkü utanma yeteneğini kaybetmiş insanlar ıslah olmaz.
cvn.
Uyarmak
azarlamaktan iyidir, çünkü uyarmak ılımlı ve iyi niyetli bir hareketken,
azarlamak sert ve aşağılayıcı bir harekettir. Uyarı yanlış yapanları hizaya
getirir, oysa azar onları suçlamaktan başka hiçbir işe yaramaz.
cvm.
Elindekileri
yabancılara ve muhtaçlara ver, çünkü muhtaçlara yardım etmeyenler, muhtaç
duruma düştükleri zaman yardım bulamazlar.
CIX.
Gemi kazası
geçiren bir korsan fırtınada can çekişiyordu. Bir adam bu korsana giysi verdi
ve onu evine götürüp ihtiyaçlarını karşıladı. Birisi bu adamı kötü birine
yardım etmekle suçlayınca, adam şöyle yanıt verdi: "Ben bu korsana değil,
insanlığa yardım ettim."
cx.
İnsan her
hazzın peşine düşmemeli, iyiliğe yol açan hazla-rın peşine düşmelidir.
cxı.
Bilge bir insan
hazlara direnir; ahmak bir insan ise onların kölesi olur.
cxn.
Haz adeta bir
yem gibi kötü olan her şeyin önüne atılır ve aÇgözlü insanları kolaylıkla
baştan çıkarıp oltaya getirir.
cxin.
İştahının
hakkından gel ki iştahın senin hakkından gelmesin.
cx.
Kendi kendinin
efendisi olmayan her insan köledir.
cxv.
Asmada üç
salkım üzüm vardır; birincisi haz, ikincisi sarhoşluk, üçüncüsü de
saldırganlıktır.
cxvı.
Şarap içerken
bildiklerini sergilemek için fazla konuşmaktan sakın, çünkü ters şeyler
söylersin.
cxvn.
Üç kadehten
fazla içen kişi sarhoştur; sarhoş değilse bile ölçüyü aşmıştır.
cxvni.
Her gün
yediklerinden bahsedeceğine Tanrı'dan bahset.
cx.
Tanrı'yı nefes
alıp verdiğinden daha sık düşün.
cxx.
Ruben ya da
bedenen her ne yapıyor olursan ol, Tanrı'nın bir denetçi gibi yanında olduğunu
aklından çıkarmazsan, dualarında ve eylemlerinde hata yapmazsın. Tanrı hep
seninle olur.
cxxı.
Karadan denizi
seyretmek nasıl keyifliyse, dertlerinden kurtulmuş birinin dertlerini düşünmesi
de öyle keyiflidir.
cxxn.
- Kanunların
amacı insanlara hizmet etmektir ama insanlar bu hizmeti kabul etmedikleri
sürece, kanunların elinden hiçbir şey gelmez. Kanunlar erdemlerini kendilerine
itaat edenlere gösterirler.
cxxm.
Hekimler
hastalar için kurtarıcıysa, kanunlar da haksızlığa uğrayanlar için
kurtarıcıdır.
cxxıv.
En adil
kanunlar en doğru kanunlardır.
cxxv.
Kanunlara,
yargıçlara ve kendinden daha bilge insanlara boyun eğmek doğrudur.
cxxvi.
Kanuna aykırı
yapılan şeylerin yapılmayan şeylerden bir farkı yoktur.
CXXVI.
Bolluk içinde
yaşarken arkadaş bulmak kolaydır ama sıkıntı çekerken arkadaş bulmak en zor
şeydir.
CXXXXVI.
Ahmakların
yaralarını zaman, bilgelerin yaralarını ise mantık sarar.
cxxıx.
Sahip olmadığı
şeyler için üzülmeyen ve sahip olduğu şeyler için sevinen insan bilge bir
insandır.
cxxx.
Bir insanın
düşmanına nasıl acı çektireceği sorulduğunda, Epiktetos şöyle yanıtlamıştır:
"Kendisini yaşayabileceği en iyi hayatı yaşamaya hazırlayarak."
cxxxı.
Bilge bir insan
yargıçlık makamına gelmekten kaçınmamalıdır, çünkü hizmetlerine ihtiyaç duyan
insanlara faydalı olmaktan kaçınmak saygısızlık olduğu gibi, yerini değersiz
kişilere bırakmak da cibilliyetsizliktir. İyi yönetmek yerine kötü yönetilmeyi
tercih etmek ahmaklıktır.
cxxxııı.
İnsanları
yöneten kişi hiç kimseyi hor görmemeli, kibirli davranmamalı ve herkesi eşit
şekilde yönetmelidir.
cxxxni.
[Yoksul her
insan mutlu yaşayabilir ama zengin ve güçlü insanların mutlu yaşaması zordur.
Adil hiçbir insan yoksulluğu onursuzca elde edilmiş bir servetle değişmez;
Atmalıların en zengini olan Themistokles’in erdem yoksunluğuna rağmen Aristides
ve Sokrates'ten daha üstün olduğunu söylemeyeceksek elbette. Themistokles
servetiyle birlikte göçüp gitmiş ve geride hiçbir iz bırakmamıştır. Çünkü kötü
bir insanın ölümüyle her şey son bulur, oysa iyilik sonsuzdur.]12
Unutma ki
evrenin doğası gereği, var olan hiçbir şeyin başka türlü var olması mümkün
değildir; sadece insanlar ve dünyadaki bütün canlılar değil, ilahi varlıklar da
dönüşüm geçirir. Dört element de dönüşüm geçirir; toprak suya, su havaya, hava
da başka şeylere dönüşür. Eğer insan bu düşüncelere yoğunlaşırsa ve kendini
gerekli şeyleri seve seve kabul etmeye ikna ederse, ölçülü ve uyumlu bir hayat
yaşar.
C^XV.
Elindekilerden
memnun olmayan insan hayat konusunda cahildir. Oysa elindekileri asaletle ve
mantıkla değerlendiren insan, iyi bir insan olarak anılmaya layıktır.
CXXXVI.
Her şey evrene
itaat ve hizmet eder; toprak, deniz, güneş, yıldızlar, bitkiler ve hayvanlar.
Bedenimiz de hastalıkta ve sağlıkta, gençlikte ve yaşlılıkta evrene itaat eder.
Öyleyse, evrene karşı koyan tek şey muhakememiz olmamalıdır, çünkü evren
güçlüdür, üstündür ve bizi de bütünün bir parçası kılarak hakkımızda doğru bir
karar vermiştir. Buna karşı koymak mantıksızdır ve boş yere üzülmemize yol
açmaktan başka hiçbir işe yaramaz.
......
Aşağıdaki
fragmanların bir kısmı Epiktetos'a, bir kısmı da başkalarına atfedilmiştir.
cxxxvn.
Memnuniyet kısa
ve hoş bir yoldur; bol keyif, az dert barındırır.
cxxxvm.
Kendini
memnuniyet ile güçlendir, çünkü memnuniyet aşılmaz bir kaledir.
cxxxıx.
Hiçbir şeye
gerçeklerden daha çok değer verme.
CXL.
Gerçek, ölümsüz
ve ebedi bir şeydir. Bize zaman içinde solup gitmeyen bir güzellik sunarken,
adaletten kaynaklanan konuşma özgürlüğünü de ortadan kaldırmaz. Bize doğruları
öğretirken, yanlışları ayıklar ve çürütür.
CXLI.
Bıçağın kör
olmaması gerektiği gibi, konuşma özgürlüğü de kötü idare edilmemelidir.
CXLII.
Doğa bize
konuştuğumuzun iki katı dinleyelim diye bir dil, iki kulak vermiştir.
cxLin.
Gerçekten hoş
ya da nahoş olan hiçbir şey kendiliğinden varlığını sürdürmez; alışkanlık
aracılığıyla sürdürür.
CXLIV.
İyi yaşamayı
seç, çünkü alışkanlık onu hoş kılacaktır.
CXLV.
Çocuklarına
para değil eğitim vermeye dikkat et, çünkü eğitimli kişilerin umutları, cahil
kişilerin zenginliğinden iyidir.
CXLVI.
Bir kız çocuğu
babasına ait değildir.
cxLvn.
Çocuklarına
altın değil alçakgönüllülük bırak.
cxLvm.
Bir babanın
azarı iyi bir ilaçtır, çünkü acı veren şeylerden çok faydalı şeyler içerir.
CXLIX.
Damadı
konusunda şanslı olan kişi bir oğul bulmuştur ama şanssız olan kişi kızını da
kaybetmiştir.
CL.
Eğitim de altın
gibi her yerde değerlidir.
CLI.
Bilgeliğini
kullanmak, Tanrı konusundaki bilgini kullanmaktır.
CLn.
Kendisini
eğitimle donatmış insan kadar güzel hiçbir şey yoktur.
CLID.
Kötü insanların
dostluğundan ve iyi insanların düşmanlığından kaçınmalıyız.
CLIV.
Koşullar
dostları da düşmanları da açığa çıkartır.
CLV.
Yanımızdayken
dostlarımıza iyi davranmalıyız, yanımızda olmadıkları zaman da onların hakkında
iyi konuşmalıyız.
CLVI.
Hiç kimseyi
sevmeyen insan hiç kimse tarafından sevilmez.
CLvn.
Hekimini ve
dostunu en hoşlandığın kişiler arasından değil, en faydalı kişiler arasından
seçmelisin.
CLvm.
Eğer acılardan
uzak bir hayat yaşamak istiyorsan, olacakları zaten olmuş gibi düşün.
CLIX.
Acılardan,
irrasyonel hayvanlar gibi duyarsızlık aracılığıyla ya da ahmak insanlar gibi
düşünce kıtlığı aracılığıyla değil, erdemli bir insan gibi mantık aracılığıyla
kurtul.
CLX.
Zihinlerinde
sorunları en az dert edip, eylemlerinde onlarla en çok mücadele edenler, devlet
adamı olarak da, sıradan vatandaş olarak da en iyi insanlardır.
CLXI.
Eğitimli
insanlar, tıpkı sporcular gibi, düştüklerinde çabucak ve ustalıkla ayağa
kalkarlar.
CLXII.
Bir talihsizlik
yaşadığımızda, iyi bir hekim gibi, mantığı yardıma çağırmalıyız.
CLXin.
İyi talibinden
sarhoşluğa varırcasına keyif alan bir ahmak, daha da ahmaklaşır.
CLXIV.
Kıskançlık
talibii insanların düşmanıdır.
CLXV.
İnsanın ne
olduğunu aklından çıkarmayan kişi olanlardan asla etkilenmez.
CLXVI.
İyi bir deniz
yolculuğu için kaptan ve rüzgar gerekir; mutluluk için de mantık ve sanat.
CLXVII.
Talibirniz iyi
giderken tadını çıkarmalıyız; güz meyveleri gibi.
CLXVI.
Doğa
gerektirdiği için gerçekleşen olaylara üzülmek mantıksızdır.
CLXIX.
Tanrı bize
birtakım güçleri bahşederken, birtakım güçleri de bahşetmemiştir. Kendisini de
mutlu eden en iyi ve en önemli gücü, yani izlenimleri kullanma gücünü bize
bahşetmiştir. Bu güç doğru kullanıldığında, özgürlük, mutluluk, huzur ve
istikrar sağlar. Adalet, ölçülülük ve bütün erdemler de bu güçten gelir. Ancak,
Tanrı diğer güçleri bize bahşetmemiştir. Bu nedenle, biz de Tanrı’yla aynı
fikirde olmalı ve bu ayrımı yapmalıyız; elimizde olan şeylere özen gösterirken,
elimizde olmayanları evrene emanet etmeli ve bu ister çocuğumuz olsun, ister
ülkemiz veya bedenimiz, hepsinden seve seve vazgeçmeliyiz.
CLXX.
Tiyatroda bir
delikanlı, "Ben bilge bir insanım, çünkü birçok bilge insanla sohbet
ettim," diye övününce, Epiktetos, "Ben de birçok zengin insanla
sohbet ettim ama zengin değilim," dedi.
CLXXI.
Ayık bir
insanın sarhoş insanlar arasında konuşması doğru olmadığı gibi, eğitimli bir
insanın da eğitimsiz insanlar arasında konuşması iyi değildir.
CLXXll.
Epiktetos'a
"Kim zengindir?” diye sorduklarında, "Halinden memnun olan insan,”
dedi.
CLXXID.
Xanthippe,
dostlarını ağırlamak üzere az hazırlık yaptığı için Sokrates’i suçlayınca,
Sokrates şöyle dedi: "Eğer onlar bizim dostumuzsa, bunu önemsemezler. Eğer
değillerse de biz onları önemsememeliyiz. ”
CLXXIV.
Archelaus,
Sokrates’i zengin etmek için ulaklarını gönderince, Sokrates şu yanıtı verdi:
“Atina’da dört kap yemek bir obolus ediyor ve çeşmelerden su akıyor. Eğer sahip
olduklarım bana yetmiyorsa, ben sahip olduklarıma yeterim, böylece onlar da
bana yeterler. Polus’un Oedipus’un kral halini canlandırırken de, Colonus’ta
dilencilik yaptığı halini canlandırırken de aynı sesi kullandığım bilmiyor
musun? Sence Polus’un onu küçük görmesi ve Tanrı’nın verdiği her rolü
üstlenemediğini düşünmesi mi gerekir? Paçavralar içindeyken bile yumuşak mor
cüppesine büründüğü halinden daha kötü görünmeyen Ulysses’i taklit etmesi
gerekmez mi?"
CLXXV.
Her şeyin
atomlardan mı, benzer parçalardan mı yoksa ateşten ve topraktan mı meydana
geldiğinden bana ne? İyiliğin ve kötülüğün özünü bilmek, arzuladıklarımızın,
sakındıklarımızın ve amaçladıklarımızın ölçüsünü bilmek, hayatımızı sürdürürken
kural olarak bunlardan faydalanmak ve bizi aşan konuları dert etmemek yeterli
değil mi? Çünkü belki de bunlar insan zihni için anlaşılır şeyler değildir.
Anlaşılır olsalar bile, anlamanın ne faydası vardır? Bunların bir filozofun
söyleminde yer alması gerektiğini öne sürenlerin başımıza gereksiz bir dert
açtığını söyleyemez miyiz? Delphi'de boşuna mı "Kendini tanı"
yazmaktadır? Eğer birisi koro üyelerinden birine "kendini tanı"
talimatını verseydi, o kişi bundan dikkatini kendine vermesi gerektiğini
anlamaz mıydı?
CLXXVI.
Epiktetos'un da
dediği gibi, ölü bir bedeni taşıyan küçük bir ruhsun.
CLXXVII.
Epiktetos
onayını vermenin bir sanat olduğunu amaçlarımız konusunda dikkatli olmamızı
amaçlarımızın toplumsal ve değerine uygun olması gerektiğini, arzularımızdan
tamamen uzak durmamızı ve elimizde olmayan şeylerden kaçınmamamızı söyledi.
CLXXV.
Bu sıradan bir
mesele değil; deli olup olmama meselesi.
* * *
'Adonis'in
bahçeleri' kullanım amacıyla değil de gösteriş amacıyla toprak saksılarda
yetiştirilen bitkilerdir. 'Adonis'in bahçeleri' değeri olmayan şeyler için,
örneğin sadece kısa bir süre hayatta kalan, kökü olmayan ve çabucak solan
bitkiler için kullanılan bir tabirdir. Adonis festivallerinde bu tür şeylerin
sergilendiğini varsayabiliriz.
Aristides
Yunan'dı ama dönemi bilinmemektedir. Milesiaca adlı bir eser kaleme almıştır.
Eser hakkında bildiğimiz tek şey aşk ve şehvet sahneleri içerdiğidir. Evenus
muhtemelen bir şairdir. Evenus hakkında hiçbir şey bilmiyoruz ama Aristides ile
birlikte anılmasından ötürü nasıl bir karakteri olduğunu tahmin edebiliriz.
Epiktetos,
tlyada'da Akhilleus 'un Patroklos 'un yasını tuttuğu ve uyuyamadığı pasaja
göndermede bulunuyor.
Yazarların
insanları davet ederek kitaplarını okuduğu dinletiler Roma'da yaygındı.
İlk dört
dize,Zenon'un öğrencisi ve Hrisippos'un öğretmeni olan Stoacı filozof Kle-antes
tarafından yazılmıştır.
Bu iki dize
Euripides'in bir oyunundandır.
Üçüncü alıntı,
Platon 'un Kriton adlı eserindendir. Konuşan kişi Sokrates'tir. Son kısım
Platon'un Sokrates'in Savunması adlı eserindendir. Konuşan kişi yine
Sokrates'tir.
1 40
Kıyaslamanın geri kalan kısmı eksiktir.
Burada anlam
belirsizliği vardır.
Pi^^us yedi
bılg^ten biridir. Bazı kaynaldar M.Ö. 7. yüzyılda y^edi^m öne sürer.
LXXIll-LXXV.
Schweighaeuser bu üç fragmanı parantez içine almıştır. Bunlar Epiktetos'a
değil, Plutarkhos'a aittir.
Bu fragman
Epiktetos'a ait değildir.
DİZiN
A
Admetus’un
babası: 191, 264 Adonis’in bahçeleri: 368 Agamemnon ile Akhilleus’un kavgası:
77, 86, 98, 204 Agrippinus, Paconius: 18, 21, 445
Akademisyenler:
92, 93, 184 Akhilleus: 52, 77, 86, 97, 98, 199, 204, 205, 269, 287 Alkibiadis,
Paris ve Menelaus: 96, 97, 193, 216, 376 Antipatros: 172, 177, 178, 218,266
Antisthenes,
Ksenofon ve Platon: 171
Archedemus:
122, 172, 178, 218,219, 266
Archelaus ve
Sokrates: 478 Arşimet: 45 O
Aristides ve
Evenus: 371 Aristofanes ve Sokrates: 380 Arrianos: 11, 115, 192, 193 c
Cassiope: 230
D
Demetrius,
Kinik: 87 Diodorus Cronus: 177, 178 Diyojen: 82, 83, 120, 153,
164,179,218,268,271, 276, 279, 280, 294, 297, 298, 308,310,316, 328, 332, 333,
362, 371, 380, 400, 445
Diyojen ve
Antisthenes: 276, 297, 328
Domitianus: 17,
23, 82, 83, 127, 131
E
Encheiridion:
11, 19, 201, 389
Epaminondas:
278, 441 Epaphroditus: 17, 72, 90 Epiktetos: 11, 12, 16, 19, 22, 23, 25, 42,
44, 46, 47, 49, 50, 52, 57, 58, 60, 72, 82, 89, 90, 100, 102, 107, 115, 117,
121,128, 130, 154, 167, 169, 171, 174, 185, 193,202, 206,211,212, 215, 223,
228, 230, 237, 238, 265, 269, 276, 277, 285, 332, 376, 450, 465, 466, 469, 476,
477, 479, 480 Epikür: 74, 80, 139, 180, 182, 183, 184, 193, 198, 230, 231, 232,
294, 444 Epikürcüler ve Akademisyenler: 182
Eriphyle ve
Amphiaraus: 194 Eteokles ve Polyneikes: 192, 350, 411
Euphrates: 254,
366, 409 Euripides: 17, 98, 112, 164, 169, 191, 192, 425 Euripides’in Medea
karakteri: 95, 169, 387
F
Felsefe: 42,
60, 65, 74, 79, 88, 89, 91, 101, 144, 145, 146, 154, 155, 164, 170, 171, 180,
203, 232, 240, 241,245, 248,249, 251, 254, 268, 299, 307, 327, 365, 366, 368,
380, 381, 403, 424, 444
Fidias: 35,
135, 136, 180 Filozof: 11, 12, 18, 22, 23, 27,41,42, 43, 44,51,64, 66, 67, 73,
74, 76, 79, 82, 85, 87, 88, 89, 90, 99, 101, 105, 111, 113, 114, 115, 122, 127,
135, 136, 138, 139, 140, 142, 147, 148, 153, 154, 155, 164, 167, 170, 173, 179,
184, 185, 192, 203, 205, 212, 214, 218, 219, 226, 230, 232, 233, 236, 238, 239,
241, 242, 244, 248, 253, 254, 257, 262, 266, 268, 283, 284, 285, 286, 287, 288,
290, 293, 307, 308, 310, 323, 330, 331, 333, 335, 342, 344, 353, 356, 361, 362,
364, 365, 366, 367, 368, 380, 400, 403, 404, 408,409,411,421,422, 423, 425,
433, 444, 479, 482 Fragmanlar: 427
G
Gellius, A.:
11, 82 Gladyatörler: 103, 175, 256, 271, 413
Gyaros: 87,
129, 301, 302, 303, 344
H
Hararet
Tanrıçası: 78 Hektor’un Andromahi’ye söyledikleri: 282 Helvidius, Priscus: 22
Heraklitos:
113, 118, 400 |
nunları: 339 |
Herkül: 35,
36, 165, 166, |
Medea: 95,
169, 387 |
175, 275,
291, 309, 310, 374 |
Menoeceus:
263 |
Hipokrat: 42,
168 |
Milesiaca: 3
71 |
Homeros: 25,
178, 243, 277, |
Neron: 17,
18, 21, 87, 164, |
279, 280,
290, 291, 377, 423 |
272, 349, 445 |
Hrisippos:
27, 28, 30, 48, |
Nicias: 450 |
65, 128, 164,
171, 172, 178, |
Nikopolis:
72, 82, 87, 90, |
179, 201,
218, 266, 299, 370, 422, 423 |
127, 129,188,
230, 275,315 |
|
P |
I-İ |
Peripatetikler:
180 |
İlyada: 53,
78, 96, 136, 151, |
Phyrrhon: 456 |
205, 272,
277, 280, 376, 377 |
Pisagor’un
altın dizeleri: 240, 356 |
K |
Pisagor: 240,
356 Pittacus: 448 |
Kinik: 269,
270, 271, 275, |
Platon ve Hipokrat:
42, 168 |
276, 278,
279, 280, 281, |
Polemon ve
Senokrates: 212, |
282, 367 |
381 |
Kinizm: 269 |
Polyneikes ve
Eteokles: 192, |
Kleantes: 65,
74, 177, 178, |
350, 411 |
179, 287,
309, 335, 344, 425 |
Protagoras ve
Hippias: 226 |
Kriton: 29,
334, 425 |
R |
L |
Rufus C.
Musonius: 18, 39, |
Laios: 213 |
46, 229, 254,
287 |
Lateranus,
Plautius: 17 Likurgus:
185, 441, 442, 448 |
S |
M-N |
Sarpedon,
Zeus’un oğlu: 93 Satürnalya:
86, 102, 320 |
Masurius ve
Cassius’un ka- |
Simplicius:
11, 151 |
Sokrates: 23,
43, 45, 53, 55, 65, 70, 88, 91, 100, 102, 106, 113, 115, 117, 118, 124, 125,
129, 147, 148, 153, 164, 175, 207,213, 216,226, 233,245, 251, 256, 260, 268,
271, 285, 286, 287, 294, 296, 297, 301,308,317, 329, 333, 334, 335, 342, 343,
347, 351,362,367,371,380, 395,412,414, 421,424, 425, 466, 477, 478 Solon: 451
Stoacılar: 15,
47, 94, 105, 147, 180, 277
T
Themistokles:
466 Theopompus: 167, 168 Thermopylae'de ölen Spartalılar: 185, 288 Thersites:
199, 269, 337 Thrasea, Paetus: 18
u
Ulysses ve
Herkül: 291, 310
V
X
Xanthippe: 106,
477
z
Zenon: 65, 74,
113, 151, 152, 287, 294, 309, 365, 371,414, 425
Zeus: 16, 17,
25, 35, 36, 53, 55, 57, 59, 71, 78, 79, 85, 86, 93, 135, 136, 169, 170, 180,
181,201,205,216, 221, 224, 233, 235, 243, 247, 248, 271, 273, 275, 276, 279,
281, 291, 292, 302, 303, 309, 325, 330, 344, 345, 352, 363, 367, 368, 425
Vespasianus: 22
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar