Print Friendly and PDF

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE MASONLUK TARİHİ

 


ZEKİ YILDIRIM İÇİNDEKİLER

Masonluk Nedir 7

Mosunluğun Etkilediği Kaynaklar ve Tarihsel Kökenleri . . .21 Eski Mısır İnanışlan 21

Gnostisizm  37

Hermetizm (Hermesçilik)  49

Alşimistler - 61

Kabala (Kabbala) ve Kabalacılık 63

Rozikrusiyenler (Gül-Haççılar) 71

Bogomiller  75

Katharlar ve Kathar Öğretisi   83

Tapınakçılar ya da Tampliyeler  85

Rönesans 1 04

Kurumsal Masonluk lll

Masonlarda Örgütlerme: Ritler ve Localar 127

Localann Kuruluşunun Tarihçesi 136

Masonluğun Bilimle Buluşması 143..

Spekülatif Masonluğun Kısa Tarihçesi  145

Strict Observance Riti  150

İskoç Riti  152

Dünyada Masonluğun Bugünkü Durumu 155

Türkiye’de Masonluk 166

Türkiye'de Kurulmuş Olan Bazı Mason Dernekleri  173

Türk Mason Localannın Tarih içindeki Rolleri 177

Büyük Loca’nın Kuruluşu ve Cumhuriyet Döneminde Masonluk  180

Masonluğa ilişkin Bazı Sorular ve Masonların Kendi

Yanıtları  195

Masonlukla ilgili Bazı iddialar ve Suçlamalar 200

Sonuç 204

Kaynakça 205

MASONLUK NEDİR

Masonluk, tarihsel yolculuğuna devam ederken, yeraltı ve yerüstü kaynaklardan beslenerek güçlenmiş, tarihin dönemeçlerinde şekillenerek özde kendini korumuş ve yeraltı nehirleriyle, dünyayı bir ağ gibi sararak şebekeleşmiş ve tarihin akışına göre yönünü tayin etmiş, aynı zamanda yön vermiş, kökleri ilkçağa kadar dayanan gizemli bir yapılanmadır.

Masonluğun beslendiği kaynakları, Çin'den Ortadoğu'ya, Eski Yunan'dan Şaman rahiplerine, eski Mısır'dan Avrupa'nın şövalye tarikatiarına kadar dünyanın farklı coğrafya ve toplumlarına dayandırmak mümkündür; Mason ritüellerine bakıldığında ise bu eski öğretilerin tamamının etkileri ayrıştırılabilmektedir. Fakat Masonluğun çok uzun yıllar boyunca çalışmalarını büyük bir gizlilik içinde sürdürmesi ve l390'da Regius el yazmasına kadar hiçbir kayıt tutulmaması nedeniyle, ilk kaynakları hakkında kesin bir görüşe henüz ulaşılamamıştır.

Masonlar köklerini M.Ö. 10. yüzyılda yapılmış olan Hazreti Süleyman Mabedi işçilerine dayandırsalar da bu işçilerin de önceden bu işi yaptıklarının ve oraya hep birlikte gittiklerinin bilinmesi, kökenleri daha eskiye taşımaktadır. Mason kelimesini sözcük anlamı itibariyle incelediğimizde şu bilgilere ulaşmaktayız: Bir yapı işinde niteliksiz "düz işçi" olarak çalışan, kazı yapan, taş kırp yontan, malzeme taşıyan, hatta duvar ören kimselere "Mason " denirdi. Günümüzde kimi Batı dillerinde salt "Mason" karşılığı olan sözcükler (İngilizce'de "Mason", Fransızca'da "maçon", Alman- ca'da "maurer"), öncelikle "duvarcı" anlamına gelmektedir. Yapıcılık (inşaatçılık) mesleği ve sanatının inceliklerini bilerek uygulayan, bu bağlamdaki sırlan titizlikle koruyan ustalar ile bu ustaların yardımcıları olarak nitelenebilecek kalfalar ve gelecekte birer kalfa olmak üzere yetiştirilen çıraklar ise "özgür Mason" anlamına gelen bir unvan taşırlardı. Bu unvanın toplumlar içinde kendilerine sağladığı birtakım ayrıcalıklardan da yararlanır, yani birer "özgür insan" sayılırdı. Sadece soyluların, askerlerin ve din adamlarının özgür oldukları bir toplumsal düzende bu çok önemli bir ayrıcalıktı. Özgün kaynaklarında Masonlar, Masonluğu şöyle tarif ederler: "Bugünkü Masonluk, Rönesans ve Reform süreçlerini izleyen Aydınlanma Çağı’nda oluşturulmuş; akılcılık, bilimsellik ve insanlığın oluşumundan bu yana ortaya çıkarak, insanlığın gelişimine ve bilgi birikimlerine katkıda bulunmuş bir kültür ve fikir üstyapı kurumudur. "

Masonluğu en geniş şekilde ele aldığımızda, bu yapının gelişim sürecini üç genel aşamada özetleyebiliriz:

- Antik Çağ ve öncesi: Bu dönemi "Masonluğun Eski Kaynak- ları'nın Dönemi" olarak adlandırabiliriz. Masonluğun genel tarihi bakımından bu dönemde, hem spekülatif nitelikli kaynaklar hem de yapıcılık mesleği ve sanatının tarihsel kökeni yer alır.

- Orta Çağ ve ertesi: Özellikle "Geleneksel Yapıcılık Mesleği ve Sanatı"nı içeren bu aşamayı "Operatif Masonluk Dönemi" olarak anıyoruz. Bu dönemde, önceleri spekülatif nitelikli kaynaklardan -pek az söz edilebilir.

- 18. yüzyıldan günümüze: Masonluğun bugünkü biçimini kazandığı bu son aşamaya "Spekülatif Masonluk Dönemi" denmektedir.

Yaklaşık olarak yüz elli yıldan bu yana, Mason tarihçiler geleneksel tarihlerini çeşitli yöntemlerle araştırmaya çalışmaktadır ve 1717 yılında Ingiltere Büyük Locası’nın kuruluşundan önceki dönemlere ilişkin, belgelere dayanan gerçek kanıtların gözden geçirilmesiyle meşguldürler.

Eylemselden Düşünsele Masonluğun Evrimi

Düşünsel Masonluğun tarihine iki temel yaklaşımın bulunduğunu söylemek mümkündür: Doğrulanabilir olgu ve belgelere dayanan bilimsel yaklaşım ve Masonluğu gizemci gelenekler çerçevesine oturtmaya çalışan, ritüelik öyküler ve simgeler aracılığı ile kimi ezoterik geleneklere bağlamaya çalışan romantik yaklaşım. Kafaları karıştıran durum ise her iki yaklaşımın kendi içlerinde de çelişmesidir. Masonlar, Masonluk tarihine ilişkin temel bilgilerini doğrudan kendi ritüellerinden edinirler. Çeşitli törenler sırasında, Kudüs'te Süleyman Tapınağı'nın yapımını, orada çalışan çırak ve kalfa duvarcıları, onların başındaki usta Hiram'ı, Mason gizlerini açığa vermek istemeyen Hiram'ın öldürülüş öyküsünü öğrenirler. Ritüellerde ortaya konulan tarih, Masonluğun Hz. Süleyman zamanında (M.Ö. 950 civarı) var olduğu ve o günlerden beri yaşayan bir sistem olarak süregeldiği biçimindedir. Halbuki, ritüellerin amacı tarihsel gerçekleri ortaya koymak değil, Masonluğun ilke ve öğretilerinin aktarıldığı dramatik bir öykü sunmaktır.

Bazı düşünürler ise Masonluğun tarihini 18. yüzyıla dayandırmaktadır. Bu durumda, doğrudan ve yalnızca güncel Masonluk göz önüne alınıyor ve Masonluğun bundan daha eski kaynaklan göz ardı ediliyor demektir.

"Masonluk" kavramını daha geniş bir çerçevede tutarak, tarihçesini "Yapıcılık Mesleği ve Sanatı'nın Tarihi" ile bağdaştıranlar da vardır. Bu tarih ise, kimine göre 13. yüzyılda, kimine göre ondan en az 2500 yıl kadar daha önce başlar.

Masonluğun tarihine ilişkin başka görüşler de mevcuttur. Eğer Masonluk "tüm insanların ve tüm toplumların barış ve mutluluğunun, gönenç ve esenliğinin sağlanmasını amaç edinmiş bir kurum" olarak tanımlanırsa, bu kurumun tarihinin insanların ve toplum- larm barış ve mutluluğu, gönenç ve esenliği yitirmiş oldukları bir dönemde başladığı söylenebilir. Bu durumda Masonluğun en az altı bin yıllık bir geçmişe sahip olduğu varsayılabilir.

Aslında tüm bunlar, bir kurum olarak Masonluğa kesin bir başlangıç tarihi biçilemeyeceğini, "Masonluk" denilince bundan her ne anlaşılıyorsa, oluşum tarihinin de buna göre saptanabileceğini gösterir.

Resmi anlamda ilk Mason tarihi, 1723 yılında James Ander- son'ın ilk Büyük Loca için kaleme aldığı "Temel Yasa"nm bir bölümü olarak yazılmıştır. Anderson'ın çalışması, cennet bahçesindeki Hz. Adem'den başlayarak, 1717 İngiltere Büyük Locası'nın kuruluşuna kadar süren, geniş bir Masonik söylenceden ibarettir. Bu tarih yorumu nedeniyle Anderson sert eleştirilere uğramıştır.

1738 yılında, Anderson Temel Yasa'nın yeni bir baskısını hazırlar. Sınırsız düş gücünün egemen olduğu yeni bir tarih yorumu yaparak, İngiliz Masonluğunun 10. yüzyıldan 1717 yılına kadar ayrıntılı bir tarihini verir. Kral Edwin'in 926 yılında York kentinde düzenlediği büyük toplantıyı Büyük Loca'nın ilk bir araya gelişi olarak ileri sürer. Ve bu toplantıların düzenli bir biçimde l700'le- re kadar yapıldığını savunur. Mimarları ve inşaat mesleğini uygulayanları korumuş olan tüm İngiliz soylularını ve bilinen tarihi kişileri büyük üstat olarak listesine alır. Ilk baskıda hak ettiği hoş görüyü, ikinci baskıda yer alan ayrıntılı ancak kanıtlanması olanaksız savlar nedeniyle yitirir. Üstelik Anderson'ın uygulamadaki Masonlukla düşünsel Masonluk arasında hiç ayrım yapmamış olması da önemli bir eksikliktir. Anderson'ın yapıtı Büyük Loca adına yazıldığı için, sonraları neredeyse kutsal bir niteliğe ulaşmış, içerdiği tarih yorumu uzun süre tartışılmamış, Masonların kendi tarih anlayışlarını derinden etkilemiştir.

10

Anderson'ın eylemsel-düşünsel Masonluk ayrımını hiç yapmamış olması, bilimsel yaklaşıma bağlı tarih araştırmacılarını huzursuz ederek, bu resmi tarih yorumunu eleştirmeye yöneltmiş ve eylemsel Masonluk ile düşünsel Masonluk arasında doğrudan bir bağlantı kurma arzusunu yükseltmiştir. Gün ışığına çıkan her kanıt kırıntısı bile dikkatle incelenmiş, araştırma alanları mimari kayıtlardan eski lonca defterlerine kadar genişletilmiştir. Amaç eylemsel Masonluktan düşünsel Masonluğa dönüşümün kanıtlanmasıdır. Gerçekten de, araştırmacılar Iskoçya'daki eylemsel Mason localarının ilginç özellikler gösterdiğini kanıtlamışlardır. Bu localar coğrafi olarak birbirinden ayrı birimler biçiminde düzenlenmişler ve ülkedeki tüm inşaat işlerini sürdürüp denetlemişlerdi.

İskoç eylemsel Masonluğunda, bir başka locanın bölgesine geçen inşaatçıların kendilerini tanıtabilmek için, çeşitli gizli parola ve işaretleri kullandıkları da belirlenmiştir. Bu durum, farklı locaların, en azından bu tanıtım işaretlerini ve parolaları saptamak için bir araya geldiklerini, bu buluşmaların da locaları birleştiren bir örgütlenmenin ilk adımı olduğu düşünülebilir.

Öte yandan, araştırmalar, Iskoçya'daki söz konusu eylemsel locaların 16. ve 17. yüzyıllarda, inşaat mesleğinden olmayan kişileri de "kabul edilmiş" ya da "centilmen" Mason niteliğiyle aralarına üye olarak aldıklarının sarsılmaz kanıtlarını ortaya koymuştur. Üstelik, 17. yüzyılın sonlarına doğru bazı localarda kabul edilmiş üyeler çoğunluğu ele geçirmişler ve bu değişimi gösteren localar tümüyle düşünsel bir nitelik kazanmışlardır.

Iskoçya'da belirlenen bu eylemselden düşünsele geçiş kanıtları karşısında, İngiltere Masonluğunun savunusu oldukça ilginçtir. Onlara göre, yapılan araştırmalar İngiltere'de tam anlamıyla gelişmiş eylemsel locaların bulunmadığını göstermektedir. Ortaçağ'da İngiliz duvarcıların örgütlenmesi, alet ve takımların saklandığı ve dinlenme zamanlarının geçirildiği basit bir barakadan ibarettir ve bunun ötesinde önemli bir gelişme göstermemiştir. 1600 yıllarında, İngiliz lonca sistemi zaten Çökmüş durumdadır. Ne yöresel dü-

ll zende örgütlenmeler, ne de gizli tanıtım işaretleri saptanabilmiştir. Hele eylemselden düşünsele geçiş dönemini belirleyen karma localara yönelik hiçbir ipucu yoktur.

Kısacası, söz konusu geçiş ya da dönüşüm kuramı İngiltere için pek geçerli görülmemektedir. Bu dummda, ingiliz Mason kuramcılar, kabul edilmiş Masonluğun hiçbir eylemsel öncüle bağlı olmadan, İngiltere'de kendiliğinden yepyeni bir kurum olarak doğduğunu ileri sürmekten kaçınmamışlardır. Özetle İngiliz Mason tarihçilerin bir bölümüne göre, bugünkü Masonluk İngiltere'den, hiçbir önceliği olmaksızın ve hiçbir başka ulustan etkilen- meksizin kaynaklanmıştır. Ancak zamanla, düşünsel Masonluğun doğrudan kaynağı olabilecek duvarcı örgütlerinin İngiliz Adalarının dışında var olabileceği tartışılmış ve derinlemesine bir araştırmaya yönelinmiştir.

Masonluğun iç dinamiklerinine ve öğretilerine göz atılması halinde, özellikle Asya kıtasında yaygın bulunan Budizm, Zer- düştlük, Taoculuk ve benzeri inanış ve felsefelerle yakın özellikler taşıdığı dikkati çekmektedir. Masonluk, bu Asya kökenli öğretilerin çoğunda olduğu gibi çevresinde iyi tanınan, ahlaklı, erdemli ve eğitimli bireyleri bünyesine alarak, onları daha yetkin, daha olgun birer insan haline getirmeye çalışan, yani bünyesine aldığı her bireyin "Olgun İnsan" olma yolunda ilerlemesini amaçlayan bir anlayıştır.

Masonlukta bireysel hedef hakikate varmak, Yüce Varlığa erişmektir. Görüldüğü üzere, Masonlukta Yüce bir Varlığa inanmak zorunludur. İsmine ne denirse densin, yüce bir kudretin var olduğuna İnanmayanlar, Masonluğa kabul edilmezler. Ateistler Mason olamaz. Ancak dinler arasında bir ayırım da söz konusu değildir. Her üç semavi dinden, tutucu olmayan, özgür düşünceli kişilerin Mason olabilmeleri mümkündür. Bu hoşgörünün sembolü olarak, Masonların bir araya gelerek çalıştıkları localarda, üç göksel dinin kutsal kitapları çalışma boyunca açık tutulur. Her birey, kendi inancı doğrultusunda kutsal kabul ettiği kitaba el koyarak yemin eder.

12

Masonluğun köklerini Asya’dan Ortadoğu'ya, Eski Yunan'dan Şaman rahiplerine, eski Mısır'ın Hermetizminden Avrupa'nın Tapınak Şövalyeleri'ne kadar dünyanın çeşitli yer ve topluluklarına dayandırmak mümkündür. Masonik geleneklere ve uygulamalara göz atıldığında bu eski öğretilerin tamamının etkileri görülebilmektedir. Fakat Masonluğun çok uzun yıllar boyunca çalışmalarını büyük bir gizlilik içinde sürdürmesi ve l390'da Regius el yazmasına kadar hiçbir kayıt tutmamaları sebebiyle, asli kökeni hakkında net ve kesin bir yargıya henüz varılabilmiş değildir. Bu konuda bir fikir birliğine varılabilmesi de oldukça zor görünmektedir. Tüm dünyadaki Masonlar, köklerini M.Ö. 10. yüzyılda inşa edildiği anlatılan Hazreti Süleyman Tapınağı’nın işçilerine dayan- dırsalar da bu işçilerin de önceden bu işi yaptıklarının ve oraya hep birlikte gittiklerinin bilinmesi, kökenlerinin daha eskiye da-. yanması gerçeğini işaret etmektedir. Bu durumda Masonluğun kökenleri Hiram Abif hikayesinden de daha eskiye kadar uzanmaktadır diyebiliriz.

Orta Çağ ve sonrasında "Masonluk" Avrupa'daki yapıcılık mesleği ve sanatının adıdır. Bu dönemde, çağdaş anlamdaki Masonluk ise, ancak yer yer birtakım başka bilimselve felsefesel kuramların ya da gizemci nitelikli ekol ve tarikatların içeriğinde görülebilir.

Bugünün Masonluğu, eski gizemci ekol ve tarikatların edilgin olan ilkelerini ayıklayıp öğretilerini de dogmalarından arındırmış, bunları yapıcılık mesleği ve sanatının etkin ilkeleri ve çalışma sistemiyle birleştirmiştir. Bunları, çağdaş ve diyalektik, insancı bir dünya görüşü içinde yoğurmuştur. Eski yapıcılık mesleği ve sanatının günümüzdeki Masonluk üzerindeki etkisi, ancak bu konuda ayrıntılı bir tarihsel inceleme yapıldığında anlaşılabilir.

Zaman içerisinde kıtadan kıtaya, kültürden kültüre geçerek bünyesine yeni ritüeller ve anlayışlar ekleyen Masonluk, günümüzde yasal kuruluşlar ve yan açık yapısıyla bir sivil toplum kuruluşu olarak varlığım sürdürmektedir.

13

Tarihsel anlatısı içerisinde birçok efsaneyi ve efsanevi olayı barındıran Masonluk, bir yandan dinsel anlayışlarla biçimienirken bir yandan da dünyevi yaşantının düzenlenmesi konusunda çeşitli öğretiler geliştirmiştir. Üzerinde oldukça fazla tartışma yürütülen ve çoğu zaman birçok polemiğin konusu olan Masonluğun ne olduğunu anlayabilmek için onun tarihsel köklerini, gündelik yaşama yönelik önerilerini ve tarih içerisindeki evrimini olabildiğince tarafsız incelemekte yarar vardır. Mason dernekleri, ancak devletin ya da yönetimin "insan hakları"na ve "demokrasi"ye saygı gösterdiği ülkelerde yaşayabilir. Yönetimsel rejimin totaliter olduğu, diktaya dayandığı ya da dinsel dogmalar üzerine kurulu olduğu ülkelerde Mason demekleri yoktur.

Mason dernekleri, kendi iç işlerinde de genellikle demokratik yöntemlerle, çoğunlukla "federatif" olarak nitelenebilecek bir sistemle örgütlenir, buna göre yönetilir.

Mason demeklerinin çoğunda belirli bir kişinin ya da belli bir grubun kesin ve tartışılmaz egemenliği söz konusu' değildir. Ancak, bazı Mason kuruluşlarının kendi iç örgütlenmelerinde "otok- ratik" olarak nitelenebilecek bir yönetim tarzı görülebilir. Bu tür kuruluşlarda kimi Masonlardan kurulu bir "otoriter yönetici organ" oluşturulmuştur, Bu organın kendi iç yapısında ise gene demokratik yöntemler işler.

Mason Kelimesinin Kökeni

Yapıcılık mesleği, insan topluluklarının barınma, toplanma ve tapınma amacıyla bina yapmaya başlamalarıyla birlikte doğmuş sayılabilir. Başlangıçta yalnızca gereksinmeyi karşılamayı amaçlayan bu mesleğin uygulamalarında, sonradan işin içine "estetik" de katılmıştır. Böylelikle salt bir "meslek"ten değil, aynı zamanda bir "sanat"tan söz edilir olmuştur.

Mesleğin başlangıçta pek basit olan uygulamaları, özellikle bina boyutları büyümeye başlayınca teknik çözümleri gerektirir ol-

14 muştur. İşin gerek tekniği gerekse estetiği, diğer birçok meslek ve sanat kuruluşunda olduğu gibi yapıcılıkta da bu işe özgü bilgileri (sırları) saklamayı gerektirmiştir. Böylelikle bu meslek adeta "ezo- terik" nitelikli bir sistem içinde gelişmiştir.

Ezoterik sistemin meslek ve sanat alanlarına da girişi, ilgili meslek sahiplerinin ve sanatçıların varlıklarını ve saygınlıklarını koruma gereksinmesi duyup, bunun çıkar yolunu aramalarından ileri gelmiştir. Sonraları bu ezoterik özellik toplum içindeki önemsenme düzeylerine göre ilgili meslek kuruluşunun üyelerine yer yer birtakım ayrıcalıklar, özellikle "özgür insan olma hakkı" sağlamıştır. Şu halde, meslek kuruluşlarının ezoterik sistemi benimseyişlerinin temel nedenlerinden birinin de "nesnel çıkar" olduğunu söyleyebiliriz.

Yapıcılık mesleği ve sanatı için "Operatif Masonluk" terimi, bu mesleğin 17. yüzyıl sonlarında çöküntüye uğramasından sonra, örgüte sahip çıkan spekülatif Masonlarca icat edilerek kullanılmıştır. 18. yüzyılda kendilerine "operatif Mason" denilmiş olan meslek ve sanat sahipleri, bundan önce topluca "özgür Mason" ya da "hür Mason" anlamına gelen bir sıfatla anılırlardı. Orta Çağ'ın ilk dönemlerinde ve bundan önce de "taş yontucu", "yapıcı", "duvarcı", "dülger" gibi anlamlara gelen nitelikler taşırlardı.

Çağdaş Masonluk'ta Süleyman Mabedi, Masonluğun evrensel amacını özetleyen "ülkü mabedi" ya da "insanlık mabedi" kavramının bir simgesidir. Yapıcılık mesleği ve sanatının Orta Çağ'daki tarihçesi boyunca "gerçekleştirilebilecek en ulu ve en güzel yapıt" olarak benimsenmiştir.

Süleyman Mabedi'nin gerek yapıcılık mesleği ve sanatında gerekse Çağdaş Masonluk'ta önemsenmesinin bir diğer nedeni, "Çı- rak-Kalfa-Usta" şeklindeki derece sisteminin, dünyada ilk kez bu mabedin yapımı sırasında doğduğunun kabul edilmiş olmasıdır. Yapıcılık mesleği ve sanatının Süleyman Mabedi'nin yapımıyla birlikte başlamış olduğuna ilişkin benimseyişin bir gerekçesi de bu- dur.

15

Tarihsel söylencelerde anlatıldığına göre bu düzen, Sur Kralı Hiram'ın Kral Süleyman'a göndermiş olduğu, gene "Hiram" adını taşıyan ve Hiram Abif olarak da anılan, üstün nitelikli bir mimar tarafından oluşturulmuştur. Hiram (Huram), Tevrat'ta bir "tunç dökme ustası" olarak anılır. Fakat çağdaş Masonluk’ta, Süleyman Mabedi'ni yapmış olan kişi olarak kabul edilir ve "gerçek Mason" kavramının simgesi olarak yüceltilir. Masonluk'ta Süleyman Mabedi'ne çok önem ve değer verilmekte oluşu, özellikle 1 ’11! im T birçok söylentinin çıkarılmasına, yanlış yorumlar yapılmasına neden olmuştur. Hiram Abif’in "gerçek Mason" kavramının bir simgesi olarak alınışı, Masonluğun Yahudilik ile olan bağlantısını gösteren bir kanıt olarak ortaya atılmıştır. Oysa, Süleyman Mabedi'nin yapımcılarından çoğu gibi Hiram Abif’in de Fenikeli olduğu bilinmektedir. Büyük olasılıkla hepsi, o tarihlerde özellikle Sidon kentinde yoğunlaşmış olan bir Dionysos İşçileri kolunun üyeleridir.

Hz. Süleyman Mabedi (M.Ö. 965-957)

M.Ö. 10. yüzyıl ortalarına doğru, Kudüs'te Hz. Süleyman tarafından yaptırılmış olan, bu nedenle onun adıyla anılan bu ünlü mabet, tüm dinlerde saygıyla ve övgüyle anılır. Bunun nedeni, bu mabedin "Tek ve Ulu Tanrı" adına yaptırılmış ilk mabet oluşu, ayrıca tüm dinlerin inançlılarına açık olmasıdır.

Bu mabedin nasıl yapıldığı, Tevrat başta olmak üzere birçok dinsel kaynakta uzun uzun anlatılır. Yapımından sonra 370 yıl kadar ayakta durmuş olan bu mabet, M.Ö. 586 yılında Kudüs'ü ele geçirerek yağma ettirip yaktıran Babil Kralı Nebukadnezar (Nabu- kadanasor) tarafından yıktmlmıştır. Bu mabetten günümüze sadece birkaç temel taşı kalmıştır.

Ortaçağ'da birçok ülkede Mason denilen duvarcı, taşçı gibi çeşitli yapı zanaatkarlarının kurdukları meslek loncaları vardı. Bugün Operatif Mason adı verilenler, işte bu loncalarda çalışan yapı 16 işçileridir. Bu loncalar da günümüzde Operatif Mason Locaları olarak anılır. Bu localar, üyelerinin mesleki çıkarlarını koruyan, aralarında büyük bir dayanışma ile mesleki sırlan kendi içlerinden dışarıya asla sızdırmayan kuruluşlardı.

Operatif Masonluğun piri ve en büyük ismi olarak, Hazreti Süleyman Mabedi'nin Baş Mimarı Hiram Abifin ismi üzerinde bir anlaşmaya varılmıştır. Bu efsanevi kişilik, günümüz Masonluğunun en önemli ritüellerinde yer alır ve insanın kendisini yüceltmesi yolculuğundaki son noktanın, yani Kamil İnsan olabilme serüveninin zirvesinin sembolü olarak, Hiram şahsiyeti ve isminde vücut bulur.

Hz. Süleyman, hükümdarlığının dördüncü yılında tapınağın yapımını başlattı. Bu yıllar, Sur Kralı Hiram'ın hükümdarlığının ll. senesine rastlıyordu. Sur kalesinin inşasının üzerinden ise 240 sene geçmişti.

Kral Süleyman, tapınağın temelini çok sağlam bir şekilde oluşturmayı planlamıştı. Bu temelin zemin ile bütünleşmesi ve üzerine inşa edilecek olan görkemli yapıyı taşıyabilmesi gerekiyordu. İnşa edilen ilk bölüm tamamen beyaz taşlardan oluşmuştu. Bu bölümün üzerinde inşa edilen ikinci kat aynı ebatlardaydı. Binanın cephesi doğu istikametine bakıyordu. Yapının içerisinde otuz oda ve odalar arasında bağlantı sağlayan geçitler vardı. Binanın damı sedir ağacından yapılmıştı. İnşaat tamamlandığında ortaya çıkan eserin görkemi görenleri çok etkilemişti. Çünkü taşların göz alıcı parlaklığı ve intizamına karşın yapıda ne bir çekiç, ne de herhangi başka bir mimari alet darbesi veya bu çeşit bir aletin kullanıldığına dair bir iz yoktu.

Kral Süleyman'ın, üst kat odasına gizlice çıkabilmek üzere bir planı vardı. Bu plana göre mabedin duvar kalınlığında merdivenler örülecek ve bu merdivenler sedir ağaçları kütükleriyle beraber sanki bir destek sağlıyormuş gibi görünecekti.

Hz. Süleyman mabedini iki bölüme ayırdı ve iç bölümü en kutsal olarak niteledi. Bu en kutsal bölümün dışında ise bir dua sa-

17 hası yaptırdı. Dua etmek için yapılan bu yer ile gizli kutsal bölüm arasında kimsenin bilmediği bir geçit vardı. Bu gizli bölüm "Kutsalların Kutsalı" olarak biliniyordu ve içinde "Ahit Sandığı" saklıydı. Mabedin içinde veya dışında altın ile kaplanmamış hiçbir bölüm yoktu.

Hz. Süleyman, Sur kentinin dışında yaşayan ve altın, gümüş ve 'tlirinç işleme sanatları üzerinde usta olan Hiram'ı çağırttı. Hiram aynı zamanda tüm mabedin inşasını yöneten ve mabedin girişine, birini sağ ve diğerini sol köşeye olmak üzere iki sütunu koyan kişiydi. Bu sütunlardan soldakine B, sağdakine J adını veren yine Hiram'dı.

Hz. Süleyman bu muhteşem mabedi hiçbir masraftan kaçınmadan ve en pahalı, en değerli mücevherleri kullanarak tamamladı. Tek amacı Tanrı adına görkemli bir yapıt inşa etmekti.

Tapınağın kimi bölümlerine yalnızca din adamlarının girmesine izin verilmişti. Tapınağın girişinde halka açık ayrı bir ibadet yeri inşa ettirildi, buraya Tanrı'ya inanan herkes serbestçe girebilirdi.

Günümüzde "Ağlama Duvarı" olarak bilinen yer, bu tapınağın geriye kalan tek duvarıdır. Yahudiler bu tapınağa "Bet(h)a Mikdaş" derler. Tapınağın taşları ocakta yontularak gelmişti. Tapınağın yöneticileri Kohenler (Koanim) ve Levilerdi. Pergel, gönye gibi temel Mason simgeleri, duvarcı malzemeleri olarak, Hiram’ın kullandığı malzemelerden kaynaklanmaktadır.

Hiram Abif Kimdir

t

Hiram, dul bir kadının oğludur ve bu tapınağın yüklenicisidir. Hiram, tapınağın inşası sırasında çalışanlar arasında hiyerarşi oluşturmuş (üstad, usta, kalfa çırak vb) ve çalışanların sayısı çok fazla olduğu için, ücret ödeme zamanında kimin çırak kimin kalfa olduğu anlaşılsın diye her bir dereceye ayrı işaretler, el değdirmeler ve parolalar saptamış. Masonluktaki aşamaların, parolaların, şifrelerin saklanmasının önemi bu hikayeden ileri gelmektedir.

18

Bir gün üç kalfa, usta gündeliği almak isterler ama parolayı bilmemektedirler (parola Yehova’ymış ustalar için; Yehova, Tan- rı'nın söylenmesi yasak olan ismidir ve gematriası yani harflerinin sayısal değerlerinin toplamı 26'dır) ve bu parolayı öğrenmek amacıyla Hiram’ı sıkıştırırlar; ancak Hirarn parolayı söylemez ve öldürülür. Masonluktaki sır saklama, ketumiyet ve bunun önemi bu buradan gelmektedir.

Hiram’ı öldürenler, gömdükleri yerin üstüne de akasya dalları koymuşlardır. Mason mabedlerinde ya da logolarındaki akasyanın nedeni de budur. En büyük mason üstadına maşrak-ı azam denir; Hiram’ı aramaya çıkan başka üç usta Hirarn’ın cesedini bulduklarında, derisi soyulmuş vaziyette, çürümeye başlamış olduğunu görür ve İbranice bu anlamlara gelen "Maşrak" sözcüğünü haykırdıkları için, bundan sonra usta parolası Yehova değil maşrak olur. Hirarn’ın cesedi toprağa verilirken, ustalar, "Hiram’ın kanı üstümüze sıçramadı, biz temiziz" anlamında beyaz önlük ve beyaz eldiven giyerler. Mason törenlerinde eldiven ve önlük takılmasının nedeni de budur.

Masonlar isimlerinin yanına üçgen şeklinde üç nokta koyarlar. Bunun nedeni de Hiram’ın cesedini bulan ustaların üç kişi olmasıdır; üç sayısı bilim, hoşgörü ve doğruluk olarak kabul görür.

Masonluk, kuruluşu bakımından sadece sosyal, kültürel, bilgisel, töresel, felsefesel ve eğitsel nitelikli çalışmalar yapan bir dernekler topluluğudur. Masonluk, sanılanın ya da ileri sürülenin aksine, uluslararası bir kuruluş da değildir. Evrensel ülküsü bakımından tüm insanlığa yaygın bir amaç güder. Fakat her Mason derneği, kendi bulunduğu ülkenin sınırları içinde, o ülkenin yürürlükteki yasalarına göre örgütlenmiş bağımsız bir kuruluştur.

Uluslararası nitelik taşıyan birtakım Mason kuruluşları da vardır ama tek başına bir Mason derneğinin boyutu olsa olsa ulusaldır. Birçok Mason derneği ulusal bile değil, yöreseldir.

19

Masonluk, gelişimi süresince faklı anlayış ve örgütlenme biçimleri yaratarak tek bir yapı ya da dünya görüşüne sahip olmadığını ortaya koymaktadır. Bu yapılanmalardan en çok bilinen ve kapsayıcı olanlara kısaca değinmektc fayda vardır. Göz atacağımız ilk terimler Operatif Masonluk ve Spekülatif Masonluk olacak. Bu kavramların kökenlerini ve kelime anlamlarını da böyle incelemeye başlamış olacağız.

Şimdi Masonluğun tarihsel kökenlerini ve bu kökenlerle ilgili olarak günümüze dek uzanan söylence ve bilgileri genel hatlarıyla incelemeye başlayacağız.

20

MASONLUĞUN ETKİLENDİĞİ
KAYNAKLAR VE TARİHSEL
KÖKENLERİ '

Masonluk, 18. yüzyılda kurumlaşmaya başlayıncaya dek, zaman içerisinde çeşitli kaynaklardan beslenmiş, köklerini oldukça eski inançlardan, toplumsal hareketlerden ve çeşitli dini akımlardan farklı parçaları bir araya getirmiş ve böylece günümüzdeki formuna kavuşmuştur. Bu kaynakların her birini tespit etmek mümkün olmasa da bilindiği kadarıyla ağırlıklı olarak gnostik inançlardan etkilenerek şekillenmiştir.

MASONLUK VE EZOTERİZM

Ezoterik doktrin, Masonlukta daha 1. derece olan çırak derecesinde inisiyelere verilmeye başlanır. Locanın yöneticisi olan Üstadı Muhterem toplantıyı açarken, "Bir Mason arasıra günlük hayatın kaygılarından uzaklaşmalı ve düşünceye dalmalıdır. İşte o zaman düşüncelerimiz, Evrenin Ulu Mimarı dediğimiz Yüce Varlığa doğru yükselmeye başlar. Dileriz ki, o Yüce Varlıkla aramızdaki mesafeyi daha çabuk aşabilmek için ortak çalışmalarımız bizeyeni kuvvetler versin" der. Bu açıklamadan da görüldüğü gibi Masonlukta hedef hakikate varmak, Yüce Varlığa erişmektir.

21

Locanın doğusunda, Üstad-ı Muhterem kürsüsü arkasında bir Güneş, bir Ay ve her ikisinin ortasında da Üçgen içinde bir Göz sembolü bulunmaktadır. Naacal ve Hermes öğretilerinde gördüğümüz gibi Güneş, Tanrı'nın eril embolü, Ay da dişil sembolüdür. Üçgen içindeki göz ise, Tanrı'nın gözünün daima insanlar üzerinde olduğunu simgelemektedir. Diğer ezoterik ekollerde olduğu gibi Masonluk'ta da başkan, yani Üstadı Muhterem, Tanrısal iradenin loca içerisindeki ifadesidir. Bu nedenle kendisine mutlak itaat zaruridir. Üstadı Muhterem, güneşin doğuşuna atfen, doğuda oturur. Bir loca sembolik olarak, güneşin ilk ışıklarının ortaya çıktığı, yani Tanrısal aydınlanmanın var olabildiği anda çalışmalarına başlar.

Masonlar, tüm insanlık için bir ülkü mabedi yapmak amacıyla çalışırlar. Masonluğun bu görevi ancak tüm insanların mükemmele ulaşmaları ile son bulacaktır. Masonlara göre Tanrının insanlara verdiği en büyük vasıf akıldır. İnsanlar akıllarını kullanarak "iyiyi, doğruyu ve güzeli" aramakla yükümlüdür. Mason mabedi üç sütun üzerinde ayakta durmaktadır. Bunlar, akıl, kuvvet ve güzelliktir.

Masonluğa giriş töreni de, ezoterik doktrin yanlılarının kendi örgütlerine girişte asırlardan bu yana kullandıkları yöntemlerin bir sentezi durumundadır. Aday önce her tarafı kapalı bir hücreye alınmakta ve düşünceleriyle başbaşa bırakılmaktadır. Bu odada, eski simyacılann ve şövalyelerin kullandıkları "Vitriol" kelimesi dikkati çeker.

Aday daha sonra, gözleri bağlanarak törenin yapılacağı mabede götürülür ve burada Dante'nin İlahi Komedisinde anlattığı gibi üç sembolik yolculuk yaptırılır. Yolculuk başlamadan önce adaya Tanrı’ya inanıp inanmadığı sorulur. Aday ancak Tanrı’ya olan inancını teyit ederse tören devam edebilir. Aksi halde, geri çevrilir. Zaten adayın Tanrı’ya inancı, kabulü için doldurduğu istek formunda da araştırılmıştır. Tanrı’ya inanan bir insan olduğunun görülmesi durumunda merasime davet edilir.

22

Mabetteki ilk yolculuk oldukça zordur ve sonunda aday Su sınavına tabi tutulur. Daha kolay olan ikinci yolculuğun sonunda Ateş sınavı, çok kolay olan üçüncü yolculuğun sonunda da Toprak sınavı vardır. Eski çağlarda son derece çetin olan bu sınavlar, uygarlığın gelişimi doğrultusunda giderek kolaylaşmış ve günümüzde sembolik birer konuma gelmişlerdir. Yolculuklardan sonra adaya, yok olmak veya ölümün ötesine geçmenin kendi elinde olduğu hatırlatılır ve kendisine verilecek tüm sırlan saklı tutacağına dair yemin ettirilir. Ketumiyet yemini her derecede yinelen-: -'.

i"- mektedir. Yemin, "Evrenin Ulu Mimarı"nın adını anarak ve kui:sal kitaplar üzerine el konularak yapılır. Daha sonra adayın gözlerindeki bağ açılır ve "Hakikatin Nuru"nu görür. O artık bir "Çırak Masondur."

Mabedin ortasında bulunan yemin kürsüsünün üzerinde her üç semavi dinin, Yahudilik, Hristiyanlık ve Müslümanlığın Kutsal Kitapları bulunur. Her üç kitabın varlığı, Masonluk için dinler arasındaki ikincil farklılıkların öneminin olmadığını, tek gerçeğin Tanrı’nın varlığına inanmak olduğunu gösterir. Kitaplar, çalışma sırasınca açık tutulur. Bu da, tüm dinlere karşı Masonluğun hoşgörüsünün ifadesidir. Üstadı Muhterem, çalışma başlarken, Hakikatin Nurunun çalışmaları aydınlattığını ifade eder.

Locanın görevlilerinden Hatip, yeni çırağa hitaben yaptığı ilk konuşmada, görevinin her türlü noksanlık ve kusurlardan kurtulmak olduğunu, bunu başarmak için Masonluğun kendisine yardımcı olacağını belirtir. Birey daima kendini kontrol etmeli vfcU.. bu sayede doğruya, iyiye ve güzele yönelerek sürekli tekamül et- ' melidir.

Çırak Mason’a adım adım sunulan öğretide Semboller Dili kullanılır. İnisiasyon töreni Masonun Tanrı’ya ulaşmasındaki ilk adımdır. Masonluğun hedefi üyelerini tekamül ettirmektir. Ancak bu tekamül, her bireyin kendi kapasitesi ile sınırlıdır.

ESKİ MISIR İNANIŞLARI

Mısır, tarihinin ilk dönemlerinde farklı kabilelerden, daha sonra da farklı uluslardan oluştuğu için, Mısır panteonu çok sayıda tanrı ile doludur.

Aşağı ve Yukarı Mısır’ın birleşmesinden önce yerel birçok kült vardı ve her kabile farklı bir tanrıya tapardı. Bu kültler en sonunda, Aşağı Mısır ve Yukarı Mısır krallıklannın dinini oluşturmuştur. Bu sistem her kabilenin inançlarından izler taşıyordu. Ayrıca, bir savaş sonrasında, yenen kabile, yenilen kabilenin tanrısını da kendi panteonuna dahil ediyordu.

Birleşme olduğu zaman ise hanedan soyunun en büyük tanrısı Horus, en büyük tanrı olarak kabul edilmiştir. Horus hakkında çok fazla bilgimiz yoktur. Fakat Horusun bir Gök-tanrı olduğu sanılmaktadır. Ayrıca firavunun da yaşayan Horus olarak görülmesi de bu kült ile ilintilidir.

Horus kültünün yanında Seth kültü de halk kitleleri arasında varlığım korumuştur. Yukarı Mısır'da yaygınlığını koruyan Seth kültü hanedanlar zamanında da devam etmiş, özellikle de İkinci Hanedan zamanında Seth bir süre Horus'un yerine en büyük tanrı utarak tanınmıştır.

A A

Horus ile Seth arasındaki bu çekişme sonraki dönem mitolojisine de yansımıştır. Seth kültü Mısır'da uzun süre varlığını sürdürmüş ve daha sonra göreceğimiz gibi, Seth kötü güçlerin temsilcisi olmuştur.

Mısır'ın arkaik dönemine baktığımızda, farklı yerlerde farklı tanrıların önem kazanmış oldukları görülmektedir. Heliopolis'te Ra, Memfis'te Ptah, Busiris'de Osiris önemli tanrılar arasındadır.

Heliopolis yaradılış efsanelerine göre, Atum/Ra tek bir erkek tanrı olduğu için ancak masturbasyon yolu ile başka varlıkları meydana getirmiştir: "Şu ve Tefnut . "

Adını "kaldırmak" anlamına gelen bir sözcükten alan Şu, Yunan mitolojisindeki Atlas gibi gökyüzünü taşır. Aslında Şu havayı sembolize etmektedir.

Tefnet ise Şu'ııun ikiz kardeşi olduğu gibi aynı zamanda karsıdır. Kökeni daha eskiye hatta Güneş kültüne dayandığı zannedilen Tefnet, daha çok havadaki nemi ve yağmuru sembolize eder. Bazı metinlerde kardeşi Şu ile beraber, güneşin doğuşundan itibaren gökyüzünü taşır.

Şu-Tefrut çiftinden iki önemli tanrısal varlık doğar. Bunlar Geb ve Nut'tur. Erkek olan Geb Mısır toprağını, daha genel olarak da yeryüzünü temsil eder. Dişi olan Nut ise gökyüzüdür. Burada Mısır mitolojisinin Hint-Avrupa mitolojilerinden farkını görürüz. Hint-Avrupa mitolojilerinde genelde yeryüzü dişidir. Efsaneye göre Geb ve Nut önceden birbirlerine yapışıkken daha sonra Şu tarafından birbirlerinden ayrılmışlardır.

Geb ve Nut’tan ise dört tanrı doğar: Osiris,

Isis, Seth ve Nephthys.

Bu konuda Plutarkhos'un "De Iside et Osiride" adlı eserinde ilginç bir mitos vardır. Plutarkhos asıl söylenceye sadık kalmasa da efsane doğa olaylarını açıklaması açısından da önemlidir. Efsaneye göre Ra'nm karısı Nut, Geb'i kendisine aşık eder. Bunun üzerine

25

Ra Nut'a bir ceza verir ve ona yılın hiçbir ayında ya da gününde çocuk sahibi olamayacağını söyler. Ra’nın emirleri hiçbir zaman reddedilemeyeceği için, Nu çareyi Thot’tan yardım istemekte bulur. Thot uzun uzun düşündükten sonra aklına iyi bir fikir gelir. Ay tanrıçası Selene’ye gider ve onu tavla oynamaya davet eder. Tanrıça bu oyunu kaybederse aydınlık bölümlerinden yedide birini Thot’a verecektir. Oyunu Thoth kazanır. Selene aynen söz verdiği gibi ışığının yedide birini Thot’a verir. Thoth tanrıçadan aldığı ışıktan beş gün yaratır ve bu günleri yıla ekler. Böylece Nut, hiçbir yıla ve aya ait olmayan bu beş günde doğum yapabilecektir. Nut’un Osiris, Horus, Seth, !sis ve Nephtys adlarında beş çocuğu olur. Osiris birinci günde, Horus ikinci günde, Seth üçüncü günde, !sis dördüncü günde ve Nephtys beşinci günde doğarlar.

Osiris

Osiris doğanlar içinde en büyükleridir ve bu nedenle, Geb gökyüzüne çıktıktan sonra, Mısır toprakları üzerinde hüküm sürme hakkı ona aittir. Osiris’in üstünlüğü daha doğumunda belli olmuştur. Osiris doğduğu zaman gizemli bir ses "Evrenin Efendisinin geldiğini söylemiştir.

Osiris adı, aslında Mısır dilinde Usir olan tanrının adının Yu- nanca’ya uydurulmuş şeklidir. Osiris Yunanlılar tarafından Diony- sos ve Hades ile bir tutulmuştur. Osiris, güzel yüzlü, koyu tenli ve insanlardan daha uzun resmedilmiştir. Osiris’in tahta geçme miti aynı zamanda meşru firavunun da tahta geçme miti ile ilintilidir. Güneş-tanrı’nın hükümdarlığını Osiris’e vermesi gibi, firavun da gücünü Güneş-tanrı’dan almaktadır. Ayrıca bu mit, firavunun hükümdarlığına ait bazı usulleri de meşrulaştırmaktadır.

Osiris’in tahta geçtikten sonra ilk yaptığı işlerden biri, ilkel bir hayat süren Mısırlıları uygarlaştırmak olmuştur. Osiris onlara ilk tarım araçlarını yapmayı, toprağı işlemeyi, buğdayı ve üzümü yetiştirmeyi, ekmek, şarap ve bira yapmayı öğretmiştir. Ayrıca ilkel

26 Mısırlılara ilk defa tapınak inşa etmeyi ve tannlara tapmayı öğreten ve dini törenleri düzenleyen de Osiris’tir. Hatta ikili flütü de ilk Osiris yapmıştır.

Osiris, şu an Louvre Müzesi’nde bulunan Amenmos Steli’ne göre, bolluk ve bereket getiren bir doğa tanrısı özellikleri de taşımaktadır. Osiris, yeraltı ve yer üstü kaynaklarına hükmetmekte, onun isteğiyle rüzgarlar esmekte, ekinler yeşermekte ve hayvanlar yetişmektedir.

Osiris Mısır’ın uygarlaştırılmasını tamamladıktan sonra, bütün dünyanın uygarlaştırılması işine girişir. Tahtı kardeşi ve aym zamanda da karısı olan İsis’e bırakır ve yanında veziri Thot, Anubis ve Ofois ile birlikte sefere çıkar. Uzun süre dünyanın uygarlaşması için çalışır. Burada Anubis için de bir parantez açmak gerekmektedir. Eski Mısır’da Anpu diye adlandırılan Anubis, mitolojiye göre, ölülere Öteki Dünya’nın yolunu gösteren çakal başlı varlıktır. Piramit metinlerinde, Anubis Ra’nın oğlu olarak yer alır. Başka metinlerde ise Osiris ya da Seth ile ilişkilendirilir. Osiris ile ilgili efsanelerde, adı çok sık geçmese de Anubis’in önemli bir yeri vardır. İlk olarak Anubis, daha önce de gördüğümüz gibi dünyanın fethine Osiris ile birlikte çıkmıştır. Ancak bu fetih savaşla yapılan istila anlamına değil, insanların uygarlaştırılması anlamına gelmektedir. Aslında bu efsaneden yola çıkarak, Anubis, tanrıların insanları eğitmesinde önemli rol oynayan varlıklardan bir olarak karşımıza çıkar. İkinci olarak da Anubis Osiris’in ölümünden sonra onun "vücudunun" korunması işini üstlenir. Hk olarak görevi bu olan Anubis, zamanla Osiris’in cenazesi ile olan ilgisinden dolayı ölü kültleri ile ilgili bir özellik kazanmış ve mumyalama ve ölünün yargılanması ile ilgili yol gösterme görevleri gibi görevler üstlenmiştir.

Osiris döndüğünde ülkesini, İsis’in başarılı yönetimi sayesinde çok iyi durumda bulur. Ancak bu dönem uzun sürmez. Tahta geçmeyi arzulayan, fakat Osiris’in yokluğunda dahi hüküm süre- meyen Seth, Osiris’i yok etmek için bir plan hazırlamıştır. Bu pla-

27 na göre Seth, Osiris'in ölçülerine göre bir sandık hazırlatır ve sandığı en değerli taşlarla süsletir. Seth, bundan sonra kendisine yardım eden yetmiş iki kişiyle birlikte planını uygularnaya koyulur.

Seth büyük bir yemek verir ve Osiris’i de çağınr. Osiris hiçbir şeyden şüphelenmcyerek yemeğe gider. Yemek sonunda Seth, sandık kirnin ölçülerine uyarsa, sandığın sahibinin o olduğunu söyler. Denernek için herkes sırayla sandığın içine yatar. Sıra Osiris’e gelmiştir. Osiris yatar yatrnaz Seth sandığı çiviler, eritilmiş kurşunla lehirnler ve Nil nehrine atar. Böylece Seth planını uygulamıştır. Bu olay Osiris'in krallığının yirmi sekizinci yılında, Athyr ayının on yedisinde olmuştur.

lsis bunu duyunca üzüntüsünden saçlarını keser, elbiselerini parçalar ve Osiris’in kapatıldığı sandığı aramaya çıkar.

Osiris'in kapatıldığı sandık, Fenike'ye, Byblos kentine kadar sürüklenmiş ve burada karaya vurmuştur. Karaya çıktığı yerde ise süratle büyüyen bir ağaç sandığı gövdesinin içine almıştır.

Byblos Kralı Malkandros bu ağacı gördüğünde hayran kalır ve ağacı kestirerek sarayına sütun olarak diktirmeye karar verir. Ağaç kesildiğinde çok güzel bir koku çıkarmıştır.

Bu olay İsis'in kulağına kadar gelmiştir. !sis durumu anlar ve Malkandros’un sarayına gider. Burada önce Astarte’nin çocuğunun dadısı olur.

lsis bir gün çocuğu ölümsüz yapmak ister ve bu amaçla çocuğu ölümsüzlük ateşine batırır. Bunu gören kraliçe çığlıklar atarak İsis'i engeller. lsis artık kendini tanıtmak zorunda kalır. Daha sonra Kral Malkandros'dan izin alarak ağacın gövdesini açar ve içinden sandığı alır.

lsis sandığı vatanına geri getirdikten sonra, Buto şehrine, oğlu Horus'un ziyaretine giderken sandığı, güvenli zannettiği bir yere saklayarak bırakır. Gece dolunayda avlanan Seth sandığı bulur ve Osiris'in bedenini tanır. Bunun üzerine, Seth Osiris'in bedenini on dört parçaya ayırır ve bu parçaları Mısır toprakları üzerine dağıtır.

:8

Bunu duyan Isis papirüs ağacından yapılma bir tekneye biner ve bütün Mısır'ı dolaşarak Osiris'in bedeninin parçalarım toplar ve parçaları her bulduğu yere bir tapmak diker. Bu yüzden Mısır'ın birçok yerinde, içinde Osiris'in cesedinin bulunduğu söylenen tapmaklar vardır.

Efsanenin sonunda ise Osiris'in oğlu Horus Seth'i yener. Yeniden canlanan Osiris artık bu dünyada yaşamak istemez ve hükmetmek için ölüler ülkesine gitmeyi tercih eder. Burada yine Anubis ile birlikte olacaktır. Anubis ölüleri yargılanması için Osiris'e getirecektir.

Efsanenin klasik yorumuna göre Osiris, aslında diğer bahar ve toprak kültleri ile ilgili efsanelerde olduğu gibi doğanın ölümünü ve ilkbaharda yeniden canlanmasını temsil etmektedir. Başka yorumlara göre Osiris'in yazın kuruyan Nil Nehri'ni temsil ettiği ya da günlerin uzayıp kısalmasını belirttiği söylenebilir.

Daha önce de edebiyat tarihinde örnekleri görüldüğü gibi Plu- tarkhos, diğer Yunan yazarları gibi, efsaneyi biraz tahrif etmiş olsa da var olan bir efsaneyi anlattığı kesindir. Zaten piramit metinlerinde ve Ölüler Kitabı'nda buna benzer motiflerin yer alması bunu kanıtlamaktadır.

Ancak her efsanede olduğu gibi bu efsanede -de daha derin anlamlar olduğu kesindir.

Bu efsaneyi dikkatle incelersek, başka bir yerden gelen bir kişinin yanında diğerleri ile birlikte insanları eğittiğini ve daha sonra da kardeşi (ya da onunla birlikte gelen diyelim) tarafından öldürüldüğünü, fakat vücudunun (belki de kurduklarının) bir başkası (Anubis) tarafından korunduğunu görüyoruz.

Daha ileri bir uygarlıktan gelip Mısır halkını eğitmiş başka toplulukların olması da olası bir durum olarak gözükmektedir.

29

Mısır İnanışlarının Yer Altına İnişi

M.S. 390 yılında İskenderiye'deki Serapis Tapınağı ve hemen yanı başındaki Büyük İskenderiye Kitaplığı Hristiyanlar tarafından yıkıldı. M.S. 415 yılında ise ünlü filozof ve matematikçi Hypatia, bir Hristiyan keşişler grubu tarafından öldürüldü. Bu iki ayrı olay, yüzyıllar süren Mısır inançlarının sona erdiğini ve "Karanlık Çağ- lar"ın başladığını gösteriyordu.

Mısır dini, M.S. 2. ve 3. yüzyıllarda olağanüstü bir hızla yok olmuş; Mısır, diğer Roma eyaletlerinden önce Hristiyanlığı ateşli bir biçimde kabullenmişti. Aslında Mısır dininin hızlı çöküşünün, firavunlar devletinin ve Mısır ulusunun erimesi ile oluştuğunu söylemek olanaklıdır. Mısır, M.Ö. 700'den beri çoğunlukla yabancı uluslar tarafından yönetilmişti. Etiyopyalılar, Persler, Yunanlılar ve Roma İmparatorluğu Mısır topraklarını her zaman özel bir eyalet olarak görmüşlerdi. Bu yabancı yöneticiler, Mısır dini ile iyi ilişkiler içinde olmayı ülkenin denetimi için bir önkoşul olarak saymışlardı. Mısır inançları tüm bu dönemler boyunca da gelişip yayılmasını sürdürmüştü. Ancak, bu olumlu dönem Mısır dininin sonraki yıllarda ortaya çıkan hızlı çöküşünü daha ilginç biçime getirmektedir. Zira Mısır dininin çöküşü, yabancıların baskıcı yönetimine bağlanabilseydi, çöküşün çok daha önceleri, örneğin Pers yönetimi altındaki M.S. 4 ve 6. yüzyıllar arasında gerçekleşmesi gerekirdi.

Mısır'ı yöneten Makedon kökenli Ptolemiler, bir taraftan kendilerini Mısır uygarlığını koruyucusu gibi gösterirken, diğer taraftan Mısır uygarlığı tarafından özümsenme tehlikesinin bilincin- deydiler. Bu bakımdan Ptolemiler, kendi kültürlerini korumaya ve Mısır'ı Yunanlılar eliyle yönetmeye kararlıydılar. Mısırlı rahipler ise, her ne kadar yabancı yöneticiler ile iyi geçinmeye çabalasalar da, kişisel düzeyde yönetimden uzak kalmaya ve bir ölçüde Mısır ulusçuluğunu korumaya gayret etmişlerdi. Ancak, M.S. 2. yüzyıla gelindiği zaman, dört yüz yıl süren Yunan yönetiminden sonra, Mısırlı ve Makedonyalı üst sınıflar ortak bir Helen uygarlığı içinde 30

Mısır dini ile kaynaşmışlardı. Roma yönetimi ise, Mısır dinini coşku ile "uluslararası" niteliğe kavuşturmaya çabalamış, oysa bu yaklaşım Mısır ulusçuluğunu savunan rahiplerin konumunu zayıflatmıştı.

M.S. 3. ve 4. yüzyıllarda Mısır dinine karşı oluşan düşmanca duyguların belirli bir sınıfsal temeli vardı. Hristiyanlık, başlangıçta zenginlere karşı yoksul ve orta sınıfları temsil ediyordu. Bu nedenle Mısır tapınaklarının inanılmaz zenginliklere sahip olması ve rahiplerin yoksulları sömürmesi tepkilere yol açmıştı. Helenleşmiş kozmopolit üst sınıfların sürdürdüğü Mısır dinine karşı, Filistin'den gelmiş olmasına karşın uluslararası bir nitelik taşıyan Hristiyanlık, yoksulları yanına çekmeyi başarmıştı.

Bu toplumsal ve siyasal etkenlerin Mısır dininin yıkılmasında önemli bir pay sahibi oldukları konusunda kuşkuya yer yoktur. Ancak, bu etkenler hızla gelişen acil sorunlar olmaktansa, yavaş yavaş büyüyen, uzun vadeli gerilimlerdi. Yine de Mısır dininin çöküşünde başrolü oynayan, şaşırtıcı bir örgütlenme yeteneğine ve coşkusuna sahip olan, tektanncı ve evrensel Hristiyan inancının herkese kolaylıkla ulaşabilmesiydi. Hristiyanlığın giderek daha güçlü bir biçimde yerleştiği M.S. 150 ile 450 yılları arasında Mısır büyük bir siyasal ve dinsel belirsizlikler ve çeşitlilikler döneminden geçmekteydi. Antik Mısır inançlarının bir ölçüde mirasçısı konumunda bulunan Hermesçiler, Neo-Platoncular ve Gnostikler, Tanrı'ya bireysel olarak ya da ezoterik örgütlenmeler sayesinde ulaşılabileceği inancına eğilim göstermekteydiler. Bu yollara girebilmek içinse, gizemli ve çetin bir inisiyasyon sürecinden geçmek zorunluydu. Bu yöntemin kilit unsurlarından biri, her adayın içmek zorunda olduğu gizlilik andıydı.

Söz konusu gruplar her türlü açıklığa düşmandılar; zira gerçek bilgelik ancak ezoterik bir dizge içinde ve uzun bir süreç sonunda elde edilebileceğine inanıyorlardı. Bu örgütler için en önemli unsur inançlarının içerdiği gizemlerdi. Bu gizemleri, başkalarına açıklamak inançlara kökten ihanet etmek anlamını taşırdı.

31

Thoth Kültü

Antik çağın sonlarında bir "üçleme" saplantısı vardı. Hristi- yanhğın "üçlübirlik" (teslis) inancında ve Hermes Trimegistos (Üç Kez Güçlü Hermes) geleneğinde bu olgu kolaylıkla görülebilir. Hermesçiler, Neo-Platoncular ve Gnostikler arasında iki temel türden üçlübirlik uygulaması vardı. Bunların ilkinde, tıpkı Hristiyan- lıkta olduğu gibi, bir baba Tanrı, babanın gücünü harekete geçiren bir oğul ve baba ile oğul arasında bir tür köprü iŞlevini gören üçüncü bir güç vardı.

Daha yaygın olan ikinci üçlübirlik ise, yaratıcı gücün yani "Demiurgos"un ardında bir "Gizli Tanrı" olduğu inancına dayanıyor; bu iki Tanrı ya birbirinde tümüyle ayrı ya da gizemli bir biçimde birleşmiş olarak görülüyordu. "Gizli Tanrı" yani Platoncu düşüncedeki "iyilik" ilkesi ya da "llk llke" yaratma eyleminin karşısındaki saf düşünceydi. Üçlübirliğin üçüncü üyesi büyük bir çeşitlilik gösteriyor, '" Dünyanın Ruhu", "Tanrısal Akıl" olarak adlandırılıyordu. Ancak temel işlevi, bir yandan üçlübirliğin diğer iki unsuru arasında köprü görevi görmek, diğer yandan da onları birbirinden ayırmak gibi diyalektik bir işlevdi.

Aslında Hermesçilik, Neo-Platonculuk ve Gnostisizm "iki katlı" felsefelerdi. Bir katında kitleler için inançlar, öteki katında seçilmişler için bilgi yani "Gnosis" vardı. Ne var ki, Gnosis akılsal bir bilgi olmayıp, insanın kendini bilmesi gibi sezgisel ve bilinçsel bir süreci kapsamaktaydı.

Aydınlanmış azınlık olarak seçkinler eğitimle, etik ve dinsel uygulamalar sayesinde Tanrı'ya, kitleler için gizli olan İlk Neden'e yaklaşabilirlerdi. Kitleler ise Demiurgos'un ötesinde hiçbir şeyi göremezdi. İnsanın kendi içine dönüşü, ezoterizm ve seçkincilik, insanın fiilen ya da potansiyel olarak Tanrısal olduğu inancını da birlikte getiriyordu. Bunun kaynağı, ölen firavunun Osiris'e dönüştüğü biçimindeki Mısır inancı olabilir. Mısır dininin geç dönemlerinde bu inanç bir biçimde demokratikleşmiş ve halka açılmıştı. Her

32

insan, kendini adama, iyi bir eğitim ve doğru bilgi sahibi olmakla, Osiris'e dönüşme ve böylece ölümsüzlüğü elde etme şansına kavuşmuştu. Mısır inancında Tanrı, insan da dahil olmak üzere, her şeyde var olabilirdi.

Hermesçi, Neo-Platoncu ve Gnostik akımların formel bir örgütlenmeden yoksun olmaları ve insanın iç dünyasına yönelik böyle yöntemlerin bireyselliği zorunlu kılması, kurumsallaşmış Mısır dininin çöküşünden sonra ortaya çıkan kaotik duruma pek uygun düşüyordu. Misır dininin kalıntılarından doğan üç inanç akımı Hermesçilik, Neo-Platonculuk ve Gnostisizm idi. Hermesçi- ler, her şeye kafa tutarak, Mısırlı kaldılar. Neo-Platoncular Helen- leşerek bağlılıklarını Platon düşüncesi üzerinde yoğunlaştırdılar. Gnostikler ise kendilerini Hristiyan olarak gördüler Kuşkusuz bu üç akım arasında ayrılıklar ve rekabetler oluyordu. Yine de bu üç akım birbirlerine yalnızca biçimsel olarak benzemekle kalmıyorlardı; aralarında ilişkiler kuruyor ve birbirlerinin yapıtlarından etkileniyorlardı.

Sözünü ettiğimiz üç akım arasında en eskisinin Hermesçilik olduğuna ve diğer iki akımın oluşması üzerinde doğrudan etkisi bulunduğuna kuşku yoktur. Öte yandan, Hermesçilik de Helen, Yahudi, Pers, Mezopotamya ve Mısır dinlerinden etkilenmiştir. Ancak din tarihçileri arasında bu etkilerden hangisinin en büyük ağırlığa sahip olduğu konusunda pek ateşli tartışmalar sürmektedir. Elbette bu tartışmalar Hermesçiliğin yaşı sorununu da gündeme getirmektedir. Hermesçiliğin ve Hermesçi literatürün (Corpus Hermetica) Mısır kökenli olduğunu savunanlar, akımın tarihini de geriye doğru götürme eğilimini taşımaktadırlar.

Aslına bakılırsa, Mısırlılarca Demotik yazıyla ve Kıpti dilinde yazılmış olan Hermetica'nın üzerinde önemli ölçüde eski Mısır inanç ve uygulamalarının etkisi olduğunu kabul etmek mantıklıdır. Üstelik Roma döneminde kimse Hermesçiliğin Mısırlı olduğu düşüncesine karşı çıkmamıştır.

33

Ancak, Hermesçiliğin kökeni 'sorunu göründüğünden daha büyük öneme sahiptir. Sorun, Hermesçiliğin yalnızca Gnostisizm ve Neo-Platonculukla bütünsel bağlantısında değil, aynı zamanda bir bütün olarak Platonculukla, yani doğrudan Helen felsefesi ile ilişki içinde olup olmamasındadır. Zira, Hermesçilik ile "Yuhanna İncili" ve "Aziz Pavlus'un Mektupları" arasında yakın bir benzerlik bulunmakta, Hermesçiliğin Hristiyan teolojisini doğrudan etkilemiş olduğu belirlenmektedir. Eğer Hermetik metinler (Hermeti- ca) Hristiyanlık öncesine ait ve Mısır kökenli ise, o zaman Hristiyan teolojisinde, bugüne kadar ileri sürülen Helen ve Platon etkisinin dışında, Mısır etkisinin olduğunu kabul etmek gerekecektir. Üstelik, Platon ile Pythagoras'ın fikirlerini Mısır'dan aldığı yolundaki görüşü reddetmek iyice güç olacaktır.

Hristiyanlığın düşünsel temelinde Ari ırk dışında bir kökenin bulunmasına şiddetle karşı çıkanlar, Hermetica'nın tarihlendirme- sini M.S. l ve 3. yüzyıllar arasına oturtmaktan çekinmemişlerdir. Oysa, Hermetik metinlerin daha eski dönemlere tarihlendirilmesi gerektiğini işaret eden en önemli nokta, Hermes'in Mısır Bilgelik tanrısı Thot ile özdeş olmasıdır. Bu özdeşlik konusunda tüm bilim adamları fikir birliği içindedir. Ayrıca "Thot'un Yazıları" düşüncesinin çok eski olduğu açıktır. 18. Sülale zamanında revaçta olan "Ölüler Kitabı" içinde "Thot'un Yazıları" sık sık anılmaktadır. Plutharkos da "Hermes'in Yazıları"ndan söz etmektedir. Tüm bunlara ek olarak, DHWTY (Üç Kez En Büyük Thot) sözcüğü Yukarı Mısır'daki Esna'da bulunmuş ve M.Ö. 3. yüz yıldan kaldığı belirlenmiştir. Ayrıca, DHWTY sözcüğü Sakkara'da bulunan M.Ö. 3. yüzyıllara ait Demotik metinlerde de okunmuştur. Bu yeni bulgular, Hermes Trimegistos'u ve Hermetik metinleri Hristiyanlık öncesine tarihlendirmektedirler.

Genellikle Thot kültünün en çok Ptolemiler döneminde yayıldığına inanılmaktadır. Oysa, bin yıl önceki döneme ait "Ölüler Kitabında Thot son derece önemli bir konuma sahip olan ve en çok dua edilen tanrıydı. Fakat, eski Thot kültü ile Hermesçilik arasın-

34 da kesin bir ayrım çizgisi çekilmesinin nedeni, Hermesçiliğin soyut Platoncu felsefesidir. Önceki dönemlerde Mısırlıların soyut din kavramları oluşturabilmesi olanaklı görülmemiştir. Oysa bu kanı da yanlıştır. M.Ö. 2. bin yıla tarihlendirilen "Memfis Teolojisi" adlı metinler bu kanının yanlışlığına kanıttır. Bu metinlerde, tanrı Ptah evreni önce kalbinde yaratmakta, sonra konuşma eylemiyle gerçeğe dönüştürmektedir. Bu anlayış, Platoncu ve Hristiyan "Logos" (Kelam) anlayışına dikkat çekecek ölçüde benzemektedir. Mısır dininde Thot yazının mucidi, matematiğin başlatıcısı, tılsımlı sözlerin ustası, Tanrısal konuşma eyleminin ve hatta evrenin yaratıcısı olarak görülüyordu. Bu son iki özelliğiyle Thot, "Memfis Teolojisi" metinlerindeki Ptah ile özdeşleşiyor ve sonradan gelişen Platon felsefesi ve Hristiyan teolojisindeki "Logos" kavramına da uygun düşüyordu.

Thot ya da Hermes Trimegistos, tüm farklı yönleriyle, "iki katlı" felsefelerdeki bütün önemli rolleri üstlenebilir. Tanrıların babası ve yüce akıl olarak "Gizli Tanrı'' olabilir. Harekete geçiren güç ve "Logos" olarak "Demiurgos" rolünü alabilir ve nihayet Tan- rı'nın iki unsurunu birleştiren ve ayıran "Kutsal Ruh" olabilir. Ancak, sonraları baskın duruma çıkan gelenek Hermes'i bir filozof ya da ahlak eğitmeni olarak yorumlamaktaydı.

Bu durumda, Hermes'in tanrılıktan bilgeliğe dönüştürülmesi ile karşılaşıyoruz. M.Ö. 3. yüzyılda Platon yazının, sayıların, astronominin kurucusu olarak Thot'tan söz etmiş, Thot'u hem bir tanrı, hem de bir bilge olarak görmüştür. Abderalı Hekaistos ise, Her- mes-Thot'u büyük bir bilge olarak tanımlamıştır. Tanrıların zaman içinde ölümlü bilgeler durumuna dönüştürülmesi tüm dünya inanç sistemlerinde görülen bir olgudur. En önemli tanrıları, Mısır'ın ilk firavunları olarak gören gelenek M.Ö. 13. yüzyıla kadar geri gitmektedir. Ancak çoğunlukla bu gelenek, tektanrıcılığın ya da tektapımcılığın (Monolatria) ortaya çıkmasıyla ilişkilendiril- mektedir. Bunun nedeni, tekel savına dayanan inançların, diğer tanrılara hoşgörü ile bakamamasıdır.

35

Özetlemek gerekirse; Neo-Platonculuk ve Gnostisizm öncelikle Mısır'da, büyük ölçüde Helenleşmiş Mısırlılar arasında, kurumsallaşmış Mısır dininin yıkılmasından sonra yayılmışlardır. Bu akımların ve müritlerinin oluşmasında Hermesçi düşünceler önemli bir rol oynamış ve merkezi bir yer tutmaya devam etmiştir. Thot-Hermes kültü Mısır dininde her zaman önemli olmuştur; fakat özellikle M.0. 2. binyılın ikinci yarısında gittikçe daha önemli duruma yükselmiştir. Hermetik yazılar yani "Thot'un Yazıları" kavramı oldukça eskidir. Ne var ki, günümüze kalmış haliyle bu metinler, bunalım içindeki Mısır dinini temsil etmekte ve Mısır dışından aktarılmış düşünceleri de içermektedir. Büyük olasılıkla Hermetica'nın kapsamında, M.Ö. 6. yüzyıldan M.S. 2. yüzyıla kadar uzanan bir süre boyunca yazılmış yazılar mevcuttur. Yine de, göreceli olarak geç bir dönemde yazılmış olmasına karşın Hermetik metinler, çok daha eski dönemlere ait birçok dinsel ve felsefi düşünceler içermektedir ve esas olarak Mısır kökenlidir. Son dönemde kaleme alınmış yazılarda Helen etkisinin olduğu kuşkusuzdur. Ancak, Hermetizmin kökeninin Yunan'da aranması anlamsızdır. Zira Pythagorasçı ve Platoncu Helen felsefesi Mısır dinine ve düşüncesine çok fazla bağımlıdır. Bu da, Hristiyan teolojisinin kökenini, Ari ırktan Helen düşüncesine değil, Mısır'a bağlamaktadır.

36

GNOSTÎSÎZM

Tam bir tarifini yapmak genellikle zor olmakla birlikte, gnos- tisizmin Tanrı, alem, insan, kurtuluş ve bilgi gibi temel konularda kendine has açıklamalar getiren ve M.Ö. 5. ve 4. yüzyıllardan itibaren çeşitli Ortadoğu toplumlarınca yaygın olarak temsil edilen dini-felsefi'bir akım olduğu söylenebilir. Her ne kadar Hans Jonas gibi çağdaş bilim adamları "Gnostik Din" başlıklı eserler yayınla- salar da gnostisizm başlı başına bir din ya da mezhep değil, tıpkı mehdi düşüncesinde olduğu gibi birçok dinî gelenek içerisinde doğal bir gelişim ya da kültürel etkileşim sonucu oluşan bir eğilim, bir akımdır. Yahudilik ve Hıristiyanlık içerisinde gnostik inanç ve öğretileri temsil eden birçok ekol var olduğu gibi, tamamıyla gnostik bir karaktere sahip olan Sabiilik ve Maniheizm gibi dini gelenekler de mevcuttur. Bu arada Ortadoğu menşeli olan gnostik inanç ve öğretilerle Hint geleneği arasında da çeşitli konularda dikkate değer benzerlik ve paralellikler mevcuttur.

Gnostisizm, Hristiyanlık içerisinde varlığını kurmuş bir akımdır. "Bilinircilik" adıyla da anılmaktadır. Yunanca "gnostikos" (bilgiye sahip insan) sözcüğünden türetilmiştir. Tanrısal, mutlak bil-

37 giye bir anlık aydınlanmayla, sezgiyle ulaşılabileceğini ileri süren bir dinsel akımdır. İik çağ Yunan felsefesi ile Hristiyan dininin görüşlerini kaynaştırmaya çalışan, felsefeciler tarafından milatttan sonra l. ve 2. yüzyıllarda oluşturulmuştur.

Bu akımın savunucuları, dinlerin mutlak bilgiyi sağlamada yetersiz oldukları görüşündedirler. Bu nedenle de Hristiyanlar tarafından sapık bir tarikat olarak görülürler. Çünkü onlar için salt bilgi, dinsel bilgilerin çok üstünde bulunan kurgusal bilgilerdir. İsa'nın Tanrı'nın oğlu olduğu, doğduğu ve büyüdüğü, çarmıha ge- rildiği ve bunun gibi Hristiyan dogmalarını yadsırlar. Onlar için İsa düpedüz insandır.

Gnostisizmi savunan felsefeciler, gerçekte de dar bir tarikat yaşamı sürdürürler ve çileciliği savunurlar. Temel inanç esasları ve ibadet şekillerinde gnostizmin hakim olduğu dinlerde bulunmaktadır. Bunlar; Sabiilik, Manihezim ve Hermetisizm'dir.

Gnostisizmin başlangıcı konusunda birçok görüş ileri sürülür. Başta çeşitli kilise babaları olmak üzere, birçok Hristiyan yazar gnostisizmi Hristiyanlık içerisinden kaynaklanan bir heretik sapma olarak değerlendirmiş ve Simon Magus'u bütün sapkınların babası olarak görmüşlerdir. Ancak gnostisizmin Hristiyanlık öncesi dönemlerden itibaren var olan bir gelenek olması gerçeği görülerek, bu görüş birçok bilim adamı tarafından eleştirilmiştir.

Gnostisizmin İran, Eski Yunan, Eski Mısır, Babil ya da Yahudilik kaynaklı olabileceğine ilişkin çeşitli teoriler bulunmaktadır. Gnostisizmin temel öğretileri arasında ışık ve karanlık ya da iyilik ve kötülük arasındaki düalizm (ikicilik), maddi evrenin -ve bedenin- kötülüğü, demiurg düşüncesi, ruhun ilahi evrene ait olup, süfli (bayağı, aşağılık) yeryüzünde beden içerisinde hapishane hayatı sürdüğü kurtuluş için dünyevi olan her şeyden uzaklaşmak ve bunun neticesinde gnosise ulaşmaktır.

En önemli özelliği, yüce ruhu, esas olarak fiziki dünyaya ve bedene yabancı görmesidir. Gnostikler, kendilerini kurtulunması

38 gereken bir hapishanede mahkum olarak görürler. İnsanların bir kısmının, parçalanmış ve bütünüyle yabancı fizik dünya ve bedene hapsedilmiş olan tanrısal bir parça ya da ışık parçasından oluştuğuna inanırlar. Geri kalanlar ise, kendilerinde tanrısal hiçbir ışık taşımayan yalnızca akıllı hayvandırlar. Parçalar, yalnızca birbirle- riyle değil, kozmik düşüş öncesi ayrıldıkları yüce tanrısalla ya da ilk tanrısal insanla da yeniden birleşmek isterler. Yüce Tanrı, kesinlikle yaratıcı değildir; zira, yaratılış, ne ikinci derecede bir tanrı tarafından bilmeden gerçekleştirilen korkunç bir hatadır ne de kötü bir gücün işidir. Ne Yüce Tanrı ne de aydınlanmış (gnostik) şahsın; yaratıcı ve onun yaptıklarıyla herhangi bir ilişkileri vardır.

Gnostik kurtuluş mitinin, birçok şekli vardır. Bir kısmı oldukça ayrıntılı olan mitler, bu trajik durumu ve bu durumdan bir kurtarıcı vasıtasıyla nasıl kurtulunacağını anlatırlar.

Yüce Tanrı, dünyevi hayattan uzaktır ve onunla ilgilenmez. Zamanın başlangıcından önce, bütünüyle ışıktan oluşan ilk göksel insan vardı. Karanlığın kötü güçleri (veya yaratıcı tanrı veya aeon ya da aeonlar birliği) bu ilk insanı ele geçirdiler ve onu, karanlığın kaosundan kendisiyle dünyanın yaratıldığı manyetik güçler olarak kullandıkları milyonlarca küçük ışık parçasına böldüler; ancak yine de ışık parçalarının yakından takip edilmeleri gerekiyordu. Çünkü, eğer onlar yer değiştirir ve yeniden birleşirlerse, dünya kaosa geri dönecektir. Bu yüzden, binlerce kötü ruh onları gözetim altında tutarlar. Işık parçası, dünyevi insanın, en iç benidir ve evi olan göğe dönme arzusuyla onu tedirgin olmaktan korur. Şeytan- lar-kötü ruhlar bu arzuyu baskı altında tutmak için insanı ilaçla uyutur ve uyuştururlar; ta ki, zaman zaman göğü unutur, ancak bazı zamanlar arzusu keskinleşir ve bu yeryüzü hapishanesinden kurtulmak ister.

Sonunda, şeytanların-kötü ruhların yaptıklarının farkına varan ve insanın acınacak durumu karşısında harekete geçen Yüce Tanrı, onu kurtarmak için oğlunu gönderir. Şeytanlar-kötü ruhlar farkına varmasınlar diye, dünyevi bir bedende dikkatli bir şekilde

39 gizlenir. Tebliğde bulunur ve insanlara şifa dağıtır; ancak, asıl görevi, uzay boyunca şeytani güçlerin ileri karakolu oldukları gezegenlerin birinden diğerine geçerken, ihtiyaç duyulacak olan kutsal parolayı seçilmişe vermektir. Babaya ulaşıncaya kadar geçilecek olan bir dizi safhada ona yol göstermek için önden gider. Son olarak bütün ışık parçaları göksel insanı yeniden oluşturmak için bir araya toplanacak ve maddi dünya kaosa geri dönecektir.

Gnostisizme göre, insan aşılmaz bir korkunun (sonsuz bir zaman ve mekan korkusu) bu dünyanın hayhuyu ve düşmanlığı, korkusu ya da daha çok insanı yoldan çıkartmaya çalışan ve onu kendi gerçek benliğine yabancılaştırmaya çalışan şeytani güçler hakkındaki bir korkunun kurbanıdır. Kendisini şeytani güçlerin pençesinde hissettiği için, kendisinden korkar. O, artık kendisinin efendisi değil, şeytanların oyun alanıdır. Arzu ve iradesinin itkileriyle kendi manevi hayatına yabancılaştırılmıştır.

Gnostisizm, ya tamamıyla gnostik karakter taşıyan dinler ya da çeşitli dini gelenekler içerisinde yer alan inanç, düşünce ve ri- tüeller şeklinde Milat öncesi dönemlerden itibaren Ortadoğu’da oldukça yaygın olan bir akımdır. Suriye, Mezopotamya, Mısır, Filistin, Ürdün ve Anadolu’da İslam hakimiyeti öncesi dönemde yaşayan yerli halkın inanç ve düşünce yapısı incelendiğinde bütün bu yörelerde çeşitli gnostik akımların hakim unsurlar olduğu anlaşılır. Birkaç örnek vermek gerekirse, M.S. 3. yüzyıl sonlarından itibaren güney İran, Mezopotamya, Suriye, Anadolu ve Kuzey Afrika'da oldukça yaygın olan, M.S. 4. yüzyıldan itibaren birçok yörede Hristiyanlığın en güçlü rakibi haline gelen ve M.S. 8. yüzyılda Uygurların resmi dini olan Maniheizm, tamamıyla gnostik inanç ve öğretileri temsil eden bir dini gelenektir. Yine M.S. 2. yüzyıldan itibaren Güney Mezopotamya'da varlığını sürdüren ve öneminden dolayı Kuran'da üç yerde ismi anılan Sabiilik, baştan sona gnosti- sizmi temsil eden bir akımdır.

Bundan başka İslam hakimiyeti öncesi dönemde Hristiyanlık ve Yahudiliğin heretik mezhepleri olarak bilinen Elkesailer, Valen-

40 tinianlar, Setianlar, Mağariler, Quqiler, Esseniler, Bardaisancılar ve Simoncular gibi irili ufaklı birçok akım gnostik inanç ve öğretilere ağırlıklı olarak yer veren akımlar olarak Ortadoğu’nun çeşitli bölgelerinde yaygın durumdaydı. Ayrıca başka Hermetistler, çeşitli sır dinleri mensupları, Yahudilik ve Hristiyanlık içerisinde yer alan çeşitli mistik hareketler de gnostik inanç, öğreti ve hayat tarzını yansıtmaktaydılar. Kısacası gnostik düşünceler, inançlar ve yaşam biçimi, farklı isimler ve cemaatlar halinde tarih sahnesinde yer almalarına rağmen, Ortadoğu'da yaşayan halkların ortak paydalarından birisi, belki de en önemlisiydi. İslam hakimiyeti öncesi dönemde gnostisizm, bu yörenin bir alt kültürü konumundaydı ve farklı dil, din ya da cemaat mensubu olan insanların mitlerini, inançlarını ve ritüellerini şekillendiriyordu.

Gnostisizmin kaynakları başlıca iki kategoride incelenebilir:

A) İlk elden kaynaklar,

B) İkinci elden kaynaklar.

İlk elden kaynaklar, çeşitli gnostik gruplarca yazılan ya da derlenen kutsal metinlerden oluşur. Bu kaynaklar Süryanice, Kıp- tice, Yunanca, İbranca, Mandence, Uygurca ve diğer birçok dilde yazılmış olan çeşitli dokümanlar içerir. Bunlar arasında Hermetik gnostisizmin kaynaklan olan ve Latince Corpus Hermeticum diye adlandırılan çoğu Yunanca birçok kitap, Pistis Sophia ve Codex Brucianus adlı Kıptice eserler, toplam 52 kitaptan oluşan Nag Harnınadi Yazmalar, Süleyman'ın Od'ları ve İnci İlahisi isimli Süryanice metinler sayılabilir. Ayrıca Ölü Deniz Parşömenleri, Sfer Yesirah ve Mamer Merqa gibi Yahudi heretisizmine ait çeşitli metinler, Sabiilerin ve Maniheistlerin kutsal literatürleri de gnostik inanç ve öğretileri işleyen ilk elden kaynaklar arasında yer alırlar. Bunlardan başka, başta Yuhanna İncili olmak üzere Hristiyan literatürü içerisinde yer alan çeşitli kaynaklar da gnostik düşünceleri yansıtmaktadırlar. Bu ilk elden kaynaklar, yaklaşık olarak M.Ö. ilk iki yüzyıl ile M.S. 6. ve 7. yüzyıllar arasındaki bir zaman dilimine aittirler.

41

Gnostisizmle ilgili ikinci elden kaynaklarsa, çeşitli dönemlerde yaşayan gnostik gruplar ve bunların inanç, öğreti ve ritüelleriy- le ilgili bilgiler veren dış kaynaklardan oluşur. İkinci elden kaynaklar arasında Irenaeus (ölm. 200), Justin (ölm. 1 65), İskenderiyeli Clement (ölm. 211/215) ve Origen (ölm. 253/254) gibi çeşitli Kilise Babalarınca yazılan kitaplarda verilen bilgiler önemli bir yer tutar. Ayrıca sonraki dönemlerde yaşayan Theoder Bar Konai (M.S. 8. yüzyıl ) ve Urfalı Jacob (633-708) gibi Süryani yazarlarla, Biru- ni (972-1048) ve Kırkisani (M.S. 10. yüzyıl) gibi Arap yazarlar da eserlerinde bazı gnostik grupların inanç esasları ve ritüelleri hakkında bilgiler vermişlerdir.

Başlıca Gnostik Kültler

Bütün gnostik inanç ve öğretilerin temelinde, oldukça dikkat çekici olan şu üç temel unsur bulunur:

A) Hayat ve ışık kültüne dayalı bir yüce varlık inancı.

B) Zıt prensipleri ifade eden bir dualizm anlayışı.

C) İnanılan yüce varlığın dışında olan ve yaratıcı Tanrı tasavvurunu ifade eden demiurg düşüncesi.

Hayat ve ışık kültü bütün gnostik akımların dinsel yapılarında yer verdikleri önemli bir karakteristiktir. Gnostik dinlerde mevcudiyeti kabullenilen yüce varlığa verilen isimler arasında "Hayat", "Yüce Hayat", "İlk Hayat", "Nur", "Işık", "Işık Kralı" ve "Yüce Işık" gibi isimler oldukça dikkat çekicidir.

Gnostiklere göre hayat, düzen, huzur ve verimliliğin kaynağı ve var oluşun sırrıdır. Çoğunlukla ilahi alem bir "Hayat Ağacı" tiplemesiyle tasvir edilir. Hayat Ağacı'nın özünde varlığı tam olarak bilenemeyen ve tanımlamayan Yüce Tanrı bulunur; Yüce Tanrı etrafında yer alan ve bir bakıma Hayat Ağacı'nın dalları ve yaprakları gibi düşünülen ilahi varlıklar ve alemler ise bu yüce varlığın tezahürlerinden veya tecellilerinden ibarettir. Böylelikle Tanrının bir ismi olarak kullanılan hayat, gnostiklerce sık sık "bilinemez", "kavranamaz" ve "ifade edilemez" olarak nitelenir.

42

Gnostik öğretinin arka planında madde-mana, aydınlık-karan- lık, ruh-beden ve dünya-öte dünya gibi değerler arasında var olduğuna inanılan katı bir dualizm bulunur. Gnostikler makro planda alemi, ışık alemi ve karanlık alemi şeklinde ikiye. ayırırlar. Işık ya da nur alemi iyiliği, hakikat ve gerçeği temsil ederken karanlık ve zulmet alemi kötülüğü, yalanı ve gerçek olmayanı temsil etmektedir. Işık alemiyle karanlık alemi arasında bitmek tükenmek bilmeyen bir mücadele ve çekişme vardır. Madde ve maddi olan her şey, yani içinde yaşadığımız dünya, bedenlerimiz ve bu dünyaya ait olan her şey kötülük alemine aittir ve dolayısıyla kötüdür.

Ruh ve ruhsal olan varlıklar ise ışık alemine aittir ve yapısı gereği iyidir. Kötülük alemiyle iyilik alemi ya da ışık ile karanlık veya nur ile zulmet arasındaki bu mücadelede başarılı olacak olan, iyilik, yani ışık veya nurdur. Makro hayatın sonunda kötülük ve zulmet, ışık tarafından dizginlenerek tahakküm altına alınacak ve onun emrinde olan madde ve maddi alem yok edilecektir. Mikro hayatı temsil eden insan açısından da aslolan, iyilik alemine ait olan ruhsal varlığına değer vermek ve kötülüğe ait olan maddi yapısına, yani bedenine ve bedenin istek ve arzularına boyun eğmemektir. Varlık itibarıyla kötü olan bu dünya ve dünyevi şeyleri terk etmek, ışık ve iyiliğin timsali olan ruha ve ruhsal aydınlanmaya kulak vermek gerekir. Böylesi bir dualizm konusunda gnostisizm diğer dualist geleneklerden ayrılır. Örneğin Zerdüştlükteki dualizm daha ziyade ahlakî bir karakter taşır. Gnostik dualizm adını verdiğimiz gnostiklerin dualizminde ise -etik bir karakter taşımanın yanı sıra- maddi aleme karşı bir tavır söz konusudur. Gnostik dualizınde madde ve maddeden kaynaklanan her şey kötülükle özdeşleştirilir. Gnostik gelenekte hayati olan bu tasavvur, örneğin Zerdüştlükte görülmez.

Gnostik inanç ve öğretilerin temelinde yer alan dikkat çekici özelliklerden bir diğeri ise demiurg düşüncesidir. Maddeyi ve maddi unsurları kötülük ve karanlıkla özdeşleştiren gnostikler, maddenin varlığının yüce Tanrıdan kaynaklanmadığını, onun yaratıcısının başka bir varlık olduğunu kabul ederler. Yüce Tanrıdan başka

43 bir varlık olan bu yaratıcı güce demiurg denir. İsmi Yunanca demi- ourgos (halk için çalışan) teriminden türetilen demiurg, evreni ve insanın maddi varlığını yaratan güçtür. Demiurgun temel karakteristik özellikleriy1e ilgili benzer düşünce kalıplarına sahip olmakla birlikte, gnostik gelenekler arasında demiurgun kökeni, nitelikleri ve faaliyetleri konusunda çeşitli farklılıklar da mevcuttur.

Gnostik İnançların İnsan Anlayışı

Gnostik sistemlerin insan anlayışı oldukça dikkat çekicidir. Gnostik düşüncede insanın yapısıyla ilgili bir triolojiye yer verilir. Buna göre insan üç unsurdan; ruh, beden ve nefsten oluşur. Sabii literatüründe bu üç unsur nişimta (ruh), pagra (beden) ve ruha (nefs ya da can) olarak adlandırılır. İnsanı oluşturan bu üç unsurdan ruh köken itibarıyla ışık alemine aittir. O, ilahi takdir gereği kötülük alemine ait olan yeryüzüne ve kötülüğün bir parçası olan bedene düşmüş ya da atılmış bir varlıktır, bir cevherdir. Öte yandan beden ve nefs ise, yapıları gereği kötü tabiatlı ve süflidirler; zira bunlar kötülük alemine aittirler.

Işık alemiyle karanlık alemi arasında ezelden beri mevcut olan mücadelenin bir aşamasında ruh, kötülük ve karanlığı yenmek ve tahakküm altına alabilmek gayesiyle yüce ışık tanrısı tarafından ışık ve nur aleminden karanlık alemine, yani maddi aleme indirilmiş ve beden içerisine konulmuştur. Gnostiklere göre beden içerisinde ruh, hapishanedeki bir tutsak gibidir. Zira, ruhu çepeçevre kuşatan beden, onu elden kaçırmamak amacıyla tutsak etmiştir ve onun iyilik ve ışığının dışa aksetmemesi amacıyla da elinden gelen her şeyi yapmaktadır. Ruh ise maddi aleme ve beden atılmış olmaktan hiç memnun değildir. O, kendi asıl vatanı olan ilahi aleme geri dönebilmek, oraya yükselebilmek için yanıp tutuşmakta ve bunun özlemini çekmektedir.

Işık ve iyilikle ezeli-ebedi mücadelesinde bir ışık unsuru olan ruhu tutsak etmiş olan kötülük, ruhun kaçmasını engellemek için bedeni ve her türlü dünyevi arzu ve ihtirası temsil eden nefsi kul-

44

!anmaktadır. Kısacası ruhun bu dünyadan kaçışı beden ve nefs ile engellenmeye çalışılmaktadır.

Gnostisizmde Kurtuluş Anlayışı

Gnostik tasavvura göre kurtuluş ya da hidayet, süfli madde alemine düşen ruhun tekrar ilahi aleme yükselmesiyle gerçekleşir. Gnostiklere göre ilahi alemin bir parçası olan ruh ölümsüzdür. Ölüm, ancak süfli olan maddi varlıklar ve -insan söz konusu olduğunda- beden için geçerlidir. Genellikle bedenin arzu ve isteklerinin bir ifadesi olarak kabul edilen nefs konusunda ise farklı görüşler mevcuttur. Örneğin, Sabiiler, kişi için bu dünya hayatının sonu demek olan bedenin ölümüyle iyi kişilerin (gnostiklerin) henüz dünya hayatındayken ıslah edilmiş nefislerinin de ruh ile birlikte ilahi aleme yükselmeye hak kazanacağına inanırlar. Öte yandan kötü insanların (gnostik olmayanların) nefislerinin bedenin ölümüyle birlikte yok olacağına, bu insanların ruhlarının ise'kurtulu- şa eremediklerinden dolayı eza ve cefa dolu bir hayat yaşamaya mahkum edileceğine inanılır.

Gnostisizme göre ruhun kendi başına kurtuluşa ve hidayete ulaşahilmesi imkansızdır. Ruhun kurtuluşu için gerekli olan aşamalar şu şekilde sıralanabilir:

- Öncelikle ruhun süfli alemdeki kendi yapısını kavraması ve bu kötü hayattan kurtulabilmek için bir istek ve arzu, bir iştiyak duyması, bir diğer ifadeyle kendini bilmesi ve kendisinin asıl mekanı olan ilahi aleme bir özlem duyması gerekir.

- Bundan sonra ruh vaftiz, oruç, günlük dua ve diğer ibadetler gibi ritüellerle kurtuluş için gerekli olan altyapıyı hazırlamalıdır.

- Bu arada kurtuluşun bir nevi anahtarı olan kutsal bilgiyi ve hikmeti kendisine getirecek ve öğretecek olan bir kurtarıcı ya da yol göstericinin, bir mürşidin olması gereklidir.

- Son olarak gnosis, manda, sophia gibi çeşitli adlarla adlandırılan bir kurtuluş iksiri olan gizli kutsal bilginin bu mürşit aracılığıyla kendisine ilham edilmesi gerekir.

45

Bilgi ( Gnosis) Tasavvuru

Gnostik inanç ve öğretilerin odak noktasını oluşturduğu bir öğreti olan gnostisizmin kurtarıcı bilgi ve gizli hikmet doktrini de oldukça dikkat çeken bir başka husustur. Bu öğreti -bazı küçük yorum farklılıklarıyla birlikte- bütün gnostik sistemlerde önemli bir yer tutar. Gnostik terimi de "bilgi" anlamına gelen Yunanca gnosis teriminden gelmektedir. Bu süfli alemden kurtulabilmesi için, ruhun sahip olması gereken bu bilginin birtakım özellikleri bulunur. Bu bilgi kutsal bir bilgidir ve ilahi alemden, ilahi alemin merkezinde yer alan Yüce Tanrıdan kaynaklanır.

Değişik gnostik sistemlerde gnosis, manda ve sophia gibi değişik adlarla adlandırılan bu kutsal bilgi köken itibarıyla aynı kaynağa sahiptir; zira her ikisinin de kaynağı ilahi nur alemidir. Bu bilgi kazanılan, alınan, ulaşılabilen bir bilgi değil, verilen, bahşedilen ve bağışlanan bir bilgidir. Duyu ve algılarımıza dayalı tecrübe dünyamıza ait verilerle bu bilgi kavranamaz, anlatılamaz ve ifade edilemez. Ancak ruh, gerekli şartları yerine getirerek bu bilgiyi almaya ya da bir başka ifadeyle kurtuluşa hak kazandığında yüce kurtarıcı tarafından bu bilgi kendisine ilham edilir. Bu bilgi ezoterik, gizli bir bilgidir; gnostiklerden başkası onu bilemez, anlayamaz ve kavrayamaz.

Aynı şekilde tıpkı yüce nur alemi ve onun hakimi Yüce Tanrı gibi, bu bilgi de süfli aleme yani dünyaya yabancı olan, tabiatı gereği onun dışında olan bir bilgidir. Kendilerine bu bilgi bağışlanmış olan gnostiklerin bunu veya bunun tezahürlerini dışa aksettirmeleri, ifşa etmeleri en büyük suçtur. Örneğin Sabiiler kendi inanç esaslarının ve kutsal literatürlerinin Sabii olmayanlara açıklanmasını küfür olarak değerlendirirler. Son olarak bu kutsal bilginin ne olduğu ya da neyin bilgisi olduğu konusunda net bir cevap bulabilmek genellikle zor olmakla birlikte, gnostik literatürden anlaşı- labildiği kadarıyla bu bilgi gerçeğin, hakikatin, yüce varlığın ve ışık aleminin bilgisidir.

Çeşitli gnostik kaynaklarda kuşta, yani "gerçek, hakikat" olarak adlandırılan bu bilgi, hakikatin kavranılmasını, yüce tanrının bilinmesini sağlayan bilgidir.

46

Gnostik düşünceye göre ruhun, bu bilgiye doğrudan vakıf olma veya kendi kendine ulaşabilme imkanı yoktur. Bu durumda ruh, Yüce Tanrının gerçekliğiyle ilgili bu kutsal, gizli bilgiyi kendisine getirmekle görevli olan bir kurtarıcıya, bir aydınlatıcıya ihtiyaç duyar. Bu kurtarıcı, Yüce Tanrı tarafından bilgiyi almaya hazır durumda olan ruhlara ilahi bilgiyi iletmekle görevlendirilmiştir.

Gnostik literatürde kurtarıcının özellikleri genellikle mitolojik ve sembolik anlatımla ifade edilmeye çalışılır. Mitolojik anlatım içerisinde kurtarıcıdan, ışık aleminden dünyaya gönderilmiş olan, süfli alemin idrak edemediği ilahi bir figür olarak bahsedildiği gibi, ondan Sâbiî literatüründe yer alan Yahya motifinde olduğu gibi, yeryüzünde yaşayan ve kötü güçlere karşı mücadele ederek ruhlara ilahi bilgi ve hikmeti ileten tarihsel bir şahsiyet olarak da bahsedilebilir.

Gnostisizmde redeemer olarak adlandırılan kurtarıcı ya da mürşidin çarpıcı bir özelliği de süfli alemde irşat edici olarak görevlendirilmeden önce, bizzat kendisinin de ilahi takdir gereği bu kötü alemde yaşamayı, burada kurtuluşun yolunu aramayı ve nihayet kurtarıcı bilgiye vakıf kılınarak süfli alemden kurtarılmayı tecrübe etmiş olmasıdır. Yerinde bir ifadeyle o, bizzat kendisi kurtarılmış olan bir kurtarıcı, irşat edilmiş olan bir mürşittir. Teknik bir ifadeyle, redeemed redeemer, yani kurtarılmış bir kurtarıcıdır. Kendisinin kurtarılması sonrası o, kendisi gibi süfli alemde, beden hapishanesinde mahkum olan ruhları kurtuluş yoluna iletmesi, onlara kurtarıcı bilgi olan gnosis'i öğretmesi ve onları aydınlatması amacıyla görevlendirilmiştir.

İbadet Anlayışları

,-Gnostik geleneğe göre, ruhun kurtarıcıyı ve mürşidi kavrayabilmesi ve kendisini hidayete kavuşturacak olan ilahi bilgiyi alabilmesi için bu hususta gerekli olan altyapıyı hazırlaması zorunludur. Bu şartlar ruhun kendi konumunu idrak etmesi, yani kendini bilmesi, kurtuluşu arzulaması ve kurtuluş yolunu seçtiğinin göster-

47 gesi olan ritüelleri icra etmesidir. Yapılması gereken ayin ve dinsel törenler konusunda gnostik toplumlar arasında bazı farklılıklar mevcut olmakla birlikte, bütün gnostik ibadetlerin ortak hedefi, kötü ve karanlık unsurlardan manevi temizlenrneyi sağlamak ve süfli olarak kabul edilen dünyevi unsurlardan uzak durmaktır. Bu gaye doğrultusunda bütün gnostik toplumlar az ya da çok, hafif ya da katı bir asketizme yer verirler. Örneğin Maniheizmde Manihe- ist cemaat arasında kurtuluşa en yakın olarak görülen seçkinlerin karakteristik özelliği, elden geldiğince az yemek, az konuşmak, az uyumak, dünyevi her türlü iş ve meşgaleden uzak durmak, evlenmemek, bütün zamanını dua, ibadet ve dini öğretiyle geçirmeye çalışmaktır. "Eline, beline ve diline sahip olmak" ifadesi Maniheist ahlak anlayışının temelini oluşturan bir özdeyiştir. Öte yandan halka karışmamak, dünyevi her türlü arzu ve ihtirasa karşı direnmek, ahlaki her türlü kötülükten uzak durmak bütün gnostik top- lumların ortak özelliklerindendir.

Gnostik geleneğe göre ideal bir yaşantı süfli alemden tamamen el etek çekmeyi gerektirir. Bu nedenle birçok gnostik ekol, evlilik ve aile hayatını bile terk etmeyi esas alan bir yaşam tarzını öngörürler. Öte yandan hemen hemen bütün gnostik cemaatlarda gu- sül, abdest ve vaftiz önemli bir ibadet olarak yer alır. Zira gnostik- ler Ürdün, Fırat, Dicle ve Karun nehirleri gibi akarsuların ışık aleminden kaynaklandığına ve tekrar oraya döküldüğüne inanırlar; dolayısıyla buralarda yıkanmanın süfli madde aleminden kaynaklanan kirleri yok edeceğini kabul ederler.

Bundan başka günün belirli saatlerinde ilahi alemin bulunduğu yön olarak kabul edilen kuzeye yönelerek dua etmek, oruç tutmak, ölüleri ve ata ruhlarını anınaya yönelik çeşitli ayinler yapmak ve benzeri düzenli ibadet biçimlerine de yer verirler. Son olarak birçok gnostik toplulukta sihir, büyü, muska, astrolojik hesaplamalara dayalı kehanet gibi adetlere de sıklıkla rastlanılır.

48

HERMETÎZM (HERMESÇÎLÎK)

M,Ö.l 4. yüzyılda, bilinen ilk Mısırlıların Nil vadisine çıkışlarıyla, Osiris dininin uygulandığı yeni bir uygarlığın temelleri oluşmaya başlamıştır. Osiris'in müritlerinden olan Hermes, 42 ayrı kitapta topladığı dinsel, yönetimsel, astronomik, astrolojik, coğrafi, geometrik ve matematik bilgileri içeren kitapları ışığında, Nil vadisine yerleşen Beyaz Afrikalıların ileri Mısır uygarlığının oluşumuna öncülük etmiştir.

Hermetik öğretinin simgesel yöntemi dil ile bütünleşmiştir. Yirmi iki harften oluşan Mısır alfabesinin her harfi bir sırrın simgesi olarak kodlanmıştı. Ayrıca her harf bir sayıya karşılık gelmekteydi. Mısır'da Mezepotamya uygarlığı ile gelişen "tanrının seçimi" gibi mistik bir seçkincilik anlayışına yer yoktu. Zamanla gerçekleri elinde tutan bir bilgi toplumunun ortak adı olan Hermetizm'de bilgili ve güçlü olanın inisiyatörlüğünün güçsüz ve zayıf olana kabul ettirilmesine dayanan; deneysel olarak güçlü inisiyatörlerin seçimi ve ayıklanması sürecini içeren bir anlayış, teokratik ve ataerkil seçkinciliğin yerini almıştır.

49

Hermetizm, kökü tarihte kaybolmuş gizemli bir öğretidir ve Eski Mısır’da Hermes adı verilen, efsanevi bir kişinin adına istinaden kurulmuştur. Ezoterik sistemde çalışmayı zorunlu tutan antik öğretiler arasında öncelikli, hatta adeta ayrıcalıklı bir yer tutmuştur. Kimilerince, tarihteki tüm ezoterik öğretilerin en eskisi olduğu bile benimsenmiştir.

Hermetizmin başlangıcının M.Ö. 3000 yılına kadar uzandığı düşünülmektedir. Bazı kaynaklarda ise bu denli eski olmadığı ileri sürülerek daha yakın tarihler verilir. Hermes’in tam olarak ne zaman yaşamış olduğu, hatta böyle bir kimsenin gerçekten de yaşamış olup olmadığı kesinlikle bilinmediğinden, Hermetizm’in başlangıç zamanı da tam olarak belli değildir.

Hermes

Hermes, Eski Mısır’ın çok ünlü bir varsayımsal bilgini ve düşünürüdür. Yunanlılar ona Hermes ya da Ermes, Romalılar ise Merkür derler. Başlangıçta rüzgar tanrısı sayılmış, sonradan hırsızlarla tüccarların tanrısı olmuştur. İkinci kat gökte bulunan bir delikanlı (ay) ve Zeus ile Atlas’ın kızı Maia’nın oğludur. Bazı kaynaklara göre, Eski Mısır inançlarında "Thot" olarak anılan kişidir. Tevrat'ta adı "Hanok" olarak geçen ve Nuh’tan önceki üçüncü kuşak olan "Enoş" ile bir tutulur. Bazı kaynaklara göre ise, Hermes’in Hanok ile özdeşleştirilmesi yanlıştır; çünkü Nuh’tan çok sonra yaşamış olması gerekir.

Bazı kaynaklarda da iki ayrı Hermes’ten söz edilmektedir. Bunlardan biri önceki kaynaklardaki Hermes ile özdeşleştirilirken, ikincisinin M.Ö. 1100 yılı dolaylarında yaşamış olduğu söylenir. İkincisi Antik Yunan’da "Ermis Trigmegiste", Antik Roma’da ise "Mercure Trigmegistus" (Üç Kez Bilgin) olarak anılmıştır.

Arap-İslam dünyasına ait birçok eserde yer alan çeşitli bilgilerden, Hermes’in biliniyor olduğu anlaşılmaktadır. Arapça kaynaklar bir değil, üç Hermes’ten söz etmektedirler:

50

I. Hermes: Tufan'dan önce Yukarı Mısır'da yaşamıştır. Piramitleri inşa eden Hermes Ahnuch'tur (Henoch ya da Enoch). He- noch, İbrani kaynaklarına göre en büyük "Myste" tir, yani kutsanmış bir kişidir. Melekler ona göklerde ve yeryüzünde ne varsa göstermişlerdir. XIII. yüzyılda Ispanya'da yazılmış olan "Zohar Cho- das" isimli kitapta, Henoch gökyüzüne çekildiğinde ona "kozmoğ- rafyaya dair" bütün sırlar verilmiştir. O, semavi kitaba sahiptir ve o kitaptan insan kaderini okuma yeteneği vardır.

Birçok Arapça kaynakta Henoch ya da Annuch ile, Kuran'da adı anılan (Sure : 19-56, 21-85) İdris Peygamber aynı kişidir. Her- mes'in Artronomi-Astroloji (İlın an-Nücum) ve tıp bilgini olduğu yazılıdır. Al-Makdisi (Abdililah Muhammad), "Ahsanu't-takasim fima'rifati'l Akalim" adlı coğrafyaya dair eserinde, Ali B. Abdallah al Kasri'nin Kitab'ul Kiranat adlı adlı kitabından Hermes'e ait şu bilgileri aktarmaktadır: "Yahudiler Hermes'in Ahnuch olduğunu söylerler. Ahnuch ise Kuran'da adı geçen İdris Peygamber'dir. Hermes, Al Kasri'ye göre Adem'den önce yaşamıştır. İnsanları Tufan'da boğulmaktan kurtarıp Yukarı Mısır'a götürmüştür."

II. Hermes: Arapça kaynaklara göre bu Hermes (Hirmis), Nuh Tufanı'ndan sonra Babil'de yaşamıştır. Yani Babillidir. Kral Nasir Bali'nin çağdaşıdır. Pythagoras'ın da hocasıdır.

III. Hermes: I. Hermes gibi bir Mısırlıdır. O da Tufan'dan sonra yaşamıştır. Yunanlılar Hermes'in Mısır tanrılarından olan Thoth ile aynı olduğunu söylerler.

Keldaniler Hermes'e "Utarid" adını vermişlerdir. Utarid de "Merkür" gezegenidir. Bu gezegen, tezliği ve çabukluğu dolayısıyla "ok" anlamına gelen Farsça "tir" adını almıştır. Utarid, fesahat ve belagat'ın (retorik) sembolü olduğundan, bu yıldıza Farsça "Gök katibi" anlamına gelen "debir-i felek" adı verilmiştir. Bundan dolayı çok defa adı, defter ve kalemle birlikte anılır olmuştur.

Kuvvetini yitirince, duygulardan tat alma, yaşlardan çocukluk çağı, vücut ögelerinin dil, akrabalardan büyük kız kardeş, vasıflar-

51 dan zeka, anlayış, merhamet, sır saklamak, işaret ve zevk sahibi olmak, bilgilerden mantık, belagat bu yıldıza aittir. Av köpekleri, eşek, katır, tilki, tavşan, yaban eşeği, cüsseli kara ve deniz hayvanları, hatipler, katipler, ressamlar, da yine bu yıldıza mensuptur. Utarid'in hakim olduğu zamanda doğanların, güzel, sevimli ve zeki olacaklarına inanılmıştır. Minyatürlerde Tavus Kuşu'na binmiş, sağ elinde bir yılan, sol elinde de yuvarlak bir tahta bulunan güzel bir genç kız veya yeşiller giyinmiş, başında taç bulunan, bir kürsüye oturmuş ve iki eliyle tuttuğu Kuran'ı okuyan genç bir insan suretinde çizilmiştir. Günlerden çarşamba, gecelerden pazartesi gecesi bu gezegene ait sayılmıştır. "Ehl-i Kaf" adı verilen simyacılar (Alchmistler) altına güneş, gümüşe ay dedikleri gibi Utarid yani Merkür'e de "civa" adını vermişlerdir. Bundan dolayı da "mavi renk" Utarid'i temsil eder.

Hermes Trismegistus hakkında bilgi veren önemli bir kaynak da Al Makrizi'nin (ölm. 1441), "al-Mava'ız val'itibar fi zikri'l-Hitat va'l Asar" isimli eseridir. Al Makrizi'ye göre Hermes, çok adil olduğundan ona "Zu'l-adl-(çok adil)" denmiştir. Hermes Trismegistus, hem peygamber, hem filozof, hem de hükümdar olduğu için kendisine "üç defa nimetlendirilmiş" anlamına gelen "al-musallasu bil-ni'am" denmiştir (Trismegistus). Yazara göre Allah, Hermes'e otuz kitap indirmiştir (suhuD. Tanrı, hesap (matematik), felsefe (hikmet), riyaziye (geometri), tıp, astronomi ve astroloji (ilm-an- Nücum) alanlarında ilk defa kitap yazmış olan kişidir. Yine ilk defa kalem ile yazı yazan odur. Bir başka sözle bütün bu bilimlerin mucididir Hermes. Yazar, Hermes'in üç eserinin adlarını da vermiştir. Bunlar; 1-Uzunlukla ilgili (ölçüm); Kitabu'l Tul, 2-Yeryüzü ile ilgili; Kitabu'l Ard, 3-Simya ile ilgili; Kibabu'l-Kasb az-Zahab (altın üretmenin yöntemlerini anlatan bir kitap). Bu son kitap, Hermes ya da Hermetizm ile simyacılar arasındaki ilişkiye de ışık tutmaktadır. Nitekim modern tarih yazıcıları, Arap simyasının aslında antik Yunan gizemciliği ile Hermetik kaynaklardan etkilendiğine dikkati çekmektedirler.

52

Hermes, Homeros gibi aslında edebi bir külliyatın yaratıcısıdır. Ancak bu edebiyat, Homeros’ta olduğu gibi poetik(şiirsel) değil, dini ve felsefi’dir. Kimilerine göre bu edebiyatta (Corpus Her- meticus) büyük ölçüde Eski Mısır’a ait düşünceler yer almaktadır. Hatta bu özelliğinden dolayı Hermes, Platon (Eflatun) ile kıyaslanabilir. Platon, (M.Ö. 427-347) eserlerinde Hermes’in Mısırlı bir Tanrı ya da yarı-Tanrı olduğunu ve Mısırlıların ona Theuth adını verdiklerini belirttikten sonra; onun birçok şeyin, örneğin matematiğin, geometrinin, astronominin, kaldıraç sisteminin ve özellikle alfabe ile yazının mucidi olduğunu yazmaktadır. Platon, Mısır ve İtalya seyahatlerinde, Hermetik ve Pisagorcu felsefelerin, akıl ve çizgiyi bir bütün olarak ele alan ezoterik boyutlarını fark edememiştir.

Hermes ile ilgili bir diğer kuram daha vardır. Buna göre de aslında Hermes diye "tek bir kişi" yoktur. Eski Mısır Tarihi boyunca Hermetik kurumların önderi olan birçok kişinin hep "Hermes" adıyla anıldığı söylenir.

Hermetizmin Doğuşu

Eski el yazması belgelerin bazılarında, Hermes ile ilgili efsanevi bir öykü anlatılır. Bu öykü de diğerlerinde olduğu gibi, Tevrat'ın ilk bölümünden esinlenilmiştir; ama bu Tevrat’ta anlatılan öykülerden biri değildir. Üstelik bu öyküde "Hermes" adı da geçmez; fakat sözü edilen kişi Hermes’tir.

Buna göre; Nuh Peygamber’in dört üvey kardeşi vardır. Erkek kardeşlerinin adları; Yabal Qabal), Yubal Qubal) ve Tubal-Kain; kız kardeşinin adı ise Naama'dır. Bu üç erkek kardeş, Tufan’dan önce, tüm bilimlerin temelini oluşturan "Yedi Bağımsız Bilim ve Sanat"ı bulmuşlardır. Kız kardeşleri ise dokumacılık sanatını bulmuş olan kişidir. ■

Bu üç kardeş, yakında geleceğini bildikleri Tufan’dan sonra yitirilmemeleri için, tüm bildiklerini iki sütun üzerine işlemişler-

53 dir. Bu sütunlardan biri, ateşte yanmayan mermerden, diğeri ise suda batmayan hafif taştan (kimilerine göre içi boş madenden) yapılmıştır.

Yüzyıllarca sonra Hermes, bu iki sütundan birini bularak "Yedi Bağımsız Bilim ve Sanat"ı öğrenir. Böylelikle, çağında bu bilim ve sanatların üstadı olur. bilimsel gerekse töresel nitelikler taşıyan öğretisini de, bu bilgiler üzerine kurar.

Bu efsanesel öyküde sözü edilen Hermes, M.Ö. 1100 yılı dolaylarında yaşamış olduğu ileri sürülen Hermes'tir. Öyle c.mazs?.. dinsel kaynaklardaki benimseyişler uyarınca Tufan'ın oluştuğu tarih ile Hermes'in yaşamış olduğu varsayılan dönem arasında bir çelişki doğar.

Ancak bu efsane, Eski Mısır'ın Hermetik kurumlarının bundan en az bin yıl, hatta : ■ .? eski oluşunu açıklayamamaktadır. Böyle bir açıklamanın yapılabilmesi için, Tufan'ın mutlaka daha eski bir tarihte oluşmuş bulunması zt: ı ııuezuıziz Bilimsel bulgular ve Sümer Yazıdan'ndan çıkarılmış olan bilgiler de bunu doğru- .'.zitixc.::. 1. n ; z bakılacak olursa, Hz. Adem'in dünya yüzüne indiriliş tarihi olarak benimsenen M.Ö. 4000 yılının daha geriye alınması gerekmektedir. Bu ise Tevrat'ta sıralanan soyağacını çelişkiye düşürür.

Sözü edilen "Yedi Bağımsız Bilim ve Sanat" şunlardır: Dilbilgisi, Mantık, Konuşma Sanatı (Hitabet), Aritmetik, Geometri, Müzik ve Astronomi. Bunlar, eski çağlarda, diğer tüm bilimlerin ve sanatların temelleri ve kaynakları sayılmışlardır.

Mısır ve Hermes

Günümüz bilim dünyasının, nasıl olup da ortaya çıktığını açıklayamadığı Mısır ı '. hem Mu hem de Atlantis İmparatorluklarının bu topraklar üzerinde kurdukları iki ayrı koloninin Tufan'dan sonra, zaman içersinde birleşmeleriyle ı. >- gelmiş

tir. Her iki kolonide de başlangıçta tek tanrılı din ve ezoterik öğ-

54 reti geçerliyken, Mu Kolonisi bir süre sonra yozlaştı ve çok tanrılı inanca geçti. Atlantis Kolonisi ise, Hermes (Toth) tarafından kurulmuştu ve Osiris Dini'ni uyguluyordu. .

Osiris'in mülklerinden olan ve ondan altı bin yıl sonra yaşayan Hermes ya da diğer bir adıyla İdris, günümüzden on altı bin yıl önce, beraberindeki bir güç ile Atlantis’den Nil deltası'na çıktı. Burada bir Atlantis kolonisi kurdu ve Osiris dinini Mısır’da yaymaya başladı. Sais'de bir tapınak inşa eden Hermes için, Mısır'ın ünlü "Ölüler Kitabı"nda, "ilahi kelamın efendisi ve ilahi sırların sahibi" denilmektedir.

Kuzey Mısır, Hermes döneminden, Firavun Menes dönemine kadar (M.Ö. 5000) Hermetik rahipler tarafından yönetildi. Daha sonra İdris Peygamber olarak tek tanrılı dinlerin efsanelerine giren Hermes'e Yunanlılar aynı zamanda hem kral, hem büyük rahip, hem de din kurucusu olması nedeniyle, üç defa büyük anlamına gelen "trimejit" sıfatını layık gördüler.

Hermetizmin Evrimi

4. yüzyıl sonlarında Ortodoks Doğu Hristiyan kilisesi, Gnos- tizm'in kökünü büyük ölçüde kazımıştı. Neo-Platonculuk bir süre daha sürmüş, Mısır'ın 630 yılında Müslümanlar tarafından fethe- dilmesine yakın bir dönemde ortadan kalkmıştı. Bu iki akımın silinip gitmesine karşılık, bilginin sembolü olarak Hermes Trimegis- tos, hem Hristiyanlık hem de Müslümanlık içinde yaşamaya devam eden bir karakter oldu.

Rönesans dönemine ait ve içine astrolojiyi de alan çalışma sahalarından birisi de Hermetizm'dir. Bu sözcük Hristiyanlık öncesi dönemde var olan inançları içine almaktadır. Astrolojide sık sık yinelenen "yukarıda ne varsa, aşağıda da o vardır" ilkesi, Herme- tizm'den alınmadır. Kısaca Hermetizm, insanoğlunun evrenle olan birliğini belirterek, onun bir parçası olduğu düşüncesine dayanmaktadır.

e

55

Hristiyan Kilisesi, bir taraftan eski pagan tanrıların yeni inanç döneminde yaşamasına izin veriyor, diğer taraftan bunların önemini azahabilrnek ve evcilleştirebilmek içini eski tanrıları birer bilgeye dönüştürüyordu. Örneğin, tanrıça "Neit-Athena", "Azize Cat- herine"; "Horus- Perseus" ,"Aziz George" ve "Anubis", "Aziz Christopher" olarak Hristiyanlığa katılıyorlardı. Ne var ki Thot- Hermes'in, Mısır bilgeliğinin simgesi Hermes Trimegistos olarak Kilise dışı kalmış olması oldukça ilginçtir.

İslam’da Hermes Trimegistos, İdris Peygamber olarak insan- laştınlmıştır. İdris, Kuran’da dürüst bir peygamber olarak yer almaktadır. İslam’da da Hermes bir kültür kahramanı olarak ele alınmış ve tüm sanat ve bilimleri icat ettiğine inanılmıştır.

Rönesans’ın en belirgin özellikleri, insanın potansiyellerinin sonsuz olduğu inancı ve insanın her şeyin ölçüsü olduğu görüşüdür. İlginç olan Rönesans’ın bu düşünceleri Hermetik geleneklerden almış olmasıdır. 15. yüzyıl başlarında, İtalyan sanat ve bilim • adamları, canlandırmaya çalıştıklar eski bilgelikte Hermetik metinlerin ne denli ağırlıklı bir yeri olduğunu artık öğrenmişlerdi. Asklepius çoktandır biliniyor ve okunuyordu; Hermetik metinler Arapça’dan Latince’ye çevriliyordu.

15. yüzyıl sonlarında ünlü düşünür ve gizemci Pico della Mi- randola, neo-Platoncu düşünce ve Hermetik geleneklerle Kabala’yı birleştirdi. Önceden beri ilişkili olan Yahudi gelenekleri ile Mısır geleneklerinin yeniden birleştirilmesi çabasını aynı yüzyılda Cam- panella da sürdürdü. Hristiyanlığın katı kurallarla dolu evrenini aşmakta, ilerici Rönesans düşünürleri için Mısır ve Hermetizm’den başka bir çıkar yol yoktu.

Mısır tutkusu yalnızca Katolik ülkeler ile sınırlı değildi. Pro- testanlar da Mısır ve Hermesçilikle ilgilendiler. 17. yüzyılda Al- manya, Fransa ve İngiltere’de ortaya çıkan "Gül haççılar" -bir tür "Gerçek Din" kavramını geliştirirken, Hermesçiliği temel aldılar. Gül haççılar, toplumun gerçek bilgeliğe ulaşmış seçkin bir aydınlar grubu tarafından yönetilmesi gerektiğini düşünüyorlardı. Böy-

56 lece Mısır rahiplerinden Pyhtagorasçı kardeşlik topluluklarına, oradan da Platon Akademisi'ne uzanan ezoterik zinciri izlemiş oluyorlardı.

Hermetizmin Masonluğa Etkileri

I 7. yüzyılda Aydınlanma akımının önemli kişilerini bünyesinde barındıran Masonların ilgi odağı da Mısır oldu. Masonluğun tarihi, özellikle 1 7. yüzyıldaki yeniden örgütlenme öncesi dönem, oldukça karanlıktadır. Masonluk başlangıçta, Ortaçağ Avrupa'sında katedraller ve diğer önemli yapılarda çalışan duvarcıların oluşturduğu kapalı örgütlerdi. Reform ve Din Savaşlarından sonra İngiliz Adalarında yaşamayı sürdüren örgüt, "soylu ve burjuva" üyelerin girişiyle farklı bir niteliğe kavuştu ve "Spekülatif Masonluk" oluştu. Ne var ki, Masonlar 1 7. yüzyıl öncesindeki bu yeni örgütlenmeden önce de Mısır’a ilgi duyuyorlardı. Örneğin, birçok eski el yazmasında Masonluğu Euclide'nin (Öklit) Mısır'da kurduğu kayıtlıdır. Masonlar için, mimarlıkla eşdeğer olarak görülen ve büyük önem taşıyan geometri bilimi, Nil’in taşmasıyla sınır işaretleri kaybolduktan sonra tarlaları ölçmek için Mısırlılar tarafından icat edilmişti. Rönesans dönemi Hermesçileri ile Gül haççılar arasında nasıl bir bağlantı varsa; benzer bir bağlantı da Gül haççılar ile Masonlar arasında da bulunuyordu. Ayrıca Gül haççılar ile Masonlar arasında bazı Hermetik ilke ve düşünce benzerlikleri de vardı. Her iki örgüt de evreni simgelemek için Süleyman Tapınağı ve Piramitler gibi yapıların ölçü ve oranlarını kullanarak daha iyi, daha barışçı ve daha hoş görülü bir dünya yaratacak olan bir Aydınlanmışlar topluluğu oluşturmayı istiyordu.

Hermesçilik, 1 7. yüzyıldan beri Gül haççılığı, 18. yüzyıldan beri de Masonluğun simgesel ritüellerini etkilemeye devam etmektedir. 19. yüzyıl sonlarına doğru ortaya çıkan Martinizm, Teozofi, Gizemci Uyanış, Altın Şafak gibi faal ezoterik akımların arkasındaki itici güç yine Hermesçiliktir. Bu sayılan akımlar da 20. yüzyılda

57 bir tür "Pagan Rönesansı"nın doğmasına yol açmışlardır. Ünlü psikolog C. G. Jung'un insan ruhunun derinliklerini inceleyen yapıt-' larının da içerdikleri simya simgeleri ve arketiplerle Hermetik özellikler taşıdıkları kabul edilmektedir.

Hermetizmin İnanç Alanındaki Etkileri

Hermesçi inanç, bazı kaynaklarda genel hatlarıyla şöyle betimlenmektedir: Madde, karanlık ile özdeştir. Işık ise ruhtur; aydınlık ruhtadır. Yeryüzündeki yaşam, ruhla maddenin savaşından oluşan bir sınav aşamasıdır. Eğer ruh maddeye yenilerek bu sınavı kazanamayacak olursa, karanlığa tutsak düşer ve varlığını yitirir. Sınavı kazanan ruh ise göğe yükselir ve ölümsüzlüğe ulaşır.

Ruhları ölümsüzlüğe götüren, dünya sınavında, buyrultularına dayanarak, güçlerini kullanarak, acı çekerek, elde ettikleri bilinçtir. Buna kavuşmak için, yükselmeyi istemek gerekir. Düşüncelerden hiçbiri Tanrı’yı tanımlayamaz. Tanrı, hiçbir dil ile tanımlanamaz ve betimlenemez. Cisimle ilgisi olmayan, biçimi üzerinde her türlü düşüncenin geçersiz olduğu bir kavram duygularımızla da aydınlanamaz. Sonsuz olan zaman gibi kısa bir ölçüye gelmez.

Ayrıntılı tasviri olanaksız olan Tanrı, seçtiği kullarından kimilerine, kendi yüce olgunluğundan bir takım görüntülere erişebilmeleri için, doğal olanakların üstüne çıkma yeteneğini verebilir. Fakat bu seçkin kişiler, gördüklerini halk dili ile tanımlayacak sözcük bulamazlar. Nedenlerin nedeni her zaman saklıdır.

İnsan ruhunun derinliklerinde taze bir biçimde bulunan niteliklerin ortaya çıkabilmesi için, insanın üstün düzeyde bir eğitim görmesi gereklidir. Sürekli bir çabayla ve öğretinin kullanılmasıyla, insan evrenin potansiyel güçleri ile ilişki kurabilir. İnsanın uğraşıyla elde edebileceği başarının sonu yoktur. Yılmayan bir uğraşı soriucunda insan, tanrısallığa bile < ■ ■ I ■.! ı:

Ateşe, suya, toprağa karşı dayanıklılık gösterebilen insan, öz varlığına da egemen olabilmelidir. Ruh ve bilgi evreninin yüce aşa-

58 malarına ulaşmayı öngören insan, duygularının gölgelemelerini ve şaşırtmalarını aşmayı bilmeli, maddenin tutsaklığına düşmekten kendini koruyabilmelidir.

Hermetizmin bu genel öğretisi, karmaşık simgeler ve astrolojik allegorilerle anlatılır. Öğretinin kökeninde, çağın çoktanncı (politeist) ortamı içinde bir tektanncı (monoteist) bir görüş belirir. Ancak bu tek tanrıcı görüş, aynı anda kamu tanncı ya da doğa tanncı (panteist) bir nitelik de taşır.

İnsanın her yönden olgunlaşıp yetkinleşmesi yoluyla Tanrı'ya yaklaşabileceği inancı, diğer tüm gizemci (mistik) öğretilerden önce Hermetizmde yer almıştır. Hermetizm öğretisinin temel öğelerinden biri olan "ışık-karanlık diyalektiği" de çağlar boyunca birçok din ve inanç sistemi için de bir esinleme kaynağı olmuştur.

Hermes, "Hiddet tutkusu (Öfke) insanlar tarafından yaratılmış, dünyevi tanrılarla alışmış bir durumdur" demektedir. Bu görüş, yani heykellerin daimonlar (cinler) içerdiği inancı daha sonra Hristiyanlar tarafından da benimsenmiştir. Çoktanncılığa içkin bu düşüncelerin yanı sıra, panteist fikirler de söz konusudur. "Ben ne isem sen de osun", "Benim yaptığım her şey sensin, benim söylediğim her şey sensin", "Ben seni biliyorum, sen de beni biliyorsun. Ben, senim, sen de bensin" sözlerinin benzerlerine Veda öğretisinde, Budizmde ya da Hristiyan mistisizminde de rastlayabiliriz.

İslam'da Hermes Trimegistos, İdris Peygamber olarak insan- laştırılmıştır. İdris, Kuran'da dürüst bir peygamber olarak anlatılmaktadır. İslam geleneklerinde de Hermes Trimegistos "filozofların babası" ve "kendisine üç kere hikmet verilmiş kişi" olarak geçmektedir. Bir diğer İslam geleneğinde, üç ayrı bilge kişi olarak yer almaktadır; bunlardan biri Tufan öncesi Mısır'da, diğerleri Tufan sonrasında Babil ve Mısır'da > ■«,, olarak kabul edilirler. İslam'da da Hermes bir kültür kahramanı olarak ele alınmış ve tüm sanat ve bilimleri icat ettiğine inanılmıştır.

59

Yahudilik, çok öncelerden beri, hem ezoterik kültlere, hem de "Gizli Tanrı" ve "Demiurgos" kavramlarını çağrıştıran iki katlı bir felsefeye sahipti. Örneğin, Esseneler kendilerinin, sıradan insanlara ve hatta Kudüs'te yaşayan rahiplere bile verilmeyen bazı bilgilerin sahibi olduklarını savunuyorlardı. Esseneler ile Hristiyanlık arasındaki kuşku götürmez ilişki, oldukÇa ilgi çekicidir. Essenele- rin cinsel oruç ve ortak topluluk yaşamı konusundaki yaklaşımları ile Hristiyanlığın ilk dönemlerindeki manastır keşişliği ve komünler arasındaki benzeşimler dikkat çekicidir. Hem Esseneler, hem de ilk dönem Hristiyanlar popülizm, Mesihçilik ve şiddet eğilimi konularında benzer görüşler ileri sürmektedir.

Mısır'da yaşayan ve zaman içerisinde Helenleşen Yahudiler arasındaysa Eski Ahit bilgeliğini ezoterik ve gizemci yorumlar sayesinde, Platoncu Mısır felsefesiyle bütünleştirmeye yönelik bir eğilim vardı. Bu eğilim M.S. l. ve 2. yüzyıllarda "Yahudi Gnostiz- mi" denilen bir gizemci ve ezoterik akıma yol açtı. Bu akım Her- mesçiliğin anahtar unsurlarının çoğunu bünyesinde toplayarak "Tanrı'nın Tahtı", "Gök Arabası" ve Tevrat metinlerinin içerdiği gizemli ve numerolojik sırlar gibi, tümüyle Yahudilere özgü ilgi alanlarının yani Kabalacılığın gelişmesini sağladı.

Kabala, Rönesans döneminde Hermesçilikle harmanIanmış durumdadır. Fransa’nın güney bölgeleri ve Ispanya'nın Yahudi bölgelerinde 12. ve 13. yüzyıllarda görülen Yahudi gizemciliğindeki gelişme, Hermesçi yaşam anlayışının ve ürünlerinin Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam'da yaşamayı sürdürmüş olmasıyla açıklanabilir.

60

ALŞİMİSTLER

Alşimi (Simya) "harflerin, sayıların ve geometrik şekillerin birtakım gizil güçler taşıdıkları inancıyla, nesneleri olduklarından başka nesnelere (özellikle madenieri daha yüksek değerdeki madenlere) dönüştürmek uğraşısı" olarak tanımlanır. Fakat aslında bu uğraşı içinde "varlığın özü"nü kavramayı amaçlayan gizemci (mistik) nitelikli eski bir bilim dalıdır.

Alşimi yöntemlerinin kullanılışının tarihsel gelişimi ancak l. yüzyıla kadar izlenebilmiştir. Buna karşın bu gizemci eski bilim dalının aslında çok daha eski olduğu açıkça bellidir. Eski Mısır'daki hermetik ekollerde doğmuş olduğu bile ileri sürülmüştür. Nitekim etimolojik bakımdan "alşimi" sözcüğü, Mısır'ın verimli kara toprağını niteleyen "Al Kemia" sözcüğünden gelmedir. Alşimistlerin yöntemleriyle hermetik nitelikli öğretilerin yakın benzerliklerinden ötürü, sonraki çağlarda alşimi "Hermetik Sanat" olarak da anılmıştır. Bu eski bilim dalının çağdaş kimyanın temelini oluşturmuş olduğu da bir gerçektir.

61

Alşiminin amacı "bakın altına dönüştürmek" biçiminde, basit ve yanlış olarak yansıtılmıştır. Alşimistler, birtakım fizik ya da kimya deneylerinden çok gizemci bir felsefe ile uğraşmışlardır. İnsanın, kendi benliğindeki güçleri ortaya çıkarıp, bunları bilinçli olarak ve öz buyrultusuyla kullanmayı öğrenmesini, böylece "do- ğa'nın gerçekleri"ne yaklaşmasını önermişler, astroloji ve okült bilimler ile de yakından ilgilenmişlerdir.

62

KABALA (KABBALA) VE
KABALACILIK

Kabala Ne Demektir

Kabala, kelime anlamıyla 'sözlü gelenek' demektir ve sözlüklerde, Yahudi dininin mistik, Ezoterik (batıni) bir kolu olarak tarif edilir. Bu öğretiye göre Tanrı bütün kainatı lO Sefirot (Sayı, Daire) vasıtasıyla yaratmıştır. Sefira ya da Sefirot'un sayısı ondur. Sefirot- ların sayısı değişmez. Bu sayı bir eksik ya da bir fazla olamaz. lO Sefirayı birbirine bağlayan 22 yol vardır. Bu 22 yol Eski İbrani alfabesindeki 22 harfe denk düşer. Her İbrani harfinin bir anlamı bulunmaktadır. Kabala, Tevrat'ın ve diğer Yahudi dini kaynaklarının gizli içeriklerini araştıran bir öğretidir.

Kabalacı evrendoğum (cosmogonie) kuramında, evreni oluşturan lO Sefirot şunlardır: Keter (taç), Hokmah (bilgelik), Binah (ana), Hesed (yücelik), Geburah (adalet), Tiferet (güzellik), Nezah (istikrar), Hod (yücelik), Yesod (dünyanın temeli), Malkut (yeryüzü krallığı)'tur.

63

Öte yandan, birçok Hristiyan ve Müslümanın günümüzde de sürdürmekte oldukları ve o dönem Hristiyan aleminde kök salmış bir düşünüşe göre Kabala'nın gizeminin ardında daha farklı gerçekler vardır. Bu görüştekilerin ileri sürdükleri iddia, Kabala'nın, Yahudiliğin temeli olan Tevrat'tan da önce var olan, Tevrat'ın Musa'ya gönderilmesinden sonra Yahudiliğin içinde yayılan, 'pagan' kökenli bir öğreti olduğudur.

Yahudi mistisizmi olan Kabalacılık tümüyle panteisttir. Vah- det-i vücut anlayışı ile tasavvufta da panteist olgu benimsenmiştir. Ezoterizmi, bu toplulukların dejenere olmayanlarını ve halen aydınlanma çalışmalarını sürdüren toplulukların işlevlerini, yani inisiasyonu daha iyi kavramak için Hermetizm, Neoplatonizm ve Panteizm gibi temel öğretilerden beslendiğinin altını çizmek gerekir.

Ezoterizmi benimseyip uygulayan mistik, okült, teozofik ve ruhsal öğretilerle ilgilenen gruplar ve topluluklar, kendi öğretileri kapsamında çoğunlukla din, töre, bilim ve sanat gibi konuları bir bütün biçiminde işlerler. Öğretilerine göre akıl ve deney yoluyla ulaşılan bilgilerin ötesine geçmeye çalışarak, "sezgi!içe doğuş" yöntemi ile sağlanabilen bilgilere öncelik verirler ve bu öncelik ‘Gizli Öğreticiliğin' de temeli olur. Ezoterik çalışmalar aslında ini- siasyona yönelik çalışmalar demektir. Bu çalışmalar insanları bazı ‘hakikatlerle' karşılaştırmak, onlara kendilerini tanıtmak amacıyla yapılırlar.

Kabala’nın Kökeni Hakkında Çeşitli Görüşler

Bu öğretinin ortaya çıkışına dair birçok farklı görüş ileri sürülmüştür. Kimileri Kabalacılığı Yahudilik öncesi dönemlere tarihlerken, kimileri Musa'ya Tevrat'ın indirilişinin ardından ortaya çıktığını ileri sürmektedir. Kesin bir tarih belirlemek mümkün olmasa da Kabalacılığın Mısır kökenli inanışlara dek uzanan derin bir inanç sistemi olduğunu söylemek mümkündür. Yahudiliğin ortaya

64

çıkışıyla birlikte tek tanrıcılığın yayılmaya başlaması, çoğu paga- nist ve çok-tanrılı inancın ye^mzünden -silinmesine neden olurken, az da olsa bazı okültik inanışlar varlığını sürdürmeye devam etmiş, binlerce yıl sürecek olan bir metamorfoz sayesinde yeni inanç sistemlerine dönüşmüşlerdir.

Bir görüşe göre Kabalacılığın kökeni M.S. l. yüzyılda Filistin'de ortaya çıkan "Merkava" (Merkabah) gizemciliğine kadar geri götürülebilir. Merkava gizemciliğinde temel uğraş, Eski Ahit'te peygamber Ezekiel'in düşlediği "ilahi taht" ya da "araba" (merkava) hakkında derin düşüncelere dalmak ve bu sayede coşku içinde kendinden geçmektir. 7. ve 12. yüzyıllar arasında uygulama alanı Filistin'den Babil'e kayan ve yoğun biçimde Gnostik inançların etkisi altında kalan Merkava gnostisizminde asıl amaç, Tanrı'nın tahtını ve göksel düzeni düşleyebilmektir. Gizemci Merkava yazımında, coşku içindeki ruhun yükselişi, düşman meleklerle dolu "yedi küre"yi ya da "yedi gök katını" aşmak için yapılan tehlikeli bir yolculuk olarak tanımlanmaktadır. Ruhun bu yolculuktaki amacı, Budizm’deki nirvana düşüncesini hatırlatır biçimde, merkavanın üzerinde bulunan ilahi tahta ulaşmaktır.

"Tzenu'im" adı verilen Merkava uygulayıcıları, özel ahlak niteliklerine sahip olan az sayıda seçkin kişilerdi ve sürekli oruç tutarak kendilerini gizemci deneyimlere hazır tutmalar gerekliydi. Bu seçkinlerin yapacağı başarılı bir düşsel yolculuk için, her şeyden çok "mühür" olarak tanımlanan bazı büyülü sözlerin ve formüllerin kullanımı zorunluydu. Bu büyülü sözler, her bir gök katının kapısında bekçilik yapan melekleri yatıştırmak için gerekliydi. Yanlış kullanılan bir "mühür" tehlikeli yaralanmalara, hatta korkunç ölümlere yol açabilirdi.

Talmud'a göre, Merkava uygulamasına kalkışan dört kişi arasından biri ölmüş, diğeri delirmiş, öteki dinden çıkmış ve yalnızca Rabbi Akiba ben Joseph gerçek bir düşsel deneyime nail olmuştur. Merkava uygulayıcılar kimi zaman "Doğaüstü Dünyanın Gezginleri" olarak da adlandırılırlardı. Bu gizemci akımın en

65 eski iki yazımsal kaynağı; Rabbi Akiba'ya ait olduğu sanılan "Küçük" ve Rabbi Ishmael ben Elisha'ya ait olduğu sanılan "Büyük" metinlerdir. Ayrıca, "Enoch'un Kitabı" ve Tanrı'nın oldukça abartılı antropomorfik (insan biçimli) betimlemelerini içeren "Shi'ur Qoma" (Ilahi Boyutlar) adındaki metinler de Merkava geleneğine aittirler.

Kabala’nın Öğretisi

Kabala 15. yüzyıl boyunca Avrupa'da hızlı biçimde yaygınlaşmıştır. Kabala'nın genel öğretisi, evrenin bir bütün oldugu, belli bir düzen içerisinde hareket ettiği, evrende görülen her şeyin Tanrı'nın bir parçası olduğu, insanın da evrenin ve dolayısıyla Tanrı'nın bir parçası olması açısından küçük bir evren sayılması gerektiği üzerine kurulmuştur.

Kabala bilginleri düşüncelerini Zohar adlı bir kitapta toplamışlardır. Bu görüşlerin ortak yargısına göre Tanrı birdir. Bütün varlıklar ondan var olmuştur. Onun varlığında anlayış ve hikmet meydana gelmiştir. Hikmet baba, anlayış ise anadır. Bunlardan oğul olarak ilim doğmuştur. Akıldan azamet ile kudret meydana gelmiştir. Bunlar Tanrı'nın iki kolu durumundadır. Tanrı bunların birincisiyle hayatı doğurur, ikincisiyle onu yok eder. Kabala inancına göre Tanrı'yı hiçbir çıkar düşünmeden sevmek, aşk ve kalp nuru vasıtasıyla, ruh kendi benliğinden sıyrılır ve aslına kavuşur. O zaman Tanrı'nın irade ve tefekküründen başka kendisinin irade ve düşüncesi kalmaz. İnsan için böyle bir ilahi aşka sahip olmak büyük nimettir.

Tek Tanrı'ya ibadet ve Yahudiliğin doğuşunun esasları, bu tefekkürden doğmuştur. Bu tefekkürün kurucusu da Hz. Musa'dır. O, fikirlerini eski Mısır din felsefesinden alarak yepyeni bir şekle sokmuştur. Fakat, Mısır dinine ait inanış ve merasimlerden hiçbirini almamıştır. İnsanları, ne heykele, ne Apis Öküzü'ne ne de timsaha taptırmıştır. O, tek Tanrı'ya inanmış ve inandırmıştır.

66

Kabala’da temel düşüncelerden biri olan "tikkun ha olam", dünyanın onarılması süreci diye özetlenebilir. Daha açık bir ifadeyle bu terimin ifade ettiği şey, evrenin en uzak köşelerine yayılmış ışık zerreciklerinin bir araya getirilmesi yoluyla dünyanın onarılması, Tanrı'nın yeniden Şekina'yla birleşmesi ve böylelikle evrenin düzen ve uyuma kavuşması için her bireyin çaba göstermesi gerektiğine duyulan inançtır.

Bu fikrin pratikteki ifadesi ise her bireyin kendi varlığını iyileştirmesi, yani "tikkun ha nephesh" olarak adlandırılan süreci tamamlamasıdır.

Kabala'daki Kozmik Hayat Ağacı Tanrı'nın bu dünyadaki tezahürlerini temsil eder. Bu özellikler Taç, Anlayış, Bilgelik, Yargı, Sevecen İyilik, Güzellik, Haşmet, Tahammül, Temel ve Hakimiyetken oluşur. Ağaçtaki karşıt enerjileri bir denge durumuna getirebilen kişi dünyanın daha iyi bir yer olmasını sağlamaya yakınlaşır.

Kabala’da Simya, Sembolizm ve Ritüeller

Zohar/Aydınlık Kitabı, Sefer Yetzirah!Oluşum Kitabı’yla birlikte tüm Kabalistik öğretinin, meditasyon ve ritüelinin temelini oluştur. Kutsal Kitaplar üzerinde yorumları nedeniyle Batı Mistisizm öğrencileri, yani Batı Teozofisi ve Ezoterik çalışmaları için de kapsamlı bir kaynaktır. Batı dünyası, Kabala'nın kardeşleri olan simya, ritüeller ve semboller hakkındaki bilgilerinin çoğunu bu dönemde Endülüs’ten yani Arap Ispanya'dan aldı.

Astroloji, işleyişi gereği bir yönü ile kozmoloji ile ilgilenirken diğer uygulama yönüyle de "ruhtaki düğümleri çözmeyi" hedefler. Hermetizm ve Neo-platonizm’den Kabala’ya uzanan bağ ve felsefenin desteği gerçekten önemlidir. Bu üç ekol ile birlikte "Fama Fraternitatis", "Confessio Fraternitatis", ve "Christian Rosenkreuz'ün Kimyasal Evliliği" gibi araştırmalarla, Gül Haç öğretilerinde belirtilen Hermetik felsefe ve uygulamaların temeli oluşmuş oldu. Bir-

67 çok mistisizm öğrencisi için bu okullara gitmek, eski bilgi ve bilgelik adaylarının yaptığı Mısır mabetlerine yolculuk etmek kadar güç ve tehlikeliydi. Raymond Lull, Villanovalı Arnold ve kitapçılıktan katedral yapımcılığına dönüşen ünlü Fransız mistik, simya- ger ve Gül Haç'ın tanımış siması Nicolas Flamel, Kabala'nın bir parçası olduğu Hermetik bilimlerin inisiyasyonlannı Ispanya'dan alarak Avrupa'ya taşımışlardır.

Bazı Yahudi ve Hermetik okulların iddia ettiği ilk Adem'e/Adam Kadmon'a balışedilen saf ve değişmez Kabalistik düşünce ve tekniğin günümüze dek aktarılıp var olduğu düşüncesi, adeta kutsal bir tür efsane ve mit özelliği taşır. Kimi düşünürler Kabala için; 'Doğada her şey değişim ve uyuma tabiidir, Kabala da bu değişen ve gelişen şeylerden biridir.’ demişlerdir.

Erken Yahudi metinlerin Engizisyon tarafından yok edilme tehdidini yaşadığı dönemlerde, varlıklarını korumaya ve onlardan pratik yarar sağlamaya çalışan mistikler Kabalistik fikirleri Hristiyanlaştırmışlardır. Bundan dolayı 15. yüzyılda bir tür Hris- tiyan Kabalası gelişmiştir. Bunun yapılmasındaki amaç, Kabala ile Hristiyan doktrinleri birbirlerine uyumlu hale getirmekti. Bu şekilde, Kabalistik ağacın üst üçlemi Hristiyan teslis doktrini ile eşleşmektedir.

Hristiyanlaşmış Kabala'nın iki önemli kaynağı, Ispanya'da Katolik mezhebine alınan Yahudilerin veya dönmelerin (conversio) yazıları ve Floransa'da Medici ailesinin hamiliğini yaptığı Neo-pla- tonist Akademi idi. Floransa okullarının, Kabala öğretisinin yayılmasına, Ispanya'daki Yahudi araştırmacılardan daha fazla etkisi olmuştur. Floransa okulu Hristiyan, Neo-platonist, Pitagorcu ve Or- fik görüşlerinin nihai ve inkar edilmez kanıtının Kabala'da birleştiğini, bu anlamda da Kabala'nın ezoterik ve teozofik araştırmacılar için önemli olduğunu düşündüler. Her ne kadar bu tip ruhsal öğretilerin tümünün, evrensel anlamda inisiyatik bir zincirin ilk insandan bu yana yayılan halkaları olması gerçeği temel gerçekse de araştırmacıların ve o dönem o bilgileri izleyenlerin ya da ihtiyaç

68 sahiplerinin bu tanımlamaları da yadırgayıcı değildir. Ayrıca, Ka- bala'da uzun süre kayıp bulunan Katolik sırların ve olası biçimde de esas Hristiyan dininin yeniden keşfedildiğine inanıyorlardı.

Hristiyan Kabalacı okulun esas kurucusu Giovanni Pico della Mirandola (1463-94) idi. Bu genç düşünür, Kabalistik incelemelerine 1486 yıllında henüz 23 yaşındayken başladı, Katolik mezhebine geçerek dinini değiştiren Samuel ben Nissim tarafından çok sayıda Kabalistik eserin Latince'ye tercüme edilmesini sağladı. Kayıp ya da pek bilinmeyen bir Yahudi gizemci öğretisi olarak Kabala, Hristiyan entelektüel dünyasının tartışma konusu olmayı günümüzde de sürdürmektedir.

Bu dönem süresince yeni ortaya çıkan Hristiyan Kabalacı geleneğin en etkin ezoterik-mistik Kabalistik eseri, Nettesheimli Cornelius Agrippa'nın dört ciltlik "Okült Felsefe" ("De Occulta Philosophia" - -1531) adlı kitabıydı. Kabala pratiği hakkındaki bu dizi eser, günün biliminin okült ve majikal edebiyatının ansiklopedi- siydi. Hristiyan dünya, Kabala'nın teozofi, maji ve numeroloji bağlantıları hakkındaki bilgisini bu eserlerden almıştı.

Tüm bu düşünürler arasında en etkili, anımsanan ve İbrani kaynaklara en yakın olan Guillaume Postel (1510-1581) idi. Pos- tel bir Fransız mistikti ve İbraniceleri daha basılmadan önce Zohar ve Sefer Yetzirah eserlerini Latince'ye tercüme etti. Onun tercümeleri, kendisinin Kabala'ya uyarlanmış teosofik felsefesinin notlarını da içeriyordu. Yayınladıkları eserler arasında Menorah'ın mistik sembolizmi üzerine bir Latince yorum (1548) ve ardından İbrani- ce bir kopyasını içermekteydi.

16. yüzyıl süresince Hristiyan Kabala, Avrupa’daki Yahudi topluluklar üzerinde etki yaratmak yerine kendi teozofik gelişmesi üzerinde odaklanmıştı. 17. yüzyılda Jacob .Boehme ve Knorr von Rosenroth'un yazılarıyla, Hristiyan Kabala İbrani kaynaklardan uzun süren belirgin bir mesafe açmaya başladı. Bir yandan, Rosenroth'un "Kabbalah . Denudata" (1677-84) adlı eseri "Zohar"ın önemli kısmını Hristiyan okuyuculara sunarken, Adam Kadınon

69 ve "prototip İsa" ile ilişkisi hakkındaki yazısı Zohar'ı birçok bakımdan sanki arka plana itmekteydi. "Denudata"nın sonuna eklenen Hollandalı teozofik düşünür Franciscus Mercurius van Hel- mont'un yazdığı, "Adumbratio Kabbalae Christinae" adlı makale bu tezi oldukça yoğun bir şekilde ortaya koymuştur.

Kabala ve Numeroloji (Sayı bilimi)

Pisagorcu geleneğin en önemli atılımı Ortaçağ'daki Kabalacı akımdır. Yüksek seviyedeki Kabala, karmaşık bir rakamlar mistisizmi üzerine kuruludur. Hristiyan bilgi sistemi yoğunlukla iki yöntem üzerinde oluşturulmuştur. Bu yöntemler Kabalistik yazıları, özellikle de Incil'in manasını açıklama konusunda kullanılmıştır. "Hayat Ağacı"nı (on bitki, veya bölümüyle birlikte) ve gematria'yı içerir.

İbrani harfleri sayı olarak da kullanılmaktadırlar. Bundan dolayı da Hayat Ağacı'nın şekli ve kolları o alemin değişik kısımları arasında büyüleyici ve mistik ilişkilere yol açar. Kabala alfabesinde yirmi iki harf bulunmaktadır. Hristiyanların değiştirmek istedikleri ifadeler (konular) için isimlerindeki harfleri değiştirdiği söylenir. Her iki metod kehanet için de kullanılmıştır.

Ezoterik Numeroloji

Ezoterik numeroloji, sayıların arkasındaki (her bir sayı için) değer kalitesi ve önemini inceler. Sonsuz potansiyelle insanın sahip olduğu potansiyel ilişkilendirilmiştir; güneş sistemi, yıldızlar, ay ve diğer sistemlerle bağlantı kurmuşlardır. Ezoteristler potansiyeli tüm hayatta gördükleri için, zihnin çalışma sistemi üzerinde derin araştırmalarda bulunmuşlardır.

Yüzyıllar boyunca çok sayıda ezoterist ve düşünürün bilgileri insanları etkilemeyi başarmıştır. Ortodokslar dünyanın düz olduğunu savunurken, dünyanın yuvarlak olduğu fikri Kristof Kolomb gibi bir gezgin. tarafından kanıtlanmadan önce belki de bir ezoterist tarafından yüzlerce yıl önce zaten ortaya atılmıştı.

70

ROZİKRUSİYENLER (Gül-Haççılar)

Spekülatif Masonluk bakımından, Operatif Masonluğun son demlerindeki kabul edilmiş Masonlar arasında en önemlileri, aynı zamanda Rozikrusiyen Tarikatı üyesi olanlardır. Öylesine ki; Spekülatif Masonluğun 18. yüzyıl başlarındaki örgütsel kuruluşunu Rozikrusiyenlerin gerçekleştirmiş olduklarını ileri sürenler bile çıkmıştır. Bu kadar olmasa bile, Rozikrusiyenlerin Spekülatif Masonluğun oluşup gelişmesinde önemli etkileri ve katkıları bulunduğu yadsınamaz. Ancak çağdaş Masonluğun oluşumunu tümüyle Rozikrusiyenlere mal etmek yanlıştır.

17. ve 18. yüzyıllardaki Rozikrusiyenler "Rozkrua Şövalyeleri" olarak anılır. Rozkrua (Rose-croix) sözcüğü "gül-haç" demektir. Bu kişilere yakıştırılan "şövalye" niteliği ise simgeseldir. Kimileri bu niteliği çağdaş Masonluğun bazı ritlerinde aynı adı taşıyan bir yüksek dereceyle bağdaştınrlarsa da bu ikisi arasında somut bir bağlantı yoktur.

Eski yazın ve belgelerde bu tarikatın adı Latince "Fraternitas Rosae Crucis" (Rozikrusiyen Kardeşliği) olarak geçer. Sözlük anla- 7l mı bakımından Latince'deki Rosae Crucis, "rosa" ve "crux" sözcüklerini birleştiren bir tamlamadır. Crux, çarpı anlamına gelir ve haçın karşılığıdır. Rosa ise gül anlamına geldiği gibi pak ya da arınmış anlamına da gelir.

Rozi^rasiyenlerin Efsanevi Tarihçesi

1614 yılında Almanya'da, daha sonra kısaca "Fama Fraternitatis" olarak anılan bir kitap yayımlanmıştır.

. Bu kitabın üzerinde yazar adı bulunmamakla birlikte, kitabın o dönemin ünlü düşünürlerinden Johann Valentin Andrea tarafından kaleme alınmış olduğu bilinmektedir. Bu yapıtında Andrea, Christian Rosenkreuz adını verdiği bir kişinin, önce biyografisini, sonra da dünya görüşünü anlatmaktadır.

Rozikrusiyenlerin ilkelerini ve dünya görüşünü anlayabilmek için, kısaca olsa bile bu öyküyü bilmek gerekir.

Christian Rosenkreuz, yıllarca gezdiği Doğu ülkelerinde, çeşitli tarikatlara girip çıkmıştı, okült ve gizemsel bilgilere ilişkin çok şeyler öğrenmişti. Yıllar sonra Almanya'ya geldiği zaman, özenle seçtiği insanlara bildiği şeyleri öğretti. Böylece bir kardeşlik örgütü oluştu. Bu örgütün üyeleri, bundan böyle tüm yaşamlarını bilime ve insanların esenliğine adamaya ant içtiler.

Rosenkreuz öldükten sonra, cenazesi 120 yıl saldı kalmak üzere özel bir şekilde kaldırıldı ve saklandı. Netice olarak da bu süre dolunca ceset ortaya çıktı. Cesedin yanı başında yaşam öyküsü ile sağlığında kullandığı gereçler, tarikatın ilkelerini içeren bir kitap ve Paracelsus'un yazmış olduğu ünlü sözlük vardı. Rosenk- reuz'ün belirlediği kural uyarınca, tarikat bundan sonra gün ışığına çıktı. .

Andrea, bu konudaki ilk kitabında "yazar" olarak kendi adını kullanmamış, ama kitabın çok ilgi görmesi üzerine İkincisini doğrudan kendi adı altında çıkarmıştır. Bu ikinci kitap "Chemische Hochzeit der Christian Rosenkreuz" (Christian Rosenkreuz'ün 72 Kimyasal Nikahı) başlığını taşır. Bu kitapta, aslında gerçekten yaşamış olup olmadığı bilinmeyen Rosenkreuz'ün dünya görüşü ve felsefesi ayrıntılı bir biçimde anlatılır. Bu felsefe, yalnızca Alşimistlerin ilkelerini değil, Hermetizm'den ve Kabala'dan alıntılar da içerir.

Andrea, her iki kitabını da akıcı bir dille ve sürükleyici bir roman tarzında yazmıştır. Anlattıkları, Almanca konuşan ülkelerdeki birçok okur tarafından "gerçek" olarak benimsenmiştir. 1620'li yıllarda, kimileri bu tarikata nasıl katılabileceğini araştırırken, kimileri de kabul edilmiş olduğunu ileri sürerek başkalarını tarikata almaya girişmiştir.

Rozikrusiyenlerin örgütlenmesindeki bu şarlatanlıklar ve karmaşıklık bir yana bırakılacak olursa; Andrea'nın özellikle ikinci kitabındaki gizemci (mistik) nitelikli felsefesel yaklaşım o dönemin aydın çevrelerinde çok tutulmuştur. Bunun sonucunda, 17. yüzyıl ortalarında Avrupa ülkelerinden birçoğunda Rozikrusiyen dernekleri kurulmuştur.

Bu dönemin rozikrusiyenlerinden oldukları bilinen kişiler arasında şu ünlüleri sayabiliriz: Michael Maier, Francis Bacon, Rene Descartes, Robert Boyle, Robert Fludd, John Locke, Isaac Newton, J. B. von Helmont, Johann Amos Comenius, Tommaso Campanel- la, G. W. Leibniz. Masonluk tarihindeki yerinin önemi bakımından bu listeye Elias Ashmole de eklenebilir.

Bunlardan ünlü bir fizik ve kimya bilgini Robert Boyle, 17. yüzyıl sonlarına doğru Londra'da "The Invisible College" (Görünmez Kolej) adlı bir dernek kurmuştur. Sonradan bu dernek, "Ro- yal Society" olarak bilinen ünlü "İngiltere Krallık Bilim Araştırma ve Geliştirme Kurumu"na dönüşmüştür. Spekülatif Masonluğun ilk örgütlenmesinde bu kurumun olağanüstü etkisi vardır.

Johann Valentin Andrea'nın kitabında sözünü ettiği tarikatın, aslında 13. yüzyıl sonlarında Roger Bacon tarafından kurulmuş olduğu da ileri sürülmüştür. Andrea'nın bunu biraz abartmış ve ro- 73 mantikleştirmiş olduğu da iddia edilmiştir.

Aynı zamanda bahsedilmesi gereken başka bir örgüt daha bulunmaktadır: Bu örgütün adı Prieure de Sion'dur (Siyon Tapınağı). Bu örgüt belki diğer hepsinden çok daha önemlidir. Tüm diğer örgütlerin ya yanında ya onlarla iç içe ya da adeta bir perdeyle gizlenmiş olarak onların arkasında yer almaktadır. Prieure de Sion, aslında Masonluk ile doğrudan bağlantısı olmayan ama hiçbir ilişkisi olmadığı da söylenemeyecek, dünya tarihindeki birçok olayı çok önemli ölçüde etkilemiş olan bir örgüttür. Bu örgütün tarihsel konularla en önemli bağlantı noktası şövalyelik tarikatlarıdır; bunların arasında da özellikle Tapınakçılar diyebiliriz.

74

BOGOMÎLLER

, yüzyıldan başlayarak Bizans'ta bulunan din adamları, • Bulgaristan'da "Bogomiller" adı verilen yeni bir dinsel akımın gelişmekte olduğunu fark ettiler. Bu mezhebin kurucusu olan kişi Bogomil (Tanrı'nın sevdiği) adında bir köy papazıydı. Yaklaşık 930 yıllarında papaz Bogomil yoksulluk, alçakgönüllülük, dua ve tövbe ile geçen bir yaşamı vaaz etmeye koyulmuştu.

lO. yüzyıl ortalarında Bulgar Çariçesi Maria-Irena'nın amcası İstanbul Patriği Theophilaktes, damadı Bulgar Çarı Petro'dan iki endişe dolu mektup alır. Bu mektuplarda Çar, Bulgaristan'da ortaya çıkmış yeni bir dinsel, ama Kilise karşıtı akımı anlatmakta ve bu akımla nasıl baş edilmesi gerektiğini sormaktadır. Konuya eğilen Patrik, bu akımın Paflikyanların yeniden canlanması olduğuna karar verir. 954 tarihli yanıtında, bu akımı iyi bildiğini ve bu kişilerin Kilise öğretisine geri çağrılmaları gerektiğini yazar. Ancak Pat- rik'in yanıtı, bu akımı alışılagelmiş bir sapkınlık olarak açıklamasına karşın, bunun Bulgaristan'da yeni ortaya çıkışına şaşırdığını ve bundan pek etkilendiğini açıkça sergilemektedir.

75

Bogomilizm'den ikinci kez söz eden kişi bir Ortodoks Bulgar papazı olan Kozmas'tır: "Çar Petro'nun zamanında Bulgaristan'da Bogomil adlı bir papaz yaşıyordu. O, Bulgaristan'a sapkınlığı eken ilk kişiydi". Kozmas, bu satırları içeren ve 977 yılında kaleme aldığı risalesinde, Bogomilizm'in yeşermesine olanak sağlayan Ortodoks Kilisesinin tembellik ve savurganlığına çatmaktadır.

Bogomil'e göre dünya kötüydü; çünkü İsa'nın kardeşi ve Tanrı'nın diğer oğlu olan "Satanael" (Şeytan) tarafından yaratılmıştı; Şeytan, Eski Ahit'teki kıyıcı Tanrı "Yehova"dan başkası değildi. Büyük olasılıkla Bogomil, 6. ile lO. yüzyıllar arasında Anadolu’da yaygın olan Paflikyanların ve Messalianlar'ın. düalist inançlarından etkilenmişti. Bogomil akımının inanışlarına göre Ortodoks kilisesinin törenleri, kutsal eşyalar ve ikonalar, aslında Şeytan tarafından yaratıldıkları için anlamsız ve yararsızdılar. Haçtan da nefret etmek gerekliydi; zira İsa haçın üzerinde işken-. ce görmüş ve öldürülmüştü.

Geçerli olan tek dua, gece ve gündüz dörder kez yinelenmesi gereken "Bizim Babamız" duasıydı.

Bogomillerin kozmolojik ilkeleri arasında baba ile iki oğlu önde geliyordu. Baba süper kozmik yörelerde, İsa göklerde, Satanael adlı büyük oğul dünyada egemendiler. Satanael adı, "Tan- rı'ya karşı gelen" anlamına geliyordu. Düalist toplulukların birçoğu, her iki oğlu da -küçüğünü sevgiden büyüğünü ise korkudan- yüceltiyorlardı.

Paflikyanların Şeytan’ı Tanrı'nın büyük oğlu olarak gördüklerine dair bir kanıt yoktur. Bu nedenle söz konusu öğretinin kökeni doğrudan Bogomillere dayandırılır: Doğal olarak Bogomil- ler, hiç kuşkusuz Şeytan’ın kötülük ortaklan olarak toprak ağalarını ve soyluları görüyorlar, yeryüzünün tüm mallarını ve zenginliklerini reddediyorlardı. "Eğer iyi bir Tanrı varsa, kötülükler nereden geliyor?" İşte Bogomillerin yanıt bulmaya çabaladıkları soru buydu.

76

9. ve 10. yüzyıllarda Trakya'daki koşullar feodalitenin gelişmesine elverişliydi. Küçük toprak sahibi köylülerin aleyhine güçlü bir feodalitenin boy vermesi, köylü sınıfının sefaletine neden olmaktaydı. Bölgenin sahne olduğu sürekli savaş durumu halkın omuzlarına her gün artan vergiler yüklemekte, yoksulluğa düsen köylüler bir koruyucu (prostasia) aramak zorunda kalmaktaydılar. Aşırı ölçüde sert geçen 927-928 yılı kışını izleyen korkunç bir kıtlık ve veba ile birkaç yıl yinelenen kötü hasat, feodal sınıfa halka ait toprakları olabildiğince düşük fiyatlarla ya da birkaç besin maddesi karşılığında satın alma olanağını vermişti. Bu ekonomik koşullar hiç kuşkusuz Bogomil propagandasının yayılmasına yardımcı olmaktaydı.

Her yanı kaplayan sefalet, bir yandan Bogomillerin çağrısına uygun zemin hazırlarken, diğer yandan gelişen bir feodalitenin oluşmasını hızlandırıyordu. Tüm kudret ve zenginlikler bir azınlığın elinde toplanıyordu. Bu sosyal dengesizlik Bogomillerin sert karşı çıkışlarına yol açmaktaydı.

Bogomil inancının sosyo-politik temeli, Bulgar köylüsünün toprak ağalarına karşı gelişen tepkisi olmuştur. Bu tepki yadsıyıcı, olumsuz, bozguncu bir tepkiydi ve hiç kuşkusuz Çar Petro ve oğullarının dönemlerinde Bulgaristan'ın gerilemesine yol açmıştı. Koz- mas'ın risalesini yazdığı dönemde, Bogomilizm yeni gelişen bir akımdı ve kısa süre önce Bizans İmparatoru Yohan Tzimises, Philippopolis (Filibe) civarındaki yörelere Paflikyanları göçe zorlamıştı. Bu bağlamda, hoşnutsuzluk yaratan ekonomik durumun ve yörede aniden ortaya çıkan düalist Paflikyan inançlarının Bogomilizm'in temelini oluşturduğu düşünülebilir. Genel kural olarak Bogomil öğretisi, Gnostik akımlardan aktarılmış düalizm ile olabildiğince tam uygulanması istenen Hristiyan öğretisinin arasındaki gizli ya da açık karşılaştırmalarda belirginleşiyor. Bir akımın ilerleyip gelişmesi, yalnızca dış etkiler ve üyelerinin ateşli çabalarıyla açıklanamaz. Ortam elverişli, insanlar etkilenmeye hazır olmalıdır. Bu koşullar, o dönemde Bulgaristan ve Bosna'da yeterince bulunuyordu.

77

Bogomiller ne et yiyorlar, ne de şarap içiyorlardı; evliliğe de karşıydılar. Topluluklarında hiyerarşik bir düzen yoktu. Birbirlerine günah çıkartıyorlar, birbirlerini affediyorlardı. Zenginleri eleştiriyorlar, soyluları aşağılıyorlar ve sıradan insanları, edilgin bir direniş göstererek, efendilerine başkaldırmaya davet ediyorlardı. Bo- gomil akımının başarısı, Kilisenin zenginlik ve ihtişamı ile papazların değersizliklerinin yarattığı düş kırıklığından kaynaklanan toplu bir adanmışlıkla açıklanabilir. Ancak asıl etken, giderek yoksullaşan ve toprak köleliğine bile razı olan Bulgar köylülerinin, toprak sahiplerine ve Bizans işbirlikçilerine duydukları nefretti.

Ortodoks inançlarına bu denli karşı çıkan bir öğretinin, ister istemez bölgenin sosyal yaşamının tüm öğeleri üzerinde önemli yankıları olmuştu. Özellikle kilise ile devlet çıkarlarının böylesine iç içe olduğu bir dönemde Ortodoks inancının reddi, kaçınılmaz olarak yasalara bir başkaldırı ve toplumsal düzenin tümüne yöneltilmiş bir meydan okumaydı.

Bogomiller halkı sivil itaatsizliğe çağırıyorlardı. Efendilerine itaat etmemeyi, zenginleri hor görmeyi, Çar’dan nefret etmeyi, Çar'a hizmet edenleri alçak olarak değerlendirmeyi, soyluları gülünç duruma düşürmeyi, her ırgata ağası için çalışmayı reddetmeyi öğütlüyorlardı. Bu sosyal anarşizme karsı Kilise, siyasi yetkenin kutsallığını ileri sürerek karşı çıkmaya çabalıyor, Çar ve soyluların Tanrı tarafından görevlendirildiklerini ileri sürüyordu.

Bogomilizmin eşitlik ilkesi, yoksulluk ve ahlaki saflık arayışlarından türemiştir. Feodaliteye karşı savaşımları adeta iyilik ve kötülük arasındaki kozmik savaşın toplumsal düzeye oturtulması gibidir. Yalnızca bu anlamıyla bile Bogomilizm, feodalitenin gelişimine karşı koymuştur ama esas olarak hiçbir zaman bir politik akım biçimine dönüşmemiştir. Bogomiller her şeyin üstünde dinsel vaizler olarak kalmışlar, sivil işlevlere ilgi duymamışlardır.

Gönüllü yoksullukla birlikte, çalışmanın Bogomiller tarafından hor görülmesi, gezgin keşiş tipini ortaya çıkarmıştır. Bu nitelik, Paflikyanlardan çok Messalianlara özgüdür. Bogomillerin edil- 78 gin tutumları, onları Paflikyanlardan ayıran en önemli özellikleridir. Bogomillere verilen diğer bir ad olan ve Türkçe "torba" sözcüğünden türemiş olan "Torbeshi", gezgin Bogomil keşişlerinin omuzlarına astıkları ve içine aldıkları sadakaları koydukları torbadan kaynaklanmaktadır.

Günümüzde Torbeshi adı, Makedonya'nın Müslüman Bulgarları olan Pornaklara verilen bir addır. Bizans İmparatoru II. Basil'in 1018 yılında Bulgaristan'ı fethinden sonra, birçok Bulgar soylusu zorla İstanbul'a yerleştirilmişti. Bu soylular ve hatta bazı Bizanslı papazlar tarafından kabul edilen Bogomilizm, kendi teolojisini geliştirme çabasını sürdürdü. Ne var ki bu teolojik çabalar sonunda Bogomil akımı ikiye bölündü. Şeytan’ın yetkesini kabul ederek, onu ezeli ve mutlak bir Tanrı olarak görenler "Dra- govitsa Kilisesi" adıyla örgütlendiler (Dragovitsa, Trakya ile Makedonya sının üzerinde bulunan bir köyün adıydı). Şeytan’ı İsa'nın kötü kardeşi olarak gören eski Bogomiller ise "Bulgarlar" adını aldılar. Dragovitsa kolu mutlak bir düalizmi, Bulgarlar ise ılımlı bir düalizmi savunmasına karşın, iki grup birbirine hoşgörü ile bakmaktaydı. Bu dönemde Bogomilizm hızlı bir atılım gösterdi; üyelerinin sayısı artarken, Anadolu ve Balkanlar'da yeni topluluklar oluştu.

lO. yüzyıl sonlarına doğru Bogomil toplulukları içinde hiyerarşik bir yapı gelişmeye başladı; rahipler ve inananlar birbirinden ayrıldı. Dua ve oruç, kesinlikle uyulması zorunlu uygulamalar haline geldiler; giderek törenlerin sayısı ve ayrıntısı arttı. Bir köylü hareketi olarak başlayan akım, 12. yüzyıl sonlarında, ayrıntılı törenleri ve Hristiyanlıktan giderek uzaklaşan düalist eğilimleri olan bir manastır tarikatı biçimine dönüştü.

12. yüzyılın başlarında, Bogomilleri baskı altına almak amacıyla kilise örgütlenmeye koyuldu. Bunun üzerine Bogomiller Bal- kanlar’ın kuzeyine çekildiler. Buradan yola çıkan Bogomil misyonerleri Dalmaçya, İtalya ve Fransa'ya kadar yayıldılar. Bazı dönemlerde Bogomilizm, devlet düzeyinde de başarılar kazandı. Örneğin;

79

13. yüzyılın ilk yarısında Ban Kulin (1180-1214) yönetimi sırasında Bulgaristan ve Bosna'da resmi din olarak kabul gördü.

Bogomilizmin tüm tarihi boyunca sürdürdüğü bir başka belirgin özelliği ise, değişkenlik ve koşullara uyum sağlama yeteneğidir. Bu bağdaştırmacı nitelik, onlara çağrı etkinliklerini sürdürebilme ya da baskıları atIatabilme fırsatını tanımaktaydı. Bogomiller, diğer dinlerle ya da din dışı akımlarla bağdaşmaktan çekinmezlerdi. Bu eğilim zamanla daha belirgin biçime dönüştü ve 13. yüzyıldan başlayarak Bogomilizm daha sık olarak Paganizm, büyü ve batıl inançlar ile iç içe geçti. Bu durum, herhangi bir sapkınlığı Bogomilizm olarak damgalayan Ortodoks eğilimini haklı duruma getirdi.

14. yüzyılda Bogomilizm giderek etkisini yitirdi ve Osmanlıların Bulgaristan'ı (1393) ve Bosna'yı fethetmelerinden sonra (1463) Bogomillerin büyük çoğunluğu İslam dinine geçti.

Oysa Bogomilizmin dinsel etkileri uzun süre devam etti. Güneydoğu Avrupa'da bazı Bogomil inanç ve kavramları "Apokrifa- lar" (gizli ya da aslı olmayan İnciller) aracılığı ile yayılmayı sürdürdü. Ortaçağ süresince bu bölgede birkaç Apokrifa, Jeremias adında bir Bogomil papazının adı ile bağlantılı biçimde elden ele dolaşmaktaydı. Ne var ki, bu kitapların hiçbiri Aslında Jeremias'a ait değildi. Örneğin, tüm Ortaçağ Avrupa'sında iyi tanınan "The Wood of the Cross" (Haçın Tahtası) adlı Apokrifa, Gnostik kökenli "Nicodemus lncili"nden alınmaydı. "İsa Nasıl Rahip Oldu" adındaki bir diğer Apokrifa, Bizanslılarca uzun zamandan beri biliniyordu. Bogomiller, bmeski metinlere düalist unsurlar eklemişlerdi. "Haçın Tahtası" adlı Apokrifanın Slovence çevirisi "Tanrı dünyayı yarattığı zaman, yalnızca kendisi ve Satanael vardı. .." diye başlamaktaydı. Bu kozmogonik motifin çok yaygın olduğu bilinmektedir; ancak Güneydoğu Avrupa'daki Slavca uyarlamalarda Şeytan’ın rolü alabildiğine abartılmıştı. Kimi Gnostik tarikatların modelini izleyen Bogomiller, Şeytan’a verdikleri önemi abartarak, düalist yaklaşımlarını güçlendirme yolunu seçmişlerdi.

80

Benzer biçimde "Adem ve Havva" adındaki Apokrifaya da Bo- gomiller, Adem ve Şeytan arasında gerçekleştirilen bir anlaşma hakkında bir bölüm eklemişlerdi. Bu anlaşma uyarınca, dünyayı yaratan Şeytan olduğu için, Adem ve soyundan gelenler, Isa 'nın gelişine kadar Şeytan’a ait olacaklardır. Bu temaya bugün bile Balkan folklorunda rastlanmaktadır.

Bu Apokrifaları yorumlama yöntemi "Interrogatio Iohannis" adlı tek otantik Bogomil metninde açıklanmaktadır. Isa ile Ineilci Yahya arasında geçen bir konuşmayı içeren söz konusu metin, engizisyon görevlileri tarafından Güney Fransa'da Latince'ye çevrilmiştir. Konuşmanın konusu dünyanın yaratılışı, Şeytan’ın düşüşü, Enoch'un göğe yükselişi çevresinde geçer. Aslında metinde yer alan birçok bölüm diğer Apokrifalardan ve "Incilci Yahya'nın Soruları" adında 12. yüzyıla ait Slavca bir yapıttan alınmıştır. Halbuki anlatının özündeki teoloji tümüyle Bogomil inançlarını yansıtmaktadır. Yine de bu metnin özgün bir Bogomil yapıtı mı, yoksa Yunanca'dan bir çeviri mi olduğu hakkında kesin bir yargıya varılamaz. Öğreti açısından bu yapıtın, büyük olasılıkla eski Apokrifalardan yola çıkılarak Bogomiller tarafından derlendiği söylenebilir.

Önemli olan, Bogomil Apokrifalannın birkaç yüzyıl boyunca halkın dinsel inançlar üzerinde oynadığı roldür. Bogomilizm'de Şeytan’a verilen önem, Tanrı'nın edilgenliği ve anlaşılmaz aldırmazlığı, ilkel dinlerde de sıkça görülen "Deus Otiosus" motifinin ifadesi olarak düşünülmelidir. Bu inanışlara göre, dünyayı ve insanı yaratan Tanrı, Yaratılış’ın sonuçları ile ilgilenmez, cennete çekilir ve yapıtının tamamlanmasını bir doğaüstü varlığa, yani "Demiurgos1^ bırakır. ll. yüzyılın başlarından itibaren İtalya, Fransa ve Güney Almanya'da Bogomil misyonerlerinin etkinlik gösterdikleri biliniyor. Örneğin, bu misyonerlerin Orleans'ta birçok soyluyu ve hatta rahipleri bile kendi inançlarına çekmeyi başardıkları tarih belgelerinde yer alıyor. Ne var ki, Fransa Kralı Robert bunları ortaya çıkarmakta ve yargılamakta gecikmedi. Batının ilk düalistleri (sapkınlıkla suçlananlar) 1022 tarihinde ateşte can verdiler. Yine

81 de akım yayılmasını sürdürdü. Bu kez İtalya'da yerleşmiş olan Bo- gomil temelli Kathar (Yunanca Catharos) inancı Provence ve Lan- guedoc yörelerine, hatta Pireneler'e kadar misyonerler göndermeye başladı. Provence bölgesindeki topluluklar dört piskoposluk altında örgütlendiler ve 1167 yılında Toulouse'da bir konsül toplandı. Bu konsüle İstanbul Bogomil piskoposunun katıldığı ve bu fırsattan yararlanarak Güney Fransa'da birçok kişiyi kendi kökten düalizmine yönelttiği biliniyor.

İşte böylelikle Bogomil öğretisi, zaman içinde benzer düalist öğeleri içeren Kathar öğretisine dönüştü.

82

KATHARLAR VE KATHAR
ÖĞRETÎSÎ

Fransa’nın güney kısmında kalan Languedoc bölgesi, Hristi- yanlarla Müslümanlar arasındaki sınırda bulunmaktadır. Dahası bu bölge, Endülüs-lslam yönetimi altında yaşayan Sefarad Yahudilerle Hristiyan yönetimi altında yaşayan Aşkenaz Yahudileri için de bir buluşma bölgesidir. Avrupa Hristiyanlığının karşısına çıkan en radikal sapkınlık olan Katharizmin bu bölgede ortaya çıkması bir rastlantı değildir.

Katharizm, sosyal yapısı içerisinde iki ayrı grup barındırıyordu; bir grupta "Credentes" adı verilen sıradan İnananlar, diğer yandan "Perfecti" yani mükemmelleşmiş olanlar vardı. Perfecti olan gruptakiler, düşünsel evrene ulaşabilmek amacıyla kendilerini maddi evrenden soyutlamayla meşguldü. Katharizm, açıkça iki ayrı inananlar sınıfını içeren bir inanç sistemi olan temelde bazı Her- ınetik görüşleri de içinde barındırmaktaydı. Esas olaraksa Pers coğrafyasına ait Zerdüşt ve Mani inançlarından türemiş olan net bir düalizme sahipti. Bu düalist yaklaşım Tanrı-Şeytan, iyilik-kötü-

83 lük, ruh-beden gibi kozmik güçlerin sürekli çekişmesi ve birbirini dengelernesi üzerine oturtulrnuş bir felsefeydi.

Katharizrnin ve Kabalacılığın benzer dönemlerde, birbirine yakın bölgelerde gelişmiş olmaları dikkat çekicidir ve bu bölgenin toplurnsal ve kültürel yapısında sıra dışı özellikler olduğunu göstermektedir. Doğal olarak Katharizrn ile Kabalacılığın birbirlerini etkilemiş olduklar söylenebilir. İki dünya görüşü . ■. >.< ı î . benzerlik, toplumsal yapı açısından da ilginçtir. Perfeeti sınıfının Credentes tarafından desteklenip, sadakatle korunması gibi, Kabalacı hahamlar da sağladıklar ınanevi yararlar sayesinde Yahudi cemaati içinde korunuyorlardı. Katharların kökünün Katolikler taralin- dan kurutulmuş olmasına karşın, Kabalacılar böylesi bir tehlikeye maruz kalmamışlardır. Kabalacılık, 1492 yılında tüm Yahudilerin Ispanya'dan sürgün edilmesine dek, Yahudiliğin ezoterik bir öğesi olarak gelişimine devam etti.

Kabala ezoterik bir sistemdir, zira belirli sınırların aşılması ve Eski Ahit metinlerinin "derin" okunuşu söz konusudur. Bu da kaçınılmaz olarak, metinlerin yüzeysel okunuşundaki tarihselliği ve ortodoks Yahudiliğin akılcılığını reddetmeyi gerektirir. Kabala, yoğun sezgi ve inceleme ile ulaşılabilen bir gizemin araştırılmasıdır. Kabala aynı zamanda Herrnesçilikte görülen tüm kilit düşünce ve kavramları da içerir. "Üçlü-birlik" (teslis), "Gizli Tanrı", harekete geçiren "Logos", "Sekiz Gök Küresi" ve iyi eğitilmiş bir gizemcinin bu kürelerin ötesine geçebilmesi gibi Kabalacı kavramların tümü Hermetizmde de vardır.

84

TAPINAKÇILAR YA DA
TAMPLİYELER

Tampliyeler (Tapınakçılar) Nasıl

Ortaya Çıktı

Bu tarikat Rozikrusiyenlerden farklı bir öğretiye sahiptir. Çünkü bu tarikat, birçok Mason ritinin ileri ve yüksek derecelerinin önemli bir bölümünün temel esinlenme kaynaklarından biri olmuştur. Kısaca "Tampliye Tarikatı" olarak da anılır. Üyelerine de kısaca "Tampliyeler" denir. Bu tarikatın kuruluş amacının, Haçlı ordularının Kudüs'ü ele geçirmelerinin ardından, bundan böyle Hristiyanların Kutsal Topraklara hacca gittiklerinde güvenlerini sağlamak olduğu söylenir.

1118 yılında Hugues de Payens önderliğinde birleşen dokuz şövalye ant içerek, "Pauperes Commilitionis Christi" (Mesih'in Yoksul Askerleri) adım aldılar. Kudüs Kralı Baudouin (Baldwyn), bu şövalyelere elinden gs tüm desteği verdi. Tampliyeler, bundan bir süre sonra başta Roma Katolik Kilisesi olmak üzere tüm

85 dinsel kurumlardan ve Batı ülkelerinin çoğu soylularından yardım ve destek gördüler. 12. yüzyıl ortalarında bu örgüte katılan şövalyelerin sayısı büyük artış gösterdi.

Başlangıçta Tampliyeler'in çok basit bir örgütlenme düzeni vardı. Ancak örgüte katılanların sayısının artışıyla birlikte bu sistem karmaşıklaştı. Örgüt, ezoterik nitelikli bir çalışma sistemini benimseyince dinsel anlamda bir "tarikat" olmaya dönüştü. Nitekim "Tampliye Şövalyeleri Örgütü" ile adeta özdeş olmak üzere "Tampliye Tarikatı" teriminin kullanışılmm bir nedeni de budur.

Bu tarikatta üç grup vardı:

a- Şövalyeler;

b- Rahipler ve Papazlar;

c- Hizmetçi Kardeşler: Askerler, yapıcılar ve tarikata gerek politik koruma, gerekse parasal destek sağlayan kişiler.

Tarikatın yönetimi doğrudan ve yalnızca şövalyelerin elindeydi. Tarikatın başkanı olan şövalye uzun ve karmaşık bir yöntemle seçilir ve "büyük üstat" unvanını taşırdı. Bir kez seçildikten sonra ise, Antik Roma imparatorları gibi tarikatın tek egemen yetkilisi olurdu. Yaşamı boyunca bu görevde kalırdı. Kudüs'te oturması, hatta buradan hiç ayrılmaması öngörülürdü ama Selçuklular bu kenti ele geçirince tarikatın merkezi, önce Akra'ya, daha sonra Kıbrıs'a, sonra da Fransa'nın güneyine taşındı.

Dağılmalarından önce bile Tampliye Şövalyeleri, abartılı efsane ve söylenceler, dedikodular, kuşkular ve boş inançlar arkasına gizlenmişlerdi. Yasaklanmalarını takip eden çağlarda, kendilerini çevreleyen efsanevi özellikleri yoğunlaştı ve gerçek efsane, sahtesinin içinde daha da sarmaşık bir hal aldı. 18. ve 19. yüzyıllar boyunca, göreceğimiz gibi Masonluğun belli başlı ritleri, Tampliyele- rin geçmiş tarihine dönük bir soy bağlantısı kurmanın sürekli olarak peşinde olmuştur. Aynı zamanda, kökenlerinin özgün Tampliye tarikatından geldiğini iddia eden benzer Tampliye olmayan kurumlar da ortaya çıkmaya başlamıştı. Bugün kendileri ile ortaçağın 86 beyaz pelerinli savaşçı keşişleriyle direkt kökenleri olduğunu iddia eden en azından beş kadar kurum varlıklarını sürdürmektedir.

Çağımızın şüpheci yaklaşımcılığı ve alaycılığına rağmen, bu grubun dışında kalan kimselerin bile, siyah-beyaz sancakları ve ayırt edilebilir yaygın kırmızı haçlarıyla 700 yıl önceki bu mistik askerler, merakını çekecek hatta romantik gelecek bir şeyler içermekteydi. Bunlar, batı kültürünün geleneklerine ve folkloruna geçmiş, düş gücümüze yalnızca haçlı lar olarak değil ama yüksek düzeyli entrikacılar ve güç simsarlar, muhteşem hazinenin koruyucuları, sihirbazlar, gizli inisiyeler, gizli bilgilerin koruyucularından daha karışık daha başka şeyler çağrıştıran birileri olarak görülmektedir.

Son büyük sıkıntılarının sancılarında, zaman onlara kendilerinden daha çok yardımcı olmuştur.

Zaman yine de insanlarla yarattıkları kurumun gerçek doğası arasındaki romantizmin ekzotik perdesi arkasındaki insanların kimlik ve karakterini de örtmüştür. Halen sorulması gereken sorular vardır. Örneğin, Tampliyeler dinsel inançlarına ne kadar bağlıydılar veya kilisenin inançlarına ne kadar karşıydılar?

Tampliyelerin Gelişimi

12. yüzyılda Tampliyeler hızlı bir gelişim gösterdiler. Kıbrıs'tan Iskoçya'ya kadar uzanan, böylece Avrupa'nın tüm güney ve batı bölgelerini kapsayan bir alanda 5 ülkede eyalet örgütleri kurdular. Bu ülkelerin her birinde tarikatın kendi törenlerinin ve çalışmalarının yapılabilmesi için mabetler inşa ettiler. Tarikatın hemen hemen tüm Hristiyan ülkelerinde gördüğü parasal destek ve edindiği ayrıcalıklar, bu örgütlenmeyi kolaylaştırmakla kalmadı: Tampliyeler'in bir politik güç edinmelerini de sağladı.

Tampliye Tarikatı, ilk kurulduğu sıralarda herkese açık i ek? » terik) bir nitelik taşıyordu. 13. yüzyılda ise ezoterik bir kimLğe büründü. Tampliyeler, giderek kendi içlerine kapandılar. Tören v( ayinlerine üyelerinden başka hiç kimseyi almaz oldular.

Kuruluşları sırasında benimsenmiş ilkeleri uyannca, Tampli- yelerin yoksul bir yaşam sürdürmeleri, kişisel varlık edinmemeleri gerekmekteydi ama bu ilkeler adeta unutuldu. Tampliyeler, ulaştıkları zenginliği kendileri için de kullanmaya başladılar. Çeşitli ülkelerde çiftlikler ve diğer taşınmaz mallar alıp bunları işletmeye giriştiler. Büyük bir ekonomik güç haline geldiler. l 285 yılmda Fransa tahtına çıkan IV. Philippe (Güzel Filip), çok hırslı ve tutkulu bir adamdı. Bir yandan İngiltere ve Felemenklerle savaşırken, diğer yandan da baş gösteren ekonomik sıkıntıları giderebilmek için Tampliyeler'den borç almak zorunda kalmıştı.

Güçlerinin doruğundaki Tampliyeler, kibirlilik, küstahhk, insafsızlık ve aşırı ve ahlaksız davranışlı olmakla itham edilmişlerdir. "Tampliye gibi içmek" deyimi Ortaçağ Ingilteresi'nde çok sık kullanılan bir benzetmeydi ve namus üzerine ettikleri yemine rağmen şövalyelerin, içtikleri coşkunlukta fahişelerle de yatıp kalktıkları görülmektedir. Ama bu yöndeki davranışları ne olursa olsun, fi- nansal işlerde doğruluk, dürüstlük ve sağlamlık içeren itibarları hiçbir zaman lekelenmemişim Ve Tampliyeler, kendi üyelerinden uygunsuzluklarım tesbit ettiklerine karşı da kısmen çok serttiler. Bir keresinde İrlanda'daki tapınağın başrahiplerinden biri zimmetine para geçirmekten suçlu bulunmuştu. Londra’daki Tampliye kilisesinin yerde yatılmayacak kadar ufak bir pişmanlık hücresine hapsedilmiş ve açlıktan ölmüştü. Söylendiğine göre ' sekiz hafta can çekişmişti.

'Tampliyeler, bugünkü İsviçre bankalar gibi ölenlerin ve/veya mal ve mülküne el konulmuşların birtakım uzun vadeli fonlarını muhafaza etmişlerdir. Kralların ve diğer hükümdarların böyle kaynaklara ara sıra el atmaları şaşırtıcı değildir. Örneğin, II. Henry bir ...üresinde gözden düşmüş bir lordun yatırdığı parayı Tampliyeler- tfen talep etmiş, kendisine cevaben, kendilerine güvenilerek ema- ıet -edilen bu paranın, parayı Tampliyeler tarafından korunmasını !_:>;;zyerek verenin izni olmadan hiç kimseye verilmeyeceği bildiril, inçtin

Yoksul şövalyelerin en sürekli başarıları ekonomiydi. Hiçbir ortaçağ kurumu kapitalizmin yükselişi konusunda Tampliyeler kadar etkili olamamıştır. Ama böyle etkili kullandıkları dayanılmaz cazibedeki zenginlik, onların delice cesareti ihtirasıyla eş bir krala teslim olmalarına neden olacaktı.

1306 yılı itibariyle Tampliyeler, Yakışıklı Philippe olarak da bilinen Fransa Kralı IV Philippe'in özel ilgisinden dolayı odak noktası haline gelmişti. Philippe aşırı derecede ihtiraslı biriydi. Ülkesi için muhteşem planları vardı ve yoluna çıkan kim ve ne olursa olsun ezmekten pişmanlık duymuyordu. Papa VIII. Boniface'ın kaçırılıp öldürülmesi olayını tertiplemişti ve takiben bir başka Papa, XI. Benedict'in de olasılıkla zehirlenerek öldürülmesini yönettiğine inanılıyordu. 1305 yılında sonradan Papa V Clement olan daha önceki Bordeaux Baş Piskoposu Bertrand De Goth'u kuklası olarak Papalık tahtına geçirmişti. 1309'da Philippe papalık makamını kaçırıp Roma'daki yerinden kökünden sökerek, gerçekte Fransa Krallığının önemsiz uzantısı haline geldiği, Fransa topraklarındaki Avignon şehrine yeniden yerleştirdi. "Avignon Tutsaklığı" diye adlandırılan bu girişim, 1377 yılına kadar süren 67 yıl rakip papalar üretmiş ve Katolik Kilisesini bölmüştür. Cebinde Papalığı taşıyan Philippe, Tampliyelere karşı hareket edebilme gereksinimi olan serbestliğe sahip olmuştu.

Böyle hareket etmesinde sayısız dürtü olmakla beraber, aynı zamanda şövalyelere karşı şahsi kini de vardı. Daha önce I. Ric- hard'a verilen statü cinsinden, örgüte onursal Tampliye olarak alınması talebinde bulunmuş ve aşağılanarak reddedilmişti. Sonra l306'da isyan çıkaran ayak takımı, örgütün tereddüt ettiği zenginlik ve kaynak kapsamına birinci elden tanıklık ettiği Paris Ma- bet'ine sığınmaya zorlamıştı. Philippe'in ümitsizce paraya ihtiyacı vardı ve Tampliye hazinesi ağzının sularının akmasına neden olmuştu. Kralın şövalyelere karşı tutumunda; açgözlülük, kin ve aşağılamayla tehlikeli bir şekilde birleşmişti. Sonuç olarak, Tampliyeler krallığının sağlamlığı için gerçek bir tehdit oluşturuyorlardı ve-

89 ya Philippe'in gözünde tehdit oluşturuyor gözüküyorlardı.

l29l'de, Batılı Haçlıların Kutsal Topraklardaki son kalesi Ak- ka Müslümanların eline düşmüş ve Kudüs'ün Latin Krallığı bir daha ele geçmezcesine kaybedilmişti. Bu, Tampliyeleri, yani batı dünyasındaki en iyi yetiştirilmiş, en iyi teçhizatlandırılmış, en profesyonel askeri gücünü, var olma nedensiz, Philppe'e göre daha uğursuzca, yuvasız bırakmıştır.

Tampliyeler çoktan Kıbrıs'ta geçici bir üs kurmuşlardı ama daha hırslı planlar peşindeydiler. Tampliye benzeri bir örgüt olan Teuton Şövalyelerinin Prusya ve Baltık'ta yarattıkları Or- denstadt benzeri, kendilerine ait bir prenslik veya devlet kurmayı düşledikleri şaşırtıcı değildir. Ama Ordenstadt, Papalığın ve seküler hükümdarların gücünün ulaşamıyacağı bir yerin, Hristi- yan Avrupa'nın oldukça ötesindeydi. Daha da ötesi, Ordenstadt, haçlıların başka bir şekli olarak doğrulanabilir veya mantıksal olarak bu şekilde açıklanabilirdi. Bu şekil, Kuzeydoğu Avrupa'nın putperest kabilelerine, pagan Prusyalılar, Baltlar ve Lit- vanyalılara ve Ortodokslara (bundan dolayı da heretiktir), Pskov ve Novgorod gibi kuzeybatı Rus şehir devletlerine karşı bir haçlı seferi şeklindeydi. Diğer tarafta, Fransa'da zaten engin nüfuz kullanmış olan Tampliyeler, Fransa Kralı tarafından önceki yüzyıl süresinde geçerli olarak ilhak edilmiş, Avrupa Hristiyanlığı- nın tam kalbinde yer alan Languedoc'ta kendi Ordenstadtlarını yaratmayı tasarlamışlardı. Philippe'e göre, güney basamağında bir Tampliye prensliği beklentisi ve hak iddia ettiği toprakları içine alacak bir prenslik, yalnızca korku ve kızgınlık beslemesine neden olacaktı.

Philippe, yapacağı manevrayı kılı kırk yararak planladı. Kısmen kralın tarikata sızmış ajanları tarafından, kısmen firari olduğu iddia edilen bir şövalyenin gönüllü itiraflarından bir suçlamalar listesi oluşturuldu. Bu suçlamalarla silahlanmış olan Philippe, hareket edebilme serbestliği kazandı ve darbesi ani, çabuk ve öldürücü oldu.

90

Modern gizli polis baskınlarına yakışır bir operasyonla, kral ülkenin her yanındaki komutan ve muhafızlarına mühürlü emirler gönderdi. Bu emirler her yerde, aynı anda açılacak ve hemen yerine getirilecekti. 13 Ekim 1307 Cuma günü şafak sökerken Fransa'daki tüm Tampliyeler kralın adamları tarafından yakalanacak, tutuklanacak, toplandıkları yerler kraliyet müsaderesi altına alınacak ve mallan kamulaştırılacaktı. Philippe için en cezbedici ödül, ulaşacağını düşündüğü en somut amaç, yani örgütün efsanevi serveti, Philippe'ten paçayı kurtarmayı başardı. Hiçbir zaman bulunamadı ve inanılmaz mükemmellikteki 'Tampliye Hazinesi" bir giz olarak kaldı.

Gerçekte, Philippe'in kendisinin ve daha sonra gelen tarihçilerin inandığı gibi, Philippe'in sürpriz askeri darbesi Tampliyelerce beklenmedik miydi? Bu sorgulanabilir. Tampliyelerin de benzer bir ön uyan aldıklarını gösterir geçerli deliller vardı. Kısaca ani saldırıdan önce örneğin, Büyük Üstat Jacques De Molay, örgütün birçok kitap ve günümüze kadar gelen bazı tüzüklerini toplatarak yaktırdı. Bu sıralarda, Tampliyeler'den kaçan bir şövalyenin, Haz- nedar'ın oldukça bilge olduğunu söylemesi, yakında bir çeşit krizin olacağını hissetmesinden miydi acaba? Fransa'daki tüm külli- yelere, örgütün tüm rit veya ritüelleri hakkında herhangi bir bilginin verilmemesini vurgulayan resmi bir duyuru gönderilmişti. Her halükarda, ister Tampliyeler önceden uyarılmış olsun isterse de olacakları hissetmiş olsunlar, bazı önlemler kesinlikle alınmıştı. Birincisi, birçok şövalye kaçtı ve yakalananlar öyle hareket etmeleri önerilmişçesine uysalca teslim oldular. Fransız Tampliyelerinin kralın askerlerine etkili bir direnişte bulunduklarına dair hiçbir kayıt yoktur. İkincisi hemen hemen tümü Tarikat Haznedarı ile bir şekilde bağlantılı belirli bir grup şövalyenin organize firarı ile ilgili belirtiler mevcuttur.

Bu hazırlıklar tamamladıktan sonra, Tampliye hazinesinin hemen hemen tüm belge ve kayıtlarıyla birlikte ortadan kaybolması şaşırtıcı değildir. Engizisyon’un sorguladığı bir şövalye, tutukla-

91 malardan kısa bir süre önce, hâzinenin Paris külliyesinden kaçırılmış olduğunu söylemiştir. Aynı görgü tanığı Fransa preseptörü- nün, merkezi elli atla terkederek nereden olduğu belirtilmeden bir gemiye binip, hiçbiri bir daha görülmeyen on sekiz kadırgayla denize açıldığını da söylemiştir. Tüm bunlar doğru da yanlış da olsa, Tampliye filosunun tümünün kralın pençesinden kaçmış olduğu görülmektedir. Yalnızca o sırada değil, hiçbir zaman örgütün gemilerinden herhangi birinin yakalandığına dair bir kayıt yoktur. Öte yandan gemilerin, taşıyabilecekleri ne olursa olsun, kesinlikle gözden kaybolduklar görülmektedir.

Tüm Avrupa'yı kontrolleri altına alan Tampliyeler ortadan kaldırılmalıydı. Ancak bunun için mutlaka papa ile iş birliği yapmak gerekirdi. Bu ise kolay değildi. İş birliği edecek bir papa gerekliydi. Bu amaçla IV Philippe büyük bir entrika çevirdi ve kendi adamı olan Bordeaux Başpiskoposu Bertrand de Goth'un papa olarak seçilmesini sağlayarak ona Cleınenthus adını verdirdi.

IV Philippe yeni papanın Tampliyeleri suçlayabilmesi için hayli çaba harcadı. Tarikattan ayrılmış olan Esquein de Florian adlı bir şövalyeden çok önemli bilgiler elde etti. 1307 yılında Tarnp- liyelerin büyük üstadı ile şövalyelerini Paris'te düzenlediği büyük bir şölene davet etti.

Tampliyelerin Büyük Üstadı Jacques de Molay ile birlikte bu davete gelen 60 şövalye önce görkemli bir törenle karşılandı ama ardından hemen tutuklandı. Fransa'nın başka yerlerindeki Tampliye Şövalyeleri de aynı anda kralın önceden vermiş olduğu buynık üzerine aynı anda yakalandılar. Bundan sonra sıra yargılanmalarına, suçlu bulunarak ağır bir şekilde cezalandırılmalarına geldi.

Papa V Clementhus, 1308 yılında "Faciens misericordum" başlığı altında bir bildirge yayımladı. Bu bildirgede Tampliyeler'in "heretik" (sapkın) olduklarının anlaşıldığı, sorgulanmak üzere En- gizisyon'un merkezinin bulunduğu Poitiers'e götürüldükleri bildiriliyordu. Tampliyeler, bir yandan haksız kazançlar elde etmek ve dolandırıcılıkla, diğer yandan da Bafomet (Baphomet) adlı bir ya-

92 lanci Tanrı'ya tapınarak Hristiyanlığın yerine bu dini getirmeye çalışmakla suçlandılar. Yargılanmaları birkaç yıl sürdü. Sırlarını açıklamaları ve suçlu olduklarını kabul etmeleri için kendilerine işkence edildi. İçlerinden bir bölümü, halkın gözleri önünde yakılarak idam edildi. Son olarak da 1314 yılında Jacques de Molay ve yardımcıları yakılarak idam edildi. Böylece Tampliye Tarikatı başsız kaldığı için ortadan kalktı. Varlıklarının çoğuna krallar ve derebeyleri el koydular. Bazı kaynaklarda şöyle bir görüş üzerinde durulur: "Tampliyeler"in örgütleri dağıtıldı; ama tüm Tampliye Şövalyeleri ortadan kalkmış olmadı."

Alternatif kaynakların aktardığına göre Büyük Üstat Jacques de Molay ölümünden önce, tarikatın yönetilmesi için yetkilerini gizliden gizliye bir başka Tampliye Şövalyesi'ne devretmişti. Bu kişi, kimine göre yeğeni Comte de Beaujeu, kimine göre Johann Lar- menius, kimine göre de Peter d'Aumont idi.

Kimileri her üç varsayımın birden geçerli olduğunu, Mo- lay'in tarikatını yaşatmak üzere üç kişiyi birden ayrı ayrı yetkilendirerek görevlendirdiğini belirtir. Dolayısıyla Tampliyelerin tarih sahnesindeki oyunlar sona ermemişti. Böylesine baskılar altında kalan Mason locaları, kabul edilmiş Masonlara giderek daha çok gereksinme duyar olmuşlardı. Ancak, sayıları artan kabul edilmiş Masonların da üyesi olduklar locaların karşı karşıya geldiği ekonomik sorunlarının giderilmesine katkıları pek sınırlı kalıyordu. Şayet Operatif Mason localarının oluşturdukları kor- porasyonlar ve benzeri kuruluşlar birer gerçek "örgütsel birlik" olabilselerdi, operatif Mason localarının ekonomik sorunlarının topluca ve tek bir elden çözümlenmesi için girişimlerde bulunu- labilseydi, belki Operatif Masonluk varlığını daha uzun bir süre koruyabilirdi. Bu geleneksel mesleği edinmeye karşı olan ilgi de azalmaya yüz tutmuştu.

Artık Operatif Mason localarının ustaları, isteseler bile yeni çıraklar bulmakta güçlük çekiyorlardı. Dolayısıyla, localardaki yapıcı Masonların sayısı azalırken kabul edilmişlerin sayısı giderek ar-

93 tıyordu. Öyle ki; 17. yüzyılın ikinci yarısında birçok locada kabul edilmişin sayısı meslekten olanların sayısını aşmıştı.

Aynı dönem, yani 17. yüzyıl, İngiltere'de kanlı taht kavgalarının ve iç savaşların oluştuğu bir dönemdir. Bu olayların, Masonluğun genel tarihi üzerinde de etkileri olmuştur.

İngiltere'nin ünlü kraliçesi I. Elisabeth ülkeyi 45 yıl yönettikten sonra 1603 yılında ölmüştü. Böylece Tudor Hanedam'nın Ingiliz tahtı üzerinde VII. Henry ile başlamış olan egemenliği son buldu. Elisabeth evlenmemiş ve çocuğu da olmamıştı. Bu yüzden İngiliz tahtı İskoçya IV Kralı James’e kalmış oldu; böylelikle Stuart Hanedam'na geçti. iskoçya Kralı IV James Ingiltere Kralı olarak I. James I adını aldı. Böylelikle Ingiltere'de "Stuartlar Dönemi" başlamış oldu.

Stuart Hanedanı ve Masonluğun Yükselişi

I. James taç giyer giymez İngiltere'de o tarihe kadar biraz durulmuş gibi olan din çatışmaları yeniden başladı. 1625 yılında oğlu I. Charles tahta çıktıktan sonra daha da alevlendi. Çünkü İskoç- ya'da Presbiteriyen mezhebinin yaygınlaşmış olmasına karşın, İskoç asıllı bu Ingiltere kralları Anglikan Kilisesi'ne bağlı kalmışlardı. Oysa İngiltere'de bir de Puriten mezhebi yaygınlaşmıştı.

Bunun sonucunda İngiltere dehşetli bir iç savaşa sürüklendi ve 1640'lı yıllarda tüm tarihçesinin en kanlı dönemini yaşadı. Bunun sorumluluğu doğrudan I. Charles’a yükleniyordu. Sonunda, halktan yana çıkan Oliver Cromwell 1649'da duruma egemen oldu ve I. Charles’ı idam ettirdi.

Bundan sonraki yaklaşık 9 yıl boyunca İngiltere, tarihinin tek "cumhuriyet" dönemini yaşadı. Ancak 1658 yılında Oliver Crom- well'in ölümünden yararlanan I. Charles’ın oğlu, II. Charles adını alarak tahta çıkmayı başardı.

Zaman zaman ve yer yer kanlı iç savaşlara dönüşen çatışmalar gene başladı. Bu arada, yıllarca süren Hollanda Savaşı da ingilte- 94 re'nin ekonomik durumunu iyice sarstı. Savaş ancak kralın kardeşi York Dükü James'in kızı Mary ile Hollanda Prensi William Oran- ge evlendirilince sona erdi.

II. Charles 1685 yılında ölünce, tahta kardeşi II. James geçti. Kral II. James Puritenlerden babasının öcünü almak istedi ve ülkeyi babası gibi despotça yönetmeye girişti. Kralın bu tutumu İngiliz soylularından birçoğunu çok rahatsız etmişti. Kralı tahttan düşürebilmek için, o sıralarda Avrupa'nın en güçlü donanmalarından birine sahip olan Hollanda'dan gizlice yardım istediler. Bu komploya II. James’in kızı Prenses Anne bile katıldı.

1688 yılında Hollanda ordusu İngiltere'ye çıkıp Londra'ya doğru yürüyünce, kral düklerden ve kontlardan yardım istedi ama yapayalnız kalmış olduğunu gördü. Bunun üzerine, kendine bağlı olanları yanına alarak Fransa'ya sığındı.

Prenses Anne, o sıralarda kraliçe olmak istemedi ve kız kardeşi Mary ile kocası Hollanda Kralı III. William, İngiltere tahtına çıkardı. Mary 1694 yılında ölünce, İngiltere tahtı bundan sonraki birkaç yıl için Orange Hanedanı’nın elinde kalmış oldu.

1689 yılında İngiltere'de krallık ailesi he- ilgili bir "Haklar Bildirgesi" yayımlandı. Bu bildirgenin asıl amacı, bundan böyle İngiltere Kralı'nın bir despot olabilmesini engellemekti. Fakat bu bildirgeye bir de şöyle bir madde eklendi: "İngiltere Kralı Katolik olamaz ve bir Katolik ile de evlenemez." Hemen ardından, her isteyenin istediği inancı benimseyip istediği gibi tapınabileceğini öngören "Tolerans Yasası" çıkarıldı. Adı böyleydi ama bu yasa Katolik- leri dışlamaktaydı. İngiltere ile Roma Katolik Kilisesi'nin arasını biraz daha açan bu olay, Ingiltere tarihinde "şanlı devrim" olarak nitelenir.

Tüm bu olayları düzenleyen Prenses Anne aslında Stuart ailesinden gelmekteydi ama bundan sonra tüm Stuartlar İngiltere'den sürüldü. Stuart yandaşı olanlar üzerinde büyük baskılar kuruldu.

1702 yılında III. Willam ölünce, Stuartlar kendi hakları olduğunu ileri sürdükleri İngiltere tahtını ele geçirebilmek için umut-

95 landılar. Fakat Prenses Anne, daha önce kabul etmemiş olduğu halde, bu kez "kraliçe" niteliğiyle tahta çıktı. Bundan sonra da Stu- artların yandaşları üzerindeki baskıları iyice artırdı.

Işte bu olay, 1702 yılının Masonluk tarihi bakımından. adeta bir dönüm noktası olmasına yol açtı.

Stuartların Masonluğun genel tarihindeki yerleri ve Masonluk üzerindeki etkileri 18. yüzyılda da sürdü.

Sir Christopher Wren

1666 yılında Londra'da birkaç gün süren büyük bir yangın çıktı. Bu yangın, kentin hemen hemen yansını adeta bir yıkıntıya dönüştürdü.

Kentin yeni baştan iman için, ülkenin çeşitli yerlerindeki birçok loca Londra'ya getirildi ve Saint Paul Locası'nın yönetimi altında toplandı. Hiçbir locanın buna bir diyeceği olamazdı.

17. yüzyıl başlarından bu yana Kıta Avrupası'nda yeni bir mimari stili ve tekniğinin uygulanmasına girişilmişti. Mimarlık tarihinde buna "Yeni Roma Stili" (Neoromanesk) ya da "Rönesans Stili" denmektedir.

Londra'nın geleneksel yapıcıların bildikleri stile göre kısa süre içinde onarımı olanaksızdı. İngiliz mimarlar ve ustalar ise Kıta Avrupa’sında uygulanmakta olan tekniği yeterince bilmiyorlardı. Gerçi İngiltere'nin ünlü Mason ustalarından Inigo Jones, dünya çapında ünlü İtalyan mimar Palladio'yu izlemiş olanlardan öğrenmiş olduğu bu stili İngiltere'de uygulamaya girişmişti; ama onu izlemiş olanların ne sayısı ne de bilgileri yeterliydi. Bunun için Sir Christopher Wren, bu yeni stili ve tekniği iyice öğrenmek üzere Paris'e gönderildi.

Aslında Sir Christopher Wren, matematik ve astronomi dallarında eğitim görmüş bir bilim adamıydı. Daha 25 yaşındayken profesörlüğe yükselmiş, 1660'larda icat ettiği makinelerle ün kazanmıştı. Robert Boyle ile birlikte "Royal Society" adıyla bilinen "Kral- 96

lık Bilim Araştırma Kurumu"nun kurucuları arasında yer almıştı. Gençliğinden beri mimarlık mesleği ile yakından ilgilenmiş, bu alanda ancak bir "amatör" olmasına karşın, çizdiği mimari tasarımlar oldukça ilgi çekmişti.

Sir Christopher Wren'in 1650'li yıllarda bir locada "kabul edilmiş Mason" olduğu söylenirse de, bu kesin değildir, Kimilerine göreyse, çok daha sonraki bir tarihte (l691'de) "kabul edilmiş Mason" olmuştur. Aslında Wren'in bir "kabul edilmiş Mason" olup olmadığı, olduysa da bunun tarihi pek önemli değildir. Asıl önemli olan, Londra'daki ünlü yangından sonraki işlevidir. Çağdaş Masonluk bakımından daha da önemlisi Royal Society ile olan bağlantısıdır.

Sir Christopher Wren Paris'ten döndükten sonra devlet adına Londra'daki tüm locaların başına geçirildi. Kendisine Kral Charles II tarafından "Büyük Üstat" unvanı verildi.

Sir Christopher Wren'in Londra'da birçok yapıtı vardır. 1675 yılında yeniden yapımına başlanıp 1710 yılında bitirilebilmiş olan ünlü Saint Paul Katedrali, Wren'in başyapıtıdır. Mezarı da bu katedralin içindedir.

Stuartlar Ingiltere'den atıldıktan sonra bile, Sir Christopher Wren bir "Stuart yandaşı" olmaktan kendini alamamıştı. Kendini Stuartlara borçlu görüyordu. Buna karşılık, göreviyle politikayı birbirine karıştırmadı. 1702 yılında Prenses Anne İngiltere Kraliçesi olunca, üzerinde kurulan baskılara dayanamayarak görevi bırakmak zorunda kaldı.

Çağdaş Masonluk bakımından asıl önemli olan ise işte bu olaydır. Zaten bu yüzden 1702 yılı Masonluk'ta bir "dönüm noktası" olarak nitelenir.

Sir Christopher Wren görevinden ayrılınca hiç kimse onun yerine geçmek, büyük üstat unvanını üstlenip taşımak istemedi. Londra'daki localar başsız kaldı. Devletin localar üzerindeki denetimi de kalktı.

97

Bu durumu fırsat bilen Saint Paul Locası, politik sayılabilecek bir yaklaşımla bir bildirge yayımlayarak, bundan böyle kabul edilmiş Masonların o tarihlerde özgür Masonlar olarak anılan kişilerle aynı haklardan ve aynı yetkilerden yararlanabileceklerini ilan etti.

Işte bu olay, "Spekülatif Masonluğun kuruluşunun başlangıcı" sayılır.

Çünkü, o tarihe kadar "kabul edilmiş Masonlar" üyesi oldukları locaların yönetimsel işlerine karışmaz ve karıştırılmazlardı. Bir diğer deyişle, bir kabul edilmiş Mason ancak "kalfa" olabilirdi. Fakat locasında ne "nazır" ne de "usta" olabilirdi. Saint Paul Loca- sı'nın bildirgesi, kabul edilmiş Masonlara bu olanağı sağlıyordu.

O sıralarda Londra'da toplanmış olan tüm locaların Saint Paul Locası'nın yönetimi altına alınmış olduğunu anımsayacak olursak, bu bildirgenin niçin etkili olduğunu anlarız. Saint Paul Locası'nın bu bildirgesi, İngiltere'de artık Operatif Masonluğun bir çöküntü içine girmiş olduğunu, yerini Spekülatif Masonluğa bırakmaya hazırlandığını da ortaya çıkarıyordu.

Operatif Masonluğun Ortadan Kalkışı

18. yüzyıl, Operatif Masonluk için "can çekişme dönemi" olarak nitelenebilir. Sadece İngiltere'de değil, diğer Avrupa ülkelerinde de "kabul edilmiş Masonlar" yavaş yavaş locaların yönetimini ele geçirmeye başladılar. Böylece "Masonluk" teriminin anlamı değişime uğradı. Localar, yenileşen kimlikleriyle gelişmeye ve yaygınlaşmaya başladılar.

Öte yandan, Operatif Masonluk aniden ve kolayca ortadan kalkmadı. 18. yüzyıl ortalarına kadar, aslında "spekülatif bir nitelik taşıyan localar," operatif nitelikli Masonluğu da bünyelerinde taşımayı sürdürdüler. Kısacası, Spekülatif Masonluğun kuruluşu Operatif Masonluğu tarihten silip atan bir devrimci eylem değildi. Operatif Masonluk, tarihteki dönemini tamamlamıştı ve kendiliğinden ortadan kalkıyordu.

98

Spekülatif Masonlar tarihteki bu değişimi kendi gidişiyle baş başa bırakmadılar. Öteden beri benimsenmiş olan "kabul edilmiş Mason" terimini ortadan kaldırıp, "Özgür Mason" sıfatını doğrudan sahipleurneye yöneldiler.

Operatif Masonlar bu girişime karşı büyük bir tepki gösterdiler. Çünkü aralarına almış oldukları kabul edilmişler, hiç haklan olmadığı halde mesleklerine sahip çıkıyor, tarihte büyük bir uğraşı sonucunda ve göstermiş olduklar yararlıklarla edindikleri adlarını çalıyorlardı. Böyle bir şey kabul edilemezdi. Sadece yapıcılık mesleği ve sanatını uygulayan, bu mesleğin ve sanatın inceliklerini bilen kişilere "özgür Mason" denilebilirdi. Diğerleri sadece "kabul edilmiş" olabilirler, aslında birer özgür insan olsalar bile bunun ötesine geçemezlerdi.

Salt operatif niteliğini sürdürmek isteyen bazı localar, geleneksel zanaatlarını kurtarabilmek amacıyla "kabul edilmişler" aralarından çıkarmaya giriştiler. Bunda başarı sağlayanlar da oldu.

Ne var ki bu değişimin temelinde aslında "loca yönetiminin elden gitmesi" değil, "geleneksel zanaatın gözden düşmesi" vardı. Bu nedenle, Operatif Masonların direniş ve tepkileri, ancak yer yer ve kısa bir süre için işe yaradı. Bu arada da "Özgür ve kabul edilmiş Masonlar" biçimindeki bileşik terim doğdu.

Sonraları, geleneksel yapıcılık zanaatını sürdürenler kendilerini başka meslek kuruluşlarında buldular; yani localarda çalışmaz oldular. Birkaç Operatif Mason locası, geleneksel çalışmalarını 19. yüzyıl ortalarına kadar sürdürebildi. Bu tek tük locanın varlığı, Masonluk tarihinde bir küçük ayrıntı olarak kaldı. Hatta 20. yüzyılda bile, Iskoçya başta olmak üzere Avrupa'nın bazı ülkelerinde yer yer geleneksel yapıcılık zanaatını yürütmekte olan localar görüldü.

99

Tampliyelerden Sonraki Dönem

Konuya Çağdaş Masonluk açısından bakılırsa, Tampliyelerin tarihteki asıl önemi geçmişi ve gelişimi değil, ortadan kaldırılışlarından sonrasıdır. Çünkü bu tarikattan arta kalanların Spekülatif Masonluk üzerinde doğrud.a etkileri vardır.

Comte de Beaujeu önderliğindeki Tampliye Şövalyeleri, İskandinavya'ya kaçıp burada yeni yeni kurulmakta olan Operatif Mason localarına katıldılar. Daha sonra güneye doğru sarkıp Prusya'ya da yerleştiler. Dört yüzyıl kadar kendi içlerine kapanık olarak yaşadılar. İşte bu şövalyelerin ardılları, sonradan Spekülatif Masonluk'ta oluşturulan bazı ritlerin temellerini attı.

Johann Larmenius'un önderliğindeki Tampliye Şövalyeleri uzunca bir süre kendi içlerine kapanık kaldı. Yüzyıllarca varlıklarını bir "gizli örgüt" biçiminde sürdürdüler. Söylendiğine göre, özellikle Fransa'nın güneyinde Languedoc olarak bilinen bölgedeki mağaralarda saklandılar. Tampliyelerin kalıtımını kuşaktan kuşağa aktardılar. Bundan çok sonra, 1682 yılında "La Petite Resur- rection des Templiers" (Tampliyeler'in Küçük Yeniden Canlanışı) adı altında ortalıkta görünmeye başladılar. Daha sonra da "Ordre de Temple" (Tapınak Tarikatı) adını aldılar.

Peter d'Aumont'u kendilerine önder olarak alan Tampliyeler ise İskoçya'ya kaçtılar. Onlar da oradaki Operatif Mason localarıyla birleştiler. Bir bölümü Iskoçya Kralı Robert Bruce'un kurduğu orduya katıldı. İskoçya'nın İngiltere ile tutuştuğu bir savaşın kazanılmasında gösterdikleri yararlıktan ötürü, Robert Bruce Tampli- yelere olağanüstü ayrıcalıklar tanıyıp örgütlenmelerine izin verdi.

İskoçyalı Tampliyeler, "Royal Order of Scotland" (Iskoçya Kraliyet Tarikatı) adlı örgütü kurdular. Bundan hemen hemen üç yüzyıl kadar sonra, Çağdaş Masonluk'ta ilk kez şövalyelik dereceleri oluşturulurken, bu tarikatın ilke ve yöntemleri örnek alındı. Britanya'ya kaçan Tampliyelerden İngiltere'nin batısına yerleşenler de vardı. Bunlar, eski şövalyelik geleneklerine uyarak bağımsız

100

"ordugahlar" kurdular. Bu örgütlerden en ünlüsü ve varlığını en uzun süre koruyabilmiş olanı, Bath ve Bristol kentleri dolayiarına örgütlenmiş olan Baldwyn Ordugahı adını almıştı. 1 4. yüzyıldan sonra bu örgütün adı pek duyulmaz oldu ama 1S. yüzyılın ikinci yarısında gene aynı bölgede gene aynı adı taşıyan bir Masonik sistem ortaya çıktı. Kimine göre Baldwyn Ordugahı, günümüzde özellikle İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri'nde "Knight Templar" (Tampliye Şövalyesi) adıyla anılan bir yüksek Mason derecesinin temelini oluşturdu.

Operatif Masonluk Açısından Tampliyeler

Ortaçağ ertesinde en iyi dönemlerini yaşamış olan Operatif Masonluk, 16. yüzyıl ortalarında zayıflamaya başladı. Bunun nedenlerinden biri bu yüzyıl içinde başlayan ve giderek tırmanış gösteren dinsel çatışmalar ile bunların ardından doğan savaşlarla ola- şan ekonomik krizlerdi. Bir diğer neden ise Rönesans'ın etkisiyle gelişen bilimsel ve teknik ilerlemelerdi.

Avrupa'da 16. yüzyılın ilk yarısında Roma Katolik Kilisesi'nin otoritesinin tartışılmazlığına karşı çıkan ve Hristiyanlık'ta "reform" olarak anılan akımların çoğunun doğuşunun temelinde de aslında Rönesans'ın etkisi vardır. İngiltere'de Kral VII. Henry'nin karısından boşanıp ikinci evliliğini yapabilmesini sağlamak için kurulan Anglikan Kilisesi bir istisna sayılabilir.

16. yüzyılın ilk yarısında görülen bu akımları, "Hristiyan dogmaları ve tapınış yöntemleri ile kilise yönetimi tarzının değişimi" olarak niteleyebiliriz. Genelde Protestanlık olarak anılan bu akımların başlangıcı aslında çok daha öncedir ama 15 1 7 yılında Martin Luther'in giriştiği eylemle patlak vermiştir. Onu 1536 yılında Fransa'da Jean Calvin'in atılımları izlemiştir.

16. yüzyılda Protestanlığın iki büyük kolu olan Luthercilik ile Calvincilik Kıta Avrupa'sında hızla ve ayrı ayrı olmak üzere yaygınlaştı. Her ikisi de Protestan niteliği taşımakla birlikte, bu iki

101 büyük mezhepte benimsenen dinsel ilkeler ve yöntemler arasında hayli fark vardı. Bu nedenle, bir yandan Katolikler ile boğuşan Lutherciler ile Calvinciler, diğer yandan kendi aralarında çatışmaya girdiler.

İngiltere'de ise, aslında Katolik ilkelerini korumayı sürdüren Anglikan Kilisesi'ne karşı Puritenlik mezhebi oluşturuldu. 1560 yılında Calvinciliği Iskoçya'ya taşıyan John Knox, İskoç Parla- mentosu'nun desteğini alıp Presbiteriyenlik olarak anılan mezhebi kurdu.

Britanya'da Anglikanlar, Puritenler ve Presbiteriyenler arasındaki çekişmeler, Kıta Avrupa'sındaki çatışmalardan aşağı kalmadı. Roma Katolik Kilisesi ise bu akımların gelişimini izlemekle yetinmedi. Otoritesine karşı çıkıp kendi başlarına yeni Hristiyan mezhepleri kuranlarla savaşmak, bunları çökertip gelişimlerini engellemek amacıyla, daha 1534 yılında, Ignatius de Loyola önderliğinde kısaca Cizvitler olarak anılan örgütü kurdu.

Cizvitler, yalnızca Katolik mezhebine karşı olanlar ile değil, Masonlarla da hayli uğraştılar.

16. yüzyılın ikinci yarısında, mezhep çekişmelerinden kaynaklanan savaşların ardından doğan ekonomik krizler, büyük ve görkemli binaların yapımını hemen hemen durdurmuştu. Protestanlığın yaygınlaşmasıyla birlikte, Roma Katolik Kilisesi'nin gücü epeyce azalmıştı. Artık, eski büyük katedrallerin yerini çok daha küçük ve sade kiliselerin yapımı almaktaydı. İşsizlik giderek artıyordu. Yapıcılık mesleği ve sanatının localarında, yetiştirilmek üzere mesleğe yeni çıraklar alınması hemen hemen durdurulmuştu.

16. yüzyılın ikinci yarısında, yapıcılık mesleği bakımından "çağın değişen koşullarının gereği" olarak niteleyebileceğimiz bir diğer olguyla karşılaşıldı. Bu, öteden beri geleneksel olarak ustadan kalfaya ve kalfadan çıraklara aktarılmakta olan mesleki bilgilerin, birer "akademi" niteliği taşıyan yüksek okullarda öğretilme- 102 sine başlanmasıydı. Operatif Masonların mesleklerine ve sanatlarına ilişkin sırlarının bir anlamı kalmıyordu. Üstelik akademilerde yeni yeni mimari stilleri oluşturulmasına da girişiliyordu. Bu yeni stiller, hem daha kullanışlıydı hem de daha ucuza mal oluyordu. Operatif Mason ustalarının yüzyıllardan beri uyguladıklar "Gotik Mimari Stili" artık gözden düşmekteydi. Operatif Mason ustalar, kendilerini ortamın yeni koşullarına uyarlayamıyor, çağın gerisinde kalıyorlardı.

Operatif Masonluk, artık bir "meslek" olma niteliğini yitirip yalnızca bir "zanaat" olmaya dönüşüyordu. Nitekim bu nedenle

17. yüzyıldaki Operatif Masonluk için "Geleneksel Yapıcılık Zanaatı" terimi de kullanılabilir.

103

RÖNESANS

Rönesans’ın Özellikleri

Rönesans'ın en belirgin özellikleri, insanın potansiyellerinin sonsuz olduğu inancı ve insanın her şeyin ölçüsü olduğu görüşüdür. İlginç olan Rönesans'ın bu düşünceleri Hermetik geleneklerden almış olmasıdır. 15. yüzyıl başlarında, İtalyan sanat ve bilim adamları, canlandırmaya çalıştıkları eski bilgelikte Hermetik metinlerin ne denli ağırlıklı bir yeri olduğunu artık öğrenmişlerdi. Asklepius çoktandır biliniyor ve okunuyordu; Hermetik metinler Arapça’dan Latince’ye çevriliyordu.

Rönesans'ta Mısır için beslenen tutku, öncelikle Mısır'ın gizemler ve kutsal inisiyasyon törenlerinin kaynağı olduğu inancına bağlıydı. Mısır tüm bilimlerin ve sanatların kaynağı olarak görülüyordu. Rönesans insanları geçmişe ilgi duyuyorlar ve bu nedenle kaynakların ardına düşüyorlardı. Hristiyanlığın ardında pagan Ro- ma'yı, Roma'nın ardında Helen düşüncesini arıyorlardı. Giordano Bruno'nun belirttiği gibi Helen'in ardında ise Mısır vardı.

104

1460 yılında Cosimo de Medicis ünlü filozof, bilim adamı ve çevirmen Marsilio Ficino'dan Yunan filozoflarının ünlü yapıtlarından önce Corpus Hermeticum'un çevrilmesini talep etti. Zira Mısır Yunanistan'dan eski, Hermes Trimegistos Platon'dan önceydi. Ficino'nun Floransa yakınlarındaki villasında oluşturduğu yeni Akademi'de bu yeni çeviriler inceleniyordu.

Aynı çalışmalar İtalya'nın önemli kentlerinde ve daha sonra Avrupa'nın her yanında ortaya çıkan akademilerde de yapılıyordu. Bu akademiler, Platon'un modeline göre oluşturulmuşlardı ama akademi üyeleri tıpkı Mısır tapınaklarındaki kutsal rahipler gibi örgütlenmişlerdi. Akademilere giriş, Mısır'a dayanan gizemlere ulaşma ve ölümsüzlük kazanma amaçlı inisiyasyon törenleri ile gerçekleştiriliyordu. Rönesans Akademileri örgütlenme biçimi olarak Neo- Platonculara benzemekle birlikte, Platon ve Pythagoras felsefelerine, bilim, sanat ve büyüye hep Mısır açısından bakıyorlardı.

15. yüzyılın sonlarında ünlü düşünür ve gizemci Pico della Mirandola, Neo-Platoncu düşünce ve Hermetik gelenekler ile Ka- bala'yı birleştirdi. Önceden beri ilişkili olan Yahudi gelenekleriyle Mısır geleneklerinin yeniden birleştirilmesi çabasını 16. yüzyılda Campanella da sürdürdü. Hristiyanlığın katı kurallarla dolu evrenini aşmakta yaratıcı Rönesans düşünürleri için Mısır ve Herme- tizm'den başka bir alternatif yoktu.

Yalnızca 14 71 ile 164 1 yılları arasında Ficino'nun Hermetica çevirileri yirmi beş, Patritius'un çevirileri altı basım yaptı. Asklepi- us tam kırk kez yayınlandı. Stapulensis'in Asklepius yorumları on bir basıma ulaştı. 1400 ile 1 700 yılları arasında, Batılı gezginler tarafından Mısır'ı anlatan iki yüz elli kitap yayınlandı.

Aydınlanma Dönemi ve Masonluk

16. yy’da Avrupa’da Alpler ötesi savaşlar, dünyanın yeni bölgelerinin keşfi ve matbaanın icadı ile iletişim artmış, eski ve yeni eserlerin çok sayıda basılabilmesiyle felsefi ve bilimsel alanda bü- 105 yük bir canlanma başlamıştı. Buna yeniden doğuş anlamında 'Re- naissence' denmektedir. Ortaçağ insanına felsefe ve bilim alanında hiçbir düşünce özgürlüğü tanımayan skolasik kilisenin dogmalarına karşı Calvin ve Luther isyan ederek Reform hareketlerini başlattılar.

Her ne kadar Aydınlanma yüzyılı 18. yüzyılda ise de bu değişimler Aydınlanma'nın ilk adımları oldu. Şiddetli ve kanlı çatışmalar arasında yeni düşüncelerle de kaynamaya başlayan Avrupa, antik düşünürleri ve hümanizmi keşfetti. Montaigne gibi düşünürler insanı ve erdemi konu alan eserler yayınladılar.

17. yüzyılda sanat ve felsefede olduğu kadar bilim ve teknik alanında da izler bırakmış Descartes, Pascal, Galilee, Newton, Kepler, Leibniz gibi akıllı ve faal düşünürler yetişti. Matematik ve geometrideki yeni buluşlar, fizik biliminin uygulama alanını genişletti. Deneysel araştırmayı mantıkla zenginleştirerek değişmez prensipler ortaya attılar ve yavaş yavaş pozitif ilimlerin temellerini attılar.

Optik alanında buluşlar, kimya analizleri, fizik deneyleri, mikroorganizma araştırmaları, tıpta, eczacılıkta ve astronomide büyük ilerlemeler getirdi.

Descartes "Felsefenin Prensipleri"nde (1644) bilimin değişik dalları arasındaki ilişkinin ve onların gerçeğinin akıl ya da metafizik yoluyla bulunacağını savunuyordu. Pascal olağanüstü bir bilgin, matematikçi ve fizikçi, insan ruhunun derinliklerini dikkatle analiz eden insani değerleri yücelten bir yazar ve büyük bir mistikti.

18. yüzyıl Aydınlanma Yüzyılı (Le Siecle des Lumieres), aynı zamanda korku ve dehşet yüzyılı olmuştur. XV Louis'nin iyileşmesi için büyük bir tutkuyla kiliselerde Tanrı’ya yakaran Fransız halkı, elli yıl sonra, XVI. Louis'nin kafasını kent meydanında kopartmış, kanlı ayaklanmalar ve gereksiz kıyım ve yıkıma girişmiştir. Fransız Ihtilali’ni hazırlayan fikir kaynaşmaları arasında Diderot

106 ve d'Allambert Ansiklopedi'yi yaratmış, Voltaire, Rousseau, Helvetius, d'Holbach gibi büyük düşünürler yetişmiştir. Ansiklopedi'nin amacı; bilgiyi olabildiğince kapsamlı hale getirmek ve bu bilgiyi alfabetik sırayla gösterilecek veri maddelerinin bir toplamı olarak sunmaktı.

Filozoflara göre özerk ve eleştirel bilgiyi teknolojik olarak doğaya, ahlaki ve siyasi eylem olarak topluma uygulamak gerekti. İnsan bilgiyi hiçbir otoritenin ve önyargının etkisinde olmadan elde etmeliydi ve sadece kendi eleştirel aklını kullanmalıydı. Aydınlanmanın radikal düşünürleri, insan zihninin tüm gerekli sorunların yanıtlarını elde edebilecek yeterlilikte olduğuna inanıyorlardı. Onlara göre vahiyle kazanılan tüm bilgiler gereksiz, aldatıcı ve insan erginliği için zararlıydı. Kant, insan düşüncesinin bağımsızlığının yetmediğini, Aydınlanma insanının düşüncelerini özgürce söylemesi ve yazması gerektiğini savunuyordu. Kant, yurttaşın ifade özgürlüğüne sadece yurttaşlık görevi ve kamu yararı alanlarında bazı 'pratik sınırlamalar' getiriyordu. Bu noktada Kant Fransız aydın- lanmacılarından ayrılmaktadır. Yine de Aydınlanma felsefesi dünyayı bireyci açıdan gören bir düşünce biçimidir; dünyanın eleştirel kavranışı ve insanın dünyayla ilişkisini rasyonel bilgi aracılığıyla görme biçimidir.

Aydınlanma, doğanın sistematik yorumu ve bu yorumun teknik alanda uygulanmasıdır. Ayrıca Aydınlanma'nın gerçek tarihsel etkinliği dine karşı savaşmak olmuştur.

Spinoza tüm bireyci filozofların yabancı kaldığı "Bütüne" ve "Bütünselliğe" ulaşmak için aklı kullanan ilk düşünürdü. Bu, rasyonalizmin en yüksek biçimi olarak görülür. "Aydınlanma'nın saf bilgini kendi dünya görüşünü aşamadıkça, mantık ve aklın ötesine geçip yaşamın özüne ve tarihsel eyleme ulaşmak için yetersiz kalır." Bilginin en yetkin biçimi bile insana yaşamın gerçek anlamını kavramak için hiçbir şey vermez. Goethe'nin Faust'u, bilgin olduğu halde bilge olamadığının gerçeğini kavramış insanın açmazını betimlemektedir.

107

Aydınlanma Hareketi Üzerinde Masonların Etkisi

Aydınlanma akımının önemli kişilerini bünyesinde barındıran Masonların ilgi odağı da Mısır oldu. Masonluğun tarihi, özellikle XVIII. yüzyılda yeniden örgütlenme öncesi dönem oldukça karanlıktadır. Zira Masonluk tarihi, mitolojik bir köken yaratma amacıyla kaleme alınmış yazılardan elde edilen küçük parçalar biçimindedir. Yine de bu parçalardan hareketle bir görüş birliğine varılabilir: Masonluk başlangıçta, Ortaçağ Avrupa'sında katedraller ve diğer önemli yapılarda çalışan duvarcıların oluşturduğu kapalı örgütlerdi. Reform ve Din Savaşları'ndan sonra dağıldılar. Ingiliz adalarında yaşamayı sürdüren örgüt, "gentleman" (soylu ve burjuva) üyelerin girişiyle farklı bir niteliğe kavuştu ve "Spekülatif Masonluk" oluştu.

Ne var ki, Masonlar 18. yüzyıl öncesindeki bu yeni örgütlenmeden önce de Mısır'a ilgi duyuyorlardı. Örneğin; Ortaçağ'dan kalma birçok el yazmasında Masonluğu Euclide'in (Öklit) Mısır'da kurduğu kayıtlıdır. Masonlar için, mimarlıkla eşdeğer olarak görülen ve büyük önem taşıyan geometri bilimi, Nil'in taşmasıyla sınır işaretleri kaybolduktan sonra tarlaları ölçmek için Mısırlılar tarafından icat dedilmişti.

Rönesans dönemi Hermesçileri ile Gülhaççılar arasında nasıl bir bağlantı varsa, benzer bir bağlantı Gülhaççılar ile Masonlar arasında da bulunuyordu. Bunun kanıtı, bir Gül haççı olan Elias Ash- mole'un aynı zamanda bir Mason olduğunun bilinmesidir. Ayrıca, Gül haççılar ile Masonlar arasında bazı hermetik ilke ve düşünce benzerlikleri de vardı: Her iki örgüt de evreni simgelemek için Süleyman Tapınağı ve Piramitler gibi yapıların ölçü ve oranlarını kullanarak daha iyi, daha barışçı ve daha hoşgörülü bir dünya yaratacak olan bir Aydınlanmışlar Grubu oluşturma arzusundaydılar.

l 7. yüzyılın sonlarında Masonluğun Ingiltere'deki gelişmesi, dönemin elverişli toplumsal, ekonomik ve siyasal koşullarına bağlanabilir. Gelişen kentleşme ve burjuva sınıfı, soylu sınıfında olu-

108 şan değişimler, restorasyon ve giderek saray dışına kayan politik etkinlikler Masonluk için oldukça uygun koşulları hazırlamıştı. Katolik II. James'in hükümdarlığı döneminde gerçekleşen "Radikal Aydınlanma" sonucunda, önceki dönemin püritenizmi yerini deizm, panteizm ve ateizm gibi daha çağdaş yaklaşırnlara bırakmıştı.

Böylece Masonluk, Ingiltere'de Hermesçi ve Gülhaççı geleneklerden yeni ama en az onlar kadar radikal bir entellektüel güç olarak ortaya çıktı. Bu yeni akım da "iki katlı" bir felsefeyi savunuyor, seçkinlerin kitlelere özgü dinsel gürültünün ötesine geçmesini ar- zuluyordu. Siyasal ve entellektüel güç, güvenli bir biçimde aydınlanmış bir azınlığın elinde tutulmalıydı.

Ne var ki, Masonluğa John Toland gibi aşırı radikaller de .dahil olmuştu. Toland, yalnızca Gülhaç ve Mason geleneklerini özümsemekle kalmamış, Giordano Bruno'yu da okumuştu. Bru- no'nun kozmoloji ile ilgili Hermesçi ve Mısır kökenli düşüncelerini benimsemişti. Bu fikirler ise giderek panteizme hatta ateizme varıyordu. Toland'a göre, teolojik olarak evrenin hiçbir Yaratıcı'ya ya da "Ulu Mimar"a gereksinimi yoktu. Politik olarak da Ingiltere'nin bir krala gereksinimi olamazdı. Toland'ın düşünceleri cumhuriyetçi imalarla doluydu. Masonluk içinde, Toland'a karşıt akımı Newtoncular oluşturuyordu. Newtonculuk yalnızca bilimsel olmakla kalmıyor, bilimselliğe uygun olabilecek politik ve teolojik öğretileri de içeriyordu.

Toland, Spekülatif Masonluğun kurulmasında, öykü ve ritüel- lerin oluşturulmasında çok emeği geçen bir kişi oldu. Ancak, l 717 sonrasında bu öykü ve ritlerin standartlaşması sırasında, Masonluğun önderliği Toland'ın fikirlerinden nefret eden Newtonculara geçmişti. Öylesine ki, Masonluğun reforme edilmesinde Toland'ın oynadığı önemli rolün, o dönemde ve sonraları Masonlarda uyandırdığı rahatsızlık, Masonluğun standart tarihlerinde Toland'dan hiç söz edilmemesine yol açmıştır.

109

Newtoncularin tüm çabalarına karşın, Radikal Aydınlan- ma'nın "iki katlı" felsefesi ile Neo-Platoncu bazı yönleri Masonluk içinde yaşamaya devam etti. Tıpkı Hermetizmde olduğu gibi, Masonlukta da üyeler belirli bir standart inancı izliyor, ancak daha yüksek derecelere çıkabilenler Hristiyanlığı aşıyordu.

Hermesçilik, l 7. yüzyıldan beri Gülhaççılığı, 18. yüzyıldan beri de Masonluğun simgesel ritüellerini etkilerneye devam etmektedir. 19. yüzyıl sonunda ortaya çıkan Martinizm, Teozofi (The- osophy), Gizemci Canlanma (the Occult Revival), Altın Şafak Her- ınetik Tarikatı (the Hermetic Order of Golden Dawn) gibi etkin ezoterik akımların arkasındaki itici güç yine Hermesçiliktir. Bu sayılan akımlar da 20. yüzyılda bir tür "Pagan Rönesansı"nın doğmasına yol açmışlardır.

Ünlü psikolog C. G. Jung'un insan ruhunun derinliklerini inceleyen yapıtlarının da içerdikleri Simya simgeleri ve arketiplerle Hermetik özellikler taşıdıkları kabul edilmektedir.

110

KURUMSAL MASONLUK

KURUMSAL MASONLUĞUN ORTAYA

ÇIKIŞI

Kurumsal Masonluğa kesin bir başlangıç tarihi belirtileme- mektedir; "Masonluk" sözünden her ne anlaşılıyorsa, başlangıç tarihi de buna göre belirlenebilmektedir.

Masonluğun ortaya çıkış ve kurumlaşma süreci kimi kaynaklar tarafından üç aşamalı olarak tanımlanmaktadır. Bu genel bakış, Masonluğun tarihsel evrimini de ana hatlarıyla bize sunmaktadır.

a) Antikçağ ve öncesi: Bu dönem "Masonluğun Eski Kaynak- lan'nın Dönemi" olarak nitelendirilebilir. Masonluğun genel tarihi bakımından bu dönemde, hem spekülatif nitelikli kaynaklar hem de yapıcılık mesleği ve sanatının tarihsel kökeni yer alır.

b) Ortaçağ ve sonrası: Özellikle "Geleneksel Yapıcılık Mesleği ve Sanatı"nı içeren bu dönem "Operatif Masonluk Dönemi" olarak anılmaktadır. Bu dönemde, spekülatif nitelikli kaynaklardan pek az söz edilebilir. Sonraki dönemde ise spekülatif öğeler Operatif Masonluğa oranla daha fazla ağırlık kazanmaya başlar.

lll

c) 18. yüzyıl ve sonrası: Masonluğun günümüzdeki tanımını kazandığı bu son aşamaya ise "Spükülatif Masonluk Dönemi" adı verilmektedir.

Spekülatif Masonluğun başlangıcını da kesin bir tarihe bağlama olanağı yoktur. Ancak 17. yüzyıl ortalarından 18. yüzyıl başlarına kadar diye bir dönemden söz edilebilir.

17. yüzyıl ortalarında, Avrupa'da yüzyıllarca uygulanmış geleneksel yapıcılık mesleği ve sanatı (Operatif Masonluk) zayıflamaya yüz tutmuştu. Bu meslek ve sanatın üyeleri Türkçe'de "özgür Mason" anlamına gelen bir unvan ile anılırdı. Epeyce zamandan beri bu mesleğin birimlerine (localara) yer yer meslek ve sanat ile hemen hemen hiçbir ilgisi olmayanlar da üye olarak alınıyor, bu kişilere "kabul edilmiş Mason" deniyordu.

Yapı Ustalarının Mesleki Örgütlenmesi;

Operatif Masonluk

Ortaçağ’da yapı işinin çeşitli kollarında çalışanların mesleki örgütlenmesiyle localar halinde beliren Operatif Masonluk üyelerine, istedikleri gibi istedikleri yerde çalışına olanakları ve ayrıcalıklar tanınıyordu. Bu localarda bulunanlar kendilerine "özgür Mason" diyordu.

Ortaçağ'da birçok ülkede Mason denilen duvarcı, taşçı gibi çeşitli yapı zanaatkarlarının kurdukları meslek loncaları vardı. Bugün Operatif Mason adı verilen kişler bu loncalarda çalışan yapı işçileridir. Bu loncalar da günümüzde Operatif Mason Locaları olarak anılır. Bu localar, üyelerinin mesleki menfaatlerini koruyan, aralarında büyük bir dayanışına ile mesleki sırları kendi içlerinden dışarıya asla sızdırmayan kuruluşlardı.

18. yüzyılda Avrupa'da yapıcılık mesleği ve sanatı birlikleri varlıklarını yitirip yerlerini çağdaş anlamdaki Mason örgütlerine bıraktıktan kısa bir süre sonra, bu iki ayrı tür Masonluk arasındaki farkın açıkça belirtilebilmesi bakımından, öncekiler için Türk-

112 çe'deki karşılığı Operatif Masonluk, sonrakiler için ise Spekülatif Masonluk terimlerinin kullanılmasına başlandı. "Operatif Masonluk" terimindeki "operatif" sıfatı uygulamaya dönük ya da uygulamadaki anlamına gelir. Doğrudan ve somut olarak bir iş yapılan, bir yapıt üretilen Masonluğu niteler. Bu iş ise "yapı" ya da "inşa- at"tır. Batı dillerinden dönüştürülen bu sıfatın, Türkçe'de güncel dilde başka amaçlarla kullanımı pek seyrektir. Aynı kökten türetilmiş olan bir sözcüğün Türkçe'ye dönüştürülmüşü olan "operasyon" ise oldukça sık kullanılmaktadır; bunun bir karşılığı özellikle askeri alanda olmak üzere "harekat", diğeri ise özellikle tip alanında olmak üzere "ameliyat"tır.

Salt beden gücüyle çalışan ve herhangi bir özel bilgi ya da yetenek gerektirmeyen bir iş yapan kişiye "amele" denilmesi sürmektedir. Nitekim eskiden Türkçe'de "Ameli Masonluk" terimi kullanılırdı.

"Spekülatif Masonluk" terimindeki "spekülatif" sıfatı da "düşüncede oluşan" ya da "düşünsel" anlamına gelir. Bu sıfattan türetilen sözcüğün Türkçe'ye dönüştürülmüşü olan "spekülasyon", güncel dilde kavramsal bakımdan hayli yozlaştırılmış, birtakım gizli tasarımlar oluşturma" gibi bir anlama çekilerek kullanılır olmuştur. Bu kullanım Masonluk için geçerli degildir. Türkçe'de "Mason" sözcüğü de hiçbir zaman "duvarcı", "Masonluk" terimi ise hiçbir zaman "örme duvar" anlamına gelmek üzere kullanılmamıştır. Bu yüzden de aslında Türkçe'de "spekülatif" sıfatının kul- lanılırnma gerek yoktur. Dilimizde salt "Masonluk" terimi, doğrudan "Spekülatif Masonluk" terimiyle özdeştir. Ancak eskiden "Fikri Masonluk" terimi de kullanılmıştır,

18. yüzyılda bir süre için öncekilere (Operatif Masonlara) "ev yapan" anlamında "domatik Mason", sonrakilere (Spekülatif Masonlara) ise "dünya yapan" anlamına gelmek üzere "geömatik Mason" denmiştir. Ancak her iki terim de pek tutmamış, kısa bir süre sonra kullanılmaz olmustur.

113

Operatif Masonluk ve Spekülatif Masonluk terimleri, "bir yapıcılık mesleği ve sanatı olan Masonluk" ile "bir dünya görüşü ve düşünsel çalışma sistemi olan Masonluk" arasındaki farkın belirginleştirilmesinde kolaylık sağlamaktadır. Nitekim bu terimin 18. yüzyıldaki çıkarılış amacı da budur.

Ortaçağ Avrupa'sında Bristiyanlığın yayılması ve devletlerin resmi dini olmasıyla, kilise ve katedral inşaatları da başlamış oldu. M.Ö. 970-931 Kral Süleyman döneminde Masonluğun ilk loca yapılanması, Memfis Tapınağı’nın yapımında çalışan ve Surlu bir mimar olan Birarn'ın oluşturduğu iş örgütlenmesi modeli ve bazı simgeler kullanılarak oluşturuldu.

Birarn'ın iş örgütlenmesi olarak oluşturduğu loca yapılanması ve bu localardaki hiyerarşik düzen, çırak, kalfa, üstat dereceleri günümüz Mason localarına kadar taşınmıştır. Bu yapılanma 895990 yılları arası İngiltere'de York kentinde bir kilise inşaatında tekrar görüldü ve bunun sonucunda Tanrı’ya bağlılık, mesleğe bağlılık gibi ilkeleri taşıyan York Yasası ortaya çıktı. York Yasası, Operatif Masonluğun ortaya çıkardığı bir yasadır.

Operatif Masonluğun piri ve en büyük ismi olarak, Bazreti Süleyman Mabedi'nin Baş Mimarı Biram Abif'in ismi üzerinde bir anlaşmaya varılmıştır. Bu efsanevi kişilik, günümüz Masonluğunun en önemli ritüellerinde yer alır ve insanın kendisini yüceltmesi yolculuğundaki son noktanın, yani Kamil İnsan olabilme serüveninin zirvesinin sembolü olarak, Biram şahsiyeti ve isminde vücut bulur.

Operatif Masonlar, zanaatlarının incelik ve ayrıntılarını büyük bir titizlikle gizli tutmayı öngörmüşlerdir.

Aslında bu yalnızca Masonlara özgü bir tutum değildir. Diğer birçok meslek ve zanaatta da, işin incelikleri "sır" olarak olarak korunmuştur. Bunun gerekçesiyse, her şeyden önce, mesleğin ya da zanaatın değerini korumaktır. Bu konuda şöyle bir örnek verilebilir:

114

yapılma bir çömleğin sızdırmazlığını sağlamak üzere içine nasıl "sır" kaplandığını öğrenecek olursanız, aslında pek de zor olmayan ve özel bir beceri de gerektirmeyen bu işi kendiniz yapmaya kalkışabilirsiniz. Başkaları da sizin gibi yapacak olurlarsa, çömlekçi işsiz kalabilir; en azından hünerinin değeri gözden düşer.

Yapıcıların işi, öteden beri, hemen hemen tüm diğer meslekler ve zanaatlar arasında öncelikli ve üstün bir yer tutmuştur. Özellikle büyük kitleler oluşturan halkın çoğunluğunun serf (toprağa bağlı köle) olduğu feodal toplum düzeni içinde bile yapıcılık mesleği ve sanatı ile uğraşanlar, olağanüstü ayrıcalıklar elde edebilmişlerdir. Bunu, zanaatlarının sırlarını titizlikle korumuş olmalarına borçludurlar.

Hiç kuşkusuz bu gerekçe, ancak başkalarının ellerine geçmesi istenmeyen şeylerin yazıya dökülmemesini, oysa pek de bir gizliliği olmayan şeylerin ise yazılmasında sakınca görülmemesini mantıklı kılar. Fakat bu mantık işletilince, aradaki sınırın nerede olduğunu saptama sorunu doğar. Yazılabilecek konuların çeşitliliği düşünülünce de bu sınırı belirlemek giderek zorlaşır.

Çağdaş Masonluk'ta, "Bunun ölçüsü ve sınırı akıl ve bilgelik ile belirlenir." diyebiliriz ama Ortaçağ'da, ne "akıl" ne de "bilgelik" bireylerin tutum ve davranışlarını düzene sokan öğeler olarak benimsenemezdi. Hele konu "meslek sırlarının saklanarak korunması" olunca, kesinlikle belirgin ve yaptırımcı nitelikli katı kurallar gerekirdi. Bir şeyi yapmak ya "serbest" ya da "yasak" olurdu. İkisinin ortası söz konusu olamazdı; çünkü o dönemde "bireyin buyrultusu ve öz yargısı" diye bir şey düşünülemezdi. Bu bağlamda bireylerin gerektiğince öngörülü (basiretli) bir tutum ta- kınabileceklerine güvenilemezdi.

Dolayısıyla, meslek ile ilgili bilgilerin herhangi bir yere yazılması kesinlikle yasaktı. Kaldı ki, bu yasağın korunması hiç de sanıldığı kadar zor değildi. Çünkü böyle bir yasağı kimlerin delebileceği önceden bilinirdi. Onlar ancak okuma ve yazma bilen kişilerdi.

115

Operatif Masonluk Dereceleri

Aslında Operatif Masonluk'ta "çırak" ve "kalfa" diye iki derece bulunduğunu, "üstat" derecesinin ise o dönemde locanın yöneticisine özgü bir nitelik olduğunu biliyoruz. "Operatif Masonluk Dereceleri" terimi ise, 18. yüzyıl başlarında sadece Londra'daki locaların yönetim biçimini nitelernek üzere kullanılmış bir .özel terimdir.

Sir Christopher Wren politik nedenlerle 1702 yılında görevinden ayrıldıktan sonra, Londra'daki tüm locaların kendi aralarında oluşturacakları bir kurulca yönetilmeleri uygun görülmüştü. Londra !ocalan, bu yönetimin birbirini izleyen birkaç aşamada yürütülmesini kararlaştırdılar. Böylelikle ortaya beş yönetimsel aşama çıktı. Bunlara "kalfa" ve "çırak" derecelerini de eklersek, Londra'da o tarihlerde Operatif Masonluğun toplam 7 derecesinden söz etmek mümkündür.

Operatif dereceler, yalnızca locaların hep birlikte yaptıkları toplantılar için geçerliydi. Bu toplantılar, üç loca üstadının ortaklaşa yönetiminde yapılırdı; bu kişilere "üç yönetici üstat" denirdi. Bir toplantı, yalnızca üç yönetici üstadın katıldığı 7. derecede açılırdı. Bundan sonra sırayla diğer derecelere geçilirdi. 6. dereceye "onaylı üstat" olarak anılan tüm loca üstatları katılırdı. 5. dereceye "nazır ve üstün nazır" derecesi denirdi; burada "üstün" olarak anılan nazır, loca üstadının başyardımcısıydı. 4. derecede, localarında yöneticilik yaptıkları için "yapıcı üstün kalfa" olarak anılan kalfalar da toplantıya girerlerdi.

Operatif Masonluğa İlişkin Tarihsel Belgeler

Regius, Operatif Masonluk döneminden kalma eski el yazmalarının en önemlilerinden biridir. Bu eser, 64 sayfalık bir kitapçık şeklindedir. 1838 yılında J.O. Halliwell-Phillips tarafından bulunmuş olduğu için, bazı Masonik kaynaklarda "Halliwell-Phillips El Yazmaları" adıyla da anılır. 794 dizelik bir şiir formunda yazılmış- 116 tır. Kitabının yazımının 1390 yılı civarında olduğu sanılmakta ama yazan kişinin kim olduğu bilinmemektedir. Anlatırnma bakıldığında, Regius'un tarihteki en eski Masonik el yazması olmadığı, daha eski belgeleri kaynakça olarak kullandığı fark edilmektedir. Ancak, bu konuda herhangi bir somut açıklama yoktur.

İçerik açısından Regius'un ilk altı sayfası, yaşadığı çağda "Yedi Bilimin Üstadı" olarak nitelenen ünlü geometri bilgini Öklit'in kurmuş olduğu bilimsel, töresel ve sosyal nitelikli bir kurumun çalışma şeklini ve ilkelerini anlatmaya ayrılmıştır. Burada Öklit, "Masonluk sanatının öncüsü" diye anılmaktadır. Bundan sonra operatif Masonluğun tarihsel evrelerine değinilmeksizin doğrudan İngiltere'ye gelinmektedir. Aktarıldığı kadarıyla, bu sanat İngiltere'ye Kral Athelstan zamanında gelmiş ve ilk yasalarını da burada oluşturmuştur.

Masonluğun tarihinden alıntılar üzerinde de duran Regius'ta, özellikle Babil Kulesi ve Roma İmparatorluğu dönemindeki "Dört Taçlılar" ile ilgili efsanevi olaylar özetlenir. Yeni Bağımsız Bilim- ler'in her birinin yararı anlatılır. Masonlara tutum ve davranışlarıyla ilgili tavsiyelerde bulunur ve dinsel yükümlülüklerini aksatmamaları gerektiğinin altı çizilir.

Çağdaş Masonlukta Regius, kimi kuruluşlar için Masonluğun kadim yasalarını içermektedir ve bunlar günümüz için de geçerli sayılır. Kimi Mason kuruluşları içinse bu kitap yalnızca tarihsel

değeri olan bir belgedir.

Spekülatif Masonluğun Doğuşu

Bu süreç, yapıcılık mesleği dışından olanların da Mason localarına kabul edilmesiyle başlar. Bu, Masonluğun ilk tarihsel dönemecidir. Özgür Masonlar ve Kabul Edilmiş Masonlarla birlikte spekülatif Masonluk yapılanması başlamıştır. Spekülatif Masonluk, kabul edilmişlerin artmasıyla "Kabul Edilmiş Düzenli Dünya Masonluğu "nun doğmasını sağlamıştır. Operatif Masonluk olarak ortaya çı-

117 kan yapılanmalar, tarih içerisinde Spekülatif Masonluğa dönüşmüşlerdir. Özgür Masonlar ve Kabul Edilmiş Masonlar yani karışık düzen loca yapılanması ve Spekülatif Masonluğa geçiş süreci, dünyanın her yerinde aynı zaman içinde ortaya çıkmamıştır. Bazı Opera- rif Mason locaları da loca dışı, yani mevcut sistem içindeki yapılanmaları oluşmadığı için spekülatif özelliklerini gizlemişlerdir.

Masonluğun öğretisini sembollerle yaptığı felsefi çalışmalara vermesi Spekülatif veya Fikri Masonluk ise, duvar işçiliği ile uğraşan birer mesleki lonca olan Operatif Mason Localarında fikri ve felsefi çalışmaların da yapılmaya başlanması ile ortaya çıkan ve günümüz Hür Masonluğunun artık tamamına hakim olan anlayıştır.

Spekülatif çalışmaların Operatif Localarda başlamış olduğunu söylemiştik. Fakat Spekülatif Masonluk asıl ağırlığını 16. yüzyılın ortalarında, yapı işçisi olmayan haricilerin Mason kabul

edilmeye başlanılması ile birlikte kazanmaya başlamıştır. Bu sayı zamanla hızla artmış, özellikle İngiltere ve A'eıeeevv. soyluların, saray erkanının ve hatta kralların birbiri ardına Kabul Edilmiş Mason olmaya başlaması ile Mason Locaları kısa zaman içinde meslek loncaları olmaktan çıkıp, tamamiyle felsefi ve fikri çalışmaların yapıldığı Spekülatif Mason Locaları haline dönüşmüştür. Bugün tüm dünyada takip edilen gelenek de 1 <>. i <.

l 7. yüzyıl ortalarında, Avrupa'da yüzyıllarca uygulanmış geleneksel yapıcılık mesleği ve sanatı (Operatif Masonluk) zayıflamaya yüz tutmuştu. Bu meslek ve sanatın üyeleri Türkçe'de "özgür Mason" anlamına gelen bir unvan ile anılırdı. Epeyce zamandan beri bu mesleğin birimlerine (localara) yer yer n:ve sanat ile hemen hemen hiçbir ilgisi olmayanlar da üye olarak alınıyor, bu kişilere "kabul edilmiş Mason" deniyordu.

Kabul Edilmiş Masonları üç gruba ayırabiliriz:

-Çeşitli tarikatların üyesi oluşlarından ötürü Roma Katolik Kilisesi tarafından kovulmuş ya da Kilise'nin ve kardinallerin bağnaz V .'.."ew.e karşı çıktığı için aforoz edilmiş din vv .v.e: -Kilise'nin amansız baskısından kaçarak, çalışmalarını özgür bir ortam- 118 da ve birbirleriyle dayanışma içinde sürdürme özlemim taşıyan bilim adamları, yazarlar ve düşünürler; -özellikle Haçlı Seferleri'nin etkisiyle ya da birtakım başka nedenlerden ötürü özdeksel varlıklarını yitirmiş olan soylular ve şövalyeler.

Orta Çağ sonlarından başlayarak, artık hemen hemen tüm Orta ve Batı Avrupa ülkelerinde Mason localarının özgürce çalışmalarına ve toplantılarını istedikleri zaman istedikleri yerde yapabilmelerine izin verilmekteydi. Localardaki kabul edilmiş Masonlar, bu kurumu, kendi amaçları bakımından çok elverişli bir ortam olarak görmüşlerdi. Soyluları bir yana bırakacak olursak, kabul edilmiş Masonlardan çoğunun zaten bağlı olduğu bir grup vardı; fakat bunlardan hiçbiri düzenli bir şekilde örgütlenmemiş ve ku- rumlaşamamıştı. Dolayısıyla Mason locaları, bu kişiler için adeta birer "korunak" durumundaydı.

Yapıcılık mesleği artık gelenekselliğini yitirmeye başlamıştı. Çünkü mesleğin üst aşaması olan mimarlık artık yüksek okullarda öğretilir olmuştu. Okuldan yetişenlerin yapıtları çok daha sade bir görünümde olmakla birlikte, fakat çok daha kullanışlı oluyor, çabuk bitiyor ve çok daha ucuza çıkıyordu. Bu nedenle geleneksel meslek çekiciliğini yitirmekteydi. Localar ekonomik sorunlar ile de karşılaşıyor, iş bulmakta güçlük çekiyordu. Dolayısıyla hemen hemen her Avrupa ülkesinde özgür Masonların sayısı azalıyordu. Buna karşılık kabul edilmiş Masonlar giderek artıyordu.

Kabul Edilmiş Masonların localardaki çalışmaları salt spekülatif (düşünsel) nitelikliydi. Gerek yapıcılık (inşaat) işlerine gerekse üyesi oldukları locanın yönetimine karışmazlardı. Sadece loca üyelerinin genel kültür bakımından eğitimine katkıda bulunurlardı. Bu arada, kendi görüşlerini, inanışlarını, benimseyişlerini, önceden üyesi oldukları bir başka kurum varsa bunun ilke ve geleneklerini localara getirmeye uğraşıyorlardı.

Spekülatif Masonluk, yöneldiği amaçlar ve bunların doğrultusunda benimsenen ilkeleri bakımından gelişigüzel ya da kısa süre içinde doğarak hızla gelişmiş bir akım değildi.

119

Spekülatif Masonluk, yapıcılık mesleği ve sanatı 17. yüzyılda bir çöküntüye uğramasıydı bile örgütlenecekti. Bu örgütlenme belki bir başka ad altında olurdu ama bu akım durdurulamazdı.

Aydınlanma eylemlerinin büyük boyutta ve hızla geliştiği, bu yüzden "Aydınlanma Çağı" olarak da anılan 18. yüzyılda mutlaka ortaya çıkacaktı. Belki ilk düzenli örgütünün kurulması 20-30 yıl kadar sonra görülürdü. Belki bu kuruluş Londra'da değil, bir başka yerde gerçekleşirdi. Avrupa'da "bilgi"nin hızla geliştiği ve toplumsal yapının değişimlere uğradığı bu dönemde Spekülatif Masonluğun oluşumu kaçınılamaz bir olguydu. Spekülatif Masonluğun "emekleme dönemi" olarak niteleyebileceğimiz ilk 20-30 yılının, bu kurumun örgütlenmesi bakımından biraz erken olduğunu, asıl etkin gelişiminin 18. yüzyıl ortalarına doğru başladığını görmekteyiz.

Spekülatif Masonluğun doğum öncesi dönemini Operatif Masonluk çatısı altında geçirmiş olmasının, doğduktan sonra da "Masonluk" adına sahip çıkmasının kendileri açısından büyük yararları olmuştur. Bunların arasında en önemlisi, toplumların ve egemen sınıfların gözünde "saygın bir kurum" olarak çalışma olanağını kolayca elde edebilmiş olmasıdır. Bununla birlikte bazı ülkelerde "Spekülatif Masonluk" ile "Operatif Masonluk" arasındaki farklılık anlaşılınca, locaların kapatılmalarına ve Masonluğun yasaklanmasına girişilmiş olduğunu da bilmeliyiz. Spekülatif Masonluğa karşıt (anti Masonik) eylemlerin ortaya çıkması da hiç gecikmemiş, o günlerden günümüze kadar sürmüştür.

Spekülatif Masonluğun Operatif Masonluk'tan yararlanmış olduğu bir diğer önemli nokta, gerek çalışma şekli ve kalıbını, gerekse öğretimi içinde çok değerli bir yer tutan "simgeler"i, öncelikle Operatif Masonluk'tan almış olmasıdır.

Bazı yorumcular Spekülatif Masonluğu bir mektuba benzetmiş ve "Spekülatif Masonluk asıl mektup, Operatif Masonluk bunun zarfıdır." demiştir. Masonluğun yeni biçimlenmesi içinde örgütlenişinden kısa bir süre sonra, bazı Mason kuruluşları bambaşka bir 120 düzen peşinde koşarlarken, bazıları da Operatif Masonluğun yüzyıllardan beri süregelmiş eski yöntem ve geleneklerinin hiç değiş- tirilmeksizin korunmaları gerektiğini savunmuşlardır.

Operatif Masonluk'ta hiçbir zaman ve hiçbir yerde bir merkezi yönetim organı oluşturulmamıştı. Her loca kendi başına, bağımsız olarak çalışırdı. Nitekim localarda spekülatif çalışmalar yapan Kabul Edilmiş Masonların etkinlikleri de bir bütünlük içinde değildi. Hatta aralarında iletişim bile kurulmamıştı.

Ortaçağ Avrupa’sının sosyal ve dinsel yapısı içerisinde yeni formunu oluşturmaya başlayan Spekülatif Masonluğu, bu dönem içinde duvar ustalarının değil şövalyelerin ve soyluların kurduğu kabul edilir. Geleneksel yapıyla birlikte şövalye unvanları ve soyluluk simgeleri de kabul edilmiştir. Zira dönem itibariyle yönetici sınıf krallar ve soylulardan oluşuyordu; yani güç onlardaydı ve yapı da doğal olarak aristokrasiyle beraber oluşturuldu.

1646 ile 1717 yılları arasında, 70 yıllık bir dönemde vuku bulan değişimle Operatif Masonluk, nasıl aristokratik centilmenler kulübüne dönüştü?

Anderson'ın ilk anayasası Nisan 1723'de, Büyük Loca'nın kuruluşundan 6 yıl sonra yayınlandı. Bu son tarihe kadar, tersimat tutulmadan, yasalar ve kurallar tespit edilmeden, Hürmasonluğun neşeli sofra toplantıları sürdü. Peki acaba, Hürmasonların davranışlarını kısıtlayan çok sayıda yasanın yayınlanmasına neden gerek görüldü?

Ashmole, Mayıs 1617'de Staffordshire'da (İngiltere) doğdu. Tutkulu ve hırslı bir kişiydi. İkinci evliliğinde kendinden 20 yaş büyük ve zengin bir kadın olan Lady Mainwaringle evlenince çoğu düşlerini gerçekleştirme olanağını buldu. 25 yaşında rantiye hayatı yaşamaya başlayarak özel ilgi alanlarına eğilebildi.

İngiliz İç Savaşı'nda kilit yıllar olan 1645 ile 1646'da, Aslımo- le'un politik ve askeri kariyerleri paralel hatlar üzerinde gelişti. Mart 1646'da kralın ordusunda yüzbaşı rütbesini kazandı; ancak

121 üç ay sonra Kral Charles'ın ordusunun Cromwell tarafından yenilmesine şahit oldu; Smallwood'a döndü ve 16 Ekim 1646'da War- rington'da Masonluğa kabul edildi. Bu olay ilk defa bir İngiliz spekülatif Masonun belgelenen tekris merasimidir. Tabiidir ki, onu tekris edenler de daha eski bir tarihte tekris edilmişlerdi. Merasim öğleden sonra, saat 16:30'da vuku buldu. Bu kesin saat, Aslımo- le'un titizlikle tuttuğu ve günümüzde Oxford Bodeleian Kütüphanesinde saklı bulunan günlüğünde belirtilmiştir. Gene de, tekrisi ile ilgili yanıtlanamayan sorular vardır.

Ashmole'un tekris edildiği locanın yapısı neydi? Ashmole'un günlüğünde kayda alınan yalnız iki Mason toplantısı vardır, bunların ilki 1646, ikincisi de 1682 tarihlidir. 1646'da toplantıda hazır bulunanların isimleri Ashmole tarafından kaydedilmiştir, bunların hiçbiri mimari sanatı ile ilgili değildi. Ancak, Ashmole Loca'da bulunan herkesin ismini yazmamıştı; yazmadıklarının içinde de operatif taşçı ustalarının bulunması ihtimal dahilindedir.

lhtimaldir ki o tarihte, Hürmasonluk Elias Ashmole'un kayıtlarında dikkate alması gereken önemde bir müessese değildi. Ashmole, meraklı kişiliği nedeniyle, gizemli bir cemiyetin sırlarını öğrenmek güdüsüyle ' 1 < • ■ 1111 < > ■ katılmış ve sonradan kayda değer bir konuyu da bu huantış olabilir. Mason toplantılarının gizemli ortamında ve deneysel bilimin ilk adımJanıun atıldığı bu zamanlarda kayda geçmemiş entelektüel dostları ile yeni bilimlerin ezoterik ve hermetik veçhelerini tartışmış olabilir.

Ashmole olağanüstü yetişmiş bir kişiydi. 1648'de astroloji ve anatomi incelemelerini botanik ve simya ilimlerine de. - y ’ Simya onu çok meşgul ediyordu ve bu konuda, ilki 1650'de olmak üzere, birçok kitap yazdı. I •!•!.! ve Hermetik araştırmalara kendini kaptırmıştı. i-alla. ilgilenirdi. Bunlara rağmen, Ashmole bilimsel tarihi araştırmalarını ihmal etmemiş, simyanın uygulamasına da geçmemiştir. Masonların 1682’deki çağrısına kadar, ■ ■ ı < ı i 11 "m kaydetmemiş olduğu toplantılara katılmış olabilir.

122

Aslımole'un terkisi ile ilgili iki ana soru vardır: Neden Mason oldu ve neden 1682'de Londra'yı ziyaret ettiği tarihe kadar günlüğünde Masonlukla ilgili başka kayıt bulunmamaktadır?

Ashmole uygulanan merasimde ezoterik bir hava bulmuş ve bunu da kendi gibi düşünen arkadaşlarıyla paylaşmış olabilir. Günlüğünde bu konuda ilginç imalar var. Birlikte tekris olduğu parlamenter dostu Albay Henry Mainwaring, Aslımole’un desteklediği Kralcılara tümüyle karşı Roundhead grubundandı. Buradan, günümüzde olduğu gibi, o tarihte de Hürmasonluğun politik sınır tanımadığı anlaşılıyor. Richard Penkett adlı görevliden "Warden" (Başkan, günümüzde Nazır) olarak bahsetmesinden locanın yapısı tahmin edilebiliyor. Ashmole, Sloane Elyazması üzerinde Masonik yeminini etmişti ve bu doküman onun tekrisi için özel olarak hazırlanmıştı.

Ashmole, 2000 sayfalık günlüğünde Masonluktan yalnızca iki kez bahseder. İkinci kayıt 10 Mart 1682 tarihlidir, yani tekri- sinden 35 yıl sonra, Londra'da bir toplantıya katılmıştı. Tekris tarihi ile ilgili soruları burada da sorabiliriz. Katıldığı merasim nasıldı? Toplantıda en yaşlı ve itibarlı kişiydi (Senior Fellow). Londra Mason (Duvarcı) Loncası'nın operatif ortamında spekülatif Hürmason olarak ne arıyordu? O gün icra edilen katılma merasiminin ayrıntılarını Ashmole l ■ un .m ı> Günün Mason Cemiyeti, elit kişilerin kabul edildiği, operatif locada spekülatif nüve şeklinde, Cemiyet içinde Cemiyet olarak y dir. Bu bilgiden hareketle, Aslımole'un 1646'da tekris edildiği toplantının da aynı yapıda olduğu, yani bir operatif locada, yıllar sonra Londra’da şahit olduğu tarzda bir merasimden geçmiş olduğu varsayılabilir.

Böylece, Masonluğun yapısını yüzyıllar boyunca korumuş olduğu görülmektedir. Cemiyetin yapısı ve formatı değişmemişse de içerik, ritüel ve merasim, daha da önemlisi üyelerin akademik niteliği farklılaşmış, zaman içinde akademisyenlerin yerini centilmenlerin alması içerikte köklü değişimler meydana getirmiş olabilir.

123

1 71 ?'de cemiyetin tümüyle değişmiş olduğu ve Londra'da zamanın herhangi bir centilmenler kulübü durumuna geldiği anlatılmaktadır.

İlk Büyük Loca 24 Haziran I 71 ?'de kurulmuş olmasına rağmen, ancak 6 yıl sonra, 24 Haziran I 723'de ilk Büyük Sekreter William Cowper tayin edildi. Tersimat bu tarihten sonra tutulmaya başlandı. Haziran I 723 öncesi Büyük Loca'nın faaliyeti hakkında kayıt yoktur. Haziran I 717'de vuku bulan tarihsel olayların hikayesi, ancak 20 yıl sonra, Anderson'un ikinci anayasa kitabının tarihçe kısmında anlatılmaktadır (1738 tarihli Yeni Anayasa Kitabı). Bu tarihçeden, I 717'de "Kardeşlerin" oy çoğunluğuyla Centilmen Anthony Sayer'ı (I672-I 742) Büyük Üstat seçtiklerini öğreniyoruz. Anthony Sayer da I 7I8 yılında, halefi olarak George Payne'i seçmişti. Bu iki Kardeş, İngiltere Büyük Locası'nda Büyük Üstatlığa getirilen ve asalet unvanı olmayan yegane kişilerdir.

llk altı yılında, spekülatif Hürmasonluk bir eğlence, yemek ve yardım kuruluşu görünümündeydi. Yasa ve kuralların olmayışı, tersimat tutulmaması, kendini fazla ciddiye almayan bir cemiyetin davranışına uyar. I8. yüzyılın başında bu tanıma uyan onlarca cemiyet vardı.

I 7I8'den itibaren yalnızca aristokrasi, asalet veya kral ailesi mensupları Büyük Üstat olabiliyorlardı. Bunların ilki, I 719 yılında seçilen üçüncü Büyük Üstat Rahip John Theophilus Desaguli- ers (I683-I744) olmuştu. Desaguliers, Oxford Üniversitesi'nden Medeni Hukuk doktorasını alarak mezun olmuş, I 710'da da ruhban sınıfına girmişti. Dört yıl sonra İngiliz Kraliyet Bilimler Aka- demisi'nin Royal Society üyeliğine kabul edilmiş, sonra da bu bilimsel kuruluşun yöneticisi olmuştu.

Diğer taraftan, I8. yüzyılın başlarında Bilimler Akademisi (Royal Society) alternatif felsefe olarak adlandırılan ve Büyük Üstat John Theophilus Desaguliers'nin ustası olduğu deneysel felsefeye odaklanmıştı. Burada, tüm dünyanın saygı duyduğu bir grup 124 bilim adamı, basit bir söylemle, doğanın sırlarını keşfetmek üzere günlük araştırmalarını ezoterizm ve hermetizm yoluyla gerçekleştirmeyi ümit ediyordu.

Doğanın sırlarının keşfedilmesi ile bilimsel dünyanın değişeceğine inanılıyordu. Böylece simya çalışmalar adi metallerin altına çevrilmesiyle taçlanacak, ölülerin dünyası ile temas kurulabilecekti. İşte, böyle bir ortamda Kraliyet Bilimler Akademisi üyeleri, yalnızca kendilerince cevabı bilinen sırlara vakıf olan ve kendilerine "Hürmason" diyen bir cemiyetin varlığını öğrenmişlerdi.

Her ne kadar Hürmasonlann sahip olduklar sırların bilimsel değeri olma ihtimali zayıf olsa da birilerinin bunu kontrol etmesi gerekiyordu. 17. yüzyılın sonlarında Elias Ashmole ve daha başka Kraliyet Bilimler Akademisi üyeleri Hürmasonluğa katılmış olsalar da görüşleri 17l7'de organize olan Hürmasonluğun perspektiflerinden değişik olabilirdi.

Kraliyet Bilimler Akademisi yöneticisi ve saygın üyesi John Theophilus Desaguliers, bu yeni organizasyonu incelemek üzere seçilmiş olabilir. Tekris edilen Desaguliers, kısa zamanda Masonların arasında geleneksel tanıma yöntemlerinin dışında bir sır olmadığını, ancak biraderler arasında gerçek kardeş sevgisinin, yardım severliğin ve hakikat arayışının hüküm sürdüğünü anlayacaktı.

Toplumdaki yüksek pozisyonu nedeniyle, daha ilk baştan, Büyük Loca'nın kendisine mümkün olan en yüksek görevi vermiş olmasını doğal karşılamak lazım. Bu da Büyük Üstat seçildiği 1719 yılı öncesinde Desaguliers'nin Masonluğu hakkında herhangi bir bilgi bulunmamasının izahı olabilir. Cemiyetin geleceğini düşünen Desaguliers, Anayasa'yı hazırlatarak aristokrasi ve kraliyet ailesine üyelik yolu açmıştır. Dostu Lord Montgomery ilk asil Büyük Üstat olmuştur. Toplumun zirvesinde olan adayların kabul edildiği bir cemiyette, biraderlerin davranışını düzenleyecek kurallara ihtiyaç duyulmuştu. Büyük Üstat Desaguliers, James Anderson'u Anaya- sa'yı hazırlamak üzere görevlendirerek, aristokrasi ile kraliyet' ailesinin desteğini de garantilemişti.

125

Anderson Yasaları

1723 yılına gelindiğinde, günümüzün ulusal Mason Localarına temel olan Anderson Yasaları yayınlandı. Bu yönetmeliğe göre, çeşitli ülkelerdeki Mason locaları kendi tüzüklerini ulusal kavram ve anlayışlara göre hazırlarken ulusal benliklerinden ayrılmadılar. Bu, özden ayrılmadan gerçekleşen dış değişmenin nedeni, rüzgarın farklı yönden esmeye başlamasıydı.

Artık dış kabuğu değiştirmenin zamanı gelmişti. Çünkü bu dönemden sonra ulusal devletlerin günümüze uzanan yapılanması ortaya çıkacaktır. Fransız Ihtilali ile ulusalcı hareket ivme kazanmıştır.

Anderson Yasaları'nın ortaya koyduğu ulusal kavram ve anlayışlar çerçevesinde tüzüğü oluşturmayı benimseyen temel düşünce değişim rüzgarını yakalamanın yanında, özü korumayı amaçlamıştır. Buradaki öz, daha sonra "Eski Yükümlülükler" (1732) tüzüğü ile de bir kez daha ortaya konacak olan "Masonlar arasında dayanışma ve çıkarlardan Masonların yararlanmasıdır."

Anderson Yasaları ve Eski Yükümlülükler tüzükleri yapısal modellerini 18. yüzyıla taşımıştır. Daha önce de York Yasası ile bu dış değişim gerçekleşmiştir. York Yasası'nın ortaya çıktığı dönemde Hristiyanlık Avrupa'da yayılmış ve devletlerin resmi dini olmuştu. York Yasası, Tanrı'ya ve mesleğe bağlılığı ortaya koymaktaydı. York Yasası'nın ortaya çıktığı dönemde ise Masonluk Operatif boyutunu yaşıyor, mesleki örgütlenme ile mesleki çıkar birlikteliğiyle yine özünü korumuş oluyordu.

126

MASONLARDA ÖRGÜTLENME:
RİTLER ve LOCALAR

Ritler

Dünya genelinde Mason kuruluşlarında uygulanmakta olan bir takım farklı sistemler vardır. Bunların her biri ayrı bir "rit" olarak anılır. Genelde herhangi bir Mason riti, "Masonluğun anlatımlarını bir dereceler silsilesi içinde toplayarak belirli bir yöntemle verilmesini sağlayan sistem" olarak tanımlanabilir.

Mason ritleri arasında yer yer önemli boyutlara varan farklılıklar görülür. Bu farklılıkların çoğu Masonluk anlayışında, öğretimin içeriğinde, örgütlenme ve yönetim tarzındadır. Çalışma yöntemi bakımından ise, değişik ritler arasında pek önemli bir fark yoktur.

18. ve 19. yüzyıllarda, Masonluğun yaygınlaştığı hemen hemen her ülkede ve toplumda, o ülkenin ve o toplumun kendine özgü inançlarının, geleneklerinin ve göreneklerinin, düşünü biçimlerinin, bilgi düzeyi ve kültürünün özelliklerine göre ayrı ayrı Mason ritleri oluşmuştur.

127

Bazı Mason ritlerinde birkaç, bazılarında ise çok sayıda derece vardır. Ancak, herhangi bir ritin derecelerinin sayısının bir diğerinden çok olması, o ritin öğretiminin daha geniş kapsamlı olduğunu göstermez. Bir ritte birkaç ayrı dereceye dağıtılmış olan konular, bir diğer ritte tek bir derecenin kapsamında toplanmış olabilir.

Her ritin öğretim kapsamı bir diğerinden yer yer farklıdır, ama her ritte aşağı yukarı birbirinin aynı olan konular da vardır. Bununla birlikte, yalnızca tek bir ritte işlenen, diğerlerinden hiçbirinde görülemeyen, "benzersiz olarak tek rite özgü" konularla da karşılaşılabilir.

Yüksek dereceleri olan bir Masonik sistemde, "üstat" derecesinde yeterli görülen bir süreyi doldurmuş (genellikle bir ya da iki yıl), Masonluğun amaç ve ilkelerini iyice kavrayarak benimsemiş, temel bilgilerini edinerek kendini yeterince yetiştirmiş bir Mason, yüksek derecelerdeki çalışmalara' da katılma hakkını elde eder. Fakat yüksek derecelerde çalışmaya başlayabilmesi için, önce kendisinin bunu istemesi, simgesel derecelere oranla çok daha ağır sorumluluklar üstlenmeye hazırlanması, sonra da yüksek dereceleri yöneten yetkili organın ilgili Masonun bu konudaki dileğini kabul etmesi gerekir.

Masonlukta Dereceler

Masonlukta yüksek derecelerin yönetimi ile simgesel derecelerin yönetimi arasında önemli bir fark vardır: Simgesel derecelerde çalışan bir büyük loca, yönetsel yapılanması bakımından "demokratik" bir örgüttür. Buna karşılık, hangi ritte olursa olsun, yüksek dereceleri yöneten organ ise, genellikle ilgili ritin en üst derecesindeki Masonların topluluğundan oluşur; Bu nedenle de "otokratik" nitelikli bir kurumdur.

Her yüksek derece otoritesinin en az bir büyük loca ile düzenli ilişkiler kurmaya gereksinmesi vardır. Çünkü, yüksek dereceler- 128 de çalışmak üzere seçilecek Masonların, önce simgesel derecelerde çalışan bir locada ilk üç dereceyi almış olmaları gereklidir. Bu nedenle bir yüksek derece otoritesinin birden çok büyük loca ile de ilişkisi olabilir.

Aynı şekilde, bir büyük locanın da birbirinden farklı ritleri uygulayan birden çok yüksek derece otoritesi ile ilişki kurması (ender görülse bile) söz konusu olabilir. Burada önemli bir noktayı bir kez daha vurgulayalım: Bir büyük loca ile bir yüksek derece otoritesi ayrı ayrı kuruluşlardır; her biri bağımsız bir demektir.

Masonluğun yüksek derecelerindeki çalışmalar da, bir büyük locanın yönetimi altındaki simgesel derecelerde olduğu gibi, localara pek benzer birimlerde yürütülür. Fakat bu birimler genellikle "atölye", "şapitr" (bölüm), "kurul" ya da "konsey" gibi adlarla anılır.

Simgesel derecelerde çalışan büyük localardan farklı olarak, bu birimler bir federatif örgütlenme oluşturmaz. Hepsi, ilgili ritin yetkili organının yönetimi altında faliyet yürütür. Ancak, kendi başkanlarını ve görevlilerini üyeleri arasından kendileri seçer, çalışma programlarını düzenlemekte serbest bırakılırlar.

Türkiye'de de öteden beri kabul görmüş olan Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti, dünya çapında en yaygın olan Mason ritidir. Bu ritin "Iskoçya" ya da "İskoçluk" ile herhangi bir ilgisi yoktur. Bu adla anılmasının nedeni, ritin özgün temelinin 18. yüzyıl ortalarında Fransa'da yerleşmiş İskoç asıllı Masonlar tarafından atılmış olması, sonra çeşitli evrelerden geçmesi, 19. yüzyıl başlarında kabul edilen birtakım eklemelerle yapısal bakımdan son halini almış olmasıdır.

Günümüzde, dünya yüzünde yaygın olarak uygulanan diğer Mason ritleri arasında "İngiliz Masonluğu Sistemi", "York Riti'', "Modern Fransız Riti" ve "İnsan Hakları Karma Riti" sayılabilir.

Eski ve Kabul Edilmiş Iskoç Riti'nin, simgesel dereceler de dahil edilecek olursa 33 derecesi vardır. Ritin yönetsel organı olau.

129 Suprem Konsey, 33. derecedeki Masonların topluluğudur. Ritin ilk uç derecesi (simgesel dereceler) büyük locaların yönetimi altında yürütülür. "Süprem Konsey", bu derecelerdeki çalışmaların düzenlenmesine karışmaz. Dolayısıyla, bir süprem konseyin yönetimi altındaki çalışmalar 4. dereceden başlar.

Masonluğun yüksek derecelerinde çalışmakta olmak, bu derecelerde ilerlemiş bulunmak, hatta 33. dereceye ulaşarak süprem konsey üyesi olmak, bir Masonu simgesel derecelerdeki çalışmalardan bağışık tutmaz ve localarda ona herhangi bir yetki ya da ayrıcalık sağlamaz. Bir diğer deyişle, gerek büyük locada, gerekse büyük locaya bağlı olarak çalışan localarda, yüksek dereceli bir Mason yalnızca "üstat" niteliğini taşıyan bir Masondur. Kaldı ki, yüksek derecelerdeki bir Mason, simgesel derecelerde çalışan bir locanın düzenli bir üyesi olmak, locasındaki yükümlülüklerini yerine getirmek zorundadır. Bunu yapmazsa, yüksek çalış

malara da katılamaz.

Localar

Masonluk'taki çalışmalar, birbirlerine doğrudan bağlı olmayan birimlerde yürütülür. Bunlann her biri genelde Loca olarak anılır. Türkiye'de, yakın geçmişimize kadar aynı anlamda olmak üzere yer yer "mahfil" sözcüğünün de kullanılmış olduğu görülür.

Her loca kendi iç işleri ve yönetimi bakımından serbestçe çalışır. Bir diğer deyişle her locanın özerk bir yapısı vardır. Burada "‘özerk" sıfatının kullanılması locanın genellikle bağmısız olmayıp, diğer localarla birlikte düzen içinde bir örgütsel birleşim oluşturmasından, Masonluk'ta "obediyans" olarak anılan bir birliğe bağlanmış bulunmasından ileri gelir. Az sonra bu örgütlenmenin ay- ■nntılı anlatımına gireceğiz.

Loca Masonluk'taki tek birim adı değildir. Bunun yanı sıra ’atbiye", "şapitr", "yüksek loca", "kolej", "kurul", "konsey" gibi J.lJ.laria anılan birimler de vardır. Masonluğun kendi örgütlen- 130

meşindeki birimler, yasal demek organizasyonu bakımından "kol" olarak anılır. Ancak bu sözcük Masonluk'ta pek kullanılmaz. Hatta "birim" sözcüğü bile kullanılmaz. Her birim, Masonluk'taki niteliği neyse o adla anılır.

Masonluk'taki birimler çoğu kez kendi aralarında birleşerek federatif olarak nitelenebilecek bir örgütlenme oluşturur. Sonra her biri bu örgütün genel tüzüklerine uyar. Böyle bir örgüte az önce değinmiş olduğumuz üzere obediyans denir ama bu yalnızca bir genel kavramdır. Obediyansm da türleri vardır. Her biri ayrı bir adla anılır. Sonradan kurulan localar da obediyansa katılır, önceki localarla aynı haklara sahip olur.

Dünyada en yaygın obediyans türü Büyük Loca adıyla olarak anılır. Eğer örgüt "büyük loca" gibi "federatif11 olarak nitelenebilecek bir özellik taşıyorsa yani bir "obediyans" ise, kendi istekleriyle bir araya gelmiş olan Mason birimleri (localar) bu federatif örgütü yani obediyansı oluşturur.

Eğer Masonik örgütün niteliği "otokratik" ise, üstün düzeyde bir egemen yönetici organ var demektir. Bu durumda "obediyans" sözcüğü kullanılmaz. Bunun yerini "jürisdiksiyon" terimi alır. Bu egemen yönetici organ kendine bağlı ve kendi yönetimi altmda çalışacak olan birimleri kurar; sonra bu birimlere kendi iç işlerinde ve çalışmalarında özerklik verir. Bu örgütlenme tarzı da yasal bir dernek oluşumunu engellemez.

Loca Ne Demektir?

Günümüzde loca kelimesi üç anlamda kullanılmaktadır: Masonların toplandıkları yer, bina, salon; Mason topluluğu, Mason derneği, derneğin şubesi; bu topluluğun, derneğin, kolun yaptığı toplantılar. İkinci ve gerçek anlamıyla loca, bütün Masonik çalışmaların çekirdeğidir. Locasız Mason olmaz. Locaların Masonikça- lışma yaptıkları özel Masonik mekanlara "Mabet" denir. Mabet denilmesinin nedeni, Masonların tüm insanlığın yararına inşa etme- 131 ye uğraştıkları "İnsanlık Mabedi" için harcadıkları emekleri ve yaptıkları çalışmaları kutsal bir görev kabul etmelerindendir.

Farklı kaynaklar tarandığında Mason kelimesi hakkında şu sonuçlara da ulaşılabilmektedir: Sözlük anlamı bakımından loca, "dünya" ya da "evren" demektir. Bu anlamdaki loca sözcüğü, Latince'deki "locus loga" teriminden alınmadır. Kimilerine göre bu terimin asıl etimolojisi Doğu dillerinde yer alır. Nitekim, Sanskrit- çe'de "loga" sözcüğü "dünya" anlamına gelir. \ ..

Bir ülkedeki localar ayrı ayrı ve bağımsız çalışmak yerine, Büyük Loca adıyla aralarında federatif olarak örgütlenerek merkezi otorite kurmak suretiyle bir Büyük Loca'ya bağlanmışlardır. Masonluğun geleneksel uygulamasında, Masonlar belirli sayıda locada biraraya gelerek Büyük Loca’yı oluştururlar. Masonlar ve localar, kurdukları Büyük Loca'nın idari ve mali yönetim ve denetimi altına girerler. Büyük Locaların yasama organı loca delegelerinden oluşan Genel Kurul (Konvan); yürütme organı Yönetim Kurulu eşdeğeri Büyük Görevliler Kurulu; yargı organı Haysiyet Kunılla- rı'dır. Büyük Loca'nın seçimle gelen ve en geniş Masonik yetkilerle donatılan başkanı Büyük Üstat; Büyük Görevliler Kurulu'nun üyeleri Büyük Görevliler'dir.

Masonlukta her zaman bir locanın "evrensel" oluşundan söz edilir. Dolayısıyla "loca" sözcüğünün sözlük anlamı da Mason- luk'ta simgesel bir değer taşır. Çünkü aslında hiçbir loca evrensel değildir; olsa olsa ulusaldır. Masonluğun ve Mason topluluklarının amaçları ise evrensel olabilir. Sözlük anlamı bakımından "loca" sözcüğünün dünyayı ya da evreni nitelemesi de Masonluğun evrensel amacıyla bağdaşır.

Masonlukta loca sözcüğü "en küçük Mason birimi ve bağımsız Mason topluluğu" anlamına gelmek üzere kullanılır. Buradaki bağımsızlık ille de "hiçbir kuruluşa bağlı olmamak" anlamında değildir. Locanın kendi iç işlerinde bir özerkliği yani kendi kendini yönetme yetkisi bulunduğunu ortaya koyar.

132

Kendi kendini yönetme yetkisi olan en küçük Mason topluluğunun "loca" olarak anılması, Ortaçağ sonlarının yapıcılık mesleğinin özelliklerinden biridir. Burada "Mason" sözcüğünün Batı dillerindeki karşılığının "yapıcı" (inşaatçı) olması gerekmektedir. Nitekim günümüzdeki Masonluk oluşurken örgütsel yapılanmasını o dönemin yapıcılık mesleği üzerIne kurmuş, sonra da bu mesleğin tarihsel geçmişini kendi tarihçesi olarak benimseyip buna sahip çıkmıştır.

l 4. yüzyıl ortalarından başlayarak, yaklaşık dört yüz yıl boyunca Avrupa'da bir yapıcı ustasının yönetiminde çalışan her topluluk genellikle çalışmakta olduğu yerin ya da yapmakta olduğu işin adıyla ve bir "loca" olarak anılmıştır. Masonların toplantılarını yaptıkları yer de genel olarak gene "loca" olarak anılır.

Locanın Kurulması

Loca kendi kendine, durduk yerde var olmaz. Her Mason bir locanın üyesidir. Kimi Masonlar üyesi oldukları locadan ayrılır ve bir araya gelerek yeni bir loca kurar. Ancak bunun da evrensel boyutta benimsenmiş birtakım kuralları vardır. Bir diğer deyişle, her bir araya gelen birkaç Mason yeni bir loca kuramaz. Bunun için belli kurallara uymaları gerekir.

Masonluğa ilk kez giren bir kişi geleneksel olarak "çırak" niteliğini alır. Bir süre sonra "kalfa", daha sonra da "üstat" olur. Masonluktaki dereceleri incelerken bunlara ayrıntılı olarak değineceğiz.

Masonlukta geleneksel olarak "üstat" derecesindeki yedi Mason bir araya geldiklerinde yeni bir loca kurabilir. Bu geleneksel kural, dünyanın her yerinde ve her Mason kuruluşunda böylece benimsenmiştir.

Bu kural "Yeni bir loca kurulabilmesi için üstat derecesindeki en az yedi Masonun bir araya gelmiş olması yeterlidir." anlamına gelmez. Her Mason örgütünün, yeni bir loca kurulabilmesi için

133 öngördüğü ek koşullar da vardır. Bunlar ilgili- obediyansın tüzüklerinde belirtilir.

Locanın Yönetimi

Bir locanın başkanı ve tam yetkili olan ilk görevlisi "saygıdeğer üstat" ya da "üstad-ı muhterem" olarak anılır. tki yardımcısı vardır. Bunlardan her birine genel olarak "nazır" denir. Nazırlardan daha yetkili olanı "birinci nazır", diğeri "ikinci nazır" unvanını taşır. Locayı yöneten bu üç görevli, topluca "üçler" olarak anılır.

Locanın tüm kayıt ve yazı işlerini "sekreter" (yazmanlkatip) unvanını taşıyan görevli yürütür. Locanın çalışmalarının yürürlükteki tüzüklere ve geleneklere uygun yapılmasını gözeten görevliye ise "yasalar sözcüsü" ya da "hatip" (sözcü) denilmektedir. Bu iki görevli öncekilere katıldıklarında, hepsi birden "beşler" olarak anılır. Bir locanın tüm yönetimsel işlerini yürütmekle yükümlü olan bu görevlilere, topluca "envar" (nurlar) dendiği de görülebilir.

Bazı obediyanslann tüzükleri uyarınca ise "beşler"e yasalar sözcüsü ya da hatip yerine locanın parasal işlerini yürüten görevlisi girer. Her durumda beşler, kuramsal olarak beş kişiden oluşur. Ancak bazı obediyanslarda bir locanın görevi bırakmış olan önceki başkanı (önceki saygıdeğer üstat/önceki üstad-ı muhterem) locanın yönetiminde etkin görev alarak "beşler"e katılır.

Locanın yönetimi bakımından bundan sonraki iki görevli "hazine üstadı" ya da "hazine emini" ve "yardım üstadı" ya da "hasenat emini" unvanlarını taşır. İlki loca üyelerinin ödentilerinin toplanmasından, diğeri ise hayır işleri ile sosyal ilişkilerin düzenlenmesinden sorumludur. Önceki beş görevliyle birlikte hepsi birden "yediler" olarak anılır.

İşte, bir locanın toplanabilmesi ve çalışma yapabilmesi için mutlaka bulunması gereken üstat derecesindeki yedi Mason bun- 134 lardır. Hatta Masonlukta şöyle bir geleneksel deyiş geçer: "Bir locayı üçler yönetir, beşler aydınlatır, yediler bütünler."

Bir locanın diğer görevlilerini ve özetle ne gibi görevleri bulunduğuna göz atalım: "Soruşturucu" ya da "muhakkik" olarak anılan görevli, ritüelik çalışmalarda önemli görevler üstlenir.

"Tören üstadı" (teşrifatçı) olarak anılan görevli bir toplantıda en çok dolaşan, oradan oraya koşturarak görevini yerine getiren kişidir. Locanın tüm törensel çalışmalarını düzenler. Bu görev öylesine yoğun ve ağır olabilir ki, bazı obediyanslara bağlı localarda "birinci tören üstadı" ve "ikinci tören üstadı" olarak anılan iki görevli birden vardır.

135

LOCALARIN KURULUŞUNUN
TARİHÇESİ

Royal Society’yi Oluşturan Gizli Cemiyet:

Invisible College

İngiliz Kraliyet Akademisi'ni kuranlar, ilk bilim adamları ama aynı zamanda son büyücülerdi. Ashmole. Rozikrüsyen bir cemiyetin üyesiydi ve astroloji ile de meşguldu; Newton Rozik- rüsyenlerin simya metotlarını tetkik ediyordu, haklarında yazılar yazdı; Hooke örümcek ve ünikorn boynuzları ile büyü deneyleri yapıyordu...

1660 yılında İngiltere kanlı bir iç savaştan yeni çıkıyordu. Oliver Cromwell'in ölümünden sonra, kraldan demokrasi yönünde önemli vaatler alınarak sürgünden geri getirilmesi kararı, yeni bir iç savaşı önledi. Bu kaoslu restorasyon döneminde Royal Society (Kraliyet Bilimler Akademisi) kuruldu. Tarihçi Arthur Bryant, II. Charles'ın deneysel fiziğe merakı nedeniyle Royal Society'nin kuruluşunu teşvik edişinden şöyle bahseder:

136

"Kral soyut dinsel dogmalardan hoşlanmayarak, kendi sağ duyusuna güvenir ve deneysel fiziğe inanırdı. Restorasyon'dan kısa bir süre sonra Royal Society Graham College’da kuruldu ve Kral bu yeni cemiyetin ilk hamisi oldu. Cemiyetin üyeleri bir büyü denemesinde ünikorn boynuzlarından oluşturulan bir dairenin içine bir örümcek koyduklarında, yüzyılların boş inançlarına itibar etmeyen örümcek dairenin dışına kolaylıkla çıkabilince, çok önemli bir hamle atılmış oldu." Bu deney cemiyetin tersima- tında yazılıdır.

Cemiyetin kurucuları kilisenin Tanrı ve ruh üzerindeki dogmalarını kabul ederek, geri kalan her şeyi sorgulamakla, inanç sorununu halletmişlerdi. Ancak, bu düşünceler bir günde ortaya çıkmış olamazdı. Engizisyon'un zulmüne uğramaktan çekinen bilim adamları, serbestlik anına kadar gizlenmeyi yeğleyerek "Invisible College" adında bir gizli bilim cemiyeti kurdular. Bu cemiyet sonradan Royal Society'ye dönüştü.

Royal Society'nin kurucuları büyüyü tümüyle reddedip, "Pa- pa'nın mucizelerini" batıl inanç delili olarak kabul ediyorlardı.

17. yüzyılda dinde devrim yaşanıyordu. Son on üç yüzyılda Kilise, teolojinin desteği ile emperyalist bir inanç yumağı oluşturmuştu emperyal gücünü kaybetmemek için kilise teolojisini korumaya mecburdu. Dogmaların zedelenmemesi için rahipler özel tartışma metotlarında eğitim görürlerdi. Tüm üniversiteler Kilise'nin kontrolündeydi, ders müfredatı dahi Kilise tarafından tespit edilirdi.

15. yüzyılda Floransalı Cosimo de Medici, Egnatio Danti adında bir genç mimardan Paskalya yortusunun (gün dönümü) tarihini tespit edebilecek bir rasathane inşa etmesini istedi. Mimar tepesinde bir yuvarlak deliği olan bir kubbe inşa etti, güneşten gelen ışık huzmesi yerdeki bir skalanın üzerine düşüyordu. Bu gözlemlerin sayesinde güneşin dünyanın etrafında mükemmel bir daire üzerinde dönmediği anlaşıldı. Kışın, yaz aylarına göre güneş ufu- ğa daha yakın olunca, ışık deliğe yandan geliyor ve güneşin skala

137 üzerine yansıyan şekli daireden elipse dönüşüyordu. Oysa, dogmaya göre Tanrı'nın yaradılışı mükemmeldi ve güneş mutlaka mükemmel bir daire üzerinde hareket etmeliydi. Egnatio Danti, Engi- zisyon’un pençesine düştü, keşfinin yazılması, anlatılması yasaklandı.

Galileo'nun Pisa Kulesi'nin tepesinden muhtelif objeleri atarak gerçekleştirdiği yer çekimi deneylerinin sonunda, aynı ağırlıkta olan ama şekilleri ve hacimleri değişik objelerin aynı hızla düştüklerine dair geliştirdiği teori Engizisyon teologları tarafından reddedildi.

Copernicus'un düşünceleri Kilise ve Aristo öğretileri ile çelişiyordu. 1616’da Copernicus'un kitapları yasaklandı. Copernicus’un düşüncelerini geliştiren Galileo da Engizisyon mahkemesi tarafından bu defa tutuklandı, idam cezası ömür boyu hapse çevrildi ve Galileo, nispeten rahat da olsa, ömrünü hapishane şartlarında tamamladı. Netice olarak, teolojik argümanlarla deneysel fizik sonuçları tartışılmış, dogmaya uymayanlar yasaklanmış, araştırmacılar Engizisyon tarafından yargılanmıştı.

Bu olaylardan sonra Katolik ülkelerde bilim adamları sindiler. Oysa İngiltere’de bilim yüceltildi. Francis Bacon (1561-1626) deneylerden prensiplere gidilmesi gerektiğini savunuyor ve böylece deneysel mekanik bilimlerinin yolunu açıyordu.

Tarihe Yön Veren Ünlü Mason Simalar

Sir Francis Bacon

Lord Bacon; İngiliz devlet adamı, filozof, yazar, 22 Ocak 1561'de Londra'da doğdu ve 9 Nisan 1626'da öldü. Bacon bir keşfin bilimsel olabilmesi için yalnızca gerçekçi gözlem ve deneylere dayanması gerektiğini, teorinin gözlemden önce değil, ancak sonra geliştirilebileceğini ifade eden ilk filozoftur. Bacon’a göre bir bilim insanı ilk önce gözlemlemeli, peşinden deneylerini yapmalı,

138 sonra da teorisini geliştirmelidir. Bilimsel düşünce tarzı, yola çıkarken "tabula rasa" (peşin fikirlerden tümüyle arınmış, üstü boş masa) olmalıdır.

Bacon'un eserleri arasındaki "New Atlantis" HürMasonlukla olan bağlarını sergilemektedir. 1627'de yayımlanan bu kitabında, yazar ideal bir devlet tarif edilmektedir. Bu ideal devlette Solo- mon's House (Süleyman'ın Sarayı) veya College of Six Days' \Vorks (Altı Günlük Mesainin Koleji yani Tanrı'nın 6 Günde Yarattığı Dünyanın Araştırılması Koleji) adı verilen ve bilim adamlarının bir araya gelerek doğayı araştırdıkları bir mekan betimlenmektedir.

Bilim insanları, bir ıssız adada kurulan bu sarayda dünyanın dertlerinden (din ve politika) uzakta yaşayarak kendilerini bilime adamaktadır. Solomon's House, Royal Society'ye ilham veren ütopyadır. Royal Society'de ele alınacak konular ise Bacon'un "Novum Organum" kitabında yer alır. Bacon bu kitabın bir nüshasını, hamisi Mason Kral VI. James'e göndermiştir. VI. James’in, lskoçya'da Scoon and Perth Locası'nda 1601 yılında tekris edildiğini tersimat- lardan biliyoruz.

XI. James sonradan Ingiltere Kralı olunca, I. James unvanını aldı. Novum Organum'un kapağını iki sütun arasından denize açılan bir gemi (bilgi gemisi) resmi süslüyor.

10 Ekim l667'de Royal Society üyelerinden Thomas Spratt'ın Royal Society'ye sunduğu kuruluş tarihçesinin kapak gravürünü, gene Royal Society üyesi mikroskop ve teleskop mercekleri üreticisi John Evelyn yapmıştı. Robert Lomas, "Freemasonry and the Birth of Modern Science" kitabının 71-73 sayfalarında bu kapağı şöyle anlatıyor:

Arka plandaki üstü kubbeli pencereden Gresham Kolej gözükür. Işık oradan geldiği için pencerenin Doğu'da olduğu anlaşılmaktadır. Kubbeyi iki sütun üzerinde duran yaylı kiriş taşıyor, kilit taşının üzerini, Kral II. Charles'ın cemiyete uygun gördüğü amblem süsler. Döşeme siyah beyaz karelerden oluşur. Sol taraf-

139 ta bilimlerin kütüphanesi, kraliyet asasının üzerinde durduğu diploma, duvarlarda dört pergel, üç gönye ve iki şakul, odanın ortasında bir teleskop, bir gemi saati ve iki küre durmaktadır (teleskop, saat ve yer küresi ile gök küresi Royal Society üyelerinin önemli bir uğraşı olan açık denizlerde boylamın tespiti hakkın- daki araştırmalarını tasvir eder). Doğuda, kilit taşının altında ve siyah beyaz döşemenin ortasında II. Charles’ın büstü, solunda Royal Society’nin başkanı William Brouncker sütunların üzerindeki yazıyı parmağıyla işaretliyor. Charles’ın sağında da Francis Bacon oturmaktadır..

Üniversitede istatistik Kürsüsü Profesörü olan Robert Lomas, istatistiki olarak bu kadar çok Masonik sembolün bir arada bulunmasının tesadüf olamayacağını belirterek, "kaldı ki Mason Is- koçya Kralı VI. James'in (sonradan Ingiltere Kralı I. James) himayesinde yaşamış Francis Bacon’un, Royal Society üyelerinden Ashmole, Alexander Bruce, Sir Robert Moray ve Sir Christopher Wren’in hatıratlarından ve tersimatlardan Mason olduklarını kesinlikle biliyoruz" diyor. Ayrıca, cemiyetin tüm diğer üyelerinin de Mason olma ihtimali yüksek, zira bu denli değişik muhitlerden, sosyal katmanlardan gelen, karşıt dinsel ve politik inançlara sahip kişiler, ancak Mason Localan’nda tanışmış olabilirler. Resimde gözüken üç kişinin de yerleri sembolizma dolu: Charles’ın büstü Doğuda, o Üstadı Muhterem, doğan güneşin ışınlan onu aydınlatıyor; o tarihteki Royal Society Başkanı Brouncker l. Nazır pozisyonunda, Sir Francis Bacon da Bir Önceki Üstad-ı Muhterem koltuğunda oturmaktadır.

Sir Robert Boyle

l627’de doğdu, l69l’de öldü. Otto von Guericke’nin icadı hava pompasını geliştirdi ve vakum denemeleri ile canlıların teneffüsü ve ateşin yanması için havanın gerektiğini tespit etti. Boyle gazların sıkıştırılabilirliğine dair kendi adını taşıyan fizik yasasının da mucididir.

140

Ekim 1644'de Boyle, Paris’te yaşayan hocası Isaac Marcombe'e yazdığı mektuplarda Invisible College’dan bahseder. Cemiyetin üyeleri için bir Masonik tabir olan "cornerstone" (temel taşı) ifadesini kullanır. Invisible College'ın üyeleri felsefe kolejinin ilkelerine göre doğa felsefesini ve mekanizmalarını araştırmak üzere muntazaman toplanırlar. Samuel Hartlib'e yazdığı bir mektupta kendi Masonik terminolojiye uygun terimler kullanır: "Kolejinizin inşaatında birkaç taş döşemek isteyen en mütevazı işçiye de değer verdiğinizden..." Boyle'un yazışmalarının çoğunda bunlara benzer Masonik terminolojiye sahip mesajlar olmakla beraber, tekrisine dair bir kayıt bulunamamıştır.

Royal Society'nin ilk tarihçesini yazan Spratt'a göre, Crom- well'in kız kardeşi ile evli olan matematikçi John Wilkins'in Ox- ford'daki evinde 1648 ile 1659 arasında bilim adamları muntazaman toplanırlardı.

Royal Society'nin kurucu üyelerinden Matematikçi Dr. John Wallis iç savaşta Cromwell için şifreler geliştirmiş, ele geçen kralcıların şifreli evraklarını çözmekte büyük yararlar sağlamıştı. 1678'de yayımladığı bir kitapçıkta, Invisible College'la ilgili olarak Wallis şunları yazmıştır: "••.Doğal felsefe ve özellikle Yeni Felsefe veya Deneysel Felsefe tabir ettikleri sosyal bilimin diğer yönlerine merak sarmış değerli kişilerle tanışma fırsatım oldu. Londra'da, belirli gün ve saatlerde devam mecburiyeti olan muntazam toplantılar tertip ediliyordu, deneylerin masrafını karşılamak üzere üyelerden haftalık aidat tahsil ediliyor ve toplantılara katılamayanlardan para cezaları kesiliyordu... Toplantılarımızda teoloji ve devlet işlerini tartışmıyor, yalnızca felsefi konulara eğiliyorduk..."

Wallis de yazılarında, Boyle'un yaptığı gibi, sık. sık Masonik terminoloji kullanıyordu.

141

Sir Isaac Newton

17. yüzyıl sonlan ile 18. yüzyıl başında Kıta Avrupa'sında Ay- dınianma'ya ivme kazandıran ünlü bilim adamıdır. John Wallis'in matematik bilimindeki buluşları, Royal Society üyesi Newton'un kalkülüs metotlarını geliştirmesine imkan tanımıştı. Newton, Wal- lis'ten bahsederken, "Royal Society'de devlerin omuzlarına çıktık" demektedir.

Royal Society'nin üyelerinden matematikçi ve fizikçi Sir Isaac Newton (1643-1727) sonsuz bir bilimsel merak sahibiydi, optik biliminde ve matematiksel metotta önemli buluşlarda bulundu (Leibnitz ile eş zamanda ama birbirinden habersiz olarak entegral matematiği olan "kalkülüs" metodunu keşfetti). Ancak, New- ton'un bilime en büyük hizmeti Copernicus'un başlattığı devrimi tamamlamak oldu. Denemeler ve matematik sayesinde evrende geçerli mekanik kuralları belirledi. Newton'un teorisine göre evreni üç ayrı mekanik hareket yasası ile yerçekimi yerinde tutmaktadır. Newtoncu fizik 20. yüzyıla kadar bilimsel anlayışın esası oldu. Günümüzde dahi, ışık hızında seyreden parçacık fiziği ile atomdan küçük boyutlarda meydana gelen fenomenler dışında, Newton fiziği geçerliliğini korumaktadır.

142

MASONLUĞUN BİLİMLE
BULUŞMASI

İşte, böyle bir ortamda, Londra da bir grup bilim adamı doğanın mekanizmalarını denemek üzere, ilerici, Mason Kral II. Char- les’ın himayesinde, batıl ile mücadele yeni deneysel fizik felsefesini halka yayacak bir cemiyet kurma kararını aldılar. Parlamentonun çıkardığı yeni yasalarla korku gitmiş, gizlilik mecburiyetinden kurtuluşla, suyun yüzüne çıkma zamanı gelmişti. Dogmaların aralarında kısır tartışmalara meydan vermesini önlemek amacıyla da politika ve din tartışmalarını yasakladılar. Bu karardan modern deneysel bilim doğdu.

28 Kasım 1660 Çarşamba günü on iki bilim adamı Gresham College’da geometri hocasının odasında toplandılar, onları bir araya getiren, kralın tahta çıkmasında büyük hizmeti geçen Sir Robert Moray oldu. Kral II. Charles'ın tahta geçtikten sonra ilk icraatı, babasını idam ettirmiş olan Cromwell’in cesedini mezarından çıkartıp vücudunu parçalatmak ve başını bir direğe geçirterek halka teşhir etmek olmuştu. Bu kin birikimine rağmen, Kral’ın himayesin- 143 deki Royal Society, kuruluş oturumunun başkanı olarak, Crom- well'in kız kardeşinin dul kocası, koyu cumhuriyetçi, matematikçi Rahip John Wilkins'i seçti. Din ile politika tartışmaları yasaklanınca bu 12 bilim adamı ve sonradan onlara katılanlar huzur içinde salt bilimsel tartışmalara kendilerini adayabildiler. Royal Society günümüzde de prestijini korumaya devam etmektedir.

Peki, Royal Society'yi kuran değişik inanç ve politik görüşlü, kimi zengin, kimi yoksul bu 12 idealist bilim adamı nasıl bir araya gelebilmişti?

Cromwell'in yönetimi süresince, Operatif Mason Locaları'na üye olarak kabul edilmiş bilim adamları Mason Localarının gizliliğinde toplanabiliyor ve birbirlerini tanıma fırsatını elde ediyorlardı. 1642 yılında bu kişiler, Sir Francis Bacon’un düşüncelerinin etkisinde, yukarıda gördüğümüz şekilde, Invisible College adında, sonradan Royal Society'ye dönüştürülecek bir kuruluş gerçekleştirmişlerdi. Masonluk katalizör olmuştu.

144

SPEKÜLATİF MASONLUĞUN
KISA TARİHÇESİ

Spekülatif Masonluk kurulur kurulmaz, Operatif Masonluk döneminden kalma geleneklerin ve yöntemlerin hiç değiştiril- rneksizin uygulanmasını isteyenler ile çağdaşlaşmadan yana olanlar arasında uyuşmazlıklar çıktı. Bu arada çağdaş Masonluk Avrupa’ya da geçmiş, yaygınlaşmaya başlamıştı. Fakat yakın gelecekte kendi içinde bölünmeye uğrayacağı belliydi.

Spekülatif Masonluk İngiltere'de ilk kez örgütlenirken, Operatif Masonluk ile iç içe olması öngörülmüştü. Bu nedenle de öğretim kapsamı hayli sınırlı • bir düzeyde tutulmuştu. Kıta Avrupa- sı'nda kurulan yeni localar ise Operatif Masonluk ile ilgilenmiyorlardı. Bu bakımdan Spekülatif Masonluk İngiltere ile Kıta Avrupa- sı'nda birbirinden farklı özellikler taşıyordu.

Kısa bir süre sonra, Masonlar arasında çağın yazarlarının, düşünürlerinin ve bilim adamlarının giderek artışıyla birlikte, Spekülatif Masonluğun kurulduğu sıralarda oluşturulmuş bulunan öğretiminin yetersiz görülmesine başlandı.

Batı dünyasının tarihte "Aydınlanma Çağı" olarak anılan döneme girmeye hazırlandığı 18. yüzyıl ortalarında, fırsatını bulan ve

145 çevresinde birkaç yandaşı olan her Mason bu kurumu kendi benimseyişleri ya da eğilimleri doğrultusuna çekmek istiyordu. Bu kişilerden çoğu, Masonluk'taki standart üç dereceyi (çırak, kalfa ve üstat dereceleri) yetersiz buluyor, bunların üzerine kendi görüşlerine uygun olarak birtakım "yüksek dereceler" ekliyordu.

Bunun sonucunda Masonluk'ta birbirinden farklı çok sayıda çalışma sistemi ve yöntemi oluştu. Bunların her biri ayrı bir "rit'' olarak anıldı. Tarih boyunca kurulmuş olan Mason ritlerinin toplam sayısının altı yüzü aştığı söylenir. Bunlardan çoğu yeterince yaygınlaşamadı. Diğerleri de ya önceleri gördüğü ilgiyi yitirip ortadan kalktı ya da değiŞime uğradı. Aralarında birleşen Mason rit- leri de oldu. Günümüze ancak on kadar Mason riti ■“ • ■

Bu noktada, biraz geriye dönmek, Masonluğun tarihindeki önemli bir olgudan söz etmek gerekiyor.

Masonluğun 18. yüzyılın ilk yarısındaki gelişimi sırasındaki önemli etkenlerden biri, 1688 yılında İngiltere tahtından düşürülerek yurt dışına kaçmak zorunda bırakılmış olan İskoç asıllı Stu- art Hanedam'nın durumuydu. Stuart yandaşları Fransa'da toplanmış, birçok Spekülatif Mason locası kurmuşlardı. Böylelikle Spekülatif Masonluk'ta Iskoç Masonluğu olarak anılan sistem doğmuştu. Bu sistemin en önemli özelliklerinden biri, "yüksek dereceler'^ geleneksel üç dereceden daha çok değer verilişi, geleneksel üç derecede çalışan localardan oluşan "büyük loca"nın dışında bir de "yüksek dereceler otoritesi" kurulmasıydı. Dolayısıyla İskoç Masonluğu, böyle bir örgütlenmeye kesinlikle karşı olan İngiliz Masonluğu ile zıtlaşıyordu.

Stuart hanedanının politik emelleri daha 18. yüzyılın yansına varılmadan suya düştü. Bundan böyle Iskoç Masonluğu'nu benimseyen localar da politikanın etkisinden sıyrıldılar. Fakat, Fransa'da kurulmuş olan İskoç Masonluğu artık Avrupa'nın hemen hemen her yerinde benimsenmiş, Amerika kıtasına bile uzanmıştı. Aynı sıralarda kendi içindeki uyuşmazlığı gideremeyen Ingiliz Masonluğu ise ikiye bölünmüştü.

146

18. yüzyılın ikinci yarısında Fransa'daki Masonlar İskoç Ma- sonluğu'nu kendi anlayışlarına göre önemli bir değişime uğrattılar. Özgürlükçü, kesinlikle laik ve insancı (hümanist) nitelikli bir Masonluk anlayışı geliştirdiler. Buna da Fransız Masonluğu adı verildi. Fransız Masonluğu'nun en önemli özelliklerinden biri de birkaç Mason ritini birden aynı çatı altında toplamasıydı.

Genel tarihte olduğu gibi Masonluğun tarihinde de önemli bir yer tutmuş olan Prusya Kralı Büyük Frederik, İskoç Masonluğu'nu derleyip toplamaya girişti. Büyük Frederik'in buyruğu üzerine kurulan Mason ritine Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti adı verildi. Sonradan bu rit, dünyadaki en yaygın Mason ritlerinden biri oldu.

Derken Büyük Fransız Devrimi patlak verdi. Devrim öncesinde kimileri kralcı, kimileri cumhuriyetçi olan Masonlar localarında birbirlerine girmişti. Bunun sonucunda Fransa'daki tüm Mason locaları kapandı. Fransız Masonların son büyük üstadı olan Orle- ans Dükü de giyotin ile idam edilenler arasındaydı. Bu devrim yalnızca Fransa'da değil, Kıta Avrupası'nın diğer birçok ülkesinde de Mason locaların durgun bir döneme girmelerine neden olmuştu.

Ancak 19. yüzyıl başlarında Kıta Avrupası'nda yeniden toparlanan Mason locaları bu kez daha hızlı bir gelişime yöneldi. İngiltere tahtı kendi ülkesindeki Masonluğa el koydu ve İngiliz Masonluğu İngiltere Birleşik Büyük Locası adı altında bütünleşmeyi sağladı. Aynı zamanda büyük üstat olan Büyük Britanya kralı, Mason localarını İngiltere'nin uluslararası ekonomik politikasını yürütmede yararlı bir araç olarak kullanmaya girişti. Başta Amerika Birleşik Devletleri'ndeki büyük localar olmak üzere, birçok ülkedeki Mason örgütleri İngiltere Birleşik Büyük Locası'nı destekleyince Anglosakson Masonluğu oluştu.

19. yüzyılın ortalarında çeşitli ritlerin Masonluk'ta ortaya çıkardığı çekişmeler duruldu. Anglosakson Masonluğu, İskoç Masonluğu ve Fransız Masonluğu ayrı ayrı kendi yollarını tuttu. Artık Masonluğun evrensel amaçları, ilkeleri ve öğretim kapsamı hemen hemen belirginleşmişti. Sadece yöntemler arasında birtakım

147 farklar vardı. Bunlar da ancak birer ayrıntı olarak nitelendirilebilirdi. Fakat, Masonluk'ta öteden beri çözümlenememiş olan "din ve inanç" konusu ile "örgütlenme yöntemi" konusunu bir sonuca bağlamak gerekiyordu.

Bu konuda Fransız Masonluğu bir atılım göstererek "din ve inanç" konusunun Masonluğun ilgi alanı dışında tutulması gerektiğini, Masonluğun öğretimi kapsamında herhangi bir dinsel inanç çağrışımı yaratabilecek hiçbir öğe bulunmaması gerektiğini ileri sürdü. Tüzüklerini ve Fransa'daki localarda kullanılan ritüelleri de buna göre değiştirdi. Bunun üzerine, İngiltere Birleşik Büyük Locası başta olmak üzere Anglosakson Masonluğu topluluğunu oluşturan büyük localar, Fransız Masonluğu sistemini uygulamakta olan Mason örgütlerini, Masonik bakımdan "düzensiz" hatta "Masonluğa zararlı" olarak ilan etti. Böylece Masonluğun tarihinde, dünya çapında yaygın bir bölünme doğdu. Anglosakson Masonluğu topluluğunda yer alan büyük localar, bundan böyle İngiltere Birleşik Büyük Locası tarafından düzenli olarak tanınmayan Mason örgütleriyle ilişkilerini kesti.

19. yüzyıl sonlarına doğru Fransa'dan başlayarak birçok ülkede kadınların da Masonluğa kabul edilmelerine başlandı. Sonradan, yalnızca kadınların üye olabildikleri locaların yanı sıra, erkeklerin ve kadınların bir arada üye olarak alındıkları "karma localar" ve bunların oluşturduğu büyük localar kuruldu.

Masonluk 20. yüzyıla dünya çapında kesinlikle ikiye bölünmüş olarak girdi. Bir yanda Masonluğun eski geleneklerini olduğu gibi korumak gerektiğini savunan "tutucu" nitelikli kanat yer alıyordu. Anglosakson Masonluğu bu kanadın en büyük bölümünü oluşturuyordu. Diğer yanda ise sürekli olarak çağdaşlaşmayı öngören liberal Mason örgütleri bulunuyordu.

Birinci Dünya Savaşı, özellikle Avrupa'daki Mason örgütlerini çok yıprattı. Savaş ertesinde oluşan komünist ülkeler blokunda bütün Mason örgütleri kapatıldı. Avrupa'daki bazı büyük localar, 1921 yılında bir araya gelerek "Uluslararası Masonluk Birliği" adı- 148 nı taşıyan bir örgüt kurdu. Böyle bir örgütlenrneyi "Masonik gelenek ve yöntemlere aykırı" olarak niteleyen İngiltere Birleşik Büyük Locası, bu örgütü parçalayabilmek için elinden geleni yaptı.

İkinci Dünya Savaşı da Avrupa'daki Mason örgütlerini hayli yıprattı. Zaten Faşizm İtalya ve İspanya'da Mason örgütlerini ortadan kaldırmıştı. Buna bir de Almanya'da Nazizm eklendi. Çoğunluğu Avrupa'daki büyük localardan oluşan Uluslararası Masonluk Birliği çok zayıfladı ve 1950 yılında dağıldı.

1961 yılında ise, aslı Fransızca olan adının uzunluğu nedeniyle baş harfleri alınıp kısaca CLIPSAS olarak anılan bir diğer uluslararası Mason örgütü kuruldu. Tutumlarında Liberal Masonluk ilkelerini benimsemiş olan büyük localardan çoğu bu yeni örgüte üye oldu. Dünya yüzündeki Mason örgütlerinin büyük çoğunluğu ise Angiosakson Masonluğu topluluğu içinde yer almakta olduğu için, bu kez İngiltere Birleşik Büyük Locası bu yeni uluslararası örgüt ile pek uğraşmadı.

149

STRICT OBSERVANCE RÎTİ

A ltengivri.au (Silezya) Baronu Karl Gothelf, "Stricte Observan- ce Templiere" Ritini kurdu. Baron Hund Ocak 1742’de Frankfurt’ta bir locada tekris edildi. 1 752’de Stuart Hanedam’ndan Charles-Edouard Stuart kendisine Tampliye Masonluğu’nun sırlarını vermiştir. 1 764 öncesi Hund Unwerden’de bir Loca ve Droy- sich'de bir Şapitr kurdu; kendini Tampliye Masonluğu’nun bölge başkanı ilan ederek "Carolus Eques ab Ense" unvanını aldı. 1 764 yılında Kohlo Konvanı'nda Stricte Observance, "Regime Ecossais Rectifie" adını aldı.

Rit yedi dereceden oluşuyordu:

1. Çırak; 2. Kalfa; 3. Üstat; 4. İskoç Üstadı; 5. Acemi; 6. Tampliye; 7. Bilge Şövalye.

Rit'in yaratıcısı Baron von Hund’un sistemine ve efsanesine göre, Tampliyeler'in Büyük Üstadı Jacques de Molay'ın ölümü üzerine, Auvergne Bölge Büyük Üstadı Pierre d’Aumont, iki Kumandan (Commander) ve beş Şövalyeyle, Operatif Mason kisvesinde,

150 Iskoçya'ya sığındı. Orada, Büyük Kumandan (Grand Commander) George Harris ve Şövalyeleri ile tanışarak, Tampliye tarikatını devam ettirmeye karar verdi.

Şövalyeler aforozun neden olduğu takipten kurtulmak üzere, 1313 yılmda Aziz Yuhanna günü toplanan Şapitr'de, Hürmason olmaya karar verdiler. l36l'de Tampliyeler'in Büyük Üstadı tarikatın merkezini Eski Aberdeen kentine götürdü ve o tarihten itibaren, Hürmasonluk kisvesi altında, Fransa, Almanya, İspanya ve Portekiz’de hızla yayıldı.

Bu olaylar "Strict Observance" Riti derecelerinin ana konulandır. Diğer konular ise, simya, sihir ve benzer batıl uygulamalarla ilgiliydi. Ana doktrinlerine göre, her Mason aslında bir Tampliye Şövalyesi'ydi. Sözde "Gizli Yöneticiler'in", inisiye olanlara saklı ezoterik sırlar ileteceklerine dair inanış, Rit'in sonunun başlangıcı oldu. Tabidir ki hiçbir zaman böyle bir sır verilemedi, "Gizli Yönetici" olduğunu iddia edip şövalyeleri 1763'te dolandıranjohnson’u (asıl adı Becker veya Leucht idi) takiben, 1775 yılında Fransız Gu- gumos Kontu da şövalyeleri tekrar dolandırınca kopan skandal üzerine, zaten 1764 Kohlo Konvam'nda bölünen rit dağıldı. Bu arada Zinnendorf Kontu benzer mitlerle İsveç Riti'ni kurdu.

151

İSKOÇ RİTİ

Dünya Masonluğunun büyük bir bölümünde olduğu gibi, Türk Masonlarınca da takip edilen, popüler bir Masonik rit- tir. Çalışmaları 4. derece ile başlar ve 33. derecede sona erer.

İskoç Riti'nin Tarihçesi

Operatif dönemlerde Localarda sadece Çıraklar, Kalfalar ve bir Üstat yer alırdı. Üstat, Locanın başkanıydı ve çalışmalar 2 derecede yapılırdı. Spekülatif Masonluğa ilk geçiş de bu sistem ile ger- çekleştiyse de zaman içinde Üstatlık da 3. derece olarak çalışmalara eklendi ve eskiden sadece Üstat olarak anılan Loca başkanı, Üstadı Muhterem (Worshipful Master) olarak anılmaya başlandı.

Üç dereceli sistemi yeterli bulmayan ve aynı zamanda başarılı bir Mason da olan Fransız şövalye Ramsay (1686-1 743), kendi şövalye geleneklerinden derlediği üç derece daha ekledi ve bu derecelere yükselecek üyeleri Üstat derecesine sahip Masonlar arasından seçerek ilk Masonik Riti yarattı ve bu rite de İskoç Riti (veya 152 Skoç Riti) adını verdi. Daha sonra, Paris'te çalışan St. Jean Locası 1 758 yılında bu 6 dereceyi 25'e, kısa süre sonra ABD Locaları ise ortak bir çalışma ile derece sayısını bugün de kullanılan 33'e çıkartarak ritin gelişimini tamamladılar (1786).

Ritin isminin, zannedildiği gibi Iskoçya ve lskoç Masonluğu ile alakası yoktur. lskoç ekose deseninin sembolizması esas alınmış ve her bir karenin bir diğerini tamamlaması gibi, derecelerin birbirini ardına gelerek bir bütünlük oluşturdukları anlatılmak istenmiştir.

Örgütlenme Şekli

lskoç Riti'nde çalışan obediyanslar -Büyük Localara bağlı olarak çalışan ilk üç dereceyi saymazsak- 4 farklı atölyede çalışmalarını sürdürürler. 4 ile I4. dereceler arasında yer alan dereeelerin atölyelerine Olgunlaşma Atölyeleri, I5. ile I8. dereceler arasında çalışan atölyere Şapitr, I9. ile 30. dereceler arasında çalışan atölyelere ise Areopaj adı verilir. Felsefi çalışmalar 30. derecede sona erer. 3I ile 33. dereceler, idari derecelerdir ve bunlara da Konsistu- ar ismi verilir.

31. derece üyeleri Haysiyet Kurulu'nu, 32. derece üyeleri ise Yüksek Danışma Kurulu'nu oluştururlar. En büyük idari yetke ise, 33. dereceli Masonların oluşturduğu Yüksek Şura'dır. Yüksek Şura'nın başkanı Hakim Büyük Amir sanıyla anılır ve felsefi derecelerin en büyük yöneticisidir. Hakim Büyük Amir, sadece Yüksek Şura ve felsefi dereeelerin idaresinden sorumludur, düzenli Masonluk'ta Mavi Localar adı verilen ilk 3 derece üzerinde herhangi bir otoritesi yoktur. Düzenli Masonlukta, bir ülkedeki en büyük ve tek yetkili otorite, Büyük Loca'nın Büyük Üstadı’dır.

153

İskoç Riti’nin Dereceleri

o 4. Sır Üstadı

o 5. Mükemmel Üstat

o 6. Gizli Sekreter

o 7. Nazır ve Hakim

o 8. Bina Emini

o 9. Dokuzların Seçilmiş Üstadı

o 10. Onbeşlerin Seçilmiş Hakimi

o 1 1. Yüce Şövalye

o 12. Büyük Mimar Üstat

o 13. Royal Arch Şövalyesi

o 1 4. Yüce Üstat

o 15. Doğu Şövalyesi

o 16. Kudüs Prensi

o 1 7. Doğu ve Batı Şövalyesi

o 18. Rose-Croix Şövalyesi

o 19. Yüce İskoç

o 20. Sayın Büyük Üstat

o 2 1. Prusya Şövalyesi

o 22. Lübnan Prensi

o 23. Tabernakl Şefi

o 24. Tabernakl Prensi

o 25. Tunç Yılan Şövalyesi

o 26. Triniter İskoç

o 27. Kudüs Mabedi'nin Hakim Amiri

o 28. Güneş Şövalyesi

o 29. St. Andre'nin Büyük İskoçu

o 30. Büyük Seçilmiş Kadoş Şövalyesi

o 31. Büyük Müfettiş

o 32. Gizli Sırrın Yüce Prensi

o 33. Hakim Büyük Genel Müfettiş

154

DÜNYADA MASONLUĞUN
BUGÜNKÜ DURUMU

Günümüzde Masonluğun dünya yüzündeki en büyük kitlesel gücü Amerika Birleşik Devletleri'ndedir. Bu ülkenin her eyaletinde ayn bir büyük loea kurulmuştur. Tüm ülkede dört binden çok loca, iki buçuk milyon kadar Mason vardır.

İngiltere Birleşik Büyük Locası, dünyanın en büyük Mason örgütü olma niteliğini sürdürmektedir. Bu büyük loeaya bağlı loeala- rm sayısı 8500, üyelerinin sayısı ise 650 bin dolayındadır. İskoç Masonluğu ile hiçbir ilgisi olmayan îskoçya Büyük Loeası'nın ise 1200 kadar loeası ve 300 bin dolayında üyesi vardır.

Masonluk'taki örgütlenme tarzları bakımından Avustralya ve Kanada, Amerika Birleşik Devletleri'ne benzer. Bu ülkelerin de her eyaletinde ayrı bir büyük loea kurulmuştur. Kanada'da toplam 1500 kadar loca ve 180 bin dolayında Mason vardır. Avustralya'da ise, Yeni Zelanda ile birlikte 2800 kadar loca ve 200 bin dolayında Mason bulunmaktadır.

Fransa'daki Masonik etkinlikler İngiltere'ye oranla çok daha yoğun olmakla birlikte, »-1 ■. < < Masonluğu kitlesel gücü bakımın- 155 dan Anglosakson Masonluğu ile baş edebilecek boyutta değildir. Günümüzde Fransa'da sekiz ayrı büyük loca vardır; bunlardan biri Anglosakson Masonluğu topluluğu içinde yer alır. Bu ülkedeki locaların toplam sayısı 2500, Masonların toplam sayısı ise 200 bin dolayındadır.

Bugün için, yukarıda sayılmış olanların dışında 100 binden fazla Masonun bulunduğu başka bir ülke yoktur. Brezilya'da 20'den çok Mason örgütü vardır; ama Masonların toplam sayısı ancak 80 bin kadardır. Almanya'da Masonluk yeni yeni kendini toparlamakta olduğundan, bu ülkede ancak 800 dolayında loca ve 45 bin kadar Masonun varlığından söz edilebilmektedir.

AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ

Dünya Masonluğundaki en büyük kitlesel güç yani en çok loca ve en çok Mason Amerika Birleşik Devletleri'ndedir.

Her eyaletinde ayrı bir bir bağımsız büyük loca kurulmuş olan Amerika Birleşik Devletleri'ndeki toplam loca sayısı 12 binin üzerindedir. Bu localarda toplam yaklaşık iki milyon kadar "kayıtlı Mason" bulunmaktadır.

Bu "iki milyon" rakamı yalnızca "beyaz Masonlar" içindir; "siyah Masonlar"ı kapsamamaktadır.

Amerikalı Masonlar, bireysel görüş ve eğilimleri bakımından "ırk ayırımı"nın karşısında olsalar, üstelik anayasa bunu yasaklamakta olsa bile, bu sorun örgütsel düzeyde bir türlü çözüme ulaştırılamamıştır. Birkaç kez bu konuda olumlu adımlar atma girişiminde bulunmuş olan büyük localar, diğerlerinin sert tepkisiyle karşılaşmışlardır. Bir de buna, ülkeyi zencilerden arındırmayı öngören Ku-KIux-Klan adlı gizli örgütün göz ardı edilemeyecek tehditleri eklenmiştir. Oysa, Amerika Birleşik Devletleri'nde siyah ırktan olanların Masonluğa sayısal katkısı aslında hiç de küçümsenemez. Yalnızca bu ülkenin 36 eyaletinde birer büyük locası bulunan, büyük loca kurulamamış eyaletlerde de bir komşu eyaletin 156 obediyansına bağlı olarak çalışan localardaki siyah Masonların, bu ülkedeki toplam sayısının 300 bine vardığı söylenmektedir. Ancak bu sayı kesin olmadığı gibi, pek akla yatkın da görünmemektedir. Abartılmış olabilir ya da bir rakam yanılgısı içerebilir.

Amerika Birleşik Devletleri'nde değişik ülkelerden çok sayıda göçmen vardır. Özellikle 20. yüzyılın ilk yarısında sayıları hayli artan, aslında A.B.D. yurttaşı olmakla birlikte aslında kendini bu ülkeye uyarlayamamış azınlıklar da yer yer kendilerine özgü bağımsız localar kurmuşlardır. Bunlardan bazıları birleşip bir büyük loca bile oluşturmuştur. Ancak bunlar Amerika'daki diğer obediyanslarla karşılaştırıldığında hayli "küçük çapta" olarak nitelenebilir.

Dünyadaki İlk Masonik ve Kabalistik

Cumhuriyet

Amerikalı tarihçi Robert Hieronimus, America's Seeret Des- tiny (Amerika'nın Gizli Kaderi) adlı kitabında, bu ülkenin kuruluşunun ardındaki Masonik etkenle ilgili bazı ilginç bilgiler vermektedir: Günümüz tarihçileri, 17. ve 18. yüzyılları Akıl ve Aydınlanma Çağı olarak kabul ederler ve bu dönemdeki tüm zihinsel faaliyetlerin 'evrenin bilimsel yasalarını ispata' harcandığını söylerler. Oysa ki ABD'nin kurucuları, bunların yanında, Mistisizm, Okül- tizm ve Aydınlanmacılık üzerine yoğunlaşmışlardı. Astroloji, simya ve Kabala ile derinden ilgilenmişlerdi.

ABD'nin kurucularının Kabala ile ne gibi bir ilgisi olabilirdi? Kabala'dan ilham almak için Kabalacı bir Yahudi olmak gerekmemektedir. Kabala'ya ve Kabalacılara bağlı olan Yahudilerin dışında bazı farklı öğretiler de vardı. Bu öğretilerin başında ise Masonluk geliyordu.

Bu durumda ABD'nin kurucularının nasıl olup da Kabala ile ilgilendiği sorusunun cevabı aydınlanıyor. Çünkü Amerika'yı kuranların hemen hepsi Masondular. Hem de oldukça "üstad" Ma- 157 sonlar... Bunun yanı sıra çoğu aynı zamanda birer Gül-Haç üyesiydi. Aralarında lllüminati adlı örge bağlı olanların mevcudiyetinden de bahsedilmektedir. Robert Hieronimus şöyle yazıyor: Ezoterik tarihçiler ABD'nin kurucuları arasında 50'ye yakın Mason saymaktadırlar. ABD'nin dört kurucusu Washington, Jeffer- son, Franklin ve Adams Gül-Haç tarikatının üyesiydi. Bu kurucuların üçü Jefferson, Franklin ve Adams aynı zamanda lllüminati tarikatına da üyeydiler.

George Washington ve bağımsızlık savaşının Fransız destekçisi olan General Lafayette, yalnızca yakın arkadaşlar değil, aym zamanda aynı locanın üyesiydiler. Bağımsızlık Savaşı’na komuta ederken, Washington, düzenli olarak askeri localarda yapılan toplantılara da katılıyordu. Washington Bağımsız Büyük Loca'nın (In- dependent Grand Lodge) Büyük Üstad’lığına seçildi. Bu loca, 1805 yılında onun anısına Alexandria Washington Locası adını aldı. ABD'nin kuruluşunda gizli derneklerin, özellikle Masonların etkisi genelde atlanır. Oysa ezoterik tarihçiler, Bağımsızlık Bildirgesi'ni imzalayan 56 kişiden 50'sinin Mason olduğunu aktarmaktadırlar. Bunun yanısıra, Amerikan ordusundaki subayların büyük çoğunluğunun Mason olduğu ve askeri localarda toplandığı bilinmektedir. Kendisi de bir Mason olan General Lafayette, Washington'ın ‘Mason olmayan subaylarına hiçbir zaman içinden gelerek emir vermediğini, zaten neredeyse tüm yakın askeri çevresinin onun mistik bir bağ ile bağlanmış biraderleri olduğunu’ not etmiştir.

Washington'ın Gül-Haç üyeliği, "The Fullfilment of the Prop- hecy, the Consecration of Washington, the Deliverer, the Wissahic- kon" adlı dokümanda da belirtilmektedir. Phila delphia'daki bir derenin ismi olan Wissahickon, Gül-Haçlar için özel bir anlam taşır. Bunların yanısıra, Washington'ın dönemin ünlü okültist ve mistikleriyle kişisel yakınlığı vardır. Bunların arasında Bağımsızlık Bildirgesi'ni Avrupa dillerine çeviren ünlü okültist Peter Miller ile Conrad Beissel sayılabilir. Washington'ın bu gizli ilim ustalarına saygı gösterdiği kesindir. Ama aralarında tam olarak ne tür bir iliş- 158

ki olduğu hâlâ bir sırdır. Bunun yanında Washington'ın her gün zamanının bir kısmını meditasyon ve duaya ayırdığı bilinmektedir.

ABD'nin bir diğer kurucusu Benjamin Franklin de Washing- ton'dan pek farklı değildir. Masonik tarihçiler, Benjamin Franklin'i döneminin en büyük Amerikalı Masonu olarak kabul ediyorlar. Fakat, Franklin'in otobiyografisinde Masonlukla ilgili tek kelime bile yer almamaktadır. Bu, büyük olasılıkla Franklin'in Masonluğun gizlilik prensibine sıkı sıkıya bağlı olmasından kaynaklanır.

1726 yılında Franklin kendi gizli derneğini kurdu: Leather Apron Club (Deri Önlük Klübü). Organizasyonun adı olaydaki Masonik etkiyi göstermektedir; zira Masonik önlükler de deriden yapılıyordu.

Franklin, ittifak oluşturmak amacıyla 1776'da Fransa'ya geldikten hemen sonra, Fransız Mason localarıyla bağlantı kurdu. 1778 yılında Voltaire'in Nine Sisters (Dokuz Kız kardeşler) adlı locadaki tekris töreninde Franklin de bulunuyordu. Ertesi yıl bu locanın üstadlığına seçildi. Bunun yanında iki Fransız locasıyla daha ilişki kurdu: Saintjean dejerusalem (Kudüslü Azizjean) ve Loge des Bons Amis (İyi Dostlar Locası). Fransızlarla kurduğu ilişkiyi, Amerikan-Fransız ittifakının kurulmasında kullandı.

Franklin'in Gül-Haç üyeliğini ise çeşitli kaynaklar bildirmektedir. Franklin'in Philadelphia'da bir Gül-Haç locası kurduğu bilinmekte. Konuyla ilgili araştırmalar yürütmekte olan Dr. H. Spencer Lewis de Franklin'in tarikata üye olduğunu doğruluyor. Bu arada Franklin'in genç bir doktorla birlikte çeşitli simya denemeleri yaptığı, bazı rit ve seremonileri uyguladığı bilinen şeyler arasında.

ABD'nin kuruluşuna imza atan bir diğer isim de Thomas Jef- ferson. Thomas jefferson herhangi bir gizli örgüte üye miydi? Masonik kaynaklar bu soruya 'evet' cevabını veriyorlar. 1960 yılında yayınlanan Masonic Bible Jefferson'ın 'aktif bir Mason olduğuna kuşku olmadığını' bildiriyor. Bunun yanında 'Gül-Haç uzmanı' Dr.

159

Spencer Lewis, Jefferson'ın Gül-Haç olduğuna dair önemli deliller sunuyor. Dr. Lewis, Jefferson'ın yazdığı bir kağıtta 'garip bazı işaretler' bulduğunu, bu işaretlerin de eski gizli ve kutsal Gül-Haç metinlerinde yer alan bir şifre türü olduğunu söylüyor.

ISKOÇYA

Kitlesel güç bakımından Iskoçya da ingiltere'den aşağı kalmaz. Iskoçya Büyük Locası'nın sadece Iskoçya'da 700, dış ülkelerde de 450 kadar locası vardır. Tüm bu locaların üyelerinin toplam sayısı 100 bin dolayındadır.

Eğer Iskoçya'nın nüfusunun Ingiltere'nin nüfusunun onda biri kadar olduğu göz önüne alınırsa, Iskoçya'da Masonluğun İngiltere'den çok daha yaygın olduğu görülür.

Birleşik Krallık (United Kingdom) Iskoçya’yı da kapsar ama Iskoçya tümüyle İngiltere'ye bağımlı değildir. Özellikle yargı organları bakımından özgürdür. Bu nedenle İngiltere'de son yıllarda baş gösteren ve "magazin" olarak andığımız gelişmeler Iskoçya'da- ki Masonluğu etkilememektedir.

Ingiltere

Dünya Masonluğu'ndaki ikinci büyük kitlesel güç Ingiltere'dedir.

Ingiltere Birleşik Büyük Locası dünyanın en büyük obediyan- sıdır. Bunun bir nedeni de Ingiltere'de ayrı ayrı obediyanslar olmaması, yalnızca "il büyük locaları" ve "bölge büyük locaları" gibi ikincil örgütlenmelerin görülmesi, ancak bunların hepsinin birden Ingiltere Birleşik Büyük Locası'na bağlı olmasıdır.

Bu büyük locanın Ingiltere'de 7700, başka ülkelerde ise 1000 kadar locası vardır. Üyelerinin toplam sayısı 300 bin dolayındadır.

Ingiltere Birleşik Büyük Locası'nın Masonluk'taki erkinin yalnızca bu kitlesel güçten ileri geldiğini söylemek yanlış olur. İngiliz 160 Masonluğu, 1.8. yüzyıldan bu yana gücünü hep korumuş, Kıta Av- rupası'ndaki obediyansların başlarına gelen sosyal yıkımları yaşamamıştır. Büyük Fransız Devrimi'nin tümüyle dışında kalmış, Birinci Dünya Savaşı ile Ikinci Dünya Savaşı'na kendi sınırları ötesinde katıldığı için bunlardan pek az etkilenmiştir. Dış politikasını, hele dış ekonomik ilişkilerini Masonluk ile bağdaştırarak yürütmeyi pek iyi başarmıştır. 1910-1936 yıllan arasında Kral VGe- orge'un aynı zamanda İngiltere Birleşik Büyük Locası'nın büyük üstadı oluşunun da bunda önemli payı vardır.

Buna karşın, son yıllarda İngiltere'deki Masonluğun giderek zayıflamaya yüz tuttuğu, yer yer locaların kapandığı, buna bağlı olarak Masonların sayısında da hayli azalma baş gösterdiği izlenmektedir. Bunun en önemli nedenlerinden biri, son yıllarda İngiliz hükümetinin Masonluğun ülke çapında istenmeyen bazı etkilerini denetim altına almaya girişmesi, bunun için de kamu görevlilerinden bir bölümünün -özellikle yargıçlar ile polislerin- önceden "Mason" olduklarını açıklamalarını zorunlu tutmasıdır. Bu gelişme, bu ülkedeki Masonları hayli tedirgin ettiği gibi, Masonluğa girmek isteyebilecek olanların da azalmasına yol açmıştır. Son zamanlarda birtakım locaların gazetelere ilan verip "Mason adayı" aradıklarını duyurduklar görülmektedir.

İRLANDA

Bu obediyansın kayıtlarında loca sayısının bine yakın olduğu görülmektedir. Aslında bunlardan birçoğu kapanmıştır ama etkin olarak çalışmayı sürdürenlerin toplam sayısı gene de yarının altına düşmez.

İrlanda Büyük Locası'na bağlı olarak başka ülkelerde çalışan localarının sayısı doğrudan İrlanda'da olanlardan daha çoktur. Bunun bir nedeni ise, zaten İrlanda nüfusunun hemen hemen üçte ikisinin başka ülkelerde yaşamakta oluşudur.

161

KANADA

Her eyaletinde ayrı bir büyük loca kurulmuş olan ülkelerden biri de Kanada'dır. Bu ülkede 12 büyük loca vardır. Locaların toplam sayısı 2000 kadardır. Tüm bu locaların üyelerinin toplam sayısı ise 150 bin dolayındadır.

Buraya kadar saymış olduklarımız, genel olarak Anglosakson Masonluğu Toplulugu'nun çekirdeğini oluşturur.

Dünyadaki Masonların toplam sayısının 6 milyon kadar olduğu sanılmaktadır. Bunun neredeyse yarısı Amerika Birleşik Devlet- leri'ndedir. İngiltere, Iskoçya, İrlanda, Avustralya ve Kanada ile birlikte bu çekirdek, değil yalnız Anglosakson Masonluğu Toplu- luğu'nun, dünyadaki tüm Mason nüfusunun üçte ikisini aşar.

AVUSTRALYA

Masonik örgütlenme tarzı bakımından Avustralya tümüyle Amerika Birleşik Devletleri'ne benzer. Ancak, sosyal yapılanması bakımından ise büyük ölçüde İngiltere'nin etkisi altındadır.

Avustralya'da Yeni Zelanda ile birlikte toplam 7 büyük loca vardır. Bunların localarının toplam sayısı 1200 dolayındadır. Tüm bu localardaki Masonların toplam sayısı ise 60. bin kadardır.

FRANSA

Yukarıda saydıklarımızdan sonra, Masonluk'taki kitlesel güç bakımından en önemli ülke Fransa'dır.

Günümüzde Fransa'da, ikisi karma ve biri yalnızca kadınlara özgü olmak üzere 10 obediyans vardır. Bunlardan biri Anglosakson Masonluğu Topluluğu'nda, diğerleri Liberal Masonluk kanadında yer alır.

Genel olarak Fransa'daki locaların toplam sayısı 4000 kadardır. Gene ayırımsız olmak üzere, bu localarda 125 bin kadar Mason bulunmaktadır.

162

BREZİLYA

Eğer bir ülkedeki Masonluğun dünya çapında "kitlesel güç" olarak nitelediğimiz kapsamda sayılabilmesi için o ülkede en az "toplam 100 bin Mason" bulunması göreli bir kriter olarak benimsenirse; ikinci sırada Masonik kitlesel gücü olan ülkelerden söz etmeye başlayabiliriz. Bunların başında bir Avrupa ülkesi değil, Brezilya gelir.

Brezilya'da Masonluk 19. yüzyıl ortalarından bu yana çok tutulup yaygınlaşmış, bazısı birbirinden hayli uzak eyaletlerde oldukları için, bazısı da Masonlar arasındaki anlaşmazlıkların sonucu olmak üzere birçok obediyans kurulmuştur.

Günümüzde Brezilya'da en az 32 ayrı obediyans vardır. Localarının toplam sayısı 4300'den fazladır. Bu ülkede 220 bin kadar Mason bulunmaktadır.

ALMANYA

Anglosakson Masonluğu'nda Almanya, ikinci sırada kitlesel gücü bulunan ülkelerden biri oluşuna karşın çok önemli bir yer tutar. Çünkü Alman Masonluğu'nun kendine özgü bir yapısı vardır; her an Anglosakson Masonluğu Topluluğu'ndan kopma eğilimi de gösterebilir.

Birinci Dünya Savaşı'nda Masonluk en çok Almanya'da zarar görmüştü. Bununla birlikte çabuk toparlandı ve Masonluğun Kıta Avrupası'ndaki en gelişmiş ve yaygınlaşmış olduğu ülkelerden biri olma niteliğini korudu. Ancak 1930'lu yıllarda Nazi iktidarı, Almanya'daki tüm Mason localarına büyük bir darbe daha vurdu.

Günümüzde Almanya'da birleşik büyük locanın 5 ayrı büyük locasına bağlı olmak üzere 500 kadar loca ve 15 bin dolayında Mason vardır.

Almanya'daki büyük localar ve birleşik büyük loca Anglosakson Masonluğu Topluluğu içinde yer alır, ama Alman Masonların çoğu liberal nitelikli bir Masonluk anlayışına daha yatkındırlar.

163

1996 yılında Almanya da R.E.EO.R.M. Forum adıyla anılan bir örgüt oluştu. Bu örgüt, daha önce sözünü etmiş olduğumuz U.L.E ya da L.U.E gibi, Mason kuruluşlarını değil, doğrudan Masonları bireysel olarak üyeliğine kabul eden bir örgüttü. Masonların üyesi oldukları obediyansın ilkeleri ya da tutumu ile hiç ilgilenmiyor, sadece Masonlar arasında bilgi ve kültür alış verişini sağlayıp kardeşlik ilişkilerinin gelişmesini amaçlıyordu. Ancak bu tür çalışmalardan pek verimli bir sonuç elde edilemediği anlaşılmış olsa gerek ki, 21. yüzyılın başında bu örgüt liberal nitelikli bir Masonluk anlayışını benimseyen localar kurmaya başladı.

İTALYA

Rusya'da komünizm Masonluğu yasaklarken, faşizm de 1923 yılında İtalya'yı vurdu. O tarihe kadar, Roma Katolik Kilisesi'ne karşın epeyce gelişim göstermiş olan İtalyan Masonluğu, kısa bir süre içinde ortadan silindi.

İtalya'daki Masonluğun Ikinci Dünya Savaşı'ndan sonra yeni baştan kurulup örgütlenmesi gerekti. Fakat kalyan Masonlar arasında bir türlü giderilemeyen ayrılıklar baş gösterdi. Öylesine ki; günümüzde İtalya'da varlığı bilinen en az 10 ayrı obediyans vardır; daha çok sayıda olmaları olasıdır. Bilinen obediyansların localarının toplam sayısı 800 kadar, Masonların toplam sayısı ise 60 bin dolayındadır. Dolayısıyla İtalyan Masonluğu, dünyadaki kitlesel gücün ikinci sırasında yer alanlar arasındadır.

Tüm bu sayıların ardından şunu da belirtmekte fayda var ki; daha birçok Avrupa, Orta Doğu, Uzak Doğu, Afrika, özellikle Orta ve Güney Amerika ülkesinden söz etmek olanaklıdır. Masonluğun değinmemiş olduğumuz diğer ülkelerin her birindeki sayısal gücü ancak en çok 300 loca ve en çok 20 bin Mason kadardır. Bahsi geçmeyen ülkelerden sadece Meksika'da bile 13 büyük loca, 600 kadar loca ve 28 bin dolayında Mason bulunduğu görülür.

164

TÜRKİYE'DE MASONLUK

OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE TÜRKİYE’DE

MASONLUĞUN KISA TARİHÇESİ

Spekülatif Masonluğun İngiltere’de 1 717 yılında kurulmasın- dan,çok kısa bir süre sonra, 1 721 yılında, İstanbul’da Fransız Masonları tarafından ilk loca kurulmuş olmakla beraber, Türkiye Büyük Locası'nın 1909 yılında, Meşrutiyet’in ilanından sonra ancak kurulabilmiş olmasıyla, bu tarihe kadar olan devirdeki Masonluk eylemleri genellikle dış kaynaklı belgelerden öğrenilmektedir.

"Die Leuchte am Golden Horn" Locası Üstadı Karl Becker, Türkiye’de farmasonluğun 1 738 yılına doğru, İzmir ve Halep kentlerinde o sırada İstanbul’da bulunan İngiltere Büyük Locası yetkililerince kurulduğunu yazmıştır.

Gerçekten 1 738 yılında, "Saint James Post" gazetesinde bir mektup yayınlandı (yazan belli değil). 24 Mayıs 1 738’de Floran- sa’da yazılan mektupta, "İstanbul’dan gelen haberlere göre İzmir ve Halep localarının bir hayli geliştiklerini ve yüksek mevkilere sa- 165 hip birçok Türk'ün bu localarda tekris edildiklerini (eriştirme) öğrenmiş bulunuyoruz" denilmektedir.

Lawries'in "Farmasonluk Tarihi" isimli eserinde, Iskoçya Büyük Locasından bölge üstadlığı beratını henüz almadan İskenderun'a yerleşen Drummond'uıı bölgede birçok loca kurduğu belirtilir.

Osmanlı toprakları üzerinde adı bilinen ilk loca ise 1748 yılında Halep'te kurulan, İskoçya Büyük Locasına bağlı, İskenderun Locası'dır. "Acta Latomorum" adlı kitabında Thory (cilt 1, s. 62), 1748 tarihli bir mektubu yayınlamıştır. Mektupta, Türk hükümetinin locaların kapanmasını emrettiği yazılıdır. Ancak bu olayın farmasonluğun ilk devresinin sonu olmadığı, zira Saint Jean Loca- sı'nın 1768'de İstanbul'da, La Victoire adlı locanın da İzmir'de 1 786'da hâlâ faaliyet gösterdikleri belirtilmiştir.

1762'de, Posner'e göre İngiltere Büyük Üstadı Ferrers Dükü, Washington Shirley, Dr. Dionysius Manasse'yi Asya Türkiye'si ve Ermenistan için Bölge Büyük Üstadı olarak atadı; bu isim resmi kayıtlarda 1805 yılına kadar görülür.

1878 yılına gelindiğinde, Polonya Büyük Üstadı İstanbul'da "Morgenröte von Zarograd" (Tan) locasını kurdu. Yukarıda sözü edilen locaların hangi nedenlerle ve ne zaman kapandıkları bilinmemektedir.

Kırım Savaşı doğu ve batıyı yakın temasa geçirdi ve Türkiye'de yeni localar kuruldu. İngiltere, Fransa ve Torino (sonradan Roma) Locaları bu konuda en yoğun faaliyetleri gösterdiler. İskoçya, İrlanda ve Hamburg'la ilişkili localar da bu dönemde görülür.

Biline ilk Türk Masonları ise Çelebizade Sait Çelebi, İbrahim Müteferrika ve Humbaracı Ahmet Paşa'dır.

Koca Mustafa Reşit Paşa gibi önemli devlet adamları ve aydınların bu localara girdiği loca arşivlerinden öğrenilmektedir.

İstanbul'da kurulan localar ise; 1861 yılında "Ser Locası, 1867 yılında Prootos ve "Etoile du Bosphore" Localarıdır.

166

Sultan V Murat, Şehzade Nurettin Efendi, Şehzade Sefahattin Efendi, Şeyhülislam Musa Kazım Efendi, Şeyhülislam İzzettin Efendi, Şeyhülislam Hayri Efendi, Müderris Mahmut Esad Efendi, Sadrazam Keçecizade Fuat Paşa, Sadrazam Mithat Paşa, Sadrazam Ahmet Vefik Paşa, Sadrazam Tunuslu Hayrettin Paşa, Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa, Berlin Büyük Elçisi Sadullah Paşa, Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal Prootos üyeleridir. Bu devirde İstanbul'da kurulan Mason Locaları aydınların barınağı olmuş ve buralarda yetişen Masonlar Meşrutiyet'in kurulmasını düşünsel ve eylemsel yönlerden etkilemişlerdir.

Abdülhamit, Sultan V Murat'ın Mason olması nedeniyle, ilk devirlerinde Masonların eylemlerine pek karışamamış, fakat V Murat'ın ölümünden sonra tutumunu sertleştirmiştir. Bu olaya bağlı olarak l 905 yılından itibaren localar İstanbul dışında ve özellikle Makedonya'da (Selanik) açılmaya başlamıştır. Makedonya'da kurulan locaların en önemlileri İtalyan Obediyansı'na bağlı "Macedonia Risorta" ve "Veritas" Localarıdır. Bu iki locanın üyeleri arasında önemli siyaset, devlet adamları ve komutanlar vardır. Kazım Özalp Paşa, Sadrazam Mehmet Talat Paşa, Mithat Şükrü Bleda, Mehmet Cavit Bey, Manyasizade Refik Bey, Kazım Nami Duru, Bahriye Nazırı Cemal Paşa, Faik Süleyman Paşa, İsmail Canbulat Bey Hoca Fehmi Efendi, Osman Adil Bey; Mehmet Servet Bey, Fazlı Necip Bey ve Emanuel Karasu Efendi'nin bu locaların üyelerinden oldukları çeşitli kayıtlarda belirtilmektedir.

Birinci ve İkinci Meşrutiyet'in, Jön Türklerin, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin kurulması ve eylemleri bu kişilerin gayretiyledir.

Aynı zamanda İttihat ve Terakki yöneticileri olan bu kadro, ikinci Meşrutiyet'in ilanından sonra, Osmanlı İmparatorluğu'nda milli Masonluğu kurmak için harekete geçmişlerdir.

Türkiye Büyük Locası'nın kurulması' işlemi sırasında İstanbul'daki Selimiye Süvari Fırkası Komutanı Prens Aziz Hasan Paşa, Maliye Bakanı Mehmet Cavit Bey, Mehmet Talat Sait Paşa, Mithat Şükrü Bleda, Rıza Tevfik Bölükbaşı, Fuat Hulusi Demirelli, Faik

167 Süleyman Paşa, Jandarma Genel Komutanı Galip Bey, Hüseyin Cahit Yalçın kurucular arasındadır.

1 Ağustos 1909 günü "Maşrıkı Azaını Osmani" adı altında ilk Türkiye Büyük Locası kuruldu. Büyük Üstadhğa Mehmet Talat Sait Paşa ve yönetime Jandarma Genel Komutanı Galip Paşa, Rıza Tevfik Bölükbaşı ve Osman Talat Bey seçildiler.

1923’de Cumhuriyetin ilanı ile birlikte, ülkenin yabancıların işgali ve etkilerinden kurtulması sonucu, Masonlukta yeni bir ulusallık anlayışı ve bilinçlenme başlar ve bünyesini Atatürk devrim- leri ve ilkelerine öz ve biçim olarak uyarlar. Türkiye Büyük Loca- sı'nm o zamanki ismi olan "Maşrıkı Azaını Osmani" adı "Türkiye Büyük Maşrıkı" olarak değiştirilir.

Atatürk’ün Cumhuriyetçi kadrosunda görev alanların büyük bölümü Masondur. Bir bakıma yönetim ve devrimlerin gerçekleştirilmesi Masonlara emanet edilmiştir. Fethi Okyar, Rauf Orbay, Refet Bele Paşa, Ali İhsan Sabis Paşa, Meclis Başkanı Kazım Özalp Paşa, Meclis Başkanı Abdülhalik Renda, Başbakan Hasan Saka, İçişleri Bakanları Şükrü Kaya ve Mehmet Cemil Ubaydın, Dışişleri Bakanlan Bekir Sami Kunduh ve Tevfik Rüştü Aras, Sağlık Bakanlan Rıza Nur, Adnan Adıvar, Refik Saydam, Behçet Uz, Milli Eğitim Bakanları Reşit Galip, Hasan Ali Yücel, Ekonomi Bakanı Sırrı Bellioğlu, Milletvekilleri Cevat Abbas, Atıf Bey, Edip Servet Tör, Yunus Nadi, Reşit Saffet Atabinen, Memduh Şevket Esendal, Hilmi Uran, Tevfik Fikret Sılay, Ahmet Ağaoğlu, Ankara Valisi Nevzat Tandoğan ve Belediye Başkanı Süleyman Asaf İlbay, İstanbul Valileri Muittin Üstündağ, Lütfü Kırdar, Danıştay Başkanı Mustafa Reşat Mimaroğlu, Jandarma Genel Komutanı Galip Paşa, İstiklal Mahkemesi Başkanı Necip Ali Küçüka, Amiral Mehmet Ali Paşa Atatürk’ün çevresinde ülkeye hizmet etmiş Masonlardır.

Cumhuriyet döneminde Dernekler Kanunu gereği Masonluk kurumlan birer dernek statüsüne sokulmuştur. 1927 yılında Türkiye Büyük Locası’nm resmi statüsünü içeren derneğe "Tekamülü 168 Fikri Cemiyeti" adı verilmiş ve bu ad 1929 yılında "Türk Yükseltme Cemiyeti" şeklinde değiştirilmiştir.

1935 yılında Türk Yükseltme Cemiyeti adı altında dernek statüsünde çalışan Türkiye Büyük Locası, kendi çalışmalarını bizzat kendisi tatil etmiştir.

Ülkede oluşan siyasal ve sosyal ortam göz önüne alınarak, Türk Ocakları, Kadınları Himaye Cemiyeti, Muallimler Derneği, İzcilik Teşkilatı gibi kuruluşlar yasayla kapatılmış ve parti denetimi altına alınmıştır.

Atatürk, aynı zamanda Mason olan dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ile görüşür ve ondan Masonların üst düzey yöneticilerine genel durumu açıklamasını ve yasaya gerek olmadan kendi kendilerini tatil etmeleri mesajını iletmesini ister. Sonunda 10 Ekim 1935 günü Mason yöneticileri tarafından imzalanmış bildirge Anadolu Ajansı tarafından yayınlanır:

"Mes’ul ve maruf imzalar altında Ajansımıza verilmiştir. Türk Mason Cemiyeti memleketimizin sosyal tekamülünü ve günden güne artan muazzam terakkilerini dikkate alarak ve Türkiye Cumhuriyetinde hakim olan demokratik ve cidden laik prensiplerin tatbikatından doğan iyilikleri müşahede ederek faaliyetine, bu hususta hiçbir kanun olmaksızın nihayet vermeyi ve bütün mallarını memleketimizin sosyal ve kültürel kalkınmasına çalışan Halk Evlerine teberruu muvafık görmüştür."

Ayrıca Şükrü Kaya hükümet adına kamu oyuna yaptığı resmi açıklamada; "Türk Masonları kendi ideallerinin hükümetin esas programına dahil olduğunu görerek, kendi teşkilatlarını kendileri fesh etmişlerdir. Hükümetin bu iş üzerinde hiçbir teşebbüsü ve alakası yoktur" diyerek durumu belirtmiştir.

1946 yılında yeni Cemiyetler Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle, Masonlar da yeniden faaliyete geçerler ve 1948 yılında İstanbul Vilayeti’ne verilen dilekçeyle Türk Mason Derneğini kurarlar. Aynı yıl İzmir ve Ankara şubeleri açılır.

169

Daha sonra, Ankara’daki localar birleşerek 1955 yılında kendi Büyük Localarını kurarlar, İstanbul ve İzmir’deki locaları bu Büyük Loca'ya katılmaya davet ederler. Aynı yılın sonunda, Merkez Ankara’da olmak üzere, Türkiye Büyük Locası kurulur. Böylece Türk Masonluğu, Masonluk ilke ve kurallarına aykırı olmayan bir şekilde, loca üyelerinin özgür iradeleriyle, dünyadaki diğer benzerleri gibi kurulmuş olur. Bu tarihten itibaren, Türkiye Büyük Locası kendi obediyansı içinde, kendisine eşit veya üstün bir güç tanımayan tek bir merkezi yönetim şekline gelmiştir.

Ancak sorun dünya Masonluğu için çözülmüş değildir. Çünkü Büyük Loca’yı oluşturan Locaların tümü kendiliğinden oluşmamış, Yüksek Şura tarafından kurulmuştur. Türkiye'deki Masonlar bu localarda Masonluğa kabul edildiklerinden, dünya Masonluğuna göre hem localar, hem de Türk Masonları Mason olarak tanınmazlar. Bu olay, Türk Masonluğunun tanınması için Masonları 22 yıl daha uğraştıracaktır.

Türk Masonluğu bazı yabancı Büyük Localar tarafından tanınmakla beraber, "Düzenli Masonluk" olarak tanımlanan ve önderliğini İngiltere, İskoçya ve İrlanda Büyük Localarının yaptığı obedi- yanslar tarafından, kuruluşundaki usulsüzlük nedeniyle tanınmamaktadır. Bu nedenle bu obediyanslarla tanışma ve iyi ilişki kurma çalışmaları başlatılır. Hollanda, A.B.D., Almanya, İsviçre ile tanınma işleminin nasıl olabileceğine değin çalışmalar yapılır.

Bu arada Türkiye Yüksek Şurası’nın tanınma girişimi başarılı olmuştur. A.B.D.’nin 1861 yılında tanımış olduğu Osmanlı Yüksek Şurası’nın devamı olduğu kabul edilerek patent yenilenmiştir. Bu olayın etkisiyle, 1962 yılında New York ve İskoçya Büyük Localar, Türkiye Büyük Locası'nı tanıdılar. Türkiye Büyük Loca- sı'nın diğer Büyük Localar tarafından tanınmasını sağlamak için, İskoçya Büyük Locası, Türkiye Büyük Locası için bir Konsekras- yon (Tahsis) Töreni yaptı. Bu törenden sonra, Türkiye Büyük Lo- cası’nın, yabancı obediyanslar tarafından tanınmasında büyük artış olmuştur.

170

Türkiye Büyük Locası'nın, Ingiltere ve İrlanda Büyük Locaları tarafından tanınma işlemlerinde de sonunda başarıya ulaşılır. Ingiltere Büyük locası 1970 tarihinde tanıma işlemini gerçekleştirdi. Bundan l ay sonra da İrlanda Büyük Locası Türkiye Büyük Locası'nı tanıdı. Böylece Türkiye Büyük Locası ile dünya Düzenli Masonluk obediyansları arasındaki tüm engeller ortadan kalkmış oldu.

Bu tarihten itibaren Türkiye'de Masonluk hızla gelişmeye başlamıştır. l987'de İsrail'de Türkçe konuşan "Nur" locası ve l990'da Almanya-Frankfurt'ta Türkçe konuşan "Türkay" locası açıldı. Washington "Nur", Bükreş "Işık" ve ayrıca l99l'de Bodrum, l993'te Antalya, l995'te Istanbul-Yakacık, l995'te Eskişehir, l996'da Marmaris, 2004'te Adana binaları hizmete sokuldu.

Günümüzde Düzenli Türkiye Masonluğu'nu temsil eden kuruluş, Türkiye Büyük Locası veya Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası Derneği'dir. İstanbul Kadıköy ve Yakacık, Ankara, İzmir-Alsancak ve Karşıyaka, Bursa, Adana, Antalya, Bodrum, Marmaris ve Eskişehir'deki binalarında 193 locası ve 13.000 üyesi bulunmaktadır

İttihat ve Terakki Cemiyeti

İttihat ve Terakki Cemiyeti, kuruluşunda İtalyan Birliği'ni gerçekleştiren Italyan Masonluğu'nun etkisinde, "Özgürlük-Eşit- lik-Kardeşlik" ilkelerini kabul ederek istibdata karşı mücadele verdi. İttihat ve Terakki üyeleri, özellikle Selanik'te bulunan İtalyan, İspanyol ve Fransız Locaları'nda toplandılar. Talat Paşa, Cavit Bey, Doktor Nazım, Bahattin Manastırlı, Emanuel Karaso gibi ünlü İttihatçılar, Selanik'te Macedonia Risorta Locası'nın üyesiydi.

İkinci Meşrutiyet'in getirdiği ilerici fikirler, 31 Mart Vakası diye bilinen karşı devrim hareketini başlattı. Karşı devrim hareketini bastıran Mahmut Şevket Paşa komutasında Trakya'dan gelen Hareket Ordusu subaylarının çoğu Masondu.

171

Atatürk'ün yakın çalışma arkadaşlarından, Şükrü Kaya, Hasan li Yücel, Mim Kemal Öke, Kazım Özalp gibi isimler Masondu.

1935 yılında günün politik şartlan nedeni ile Masonluk, faaliyetlerini durdurmayı uygun gördü. Bu tarihte Meclis Başkanı Kazim Gökalp, 6 bakan ve 60'tan fazla milletvekili Masondu.

172

TÜRKİYE’DE KURULMUŞ OLAN
BAZI MASON DERNEKLERİ

İngiltere Büyük Locası'nın Verdiği Beratlarla

Açılan Mason Locaları:

- İstanbul Dahilinde Kurulan Localar:

Şark İçin Büyük Bölge Locası: Açılışı 1862. Büyük Üstadları sırasıyla; Bulwer (1862-1865); H. Clark (1865-1869); John Porter Brown (1869-1873) ve Stephan Scoulondi'dir.

Oriental Locası: Açılışı 25 Kasım 1856. 1 Ekim 1921 tarihli, "Le Franc-Maçon" isimli dergide Alfred G. Silley şöyle der: "Ortadoğu’da vuku bulan sürekli savaşlar ve karışıklıklara rağmen, aynı tarihlerde kurulan tüm localardan bu locanın ömrü fazla olmuştur. Savaş yılları dışında düzgün bir şekilde çalışmaların sürdürmüştür."

Allience Locası: Açılışı 30 Mart 1860. "Alliance Allemande" ismiyle başladı. Alman dilinde çalışmasını yürüten bu loca, 4 Haziran 1884 tarihinde kapandı.

173

Bulwer Locası: Açılışı 9 Kasım 1861. 1895'de kapanmıştır.

Vertu Locası: Açılışı 18 Kasım 1864. Bu loca 1865'de İngiltere Anayasa metnini modern Yunanca'ya çevirtti ve çalışmalarını bu dilde yürüttü. 1890’da kapanmıştır.

!zmir Dahilinde Kuruluan Localar:

Homer Locası: Açılışı 7 Ağustos 1861. 1900 yılında kapanmıştır.

La Victoire Locası: Açılışı 5 Nisan 1862. 1894 yılında kapanmıştır.

Saint John's Locası: Açılışı 4 Mart 1863. 1894 yılında kapanmıştır.

Dekran Locası: Açılışı 27 Nisan 1864. Bu loca 1865 yılında Ermenice çalışmaya karar verdi. 1894 yılında kapanmıştır.

Saint George's Locası: Açılışı 29 Nisan 1864. 1894 yılında kapanmıştır.

Sion Locası: Açılışı 7 Aralık 1870. 1894 yılında kapanmıştır.

Efes Dahilinde Kurulan Localar:

Enleusinian Locası: Açılışı 4 Kasım 1863. 1894 yılında kapanmıştır.

Fransa Büyük Locasının Verdiği Beratlarla

Açılan Mason Locaları:

Istanbul Dahilinde Kurulan Localar:

Etoile du Bosphore: Açılışı 28 Nisan 1858. 1861'de kapanmıştır.

Union d’Orient: Açılışı 23 Mart 1863. Bu loca kısa zamanda önem kazandı. 1865’de 103 üyesi vardı, ancak 1880’e doğru tüm faaliyeti kesildi.

Ser (Aşk): Açılışı 22 Şubat 1866. Loca Ermenice çalışıyordu; 1894'de kapandı.

174

Proodos: Açılışı 28 Mart 1867. Çalışma dili Yunanca'dır ve çok kısa bir süre sonra kapanmıştır.

İzmir Dahilinde Kurulan Localar:

Meles: Açılışı 8 Ocak 1868. Kapanma tarihi bilinmiyor.

Beyrut Dahilinde Kurulan Localar:

Le Liban: Açılışı 29 Kasım 1868.

Chaine d’Orient: Açılışı 18 Aralık 1869.

Torino (sonradan Roma olmuştur) Büyük Locası'ndan Verilen Beratlarla Açılan Mason Locaları:

İstanbul Dahilinde Kurulan Localar:

İtalya: Açılışı 28 Mayıs 1863. Hizipleşmelerden dolayı 1868’de faaliyetlerini durdurmak zorunda kaldı. Kapanışından sonra aynı büyük locanın himayesinde yeni localar kuruldu.

Italia Risorta: Açılışı 28 Şubat 1868.

Speranza, La Fenice ve La Sincerita: Bu son üç loca 1868’de birleşerek "Le tre in una" ismini aldı. Locanın ismi sonradan "Azi- zich" olarak değiştirildi. Ömrü kısa oldu.

Luce Orientale: Açılışı 1 Mayıs 1873. Büyükdere’de kurulmuştu.

İzmir Dahilinde Kurulan Localar:

Stellajonia: Açılışı 1864. İstanbul’daki İtalya Locası tarafından kuruldu.

Aynı Büyük Loca İzmir'de Orkanich, Armenak, Fenice ve Manisa'da Analeta localarım kurdu.

Iskoçya Büyük Locası'nın Verdiği Beratlarla

Açılan Mason Locaları:

Beyrut Dahilinde Kurulan Localar:

Palestine: Açılışı 1861.

175

İstanbul Dahilinde Kurulan Localar:

Kaledonya: Açılışı 1868. İstanbul Hasköy’de kurulmuştur.

İrlanda Büyük Locası’nm Verdiği Beratla Açılan Mason Locası:

İstanbul Dahilinde Kurulan Loca:

Lenister: Açılışı 1865. Istanbul Hasköy’de kurulmuştur.

Hamburg Büyük Locası’nın Verdiği Beratla

Açılan Mason Locaları:

İstanbul Dahilinde Kurulan Localar:

Germania am Golden Horn: Açılışı 13 Şubat 1863. 1873 yılında kapanmıştır.

Die Leuchte am Golden Horn: Açılışı lO Mayıs 1894

176

TÜRK MASON LOCALARININ
TARİH İÇİNDEKİ ROLLERİ

K

mm Savaşı’ndan sonra locaların süratli gelişmeleri takiben, kısa sürede çoğunun yok olmalar ilginç bir olgudur. Karl Becker bu locaların milliyet, dil ve dinlerin karıştığı liman şehirlerinde kurulduklarını belirtir. Becker'e göre Türk hükümeti locaların kuruluşunu teşvik ediyordu, ancak genelde yabancıların kurdukları bu localar, kurucuları ülkeden ayrıldıklarında zor durumda kalabiliyorlardı. Başarılı bir locanın birkaç düşünen üyesi aynı anda ayrıldığında, locanın aniden çöktüğü çok görülmüştü.

Germania am Golden Horn Locası Üstadı Treu, locasının kapanmasını şu sözlerle ifade ediyordu: " ... bir taraftan Alınan kolonisi bu genç locaya gerekli insan malzemesini temin edemeyecek kadar küçüktü, diğer taraftan başka bölgelere tayinler yüzünden, localann temel direği olma durumuna geçemeden ayrılmak zorunda kalıyorlardı."

Treu ve Konsolos Von Steindel'in ayrılmalarından sonra, mevcudu azaldığından loca uykuya yattı. Becker ayrıca, doğuda genel kültürün pek ileri olmadığına ve genelde kişilerin bilgi düzeyinin

177 mesleklerinin gerektirdiği birkaç dili bilmenin ötesine gitmediğini işaret eder. Bu kültürde idealizm ve hümanizmanın yeri çok kısıtlıydı. Bu nedenlerle, merak ya da maddi kazanç sağlamak üzere localara katılan kişiler, farmasonluğun özünü kavrayamadan kısa sürede ayrılırlardı.

Her şeye rağmen en karışık dönemlerde dahi hükümet, Avrupalı localar rahatsız etmedi: Ancak üyelerini gerçek Mason olamayacak insanların arasından seçmeye mecbur kalmak, bu locaların sonu oldu.

Mason Lügatında Posner, Mısır'da Büyük Loca ile Yüksek Şu- ra'nın kurulduğunu, 19. yüzyılın ikinci yarısında da Türklerin bu tür cemiyetlere sahip olma arzularının kamçılandığını yazar. 1861 yılında Mısır Hidivi Halim Paşa İstanbul'da, Osmanlı İmparatorluğu Yüksek Şurası'nı kurma girişimlerine başladı. Halim Paşa'ya göre, Türkiye'de mevcut localar, kendi büyük localar kuruluncaya kadar, ana localarından almış olduklar beratlarla çalışmaya devam etmeliydiler.

Mısır'daki iktidar mücadelesi, Hidiv İsmail İbrahim Paşa ile kardeşleri arasında süregelen davalar farmasonluğu etkiledi. Halim Paşa görevini gereğince yerine getiremedi. Sonuç olarak bu büyük locanın kuruluş sorunu askıya alındı. Posner'e göre; çalışma arzusu vardı ve birçok önemli kişi Mason olmuştu. Bunların arasında Mustafa Fazıl Paşa, tahtın varisi şehzade, geleceğin V Murat'ı ve kardeşleri Nurettin ve Kemalettin görülmekteydi. Bunların dışında Fuat Paşa, Süleyman Paşa, Ethem Pertev Paşa'yı da sayabiliriz. Abdülhamit'in padişahlık dönemi (1867-1907) tüm gelişmeleri durdu.

Abdülhamit için farmasonluk, İngiltere'nin kullandığı politik bir öğeydi, bu nedenle önceleri Masonluğu yok farz etmiş, sonralar da Masonları sürgüne yollamaya başlamıştı. Bu dönemde, çok kısıtlı bir tarzda çalışmalarına devam eden birkaç locanın dışında Masonluk uykuya yattı. Jön Türklerin 1908 yılında yönetime son vermeleri ve yeni Türkiye için bir anayasayı ilan etmeleri üzerine, 178 bir yüksek şura çalışmaya başladı. Brüksel’de yapılan Eski ve Kabul Edilmiş Ritin Yüksek Şuraları konferansında (1907), Türkiye’de bir yüksek şuranın kurulması kabul edilmişti.

25 Haziran l909’da yüksek şura yapıldı ve Mısır Prensi Aziz Hasan Paşa Büyük Üstad seçildi. Aynı yıl, bir konkordato imzalayarak Türkiye Büyük Locası da kuruldu. Bu iki yeni oluşumda Jön Türkler nüfuz sahibiydi (Talat Paşa, Mithat Paşa, Şükrü Bey, Rahmi Bey, Galip Paşa, Emmanuel Carasso ve başkaları).

179

BÜYÜK LOCA’NIN KURULUŞU VE
CUMHURİYET DÖNEMİNDE
MASONLUK

İ

talya’ya bağlı Bisanzio Risorto ile Ispanya'ya bağlı Meşrutiyet (üyelerinden Cavit Bey sonrada Maliye Bakanı ve Büyük Üstad olacaktı.) locaları Yüksek Şura’nın himayesine girdiler. Sonra da yedi yeni loca kuruldu. Bu localar şunlardı:

Vatan (Mensupları arasın Prens Aziz Hasan vardı)

-Muhiban-ı Hürriyet (Üyelerinden Dr. Mehmet Ali Bey en yaşlı Türk Masondu)

Vefa

Şafak

Resne Ittihad-ı Terakki Muhibleri

Uhuvat-ı Osmani (Hk Büyük Üstadı içişleri Bakanı Talat Paşa oldu. Talat Paşa sonradan başbakanlığa getirildi)

Türk Anayasası’nın ilanından sonra, Iskoçya Büyük Locası "La Turqie" locasına berat verdi. Üyeleri arasında Ingilizler, Türkler, Suriyeliler (Arap ve Hristiyan) Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler

ıso vardı. Farmasonluğun evrenselliğinin ispatı olarak, yemin kürsüsü üzerinde İncil, yanındaki sehpa üzerinde de Müslüman ve Yahudi- lerin üzerine yemin ettikleri Kuran ve Tevrat dururdu. Bu locanın temelleri sağlam değildi ve kısa sürede yok oldu.

Balkan Savaşı sırasında Ordu Kumandanlığı’na getirilen Prens Aziz Hasan yerine Büyük Üstad’lığa Dr. Mehmet Ali Bey getirildi. Talat Paşa'nın yerine ise Ziya Şark Locası Üstadı Muhterem’i, Korgeneral Süleyman Faik Paşa atandı. Bu andan itibaren Jön Türkle- rin etkisi gittikçe azaldı.

Parlamentoda, İttihat ve Terakki Partisi’nin, "İtilaf ve Hürriyet" (iktidar) ile "İhtilaf" (Muhalefet) olarak bölünmesi üzerine Masonlar, politik amaçla sistemli bir şekilde resmen takibe uğradılar. Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasıyla birlikte birçok Mason cepheye gitti. Locaların faaliyetleri hükümetin emriyle bir süreliğine tatil edildi. Başkumandan Enver Paşa Masonluğa karşıydı.

l916’da locaların tekrar açılmasıyla, Süleyman Faik Bey yeni Büyük Üstad seçildi. Seçimin ardından Ordu Kumandanı göreviyle Anadolu'ya sevk edildi. Şehit düşen Süleyman Bey'in yerine Cavit Bey getirildi.

Kızılay'ın kuruluşunda farmasonluk büyük faaliyet gösterdi. Kızılay’ın başkanı Osmanlı Üniversitesi Rektörü Prof. Besim Ömer Paşa, Büyük Üstadı seçildi ve l92l'den 1923'e kadar görevi yürüttü.

1923 yılında Ömer Paşa, şu beyanda bulundu: "İstanbul'da fevkalade faal kardeşlerin sayısı 500 kadardır. Türkiye Büyük Locası mabetlerinde her türlü politik tartışma yasaklanmıştır. Yalnız muntazam Masonlar mabetlere kabul edilebilirler. Türkiye Yüksek Şurası, Büyük Üstadla karşılıklı olarak yetkileri düzenleyen bir konkordato imzalamıştır. Bundan böyle Yüksek Şura, Türkiye Büyük Üstadını Osmanlı İmparatorluğu'nun tümünde, ilk üç sembolik derece ile ilgili otorite olarak tanır."

181

Locaların üyeleri arasında ülkede bulunan etnik grupların hepsiyle yabancıların ve göçmenler temsil edilmişlerdi. Türkler, Ermeniler, Rumlar, Yahudiler, Araplar, Kürtler, Fransızlar, Ingiliz- ler, Italyanlar, Slavlar, Avusturyalılar, Slovaklar ve Macarlar. ..

Ekim ayında, İskoçya Büyük Locası'na I IS5 no. ile kayıtlı, kısa ömürlü Ermeni Highaşdan (Ermenistan) locası kuruldu.

Mason tarihinde Gould, Türkiye Büyük Locası'na bağlı locaların yemin kürsülerinde Hristiyan, Islam ve Yahudi kutsal kitaplarıyla, Gönye ve Pusulanın bulunmalarının şart olduğunu yazar. Tanrı'ya inanç şartı, Tanrı'nın anıldığı şekil dinlere göre değişebilirdi. Pek görülmemiş bir adet söz konusuydu. Her toplantının sonunda iki ayrı yardım kesesi dolaştırılırdı, biri kardeş yardımlaşması, diğeri ise fakir çocukların okutulması içindi.

I930 yıllarında Büyük Loca'da, üye sayıları 200'e varan 23 loca vardı. I 7 loca İstanbul'da çalışıyordu. Ankara'da Cumhuriyet isimli bir loca vardı. Mason localarında Türk, Rum, Ermeni, Yahudi, Arap, Kürt ve Arnavut etnik grupları temsil ediliyordu.

Enternasyonal Mason Birliği 1923'de İstanbul'da toplandı. Dünya Masonluğunun ileri gelen şahsiyetlerini temsil edildiği bu toplantıya 25 Büyük Loca katıldı. Toplantı sırasında Belçika Büyük Locasından Carpentier; "Bu genel sıkıntılı dönemde Masonluğun görevi, güveni yeniden yaratmak, milletlerin barışmalarını ve yakınlaşmalarını temin edecek unsurları barış içinde araştırmaktır." demişti. Servet Yesari'nin cevabı da şöyle olmuştu: "İyi niyetli insanların bağnazlık ve toleranssızlıkla mücadelelerinde zafere ulaşmaları, ancak birlik ve anlaşma yollarından geçer. Türk Masonları ümitlerini gerçeğe, kalplerini güzelliğe yükselterek iyiye ulaşmak istiyorlar."

1935'de Büyük Üstad'dan berat almış 65 locanın 32'si faaldi ve 2000 üyeleri vardı. Bu locaların 25'i çalışmalarını Türkçe, 6'sı Fransızca, l'i Almanca yürütüyorlardı. Biri hariç hepsi İskoç Riti'ni kabul etmişti. İç ve politik durumun günden güne ağırlaşması üze-

182 rine Türkiye mistik gizli cemiyetleri kapadı. Parlamentoda bu tür cemiyetlerin her türlü toplantılarını yasaklayan bir kanun çıktı. Ancak farmasonluk bu kanunun dışında bırakıldı. Farmasonluğun durumu parlamentoda hiç tartışılmadan, Büyük Üstad'ın başında bulunduğu temsil heyeti, İçişleri Bakanı'nın tavsiyelerine uyarak, 9 Ekim 1 935'de çalışmalarına son verdiğine dair bir kararı imzaladı. 1909’dan önce Türkiye'de faaliyet gösteren İngiliz ve İskoç localar çalışmalarına devam ettiler.

Masonluğun dorukta olduğu 1935 yılında, Türkiye'de bu kapanmanın nedenleri aşağıda sıralanmıştır:

Dış Faktörler: Dinsel gerici ortamların etkisi, taraflı gazete makaleleri, totaliter devletlerde alınan tedbirlerin Türkiye'ye kadar uzanan etkileri.

İç Faktörler: Bazı Masonlar Masonluğun artık görevini tamamladığına inanıyorlardı. Hükümet çevreleri de Masonluğun kültürel görevinin halkevleri tarafından üstlendiğini iddia ediyorlardı.

Büyük Loca'nın yöneticileri kapanma belgesini imzalayarak İçişleri Bakanı'na sundular. Locanın tüm mal varlığı halkevlerine terk edildi. Teorik olarak kapanışta hükümetin baskısı olmadı.

5 Şubat 1948 tarihinde Türkiye Yüksek Şurası hükümete locaların yeniden açılmasını talep eden bir beyanname vererek, 14 yıllık uyku durumuna ve Türk Masonluğunun bu üçüncü dönemine son verdi. 5 Şubat 1948 Beyannamesi'ni, Türkiye Yüksek Şurası'ndan 33 dereceli 7 birader imzalamıştır. Localar yalnız İstanbul'da değil; Ankara ve İzmir'de de faaliyetlere başladılar.

l957'ye kadar 28 loca açıldı. Bu locaların Türkiye Yüksek Şu- rası'na bağlı olarak çalıştıklar ve dolayısıyla bu yüksek şuranın l'den 33'e kadar tüm derecelere egemen olduğunu hatırlatalım. Bu locaların l3'ü İstanbul'da, 8'i Ankara'da, 7'si İzmir'deydi. Localardan 3'ü Fransızca, I 'i de İngilizce çalışıyordu.

18:)

195l'de Yüksek Şura, Türkiye'deki tüm sembolik dereceleri yönetecek bir Türkiye Büyük Loeası'nın kurulmasına karar verdi. l954'de Yüksek Şura; İstanbul, İzmir ve Ankara’da "Ünite" adıyla 3. Büyük Loca'yı kurdu.

Bu üniteler, Yüksek Şura'dan bir delegeyle ünitelerin kendi lerinde çalışan locaların üstadlarının oluşturdukları bir konsey tarafından yönetiliyordu. Böylece Türkiye Bıyûk Locası Ankara ve İzmir üzerindeki kontrolünü kaybetmiş ve İstanbul Büyük Locası ismini almıştı. Artık Türkiye Büyük Locası yoktu.

Ocak l955'de İstanbul, Ankara ve İzmir'de. Bölge Büyük Locaları kuruldu ve Türkiye Birleşik Büyük Locası adı altında konfedere oldular. Ancak bu da geçici bir tedbirdi ve sembolik localar Yüksek Şura'nın etkisinden kurtulamamışlardı. Bu duruma bir çare bulmak üzere Haziran l955’d.e Yüksek Şura, ilk üç dereceyle ilgili tüm yetkileri yeni kurulacak bir büyük locaya devredeceğini beyan etti.

Bu Büyük Loca'nın kuruluşu hiziplere ve akademik tartışmalara yol açtı. l955'de Ankara'da bir Büyük Loca kuruldu ama faaliyete geçemedi. l956'da İstanbul'da bir Türkiye Büyük Locası kuruldu. Ankara'da daha önce kurulan Türkiye Büyük Locası'na sadık kalan 6 Ankara Locası dışında tüm localar bu yeni Büyük Lo- ca’ya katıldı. ikilik Aralık l956'ya kadar sürdü. O tarihte İstanbul'da yapılan bir toplantıda, Ankara'da tek bir Türkiye Büyük Lo- cası'mn kurulmasını kararlaştırdı. 30 Nisan 1956'da Türkiye Büyük Locası ile Yüksek Şura arasında bir konkordato imzalandı. Bu konkordato ile Yüksek Şura, ilk üç derecenin egemenliğini Türkiye Büyük Locası'na teslim etti.

l Şubat 1957'de Türkiye Büyük Locası'nm ismi,. "Hür ve Kabul. Edilmiş Masonlar Türkiye Büyük Locası" olarak değiştirildi. Bu görevliler toplantılarını değişimli olarak Ankara, İstanbul ve İzmir'de tertip ediyorlardı.

Büyük localar, Türkiye Büyük Locası'nı 1965 yılına kadar tanımadılar. Gerçekten Türkiye Büyük Locası'nı bir muntazam Büyük Loca veya hiç değilse 3 muntazam loca değil de bir Yüksek Şura kurmuştu.

29 Nisan 1965 tarihinde lskoçya Büyük Locası'ndan gelen bir temsil heyeti Türkiye Büyük Locası'nı "konsakre" etti (kutsadı). Bu yeni Türkiye Büyük Locası'nın Büyük Üstad'lığına Necdet Egeran'ın seçimi bazı çevrelerde hoşnutsuzluk yarattı ve bu seçimi tanımayan Yüksek Şura, Türkiye Büyük Locası ile olan ilişkisini kesti.

Sembolik localara dayanmayan Yüksek Şura teorik olarak yaşam hakkını yitirmişti. Bunun üzerine Büyük Loca'ya bağlı 33 dereceli muntazam kardeşler, 24 Ekim 1967'de Türkiye Yüksek Şu- rası'nı yeniden organize ettiler.

Türkiye Büyük Locası'nı tüm Mason locaları tanıdı, bu arada İngiltere’nin tanıması 9 Eylül 1970 tarihinde oldu. Yeniden yapılanan Yüksek Şura'yı ise tüm dünya Yüksek Şuraları tanıdı. l965'den bu yana Türkiye farmasonluğu ikiye ayrılmış durumdadır.

Halen (1987), Türkiye Büyük Locası'na bağlı 75 loca İstanbul; Ankara, İzmir, Bursa ve Adana'da faaliyet göstermektedir. Bunların 3'ü Fransızca, 2'si İngilizce, 2'si Rumca ve l’i Almanca çalışmaktadır. Kardeşlerin sayısı 6000 kadar olup, bu rakam artmaktadır (1989 yılı sonuna kadar bu rakam 7000 olmuştur).

185


TÜRKİYE MASONLARININ BÜYÜK

ÜSTADLARI


ı.

Talat Paşa

1909-1912

2.

Faik Süleyman Paşa

1912-1912

3.

Dr. Mehmet Ali Baba

1912-1915

4.

Faik Süleyman Paşa

1915- 1918

5.

Mehmet Cavit dönemini tamamlamıştır.

1915-1918

6.

Dr. Rıza Tevfik

1918-1921

7.

Fuat Hulusi Demirelli dönemini tamamlamıştır.

1919-1921

8.

Dr. Besim Ömer Paşa

1921-1924

9.

Servet Yesari

1924-1927

10.

Fikret Takiyettin dönemini tamamlamıştır.

1924-1927

ll.

Edip Servet

1927-1930

12.

Servet Yesari dönemini tamamlamıştır.

1927-1930

13.

Servet Yesari

1930-1933

14. Dr. Mim Kemal Öke

1930-1933

döneminde Büyük Üstadlığa seçilmiştir.



15. Prof. Dr. Mustafa H. Nalçacı 1930-1933

dönemini tamamlamıştır.

16. Muhittin Osman Omay 1930-1933

(Bu dönem 1935 son bulmuştur)

Not: 1935 tarihinde uykuya dalan Türk Masonluğu 1951 yılına kadar büyük üstadsız kalmıştır.

1951-1953

1953-1955

17. Prof. Dr. Mustafa H. Nalçacı

18. Fethi Erden 186

Not: Bu dönem sonunda Ankara ve İzmir’de kurulan Yüksek Şura'ya bağlı ünitelerin başkanlıklarına Muhiddin Osman Omay ve Harndi Nüzhet Çançar seçilmiştir.

1 9. Ahmet Salih Korur 1955-1956

Not: Bu dönemde Ankara, İzmir ve İstanbul Bölgeleri için Yüksek Şura'ya bağlı bölgesel büyük locaların üstadlıklarına Ke- malettin Apak ve Nüzhet Çançar seçilmiştir.

BÜYÜK LOCANIN KURULUŞUNDAN

BUGÜNE BÜYÜK ÜSTADLAR

1954-1956 Hilmi Akın

1957- 1958 Celal İmre

1958- 1960 Celal İmre

1963-1964 Galip Kardan

1965- 1966 Necip Alageli

1966- 1967 Doğan Poyraz

1968-1970 Kemalettin Bozkurt

1971-1972 Fuat Zadil

1973-1974 Doğan Poyraz

1975 Fehmi Gürel

1976 Galip Kardan

1977 Cengiz Orak

1978 Yener Ergüven

1979 Teoman Güre

1980 Kutsi Yüce Sümbül

1981 Süreyya Faruk Ann

1982 Erdal Özışık

1983-1984 Önder Güven

1985-1986 Ali Can Özmen

187

1989-1990 Engin Türel

Ayrıca Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası tarafından yayınlanan bir listede, Türk Masonları arasında sayılan kimi yüksek kademeli ve tanınmış Masonların isimlerini bulmak mümkündür. Her ne kadar Büyük Üstatlar listesinde tarihsel ayrışmanın etkisiyle bir farklılık doğmuş olsa da locanın yayınlamış olduğu Türk Masonlarıyla ilgili listeleri de kitabımıza almayı gerekli gördük.

HÜR VE KABUL EDİLMİŞ MASONLAR

BÜYÜK LOCASI BÜYÜK ÜSTATLAR LİSTESİ

o

2005- 

: Asım Akın

o

2003-2005

: Kaya Paşakay

o

2000-2003

: Demir Savaşçın

o

1998-2000

: Sahit Talat Akev

o

1996-1998

: Tunç Timurkan

o

1992-1996

: Can Arpaç

o

1991 : Suha Tuğrul Aksoy

o

1988-1991

: Orhan Alsaç

o

1986-1988

: Cavit Yenicioğlu

o

1981-1986

: Şekür Ökten

o

1980-1981

: Halit 1. Arpaç

o

1973-1979

: Nafiz Z. Ekemen

o

1965-1973

: Hayrullah Örs

o

1965 : Enver Necdet Egeran

o

1962-1965

: Ekrem Tok

o

1960-1962

: Kemalettin Apak

o

1955-1960

: Ahmet Salih Korur

o

1953-1955

: Fethi Erden


188

o

1933-1936

: Muhiddin Osman Omay

o

1932-1933

: Mustafa Hakkı Nalçacı

o

1930-1933

: Mim Kemal Öke

o

1927-1930

: Mustafa Edip Servet

o

1924-1927

: Fikret Takiyeddin Onuralp

o

1924-1927

: Servet Yesari

o

1921-1924

: Besim Ömer Paşa

o

1918-1921

: Fuat Hulusi Demirelli

o

1918

: Rıza Tevfik Bölükbaşı

o

1912-1915

: Mehmet Ali Erel

o

1910-1912

: Faik Süleyman Paşa

o

1909-1910

: Talat Paşa


TÜRK TARİHİNE GEÇEN TÜRKİYE MASONLARI

Devlet Adamları ve Politikacılar

33. Osmanlı Padişahı V Murat,

Şehzade Kemalettin Efendi,

Şehzade Nurettin Efendi,

V Murat’ın Başınabeyincisi Ahmet Seyid,

Sadrazam Koca Mustafa Reşit Paşa,

Sadrazam Ali Paşa,

Sadrazam Keçecizade Fuat Paşa,

Sadrazam Tunuslu Etheın Paşa,

Sadrazam Hayrettin Paşa,

Sadrazam Mithat Paşa,

Sadrazam Ahmet Vefik Paşa,

Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa,

Sadrazam Talat Paşa,

189

Maliye, Maarif ve Evkaf Nazırı M.Raşit Arer,

Bahriye Nazırı Cemal Paşa,

Maliye Nazırı Cavit Bey,

Maliye Nazın Tevfik Bey,

Hariciye Nazırı Ahmet Nesimi Sayman,

Nafia Nazırı Ali Münif,

Posta Nazırı Kirkor Agaton,

Devlet Adamı ve Yazar Ethem Pertev Paşa,

Devlet Adamı ve Musikişinas Prens Mehmet Abdülhalim Paşa,

Prens Aziz Hasan Paşa,

Devlet Adamı ve Şair Süleyman Asaf,

Şam Valisi ve Abdülhamit’in damadı olan Damat Ahmet Nami Bey,

Ankara Valisi Reşit Paşa,

İttihat ve Terakki Fırkası Umumi Katibi Mithat Şükrü Bleda,

Maliye Müsteşarı Faik Süleyman,

Hürriyet Kahramanı Resneli Niyazi,

Büyük Millet Meclisi Başkanı Kazım Özalp,

Başbakan Hasan Saka,

Başbakan Suat Hayri Ürgüplü,

Adalet Bakanı Mümtaz Ökmen,

Başbakan Yardımcısı Akif lyidoğan,

Dışişleri Bakanı Bekir Sami Daça,

Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras,

Dışişleri Bakanı Selim Sarper,

İçişleri Bakanı Mehmet Cemil Uybadın,

■ İçişleri Bakanı Şükrü Kaya,

Adalet Bakanı Hasan Menemencioğlu,

Milli Eğitim Bakanı Vasıf Çınar, 190

Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati,

Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel,

Milli Savunma Bakanı Münir Birsel,

Milli Savunma Bakanı Hulusi Köymen,

Tarım Bakanı Reşat Muhlis Erkmen,

Çalışma Bakanı Mümtaz Tarhan,

Ticaret Bakanı Zühtü Velibeşe,

Ticaret Bakanı Ahmet Dallı,

Bakan, Milli Emniyet Başkanı Celal Tevfik Karasapan,

Atatürk'ün Yaveri, Bolu Milletvekili Cevat Abbas Gürer,

Askerler

Humbaracı Ahmet Paşa (Comte de Bonneva 1),

İngiliz Amirali ve Türk Müşiri olan Hobart Paşa,

Abdülaziz'in Başınabeyineisi Namık Paşazade Hüseyin Cemil Paşa,

Plevne Kahramanı Gazi Osman Paşa,

Müşir Fuat Paşa,

Cihan Harbi'nde Kafkas Cephesi'nde şehit olan Hüseyin Hüsnü Paşa,

Birinci Ordu Komutanı Ali İhsan Sabis Paşa,

Jandarma Genel Komutanı Ali Remzi Yiğitgüder Paşa,

Hava Kuvvetleri Komutanı Zeki Doğan Paşa, Münakalat Vekili Yümni Üresin Paşa,

Yüksek Şura Üyesi Eşref Manas Paşa,

Bilim Adamları

Bilgin ve Devlet Adamı Mehmet Tahir Münif Paşa, Tıp Doktoru Dr. Antranik Gırcikyan Paşa,

191

Ülkemizde yeni eğitim yöntemlerini getiren Selim Sabit Efendi,

Kızılay ve Çocuk Esirgeme Kurumu'nun kurucularından Mehmet Ali Baba,

Sözlükçü, Yazar Hüseyin Kazım Kadri,

TTK Başkanlığı yapmış olan Hasan Cemil Çambel,

İktisat Profesörü Mustafa Zülıtü İnhan,

Tıp Profesörü Neşet Ömer İrdelp,

Coğrafya Profesörü Faik Sabri Duran,

Psikoloji Profesörü Mustafa Şekip Tunç,

ITÜ Rektörü Mustafa İnan,

Tıp Profesörü M. Kemal Öke,

Eğitimci, Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Hayrullalı Örs,

Hukuk Profesörü Vasfi Raşit Sevig,

Tıp Profesörü, Rektör ve daha sonra milletvekilliği de yapmış olan Besim Ömer Akalın,

Tıp Profesörü Niyazi İsmet Gözcü,

Fen Fakültesi Dekanı Hüseyin Hamit,

Rektörlük de yapmış olan Profesör Mustafa Hulki Erem,

Yüksek Mühendis Rektör Suphi Kamil,

Ord. Prof. Dr. Burhanettin Toker,

Fizik Profesörü Salih Murat Uzdilek,

Ord. Prof. Dr. Fahri Arel,

Prof. Dr. Muzaffer Şevki,

Matematik Profesörü, Dekan Kerim Erim,

Müzikolog Cevad Memduh Altar,

Tıp Profesörü ve Rektör Kazım İsmail Gürkan,

İktisat Profesörü Mehmet Ali Özeken,

Tarih Profesörü ve TTK Başkanı Enver Ziya Karal

192

Şairler ve » > > ı1 > <

Gazeteci ve Yazar Şinasi, Şair ve Devlet Adamı Ziya Paşa, Gazeteci ve Yazar Teodor Kasap, Büyük Vatan Şairi Namık Kemal, Tiyatrocu ve Yazar Güllü Agop, Yazar Mehmet Emin Bey, Yazar ve Gazeteci Ahmet Rasim, Lügatçı ve Yazar Diran Kelekyan, Milli Şair Mehmet Emin Yurdakul, Yazar ve Filozof Rıza Tevfik, Yazar ve Gazeteci Hüseyin Cahit Yalçın, Yazar ve Sosyolog Ziya Gökalp, Şair ve Noter Mithat Cemal Kuntay, Yazar ve Gazeteci Ahmet Emin Yalman, Yazar ve ' > -ı.. .> Reşad Nuri Güntekin, Yazar ve Gazeteci Agah Sırrı Levent,

Sanatçılar

Müzisyen Şükrü Şenozan,

■ - i'iı Ali Sami Boyar, Ressam Nazmi Ziya Güran, Ressam, GSA Müdürü Namık İsmail, Sahne Sanatçısı Behzat Butak, 1. Galip Arcan, Karikatürist Ramiz Gökçe,

Opera Sanatçısı Nurullah Şevket Taşkıran, Müzisyen Mesut Cemil Tel, Piyanist Mithat Fenmen,

193

Sinema Sanatçısı Ayhan Işık,

Orkestra Şefi Orhan Tanrıkulu, Heykeltraş Haluk Tezonar, Tiyatro Sanatçısı Alp Öyken, Sinema Sanatçısı Ediz Hun,

Tiyatro Sanatçısı Zeki Alasya,

Tiyatro Sanatçısı Aykut Oray ve oğlu Umut Oray, Tiyatro Sanatçısı Zafer Ergin

Mason Din Adamları

Şeyhülislam Musa Kazım Efendi,

Şeyhülislam İzzettin Efendi,

Şeyhülislam Hayri Efendi,

Berlin Sefareti Baş İmaını Mustafa Hafız Şükrü, Sefaret İmaını Haşim Veli,

Müderris Mahmut Esad Efendi, Eğitimci Masonlar

Muvaffak Benderli,

Yontov Garti,

Hikmet Gürtav,

Mehmet Ali Kırca,

Celal Öget, ■ Halit Sarıkaya, Ali Teoman

194

MASONLUĞA İLİŞKİN BAZI
SORULAR VE MASONLARIN
KENDİ YANITLARI

Masonluk gizli bir kuruluş mudur?

Masonluk gizli değil, sadece üyelerine açık bir kuruluştur. Bütün derneklerde olduğu gibi üye olmayanlara kapalıdır. Masonluğun gizli bir topluluk sanılmasının nedenlerinden biri, üyelerinin çok eski zamanlardan bu yana kullandıkları sembolik işaret ve sözlerdir.

Eski dönemlerde Masonların mesleki derece ayırımlarını göstermeye yarayan bu gibi işaretler, günümüz Masonluğunda sembolik olarak aynı amaçlar için kullanılmaktadır. Masonluk, üyelerine mason olduklarını açıklamalar ya da gizlemeleri için baskı yapmaz. Üyelerini kendi akıl ve vicdanlarıyla baş başa bırakır. Her üyenin kendince gerekli olduğunu düşündüğü hallerde kendisinin Mason olduğunu açıklama hürriyeti ve yetkisi vardır. Ancak bir Mason, başka bir üyenin Mason olduğunu açıklamak yetkisini kendinde göremez. Herkes yalnızca kendi vicdan ve düşüncesin-

195 den sorumlu olduğu gibi, her Mason da yalnızca kendi vicdan ve düşüncesinden sorumludur. Dolayısıyla her Mason, .rırrıııın vicdan ve düşünce özgürlüğü alanına giren konularda ı bulunmayı ahlak dışı •••> ve benimsemez.

Masonluk ve dinler arasındaki ilişki nedir ve neden Masonluk dinin karşısında gösterilir?

Masonluk din değildir. Din yerine geçebilecek bir doktrin de değildir. Masonlar da dinsel bir topluluk değildir. Masonluk tüm inançlarca kabul edilebilecek bir davranış ve yaşam tarzını aşılamaya çalışır, ancak bunu yaparken dogma ve teoloji alanlarına müdahale etmekten özenle kaçınır. Fakat Mason olabilmek için kişinin Tanrı'ya inanması şarttır. Masonluk, insanların dini inançlarına, kanaat ve fikirlerine saygı gösterip hiç karışmadığı gibi çatısı altında hiçbir surette dini tartışma yapılmasına da müsaade etmez.

Masonluk Siyonist veya Yahudi kaynaklı bir kuruluş mudur?

Masonluk Siyonist bir kuruluş değildir. Yahudilikle ve Yahudilerle hiçbir ilgisi yoktur. Siyonizm, Masonluğun kuruluşundan çok sonra ortaya çıkmış bir olgudur. Masonik semboller ve alegoriler Hz. Süleyman tarafından inşa edilen mabedin yapımına ilişkin efsanelere dayandığından, Masonluğa yanlış olarak bir Yahudi kuruluşu olduğu izlenimi vermekte olmasına rağmen gerçekle hiçbir ilgisi yoktur. Nitekim Hristiyan dünyasında piskoposlar ve rahipler; İslam dünyasında şeyhülislam, imam ve diğer önemli din önderi Masonlar vardır.

Masonluk ulu !.<ı >ı.« ı bir kuruluş mudur?

Masonluk uluslararası bir kuruluş değildir. Masonluğun dünyada tek bir yönetim merkezi yoktur; dünyanın dört köşesindeki Masonlar herhangi bir merkez tarafından yönetilmez. Masonluğun ilkeleri evrenseldir. Masonluk, Türkiye'deki gibi bulunduğu lter ülkede ulusal ve egemen bir kuruluştur. Masonluk o ülkede faaliyet gös-

196 teren Büyük Loca tarafından yönetilir. Hiçbir ülkenin Büyük Locası, başka bir ülkenin Büyük Locası'ndan üstün değildir ve işlerine karışamaz. Uluslararası hukuktaki bağımsız devletler gibi, Büyü.k Localar birbirleriyle eşittir ve aynı haklara Her ülkenin Büyük Locası bağımsızdır. Türkiye Büyük Locası da, dışta ve içte kendisinden üstün veya eşit hiçbir Masonik kuruluşa bağlı değildir.

Mason olanlar isterlerse Masonluk'tan ayrılabilirler mi?

Kendi arzu ve hür iradesiyle Mason sıfatını kazanmış olan herkes, istediği zamar, yine kendi arzu ve hür iradesiyle üyelikten ayrılmakta serbesttir. Ayrıca Masonluk, kamu düzenine aykırı hareketlerden, yüz kızartıcı suçlardan mahkum olmuş ve bir Masona yakışmayan bir yaşam tarzı içinde olan üyesini kendi bünyesinden uzaklaştırır.

Masonluk üyelerine menfaat sağlar mı?

Masonluk üyelerine hiçbir menfaat sağlamaz. Bu yönde bir beklentisi olanları da üye olarak arasına almamaya özen gösterir. Masonluktan herhangi bir gizli çıkar beklentisi olanlar, bu beklentileri hiç gerçekleşmeyeceğinden, boşu boşuna umut beslemeyip, Masonluğa girmemelidirler. Bir Mason, üyeliğinin, kendisinin ya da bir tanıdığının mesleki ya da kişisel çıkarlarına hizmet etmek için kullanılmayacağı bilincindedir. Masonlukta "kardeşler" arasındaki yardımlaşma manevidir.

Masonlar neden dinsizlikle itham edilirler?

Katolik - Protestan din savaşlarının sürdüğü 18. yüzyılda, Protestanlığı Katolik Kilisesine rakip gören Papa XII. Clement, Hürma- son Localarında Katoliklerle Protestanlar yan yana oturabiliyor ve birbirine "Kardeş" diyebiliyor diye, 24 Nisan 1738 tarihinde "In Eminenti" fermanıyla Masonları dinsizlikle suçlayarak aforoz etmişti. I. Mahmut, 1748 yılında, Hristiyan tebasının baskısıyla ve

197 ulemanın da "Papa bunları dinsizlikle suçluyorsa, bir bildiği vardır" mantığıyla Hristiyanların arzularını kabul etmesi üzerine, Hürma- sonluğu yasakladı. O tarihten bu yana halk ağzında Masonluk dinsizlikle eş anlamda tutuldu. İttihat ve Terakki'nin saflarında Masonların çokluğu, 31 Mart gerici ayaklanmasını Mason subayların çerçevelediği Hareket Ordusu'nun bastırması, Abdülhamid'i deviren Milletvekili Heyeti'nin tümünün Mason olması sonucunda (Bahriye Feriki Arif Ahmet Paşa, Katolik Ermenilerden Aram Efendi, Draçlı Jandarma Livası Esat Paşa ve Selanik Mebusu Emanuel Ka- raso Efendi) şeriatçılar sonsuza dek Masonluğu düşman kabul ettiler ve her fırsatta Hürmasonluğu dinsizlik ve kafirlikle suçladılar.

Bazı ülkelerde sadece Hristiyanlann Mason olabildikleri doğru mudur?

Masonluk, Hristiyan Orta ve Batı Avrupa ülkelerinde kilise inşa eden inşaatçı loncalarında şekil aldı. llk referanslar Hristiyan kaynaklıydı. 1738 yılındaki Papa'nın aforozu, Katoliklerin Protes- tanlara kardeş demelerindendi. Aydınlanma süreci, Napolyon savaşları, sömürgecilik siyaseti gibi etkenlerle bu kısıtlamalar Fransa’da 18. yüzyılın sonunda, Anglo-Sakson ülkelerinde 19. yüzyılın içinde kalktı ve bir kutsal kitaba inandığı müddetçe, dini ne olursa olsun, herkes Masonluğa kabul edilmeye başlandı.

Bir tek Protestan İskandinav ülkeleri (İsveç, Norveç, İzlanda ve kısmen Danimarka) bu evrimin dışmda kaldılar. Bugün bu ülkelerde, Hristiyan olmayan muntazam Masonlar Localara ziyaretçi olarak kabul edilir, ancak asli üye olamazlar.

Rotary, Lions ve Masonluğun ilişkisi nedir?

Rotary değişik mesleklerden iş adamlarının bir araya geldiği bir kurumdur.

Lions çok amaçlı bir yardım derneğidir. amacı

ise, bireyi eğitmektir (yontmak).

198

Birey, bu kurumda, daha iyi bir aile reisi, vatandaş, hatip, organizatör olmayı, toleransı, paylaşmayı öğrenir. Bu yetişmiş birey memleketine, ait olduğu topluma daha bilinçli hizmet edecektir. Mason tabiriyle, her eğitilen birey "insanlık mabedinin inşasında kullanılan yontulmuş taş olacaktır."

Rotaryenler ve Lionslar arasında birçok Mason olmakla beraber, bu değişik dernekler arasında organik bir bağ bulunmamaktadır.

199

MASONLUKLA İLGİLİ BAZI
İDDİALAR VE SUÇLAMALAR

- Yalnız kendi gizli ritüellerinde, Yahudilikle ilişkileri anlaşılan Masonluk, Tevrat'a sokulan muharref unsurları aynen benimseyen, Siyonizmin işte bu gizli faaliyet gösteren kollarından biridir.

Masonlar Yahudilikle olan alakalarını gizli tutmayı gerekli görmektedirler; çünkü siyonizm ile aynı amacı güttüklerini söylemek yerine, yardım kuruluşlarını paravan olarak kullanıp hayırsever kişiler kisvesi altında bu amaca hizmet etmek kendileri açısından daha verimli sonuçlar doğurmaktadır.

-Masonlukta sır vermenin sonu ölümdür. Sırların açıklanması halinde kafanın kesilmesi, birinci derece nizarn duruşu ile taahhüt edilmektedir.

- "Milletlerden öç alsınlar ve ümmetleri tedip etsinler. Onların krallarını zincirlerle ve ileri gelenlerini demir bukagılar ile bugla- sınlar. Ta ki, yazılmış olan hükmü onlara karşı yürütsün."

Locaya girecek Mason adaylarının boynuna Tevrat'ın bu emri doğrultusunda zincir veya ip bağlanarak, şahsın uluslararası siyonizmin kontrolüne girdiği simgelenmektedir.

200

- Masonluk'tan ayrılmak isteyen kişi kalmaya zorlanmaz. Bu 1 ı ■ ı propaganda malzemesidir.

- Dünyanın hemen her ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de Masonlar -geçmişte olduğu gibi-, inanılmaz ölçüde etkin olmasını, köşe başlarını tutmasını bilirler.

Ülke kaderinin çizilmesinde başkaca hiçbir baskı grubunun sağlayamadığı ve- sağlayamayacağı etkinlikleri Masonlar sağlayacak durumdadır. Masonluğun bir tür yan kuruluşları sayılabilecek Propeller, Lions ve Rotary kulüpler de bu etkinlikte önemli katkıda bulunuyorlar. Masonlar ve yan kuruluşlarında yer alanlar, Türkiye'nin kamu kesimi kadar, özel sektör kesiminde de kilit noktaları tutmakta umulmaz bir uyanıklık göstermektedirler. Ticaret ve Sanayi Odalarında, Borsalar'da, özel ve resmi bankalarda, sigorta şirketlerinde, vakıflarda, holdinglerde, tekelci sermayenin Türkiye'deki uzantısı şirketlerde, çokuluslu şirketlerin temsilciliklerinde, Devlet Planlama Örgütü'nden Dışişleri Bakanlığı'na kadar pek çok yere el atmış Masonlar, üniversiteler, yüksek okullar, sağlık kuruluşları, KIT'ler, Kızılay, Çocuk Esirgeme Kurumu gibi yerlerde de önemli rol oynamaktadırlar.

Basın, radyo, televizyon, reklam şirketleri gibi kamuoyu oluşturmasındaki etkili alanlarda da Mason denetimi ve etkinliği yaygındır.

- Illuminati, kelime olarak aydınlıkçılar veya aydınlananlar anlamına gelmektedir. Kök olarak İtalyanca'dır. Fransızca'da ışık anlamına gelen la lumiere kelimesi de aynı kökten gelir. Birçok araştırmacının ortak tespitine göre fikri altyapısı ve temeli Tapınak Şövalyeleri'ne dayanır. Kuruluşundaki amacı Avrupa Masonluğunu bir çatı altında birleştirmektir

Illuminati adını ve üyelerini inanılmaz bir sır gibi saklayan ölümcül bir kuruluştur. Bugün hemen her ülkede mevcuttur. Özel eğitim, tören ve alt kültürlerden gelmeyenler İlluminati'ye kabul edilmezler. ABD başkanlarının pek çoğu İlluminati'den ya icazet alırlar ya da üyesidirler. İlluminati o kadar gizlidir ki, varlığından

201 bile bahsedilmez. Bu gizli örgüte ihanet edenlerin cezası kayıtsız şartsız ölümdür.

llluminati'nin NATO ile veya Gladio gibi yeraltı örgütleri ile de ilişkisi olduğu bilinmektedir. llluminatİ örgütünün temel ama-. cı, bütün dünyayı tek merkezden yönetebilmek için eli her tarafa uzanabilen bir ağ oluşturmaktı. Fakat bunun gerçekleşmesi için birbirleriyle bağlantılı birtakım alt mekanizmaların oluşturulmasına ihtiyaç vardı. İşte bundan dolayı bir Yuvarlak Masa (The Round Table) teorisi geliştirildi. Bu teoriye göre şekillendirilecek organlar, üstlendikleri görevlere göre kendi aralarında bir iletişim ağı kuracak, bilgi alış verişinde bulunacak ve dünya ülkelerini yönlendirecek politikalar geliştireceklerdi. Yuvarlak Masa organlarının elemanları kendi ülkelerinde etkili kişiler olacaklardı.

Yuvarlak Masa teorisi ilk olarak l877'de john D. Rockefeller, Cecil Rhocles, John P Morgan, Andrew Carnegie ve Mayer A. Rothschild'dan oluşan beşli tarafından ortaya atılmıştır. Bunların hepsi de Illuminati şebekesinin üyeleriydi ve üçü yani Rockefeller, Morgan ve Rothshild Yahudi kökenliydi

- Dış İlişkiler Komitesi ( CFR), Gizli Dünya Devleti'nin en önemli organlarından biridir ve Yuvarlak Masa teorisine göre şekillendirilmiş organizasyonların da eskilerindendir.

CFR, 2. Dünya Savaşımda çok önemli bir rol oynamıştır. irv- ign Affairs adlı ünlü dergi bu örgütün yayın organıdır. Bu dergi vasıtasıyla dtinya kamuoyu üzerinde bir politik yönlendirme yapmaya çalışmaktadır. Görünüşte CFR'nin çalışmalarının pek gizli olmadığı ileri sürülmektedir. Gerçekte ise diğer Gizli Dünya Devleti organları gibi son derece gizli çalışmaktadır. Ancak yönlendirme amaçlı faaliyetlerini dışa yansıtmakta ve bu yansıtma ile açıktan çalıştığı kanısı vermeye gayret etmektedir. CFR'nin bugün finans, iletişim, akademi, istihbarat, teknoloji alanlarında en etkin konumlarda bulunan 3500 civarında üyesinin olduğu sanılmaktadır. Özellikle Amerika'daki istihbarat örgütleri üzerinde oldukça güç- lüdür. FBI, CIA, DIA, DEA ve başka istihbarat şefleri bu örgütün de elemanıdır ve CFR'nin ilkelerinden dışarı çıkamazlar.

202

- Bilderberg, Illuminati şebekesinin emellerini gerçekleştirmek amacıyla geliştirdiği Yuvarlak Masa teorisine göre ortaya çıkarılmış bir oluşumdur.

Bilderberg'in kuruluşunda ABD istihbarat örgütlerinin, özellikle CIA'nin rolü olduğu çok iyi bilinmektedir. Prens Bernhard ise eski bir N azi SS üyesidir. 193 7'de Hollanda prensesi ile evlenmiştir ama Nazilerle olan yakın bağlan da bilinmektedir. ABD'li gizli örgüt ve CFR üyelerinin birçoklan aynı zamanda Bilderberg üyesidir. Bilderberg kararlarının deviet yöneticilerinin değiştirilmesinde de önemli rolü olduğuna inanılmaktadır. İngiltere'nin eski başbakanı Margaret Thatcher'ın yükselişi ve düşüşü buna örnek gösterilir. Bilderberg grubu üzerinde siyonistlerin ağırlığı çoğunlukla açığa çıkarılmaz. Oysa işin gerçeğinde grubun karar mekanizmasında yer alanlar Yahudilerdir. Hatta grubun asıl yönetim merkezinin Kudüs'te olduğunu iddia edenler vardır. Kudüs'te 70 hahamdan oluşan Sanhedrin grubunun baş hahamlarının, örgüt hiyerarşisinin en üst noktasında bulunduğu bazı kaynaklarda vurgulanmaktadır.

Bilderberg toplantılarının ana amacı dünya siyaseti üzerinde önceden programlamalar yapmak ve projeler geliştirmektir.

- Trilateral Komisyon 1973'te her ikisi de Yahudi olan David Rockefeller ve Zbigniew Brzezinski tarafından kurulmuş gizli bir örgüttür.

ABD başkanlarının ve Avrupa, Amerika ve Japonya'daki yönetici kadroların çoğu bu örgütün üyesidir.

Tüm bu iddia ve. suçlamaların yanı sıra Masonluk ve Mason locaları üzerine daha birçok tez ileri sürülmüştür. Örneğin SO'li ve 90'lı yılların en çok konuşulan gizli örgütlerinden birisi olan P-2 Locasının güdümünde kurulan İtalyan gizli örgütü Gladio yoluyla kendilerine muhalif olan her kesimden insanın öldürülmesi, kara para trafiğinin kontrolü, Devlet-Mafya ve Vatikan ilişkisinin sağlanması gibi ciddi iddialar da asla dünya gündeminden düşmemiştir. Bu konulara ilişkin olarak çeşitli dönemlerde farklı localar tarafından yapılmış açıklamalar da mevcuttur.

203

SONUÇ

B

u tartışmaların daha fazla derinine girmekten imtina ederek şunu belirtmekte fayda vardır: Tüm bu gizli, komplovari örgütlenmelerin varlığı somut bir şekilde doğrulana bilse de doğrulamak mümkün olmasa da dünyanın çeşiti yerlerinde yaşayan milyonlarca Mason'un tüm bu olaylarda sorumluluk ya da bilgi sahibi olduğunu söylemek mümkün görünmemektedir.

Tarihin unutulmuş dönemlerinden başlayan bir evrim süreciyle günümüze dek binlerce yıllık bir yolu kat etmiş bulunan Masonluk ve onun öğretisi, daha binlerce yıl boyunca yeni spekülasyonlara, politik tartışmalara ve suçlamalara maruz kalacak gibi görünmektedir. Tüm bunların yanı sıra unutulmaması gereken ilk şey, bir düşünce üzerinde yorum yapmadan ya da herhangi bir tartışmaya başlamadan önce o konu hakkında yeterli ve olabildiğince objektif tarih bilgisine sahip olunması gerektiğidir. Okuduğunuz bu kitap ise bu tarih hakkındaki kaynakların mümkün olduğunca sadeleştirilmesi ve kısaltılmasıyla oluşturulmuş bir derlemedir.

Doğruluğu ya da yanlışlığı tarih tarafından gösterilecek olan tüm düşünce akımları gibi Masonluk da insanlık tarihi içerisinde kendi rolünü sürdürmeye ve varlığını korumaya devam etmektedir.

204

KAYNAKÇA

- Masonluk; Işığı Arayanların Hikayesi - Sanver, M. Remzi/Ye- nicilik Basımevi, 2. Basım, İstanbul/2002

-Hermes; Metinler ve Çalışmalar -Emir, Engin / Ege Meta >.■ yınları, İzmir/2006

- Masonluk Nedir ve Nasıldır? - Ayfer, Murat Özgen/3. Basım, Ankara/2002

- Tapınak Şövalyeleri; Mabet ve Loca - Baigent, Michael & Le- igh, Richard/Nokta Kitap, 20. Basım, İstanbul/2005

- Savaşçı Keşişler Tarikatı; Tapınak Şövalyeleri - Baigent, Michael & Leigh, Richard & Henry Lincoln/Nokta Kitap, 20. Basım, İstanbul/2005

- Tapınak Şövalyeleri; Mesih'in Mirası - Baigent, Michael & Leigh, Richard & Henry Lincoln/Nokta Kitap, 20. Basım, İstanbul/2005

- İlluminati; Piramitte Sona Doğru- Mercan, ŞerefiNokta Kitap, 3. Basım, İstanbul/2006

- Kim Korkar Masonlardan-Piatigorsky, Alexander/AlkımYayı- nevi, İstanbul/2006

- Dünya Tarihini Etkileyen Örgütler ve Tarikatlar - Mercan, Şeref/Nokta Kitap, İstanbul/2006

205

- Gizli Almanya - Baigent, Michael & Leigh, Richard/Nokta Kitap, İstanbul, 2005

- Tapınak Şövalyeleri; Kutsal Kase ve Magdalalı Meryem- Karaca, Mustafa/Nokta Kitap, İstanbul/ 2006

- Tampliye Şövalyeleri; Ortadoğu’da Dini İnanışlar ve Düşünceler- Turgut Derinkök

/Alfa Yayınları, İstanbul/2005

- wwwnedir.net

- www.alewiten.com

- www.dipnotkitap.net

- www.tesviye.org

- www.sabah.com.tr

- www.turkcebilgi.com

- www.dunyabulteni.net

- wwwmason.org.tr

- www-forumuz.biz

- ismailkorpe.blogspot.com

- www.expage.com

- forum.seslisozluk.com

- www.hermetics.org

- forumtrportal.com

- www.dinlertarihi.com

- www.blogcu.com

- wwwhistoricalsense.com

- www.geocities.com

- www.enfal.de

- tr.wikipedia.org

- www.mason-mahfili.org.tr

- www.felsefe.gen.tr 206

- www.liberaldemokrasi.org

- www.angelfire.com

- www.sonsuzlukotesi.com

- www.hermetics.org

- www.msxlabs.org

- spaces.msn.com

- www.dunyadinleri.com

- komploteorileri.spaces.live.com

- www.tarihsayfam.com

- wikipedia.org

- wwww..sabetay.5Og.conı

- wvw.astromerkez.com

- www.kabbalah.info

- www.itusozluk.com

- astropsi.sitemynet.com

207


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar