MENDERES DÖNEMİ
İstanbul,
1990
MENDERES DÖNEMİ
Abdurrahman Dilipak
BEYAN
YAYINLARI, 139
1. Baskı, Haziran /1990
2. Baskı, Temmuz/1990
Dizgi,
Mizampaj, Montaj; BEY
BEYAN YAYINLARI
Alayköşkü
Cad. No: 12 Cağaloğlu-İSTANBUL
Tel:
512 76 97-526 5010
İÇİNDEKİLER
Giriş, 7
Menderes'in
Kimliği, 17
General
Sabis Menderes'i anlatıyor, 27
Çakırbcyli
Çiftliği, 29
Adnan
Menderes'in Politikaya girişi, 36
SF
den CHP ye..., 49
Bayar
hükümeti, 54
Celal
Bayar kimdir?, 58
Dürtlü
takrir, 64
Toprak
reformu, 71
Pcker'in
suyu ısınıyor, 114
DP
1. kongresi, 123
12
Temmuz beyannamesi, 129
Batılı
kapitalizme göbek bağı, 138
CHP
7. büyük kurultayı, 139
DP
2. büyük kongresi, 147
Yıl
1950, 151
DP
iktidarı, 153
Yıl,
1953,179
Yıl
1954, 191
Ve
yolun yarısı, 199
Ceyhan
olaylan, 205
Yıl
1956,210
Yıl
1957,221
Yıl
1958,232
Yıl
1959,240
Acı
son 1960,247
Ordu
içinde illegal örgütlenme, 262
Sağcı
İslam ve DP'nin görüşleri, 268
5.
Menderes hükümet Programı, 276
Son
bir kaç söz, 281
GİRİŞ
Menderes..
Halk ona “PeresLiş" ediyordu..
Nerede ise bir tapınmaydı bu.. Dcmirkırat'ın yakışıklı
süvarisi, sanki beklenen "mehdi" gibi karşılanmıştı.. Güleryüzlü ve
gı- ravatlı bir bey..
Halk ona herşeyini verdi.. Uğruna çocuklarını bile
kurban etmeye koşuyorlardı. Ama idam edildiği gün, iktidara tapan kalabalıklar
meydanlarda yoktu.. Menderes'i iktidara getiren babaların oğulları. Ankara
sokaklarında ellerinde güllerle, karanfillerle tankların üstünde bir başka
baharın çılgınlığını yaşıyorlardı.
İdealistti, coşku dolu bir insandı..
Ve sonunda idam sehbasında can verdi..
Evet.. Uğruna erkek cvladlarını kurban etmeye
hazırlanan- lar, o idam edildiği gün seslerini bile çıkartmadılar..
İçlerinden biri idi. O da laik, Demokratik, Cumhuriyet
ilkelerine, Atatürk ilke ve inkılablarına bağlı idi ve hepsinden de önemlisi
BM ye, ABDye ve NATO ya gönülden bağlı idi.
Menderese duyulan güven, daha çok CHP den duyulan bir
nefretin ifadesi idi. Menderes bunu tam kavrayamadı. O bir başka yönü ile yeni
bir Atatürk olmak istiyordu. Atatürkçülük adına milleti ezen CHP iktidarına
karşı, Atatürk'ün bir başka cephesini sergilemek istiyordu.. İnönü ve
Menderes, ikisi de Atatürk'ü oynamışlardı.. İkisi de Atatürk ilke ve
inkılablannı korumak ve kollamakla görevliydiler.. İnönü bunu cebren ve hile
ile yapıyordu, Menderes ise yasa ile. Ama her ikisi de Atatürkçülük adına, o
maskeyi kullanarak kendi fikirleri ve düşünceleri ile, kendi varlıkları ile
dolduruyorlardı boşluğu. Sorun, fikir sorunu değil, isim ve yöntem sorunu idi.
Menderes ve İnönü, sadece iki isim.. Aynı kaynaktan ilham alan ve aynı hedefe
doğru giden iki insanın yöntem savaşı.
Menderes, halka vadettiği şeyi veremedi..
Bindiği atın yakışıklı süvarisi rolünde idi, ama
dizginler hep bir başkasının elinde olmuştu.. Övülen o idi, ama idam sehpasında
can veren de o olacaktı..
Menderes halkın sevdiği biri idi. Menderes belki de
Bayar için bir dublördü. Asıl oyuncu oydu.. Bayar, Menderes'in munis yüz
ifadesine, onun konuşkanlığına muhtaçtı. İnönü taşa tutulurken de, İstanbul ve
Ankarada meydana gelen ola’. larda da, halka karşı silah kullanma emrini veren
de Bayar'dı!
Celal Bayar! Galib hoca., ittihat Terakki mektebinin
müm-r taz çocuğu.! Eğer Menderes'in altından iskemleyi çeken İnönü
ise, onu sehpanın önüne kadar getiren de Bayar'dır.. İnönü, İkinci Atatürk,
Bayar ise ikinci İnönü'dür. Bayar-İnönü kavgası, kimin Atatürk olacağı
kavgasıdır. Cumhuriyet rejimi boyunca herkes, bu role oynamıştır. Kim İkinci
Atatürk olacak. Onun ilke ve inki- lablanna sahip çıkmak, aynı zamanda onun
yöntemlerini ve yetkilerini istemek anlamına da gelmektedir. Turgut Özal da bu
gün aynı çizgide yürümektedir. Gürsel, ya da Evren aynı şeydi. Aşılması
gereken, geri kalmışlığı üreten bu siyasal süreç olsa gerekir! Menderes
kendini Atatürk'ten daha büyük ve önemli bir kişi olarak görüyordu. Aslında
Atatürk'ü yakından tanıyan, o dönemi bilen biri idi. Lozanı biliyordu.
Atatürk'ün Ahlak anlayışını, Askeri kişiliğini, Yunanlılarla, İngilizlerle son
derece yakın ileri derecede dostluk ilişkilerini bilen biri idi. İstiklal
savaşının içinden gelmişti ama, istiklal harbi için şöyle düşünüyordu:
"İstiklal savaşı diyorsunuz. Pekala üç ayda bitebilirdi! Bunun yıllarca
uzatılmasında, Mustafa Kemal'in yerleşme ihtirasının rolü büyüktü." Menderes'in
dramı biraz da burada gizlidir. Bu sözler açıkça Menderes'in, özellikle Ankara
hükümetinin kurulmasından sonra İstiklal savaşım bir muvazaa, yeni rejimin
oturtulması için bir iç politika sorunu olarak ele alındığı görüşünde.
Atatürk'ün İngilizlerle savaşırken, Yunanistanla savaşırken bile bir gün
Yunanistanla, İngilizlerle birleşik bir devlet olma ülküsünü taşıdığı
düşünccsindey- di. Atatürk fiilen ülkeyi öyle bir yere götürmeye çalışıyordu.
Menderes bunu açıkça söylüyor ve bağımsızlığı ve millilik ülküsünü
reddediyordu. Yani sim açığa vuruyordu. Ve Menderesin başına gelenler bu sim
açığa vurmanın faturası idi belki de bir bakıma.
Menderes, İnönü savaşlarının içyüzünü, düşmanın Ege'de
denize dökülmesi hadisesini çok iyi biliyordu. "!" Başkomutanlık
meydan savaşının nasıl yapıldığını da.
Bayar, Menderes'i bir maske gibi kullanıyordu.
Sonunda maskenin işi bitince onun buruşturulup
atılmasına fazla bir ses çıkartmadı..
Bayar bir Masondu. Menderes ise değildi. Aralarındaki
en önemli fark bu olsa gerek! Belki de Menderes'in Mason olmasına Bayar mani
olmuştur. Onu hep bir teknisyen gibi kullanmak istemiştir.
Bayar her zaman perde gerisinde kaldı. Menderes'in eli
ile ABD ye büyük tavizler verdi ve Amerikan menfaatlerine büyük hizmetler
gördü. Ama sonunda fatura Menderes'e çıkartıldı.
Bayar yıllar önce " DP millete vermiş olduğu sözü
tutmazsa onu alaşağı etmek milli bir vazifedir” diyordu. Millete verilen söz
tutulmuş mu idi!
Menderes bir halk adamı mı idi?.. Buna "Evet"
demek pek kolay değil. Ama halkına karşı bilerek açık bir ihanet içinde de olmadı.
Halkın coşkun heyecanı onu da heyecanlandırıyor, bir anda ayaklan yerden
kesiliyordu. Sonra halkın içine sızan ihanet odaklarının herşeyi nasıl bir
anda allak bullak ettiğini, en dost bildiği insanların bile küçük menfaatlar
uğruna herşeyi nasıl sattığını görüp hayıflanıyor, halka küsüyordu.
Tek tesellisi diplomatik ziyaretlerdi. Türkiye'den
kaçtığı zamanlardı.. Saygı görüyordu.. Kendini ne konuştuğunu bilen insanlar
arasında sanıyordu.. Ülkesine döndüğünde ise batılılaşma ülküsünün misyonerliğini
yapıyordu.. Türkiye batılılaşarak kur- lulabilirdi.. Batıklar kiliselerine
sahip çıkıyorlardı, biz de camimize sahip çıkmalı idik.. İslâmlaşmak
batılılaşmaya mani değildi ve çağdaşlaşmanın tek yolu batılılaşmaktı!
Menderes bu anlamda ne batıyı kavrayabildi, ne İslâm'ı,
ne de toplumsal gerçekleri.. Mayınlı tarlada çiçek toplayan bir çocuk gibi idi.
Olmazı olur kılmak istiyordu.. Kafası ile batılı, kalbi ile müslüınan yeni bir
sentez çocuğu doğmuştu.
Ama acziyct kabul etmeyen, sadece bir vicdan sorunundan
ibaret olmayan İslâm'la, batıyı nasıl telif edecekti. Hep bir hayal uğruna
koşturdu durdu. İyi niyetliydi ama değil mi idi ki cehennemin yolları da iyi
niyet taşları ile döşeliydi!
Cumhuriyet Halk Partisi ne kadar halka karşı ve halktan
korkuyorsa, Halk Esasına dayalı bir zihniyetin ürünü, ya da onun adına
örgütlenen bir parti olan Demokrat Parti de Halk kalabalıkları içinde ona
yabancı idi.
Halkın sahip olduğu değerleri ve onların taleplerine
sahip çıkmak yerine, kurtarıcı rol oynayan, halka ne istemesi gerekliğini
öğreten bir öğretmeten misyonuna sahipli. Dolayısı ile ne CHP ve ne de Demokrat
Parti Demokrat değil, Jakoben, halka rağmen halk için çizgisinde politik
örgütlerdi.. Atatürkçü olmak, halkın değerlerine sahip çıkmak değil, halka bir
takım değerler empoze ederek, aşılayarak onları yüceltmek ve o değerlere sahip
olan halkı yüceltmek değil mi idi. Ne CHP kadrosu, ne de DP liler hiç bir
zaman bu gerçeği kavrayamadılar..
Menderes döneminde demokrasi vaadlerine rağmen cebir ve
şiddetin varolması, halkın desteğine sahip olmasına rağmen halka yabancı
kalması bu kadroların demokrasi kültürünü özüın- scmcmcsindcn kaynaklanıyordu..
Hcrşey bir slogandı.. Onun için on yıla sıkıştırılan bir macera,
destanlaştırılan kahramanlık efsaneleri ile başlamış ve idam sehpasında
noktalanmıştı.
Menderes hakkında üretilen değer hükmü çoğu kez ön yargılarının
kurbanı olmuştur.. 27 Mayıs penceresinden bakıldığında adalet yerini bulmuştu,
ama 46 ruhunu savunanlar ve 12 Eylül penceresinden dünyayı, olayları gözleyenler
için Menderes özgürlük ve demokrasi şehidi idi.
10
Bu tarih bizim tarimizdi.. Nc Menderes'in gülüşüne, ne
de kahraman ordumuzun rejimi koruyup kollama ütopyasına kurban edilemezdi..
Hem 46 Ruhu, hem 27 Mayıs, Hem 12 Mart. Hem de 12 Eylül
aynı anda kutsal olamazdı! Böyle bir iddia, nc ahlakidir, nc de tarihi
gerçekliğe sığar!
Olan olmuştur diye, her gelene ağam, gidene paşam
diyemeyiz.. İler şapkalı, asık suratb adama selam durmak zorunda değiliz!
Halk Menderes'i kendinden biri sandı. Aydın, bürokrat
bir tipti ve asker kökenli değildi.
Menderes batıyı görmüştü, orada nc gördü ise hepsini
vadc- diyordu. Ama bunu nasıl gerçekleştireceğini bilmiyordu. Tek kaynak dış
borçlanma ve yabancı sermayeye tanınan imtiyazlardan ibaretti.. Halka yeni bir
ideoloji sunulmayacaktı. Herşey halkın gayretleri ile değil, iktidarın
mahareti ile gerçekleşecekti. Menderes'in bildiği tek bir sihirli sözcük vardı:
Demokrasi.. Dc- mokrasi'yi inşa edecek olan ise Demokrat Parti idi. Atatürk
bunu gerçekleştirememişti, şimdi Demokrat Parti Atatürk'ün gerçekleştiremediği
şeyi mümkün kılarak onu aşacaktı.
İnönü, halka güvenmiyordu ama herşeyi halka yıkıyordu..
Yol yapılacaksa köylü imece usulü çalışacaktı. Herşeyi devlet yapacak, halk da
devlete borcunu ödemek için nc denirse yapacaktı. Demokrat Partililer ise
halktan sadece oy istiyorlardı.. Alkış istiyorlardı ve vadcdiyorlardı.. Halk
özgürlük bilincine sahip değildi.. Özgürlüklerini nasıl kullanacağını da
bilmiyordu. Büyük şehirlerde bu beceriye sahip olanlar ise tek parti dönemini
hatırlatan sansür uygulamalarıyla engellemelerle karşılaşıyorlardı. İnsanlar
kullanamayacakları özgürlüklere sahip olmakta serbesttiler..
Köylünün ürünü para etmeye başlamıştı. Ama nc daha
fazla çalışıyorlardı, ne de ürünü artıracak tekniğe sahipliler.. Bir takım
büyük çiftlik sahipleri traktöre geçerek servetini arttırıyor ve toprağa bağlı
köylüler ırgatlığa alışıyordu.. Köylünün ürünü para etmeye başlamıştı ama,
pazardaki herşey de aynı şekilde artmıştı. Değişen bir şey yoktu.. Rakamlar büyümüştü
hepsi o kadar..
11
Kimse dış satımı düşünmüyordu. Öte yandan ithale dayalı
maki- nalaşmanın getirdiği maliyet farkı ülkeyi giderek daha pahalı üreten ve
daha az tüketen şartlara sürükleyecekti. Parası olanlar köylünün ürünü çok
ucuza alarak aradaki farkla büyük vurgunlar vuracaklar ve her kasabada yeni
türedi zenginler ortaya çıkacaktı. 1950-60 arası meralar hızla azalacak, 40
milyon hektardan 28 milyon hektara inecekti. Kredilerin ve teşviklerin
partizanca dağıtılması ile köy ve köylü parçalanacaktı. Cami ve Kahvehane ayrışacaktı.
Halkın gözünde Demokrasi belki de traktör demekti.. DP traktörle eş anlamlı
idi. Artık köylünün atı ahıra hapsedilirken Demir Kır at köylünün yeni umut
kapısı idi.. Tarlaya 40-50 kişi römorklara binerek gidecekti. Traktör sadece
tarımda kullanılmayacak, sadece yük değil, insan taşıyacaktı. Hastalan şehre
indirecekti. Ardından Mibzer, ardından toprak altındaki suyu toprağa çıkartan
kasnaklar, Patoslar gelecekti. Demokrasi, Demirkırat olmuştu. Demirat’ın
süvarisi ise Menderes'ti.
Nasıl Traktörün dumanı traktörün arkasından geliyorsa,
plan program da iktidar icraatından sonra geliyordu.. Daha doğrusu icraat için
program değil, İcraata uygun bir program dönemi başlamıştı.
1955 lerden sonra DP nin taşra teşkilatlarına hakim
olan gnıb bu mütegallibe takımı idi. Fötr şapkalı, gravatlı adamlar.. Kasaba
zenginleri giderek şehirlere doğru taşınmaya başlayacaklardı.. Arkalarında ise
işlerini yürütmek için kahyalar bırakacaklardı. Kendileri köylünün parti
nezdinde ve Ankara'da Avukatlığını yaparken, Kahyalar bu işi yapmadan halka
kan kusturmaya başlayacaktı ve artık bu dönem DP hayallerinin bitmeye başladığı
dönemdir.. Şehirlere taşınan bu toprak ağalan, tefeciler ise yavaş yavaş şehir
nimetlerinden yararlanarak kent burjuvazisini oluşturmakladırlar. Köylülükten
kurtulmak için ve sonradan görmüş şehirli havalarına girerken fuhuş ve işreti
beraberinde büyütecek ve bu ilişkileri Ankaraya taşıyacaklardır. Giderek DP nin
politik kadrosunu oluşturanlar bu takım ve çevresinden oluşacaktır..
Lüks Nermin diye bilinen Şaziye Zeren, Demokrat
Parti'nin son günlerindeki işret alemlerini şöyle anlatıyordu: "Balo soka-
12 ğındaki
evimde oturuyordum. Telefonum çaldı. Sakıt iktidarın İstanbul polis
müdürü,şehre gelen büyük bir misafir için bana ihtiyaçları olduğunu söyledi.
Misafir sıcak ülkelerin birinin devlet başkanı idi. Şahsi işlerimle meşgul
olduğumu söyledim, özür diledim. Bir kaç dakika sonra telofon yeniden çaldı.
Bu defa karşımda Kemal Aygün vardı. "Bu yaştan sonra bu işi bize mi y apt
ıra - caksın yani, haydi göreyim seni" dedi. Bir emrivaki karşısında
kalmıştık. Ama bütün çalışmalara rağmen dört kadından fazlası bulunamadı...
Kemal Aygün'ün talimatına göre kadınlar 18 yaşından fazla olmamalıydı. Nihayet
akşama doğru, bir emniyet amiri ile devrin ahlak zabıtası şefi kadınlan teslim
aldılar. " Kıral hazretleri kızlardan memnun olmamış, zaten yeleri kadar
da kız bulunmamış.. Bu olay üzerine polis Lüks Nermin'in evini basıp, kaçak
dolar bulmuş ve içeri atmışlar. Lüks Nermin bir zamanlar resmi protokol
listelerinde adı geçen biri idi ve DP iktidarının son za- manlannı anlatırken
"İstisnasız bütün büyük zatlarla ilişkisi olduğunu" anlatıyordu.
Şale köşkü, Beylerbeyi sarayı ve turistik otellerdeki sefahat alemleri
unutulacak cinsten değildi.
DP lilcr, CHP lileri Komünistlikle suçlarken.
Komünistlerin, din, vatan, namus tanımadığından sözediyoriardı. Ama kendileri,
Komünistlere yükledikleri bu "kötülüklerden" masum değildiler.. Bu
gün Genelev gelirini kutsal kazanç sayan sağ zihniyetin kökleşmesinde DP
dönemindeki pratiklerin büyük rolü olmuştur. DP dönemi TSE damgalı bir dinin,
Amerikancı İslâm'ın, sağcı İslâm'ın şekillenmeye başladığı yıllardır. Eğlence,
fuhuş ve kumar sektörü, ilk kez DP döneminde resmen örgütlenme şansı bulacaktır.
Atatürk'ün eğlenceye düşkünlüğü, kadınh-erkekli lüks partiler ve içki tutkusu
fiilen Cumhuriyet rejimi için de yeni bir kültür oluşturmuştu. CHP döneminde bu
kültür kendi dar kalıplan içinde, toplumun ilgisi dışında sürüp gitti. Ama DP
dönemi, Demokrasi adına bu işin topluma, halka açıldığı bir dönemdi. Komünistleri
vatan hainliği ile ilham ediyorlardı ama, herhalde Türk Komünistleri'nin SSCB
için düşündükleri, DP filerin Amerika konusunda düşündüklerinden daha farklı
değildi. DP- CHP muhalefeti, bir bakıma Atatürk'ün Kemalist pratikler
açısından fark gör-
13 mcdiği CHP - SCF ihtilafından daha
farlı değildi. Eğer o gün Atatürk CHP yi seçti ise, bu o gün oturtulmak
islenen rejim açısından halkın öyle bir otoriter ve disipline edilmiş bir
politik süreç içinde bulunması gerektiği düşüncesinden kaynaklanmakta idi. Halk
ba- lılılaştıktan sonra o zaman bu otoriter yol tcrkcdilccckti. Baldılar 1950
İcrc gelirken bu sürecin tamamlanıp tamamlanmadığını görmek istediler. Sonuç
ortada!
DP iktidarı herhalde durup dururken yıkılmadı. Yıkan
sc- bebler ve şartlar belli.
Bu çalışmayı okurken, Menderes'in nasıl adım adım
batağa saplandığını göreceksiniz.
Belki de Demokrat Parti'tin en büyük tahribatı din
konusunda olmuştu. Doğru, din üzerinde CHP dönemindeki baskılara son vermişti.
Ama DP alternatif olarak yerine bir şey getirmemişti. Yine irtica tehdidinden
sözediyordu. Özellikle Bayar irtica konusunda en az İnönü kadar hassastı.
Şeriatı yaşatmamaktan sözediyordu. Ezan'ın Arapçaya çevrilmesi, Kur'an
Kursları ve İmam Hatip okullarının yaygınlaştırılması yönündeki kararlar
halkın büyük desteğine sebeb oldu. Menderes halkın önüne çıktığında "Siz
isterseniz hilafeti bile getirirsiniz" diyordu. Ama daha sonra söylediği
sözü düşündüğünde, bunu imkansız kılacak tedbirler konusunda aldığı ikazlara
göre tedbirler alıyordu. Menderes tabii ortamda, iyi bir çevrede dürüst bir
insan olabilirdi. Menderes, DP nin arkasındaki Masonik cuntanın Dcmir-el'ine
giydirilen kadife bir eldivenden başka bir şey değildi!
Balı 1945 sonrası giderek yükselen İslâm dalgasına
karşı, cepheden mücadelenin mümkün olmadığını anlamıştı. DP nin kuruluşu için
baskı yaparken aynı zamanda ülkede dini hareketin de scrbestlcştirilmcsinden
yana idi. Hatta İmam-Hatip okullarının açılması NATO ülkelerinden gelen baskı
ile gündeme gelecekti. Nasıl DP nin kuruluşu baunm baskısı ile mümkün oldu ise
İmam- Hatip okulları da aynı baskı ile gerçekleştirildi. Hatta Papa bu
okulların açıldığı günlerde Türkiye'ye gelerek konuyu yerinde incelemiş ve
hatta nakdi para yardımında bulunmuştu. Baulılar dine karşı çıkmanın rejimi zor
durumda bırakacağım biliyorlardı. En
14 iyisi
kaleyi içeriden fethetmekti. Sağcı, yumuşatılmış bir Islâm, hem balının
çıkarlarına uygundu, hem de giderek yükselen İslâmî hareketi engelleyecek tek
çözümdü, imam Hatip okulları bu yumuşatılmış din anlayışının misyoner okulu
olacaktı. İstenen, Incil'e benzeyen bir Kur'an yorumu, Kiliseye benzeyen bir
cami ve papaza benzeyen bir din adamı. İslâm'da din adamt sınıfı yoktu ama, bu
yolla TSE damgalı, uyumlu, halkın dine ilgisinin yüksek olduğu bir dönemde,
camilerde ve okullarda din adına bu yeni İslâmlık halka empoze edilecekti. Yeni
İslâmlığın ideolojik temelleri Antikomünizm olacaktı. Bir tezden çok siyasal
bir antitezle bütünleştirilecekti. Anti komünizmin politik arenadaki temsilcisi
DP idi. Böylccc dindarlar CHP ye karşı yeni oluşumun politik tabanını
oluşturacaklardı.. Zaten müslümanlarda varolan CHP nin şahsında rejime ve
komünizme karşı düşmanlığı böylccc sağcı, anıikomünist bir İslâmlık anlayışı
ile DP ye kanalizc edilecekti. Ve edildi de. Sağcı İslâmlık hareketi böyle
doğdu. CHP nin, tek parti döneminde hcrtürlü baskıya rağmen başaramadığı bir
şeyi, DP, müslümanlardan yana görünerek başardı ve onlara sadece şekilden
ibaret bir İslâm verdi.
Bu çalışma, bu anlamda, bu günümüzü değerlendirmede
faydalı olma düşüncesi ile hazırlanmıştır.
Bir roman ya da hikaye kitabı değildir. Alışılmış bir
tarih kitabı da değil. Belki bir kronoloji çalışmasıdır.
Bu kitap kimseyi övmek ya da kimseye sövmek için yazılmamıştır.
Bu günümüzü, yanılgılarımızı, geri kalmışlığımızı açıklayacak ve hatalarımızı
düzeltmeye yarayacak bir arayış için insanları uyarmayı amaçlamaktadır. İnönü
ya da Menderes'ten ibaret bir dünyayı sorgulamıyoruz. Belki sorgulanması gereken
ne tek başına İnönü ve ne de tek başına Menderes'tir. Toplumun kendisidir. Hâlâ
46 Ruhunu kendi varlığı için bir başlangıç kabul edenler, hanedanlık özlemi
içindeki sağcı tipleri ve çağdaşlık, ilericilik adına kendilerine eski şefin
oğlunu veliahd edinenlerin varolduğu, alkışlandığı, umul gibi gösterilmeye
çalışıldığı bir zamanda, bu kitabın eleştiri yönelttiği topluluk, hâlâ bu
siyasal yanılgıya hayat vermeye çalışan kalabalıklardır.
15
Her topluluk layık olduğu gibi yönetilecektir ve sizler
kendi hakkınızdaki hükmü değiştirmedikçe, Allah sizin hakkmızdaki hükmünü
değiştirmeyecektir.
Müslümanlar, aynı çukura iki kez düşmemek durumundadırlar..
Bu kitapla bu dizinin sonuna yaklaşmış bulunuyoruz.
Belki bu kitap, konunun en heyecan verici noktasında noktalanmaktadır.
Menderes dönemi 27 Mayıs sabahı bitmektedir. Artık 27
Mayıs dönemi başlamaktadır. Yargılamalar, İthamlar, Menderes gerçeğini
sorgulamaktan çok, rejimin kendi iç hesaplaşmasıdır.. Bir ihtilalin kendi içine
sindiremediği meşruiyetini başkalarına is- batlamak için uydurduğu hayali
gerekçelerle sulandırılmış bir dönemdir. Bebek davaları, köpek davaları ile
gayesinden saptırılmış, bir kin ve intikam mahkemesidir.. Tl Mayıs
darbesi. Yassıa- da yargılamaları ile hukuku maskara etmiştir bana kalırsa..
De- mokrasi'nin militarizm saksısında yetişmeyeceğini anlamak için herhalde
dahi olmaya gerek yok.
Kurtarıcılardan kurtulmadan ne banş ve ne de
özgürlükten, ne insan haklarından ve ne de hukukun üstünlüğünden sözetmek
mümkün değildir.
Bu dizimizin son kitabı olan "İhtilaller
Döneminde", Tanzi- mattan başlayarak 1980 darbesine kadar geçen olayları
ele almaya çalışacak ve özellikle Tl Mayıs İhtilali, 12 Mart ve 12
Eylül'ü değerlendireceğiz.
Yeni çalışmamızda buluşmak ümidi ile selam ve dua.
Abdurrahman Dilipak Acıbadem-1990
16
MENDERES *İN KİMLİĞİ
Yıl 1899
1945-60 yılları arasındaki zaman dilimine, çok partili
dönem, DP dönemi demek mümkün. Ama herhalde hiç kimse bu döneme "Bayar
Dönemi" demeyi aklının ucundan bile geçirmez. Bu döneme damgasını vuran
tek bir kişi varsa O da Menderes'tir. Bu nedenle de Menderes'in hayatı ve
kişiliğini daha yakından tanımak için biraz gerilere, 1800 lü yılların
sonlarına doğru uzanmamız gerekir.
Adnan Menderes 1899 yılında İzmir'de bir ailenin 2.
çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası Mülkiye mensubu bir memurdu. Annesi Tevhide
hanım ise Hacı Ali Paşa'nın kızı idi. Adnan daha sonra "Hacı Ali paşazade
Adnan" olarak adlandırılacaktı. Adnan da paşazade idi. Şevket Süreyya,
Menderes'in Dramı'nda ayrıca bu aile ile ilgili olarak şu bilgilere yer verir:
"..Bu aileye Halepz- âdcler de diyorlar. Hatta aile şeceresinde asıl büyük
dede olarak görülen Hacı Mehmet efendinin Kcrkük-Süleymaniye taraflarından
olduğu da söylenir. Menderes, Kâtipzadeler ailesine baba tarafından bağlıdır.
Babası Ethem beyin annesi Fitnat hanım, Yani Menderes'in hayatında büyük yeri
olan büyükanne Kâlipzâdeler- dendir. Fitnat hanımın kocası İsmail beyin aslen
Mora'h olduğu söylenir. O da hem memur ve hem de çiftlik sahibi idi. Dedekuyu
civarında bir çiftliği varmış. Ama saulmış. Şecerede Kâtipzadeler kolu, olduğu
gibi görülür."
17
"Menderes'in dedesi Hacı Ali Paşa ise başka tip
bir insandı. Menderes'in dedesinin, kendisine söylediği gibi, Konya'dan kısmet
aramaya gelen bir yörük olması da mümkündür. Daha inanılır araştırmalar, onun
Konya'dan değil, Eskişehir çevresinden Tire tarafına göçen Tatar olduğunu
gösterir. Mesela eski başvekillerden Şemseddin Günaltay, Menderes'in dedesini,
edindiği bilgilere göre Eskişehir tatarlarından olarak anlatmıştır. Nitekim
Menderes simasında Tatarlara özgü hatlar, çizgiler belirli olarak görülür.
Eskişehir Tatarları daha ziyade 1877-78 Osmanh Rus harbi üzerine Dobruca'dan
buralara göçermiş olarak bilinirler. Bunlar, Kırım Tatarlarının devamıdırlar.
Bu Tatarlardan Ali isminde birinin, genç yaşlarında Eskişehir taraflarından
kalkarak Tire çevresine geçmiş olduğu anlaşılıyor... Tire taraflarında bir
çiftliğe kâhya olduğu söylenir. Gene söylendiğine göre, işte bu kâhyalık
sırasın- ’ dadır ki, Ali, Çiftliğin dul kalan hanımı ile evlenmiş ve böylccc de
Ali Ağa olmuştur. Genç ve güçlü çiftlik kâhyalarının, çiftliğin dul kakın
zengin kadınları ile evlenmesi, hatta evlendirilmeleri ise, Anadolu'da daima
rastlanan bir haldir. İşin sonrası ise malum: Ali Ağa az sonra Hacı Ali Ağa,
Hacı Ali Paşa olur. Çünki bir gün saraydan kendisine bir de sivil paşalık
fermanı gelir. Son Osmanlı İmparatorluğunda halktan gelen bu tür paşalara
"Miri miran" derlerdi. Anadolu'da Abdulhamid birçok "Miri
miran" yarattı. Bunların asker paşalığı ile bir ilgileri yoktur.... Air
de böylcce idareye sadık bir Hacı Ali Paşa oldu. Hem Küçük Menderes, hem Büyük
Menderes havzalarında nüfuzunu kurdu. Tircii Hacı Ali Paşa olarak şöhret
buldu. Menderes'in ilk gençlik yıllarında "Hacı Ali Paşazade Adnan"
olarak kendini tanıtması, bunu imzalarında kullanması böylccc mümkün oldu...
Rum cşkiyası Balkan harbinden önce veya o sıralarda Hacı Ali Paşa'yı pusuya
düşürerek öldürdüler. Söylentiler, bu köylü ve eşkiyalardan bazılarının
tutulup idam edildikleri merkezindedir."
Adnan Menderes'in babası, hukuk tahsili yapmış, iyi
konuşan, kültürlü, okuyup yazan, edebiyata meraklı hassas ruhlu biri idi.
Önemli bir mevkii yoktu. Tahrirat kâtipliği gibi bir işi vardı. İzmirli idi ve
Kâtipzâdeler olarak tanınan bir aileden geliyordu.
18 İbrahim Ethcm bey, çevresinde
saygınlık uyandıran biri idi. Annesi ise Abdiilhamid döneminin paşalarından
toprak sahibi Hacı Ali Paşa'nın kızı "Tevfika" hanımdı. Paşa'nın dört
hanımı vardı. Korkusuz, ve sert mizaçlı biridir. Tevfika hanım ise zayıf,
ürkek, iri güzleri olan, soluk yüzlü hassas ve sağlıksız biridir. Adnan'ın anne
ve babası bir aşk evliliği yaparlar.. Daha doğrusu annesi babasına kaçar.. Bu
iki hassas, zayıf, sağlıklan pek iyi olmayan gencin mutluluklarını gölgelemek,
belki de onları ölüme göndermek demek olacağından aileleri, bu durumu
kabullenmek zorunda kalırlar. Ardından düğünleri yapılarak aile onayını
bildirir. Derken çok güzel bir kız dünyaya gelir. Melike.. Ardından Adnan..
Ancak annenin sağlığı giderek kötüleşmektedir. Teşhis: Verem. Hem anne, hem de
baba aynı hastalığın zebunudurlar! Adnan, Aydm'da Sarayiçi mahallesinde büyük
dayısı Sadık beyin konağında dünyaya gelir. (Adnan Menderes 1 Nisan 1947 de
İzmir'de yaptığı konuşmada "Doğduğum ve büyüdüğüm güzel İzmir" gibi
bir ifade kullanmış ise de doğum yeri Aydın'dır. Ancak Menderes'in askerlik
sicili ve nüfus cüzdanında doğum yeri İzmir olarak görülür) Aile mutludur.
Fakat Aydın'ın havası ve suyunun sağlıklarına yetmediğini düşünen aslen
İzmir'li olan Fitnat hanım (babaanne) gelini ve torunlarını yanma alarak
İzmir'e gelir. Adnan ve kardeşi Melike daha küçük yaşlarında iken anneleri
yatağa düşer. Önce annesi, ardından kardeşi Melike, daha 6 yaşında iken hayata
gözlerini yumar. Melike de veremden hayatını kaybedince aileye bir matem
havası çöker. Adnan, babası Ethcm bey ve babasının annesi Fitnat hanımla
yalnız kalır.
Çocukluğu Kcstclli'dcki evlerinin hemen yakınındaki Sa-
lepçioğhı Camimin önünde büyük bir yalnızlık içinde geçer. Yalnızlık ve ölüm
korkusu, hastalık korkusu Küçük Adnan'ın hayatını altüst edecektir. Zaten çok
geçmeden İzmir Gurabaa hastahanc- si hekimi Şehri bey Adnan'a verem teşhisi
koyacaktır. Verem bu ailenin en büyük baş belası gibidir. Ninesi Fitnat hanım
da veremden ölmüştür. Menderes'in Halası, Fitnat hanımın annesi ve babası da
veremden ölmüştür. Verem bir kabus gibi ailenin üzerine çökmekte, Fitnat hanım
soyunun son kişisini adeta vereme karşı canhıraş bir savaşla korumaya
çalışmaktadır.. Adnan Menderes hayan boyunca yalnızlan oynayacaktır.
Kalabalıklar içinde bile yalnız bir adam! Çocukluğu sokakta değil, her zaman
büyük bir ihtimam alımda geçti. Hiç bir zaman özgür olamadı. Çocuklarla
serbestçe oynayamadı.. Her zaman gözetim altında idi. Yaptığı her işe dikkat
etmek ve hesab vermek durumunda idi. Saksıda yetişen nadide bir çiçek gibi
idi.
Adnan bir ailenin tek çocuğu olarak yalnız kaldığında,
aslında tüm yalnızlığına karşılık farkında olmadığı bir servetin de sahibi
olmuştu. Annesinden Aydın civarındaki Çakırbeyli çiftliği miras kalmıştı.
Küçük Adnan, 1910 yılında İttihat Tvrakki okuluna
başladı. Adnan Menderes'in bu okullardaki arkadaşlıkları, onun siyasi hayatına
da yansıyacak, Muzaffer (Arel), Rıfat (Kadızâdeler), Nus- - ret (Dülgcr)lcr ile
yakın ilişkisini sürdürecektir.
Menderes, zayıf bir bedene sahipti. Annesini, ardından
kardeşini kaybetmesi onu iyiden iyiye içine kapanık yapmıştı. Derken sıra
Ethem Bey'e geldi. Annesi ve tek çocuğunu üzmemek için hastalığını gizlemiş,
ama artık işin gizlenecek tarafı kalmamıştı. Doktorlar İsviçre'de tedavi
olmasını tavsiye ediyorlardı. Baba, annesinden ve oğlundan ayrılmak
istemiyordu. Durum ümitsizdi, sonunda yola çıkmaya karar verdi. İstanbul'a
geldiğinde iyiden iyiye ağırlaşacak ve yerleştikleri Meserret Otcli'ndc hayata
gözlerini kapayacaktı. Ölüm sebebi Verem ve birlikte seyreden Kalp hastalığı
idi. Annesi ve oğlu, durumun ağırlaştığını geç öğrendikleri için, ölümüne
yetişemeyeceklerdi. Ethem bey tekrar İzmir’e götürülmeyecek, Kocamustafa Paşa
kabristanına defnedilecekti.
Yaşlı kadın, torunu ile yalnız kalmıştı. Adnan ciddi
bir sarsıntı geçiriyordu, öte yandan ailenin en önemli geçim kaynağı olan
çiftlik sahipsizdi ve durumdan yararlanmak isteyen akrabaları çiftliği kendi
aralarında paylaşmak isliyorlardı. Bunun önünü almak için Fitnat hanım,
torununu İttihat Terakki mektebinden alıp "İzmir Amerikan Koleji"nc
kaydını yaptırdı ve kendisi Ay- dın'a giderek çiftliğin başına geçti. Fitnat
hanım sürekli olarak İz- 20 mir'lc Aydın arasında mekik dokuyordu.
Aslında Menderes'in annesi Tevhide hanım da, Fitnat
hanım da dinine düşkün insanlardı. Tevhide hanım hasta günlerinde sürekli
Kur'an okuyordu ve Kur'an okuyarak hayatını kaybetmişti. Ancak ne baba ve ne de
annesinin Adnan'ın eğitimi üzerinde ciddi bir etkileri yoktu. Küçük Adnan'ın
çocukluğu acılar içinde geçmişti ve tam birşeyler anlamaya, konuşmaya, soru
sormaya başladığı zaman ise İzmir yöresindeki İttihatçıların açtıkları bir mektepte
dünyayı tanımaya başlamıştı. Fitnat hanım da dinine düşkündü. Ama onun için
din daha çok geleneksel bir anlam taşıyordu. Torununun iyi yetişmesini
sağlamak için Adnan'ı Amerikan kolejine yazdırmakta hiç bir sakınca görmüyordu.
Adnan'ın kişiliği İttihat Terakki Mcktcbi'nde ve Amerikan kolejinde biçimlenecek
ve bu çizgi hayatı boyunca da varlığını hissettirecektir. O gerçek anlamda bir
öksüzdü. Anneden, babadan öksüzdü. Ölü bir imparatorluğun, ayağı yerden
kesilmiş bir dinin öksüzü.. Onu hayata bağlayan, ona hayatı öğreten bir tek
kaynak vardı, o da baba annesi: "Ben ilk terbiyemi, ilk eğitimimi onun
tükenmez şefkati, tükenmez ilgisi, tükenmez sabrından aldım." Babaanne!
Menderes'in asıl kişiliğini, aile ile bağını bu kadın sağlamaktadır. Menderes
biraz da babaannesinin eseridir.
Adnan'ın kolej hayatına tanık olanlar, onu ciddi,
düzenli, okuyan ve hareketli bir insan olarak tanırlar. Giderek daha neşeli bir
havaya bürünmüştü. İngilizcesini ilerletiyor, spor yapıyordu. Bir yandan futbol
takımında oynuyor, öte yandan öğrenci toplantılarını, partileri hiç
kaçırmıyordu. Okulun havasına uyum sağlamıştı! Yazları ise ninesinin yanına,
Aydına, çiftliğe gidiyordu.
Bu sırada mülk ve para işlerinin idaresi Avukat Fevzi
beye kalmıştı. Uzun yıllar Menderes ailesinin çiftliğini yöneten bu kişi, Adnan
bey in ve Fitnat hanımın güvenini kazanan bir aile dostu idi. Yine bu kişinin
dikkat çekici bir diğer özelliği ise, yıllar sonra Menderes'in ilişki kurduğu
sanatçı Ayhan Aydan'ın dayısı olmasıdır.
18 yaşına kadar hayat böyle akıp gitti. 1. Dünya
savaşının sıkıntılı günleri yaşanıyordu. Amerikan kolejinin son sınıfında
21 okurken ihtiyad zabiti olarak askere
çağırıldı. Fitnat hanım çaresiz ve yalnız kalmıştı. Çiftlik işleri tek başına
üstüne yıkılmıştı, artık her hafta gidip ziyaret edecek bir torunu da yoktu.
Çiftlikte hayat giderek zorlaşıyor ve aruk gelir getirmekten çok, adeta
bakımsızlıktan yük haline geliyordu.
Adnan'ın görev yeri İstanbul Erenköy'dü. Kısa sürede
"İhti- yad Zabitleri Talimgâhı"na katılarak görev başı yaptı. Kısa
bir eğilimden sonra yedek subay olarak cepheye gönderilecekti. Her hafta,
babasının hayata gözlerini yumduğu Meserret Olcli'nc geliyor ve orada
kalıyordu. Ninesine mektup yazarak onu İstanbul'a çağırdı.
Av. Orhan Cemal Fersoy'un "Bir devre adını veren
başbakan Adnan Menderes" isimli kitabında belirttiğine göre Menderes
Fitnat hanımı annesi olarak biliyordu. Fitnat hanım İstanbul'a gelişinde
Meserret Otcli'nde gerçeği Adnan'a anlatacak, ağlaşacaklar ve o günden sonra
Fitnat hanıma "Anne" değil de artık "Nine" diye hitap
edecekti.
Adnan'ın ilk kez gerçek anlamda toplumla karşı karşıya
kalması ve dünyayı kendi gözü ile tabii ortamda kavraması bu asker ocağında
oldu. İlk kez kendi halkından her seviyeden insanla bir araya geliyor ve
onlarla sofrasını, yatak odasını ve duygularını paylaşıyordu. Zengin çocukların
okuduğu Kolej havasından hayatın ter kokan gerçekleri ile yüzyüze geliyordu.
19 yaşında bir ihtiyad zabiti. Annesi, babası ve
kardeşini kaybettikten sonra, ninesinin gerçek annesi olmadığını öğrendiği gün,
kolej sıralarından kopup gelen bir çocuğun, dünya savaşının yakıcı ortamında
kendini yapayalnız hissetmesinin fırtınalı düşünceleri arasında şaşkın
vaziyette idi.
Adnan, sonraki hayalında bu çelişkilerin, bu acıların,
mutlulukların ve zenginliklerin bileşkesini kimi zaman kronolojik bir sıra
ile, kimi zaman birbirine karıştırarak yaşayacaktır..
Adnan özümsediği bir hayatta gerçek irade sahibi bir
insan değil, belki de rüzgârın şekillendirdiği bir bulut kümesi, vakıaların
yönlendirdiği, rüzgâr gülünü hatırlatan bir tipi canlandırmakladır. Menderes
tarihin aktörüdür. Menderes bu anlamda tarih ya-
22 pan
biri değil, tarih olan bir insandır,
Adnan'ın kişiliğinin oluşmasında, Anne-babasından çok,
okul hayalı, askerliği ve ninesi etkili olmuştur. Adnan'ı hayata bağlayan
aileden tek bağ Fitnat hanımdı. Fitnat hanımın İstanbul günleri yalnızlık dolu
idi. Oğlunun mezarını ziyaret etmekten başka bütün bir hafta yapacak hiç
birşeyi yoktu. Cuına'ya kadar Adnan'ı bekliyor, iki gün birlikte oluyorlar ve
yine aynı yalnızlık başlıyordu.
Fitnat hanım Adnan'a sürekli çocukluğunu, ailesini
anlau- yor, kendi geleceğinden, Adnan'ın geleceğinden ve ülkenin geleceğinden
kaygı duyuyordu.
Fitnat hanım sonunda kararını verdi. Böyle beklemekle
olmayacaktı. İlk vapurla İzmir'e dönmek isliyordu. Tek gelir kapısı olan
Çiftlikteki durumu merak elliyordu.
Bir perşembe günü Fimai hanım İzmir'e gitmek üzere Gül-
ccmal vapurunun merdivenlerine kadar gelmişken, Adnan'ın gözyaşlarına
dayanamayıp tekrar otele geri dönmek zorunda kalmıştı. Belki Adnan cepheye
gönderilecekti ve birbirlerinden bir daha haber alamayabilirlerdi. Bir süre
daha Fitnat hanım İstanbul'da kalmalı idi ve öyle de oldu.
Gidipte dönmeyecek olan Adnan değil, meğerse Fiuıat hamın
imiş. Fitnat hanım da odasında sessiz sedasız hayata gözlerini yummuştu. Adnan
bir kez daha yalnız kaldı. Arlık arkasından gözyaşı dökecek kimsesi kalmamıştı.
Yıllar sonra Adnan Menderes şöyle diyecektir, onca
insan kalabalığına rağmen "Ben yalnızdım kardeşim.. Hayat boyunca
yalnız... Yalnız ve kimsesiz"
O dönem aydınları yenilgiyi, ihaneti ve sürgünü iyi
biliyorlardı. Ne tam Osmanlı sayılırlardı, ne de batılı.. İttihatçıyız diyorlardı
ama, işleri güçleri tefrika çıkarmaktan başka bir şey olmayan bu güruhun büyük
bir bölümü müslüman bile sayılmazdı. Adnan böyle bir dünyada tanıdı insanları.
Kalbi ile müslüman, kafası ile batılı yeni hasta aydın tipi bu ortamda kendi
kimliğini üretti.
İstanbul'daki günleri sayılı idi. Suriye cephesine
tayini çıktı. Şam'a doğru giderken, Filistin gerçeğini biliyor mu idi
dersiniz?..
23
Herhalde Filisti” -rçeğini bilse ve acısını duysa idi,
iktidar pratiklerinde bu acının eseri görülmesi gerekirdi. Belki de askerler
için böyle bir duygu sözkonusu değildir ama, ittihatçı zabitlerin çoğu, kendi
"öz vatanımızın" dışında Araplar için savaşmayı gereksiz bir iş
olarak görüyor olabilirlerdi.
Birinci Dünya Savaşı son günlerini yaşarken, Osmanlı imparatorluğu
için artık parçalanma kaçınılmaz gözüküyordu. Ve Adnan daha Şam'a varmadan
yolda zehirli sıtmaya yakalanacak ve geri hizmete atanarak İzmir'e 17. Kolordu
Emrine tayin edilecekti. Ve tekrar İzmir!
İzmir'e geldiğinde onu zafer sevinci değil mağlubiyetin
acıları karşıladı. Mütareke ilan edilmişti. Acılar, yoksulluklar, yılgınlıklar,
perişanlık dizboyu 'di. Ingilizler, Fransızlar, Italyanlar imparatorluğu
paylaşmaya hazırlanıyorlardı. Vatan topraklan iş-ı gal ediliyor ve her kafadan
bir ses çıkıyordu. Halk direnmek için silaha sanlırkcn ittihatçıların çoğu
ülkeyi terkediyorlardı.
İzmir'de beklemediği bir zamanda celp tezkeresi ile
karşılaşan Adnan, bu kez eline terhis teskeresi tutuşturularak kapıya bırakılıyordu.
Artık aid olduğu bir yer, bir iş, meslek, aile hiç bir şey yoktu. Yalnız ve
çaresiz!
Tek gideceği yer vardı, baba evi, annesinden kalan
çiftlik. Çifliktcn uzun zaman ayrı kalmıştı. Ne olmuştu, ne yapabilirdi, hiç
bir şey bilmiyordu.. Ne okul hayatında öğrendikleri ve ne de askerlik hayalı,
onu bu hayata hazırlamamıştı. Ama yapacak, gidecek başka bir yeri ve işi de
yoktu. Aydın'a gitmeye karar verdi.
Çiftliğe geldiğinde kâhya ve hizmetliler
"bey"i kapıda karşılamışlardı. Adnan artık bir "toprak
beyi" idi.. Toprağı işlemek için para gerekli idi, bilgi gerekli idi.
Kâhya "bey"c bağlı kalacak ve toprağı ekip biçecekti. Ama para
gerekli idi. O zaman Osmanlı düzenine göre, yetimlerin mal ve mülklerini
korumak ve onların ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan "Eytam
idaresi" (Yetim Fonu) na başvuracak ve burada biriken bir miktar parayı
alarak, çiftlik hizmetleri için bu parayı kullanacaktı.
İlk mevsim kötü geçti. 1918 kışının mevsim olarak hiçte
ve-
24 rimli
olmaması yanında, Yunanlılar İzmir'e asker çıkarmış içeri doğru ilerliyordu ve
Çiflik araçlarının, deposunun eşkiya baskınlarına karşı korunmasında güçlük
çekiliyordu.
Celal Bayar'la Tanışma:
Adnan (Menderes), Galib Hoca adı ile bölgede dolaşarak
Milli Mücadele Harekelinin örgütlemeye çalışan Mahmut Celal bey (Celal Bayar)
ile bu günlerde karşılaştı. Ama tanışmaları mümkün olmadı. Savaşın gürültüsü
arasında gelip gitmeler sırasında oturup konuşma fırsatlan olmadı. Ama
gıyablannda her ikisi de birbirini tanıyordu. Gerçek anlamda oturup
konuşmaları ancak 1930'Iarda mümkün oldu.
Menderes ilk kez Amerikan Koleji'nde talebe iken Celal
Ba- yar'ı bir öğrenci grubu ile birlikte ziyaret etmişlerdi. Adnan (Menderes),
DPnin kuruluşundan sonra bu olayı çevresindekilere şöyle anlatacaktı:
"Kolejde talebe idik. Bir Türk talebesi hristiyan olmuştu.. Bu hal büyük
bir infial yaratmıştı. Teessüf ve teessürlerimizi etrafa duyuruyorduk. Milli
ve dini duygularımızı ifade için zamanın ricaline ziyaretlerde bulunuyorduk. Bu
arada İzmir ittihat ve Terakki Cemiycti’nin kâtibi mesulü ve temsilcisi
sıfatıyla zatı âlilerine de gelmiştik..." O zaman sene 1913'ü
gösteriyordu.
Anlaşıldığı kadarı ile, Bayar o günlerde Menderes'i
sadece, Çakırbeyli direnişindeki katkıları ile hatırlamakta ve kendisine yardımcı
olan bu genç hakkında bilgi sahibi olmaktadır. Ama Menderes onu daha yakından,
ama gıyabında tanımakladır. O bir İttihatçıdır ve Milli Mücadele saflarında bir
hoca kıyafeti ile dolaşmaktadır.
1919 Haziran'ında, Aydın'a saldırmaya hazırlanan Yunan kuvvetlerine
karşı, milli mukavemet güçleri Çakırbeyli çiftliğinde üslenmişlerdi.
Bu olay Adnan'ı derinden etkiledi. Eğer vatan
kaybedilecek olursa, geriye nc çiftlik ve ne de başka bir şey kalacaktı.
Gerekirse
25 çiftliği feda etmek pahasına da olsa
direnişe katılmalı idi. Ama nasıl?.. O yedek subaydı. Milis kuvvetlerinde
efeler nezdindc vazife alamazdı! Nizami orduya katıldı ve fırka komutanının
emir subayı oklu Onun bu tercihi, aynı zamanda siyasi sahadaki önlenemeyen
yükselişinin de fitilini ateşleyecektir. O halkı değil orduyu seçmişti, ama
halkın elanca teveccühüne rağmen, onu ait olduğu ordu alaşağı ederek hayatına
son verdi. Dramatik sonu hazırlayan kararı o gün Menderes kendi hakkında kendi
mi vermişti yoksa?!
26
GENERAL SABİS MENDERES'İ ANLATIYOR
Menderes, siyasi tarih hatıratlarında adına pek
rastlanan biri değil. Bayar da Çakırbcyli'nin genç "bey" ini
anlaşılan o zamanlarda fazla önemsememiş. Çünki her yerde herkes aynı
fedakârlığa hazır gözükmektedir. Menderes'ten kendi hatıratında söz eden
kişilerden biri de General Ali İhsan Sabis'lir.. Daha sonra da Mustafa
Kemal'le karşılaşmalarında, Mustafa Kemal, Menderes hakkında "Bu gence
dikkat edin " talimatını verecektir.
20 yaşlarında kendini Çakırbcyli çiftliğinde Milli
Mücadele şartları içinde bulan Adnan bey, Malla sürgününden dönen Ali İhsan
(Sabis) paşayı Kuşadası'ndan İzmir'e gelişinde karşılayarak cepheye intikalini
sağlamakla görevlendirilmişti. Ali İhsan Paşa, 1 ngiIizler tarafından
İstanbul'dan Malıa'ya sürülmüştü. Malta dönüşü Ankara'da bekleniyordu. Adnan
bey bu vesile ile Ali İhsan Sabis'le tanışacaktı.
Ali İhsan Sabis İngilizler tarafından sürgün edilmişti
ama. bir İtalyan gemisi ile Malla'dan kaçarak Kuşadası üzerinden İzmir'e
geliyordu. Ali İhsan Sabis "Harp Hatıralarım" isimli eserinde bu
karşılaşmadan şöyle bahsediyor: "Bir yandan bu muharebeleri yaparken
diğer taraftan Ankara'ya bir an evvel varmak üzere acele ediyordum. Söke'de
ancak bir gün kalmış idim. Hamam yapmak, noksanlarımı ikmal ve hususiyle yatak
tedarik etmekle meşgul olmuştum. 27 Eylül'dc Söke den bir at üstünde hareketle
Ko- çarh'ya gittim. Orada 1950 senesinde Demokrat Parti'nin ilk başbakanı olan
Adnan Menderes i genç ve ateşli bir yedek teğmen ve
27 müfreze kumandanı olarak görüp
tanıdım. Ertesi sabah, Adnan beyin temin etliği yeni dinç atlarla ve kendisiyle
birlikte Yenipazar'a gittik. Öğle vakti Cumali köyünde Yörük Ali ele ve
arkadaşları ile karşılaştım. Bunlarla beraber öğle yemeği yedik. Efelere,
vatan ve istiklâl savaşına yardım ve hizmet etmek için kendilerinden
beklediğimiz hizmetleri izah ettim. Bundan sonra tekrar atlarımıza binerek
Yenipazar'a hareket ettim.
Yolda at üstünde giderken çokça süratli ve az adeta
yürüyüş kullanıyordum. Bana refakat eden genç teğmen Adnan beyi dikkatle
tetkik ediyordum. İndiğimiz zaman yanıma çağırıp kendi müdafaa ve tarassut
tertiplerimiz ve düşman postalan hakkında tafsilat soruyordum. Genç teğmenin
verdiği cevaplar, ateşli zekâsı ve dinamik karekteri dikkatimi çekmiş idi.
"Muvazzaf subay ol- , sa idi yanıma alır ve bir kumandan olarak
yetiştirmeye çalışır idim" diye düşünmüştüm. Bu takdirin verdiği şevk ile
kendisine oıdumu/un, Yunanlılara karşı nasıl tertibat alması lazım geldiğini ve
bir gün yapacağımız taarruzun nasıl olabileceğini o zaman kısaca izah etmiştim.
Koçarlı'da aile çiftliğinin bulunduğunu öğrendiğim için kendi arazisinin
üzerinde düşmana karşı müdafaya memur olmasını daha uygun bularak karargâhıma
almak fikrinden vazgeçtim. O zaman sezmiş olduğum zekâ ve eneıji boşuna
gitmemiş, zaman onu demokrasi mücadelesine sevkederek 1950'de DP iktidarının
başbakanı yapmış ve şüphe yok ki benim tasavvur ettiğim hizmet yolundan daha
faydalı bir yola sevket- miştir. Ben o zamanki genç teğmenin bu günkü Adnan
Menderes olduğunun farkında değildim. O zaman soyadı yoktu. 1949 da parti
işlerini görmek üzere Adnan Menderes ile Teşvikiye'deki mütevazi evimin
odasında toplanmış idik. Harbe ait resimlere bakarken Koçarlı hadisesinden
bahis açıldı..." Ve böylece General Sabis Menderes'i bir kez daha yakından
tanımış olacaktı. Ama o güne kadar da, o zaman değer verdiği genç subayı bir
daha arama gereği duymamıştı anlaşılan.
Zö
ÇAKIRBEYLİ ÇİFTLİĞİ
Adnan beyin asıl mal varlığı Çakırbeyli çiftliği idi.
Yaklaşık 70 milyon m2 lik bir alanı kaplayan bu dev çiftlik (Bazı
kaynaklarda 35 milyon m2 olarak ta gösterilmektedir. Daha doğrusu
eskiden çok daha büyük bir sahayı kaplarken, çiftlik Menderes'in annesine miras
kaldığında ancak bu kadar bir alanı kaplıyormuş) Aydın'a 11 km mesafede Koçarlı
ilçesine bağlı bir bölgede bulunmaktadır. Çine çayı ile Menderes ırmağı,
Çakırbeyli yakınlarında bir araya gelmektedir. Çiftlik dedesi Hacı Ali Paşa'dan
annesi vasıtası ile kendine miras kalmıştı. Çiftliğin önemli bir bölümü sulak
araziydi ve bakılması halinde verimli topraklarda bulunuyordu. Çiftliğin
Menderes havzasına düşen sulanabilir kısmı 4-5 milyon m2 olarak
biliniyor. Ancak bu çiftlikten Menderes'in eline geçen kısmı 3500 dönüm kadar
olsa gerekir. Büyük bir kısmı, mirasçılar tarafından gaslıcdilmiş, yerli
yağmacılar şöyle ya da böyle ele geçirmişler, sahipsizlikten elden çıkmış.
Hacı Ali Paşa buralara Tire üzerinden, Konya'dan
gelmişti. Daha sonra Paşa rütbesini alan Hacı Ali Paşa'nm satın aklığı Ça-
kırbcyli Çiftliği daha önceleri Karagöl mevkiini de içine alan çok geniş bir
alana yayılıyormuş. Zamanla verimsiz araziler terkedile- rek, bir kısmı
Çakırbeyli köylülerine mera olarak bırakılmak sureti ile, bir kısmı da
topraksız köylüye bırakılması sonucu 1945 yılına gelindiğinde 2.450.000 m2
ye düşmüş. Çiftlikte 11 artezyen kuyusu bulunuyormuş ve aynı zamanda Köşk diye
tanımlanan merkezi Çiftlik evi iki katlı, 7 odalı bir evden oluşuyormuş. Ayrı-
29 ca garaj, ahır, Çiftlikte
çalışanların kaldıkları evlerle küçük bir köy havasındaki çiftlik bölgedeki
belli başlı çiftlikler arasında sa- yılıyormuş.
Adnan bey ise sıradan bir toprak ağası değil bir
çiftlik beyi havalarında, okumuş, dil bilen ince bir adam. 25 yaşlarındaki bu
delikanlı kolej yıllarının ardından kendini savaş içinde bulmuş, ardından da
toprakla başbaşa kalmıştı. 1923-24 yıllarında düşmanın bu topraklardan
ayrılmasından sonra Adnan bey, silahını bırakıp tekrar toprağa sarılacaktır.
Yazın kavurucu sıcağı, kışın ansızın bastıran yağmurla gelen sel felaketi ile
uğraşmak zorunda kalıyordu. Çiftlik kâhyası Abdi ağanın yardımları olmasa idi,
herhalde Adnan beyin bu işlerin üstesinden gelmesi mümkün olmayacaktı. Abdi
ağa işini bilen biri idi ve kısa sürede fiilen çiftlik işlerinde insiyaıifini
ortaya koymuştu. 1929 yılındaki büyük kuraklık yılında nerede ise iflasın
eşiğine gelen çiftlik, yine Abdi Ağanın maharetleri sayesinde kurtarılacaktı.
1930 yılında Adnan bey bir yenilik deneyerek pamuk ziraatına girecek ve bölgede
ilk kez pamuk ekimi yapacaktı. Pamuk ziraatı Adnan beyin yüzünü güldüren bir
beyaz altın olarak toprakta boy verirken rejimle pek sorunu olmadığı, politika
ile fazla ilgilenmediğini görüyoruz. Kolejli delikanlı, askerlik tecrübesinin
ardından yeni bir toprak beyi, genç bir müteşebbis olarak hayata
hazırlanıyordu.
İşler yoluna girmeye başlayınca, artık kış aylarında
işler biraz rahatlayınca İzmir'e taşınmaya başladı. Yeniden kolej günlerini
özler bir hava içinde idi. Çiftlikte Abdi Ağa ne ise, kentle de kendine o
ayarda başka bir dost bulmuştu: Avukat Sadık bey.. Öteki dostları ise. Kolej
yıllarındaki en yakın arkadaşları Muzaffer (Arcl), Nusrct ve Hamdi (Dülger)
beyler.
Adnan bey İzmir'e her gelişinde Karşıyaka'ya geliyor ve
eski dostlarım buluyordu. Sarı saçları, kestane gözleri, güleç yüzü ile,
kibar, nazik, şık ve temiz giyimli bu toprak beyi herkesin ilgisini çekiyordu.
"Adnan bey aynı zamanda bir sporcuydu. Futbol oynar, bisiklete binerdi ve
çok iyi yüzerdi. Zamanın modası patinaj sporuydu. Adnan bey İzmir'in patinaj
salonlarının kısa süre içinde büyük şöhreti olmuştu. Pek mükemmel ve mahirane
bir şekilde
30 patinaj
yapardı. Bu yönüyle de Adnan bey çabuk bir muhit yapmıştı. Tatlı, şakacı ve
hoşsohbetti." Onu tanıyanlar böyle anlatıyorlar. (Bkz: O.C. Fersoy, Adnan
Menderes, S:40)
Artık kederli, tasalı, hasta bir kişilik sahibi
değildi. Üzerindeki himaye kalkınca, askerlik yıllarının insanı pişiren
şartlarında kendi kimliğini bulmuştu. Bu yeni kimliği, oluşmakta olan yeni Türk
Burjuvazisinin ön gördüğü tipe büyük uyum gösteriyordu. Muhalifleri daha sonra,
Menderes'i yıpratmak için "Bizlcr Milli Mücadelede savaşırken, Adnan
Menderes İzmir de Kondonbo- yu'nda Yunan subayları ile kolkola geziyordu"
diyecekler ama, herhalde bu doğru olmasa gerekir. Belki de Yunan askerlerinin
İzmir'den ganilerine binip gitmelerinden sonra Menderes ve arkadaşları,
olabilir ki, Mim Kemal için söylendiği gibi bir Rum mey hanesine gidip, zaferin
şerefine kafa çekmiş olabilirler. Ama herhalde Yunan askerleri ile hiç bir
zaman kolkola olmadı. Ama mutlu azınlıkla ve dönemin İzmir sosyetesi ile de
yakın bağlarını hiç bir zaman koparmadı..
Evliliği
Adnan beyin evliliğini kotaran kişi, Avukatı Sadık bey
idi. Sadık bey Adnan beyle olduğu gibi, İzmir'in tanınmış ailelerinden
Evliyazâdelerin de yakın dostu idi. Sadık bey, Berrin hamınla Adnan beyi
evlendirmeyi kafasına koymuştu. Her ikisinin de "Karakter ve
temayülleri" uygundu. Sadık bey önce Adnan beyle görüşecek, onayını
aldıktan sonra da, İzmir ve Selanik basınında makaleleri yayınlanan
Evliyazâdelerin kadın efendisi, Berrin hanımın annesi Naciye hanıma konuyu
açacak ve uzun boylu bir mülakattan sonra, kızın ve damadın birbirini
görmelerinden sonra kararı kendileri vereceklerdi. Naciye hanım modem bir
hanımdı, gelenek ve göreneklerle pek ilgili değildi.
Naciye hamının kızkardcşi Makbule hanım da hariciye
vekili Dr. Tevfik Rüştü ile evli idi. Naciye hanımın Berrin'den başka Güzin ve
Santim isimli iki çocuğu daha vardı. Adnan beyin Berrin
31 hanımla evliliği, aynı zamanda
politik bir çevre ile tanış olma fırsatını da getiriyordu. Üstelik,
Servctifünun, İzmir ve Selanik basınında makaleleri yayınlanan aydın bir
hanımın kızı ile evlenecekti. Aynı zamanda bu ilişki, onu toprak beyi olmanın
getirdiği rahatsız edici bir yükten de kurtaracak, Burjuvazi ile yeni bir kan
bağı kuracaktı.
Adnan bey Sadık beyin araya girmesi ve Naciye hanımın
oluru ile Berrin hanımı ilk kez İzmir'in ünlü Elhamra sinemasının
pastahanesinde görecekti. Ardından da sinema girişinde taraflar Sadık beyin
gayretleri ile karşı karşıya getirilerek tanıştırılacaktı. Ardından evlilik
günleri, Berrin hanımın çiftlikte geçen zor ve meşakkatli günleri.. Berrin
hanım Avrupada öğrenim görmüş kültürlü bir hanımdı. Adnan beyin de başından,
babası gibi, bir küçük duygusal macera geçmiş, ama bu macera Budaklı köyünden
Ayşcûsimli bir köylü kızın hayatına malolmuştu. Köylü kızın Adnan beyin
konağına fazla girip çıkmasından kuşkulanan ağabeyi, kardeşini köy meydanında
iki kurşunla devirmişti! Ancak olay zamanla unutulup gitti.. Adnan beyin
babası da, annesi ile evlenmeden önce bir başka kıza tutulmuş, ardından
Adnanın annesi ile evlenmişti.
Berrin hanımın ailesi ile ilgili olarak ilginç bir not
düşen NFK, kaderin bir cilvesi olarak gördüğü bir durumu nakleder.
"Evliyazâde Refik Beyin damadından başlayarak bu aileye dışarıdan giren
erkeklerin çoğu üç ayaklı sehpada can vermiştir. Başta Refik beyin damadı,
meşhur ittihatçı Dr. Nazım, Sonra Refik beyin kızı Makbule hanımın damadı
Fatin Rüştü Zorlu ve nihayet yine Refik beyin ikinci kızı Naciye hanımın
damadı Adnan Menderes.."
Menderes'in üzerinde, ninesi kadar etkili olan, onun
hayatı tanımasına vesile olan insanlara da kısaca değinmekte yarar var sanırım.
Bu "İdealizme susamış" ittihat Terakki ve Turan fikirlerinin
etkisindeki "Genç toprak" beyi üzerinde etkili olan isimlerden biri
de Ethem Menderes'ti. NFK 'nin Ethem Menderes üzerindeki değer hükmü şu:
"Seciye ve mahiyetini Menderesin felaket safhasında göreceğimiz bu adam,
Adnan bey ne kadar infiali ve
32
içinden kaynayan bir tipse, o kadar hissiz ve içinden
pazarlıklı, öbürü ne kadar hayali ve "Senyör" mizaçlı bir insansa, o
kadar hesabi ve habis ruhlu. Kahramanımız ömrü boyunca istikrara kavuşturamadığı
şahsiyetinin yarattığı temayülünde, adeta onun bu vasıflarına ihtiyaç duyar
gibi bir hal içindedir.. Yani Ethcm Menderes’i, kendi hassas ve çabucak
yakalanmaya müsait karakterine, bir nevi pansuman bezi halinde kullanmış, ona
soyadına kadar hcrşcyini vermiş, fakat mukabilinde ihanetten başka bir şey almamıştır.
"Yalnızlığın buz denizinde yolunu kaybetmiş bir tekneye benzeyen Menderes,
öbür Menderes'i aynadaki hayali kadar benimsedi ve farkedemedi ki, kendisinin
gül tutan eline karşılık, onunki hançer taşımaktadır"
Adnan Menderes, Ethem Menderes'e Ankara günlerinde de
ona ihtiyaç duyacak. Kendi Ankara'ya gittikten sonra onu önce DP'nin Aydın il
örgülünün başına getirecek ve daha sonra Ankara'ya gelmesine vesile olacaka!
Menderes dürüsttü. Ama herşeyin dürüst şekilde
yürülülc- mcycccğini biliyordu, onun için öyle anlaşılıyor ki, kendine dürüst
olmayan bir başka kişilik kiraladı.. Kendisi de, dürüst insanlar kiralayan,
dürüst olmayan bir hareketin içinde, oltaya takılan yem gibi, dürüstlüğü
oynadı.. İnanan insanların sağcıların kapanına düşmesi için Adnan bey, renkli,
etrafına yakamozlar saçan bir yemdi.. DP, bu yemi iyi kullandı. Ama sonra..
Sorra köpek balıkları yemi de, oltayı da yutup gitti..
İçe kapanık, kötümser bir tip olan Menderes'in dünyayı
tanımasına vesile olanlardan bir diğeri de Çiftliğin kâhyası idi.. Asık
suratlı Ethcm beyin yanında, Adnan beyin ikinci kiralık adamı laubaliliği
yanında sadakati de temsil ediyordu.. Kâhya Mcmişoğlu, köy romanlarının
kahramanı olan ağa tipini çizen bir senaryoyu ezberlemiş gibi, Menderes'e
çiftlikte oynayacağı rolü ezberletmeye çalışan bir rejisör gibi idi. Necip
Fazıl, Kâhya Memişoğlu'nun ağzından bu sahneyi şöyle anlatır: "Bu ne biçim
beylik.. Sen burada, herkesin titrediği bir büyük babanın odasındasın. Nedir o
halin.. Sanki suç işlemiş gibisin. Böyle pısırık durma.! Şimdi bana bak! Bu
duvarlara silahlar asılacak. Çifteler şu tarafa, mavzerler
33 bu tarafa. Sonra belinden tabancayı
sallandıracaksın.! Atının kamçısı çizmende olacak.. Bey dediğin böyle olur...
Bey dediğinden sual sorulmaz. Bey dinler ama cevap vermez. Bey yalnız cm- rede
ve hem de o ne derse o olur." Menderes 23 yaşında Beyliğini keşfetmeye
başlar. O inceliği ile köylüyü etkilediği kadar, köylü de yeni ağasını üretmeye
başlamıştır. Ama uyumsuzluk anlaşılacak, Menderes Çiftliği kâhyaya bırakıp
işleri İzmir'den takip etmenin daha doğru olacağını düşünmektedir. İdealizmi,
çırpınışları bir süre dc\am eder, ardından İzmir.. Memişoğlu okumuş takımından
gıravatlı beye ağalık dersi verirken şöyle diyordu: "Allah beyi bey,
köylüyü köylü yaratmıştır. Sen geleni kabul edecek, ama kimseye teşekkür
etmeyeceksin. Bey yalnız Allah'a şükreder, köylü milletine çok yüzvermeye
gelmez efendi!.."
"Suç işlemiş pısırık"..
Karşısında, NFK'nın deyimiyle "eşkiya bozması Hacı
Ali paşa" gibi ccberrut bir ağa adayı beklentisi içindeki Kâhya Memi-
şoğlu'nun ilk sükutu hayali böyle başlar, Ama umutsuz değildir.. Adnan bey, kamçısını
eline almayacak olursa, onun adına hareket edecek Memişoğlu'nu kim dinlerdi ki.
Ağanın gücü ne kadar büyük olursa, Memişoğlu'nun saltanatı da, ünü de o kadar
kuvvetli olacaktır.. Menderes'in köylülere karşı kiralık yüzünü temsil eder
kâhya.. Aslında kâhya içinden Adnan bey gibi çekip çevireceği biriyle başbaşa
kalmaktan memnundur.. Ya Bey ccberrut biri olupta Çiftliğin geçmişinin hesabını
soracak olsaydı., köylülerin el anıklan toprakların hesabını sorsaydı
kâhyadan!
Menderes toprağı ve köylüyü burada tanıdı.
Cumhuriyet'in öncülerinden hiçbiri onun kadar köylüyü ve toprağı tanımadı. Onun
için de yöneliminde her zaman köylüden yana bir tavır koydu. Ziraatı önemsedi.
Ege'de pamuk ziraatının da öncülüğünü o yapmıştı. Tarımda yenileşme ve köylünün
refah düzeyini yükseltme, onların eğitimi Adnan beyin ütopyasında önemli bir
yer tutmaktadır. Bir bakıma Adnan bey genç bir prensi oynamaktadır. O halktan
biri değildir, ama halkı sevmektedir. Zenginliğini ve lüksünü halkına
borçludur ve halkı da onu sevmektedir. Çünkü kendinde olmayan onda vardır.
Kültürlü bir beye sahip olmak, köylü-
34 nün
burjuva özlemini, kompleksini tatmin etmektedir. Okumuş, gün görmüş bir beyin
hizmetinde olmak bile onlar için önemlidir.
Dr. Mükerrem Sarol. Bilinmeyen Menderes Kitabında,
Çiftliğin kâhyasının, Memişoğlu, ya da namı diğer Budaklı Mehmet'in Ocak
1946'da vurularak öldürüldüğünü yazıyor.. Olay bir siyasi cinayet şeklinde
idi.. Budaklı Mehmet, aynı zamanda "Genç Menderes'in hayatına giren san
saçlı, mavi gözlü 14 yaşında vurulan genç kızın ağabeyi idi”
35
ADNAN MENDERES' İN POLİTİKAYA
GİRİŞİ
Serbest Fırka Olayı
Yıl 1930, 12 Ağustos..
Artık Türkiye'de yeniden yapılanma süreci belli bir
alamaya gelmiştir. Atatürk, artık bir kurtuluş savaşı komutanı, bir asker değil,
bir politikacıdır.. Türk Kurtuluş savaşında 9.000 kişi hayalını kaybederken,
içeride, devrim aleyhtarlarına ve iç muhalefet odak- ru\na karşı yürütülen
Çelikpençe harekatında tam beşyüz bm insan hayalını kaybetmiştir. Belki de
1920 sonrası dönemin en çar pıcı gerçeği burada gizlidir. Atatürk,
"Çağdaşlık" düşmanı, Türki- yenin muasırlaşma ve batılılaşma
mücadelesinde engel teşkil eden her kadroya karşı ikinci bir savaş vermiştir
ki, bu yönü birinci özelliğinden daha önemlidir. Kaldı ki, bu gün gelinen
noktada balı ile, dünün müstevlileri ile tek bir siyasi çatı altında toplanma
iradesinin, aynı ilkelerden ilham alınarak ifade edilebiliyor olması, bu
gerçeğin bir başka ifadesidir!
Bursa'da, Osınan gazi türbesinin hemen yanıbaşma o günlerde
dikilen bir sütun bu gerçeği bütün çıplaklığı ile sergilemekledir. OsmanlI'dan
kurtulmak, bu sütuna imzasını atan zihniye^ açısından, işgal kuvvetlerinden
kurtulmak kadar önernii bir hadise olarak kabul cilir. Bu düşünceye göre
etkileri ve sonuçlan itibarı ile OsmanlI'dan kurtuluş, hilafetten kurtuluş
Türk'ün milli kimliğine kavuşması açısından birincisinden daha da önemlidir.!
Menderes Türkiye'de yaşanan bu ikinci savaşa
ilgisizdir. Gelişmeleri uzaktan takip etmektedir. Nc kendisi bir sorumluluğa
36 adaydır ve ne de kendisini
hatırlayan kimse vardır. Ama Evliyazâ- dclcre damat olmak, onun politikaya
ilgisini artıran bir unsur olmuştur. Yeni Türkiye "Köylü" politikası
izlemektedir. Adnan bey ise Köylüden yana, adeta küçük bir Tiranlığı yöneten
küçük bir burjuva efendisidir. Köylüye modem tarımı getirecek, tarımda
makinalaşmayı gerçekleştirecek, köye okul, su ve yol getirme mücadelesinin
öncü ismi olacaktır.
Cumhuriyet kurulalı 7 yıl olmuştur ama, henüz
Türkiye'de demokratik ortamdan sözetmek mümkün değildir. Mustafa Kemal tek
belirleyici "Milli şef' olarak herşeye hakim gözükmektedir. Geçen 7
yıllık sürede "acı hadiseler cereyan elmiş, pek çok siyaset adamı sehpada
can vermiştir. Bunların düşüncelerde bıraktığı endişe, acı ve emniyetsizlik
duygularını izole etmek lazımdı. Atatürk bunu da düşünmüş, ve yeni bir partinin
kurulmasına karar vermiş en yakın arkadaşlarının başında gelen Ali Fethi bey'i
(Okul arkadaşı), En yakın dostu Nuri Conkcr'i, Prof. Ahmet Ağa- oğlu. Milli
Şair Mehmet Emin Yurdakul ve hatta hemşiresi Makbule hanımı partinin
kurucularının başına getirmekle tereddüt ve endişeleri izole etmek
istemişti" (OCF-Adnan Menderes)
Fethi bey Paris'ten bu amaçla getirilmişti. Organize
bir hareketli bu. Tabi, demokratik teamüle uygun bir yol izlenmiyordu. Hcrşcy
Mustafa Kemalin ilke ve inkılablanna uygun olarak onun yüce tasvibinden geçtiği
şekilde gerçekleşecekti. O günki siyasi şartlar böyle gerektiriyordu. Esasen
Mustafa Kemal, yeni parti fikri ile demokrasiye geçmekten çok, İsmet İnönü'nün
giderek artan otoritesini, halk gücü ile frenlemek istiyordu. Takriri Sükun
yasaları, istiklâl mahkemeleri ve idam sehpaları ile halk muhalefeti
önlenmişti ama, bu ortamda İsmet İnönü ve bazı paşalar kendi adına bir iç
muhalefet oluşturarak Mustafa Kemal'in misyonuna alternatif üretme gayretinde
idiler. İsmet paşa, Takriri Sükunun gölgesinde giderek ikinci adamlık
sınırlarını zorluyordu. Mustafa Kemal ise hem İsmct'e, hem de onun şahsında
öteki muhalefet cxlaklanna bir ders vermek istiyordu. Nasıl İsmet İnönü'yü Komünist
partinin kurucusu yaptı ise, bu kez de kendine bağh insanlardan İsmet Paşa'ya
karşı yeni bir alternatif örgütlüyordu. Tabiki
37 bunun dışa sunuş şekli
demokratikleşme ve çok partili hayata geçişli. Serbest Fırka deneyi, İnönü'ye
bir alternatif bulma ve onu dengeleyecek bir muhalefet kanadı oluşturma
gayretlerinin ürünü idi ve Atatürk-înönü kavgasının temelini de bu şüphe
oluşturmaktadır. "Serbest Fırka Atatürk’ün dehasına yakışır bir tertiple
kurulma yoluna girmişti"
Herşey bir senaryo idi. Mustafa Kemal ve İnönü, Ali
Fethi bey için hazırladıkları mektupta: "Cumhuriyetçi, halkçı bir fırka
kurarak siyasi hayata geçmek isterim" diye Mustafa Kemal'e yazıyor,
Mustafa Kemal de, talebi "yerinde bir fikir" olarak "CHFyi
bırakmamakla birlikle Fethi beyin harekeline destek olma sözü veriyordu"
Aslında Mustafa Kemal, her zaman birden fazla ihtimali
aynı zamanda hesaplamıştır. Bir yandan İsmet Paşa'yı köşeye sıkıştırmak
isterken, Aynı zamanda İsmet Paşa'yı da yanına alarak, onu kendine mecbur
bırakırken, muhalefet odaklarının deşifre olmasına yol açacak ve onların zabtu
rabt aluna alınmasını sağlayacak bir yol izliyordu.
Aslında çok parti görünümünde yine bir tek parti kurma
gayretinden başka bir şey olmayan bu hareket, belli çevrelerde yeni bir umut
halesi de oluşturmaya başlamıştı.
Mustafa Kemal'in düşünceleri Fethi beyden Mustafa Kemal'e
bir mektup olarak gelince, böylece ülkenin kötü yönetilmesi ve olumsuz ekonomik
şartlarından İsmet Paşa sorumlu tutulmuş ve iılıam altında kalmış oluyor ve
Mustafa Kemal ise bu durumun düzeltilmesi için bir başka arkadaşını göreve
çağırıyordu. P.öyle- cc kamuoyunun gözünde belli bir iradenin eseri olan
icraatının sonuçlarının sorumlusu olarak İsmet Paşa öne çıkartılmış oluyordu.
Fethi bey Mustafa Kemal'e gönderdiği mektupta şöyle diyordu:
"Hükümet mali kudretimizle uygun olmayan ve bugünki nesil için luzuınsuz
masraflara girmiş ve bu masrafları temin için halkın tehammülü fevkinde
vergiler koymuş ve dahili sanatlar ve mahsullerimizin hakkıyla himaye ve teşvik
edilmemiş olması yüzünden ihracatımız seneden seneye noksan anz olmuştur.
Hükü-
38 metçe
ihtiyar edilen fedakarlıkların büyük bir kışını pek ağır faizlere ve diğer
kısmı da yabancı ithalatına ve dolayısı ile döviz mü- bayaalına sarfcdilmiştir.
Milli paramız endişeli surette düşmek tehlikesini göstcrinccye kadar paramızın
kıymetini tesbit için esaslı bir tedbir alınmamıştır. Bu hallere ilaveten
adalet işleri, dahili ve harici siyasetteki noksanları dahi bildirerek
maruzatımı uzatmak arzu etmiyorum..."
"... Hasıl olan netice memnuniyet verici olmaktan
pek uzaktır kanaatindeyim. Kendi’crinc derin hürmet ve muhablvt besiciliğim
hükümet ricalinin zan ve şüpheden azade gayret ve hüsnüniyetleri karşısında
böyle bir neticenin nasıl hasıl olduğunu kendi kendime sormaktan biran vazgeçmedim.
Bu sualin cevabını ancak BM'nin bir fırkadan müteşekkil olmasında
buluyorum"
"Türkiye Reisicumhuru Gazi Mustafa Kemal
Hazretlerine" diye başlayan mektup bu minval üzere devam ediyor. Bu
ifadeler, aynı zamanda halkın şikayetlerini de ifade etmektedir. İşin ilginç
yanı, bu ifadelerin resmiyet ve meşruyel kazanması, halkın muhalefetini tahrik
edecek ve herkes bu mektuptan cesaret alarak eleştiride bulunmaya
başlayacaktır. Menderes'te bu cesaret verici ortamdan yararlanarak bu tarihte
politika ile tanış olur.
Mektup aynı zamanda şu durumu ifade etmektedir. Mustafa
Kemal bu şikayetlerin kaynağı değil, çözümü için başvurulacak merci ve
muhataptır.
Herhalde Fethi bey, bu mektubu Mustafa Kemal'in izni ve
tasvibi olmadan yazsa idi, onun akibetini kestirmek te güç olmayacaktı. 5,5
yıldır ülke dışında elçilik yapan birinin ülke meselelerine bu kadar
vukufıycti de ilginçtir. Ülke içinde o kadar insan varken bu konuda Fethi
beyin devreye girmesi düşündürücüdür. Bu konuda işin içindeki insanlar, fiilen
Mustafa Kemal'le görüşerek bu meseleyi halletmeleri mümkünken, bu işin
Paris'ten mektup yolu ile halledilmesi de bu konudaki şüpheleri ıcyid
etmektedir.
Mustafa Kemal Fethi beyin 9.8.1930 tarihli mektubuna
verdiği cevaba şöyle başlıyordu: "..Kendimi görüşlerinize ve suallerinize
Reisicumhur ve Cumhuriyet Halk Fırkasının Umumi reisi olarak iki sıfatla
muhatap gördüm.." diyor ve Fethi beyi bu çahş-
39 malarında destekleme sözü veriyordu.
Öyle bir durum ki, kurulacak yeni muhalefet partisinin izni, mevcut partinin
genel başkanı tarafından onaylanıyordu. Bu gerçek, Yeni Türkiye Cumhuriye-
ti'nin siyasi temelleri konusundaki temel çelişkiyi çok açık bir şekilde ifade
etmektedir ve bu yaklaşım hâlâ bu gün de yine aynı yolun yolcuları tarafından
sıkı bir şekilde takip edilmektedir. 12 Ey- lül'ün generallerinin, izin
verdikleri üç parti (ANAP, MDP ve HP) üç ayrı görünümde tek parti manzarası
arzetmektedir. Bir bakıma "yok aslında bir farkları, tek farkları
adlari'dır. Türk anayasasının başlangıç bölümü ve milletvekili andı da esasen
bu antidemokratik yapıyı pckiştirici bir uslubla kaleme alınmıştır. Resmi
ideoloji ve zihniyetler arasında ayırdedici özellikleri yokeden bir uslub,
belli bir dönemin özel şartlarının ötesinde, kurulan devletin sürekli
karakterini belirten bir esas unsur haline dönüşmüştür.
11.8.1930 tarihli deklarasyonla parti kuruluşunu 11
maddeden ibaret bir bildiri ile açıklayacaktır. Bu bildiride ifade edilen
şeyler, daha önce Fethi beyin Mustafa Kemal'e gönderdiği mektupta ifadesini
bulan şeylerdir. Doîayısı ile baştan onanmış ifadelerdir. "Serbest
Cumhuriyet Fırkası cumhuriyetçilik, milliyetçilik ve laiklik esaslarına
bağlıdır. Bu esasların millet bünyesinde ebedileşmesi gayesidir"
Vergi reformu, para politikası, kalkınma politikası
(Sanayi, maden ve tarım-köy ve köylü kalkınması), bürokrasinin azaltılması ve
rüşvetle mücadalcde, adâlete hız kazandırılması gibi konular fırkanın esas
faaliyet alanlarını teşkil edecekti.
1930 yılının 11 Ağustos'unda partinin kuruluş bildirisi
yayınlanmış, 12 sinde de Aydm'da Adnan bey, ailesinin de teşviki ile SCFnin il
başkanı olarak siyasi hayattaki yerini almıştı. İzmir ve ege havalisi tarım
alanı idi ve aynı zamanda İzmir limanı bir ihracat merkezi idi. İktisat
kongresinin İzmir'de yapılmış olması, İzmir çevresindeki azınlıkların, Selanik
kökenli ailelerinin ekonomik hayattaki aktif rolleri Yeni Türk hükümetinin
ekonomik liberasyon politikalarından tatmin olmayacak düzeyde idi.
Doğu'da rejime karşı din kökenli muhalefet, Ege’de
yerini daha çok ekonomik nedenlerle bir muhalefet anlayışına terkedi-
40 yordu.
Doğu'da baskıya tepki olarak gelişen ve din alimlerinin öncülük etlikleri
ideolojik muhalefet, batıda yerini, bir takım ittihatçıların, kolejlilerin,
ekonomik refah temeline dayalı, liberalleşme taleplerinden kaynaklanan bir
muhalefete bırakıyordu. Doğu'daki baskılara karşı, içeriden ve dışarıdan bir
tepki alınmıyordu. Gayri- müsait enformasyon imkanları dolayısı ile sessizliğe
mahkum oluyordu. Ama Ege bu bakımdan daha şanslı idi.
101 gün süren Serbest Fırka macerası üzerinde herkes
farklı teshillerde bulunmaktadır. "Bunu otoritesini artıran İsmet paşayı
sarsmak için, hırpalamak için Atatürkün bir planı sayanlar vardır. Bunu Atatürk
için bir tecrübe, İsmet paşa için bir sondaj şeklinde mânâlandıranlar da
vardır". İsmet Paşa'nın bu gelişmelere karşı tavrı ilginçtir. SFnin
"bir çığ gibi büyümesini milletin Atatürk'e karşı bir tepkisi gibi
gösterme çabaları" partinin sonunu hazırladı. Bu arada İsmet Paşa
yandaşları ile Mustafa Kemal yandaşlan basında birbirlerine veryansın ettiler.
Devrimin öncüleri arasındaki ihtilaf yeni deneyin de sonunu hazırladı. Şu
anlaşılıyordu Atatürk ve İnönü birbirine muhtaçtı. Bir arada olmak
zorundaydılar.. Isırıcı Paşa sanılandan güçlüydü. Mustafa Kemal ise
arkadaşları olmadan tek başına halktan gelen tepkilerle başa çıkma gücüne sahip
değildi. Zorunlu bir sulh hakim oldu ama bu arada tabi olan da SFye oldu!
Serbest Fırka'nm kuruluşu ile, Halk Fırkası perişan
olmuştu. "Kendilerine destek arıyorlardı. Bu olsa olsa Mustafa Kemal olurdu"
Yunus Nadi, Mustafa Kemal'e şu mektubu gönderecektir: "İzmir'de
matbaamıza taarruz edildi ve Cumhuriyet Halk Fırkası binamız taşa tutuldu.
"Mustafa Kemal bu durumda, henüz kuruluş aşamasındaki bir partiyi tutup,
eski silah arkadaşlarının çatısı altında bulunduğu bir hareketi silemezdi.
Cumhuriyet gazetesinde Yunus Nadi'nin mektubuna cevap olarak Mustafa Kemal şu
cevabı gönderiyordu: "Ben CHF'nin umumi reisiyim. CHF Anadoluya ilk
bastığım andan itibaren teşekkül edip benimle çalışan Anadolu ve Rumeli
Müdafayı Hukuk Cemiyeti'nden doğmuştur. Bu teşekküle tarihen bağlıyım. Bu bağı
çözmem için hiç bir sebeb ve lüzum yoktur ve olamaz. Resmi vazifemin hitamında
CHF nin ba-
41 şında fiilen çalışacağım. Bu noktada
tereddüde mahal yoktur.."
Mustafa Kemal'in bu konumu, bir bakıma Turgut Özal'ın
ANAP'la ilişkilerinde özlediği statüye büyük benzerlik göstermektedir.
Daha önce Terakkiperver fırkanın ardından, 1950'lcrin
DP'sinc benzer bir liberal ekonomi programı ile ortaya çıkan SCFnin başarısı
öyle sanıyorum ki, halkın bu projeye ilgisinden çok. mevcut iktidar zihniyetine
bir tepkinin ifadesi idi ve bir ay gibi kısa bir zamanda hiç bir maddi destek
olmamasına ve bürokratik kolaylıklar gösterilmemesine rağmen halkın bütün yurt
sathında parti teşkilatlarını kurarak örgütlenmesi idi.
Mustafa Kemal, mecliste durum değerlendirmesi yaparken
"gayri samimi ve gizli maksatlı unsurlar"dan sözclmcktcdir. Oysa olay
geniş kitlesel boyutları olan bir halk hareketidir. Bu denli kapsamlı bir halk
hareketinin içinde gizli maksatlar ve art niyetlerden sözetmek, elbette
mümkündür, ama hareketin temelini ifade etmekte yetersizdir.
Fırkanın kapatılması, ülkede yeni bir hayal kırıklığı
dalgasına sebeb olmuş ve geriye siyasi tedhiş için uygun bir ortam bırakmıştı.
Artık İnönü tekrar ipleri tek başına eline geçirmişti.
Kuruluş dilekçesi özel bir oturumla tesbit edilmiş olan
partinin feshine ilişkin dilekçe dahi, İsmet Paşa'nın müdahelesi ile şekillenmişti.
SCF nin feshedildiğini bildiren dilekçedeki "Büyük reisimiz" ifadesi,
Mustafa Kemal'in aynı zamanda SCF nin de reisi olduğu anlamına geleceği
gerekçesi ile sildirilmiş yerine "büyük gazi" ifadesi kullanılmıştı.
"Gazinin ısrar ve teşviki ve tasvibi ile kurulmuş olan fırka" ifadesi
de kuşa çevrilerek özellikle "ısrar, teşvik ve tasvib" kelimeleri
metinden çıkartılmıştı.. Fethi ve Nuri beylerin imzasını taşıyan kuruluş
bildirisinin ardından, fesih bildirisi de, yine iktidar partisi tarafından
biçimlendiriliyor ve demokrasi deneyi fiyasko ile sonuçlandırılırken, altına
imzalarını koyacakları fesih bildirilerindeki kelimeler üzerinde bile iktidar
partisi sansür uyguluyordu. Fesih bildirisindeki "Israr, teşvik ve
tasvib" kelimeleri aslında SCF nin mahiyetini açık bir şekilde ortaya
koyan bildirilerdir. Parti Mustafa Kemal'in ısrarı ile kurul-
42 muştu.
Prof. Ahmet (Ağaoğlu) bey "Serbest Fırka
Hatıraları" isimli eserinde şu bilgileri vermekledir, ki bu hatırat bu
oyunun gerçek yüzünü belgeleyen önemli bir belge niteliğindedir." Fırkanın
kurulduğu gece bu İsmet Paşa idi ki. Yalova köşkünün üst katında tam üç saat
Gazi ve Fethi beyle birlikle düşünüp taşınıp fırkanın teşekkülüne ait Gazi ve
Fethi bey arasında gönderilmek ve umumi efkâra ilan edilmek üzere yazılan
mektupların metinlerini tesbit etmişti. Bu mektupları kendi eli ve yazıları ile
kopya etmişti. Yine bu İsmet Paşa idi ki, "Israr, Teşvik ve Tasvib"
tabirlerine itiraz ediyordu"
Ahmet Ağaoğlu'nun ogünki durum ıcsbili şöyle: Bizde
Cumhuriyct'ıcn en ufak bir belirti bile yoktur. Bizdcki rejim tam mânâsı ile ve
en şiddetli bir diktatörlüktür ve bunu hepsi biliyor. Fakat buna rağmen herkes
hürriyetten Cumhuriyct'ıcn bahsediyor. Herkes Serbest Cumhuriyet olduğunu
söylüyor, iddia ediyor. Karşılıklı bir aldatmadır ki, memleketin bir ucundan
öbür ucuna kadar devam edip gidiyor. Fakat aynı zamanda da kimse aldanmıyor,
inanmıyor. Herkes içinden gülüyor. Kendine ve herkese gülüyor.. gülüyor.,
gülüyor. Bütün memleket gülüyor. Alay ediyor, kendisi ile, rejimi ile
Cumhuriyet diye bağıranlar ile alay ediyor. Ortada ne inanan var, ne iman! Ne
doğruluk var, ne samimiyet! Dimağ boşluğu, kalp boşluğu, ruh boşluğu içinde boş
bir varlık yuvarlanıp sürünüyor.. Heyecansız, aşksız, zevksiz sürünüyor.
Gerinerek, esneyerek, haftaları, ayları, seneleri sayarak sürünüyor. İçinde
yaşadığı yegâne müsbet nokta bir sabahın gelinesim beklemesidir. (Serbest
Fırka'nın 8 Ağustos 1930'da kurulup 17 Kasım'da feshedilmesi) dünyanın hiç bir
yerinde misli görülmemiş bir avantür, çok dolu, çok dalgalı, çok görmüş
geçirmiş, çok vurgunlar yemiş fakat hiç bir dakika ye'se ve ümitsizliğe kapılmamış
olan maneviyatım için en ağır ve çekilmez bir acı oldu. Acılık bu fırkanın
dağılmasından gelmiyor. Hayır! Bu fırka etrafında gördüğüm ve temas elliğim
ahlak düşüklüğünden geliyor. Daha beş sene evvel dinin unutulduğundan, Arap
harflerinin kalktığından, hilafetin lağvından, peçelerin kaldırılmasından acı
acı şika-
43 yet eden hocalar gördüm ki, bu kez
bizi bütün bunları geri getirmek fikri ile itham ediyorlar. Hürriyetsizlikten,
cebir ve tahakkümden, suistimallerden, murakabesizliktcn ağızlar dolusu söz
söyleyen münevverler gördüm ki, bu kere hürriyetin zararlarından, yeni
fırkanın memleketi uçuruma götürdüğünden hararetle bahsediyorlardı. Liberalliği
ile şöhret kazanan edipler gördüm ki, faşizmin ideal bir idare şekli olduğunu
ısbata koyuldular. Gazinin sofrasından eksik olmayan muharrirler gördüm ki,
bizde de Rus- larda olduğu gibi Çeka teşkilatı lüzumundan dem vurmağa başladılar.
Acem Naci günün kaiıramam kesildi. Kara Kemal'in adamı Mcmduh Şevket Halk Fırkası’nın
İstanbul cephesini kurmak şerefini üzerine aldı. İsmet ve Gazi paşalara karşı
Tanin'de yazdığı yazıların mürekkebi henüz kurumamış Fazıl Ahmed, şimdi bize
çatmakla sadakatini ispata koyuldu.
Hulasa bir menfaat ve hodgamlık çamuru ki herhangi bir
memleketi cerahat içinde boğmak için kifayet eder.
Fakat bu cerahat yanlız bir taraftan akmıyor. Şimdi
geçiyorum bizim tarafa:
Evvelce göğsüne vurarak "tek başıma muhaelefete
devam cdcceğ.ın!" diye kahramanlık gösterenler, fırkanın dağılmasın dan
birgün sonra Gaziden çeşitli maddi manevi teselliler almak şerefine nail
oluyorlardı. Bunlardan bir kısmı banka meclisi azınlıklarına tayin
ediliyorlar, "kızlarının düğünleri", "çocuklarının
hastalıkları" münasebetiyle büyük ikramlara nail oluyorlar, kalanları ise,
bir kişi dışında nedamet göstererek sığmıyor ve yine mebus yapılıyorlar.
Bu ne hayret verici bir komedi idi! Bu komedi niçin
oynandı veya oynatıldı? Acaba denildiği gibi memleketin nabzı, eski Halk
Fırkası'na karşı yoklanmak mı istendi? Öyleyse alman derslerden istifade etmek,
Halk Fırkası’nın daha akıllı esaslar üzerine kurulması, temizlenmesi, tuttuğu
yolun değişmesi lazım gelmez miydi! Halbuki hiç te böyle olmadı. Başlangıçta
birşeyler yapılmak istendi ise de bundan pek çabuk vazgeçildi ve Fırka yine
eski yolunda ve daha hızlı yürümeye başladı.
Evet, Halk Fırkası, daha hızlı ve daha güçlü olarak
eski yo-
44 lunda
yürümeğe ve karcısındaki siyasi rakiplerini malıv ve perişan edecek
tertiplerle gelişmeye devam edecektir."
Bu ifadeler o zamanın genel bir fotoğrafını çıkarttığı
kadar insanların düşünce dünyalarını, duygu ve düşüncelerini, ahlaki
durumlarını da belgelemektedir.. Menderes işte böyle bir zamanda siyasi hayata
atılmıştı.
Yunus Nadi, bu anlatılan tipe uygunluk açısından ilginç
bir örnekti. Osmanlı döneminin luzlı İttihatçısı, Islamçısı ve Hilafetçisi,
hilafet kaldırılınca hilafet düşmanı kesilmiş Cumhuriyetçi olmuş, bu arada
Nazizm'e takılmış, derken hızlı bir Atatürkçü, hızlı bir Milli Şefçi, hızlı
Amerikancı, hızlı bir devrimci ve devletçi. Birbirine zıt da olsa, her zaman en
son hızla hareket etmiştir. 188Û'de doğup, 1945 yılında hayata gözlerini
kapayan. Cumhuriyet gazetesinin kurucusu Yunus Nadi, 1915 yılının 14 Ocağı'nda
Tasfiri Efkar gazetesinde "İslam Birliği" üzerine şunları yazıyordu:
"Dün telaffuz edilmesi siyaseten mahzurlu sayılan bu İslam düsturu, bu gün
harp ve sulh siyasetimizin üssülesası (esas temeli) olup çıkmıştır. Bugün
hepimiz hançerlerimizin kuvveti yettiği kadar müsbimanlığın ittihadını
bağırıyoruz. Dün ile bugün arasında nc büyük değişme, adeta inkılab. Bu
ittihadı ilan ve temin etmek için pek epk bağırmak, pek çok çalışıp çabalamak
vazifemizdir. Yani bütöirlslâm ümmeti. Buna herşeyin ve tereddüdün üstünde
olarak derin bir iman ve itikat ile böyle biliyoruz. Zaten anık başka türlü
düşünmeye zerre kadar kalmış mıdır?
İslam'ın birliği, müslümanların en cs-ıslı ve belki
yegane da yanağıdır. Bir’eşin ey müslümanlar! Dininizin, varlığınızın ezeli ve
ebedi düşmanlarına karşı, birlikte karşı koyun, Ancak böyle yapabildiğiniz
takdirdedir ki nusret sizin, necat ve itilâ sizindir. Ve gözlerimizden sevinç
yaşları aktığı halde görüyoruz ki, bu hakikatleri hep anlamışsınız. Taraf
taraf birlik bayrakları altında toplanarak, Moskofıarla, İngilizlerle ve
Fransızlarla, Müslümanlığın bu ezeli ve ebedi düşmanlarına karşı saldırmaya
başlamış bulunuyorsunuz! Böylecc arş ileri!.. Fevzü felah sizindir!
Hakkın kelamı olan mukaddes kitabımız bize bu hakikati
çoklan söylemiş idi. Fakat nasıl bilmiyoruz, galiba zamanın idrak
45 ve vicdanını sağırlaştıran saptırıcı
tesirleri ile biz o hakikatleri dilimizde söylesek te, vicdanımızla his ve
kavrayabilmekten uzak kahrolmuş idik.
Bizim şu dalâlet ve perişanlığımıza düşmanlarımızın
baskı ve yoketme siyasetleri de katılınca, ezildikçe ezilmiş, dağıldıkça
dağılmıştık.
Yine zamanla omuzlarımıza binen bu felâket yüklerinin
altında Islâm'ın - ah o pek ihmal ettiğimiz- ulvi esaslarını daha şeffaf ve
nurani bir manzara halinde görüp anlamaya başlamış idik. Fakat felaketin
gittikçe artan ve belimizi büken ağırlığı alanda o nurani manzaralara doğru
kalkınmak ve kavuşmak ne kadar güç olmuş idi.
Azizün züntikam olan Allah, hiç olmaz sanılan şeylere
vucûd imkanı bahş ve ihsan buyurdu. Önümüze kendimizi kurtaracak bir geniş yol
açıldı. İşte bu ana yol, her müslümanın cihad için koşacağı, vannı, yoğunu feda etmek azmiyle,
varlığını kurtarıp yücelteceği scbil-i İlâhidir. O büyük yolun gazileri,
İslâm'ın haysiyet ve izzetinden kendi namus ve vakarlarını yükseltmiş
mcrdlcrdir. Şchidlcri ise Hak Teâlâ ve Tekaddcs Hazretlerinin İlâhi tavsifi
veçhile ölü değil, diridirler, ebedi dirilikte müjdeli saadet sahipleridirler.
Şüphe
yokki halife hazretlerinin emir ve işaretleri ile şu müstesna fırsattan
istifadeye koşacak olan milyonlarca müslüman, peyderpey Hak Teâlâ ve Tekaddes
Hazretlerinin emir buyurduğu cihad yolunda ittihad ederek, İslâm'ın selâmet ve itilâsını temin eyleyeceklerdir.
Şüphe yok ki gittiğimiz yolun son menzili İslâm ittihadından, birliğinden ve
yükselmesinden ibarettir. Şu cihad ve ittihad görülecektir ki, insaniyet
aleminde yeni ve büyük bir inkılab ihdas eyleyecektir. Bu bile yüce dinimizin
arta kalmış mucizelerinden biri sayılsa doğru olmaz mı?
Gittiğimiz yol İslâm birliği ise, bu ittihadın nihayete
kadar devamım sağlayacak sebebleri şimdiden ve bir yandan hazırlamakta uzak
görüşlülük vazifesidir. 1300 bu kadar seneden beri bazı müslüman kavimler,
hatla bazı kavimlerin muhtelif zümreleri arasında laflan anlaşmazlıklar üzerine
tccssüllere şayan ayrılıklar
16 zuku
bulmuş idi. Şimdi şu büyük iııihad işine girilmiş iken, zaten tek az olan o
anlaşmazlıkları insaflı ve hakiki alimlerin biraraya gelerek toplanması ile
kökünden kesip atarak öylece ilan cunck lâzımdır. Bu da yârının ve öbürgününün
yükselişlerini artıran sc- bcblcrdcn olacaktır. İslâm’ın halen bir ucundan
başlayan coşkun iııihad seli, yukarıdaki tedbirlerle de tanzim kılınınca
yakında dünya üzerinde ilk feyizli parıltılarını gösteren muvahhid ve mül-
tehid bir İslâm alemi ihtiraın mevkiini tutacaktır. Biz cininiz ki bu ulvi
netice her halükârda tahakkuk edecektir. Onun içindir ki tekrar bağırıyoruz:
-Yaşasın İslâm’ın ittihadı!"
Durum böyle idi. Zaman değişince kafalar da
değişmişti..
Tekrar Serbest Fırka dönemine dönecek olursak 17 Kasım
1930 günü SF Fethi beyin bir yazısı ile son bulacaktı. "Efendim" diye
başlayan ve defalarca elden geçirilerek tashih edilmiş olan fesih bildirisi
"Keyfiyeti arzederim efendim" diye son buluyordu. Fethi bey şöyle
diyordu: "Tahakkuk eden şekliyle fırkamızın âlîyen Gazi hazretleriyle
siyasi sahada karşı karşıya gelmek vaziyetinde kalacağı anlaşılmıştır."
Evet durum açıktı. Muhalefet deneyi, halkın gizli
tepkisini dışa çıkartmış, amacı aşan protestolar gündeme gelmişti. SF, Mustafa
Kemal'in güdüm ve insiyatifinin dışında bütün yurtta patlayarak gelişiyordu. O
zaman geriye tek yol kalıyordu. Partiyi feshetmek!
İsmet İnönü, hatıralarında SF olayı ile ilgili olarak
şöyle diyor: "Fethi bey, Serbest Fırkayı kapatacağını söylediği zaman ben
itiraz ettim. Fethi beye karşı itiraz ettim ve "Bunu yapamazsınız" dedim.
/Atatürk bana: "Ne yapalım, elimde değil, istemiyorlar, işle
görüyorsun" diyordu" İnönü, Fethi beyle anlaşabileceklerini,
Atatürk'le birlikte sorunun üstesinden gelebileceklerini, SF'nin kapanmasından
sonra bunların bir çoğunun CHP'ye girdiğini, Fethi beyle bir ihtilafları
olmadığını söylüyordu.
Adnan bey, düşünülen SF için Aydın il başkanlığına
uygun bir adaydı. Ama ortaya çıkan gerçekler partinin feshine yol açarken
Adnan bey de sessizce tekrar çiftliğinin başına dönecekti.
47
Ama DP patlamasında Adnan bey, patlayan halk selinin
önünde kuru bir yaprak gibi kalacaktır.. Tepkiyi örgütleyen biri değil, önlemeye
çalışırken bu rolden vazgeçip halkın tepkisinin avukatlığına soyunan bir aydın
tipi çizecektir.
Aydın il başkanlığını bırakırken Adnan bey, Aydınlılarm
tepkisini kışkırtan biri değil, Ankara'nın iradesini kabul etmeye çağıran bir
konumdadır. SF nin katıldığı mahalli seçimlerdeki büyük başarısı ve bu
başarının sandık oyunları ile CHF lehine değiştirilmesi karşısında da aşırı
bir tepki sergilememiş "idareyi masla- iıatçı" bir yol izlemişti.
48
SF DEN CHF YE..
O Artık Bir CHF Mebusudur!
Adnan beyin Serbest Fırka'nın kapatılmasına karşı
tepkisi fazla olmamıştı. Hatta "hiddete kapılan arkadaşlarını teskin etmek
" gibi bir görev üstlenmişti. Halk Fırkası'nın kendini toparlama gayreti
içinde de, bölgede partinin toparlanması konusunda ilk akla gelen isimlerden
biri Adnan bey olacaktı. İtidalli, batı kafası ile yetişmiş, köylünün sevdiği
biri. İki dereceli seçimler için az bir zaman kalmıştı. Ege bölgesi son derece
önemli idi. Mustafa Kemal, Ege seçimleri ile yakından ilgileniyordu. Aday
tesbiti konusunda Celal (Bayar) beyi görevlendirecek ve kendi de sık sık bölgeye
gelerek çalışmaları yakından izleyecekti. Mustafa Kemal, Celal işeyin yanına
ayrıca Vasıf (Çınar) beyi, Ziya ve Halit (Onaran) beyİcri de kalarak bu işe
verdiği önemi göstermişti.
Celal bey Egelilerin yakından tanıdığı biri idi. Galip
Hoca olarak burada Kuvayı Milliye hareketine katılmış ve çevrede bu şekilde
tanınmıştı. Müslüman çevreler zamanın Galip Hocasına güven ve sempati duyarken,
eski tüfek ittihatçılar da " İttihat Terakki Fırkası İzmir Kâtib-i
Mes'ulü" olarak, Celal bey hakkında müsbet duygular taşıyorlardı. Aynı
zamanda 23 Nisan 1920'deki Mecliste Saruhan mebusu olarak görev yapmış ve
ardından İzmir mebusu olarak tanınmıştı.
49
Celal beyin izlediği laktik şu idi: Serbest Fırka'nın
önde gelen isimleri ile CHF'yi yeniden teşkil ederek, bu şahısların çıralında
oluşan sempati halesini CHF’ye yansıtmaktı. Adnan bey Ay- dın'da belediye
seçimlerini kazanmış ve bölgede isim yapmış ve güven kazanmıştı. Bayar gibi
biri için Adnan beyi CHF’ye angaje etm-'k güç olmadı.
Adnan bey, CHFye geçişi konusunda Tevfik Rüştü beyin
aracılık ettiği iddialarını reddetmektedir. Bu konuda şöyle diyordu:
"Eğer istesem ve Tevfik Rüştü beyden iltimas talep edecek olsam, çoklan
HP içinde mevkiler elde eder, Atatürk'e ve İsmet Pa- şa'ya yaklaşırdım ''..HP
ileri gelenleri ile tanışıyordum. Reşit Ga- lib, Nccib Ali hemşcrilcrim ve
dostlanmdı...", "O devredeki mutemetler sallanaü idaresini
beğenmiyordum", "Ben gelen heyetle bir hafta temas etmedim. Nihayet
Celal Bayar tanıdığım vcTıür- mcl ettiğim bir zattı. Vasıf Çınar, İttihat ve
Terakki İdadi mektebinden hocamdı. Nihayet Halit Onaran da iyi tanıdığım olmak
itibarıyla, kendileri ile temas kaçınılmaz bir hal aldı. Ve temas temin
edildi.. Bu muhterem zatların ibram ve ısrarları üzerine HP'ye girerek
fikirlerimizi parti içinde müdafaa etmek muvafık olacaka. O zamana kadar ve
benimle beraber çekingen tanınan arkadaşlarla HP'ye girdik. Bir şartla ki,
teşkilatı yeniden kuracak ve mutemetlik saltanatında üzücü bir takım
hareketleri görülmüş olanları partiden uzaklaştıracaktık, işte ben böyle
ısrarlar ve arzular ve onlara karşı dermeyan etliğim şartlarla HP'ye girdim."
/Xdnan bey HP'yi aldığı yetkiler çerçevesinde bütün
ilçe ve belediyeliklerde yeniden kuracak ve çevrede sevilen insanları işbaşına
getirerek teşkilatı yenileyecekti.
Atatürk, Recep Poker ve Fahreddin Altay'la yurt
gezisine çıkıp Aydın'a uğradıklarında Menderes HP'nin il başkanı sıfatı ile
Mustafa Kemal'i partiye davet edecek, ancak Mustafa Kemal bu davete gönülsüz
surette katılıp bir kaç dakika içinde şehirden ayrılmak istemektedir. Çay,
kahve ve sigara ikramlarını reddeder. Ancak Menderes'le tanışıp bir kaç cümle
konuştuktan sonra başlayan yakınlık, 4 saat süren bir sohbete dönüşecektir.
Böylece Mustafa Kemal’le yakından tanışmış olacaktır. Bu arada Mebus tayini
50 yapılan
başvurularda, Aydın ilinden 6000 dilekçe parti merkezine iletilmiştir. Menderes
kendisinin mebusluk için aday olmadığını söylemektedir. Ama aday listelerinin
açıklandığı gün Menderesin de ismi okunacaktır. Mustafa Kemal, Menderes için
arkadaşlarına şöyle diyecek: "Bugün konuştuğum genç, elbette burada bizim
parti mutemetleri ile çalışamaz. Şayanı dikkat bir gençtir" ve re'sen aday
gösterilmesini emrcdcccklcrdir. Artık Adnan bey, Aydın mebusudur. Yıl: 1931.
Aylardan Mayıs.
Bir zamanlar "Ayyıldız Çetesi" isimli bir
çete kurarak, tşgal kuvvetlerine ve çetecilere karşı savaşan bir fazilet
cephesinin üyesi olan gıravath kasaba münevveri, topraktan kopup, layık olduğunu
düşündüğü yere gelmişti. Sahan değil kalem tutmak istiyordu. Köylülerle
çiftlik meselesini konuşmak değil, aydınlar, bürokratlar ve politikacılarla
ülke meselesini konuşmak istiyordu. Köyü, köylüyü biliyordu artık. Çiftlik
kâhyası çifliliğin başında kalırken, yakın "dostu" Ethem Menderes’i
de Ankara'ya sürüklüyor du Menderes..
Bir zamanlar Milli Mücadele saflarına katılarak
mücadele etlen, inzibat subaylığı, emir subaylığı, Alay komutanı yaverliği,
Ordu kumandanlığı karargâhında sansür şubesi tercümanlığı ya pan ve göğsünde
istiklâl madalyası taşıyan yeni genç bir politikacı Ankara’da var gücüyle
çalışıyordu.. İçinde büyüttüğü kötü adamı bir çanla gibi yanında taşımaya devam
eder.. İdealizmi daha da arlar. Ankara günlerinde kendine yeni bir iş, yeni
bir kimlik bulmuştur.. Binlerce dönüm arazisini daha sonra köylüye dağılarak
kendine 3500 dönümlük sulu bir arazi bırakacaktır.. Menderes artık
Ankarah'dır..
Sabahlara kadar meclis encümenlerinde çalışarak, parti
müfettişi sıfatı ile köy, kasaba ilçe demeden dolaşarak parti için bir şeyler
yapma ve kendini ispatlama gayreti içindedir..
Adnan beyin yakınlıkları, dostlukları, yukarıda
anlattığı olayda da ifadesini bulduğu gibi. Mustafa Kemal'in yakın çevresi ile
benzerlikler gösteriyordu.
Adnan beyin Ankara macerası onun kişiliğini tamamlayan
bir unsurdu. TBMM'dc "Arzuhal (Dilekçe) Encümeni (Komisyo-
51 nu)" üyeliğine getirildi.
Anadolu'dan gelen mektuplar, notlar hep ona geliyordu.. Adnan bey, belki de
halkının duygu ve düşüncelerini, acılarını, korku ve umutlarını burada
tanıdı.. Bu küçük, beyaz kağıtlara yazılı kargacık-burgacık yazılardan ülkesini
ve halkını tanıdı. Adnan bey, burada "çok bilmiş" tavırlardan çok, yumuşak
davranışları ile meraklı bir öğrenci tipi çiziyordu..
Mustafa Kemal'i daha yakından tanımışu. Coşkulu bir
inki- labçı değildi, ismet Paşa'yı ve onun diktasını, gücünü de yakından
biliyor, kimseyle takışmadan kendi için çizdiği yolda yürümek istiyordu.
Muvafık takımdan olmadığı gibi muhalif te değildi.. Belki de Fevzi Çakmak'ın
izdüşümü gibi biri idi.. İhtirasları yoklu. Her çevrede böyle insanların
varlığı, sürece hız kazandırmak ve bir takım sıradan işlerin büyük bir
ciddiyetle yapdması için gerekli idi.. Adnan bey, burada yeni bir dünya
tanıdı..
ittihat Terakki Mektebinden Amerikan kolejine, derken
ih- tiyad zabitliği, ardından çiftçilik, İstiklâl Harbi yıllan. Küçük burjuva
ümitleri ve politika.. Artık Çiftlikten kopup Ankara'ya taşınma vakti gelmişti.
Kendine yeni bir yol çizmek zorundaydı.
Bir yandan Milletvekili idi, bir yandan da, harb
yıllarında tahsili yarıda kalmış olanlara tanınan haktan yararlanarak Hukuk
Faküitcsi'nc kaydım yaptırarak buradan mezun oldu. Bu ona yeni bir ufuk
kazandırdı. Tahsilli biri olmanın getirdiği sükse ile, çevresindekilerden kimi
zaman saygı görüyor, kimi zaman kıskançlıkların kurbanı oluyordu. Ama o her
zaman sakin, sessiz, mantıklı, ince bir yol izleyerek, bütün bu hayhuyun
arasından sıyrılmaya çalışacaktır.. Öyle anlaşılıyor ki, Menderes bilip
görmektedir, ama olayları kavrayıp, açıklama cesaretine ve gücüne sahip değildir.
Alternatif bir çözüm için bir birikim sahibi de değildir. Bir bilinmeze doğru
yol almaktadır.. Kendi içinde dürüst ve tutarlı ol mak, onun için en büyük
erdem olacakur. Dış çevre ile ilişkilerinde içe kapanık biridir. Onlarla ortak
duyguları paylaşmamaktadır çoğu kez.. İspiyonculuktan, kolay köşe dönmeci, ya
da cahil kaba insanlardan uzak kalarak sürekli okumakta ve çalışmakta, kendi
içinde bir çıkış yolu aramaktadır. Adnan bey, Soyadı kanunu çıkınca önce
"Ertckin" soyadını alacak, daha sonra soyadını "Men-
52 dcres"
olarak tashih ettirecektir.. Artık bir Adnan Menderes olayı vardır.. O günlerde
kendine yakın dar bir çevre oluşturmuştur.. Arkadaşları ile parti içinde
alternatif fikirler üretme gayretinde- dirlcr. Menderes memuriyetten gelmediği
için, katı bir disiplin ve hiyerarşi gözetmeden fikirlerini açıkça
söylemektedir. Bu durum da çoğu kez beklenmedik sorunlara yol açmaktadır.. Menderes'in
tanıdık çevresinin genişliği onun köşeye sıkıştırılmasına imkan vermemekle
birlikte, bir çok arkadaşı, bu tür gayretlerinden dolayı ağır tehditler ve
hakaretlerle karşılaşacaktır.. Menderes her kesimden tanışları vasıtası ile
herkesin hakkında hüsnüniyet gösterdiği yumuşak bir tiptir. Onun yumuşaklığı,
aynı zamanda gücünü ve zırhını oluşturmaktadır.
53
1. BAYAR HÜKÜMETİ
Yıl 1937.
İsmet Paşa başbakanlıktan alınmış yerine Celal Bayar
atanmıştı. Mustafa Kemal'in yakın çevresi bunu bekliyordu. Ama İsmet Paşa,
Mustafa Kemal'in buna cesaret edeceğine ihtimal vermiyordu. Aslında Mustafa
Kemal, Serbest Fırka denemesi ile İsmet İnönü'nün önünü almaya çalışmış, ancak
bu taktik tutmamış, geri tepmişti. SF olayının ardından Mustafa Kemal'in, İsmet
Pa- şa'nm önlenemeyen yükselişi karşısında nasıl bir yol izleyeceği merak
edilen bir konu idi. Ve bir gün İsmet Paşa'nın sağlık sebebi ile görevinden
ayrıldığı duyu ııldu. İsmet Paşa'nın adamları bu gelişme karşısında şok
olmuşlardı. Celal Bayar ise İsmet Paşa kabinesinde İktisat Vekili idi. İsmet
Paşa'nın katı diktacı tavırlarına rağmen, Bayar daha liberal biri idi.. İnönü
katı devletçi idi. Bayar özel scktörcü, devlet desteğinde milli bir burjuvanın
oluşturulmasından yana biri idi. İzmir İktisad Kongresi, Bayar'ın şansını
artırmıştı. İktidar ekonomik model açısından iki başlı bir hal almıştı.
İngiltere ile kurulan yakın ilişki, Boğazlar
antlaşması, Türkiye'de batı ile yakınlaşma yönünde önemli, ciddi bir süreci
başlatmıştı. İsmet Paşa ise Sovyetlerle yakınlaşma taraftarı idi. "İsmet
Paşa’nın görevinden azledilmesi, Türkiye'de Sosyalist bir devlet hayal edenleri
endişelendirmiş, yerine daha liberal ve iş çevrelerinin güvendiği bir başbakan:
Celal Bayar getirilmişti" Ba-
54 yar’ın
gelmesi, Mustafa Kemal'in devlet politikasında köklü bir değişimi de
gösteriyordu.
Esasında Bayar kabinesi İnönü kabinesinden pek farklı
değildi. Bayar 11 Kasım 1937 de TBMM'dc hükümet programını okuduğunda kabinede
sadece Refik Saydam yoktu. Yerine I lulusi Alataş gelmiş, Ziraat eski bakanı
Şakir Kcsebir, İktisad Bakanı olmuş, Onun yerine de Faik Kurdoğlu atanmıştı.
Cumhuriyet hükümet m ilk ve kapsamlı hükümet programı
Celal Bayar taralından okunmuştu. 14 Ağustos 1923-27 Ekim 1923 tarihleri
arasında görev yapan Ali Fethi beyin başkanlığındaki Ş.İcra Vekilleri heyeti
de 12 sayfalık bir hükümet programı sunmuştu. Muvakkat İcra Encümeni ile 2, 3,
4. icra Vekilleri Heyeti de hükümet progranjı sunmamıştı. l.îcra Vekilleri
Heyetinin hükümet programı ise 2,5 sayfadan ibaretli.
1. İnönü Hükümetinin
ptogramı yanm sayfa idi ve 2. İnönü Hükümeti bir hükümet programı sunma gereği
duymamışu. Ok- yar Hükümçıi'nin getirdiği program ise 3 sayfa idi. 3.1nönü Hükümetinin
programı yarım şayiadan ibaret kalırken 4. 5.6. ve 7. İnönü Hükümetleri 2-3 er
sayfalık Hükümet programı sunmuştu.
2. Bayar Hükümeti
de ayrıntılı bir program sunmayacak, üç sayfa ile sınırlı ve birinci Hükümet
programında da olduğu gibi, "büyük şef, milli şef, gazi hazretlerinin
buyurduğu gibi" ifadeleri ile Mustafa Kemal'den yapılan alıntılarla dolu
idi. 7. İnönü Hükümeti programında ifadesini bulan "Sovyet ittihadı ile
münasebetlerimiz, her zamandan ziyade sıcak bir dostluk içindedir. Sovyet
sanayiinin güzel eserleri sanayileşme hayatımızda ebedi dostluk hatıraları
olarak yükselmektedir. Büyük Sovyet ittihadı ile yakın ve samimi dostluğumuz
rerek siyaset alanında ve gerek diğer her alanda her gün daha ziyade
kuvvetlenmekte ve genişlemektedir." şeklindeki tercih, Bayar Hükümetinde
"şarap ihracatına mutlaka ağırlık ve öncelik verilmesi" yönünde bir
tercihe dönüşmekte idi. (Bkz. 1 .Bayar Hükümet programı) Yine Bayar
Hükümetinin, hükümet programında sıkça sözü edilen ve daha önce pek önem verilmeyen
bir diğer konu da "Kemalist Rejim" deyiminin çok sık bir şekilde
kullanılmış olmasıdır.
55
Bayar ilk hükümet programında söze girerken şöyle diyordu:
"Bizim gibi parti hükümetlerinin kendilerine mahsus bir programı yoktur.
Takip edecekleri program, şahıslarınızda ve meclisin yüksek manevi
şahsiyetinde kuvvetle, şerefle, temsil edilmekte olan ve büyük Türk milletinin
arzu ve iradelerini toplayan CHP'nin realist ve dinamik programıdır. Hükümet,
şefin bu kürsüden verdiği ana direktiflerin ışığı altında.."
11 Kasım 1939-25 Ocak 1939 arasında iş başında kalan
2.Bayar Hükümcü'nin hükümet programı ise bir Atatürk ululamasından başka bir
şey değildir.
I.Bayar Hükümetinin kurulmasına yol açan gelişmeler,
İnönü'nün Atatürk'le bir sofrada aralarında patlak veren şiddetli tartışma
ite hız kazanmış, Ankara'da stadyumda meydana gelen, Atatürk'e karşı ve
İnönü'den yana tezahürat Mustafa Kemal'i küp- -tero Sindirmişti. İnönü, bu
gelişmelerden sonra Atatürke minnettarlığım. bildirdiğini söylemekle birlikte,
içini bir korku kapladığına da muhakkak nazarı ile bakılıyor. Mustafa Kemal in
sağlığı o günleme ciddi bir şekilde bozulmuştu. İnönü'nün akibeti konuşuluyordu.
Kimine göre İnönü'nün Amerika’ya büyükelçi olarak gönderilmesi bile sözkonusu
idi. İnönü,bu havadislerden Tevfik R^ştü'yü mesul tutmaktadır. İnönü'nün hiç
sözünü etmediği bir könu ise Mustafa Kemal'in İnönü'nün işinin bitirilmesi
konusunda talimat verdiği ve bu düşüncelerle İnönü'nün çocuklarına mirasından
pay bıraktığı hadisesidir. İnönü ise bunu dolaylı bir şekilde reddederek,
Mustafa Kemal'in son gününe kadar Bayar vasıtası ile kendine haber gönderip
kendi hakkında haber aldığını ileri sürmektedir.
Mustafa Kemal 1938 yılı Kasımı'nın ilk günü, artık
kalkamayacak kadar ağır şekilde hasta idi. TBMM meclisini açacak durumda
değildi ve parlcmenterlcrc "direktiflerini" de veremeye- cckü.
Mustafa Kemal'in Nutkunu Celal Bayar okurken, arkadaşları Menderes'in o
celsede gözyaşlarını tutamadığını kaydetmekledirler. 10 Kasım 1938 de Mustafa
Kemal öldü ve Fevzi Çak- mak'm da desteği ile İnönü Cumhurbaşkanı seçildi.
İnönü yeni hükümeti kurmakla Celal Bayat'ı görevlendirerek durumu kontrol
56 altına
almaya çalışacaktır. 11 Kasım'da kurulan hükümet, 25 Ocak'ta yerini 1. Saydam
Hükümcti'nc bırakacaktır. Refik Say- dam'ın başbakan olması ile Kabinede sadece
iki üye değişikliği yapılacak ve eski hükümet görevini sürdürecektir. Hükümet
programı şu cümlelerle başlamakta ve 3,5 sayfada tamamlanmaktadır
"Selefim Celal Bayar'ın istifası üzerine teşkili bana tevdi buyurulan
kabineyi yüksek huzurlarınıza getiriyorum. Kabine programı şimdiye kadar olduğu
gibi, mensub bulunduğumuz CHP programını tahakkuk ettirme gayesine
dayanmaktadır. İnkılab kanunlarının milli bünyede sarsılmaz bir şekilde
işlemesini ve adli teşkilatın devamlı inkişafım temin yolunda ittihaz edilmiş
olan tedbirlerin tatbikine hassasiyetle devam etmek azmindeyiz..." Bu
hükümet programında, Bayar Hükümcti'nin programlarında olduğu gibi
Atatürkçülük edebiyatına yer verilmemekte, hatta "Kemalist ideoloji adı
bile geçmemektedir.
25 Ocak'ta yeni hükümet kurulmadan önce, Celal Bayar,
26 Aralık 1938 de Başvekil ve Genel Başkan Vekili sıfatı ile CHP büyük
kurultayının fevkalâde toplantısında söyledikleri bir nutukta, delegelere
şöyle sesleniyordu: "Arkadaşlar, CHP nin üsno- ınal büyük kurultayı
açılmıştır. Partimizin değişmez genel başkanı ve koruyucusu, büyük
Türk.millctinin sinesinden yarattığı müşahhas ideali ve kurtarıcısı, Kemal
Atatürk, milletinin sonsuz varlığına, ebedi şuuruna intikal etmiş
bulunuyor..."
Artık Türk Siyasi hayatında Bayar'ın hükmü bitmiştir.
Uzun sürecek bir sukut dönemi başlamıştır.. Ta ki 7 Haziran 1945 tarihine
kadar.. Bu tarihte dörtlü takrirle, Bayar ve Menderes adı bir arada anılacak
ve Türk Siyasi Hayatında yeni bir dönem başlayacaktır..
Biz burada tekrar eskilere dönerek, Celal Bayar'ın
hayatına kısa bir bakış yapalım.. Celal Bayar kimdir, nereden gelmiştir ve
nereye gitmektedir.. İleride Menderes'le yollan çakışacak olan Bayar bir döneme
damgalarını basacaktır.
57
CELAL BAYAR KİMDİR?
"(Senyörvari) bir tavır ve
dışgörünüş edebi içinde, yeni yeni anlamaya başladığımız, bize zıt dünyanın
hedef ve kutuplarına sarsılmaz bir nisbetle bağlı, halk partisiyle olanca
ihtilafı (Liberalisı) fert hürriyeti ve (Demos Kralos: Demokrasi) halk idaresi
fikrinden ibaret ve buna karşılık Türkün ruh kökü, Islâm nizamına yabancı,
hatta aykırı bir fert” NFK/Benim Gözümde Menderes
Celal Bayar'ı en iyi ifade edecek şey, yine onun
sözleri ve davranışlarıdır. 18.9.1939 da Celal Bayar'a bir mektup yazan Cemal
Kuta'ya, Bayar'ın verdiği cevaptaki şu ifadeler onun kişiliğin yansıtmaktadır:
"..Yalnız bir hakikati tcbarüz-cttırmck islerim. Yapılan herşey sevgili
Atatürk’ünde Milli Şef İnönü'nün ilham ve yardımlarından kuvvet alaıpn jşterek
çalışmaların mahsulü ve rejimin malıdır"
Bayar ' Atatürk e tapan" biri idi ve şöyle diyordu
"Atatürk, seni sevmek ibadettir."
Her kış Doğu'dan Rusların gelip Anadolu'yu işgal
edecekleri korkusu ile titreyen Bayar bu korkular içinde bu dünyadan göçüp
gilü. Menderes'le ortak bir kaderi paylaşan Bayar'ı, Cemal Kutay'ın 1940'larda
yayınlanan "Celal Bayar" isimli kitabından izliydim: Celal Bayar
1884'tc Gemlik'in Umurbey köyünde doğdu. Babası Pilcvnc'dcn hicret eden
Abdullah Fehmi efendi idi. İlmiye sınıiından olduğu, fıkıh konusunda geniş
malumat sahibi olduğu söylenir. Darulmuallimin mektebi mezunu olup, rüştiyede
öğretmenlik ve Umurbeyde müftülük görevlerinde bulunmuştur.
Şevket Süreyya'nın belirttiğine göre, Bayarın da doğum
tarihi, İnönünün doğum tarihi gibi babası tarafından Kur'an-ı Kerimin kenarına
not edilmiştir ve bu hesaba göre de 16 Mayıs 1883 de doğan Bayar, 24 Eylül
1884'de doğan İnönü'den bir yaş büyüktür.
Bayar'la Menderes arasındaki benzerlik açısından,
Bayar'ın
58 Lise
tahsili yaparken, ötekisi Bahriye mektebinde vereme yakalanır ve Mahmut Celal
tek başına kalir.
Mahmut Celal kişiliğini BursaUtki Fransız mektebinde bulacaktır.
Mahmut Celal'in dayısı hak, fidir, Genç Osmanlılar’dan, İttihatçı Ali Suavi'nin
arkadaşıdır. Dayısından aldığı Scrvct-i Fü- nun dergisindeki makalelerin etkisi
altında edebiyata ilgi duymakladır.
Fransız mektebi için Bursa'ya geldiğinde yeni bir çevre
içine karışır. Bir yandan Azınlıklar, Öte yandan İttihatçılar.. İstanbul'a
yakın olduğu için siyasi gelişmeleri yakından izleme fırsatı bulur. Bu arada
Ziraat bankasının memur imtihanına girer ve kazanır. Bir yandan iş saatleri
dışında Cczvit mektebine devam etmektedir, öte yandan özel bir hocadan Arapça
dersleri almakladır. Meşrutiyet hikayeleri ve Abdulhamit düşmanlığı ile
yetişmektedir. Fransa'dan gizlice yurda sokulan bildirileri, mektup ve
gazeteleri okuyarak, Bursadaki sürgün "hürriyetçiler" le tanışarak
kendine yeni bir yer arama gayretindedir.
Bu arada Ziraat bankasından Doyçc Bafikia geçer.
Bankada sadece iki Türk vardır ve burada İttihat Terakki harekeli ile daha
yakın bir temas içine girer. İttihat Tcrakki'nin Bursa'daki illegal bir
hücresini oluşturan "Küme" örgütüne girer. 23 Temmuz 1908 de
meşrutiyetin ilanından hemen sonra Celal bey İttihat ve Terakki Cemiyetinin
Bursa Merkez idare heyetine alınır." Celal bey artık Bûrsa'riın önde
gelen İttihat ve Terakki mensuplarında^ biridir"
1907 yılında Bursa'da Doyçe Oryentbank şubesinin imza
yetkisine sahip önemli bir memuru olan Celal bey 1908'dc İttihat ve Terakki
fırkasının Bursa’da önde gelen isimleri arasında yer almış ve kısa bir süre
sonra da bankadan ayrılarak fırka tarafından İzmir İıtihat ve Terakki fırkası
kâtibi mes'ullüğüne atanmıştır.
Bayar, Cemal Kutay'ın kitabında da belirttiği gibi
"..Kemalist rejimin şahsında tam ve kamil hüviyetini bulduğu ilerilik ve
inkılabçılık vasfı Bayar'da bir aile mirasıdır. (...) Bayar, İttihat ve
Terakki'nin Osmanlılık ve İslamcılık politikalarından sıyrılmaya çalışmış ve
fırka içinde milliyetçilik cereyanının kuvvet bulm. -
59 na gayret elmiş; Türk halklarının
hatırı sayılır bir varlık olması uğruna mücadeleler yapmıştır."
Bursa günleri Bayar'ın rotasın: ayarlayan günlerdir..
Milli Mücadelenin Galip Hocası, babasından öğrendiği, evdeki kitaplardan aşina
olduğu dini yeni Türk devletinin biçimlenmesinde kullanmayı bilmiştir. Başında
sarığı, sırımda cübbesi ve elinde teşbihi ile lam bir aktör gibidir. Lavrcnce
İngiliz emelleri için İslâm'ı biçimsel olarak kullanıyordu. Celal Bayar da
(Galip Hoca) tipi ile, İttihatçı kalasının üzerine sardığı sarıkla meydanlarda
müs- lümanian "Diıı-i İslâm için cihada" çağırıyordu.
Bir ara Demirci Efc'ye müşavirlik te yapan Celal beyin
Menderes'le ilk tanışması İzmir'de olacaktır. Menderes, İttihat Terakki
mektebinden sonra gittiği Amerikan kolejinde bir öğrenci iken Bayar, İttihat
Tcrakki'nin mes'ulüdür. İkinci karşılaşmaları ise Çakırbeyli Çiftliğinde
zamanın Galip hocası ile gerçekleşecek, fakat bu karşılaşmalarda kayda değer
bir yakınlık sözkonusu olmayacaktır.
Bayar'ın dinle ilgisi İstiklâl harbinde ona ayrı bir
yer, imtiyaz ve statü kazandırırken, Rejim açısından İttihatçılığı bir başka
güven kaynağı olmaktadır. Bankacdığı ise, İktisat Vekilliğine giden yolda
işine yarayacaktır. Osmanlı döneminin iki aylık Ziraat bankası, iki yıllık
Doyçe Bank'ta memur statüsündeki bankacısı Yeni Türkiye Cumhuriyeıi’nin İktisat
vekili olmaya yetecektir. Ardından İzmir İktisat Kongresi. Lozan ve İnönü
Zaferleri"!" İnönü olayını ortaya çıkartırken, İktisat konferansı
Bayar'ı yeni rejime kazandıracaktır. İktisat konferansının İzmir'de yapılıyor
olması ve Bayar'ın bu arada oynadığı rol, yeni Türkiye'nin ekonomik modelinin
biçimlenmesinde etkili olacakur. Bayar'ın Bankacılığı, onun eline büyük
paraların geçmesine yol açacak, şirketlerde ortaklıklar kuracak, zengin
çevrede itibar sahibi olacaktır. İnönü'nün Bayar'ı kıskanması biraz da bundandır.
Savaşan bir asker konumundaki İnönü, Atatürk'e yakınlığına ve icranın başı
olmasına rağmen, Bayar kadar ekonomik bakımdan şanslı gözükmemektedir.
Atatürk'ün de giderek büyüyen mal varlığına karşılık İnönü'nün daha o ilk
günlerde kayda değer bir mal varlığı yoktur..
60 İnönü
daha sonra bunun intikamını alacaktır, hcın de acı bir şekilde!
Bayar'ın Atatürk'le nasıl tanıştığına ilişkin ayrıntılı
bir bilgi yok. "Henüz büyük ve eşsiz kurtarıcı Samsuna çıkmamıştır"
ama işgal günlerinin başında "Milli İhtilalin Celal Bayat'ına Ödemiş,
Akhisar ve Aydın Cephelerinde rastlıyoruz." Mustafa Kemal Samsun'a çıkar
çıkmaz "Bu tarihte Atatürk'ün emrinde ve izinde bir Kuvayı Milliyeci Celal
Bayar vardır". Bazan Hoca, bazan Efe kıyafeti ile şefin emrinde ve
hizmetinde yol almıştır. Akhisar Milli Kuvvetler Komutanlığı yapmış ve
ardından yine şefin emri ile "Bursa Kuvayı Milliye reisliğinde
çalışmıştır."
Bayar "Atatürk'ün mukaddes ağzından" aldığı
talimatla "öz ve halis bir Kemalist olarak" yeni Türkiye'nin
kurulmasında daha başından beri rol oynamış bir kişidir. Atatürk İstanbul’dan
Samsun'a gitmeden önce. Celal bey, İttihat ve Terakki fırkasının talimatı
doğrultusunda vatanı kurtarmak için Bursa'dan İzmir'e doğru yol alıyordu..
Mahmut Celal bey, İstanbul'da son olarak toplanan
Meclisi Mebusan'da Saruhan mebusu olarak görev yapacaktır. İmparatorluk
Mcclisi'nin kapanmasından beş gün önce toplanan Mecliste, Mahmut Celal bey,
Demirci Efe ağzından yazdığı telgrafı bahane ederek, İstanbul hükümetine
yüklenmektedir. Kutay bu hadispyi şöyle yorumlamaktadır: "Bayarın duyurmak
istediği milli ses yerine Yıldız'dan hiyanet ve ihanet sesleri
yükselmektedir"
Mahmut Celal bey, İstanbul'dan Ankara'ya gelecek, İzmir
milletvekili olarak, önce İktisat vekilliği, yine bu arada Hariciye vekilinin
Londra Sulh konferansına gitmesi üzerine Hariciye vekaleti vekilliğini de
yapacaktır. Yine aynı şekilde, "Mübadele ve İmar-lskan vekilliği görevi de
yapan Bayar, bu görevini sürdürürken Mustafa Kemal tarafından îş Bankasını
kurmakla da görevlendirilmişti. Bayar-Mustafa Kemal ilişkisini itada eden su
cümleler Kutay'a aittir: "Atatürk, Bayar'ı çok severdi. İnsanlara ancak
kıymeti kadar kıymet veren Ebedi Şefin bu kadar yakını saydığı, takdir ettiği
bahtiyar azdır!"
Bayar'ın Atatürk'e ilgi ve teveccühü çok büyüktü.
İktisat ve-
61 killiğine geçirilmesi dolayısıyla
Mustafa Kemal'e gönderdiği telgraftaki şu cümleler ona aittir:
"Türkiye Cumhurreisi Gazi Mustafa Kemal
hazretlerine:
İrade ve feyzinin ilhamı ile işe başladım... Mefkureci
bir Amele olarak candan çalışacağım... yüksek teveccüh ve itimadınızın devamı
en büyük emelimdir. Derin bir saygı ile ellerinizden öperim büyük paşam,
iktisat vekili Mahmut Celal"
Şu da İktisat Vekili Celal Bayar'm Atatürk’e bir arz
biçimidir: "
K. Atatürk. Cumhurreisi İstanbul.
Kurtarıcı dehalarının nuru altında yürüdüğümüz yolda
yüksek irşatlarının yeni bir ilhamı olan Tarım Kredi Kooperatifleri kanununa
göre ilk olarak Tekir çiftliğinde kurulmuş kooperatife (1) sayılı Kurucu üye
şerefini bağışlaması, büyük kurtarıcının yurt ve ulusa kutsal yeni bir
işarettir. Asırların ışığı kalacak olan bu büyük işaretin de manasını bakanlık
ve kooperatifler adına, hayranlık ve saygı ile selamlamaya koşar ve
şükranlarımı bu vesile ile de tekrarlarım. Tekir çiftliği Tarım Kredi
Kooperatifinin kuruluş formalitesi bu gün bitmiştir. Saygı ile ellerinizden
öperek arzederim. Celal Bayar."
Mesele ne biliyor musunuz? Devlet kesesinden Atatürk'e
bir çildik armağan ediliyor, İktisat vekili de bunu bildiriyor. Gerçekleştirilen
resmi formalite ise bir kooperatif teşkili. Kooperatifin öteki üyelerine
gelince, Tekir köyünden Ali Rıza oğlu Osman Kâhya, Nuri oğlu Ziya Şahin, Mahmut
oğlu İbrahim, Ahmet oğlu Faik, Ahmet oğlu Ali, Nuri Oğlu Hamza, Hüseyin oğlu
Ali, Ahmet oğlu Haşan ve Hüseyin oğlu Ahmet.
Kuvayı Milliycci Celal bey, İlk günlerde İstanbul ve
Ankara'daki mecliste yaptığı konuşmalarda, Yunanlıları ehli salip olarak,
gözü dönmüş katiller olarak tavsif ederken başbakan olduğu yıllarda 19 Nisan
1937 de, Atina'da Yunan başbakanı General Mctaksas'ın verdiği ziyafette "
Yaşasın Türk-Elen kardeş Birliği" diye kadeh kaldırıyordu: "Kadehimi
Elenler kralı Majeste 2. Jorj'un sıhhatine, dost ve müttefik Yunanistan'ın
refah ve itilasına kaldırır, ekselanslarınızın ve sevimli bayan Mctaksas'ın
şahsi saa-
62
(Jetlerine içerim."
Bayar Atatürk'ün ölümü üzerine, kendi ayaklarının
altındaki iktidar koltuğunu kendi elleri ile iterek yerine îsmet Paşa’yı
oturttu. Ve böylece Bayar'ın Türk Siyasi hayatındaki yeri de daha gerilere
doğru kaymış oluyordu.. Yeniden Celal Bayar isminin Siyaset sahasında
yankılanması için 7 Haziran 1945 tarihini beklemek gerekecektir.. Celal Bayar,
Fuat Köprülü, Refik Koraltan ve Adnan Menderes tarafından imzalanan 4’lü
takrir, Cumhuriyet tarihinde yeni bir dönemin başlangıcı olacaktır. Ve
Bayar-Mcnde- res İkilisini Türk Siyasi tarihinde belli bir konuma getiren bu
takrir olmuştur.
63
DÖRTLÜ TAKRİR
Türk Siyasi tarihindeki önemli kavşak noktalarından
birini teşkil eden 4 CHP milletvekilinin ortaklaşa imzalayarak CHP Meclis Grubu
başkanlığına sundukları 4'lü takriri aynen aşağıya alıyoruz.
C. H. P. Meclis Grubu Yüksek Başkanlığına
7 Haziran 1945
Daha ilk kuruluşundan beri Türkiye Cumhuriyeti'nin ve
Cumhuriyet Halk Par tisi'nin en esaslı umdesini teşkil eden demokrasi prensiplerine
inanmıaş ve Türk Milletinin ancak bu prensiplerin tamamiyle tatbiki sayesinde
refah ve saadete kavu- şacagğı kanaatine bağlanmış olan vatandaşların , bütün
memlekette ve bilhasse partimiz mensupları arasında en büyük ekseriyeti
teşkil ettikleri şüphesizdir. İşte bu kanaatledir ki milletçe özlenen bu
amacın gerçekleşmesi için lüzumlu gördüğümüz tedbirleri partimizin Meclis
Grubuna arz ve teklif etmeyi borç bildik.
Atatürk'ün ölmez adına bağlı olan mukaddes kurtuluş
savaşımızdan doğan Türkiye Cumhuriyeti, ilk Teşkilât-ı Esasiye Kanunu ile
dünyanın belki en demokratik anayasasını meydana gelirmiş ve bu sayede gerek
ferdî hürriyetleri, gerek milli murakabeyi en geniş surette sağlamak
imkânlarını vermişti.
64
Memleketi orta çağdan kalma birtakım zararlı müessese-
lerden koruyabilmek ve irticayı kırmak maksadıyla 1925'den sonraki yıllarda
siyâsî hürriyetlerin bazı takyitlere uğratıldığını biliyoruz. Lâkin Türkiye
Cumhuriyeti Devleti, Teşkilât-ı Esasiye Kanununun demokratik ruhuna daima sadık
kalmış ve Cumhuriyetin kurucusu büyük Atatürk bunu tamamıyla demokratik bir
şekle ulaştırmak idealinden ölünceye kadar ayrılmamıştı.
Burada izahına lüzum görmediğimiz türlü sebeplerden dolayı
muvaffakiyetsizlikle neticelenen Serbest Fırka tecrübesi bu maksatla yapılmış
bir hareketti. Bu talihsiz tecrübenin uyandırdığı tepkiler neticesinde siyasi
hürriyetlerin yeni birtakım tahditlere uğratıldığı inkâr edilemez. Bununla
beraber Cumhuriyet idaresinin her şeye rağmen demokratik tekâmül yolunda ilerlemek
istediğini gösteren teşebbüsler de vardı. Büyük Millet Meclisi seçimlerinde
müstakil mebuslara gittikçe daha artacak bir nisbette yer ayrılması tecrübesini
buna bir delil olarak zikredebiliriz.
İkinci dünya savaşının belirmeye başlaması ve harp
tehlikesinin memleketimizi daimi bir tehdit altında bulundurması pek tabii
olarak siyasi hürriyetleri bir kat daha tahdide sebep olmuş ve bu suretle
Teşkilât-ı Esasiye Kanununun Demokratik ruhundan biraz daha uzaklaşılmıştt.
Ferçi Cumhuriyet Halk Partisi içinde ayrıca bir müstakil grup teşkili. Milli
murakabe işinin daha esaslı bir şekilde sağlanması ve tek parti usulünden
doğan zararların karşılanması yolunda bir tecrübe olmakla beraber kuruluşundaki
gayrı tabiilik dolayısıyla bundan da müsbet bir netice alınmadığını görüyoruz.
Bütün dünyada hürriyet ve demokrasi cereyanlarının tam
bir zafer kazandığı, demokratik hürriyetlere riayet prensibinin milletlerarası
teminata bağlanmak üzere bulunduğu şu günlerde memleketimizde de
Cumhurbaşkanından en küçüğüne kadar bütün milletin aynı demokratik ülküleri
taşıdığından şüphe edilemez.
Uzun asırlardan beri müstakil bir devlet olarak yaşayan
Türkiye'de, hatta okuyup yazma bilmeyen vatandaşların bile si-
65 yasi hürriyetlerini, şuurla
kullanacak bir seviyede bulundukları inkâr edilemez bir hakikattir. Okuyup
yazına bilmeyen köylüler arasından bile dünyanın en değerli idare ve siyaset
adamlarını yetiştirmiş olan milletimizin, bilhassa Cumhuriyet idaresinin kuruluşundan
beri yapılan büyük hamleler neticesinde, bundan 20 yıl evveline nisbetle çok
yüksek bir seviyeye erişmiş bulunduğu övünülecek bir gerçektir.
İşte, bir taraftan iç hayatımızdaki bu mesul tekâmülün
yarattığı siyasi olgunluk, diğer taraftan bugünkü medeniyet dünyasının umumi
şartları, daha ilk Teşkilâtı Esasiye Kanunumuzda hakim olan demokratik ruhu
bugünkü siyasi hayat ve teşkilâtımızda kuvvetle tecelli ettirmek zamanı
geldiği kanaatine bizi şevketmiş bulunuyor. Bunun biran evvel gerçekleşmesi
yönündeki düşüncelerimizi şöyle hülasa ediyoruz:
1- Milli Hâkimiyetin
en tabii neticesi ve aynı zamanda dayanağı olan Meclis Mürakabesinin
Anayasamızın yalnız şekline değil, ruhuna da tamamiyle uygun olarak tecellisini
sağlayacak tedbirlerin aranması,
2- Yurtdasların
siyasi hak ve hürriyetlerini daha ilk Teş- kilât-ı Esasiye Kanunumuzun
gerektirdiği genişlikte kullanabilmeleri imkânlarının sağlanması,
3- Bütün Parti
çalışmalarının yukarıki esaslara tamamiyle uygun bir şekilde yeni baştan
tanzimi,
Muhterem milletvekili arkadaşlarımızın yüksek
tasviplerine sunduğumuz bu teklifimizle daha ilk kuruluşundan beri Milli
Hakimiyet gayesine erişmeyi, onu gerçekleştirmeyi hedef tutan Cumhuriyet Halk
Partisi'nin ve bütün Türk Milleti'nin yüksek arzularına tercüman olduğumuza,
Atatürk'ün idealine sadık kaldığımıza tamamıyla inanmış bulunuyoruz.
Cumhurbaşkanımızın 19 Mayıs 1945 tarihli nutuklarında:^
Siyâset ve fikir hayatımızda demokrasi prensiplerinin daha geniş bir ölçüde
hüküm süreceği» hakkındaki ifadeleri, bu teklifimizin vakitsiz ve yersiz
olmadığı hakkındaki inancımızı büsbütün kuvvetlendirmiştir.
Milletimizin bütün kuvvet ve iradesini temsil eden
Büyük
66
Millet
Meclisi Parti Grubu arkadaşlarımızın, Türkiye Cumhuriyeti ue ve Türk Milletine
dünya demokrasileri arasında şerefli biir mevkii sağlayacak olan bu teklifi,
kendi öz düşüncelerinin bir ifadesi gibi telakki edeceklerinden asla şüphe
etmediğimizi bir defa daha tekrar eder ve bu takririmizin açık oturumdu müzakeresini
saygılarımızla rica eyleriz.
İçel
Refik Koraltan
Aydın
Adnan Menderes
12 Haziran Sah günü takrir müzakereye alındı. "Bu
takrir, CHP diktasına karşı bir harp ilanıydı"
Menderes, böyle bir takriri nasıl imzalamıştı. Ürkek ve
sessiz bir genç, nasıl olup ta böyle radikal bir harekete katılmıştı. "Zeki
fakat disipline gelmeyen, intizamsız, çok konuşan, kendi stilinde iyi bir
konuşmacı olan, mantıklı, fevri" bir genç olarak tanınan Menderes'in
yakınları onu "Bir misafirliğe gölünsen, yeni topluma girmiş bir çocuğun
ürkekliği, heyecanını yaşayan, tutuk, kimseye karışmayan, tatlı tatlı
gülümseyen, aşın nazik, soru sormayan, sıkılgan ve bu sıkılganlığı, inceliği
ile çevresindekileri bile sıkma noktasında nazik" bir genç olan
Menderes'in Millctvckili/Öğrcnci ortamından fırlayarak İsmet Paşa yönelimine
kafa tutmasına yol açan gelişmeler nasıl olmuştu. Onu Bayar'la, Koraltan ve
Köprülü ile aynı belgeye imza atmaya götüren şartlar nasıl gelişmişti.
O bu dönemde kendini şöyle taril ediyordu:
"Meclise geldikten sonra, büyük bir dikkatle çalışmaya başladım. Kendimi
memleket işlerine verdim. Hem vazifemi gördüm, hem de hizmet için kendimi
yetiştirdim. Başvekil oluncaya kadarda, kendimi yarın için ilzam edecek hiç
bir harekette bulunmadım. Yirmi sene içinde, herkesin peşinden koştuğu Avrupa
seyahatlerini bir defa bile olsun düşünmedim. Hiç birisini aklımdan geçirmedim.
Hal-
67 buki lisan biliyordum. Param vardı,
faydalı olabilirdim. Bilakis meclis encümenlerinde çalıştım. Parti müfettişi
olarak kaza, nahiye, belediye odalarında sabahlayarak vazife gördüm."
öyle anlaşılıyor ki, Dörtlü Takrire kadar Menderes
parti aleyhinde bir faaliyete girmediği gibi, parti işlerini görmekle birlikte,
parti icraatını savunan bir uslub içinde de değildir. Belki de her iktidarın,
her kadronun, böyle hiç bir şeye bulaşmayan, fedakâr hizmetkârlara ihtiyacı
vardır. CHP'nin de bu gibilere ihtiyacı olduğu gibi, Bayar da bu ihtiyaçdan
dolayı Menderes'i yedeğe almayı ihmal etmemiştir. Üstelik dil bilen, kültürlü,
söyleneni anlayan, sadık, çalışkan, nezaket ve tevazuu ile halkın ilgisini ve
sempatisini çekecek bir tip önemli idi. En azından sempatik bir vitrin süsü
olarak bile önem taşıyabilirdi. Büyük ihtirasları olmadığı gibi, küçük
menfaatlerle aldatılamayacak, satın alınamayacak biri olması da öteki önemli
özellikleri idi. Çalışkanlığı ve Dilekçe komisyonunda halkın sorunlarına vakıf
olması ve bunları çözme yolundaki çabaları ile çevresinde sempati de
uyandırmışa. Her işe koşan, yardımcı olan, sessiz karekteri yanında, olup bitenleri
ince zekası ile kavrayarak, izleyerek, yorumlayarak, konuşmayan, ama konuştuğu
zaman da bilen ve yorumlayan yeni, genç bir aydın/bürokrat/politikacı tipi
doğuvordu. O devlet hizmetinden, bürokrasiden gelen biri değildi. Ama
bürokrasiyi tanıdı ve kavradı.
Bir ara kafasına Ziraat Vekili olmayı takar ama
partinin profesyonel kadrosunun arasından sıyrılıp o makama ulaşması mümkün
değildir. İnönü'ye yaranma çabalan boşa çıkar. Menderes çalışan biridir ama,
parti yönetimine bile girme şansı yoktur. Bu tiplerden yararlanmak gereklidir
ama fazla yakınlaştırmak tehlikeli olabilir.. O zamanlarda Menderes partinin
spor kolu başkanı gibi sıradan bir iş yapmaktadır. İnönü ile tanıştırılır ama,
bir ara bu yönde umut belirir gibi olur, sonra o iş yatar. Oysa Menderes bu
konuda çok umutlanmışım Alacddin Tiritoğlu'nun ve başbakan Şükrü Saraçoğlu'nun
girişimleri fayda vermez. Böylece Menderes'in hayalleri yıkılır. Artık
yükselmek istemektedir ama bu mümkün gözükmemektedir. Bu arada kişisel
kırgınlıklar, kapris
68 ler
bir takım söylentiler de Menderes ile öteki bazı partililer arasında ihtilafa
dönüşür. Menderes artık köy, köylü ve ziraat meselesini yakından izlemekte,
kendisine verilmeyen görev ile ilgili olarak eleştirilerde bulunmaktadır. Belki
de ilk kez İnönü ile ciddi bir ihtilaf içine girmektedir.
Köy, köylü ve ziraat politikası, Milli Şefin en çok
üzerinde durduğu konulardan biridir. İnönü hükümeti de her zaman konunun
üzerinde durmuştur. Geniş halk kitlelerinin de hoşnutluğu bu politika ile
ilgilidir. Bu konudaki hoşnutsuzluk giderek tabanda daha fazla tepki alan bir
hale dönüşmektedir.
Celal Bayar, Dörtlü Takrir meselesini şöyle
anlatmaktadır: "Takrir partide fırtınalar kopardı. Çankaya'da sayın
İnönü'nün başkanlığında toplantılar yapıldığını işitiyorduk. Bu toplantılarda
Takririn reddedilmesi ve imza sahiplerinin grubta hırpalanmaları uygun
görülmüştü... Takriri reddetmek vazifesini alanlar, bizi şiddetle tenkit
ediyor, hakaret ediyor, hırpalıyorlardı. Biz düşmanlara karşı düşüncelerimizi
metanetle savunduk. Bu müzakereler sırasında Adnan Menderes'in bir başka güçlü
yanını tanıdım. Saldırılardan yılmıyor, sinirlerini bozmuyor, içinde fikir
varmış gibi görünen (demogojik) sözlerin parlak balonlarını bir cümle ile patlatıp
söndürüyordu. Apaçık görülü) ordu ki Adnan Menderes iyi bir polemikçidir. Fakat
fikirlerimiz ne kadar doğru olursa olsun biz bu fikirleri ne kadar samimiyet ve
ehliyetle savunursak savunalım, bu müzakereler mizansen olmaktan ileri
geçemiyordu. Takrir red edilecekti. Çünki Çankaya’da takririn reddedilmesi karara
bağlanmıştı. Nitekim 7 saat süren müzakerenin sonunda o zamanki başvekil Şükrü
Saraçoğlu kürsüye geldi. Halk Partisi'nin, takrirde yazılı olduğu şekilde
demokratik ıslahata muhtaç olmadığını, temelde demokratik esaslara dayanmış
bulunduğunu anlattı ve (tavsiye ederim, arkadaşlar takrirlerini geri alsınlar!)
dedi. Bu sırada bazı milletvekilleri, (Onlar arkadaşımız değildir) diye bağırıyorlardı."
"Yanımda oturan Fuat Köprülü'nün birden ayağa kalktığını gördüm. Takriri
geri almaya niyetli olduğu görülüyordu. Eteğinden çekip oturttum. Sert bir sesle
(Biz verdiğimiz takrirleri geri alacak insanlar değiliz) dedim. Sesini
çıkartmadı ve. takrir
69 oya kondu. İmza sahibi 4
milletvekilinden başka bütün eller havaya kalktı. Takririmiz
reddolunmuştu."
Dörtlü Takrire imza koyanların ilk ikisi ihraç, biri
istifa ediyor, en sona kalan Refik Koraltan ise 27 Kasım'da ihraç edilerek,
muhalif partinin çekirdek kadrosu şekillenmiş oluyordu.
Dörtlü Takrire imza koyan dört kişinin birer cümleyle,
NFK'nm gözündeki yeri şöyleydi: Bayar: "İslâm nizamına yabancı, hatta
aykırı bir fert", Menderes: "Sarı Çizmeli Mehmet ağa", Fuat
Köprülü: "İlimle doymayan, politika açlığı içinde kıvranan, basil, temel
görüşten mahrum, kafası hasis, ruhu haris insan", Refik Koraltan:
"Depo müdürü, ya da tebhirhane kâtibi seviyesinde, sıradan bir adam"
Ve yeni sağ ideolojinin, yeni "ümid kadro 'nun
dört as elemanı bunlar oldular.
70
TOPRAK REFORMU
Saflar Ayrılırken
Dürdü takrire yol açan gelişmeleri iyi tahlil etmek
gerekir. Harp yıllarının zor günlerinde 1944 yılında Köylüyü Topraklandırma
Kanunu tasarısı (Topraksız Kanunu) hükümete verilir.
O günlerin genel manzarası şöyledir:
-Dini baskılar yüzünden halk huzursuzdur. Camiler ahu-
haline getirilmiş, Kur'an Kursları kapaülmış, din alimleri darağacına ya da
sürgüne gönderilmiştir. İrtica bahanesi ile, laiklik adına, Bulgarycn bir
yorumla dindarlara karşı terör estirilmektedir. Artık din adına bir
muhalefetten sözetmek mümkün değildir.
-Ekonomik durum fecidir. Yoksulluk ve çaresizlik
içindeki geniş halk kitleleri iktidardan umudunu kesmiş gözükmektedir.
-Ankara ve büyük şehir merkezlerindeki yolsuzluk
iddiaları ayyuka çıkmıştır.. Rüşvet olayları almış başına gitmektedir. Her
alanda lalan, kayırmacılık, köşe dönmecilik almış başına gitmektedir. iktidara
yakın çevreler büyük vurgunlar yapmaktadırlar. İsmet Paşa'nın aylık maaşı, (O
gün aldığı maaşın Cumhuriyet altınına dönüştürülmesi şeklinde yapılan bir
makayeseyc göre) bu gün- ki değerle (Mayıs 1990) 140 Milyon lira dolayındadır.
Ayrıca harcırahları ve hesabı bilinmeyen örtülü ödenekleri ile bu rakamın
nereye ulaştığını kimse bilmemektedir. Mustafa Kemalin aylık maaşı ise aynı
mukayeseyle başlangıçta 600 milyon lira kadar idi. Daha sonraki yıllarda, yani
1933 de Maaşında %50 indirim yaptı ise de ödülleri, örtülü ödenekleri ve harcırahları
ile ilgili bir bilgi
71 yok. Her vilayette adına yapılan
binalar ve çifliklerin asıl kaynağı da bilinmiyor.. Ahmet Gürkan "İsmet
Paşa'nın Beytülmali" isimli çalışmasında İnönü'nün mal varlığı konusunda
ilginç bilgiler vermektedir.. Hatta bunlardan bazıları mahkemeye intikal
etmiş, ya da meclise soru önergesi olarak verilmiş, belgeler ve bilgiler meclis
arşivlerine intikal etmiştir. Hukuk dışı uygulamalara örnek olarak Ömer
İnönü’nün Muzaffer Kayalıbay isimli bir kişinin ölümüne yol açan trafik suçu,
delil yetersizliği gerekçesi ile örtbas edilirken, yine gerek Mevhibe
İnönü'nün ve gerekse İnönü ailesinin bir takım devlet kuruluşlarından aldıkları
eşyalar ve metalarla ilgili çeşitli yolsuzluk iddiaları ortaya atılmıştır. Öyle
ki alınan kumaşların, elbiselerin parasına bile tamah edilmiş, garip bir iddia
olarak "Cumhurbaşkanlığı personelinin ihtiyacı için Atatürk'ün satın aldığı
ineklerin mutfaklardan sarfedilen süt bedelleri Mevhibe İnö- nüyc
ödenegelmiştir" Erzincan zelzelesine giderken 150.000 lira harcırah,
1943'de ABD Cumhurbaşkanının davetlisi olarak Mısır'a giderken bir gün için
50.000 lira harcırah tahakkuk ettirilmiştir. Ömer İnönü 1950'ye kadar
Dolmabahçe sarayında kalmış ve sarayın bütün masrafları ve kalorifer giderleri
devlet bütçesine yüzbinlerce lira zarara sebeb olmuştur. Ahmet Gürkan bu konuda
şöyle demektedir: "TBMM hesaplarını inceleme komisyonunda müteaddit
seneler üye ve başkan olarak vazife gördüm. Bu münasebetle sarayların murakabe
ve teftişlerinde bulundum.. O zaman Ömer İnönü'nün buralarda arkadaşları ile
birlikte, kadınlı kızlı gece alemleri de dahil, bilhassa Dolmabahçe sarayında,
saray şehzadelerinden daha pervasızca yaşayan bir şefzade..."olduğu ortaya
çıkmıştır. Daha sonra, İnönü’nün kardeşi Rıza Temelli'nin gemi alımı için
devletten 150.000 dolar komisyon parası aldığı konusu her tarafta konuşulmaya
başlanacaktır.
Gürkan'ın belirttiğine göre, Sultan Abdülaziz'in Taşlık
arsaları, Padişah ailesinin sımrdışı edilmesinin ardından sahipsiz kalmış ve
yine bir usûlüne uydurularak İnönüler'c temlik edilmiştir. Ayaspaşa arsaları
ile ilgili olarak Bedii Faik 24 Mart 1970 tarihli bir yazısında şu bilgileri
vermekledir:" Ayaspaşa vaktiyle mezarlıktı ve evkafa aitti. İnönü'nün
müsteşarı olan zat Evkaf işlerine
72 bakıyordu.
Günün birinde işte bu müsteşar, mezarlığı vakıf olmaktan çıkartmış parsellemiş
ve bahis konusu arsayı da şefine münasib görmüştür...İnönü'nün kardeşinin
Cumhuriyet ilan edildiği zaman tek meteliği dahi bulunmadığı o derece bilinen
bir şeydir"
Evet Atatürk'te yoksuldu ve karga kovalamaktan
geliyordu. Askerdi, savaş içinden gelmişti, ama zengin, hem de çok çok zengin
biri oldu. İnönü de öyle, çok çalışmışlardı, az zamanda çok işler
başarmışlardı.
Gürkan şu soruyu yöneltmektedir: "İnönü'nün
serveti, aldığı maaşla biriktirilecek cinsten değildir. Kendisi ticaret
yapmadığına göre bu servetin iktisab yollan daima karanlık kalmaya mahkum
olacaktır"
Bu konunun üzerinde bu kadar fazla durmamızın sebebi,
daha sonra Menderes'in mal varlığı ve zimmet suçlamalarına ilişkin, bu iddia
sahipleri hakkındaki iddialan da gündeme getirerek, kişilerden çok bir dönemin
ve zihniyetin, Kemalist inkılabın mirasçı- lannın ahvali şahsiyclerinc ilişkin
gerçekleri su yüzüne çıkartmak istememizdendir.
Mesela bir başka iddia da, hâlâ Türkiye'nin önde gelen
şirketlerinden biri olan Sohtoriklcrin şirketi ile ilgilidir. Erdal İnönü'nün
kayınpederi (İnönü'nün dünürü), CHP İstanbul eski il başkanı Ali Sohtorik,
devletin gemi alımında kayırılmış mıdır?. "Bakınız 27 Mart 1970 tarihli İnönü'ye
yönelik cevap bekleyen 32 soru"
Dönemin önde gelen yazarlarından Falih Rıfkı, İnönüler
hakkında şöyle demektedir: "Yakınlarının zenginliğine gelince; Atatürk bir
gün İstanbul dönüşünde, doğru İnönü'nün evine git miş, hiç parasızlıktan zengin
olan kardeşi üzerine dikkatleri çekmişti. Kardeşinin sorumluluğunu üzerine
almayan İnönü, kılını kımıldatınamıştı. İnönü politikada ahlâktan sözedemez. Ve
hele her işin açıkça yapıldığı bir rejimde, yakınlarının kazancını nüfuz
ticareti saymayı başkalarına bırakmalıdır."
Sayın Erdal İnönü bu iddialar konusunda bu gün ne
düşünüyordur acaba..? Gorbaçov'un Stalin dönemini mahkum etmesi gi-
73 bi, İnönü dc babasının tek parti
dönemini mahkum etmedikçe sosyal demokrasiden sözetmesi inandırıcı bir iddia olmayacaktır..
Vc sol, Erdal İnönü'nün soyadının arkasına sığınarak insanlara demokrasi
vadedemez..
Bir ara Bedii Faik takmıştı İnönü'ye.. Bu günki Akbulut
fıkraları gibi o günün de fıkraları vardı. B. Faik anlatıyor:" Bir adam
var, tacir, müteahhit, fabrikatör, madenci..
Dediler ki, hangi eksiltmeye girse kazanır, çünki
arkası büyük!
Adamın sırtına baktım, zavallı feci şekilde
kamburdu"
Kasdcdilcn Kambur Rıza, İnönü'nün kardeşi idi. Bedii
Faik bir başka yazısında Dragos kooperatifleri konusunu kaleme alıyordu.
İsmet İnönü'nün Hürriyet gazetesinde çıkan mal beyanım
eksik bulan Son Havadis gazetesi, şu bilgileri veriyordu:" İnönü'nün oğlu
Ömer İnönü'nün eşi, kayınvalidesi vc kayın biraderi ile ortak olduğu 500.000
lira sermayeli Harmancık limited şirketinin konkordato dosyası Yargıtaya
gelmiş vc 7 Ocak 70 tarihinde 69/188 no ve 69/366 karar nosu ile Ankaraya gelen
dosya 970/7 sıra numarası almıştır. Bu özel şirketten alacaklı bankalar vc
şahısların sayısı 56 dır ve beyan edilen alacak miktarı 22 milyon 292 bin 670
lira ve 41 kuruştur. (Bu paranın bu günki rayiç karşılığı yaklaşık: 40 -45
milyar lira kadardır) Bunun dışında Ömer İnönü'nün dolaylı şekillerde
bankalardan aldığı kredi miktarının 75-100 milyon lira dolayında olduğu da
ileri sürülmektedir. Bu durumda bu rakam 200 milyar gibi bir seviyeye
ulaşabilir. Kredi alınan bankalar ise Ziraat, Vakıf, Türk Ticaret, Akbank,
Yapı Kredi vc İş bankalarıdır. Bu kredilerin büyük bir bölümü de 1950'dcn
sonra alınmıştır. Babasının dönemine ait rakamlar hakkında kesin bir bilgi
yoktur. Harmancık Krom Limitcd'in konkordatosunda alacaklı banka sayısı 14'tür
ve o gün mevcut bulunan hemen hemen bütün bankalardan kredi talep edilmiş ve
alınmıştır. Bunlar arasında Ziraat Bankası 20 milyonla ilk sıradadır. Şirket
sermayesinin beş- yüzbin lira olduğu düşünülürse, Sermayesinin 40 katı kadar
kredi kullanmıştır. Talep ettikleri ödeme planı ise faizlerin dondurul-
74
ması ve 7 yılda ödenmesi şeklindedir. Öyle anlaşılıyor
ki o günün Ömer'inin bu günün Yeğen Yahya'sı ya da Efc'si ile pek farkı olmadığı
anlaşılıyor. Bu olaylar sadece lek parti döneminde yaşanmamış, 60 sonrasında
da İnönülcr bir yandan eski hesaplan tasfiye ederken, bir yandan da yeni köşe
dönme hesapları yaptıklanna ilişkin iddialar basında ve mahkeme dosyaları
arasında yer almaya devam etmiştir.
Ankara Rüzgarlı sokaktaki 1928'dc 10.000 liraya alman
arsanın bir parseli daha sonra Yeni İstanbul gazetesine 500.000 liraya, bir
parseli de Gazanfer Bilgeye 900.000 liraya satılmış. Hcy- beliada'da o zaman
bir milyon lira takdir edilen köşk, 9500 liraya alınmış. Ayazpaşa arsası, ya da
Taşlık'taki evine ilişkin iddialar ne derecede doğrudur. Taşlık'taki evin,
Vakıflar'a ait bir cami temeli üzerine yapıldığı doğru mudur? İş bankasındaki
6200 hissenin kaynağı nereden gelmektedir?.. Çankaya'daki 20.000 m2
lik bahçeli köşk nasıl alınmıştır?
İnönülcr'in ortağı olduğu aşağıdaki şirketlerin kredi
kaynakları, iş alanian nelerdir Harmancık Krom, Ögclman Madencilik, Kurşun
San., Dış Ticaret AŞ, İstanbul Pamuk, Şaban Dağa Lmt., Bakır Endüstrisi, Nidac
koli., Uludağ Maden.
Ankara Maltepe'deki arsa, Dikmcn'dcki, yine Maltepe ve
Çankaya'daki arsaların alış şekilleri nedir?
Bu konuda Gürkan'ın tesbit edebildiği İnönülcr'in mal
varlığına ilişkin döküm şöyle: Rüzgarh'da arsa (5513 in2),
Çankaya'da Bahçeli Köşk (22.383 m2), Hcybcliada'da köşk (2345 m2),
İstanbul'da 536 m2 Temelli Gümüşsüyü apartmanı, Taşlık'ıa bahçeli
köşk (3000 m2), Yenişehir'de 1345 m2 arsa, Ankara'da 567 m2
arsa, İzmir Kordon'da 467 m2 köşk, Dragos'ta 6345 m2
arsa, Dik- men'de 15 786 m2 arsa, Çankaya'da 2.000 m2
arsa, Maltepe'de 1174 m2 arsa, 2346 m2 arsaya kurulu
Bahçeli ev, Mebus evlerinde 1271 m2 ye kurulu ev, Şenyuva, Bahçe,
Bahçelievler kooperatiflerinde ev, Rüzgarlı sokakta iş ham (568 m2
temel üzerine kurulu), Yeşilyurt'ta 2350 m2 arsa ve İş bankasının
6200 adet hisse senedi.. Tabi altın, döviz ve nakit cinsinden ya da yakınları
üzerine alınan
75 emlaktan burada sözedilmemektedir.
Bütün bunlar, buna benzer cevapsız sorular insanların
kafasını karıştırmaya devam ediyordu.
D.P.'nin ortaya çıkışının ve halk tarafında büyük bir
coşkuyla sahiplenilmesinin arka plaınndaki sebeplerden sadece birini, o döneme
ait ekonomik suistimallerin boyutunu göstermesi bakımından ilginç
sayılabilecek bu bilgilerden sonra tekrar konomu- za, Toprak reformu yasasına
dönelim.
Toprak reformu yasa tasarısı halkı umutlandırmaya yelmedi.
Çünkü reform hareketi bir yandan parti içindeki toprak ağalarını korkutup
tepkilerine sebeb olurken, halk ta bu reformdan fazla bir pay alamayacak,
partili bir takım militanlara devlet elinden toprak dağıtılmış olacaktı..
Toprak dağıtımında kayırmacılık ve toprağını kaybeden toprak sahiplerinin
hükümete tepkisi CHP'nin sonunu hazırlayan önemli olaylardan biridir.
" Bir devleti hiç bir şey yenilikler kadar
rahatsız etmez. Değişiklik (İnkılapçılık) hep kötülüğe ve zorbalığa yol açar.
Bir tek parça bozulunca düzeltilebilir. Herşeyin özündeki bozulma ve çürüme
eğiliminin bizi ilkelerimizden uzaklaştırmasına da karşı koyabiliriz. Ama koca
bir toplumu yeniden kalıba dökmeye, bu kadar büyük bir yapının temellerini
değiştirmeye kalkmak, düzeltecek yerde silip süpürmek, ufak tefek kusurları
toptan bir kargaşa ile düzeltmeye kalkışmak, hastalıkları ölümle iyi etmek
(Devleti değiştirmekten çok yıkmak isteyen) kişilerin işidir. Dünyanın birden
düzeleceği yoktur. Ama insan kendini sıkan şey karşısında o kadar sabırsızdır
ki! Her ne pahasına olursa olsun ondan kurtulmak ister. Binlerce örnek te
gösteriyor ki, dünya hep böyle çabuk şifa aramaktan hep zarar gördü. Halinde
genel bir iyileşme olmadıkça, bir an dertten kurtulmuş olmak, iyileşmek demek
değildir"
Montaigne'nin Denemelerinin 3. kitabının 10. bölümünde
böyle diyor. Bacon'un bu konuda söyledikleri de İnönü döneminden Menderes
dönemine geçişe ilişkin bir başka gerçeğin altını çizmekte kullanılabilecek
elverişli bir açıklama getirmektedir. "Yeni soyluları ancak bir güç ortaya
çıkarır. Geçmişteki soyluları
76 ise
zaman ortaya koyar. Soyluluk sanını ilk alanlar, genellikle torunlarından daha
erdemli, ama daha az dürüsttürler. Çünkü hem doğru, hem de eğri yola
başvurmadan yükselmek az görülen bir şeydir"
Yine Bacon şöyle diyor: "Devlete kara çalan
sorumsuz konuşmaların sık sık uluorta yapılması, bir yandan da devlete zararlı
olacak yalan yanlış söylentilerin ağızdan ağıza dolaşarak büyük bir ilgi
görmesi kopacak bir kargaşanın ilk belirtileridir." ...Mac- hiavclli de
pek yerinde bir görüşle toplumun babası olması gereken hükümdarların bir
partiye bağlanıp yan tutmaları durumunda devletin, bir yanına çok yük
yüklendiği için batan bir gemiye döneceğini söyler... Ayaklanmaların nedeni
ikidir. Büyük yoksulluk ve büyük hoşnutsuzluk. Yıkılan ocakların sayısı ne
denli çoksa, karışıklığı destekleyenler de o denli artar... Ayaklanmaların nedenleri
ile körükleyici etkileri, dinde yenilikler, yeni vergiler, yabada ve törelerde
değişiklik, tanınan ayrıcalıkların geri alınması, topluma genel bir baskı,
değersiz insanlarla yabancıların yükselmesi, açlık, ordudan çıkartdmış
askerler, umut kırıklığına uğramış partiler, küskün bir toplumu ortak bir amaç
çevresinde toplayıp birleştiren bütün buna benzer şeyler... Soylular ve halk
çoğunluğu, bunlardan biri hoşnutsuzluk içindeyse tehlike büyük değildir.
Çünkü halk çoğunluğu, yüksek tabakadan kışkırtılmadıkça kendiliğinden kolay
kolay eyleme geçemez.. Yüksek tabaka da, halk çoğunluğu kendileri ile birlikte
eyleme geçmeye istekli, buna hazır olmadıkça güçsüz kalır. Gerçek tehlike,
yüksek tabakanın, aşağı tabaka arasında suların bulanmasını bekleyip hoşnutsuzluğu
o zaman açığa vurmasıdır. "Bacon bundan sonraki bölümde ise, bir bakıma
DP iktidarlarının uyguladığı çözümü açıklamaktadır "En önemlisi, bir
ülkede zenginlik ve paranın bir kaç elde toplanmasını önleyecek bir yol
uygulanmalıdır. Yoksa devlet varlık içinde yokluktan ölür (Menderes döneminin
sloganı: Her mahallede bir milyoner.. Sen de zengin olabilirsin mesajı) Halka
hoşnutsuzluklarıyla kızgınlıklarını ölçüyü kaçırıp işi arsızlığa dökmeden açığa
vurma özgürlüğünü tanımak, güvenilir yollardan biridir. Öfkesi içine akan,
yarası içine kanayan kimse onulmaz çı-
77 banlar, irinli kabarlar dökmek
tehlikesi ile karşı karşıyadır... İnsanların umutlarını ustaca, kurnazca
beslemek, böylcce onları bir umuttan ötekisine koşturmak, hoşnutsuzluk
hastalığına karşı cn etkili ilaçlardan biridir..."
Topraksız yasası ile ilgili tasarı önemli bir kavşak
noktasıdır.. Tasarı Meclise havale edildi, ama kimse bu büyük meselenin
altından nasıl çıkacağını kestiremiyordu. Meclis işin çözümü için konuyu
komisyona havale etti. Oluşturulan karma komisyonda büyük çiftçilerden İzmir
Mebusu Rahmi Bey başkandı. Komisyon için aranan "Mazbata muharriri"
de bulunmuştu. İşin raportörlüğünü ve sekreterliğini yapacak isim de belli
olmuştu. Yine Çiftçilikten gelen bir başka toprak beyi Aydın Milletvekili
Adnan Menderes.
Anlaşılan İnönü de içerideki toprak ağalarından
çekiniyor ve bu yasayı çıkartma işini yine toprak ağalarının insiyatifine bırakıyordu.
1945 yılı Şubat ayında 45 kişilik komisyonda konu tartışılmaya başlandı.
Menderes parti içinde ilk muhalefet hareketini bu komisyon içinde başlattı ve
aktif bir komisyon üyesi olarak sağlam delillerle hükümetin toprak reformu
tasarısına karşı ciddi bir şekilde direndi. Böylece Menderes hem mecliste, hem
de toplumda, özellikle toprak ağalarının umut adamı haline gelmişti.. Geniş
müslüman kitle ise, rejime muhalefeti sebebi ile Menderes'e destek veriyordu..
Öteden beri halk her zaman CHP'ye ve onun yönetici kadrolarına yönelik
muhalefetin niyetine, programına ve ilkelerine bakmadan muhalefet olduğu için
destek vermişti. İnkılablara karşı yapılan muhalefet hareketinde bunun içindir
ki istiklâl savaşındaki on bin civarındaki şehide karşılık, bunun elli katma
yakın insanın kafasını kopartmak gerekmiştir. Bu da "İrtica" diye
damgalanan muhalefet hareketinin ne denli güçlü olduğunu gösteren bir olaydır.
Serbest Fırka olayı, Terakkiperver Fırka olayları da buna örnektir. Ve yine
İnönü'nün stadyumda büyük tezahüratla karşılanması hadisesi de, muhalif kanada
karşı mevcut destekçi bir potansiyelin her zaman varolduğunu gösteriyor. Bu
kez de İnönü'ye muhalefet eden biri, kim olursa olsun desteklenecekti. Daha
doğrusu, sindirilen muhalefet, bu meşru muha-
78 Icfelin
gölgesinde hücuma geçecekti! Hele hele Topraksız yasasını bir komünistlik
olarak, mülkiyete tecavüz şeklinde yorumlayan toprak beylerinin muhalefeti,
halkın din duygularını da harekete geçireceğinden, zenginlerin desteğinde ve
mecliste yandaş bulan bir muhalefet hareketi olarak etkisini gösterecektir.
Oysa daha önce mütegallibe takımını oluşturan zenginler, parti ile yakın temas
içinde, hatla birçok ağa, bey parti yönetiminde önemli görevlerde bulunuyordu.
Böylccc halk çaresiz ve yalnızdı. Zengin toprak ağalarının destekledikleri ve
parlamento içinden sözcüsü olan bir halk hareketinin başarılı olacağında kuşku
yoktu ve öyle de oldu. Hele dış bir takun mihrakların desteklemesi ile bu
hareket daha kısa zamanda başarıya ulaşacaktı.
Ülkedeki öteki bir takım azınlıklarda, özellikle varlık
vergisi sebebi ile iktidara olan güvenlerini kaybetmişler, arkası arkasına
gelen vergiler ve baskılar halkı bezdirmişti. Bir yerde Menderes kendi
zekâsının ürünü olan bir güven değil, doğrudan doğruya bir muhalefet sözcüsü
olarak bir anda "umut adam7 haline geldi. Daha sonra
göreceğimiz gibi, başlangıçta hiç te böyle bir niyeti olmayan Menderes giderek
halkın talebini ve halkın kendini görmek istediği kişilik formunu benimseyecek
ve bu rolü benimsemesinin faturası olarak idam sehpasında can verecektir. Bu
anlamda idam edilen sadece Menderes değil, onun şahsında Milli İradc'nin
kendisidir. Kuşkusuz Menderes'in Milli İradc'yi ne kadar temsil ettiği
tartışılabilir, ama herhalde belli mihrakların dümen suyunda giden biri olsa
idi, en azından Bayar gibi yaşama şansını elde tu Itırdı.
Bu konuya daha sonra tekrar döneceğiz.
"Köylüyü Topraklandırma Kanunu, 11.6.1945 de kabul
edilerek 753 sayılı kanun haline gelmeden üç gün önce Menderes komisyondan
istifa edecektir. "Açık, mücadeleci ve gösterişli bir meclis konuşması
ile” yeni döneme adımını atmakladır. Eskişehirli Emin Sazak, Adana'dan Cavit
Oral ve Aydın'dan Adnan Menderes Toprak reformu tasarısı ile ilgili olarak
örgütlü bir muhalefet hareketi yürütmüşlerdi ve oldukça da başarılı
olmuşlardı. Ve hatta, eğer İnönü'nün ve Başbakan Saraçoğlu'nun özel girişim-
79
İcri vc baskılan sözkonusu olmasa idi, komisyondan
gelecek tasarı vc meclisten çıkacak yasa, çıkan yasadan çok farklı olacaktı ve
böyle bir tasarının kanunlaşması için de Menderes ve arkadaşları o günki
dengeler gözönünde bulundurulduğunda fazla zorlanmayacaklardı.
Üçlü muhalefet grubu, yasayı ayrı ayrı
açıdan ele alarak korkunç şekilde eleştiriyorlardı. Cavit Oral, konuyu
bilimsel ve tarihi açıdan ele alarak eleştiriyor ve bu yasanın gereksizliği
üzerinde duruyordu. Emin Sazak ise geleneksel yapı içinde Ağalık kurumun
fonksiyonu vc önemi üzerinde duruyor, bu ilişkilerin bozulması halinde kaos
oluşacağını söylüyordu. Menderes ise konuyu hukuki açıdan inceliyor, Toprak
reformu yasa tasarısını Nazist, faşist bir uygulama olarak görüyor ve toprak
üzerinde mülkiyet kavramının yara almasının gelecekte doğuracağı hukuksal sorunlar
üzerinde görüş ileri sürüyordu.. Daha sonra DP Toprak reformu yerine
"Tarım reformu" tezini savunacak ve tarımda yenileşme, makinalaşma,
verimin artırılması konusunda tezler geliştirecek, bunu sanayileşme ve kent
politikası ile birlikte ele alacaktır. Menderes'e göre "Küçük işletmeye
gitmek değil, işletmeleri birleştirerek kollekıif işletmelere gitmek
gereklidir." Ancak böylelikle istihdam ve üretim arttırılabilir ve tarımda
makinalaşma ve refah başarılabilirdi.
Menderes ve arkadaşlarının tüm çabalarına, bilimsel,
tarihi, hukuki açıklamalarına karşılık olarak İnönü'nün kaba tavrı meclis
iradesine yön verecektir: "Bu kanunu kabul etmeyen parti benim partim
değildir!"
İnönü bir yandan böyle derken, öte yandan parti
içindeki muhalefeti stabilize etmek içinde taktik bir strateji ile kabinede bir
değişiklik gerçekleştirdi. Yasa tasarısını savunan ve kanunlaşmasında,
şekillenmesinde büyük emeği geçen Ziraat Vekili Şevket Raşit Hatiboğlu
istifaya mecbur bırakıldı ve muhalefet kanadının sözcüsü durumundaki Adanalı
toprak ağası Cavit Oral Ağustos 1945'de Ziraat Vekili yapıldı. Böylece, İnönü
muhalefet kanadının güçlenmesini önlemiş, istediği kanunu çıkarttıktan sonra
icrasını da tekrar ağalara bırakak, "işte kanunu yaptık ama siz bildi-
80 ğiniz
gibi yapın" dcrccsine böyle bir yola gitmişti. Önemli olan İnönü'nün
Meclis üzerindeki denetim gücünü kanıtlamasıydı. Toprak Reformu teahhüdü yerine
gelmiş ve İnönü'nün dediği olmuştu. Bundan sonrası fazla önem taşımıyordu.
Şimdi halkın tepkisini azaltmak ve icraya elverişli bir yorum gerekli idi. O
zaman gelsindi Caviı Oral. Hem de bakan olarak! Zaten o zaman kanun dediğin
nedir ki!
Cavit Oral Ziraat Vekili olunca İlk işi yasanın uygulanmasını
önemli ölçüde engellemek oldu. Ardından da 1950 yılının 27 Marı'ında
"Çiftçiyi topraklandırma hakkındaki 4753 sayılı yasada bazı maddelerin
değiştirilmesi ve buna bazı maddeler eklenmesine dair kanun tasarısı "
5618 sayı ile kanunlaştı. Böylccc Topraksız kanunu bir reform kanunu olarak
fiilen ortadan kaldırılmıştı. İşin ilginç yanı, bu yasayı kabul eden meclisle,
onu ortadan kaldıran meclis aynı meclisti. O gün Ziraat vekili bir başkası idi,
bu gün bir başkası.. Zaten bu traji komik parlamento macerasından 45 gün sonra
da 14 Mayıs 1950 de de CHPnin tek parti diktası tarih olacaktır.
Bu gün Romanya'da yaşanan olaylara bakarak, Çavuşcs-
ku'nun başına gelenlerin ışığında İnönü dönemini değerlendirecek olursak,
Menderes yönetimini, bir bakıma İnönü'ye rağmen gerçekleşmiş bir iktidar modeli
değil, halkın tepkisini frenlemeye yönelik, ondan görünen, gerçekte İnönü
döneminin devri sabık ilan edilerek sanıklarının ipe gitmesini engelleyen bir
baraj hareketi olduğunu söyleyebiliriz.. Nasılki Bayar, Atatürk'ün ölümü
üzerine, tercihini İnönü'den yana kullandı ise, İnönü de sonuçla bu vefa
borcunu ödeyerek, Bayar'ı kendisine alternatif olarak seçmiştir.. Menderes,
rejime ve halka karşı daima çifte standartlı olmuştur. Halka "Siz
isterseniz Hilafeti bile geri getirirsiniz" derken, aynı zamanda parti
kulislerinde halkın hilafet talebini engellemek için hukuki tedbirler ve
polisiye tedbirler aramıştır. Belki de burada bir münafıklıktan çok, korkuları
ile hareket ettiğinde Kemalist bir gelenekçi gibi, umutlan ile hareket
ettiğinde ise halkın içinden bir halk adamı gibi hareket etmiştir ve her iki
davranışında da samimidir. Bu ikilem onun kişiliğini, kimliğini oluştur-
S1 maktadır. Kimi zaman biri kimi zaman
öteki kişiliği davranışlarına yön vermektedir. Kalbi ile başka, aklı ile
başkadır. Aslında Menderes aklı ile varolan biridir. Halkın teveccühü onda
kalbi bir kişiliğin oluşmasına vesile olmuştur. Menderes halka rağmen halk
için, ya da halkı kullanan biri değil, onu ciddiye alan bir politikacı idi..
Ve zaten onu idama götüren gerçek te burada yatmakta idi.
CHP içindeki ilk ayrışma CHP'nin üçüncü kurultayında ortaya
çıkmıştı. 1931 'de Uşak delegesi Alacddin bey kurultayda şöyle demektedir:
"Memlekette bütün İnkılablan yapmış olan bu fırkaya, lalettayin şahısların
alınmaması, bir Kubilayın yanında bir şeyh Mehmed'in bulunmaması, Fırkaya
girecek şahsın belli bir ideolojiye sahip bulunması şartı..." Bu daha önce
parti çatısı altında bu iki kanadın da varolduğuna işaret etmektedir. Bu
tarihten sonra 40'lar meclisinin oluşturulması ve eski mutemet olan ağa, eşraf
ve mütcgallibelerin yerine yeni ideolojik temele dayalı il başkanlarımn
getirilmesi (ama yine atanarak) yeni bir dönemin başladığım göstermektedir.
İnönü devletçidir. Toprak işleyenindir sloganı ile kendi ideolojik tabanına
mesaj vermektedir. "Toprak ağalığının kökünü kazıyacağım" andı
içmektedir. İlk ayırım devletçiler, liberaller arasında kendini gösterir. Zaten
öteden beri ortaya çıkmayan bir sivil asker ayrımı vardır. 9 Mayıs 1935'dc
parti genel sekreteri Recep Pcker Liberallere meydan okumakla dır: "Ulusal
çalışmayı yıpratan ve ulus yığını sömüren Liberalizme karşı cephemizi daha
sıklaştırıyoruz" Liberalizm düşmanlığı, devletçi kurultaya damgasını
basacaktır. 384 milletvekilinin, 160 il temsilcisinin ve Atatürk'ün katıldığı
bu son kurultayda o zamanki Kemalizm modası buydu. Pckcr'c göre Devletçilik,
devletin vasfı ve karakteri ile ilgili bir konudur. Hükümet ve parti devletçilik
ilkesinden hız almaktadır. Böylece Parti-Devlet birliği sağlanmış, parti
diktası güvenceye kavuşturulmuş oluyordu.
Ne Bayar ve ne de Menderes'in bu gelişmeler karşısında
söyleyecek tek sözleri yoktur.
Bu düzenleme ile,
-İçişleri Bakanlığı Genyönkur üyeliğine alınmış ve
kendine
82 parti
genel sekreterliği görevi verilmişti.
-Bütün illerde il parti başkanlığına ilin valisi memur
kılınmıştı.
-Genel müfettişler aynı zamanda devletin ve partinin
aynı anda müfettişliği görevini yapacaklardı.
Ve daha başka maddeler.. Parti ve hükümetin
birleştirilmesi karan genel başkan vekili İsmet İnönü'nün 18 Haziran 1936
tarihli genelgesi ile illere duyurulur..
Atatürk bu harekeli onaylamaktadır. Cemiyetler
yasasının 9.maddesinin memurların partiye girmesini önleyen maddesi ile ilgili
olarak Gazi hazretleri şöyle buyurmaktadırlar" Ben bu maddelerde
değiştirilecek bir şeş görmüyorum. Çünki burada memurların siyasi cemiyetlere
girmemesinden amaç, onların BENİM partimden başka bir partiye katılmaması
demektir. Bu bakımdan bu madde hatta yararlıdır vc katiyen
dcğiştirilmemclidir." (Hilmi Uran. Hatıralarım. S: 298)
13 Şubat 1937 tarihinde Anayasa'nın 2. Maddesinde değişiklik
yapılmak sureli ile "Türkiye devleti Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı,
Devletçi, Laik ve Devrimcidir" şeklinde değiştirilmiş, Anayasa'yı
değiştiren 3115 sayılı yasayla CHP ilkelerinin Anayasa metni haline gelmesi
sağlanmıştır. Dolayısı ile daha sonra kurulan partilerin programlarında bu
ilkeleri benimsemeleri zorunlu hale getirilmiştir.
Dolayısı ile, gerek DP, gerekse bu güne kadar gelen
bütün partiler, tek parti geleneğinin çizgisini sürdürmek zorunda kalmışlardır.
Anayasa'nın değişmez maddeleri haline getirilen bu ilkeler, aynı zamanda ceza
yasaları ile takviye edilmiş, bireysel planda da anayasa hükmü halinde
Milletvekili ve Cumhurbaşkanlığı andına alınarak, Kemalist tek parti
geleneğinin sürdürülmesi amaçlanmıştır. Bu gün isim olarak farklılığına rağmen,
esasen bütün bu partiler, CHP'nin içindeki grublaşmalara benzer, bir takım
parti içi grubları andırmaktadır. DP bu anlamda CHP nin devamı anlamında da
yorumlanabilir.. Türkiye'nin tek parti geleneğinden kurtulabilmesi, özgür,
insan haklarına saygılı bir hukuk devleti olarak siyasi sahnede yerini
alabilmesi için bu hukuk dışı yasa hü-
83 kümlerinden kurtulması zorunludur!
1932'de Mustafa Şeref iktisat Vckilliği'nden istifa
ettirilip, Celal bey İktisat Vekilliğine atanmakla, devletçi hükümete liberal
bir iktisat bakanı atanıyordu. Böylcce Mustafa Kemal denge siyaseti izliyordu.
Ama bu çift başlılık Mustafa Kemal'in ölümü ile sona erecek, devletçi gelende
devlete tümü ile hakim olacaktır. Ama İş bankası ve İktisat Vekilliğinin
verdiği avantajla sivrilen Celal bey. dönemin ikinci adamı ile boy ölçüşecek
seviyeye gelecektir. Ve 1932'lerden sonra artık bir Bankacı ve Paşacı rekabeti
başlayacaktır. 1945 sonrası gelişmelerde Bankacıların Paşacıları gerilettiği
görülecektir. 1937’de Bayat'ın başbakanlığı döneminde bürokrasiye yerleşen
liberaller 1939'da cephelerini lerketmek zorunda kalacaklar ve yeniden
kafalarını kaldırmak için 1945'i beklemek zorunda kalacaklardır.
Atatürk, yakın arkadaşlarının karaktersiz çıktığından
dert yandığı bir gün, Bayat'ın İş bankasının İstanbul'da bir kağıt fabrikası
kurma girişiminin İnönü nün İktisat vekilinin bilgisi altında engellemesi
bardağı taşıran son damla olarak Bayan İktisat Vekilliğine getiren Yalova
Operasyonundaki işaretler, aslında geleceğin cumhurbaşkanını ataması anlamına
gelen bir iş olarak tarihe geçecektir. İsmet paşa o dönemde Bayat'ın İş
bankasındaki girişimlerini "Dolapçılıkla" itham etmektedir.. Ama ne
Bayar İnönü'ye, ne de İnönü Bayat'a diş geçirememektedir. Çünki arada Mustafa
Kemal vardır.. Mustafa Kemal ise bu iki ucu birbiri ile dengeleyerek kendine
yol açmaktadır..
CHP, kendini bir yandan Kuvayı Milliye ruhunun ürünü sayarken,
öte yandan tipik bir İttihat Terakki Cemiyeti gibi çalışmış- ur. Parti
mutemetliği sistemi de İttihat ve Terakki "Kâtibi Mesul" lüğünün
devamı gibidir. Ne garip, Atatürk ölmeden bir kaç gün önce İnönü'nün sürgüne
gönderilmesi için çaba gösterenler, onunla bir arada görünmemeye özen gösterenler,
Mustafa Kemal'in öldüğü gün oy birliği ile grubta İnönü'yü aday göstermişler
ve mecliste oy birliği ile Cumhurbaşkanı seçmişlerdi. Atatürk'süz bir Bayat'ın
içi boşalmış konserve kutusundan bir farkı yoktur artık.. Daha önceleri
Atatürk'e ateş püsküren İnönü, Atatürk öldükten bir 84 ay kadar sonra 26 Aralık
1938'dc yapılan CHP birinci olağanüstü kurultayında, Atatürk'ün aziz hatırası
önünde saygı ile eğilirken, kendisi için de ikinci Atatürk olma yolunda
kongreden karar çıkartır.. (’HP tüzüğünün değişen maddelerine göre
"Partinin banisi ve ebedi başkanı TC'nin kurucusu olan Kemal Atatürk’tür.
Partinin değişmez genel başkanı İsmet İnönü'dür" Bu kongrede Divan
başkanı Abdulhalik Rcndadır ve öteki divan üyeleri arasında Aydın Milletvekili
Adnan Menderes birinci sıradadır!
Kongrede İnönü'nün ardından kürsüye çıkan Bayar şöyle
demektedir "Genel başkanımız. Milli şefimiz, Cumhurreisimiz, İsmet İnönü,
müstesna bir lütuf olmak üzere bendenizi genel başkan vekilliğine tayin
buyurmuşlardır... Kendilerine arzı şükran ederim"
Yıl 1939. Türkiye'nin yeni rotası yavaş yavaş
belirmektedir. İnönü yeni dönemde tam bir Atatürk gibi hareket etmektedir..
Şartlara göre sürekli değişen pragmatik bir yol izlemektedir.. DP'nin
ideolojisi CHP'nin bu ilişkileri içinde giderek oluşmakladır. 1 Nisan 1939'da
ABD ile imzalanan Ticaret anlaşmasında Türkiye Amerika'ya gerek ithalat ve
gerekse ihracaatta ve gerek diğer bütün konularda en ziyade müsadeye mazhar
millet statüsü tanıyacak ve ABD'den gelecek sanayi ürünlerine %12 ile %88
arasında gümrük indirimi sağlayacakur. Bir yandan gazetelerde İnönü’nün
dostları "Atatürk öldü ise başımızda İnönü ve Stalin var" diye
yazarken öte yandan ABD ile aynı zamanda Almanlarla dirsek teması
kurulmaktadır. Almanya-İtalya ittifakının balkan ve ege politikası netleşincc
Ankara, Fransa ve İngiltere'ye mavi boncuk politikası uygulayacaktır. Bu
yakınlaşmanın ardından Sovyetler Ankara'ya baskı yapmaya başlayınca Ankara
yüzünü iyiden iyiye batıya dönecektir. Biraz da İnönü'nün batıya yakınlaşması,
Sovyetler'in toprak talebi ve tehditlerinden kaynaklanmaktadır. Yoksa işin
tabii seyri içinde Ankara giderek Moskova'ya yaklaşmakta idi. Ruslar'a ve
Almanlar’a karşı İngiltere ve Fransa'ya yaklaşma gereği duyan İnönü, bu
ülkelerden beklediği yakıplığı görmeyince, eski Amerikan mandaterlerinin
hülyalarına kapılacak ve gözünü Amerika'ya dikecektir. Gözünü Atlantik
85 ötesine diken İnönü o günlerde bir
bakıma şöyle demektedir: "Orada uzaklarda, en ziyade müsadeyc mazhar bir
ülke durmaktadır: Amerika"
İşte DP, bu ilişkiler, CHP içinde biçimlenmeye başlayan
bu eğilimlerin ürünüdür ve bu yönclişmeler bileşkesi olarak ortaya çıkmıştır.
Batıklar Türkiye'nin durumunu her zaman yakından izlemişler
vc İnönü'nün içerideki baskı politikasını görmemezlikten gelerek, hatla içeride
anti batıcı Islâm radikalizminin bastırılması için Sovyctik yöntemleri olumlu
karşılarken kendileri açısından gerekli düzenlemeler yaptırmakta
zorlanmamışlardır. Başlangıçta Türkiye'yi Alınanlara karşı bir güvence olarak
yanlarında görmek isteyen batılı ülkeler, daha sonra Türkiye'yi Sovyctlcrc
karşı bir tampon bölge vc Ortadoğu'daki petrol bölgesi ve öteki askeri vc
siyasi çıkarları açısından bir bekçi vc sıçrama tahtası gibi kullanma eğilimi
göstermişlerdir. 13 Mayıs 1939 tarihli Ulus gazetesinde yer alan bir haberde
ifade edildiği gibi Batılılar, Türkiye'yi savaşta kendi yanlarına çekmeye
çalışırlarken ekonomik ayrıcalıklar sağlamayı da unutmamışlardır. Nitekim
İngiltere ile imzalanan ittifak anlaşmasında, bunu takiben 14 ekonomik anlaşmanın
imzalanması kararlaştırılmıştır. Doğan Avcıoğlu bu konuda şu ayrıntıları not
etmektedir: "Türkiye'nin ittifakını elde eden İngiltere, Amerika ile
giriştiği pazarlıklarda Türkiye'yi askeri olduğu kadar ekonomik ve siyasi
açıdan da lam bir nüfuz bölgesi olarak istemiş, ABD başkanı Rozvelt Kazablanka
Konferansında İngiltere'nin bu teklifini kabul etmiştir." Hikmet Bila
buna şunu eklemektedir: "İttifak anlaşmaları Türkiye'yi ister istemez
pazarlık masasına sürülen bir ülke durumuna düşürmüştür. Batıklar Türkiye'yi
gerektiğinde savaşa girmesi, gerektiğinde girmemesi için zorlamışlardır."
2. Dünya savaşı öncesinde "Ülke korkunç bir savaş
ekonomisinin içine sürüklenirken, Liberalizm, hür teşebbüs, hür dünya,
himayecilik, devletçilik sözcükleri birbirine karışmakta, beslenip büyüyen
burjuvazi egemenliğini giderek artırmakta ve içinden milletvekilleri, bakanlar,
başbakanlar çıkartmaktadır." Ekmek
86 karne
iledir. 1939'da İktisat Bakanlığı bütçesi görüşülürken Kütahya Milletvekili
Besim Aıalay şu teklifi yapabilmektedir: "Köylü ve fakir halk için ikinci
nevi ekmek çıkartalım"
Esasen 29 Mayıs 1939 da yapılan parti 5. kurultayında
İnönü, uluslararası düzeyde devletin yerini belirlemek için bazı öneriler
getirecek ve batı camiası içinde yer almak için demokrasiye geçişin
zaruretinden sözetmektedir. Halk idaresini kemale erdirmek ve hakiki bir milli
denetimden sözetmektedir. Ama bunlar sadece bir zaruretin ifadesi olarak
kalacak, daha doğrusu batılılaşma iddiasındaki bir hükümet için, bu yöndeki
talep sahiplerine verilen bir mesaj niteliği taşıyacaktır. Bayar'ın parti
içinde itibarının iadesi ve statüsünün yükseltilmesi, bu yeni yönelişin bir
kanıtı olarak takdim edilmektedir.. Parti içindeki bu tür eğilimler ve fikirler,
DP’nin ortaya çıkmasını hazırlayan fikri gelişmenin adeta ilk tezahürleri
gibidir. 18 Ocak 1940 tarihinde 3780 sayı ile çıkan Milli Koruma Kanunu ile
umutlar bir anda sönecektir. Devlet iş mükellefiyeti getirebilmekte, işten
ayrılma yasağı koyabilmekte, zorla çalışına, angarya getirebilmekte, iş saatini
artırma ve hafta tatilini ortadan kaldırma hakkına sahip olabilmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti'nin temel karakterinin kemikleştiği dönemdeki işçi hakları
ve sendikal özgürlükler böyle idi. 40 dönümden az arazisi olanlar bütün
öküzlerini milli savunma yükümlülüğü olarak devlete vermek zorunda
kalacaklardı. Sermayeyi kısıtlayan hükümler ve piyasanın denetim altına
alınması, bir yandan hakiki demokrasiden bahseden iktidarın öte yandan yasakçı
mantıkla ortaya çıkması sonucu, parti içinde kendi muhalefetini üretme eğili
mine hız kazandırmıştı. Ve derken 12 Kasım 1942'de 4305 sayı ile yasalaştırılan
Varlık Vergisi bardağı taşıran son damla olacaktır. Toprak mahsulleri vergisi
ile canından bezen köylüler artık Ankara'dan umudunu kesmişlerdir. Hoşnutsuz
halk kendine sahip çıkacak bir lider arayışı içindedir. Sivil muhalefet en
acımasız şekilde bastırılmaktadır.. Tam bu sırada Başbakan Refik faydam ölür ve
yerine Şükrü Saraçoğlu gelir.
Denizli Milletvekili Mazhar Fuat, 6. Kurultayın
ardından narıi grubunda şöyle konuşmaktadır "Hükümet şimdiye kadar ne
87 istediyse verdik. Fakat bir şey
yapamadı. Hırsızlığı kesinleşen kişiler şunun bunun adamı diye yerlerinde
saklanıyor.." Yakub Kadri ise şunları yazıyordu: "Bu gibiler de hani
parmakla sayılamayacak kadar çoğalmıştı. Zeytinyağı piyasasını tekeli altına
alan baıcan mı istersiniz, karaborsacıları koruyan vali, genel müdür vesaire
mi istersiniz, o devirde bunların her köşe başında size sırıttıklarını
görebilirdiniz.."
"Merd-i kıbti şecaat arzedeyim
derken.."özdeyişindeki anlayışa benziyordu durum. İnönü ise bu iddialara
karşı şöyle diyordu: "Bulanık fırsatı bir daha ele geçmez fırsat sayan
batakçı çiftlik ağası ve elinden gelse teneffüs ettiğimiz havayı ticaret mctaı
yapmaya yellenen gözüdoyınaz vurguncu tüccar ve bütün bu sıkıntıları,
politika ihtirasfiçin büyük fırsat bilen, hangi yabancı milletin hesabına
çalıştığı belli olmayan bir kaç politikacı, büyük bir milletin bütün hayatına
küstah bir surette kundak koymaya çalışmakladırlar.." Ah paşam, onları
getiren de koruyan da, ortaklık yapan da siz ve kardeşiniz değil misiniz?
Yıl 1945
Dünya ve Türkiye'de önemli gelişmeler olmaktadır.
2/6ün- ya savasında sonun başına gelinmiştir. Almanya çökmüştiyC Dünya
haritası yeniden biçimlenmektedir. Türkiye'nin safuöelli olmuştur artık. Biz
galiblerden yanayız. Bir dönem Sovyellcrden yana, Sonra Almanların safında,
derken Ingiliz ve Fransızlarla birlikte ve ardından yaşasın Amerika.. CHP kendi
muhalefetini, bu dengesiz politikası ile kucağında emzirmektedir.. Türkiye'nin
nihai tercihi, batı sistemi ile bütünleşme yolundadır. Batılı ülkeler
Türkiye'nin batı birliğine katılabilmesi, daha doğrusu Birleşmiş Milletlere
üyeliği konusunda galip milletlerin safında yeralması- nı şart koşmaktadırlar.
Türkiye bunun kanıtı olarak 23 Şubat'ta Almanya'ya ve Japonya'ya savaş ilan
edecekûr.. Bunun ödülü olarak ise 24 Şubat'ta Türkiye BM paktım imzaya davet
olunacaktır.. Böylece İnönü fiilen savaşa katılmasa da 2. Dünya savaşına son
anda katılarak hukuka ve insan haklarına bağlılığını göstererek,
88
Atom bombası yemiş Japonya'ya savaş ilan etmek sureti
ile şanına yakışır bir karar verecektir. Amerika’nın bu cinayetine karşı tepkimiz
avuç dolusu alkışlarımızdır. Ölmüş adama bıçak çeken sarhoş edası ile,
cesetleri Nagazaki sokaklarına dağılan Japon halkına karşı İsmet Paşa bıçak
çekerek Amerika'ya bağlılığını gösterecektir. Bu gibi konularda yapılan grub
toplantılarından sonra halka yapılan açıklama sadece "CHP grubu toplanmış
ve gereken kararlan almıştır" şeklinde, tıpkı bugün bizim MGK
toplantıları sonuçlarının açıklanması gibi bir uslubla bu konular
geçiştirilmekte idi..
Ama artık durum değişmeye başlamıştı. Müttefiklerimiz
vc dostlarımız Almanya'ya ve Japonya'ya savaş ilanından başka küçük ricalarda
da bulunmuşlardı. Biraz demokrasi makyajı yapmamızı istiyorlardı. Bu
gelişmeleri izleyen günlcıdc, Hikmet Bi- la'nın tesbit ettiği gibi " CHP
içindeki varlıklılar, demokrasinin şiddetli savunuculan kesilmişlerdir.
Bürokratlar ağır baskılar altında birbirinden ağır ödünler vermekle, yerli
yabancı sermaye karşısında yelkenleri indirmek zorunda kalmaktadırlar vc Atlantik
ötesindeki dost Amerika'nın da isteği doğrultusunda tarımda kapitalistleşme
süreci hızlanmaktadır."
Dostumuz Amerika'nın küçük ricaları uyarınca, bu ricayı
kendileri için görev telakki eden kadrolar harekete geçerek DP'yi örgütlemeye
çalışacaklardır.
10 Temmuz 1945’de Başbakan Saraçoğlu Amerika'nın talep
ettiği demokratik düzenlemeler istikametinde geri adımlar atmaya başlar. 15
Ağustos'ta BM anayasasının mecliste oylanması sırasında Menderes ve Köprülü,
dörtlü takririn ardından yeni taleplerle ortaya çıkarlar: BM anayasası kişisel
özgürlük vc dokunulmazlığı öngörmektedir. İç hukukta bu yolda değişiklik
yapılması zorunludur.. Bugün de Türkiye'nin Avrupa topluluğuna entegrasyonunda
hemen hemen aynı yol izlenmektedir. Ne garip, Tarih tekerrür edip durmaktadır.
Bugün Çankaya'da İnönü'nün yerinde oturan Özal, İnönü'nün misyonunu
kullanmaktadır.
Bu talepler aynı zamanda Türkiye'de kişi hak vc
özgürlükleri vc siyasal hakların bulunmadığı anlamına gelmektedir.
89
Menderes ve Köprülü
-kişi hak ve özgürlüklerine saygı
-Siyasal örgütlenme hakkı
islemektedirler.
Ne garip, dünün Menderesi'nin rolünü bu gün müslümanlar
ve yeni sol üstlenmektedir.. Dün ile bugün arasındaki tek değişiklik sağ ile
solun rollerinin değişmesidir. Ama aynı senaryo yine tekrar edilmektedir.
Ealih Rılkı, Menderes ve Köprülü'nün çıkışlarını
partinin yönetimine el koyma girişimi olduğunu öne sürerek cezalandırılmasını
ister.. Atay'a göre, bu klik 20 yıldan beri bu anı beklemektedir.. Bu bir
darbe girişimidir, partiyi ve hükümeti ele geçirmek isteyen bir komplonun
adıdır!
CHP'lilcr şaşkın ve çaresizdir.. Menderes ve ekibi ise
BM anayasasından aldıkları hız ve güçle iktidara yüklenmektedir. Şu sözler
Menderes'e aittir: "Milli ve bağımsız diye adlandırılan dış siyaset
gerçekte Birleşmiş Milletlerdeki demokrasi anlayışından uzaklaşmak
demektir" (27 Temmuz 1948'de İzmir’de yaptığı konuşmadan)
1945'lcrdcki İnönü hükümetinin halk önündeki durumunu
27.2.89 da Milliyette N. Doğru imzası ile yayınlanan şu satırlardan izleyelim:
"İsmet İnönü'nün yoksul köylülere çektirdiğini kimse çektirmedi.
1^45'lcrde 2. Dünya Savaşı yıllarının yarattığı seferberlik günlerinde İnönü,
ordunun iaşesini küçük topraklı köylünün sırlına yıktı. TMO aracılığı ile
yaptığı almalarda büyük köylünün malını, dış piyasalarda değerlendirip onları
zengin etti. Bu yüzden 1946da başbakanlardan Recep Peker, Kütahya'da seçim
konuşması yaparken meydana toplanan köylüler, "Açız.. açız.." diye
bağırdılar. Recep Poker de köylülere "pasta yiyin" demedi . Onlara
" açsanız bok yiyin" diye seslendi. Köylüler İnönü'nün tanın
politikasına sandıkta cevap verdiler. Onu iktidardan düşürüp yerine Adnan
Mcndercs-Cclal Bayar'ı getirdiler.
Menderes- Bayar dönemi, köylüleri traktörle tanıştırdı.
Marshall yardımı ile gelen dış destekle köylüler traktör sahibi oldu. Traktör,
ekilebilir alanları genişletti. Köylüler tarlalanna tarla
90 kattılar.
Gelirleri arttı."
İnönü herşeye rağmen batıya doğru yelken açmış
gidiyordu. 1947 Haziran'ında ABD'dcn bir iktisad heyeti Ankara'yı ziyaret etti.
Heyet başkanımn tavsiyesi ilginçtin "Siz kalkınmayı bırakın karayolu
yapın!"
Amerikan heyetleri Türkiye'deki durumla ilgili raporlar
da taşıyorlardı ülkelerine. Amerika ve bauh dostlarımız kendi programlarını
halk desteğinden yoksun CHP iktidarı ile yürümeyeceğini bildikleri için, yeni
dostlar arayışı içinde idiler. Parti içindeki belli kimilere destek vermeye
başladılar. Bir yandan da iktidarla ipleri koparmadan, CHP'yi çoğulcu
demokrasiye mecbur bırakmak için telkinlerini sürdürmeye devam ettiler.
İnönü, girdikleri yoldan geri dönemeyeceklerini çok iyi
biliyordu.. Karşı çıkmanın intihar demek olduğunu da.. Parti içinden
bölünebilir, halk muhalefeti partinin geleceğini tehlikeye sokabilirdi.
Ekonomi kötüydü, Uluslararası planda batı ittifakından vazgeçemezdi. Zaten
Kemalist ilke ve inkılablar batı ile bütünleşmeyi amaçlamıyor mu idi? O zaman
mümkün olduğu kadar bu süreci denetim altında tutmalı, mecbur olduğu gidişi,
kendi iradesi ile bilerek ve isteyerek yapıyor görüntüsü vermeli idi. Bu da
İnönü'nün yakın çevresinde kuşku doğuruyordu. Yoksa İsmet Paşa dostlarını
değiştiriyor mu idi? Eski dostlarını feda edebilir mi idi?..
İnönü çaresizdi.. Bu gidişle kendi celladını kendi
evinde beslemiş olacaktı. Ama batı dünyasında varolabilmesi ise bu durumun
muhafazası, hatta yeni ödünler verilmesi ile mümkün olacaktı.. ilk çözüm
olarak parti içi muhalefet harekelini biraz olsun frenleyebilmek için Menderes,
Köprülü ve Koraltanı partiden ihraç edecekti. 1 Kasım'da İnönü, parlamentoda,
partiden ihraç edilenlerle ilgili olarak şöyle diyordu: "Tek eksiğimiz,
hükümet partisinin karşısında bir parti bulunmamasıdır. Ülkenin ihtiyaçlarının
şevkiyle özgürlük ve demokrasi havasının tabii işlemesi sayesinde başka siyasi
partinin de kurulması mümkün olacaktır"
Evren 12 Eylül sonrası aynı mantıkla tek temele dayalı
üç görüntülü bir parti oluşturacaktır.
Aslında o günlerde Nuri Dcmirağ'ın kurduğu "Milli
Kalkın-
91 ma Parlisi"nden hiç
sözcdilmiyor, ama İnönü açıkça partiden ihraç edilenlere "Parti kurun ve
karşımızda muhalefet kanadını oluşturun" mesajını veriyordu..
Esasen karşı politik örgütlenme başlamıştı.. Vakit
geçirilmeden güdümlü bir muhalefete kapı aralanmaz ise güdümsüz, bağımsız bir
muhalefet hareketi başlayabilir ve devri sabık doğurarak iktidarı vc iktidar
mes'ullerini sanık sandalyesine oturtabilirdi. O halde düşmeden kendi rızaları
ile inmeleri gerekiyordu. Bu kaçınılmaz bir zorunluluktu. Bunu yaparken ise
Demokrasi kahramanı kesilmek gibi bir avantajları da olacaktı.
Vc bu olaydan bir ay sonra Celal Bayar CHP Genel
Sekrcter- liği'ne gelerek partiden istifa ettiğini açıklıyor ve yeni bir parti
kuracağını açıklıyordu..
Bu açıklama, biriken muhalefet kinine zabdedilmez bir
patlama için bir fiinye görevi yapacak, istifadan bir gün sonra on binden
fazla genç İstanbul sokaklarında Tan gazetesini basacak, kahrolsun
komünistler, kahrolsun Serteller diye slogan atarak terör estireceklerdir.
Böylccc yeni partinin ideolojik kimliği de tabandan örgütlenen bir hareketle
kendiliğinden biçimlenecektir. İnönü solcu olduğuna göre bunlar sağcı, onlar
komünist sempatizanı olduğuna göre bunlar anıi komünist, onlar devletçi
olduğuna göre bunlar liberal, onlar din düşmanı olduğuna göre, bunlar muhafazakâr,
ama her ikisi de milliyetçi!
Bu olaylardan bir gün sonra, basın, toplantı ve polis
kanunu değişiklik tasarısı meclise sevkedilecektir.. Artık barajın kapakları
patlamıştır ve bu yolun geri dönüşü yoktur.. Süreci yavaşlatmak ta mümkün
değildir.
1946 bütçesinde toprak mahsulleri ve ihracaat
vergilerinin kaldırılmasının ardından İngiliz basınında şu şekilde yorumlar yer
alacaktır: "Türk pazarı umut vadetmektedir. Türkiye'nin iktisadi
imkanları, İngiliz dış ticareti için ilgi çekici bir cazibe noktası
oluşturmaktadır"
Bu büyük meselenin üstesinden gelecek bir meclis
yoktur. O zamana kadar, dünün Sovyet şurasını andıran bir yeknesaklık içinde,
oy birliği ile üzerinde fazla münakaşa edilmeden kabul
92
il edilen yasalar sık sık değiştirilmesi
nedeniyle, zaten milletin de meclise güveni kalmamıştır. Sadece son güven
oylamasında 7 milletvekili hükümete güvensizlik oyu vermişti. Bu durum şimdiye
kadar raslanmamış bir olaydı. 7 oyluk güvensizlik iki bakanın ve parti genel
sekreterinin değiştirilmesine yetecekti. İktidar ilk kez meydana gelen
muhalefet hareketinden ürkmüştü. Onlar da biliyorlardı ki, eğer bir kere bu yol
açılacak olursa, bu gün 7 olan muhalif sayısı, yarın sadece 7 muvafık oya
dönüşebilirdi.
Bu günlerde muhalif kanadın sık sık bir araya gelip
tartıştıkları biliniyordu. Menderes ve Bayar arasındaki yakın ilişki de bu
döneme rastlamaktadır. Daha önceleri aralarında sıcak ve samimi bir ilişki
yoktur. Bayar'ın öncülüğündeki hareket, daha çok parti içinde ıslahat amacı gütmekte
idi. Bu da Tanzimatçı bir kafanın ürünü olarak idare-i maslahat politikasının
devam elliğini gösteriyordu.. Köklü çarelerden yoksundu. Genelde pansuman
tedbirleri niteliğinde şeylerdi.
Necip Fazıl "Amerikan diktası hürriyet ve
demokrasi" adını verdiği bu dönemi şöyle tavsif etmekledir: "Harbin
sonunda Amerika'nın dikte ettiği, yani cebren ve kerhen benimsemeye zorladığı
hürriyet, demokrasi (cebren ve kerhen zorladığı hürriyet tabirine dikkat)
birdenbire -Antibiyotik- vari bir ilaç tesiri göstermeye başladı. Dava
Amerika'dan geldiğine göre onu herkesten önce sabık Amerikan mandası fikrinin
savunucusu bir dönmenin baştacı edeceği şüphesizdi..."
O günün meclisi ise NFK'nın gözünde şöyle gözüküyordu:
"Artık Meclis te eskisi değil. Deliklerinden 25 kuruş alılınca önündeki
çanağa bir çiklet düşüren makinalar gibi birer rey aletinden başka bir şey
olmayan eski mebuslar şimdi parayı yutup çikleti ya hiç vermemek, yahut
karnına vurulunca zahmetle vermek gibi bir tavır içindedirler. Eski rey
makinası nizamı bozulmaya yüz- tutmuş ve türlü törpülemeler, ayarlamalar,
yağmalar, eski tesirini muhafaza etmediği hissini vermeye başlamıştır. O
zamanların mebusluk kültürü olarak meclis gazinosunda bezik oynamak hünerinden
yeni Türkçe milletvekili kelimesinin kabili" saylav" tabirinin ifade
ettiği nimete ulaşmayanların halini göstermek için
93 yakıştırılan "Ayıklav"
"Sayıklav" kafiyelerine kadar eski havanın yerine yeller esmeye
başlamış ve gözlerde açık bir kaygı ve düşünce bakışı izlenmez hale
gelmiştir"
Aslında Bayar ve Menderes bir oluşun içinde
sürüklenerek bir yere gelmişlerdir. İnönü, bu süreci bir ayağı gazda bir ayağı
frende dengelemeye çalışıyordu. Aslında BM katılma müzakerelerinin yapıldığı
San Fransisko konferansına Türkiye'yi temsilen kaülan Feridun Cemal Erkin,
Konferans için Türkiye'den ayrılmadan önce veda ziyareti için gittiği
İnönü'nün kendisine şöyle dediğini nakletmektedir: "Amerikalılar çok
partili demokrasiyi ne zaman kuracağımızı size sorabilirler. Böyle bir soruya
şöyle cevap verirsiniz: Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, büyük reformcu olmuştur.
İnönü’nün rolü reformları raylarında perçinlemek ve Atatürk'ün de arzu ettiği
gerçek demokrasiyi kurmak olacaktır.
• İnönü şimdiye kadar bu çığıra girmek istiyordu.
Harbin ortaya çıkarttığı tehlike ve sorunlar buna imkan vermedi. Savaş bilince
bu amacı gerçekleştirmek Cumhurbaşkanının en aziz arzusudur". Aynı heyetle
bu konferansa katılan Nihat Erim de, İnönü'nün heyet mensuplarına
"Türkiye'de çok yakında çok partili hayatın başlayacağını ilan eline yetkisi
verdiğini" ifade etmektedir. Amerikalılar, olacaklardan çok önceden
haberdardılar. Şekli demokrasi arlık yürümüyordu. Dekorların arkasına gizlenen
inkılabcı rejim makyajı ile yutturulmaya çalışılan dikta rejimi uruk yürümüyordu!
"Hakiki demokrasi" adına partisi, meclisi ile gerçek bir diktatörlük
kuldular ve şimdi helvadan putlarını acıkınca yemeye gelmişti sıra.. Demokrasi
adına kurulan diktayı, şimdi yine demokrasi adına yıkmak gerekiyordu!
Oysa yakın bir zamanda İstanbul'da 1. Ordu Karargâh'ında
yapılan toplantıda Generaller Atatürk'ün yerine seçilecek Cumhurbaşkanlığı
için "Ya Çakmak, ya İnönü" tercihini ortaya koymuşlardı. Atatürk
yoktu artık. Çakmak, oyunu İnönü lehine kullanmıştı. Bayar da İnönü'yü
desteklemişti.. 1. Ordu Karargâh'ın- da belirlenen bu yeni lider beş yıllık bir
sürede tükenmişti.
26 Eylül 1945 tarihli TBMM başkanlığına hitaben yazılan
mektupta Bayar şöyle diyordu:" İzmir milletvekilliğinden istifa 94
elliğimi arzeder, bilvesile derin saygılarımı sunarım". Herşey bilmişti.
Ekim, Kasım, Aralık., vc Ocak.. 7 Ocak 1946.. Bu gün
bir basın toplantısı düzenleyen Celal Bayar, Demokrat Parti'nin kurulduğunu
ilan ediyordu.
Bir gazeteci, DP'nin Serbest Fırka örneğindeki gibi bir
danışıklı döğüş olup olmadığını soruyordu. Menderes sinirleniyor, Bayar bu
soruyu "hafiflik" olarak niteliyordu. Serbest Fırka dahi, Bayat'a
göre bir Muvazaa partisi değildi ve kendilerinin böyle bir tavrı yoktu.. Oysa
söylentiler başka türlü idi.. İnönü muhalif partinin teşkili ile ilgili olarak
bazı isimler üzerinde özellikle durmuş, daha sonra, nasıl Mustafa Kemal,
Serbest Fırka için görevlendirme yapmışsa, ya da İnönü'yü nasıl Komünist
Partisi'nir kurucusu yapmışsa, bu yeni muhalif kanadın, ne kokar, nc bulaşı.
ılımlılar arasından özellikle seçilmesinin bir tesadüf olmadığına dikkat çekiyorlardı..
Öyle bir parti olmalı idi ki, mülcgallibc takımı oraya gönderilmeli, böylece
şaibeliler çuvalı halindeki bu hareket iktidarın önünde küçük düşmeli vc aynı
zamanda CHP bir lakım safralardan kurtulmalı idi. Artı, bu partide radikal
eğilimler taşıyan kişiler olmamalı, mümkün olduğu ölçüde uyumlu tipler yer
alınalı idi..
Bayar o zaman 63, Koraltan 57, Köprülü 56 yaşında idi.
En gençleri ise Menderesti ve 47 yaşında idi.
Bir başka gazeteci basın toplantısında Bayar'a şöyle
bir soru yöneltecekti:
-Partiniz sağ mı sol mu?
Bayar sert bir şekilde kesin bir ifade ile şöyle
diyecekti:
- Demokrattır. Programımızı inceleyiniz. Yerimizi orada
bulacaksınız.
Bayar'ın cümlesi biter bilmez sözü Menderes alacak vc
şöyle diyecekti:
-Siz Halk Parlisi'nin yerini tayin edin biz ona göre
yerimizi tayin edelim.
NFK bu durumu şöyle değerlendiriyor: "Bu sözler
partinin fikirsizliğini ilan edici bir itiraf mahiyetindedir...Sonuna kadar
95
Türk'ün ruh köküyle tam bir alaka kuramayan ve güdücüleri
arasındaki tezat yüzünden kozmopolit kalan parti ismini koyarken de Türk
lehçesine uzak ve dönme diline yakmdınDemokrat Parti. Bizzat parti mi Demokrat,
yoksa Demokratların partisi mi? (Park Otel, Deniz Bank, Azapkapı, Horhorçeşme ,
Kalite Makarda gibi isimleri sıfat yerinde kullanan ve Türk dilinin dehasını
inciten dönme ağzından bir örnek bu. Öyleyse "Demokrat Partisi" olmalıydı
isim, yahud "Demokrasi Partisi". Tüzük dedikleri nizamnameleri de
Fransız inkılabının getirdiği işportalık iki mefhum olan (Liberalizm: Fert
hürriyeti) ve (Demokrasi: Halk idaresi) fikirlerini içiçe ve kaba çizgileriyle
bcnimscyici ve laikliğe kadar mutabık bulunduğu CHP'yc hiç bir temel ölçü
üzerinde aykırılık bc- lirtmcyici bir name! Hcrşey, Halk Partisi'ne karşı olmak
değil, daha iyi bir Halk Partisi olmaktan ibarettir. Karşı oldukları şeyler,
Halk Partisi'nin 23 yıllık ruhiyat ve fikriyatı yerine sadece bir takım
fertler ve bazı yanlış tatbikattır"
NFK'nın, DP kadrosu ile yaptığı görüşmelerin sonunda Bayar
hakkındaki hükmü şuydu: Hiç bir umuda yer yok!
Devam ediyor, "Biz Cumhuriyet inkılabının bir
ideolocya getirmediği, madde kurtarıcılığı içinde ruh batıncılığına gittiği,
Türkün ruh kökünü zedeleme yoluna girdiği kanaatini besliyor ve Bayat'ın
bizimle aynı kanaati ne nisbctlc paylaşabileceğini anlamaya gelmiş
bulunuyorduk: İmkânsız!.."
Olaylar birbirini izliyor, gelişmeler adeta bir çığı
andırıyordu.. İnönü'nün irenleri artık tutmuyor, Bayar ve arkadaşları önlenemeyen
bir yükselişin sarhoşluğu içinde şaşkınlık içinde bocalıyorlardı. İnönü durumu
kabullenmeye hazırdı.. Blöflerine rağmen, durumun artık değiştiğini görüyor,
sadece ve sadece geleceğini, halta yaşamını teminat altına almaya çalışan bir
eda içinde, arlık biraz da bir parti lideri olarak değil, Mustafa Kemal'in serbest
fırka olayında takındığı tavra benzer yapmacık bir tarafsızlık rolüne bürünmeye
çalışıyordu!
Bayar'ın başvurusu üzerine 16 Ocak 1946'da, başvurunun
üzerinden bir hafta geçtikten sonra Demokrat Parti'yc Mecliste bir grub odası
tahsis edilecektir. Artık Parlamento'da bir muhale-
96
fct kanadı vardır.
Bayar yabancı basın mensuplarına verdiği mülakatta
yabancı sermayeyi ve dış ticareti teşvik edeceklerinden sözctmckıcdir.. Şu
sözler de o günlerde Bayar tarafından söylenmiş sözlerdir: "Dış politikada
CHP ile tamamen mutabıkız. Atatürk'ün Türkiye'nin istiklâlini ve dünya
barışını hedef tutan siyaseti partimizin de daima sadakatle takip edeceği
yoldur."
Olanca gürültüye rağmen ne partiye yeni iltihaklar
oluyordu ve ne de Ankara il örgütü de dahil hiç bir örgüt kurulmamıştı. CHP'dcn
ilk istifa ederek DP'yc geçen İzmir milletvekili Celal Tunca oldu. Bu arada
teşkilat kurmak isleyen telgraflar parti merkezine yığılmaya devam ediyordu..
CHP ye bir tepki olarak kitlesel bir şekilde DP'yc yöneliş sözkonusu idi..
1046 Şubat'ında İlk olarak Ankara il teşkilatı kurulacaktır.. Bayar ve Menderes
Anadolu örgütlenmesini Eğeden başlatmak istemektedirler.. Bayar da Menderes te
Ege'den gelmektedir ve Doğu'nun CHP'yc tepkisi din kökenlidir, ama Ege'nin rejime
karşı tavrı daha yumuşaktır.. Üstelik Batı ya verilecek mesaj açısından Ege
daha uygun görülmektedir.. Özellikle Bayar, halkın teveccühünün arkasından
gelecek dini muhalefetten çok korkmakta ve irtica damgası yemekten
kaçınmaktadır. Bu konuda sonraları çek sert tepkiler ortaya koyacaktır. Ama
baştan mahkum olmamak için ilk başlarda irtica konusunun üzerine fazla gitmeme
politikası izlemektedir.. Bayar ne yapacağım biicn pozdadır, ama Menderes ne
yapacağının, ya da ne yapmayacağının hesabı içinde gözükmemekledir.
Selanik kökenli, İttihat Terakki ceridesi durumundaki o
günün Yeni Asır gazetesi Bayar'a açık mektubla " Bayar daha ne duruyorsun!
Ne bekliyorsun.. Hazırız.. Partiyi bir an evvel kur ve korkma mesajını
veriyordu.
Ankara örgülü kurulduktan sonra Bayar Ege'ye doğru hareket
etli. Yol boyunca bir zamanların Galip Hoca'sını karşılayan halkın arasından
seçtiği kişilere Bayar partinin mührünü dağılarak yol alıyordu! İzmir ve öteki
bazı Ege vilayetlerinin ardından İstanbul il örgülü de kurulmuştu. CHP'liler
ise bu yarıştan yenik çıkmamak için ülkeyi 23 siyasi bölgeye ayırarak yurt
gezisine çık-
97 mışlardı. Bu arada partili
yöneticiler, bazı DP müteşebbislerinin üzerinde terör estirmeye başlamışlardı
ama gelişmeleri önlcycmi- yorlardı. DP bir buçuk ayda 16 il vc 36 ilçede
teşkilat kurmuştu. Bu arada Bayar CHP çevrelerinin yaydıkları söylentilere
cevap olarak 13 Mart 1946'da sert bir bildiri yayınladı. Bayar DP'nin Serbest
Fırka gibi geçici bir hareket olmadığım vurguluyor, bu iddianın DP'nin önünü
almasından çok CHP'yi küçültücü bir yakıştırma olacağını ileri sürüyor, ikinci
bir partinin varlığının milli birliği parçalayan bir vakıa değil demokrasinin
gereği olduğunu vurguluyordu. DP'ye geçenlerin akibetlcrinin iyi olmayacağı yolunda
CHP çevresinden gelen tehditleri ise yasadışı bir tavır olarak reddediyordu.
Ardından Menderes, 31 Mart'la İzmir’de gazetecilere demokratik hayata geçerken
karşılaşılan siyasi ve idari güçlüklerden sözediyordu. CHP adına Menderese
verilen cevapta ise, bu iddiaların varit olmadığı beyan edilerek mesele
geçiştirilmeye çalışılıyordu. 22 Nisan 1946'da ise Bayar İstanbul'da verdiği
beyanatta seçimlerden sözederken, tek dereceli ve dürüst bir seçim
istediklerini belirtiyor, iki dereceli seçime katılmayacaklarını belirtiyordu.
Belediye seçimlerine katılacaklar, ardından 47 seçimlerine hazır olacaklarını
söylüyordu. Ama DP'lilerin belediye seçimlerine katılma umudu bir politika
oyununa kurban gitti. CHP Meclis grubu 26 Nisan 1946 Cuma günü toplandı.
Başbakan Şükrü Saraçoğlu TBMM seçimine hazırlık olmak üzere Eylül ayında
yapılması gereken seçimleri bir defaya mahsus olmak üzere 1 Mayıs'ta yapılması
vc oy verme işleminin bir günde tamamlanması yönünde bir teklif getirdi.
Teklif grubta oy birliği ile kabul edildi. Kanun 30 Nisan'da meclisten
geçirildi ve 1 Mayısta da erken yerel seçimlere gidildi.. Tabi DP'lilcr seçim
için başvuruda bulunacak, aday gösterecek zamanı bile bulamamışlardı.. Bir baskın
şeklinde gerçekleştirilen seçimlere böylece CHP tek parti olarak katılacak ve
tüm belediyeleri alacaktı. Milletvekili seçimlerinde durum değişse bile yerel
yönetim CHP'de kalacaktı. DP'nin umudu 1947 seçimlerine kalmıştı. Basında
şiddetli tartışmalar başlamıştı. Sansür uygulamasından bıkan basın büyük
çoğunlukla muhale!eti destekliyordu. Basına sansür uygulamasını eleştiren
98
Menderes'e bir CHP milletvekili şu cevabı veriyordu:
"Bizdeki kadar matbuat hürriyeti dünyanın hangi devletinde var!"
Menderes'in, iktidarı eleştiren erken seçime ilişkin
konuşmasına ise CHP başbakanı Recep Pekcr, Özal mantığı ile şöyle cevap
veriyordu: "Adnan Menderes sözleri arasında HP'nin yeni partilerin
canlanmasına mani olduğunu söyledi. Partimizin aklından böyle bir şey
geçmemiştir! (Bravo sesi.. Alkışlar..) Kurucu ve savaşçı Halk Partici DPyi engellemeyi
ahlâki bir noksanlık sayar (Alkışlar..) Biz bu hareketimizle DP'yi teşvik
ediyoruz."
Ve derken, Yerel seçimlerin öne alınmasının
sonuçlarından memnun kalan İnönü, havayı koklamak için Beyaz treni ile yurt
gezisine çıkar.. İnönü Akhisar konuşmasında bu likrini açıkça ortaya koyunca
Bayar bir basın bildirisi ile durumu kınamış ve " DP Türk demokrasisinin
istikbali hesabına bir hala işlenmiş olacağını açıkça ifade etmeyi borç
sayar" demişti. İnönü Ankara dönüşünde 10 Mayıs'la CHP kurultayını toplantıya
çağıracak ve kesin talimatı verecekti: Erken Seçim!
İnönü bu konuşmasında şunları söylüyordu:
"TBMM'nin otoritesi üzerinde saygılı olmayan tartışmalar olmuştur. İçeride
ve dışarıda hiç bir politika, otoritesinden şüphe edilen bir Millet meclisi ile
yürütülemez. Bunun tabii neticesi sür'alli bir şekilde seçime gitmek
olacaktır." İnönü basın hürriyeti konusunda ise şöyle diyordu: "Basın
hürriyeti memleketin huzurunu altüst edecek şekilde kötü kullanıldı"
durum anlaşılmıştı.. Tek dereceli seçim meselesini görüşmek üzere toplanan
kurultayda mesaj verilmişti. Seçimlerin öne alınması kararına karşı DP genel
merkezi büyük bir tepki gösterecektir.. Bu tepki Anadolu'ya yayılacak ve DP'yc
kitlesel katılımlar ve çığlaşan bir büyüme ortaya çıkacaktır. CHP'nin silahı
geri tepmiştir..
Aslında, adil olmayacak, tek dereceli olmayacak bir
seçime katılmama kararındaki DP için bu gelişine bir gözdağı niteliği taşıyordu.
İnönü ise seçime katılmamayı, içeride, dışa karşı bir meşruiyet tartışması
başlatmak isteyen muhalif grublann bir komplosu olarak görüyordu.
Bu arada Anadolu'daki müteşebbis heyetleri karakollara
99 çağrılarak sorgulanıyor, dövülüyor,
telefonları dinleniyor, muhaberat engelleniyordu.
Herşeye rağmen, CHP'nin
yolun sonuna geldiği görülüyordu.
Burada bir tesbit
yapmamız gerekir.. Atatürk ölene kadar, Cumhuriyet tarihinde ikinci bir kişinin
varlığından sözetmek mümkün değildir.. Belirleyici irade, Milli İrade'den önce
Atatürk'ün iradesidir.. İsmail Hakkı bey, Mustafa Kemal için" Mustafa
Kemal'e tapınırdık" diyor.. Falit Rıfkı'nın cevabı da ilginç: "O ne
tapınır, ne de tapındınrdı" diyor.. Öyle ise İnönü'nün günahı ne, sadece
Büyük Reise yardımcı olmaktan başka ki Bayar da en az İnönü kadar Büyük Reisin
yardımcısı değil mi idi? Bayar'ın kurduğu hükümetler, İnönü hükümetlerinin
aynısı değil mi idi? Ya da İnönü hükümetinde Bayar İktisat Vekili değil mi idi?
Hamdullah Suphi ya da öteki mücessel sağcılar! Bayar ya da İnönü, 1939'a kadar
ikisi arasındaki tek fark bir elmanın iki tarafı arasındaki fark kadardı.. Hoş
sonra ne kadar iarketti ki!
Ama şu var ki, İnönü'nün kendi başına kalması 1940'dan
itilendir.. Zaten 1945'tcn itibaren de DP’nin doğum sancılan bakılacaktır.
Üstelik bu yıllar savaş yıllarıdır.. Kemalist rejimin bütün hesabını İnönü'ye
fatura etmek haksızlık olacaktır.. Türkiye Cumhuriyeti rejimini pekiştiren
tarih dönemi içinde 1920-23 icra Vekilleri, 23-39 Atatürk dönemi (16 Yıl),
40-45 İnönü dönemi, 45-50 Kaos dönemi, 50-60 Menderes dönemi, 60-80 kaos dönemi
, ve 80 sonrası ise 60 sonrasının rövanşı niteliğindeki yeni bir kaos
dönemidir. Rejim Sağ ve sol iktidar kadrolarının ortak ürünüdür. Bu anlamda Dp'yı
aklayarak CHP'yi mahkûm etmek doğru olmasa gerekir.. Sonuç Kemalist ilke ve
ink ilahlar ışığındaki bu iki ikıi darın ortak icraatlarının eseridir:
İnönü'nün seçimleri
erkene alma planı DP çevrelerini tedirgin etmişti. Ve arkası arkasına demeçler
veriliyor, kurara duyulan tepki giderek büyüyordu. İnönü genellikle 19
Mayıs’ta, bu günü vesile yaparak bazı açıklamalarda bulunurdu. Bunu tahmin eden
muhalefet Menderes imzası ile hazırlanan bir yazıyı Vatan gazetesine
gönderterek aynı gün neşrini sağlıyorlardı. Ardından yine
100
Menderes'in ağzından İngiltere'de çıkan Daily Mail
gazetesinde DP'nin yapısı ile ilgili olarak yayınlanan bir habere ilişkin
ikinci açıklama yapılıyordu.. Menderes yeni partiyi şöyle tanımlıyordu:
"Hülasa olarak söyleyebiliriz ki, DP'nin en bariz vasfı, tek partili
idareye son vermek isleyen hareket vc cereyanı temsil etlen bir siyasi
teşekkül olmasıdır'“Kısaca "Yok aslında birbirimizden pek farkımız, ama
biz Demokrat partiyiz"
Demokrat olmak kolay mı?. Al sana Falih Rıfkı'dan bir
cevap: "Milli İrade Halk Fırkası'nın kazanması değil de (...) çocuğuna
sofra duası öğretecek mektep arayan yobazın iradesi midir?"
Ve F.R. Atay Demokrasi üzerine yüce şefinden aldığı
ilhamla yükleniyor: "Ben Anadolu yaylasında Normandiya köylerini vc
köylülerini arıyorum.. Bunu halkçı vc devletçi olarak arıyorum. Onun için
Fırkacıyım. Mustafa Kemal Yunanlılarla boğuşurken, 1. Büyük Millet Meclisinin
Maarif Vekili Anadolu'da 400'c yakın medrese açü. Resimi yasak cui. 1. Büyük
Millet Meclisi, Şefin dışındaki .ekseriyet havasına bakılırsa bir ümmet
meclisi idi. Müslümanlığı Türklüğünden üstündü. Eğer ihtilal şefi şarklı
olsaydı Türkiye zaferden sonra, yeşil sarıklı bir Asya Devleti olacaktı vc
şüphesiz gene batacaktı.
..Türkiye'de Demokrasi hoca ve mürteci saltanatı
demektir. Mustafa Kemal'e halifeliği kabul ettirmeye muvaffak olamayan hoca ve
mürlccilcr, Cumhuriyet kurulduktan sonra Liberalizm vc Demokrasi bayrağını
açtılar. İsyan etseler Şeyh Said gibi öldürüleceklerine şüphe yoktu. Çünki şef
ve zafer bizimdi. Bunlar için yol, uysal vc uygun, fırka saflarına sinip, yavaş
yavaş, sayı vc taviz siperleri hazırlamaktı. Şcriat'ın ismini ahlâk, Ümmet'in
ismini Millet kovarak, ahlak ve millet namına, Şeriat ve Ümmet müesse- sesinin
kapılarını az çok açık tutmaya çalışacaklardı.
Hoca ve Mülteciler, Tanzimat vc Babıali, Galata, hep
birlikte Liberalizm vc Demokrasi kazanını kaldırdılar. Sorarım size, Yunan
ordusu ile İzmit'te elele tutuşan Kuvayı inzibat iyenin kadrosunda da bu üç
unsuru bulamaz mısınız? Cumhuriyet kendini saltanata, Mektep kendini Medreseye,
Laik kendini Şeriata, Kanunu Medeni kendini Mecelleye nasıl kontrol
ettirebilir vc böyle
101 bir kontrol cihazı kurulduktan sonra
işte demokrasi diye nasıl avunabiliriz... Türkiye'de rekabet serbestisi demek,
Türk ferdini yendirmek demektir.. Faşizm, Italyan milletini Latin geriliğinden
kurtararak şimallcştirmck için bir terbiye diktatöryası kurdu. Herkese
sorarım, daha 12 sene evvel Maarif vekilinin 400 medrese açabildiği bir
memleket halkı demokrasinin anarşi cehennemine nasıl atılabilir.. Liberalizm
Türkiye'yi kapitülasyonlara ve Türk Milletini iktisadi köleliğe götürür..
Demokrasi Ankara'ya BabIâli'yi (Osmanlıcılığı), Liberalizm Galatayı (
Azınlıkları) getirir."
Fatay bir başka yazısında şöyle diyordu:irtica ile
boğuşmanın istilayı söküp atmaktan daha lâzım ve zor olduğunu belirtmek
isteriz" Onun içindir ki, Kurtuluş Savaşındaki can kaybının 50 kal
fazlasını irtica ile savaşta verdirildiğini hatırlamak gerekir. Fatay devam
ediyor: "Her nutkunu Kartaca'yı hatırlatarak bitiren Romalı gibi her
yazımızın, her nutkumuzun son cümlesi şu olmalıdır:.. Ve irticayı
unutmayalım!"
Ve irticayı hiç bir zaman unutmadılar. İrtica bir rejim
fobisi olarak giderek şiddetini artırdı.. CHP'lilerin DP'yi irticanın bir odak
merkezi olarak görürken, DP'nin has yöneticileri de Irticaya karşı kapılarını
var güçleri ile kapamaya çalıştılar!
CHP kararlıydı. Yeni Seçim Yasası meclise
sevkedildiğin- de takvim 31 Mayıs'ı gösteriyordu. O tarihte muhalefetin partideki
temsilcileri 7 kişi bile değildi. Bayar, Menderes, Koraltan, Köprülü, Cemil
Tunca ve Emin Sazak. Hikmet Bayar CHP'dcn ihraç edilmiş ve henüz DP'ye
katılmamıştı.
Öyle bir kanun hazırlanmıştı ki, seçim sonuçlan ne
olursa olsun İktidar yapısı değişmeyecekti.. Bugün aynı şeyi Balkan ülkelerinde
de Komünist partiler denemeye kalktı. Özellikle Polonya'da böyle bir ara çözüm
bulunmaya çalışıldı ama tutmadı.. Ama hiç kimse böyle bir tasarıyı
"Dünyanın en dahiyane buluşu " diye takdim etmedi. O dönemin içişleri
bakanı tasarıyı "Dünyanın en ileri kanunlarından biri" olarak takdim
ediyordu. Bayar mecliste tasarıyı eleştirirken bu gibi dayatmaların sonucu
olarak "Halk kitlelerinin başka yollara sapma ihtimalinden
sözetmesi" mecliste kızılca kıyameti kopardı. Menderes ise DP grubu adına
söz aldı..
102
Tek dereceli seçim sisteminin kabul edilmesinin
memnuniyet verici olduğunu ama, sandık kurullarının tümü ile iktidar partisinden
oluşturulması ve muhalefet partilerine tek bir müşahitlik tanınmasını ve gizli
oy açık tasnif konusundaki hükümlerinde yeterli olmadığım savunuyordu. CHP
adına eleştirileri Cevdet Kerim Ince- dayı cevaplandırdı.. Türkiye'nin Rusya
ile başının belada olduğu bir zamanda böyle davranmak, milli bütünlüğümüz
açısından sakıncalı idi. "Seçimlere iştirak etmemek milli bir ahlâksızlık
idi" Ne garip bu gün de muhalefet partileri ANAP'ı boykot etmek için
benzer çözüm yollan düşünüyor ve ANAP'ta benzer tepkiler sergiliyor.
5 Haziran 46'da seçim yasası değiştirildi. Ardından
Cemiyetler yasasında değişiklik yapıldı. 11 Haziran'da vilayet idare heyetleri
yasasında değişiklik yapıldı ve İnönü Anadolu seyahatine çıktı. İnönü
konuşmalarında "Milli birlikten" sözediyor ve "dağılmayalım"
mesajını veriyordu: "Ehemmiyetle üzerinde durduğum nokta millet
bütünlüğünü korumaktır"
İnönü şöyle diyordu:” Toprak bütünlüğünü, millet
bütünlüğünü ve memleket idaresinin millet iradesine dayanması esaslarını
sağlam ve sarsılmaz tutmakla bizim dikkatimiz daima uyanık olacaktır."
Bu gezilerin ardından CHP lilcr yaylım ateşine
geçtiler. Elazığ Halkevi başkam Hakkı Aygün meydanda, DP başkam Yusuf
Demirbaş'a "Sizin partinizin Rus parasıyla faaliyette bulunduğunu isbat
ederim" diye bağırıyordu! Dün Komünistlikle itham edilen CHP-DP'yi Rus
parası ile kurulmakla itham ediyordu!
DP henüz 33 ilde teşkilatlanabilmiş!!. Kurulan
teşkilatlar ise henüz kırsal alanlarda tam olarak kendini tanıtabilmiş değildi.
16 Haziranda DP teşkilat temsilcileri Ankara'da bir araya gelerek seçimlere
katılma kararını açıkladılar.
DP'nin yayınladığı beyannameye Ulus gazetesinin başyazısında
verilen cevaba cevap olmak üzere ardından 22 Haziran'da Menderes Vatan
gazetesinde "Demokrasinin Temelleri' üzerine şunları yazıyordu:
"Vatandaşın söz, fikir ve vicdan hürriyeti, demokrasinin temelini teşkil
eder. Bir memlekette demokrasi vardır
103 diyebilmek için de bu hürriyetin
hertürlü tehditten masum bulunması şarttır... Yurdun her köşesinde ve
bucağında vatandaş hürriyetlerine karşı açık vc kapalı tehditlerle dolu uzun
uzun sözler söylenmekte vc sütunlar dolusu yazılar yazılmaktadır. Vatandaş
hürriyetini bağla) an kanunların daha da ağırlaştırılacağı, icap edince
hürriyet ilanının üzerine şal örtüleceği, muhalif partilerin kapatılıp
mensuplarının perişan edileceği gibi tehditlerle vicdanlar daimi bir baskı ve
ıstırap altında bulundurulmaktadır. O kadar ki, resmi beyanların hürriyet
vadeden cümlelerinin altında bile bu tehditlerin sivri ucunu hissetmemek mümkün
değildir." Menderes Ulus’taki makalenin daha mutedil ve ümid verici bir
uslub içinde kaleme alındığından bahisle ve devamla, tek parti dönemindeki
Cumhurbaşkanı, Parti başkanı sıfatlarının bir olmasının, çok partili dönemde
mümkün olmayacağı vurgulanmakta idi. "Fikrimiz- cc parti başkanlığının
devlet başkanlığından ayrılması Türk De- mokrasisisinin halle mecbur olduğu bir
mesele olarak karşımızdadır"
İnönü seçimi kaybetmeleri halinde Cumhurbaşkanlığımdan
çekilme sözü de vermişti. Kendilerine karşı olanların, vurguncu, soyguncular ve
karaborsacılar olduğu mesajını vermeye çalışıyordu. DP filerin anlamak
istedikleri bir soru açıklığa kavuşmuştu bu arada tabi. Ebedi şet. parti
kaybetse de kalacak mı idi.. Yani Meclis iradesi üzerinde bir parti iradesi sözkonusu
olacak mı idi?.
CHP'nin seçim sloganları basitti: "Vatandaş oyunu
Atatürk'ün partisine ver." Bu slogan tutmadı, "CHP listesi İnönü'nün
listesidir." Bu da tutmadı.. CHP'nin söyleyecek sözü yoktu. Meydanlarda
tek silahı vardı, karalamak ve tehdit, O da geri tepti. Sonuç tabi bel 1 i.
Açık oy gizli sayım sonuçlan belli oldu. İstanbul'da CHP'nin beş
milletvekilliğine karşı, DP 15 Milletvekili kazanmıştı. "İşin
doğrusu" Vatan gazetesindeki yorumda da ifade edildiği gibi" Bu
seçimi DP kazanmamış, CHP kaybetmiştir"
DP lilcrdc zaman zaman korku alametleri belirmiyor
değildi..DP bir macera mı idi, yeni bir Serbest Fırka olayı mı yaşanıyordu?..
Sanırım Bayar kendinden emindi. Çünki İnönü'nün yakasını
104 hanlılara kaptırdığını biliyordu vc kendinin de batılı çevrelerle
yakın ilişkisi bu konuda güven duymasına yeliyordu.. İnönü yandaşları halkı
Rus umacısı ile korkularak, kendilerine yönelik nefreti DP'ye yansıtmak ve bu
arada eski ithamlardan kurtulmak isliyorlardı. Halkı caydırmak için
kullanılan, "DP nin Rus destekli bir parti olduğu iddiası ’ halk
tarafından tutulmayacaktı.
Seçim sathı mailine doğru her gün biraz, daha
yaklaşılıyordu.. Ve derken bir gün, Mareşal Fevzi Çakmak, emekli koltuğundan
doğrulup şöyle diyecekti:" İmza toplamak sureli ile milletin bağrından
gelen bir tezahürü vazifeye davet telakki ederek, bunun karşısında ancak kabul
vc icabeti düşünebilirim. Bunu arzulayan sayın seçmenlere teşekkür borçluyum.
Mareşallerini unutmadılar.. Duyduğum memnuniyet büyüktür"
Daha önce kendisine adaylık teklif eden Şükrü
Saraçoğlu'nu defalarca "Rica ederim beni bu işe karıştırmayın " diye
reddeden Mareşal, DP'nin teklifini kıramadığını açıklıyordu. İnönü'yü
Cumhurbaşkanlığıma getiren Maraşal bu kez. DP’nin saflarında politikaya atılma
davetine "Evet" diyordu. Bu DP lilcr için önemli bir destekti.
Özellikle DP asker kanattan, İnönü'ye karşı kendine bir destek sağlamış
oluyordu!
O günlerde Ulus'ta şunlar yazılacaktır" Mareşalin
yapamayacağı bir şey varsa hırs ve kin çarpışmaları içinde memleketi kargaşalığa
sürüklemek isteyenlerin elinde bayrak olmayacaktır. O daima vatanın adamı
olmuştur vc öyle kalacaktır"
DP İstanbul il örgütü ise seçim beyannamesi
yayınlayarak, halkı sandığa çağırıyordu. "Şikayet etmek istemiyorsan oyunu
kullan. Hakkını kullan ve vazifeni yap! Reyini mutlaka kullan, bize karşı
kullansan bile, senin müdafiin olacağız. Vicdanının sesini dinle, doğru yol
nasibin olsun" deniliyordu.
Bu arada Radyo imkanı tümü ile CHP'nin elinde idi.
Radyo CHP'nin yayın organı Ulus'tan bazı makaleleri aynen okuyarak tek yanlı
bir propaganda yapıyordu. Bayar bir yazılı başvuru ile, eşitlik ilkesi
açısından DP'nin açıklamalarının radyodan CHP ile birlikte verilmesini istedi.
Ve nihayet seçimlere iki gün kalmıştır.. Ankara'dan
bütün il-
105 lerc çekilen telgraflarla, DP
teşkilatı "Partinin kendi kendini feshettiği vc DP ileri gelenlerinin
tutuklandıkları haberi yayılarak halkın morali bozulmaya çalışılmaktadır.
Bunlara dikkat edilmesi gerekmektedir" diye uyarı telgrafları göndererek
durumu kontrol altına almaya çalışmaktadır.
Menderes ve Bayar seçim çalışmalarının son günlerini
Ege'de geçirirler.. Menderes Aydm'da seçim mücadelesini anlatırken, hangi
baskılara maruz kaldıklarını örnekleri ile açıklar.. Hatta kendilerine
"kurulun ama 40-50 yıl iktidar hayal etmeyin" telkininin yapıldığını
söylemektedir.
Bu arada DP genel merkezi 6 maddelik bir "Seçmeni
ikaz" bildirisi yayınlar.. Bazı yerlerde CHP lilcrin, liste başına iki DP
li adayın adını yazarak, DP listesi gibi ellerindeki CHP listesini halka
dağıtma planından da bu uyanda sözedilmektedir..
Bu arada İçişleri Bakanı Hilmi Uran'm 16.7.1946 tarihli
bir yazısı dikkat çekicidir.. DP li hatiplerin Anadolu'da yaptıkları propaganda
toplamdan ile ilgili olarak, içişleri Bakanlığı bütün ülkeye bir genelge göndererek,
bu tür konuşmacıların "bunlar arasında ulu orta konuşarak parti
aleyhtarlığı zannıyla rejim aleyhinde de pervasızca sözler söyleyenler
bulunduğu işitilmektedir.." Propagandacılar arasına muzır eşhasın da
karışmış bulunması kuvvetle melhuz bulunduğundan bundan böyle... gereği"
Tabi tamim anlaşılmıştır! vc gereği de yapılmıştır..
Ve seçim günü gelip çatmışur.. Seçim öncesi gece geç
vakit Bayar son kez şu açıklamayı yapmaktadır:" Görülmemiş tehditler ve
tazyikler altında seçimlere giriyoruz. Bu tazyikler karşısında serbest ve
dürüst bir seçim asla mevzubahis değildir. Buna rağmen partimiz milli
vazifesini yapmak için seçimlere girmektedir."
Menderes vc Bayar kimi zaman umutlarını yitirmişler vc
mücadeleden vazgeçmeye, CHP'yi kendi haline bırakmaya karar vermişlerdi. Ama
kaya bir kere yerinden oynamıştı. Bayar ve Menderes önden yürüyerek halkı
peşinden mi sürüklüyorlardı. Yoksa uyuyan devi uyandırmış önünden kaçar gibi
koşuyorlar mı idi? Bu dağdan bir (aş koparıp önünden kaçan adamın haline ben-
1Ö6 ziyoıdu.. Artık bu yolun geri dönüşü yoktu!
Ve 21 Temmuz.. Yıl 1946.. Sıcak bir yaz günü..
İstanbul'da seçim var.. İstanbul'da sıkıyönetim var.. İstanbul'da ve tüm Türkiye'de
Milli İrade bayramı var! Ama bu gün 4 yıl sürecek yeni haksız bir iktidarın
başlangıç günü olarak tarihe geçecektir.. 21 Temmuz DP 1 ilere göre "
demokrasi tarihinin utanç günüdür" Ertesi gün Cumhuriyet'te Doğan Nadi şu
fıkrayı anlatıyordu: "Meşhur hokkabaz Zati Sungur İzmir'den gitmiş. Ayol
ne oldu?. Güzel güzel temsiller verirken niye birdenbire kaçtı.? Merak ettik.
Telgraf çektik. Şu cevap geldi: Rey sandıklarının başında yapılan numaralan
gördükten sonra İzmir’de bana iş kalmadı"
Şimdi biraz gerilere giderek 938 yılının muktedir
başbakanı Celal Bayar'ın 28 Haziran'da mecliste yaptığı konuşmaya bir göz
atalım.. Yabancı sermaye, Dersim ve Hatay konusu. Aslında Bayat'ın o zaman
rejim karşıtlan için söylediği sözler, bu gün rejim karşıtı olarak kendine
söyleniyordu. Kafasını kim taşa çarpacaktı. O zaman Bayar Atatürk'e perestiş
ediyordu (Tapıyordu) "Tedbirlerimiz ve müeyyidelerimiz rejimi korumaya
matuftur" diyordu. Şimdi aynı şey kendilerine söyleniyordu. "Türkiye
halkının istisnasız ulu şefimiz Atatürk'ün emrinde ve izinde, ne kadar derin
bir imanla yürüdüklerini ve Atatürk inkılab ve rejimine bağlılıklarının ve
CHP'yc ve hükümetimize sağlam itimatlarının bu yeni tezahürlerim ilave ediyor.
Yüksek Türk milletinin her zaman ve her yerde Ulu şefimize ve onun yarattığı
rejime sonsuz bağlılıklarının bu en yeni ve kıymetli tezahürünü sonsuz
saygılarımla arzcl- meme müsadclcrinizi arzederim. Başvekil ve CHP Umum Reis
Vekili Celal Bayar" Celal Bayar bu yazısında ne demek istiyor biliyor
musunuz.. Kısmi mahalli seçimler yapılmış ve halk oyunu CHP'yc vermiş (Zaten
tek parti) seçimler yapıldı diye tekmil veriyor Celal bey.. Yıl 1938.. O gün
kendinin Atatürk'e karşı taşıdığı duyguları, Milli şefi İsmet Paşa'ya duyan bir
başbakanın ya da içişleri bakanının bu seçimler sırasında yaptıklarını fazla
garipsememek gerekir.. İnönü'nün yerinde Bayar olabilir ve İnönü o zaman
Demokrat kesilebilirdi..
Mahmut Esat Bozkurt o günlerde Bayar için şöyle
yazıyor-
107 du: "İnkılabımızın hiç bir
cephesinde bu kadar esaslı, radikal bir surene garplılaşmış değildir. Bu
eserlerin aynı zamanda memleketimizde iş hacmini de genişletmiş olmasını da
önemleTcaydet- mek isteriz. Marksist mektebe göre buhranların asıl sebebi işsizliktir...
Celal Bayar bu davayı keşfetti"
Zaten Kemalist aydınların çoğu, Kemalizm diye kimi
zaman Komünizmi, kimi zaman Kapitalizmi, kimi zamanda Faşizmi keşfettiler. Ama
İslâm'ı hiç bir zaman asla!
Demokrat Parti, halkın arasında yeni efsanevi bir
kahramanın "kır at"ı ile karıştırılarak "Demir Kır At"
adım alınış, çelik yumruklu, demir bir Şövalye beklemektedir! Necip Fazıl'ın
ifadesi ile "Arcfc Meclis" için seçim şartlan hazırdır artık.
Seçimler bir yıl öncesine alınarak 18 günlük bir maratonun sonunda, sonuç
alınmıştır: CHP 395. DP 66, bağımsızlar 4 mebus çıkartmıştır. Gerçek ise, eğer
adil bir seçim yapılsa idi, tam bunun tersine şekil- lencbilirdi. Bayar'a
verilen bir rapor bu gerçeği ifade etmekledir. DP li müşahitlerden toplanan
seçim raporlarının sonuçlarına göre, erken genel seçimlerin sonuçlarının şöyle
olması gerekirdi: DP 279, CHP 186.. Menderes DP milletvekili olarak Kütahya'dan
meclise giriyordu. Ne garip! 27 Mayıs 1960'da, yine Kütahya'da yakalanacak vc
DP saflarına bu küçük Anadolu şehrinde, veda etmek zorunda kalacaktır..
Ümitlerini acele bir erken seçime bağlayan CHP, DP'yi
seçime zorlayarak onu, binbir hile ile yenik göstermek sureti ile, tabiri
caizse muhalefetin burnunu yere sürtmek istemiştir..
Seçimlere yapılan itirazlar ciddiye alınmadı,
dinlenmedi bile.. Alelacele 1. Pckcr Hükümeti kuruldu. 7 Ağustos'ta okunan
hükümet programım eleştirmek için muhalefete fırsat verilmedi. Adeta programın
meclisle eleştirilmesi engelleniyordu. Bir-iki günlük bir süre bile tanınmadan
herşey bir oldu bittiye getirildi. Pckcr hükümet programını sunarken daha çok
Hürriyetlerin istismarı konusu üzerinde duruyor "bütün vatandaşların
hakkı olan hürriyeti, hürriyet düşmanlarına karşı korumak gerektiğini",
Hürriyet tartışmalarının anarşizme ve meşru hükümete karşı düşmanlığa varan
bir anlamda yorumlanmaması gerektiğini" söylüyordu.
108
Dış politika kpnularında ise ilk sıra İngiltere'ye
veriliyor ve "her iki memleket arasında lam bir samimiyet, hulus vc itimat
içinde gelişmektedir" deniliyor vc devam ediliyordu:"
Türkiyc-İngilıcrc ittifakı mazide olduğu gibi istikbalde de dış politikamızın
başlıca temeli olarak kalacaktır" "bütün gayretlerini aynı necip
ideallere vakfetmiş olan '• ABD-ile Türkiye arasındaki ilişkiler
"kwarşılıklı sevgi, saygı ve işbirliği ile mütemadi bir gelişme seyri
içinde olacak'ti. Sovyetlerle bazı sorunlar vardı ama Fransa ile aramızda
"hiç bir ihtilaf ve hiç bir güçlük yoktu" Türk Yunan dostluğu ise,
ebedi birlik fikri çerçevesinde sürdürülecekti. Arap komşularımıza karşı da
sevgimiz vc dostluğumuz mutlaktır! Tam bir hulus vc yürekle katıldığımız BM’ye
bütün varlığımızla destekçi olacaktık.
Gerisi malum şeyler. Zaten toplam program bir formalık
genel bir beyandan ibaretli.
Seçim tartışmaları bitmeden hükümet programı üzerinde,
tartışmalar başlamıştı. Zaten Örfi İdare Komutanı Asım Tınaztcpe seçimi takip
eden günlerde bir genelge yayınlayarak, seçim sonuçları üzerinde tartışmayı
yasaklamış, bu yönde hareket eden gazeteler hakkında'gerekenin yapılacağını
duyurmuştu.. Ama bu genelge söylentileri önlemeye yetmemişti. Fevzi Çakmak
İstanbul'da meydana gelen olaylarının yakın bir tanığı idi.. Tüm yurttan
benzer iddialar gündeme geliyordu ama, Hükümet programının okunması ile
dikkatler meclise çevrilmişti. İnönü ise seçim sonrası yayınladığı genelgede,
seçim sonuçlarının açıklanan şeklinden memnun gözüküyor, tarafları birbirini
anlamaya vc sükunete çağırıyordu. Zaten sonuç halkın iradesinin de.ğil de,
paşanın iradesinin sonucu olarak şekillenmemiş mi idi?
Ama yine de Anadolu'daki kaynaşma durmadı. İzmir’deki
protesto mitinglerini başka illerdeki protestolar izliyordu.. Sokaklara
dökülen halk "Yeter artık söz milletindir!" sloganı ile sesini
yükseltiyordu.. İktidar için itidal tavsiye etmekten başka yol yoktu..
Batılılaşmak için demokratlaşmak zorundaydılar. Tıpkı bu gün bizim AT üyesi
olmak için demokratlaşmak zonında okluğumuz gibi.. Ama o günki şartlarda
"Demokrasi zor zanaattı". De-
109 mokrasi derken şeriat
hortlayıverirdi. İrtica gelebilirdi!
İnönü yeni meclisle 395 milletvekiline sahip CHP'ye rağmen,
66 DP li milletvekilinin ve 4 bağımsızın çıkışlarından kaygı duymuyor da
değildi.
Meclisin açıldığı gün Ankara'da coşkulu bir hava
esiyordu. Bayar ve Menderes başkanlığındaki DP grubu Ulusta Atatürk anıtını
ziyaret ederek çelenk koydular ve saygı duruşunda bulundular! Toplu halde
meclise doğru yürürken halk kendilerini çılgınca alkışlıyordu.. Bir zamanlar
idam sehpalarının kurulduğu sessiz Ankara sokaklarında halk yeni önderlerini
alkışlıyordu.. Ağlayanlar, bayılanlar vardı.. Parlamento çoğunluğuna sahip CHP
liler ise meydanlarda yoktu.
5 Ağustos günü Cumhurbaşkanlığı için iki aday
gösterildi, tnönü ve Çcvzi Çakmak, ismet Paşa 388 oy aldı. Fevzi Çakmak a ise
59 oy verildi. Demek ki bazı DP liler bile Fevzi Paşa'ya oy vermemişlerdi.
İsmet İnönü yemin etmek için Meclise geldiğinde DP milletvekilleri ayağa
kalkmayarak seçim sonuçlarını protesto eltiler ve mecliste uzun tartışmalar
oldu.
Saraçoğlu istifa edip, Pckcr başbakan olacak, ardından
da hükümet programı, derken bütçe!
Tam da hükümet programının okunmasına tekaddüm eden
günlerde Sovyetlerin Ankara'dan üs ve toprak talep eden notası Ankara'ya
ulaşmıştı. Tabi hükümet bu talebi reddccekti. Bu çok önemli bir durum.. Ankara
zorunlu olarak Balı'ya yanaşmak durumundadır. Dolayısı ile DP'yi bağrında
kendi içinden kopup gelen gayrimeşru bir evlat gibi bağrına basması
gereklidir.. Peker'in hükümet programında İngiltere, Fransa ve ABD'ye övgü ile
yaklaşması da buradan kaynaklanmaktadır. Ama yine de Dimyata pirince giderken
evdeki bulgurdan olmamaya özen göstermektedirler. Batılılaşalnn derken ipleri
DP'nin eline terketmek sonu gelmez bir maceraya kapı aralamak demek olabilirdi.
Daha doğrusu CHP lilcrin DP'dcn pek korkuları yoktu. Önemli olan DP'dc
ifadesini bulan halk muhalefetinin rejimi devirmesi ve devri sabık doğura-
rarak CHP'dcn hesap sorma ihtimali idi.. DP bir emniyet sübabı olarak ve
muhalefetin ıslahı için, rejim içinde soruna çare bulmak
110 açısından CHP'nin muhtaç olduğu bir vakıa idi.
Hükümet programı üzerine yapılacak görüşme ile ilgili
olarak DP grubu başkanı Fuat Köprülü bir önerge vererek "Ekseriyet
sîzindir, karan verecek olan da sîzsiniz. Ama muhalefetin fikrini öğrenmek
istiyorsanız bize süre vermelisiniz" diyecek vc bu önerge protestolar
arasında reddedilecekti.. Muhalefet fikrine alışık olmayan CHP lilcr, tedirgin
sabırsız ve hcyacanlı idi. Bu gelişmeler karşısında DP grubu adına Menderes
grubunun görüşlerini açıklamak üzere kürsüye geldi. Menderes, hazırlıksız
olarak kürsüye çıktığını söyleyecek genel eleştiriler getirmeye çalışacaktı.
Ama protestolar arasında konuşmaya imkan yoklu. Menderes daha çok Hürriyet
kaxrami üzerinde duracak vc hürriyetin istismar edileceği korkusu ile
hürriyetlerin askıya alınamayacağını, hürriyetleri askıya almanın,
hürriyetleri istismar etmekten daha vahim sonuçlan olabileceğini ifade etmekte
idi. Sonuçta Pckcr hükümetinin programı DP lilerin ret oyuna karşılık 378 oyla
kabul edilecekti.
Mesele kapanmıştı!
Ya da öyle olmasını ümit edenler, 26 Ağustos'ta
meselenin kapanmadığını göreceklerdi. DP grubu, CHP'nin kazandığı bütün
milletvekillerine usulsüzlük yapıldığı gerekçesi ile itiraz etmişlerdi. CHP
lilcr de bir kaç DP milletvekilliğine itiraz ediyorlardı.. DP lilcr Fevzi Paşa
ile anlaşmışlardı. Peker'in ve ismet Paşa'nın karşısına Mareşal'i çıkarmak
istiyorlardı.. Böylcce mecliste fırtı nalı bir celse başladı. Sabaha kadar
sürecek müzakerelerde ilk konuşmayı Mareşal aldı. Fevzi Çakmak şöyle diyordu:
"Muhterem arkadaşlar, ordudan çekildikten sonra 2,5 yıl evimden ayrılmadığım
halde son seçimlerde milletin hakkımda gösterdiği itimat vc sevgiden mülhem
olarak müstakil milletvekilliğini kabul etlim. Maksadım cihandaki demokrasi
terakkiyatma uyarak bizde de milli hakimiyetin bi hakkın tesisi idi.
Milletin bu muhabbetini çekemeyen bazı müstebit
artıklardan gördüğüm tezyif, tahkir, hatla tehditlere rağmen milletin hukukunu
kanunen müdafaya karar verdim. Seçimler başladı. İstanbul'da evvela
müşahidlcrim sandık başlarından kovuldu. Bazıları
111 dövüldü. Edilen şikayet üzerine
tekrar vazifelerine döndüler. Bazı müşahitler sandıklarının kaçırıldığını,
birçoklan seçim zabıtlarının değiştirildiğini bildirdiler. Bunu resmen protesto
ettim.
Seçimlerden sonra bir hafta kadar İstanbul’da kaldım.
İstanbul'dan Bursa, İzmit, Bolu gibi civar vilayetlerden gelenlerle görüşlüm.
Hasıl ettiğim kanaat şudur: Zorla hile ile seçimlere fesat karıştırılmıştır.
Bunu örtmek için gazeteler susturulmuştur. Ayrıca İzmir'den aldığım telgraf.
Ankara'dan mutemetlerden gelen haberler de bu kanaatimi kuvvetlendirmiştir.
Ankara'ya gelirken gerek yollarda, gerek bu şehirlerde temas ettiğim 100.000'e
yakın vatandaş: Seçimlerde hakkımız çiğnendi, hakkımızı isleriz feryatları ile
şikayette bulundular.
Arkadaşlar, vicdanınıza hitap ediyorum. Meclisin
açıldığı gün bu mukaddes kürsüden milletin kayıtsız şartsız egemenliğine,
namusumuz üzerine and içmedik mi? Bu haksızlığın bertaraf edilerek milletin
tamamen hakimiyetinin tesisi, cümlemizin bir namus borcu olmuştur. Bu borcun
ifası ile adalet bekleyen milletin tatminini yüksek heyetinizden rica ederim.
Arkadaşlar, sözüme son verirken şunu da belirtmek isterim ki, tarihi bir
tehlike karşısında bütün milletimizin tamamen birlik olduğuna asla şüphe edilmez
(Soldan alkışladılar)"
Marcşal'dcn sonra söz alan CHP İzmir milletvekili
Mün<r Birsel, seçim sonuçlarına fesat karıştırıldığı iddiasının
"Valilere, kaymakamlara, jandarma komutanları, savcılar ve yargıçlara güvensizlik"
anlamına geleceğini belirterek "DP li arkadaşlara sözlerinin nerelere
gittiğini düşünmelerini hattı lalırını" diye üstü kapalı şckıkıe tehdit
ediyordu. Vc bir alay örneği, Birsel, DP lilcrin, TBMM Reisi General Kâzım
Karabekir, Hüseyin Cahit Yalçın, Başbakan Recep Peker, Milli Savunma Bakanı
Orgeneral Cemil Cahil Toydenıir vc Hamdullah Suphi Tanrıövcr gibi CHP li milletvekillerinin
mazbatalarının iptali halinde Bayan Nüzhet, Salih Fuat Keçeci, Moskos, Josef,
Salomon vc Dr. Keşişyan'm seçileceğini belirtmektedir..
DP adaylar t arasında özellikle Istanbulda çok sayıda
azınlık mensubunun olduğu bilinmektedir.. İstanbul'dan Fevzi Çak- 112
A-
. i
mak'tan sonra
gelen isim ise Musevi cemaatını temsil eden Sala- mon Adato idi ve meclise
girmeyi başarmıştı.. CHP liler Adatoyu kürsüye getirerek onun şahsında DP
lilcri mahkum etmek istiyorlardı..
DP'nin aday listesi aslında onun kozmopolit yapısını
belgeleyen önemli bir başka işaretti. Her zaman DP ekibi içinde Ermeni, Rum
ve Yahudi cemaatlerini temsilen heyetler bulunmuştur.
CHP listesinden milletvekili seçilenler, sanıldığı gibi
solcular değil, Ktcûz.ım Karabekir i ve Hamdullah Subhi'siyle tam eski cuntacı
takımıdır..
Aslında DP lilerin Mareşal'ına karşı, CHP liler Kâzım
Kara- bekir'i, Cahit Toydemir'i ile daha güçlü bir görüntü vermekte iseler de,
Fevzi Paşanın varlığına karşı ötekilerinin pek esamesi bile okunmuyordu.. Ama
tartışma genel havada sürüp gitti. CHP milletvekili Emin Halim Engin DP lilcri
ağır şekilde ilham ederek "Ankara valisinin evinde DP müessislcrinin bir
listesini gördüm, yüzde yüzü hırsızlıktan, adam öldürmekten yol kesmekten mahkum
olmuş adamlardı" deyince DP cevap için söz. islemiş. Menderes bu iddiayı
cevaplarken " Asıl halk partisinin kullandığı adamlar böyle idi" diye
ithamı reddetmiş, ardından da, Çubuk'la tanzim edilen, altında 6 mühür ve
imzaları bulunan, rakam haneleri yazılmamış bir seçim tutanağının fotoğrafını
ortaya koymuştu. Menderes CHP lilerin din istismarı yaptıkları iddiasını da
reddediyor "böyle bir şeyi menfur bir hareket telakki ettiklerini"
belirtiyordu.. Tartışma böylccc sonuçlanıyordu. Mesele CHP lilerin gayretleri
ile kapanacaktı..
Şimdi kopacak fırtınayı izlemek için 7 Eylül'ü beklemek
gerekiyordu.. Bir yerde 24 Ocak kararlarına benzeyen 7 Eylül Kararları, yine
Akbulut kabinesine benzeyen Poker hükümetini daha da zor şartlara
sürükleyecekti.. Karar spekülatörlerin işine yarayacak, fiatlar yükselirken
130 kuruş olan bir dolar, sıçrayarak 280 kuruşa yükselecekti.
60 sonrasının hürriyetçi politikacılarından Nihat Erim,
o günlerde basın hürriyeti talebinde bulunan demokratlara "Hürriyete şal
örtmekten " bahseden makaleler yayınlıyordu.
113
PEKER'İN SUYU ISINIYOR
İnönü artık gerçekleri görmeye başlamıştı. Vakıayı
kabullenmek zorunda idi.. Zorla gidilecek yer yoktu. İç vc dış şartlar vc
milletin genel temayülü ortada idi.. Zıtlaşmak yerine uzlaşma yolunu denemeli
idi. Bu belki partisi için değil ama, kendisi için daha iyi bir tercih
olacaktı. Menderes'in Meclisle basını müdala eden tavrı, gazetecilerin
sempatisini toplamıştı. Hürriyetçi tavrı ise Milletin beğenisini kazanıyordu..
25 Eylül 1946'daki Matbuat kanununun tadili ile ortaya çıkan durum, CHP'yi
basının gözünde zor durumda bırakmıştı.
Pckcr sertlik yanlısı biri idi. İnönü ise itidal
istiyordu.. İnönü artık şöyle konuşmaya başlamıştı:" Öldüğüm zaman Türk
milletine iki eser bırakmış olacağım. Bunlardan biri köy okulları, diğeri de
müteaddit partilerdir. Şunu ilave edeyim ki.yakm arkadaşlarım tarafından
kurulan Demokrat Parti memlekette bu gün tevazzuh etmiş vc tutunmuştur. Devlet
reisi sıfatı ile her iki tarafa da bitaraf nazarla bakmak
mecburiyetindeyim." Orada bulunan Demokrat Partili Cemal Yordam bu oylarla
ilgili olarak şöyle demektedir: "Mülakatta İnönü her haı gi bir demokrattan
daha ziyade, DP li bulunduğu kanaatini bize verdi. Yanımızda valiye, -DP'nin
bütün çalışmalarını kolaylaştıracaksınız. Bunun aksini hoş göremem- diyc emir
verdi."
Bayar, Bartın'da gazetecilerle konuşurken İnönü'nün konuşmasından
büyük memnuniyet duyduğunu ifade ediyordu.
114
Ulus'ta, Bayar'ın Demokrasi mücadelesinin önüne geçmek
için bir başka tez geliştiriliyordu:" Politika hürriyetlerini kötüye
kullananlar, iktidar vurguncuları, demagoglar her demokraside vardır.
Türkiye'de eğitim % 100 okur-yazar nisbetini bulmadıkça, tek dereceli seçimin
talihi hüsrandır. Herhangi bir vatan hizmeti için tesadüfen adı yayılan,
şöhretlerin memleket işlerinde bomboş birer kalıb oldukları çok defa bizde
görülmektedir”
Aslında CHP tilerin %100 eğitim dedikleri şey, yüzde
yüz bir toplumun parti eğitiminden geçirilerek, katıksız bir sempatizanlar
ordusu oluşturulduktan sonra, iradesi, bilinçlendirme adına yokedilen bu
medyumlar sürüsüne irade özgürlüğü vermekten başka bir anlam taşımıyordu..
Kenan Evren de 12 Eylül'den sonra, refah seviyesi Avrupa ülkelerinin üzerine
çıktıktan ve Komünizm hakkında toplumun eğitilmesinden sonra Komünist
partilerin kurulmasına izin verileceğine ilişkin sözleri, aynı komedinin bir
ürünü değil mi idi?.
Bu arada DP çevrelerinden iktidara karşı ilginç bir
çıkış örneğinden sözetmek gerek: "İnsan Hakları Müdafaa
Ccmiycti"adı- na dün. Sağ muhalefet Sol iktidardan insan haklarına saygı
beklerken, bu gün sol muhalefet, Sağ iktidardan aynı haklan talep ediyor vc
her iki dönemde de insan hakları istemenin adı: Komünistlik!
DP'nin Demokrasi vc hürriyet savunuculuğu için
kullandığı dernek faaliyeti çok geçmeden, CHP lilcrin hışmına uğrayacak vc bu
hareket Komünistlerin bir oyunu olarak nitclenecekti. Daha sonraki dönemde ise
sağ iktidarlar ve örgütler, aynı şekilde İnsan hakları derneklerini, Barış
demeklerini, Dünya Af örgülünü, aynı tulum ve zihniyetle birer komünist
örgütlenme biçimi olarak topluma tanıtacak vc baskı altına almaya
çalışacaklardır..
DP lilcrin kurdukları "İnsan Haklan Derneği"
kurucuları arasında Mareşal Fevzi Çakmak, Kenan Öner, Tcviik Rüştü Araş,
Zckcriya Sertçi ve Cami Baykurt da vardı. Sertellcrin de cemiyet kapsamına
alınması, bir yandan DP'nin geniş cephe taktiğine uyarken, öte yandan sol
aydınları CHP nin şemsiyesinden çıkartmak ve giderek Rus düşmanı kesilen
CHP'ye karşı, DP çatısı allın-
115 da sola meşruiyet kazandırma
gayretinden geliyordu. Daha sonra sağcılar şöyle diyeceklerdi "Biz belli
bir zihniyetin ürünü değiliz. Biz halkın refahını ve toplumun saadetini
savunuyoruz. Eğer Komünist ilkelerle bu hedefe varmak mümkün ise, biz bu
ilkelerin en önde ve ilk savunucuları olacağız"
Fcvçi Çakmak bile Komünistlik ithamından yakasını kurtaramayacaktı,
İnsan Haklan Cemiyeti dolayısı ile ve şu açıklamayı yapmak durumunda
kalapaklr." Benim aşırı solcularla ve alelu- mum milli fikirlerin dışında
bir kanaat besleyenlerle anlaşmama ve bu gibilerle teşriki mesai etmeme imkân
yoktur. Hayır işlerine ideoloji davalan kanşırsa, elbet böyle bir cemiyetle
benim yerim olmaz"
O zaman da ideoloji düşmanlığı moda idi. İdeoloji
tehlikeli idi. İdeolojisiz bir fikir özgürlüğü saçmalığı da o günlerden bize
miras kalan, o dönem Kemalist pratisyenlerin bir armağanıdır!
Aslında iktidar ve muhalefetin, temelde, Amerikancı
tercihlerde birbirlerinden pek farklı bir tutum içinde olmadıkları anlaşılmıştı.
Öyle anlaşılıyor ki, ABD kurulu düzenin gelecek açısından pek şansı olmadığını
biliyordu. Arkasındaki halk desteğini yitirdiğini de görüyor, yeni oluşumu
hararetle savunuyordu. Ama yeni oluşumun arkasındaki halk desteğinin, bu oluşum
üzerinde olumsuz etkileri ve yönlendirmeleri olacağından da kaygı duyuyor ve
bunun sonucu olarak ta, iktidarın özellikle "irtica" kesimi üzerinde
baskısı sürerken, yumuşak bir geçiş için muhalefeti destekliyordu.
Halk DP'nin yapısını bilmiyor, sadece bir muhalefet
olduğu için destekliyordu. Bu sempatiden yararlanılarak, Özellikle •Menderes'in
sözcülüğünü yaptığı yeni bir parti gündemi belirlenmeye çalışılıyordu.
Demokrasi, özgürlük, insan haklan yeni partinin en çok üzerinde durduğu konular
arasında idi.. Böylcce iktidara karşı duyulan kin ve muhalefet duyguları, DP
önderlerinin yönlendirmeleri ile yeni bir kalıba dökülüyor, yeni bir biçim
kazanıyordu..
1946'nın ortalarında ünlü Amerikan zırhlısı
Missuiri'nin İstanbul'a gelişi ile Ankara'daki Amerikancı hava iyiden iyiye
pc-
116 kişmişti. Cumhuriyet gazetesi başyazısında Amerikan zırhlısını,
adeta totemini öpen bir yerli heyecanı ile selamlıyordu.." Amerika hür
dünyanın vc özgürlüklerin kıblcgâhı" değil mi idi! Bitler Faşizminden Rus
hayranlığına, oradan da Amerikan scmpalizan- lığına uzanan bir hayatın
hikayesi! Vc tabi her zaman Kemalist ilke ve inkilablara bağlı bir biçimde.
Bunun en tipik örneği, aşağıda alıntıladığımız 5 Nisan
1946 tarihli Cumhuriyet Gazetesindeki yazısıyla Nadir Nadi'dir.
Rahmetli Münir Ertegün ün nâşını getiren Missouri
zırhlısı bugün limanımızda olacak, Dost ve kahraman Amerikan denizcilerini
günlerdenberi karşılamağa hazırlanan halkımız, bu ziyaretin hatırasını hiçbir
zaman unutmayacaktır.
Büyük Elçi Münir Ertegün, devletimizi on yıl müddetle
Birleşik Amerikada başarı ile temsil etmiş, iki millet arasındaki yakınlık ve
dostluk duygularının kuvvetlenmesine yürekten çalışmış , kuvvetli bilgisi ile,
sağlam karakteri ve şahsî meziyetleriyle temas ettiği muhitlerde kendini çok
sevdirmiş değerli ve ağırbaşlı bir diplomatımızda Hayata gözlerini yumduğu
zaman rahmetli Roosevelt'in Münir Ertegün hakkında söylediği güzel sözler, her
Türk vatandaşının kalbinde derin izler bırakmış, hakiki ve insanca kıymetlere
Amerikada gösterilen yakın alâka bu vesile ile memleketimizde Yenidünyaya karşı
her zaman her zaman beslediğimiz hayranlık duygularının bir daha tazelenmesine
vesile olmuştu. Atlantik Okyanusu nun öbür kışından kalkarak hür bo ğazların
hür ve mavi suları üzerinde bize birkaç günlük bir misafirliğe gelen
Missouri’yi İstanbul halkı bu itibarla sevinerek kar şılıyor, en büyük Amerikan
harb gemisinin heybetli çizgilerinde yarınki barış dünyasını gerçekleştirmeğe
çalışan ülkücülük sembolünü görüyor.
Amerika, bugün yeryüzünün en kuvvetli milletidir. Fakat
bu kuvvet, saldırganlığın, istila ve tahakküm hırsının değil; barışın, adaletin
ve milletler arasında eşitlik hakkını kurup yaşatmak isteyen temiz bir idealin
emrindedir. Kötü niyet beslemiyen her kuvvet gibi Birleşik Amerika da, muazzam
endüstrisini yıllar
117 boyunca yalnız insanlık ve medeniyet
şartlarına göre yürütmekten başka bir şey yapmamıştı. Almanya ve Japonya dünya
nimetlerini kendi aralarında paylaşmak maksadıyla bilaha sarıldıkları zaman, bütün
imkânlarına rağmen, Amerika, çok hazırlıksız bir durumda idi. O kadar ki, dünya
hürriyeti uğruna silaha sarılmak zorunda kalan bu millet, milli endüstrisini
harb şartlarına uyduruncaya kadar iş işten geçeceğini sanarak korkanlar bazı
memleketlerde çokluk teşkil ediyordu. Fakat temiz ülküsü kadar taze ve geniş
bir hayatiyete sahib olan Amerikan milleti tereddütt etmedi. Pearl Harbour
baskınından hemen sonra maddi, manevi bütün kaynaklarını seferber ederek bir
yandan dövüştü, bir yandan da daha çetin dövüşlere hazırlanmağa başladı...
Nadir NADİ
İnönü 1942 yılının 24 Kasım'mda, Rosvell ve Çörçil'in
Türkiye'nin savaşa girmesini talep etmeleri ile oltayı yutmuştu. 30 Ocak 1943
yılında ise Adana'da vuku bulan tnönü-Çörçil görüşmeleri ile bu süreç pekiştirilmiş,
4 Aralık Kahire konferansı ile de son şeklini almıştı.
Şimdi aradan 3 yıl geçmişti.. 1946 yılı başlarında,
yukarıdaki sebeblerle birbirlerine ateş püsküren CHP lilcr ve DP liler, 5 Nisan
1946 da Amerikan zırhlısı Missouri'nin îstanbula gelişi ile birlikte, prensin
oğlu için görücüye çıkmış kız heyecanı ile tam bir yarış içindeydiler.. Her
tarafla 'Amerika Amerika" şarkıları çalıyor, Amerikan gemisini ziyaret
eden iktidar vc muhalefet yanlıla n, adeta Amerikalıların kendilerine göz
kırptığını söyleyerek, mavi boncuk almanın sevinci ile, Amerika tarafından
kabul edilmiş olmanın bir rüçlıaniyct, bir meşruiyet zemini oluşturduğu vehmi
ile coşuyorlardı.
CUP mi DP üleşmekledir, yoksa DP mi CHP üleşmekledir.
Ama Amerikancılık, her iki parlinin de en önemli özelliği değil mi idi?..
Türkiye artık Küçük Amerika olmak yolunda idi.. Rosvelt'in nutukları ya da
Amerikan bağımsızlık bildirgesi, yeni Türkiye'nin öncülerinin eylemlerini
adadıkları yeni kutsal belgelerdir.. Atatürkçülük mü?. O da ne?..
Hikmet Bila o günleri şöyle anlatıyor"
Missouri'nin gclişin-
118 den biran sonra meclis salonları hareketli nutuklarla inlemektedir
ve kimin iktidar, kimin muhalefet olduğu anlaşılmamaktadır.. (Amerika ile ödünç
verme ve kiralama hesaplarının tasfiyesine ilişkin kanun tasarısı ile ilgili
tartışmaların yoğunluk kazandığı günlerde) Amerika 4,5 milyon dolarlık
bölümünün ödenmesi halinde Türkiye’deki alacaklarından vazgeçmeyi
kararlaştırmıştır. BaşbakniKBaraçoğlu, bu iyiliği şu sözlerle karşılamaktadır: Hepimiz
kiriliyiz ki bu parayı vermekle, borcumuzun yalnız maddi olan kısmını ödüyoruz.
Bir de manevi borcumuz vardır ki, onu da, hürriyet, adalet, istiklâl ve
insanlık davalarında Amerika'nın bulunduğu saflarda bulunmak sureti ile
ödemeye çalışacağız
(Sürekli alkışlar)" Ne dersiniz bu minnet borcunu hâlâ ödüyor muyuz?..
Sağcılara niye o kadar kızıyoruz ki, solcular da aynı kandan beslenmiyor mu?..
CHP nin sol olduğunu kim söyleyebilir ki zaten! Ya da DPnin ve devamı olan
partilerin sağcılıkları ile ötekilerin solculukları arasında ne fark var
dersiniz?.
Sıradan bir adam şöyle demişti: Münafıkların dini
yoktur! İdeolojileri de.. Onun için onlar ideoloji ve din düşmanıdırlar,
kendileri hiç bir şey olmadıkları için, başkalarının bir şey olmaları halinde
kendilerinin hiçliklerinin anlaşılmasından korkarlar.. Halbuki herkes hiç bir
şey olursa, kendilerinin herşey olma şansı vardır!
Cumhuriyetin büyük hatibi, Türkçüsü Hamdullah Suphi ise
şöyle konuşuyordu:" Aziz arkadaşlarını bir noktaya dikkatinizi çekiyorum.
Silah yardımı, onun nereden geldiğini gördük. Sonra şefkat yardımı vardır, onun
da en fazla nereden geldiğini görüyoruz. Amerika bize yalnız bunu mu veriyor ?
Bundan başka bir şey vermiyor mu? Harbin silahlı kışını bitti. Arzın üzerinde
karanlıklar var. Milletler hâlâ yeis içinde. Milletler hâlâ yarına yeis içinde
bakıyor. İşık nereden geliyor. Bu ışığın bir mcnbaı var. Amerika'dan geliyor.
Ürnid nereden geliyor, Amerika’dan geliyor.. Güven nereden geliyor,
Amerika'dan geliyor.”
Bursa Milletvekili Muhamıned Baha Pars ise şöyle diyordu:"
Bu gün bu büyük milletin insanlara yaptığı yardımı hatırlayıp teşekkür ederken,
peygamber gibi temiz, ve kusursuz dostlar ki
119
Roosvclı vc onun halefi olan kıymetli devlet vc millet
adamı, Truman'ı hürmetle selamlar..."
Daha sonra solcu gençleri vatan elden gidiyor diye
kışkırtacak olan Nadi'nin yazdıkları da bundan farklı değildi. Tapınmaya
alışık insanlar, Atatürk ölmüş İnönü'nün pili bilmişse kendilerine kul
olacakları yeni bir mabut, yeni bir peygamber bulmuşlardı bile...
Türkçüsü, liberali, devletçisi ve solcusu birlik olup
Amerika'ya övgüler diziyorlardı!
Küfrün büyük şeyhi Amerika daha sonra kendi müritlerini
birbirleri ile savaştıracak, onların peşine takılan vatan evlatlarının kan vc
gözyaşları, gasbedilen almtcrlcri üzerine, kimi zaman sağ, kimi zaman sol
görünümlü iktidarlar kuracakur.. On yılda bir kurtarılan insanlar,
birbirlerine kurşun sıkan aynı vatanın çocukları, sonunda Amerika’nın sömürü
sarayına bedava ırgadık yapan kişiler olacaklardır.. Firavun'un ehramına taş
taşıyan kölelerden ne farkımız vardı sanki!.. Amerika'nın görkemli saltanatının
temelinde, bizlerin, akan kanlarımızla vc gözyaşlarımızla, çalman alın
terlerimizle harç yapılmış bir ulusun serveti yatmakta idi..
Türkçüler, liberal, sağ muhafazakâr görüntü altındaki
münafık çeteleri ve solun, ilerici kadroları, aynı ihanet çemberinin topluma
yönelik cnteljansiyasının maskeli piyonları gibiydiler! Kimi zaman münafık bir
muhafazakâr, kimi zaman Türk, kimi zaman çağdaş, aydın ilerici bir tip!
Licio Gelli çetesi gibi bir şey. Bayar, Hamdullah
Suphi, ya da İnönü, aralarındaki iarkı farkcdebilccck misiniz?.. Tek farkları
üzerindeki ABD'nin yapıştırdığı etiketleri! insanımızın ruh köküne, inancına
vc kültürüne yabancı bir kadro! Bu yanlışı aşmadıkça, tarihin sırrını çözmek
pek kolay mümkün olmayacaktır sanıyorum.. Tarihin sırrını çözmeden dc bu
günümüzü yeniden üretme şansına kolay kolay sahip olmamız pek mümkün olmasa
gerekir.
Amerika, 1946 Türkiycsi'nde Türk siyasetçilerinin yeni
peygamberidir!
Amerika'nın getirdiği sıcak hava kısa sürede yerini
fırtınalı
120 bir havaya tcrketli. Amerika'ya şirin görünmek için kırıtan politikacılar,
Prens Türkiye'den ayrılınca, görücüye çıkan cadaloz gelin adayları gibi
saçsaça başbaşa birbirlerine girdiler..
Saraçoğlu hırçınlık yapıyordu.
1946'nın son ayındayız.. CHP grubu 1947 bütçesini
meclise sunmaktadır vc Cumhuriyet tarihinde ilk kez muhalefet hükümetin bütçe
teklifi üzerinde eleştiride bulunacaktır. Bu görülmüş bir şey değildir. Bir
dönem maliye cncüıncnliği de yapan Menderes DP adına Bütçe üzerine grub adına
görüş açıklamaya memur edilmiştir..
Başlangıçta her şey iyi gider. Recep Pckcr bütçeyi
sunuş konuşmasında, hâlâ şeflik döneminin geleneksel tcpcdcnciliği içindedir.
Kaba vc müstehzi bir eda ile aceleye getirilmiş bütçe taslağını okur. Bu iri
cüsseli adamın, kaba ses tonu ile sunduğu taslağı DP grubu adına cevaplamaya
memur elan Adnan Menderes ise ince vc sıradan bir tiptir.. Menderes, genel
hükümler çerçevesinde bütçe olayını açıklar Önce "Mdlct Meclîsinin doğuşu,
bütçe üzerine, bütçe murakabesine sıkı sıkıya bağlıdır. Milletten alman paraların,
millet adına murakabesi esastır.. Hele milli gelir vc bunun hangi çalışına
zümrelerine isabet ettiği, vergilerin teshiline esas alınmalıdır" Menderes
aşağı perdeden bir ses tonu ile, ansiklopedisi mantığı ile konuya, CHP'yc göre
bir ölçüde bilimsel bir bakış açısı getiriyordu.. Bu da mecliste sinir bozucu
bir havanın doğmasına yetiyordu.. Menderes bu girişten sonra bütçenin
ayrıntılarına giriyor vc şu değer hükmünü koyuyordu:" Bütçede sıhhat
yoktur! Bütçede isabet yoktur! Milli politika herşeyden evvel iktisadi teşkilatlanma
vc cihazlanına işidir... Maliyeci zihniyetle iktisadi kalkınma olmaz. İsraf vc
lüks almış yürümüştür. Bütün memleketin içinde bulunduğu ıstırap bu hatalı
tasarrufun neticesidir"
Eğer bu konuşmaları demagog biri yapsa idi, herhalde
daha önce tartışına çıkar, fakat mesele bu kadar ciddi boyutlara ulaşmazdı..
Menderes'in sükuneti ve düşük ses tonu içinde konuşması giderek artan bir
sinirbozuculuğa dönüşecek ve sonuçta Pokerin, Maliye Bakanı'nın eleştirilere
cevap vermesini bile beklemeden kürsüye fırlamasına sebcb olacaktı. Peker şöyle
diyordu: Ad-
121 nan Menderes'in sesinde, kötümser ve
psikopat bir ruhun, hasta karanlıklar içinde sebatlı bir milletin ve arkada
bıraktığı karanlıklardan, azametli, şan ve şerefli bir istikbale gitmek
azminde bulunan kudretli bir devletin hayatını bir boşluk halinde ifade eden
bir ruh halinin akislerini dinledik.."
Protesto sesleri arasında 60 DP milletvekili salonu
terkeder- 1er.. Menderes’e Psikopat denmişti. Bu onun şahsında bir gruba
hakaretti.. Fuat Köprülü başbakanı protesto ediyordu, "Bir başbakan böyle
konuşmaz", ama konuşmuştu bile!
DP milletvekillerinin o gün ve onu takip eden günlerde
meclis oturumuna katılmamaları iktidar çevrelerini telaşlandırmıştı.
"Sinc-i Millete " dönme sözleri ediliyordu. Basın DP'nin yanında yer
almıştı.. Özellikle İstanbul'da sıkıyönetimin, dolayısı ile basının üzerindeki
sansür baskısının kaldırılması yönündeki DP'nin girişimleri, basının DP’yc daha
da yakınlaşmasına yol açmıştı. 18 Arahk'ta Şükrü Saraçoğlu arabulucu olarak
Bayar ve Menderes'le görüşür. 20 aralıkta da Bayar ve Köprülü Çankaya'ya
çıkarak İnönü ile görüşürler.. Basında çıkan yazılar iktidan telaşlandırmaktadır..
Eğer DP meclisten ayrılırsa CHP iktidarı dış dünyada kesin olarak yalnızlığa
itileceği gibi, tabandan gelen tepki nefrete dönüşerek halkın CHP aleyhine
ayaklanmasına dönüşecektir.. DP, İnönü için bir emniyet subabı değil mi idi
zaten:
İnönü, Bayar'ı Meclise girmeye ikna etmeye
çalışmaktadır. 28 Arahk'ta DP milletvekilleri meclise girmeyi kabul ettiler..
Menderes' te girmekten yanadır. 7 Ocak'ta toplanacak DP 1. Büyük kurultayı
için bu konunun özel bir önemi vardır. NFK'nın dediği gibi "Nihayet küs
oyunu oynarken ziyafet sofrasını terkeden çocuklar 60 küsur kişilik bir dizi
halinde sofraya dönüyorlar". Bütçe müzakereleri devam ederken hiç bir DP
li konuşmadı ve oy da kullanmadılar. İsmet Paşa 30 Arahk'ta Menderes'i davet
edecektir.. İnönü tarafsızlık rolü oynamaktadır.. Böylccc durum biraz sakinleşmiştir.
Menderes bu görüşmeden aldığı moralle, Bütçe müzakerelerinin kapanışında daha
ağır bir konuşma yapacaktır,ama Pekcr mesajı almıştır. Sus pus köşesinde
oturur.. Bu gelişmeler bir yerde Pekcr'in yıldızının sönmesine yol açmıştır.
İktidar değişikliği için 10 Eylül'ü beklemek gereklidir.
122
DP 1. KONGRESİ
Ulus'ta Yeni Sinema salonu önünde binlerce insan hınca
hınç bir kalabalık halinde, DP nin büyük kongresini izlemek için bekliyordu.
Tarih, 7 Ocak 1947.
Bütün Türkiye'den binlerce insan akın akm Ankara'ya
geliyor, bu anı yaşamak istiyordu.. İktidarın kongreyi engelleme çabaları
boşa gitmiş 906 delegenin çağrıldığı kongre için binlerce insan sokaklara
dökülmüş bayram yapıyordu.. Bütün kent bayraklarla donaulmıştı. DP li
sempatizanlar, bunun DP kongresi için yapılmış bir gösteri olduğunu
sanıyorlardı. Oysa Ankara o günlerde Ürdün devlet başkanını karşılamaya
hazırlanıyordu..
DP nin şahsında Demokrasiye biat günü idi adeta bu
törenler. Bayar o günü şöyle anlatıyordu: "Adeta insanlar şu fikir etrafında
kenetleniyordu: Demokrasiyi anladım, kabul ettim, savunuyorum vc
savunacağım". Demokrasi mayası tutmuş, insanlara yeni biı laik iman
kazandırılmıştı. CHP'ye duyulan kin vc nefret, yeni bir imana
dönüştürülüyordu.. Kinleri adına kendi inançlarını bile bir kenara bırakarak
bir intikam ordusu gibi gördükleri DP'ye bağlanıyorlardı. Onların kim
okluklarını, ne yapmak istediklerini sorup anlamadan..
Bayar kongrenin açış konuşmasında uzun uzun Atatürk'ten
sözediyordu "Yurdumuzun muhakkak bir felaketten kurtarılmasında dehası ve
vatanseverliği ile Türk milletinin ebedi minnettarlığını kazanan Atatürk'ün
büyük ve eşsiz bir eseri de Anayasa-
123 mızdır.. Onun bu eseri, yurtta milli
hakimiyet prensibinin, demokratik ilkelerin yayılmasında temel mesnet
olmuştur"
Bayar da pekâlâ biliyordu ki, kendi varlıklarına
meşruiyet kazandıran düzenlemeler ancak hukuk sisteminde köklü reformlarla
mümkün olabilmişti, ama yine de Atatürk'le başladığı konuşmasını yine
Atatürk'le bitirecekti: "Bu itibarla DP son bir yıl içerisinde çok
feyizli vc siyasi gelişmelerin temel vc desteklerini hazırlamış ve kurmuş
bulunan büyük Atatürk'e müstakil Türkiye'yi yaratmış olmasının minneti yanında
ayrıca minnettardır. Sizlcri onun yüce manevi huzurunda sonsuz minnet ve
şükranlarımızı sunmaya davet ediyorum"
Ben eminim ki, Bayar, Atatürk'e sadakatta, İnönü'den
daha samimi idi. İnönü, kendini Atatürk'e rakib görmüştür, ama Bayar, onun
hakiki bir mümini idi' Bayar daha sonra, daha çok milli iradenin serbest
tecellisi üzerinde duracaktır..
İnönü'nün katılmadığı kongrede bir konuşma yapan kongre
delegesi Hamil Şevket tnccdayı, adeta olacakların haberini verir gibi şöyle
diyordu:" Bir gün gelecek evlatlarımız mezarlarımızı ziyaret edecekler.
Muarızlarımızın fesat yuvalan belki bizi İDAM'a mahkum edecekler. Belki bizi
yoketmek yollarını arayacaklardır. Gidişleri onu göstermektedir. Eğer böyle
felaketlerle muhatap olursak merak edilmesin, vatan evlatları bir gün mezarlarımızı
ziyaret edeceklerdir. Hatta sayın gcnclbaşkammızınkinc çiçekler
koyacaklardır"
Bayar idam edilmedi. Ama belki Menderes için bu mümkün.
Menderes kendi gerçeğini arıyordu.. Bayar'Ia İnönü arasında koşup durdu..
Kaçtığında sığınacak yer Bayar'ın kucağı idi.. Oysa iki ayrı tuzaktı Bayar ve İnönü Türkiye'nin
geleceği için.. Kongre delegelerinin ifâde ettikleri duyguları bekleyen ruh.
iklimi, Bayar'ın kafasındaki düşüncelerle taban tabana zıttı. Bayar, İnönü'nün
yeniden başka bir kimlikle vc fıtratla bcdculcnmiş şekli idi sanki.. Aynı
ilkelerden ve değer hükümlerinden feyz alıyordu! İki bedende tek bir ruh
taşıyorlardı sanki!
Kongre sırasında "Ana davalar komisyonu"
çalışmalarını tamamlayarak "Hürriyet Misakı" adı altında bir belge
hazırlamış-
124
tı. 10 Ocak tarihli belge çok genel,
basit anlamda bir hukuk bildirisi niteliğindeydi vc Anayasaya aykırı yasaların
vc icraatla, hukuk ilkelerine aykırı tasarrufların sona erdirilmesini talep
ediyordu özetle! Vatandaşın reyinin yüceliği belirtilerek. Parti liderliği ve başkanlık
sisteminin tek elde bulundurulmasının sakıncaları üzerinde duruluyordu bu hak
ve hürriyetler bildirisinde.. Bu bildiri, o günki Türkiye'deki temel hak vc
hürriyetler adına talep edilecek şeylerin ne ölçüde sınırlı olduğunu göstermesi
bakımından özel bir yere sahiptir. 11 Ocak ta çalışmasını bitiren kongre,
sabaha karşı, Menderes’in şu sözleri ile son buluyordu:" Demokrasi davasında
partimizin yolu açık, milletimizin bahtı aydınlık olsun".
Yapılan seçimler sonunda genel başkanlığına, eski
CHP'den gelen bir oy kullanma geleneği ile Bayar seçiliyor, yönetim Kurulu
üyeliklerine ise Menderes, Korallan, Köprülü, Şevket İnce, Lutfi Karaosmanoğlu,
Cemal Tunca, Kemal Tengirşek, Ahmet Tahıakılıç, Ahmet Oğuz, Enis Akaygen, Samet
Ağaoğlu, Cemal Rama/anoğlu vc Haşan Dinçer seçiliyordu.
NFK'nın gözünde 1. Kongre sonrasının Menderes'i $öylc-
dir: "Menderes her türlü aksiyon vc hamleye yabancı paşazade mizacındadır.
Vc o bu mizacını ilk büyük kongreden başlayarak DP'yc sindirmeyi becermiştir. O
siyasi edebiyat adamı olarak işe başlamış, fiil vc hamle gerektiren yerlerde
aynı edebiyatla kızıp köpürmek..."
Menderes o günlerde ülke kalkınmasına ilişkin pratik
programlar da gerçekleştirmeye çalışıyordu. Ülke ekonomisine yaklaşımı,
genelde tarıma dayalı bir kalkınma modeli şeklinde idi.. Baraj politikasını da
o yıllarda keşfetti. Adana'da yaptığı bir konuşmada barajların kurulmasından
sözedccck vc daha sonra bu ülkü AP yıllarında Dcmircl'c miras kalacaktır..
Kongrenin arkasından, daha sonra DP saflarından milletvekili
seçilecek olan Nadir Nadi, DP kongresi hakkında şunları yazıyordu:"
Tarihimizin bu günki olgunluk sallıasında DP'yi meydana getirmek ve onu
kuvvetlendirip yaşatmak muvaffakiyetini gösteren Celal Bayar vc arkadaşları
bir büyük gerçeği ortaya koymakla
*
memleket hesabına çok büyük bir hizmette
bulunmuşlardır. Bu gerçek Türk milletinin artık kendi kendini mükemmel surette
idare edebilecek bir kudret seviyesine yükseldiğidir. Yakın zamana kadar
samimi olarak tereddüt geçirenlerimiz bile Celal Bayar ve arkadaşlarının
giriştiği cesaretli ve feragatli teşebbüsten sonra bu günki Türk Cemiyetimiz,
çeyrek yüzyıl öncesine kıyasla hayrete değer bir üstünlük derecesine ulaştığına
yürekten inanmışlardır. Bir zamanlar halkı kendi kendine bırakırsanız, hacıları
hocaları seçer, meclisi softalarla doldurur diyenler, geçen 21 Temmuz seçimlerinde
ne kadar aldandıklarını fiiliyatta gördüler. Doğrudan doğruya sandık başına
geçerek reyini kullanan halk hiç te hacıları hocaları seçmedi, l am tersine,
okumuş, ruhu ve kafası yontulmuş, Atatürk'e inanan aydınlan aradı. Temsilci
olarak meclise onları göndermeye çalıştı. Bu netice yüreklerimizi iftiharla
kabartıyor. Yanna güvenerek, kendimize inanarak bakıyoruz. Demokrat Parti
çalışmalannın memleket hesabına daima iyi neticeler sağlamasını yürekten
dileriz"
Evet DP Nadi'lere kapısını açtı ama, inanan insanlan
irtica ile yaftalamaya devam etti. Bu istinadın dışında kalma dürüstlüğünü
gösterenler isehapishanc hücrelerinde ömür tükettiler.
Bugün özal'ın, 100 vilayclli 600 milletvekilli seçim
tasarısı gibi ogün de DP kongresinin ardından iktidar partisi 16-20 Ocak
tarihnleri arasında kendi iktidarlarını halk gücü ile değil de parlamentodaki
çoğunluğu ile yapacağı düzenlemeler sonunda halka rağmen nasıl iktidarda tutmaya
devam edeceklerini müzakere etti. Tedbirler arasında İl sayısını 63 ten 23 e
indirmek te vardı. Demokrasi maskesi arkasında bir parti diktası kurmak
isteyen Peker, bu amaçla arkası arkasına toplantılar yapıyor ve "Hürriyet
Misa- kı"nın oluşturduğu demokrasi talebine ilişkin kamuoyunu tasfiye
etmek istiyordu. DP liler umuda, CHP liler korkuya, DP liler halka, CHP liler
askere ve bürokrasiye oynuyordu.. CHP’nin illerden çağırdığı valilerle yaptığı
"İdareciler kongresi" bekleneni vermeyecektir. CHPdcn gelen idari
yasaları yeniden düzenleme önerisi, DP liler tarafından da benimsenecek, ama
tam aksine bir tez geliştirilecekti.
6
CHP çaresizdi. 30 Ocak 1946 da İçişleri Bakanı Şükrü
Sök- mener muhalefeti töhmet altında bırakarak, müzakerelerde gözdağı vermek
için bir iddia ortaya alıyordu. Sözde 1946 tcvkifatı ile ele geçirilen Komünist
parti üyeleri ( Devrimler kendi çocuklarını yemektedirler.. Rus hayranlığı
günlerinde destekledikleri komünist hareketi, Amerikan hayranlığı günlerinde
şimdi zindana tıkmaya çalışmakladırlar) evlerinde vc işyerlerinde yapılan
aramalarda çok sayıda silah ve örgütsel doküman ele geçirilmişti. Ele
geçirilen dokümanlar arasında DP ile ilişkilerini belgeleyen şeyler de vardı
(Ne garip bu gün de hâlâ aynı iddialar) DP liler açıkça komünistlikle ilham
ediliyordu. "İstikrar" ı bozan sözler ediyorlardı. Yani hürriyetten,
insan haklarından, hukuk devletinden sö- zetmenin sırası mı idi! Bunlar düpedüz
komünistlikti.. Sanırım halkın gözünde, özellikle gençlerin gözünde komünizme
meşruiyet kazandıran en önemli faktör de bu tür tartışmalar olmuştur..
Mareşal Çakmak, İçişleri Bakanı'nın sözleri ile ilgili
olarak basın mensuplarına şöyle diyordu " CHP propagandacıları "Mareşal
Komünist oldu. O da Demokratlar da asılacaklar" diyor. Evci bu gidişin
sonunda ben de DP lilcr de asılabiliriz. Fakat şundan emin olsunlar ki,
asılırsak, sadece bu memlekete vc millete hizmet elmek için asılmış olacağız.
Cenabı Hak'tan dileğim şudur: Bana bu milletin hak ve hürriyetlerini kendi
elinde tuttuğu günü nasib etsin. Bunu nasib etmeyecekse bir an evvel canımı
alarak devam eden bu günki acıklı halin şahidi sıfatı ile bana azap ç-ktir-
mesin"
Vah paşam vah! Dün diktiği pulu yıkmak için bu gün
çırpınırken ne hallere düştüğünün farkında mı acaba? Ve CHP'yc karşı verdiği
mücadelede seçtiği yolun, temelde bir çıkar yol olmadığını görmeye ömrü vefa
etmeyecektir.. Mareşal, akşama kadar ördüğü yumağı, sabaha kadar sökmeye
uğraşan yoksul kocakarının haline benzemektedir!
Ama bir gerçeği farketmiştir: Millete hizmet etmek,
asılmayı göze almak demektir! Bir zamanlar arkasında bulunduğu şeflik
diktasının gerçeği budur!
Mart 1947'de muhtarlık seçimleri yapıldı. 47 seçimleri
de
127
46 seçimleri gibi, hatta ondan daha kötü idi! Menderes
o günlerde Uşak'ta yaptığı konuşmada, seçim bölgesi olan Kütahya'da muhtarlık
seçimlerinin %70’inin tamamen kanunsuz yapıldığını söylüyordu
O günlprde İstanbul'a gelen Bayar ve Menderes
Üniversiteyi ziyaret etmişler ve o şartlarda Üniversitelerin muhtariyetinden,
gençlerin politikaya katılmalarından ama Üniversiteye parti teşkilatlarının
kurulmasının sakıncalarından sözetmişlerdi. Menderes ise şöyle diyordu:"
Arkadaşlarım, bizler Atatürk'ün en yakın arkadaşı muhterem Celal Beyefendinin
çıralında toplanmış bulunuyoruz. Atatürk ve inkılablan hususunda ne derece
samimi olduğumuzu takdir edersiniz. Demokrasi prensiblcri de kabul elliğimiz
umdelerin esasını teşkil eder."
O günkı şartlarda Menderes, Bayar ve Çakmak, partinin
üç yüzünü temsil ediyordu.. Menderes partinin halka dönük yüzünü, Çakmak asker
yönünü, Bayar ise Kemalist cephesini, Rejim cephesini teşkil ediyordu ve bu
üçü de birbirine muhtaçtı.
Bayar ve Menderes, Üsküdarı ziyaretlerinde de gençlerin
sorularını cevaplandırıyordu.. Menderes DP'nin milliyetçi bir parti olduğunu
söylüyordu.. Bir gencin Nadir Nadi'nin "CHP ve DP arasında bir fark
olmadığı" görüşüne karşı ise tüzüğün ilk maddesine bakmalarını tavsiye
ediyordu.. Gerçekle Nadi'nin dediği doğru idi!
12 TEMMUZ BEYANNAMESİ
1 Nisana dönelim..
1 Nisan 1947.
Sözde demokratikleşen Türkiye'de, başbakan Recep Pckcr
çılgın bir tavırla, yeniden istiklâl mahkemelerinin kurulacağından
sözclmcktedir.. Pcker İzmir'dedir ve o akşam DP yöneticileri de İzmir'e
geleceklerdir. Konak meydanı hınca hınç insan doludur. Akşam üzeri İzmirliler
Menderes ve Bayar'ı karşılamaktadırlar. Emniyet müdürü dağılmayan kalabalığı
dağıtmak için önce havaya, sonra halkın üzerine ateş açar.. Halk direnir
dağılmaz, birbirine girerler. Halk emniyet görevlilerinin silahlarını alıp denize
atar. Yeniden toplanırlar ve engellenmeye çalışılan toplantı yine yapılır..
İktidarın başbakanı, valisi, belediye başkanı sokaklara çıkmaya cesaret edemez,
arka sokaklardan dolaşırken, muhalefet meydanlarda namluya rağmen toplanmakta
vc direnmektedir.. Bu olay DP mücadelesine daha coşkun bir hava katar.. Halk
direnmektedir!
Pcker'in söyleyecek sözü, yapacak bir şeyi kalmamıştır.
Tek güvencesi İstiklâl mahkemeleridir. İzmir halkevindc yaptığı konuşmada
"İstiklâl mahkemeleri kanununun halen mer'i olduğunu"
hatırlatacaktır.
İktidar çaresizdi. Haşan Ali'nin Komünistliği dava
konusu olurken, iktidarın asılsız haberler yaydığı gerekçesi ile Emekli general
Ali İhsan Sabis tutuklanıyor, sıkıyönetim 6 ay daha uzatılırken İstanbul'da
Tasvir ve Demokrasi, Ankara'da Kuvvet, İzmir'de
129
Yeni Asır ve Demokrat İzmir gazeteleri hakkında dava
açılıyor ve yayınları engelleniyordu. "Demokrat İzmir gazetesinden Mithat
Perin, Adnan Düvenci, Yeni Asır gazetesinden Şevket Bilgin ve Adnan Bilgin,
Kuvvet gazetesinden Samet Ağaoğlu vc Salih Gürkan, Tasvir gazetesinden Cihat
Baban milletvekili oldukları için haklarında dava açılamamıştı. İzmir'deki
duruşmalar sırasında Menderes davayı yakından izliyor "Eğer bir tevkifat
olursa, ben de milletvekilliğinden istifa ederek beni de muhakeme etmelerini
isterim " diyordu.
1. Büyük kongresini tamamlayan DP'de işler sanıldığının
aksine pek sakin yürümemektedir. 12 Temmuz bildirgesi üzerine çıkan tartışmalar
Sadık Aldoğan ve 4 arkadaşının partiden ihracı ile sonuçlanmış, yine
tartışmalar dinmemiş, 10 kadar milletvekili "Müstakil Demokratlar"
adı ile yeni bir grub oluşturmak üzere kendi aralarında toplantılar yapmaya
başlamışlardır.. Aldoğan ve arkadaşlarının partiden çıkartılmasına karşı çıkan
milletvekilleri Genel İdare Kurulu'nun tahakkümü şeklinde yorumlamaktadırlar.
Sonuçta 21 Milletvekili grubla ters düşer ve DP içinde ilk bölünme
gerçekleşir. Menderes'in sözünü ettiği partinin dağılmasına ilişkin CHP
lilerin yaymaya çalıştıkları hadise bu konu ile ilgili idi. İnönü'nün meşhur 12
Temmuz genelgesi ile, Bayar ve Köprü- lü'nün kendisini ziyaretinden sonra
yaptığı, iki partiyi anlaşmaya, uzlaşmaya, diyaloga çağıran genelgesi idi..
Nadir Nadi de buna dayanarak CHP ile DP arasında fark olmadığını öne sürüyor vc
Menderes heyecanla bu iddiaları cevaplandırmaya çalışıyordu.. Bayar 20
Tcmmuz'da istişare toplantısında konuyu gündeme alıyor, ama iki ayrı görüş bir
türlü telif edilemeyincu parti bölünmenin eşiğine geliyordu. CHP liler dc bunu
fırsat bilerek DP'ye yükleniyordu.. Aslında hadise Bayara duyulan güvensizliği
dışa vurma hadisesi idi.
Aslında bu iddia DP lilcri fazlası ile tedirgin
etmişti. Yoksa halk aldatılıyor mu idi?., özellikle Bayar'a karşı duyulan güvensizlik
halkı tedirgin ediyordu.. Halk Menderes'i seviyordu ama Bayar güvenilmeyecek
bir tipti! Üsküdar'da Menderes'e sorulan soru ve Nadir Nadi'nin basında yer
alan iddiasına Menderes bir
130 gün sonra Bakırköy DP teşkilatında uzun bir cevap verdi ve bunu
CHP'nin DP'yi yıkma ve parçalama programının bir ürünü olduğunu iddia etti.
21 Mart'ta ise Kütahya'ya giden Menderes burada yine
aynı konu üzerinde duracak ve CHP ile aynı şey olmadıklarını anlatmaya
çalışacaktır. Özellikle şu üç noktadaki eleştirilere cevap vermeye çalışıyordu
Menderes, DP ye şu eleştiriler yöneltiliyordu:
"- DP'nin Programı CHPnin programından başka bir
şey değildir. DP iktisadi ve mali sahada bir programa sahip değildir.
-DP iktisadi, mali, içtimai bir sürü dertlerimiz
dururken mütemadiyen mücerret hürriyet davacılığı yaparak halkı kışkırtmakta
ve adeta bir ihtilal hazırlamaktadır.
-Demokrat Parti çözülüyor dağılıyor, son istifalar
bunun eseridir"
Menderes tek tek bu iddialara cevap vermeye
çalışıyordu.
Bu arada CHP perişan durumdadır. İl kongrelerinde
delege ler ateş püskürmekte, halkın içine çıkacak durumları olmadığından
sözetmektcdirler.. CHP'nin, DP dağılıyor propagandasına rağmen, CHP bir çöküşün
içindedir. İnönü durumun farkındadır. Sözkonusu genelge ile DP ye yaklaşır.. DP
içindeki radikal kanat ile ılımlılar arasında çıkan çatışma, partinin bölünmesine
yol açar.. Daha doğrusu parti yönetimi ile parti grubu arasında ihtilaf
başgöstermiştir. Asıl konu da DP'nin CHP ile gizli bir ittifak içine girmiş
olmasıdır!.. Bayar ve Menderes İnönü ile ne konuşmuşlardı. Bunu hiç kimse, hiç
bu zaman öğrenemeyecekti. Grubtan gelen itirazlar üzerine 6 milletvekili
partiden ihraç edilecekti. Bunları destekleyenlerin de katılması ile Millet
Partisi kurulacaktı. 20 Temmuz 1948 de kurulan Millet Partisi'nin başkanlığına
Yusuf Hikmet Bayur getirilmişti. Fahri başkanlığına ise Mareşal Fevzi Çakmak
getirildi. Genel Sekreterliğe Ahmet Taiıtakılıç, üyeliklere ise Enis Akurgen,
Kenan öner, Mustafa Kentli, Osman Bölük- başı, Osman Nuri Köni, Sadık Aldoğan
seçilmişlerdi.
İnönü'nün tavn CHP
içinden tepki alırken, DP nin bölünmesine yol ir
131
Mareşal, herkes tarafından kullanılmıştı. Sonunda da
emrivaki ile Millet Partisine genel başkan olacaktı.. Erenköy'de hayata
gözlerini kaparken, arkasından hin pişmanlıklar bırakarak gidiyordu.. 12 Ocak
1876 da İstanbul'da doğan Fevzi Çakmak, Albay Ali Sırrı beyin oğluydu ve
Türkiye Cumhuriycti'nin ilk genel Kı - may başkanı olmuştu. Balkanlarda,
Kafkasya'da, Çanakkale'de, Filistin cephelerinde çarpışmışu. Mondros'tan sonra
Erkanı Harbiye Reisliği ve Harbiye Nazırlığı görevlerinde bulundu. 17 Nisan
1920 de Kozan mebusu olarak meclise girdi. Milli Müdafaa Reisi ve İcra
Vekilleri Heyeti Reisi oldu. İnönü savaşından sonra Erkanı HarbiyeReisliği ve
Garp Cephesi Komutanlığı görevlerine getirildi. 30 Ekim 1924 de iki görevinden
birini terketmek durumunda kalınca Millctvckilliği'nden ayrıldı. 12 Ocak 1944
te emekli oldu. 1946 da DP listesinden İstanbul bağımsız milletvekili olan Mareşal
20 Temmuz 1948 de DP’den ayrılarak Millet Partisi'nin kurucuları arasında yer
aldı. Ölümünden sonra evi eşi tarafından Havra yapılmak üzere Ya ludi
hahamlığına satıldı.
Burada MP'nin akibetinc kısaca değinmek gerekir. DP'ye
alternatif olarak. onun içinden doğan ve DP'yi CHP’nin aynı olarak gören
Millet Partisi, 1950 seçimlerine katıldı ve %3 oy aldı. Tek başına Bölükbaşı
milletvekili çıkabildi. Din ve laiklik konusunda CHP ve DP'yc sert eleştiriler
yöneltiyordu.. Batılılar MP (Millet Partisi)'nin sloganlarına bakarak DP'ye
daha fazla destek veriyorlardı. MP'nin sloganları bu günki tanımı ile radikal
İslamcı bir özellik gösteriyordu.. MP'nin DP üzerindeki müsbest etkisi ise,
DP’nin kendini kabul ettirebilmek için ve müslüman kitlenin sempatisini
toplayabilmek için Millet Partisi kadar olmasa bile dini sahiplenmeye mecbur
kalması yönünde idi.
MP'nin 1951 yılında yapılan İstanbul il kongresinde,
kongrenin açılışında Fatiha okunması DP iktidarının büyük tepkisine sebeb
olacaktır.. DP 1950 ye kadar müslüman oyları yanına çekmeye çaba gösterirken,
özellikle 1949 dan itibaren müslümanlara karşı baskı politikası uygulamaya
başlamıştı. 1952 yılında Anıtkabir'e çelenk koymayı reddetmeleri yeniden
dikkatleri MP'nin üzerine çekti.. Atatürkçülere karşı halktan gelen tepkileri
önlcye-
132 bilmek için, iktidar partisi Atatürk'ü koruma kanununu çıkaracaktı.
Bu olaylar üzerine parti içinde anlaşmazlıklar çıktı. Parti yönetiminde
değişiklik oldu ve Enis Akurgen genel başkanl ğ.. getirildi.
27- 29. 6.1954 de yapılan parti kongresinde parti içi
ihtilaflar iyiden iyiye açığa çıktı. Yusuf Hikmet Bayur "Partinin dinci,
gerici kanadın eline geçtiği" iddiası ile partiden istifasının arkasından,
bunu ihbar kabul eden savcılık dava açtı. 7 Temtnuz'da parti ileri gelenlerinin
evleri arandı ve bir gün sonra da parti laali- ycllcri askıya alındı. Ankara 3.
Sulh Ceza mahkemesinde açılan dava sonunda partinin "Dini esasa dayanan
gayesini saklayan bir cemiyet" olduğu gerekçesi ile 27 Ocak 1954 te
kapatıldı.
CHP lilcrin o zamanlar Millet Partisi ne taktıkları ad
şöyley- di: Allahtan korkan’.ar partisi..
Millet Parıisi'ndcn milletin beklentisine örnek olması
açısından Eşref Edip'in Sebilürreşad'da çıkan bir açık mektubunu özet olarak
aktarmakta yarar vardır sanırım: (Cilt 2, sayı:30. S: 80.)
'Muhterem Hikmet Bayur,
... Bu münasebetle zatıalinizdcn diğer bir nokta
hakkında fikirlerinizi bildirmek lütiünda bulundurmanızı rica ederiz: Kaldırılması
kararlaştırılan anti demokratik kanunlardan bahsederken, din üzerinde ağır bir
baskı teşkil eden kanunlar hakkında niçin hiç bir söz söylemiyorsunuz? Ez
cümle, Kur’an dili ile ezan okuyanlar hakkında 3 ay hapis veren ceza kanununun
526. maddesi, cemiyetler kanununun dini mahiyette cemiyet teşkili mcmnuiycline
dair maddesi gerek demokrasi, gerekse vicdan hürriyeti, gerek laiklik namına
bir zül değil midir? Bu kanunların yürürlükte olduğu bir memlekette
demokrasiden, vicdan hürriyetinden, laiklikten bahsolunabilir mi? Din işlerini
hükümet işlerinden ayrı tutan laiklik, din üzerindeki bu kanuni baskıya hangi
hukuki esasa dayanarak cevaz verebilir. Gayrimüslimler istedikleri lisanla
ibadetlerini yapabildikleri ve dini işlerini cemaatle görebildikleri halde, devletin
asıl unsuru olan müslüman Türkler hakkındaki bu baskının hâlâ devam cuncsi de
dini hiç bir cemiyet ve cemaat teşkil cdemc-
133 yecck suretle sımsıkı kanunu
zincirlerle ve pranga ile tutulması reva mıdır? Antidemokratik kanunlardan
bahsederken, bu ağır maddenin kaldırılması lüzumundan-niçin bahsetmiyorsunuz?
Bu maddeleri demokrasiye, vicdan hürriyetine, laikliğe aykırı görmüyor
musunuz? Lütfen bu hususta açık bir beyanda bulunmanızı, bütün müslüman Türk
kardeşlerimiz sizden rica ediyorlar?
Bu ricamızı halk ve Demokrat partiler liderlerine,
erkânına da arzettik. Hiç bir cevap vermediler. Ümid ederim ki Millet Partisi
lideri bu ricamızı kabul ederler.. Eşref Edip"
12 Temmuz genelgesinden sonra partide ihtiyad daha çok
üzerinde durulan konu haline geldi.. Belki de CHP'nin üzerine fazla gitmeye
gerek yoklu. Zaten o kendi içine çökebilirdi.. Fazla atak olmak, halkın DP'den
beklentilerini körüklediği için paıtiyc de zarar verebilirdi. 12 Temmuz
bildirisi İnönü'nün kimin malı olduğu tartışmasını başlatmıştı. İnönü tarafsız
bir politikacı rolüne soyunurken CHP'den çekileceğine ilişkin söylentiler bile
dolaşmaya başlamıştı. Artık şeflik dönemi sona ermektedir. İnönü, İktidarı bir
kambur gibi sırtında taşımak istememektedir.. 10 Ağustos'ta hazırlanan bir
önerge ile, parti başkanlığı ile Cumhurbaşkanlığı uygulaması arasına bir çizgi
çekilmektedir.
Muhalefet İnönü'yü bir bakıma yanına alarak hükümete
yüklenmektedir. Peker hükümeti güvenoyu istemek zorunda kalır. Sonuç 303
Güvenoyu ve 35 ha\ır!.. 35 1er olayı olarak bilinen hareket karşısında hükümet
dayanamayacak ve 35 oyla düşmeyen iktidar, 9 Eylül 1947 de istifa etmek
zorunda kalacaktır. "Ilımlı" olarak tanımlanan 35 ler halk arasında
büyük sempati loplarken, 35 İcrin dışında kalanlara halk bir isim bulur
"Müfritler"
35 1er diye bilinen isimler şunlardı: Ali Fuat Cebesoy,
Tahsin Banguoğlu, Hamdullah Suphi Tanrıövcr, Nihat Erim, Mem- duh Şevket
Esendal, İsmail Rüştü Aksal, Vedat Dicleli, Cavit Oral, Said Odyak, Muhtar
Ertan, Nazif Ergün, Mahmut Nedim Gündüzalp, Sinan Tckelioğlu, Kasım Gülek,
Tezer Taşkıran, Celal Sait Siren, Haşan Şükrü Adal, Kasım Ener, A.Rcfik Bck-
man, M.Adil Binal, Ş, Reşit Haliboğlu, Î.Hamit Tigrel, Ceval
134
Dıırsunoğlu, Sedat Çumralı, Suud Kemal Yetkin,
Abdunahman Melek, Hilmi Hakcıoğlu, Osman Ağan, Kamil Kitapçı, Bekir Kaleli,
Vehbi Sandal
Aslında Peker'in korkusu bu 35 kişi değil, bu açılan
kapıdan geçmeyi deneyecek parti içinde başka yeni isimlerin ortaya çıkması ihtimali
idi.
Ve Pckcr veda ederken, yerine Saka hükümeti kurulur. Kabinede
önemli bir değişiklik yoktur. Saka, esasen Pckcr hükümetinde Dışişleri Bakanı
idi. Dış politika konusunda "Hükümetlerin ve partilerin müşterek malı
olarak bir milli siyaset halini almış olan dış politikamız devam
edecektir" denilerek konu geçiştirilmektedir. Beş sayfalık programda
demokrasi programı, .konut, tarım, sanayi ve ulaştırma konulan üzerinde birer
paragrafla durulmaktadır.
Saka hükümetinin kurulması ile iktidar muhalefet ilişkilerinde
bir yumuşama ve canlanma havası hakim olacaktır. İnönü, Eylül ayında çıktığı
bir yurt gezisinde "Daha çok demokratikleşmekten" sözedecektir. Saka
hükümeti programında özel sektör, devlet sektörü ve yabancı sermaye konulannda
üç ayrı projenin gerçekleştirilmesi de yer almaktadır.
1947 yılı içinde Türkiye'de bunlar olurken Romanya,
Macaristan, Bulgaristan ve Polonya'da Sovyet destekli komünist partiler
iktidara geliyorlardı. Türkiye'de ise Türk solu tam bir yalnızlık ve perişanlık
içinde idi.
Bu arada 1945-50 arasında kurulan partilere kısa
değinmekte yarar var sanırım:
MKP/ MİLLİ KALKINMA PARTİSİ 18 Haziran 1945 de Nuri
Dcınirağ, Ccvat Rifat Atilhan ve Hüseyin Avni Uluş tarafından kuruldu. 1946
seçimlerine girdi ama başarılı olamadı.. İslâm Birliği ve Şark Federasyonu
fikirlerini savunuyordu.. Sanayileşme, ihracaat seferberliği gibi ekonomik
hayata ilişkin düzenlemelerden yana idi ve ahlâklı bir sosyal düzeni
savunuyorlardı.
Parti kendi başına siyasi bir başarı kazanamamakla
birlikte, o günki siyasal baskı ortamı ve seçim sistemi yüzünden başarısız-
135 ğa uğramasına rağmen, bu partinin
oluşumu ve tabanda uyandırdığı umut DP'nin kurulması işini çabuklaştırmıştı^.
Çünki kontrollü bir sağ parti kurulmadığı takdirde, derinden ve sessiz bir biçimde
gelişen İslamcı Hareketin bir sosyal patlama biçiminde iktidar kapılarına
dayanmasından korkulmakta idi. Milli Kalkınma Partisinden 6 ay sonra Demokrat
Parti kurulacaktır.
SAP/ SOSYAL ADALET PARTİSİ 28 Şubat 1946 da kuruldu.
Kurucuları arasında İhsan Temelvcrcn, Ziyneti Temclvc- ren ve Muharrem Zeki
Korgunal’m bulunduğu parti, örgüdeneme- di. DP’nin getirdiği özgürlük ortamında
kurulan bu ve benzer partiler, tabanı olmayan küçük grublann, CHP’yc yönelik
halk muhalefetim sahiplenme gayreti içinde bulunuyorlardı. DP'nin kuruluşu
ile birlikte, aynı yıl 14 yeni siyasi parti kuruldu. Bunlardan ikisi kapatıldı,
diğerleri kendiliğinden münfesih duruma düştüler ya da 46 seçimlerinin
sonuçlarından ümitsizliğe düşerek kendi kendilerini feshettiler.. Bunlar,
LİBERAL DEMOKRAT PARTİ (11 MART), ÇİFTÇİ VE KÖYLÜ PARTİ (24 NİSAN 1946), TÜRK
SOSYAL DEMOKRAT PARTİSİ (26 NİSAN 1946), TÜRKİYE SOSYALİST PARTİSİ (14 MAYIS
1946), YALNIZ VATAN İÇİN PARTİSİ (21 HAZİRAN 1946), YURT GÖREVİ PARTİSİ (15
AĞUSTOS 1946) Ayrıca 17.6.1946 da kurulan Türkiye İşçi ve Çiftçi Partisi 17
yerde şube açmış, ancak seçimlerden hiç bir sonuç alamamıştır. 20.6.1946 da
kurulan Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü partisi ise kuruluşundan 6 ay sonra
kapatılmış ve kurucuları hakkında komünizm propogandası yapmaktan dava açılarak
mahkum edilmişlerdir. 26 Haziran'da kurulan Arıtma ve Koruma partisi dini
temele dayalı bir parti idi, on ay sonra münfesih duruma düşürülecektir. 19
Tcmmuz'da kurulan İslam Koruma partisi ise 12 Eylül 1946 da Sıkıyönetim
Komutanlığının karan ile kapatılacaktır.
İlginç bir durum olarak 1859 kurulan ilk siyasi parti
durumundaki Fedailer Cemiyetinden 1946 da ilk ve tek dereceli seçimlerin
yapıldığı güne kadar 86 yıl içinde tam 86 parti kurulacak ve bir 12 Eylül günü
İslâm Koriıma Partisi'nin kapatılması ile bir dö-
136 nem sona ermiştir.
15 Ağustos 1946 da Yurt Görevi partisi kurulmuş, 10
Ocak
1947 de İdealist
parti, 8 Temmuz 1947 de, aralarında Ccval Rifat Atilhan'm da kurucu olarak
bulunduğu, İslami bir temele dayalı Türk Muhalazakar partisi, 3 Temmuz 1948 de
Türkiye Yükselme Partisi, 20 Temmuz 48 de. DP'nin bir muvazaa partisi olduğu
iddiası ile DP'dcn ayrılanlarm kurdukları Millet Partisi, 8 Ağustos
1948 de kurulup, 5
Temmuz 1949 da Millet partisine iltihak eden Öz Demokratlar Partisi, 9 Ağustos
1948 de kundan Öz Demokratlar Partisi, 9 Ağustos 1948 de kurulan Serbest
Demokrat partisi, 9 Eylül 1948 de kurulan Müstakil Türk Sosyalist partisi, 30
Eylül 1949 da kurulup daha sonra Liberal Köylü partisine iltihak eden Toprak
Emlak ve Serbest Teşebbüs partisi. 5 Nisan 1950 de kurulan, kurucuları arasında
İsmail Hami Danişmcnd'in de bulunduğu, daha sonra Liberal Köylü partisine
iltihak eden, iki meclisi, liberalizme geçilmesini ve devletçiliğin
tcrkedilmcsini savunan Müstakiller Birliği..
137
BATI KAPİTALİZMİNE
GÖBEK BAĞI
1947 nin ilk aylan birçok bakımdan büyük önem taşımaktadır..
Özellikle Şubat-Mart aylan, iç politikadaki yoğun tartışma arasında geçmiştir.
Türkiye o şartlarda yavaş yavaş batı kapitalizmine entegre olmaktadır..
Türkiye'nin kısa adı IMF olan (Uluslararası Para Fonu) na entegrasyonu bu
zamana rastlar ve aynı zamanda Türkiye'nin batı kapitalizminin bir diğer
önemli merkez üssü durumunda olan IBRD (Dünya Bankası)'na girişi de bu günlere
raslar.
Yine iktidar ve muhalefet kanallannın Amerikan hayranlığını
coşturan, Amcrikaya övgüler dizilmesine sebcb olan, tarihe Truman doktrini
olarak geçecek olan, ABD'nin Türkiye'ye yardım programı da bu günlere rastlar.
Tarih 12 Mart'tır. ABD başkanı Truman kongreden Türkiye'ye ve Yunanistan'a
verilmek üzere 400 milyon dolarlık bir yardım programının onaylanmasını istemektedir.
Amerika'nın gözünde "İleri karakol" durumundaki bu iki ülke ile yakın
temasın kurulabilmesi için bu yardım kaçınılmazdır. Türkiye'nin ABD'nin ileri
karakolu olmasının temelleri CHP döneminde gerçekleşmiştir.. ABD ile ilişkiler
gerçekleştikçe, ABD Türkiye'deki vc bölgedeki çıkarlarını teminat altına almak
için Türkiye'de ülkeye yön veren kişilerle sıkı bağlar kurmaya özen gösterecek
vc kendine yakın çizgide gördüğü DP hareketini dolaylı vc doğrudan olanca gücü
ile destekleyecektir.. ABD'nin gözünde Türkiye'nin stratejik öneminin artmasına
paralel olarak, kendi çıkarları doğrultusunda hareket edecek siyasi kadroların
ülke yönetiminde söz sahibi olması açısından her zaman devrede olacaktır.
138
CHP 7. BÜYÜK KURALTAYI
Sonun Başı
" CHP'nin ödün üstüne ödün serdiği bir dönemde
toplanan 7. Kurultay, parti tarihinin en önemli kurultaylarından biri olmuştur.
İnönü'nün açıktan açığa saldırıya uğradığı, parti yöneliminin diktatörlükle
suçlandığı, komünizmle mücadele, türbelerin açılması, okullara din dersi
konulması konusunda önergelerin verildiği 7. Kurultayın adı demokratikleşme
kurultayı olmuştur" (H.Bi- la/CHP Tarihi).
DP'nin halk nezdindeki irbannın ortmasının önüne
geçmeye yönelik bu taleplerin önünün alınamayacağı anlaşılacak 1936 da din
eğiliminin tamamen yasaklanması vc okullardan din derslerinin kaldırılmasının
ardından 1949 yılında ilkokulların 4 ve 5. sınıflarına seçmeli olmak üzere haftada
2 saat dindersi konacaktır. Yine aynı yıl Ankara vc İstanbul'da, on aylık
İmam-Haliplik kursları açılacaktır. Ardından da Ankara Üniversiteline bağlı
İlahiyat Fakültesi kurulacaktır.
7 kurultayla, valilerin il başkanlığı yapma geleneği
kaldırılmış, partiye ginne yaşı 22 den 18 e indirilmiş parti başkanlığı ile
Cumhurbaşkanlığı ilişkisi gevşetilmişti. Parti il başkanlan il kongreleri ile
belirlenecek, patû yönetiminde katılımcı ve seçimle gelen yöneticiler sözsahibi
olacaktı. Cumhuriyetçilik, Demokrasiyle açıklanmaya çalışılacak, devrimcilik
evrimci bir yoruma tabi tutulacaktı.
17 Kasım 1947 günü çalışmalarına başlayıp 20 gün süren
139 kurultay, delegelerle parti
yöneticileri arasında bir hesaplaşma havası içinde geçmişti. Öyle görülüyordu
ki CHP'nin tabanı çökmüş, DP'yc CHP üleşiyor derken CHP, DP lileşmişti. Divan
başkanlığına Şcınseddin Günaltay'ın seçilmesine karşı çıkanlar, oylamanın
gizli yapılmasını istemişler vc liste usulüne karşı çıkmışlardı. İstanbul il
kongresi ile başlayan parti içinde demokratikleşme vc parti içi muhalefet
havası 7. Kurultayda patlamıştı. Bir delege kalkmış "burada biz tüzük ve
programı değil, şahıs vc zihniyeti tartışmak istiyoruz." diyordu.
Kongrede Peker şiddetli eleştiriler alacak vc hayatının sonuna kadar da artık
aktif politikaya bulaşmamaya çalışacaktır. Artık tünelin ucu görülmüştür.
1948 yılı başında,
Saka Hükümeti muhalefetten gelen talepleri meclise sevkederek bu süreci
hızlandırma yoluna gitmiştir. Seçim yasası ve özel sektör ile ilgili muhalefetin
talepleri öncelikle ele alınarak 15-19 Şubat tarihlerinde ilkokullara din
dersi konmuş ve 20 Şubal'ta Polis vazife ve yetki kanunu benimsenmiştir.. Bu
yasalar CHP ve DP'nin oy birliği ile yasalaşırken CHP grubu 18 Mayıs'ta
"Türk Demokrasisinin aşırı sağa ve aşırı sola kapalı olduğu" ilkesini
benimseyecektir.. Daha sonra İnönü politik yelpazede kendi yerini belirtirken
ortanın solunu tercih edecektir. 7-8 Temmuz'da yeni seçim kanunu meclisten
geçecektir. CHP işçilerin grev hakkı talebine karşı çıkmaktadır.. 19 Aralık
1948 de ise CHP den yapılan açıklama ile muhalefetin istediği Anayasa değişikliğinin
1950 ye kadar mutlaka gerçekleştirileceği sözü verilmektedir.
Muhalefet hızla büyümekte, CHP’de gerileme başgöster-
mektedir. Yapılan eleştiriler vc kabine içinde ortaya çıkan fikir ayrılıkları
yüzünden 1, Saka Hükümeti Haziran ayında istifa eder vc ardından 2. Saka
Hükümeti kurulur. Toprağa dayalı kişilerin ağırlıkla olduğu yeni hükümet
şiddetli eleştirilerle baş edemeyecek ve 10 Haziran 1948 de başladığı
görevini,16 Ocak 1949 da sona erdirecektir.. 3. Saka Hükümcti'nin hükümet
programı 3 sayfadan ibaret bir basın bülteni niteliğindedir. 16 Ocak 1949 da,
CHF içinde "ılımlı vc dindar" biri olarak tanınan Şcmscddin Günallay
CHP nin, bu dönemdeki son hükümetini kuracak, o da 22 Mayı
140 1950 de seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından görevinden
istifa etmek zorunda kalacaktır. Günaliay Hükümeti'nin programı da yine
öncekilerden farksızdı ve 3,5 sayfalık bir bülten niteliğinde idi. Bu
hükümetin programında da Amerika'ya şükran duyguları ifade edildikten sonra
" Avrupa Ekonomik İşbirliği teşkilatında faydalı bir unsur olmaya
çalışacağız" deniliyor ve dış politika konusunda ise "Bilinen
geleneksel yolun izleneceği" belirtiliyor du.
Günaltay Hükümeti'nin icraatları arasında 4 Subat 1949
da Mecliste Ezanın arapça olarak okutulması, 4 Mayıs'la İstiklâl
Mahkcmcleri'nin yürürlükten kaldırılması, seçimlerde adli güvence ve tek
dereceli eşit, genel, gizli oy ve açık tasnif ilkesinin kabulü, 30 Kasım 1925
tarihli Tekke ve Türbelerin kapatılmasına ilişkin yasanın y ürürlükten
kaldırılması dikkatleri çekmekledir.. 14-22 Mart tarihleri arasındaki
müzakereler sonunda toprak reformu iyiden iyiye yumuşatılarak muhalefetin
isteğine uygun hale getirilecek ve 23 Mart'ta Anayasanın değiştirileceğine
sözveren İnönü, 6 okun da anayasadan çıkarılacağını ilan edecektir. Ama bu
olmayacaktır! Bu gün hala, o kalınan noktada çivilenilmiş gö- zükülmcktcdir.
Günaltay dönemi, batı ile bütünleşmede en kritik dönemi
teşkil etmektedir.
Hikmet Bila "CHP tarihi" isimli kitabında
"Güneş Batıdan Batar" ara baslığı altında, bu konuda şu bilgileri
vermektedir:" 1947 kurul tayında ve izleyen dönemde iç egemen güçlere çok
büyük ödünler veren CHP iktidarı Batı ile bütünleşmenin en büyük adımlarını da
bu dönemde atmış. 15-16 Mart 1948 günlerinde NATO'nun kuruluşu konusunun
tartışıldığı 16 devlet toplantısında Dışişleri Bakanı Nccmcddin Sadak,
"Kıtamızı tehdit eden teh likelerden koruyabilecek bir örgütün temellerini
atmak gerekliğini" söylüyor ve Türkiye'nin Ekonomik ihtiyaç ve
olanaklarının daha derin bir incelemeye tabi tutulmasını istiyordu. Bu tarihten
bir ay sonra, Türkiye, .\BD devlet başkanı Marshall'ın önergesi ile Haziran
1947 de Kurulan Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgülüne "OEEC" katılıyordu.
19 Mayıs günü Uluslararası Para Fonundan
141
(IMF) gelen bir heyet, 7 Eylül kararlarından sonraki
Türk Ekonomisini incelemeye başlamıştı. Türkiye borç alabilmek için yabancı
heyetleri davet etmek zorunda idi. Temmuz 1948 de de Türk- Amcrikan Ekonomik
anlaşması imzalandı. 2 ay sonra hükümet Dünya bankasından 50 milyon dolar borç
almak için harekete geçti. Amerika Türkiye'nin tarımsal ihtiyaçlarını
incelemek için heyetler gönderiyor, Marshall planı Avrupa yöneticisi Avverall
Harreman şunları söylüyordu: "Türkiyenin doğal kaynaklarının gelişmesi
sadece kendisi için değil, bütün Avrupa ve Amerika için de çok önemlidir."
Türkiyenin batı ile bütünleşmesi çabalan 1949 yılı boyunca da sürmüştür. 17
Şubat günü Avrupa Kalkınma örgütü yüıütme konseyine katılan Türkiye, borç
talebini incelemek üzere gelen Dünya Bankası heyetini ağırlıyordu. 17 Mart’ta
Amerika'dan yardımın artırılması sözünü alan hükümet, 28 Mart'ta İsrail'i
resmen tanıyor ve üç gün sonra,
Necmeddin Sadak şu sözleri söylüyordu: "Dünyanın bu günki şartlan içinde
silahlı ve silahsız bir tarafsızlığa akıl erdirmek güçtür."
Hükümet sık sık NATO'ya alınması gerektiği yolunda açıklamalar
yapıyor, Ortadoğunun güvenliği için Türkiyenin NATO'ya alınması konusunda Türk
ve Batılı yöneticiler anlaşıyordu. 8 Ağustos'ta Türkiye'nin Avrupa konseyine
alınması, Türk Amerikan Kültürel işbirliği anlaşması, bütünleşme çabalarının
son örnekleriydi. Bu arada, karşılıklı iltifatlar da eksik olmuyordu. İngiliz
BBC radyosu 23 Eylül 1949 günki yayınında İran, Irak ve Türk hükümetlerinin
solculuğa karşı polis ve istihbarat kuvvetleri ile tedbir almak için birlikte
çalışmaya karar verdiklerini bildiriyordu. Bundan bir gün önce CHP nin önde
gelen isimlerinden Nihat Erim "Yakın bir gelecekte, Türkiye küçük bir Amerika haline
gelecektir" diyordu. Bunlar 10 yıl
sonra Celal Bayar'ın tekrarlayacağı sözlerdi.. 28 Kasım günü Kongreye Türkiye
raporunu sunan Amerika başkanı Truman ise, Türkiyenin batı devletlerine
gösterdiği ilgiden mutluluk duyduğunu söylüyordu.
Ve bu günlerde bir Amerikan gazetesinde küçük bir
haber: Cumhuriyetten iktibas yapan Sebilürreşad dergisinden naklen: Amerika
Türkiye'deki hedefine ancak Türklcr Hristiyan oldukları
142 zaman ulaşacaklardır.."
Evci öyle.. Amerikalı dostlarımız, bir yandan Komünizme
karşı nasıl siyasi bir tedbir olarak DP'yi sipariş ediyorlarsa, dini de
Komünizme karşı bir güç olarak örgütlemek için İmam-Hatip okulları ve İlahiyat
fakülteleri açılmasını sipariş ediyorlardı. Bir yandan da dini hareketin
gelişmesi halinde ipin ucunu kaçırmaktan korkuyorlardı. Vatikan'dan gelen bir
heyet 1949 da Ankara'da temaslarda bulunduktan sonra, yapılan din eğitimini
yerinde ted- kik ettikten sonra "korkulacak bir durum olmadığı"
kanaatine vardıkları için "lOriri S" maddi yardımda bulunduktan
sonra sevinçle ülkelerine dönüyorlardı..
Aslında o zamanlar Tahsin Banguoğlu, Tevhidi tedrisatı
bahane ederek din eğitimi verecek okulların açılmasına karşı çıkıyordu.
"Medreseleri açmayacağız, açtırmayacağız" diyordu.. Gü- naltay'dan
önceki başbakan olan Saka, kendi döneminde Din eğitimine karşı çıkanlara şöyle
diyordu: "Efendiler eğer biz dini ted- risatı kabul etmezsek gelecek
intihabta Halk partisi bir oy bile alamayacaktır." Banguoğlu, İlahiyat vc
İmam-Hatip mekteplerinin açılmasının tevhidi tedrisata ve Kemalist ilkelere
aykırı olduğunu ileri sürüyordu. Sebilürrcşad ise bastırıyordu. "Hayır
İlahiyat ve İmam-Hatip okulları Tevhidi tedrisatın emridir." Gerçekten de
Tevhidi tedrisat kanununda açık bir şekilde bu okulların açılacağı yazılıdır.
Tabi kim dinler.. Sebülürrcşad'm Atatürk ilkeleri ile ilgili cevabı da şöyle:
23 Mart 1923 tarih ve 771 numaralı Hakimiyeti Milliye gazetesinin yazdığına
göre Konya'da Darulhilafe medresesini ziyaret eden Atatürk, Medreseden
ayrılırken şu sözleri söylemişti: "Memnuniyetle görüyorum ki tedris ve
tederrüs cidden hakikati diniyye dairesindedir. İnşaallah memleketimizi,
milletimizi ihya edecek asri ve hakiki ülema, faziletkâr müderrislerimiz
sayesinde siz olacaksınız. Kıymetli vc hakiki Ulemamızın mevkii yüksektir.
Ulemamızın vc erbabı ilim ve irfanımızın himmet-i ir- şadiyle inşaallah İbni
Rüşdler, Farabiler, İmam-ı Gazaliler milletimizin içinden çıkarak bu asrın
tekamülatıyla mücehhez olarak ihyayı hakikati din eyleyecekler."
Sebiiürrcşad'da konu ile ilgili bir başka not da şöyle:
"Aıa-
143 türk bir gün kendine gelen bir
mektubu sofrada bulunanların önünde okutur.. Hasta günleridir.. Son zamanlarını
yaşamaktadır.. Ezan ve Kur'anın Arapça okunmasını talep eden bir mektuptur
bu. Herkes donar kalır. Atatürk şöyle der:
-Milleti kendi haline bırakınız. Kur'anını Arapça
okusun. İbadetini de Kur'an lisanıyla yapsın" Atatürk'ün dinle ilgili son
sözlerinden birinin de bu olduğu söyleniyor..
Gel zaman git zaman, şinidi CHP'dcki yeni yönelişler
açısından Atatürk'ün sözleri de yeniden ayıklanıyor yorumlanmaya başlanıyordu
anlaşılan..
1949 larm havasında,
ünlü Türkçü Hamdullah Suphi de şöyle diyordu: Millet ırkın değil, büyük bir
imanının eseridir..
Burada özellikle ve önemle üzerinde durulması gereken
bir diğer nokta da, CHP'dcki liberalleşme eğiliminin, aslında Şem- seddin
Günaltay döneminde, CHP nin 1950 sonrası dine yönelişinden daha açık ve net
bir seyir izlediği görülecektir.. DP ise başlangıçta müslümanlarm dikkatlerini
çekmek için, özellikle 1945- 48 döneminde serbest davranmış, daha sonra se
İslâm'a ve müs- lümanlara karşı dirsek göstermiştir. Özelikle CHP nin 7.
Kongresi ve DP nin 2. Kongresi her iki parti açısından da tam bir dönüş noktasıdır..
DP lideri Bayar "Şeriatı yaşatmayacağız" diye meydan okurken. Ocak
1949 tarihli Sebilürreşad'da yer alan bir makalesinde, CHP nin başbakanı Prof.
Şemseddin Günaltay şöyle diyordu:" Din beşeriyet için bir ihtiyaçdır..
Beşerin saadetini temin edecek en mükemmel din, beşerin fıtratına en uygun
olan müslüınan- lıklır. Dini tahkir ahlaksızlıktır ve alçaklıkür..”
Mart 1949 yılında Mecliste Diyanet Teşkilatının bütçesi
görüşülürken ortaya çıkan tartışma oldukça ilginçtir.. Daha sonra bir AP
milletvekili Diyanet İşleri Başkanlığı mevkiini" Tapu Kadastro memuru
mevkiinde" görürken CHP'nin son başbakanı bakınız bu konuda ne
diyor:" Laik devletin laik meclisinde hiç bir dinin esası hakkında hiç bir
ferdin konuşma hakkı yoktur. Biz burada bir din kurucu heyeti değiliz.
Devletin, siyasi, içtimai, idari ve iktisadi ve kültürel esaslarını ve
milletin müdafaa vasıtalarını düşünmekle mükellef bulunuyoruz. Her dinin esası
üzerinde konuş-
144 ma o dinin ilim adamlarına aittir.. Biz burada, bu meseleden asla
konuşma hakkına sahip değiliz. Bu mesele kapanmıştır."
Ardından Diyanet Teşkilaü ile ilgili soruya, başbakan,
Diyanet Teşkilatını temsilen cevap vermeye kalkınca yeniden tartışma
başlayacaktır.. Siyasi bir kişi, dini bir kurumu nasıl temsil edecektir.. O
halde Diyanet Teşkilatının devlet teşkilatı arasına alınmaması gerekecektir.
Bu konuya başbakan yardımcısı şu açıklamayı getirir: Madem ki din sosyal bir
vakıadır, onu kendi başına müstakil bırakamayız. Diyanet riyasetini müstakil
bırakırsak, memlekette müstakil bir dini zihniyet, bir dini teşkilat husule
gelir. Bu ise hüsnü istimal edilmediği takdirde devlet için zararlı olur"
Hukuk Profesörü Nihal Erim'in konuya yaklaşımı ise
şöylc- dir: "Ben laikim, din işini devlet işinden ayırdım. Ama din işini
millete bırakamam. Çünkü ona itimadım yoktur. Binaenaleyh Dı yancı reisini
emrim altında tutacağım."
Bunlar CHP grubunda tartışılan konular..
Vc şunlar da CHP milletvekillerinin önergeleri:
-Diyanet İşleri Başkanlığımın Müslüman din alimlerini
vazifeye çağırıp y urdun muhtelif bölgelerine göndermesi, Diyanet Teşkilatının
tevsii hakkındaki yasa tasarısının acilen meclise sev- kedihnesi, haftalık bir
dini mecmuanın neşri, İlahiyat Fakültesi mezunlarının öteki yüksek okullarla eş
değere getirilmesi, müftü, imam vc müezzin maaşlarının artırılması, Kur'an
Kurslarının yaygınlaştırılması ve Diyanet İşleri Başkanlığı binasının
yenilenmesi!
Tabii CHP içindeki herkes böyle düşünmüyordu. Mesela
Türkiye'de üç din bulunduğunu, üçünün de tek çatı altında örgütlenmesini
teklif edenler, ya da Diyanet İşleri Başkanına ödenen maaş kadar Hahambaşı vc
Patriğe de maaş verilmesini teklif edenler de vardı.. Kimi de Komünizme karşı
bir güvence olarak İslâm'a sımsıkı sarılınması icab ettiğini söylüyordu..
Kimine göre Kur'anın Türkçe okunması gerekirdi ve irtica geliyordu..
Görüldüğü gibi, DP'nin müslümanlığı ile CHP'nin müslü-
manlığı arasında 1949 da pek fark yoklu.. Zaten DP, CHP'nin bağrından doğmamış
mı idi?
145
1949 yılında DP içinde müslümanların hareketlenmesine
paralel olarak Masonların da ciddi bir şekilde örgütlendiği göze çarpmaktadır..
Masonlar, Hürriyetçilik, demokrasi ve Liberalizm sloganları ile ve Amerikan
hayranlığı ile partinin köşe başlarını tutmuşlardı. Halk sadece bir itici
güçtü., ipler Bayar'ın şahsında Masonların elinde idi. Menderes ise halkı
temsil ediyordu.. Anadolu insanını temsil ediyordu.. Hepsi o kadar..
46 seçimleri ila başlayan maraton, 49 da yeni bir
devreye intikal ediyordu.. DP lilere göre 46 seçimleri geriye nesebi sahih olmayan
bir sonuç çıkartmıştı.. CHP liler, bu ifade ile meclise "Piç" denmek
istendiğini ileri sürüyorlardı.. Bayar kendini ifade etmek için fırsat arıyordu
' Sağa dünsen faşist derler, sola dönsem Komünist, ortada kalsam CHP den niçin
ayaldin derler, ne yapacağımı şaşırdım" diyordu.. 49 a geldiğinde bu
şaşkınlığı dağılmış, sağa dönmeye karar vermişti!
146
DP 2. BÜYÜK KONGRESİ
20-25 Haziran 1949 da gerçekleştirilen DP ikinci kongresinden
önce, 1948 ve 49 da olanlara tekrar kısaca bir göz atalım.. 26 Ocak 1948 de
TBMM başkanı Kazım Karabckir ölmüştü. 20 Şubat'ta Polis Selahiyat kanununda
değişiklikler yapıldı. 10 Mart'ta DP kendi içinde bölündü. DP ile CHP arasında
gizli bir ittifaktan sözedılmeye başlandı. 1 Nisan'da Sabahattin Ali öldürüldü,
9 Temmuz'da da gizli oy. açık tasnif esası getiren seçim yasası kabul edildi.
20 Temmuz'da Millet Partisi kuruldu, 7 Ekimde Suat Hayri Ürgüplü ve 23 sanık
hakkında tomruk, kibrit, kereste ve kahve yolsuzluğuna ilişkin yüce divan
soruşturması neticelendi ve Ürgüplü ile arkadaşları aklandılar. 17 Ekim'de
yapılan ara seçimlere DP seçim güvenliği olmadığı gerekçesi ile katılmadı.
1949'a gelindiğinde, 14 (Jcak'ta Haşan Saka kabinesi
çekildi, 15 Ocak'ta Şemscddin Günaltay Hükümeti kuruldu, 4 Şubat'ta iki kişi
mecliste Arapça ezan okudular. 4 Nisan'da NATO kuruldu. 4 Haziran'da Avrupa
Konseyi'ne üye olduk ve 25 Haziran'da DP 2. Büyük kongresi toplandı.
Kongre 2 önemli olayla dikkatleri üzerine toplamıştı.
Biri "Milli Teminat Andı" adı verilen belge, 2.si de Bayar'ın
kongrede konuşmasında söylediği öne sürülen sözlerle ilgili idi..
Kongre yine psikolojik bir baskı havası alunda yapılıyordu..
Menderes "Ana Davalar Komisyonu " çalışmalarına katılarak, Komisyon
üyelerinin radikal eğilimlerini, ihtilalci beyanlarını frenlemeye çalışıyordu.
Hazırlanan bildiri, CHP iktidarının tasar-
147 ruflarını eleştiriyordu. Bu
eleştiriler ise CHP tarafından, halkı iktidara karşı ayaklanmaya teşvik
şeklinde yorumlandığı için bu anda "Milli Husumet Andı" adı
veriliyordu.
2. Kongrede ortaya çıkan bir nokta da, Partinin parti
içi muhalefete iltifat etmediği şeklinde idi. İsteyen çeker giderdi. DP halkın
güven vc teveccühüne dayanarak, yönetici kadroyla pazarlığa oturmak
isteyenlere sırt çeviriyordu..
Kıyamet kopartacak bir diğer husus ise, Celal Bayar’ın
kongrede sarfetliği sözlerle ilgili idi. İddiaya göre Bayar kongrede
"Türkiye'de şeriatı yaşatmayacağız" diye bir söz sarfetmişti.. Dahası,
"Müslümanız ama herşeyden önce Türküz" demiş, ardından da
"Türklerin adaleti Hz. Ömer'in adalelini geçti" gibi saçmasa- pan
lallar etmişti.. Bu sözler basında yer almış, ancak tepkilerin önünün
alınamaması üzerine 15 gün sonra bu haberin yayınlandığı gazetelere birer
açıklama göndererek tekzib etme yoluna gitmişti. Ama Sebilürreşad tanıkların
ağzından bu sözlerin sarfedil- diğini teyid ediyordu.
Zaten 163. madde dolayısı ile tepkili olan DP lilcr,
merkez üzerindeki baskılarını giderek artırıyorlardı.. Sebilürreşad dergisinde
çıkan bir makalede Bayar "İslâm düşmanlarının ağzı" ile konuşmakla
itham edilerek şöyle deniliyordu:" Şeriatı yaşatmak vc yaşatmamak, ilk
umumi harbin karmakarışık günlerinde İttihat ve Terakki komitesinin İzmir
kâtibi mesullüğünü yapmaya, Merkezi umuminin hoporlorlük işini üzerine almaya
benzemez. Buna CHP adına yapılmış olup, şimdi kendince kusur ularak, her fırsatta
ortaya sürülen tazyiklerin, bütün anti demokratik tatbikatın hem kurucularından
biri hem icra edicilerin başı olmak ta kafi gelmez. Derecesi meçhul, diploması
madum, tahsilin mefruz yetkisi de yetişmez"
l.Kongrc öncesi 163. madde ile ilgili yasanın meclise
gelinesi vc DP lilcrin gereken tepkiyi göstermemiş olmaları parti çevresindeki
inanmış kişilerde sukutu hayale sebeb olmuştu. 163. madde, iktidarın elinde
gerektiğinde "Allah" demeyi bile yasaklama gücüne sahip bir baskı
aracı olabilecek hukuk dışı unsurlar taşıyan bir yasa idi. NFK nin
"Medrese kaçkını" şeklinde tanım ladı-
148 ğı Şcmscddin Günallay'ın teklifi vc muhalefeti teşkil eden kadronun
zımmen onayı ile yasalaşan kanun müslüınan çevrelerde çok sert bir tepki almış
vc Sebilürreşat dergisi haberi "Dine karşı takip edilecek siyasette CHP ve
DP hususi surette müşterek cephe kurdular" başlığı ile duyurmuştu.
(İlgilenenler konu ile ilgili meclis müzakeresi hakında İnönü Dönemi sayfa:201,
ya da Mehmet Ce- mal/163 isimli kitaplara başvurabilirler).
Yasa tasarısına CHP içinden de karşı çıkanlar vardı,
özellikle Millet Partisi çevreleri, yasa tasarısı ile ilgili olarak CHP ile DP
arasında, öteden beri tartışma konusu olan gizli işbirliği konusunu tekrar
gündeme getiriyordu. Bu olay DP üzerinde ilk kez ciddi kuşkuların ortaya
çıkmasına sebeb olacaktır. 16 Haziran 1949 günü tasan 5435 sayı ile
yasalaştıktan 4 gün sonra da DP İkinci büyük kongresi gerçekleşti. Delegeler
olayı tam olarak kavrayamadılar. Herhalde kongre 15-20 gün sonra olacak
olsaydı büyük fırtınalar kopabilirdi. Zaten Bayar'ın müslümanlara karşı meydan
okuyan tavrı. Partinin artık müslümanlara ihtiyaç duymadığını, hatta müslüman
görünmekten duyulan bir rahatsızlığın ifadesi idi.
Bayar kongrede en çok 12 Temmuz genelgesi üzerinde durdu
ve halk üzerinde bu genelgenin bir güven duygusu doğurduğunun, bürokratik
engellemeleri önlediğini söyledi. Bayar'ın üzerinde durduğu ve ilk kez
söylediği bir diğer konu da, kendilerini rejime karşı zor kullanmaya, hatta
ihtilal yapmaya teşvik edenlerin olduğu idi. Bu yönde teklif aldıklarını
söylüyordu. Halktan gelen ayaklanma talebinin de ısrarla ve güçlükle
önlendiğini söyledi. Saınct Ağaoğlu da hatıralarında bu konuya değinmekte vc
şöyle demektedir " 1950 seçimlerinden az önce bir kaç subayın Halk Partisi
ve İnönü'yü iktidardan darbe ile uzaklaştırmak teklifini Bayar vc Menderes -
Bizim için iktidar ancak seçim yoluyla geldiği zaman meşrudur- diyerek
reddetmişlerdi.. Bu subaylar daha sonra 27 Mayıs ihtilaline
katılacaklardır.."
Bayar kongrede aşın sağı da, solu da eleştirerek,
kendilerinden sonraki merkez sağ partilerin temel felsefesini belirleyecek
olan şu sözleri söylüyordu: Aşın sağa da sola da karşıyız.. Bu
149 memlekette aşın cereyanları tasvib
edecek insanlar bizim aramızda yoktur."
Kongre sonuçlarına göre, Celal Bayar 901 reyle rakibsiz
genel başkan oldu.. Oy sırasına göre Refik Koraltan (808), Adnan Menderes
(792), Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu (755), Fuat Köprülü (743), Retik Şevket ince
(635), Samet Ağaoğlu (621), Sıtkı Yır- calı (575), Hulusi Köymen (499), İhsan
Şerif Özgen (473), Üzeyir Avunduk (451), Nuri Özsan (448), Celal Ramazanoğlu
(423), Kamil Gündeş (386), Kemal Özçoban (301) oyla yönetim kurulu üyeliklerine
seçiliyordu.. Haysiyet Divanı üyelikleri ise şu isimlerden oluşuyordu: Salamon
Adato, F. Hulusi Demircili, E. Hayri Üstündağ, Fikri Apaydın, H. Şevket İnce,
E. Sabri Hayırlıoğlu, Lebib Divanlıoğlu, Haşan Polatkan, Ahmet Veziroğlu, Cevat
Mi- maroğlu, Zühtü Hilmi Velibeşe..
Kongrenin ardından DP muhaliflerini partiden ihraç edecektir.
Böylece 5 Temmuz'da partiden çıkartılanlar Millet Partisine gireceklerdir. 1
Eylül'de tekrar Marshall yardımı konusu gündeme gelecek ve Amerikan yardımı 61
milyon 700 bin dolar şeklinde kesinleşecektir. 16 Ekim'dc yapılan ara
seçimlere yine DP katılmayacak, bu şekilde muvazaa iddialarını reddetmiş olacaktır.
16 Kasım 1949 da ilginç bir suikast planı ortaya
çıkartılacak, Millet Partisi'nin önde gelen isimlerinden Osman Bölükbaşı, Reşat
Aydınlı, Sadık Aldoğan ve Fuat Arna'nın, işbirlikçi olarak gördükleri İnönü ve
Bayar'ı öldürmek için suikast hazırlığı içinde oldukları haberi yayılacaktır..
Bu olay üzerine ihbarda bulunan Denizli milletvekili Reşat Aydın
milletvekilliğinden istifa edecektir. 1 Aralık 1949 da masuniyeti kaldırılan
Aydın 3 Aralık'ta da iftirasının sabit olduğu anlaşıldığından, tutuklananlar
serbest bırakılırken Aydınlı tevkif olunacaktır.
150
YIL 1950
...Ve yıl 1950
1950 yılı, 2 Ocak’ta gelir vergisi kanununun yürürlüğe
girmesi ile başlayacak ve ardından 23 Ocak'ta, Dışişleri Bakanı Nec- meddin
Sadak'm talihsiz beyanı milletin kulaklarında patlayacaktır. Tıpki bu gün
TÖ'nün Amerikadan Azarbeycana giren Sovyet askerleri konusunda görüşünü soran
bir gazeteciye verdiği cevabı andıran bir talihsizlikle Sadak şöyle
diyecektir" Bizim Kıbrıs diye bir meselemiz yoktur. İngiltere Kıbns
adasını bir başka devlete vermeyecektir. Bunun için yapılan neşriyat ve
nümayişler lüzumsuzdur!"
21 Şubat- Yeni Seçim Kanunu yürürlüğe girdi.
1 Mart- Genel
Seçimlerin tarihi belli oldu: 14 Mayıs,
Aynı gün bir başka haber.. DP nin tabanına gözünü diken
CHP'dcn yeni bir yasa :CHP grubu tarafından "Türk büyüklerine ait, sanat
eseri niteliğindeki türbelerin açılması" kanunlaştırıldı.
2 Mart- Orgeneral
Mustafa Muğlalı, 1942 yılında Van'ın Özalp ilçesinde 33 kişiyi mahkeme karan
olmadan kurşuna dizdiği için, idama mahkum oldu. Hafifletici sebebler yüzünden
cezası 20 yıla indirildi. Muğlalı sorumluluğu üzerine aldığı için diğer
sanıklar berat ettirildi.
10-Nisan, Maraşal Fevzi Çakmak öldü. Radyonun müzik
yayınına devam etmesi üzerine radyoevi önünde olaylar oldu ve
151 hükümet protesto edildi..
Çakmak, İnönü'ye küs gitmişti. Ağır hasta olduğu
günlerde İnönü İstanbul'a gelerek kendisini ziyaret etmek istemiş, Mareşal bu
isteği reddetmiş "Yüzünü görmek istemiyorum" demişti.. O günlerde
Ulus gazetesinde Mareşali eleştiren bir yazı çıkmıştı. Yazı çok ilginçti.
Mareşali İslâm ahlâkından bahsederek eleştiren yazıda şöyle deniyordu:
"İnönü, dini vc milli ahlakın icabını yap- ü". Hastalan ziyaret,
iadei afiyetlerine dua etmek, insaniyet muk- tczasıdır. Müslümanın müslüman
üzerindeki 6. hakkı hasta olduğu zamanlarda ziyarettir. Peygamberimizin
komşularından bir hasta yahudiyi ziyaret etliği rivayet olunur. Kin, hasıl olan
adavetten naşi, kalpte tutulan gayzdır. insanı kamil için kin tutmak yakışmaz.
Milli alı lâk ta dini ahlak ta bize şu tavsiyelerde bulunuyor Hastalarınızı
ziyaret ediniz, kimseye kin beslemeyiniz.."
CHP'nin yayın organı sayılan Ulus müslümanhk salıyordu..
Ve o gün: 14 Mayıs.. Seçimler yapıldı... Sonuç: DP 434,
CHP 52
152
DP İKTİDARI
Yeter Artık Söz Milletin (Mi?)
Daha 1946 larda bu işin sonu belli olmuştu.
Missouri'nin İstanbul limanını ziyaretindeki coşku, Türkiye'deki yeni
yönelişlerin ilk habercisi gibiydi. Nadir Nadi bile Amerika'ya övgüler diziyordu
köşesinde. Artık Türk ve Amerikan iki dosttu. Türk ve Amerikan bayrakları artık
tokalaşan iki insan eli ya da çapraz bir dostluk senbolü gibiydi.. Yine
Cumhuriyet, iki ulusu temsil eden selamlama atışı yapan iki bayraklı topçu
bataryasının altına şunları yazmıştı: Düşman çatlatan!
13 Mart 1947 de Cumhuriyet gazetesi "Truman'ın
Tarihi Nutku" nu manşetten veriyordu: "Türkiye'nin milli bütünlüğü,
Ortadoğu nizamı için şarttır!" Gazete, ABD nin Türkiye ve Yunanistan'a
400 milyonar dolarlık yardım yapılacağını da duyuruyordu. "Türk ve Yunan
askeri personellerinin yetiştirilmesi için her iki memlekete de müşavirler
gönderilmesine karar verildiği" belirtiliyordu.
Aynı gün Nadir Nadi Cumhuriyet gazetesinde
"Bindiğimiz Dal" başlığı altında, CHP-DP ilişkileri ile ilgili olarak
şunları yazıyordu:” Memleketimizde bir ikinci siyasi parti kurulmasına razı
olduktan sonra, CHP, arasa taraşa bu işi Celal Bayar'dan daha iyi başaracak bir
lider bulamazdı! İttihat ve Terakki devrinde politika hayatına atılan,
İstiklal savaşı boyunca Ankara'da çalışan, Atatürk inkilablarının ilk gününden
son gününe kadar devlet idaresinde mühim vazifeler gören bu adam, herşeyden
önce yurtse-
153 verliği, samimiyeti ve ağırbaşlılığı
ile tanınmış bir şahsiyetti. Dün ak dediğine bu gün kara demesi, hele memleket
menfaatlerine aykırı bir takım kombinezonlara girişmesi ondan beklenemezdi.
Üzerine titrediğimiz inkilab eserlerine karşı, herhangi bir baltalama
hareketine Celal Bayar önayak olamazdı. İleri Demokrasiye yem yeni alışmak
isteyen bir cemiyet içinde muhalif partinin başına böyle bir adam bulmak, kolay
ele geçer bir fırsat değildir. Onun için ilk zamanlar, halktan buna pek
inanamayanlar görüldü. DP yi bir muvazaa oyunu zannedenler, tereddüt ediyor,
ne yapacaklarını bilemiyorlardı. İki parti programı arasında esaslı farklar
bulunmaması da şüpheleri kuvvetlendiriyordu. Bir muvazaaya alet olmadıklarını
geniş halk tabakalarına anlatıncaya kadar Celal Bayar ile arkadaşlarının epeyce
yorulduklarını tahmin edebiliriz"
1948 yılına gelindiğinde, her iki taraf hemen hemen her
konuda birbiri ile yanşıyordu. Mesela Yozgat'ta devam eden Seçim kampanyası,
CHP li ve DPliler arasında camiye gitme yanşına dönmüştü. CHP başkan vekili
Hilmi Lran ve DP Genel Başkanı Bayar, Yozgat'ta Cuma namazına yetişmek için
biri trenle ötekisi karadan yola çıkmışlardı.. 31 Ocak tarihli Cumhuriyet
konuyu manşetten veriyordu..
12 Mayıs 1949 tarihli Cumhuriyet gazetesinin manşetinde
ise tnönü ve Tınmanın karşılıklı mesajlan yer alıyordu: "Atlantik paktı
Türkiye’nin emniyetini tezyide yaramıştır" "Başkan Tru- man diyor ki:
"tik olarak Türkiye ve Yunanistan için ifade edilmiş bulunan bu prensibler
bu pakt ile diğer hürriyetsever milletlere de teşmil olunmuştur."
İnönü ise Başkan Truman'a gönderdiği mesajda şöyle
diyordu: " Bay başkan, Dışişleri bakanı bay Necmeddin Sadak'ın BM Genel
Kuruldaki Türk Murahhas heyetine riyaset ve Washing- ton'daki yüksek Amerikan
şahsiyetleri ile temas etmek üzere Amerika'ya hareketinden istifade ederek,
gerek Türk milleti tarafından, gerek benim tarafımdan büyük Amerikan milletine
ve mümtaz başkanına karşı duyulan samimi dostluğu ve derin hayranlığı teyid
için ekselanslarınıza bu mesajı gönderiyorum.. Dışişleri Bakanımızın temasları
ve konuşmaları esnasında tam bir
154 hüsnü kabule mazhar olacağından ve memleketlerimizi bağlayan sıkı
dostluğun ve karşılıklı münasebetlerimizi vasıflandıran samimi işbirliğinin
daha ziyade kuvvetleneceğinden şüphe etmiyorum. Türkiye'ye haiz olduğu
ehemmiyeti vermekten hali kalmamış bulunan kıyasetli ve uyanık siyasetiniz
benim bu husustaki kanaatimi takviye eylemektedir. Bu münasebetle dünyanın
geçirmekte bulunduğu en nazik devrelerinden birinde bize , Amerika Birleşik
Devletleri tarafından yapılan ve bütün Türk Milleti'nin en derin şükranlarına
mucib olan pek kıymetli askeri yardımı has- seten zikretmek isterim. Gerek
şahsi saadet ve sıhhatiniz, gerek Amerikan milletinin refahı için en iyi
temennilerimi sunar ve derin saygılarımızın kabulünü dilerim."
Aslında DP kazanmasa idi bile, Türkiye'nin yeni rotası
belli olmuştu.
6 Mayıs 1945 te Almanya teslim olurken, zaten bazı
şeyler de belli olmaya başlamıştı. 1946 nin 19 Eylül'ündc Çörçil Avrupa
Birleşik Devletleri fikrini ortaya attı. 5 Haziran 47 de Marslıal programı
gündeme geldi ve 4 Nisan 1949 da NATO, ardından da 1949 yılının 5 Mayıs'ında
Avrupa Konseyi resmen kuruldu. 4 Ha- ziran'da ise Avrupa konseyine üye olduk.
Bütün bu gelişmeler Ankara'yı çok yakından etkilemeye devam etti. Avrupa ile
bütünleşme ülküsündeki Türkiye ister istemez batı ile uyumlu bir politika
içine ginne zorunluluğunda hissediyordu kendini. DP bir yerde bu yönelişlerin
ürünü olarak ortaya çıktı. ABD ve batı, bir yandan iktidarla ipleri koparmamaya
özen gösterirken, öte yandan yeni, daha uyumlu bir iktidar oluşumu için
Ankarayı zorlamayı da ihmal etmedi. Bir bakıma DP bu siparişin ürünü olarak
siyasi hatta yerini
aldı.. Washington, hemen seçimler öncesinde yaptığı bir
açıklamada "Hangi parti kazanırsa kazansın, askeri ve iktisadi yardımın
devam edeceği" mesajını veriyordu.
1950 Ocağı'nda (23 Ocak'ta) ilk kez Kıbrıs konusu TBMM
de görüşülürken, AvrupalI dostlarımızı gücendirmemek için Dışişleri Bakanı
Necmeddin Sadak" Bizim Kıbrıs diye bir meselemiz yoktur" diyordu.
Ama bütün bunlar CHP yi kurtarmaya, batının gözüne girmeye yetmedi. 21
Şubat'ta yeni seçim yasası yürür-
155 lüğe girmiş, 1 Martta da yeni
seçimlerin 14 Mayıs'ta yapılacağı açıklanmıştı. Arada 2,5 aylık bir zaman
vardı. Arada Mareşal'in ölümü, ortamı daha da kızıştırdı ve sonuç daha seçim
başlamadan belli oldu.
16 Mayıs tarihli gazeteler DP nin "Muhteşem
zaferini" manşetten veriyorlardı. CHP kabinesinden bir iki kişi dışında
kimse milletvekili olarak meclise girme şansına bile sahip olmamışa. Bu durumda
iktidarda kalmak mümkün değildi. Daha ilk günden Ba- yar'ın Cumhurbaşkanı
olacağı, Menderes'in başbakan olacağı belli olmuştu. Seçim sonuçlarının ilk
belirlenmeye başlandığında 36 ilde DP nin tam liste kazandığı, 385
milletvekilliği alınmasının muhtemel olduğu belirtiliyordu. İnönü'nün ise 19
Mayıs'ta konu ile ilgili açıklamalarda bulunacağı duyuruluyordu aynı günlü gazetelerde.
Durum daha da vahimdi. DP 434 milletvekili çıkartmıştı.
CHP ye düşen ise 52 idi.
CHP ve DP lilerin adaylarının mesleklere göre dağılımı
şöy-
le
idi: Meslekler |
CHP aday sayısı |
DP aday sayısı |
Avukat |
54 |
88 |
İdareci |
51 |
69 |
İktisatçı,
bankacı |
46 |
12 |
Doktor |
44 |
52 |
Esnaf-Tüccar |
41 |
55 |
Eğitimci |
40 |
19 |
Çiftçi |
39 |
56 |
Belediyeci |
18 |
- |
Mühendis |
16 |
20 |
General |
14 |
- |
Ziraat
Uzmanı |
14 |
- |
Subay |
13 |
23 |
Eczacı |
13 |
5 |
İlahiyatçı |
4 |
2 |
Hariciyeci |
3 |
- |
İşçi |
3 |
3 |
156
înönü seçimlerden önce "Seçimlerin sonucu nc
olursa olsun, kadere boyun eğmek gerekecek.. ” diyordu. Seçim sonuçlarını ise
şu cümlelerle karşıladı: "CHP iktidarı kaybetmiştir. Bu bir
vakıadır."
Hikmet Bila, CHP tarihi isimli kitabında bu sonuçları
şöyle değerlendiriyordu: "Türkiye ulusal kurtuluş savaşıyla yeni bir yapı
kazanırken, yeni bir çıkmazla da karşı karşıya geliyordu. Gen kalmışlık ve
kalkınma.. Bütün sorun, "Askeri vc siyasi zaferi ekonomik zaferle
taçlandırmak"!!. Bıı nasıl gerçekleştirilecekti? Hangi yol ve yöntemle..?
Ulusal kurtuluş savaşında birleşen sosyal güçler, bu konuda, batı
kapitalizmine taklitten öle ciddiye alınır bir görüşe sahip değillerdi..
Türkiye gibi, geri bırakılmış ülkelerde asker, sivil bürokrasisi zaman zaman
sınıl niteliği göstererek ülke yönetiminde belirleyici rol oynayabilir.
Nitekim olan da budur.
Gerçekte, Türkiye, tercihini 1923 İktisat Kongresi ile
belirlemişti. Ulusal kurtuluş savaşının en güçlü dayanağı eşraf, ticaret
burjuvazisi idi. Mütegallibe seçimini yapmıştı: Türkiye kapitalist yoldan
kalkınacaktı.. Böylece, coşkun nutuklar, heyecanlı ifadeler, tarihsel
gelişimin diyalektiğinde, gerçek yer vc boyutlarına kavuşuyordu...
1930 larda başlayan devletçilik politikası da, özel
sermayeyi beslemek vc giderek devlet kapitalizmine dönüşmekten öte bir anlam
taşımıyordu. Giderek güçlenen burjuvazi, artık bürokrasinin gölgesinde
değildi. Aksine, bu kez, palazlanan bu kesimin ağır gölgesi, bürokrasinin
üstüne çökmüştü. Çalıştıran - sayinden istifade edilen • vc üzerinde kâr
hesaplan yapılan halktan ise henüz , siyasal bilinç anlamında bir eser yoktu.
Çünki daha başlangıçta, Türkiye'deki kapitalizm sanayici değildi. Bu nedenle,
nicelik olarak cılız olan işçi sınıfı ile birlikte geniş köylü kitleleri de
ekonomik vc siyasal baskı sonucu nitelik olarak ta gelişmemiş vc yeterli
bilinç düzeyine ulaşamamışa.
1945 İcre gelindiğinde bir yandan dış dünya koşullan,
diğer yandan bürokrasiyi altedecck güce ulaşan işbirlikçi burjuvazi dizginleri
tamamen ele geçirebilme noktasına gelmişti. Ve bütün
157 halkın partisi CHP den kopmalar,
sınıfsal yapının netleşmeye başladığını gösteriyordu. Bu çatışma, biçimsel
demokrasi olarak anlaşma ile sonuçlandı ve -çok partili hayat- böyle ortaya
çıktı. 1940 larda sömürü olanaklarını sağlam kazığa bağlayarak geliştirme amacı
güden ve savaşın şa'şalı galibi -Büyük Amerika- nin sermayesine avuç açan
yerli egemen güçlerle, Sovyetler'e karşı ileri karakol arayan Amerika
Türkiye'de siyasal iktidarı ele geçirme noktasında birleşmişlerdi.
1947 den sonra, dizginleri tamamen ele geçirmiş olan bu
iktidarın, 1945 te ısrarla savunduğu slogan işte budur: "Çok Partili
Hayat”..
Artık, CHP - DP kavgası - Çok partili kapitalizmin
kutsal ittifakı- çerçevesinde, dışa bağımlılık ve işbirlikçi burjuvaziye ödün
yarışı haline gelmiştir. Bu noktadan sonra, CHP iktidarı sallanırken, bir
zamanlar ısrarla savunduğu inançlarından ve eserlerinden birer birer
vazgeçecektir. Öyle ki, çiftçiye toprak dağıtımını öngören bir yasayı
uygulamakla bir toprak ağasının görevlendirilmesi, Köy enstitülerinin güdük
edilmesi, kalkınma planlarının rata kaldırılması, değişmez genel başkanlığın,
milli şefliğin kötülenmeye başlanması, varlık vergisinin ilga edilmesi, CHP nin
kendi elleri ile yaratıp sonra yine kendi elleri ile boğazladığı değerleridir....
DP geliştikçe vc güçlendikçe, CHP, bu parti ile batıya yaranma yarışma girmiş
ve ödün üstüne ödün vermeye başlamış, alt yapı dcvrimlcrinin sözünü bile etmez
olmuştur CHP. Halkın desteğini sağlayan DP de iktidar olmuştur bu arada."
Meclis 22 Mayıs'ta toplanarak yeni Cumhurbaşkanını
seçti. Sonuç:66 ya karşı 387 oyla Bayar Cumhurbaşkanı! 47 DP'li Ba- yar'a oy
vermejmişti. İnönü de CHP oylarından 14 fazlasını almıştı. Aynı gün Bayar
Menderes'i başbakan olarak atadı.
Yeni kabine şu isimlerden oluşuyordu:
-Başbakan:Adnan Menderes
-Adalet BakanrHalil Özyörük
-Milli Savunma Bakanı: Refik Şevket İnci
-İçişleri Bakanı: Rükncddin Nasuhioğlu
-Dışişleri Bakanı: Fuat Köprülü
158
-Milli Eğitim Bakanı: Avni Başman
-Bayındırlık Bakanı:Fehmi Belen
-Ekonomi ve Ticaret Bakanı: Zühtü Velibeşe
-Maliye Bakanı: Halil Ayan
-Sağlık Bakanı: N.R.Belger
-Tarım Bakanı: Nuri Özsan
-Gümrük ve Tekel Bakanı: Nihat Eriboz
-Ulaştırma Bakanı: Tevfik İleri
-Çalışma Bakanı: Haşan Pnlalkan
-İşletmeler Bakanı: Muhlis Ete
DP iktidarının ilk icraatlarından biri resmi
dairelerdeki înö- nünün resimlerinin indirilmesi genelgesi olmuştu.. Bu genelge
Türkiye'de yeni bir dönemin başladığını gösteriyordu.. Zaten genelge
gönderilmeden de bir çok yerde resimler indirilmişti bile.
Menderes, ilk zafer sarhoşluğu içinde, ölene kadar
yakasını bırakmayacak talihsiz sözlerini sarfeder: "Bu demokrasi değil, bu
bir kan davasıdır."
Seçim sonrası yapılacak CHP 8. kurultayı öncesi
şartları Doğan Nadi şöyle anlatıyor "Bu sabah otelden çıktım. Kurultayla
ilgili bir iki bilgi almak için CHP ye mensup bir dost arıyorum. Yok. Ankara
Palas salonlarıyla Karpiç lokantasında ve caddelerde kime rastgeldimse hepsi
Demokrat. Onlara Ankara'ya gelişimin nedenini anlaUyorum. Gülüp alay
ediyorlar. Meğer Halk Partisi asıl düşmanlarını yıllar yılı kendi içinde
besler dururmuşta, farkında değilmiş. Herkes 15 Mayıs Demokratı kesilmiş."
Nadir Nadi'nin CHP nin yapısına ilişkin bir tahlili,
insana bu günki ANAP iktidarını meydana getiren seçmen kitlesini hatırlatıyor:"
Halk partisi uzun zaman madde ve sayı üslünlüğünü.bir kuvvet kaynağı saymaktan
kendini kurtaramadı. Kendi bünyesini meydana getiren kalabalığın uyumunu hiç
dikkate almadı. Sofla ile sosyalist, ırkçı ile milliyetçi, liberalle devletçi
yıllarca onun kucağında barındılar. İdeolojik sistemin motoru, şefin
kafatasından ibaret olduğu için bu gayet tabii idi. Partililer arasındaki likir
ve tartışma hürriyeti lağvedilmişti. Ana prensipler üzerinde konuşulamazdı.
18. y.y. liberalizminden Marks Sosyalizmine, Eflatun
159
Cumhuriycti'ndcn Hanefi mezhebine kadar bütün
doktrinleri gününe vc saatine göre kabullenmek ihtimali vardı. Onun için Halk
Partisi’nin görünürdeki kalabalığı gerçekte bir zayıflık işareti idi"
17 Haziran'da, yani yeni hükümetin kurulmasından bir ay
sonra ilk yapılan iş, Ezanın Arapçaya çevrilmesi idi. Meclis oy birliği ile
Arapça ezan yasağını kaldırıyordu. CHP milletvekilleri dc kanunu "Tasvip
vc kabul" etmişlerdi. Alkışlar, bağırmalar,sıra kapaklarının çıkarttığı
gürültü vc sevinç havası mecliste olağanüstü bir hava estiriyordu. DP lilcr
slogan alan milletvekillerini teskin etmek için büyük çaba gösteriyordu.
Kemalisllcr bu hava içinde takke,cübbe ve sarığın suç olmaktan çıkartılmasından
kaygı duyuyorlardı. Bayann talimatı ile DP li yöneticiler ise, DP mil- Ictvcki
1 İcrindcki galeyan halinin önlenememesi halinde bu işin nerelere kadar
uzanacağından endişe duyuyor ve önlemeye çalıyorlardı..
Aynı günki gazeteler,Hidrojen bombası yapımını tek
sütunda verirlerken, Ezan olayı tüm manşetleri kaplıyordu. CHP bünyesinde baş
gösteren görüş ayrılığı partiyi parçalanma noktasına getirmişti ve İnönü
birliği sağlamaya çalışıyordu. Bu arada DP lilcr, CHP nin en önemli
dayanaklarından biri olan Halkevlerine yapılan devlet desteğini bloke etme
karan alıyorlardı. Halka verilen ekonomik refah vadinin ilk uygulaması ise
Şeker fiatlannın indirilmesi idi. Toz şeker 172 kuruştan 142 kuruşa, Kesme
şeker ise 180 kuruştan 160 kuruşa indiriliyordu. Ortalama %15 lik bir indirim
sözkonusu idi.
Herşey bir oldu bitli içinde gerçekleşiyordu. Oysa DP
ile CHP arasında nc fark olduğu konusu bir kaç muhalif milletvekilinin iddiası
olarak politika koridorlarında kaybolup gidiyordu.
Scbilürrcşad dergisinin Haziran 1949 tarihli sayısında,
CHP ile DP nin özdeşliği üzerine Eşref Edip beyin sert bir yazısı çıkmıştı..
"Dine karşı takip edilecek siyaset hususunda CHP ve DP liderlerinin tam
bir mutabakat vc ittifak halinde olduğunu iddia eden Eşref Edip bu konuda şu
görüşlere yer veriyordu:"
160
Dine Karşı Takip Edilecek Siyaset Hususunda Halk Partisi
ile Demokrat Parti Liderleri tam mutabakat ve ittifak halindedir.
Mahut kanunda "laiklik" tabirinin tarifi
mutlaka yapılmak zarurîdir.
Demokrat Parti büyük kongresinden din hürriyeti hakkında
gönüllere ferahlık verecek neticeler bekliyen millet, inkisarı hayale
uğramıştır. Dia hürriyetini tahdit ve takyit yolunda Halk Partisi liderleriyle
evvelce hususi suretle anlaşmış olduğu söylenen Demokrat Parti liderlerinin bu
hareketi tamamiyle dnğru olduğu Başkanın nutku ve verilen kararlarla tezahür
etti. Zaten parti erkânından Köprülünün mecliste mahut kanunun müzakeresi
sırasında Halk Partisinin getirdiği bu kanunu Demokrat Parti namına uzun
uzadıya içten gelen bir hararetle müdafaa etmek suretiyle kraldan ziyade kral
olması herkesi hayrete düşürmüştü. Fikre karşı jikirle, ilme karşı ilimle,
hukuka karşı hukukla karşı durabilmekten tamamiyle aciz kalan Halk Partisi için
de ınokrasi ile, anayasa ile, din hürriyetiyle ve lâiklik ile asla kabili telif
ohnıyan böyle şiddetli tedbirlere müracaat zarurî idi, yirmi beş seneden beri
dine karşı takip ettiği siyaseti yürütmek için bunlardan başka çare kalmamıştı.
Fakat hürriyet misakı ile bütün hürriyetleri müsavi surete temin etmek,
bilaistisna bütün antidemokratik kanunları tadil eylemek daiyesiyle ortaya
çıkan, millete karşı sarih taahhütlerde bulunan, millete isnad olunan irtica
töhmetlerini reddeden Demokrat Parti liderleri nasıl olur da böyle bir kanunu
müdafaa edebilirdi? Müdafaa şöyle dursun, buna karşı en şiddetli bir muhalefet
göstermesi icap etmez miydi? Hiç olmazsa taraftarlık göstermiyerek sükût de
edemez miydi? Acaba Demokrat Parti liderleri, Millet Partisi muhalefet gösterdiği
için onunla aynı safta bulunmamak üzere hislerine kapılarak mı böyle
yapmışlardı? Yoksa bu hususta Demokrat Parti liderleri -denildiği gibi- Halk
Partisi liderleriyle kalben tamamiyle beraber mi bulunuyorlardı?
Şimdi Başbakanın meclisteki ifşaatından anlaşılıyor ki
De-
161 mokrat Parti lideri Halk Partisi
liderleriyle hususi surete görüşüp mutabık kaldıktan sonra mahut Balıkesir ve
Bursa nutuklarında lâiklik meseleleri hakkında malûm surette beyanatta bulunmuştu.
Mecliste de Demokrat Parti namına Fuad Köprülü Halk Partisinden çok fazla bir
hararetle bu kanunu müdafaa edince artık bu hususla iki parti arasında tam
mutabakat olduğu tahakkuk elmiş oldu. Bu, bir muvazaa değildi. Muvazaa, el
altından anlaşıldığı halde zahiren muhalif gibi görünmekti. Halbuki
Demokratlar Halk Partisi ile bu hususta tam mutabakat halinde olduklarını
açıkça beyan ettiler. Hattâ Halk Partisinden daha ziyade ileri gittiler Bu
suretle Demokrat Parti liderlerinin dine karşı takip edecekleri siyasetleri
tamamiyle tezahür etmiş oldu.
Fuad Köprülünün meclisteki aldığı o tuhaf tavrı kongre
delegeleri de hayretle karşılamış ve Köprülünün bu hareketini tenkit
etmişlerdi. Köprülü buna cevap verememiş kürsüye çıkıp kendisini müdafaa etme
cesaretini gösterememişti.
Yalnız Celâl Bayar birkaç cümle ile Köprülüyü müdafaa
etmek istemiştir. Celâl Bayar nutkunda bu meseleden bahsederken filhakika
Başbakanla bu hususta görüştüklerini itiraf etmiş, ancak «bu kanun da diğer
kanunlar gibi bir baskı vasıtası olmasın» dediğini ve Başbakanın da teminat
verdiğini, şahsına emniyet edilmesini söylemiştir. Acaba bu kanunun baskı
vasıtası olmaması hakkında Bayar'ın istediği ve Başbakanın da verdiği teminatın
mahiyeti nedir? Bayar'ın baskıdan maksadı, din hürriyetine karşı baskı
yapılmamasımıydı? Muhaverenin siyak ve sibakı, istenen ve verilen teminatın
ikinci noktaya matuf olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Başkan, Demokrat Parti
için bu siyasî teminatı aldıktan sonra, kanunun müdafaasını hararetle yapmış
ve müdafaasında bu kanunun din hürriyeti aleyhinde yeni bir baskı vasıtası
olması ihtimalinden hiç bahsetmemiştir.
Görülüyor ki parti idarecileri din hüriyeti meselesinin
kongrede bahis mevzuu olmamasına çok ehemmiyet vermişler ve muvaffak
olmuşlardır. Halk Partisi kongresinde din hürriyeti ve din müesseseleri
hakkında söylenen çok geniş, çok şiddetli sözler
162 hatırlanırsa Demokrat kongresinde yüzde bir derecesinde bile bu
meseleler bahis mevzuu olmadığı herkesin nazarı dikkatinden kaçmamış olduğuna
şüphe yoktur. Acaba liderler, parti içindeki şahsî ihtilâflarla kongrenin
zamanını ve kafasını doldurmamış olsaydılar, din hürriyeti meselesi esaslı bir
surette bahis mevzuu olur muydu?
Bu hususta delegelerin eli boş olarak memleketlerine
dönmeleri acaba parti azası üzerinde ne tesir husule getirecektir? Bu cihet
bilâhare anlaşılacaktır.
Bugün tamamiyle tahakkuk eden bir nokta varsa Demokrat
kongresi din hürriyeti meselesi ile ciddî surette alâkadar olmamıştır. Ne
delegeler, ne de parti idarecileri bu hususa lâyıkı veçhile ehemmiyet
vermemişlerdir. Yalnız bir delege mahut kanunu müdafaa ettiğinden dolayı
Demokrat sözcüsü Köprülüyü muaheze etmiş, bir delege de Demokrat Parti
iktidara geçtiği zaman hıristiyan ve yahudi dinlerine karşı noktai nazarı ne
olacağını sormuş, buna karşı Bayar da «memleketimizde yaşıyan hıristiyan ve
yahudilerin daha tanzimattan beni serbest olduklarını, eğer din hürriyetlerini
engelliyen bazı kısımlar varsa o engelleri de ortadan kaldıracaklarını»
söylemiştir. Fakat müslümanların din hürriyetlerini engelliyen kısımlar var mı,
yok mu? Varsa bunlar bertaraf edilecek mi, edilmiyecek mi? Bu hususta ne
delegeler, ne de idareciler hiç bir şey söylememişlerdir. Halbuki din hürriyetini
tahdit eden nice antidemokratik kanunlar bulunduğunu delegeler bilmese de
parti idarecileri pekâlâ bilirlerdi.
Parti başkanı ikide bir yalnız umumî surette «Türk
milleti müslümandır, müslüman olarak kalacaktır» sözünü tekrar etmekledir.
Mesele, Türk milletinin irtidat ederek hıristiyanlığı veya yahudi dinini kabul
edip etmiyeceği değildir. Türklerin din hürriyetlerini engelliyen
antidemokratik kanunların tadil edilip edilmiyeceği hakkında Demokrat Parti nin
noktai nazarı neden ibaret olduğunu açıkça millete bildirmesidir. Meselâ
cemiyetler kanununda dinî mahiyette cemiyet teşkili memnudur, tamamiyle
ibadetten ibaret olan namaza başlarken Kur'an diliyle kamet getirmek cezayı
muciptir.. Bu kanunlar demokrasiye, anayasaya.
163 din hürriyetine, lâikliğe uygun
mudur, değil midir? Demokrat parti idarecileri niçin bu hususları kapalı
geçiyorlar ? Birkaç defa kendilerinden sorduk, bu hususta açık beyanatta
bulunmalarını rica ellik. Farmason tarikatinin icrayi faaliyet etmesine ne
dersiniz? dedik. Cevap vermediler. Nihayet mecliste mahut kanunun müzakeresi
sırasında Demokrat Parti namına Köprülü her şeyi açığa vurdu. Din hürriyetini
tahdit eden antidemokratik kanunların tadili şöyle dursun, en ağır hükümleri
ihtiva eden bir kanunun daha bunlara inzimamını partileri namına hararetle
kabul ve terviç etti.
Demek ki Demokrat Parti de iktidara gelirse yapacağı
bundan ibarettir. O halde dine karşı takip edilecek siyasette Halk Partisi ile
Demokrat Parti tamamiyle müşterektir, tam mutabakat ve ittifak halindedir.
Eğer millet Halk Partisi'nin dine karşı şimdiye kadar takip ettiği siyasetten
memnun ise Demokrat Parti de iktidara gelirse bunu aynen devam ettireceğinden
mutmain olarak hiç üzülmesin, Eğer memnun değilse Demokrat Partiden de bir şey
beklemesin. O, şimdiden noktai nazarını tamamiyle açığa vurmuştur. Ha Halk
Partisi, Ha Demokrat Parti, bu hususta ikisi de aynı şeydir, aynı hamurdandır.
O halde bunların kavgaları, davaları nedir? İşte seçim
kanunu için az mı mücadele oluyor? Bundan büyük dava mı olur? Onların yerine
bunlar, bunların yerine onlar geçecekler. Böylece nöbetleşe nöbetleşe devirler
gelip geçecek. Millet de din hürriyeti gelecek diye sayıklayıp duracak. Millet
din hürriyetinden bahsettikçe her iki parti tarafından müştereken irticayla,
gerilikle, taassupla itham olunacak. İşte bu iki parti liderlerinin, idarecilerinin
müşterek karakteri!.. Halbuki memleketin her köşesinde bir lakım saf, temiz,
adamlar ikiye bölünmüşler, nafile yere birbirlerine hücum edip duruyorlar. Ne
yazık! Ne boşuna gayret! Filân filân şahısların yerlerine filân şahıslar
gelecek de ne olacak? Millet yine irticayla, gerilikle, taassupla itham
olunacak değil mi?
işte iki bine yakın delege bir araya geldi de din
hürriyeti namına ne yaptı? Ne yapabildi? Ne başarıda bulunabildi? Bir şey
164 yapabilmek şöyle dursun, din hürriyetinin lâkırtısını bile ' edemediler.
İşle bu, böyle gelmiş, böyle gidecektir. İliç kimse kendi kendini aldatmasın.
Hepimizin imanları zayıflamıştır. Allah cümleye iman selâmeti versin.
Şimdi bu iki partinin müştereken canlı gönülden tasdik
ve tasvip etlikleri kanuna gelelim: Yani 163 üncü maddeye. Bu maddenin ne
kadar muhataralı bir kanun olduğu hakkında mecliste uzun uzadıya münakaşalar
olduğundan bu hususta bir şey ilâvesine hacet yoktur. Yalnız maddede «lâiklik
esaslarını sarsmak maksadile» denildiğine ve «lâiklik» de tarif edilmediğine
göre bu kanunun tatbikinde karşılaşılabilecek mahzurlara biraz temas etmek
isteriz.
Aşırı cereyanlara karşı kanun yapılacak derken mesele
büsbütün başka şekilde tecelli etti. Kamınla aşırı kelimesi olmadığına göre
anlaşıldı ki müfritler tarafından bu ağır hükümler hakkında fikirleri
hazırlamak için «aşırı cereyanlar» lâkırdısı bir kalkan olarak ileri
sürülüyormuş. Binaenaleyh aşırılığı, cereyanlara değil, bu ağır hükümleri
hazırlayan müfritllerin taassubuna izafe etmek daha doğru olmaz mı?
iler ne ise Halk Partisi müfritleri öteden beri böyle
müthiş bir silâh ellerine geçirmek istiyordular. Nihayet muvaffak oldular.
Kanunu müdafaa eden Başbakan bile konulan ağır hüf Hinlerden tedehhüş ederek
bunun tatbik olunmaması temennisinde bulunmuştur.
Kanun, hukuk esaslarına ve kaidelerine göre değil de
siyasî zihniyetle hazırlanmış olduğu için herhangi bir.hâdise hakkında tatbiki
halinde mahkemelerin büyük müşkülâtla karşılaşacaklarında şüphe yoktur.
Maddenin şu fkrasını dikkatle okuyalım:
«Siyasî menfaat temin veya şahsî nüfuz tesis eylemek
veya her ne suretle olursa olsun, lâiklik esasını sarsmak maksadiyle dini veya
dinî hissiyatı veya dince mukaddes tanılan şeyleri âlet ederek her ne suretle
olursa olsun, propaganda yapan veya telkinde bulunan kimse bir yıldan beş yıla
kadar ağır hapis cezasiy- le cezalandırılır.»
Her şeyden evvel kanunlarda vuzuh lâzımdır. Buradaki
ke-
165 itmelerin, tâbirlerin hepsi tefsir
ve tevzihc muhtaçtır. Bilhassa «lâiklik» kelimesinden maksat izah olunmalıdır.
Çünkü kanunun esası, ruhu bu kelime üzerinde temerküz etmektedir. Mevcut kanunlarımızın
hiçbirinde «lâiklik» in tarifi yoktur. Vazıı kanuna göre lâiklik nedir? Hududu
nereden başlar, nerede biter? Bunlar tamamiyle tarif ve izah olunmak icap
ederdi. Vakıa lâikliğin mânâsı hukuku idare ve hukuku esasiyece malûmdu. Fakat
bu tatbikatta medarı hüküm olamaz. Her devletin lâiklik telâkkisi aynı şekilde
değildir.
Bilindiği üzere umumî surette dikliğin mânâsı dinle
devlet idaresi işinin ayrılmasıdır. Bu, iki surette tecelli eder: 1. Kanun
tanziminde, 2. İdarî teşkilâtta. Kanun tanziminde vazıı kanun, mutlak irade
sahibidir, dinî veya gayri dinî hükümlerle mukayyet değildi. Hâkimiyet
bilâkaydüşart milletin olduğu esasına dayanarak memleket ihtiyaçlarını, millet
arzu ve iradesi, nazarı itibara alınarak kanunlar tanzim edilir. Bu kanunlar,
dinî hükümlere muvafık da olabilir, muhalif de. Lâiklik dinsizlik demek
olmadığına göre, her kanunun mutlaka dine muhalif olması iktiza etmez; dine
muvafık olması iktiza etmediği gibi. Nitekim bugün kanunlarımızın bir çok
maddeleri vardır ki dinî hükümlere muhalif değildir.
İlmî ve hukukî mânâsına göre lâiklik bu olduğu halde
acaba bizim vazıı kanunumuzun laikliği telâkkisi böyle midir? Yoksa lâikliği,
yapılan ve yapılacak olan kanunun mutlaka dine muhalif olması mânâsına mı
telâkki eder. Yani dine muhalif olan kanunu lâiklik, dine muhalif olmıyanı da
lâikliğe aykırı mı kabul eder?
İşte hu maddenin en mühim noktası budur. «Lâiklik»
tabirini vazıı kanun gayet açık ve vazıh olarak tarif etmelidir ki ona göre
vazıı kanunun maksadı milletçe tevazzüh etmiş olsun.
İdarî teşkilâta gelince bu hususta da vazı kanunun maksadı
ayrı bir maddei kanuniye ile izah olunmak icap eder. Bu sahada lâikliğin umumî
mânasına göre dinî teşkilât, devlet teşkilâtı dahilinde olamaz. Mutlaka ayrı
olmak ve birbirlerinden müstakil kalmak icap eder. Halbuki bizde Diyanet
Riyaseti, Evkaf-ı tslâmiye İdaresi devlet teşkilâtı dahilindedir. Evvelce bu
iki daire «Meşi-
166 hatı Islâmiye», sonra da «Şer'iye Vekâleti» ve «Evkaf Nezareti»
unvanlariyle devlet teşkilâtı dahilinde bulunuyordu. Lâiklik ilân olunduktan
sonra bu unvanlar kaldırıldı; fakat yine devlet teşkilâtı dahilinde kaldı.
Yalnız birinin adı «Diyanet İşleri Reisliği» oldu. Diğerinin ki de «Vakıflar
Umum Müdürlüğü)'. Adları değişti, fakat devlet teşkilâtından ayrılmadı. Dinle
devlet idaresi ayrı olmak lâiklik iktizasından olduğu halde lâiklik esaslarına
muhalif olarak bu teşkilât böylece kaldı, elan da böyledir. Gerek Diyanet
Reisi, gerek vakıflar Umum Müdürü, diğer umum müdürlükler gibi, başbakanlığa
merbuttur. Tayinleri devlet tarafından yapılır. Bütçeleri devlet bütçesi
dahilindedir. Memurları diğer memurlardan farksızdır. Herhangi bir devlet
dairesi gibi vazifesini ifa eder.
Bu vaziyet, laiklik esaslarına uygun mudur, aykırı
mıdır? İlmî ve hukukî mânasına göre aykırıdır.
Bu aykırılığa rağmen, fiilî ve kanunî vaziyet böyledir.
Şimdi biri çıksa da bu fiilî vaziyeti müdafaa etse, yahut bu müesseseler
müdüriyeti umumiye şeklinde olacağına bir vekâlet şeklinde olsa daha iyi olmaz
mı? dese laiklik esasları sarsılmış olur mu? Yeni kanuna göre bir suç işlemiş
olur mu? Madem ki fiiliyatta böyle girift vaziyetler vardır, vazıı kanunun bu
hususları izah etmesi icap eder.
Sonra hilâfetin ilgasına dair 431 numaralı bir kanun
vardır. Bu kanunun birinci maddesi şöyledir:
«Madde 1- Halife hal'edilmiştir. Hilâfet, hükümet ve
cumhuriyet mâna ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan, makamı hilâfet
mülgadır.»
Birisi çıksa da: «Bu madde lâikliğe aykırı değil midir?
Çünkü hilâfetin hükümet ve cumhuriyet mâna ve mefhumunda esasen münderiç
olduğunu beyan etmektedir. Halbuki hilâfet dinî bir müessesedir. Lâik olan bir
hükümet ve cumhuriyetin mâna ve mefhumunda nasıl mündemiç olabilir?» dese bir
suç işlemiş olur mu?
Görülüyor ki bazı kanunlar tedahül ettiğine ve bazı
fiilî vaziyetlere göre vazıı kanunun lâiklikten maksadı ne olduğu vazt-
167 han anlaşılmamaktadır. Onun için bu
kadar muhataralı ve şiddetli hükümleri ihtiva eden bir kanunda mutlaka
lâikliğin tarifi olunması iktiza ederdi. Her ne suretle olursa olsun kanuna
itaat zarurîdir. Ancak tatbikatta indî ve keyfî içtihatlara mahal kalmamak
üzere ilk fırsatta lâiklik hakkında kanuni bir tarif yapılmak pek münasip olur.
Başkabantn temennisi veçhile bu şiddetli kanunun hiç bir vatandaş hakkında
tatbikine inşaallah mahal kalmaz.
Bu kanunun anayasaya, vicdan hürriyetine, demokrasi
esaslarına ve hakikî lâikliğe muvafık olup olmadığı hakkında da ayrıca
tetkikatta bulunacağız. Bugünlük bu kadar.
Eşref Edib
Bu olay kırdan bir ay sonra. Temmuz sonlarına doğru DP
rejiminin uluslararası politikadaki rengi de belirmeye başladı. 26 Temmuz
tarihli gazetelerde, Kore'de hizmet etmek üzere BM emrine asker vereceğimiz
yazıyordu. Bakanlar Kurulu gece vakti olağanüstü toplanarak bu konuda karar
almıştı "Korcyc gönderilecek Türk savaş birliği 4500 mevcutlu
olacak." "Ankara'da da olağanüstü bir siyasi faaliyet müşahede
ediliyor. Cumhurbaşkanı, başbakan vc dışişleri bakanı, Washington büyükelçimiz
Erkin ve Selim Sarpcr'le yarım saat görüştüler" Telefon diplomasisinin ardından
Bayar'ın başkanlığında toplanan kabine hemen karar alarak aynı gece durumu BM
ye bildirecekti. Mc Arthur Kore'den ayrılmayacaklarını söylerken,Amerikan hava
kuvvetlerini büyütme kararı alıyor, dünya yeniden bir sıcak savaş havasına
giriyordu. Türkiye safını belirlemişti. Bu büyük fedakârlığının karşılığında
ise Amerikan askeri yardım heyeti üyesi Senatörü Cain İslan- bul"da
"Atlantik Paktı'na alınmamız ihtimali"nden sözediyor ve
"Türkiye'nin Kore harbine fiili surette yardımı Atlantik pakuna girmesini
sağlayacaktır." diyordu.
Aslında ABD için CHP ya da DP farketmiyordu.. Eğer seçimlerden
galip çıkan taraf CHP olsa idi, yine aynı anlaşmayı im- 168 zalamakta herhalde
bir güçlükle karşılaşmayacaktı. Zaten Ncc- meddin Sadak daha 1948 Martında
"kıtamızı tehdit eden tehlikelerden koruyacak bir teşekkülün temelini
atmak lazımdır. Türkiye böyle bir teşekkülde yer almaya hazırdır"
diyordu.. "Türkiye'nin Avrupa paktında yer alma fikri" daha o
günlerde açıkça ifade ediliyordu.
Aynı günlerde ülkede giderek artan anıikemalisl
harekelere karşı Bayar ve arkadaşları önleyici bir tedbir olaıak Atatürk Koruma
Kanununu meclise şevkettiler. 25 Temmuz’da kabul edilen yasaya göre Atatürk ün
anısına hakaret,anıt,büst ve heykellerini tahrip etmek suç sayılacaktır."
3 Eylül de yapılan belediye seçimlerinde de DP 600
belediyeden 560 ıtıı alarak zaferini daha da pekiştirecektir.
17 Ekim'de ise ilk Türk Tugayı Kore'ye varacaktır. Mc
An- hur ise Türk Tugayının Kore'ye gelmesi dolayısı ile HÜRRİYET GAZETESİ
vasıtası ile Türk milletine şu mesajı yayınlamakladır:"... Birliğimize
katılan bu muazzam kuvvetin bana Türkiye'nin ilk Cumhurbaşkanı ve dünyanın en
büyük askeri liderlerinden biri olan Kemal Atatürk ile yakın dostluğumu
hatırlatmış olmasından sonsuz bir haz duyuyorum. Bu mesajımın Türk milletine
HÜRRİYET gazetesi vasıtası ile duyurulmasını Misler Feridun Hikmet Es ten rica
ederim.
Japonya'da Müttefik işgal kuvvetleri ve Uzak doğuda BM
başkomutanı Douglas Mac Arthur"
1948 in 1 Mayısında İstanbul'da batılı çevrelerin
desteğinde yayınlanan Hürriyet gazetesi,bir bakıma yeni siyasi oluşumun tabii
sözcüsü durumundaydı. Celal Bayar burada yayınlanan malta leşinde batılı
değerler yönündeki tercihini açıkça ifade ediyordu. İlginçtir, 1948 yılının 14
Mayısından iki hafta kadar önce yayın hayatına giren bu gazete, ilk sayılarında
ısrarlı bir şekilde İsrail'den sözcdccck, İsrail'in, 14 Mayıs'ta İngiliz
himayesinin sona ermesinden 8 saat önce kuruluşunu ilan etmesinin ardından,
İsrail'i tanıyan ilk devletler arasında Türkiyenin de bulunmasının ardından,
ısrarla İsrail'i öven ve tanıtan haberler ve yazılar yayınlayacaktır.. ABD
Hüıriyeti. Gürriyet'te Bayar'ı desteklemekledir.
169
Menderes ise daha 1948 yılının 27 Ağustosunda bağımsızlık
vc millilik prensiblcri konusunda şöyle diyordu:" Bir ülke için bu gün
tarafsız kalmak mümkün değildir. Bu gün dünyamızda bir ülke için tarafsız
kalmak imkansız hale gelmiştir. Amerika ve Rusya'nın önderlik ettikleri iki ayrı blokun ortasında kalmak, her ülke
için hatalı bir yoldur. Milli veya bağımsız diye adlandırılan dış siyaset,
gerçekte BM'dcki demokrasi anlayışından uzaklaşmak demektir!"
Türkiye 1950 lerin sonuna geldiğinde, artık kendini
herşeyi ile batıya, daha doğrusu Amerika'ya açmıştır. Ödün üzerine ödün
verilmektedir. Kore'de Türk askerlerinin rolü, adeta, Amerikan askerlerinin
daha az zayiatla geri çekilmesini sağlamak için intihar komandoluğudur.
Amerikan generali Walkcr bu gerçeği şöyle ifade ediyordu: "Düşman çok
üstün bir kuvvetle belirdiği ve onun önünden çekilmek zorunda kaldığımız zaman
Türkleri savaşa soktum."
1951 yılı DP için zor bir yıl olmuştu.. Kore bir kambur
gib iktidarın sırtında duruyordu. İşsiz sayısı 1 Milyon 100 bine dayanmıştı,
cnflasyonisl baskılar ekonomiyi zorlamaya devam ediyordu..
10 Ocakta Amerika'nın doğu Akdeniz filosunun komutanı
Amiral Camc Ankara’ya gelerek, NATO dışındaki Akdeniz ülkelerinin savunmasını
görüşecektir..
3/4 Şubat günlerinde DP de Taşra ve Merkez arasında ilk
sürtüşme ortaya çıktı. Merkezciler olarak bilinen Bayar-Mcndc- res İkilisi,
halktan gelen baskılan göğüslemek için parti içinde sıkı bir disiplin vc
otorite kurmuşlardı. DP, bir bakıma CHP üleşiyordu. özellikle ekonomik .askeri
vc dış politika konularında halkın bilgisi dışında kapalı kapılar arasında
sağlanan mutabakatlar yönünde oldu bittiler ortaya çıkıyordu. Merkez hızla
kuvvetlenerek taşrayı tekeline alma eğilimindeydi.
Bu arada 14 Şubat'ta Ankara'da "Amerikan elçileri
konferansı toplandı. Ortadoğu ülkelerindeki Amerikan elçileri 14-21 Şubat
tarihleri arasında "Türkiye'nin Ortadoğu savunması için Amerika ile
işbirliği yapma arzusu" üzerinde durmuşlardı. DP vc
170
CHP, ABD ile işbirliği konusunda mutabıktılar
Türkiye'nin batı askeri blokuna girmesinin an meselesi olduğu görüşünde
birleşen yorumcular, Türkiye'nin Ortadoğu için batı açısından bir kale görünümü
arzettiğini belirtmekteydiler.
Ancak parti içindeki huzursuzluk giderek artıyordu.
Sonuçta 8 Mart gecesi Menderes Bayar'a istifasını verdi. Olay sadece bir
oyundu.. Bir gün sonra Menderes tarafından kurulan yeni kabinede sadece üç üye
değişmişti. Böylccc Merkez gücünü vc kararlığını göstermiş oluyordu. 17
Marı'ta bir demeç veren Menderes, Atatürk inkilablarının bekçiliğini milletçe
yapacaklarını belirtecek ve 25 Temmuz'da da koruma kanunu çıkartacakür. Bütün
bunlar birer meydan okuma idi.
Bu arada 5 Şubat'ta îsraille hava ulaştırma anlaşması
imzalayan Ankara, 20 Nisan'da Yunanistan'la, 28 Haziran’da Hindistan'la
kültür anlaşmaları imzaladı. 27 Kasım'da da Almanya ile Ticaret görüşmeleri
başladı.
16 Eylül'dc 17 il'de yapılan ara seçimlerde DP oyların
%52 sini alarak 18 milletvekili çıkartu. Oyların %38 ini alan CHP ise 2
milletvekili çıkarttı. DP nin oyları gerilemeye başlamıştı. Halk hükümetin son
kararlarından sonra hayal kırıklığına uğramıştı.. Gülen iktidar artık dişlerini
göstermeye başlamıştı.
Türkiye 20 Eylül'de NATO ittifakına girecektir. DP vc
CHP saflarında karar memnunlukla karşılanacaktır. 3 Kasım'da ise SSCB
Türkiye'nin NATO ya girme kararını sert bir nota ile protesto edecektir: NATO
Savunma değil,saldırı amaçlı bir teşkilattır. Atlantik okyanusu ile hiç bir
bağlantısı olmayan Türkiye'nin Atlantik paktına katılmaya daveti, Emperyalist
devletlerin, Sovyet Rusya sınırında tccavüzkâr amaçlarla askeri cephenin kurulması
için Türk topraklarını kullanmak istemesinden başka bir anlama gelemez."
1952 yılı hızlı başladı. CHP ve DP den istifalar ve
ihraçlar birbirini kovaladı. Yunanistan'la iyi ilişkiler kurmak isteyen hükümet
bu ülke ile temaslarını sıklaştırdı.. Türkiye artık Avrupa'ya giden yolda
İsrail ve Yunan vizesinin önemini biliyordu. Judeo- Grek kültürü batının kimlik
sentezini oluşturuyordu.. 9 Şubat'ta,
171
DP li milli eğilim bakanı Tevfik ilerinin valiliklere
bir genelge göndererek din derslerinde Arapça harfler kullanılmasına karşı seri
tedbirler alınması yolundaki uyarısı, bu yeni yönelişin dışa vuran yanı idi..
İktidar hızla ipleri eline almaya çalışıyordu. Menderes
çılgın gibiydi.. 13 Nisanda yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu: "Radyo
hükümetin bir organıdır. Hükümet tarafından kullanılmaktadır vc herkesin mâlı
olamaz. Radyoyu siyasi partilerle paylaşmayacağız. Bunu artık anlamaları
gerekir. Radyoda hertürlü parti politikasına yer vermemek için ve radyoyu
hükümetin görüşlerini aksettiren bir organ haline getirmek için elimizden
gelen gayreti sarfediyoruz" diyecekti.
Demokrasi ve özgürlükler artık anlamını yitirmişti.
Radyo sadece iktidarın borusu olacak ve "İcraatın içinden"
programları yayınlayacaktı.
Kasım Gülck, Devlet radyosunun kendilerine konuşma imkanı
vermediğini öne sürerek sert bir şekilde eleştiriyordu. CHP genel Sekreteri
Kasım Gülek, Strazburg'ta toplanan Avrupa Konseyi toplantısına kaülmak
istcmiş,ancak hükümet bu konuda tahsisat vermemişti. Bunun üzerine kendi
imkanları ile Strazburg'a giden Gülck, burada BBC ye bir demeç vermiş,
Türkiye'de Hürriyetlerin baskı altında olduğunu söylemişti. Anlaşılan
Gülck'in, ana muhalefet partisi genel sekreterinin bu kadar bile hürriyeti
yoktu.. CHP hızla DP üleşirken, DP hızla CHP üleşiyordu!
lam bu günlerde Ceval Rıfat Atilhan'ın İslâm Demokrat
Partisi de beklenmedik bir biçimde mahkeme kararı ile kapatılarak,aynı zamanda
müslüman muhalefete de gözdağı verilecekti.. Avm gün Ankara'ya gelen
Amerika'nın yeni büyük elçisi Mac Chcc ise Türkiye ile ABD arasında, Ortadoğu
konusunda (İsrail'i kasdediyor olmalı) lam bir işbirliği umudu içinde olduğunu
söyleyecektir.
Menderes işe başlarken devr-i sabık doğurmayacakları
andı içiyordu, "iktidar değişikliğinin memleketle maddi ve ruhi bir
sarsıntıya meydan vermemesi ve bilhassa bir devri sabık yaratmak gibi meşum
temayüllerin önlenmesi esaslarında azmimiz ka-
172 tidir." Ama çok geçmeden Samct Ağaoğlu muhalefeti iftira vc isnat
metodan kullanmakla itham edecektir. 1952 den itibaren ipler daha da
gcrilccektir. Bayar, yabancı sanayi ürünleri karşısında koruma isteyen yerli
sanayicilere karşı rest çekerken, CHP iktidara karşı bir boykot kampanyası
başlatacaktır.
1952 Mayısı'nda Türk-Elen dostluk cemiyeti kurulacak,
Türkiye ile Japonya arasında barış anlaşması imzalanacaktır. Bu arada Millet
partisi kongresinde Atatürk'ün kabrine çelenk konulması yüzünden çıkan
tartışmada, Atatürkçü kanat partiden ayrılacaktır. Bir gün sonra da, Remzi
Oğuz Arık, Ethcm Mcncmcncioğ- lu vc Tahsin Demiray'ın öncülüğünde Köylü partisi
kurulacaktır. Daha sonra bu parti, Millet partisi ile birleşerek Cumhuriyetçi
Köylü Millet partisi olacak vc bu akım giderek Türkcş’in önderliğinde 27
Mayıs'tan sonra Milliyetçi Hareket Partisi ni oluşturacak vc bu günki MÇP ye
kadar uzanacaktır.
Ocak 1952 de İktidarla muhalefet arasında bir uzlaşma
sağlamak için Menderes'le Faik .Ahmet Barutçu yuvarlak masa toplantısı
yaparak çözüm arayacaklardı. Ancak bu görüşmeler çözüm getirmeyecek, iktidar
bir yandan irtica adına halk tabanı ile, muhalefet cephesindeki sol kadrolarla
hesaplaşmaya girecektir. 11 Ocak'taki uzlaşma toplantısının ardından Refik
Koraltan'ın Samandağ'da yaptığı seçim konuşmasında "Sabık hükümetin kul
landığı Jandarma vc polisin müstevli Fransızların kullandığı Ermeni vc Fransız
polislerinden daha menfur olduğu " şeklindeki sözleri bardağı taşıran son
damla olacaktır.. Bir Avukat Koraltan'ı düelloya davet edecektir..
Köprülü ise Komünist tehlikesinden sözetmektedir:"
Direkt komünist propagandasının ulaşamayacağı bölgelerde komünist ajanları,
dini ve ideolojik propaganda ile hazırlanmış bir ağ almakta, böylelikle hedefe
vardıktan sonra da maskeleri indirmek tcdirlcr. Komünist propagandası
Ortadoğuda ilk devresini tamamlamış değildir. Şimdiki halde bitaraf,
emperyalizmle mücadele, İslâmla komünizm arasında uygunluk gibi sloganlarla
faaliyet göstermektedirler." Dışişleri bakanı Fuat Köprülü'yc göre, bu
komünist ve irticai hareketlere karşı batı ile işbirliği kaçınılmaz
173
bir zarurettir.
17 Ocak 1952 de General Einsenhower, Türkiye'nin NATO
ya üye olarak kabulü yönünde ilk talimatını verecektir.. 17 Şubatta da, 17
Ekim 1951 de tanzim edilen protokol kabul edilerek resmen yürürlüğe
girecektir. Türkiye'nin NATO üyeliği konusunda iktidar ve ana muhalefet paıtisi
arasında herhangi bir görüş ayrılığı sözkonusu değildir. İktidar karan
"Aziz milletimize hayırlı olsun" diye kutlarken, muhalefet, iktidan
"Bu eser milli politikanın sağladığı milli bir eserdir" diye tebrik
etmekleydi. CHP adına dışişleri komisyonunda konuşan Faik Ahmet Barutçu
Türkiye'nin NATO ya tam üyeliği konusunda şöyle diyordu: "Bununla demokrasi
prensibleri üzerine kurulu hürriyet ve meşru müdafaa safında hükümetler
arasındaki yerini çoktan beri almış bulunan Türkiye'nin durumu yeni bir
teyidini bulmuştur."
Orhan Cemal Fersoy, bu konuda şu bilgileri vermektedir:
"Devletin çelik kasalarda dahi saklanamayacak, hafızalarda mahfuz tutulan
sırlan vardır. Bu hususta bize tevdi edecekleriniz?., sorusuna, sayın İnönü,
herhangi bir müsbet cevap vermiyordu.
Bayar, madde olarak konuşmaya devam zorunda kaldığı
için,
-NATO ya neden girmediniz diyor ve buna İnönü,
-Davet olundukta hayır mı dedik cevabını veriyordu.
Gerçekten, CHP iktidarının son başbakanı Şemseddin Gü-
nallay- Türkiye için bu pakta girmek imkanı olmadığı -nı açıklamıştı.
Bayar-İnönü,mülakatından esaslı bir sonuç elde olunama-
mıştı.Ancak, İnönü'nün Atlantik paktına (Nato'ya) Türkiye'nin katılmasına karşı
bulunmadığı anlaşılıyordu. Adnan Menderes hükümeti bu konuda faal bir çalışma
göstererek iktidara gelişinden iki seneden kısa bir zaman içinde Kuzey
Atlantik Paktı'na dahil olarak memleketin milli güvenliğini tam mânâsı ile
takviye etmişti"
174
-Mareşal Montgomery/NATO Başkomutan başyardımcısı
-General Cannon/ABD Askeri yardım komiteleri başkanı -Mareşal Saundcrs/ NATO
Avrupa Hava Kuvvetleri başkomutanı
-General Ridgway/Atlantik Orduları başkomutanı
-Franc Pace/ABD Ordu bakanı
-General VVyman/Güneydoğu Avrupa Kara Kuvvetleri Komutanı
-General Schlattcr/Güney Avrupa Kara Kuvvetleri Komutanı
-Amiral Cormich/NATO
Deniz Kuvvetleri başkomutanı -Mr. KimbalI/ABD Denizcilik bakanı
-General
Hardy/ ABD Kuvvetler Komutanı Vekili -General Vandcnberg/ABD Hava Kurmay
başkanı -Amiral Wright. ABD Doğu Adantik ve Akdeniz kuvvetleri komutanı.
Ankaraya şeref veriyorlardı. Ankara'da kurulan yeni
dost hükümeti selamlamak için geliyorlardı.. Kimdi bu kahramanlar, ABD nin
bölge güvenliği için intihar komandoluğuna aday olan genç politikacılar..
Ankara, bu ziyaretlerden şeref buluyordu. Para geliyordu. Üstelik batı
tarafından kabul edilmiş olmak, kendi meşruiyetine ilişkin batı kaynaklı bir
icazete sahip olmak büyük bir onur veriyordu. Aynı günlerde 6. Filo artık
sahillerimizde dolaşmaktadır vc İzmir Müttefik Ordularının güneydoğu karargahının
merkezi olmaktadır.
İktisadi kriz kapıdaydı. Geçen yılın 60 milyon liralık
bütçe açığı iç borçlanmayla kapanmaya çalışılıyordu. Tam bu sırada Türk Devrim
Ocakları kuruldu (23 Şubat 1952) Atatürk ilke vc in- kilablarını korumak vc
savunmak amacı ile Behçet Kemal Çağ- lar'm öncülüğünde örgütlenen Ocak,iktidara
karşı askeri ve ideolojik baskı oluşturmayı amaçlıyordu. Menderes bir ay sonra
İstanbul il kongresinde muhalefeti ihtilal havası içinde kışkırtıcılık
yapmakla suçlayacaktı. Parti içinde tartışmalar oluyor ve muhalefet te herşeye
rağmen güçleniyordu.. İktidar iki kanat arasına sıkışıp kalmıştı. Halka taviz
verse irtica eleştirisine uğruyor, halka sut
175 çevirsc muvazaa ithamı ile
karşılaşıyordu.. Paıti tam bir çuval görünümünde idi, birini tutmaya
çalışırken öbür taraftan dağılıyorlardı.. Kille partisi olmak,farklı inanç ve
özlem sahiplerini bir potada eritme çabası DP yi zorluyordu.
İktidardakiler kendi içindeki dağılmayı gizlemek için
muhalefet içinden adanı transfer etmeye başladılar, 18 Martta 3 CHP
milletvekili DP ye geçti. Bu arada Menderes basından kendilerine yakın olanları
kayırmaya başladı..
Şcmseddin Günaltay, Köylü partisini kurma hazırlıklarım
sürdürdüğü günlerde İçişleri bakanı Lüıfi Karaosmanoğlu Menderes'le ihtilafa
düşerek partiden ayrıldı. Bir kaç gün sonra da Şcmseddın Günaltaym.rüşvet ve
iltimas,baskı vc kayırma suçlaması parti içinde yeni tartışmalara sebeb olacak
vc DP Çanakkale Milletvekili Emin Kalafat "Günaltayın ağır ithamları
karşısında hükümetini açıklamaya davet edecekti" 10 Nisanda Kasım Gü-
lek'in Burdur’da konuşmasının engellenmesi siyasi krizi daha da tırmandırmıştı.
Menderes, "CHP ye göre biz diktatörüz ve ülkede asayiş yoktur"
diyordu.
Menderes yalnız bir adamdı, rakiblcrinc ve halka rağmen
iktidarda kalma savaşı veriyorlardı. Kemalist çevreden, muhalefetten gelen
eleştirilere şöyle cevap veriyordu Menderes: "İnkilab kanunları acaba
hangileridir ve tavizler hangi tavizlerdir. Galiba ezanın Arapça vc Türkçe
okunmasını vc vicdan hürriyeti üzerinde yapılan baskının kaldırılmasını
kasdcdiyorlar".. Menderes Millet Partisi çevresinden gelen müslüman
muhalefete karşı ise" Gerek Halk partisinin tahrikleri vc gerekse Millet
partisinin adeta haçlı seferlerini hatırlatan karanlık zihniyetlerle hareket
edişlerinin zararlı olduğunu söylemekte kendimde hak görüyorum" diyordu.
Amerika kozunu iyi oynuyordu. DP ye baskı yaparak
liberalizmi, serbest piyasa ekonomisini kökleştirmeye çalışırken, CHP ye
destek vererek irtica tehdidi adına, DP iktidarının halkın baskılarına taviz
vermesinin, müslüınanlarla yakınlaşmasının önüne geçilmeye çalışılıyordu..
19 Haziran da CIII’ 'arafından "Muhalefet yok
edilmek isteniyor" diye başlayan bir bildin yaymiaiidı n
"ünlerde Osmanlı
176 hanedanına mensup kadınların Türkiye'ye dönebilecekleri kabul
edildi. Ardından 31 Temmuzda Türk -İş kuruldu.. Hemen o günlerde Milli Eğitim
Bakanı Tevfik İleri "İğrenç solcu düşüncelerin bütün propagandacıları bu
enstitülere girmeyi başarmıştır” diyerek Köy enstitülerini kapatma kararını
açıkladı. Yine aynı günlerde hükümetin aldığı bir kararla İzmir NATO'nun
güneydoğu kanadının karargâhı oldu!
Haziran ve Temmuz aylarında iktidardan iki önemli tepki
alındı. 17 Haziranda Türkiye Sosyalist partisinin 14 üyesi gizli komünizm
propagandası yaptıkları iddiası ile tutuklanırken bu olaydan yaklaşık bir ay
sonra da Ticani davasından Pilavoğlu ve arkadaşlarına on yıl ağır hapis cezası
verildi. Müslümanlara ve sola dirsek çıkıldıktan sonra 20 Ağustosta milli
tercih ortaya kondu ve karşılığı alındı. 20 Ağustosla Napoli de yapılan Avrupa
güzellik yarışmasında Türkiye Güzeli Günseli Başar birinci oldu! 1930 yılında
Atatürk'ün direktifi ile Atatürk ilke ve inkilabkırını, Türk kadınını dünyaya
tanıtmak için Cumhuriyet gazetesi tarafından başlatılan güzellik yarışması 22
yıl sonra Menderes döneminde ilk başarı haberini veriyordu.. Bu başarı artık
Türkiye'nin Avrupalı olduğunun bir göstergesi idi.
Bu olaydan kısa süre sonra Sıtkı Yırcalı kabineye
girdi. İngiliz Boraks Consalidet şirketinin Türkiye temsilcisi, Batıya kalkan
Tren'in yazan Sıtkı Yırcalı Menderes kabinesinde göreve başladı. Bir kaç gün
sonra da Menderes "Muhterem muhalefetten hakikatlere teslim olmalannı ve
memleket hizmetinde birlikte şerefle yürümelerini rica etmek zamanı
gelmiştir" şeklinde tatlı sert bir uyarı geldi. 27 Eylülde İnönü Bursadan
İktidarı hukuka saygılı olmaya çağıracaktır. 11 Ekimde de CHP iktidan ağır bir
şekilde ilham eden bir bildiri yayınlayacaktır. Bu bildirinin hemen ardından
Menderes ve Köprülü İngiliz hükümetinin davetlisi olarak İngiltere'ye
gidecektir. Menderes'in İngiltere dönüşünde CHP den Hakkari ve Hatay
milletvekilleri DP ye geçecektir.. DP nin ilginç bir taktiği de, CHP lilerin
her DP ye yüklenişinde bir kaç milletvekilini transfer etmeleri hadisesiydi.
22 Kasımda Malatya'da Ahmet Emin Yalman a bir suikast
177 düzenlenmesi, iktidarı muhalefet
karşısında zor durumda bırakacaktı. Menderes Yalmanın tedavisi için şahsen
ilgilenmiş, büyük ilgi ve itina göstermişti, olaydan bir hafta kadar sonra
hükümet, Yalman suikastinden "İki gerici örgüt" diye tanımladığı
İslâm Demokrat Partisi ve Büyük Doğu Cemiyetini sorumlu tutmuştu.
10 Kasımda, Menderes halka şu mesajı veriyordu:
"Atatürk huzur içinde yatabilir"
9 Aralıkta ise DP, Kemalist ilke ve inkilablara
bağlılığını göstermek ve irticaya karşı olduğunu göstermek için, DP Samsun
milletvekili Haşan Fehmi Ustaoğlu'nu Samsun'da çıkan "Büyük Cihad"
isimli bir gazetedeki yazısını Atatürk ilke ve inkilablanna karşı olduğu
gerekçesi :1c partiden ihraç etti. 12 Aralıkla Necip Fazıl, Yalman suikastı ile
ilgili olarak tutuklanacak ve gazetesi kapatılacaktır. 27 Aralıkta ise Menderes
İzmir'de CHP yi birlikte çalışmaya davet ederek, CHP nin İzmirdcki yerel
kongresine katılarak dostluk gösterisinde bulunacaktır.. Halk desteğini
arkasına alarak CHP yle savaşan DP, şimdi CHP yi arkasına alarak halka karşı
cihad etmekteydi. Oysa daha 21 Kasımda Kayscri'de şöyle diyordu:
"Gericilik arttı demek, Türk milletine hakaret etmek demektir"
178
Yıl 1953
Yollar ayrılmaktadır artık.. Menderes giderek
sertleşmektedir. CHP ise kendini toplamaktadır.. Halk büyük umutlarla desteklediği
DP den giderek desteğini çekmektedir. Yeni arayışlar ve çıkış yolları ise yine
kapalıdır.. CHP döneminde zorla yapılan işler, şimdi gene engellenmektedir,
ama daha kibarca.. Yine de bu kibarlık büyük şehirlerde zenginlere karşı bir
tavırdır, yoksa halk yine çatık giymekte, yine en gözde yiyecek pekmezdir..
Yine Jandarma vardır.
Halktan gelen tepkiler giderek iktidarı zorlamaktadır.
Müslüman kesimden gelen muhalefet yanında, milliyetçilerin muhalefeti de
giderek güçlenmektedir. 22 Ocak 1953 te Türkiye Milliyetçiler Demeği
kapatılacaktır.. Böylece DP yi iktidar yapan Müslüman ve milliyetçi kesim
partiden kopmaktadır. Menderes gerginleşen ilişkileri yumuşatmak için 8 gün
sonra gazetecilere bir açıklama yaparak demokratik tartışma ortamının teminat
altında bulunduğunu söyleyecek, ancak siyasi istikran, nizam ve intizamı
bozacak muzır cereyanlar karşısında titizlik göstereceklerini açıklamaktadır..
Menderes'in Demokratik esaslar dahilinde kalacağız sözü, bir teminat olduğu
kadar, icraatın demokratik temelden uzaklaştığının kabulü anlamına da
gelmektedir.
Menderes’in bu açıklamasından hemen sonra İnönü de konuya
ilişkin görüşlerini açıklayarak şöyle demektedir:" Memleketin bünyesini
hertürlü irtica hareketine karşı korumak yolundaki hükümetin bütün icraatında
ona yalnız müzaheret ederiz" Yani,
179
İnönü, muhalifi ve muarızı olduğu DP ye destek sözü
vermektedir. Ancak bu destek, aynı zamanda CHP nin temelini dinamitleyen
Islâmi muhalefet ve milliyetçi muhalefettir. CHP, Müsiüman- lara ve
milliyetçilere karşı DP'nin yanında olma sözü vermektedir.
Yine İnönü şöyle demekledir: "Rejimin teminatı
bakımından antidemokratik denilen eski kanunların ıslahı veya değiştirilmesi
acele ihtiyaçlardandır" İnönü artık DP den daha Demokrattır vc kendi
dönemlerinde kabul edilen kanunların değiştirilmesini DP iktidarından talep
etmektedir. İnönü'ye göre "Memleketin bütün iç idaresinde partizan
tesirlerin kaldırılması lazımdır ve memleketi geriye götürmek, onun hayatına
en ağır tehlikeyi davet eder"
Bu gelişmelerin ardından Celal Bayar 17 Şubatta CHP İstanbul
il merkezini ziyaret ederek Halk partililerle ülke meseleleri üzerinde görüş
alışverişinde bulunacaktır.
11 Şubat tarihinde ise, Bayar'ın CHP İstanbul il
örgütünü ziyaretinden bir hafta önce, İstanbul Gazeteciler Cemiyeti
"Milli Tesanüt Ccphesi"nin kuruluşunu ilan edecektir.
Cephe, basının halka karşı,irtica iddiası ile savaş
açması olayı idi. CHP nin aydm bürokrat ve asker kesiminden gelen baskılar
karşısında DP bu örgütlenmeye karşı taviz vermeye kendini mecbur hissediyordu..
Cephe " İrtica vc ırkçılığa karşı hükümetçe alınan ve iktidar partisi
islişari kongresi taralından da uygun görülen bu harekelin muhalefet
partilerince olduğu kadar, bütün milletçe desteklendiği ve benimsendiğini"
ileri sürmekte idi. Cephenin oluşumu iktidarın bilgisi altında idi ve zaten
İktidar partisi de daha önce bu yönde bir plan hazırlamış bulunuyordu. Menderes
parti istişare kongresinde DP nin otel olmadığını söylüyor ve" bizim
dışımızda olanların, kasden içimizde bulunmak sureti ile bizi istismar
etmelerine artık müsadc etmeyeceğiz" diyordu. Aslında hâlâ kimin ne kadar
CHP li, kimin ne kadar DP li olduğu belli değildi.
16 Şubat toplantısında Hüseyin Cahid Yalçın Milli
Tesanüt Cephesinin başkanlığına seçilecekti. Cephenin büyük komitesine
180
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Barosu, Ticaret Odası,
Sanayi Odası, Tüccar Demeği, Muallimler Birliği, Muallimler Cemiyeti, Türk
Kadınlar Demeği, TMTF, Türk Devrim Ocakları, İstanbul İşçi Sendikaları, Eski Muharibler
Birliği, İstanbul Gazeteciler Cemiyeti temsilcileri katılmıştı. Büyük komite
"Din vc mukaddesat istismarcılığı,nazi sistemi, ırkçılık ve komüniz.m
tahrikçiliği ile devlet vc cemiyet nizamımızı, demokrasiyi, hak vc hürriyetlerimizi
tehdit eden aşın sağ vc sol tedhiş cereyanlarına karşı" olma kararı
alıyordu.
Bayar, İstanbul'da CHP il örgütünde CHP yöneticilerine
irtica karşısındaki görüşlerini anlatırken .aynı gün Menderes Gazi- antcpıc
şöyle diyordu: "Milletimiz kin ve nefretten asla hoşlanma- ınaktadır...
Türkün dinine kimse elini ve dilini uzalamaz, sizin ibadetinize karışmaya kim
cesaret edebilir. Biz din düşmanlarına karşı hürriyetlerimizin müdafasını
istiyoruz. Bu hürriyetlerimizin arasında vicdan hürriyetine taarruz edenler de
vardır."
Hem CHP, hem de DP ilişkilerin kopma noktasına gelmesinden
endişe duyuyordu.. Sistemin devamı açısından her ikisi de birbirinin varlığına
ihtiyaç duyuyor vc görünürdeki rekabetin arkasında birbirlerine,özellikle
muhayyel bir rejim fikri çıralında destek veriyorlardı.. İnönü bütçe
görüşmeleri sırasında "Partilera- rası münasebetlerin medeni olmasının,
yalnız hal için değil, gelecek açısından da önem taşıdığını" vurguluyor
vc Menderes tarafından alkışlanıyordu.
Bu gelişmelerden yaklaşık bir ay sonra Menderes bir
basın toplantısı düzenleyerek, öğrenciler arasında bazı sol vc ticari tahriklerle
karşılaştıklarını belirtecek ve şöyle diyecektir: "Bazı teşekküller, din
vc milliyetçi kelimelerinin cazibesine kapılanlardan teveccüh vc rey toplama
gayreti içindedirler. Dindarla mürteci, hatla mürteci ile irtica simsarını
birbirinden ayırmak lazımdır. En tehlikelisi bunun bezirganlığını yapanlardır.
Bunları ortadan kaldırmak vc hürriyet havamızı sıhhatli hale getirmek
zorundayız. İlk adım olarak partilerin din mevzuunu bir politika mevzuu yapmamaları
lüzumuna inanıyorum. CHP BU HUSUSTA TAMAMEN BİZİMLE BERABERDİR"
181
Aynı yıhn ortalarına doğru, hükümet yeniden ekonomik konulara
ağırlık vermeye başladı.. Bayar yabancı sermayenin teşviki için hükümeti
zorlarken ,öte yandan özel forumlar ve localar kanalı ile Türkiye'ye yabancı
sermaye akışını sağlamak istiyordu.. Bayar'a göre yabancı sermaye akışı,
Türkiye'nin batılılaşma sürecini teminata kavuşturmak için iyi bir araçtı.
Bunu açıkça söylüyor ve şöyle diyordu: "Beni memnun eden cihet, yerli ve
yabancı işbirliğidir" Bu işbirliğinin ayrıntıları önemli değildi,
özellikle tarım politikasının askıya alınarak sanayileşme politikasına ağırlık
verilmesi ile birlikte yabancı sermaye ve yabancı teknoloji, yabancı yatırımlar
konusu gündeme gelecekti..
Bayar yabancı sermaye ile ilgilenirken Menderes iç
ekonomideki sorunlar üzerinde çalışıyordu. TL'nin değerinin düşürülmeyeceğini
söylüyordu ama,artık yatırım ve istihdam arttıkça kaynak zorluğu çeken hükümet
için ya dış borç ya da para basmak tek çıkar*yo| olarak gözükecekti.. Para
bulmak için bir başka yol.KİT ürünlerine zam yapmak , ya da vergi koymak
olacaktı!
Bu arada Menderes, ABD ve batılı müttefiklerin belli
olan talepleri doğrultusunda ülkedeki azınlıklara daha fazla ilgi gösteriyor,
onların parlamentoda temsiline önem veriyordu. 1953 yılının 29 Mayısında,
Adnan Menderes Patrik Atenagoras'ı kutluyordu. İstanbul'un fethinin 500. yılı
dolayısı ile Atenagoras Menderes'e iyi niyetlerini bildiren mesajını
gönderirken bütün Ram orta- doks kiliseleri bir hafta süre ile matem tutmuştu.
Yunanistan'daki bütün kiliseler ise Matem çanları çalmıştı.
Bu olayı takip eden günlerde basında değişik yazdar ve
yorumlar çıktı. Bildiriler yayınlandı. Yakovas'ın bir bildirisi de miis- lümanların
protestolarına yol açmıştı.
Menderes Patriğe gönderdiği telgrafta şöyle diyordu:
Sayın Athenagoras Eum Patriği
F.çnçr-Jsinııbıd
İstanbul fethinin büyük mana ve neticesi bugün hâlâ
dünyanın birçok yerlerinde tahkim ve temin edilmemiş olan vicdan hür-
182 riyeti ve medeni toleransın daha 500 sene evvel İstanbul’da tesisi
için en geniş adımı atmış olmasındadır. Bu yıl dönümü dolay ısı ile zatıâlinize
ve yüksek şahsiyetinize muhabbet ve hürmetlerimi sunarım.
Başvekil Adnan MENDERES
Patrik ise cevabi mesajında şöyle diyordu:
Ekselans Adnan Menderes Başvekil
Ankara
İstanbul fethinin mânâ ve neticeleri hakkındaki
düşüncelerinize iştirak ederek göndermiş olduğunuz telgraf münasebeti ile
hararetli teşekkürlerimizi izhar eder.ve bilmukabele, aziz, sevgili ve âli
ekselansınıza karsı duyduğumuz derin sevgi ve sonsuz saygımızı teyid ederiz.
Bilvesileyle Cenab-ı Hak'tan, aziz vatanımızı şan ve
şereften şerefe yükseltmesini ve güzide mesai arkadaşlarınızla ekselansınıza
yüksek vazifelerinizin ifasında sıhhat ve kuvvet bahşey- lemesini dilerim.
9.6.1953
Rum Patriği Athenagoras.!.
Bu günlerde bir rum gazetesinde yer alan "Din ve
Siyaset" konulu makale ise , CHP ve DP yönetimlerinin azınlıklara ilişkin
politikalarını kıyaslayarak, DP iktidarını savunuyordu.
Rumca olarak yayınlanan "Hronos" isimli
gazetede 13 Temmuz 1953 günü yayınlanan makalcoe şu görüşlere yer veriliyordu:
"Evvelce yazdığımız gibi, geçen pazar günü, mutat
olduğu veçhile Heybeli de Ruhban mektebinde bu sene mezunları şerefine
fevkalade bir tören tertib olunmuştur. Evvela mektep dahilindeki (Aya Triyada)
kilisesinde patrik Athenagoras’ın başkanlı-
183 ğında, Kadıköy, Adalar, Enez,
Laodikiye ve Prikanisu metropolitlerinin iştirakiyle büyük bir ayin
yapılmıştır. Kilisedeki bu ayinden sonra mezunlar için yapılan törene başlanmış
ve mutat küçük bir ayinden sonra mektep müdürü (Konya) melropolidi (Jakovas)
mezunlara hitaben bir nutuk irad etmiş ve kendilerine iyi temenniler izhar
etmiştir. Bundan sonra Adalar melropolidi ve mektep idare heyeti reisi sıfatıyla
bir nutuk irad etmiştir. Bu senenin ilk mezunundan biri olan N. Kladofnilos,
Patriğe ve mektep öğretmenlerine teşekkürü tazammun eden bir nutuk vermiştir.
Bundan sonra muhtevası itibariyle hazirunun üzerinde
mühim bir tesir bırakan bir nutuk irad eden Patrik (Athenagoras) Amerika'nın
muazzam bir devlet olduğundan ve bütün dünyanın mukadderatı üzerinde mühim bir
rol oynadığından (NATO) teşkilatının kuvvet ve tesirlerinden bahsederek
memleketimizdeki eski iktidarla yeni iktidar arasında mukayese yapmış, bugünkü
iktidarın nimetlerinden bahsederek Demokrat Parti iktidarının eski iktidarın
aksine olarak Ruhban mektebi hakkında gösterdiği muzahereti övmüş, eski iktidar
zamanında Ruhban mektebinin bir (Orta mektep) sıfatına haiz olmasına makabil
bugünkü hükümet zamanında ve mevcut mevzuatı kanuniyeye rağmen öğrencilere
(Üniversite) tahsili yaptırabilen bir ilahiyat Fakültesi haline ifrağ
edildiğinden sitayişle bahsetmiş, eski iktidar zamanında Türçe tedrisatın çok
kuvvetli ve ağır olmasından dolayı öğrencileri zor bir duruma soktuğu halde
hali hazırda bunun hafiflediği ve bilhassa ejnebi öğrenciler için bir (kur) dan
başka birşey olmadığını söylemişti.
Patrik sözlerine devamla eski iktidar zamanında
hariçten talebe alınmasının memnu bulunmasına mukabil şimdi bunun serbest
olduğunu ve ve hariçten talebe alınabildiğini ve bu suretle dünyanın her
tarafından Amerika'dan, Ingiltere'den, Habeşistan'dan ve Yunanistan'dan
öğrenci alabilmekte olduğunu söylemiş, eskiden muallim bulmakta zorluk
çekildiği halde şimdi yeni iktidar zamanında ejnebi muallim bulmanın kolay
olduğunu ifade etmiş ve Yu.nan taiyetinde birçok muallimlerin mektepte vazifede
bulunduklarını beyanatına ilave eylemiştir.
184
Yine o günlerde Patrikhane ile ilgili olarak Yeni
Ulus'la yer alan bir haber, DP nin Rum milleLvckiİlerinin faaliyetlerinden sö-
zetmekte idi.
ATHENAGORASTN HAZIRLADIĞI BİR TERTİP
Yeni Ulus'a İstanbul'dan telefonla bildiriliyor:
Patrik Athenagoras DP İstanbul milletvekillerinden
Ahil- ya MOSHOS ve yine İstanbul milletvekillerinden diğer bir grup,
şehrimizdeki ekalliyetlere 100 milyon lira değerindeki iki bin gayrimenkulu
kazandırmak üzeredirler.
Memleketimize geldiği günden beri hükümet erkânı ve hükümet
temsilcileri ile sık sık temasta bulunan, hatta dini siyasete alet etmekten
çekinmeyen Patrik bu işin gerçekleştirilmesi için söz aldığı söylenmekle ve
hatta Yunanistan'da çıkan Katimerini gazetesi. Başbakanın, Türk-Yunan
dostluğunu gerçekleştirmek için bu işi yapmaya karar verdiğini açıklamaktadır.
Ekalliyetlere verilecek olan ikibin gayrimenkulun
hikayesi şudur:
1913 senesine kadar hükmi şahısların gayrimenkullcre sahip
olmaları hakkı kanunen tanınmıştır. 5 Şubat 1913 tarihinde neşredilen
"Eşhası hilkmiyenin envali gayriınenkuleye mahsus kanunu" adlı bir
kanunla hükmi şahısların namlarına gayrimen- kulleri tescil ettirmeleri
kararlaştırılmış ve bu müesseselerin gayriınenkullerini bildirmeleri için 6
aylık bir müddet konmuştur. Bu müddet içerisinde müracaat sahiplerinin
işlerini ikmal etmemiş olmaları dikkate alınarak daha sonra 6 aylık 3 temdit
yapılmıştır. Bu devre içerisinde Fener patrikhanesi de kilise ve hayır
müesseselerine ait yalan yanlış bir liste tanzim ederek ilgili mercie
vermiştir. Buna rağmen bu iki senelik devre içerisinde tapu muamelelerini yaptırmadıkları
için haklarını bazıları tamamen kaybetmişlerdir.
Aradan bir müddet daha geçtikten sonra Lozar muahedesi
hükümlerine uyarak İstanbul'da muhtelit mübadele komisyonu toplanıp kanun
kuvvetinde kararlar almaya başlamıştır. Bu ka-
185 rarların 107. maddesinde kilise için
ikinci bir hak tanınarak malların muvazaalı şahıslar üzerinden alınıp kilise
adına tescil edilmesi istenmiştir. Kilise bu karara da susup, bilinmeyen
sebeplerle hareketsiz kalmayı uygun bulmuştur.
107 numaralı mübadele komisyonu kararının verdiği müracaat
müddeti de bitlikten sonra 2613 numaralı kadostra kanununun 22. maddesinin H
fıkrası mucibince sahipsiz yerlerin hazine adına tesciline başlanmıştır. Bunun
üzerine Patrikhane yüzlerce dava açmak suretiyle bazı yerlerin kendilerine ait
olduğunu iddia etmiş, fakat Osmanlı imparatorluğu zamanında verdikleri
cetvellerin hiçbir hakikate dayanmadığı görülerek davaları neticesiz
kalmıştır. Osmanlı zamanında hükümetin verdiği ölçüler dahilinde kilise yerine
sahip olan Fener Patrikhanesinin Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra verdiği
cetvellerde kendilerine ait olduğu iddia ettiği gayrimenkul adedinin çok fazla
oluşu ayrıca manidar görülmüştür
İşbu şekilde tartışmalı olarak devam ederken 1935
senesinde yürürlüğe giren vakıflar kanunu ile hükmi şahıslara ait olduklarını
isbat edemedikleri için gayrimenkuller hakkında açtıkları davaları
kaybetmişlerdir. Demokrat Parti iktidara geldikten, Athenagoras Patrik
olduktan sonra işin politika yolu ile halli uygun görülüp hükümet nezdinde teşebbüslere
başlanmış, İstanbul'daki ekalliyetlerin reyi araya sokulmak suretiyle bu
malların bir kanunla kiliseye verilmesi istenmiştir. Kurulan bir komisyon bu
tasarıyı hazırlamakta olup muhtemel olarak 1954 seçimlerinden evvel
kanunlaşacağı anlaşılmaktadır:
Yüz milyon lira değerini geçen ikibin gayrimenkulun arasında
istiklal caddesinde birçok han, apartman ve dükkan bulunmaktadır.
Bu arada ünlü Papaz (Özal tarafından kucaklanarak,
Türkiye'ye girmesi ile ilgili yasak kaldırılan) Yakovas’ın İslama ve
müslünıanlara karşı yayınladığı bir bildiri, müslümarilarm sert tepkilerine
sebeb oluyordu.. "Halk severler cephesi" adına yayınlanan protesto
bildirisinde ise şu görüşlere yer veriliyordu:
186
PROTESTO
Atenagoras, Rum Ortodoks Patriği
Fener-İstanbul
Ey Patrik!
İstanbul'da münteşir ve büyük bir kıymeti haiz olan
"SEBİ- LÜRREŞAD" mecmuasının 165 ve 166. sayıları elimize vasıl olmamış
olsaydı belki size bu mektubu göndermek arzusunda bulunmayacaktık.. Çünkü:
Hangi tarihte neşredildiğini bilmediğimiz "Nurlu Ufuklara" isimli
broşüründen İslâmiyete ve Ulu Peygamberimize cüretkarca isnat ve tecavüzlerden
haberdar olmayacak, kalbimizdeki iman ateşi de tevavüz karşısında bir kat daha
parlamayacaktı.
Her ne kadar broşürü yazan papaz Yakovas ise de bunun
sizin müsadeniz olmadan tek bir satır dahi karalamasına imkan görmüyoruz. Bir
Türk diyarının gözbebeği olan bir şehirde oturup saltanat süren sizin gibi bir
şahsın veliniğmeti olan Müslüman Türk milletine, mukaddes dinleri olan
İslâmiyete karşı bir papazınızın bu kadar pervasızcasına ve nankörcesine hücum
edip onu tahkir etmesine nasıl müsade ettiniz?
Islâm alimleri elbette ki bu varakpareye ilmi cevaplar
vereceklerdir. Türkiye Cumhuriyeti Savcılığının da bu tecavüze el koyacağını
ümit etmek isteriz. Biz de 400 milyonluk İslâm ve efkarı umumiye önünde, bu
hiçbir kıymeti olmayan broşürünüzü ve bu meyanda onu hazırlayanları şiddetle
protesto eder ve eğer nasiplerinde varsa hidayete erinceye kadar sizleri
ALLAHİn (C.C.) dinine tecavüz günahı ile haşhaşa bırakırız.
"Halk severler cephesi" adına
Ali Emir Aydın, Haşan Aydın, Zıya, Hizber M. Hihned, Cemil
Mehmed, Hüseyin Haşan, Mehmet Ali Terzi, Hisem, Sadık ve saire...
Menderes giderek zorlanmaya başlıyordu.. Hükümet içinde
Bayar'ın temsil ettiği misyon, CHP den gelen balkılar ve halkın
187 özlemleri çelişiyordu. Anadolu'da
müslümanlara karşı tavizkaı konuşan Menderes, Ankara ve İstanbul'da
Anadolu'daki konuşmalarının aksine, en azından o konulara ilgisiz gibi
görünüyordu.
Menderes'in bu açmazı İhtilale kadar sürecektir.. Kimi
zaman duygulan ile kimi zaman aklı ile hareket edecektir.. Duyguları, kalbi
onu hep halktan yana olmaya,onun tarihine ve inancına sahip çıkmaya zorlarken,
içinde yaşadığı gerçekler, aklı onu vakıaları kabullenmeye zorluyordu. Aslında
fazla bir bilgisi de yoklu. Çevresindeki inclara da güven duymuyordu.
Kalabalıklar içinde bir yalnız adamdı sadece..
Menderes Kırşehir konuşmasında yine halka umut dağıtıyor
ve vicdan hürriyetinin, DP ile birlikte telaffuz edilmeye başlandığını
söylüyordu. Ama artık yavaş yavaş muhalefet kanadı da İktidarı zorlamaya
başlıyordu.. CHP'den Şemscddin Günaltay, DP nin başarıları konusunda k .şku uyandıran
itiraflarda bulunuyordu: "Demokratlar traktör satın alıyoruz diyorlar.
Traktör anlaşmasını imzalayan benim. İthale de benim zamanımda başlandı.
ESASEN BUNLAR MARSHALL YARDIMI İLE TEMİN EDİLİYOR.. Demokrat Parti para ile
altın ile buzdolabı, sefahet aletleri, lüks otomobiller alıyor. Yugoslavya ya
buğday satıp oradan kibrit veyahut cam parçalan satın alıyorlar. Hayat
pahalılığı almış yürümüştür. LİBERALİZM BİZE GÖRE DEĞİLDİR.. VATANDAŞLARIM
ALLAH'TAN KORKAN, MİLLETTEN UTANAN VE ÇALIŞAN KİMSELERİ SEÇİNİZ.. Muhtelif partilerden
olsalar bile elele vererek memleketi daha iyi idare edebilirler.."
Menderes'in gelişmelerden kaygı duyduğu anlaşılıyordu.
Yalnızlığını vc çaresizliğini bu yıllarda aradı. Yanlış bir adımın kendini
nerelere götüreceğini biliyordu. Onun için de zaman zaman acımasız ani
kararlar almaya çalışıyor giderek daha vehimli bir insan haline geliyordu..
Halkı seviyor ama çaresiz olduğunu biliyordu. Halka fazla yüz verilmesi halinde
herşeyin bir anda tepe takla olmasından kaygı duyuyordu.
CHP yi dize getirmek için zaman zaman çıkışlar
yapıyordu..
188 Millet Partisi de DP yi hayli zorluyordu. Özellikle DP nin muvazaa
partisi olduğu ya da DP ye yönelik kuşkular açısından MP gücünün çok ötesinde
bir ağırlık taşıyordu.
DP grubu CHP nin malları üzerinde tartışma başlatarak,
CHP yi mal korkusu ile köşeye sıkıştırmak isliyordu. Böylcce maddi imkanları sınırlanan
CHP giderek gücünü kaybedecek, en azından bu süreç içinde zevahiri kurtarmak
için muhalefetini yumuşatacaktı. CHP devleti kuran parti idi,parti önderleri
gibi partinin mal ve emlaki de o günün şartlarında ikıisab edilmişti ve herhangi
bir hukuki dayanaktan yoksundu. 9 Haziranda CHP nin mal varlığının
tartışılmasının ardından 8 Temmuzda DP den muhalefete karşı ikinci salvo
gerçekleştirilecek ve daha 29 1 laziranda 4. kongresini tamamlayan Millet
Partisi "Dini kendi çıkarlarına alet etme” iddiası ile kapatılması için
dava açılacaktı.. Dava 23 Ocakta sonuçlanacak ve parti kapatılacaktır.
Yöneticiler birer gün hapis ve 250 şer kuruş para cezasına çarptırılacakur.
Mahkeme kararına göre" Programının 7,12,13. maddelerinin taşıdığı mânâ ve
maksat yönünden, din, mezhep ve tarikat esaslarına dayanan ve gayesini
saklayan dernekler durumunda bulunduğu anlaşılmışiır"
O günlerde Atatürk'ün mezarının Anıtkabire nakli
sözkonu- su idi. 10 Kasımda bu iş gerçekleştirilecek ve Celal Bayar, Atatürk'e
hayranlık duygularını ifade eden bir konuşma yapacaktır.. "Atatürk seni
Sevmek İbadettir" vccizcsinin sahibi olan Bayar, Anıtkabirde yaptığı uzun
konuşmasında "Sen bizdensin.. Seni halife yapmak, padişah yapmak
isteyenler oldu, iltifat etmedin" diyordu.
Bu olay DP lilerin Atatürk'e bağlılıklarını göstermek
açısından bir fırsat olmuştu. Kendileri de en az CHP liler kadar Atatürk ilke
ve inkılablanna bağlıydılar. Törenlerle ilgili hiç bir şey esirgenmedi.. DP
ile CHP aynı damardan besleniyor ve bir çok ortak noktalarda buluşuyorlardı.
Onları buluşturan ruh ve irade Atatürk'ün ilke ve inkilablarından güç
alıyordu. 1954 yılının ilk günlerinde CHP li ve DP li işadamlarının birlikte
düzenledikleri bir toplantıda şu görüşler ifade edilecektir: "Partiler
değişse bile iktisadi sistem değişmez. Bu toplantıdaki 20 işadamından bazıları
189
CHP yc, bazıları DP ye mensubtur. Biz ticaret hayatını,
siyasi ideolojimizden ayırmış bulunuyoruz. Şunu ayrıca hatırınızdan çıkartmayınız
ki, Türkiyede iktidar partisi değişse bile iktisadi ve içtimai nizam aynı
kalacaktır"
Demokrasi dediğin böyle olur zaten.. Liberalizm de
budur.. Dış politika da değişmez, savunma politikası da değişmez. Eğitim ve
kültür politikası da değişmez.. Ama iktidar değişebilir.. Yani senaryo aynen
kalır, figüranlar yer değiştirir!
1953 yılı Menderes hükümeti için dış ilişkiler
açısından yoğun bir yıl olacaktır. Mart başında Paris, Mart sonlarına doğru Ortadoğu
seyahati gerçekleşecektir. 24 Martta Amerikanın gayret ve teşvikleri ile
Türkiye'de Ortadoğu Amme İdaresi Enstütüsü kurulmaktadır. Böylecc Amerika
Türkiye üzerindeki çalışmalarını yönlendirmek için bilimsel araştırmalar
yapacak bir enstitüyü devlet içinde örgütlemektedir. Menderes enstitünün
açılışında şöyle demektedir: "İktisaden az gelişmiş memleketlere yardım
gayretlerinin yeni vc güzel bir misalini bu enstitünün ihdasında görmekle
hususi bir zevk duymaktayız."
Nisan ayında yaşanan bir hükümet krizinin ardından üç
bakan yenilenirken hükümet askeri ve ekonomik konularda yeni kararlar
alacaktır. Bu arada yeni tesisler hizmete açılırken, 30 Ağustosta bir Amerikan
heyeti Ankaraya gelerek yapılacak yatırımlar konusunda ön görüşmelerde bulundu.
Yıl sonuna doğru hükümet memur ve subay maaşlarına zam
yaparak askeri kesimden vc bürakrasiden gelen baskılan hafifletmeye çalıştı.
190
YIL 1954
Hükümet 1954 e hızlı girdi. Ocak ayında DP ye bağlı bir
gençlik kuruluşu olarak "Genç Demokratlar" adı altında yeni bir
birlik kuruldu. Aynı günlerde Bayar Amerika'ya gitmek üzere Türkiye'den
ayrıldı. Bayar'ın Türkiye'den ayrıldığı gün, yabancı sermayeyi teşvik kanunu
yasalaştırıldı. Böylece yabancı sermaye, gerektiği zaman tüm kârlarını ve
sermayesini geldiği ülkeye tekrar, hiç bir sınırlamaya tabi tutulmaksızın
transfer edebilecekti. Bayar Amerika'da iken Menderes Ocak sonunda yaptığı bir
basın toplantısında şöyle diyordu: Siyasi ortamı liberalleştirecek reformlara
gidilecektir. DP iktidarının 1950-54 yılları içindeki yönetim Türk Siyasi
Hayatı içinde bir geçiş dönemi özelliği taşımaktadır. Seçimlerden sonra bazı
nemli değişiklikler vc yenilikler gündeme gelecektir''
10 Şubatta Kapatılan Millet Partisi yerine Cumhuriyetçi
Millet Partisi kurulacaktır. Partinin kuruluş bildirisinde şu görüşlere yer
verilmektedir: "Türkiye'de insan haklarını hakim kılacak vc bunları güvenilir
teminata bağlayacak bir devlet nizamı kurulacaktır" Parti programı insan
haklarının teminata kavuşturulması ilkesini ilk madde olarak alırken,
kanunların Anayasaya aykırı olmaması vc bu konuda hukuki teminat şartı
koşmaktaydı. Yine Anayasaya aykırı kanun teklif edilememesi, anayasa
değişikliğinin bir teminata kavuşturulmasını istiyordu. Mahkeme teminatının
korunmasını, devlet memurlarının hak ve görevlerinin tesbiti, laiklik vc din ve
vicdan hürriyeti gibi modem devlet esaslarının
191 anayasa ile tarif ve tesbiti, siyasi
partilerin anayasa teminatı altına alınmasını şart koşuyordu.
Daha sonra Bölükbaşı'nm başkanı olacağı parti, Ahmet
Tahtakılıç'ın başkanlığında CHP ile işbirliği protokolü üzerinde çalışmaya
başladılar. Böylece DP, bir yandan CMP.ötc yandan CHP tarafından kıskaca
alınacaktı. MP nin kapatılması, CMP yi CHP ile işbirliğine itmişti. Aynı
şekilde, ilkesel olarak DP den daha fazla karşı olduğu CMP konusunda CHP
yöneticileri, iktidarı yıpratmak için zorunlu olarak CMP ile işbirliği masasına
oturmuşlardı. Muhalefet kanadının işbirliğine gitmesi, DP yi erken seçime
zorlayacak ve aynı gün,12 Martla hükümet erken seçim kararı alacaktır. Teklif
parlamentoda oy birliği ile kabul edilecektir. Seçim için belirlenen tarih ise
3 Mayıstır, ilk kez yapılan tek dereceli seçimin dördüncü yılında TBMM
yeniden, ikinci kez tek dereceli seçime gidecektir. 14 Mayısta meclis yeni
kadrosu ile toplanacaktır. Seçim kararının alınmasının ardından DP ve CHP den
karşılıklı istifalar ve transferler gündeme gelecek, DP iktidarı yatırımlara
ağırlık verecektir. Çanakkale abidesinin ve Haydarpaşa. Sahpazarı limanlarının.
Susurluk Şeker Fabrikasının, İskenderun Gübre, Mersin Limanı ve Burdur Şeker
Fabrikasının temeli bir ay içinde atılacak ve İzmit Kağıt labrikasının tevsii
hizmek açılacaktır..
1954 seçim sonuçlan, 1950 sonuçlanndan daha da
yıkıcıydı CHP için.Aslında CHP nin oyları 1950 seçimlerine göre artmıştı, ama
3,5 milyon oy, seçim sistemine göre ancak 31 milletvekili ediyordu. CHP nin oyu
%35.1 di. 1950 seçimlerine göre 375.000 oy kaybeden DP ise % 60 a yakın oy
almıştı. Ama bunun karşılığında kazandığı milletvekili sayısı 488 idi.
54 seçimleri %88.6 katılımla gerçekleşti. DP nin
başarısı bununla da sonuçlanmadı. Tunceli M'lletvckillcrinin DP ye geçmesi ile
DP nin milletvekili sayısı 490 na yükseldi ve CHP nin milletvekili sayısı ise
29 a düştü.Artık DP diktası başlıyordu. Oy kaybı ve kamuoyu gücünü göstermeyen
parlamento aritmetiği DP lilcri haksız bir zaferin çılgınlığına sürüklemişti.
Seçmenin %601 aşkın desteğine karşılık, parlamentonun %95 ine hakimdiler. DP
192
nin önlenemeyen yükselişi, CHP nin önde gelenlerini zor
durumda bırakmıştı. Nihat Erim bir diyaloğ, bir temas, bir uzlaşma zemini
arıyordu. Ama bu temas ta sonuçsuz kalacak, aksine bir yığın dedikodu ve
bölünmelere yol açacaktı. İnönü ise daha sonra iktidarın gidişatından kaygı
duyduğunu açıklayacaktır. CHP 12. Kurultayı parti önderlerinin patlamasına yol
açacaktı. Tutuklama,baskı dönemi ile birlikte, İnönü yeniden irtica
suçlamasına sarılacaktı. Hükümetin bir dizi tasarrufu ve yasa teklifleri ile
ilgili olarak İnönü şöyle diyordu: "Bu taşanlarla yeni bir karanlık döneme
girmiş bulunuyoruz. Adım adım mutlakiyete gidiyoruz. İktidarı destekleyenleri
uyandırmak isterim. Gidiş tehlikelidir. Sorumluluklarınızı biliniz."
İnönü'nün korkusu, DP nin kendi şeflik dönemini
hatırlatır bir uslub içine girmesi idi. Kendi döneminin özelliklerini çok iyi
bilen İnönü, kendisinin rakiblerine reva gördüğü uygulamanın, bu gün DP liler
tarafından kendilerine karşı uygulanmasından korku ve kaygı duyuyordu.. Bu
konuda İnönü engin bilgi ve tecrübe sahibiydi. İktidarın nasıl bir güç ve
silah olduğunu yakinen biliyordu..
İnönü partizanlık noktasından yaklaşarak iktidarı
eleştirmektedir. "Partizan idareyi kaldırmak siyasi işlerin en şereflisidir"
mesajını vermektedir. Bir diğer tenkit noktası ise,iktidarın parlamento
çoğunluğuna dayanarak muhalefetin sesini kısmak istemesidir. İnönü
parlamentonun bir bütün olduğunu savunmaktadır.
Daha 1954 de yolun sonu belli olmaya başlamıştı. Halk
parlak vaadlerin kendilerine fazla bir şey kazandırmadığını anlamıştı.
İktidarla muhalefet arasındaki oy farkı 600.000 e inmişti.. Gelen gideni
aratmaya mı başlıyordu. Halk yağmurdan kaçarken doluya mı tutulmuştu. DP
saflarından ricat başlıyordu. Şehirleşme, tüketim tutkusu, gecekondulaşma,
şehrin varoşlarında yoksulluk vc perişanlık, DP nin Demokrasi nutuklarını
tekzib ediyordu.
Şevket Süreyya o günleri değerlendirirken şöyle demektedir:
"Olgun siyasetçi başdöndürücü başarıların ardında, yarının getirebileceği
çelişmeleri önceden he^ab edebilen adamdır..
193
Menderes aktif bir siyasetçiydi, ama soğukkanlı ve
olgun siyasetçi değildi.. Partiye artık düşünen biri gerekiyordu"
DP sadece bir antitez olarak doğdu. Kendi varlığını CHP
nin zaafları ile temellendiriyordu. Bir kitle partisi idi. Bir çok eğilimi
birden özünde barındırıyordu. Ama CHP nin baskısından kurtulan kitleler, kendi
ütopyalarını ifade etmeye başlayınca kendi arasında kıyasıya bir mücadele
başlayacaktı.. DP nin tabanı bir ülkü etrafında toplanmıyordu. Birliktelik iç
cazibeden ya ila eylemin dinamizminden kaynaklanmıyordu. Bu farklı özlemlerin
sahibi insanları bir arada tutan şey CHP nin baskısı ve korkusu idi. DP nin
iktidar olması ile CHP korkusu fiilen sona erecek, bu da DP nin kendi iktidarı
ile aynı zamanda kendi tabanını kaybetmesi anlamına gelecekti.
DP nin sahip çıktığı ilkeler sonuçta aynı ilkelerdi..
Zaten CHP önderleri, DP yi eleştirirken, kendi temellerini sorgulamıyor, CHP
nin 1945 sonrası başlattığı süreci DP nin yozlaştırdığını ileri sürüyorlardı.
Yani DP, CHP nin hazırladığı senaryonun fıgü- rasyonunu yapıyordu!
1954 seçim sonuçlan, Menderes'in gözünü açacaktır. Ama
artık vakit çok geçtir. Hırçınlık politikası uygulamaya çalışacak,tek
teselliyi ise yurtdışı gezilerinde, kendine menfaatleri ile bağlı bir takım
mason biraderlerin eğlence gecelerinde bulacaktı.. Gerçekler acı idi..
Yokuşaşağı koşmak durumunda olduğu yolda arkadan CHP lilcr aç kurt gibi
saldınyorlardı. Geri dönüşü yoktu buyobın Dum ıl r reıml n değildi. Sonuna
kadar giderek artan ı iıı/.ia koşacaktı vc sonuç 27 May Gong çaldığında artık
çok geçti.. Ölüm çukuruna yuvarlanırken yaı :nda iki gerçek dost bulacaktı.
Belki de yaptıklarına gerçekten pişmanlık duyan, geçirdiği ömre acıyan,
halkına acıyan iki dost! Ama kendini özel "dost sohbetlerinde"
eğlendiren mason biraderlerin hiçbiri acılarına ortak olmayacak, onlar yeni
dostlar bulacaklardı..
Menderes DP iklidarının 200 yıl işbaşında kalacağım
söylüyordu, ama artık iktidarda kalmak için seçim hilelerine, politika
oyunlarına muhtaçtı. Halk desteğini giderek yitiriyor, bu desteği yitirdikçe de
hırçınlaşıyordu.. Nasıl iktidarda kalınacağını CHP
194 sıralarında, Atatürk zamanından o günlere kadar çok iyi öğrenmişti.
Ama yıpranıyordu artık.
Sonuçta seçimler bir kez daha DP nin ezici zaferi ile
sonuçlandı. Bayar 486 oyla tekrar Cumhurbaşkanı seçildi. 14 Mayısta yapılan
Meclis toplantısı CHP ve CMP milletvekilleri tarafından boykot edildi. 17
Mayısta da Menderes yeni kabineyi kurdu. CHP nin Tunceli'den seçilen iki
milletvekili daha ilk günden CHP den istifa ederek DP ye geçmeleri ile CHP nin
parlamentodaki sandalye sayısı 29'a inmişti. Haziran ayında CHP Sinop
Milletvekili So- muncuoğlu dİ partiden istifa edince CHP nin Meclisteki sayısı
28 e düşecektir. Bu DP liierin de beklemediği bir gelişmeydi.CHP büyük bir
moral bozukluğu içindeydi. DP nin bu kadar büyük bir güce sahip olması en çok
Amerikayı kaygılandırdı. Özellikle de Menderes'in Anadolu'da yaptığı konuşmalar
ABD yi şüpheye düşürüyordu. Bayar daha sessiz ve derinden çalışıyordu ama
kamuoyu desteği yoktu. ABD için Bayar önemli idi. Menderes ise kuşku
uyandırıyordu. Bayar zirvede idi, ama Menderes hükümetin başında, Koraltan da
meclisin başında idi ve bu yapı ABD için çok fazla güven verici değildi.
Menderes'in
kabinesi şu isimlerden oluşuyordu:
Başbakan-Adnan Menderes
Başbakan
Yardımcısı-Fatin Rüştü Zorlu
Devlet Bakanı - Mükerrem Sarol Devlet Bakanı-Osman Kapani Devlet
Bakanı-Fuat Köprülü Adalet Bakanı-Osman Şevki Çiçckdağ İçişleri Bakanı-Namık
Gedik Dışişleri bakanı Fuat Köprüm Maliye Bakanı-Hasan Polatkan Maarif
Bakanı-Cclal Yardımcı Nafıa Bakanı-Kemal Zeytinoğlu İktisat bakanı-Sıtkı
Yırcalı Sa?l-' n-t - -chçctUz
195
Gümrük Bakanı-Emin Kalafat
Nakliye bakanı-Muammer Çavuşoğlu
Çalışma Bakanı-Hayreddin Erkmen
İşletmeler bakanı-Fethi Çelikbaş
Menderes'in çalışma arkadaşları,sonraki yıllarda
masonik faaliyetlerde ön sıraya çıkacak bir çok ismi arasında barındırmaktadır.
Kabine biraz da Masonik çevrelerin ve dolayısı ile Avrupa'daki , Amerika'daki
"dostlan" memnun etmek için kurulmuş görüntüsü vermektedir.
Milletvekilleri halkın tasvib edeceği kişilerden seçilmeye özen gösterilirken,
bakanlar, halktan çok Amerika'nın hoşlanacağı tiplerdir.
ABD, DP iktidannın önlenemeyen yükselişi ve büyük gücü
karşısında hemen tedbir alacak ve seçimlerin ardından, Türkiye’nin istediği
300 milyon dolarlık kredi talebini reddedecektir. Menderes'in bu red
karşısındaki tavrı ilginçtir.. Türkiye artık oltaya takılmış balıktır ve
oltaya takılan balığın yeme ihtiyacı yoktur!
Menderes olayı şöyle değerlendirmektedir "..acil
ihtiyaçlarımız için hibe yolu ile ve bu ay sonunda bitecek yardım yılı hesabına
dahil edilmek kaydı ile 30 milyon dolarlık bir ilaveyi kararlaştırmış olması
ABD'nin memleketimizin iktisadi, mali ve askeri meseleleri ile yakın alakasının
yeni ve kuvvetli bir delilini teşkil etmektedir. Hükümetimiz bunu iyi niyet
sahibi bir müttefikin pek dostane vc samimi hareketi olarak teşekkürle
kaydeder. Bazı mevzularda müzakerelere ihtiyaç gösteren görüş farklarının mevcut
olması, sulhün muhafazası ve insanlık ideallerinin her surette takviyesi gibi
asil ve ulvi esaslara dayanan Türk-Amerikan dostluk ve ittifakının esasına hiç
bir suretle halel getiremez"
Görüldüğü gibi Menderes için Amerikan sempatisi, dünya
sıılhü ve insanlık ideali ile eş anlamlıdır. Türkiye Küçük Amerika olma ideali
ile, aslında kendini bu ideallere adadığını göstermek vc bu ideallerin
yeryüzıındeki bekçisi olan ABD ile her alanda en ileri derecede işbirliği talebini
ortaya koymaktadır. ABD'nin Türkiye'ye anlayışsızlık göstermesi mümkün
değildir. Belki ancak
196 biz kendimizi ve ihtiyaçlarımızı yeteri kadar ifade edememişiz-
dir!
Ne garip! Halbuki bu gün borç alanlar, yarın emir
almaya kendilerini amade hissedeceklerdir. Çünki bütün aşklar böyle tatlı
başlar! Ama ya sonu!
DP, ABD yi gücendirmeme politikasına sonuna kadar sadık
kalacaktır. 8 Eylül 1954 te, Hükümet Türk-Yunan ilişkileri bozulabilir,bu da
ABD ile ilişkilerimize olumsuz bir biçimde yansır kaygısı ile İzmir'in kurtuluş
gününün kullanmasını yasaklayacaktır.. Herhalde yarın AT kapısına geldiğimiz
de de, Türkiye’nin bir çok ilindeki kurtuluş bayramlarını, batılı dostlarımızla
vc müttefiklerimizle aramızdaki ilişkileri bozar kaygısı ile yasaklama yoluna
gideriz.. Artık Çanakkale savaşının yıldönümünü Anzaklar- la birlikte
kutladığımıza göre, yakında Maraş’ın kurtuluşunu da birlikte kutlarız
herhalde.. 1 ürk, İtalyan, İngiliz rakı kadehlerinde bulunan kardeşliğin
şerefine şampanya patlatarak kullarız bu bayramları, böylesi daha laik ve
çağdaş olur herhalde, izmirin kurtuluşunu Yunanislanın şerefine kadeh
kaldırarak kutlarız. Neden olmasın! Belki de kurtuluş savaşı bir yanılgı idi.
Böylcce bu yanılgının da önüne geçmiş oluruz..
Çanakkale savaşının 1990 daki yıldönümü kutlamalarında
Avusturya'dan homoseksüel gençlerin kıçlarını açarak vc birbirleri ile
sarmaşdolaş sergiledikleri kutlama biçimi, belki bize garip gelebilir ama, buna
alıştırmak isliyorlar.
ABD'nin DP ye rezerv koyması CHP yi umutlandıracaktır..
Aylar sonra İnönü,seçim sonuçlarını değerlendirirken "Seçimlerde dinin
siyasete alet edildiğini" ileri sürecektir. İnönü'ye göre "Seçim
silahı CHP aleyhine haksız ve insanfsız bir şekilde kullanılmıştı".
Bu arada İzmir'de yasağa rağmen Liman işçileri greve giderler.
Ardından Temmuz ayının sonunda CHP büyük bombasını patlatır. Seçim, hakimler
yasası ve anayasa teklifi kabul edilmeyecek olursa CHP meclisten çekilerek
sinc-i millete dönme karan verir. CHP içinde İnönü - Gülek sürtüşmesi devam
ederken, Millet Partisi de ara seçimlere katılmama karan alır. Bu karara karşı
197 çıkan bazı parti üst düzey
yöneticileri partiden ayrılırlar. Muhalefetin kendi içinde bölünmesi ve
sorunları Menderesi daha da güçlendirir. Bu hayı huy arasında 16 Şubat 1953 te
çalışmalarına başlayan Milli Tesanüt Cephesinin başkanı gazeteci Hüseyin
Calıid Yalçın hükümeti eleştiren yazılarından dolayı 26 ay hapse mahkum
olacaktır. Düne kadar Menderes yönetimine destek veren basın yavaş yavaş
rotasını değiştirmektedir ve İktidar da basma karşı kılıcını bilemektedir. Yine
aynı şekilde İktidara karşı Üniversite kesiminden gelen eleştiriler giderek
artan bir şekilde rahatsızlık doğurmaktadır. Bu arada hükümet bir kararla 60
yaşını dolduran profesörleri emekliye sevketme karan verecektir. Bu açıkça basına
ve Üniversiteye meydan okuma anlamına gelmektedir.. Menderesin karşısındaki
cephe giderek genişlemektedir.. Parti, Üniversite ve basın.. Bunu ordu
izleyecektir.. Menderes o dönemin aydınlarına ve kendilerine yakın olan basma yavaş
yavaş kesenin ağzını da bu dönemde açmaya başlayacaktır..
Hüseyin Cahid Yalçın'ın mahkum olduğu davada Yeni Ulus
gazetesinin sahibi Prof. Nihal Erim de 22. 222 TL para cezasına
çarptırılacaktır. CHP kararı sert bir dille Kınar, basın özgürlüğünün baskı
altına alındığı, hakim teminatının askıya alındığı iddia edilen bildiride
muhtar seçimlerine fesat karıştırıldığı da iddia edilmektedir. Hayat pahalılığı
vc ekonomik zorluklar da CHP nin bir diğer eleştiri konusudur. Hükümet 1954 ün
son ayında Türkiye Petrolleri Anonim Oriakhğı’nın kuruluşunu gerçekleştirecek,
Türkiye ile Avrupa arasındaki kültür anlaşmasını imzalayacaktır. Türk-Alınan
ticaret görüşmesi ise şartlı kredi anlaşması ile sona erecektir.
198
VE YOLUN YARISI
YIL 1955
Ocak ayının ortalarında DP'li 4 milletvekili hükümetin
ekonomi politikasını sert bir dille eleştirdiler." Tüketim malları darlığının,
yannki kalkınmış Türkiye'yi yaratmak üzere katlanılması zorunlu olan bir
fedakarlık olduğu iddiası yanlıştır." Pahalılık giderek artmakta ve dar gelirliler
günden güne daha ağır şartlara mahkum olmaktadırlar. Fiat istikrarı sağlanması
gerekmekledir. Ancak hükümetin bu konuda yapacak bir şeyi yoktur. Bu arada
Irak’ı ziyaret eden Menderes Irak parlamentosunda yaptığı bir konuşmada
"Ortadoğuda istikrarın ancak NATO ile birleşmekle sağlanılabileceği
görüşünü ileri sürecektir. Menderes buradan Suriye'ye geçecektir. Ankara'nın
Bağdat ve Şam'la ilişkisi Mısır’ı kaygılandıracak veNasır'la Menderes'in
karşılıklı ziyaretleri askıya alınacaktır. Tam bu günlerde Ana muhalefet
partisi genel sekreteri Kasım Gülek ABD ye gidecektir. Gülck'in seyahati ile ilgili
olarak parti yönetiminin aldığı karar, milli çıkarların parti siyasetinin
üstünde tutulması kararıdır. Menderes bu karan şükranla karşılar, İnönü ikinci
bir jestle hükümetin Ortadoğu siyasetini desteklediğini açıklayacaktır.
Ardından 10 Şuhatta Kasım Gülck'in New York'ta SSCB aleyhinde çok şiddetli bir
nutuk vermesi hükümet tarafından memnunlukla karşılanırken, aslında CHP, ABD
nin gözünde yeni bir konuma aday olmaktadır. CHP eski mirası reddederek,
kendini Amerikan isteklerine hizmet noktasında hazır hır konumda takdim
etmektedir.. Yani artık DP nin yerine kendileri aday olma eğilimindedirler.
İktidar icazetinde ABD nin
199 etkinliğini keşfeden CHP nin bu
tavrı iktidar- Muhalefet atasındaki ilişkileri de bir ölçüde yumuşatacaktır.
Bu arada İnönü ve Bö- lükbaşı bir araya gelerek ortak bir politika tesbiti
konusunda temaslarda bulunurlar.. Gülek'in Amerika'daki sözkonusu konuşmasından
bir kaç gün soma Menderes, İzmir'de muhalefete karşı dostça bir tavır takınan
nutkunu verecektir.
Şubat ayı dış temaslarla dolu bir aydır.. Başlangıçta
tarım politikası ile vc demokrasi vaatleri ile oy toplayan DP, giderek sanayileşme
ve küçük Amerika hayalleri, liberalizm, serbest piyasa ekonomisi nutukları ile
yol almaya çalıştı.. Yolun yarısına geldiğinde ise, diplomasi ve askeri
taahhütler DP politikasının yeni ağırlık noktasını oluşturuyordu.. Önce halka
oynayan DP, giderek zengin sınıfa, şimdi de çok uluslu şirketlere ve
uluslararası çevrelere oynamaktadır.
Ocak başında Irak, Suriye ve Lübnanı ziyaret eden Menderes
Ocak ortalarında Türk-İtalya ekonomik ve teknik işbirliği anlaşmasının
imzalanması onayını verdi. Şubat başında Bayar Pakistan'dadır. Menderes ise
Ankara'da Almanlarla ticaret anlaşması imzalar. Bir gün sonra da
Türkiye-Yunanistan Funa/Meriç nehirleri ıslah anlaşması imzalanır. Bir kaç güç
sonra da Menderes Irak'ı ziyaret eder, o günlerde Türk-Bulgar ticaret anlaşması
imzalanır. Bir gün sonra da Bağdat Pakü anlaşması imzalanacaktır. Bayar
Bağdat'a gidecek bu ziyaretten dört gün sonra da Balkan paklı toplantısı
yapılacaktır. Mart aya başında ise Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya arasında
parlamentolar arası konsey kurulacaktır. Mart ortalarında iktidarla muhalefet
arasında bahar havası yaşanmaktadır.. Hükümet içişlerinden çok dışişlerine
ağırlık vermektedir ve CHP kendisine yeni bir umut kaynağı bulmuştur! İktidar
CHP İstanbul il kongresi için kapalı spor salonunu tahsis eder ve Bayar bir
irade ile Hüseyin Cahid Yalçın'ın cezasını affeder. CHP buna karşı şükran
duyguları ile doludur. Menderes'e bir yemek veren CHP genel idare kurulu parti
içinde yeni bir tartışmaya se- beb olacaktır. Bu bahar havası içinde bir başka
önemli gelişme, İngiltere'nin Bağdat paktına katılma kararıdır.. Nisan başında
Amerika'dan dönen Kasım Gülck ilginç bir mesaj getirecektir: Ik-
200 tisadi durum politikanın dışında ele alınmalıdır! Hükümet diplomasi
alanındaki başdöndürücü gelişmeler devam ederken Ban- dung'a çağrılır. Böylece
üçüncü dünya ülkeleri ile tanışma imkanı hasıl olmuştur.. Sorun yeni Türkiye
Cumhuriyetine dış dünyada itibar sağlamak ve yeni Türkiye’yi bu laik görünümü
ile İslâm dünyasına takdim ederek yeni İslâmlık cereyanının mcnbaı olarak
Türkiye'yi sunmaktı..
Lozan konf-ransının resmi gündem dışında konuşulan
maddeleri arasında Türkiye'de IInsliyanlığın resmi din olarak kabul edilmesi
de vardı. Zaten bu teklif daha sonra TBMM gizli celse zabıtlarına yansıyacaktı.
Ancak tepkilerin şiddeti yüzünden bu teklif geri çekilecekti. Lozan'da
belirlenen ikinci strateji ise, bunun mümkün olmaması halinde, İslâm'a karşı
şedid bir laiklik uygulaması idi. Bu nedenle laikliğin hukuki tanımı
yapılmayacak, ağır ceza hükümleri ihtiva eden düzenlemelerle iktidar bu gücü,
rejimi tehdit eden dinci akımlara karşı gerektiğinde ihtiyaç duyduğu şekilde
yorumlayarak kullanacaktı! Sonuçta ortaya çıkan İslâm anlayışı, son hilafet
merkezi olan Türkiye örneği ile öteki müs- lüman ülkelere yeni İslâmlık
numunesi olarak takdim edilecekti.
Bandung konferansı devam ederken İstanbul'da Kıbrıs konusu
ile ilgili olarak meydana gelen öğrenci mitingi DP nin batı ile yakınlaşma
umudunu vc tatlı bahar havasını bir anda bozacaktı. 21 Nisanda öğrenci olayları
adeta bir ayaklanmaya dönüşecekti. Bu olaydan bir kaç gün sonra da Menderes
muhalefet partilerinin liderleri ile bir araya gelerek ülkenin ekonomik ve
siyasi durumu üzerine görüşmelerde bulunacaktı.
Nisan ayında Menderes ile İnönü arasında dostça görüşmeler
olmuş, İnönü vc Gülek te prostat ameliyatı olan Bayar’ı hasta- hanede ziyaret
ederek geçmiş olsun dileklerinde bulunmuşlardı.
Mayıs ayında hükümet ekonomik krizi halledebilmek için
yeniden Amerika'dan yardım talebinde bulundu Amerika'ya giden Tür* heyeti,
normal yardımın dışında 300 milyon dolarlık bir ek yardım talebinde bulunacakü.
Yardım isteme heyetinin Amerika'ya hareket ettiği gün, Ankara, Adeta
Amerika'ya bir de hediye
201
paketi gönderiyor ve Türkiye'de petrol aramak isteyen özel ve yabancı sermaye
kuruluşlarına hertürlü kolaylık ve imtiyaz sağlanıyordu. CHP de bu kanun
değişikliği lehine oy kullanıyordu. Mayıs ayında bir dizi önemli karar daha
alınacaktır. Türkiye Selüloz Kağıt işletmeleri fabrikası kanunu, Milli
Kütüphane enstitüsü kanunu, Ege Üniversitesi, Karadeniz Teknik Üniversitesi,
Türk Hava Yolları Anonim Ortaklığı kanunları da bu ay içinde kabul edilecektir.
Mayıs sonlarına doğru iktidar-Muhalefet arasındaki
bahar havası yeniden yerini kış şartlarına tcrkcdecektir. CMP genel başkanı
Sadık Aldoğan "Meclis milleti temsil etmedikçe demokrasiden
sözcdilemeycccğini" söylüyordu. Aldoğanın diğer bir eleştiri konusu ise
Milletvekili maaşlarına yapılan zamlardı.. İnönü - Menderes tartışmasının
sebebi ise, İnönü'nün "Hakim teminatı, Seçim kanunu, Basın kanunu ve ciddi
bir durum olan ekonomik bunalımın çözümüne kadar meclisin tatile
girmemesini" isteme- sivdi. Aym günlerde DP nin Manisa il kongresinde de
delegeler DP iktidarını sert bir dille eleştiriyorlardı.. İthal mallarının
bulunmadığı, karaborsacılık ve plansız bir ekonomi politikası ile herşe- yin
birbirine karıştığını ileri süren delegeler orman davasının neticelenmemesinden
ve nüfuz ticaretinden yakmıyorlardı.
Bu tenkitler üzerine hükümet yeniden ekonomik konulara
ağırlık verecek ve ilk iş olarak kredili ithalatı kaldırarak peşin paralı
ithalat yoluna gidilmesine karar verecektir. Hükümet kendi tabanından
eleştiriler alması üzerine, şartlar düzeldikten sonra kongreye gitmek üzere,
parti genel kongresini bir yıl erteleme kararı aldı. Ortaya çıkan ekonomik
kriz, aşın fiat artışı, karaborsa ve bazı inalların stok edilmesi üzerine
"Türkiycnin mali itibarının kalmadığı" görüşünü savunan muhalefete
karşı DP nin tepkisi " ou tavrın ülke aleyhine işlenen iktisadi bir
suikast" şeklinde olacaktır. Muhalefeti "Sun-i buhranlar yaraunakla"
itham eden iktidar "bu tür tavırları asla müsamaha ile
karşılamayacakları" tehdidini savuruyordu. Çünki muhalefetin güvensizliği
ve iktidar üzerindeki eleştirileri İki idarin batıdaki kredisi ve süksesi
açısından sorun doğuruyordu.
202
İktidar gerçekten de çok geçmeden muhalefete karşı
sertleşecek vc bir gözdağı vermek için 20 Temmuz'da CHP İsparta il kongresini
polis zoru ile dağıtacaktır. İktidar çevreleri, CHP lilcrin birbirlerine
düştükleri için CHP lilcr tarafından çağırılan polisin güvenlik ve asayiş
gerekçesi ile görevini yaptığını savunmaktadırlar. Ama bu açıklamalar basında
inandırıcı bulunmayacak ve DP iktidarı töhmet altında kalacaktı.. Bu arada
güvenlik vc istikrarı sağlama gerekçesi ile hükümet, parlemento çoğunluğuna
dayanarak, istediği zaman memurlara geçici olarak işten el çektirme, ya da
emekliye sevketme yetkisine sahip olacaktır.. Böylccc bürokrasini iktidarın
yedeğine alma gayreti içine giden DP iktidarının bu tulumu, bir bakıma 12
Eylülün generallerinin 1402 sini hatırlatmaktadır.
Bu arada hükümet diğer bir muhalefet partisi olan CMP
nin Kırşehir’de yapacağı açıkhava toplantısını engellemek sureli ile muhalefete
gözdağı verecektir.. Milli heyecanı ayakta tutarak muhalefete karşı kamu
desteğini sağlamak isteyen iktidar 23 Haziran karat lan ile Kıbrıs davasında
daha etkin bir rol oynama karan verecektir. CHP de bu karan destekleyecektir.
Ancak 7 gün sonra İngiltere Kıbrıs konusunda görüşmelerde bulunmak üzere
Türkiye ve Yunanistan'ı Londra'da görüşmeye çağıracaktır. Ankara 11 Temmuzda da
Kıbns konusunda Yunanistan'a bir Nota verilecektir.
Temmuz başında Pakistan'ın Bağdat paktına katılması ve
Kıbrıs meselesinin yeniden önem kazanması ile diplomatik temaslar yoğunluk
kazanacaktır. Ancak ekonomik istikrar sorunu da artık görülmemekten
gelinemeyecek kadar büyük önem taşımaktadır. 6 Temmuz 1955 de hükümet
vurgunculuğa, karaborsaya karşı şiddetli tedbir alacağını açıklamak zorunda
kalacaktır.. Hükümet bu gibi durumlara karşı tedbir olarak milli koruma kanununu
uygular aya koymaktan yana olduğunu açıklamak zorunda kalacaktır.
6 Eylül hadiseleri öncesi hükümetin gündeminde grev
kanunu bulunmaktadır. İktidar işçi kesiminden gelen ağır baskılar alandadır.
CMP den sonra CHP de yere! seçimlere katılmama karan
203 almıştır. Muhalefet siyasi hakların
kullanılma şartlan olmadığını, toplantı ve konuşma hürriyetinin engellendiğini
ileri sürmektedir.
14 Ağustos'ta Sinop’ta yaptığı bir konuşmada hükümeti
eleştirdiği ve küçük düşürücü beyanlarda bulunduğu gerekçesi ile Kasım Gülck tutuklanarak
İstanbul'a getirilecek ve daha sonra serbest bırakılacaktır. DP Milletvekili
Feridun Ergin ise parti içinde hükümetin ekonomi politikasını eleştirdiği için
partiden ihraç edilecektir.. Ne parlamenter sistem içinde demokrasi ve hukuk ve
nc de parti içinde demokrasiden artık sözetmek mümkün değildir. 23 Ağustos'ta
Menderes İngiltere'ye Kıbrıs konusunda ilk notasını verdi, 24 Ağustos'ta
yaptığı açıklamada ise Menderes şöyle diyordu: "Kıbrıstaki Türk toplumunu
mahalli makamlar koruyamazsa Türkiye koruyacaktır. Kıbrıs'ın statüsünde
Türkiye'nin çıkarını zedeleyecek bir değişiklik yapılmasına izin verilmeyecek
gerekirse Kıbrıs ın Yunanistan'a değil, İngiltere'ye bırakılması tercih
edilecektir." Hükümet bir yandan seçmene selam kabilinden İngiltere'yi
protesto ederken, öte yandan İngiltere'ye karşı sempati girişiminde
bulunmaktadır.
6 Eylül olayları öncesi bir diğer önemli hadise de, CHP
ve CMP nin iç politikada muhalefeti bir süre etkileyerek Kıbrıs görüşmelerinde
hükümeti destekleme kararı almasıdır. 29 Ağustos'ta Kıbrıs konusunda Londra'da
toplanan konferans, 6 Eylül'deki bombalama eyleminin ardından 7 Eylülde anlaşma
olmadan dağılacaktır.
204
6 EYLÜL OLAYLARI
6 Eylül olayları DP iktidarı açısından bir dönüm
noktasıdır diyebiliriz. 6 Eylül hadiseleri öncesi Fuat Köprülü Dışişleri bakanlığından
ayrılarak Başbakan yardımcılığına getirilecek, Fatin Rüştü Zorlu ise devlet
bakanlığının yanında Dışişleri bakanı olarak ta görevlendirilecektir..
Menderes artık dışarıdan giderek umudunu kesmekte, daha milli bir dış politika
izleme gereği duymaktadır. Özellikle Yunanistan konusunda milli bir davanın önderliğini
yapma kararındadır. Çünki Batıya yaranamadığı gibi, batıya yanaşma gayretleri
tabanda şüphe ile karşılanmaya başlanmıştır.. Bu nedenle Yunanistan'a karşı
girişilecek bir kafa tutma politikası DP ye itibar kazandırabilirdi.
6 Eylülde Atatürk'ün Selanik'teki evine bomba atılması
hadisesi, İstanbul'da Yunan ve Rum emlakine karşı bir halk ayaklanmasına
sebeb olacaktı.. Yunanistan'a karşı galeyana gelen halk büyük bir yağmaya
girişecekti. CHP nin gençleri, milliyetçiler, müslümanlar, kcmalistler herkes
bu harekete katılıyordu.. Aslında halk tepkisini ifade etmek için bir çıkış
yolu ararken,Selanik vakası aniden ortaya çıkıveriyordu. Aslında Selanik vakası
aniden ortaya çıkmış bir vaka değildi. Yunan yetkililer olayın bir Yunan
vatandaşı tarafından gerçekleştirilmiş olmasından kuşku duyuyorlardı. Bazı
iddialara göre, olay Türk istihbaratının işi idi ve İstanbul'daki öğrenci
hadiseleri de aynı çevrelerce örgütlenerek iktidar kaybetmekte olduğu halk
desteğini kazanmak ve ülkede giderek iktiılann aleyhine dönmeye başlayan
siyasal gündemi tersine çevirmek için malzeme olarak düşünülmüştü. Bu iddialar
hiçbir zaman isbatlanamadı.
Olaylar bir çığ gibi büyüyecektir. Yunanistan'da
olaylarla ilgili beş kişi tutuklanırken İstanbul ve İzmir'de Rum mahallelerinde
çatışmalar çıkacak yağmalar olacaktır. Bazı Rum mahallelerinde Rum ahali milis
çeteleri kurarak misillemeye kalkışacaklardır.. "Kıbrıs Türktür Türk kalacaktır"
yazılı bez pankartlarla yürüyüşe geçen gençler 70 e yakın kiliseyi ateşe
verecekler, 100 e yakın işyeri ve yüzü aşkın ev oturulamayacak şekilde tahrip
edilerek yağmalanacaktır. Hükümet sokağa çıkma yasağı ilan ederek süngü takmış
askerleri olay yerine sevkedecck ama olayların üstesinden gelemeyecektir.
Olaylar sonunda 2135 kişi tutuklanacaktır. 300 den fazla yaralı vardır. Hükümet
olaylardan zarar görenlere hertürlü yardımın yapılacağını açıklamaktadır.
Olayların sorumlusu olarak gördüğü "Kıbrıs Türktür Cemiyetini"
kapatacak ve 3 General bu olay dolayısı ile görevden alınacaktır. Kıbrıs
Türktür Cemiyeti ile ilgili olarak hükümetin kapatma gerekçesi de ilginçtir.
Yağmacılık vc tahrikçilik, Beynıttaki Kızıl bir örgütçe hazırlanmıştır ve bu
cemiyette hu plana alet edilmiştir. Bu olay banaııe edilerek 87 Komünist
tahrikçilik yaptığı gerekçesi ile tutuklanacaktır. Meydana gelen olaylar
sebebi ile İçişleri bakanı Dr.Namık Gedik te istifa edecektir.
Olayların gelişmesinde önemli bir rol oynayan Milli
Türk Talebe Federasyonu ve Mustafa Kemal Demeği hakkında ciddi bir soruşturma
açılmayacaktır.
Bayar "Türk milletinin tarihinde böyle hadiselere
tesadüf edilmediğinden " bahisle zarar görenlere devletin yardım edeceğini
açıklarken, Bayar milleti itidale davet etmektedir.
Olay temelde hükümetin işine yaramışür. Bu vesile ile
komünistleri suçlu göstererek solun üzerine yürüyecek, aynı zamanda
azınlıkların yanında görüntüsü vererek batının takdirini kazanmak
isteyecektir.
9 Eylül'de İstanbul'da üç, Ankara ve İzmir'de b'rer
askeri mahkeme kurulacaktır. Bu gürültü arasında, İngilizler, Kıbrıs'ı
Yunanistan ile birleştirmeye çalışan EOKA örgülünü yasadışı 206 ilan edecektir.
Bayar ve Menderes olay yerinde incelemeler yapacak, hükümet olağanüstü
tedbirler alacak vc örfi idare ilan edilecektir. Dcmiryumruk politikası, iç
barış vc güvenlik gerekçelerinin arkasında güç kazanacaktır.
Bu arada İstanbul'un ana caddeleri tank ve zırhlılarla
tutulmuş durumdadır. Bu arada sağda solda 10 kadar ceset bulunacaktır. Bazı
azınlık mensuplan da Türklüğe hakaretten mahkemeye sevked ilecektir.
12 Eylülde Mecliste İstanbul olayları görüşülecek,
Menderes ayaklanmadan komünistleri sorumlu tutarken, muhalefet sıkıyönetimin
kaldırılmasını talep edecektir.. Bu arada kabinede yapılan değişikliğin
ardından EOKA nin Kıbnsta genel grev çağnsı ile gözler yeniden dışanya
çevrilecektir.. Ekim başında Fethi Çe- likbaş ve Fevzi Lutfi Karaosmanoğlunun
Genel İdare kurulundan ihracının ardından aniden, beklenmedik bir biçimde
yeniden parti içi kriz patlak verdi. 19 milletvekilinden oluşan parti içi
muhalefet grubu haysiyet divanına sevkcdildi. Bununla da kalınmadı en az 20 il
örgütü yönetiminde değişikliğe gidildi. Menderes’in parti içindeki uzlaşmaz
tutumu, DP grubunda tartışmalara sebeb olacak vc bazı milletvekilleri Menderesi
sert bir şekilde eleştireceklerdir. Ancak Menderes'in görevden ayrılma istemi
karşısında güvenoy- lamasına gidilecek ve Menderes güvenoyu alarak görevini
sürdürecektir. Ancak yine de 30 Ekim tarihli DP Meclis Grub başkanve- killi
seçimlerinde Menderes'in adayı seçilemezken muhalif kanattan Burhaneddin Onat
meclis başkanvekili oldu. Menderes kendi grubundan yara almıştı. Ardından 19
lardan 9 milletvekili partiden ihraç edilecek, kalan 10 milletvekili ise istifa
edecektir.
Konu DP kongresinde ele alınarak sert tartışmalara
sebeb olacaktır. 50 imzalı bir önerge ile parti değiştercnlerin millcı vekilliklerinin
düşmesi teklif edilecektir. Menderes bu takrirden cesaret alarak partiden
aynlanları sert bir dille eleştirecek "Bir partiden mebus seçilip başka
bir partiye geçmek, siyaset kahramanlığı telakki olunabiliyor" diyecektir.
DP nin 4. Büyük kongresi 10 milletvekilinin partiden ayrılmasına rağmen,
Menderes'in zaferi ile
207 sonuçlanacaktır. Menderes tekrar
genel başkanlığa seçiliıken, parti genel idare kurulu da tamamen Menderes'in
adamları arasında seçilecektir. DP haysiyet divanı, partiden ihraç
edileceklerle ilgili olarak muhalefetin isbat hakkı önergesine yakınlık
gösterilmesini ve bu tulumun parti birliğini bozmaya yönelik bir disiplin suçu
olarak görmekleydi. Daha disiplin kurulu ihraç kararını açıklamadan iki DP
milletvekili Ekrem Alican ve Turan Güneş partiden istifa edecekti. Turan
Güneş, daha sonra MSP-CHP koalisyonunda Dışişleri bakanı olarak görev yapacaktır.
Ekrem Alican ise Yeni Türkiye Partisini kuracaktır. DP den ayrılan 19 1ar,
partiden koptuktan sonra bir araya gelerek bir basın açıklaması ile "Hürriyet
Partisi" adı altında yeni bir parti kuracaklarını açıkladılar. Parti 20
Aralıkta fiilen siyaset sahnesinde yerini aldı.
11 Ekimde İranın Bağdat pakıma girmesi 'le, Türkiye'nin
dış politikası giderek çeşitleniyordu. Amerikan ve İngiltere'nin
rehberiyetinde, tek başına Türkiye'den ibaret değil, Arap, Asyalı, Fars ve Türk
özelliği taşıyan unsurlardan mürekkeb kontrollü, örnek bir İslâm devleti
yapısı örgütlenmek isteniyordu.
1 Kasımda ise Bayar, meclisin yeni dönem açış konuşmasında
TL'nin devalüe edileceği haberini veriyordu. Aralık ayında ise, hükümet Ankara
ve İzmir'de sıkıyönetimi kaldırma karan alacak ve yeni bir kabine değişikliği
gündeme gelecekti.
Aralık ayında yaşanan bir diğer kriz ise, Fuat Köprülü
ile ters düşen Mükerrcm Sarol'un Fuat Köprülü aleyhine parti içinde kulis
yapması ile ilgili idi. Sarol bu kulislerinin sonucunda "Parti içinde
nifak çıkartmak ve tesanüdü bozucu faaliyetlerde bulunmak iddiası ile"
haysiyet divanına sevkedilecektir.
5 Aralıkta, Bayar da Menderesi demokrasi konusunda uyaracak
ve 1950 den sonra çıkan antidemokratik yasalann ilgasını isteyecektir.. Bayar
her seçim bölgesinden bazı milletvekillerini davet ederek yaptığı görüşmenin
sonuçlarını tavsiye şeklinde hükümete iletecektir.. Bayarın böyle bir yol
izlemesi, Menderes'in giderek kendi ekibini oluşturarak güç kazanması ve ipleri
eline geçirmesinden duyduğu endişe ile açıklamak mümkündür. Bayar Hükümete,
Anayasada değişikliğe gidilerek çift meclisin kabülü,
208 antidemokratik yasaların kaldırılması, seçim yasasında ortaya çıkan
haksızlıkların düzeltilmesi, pahalılıkla mücadele, Üniversitelerin
özerkleştirilmesi, eski bakanlarla ilgili soruşturmaların acil olarak
neticelendirilmesi ve gazetecilere isbat hakkı verilmesini istiyordu.
Bu tekliflerin bazdan DP milletvekilleri tarafından
yapıldığında, muhalefetin sözcülüğünü yaptığı gerekçesi ile hakkında partiden
ihraç işlemi yapılanlar ortada durup dururken Bayar'ın yukarıdan gelen talebi
parti içinde yeni bir sorun kaynağı oluşturmuştu. Menderes Çankaya ile de
artık yabancılaşıyordu. Bayar'ın o günki tavsiyeleri daha sonra 27 Mayıs
tarafından gerçekleştirilecek ve Üniversite özerkliği gibi konular,
demokratikleşme yolundaki çabalar kendi ekiblerine maledilcccktir.
11 Kasımda yapılan belediye seçimlerinin ardından 8 Aralıkta
Menderes 4. hükümetini kuracaktır. 11 Kasım seçimlerini CHP nin boykot etmesine
rağmen, DP bu seçimde ciddi bir şekilde oy kaybına uğramıştı. 8 İlde bağımsız
adaylar, 2 ilde Köylü partisi kazanmıştı. Bağımsız adayların da seçimlere
katılmadıkları 20 ilde oylar son derece düşüktü.
Bu arada ana muhalefet partisi içi de pek huzurlu
değildi. 24 Arahk'ta Nihat Erim, parti disiplinini bozduğu gerekçesi ile disiplin
kuruluna verilecek, ancak tnönünün gayretleri ile ihraç edilmekten
kurtulacaktı. Erim'in disiplinin bozulmasına yol açan teklifi "Parti
içinde fikir hürriyeti" talebi idi.
209
Yıl 1956
10 Ocak'ta Meclis tartışmalı bir gündemle toplandı
6-7 Eylül hadiseleri ile ilgili olarak Menderes ve
dönemin içişleri bakanı hakkında meclis araştırması isteniyordu. Önerge
Menderes'in konuşmasından sonra reddedilecekti. Bir gün sonra muhalefet mecliste
yeni bir atağa girişecek bu defa muvaffak olacaktı. 3 Eski bakan, Yırcalı,
Zorlu ve Polatkan için görevini kötüye kullanmak ve suistimal iddiaları ile
meclis araştırması isteniyordu. İthama maruz kalanların da evet oyu ile meclis
soruşturması açılacaktı. İtham edilen suçlar, bazı malların zamanında ithal
edilmemesi, bazı malların temini konusunda dikkatli davranmamak, nal vc çivi
dağıtımında düzensizlik, döviz tahsisinde usulsüzlük, çürük mal ithal etmek,
bazı kişileri kayırmak gibi suçlardı.
Muhalefet bu soruşturmalardan sonuç beklemiyordu. Ancak
bu gibi iddia ve ithamlarla iktidarı yıpratmak istiyor ve şüphe doğurmaya
çalışıyordu. Bunda da muvaffak olacaklardı.
Öte yandan o günlerde Üniversitelerin özerkliği konusu
yeniden konuşulmaya başlanmışa "Üniversitelerin iktidarın tasallutundan
kurtulması" ciddi bir şekilde taraftar buluyordu . 23 Ocakla da Ankara'da
Fikir kulübünün düzenlediği bir toplantıda, Türkiye'nin sosyo ekonomik
durumunu tartışan Üniversite öğretim üyeleri, Ahmet .Şükrü Esmer, Yavuz Abadan,
Turan Fcyzioğlu, Aydın Yalçın ve Muammer Aksoy mevcut düzene eleştiriyel bir
bakış açısı getirmişlerdi. Menderes'in tepkisi sert oldu. Aynı gün
210 grubta yaptığı konuşmada Menderes şöyle diyordu: "Muhalefet,
Üniversite ve Basın, birlikte iktidara karşı cephe almış gözüküyorlar. Malescf
Üniversitelerimizin muhalif cereyanlara alet olduklarını görüyorum. Buna
müsade edilmeyecektir. Üniversitelerin münhasıran ilimle uğraşmaları lazım
gelir. Eğer kendilerine çeki düzen vermeyecek olurlarsa, istersek çanlarına ot
tıkarız!"
Menderes'in bu açıklaması şok etkisi yapacaktır. Tam bu
günlerde, Amerika'dan gelen bir heyet, Amerikan yardımlarının yerinde
kullanılıp kullanılmadığını görmek üzerine Türkiye'ye mali vc iktisadi inceleme
heyeti gönderecektir. Randall heyeti olarak bilinen araştırma grubu eğer
yardımların tavsiye edilen şekilde kullanılmadığını tesbit edecek olursa,
Amerikan yardımı bazı ön koşullara bağlanacaktı.
Menderes'in köşeye sıkıştığını gören muhalefet tam bu
sırada karşı atağa geçecekti. CHP, hükümetin ekonomik bir plana sahip
olmadığını ileri sürerek, Üniversitelere karşı iktidarın takındığı tavrı
eleştiriyordu. Üniversitelerin demokratik rejmin temelini teşkil ettiğini
belirten CHP yönetimi yayınladığı hir bildiri ile ayrıca "Isbat hakkını,
huzur şartı olarak gördüklerini" belirtiyorlardı. Böylccc, basın ve
Üniversiteye arka çıkıyor ve halka ekonomik refah mesajı veriyorlardı.
Tam Amerikan heyetinin Ankara'da temaslarını sürdürdüğü
bir sırada, Basın, Üniversite ve muhalefet çevrelerinden gelen eleştiriler DP
yöneticilerini tedirgin ediyordu. Menderes CHP nin muhalefet çabalarım şöyle
yorumluyordu: "Bu bir komünistliktir. Vatanı dışarıya jurnallemck ve
ulusal çıkarlara kundak sokmak CHP nin ezeli iftirasıdır" Fuat Köprülü ise
CHP nin muhalefet gayretlerini "Beşinci kol faaliyetleri" olarak
tavsif ediyordu. Tam bu sırada CHP, CMP ve HP den oluşan muhalefet partileri,
iktidara karşı işbirliği yapmak için kendi aralarında görüşmelere başladılar.
Mart ayı oldukça hareketli geçti. Mart başında Aydın ve
Sö- ke'de başlayan grev hükümeti tedirgin elti. 6 Mart kararlan ile hükümet,
Türk sermayesi için ayırdığı alanı da yabancı sermayeye açtığını açıklayacaktı.
Aynı gün Ordu ilindeki DP kongresinde,
211
Hürriyet partisi sempatizanları ile DP liler arasında
tartışma çıkacak ve bu tartışmalar giderek DP nin tüm taşra teşkilatlarına
yayılacaktı. Özellikle HP nin örgütlenmesi sözkonusu olduğunda DP de
bölünmeler meydana gelecekti. 11 Martta İngiliz dışişleri bakanı Ankara'ya geldi
ve buradan İsrail'e geçli. Bu arada Türkiye'de Kıbrıs konusunu ve Ortadoğu
sorununu görüştü. Ingilizler o günden Türkiye ile İsrail'in irtibatlanmasını
sağlayacak bir gayret içindeydiler. 12 Martla İngiltere ile Kültür anlaşması
imzalandı. Menderes 18 Martta Pakistan'a gitti ve Menderes Pakistan'da iken
Pakistan'da İslâm Cumhuriyeti ilan edildi. 20 Martla Ankara'yı ziyaret eden
Amerikalı bir iktisatçı, ABD nin Türkiye'ye yapacağı yardımın kendi çıkarlarına
hizmet edeceğini söyleyecekti.
Bu arada CHP, DP yi Üniversite ve gençlerle karşı
karşıya getirdikten sonra, şimdi de işçilerle karşı karşıya getirmek istiyordu..
İnönü Grev hakkı geç kalmış meselelerimizden biridir" diyerek hükümeti
grev hakkının tanınması konusunda zorluyordu.
Bu arada muhalefetin 6-7 Eylül meselelerini yeniden
meclis kürsüsüne getirmeleri DP çevrelerinde tedirginlik meydana getirdi.
özellikle Sclaniktcki kundaklama olayı ile ilgili bazı kaygılar, şüpheler
sözkonusu idi. Olayların bir tertip olması ihtimalinden sözediliyordu. 6-7 Eylül
olaylarının mecliste telaffuz edilmesi üzerine DP liler "6-7 Eylülden
sözetmenin vatanperverlikle bağdaşmayacağını" ileri sürdüler. Çünki
iddialar bir kere telaffuz edilirse, doğru ya da yanlış bu konu hükümetin batı
nezdindc kredisini kaybetmesine neden olabilirdi. Muhalefetin vatanperver
olarak davranmamakla suçlanması üzerine CHP ve HP Milletvekilleri meclisi
terkcdcccklerdir.
Hükümet Kıbrıs konusunda çıkacak muhtemel bir tartışmayı
önlemek için zaman zaman kendilerinden beklenilen açıklamaları yapmaya özen
gösteriyorlardı. O günlerde Köprülü bu konuda şöyle diyecektir: "Kıbrıs'ın
herhangi bir memlekete ilhakı mevzubahis ise eski sahibi Türkiye'ye
verilmelidir. Kıbrıs mevzuunda konuşması gereken memleketler ancak İngiltere ve
Türkiye'dir.. Bu konuda Yunanistan'ın bir hakkı ve talebi mevzuubahis olamaz.
Kıbns meşelerinde daha ileriye gidilmesinin vahim neticeler do-
212 ğuracağını da ilgililer herhalde dikkate almak zorundadırlar."
Bir yandan bu açıklamalar yapılırken aynı gün hükümet
6-7 Eylül olaylarında zarar görenlere tazminat ödenmesini de başlatacaktır.
Bu arada Ankara, Amerika nezdinde hızla kaybettiği
itibarını yeniden kazanma gayreti içindedir. Sovyctlcrin Ankara'ya yakınlaşma
gayretleri, Ankara'dan beklenmedik hır şekilde tepki ile karşılanacaktır. Fuat
Köprülü "Rusyanın barış saldırısının Türkiye'yi aldatamayacağmı"
söylemektedir. Bununla da yetinmeyerek "Biz hür dünya ile birlikle
bindiğimiz gemiden ayrılmak niyetinde değiliz. Bu bizim için bir ölüm-kalım
meselesidir.. Türk hükümeti sulhün tecezzi kabul etmeyeceğine vc onun ancak
müşterek bir emniyet ve gayretle korunabileceğine kanidir."
Türkiye için Amerikan tercihi bir ölüm kalım, Ya da
varolma ya da yokolma davasıdır.’
Hükümetin Amerika'ya yakınlaşma gayretine paralel olarak,
CHP vc Hürriyet Partisi daha fazla demokrasi talebi ile DP yi köşeye
sıkıştırmaya devam edecektir. Çok geçmeden Hürriyet Partisi yöneticilerin Turan
Güneş "Grevsiz sendikaların ccrcyan- sız ampul gibi" olduğunu
söyleyerek hükümeti sendikal özgürlükler vc grev hakkı konusunda zorlamaya
başlayacaktır. CHP ise muhalefet partileri arasında yeni işbirliği imkanları
aramaktadır.
DP muhalefete karşı kendini korumak için Seçim yasasından
medet ummaktadır. Muhalefet ise hükümetin seçim kanunundaki antidemokratik
unsurların yasadan çıkartılmasını istemektedirler. CHP kongresinde înönü,
Kasım Gülek'e karşı tekrar güç kazanırken, hükümet CHP’yi içinden çökertmek
için, Güle- kin kaybını fırsat bilerek, onu TBMM'nin manevi şahsiyetini tahkir
ettiği gerekçesi ile mahkemeye sevkederek bir yıl ağır hapse ve 4 ay Bursa'da
gözetim altında tutulmasına sebeb oldu.
Bir yandan Muhalefet partileri hükümeti boykota hazırlanırken,
bu arada hükümet ani bir çıkışla 12 yargıcı daha emekliye sevkedecck ve basın
özgürlüğünü sınırlandıran bir tasarıyı kabul edecektir. Karar basın vc yargı
çevrelerinde tepki ile karşılanır-
213 kcn, bunu fırsat bilen CHP meclise
bir gensoru önergesi verecek, ancak bu önerge DP oylan ile reddedilecektir.. Bu
gelişmeler günümüzdeki güneydoğu sorunu bahane edilerek hükümetin kanun
hükmünde kararnamelerle bir takım yetkilere sahip olma isteğini
hatırlatmakladır. Bu konuda da bu gün aynı şekildeJANAP çoğunluğu
muhalefetin meclis araştırması önergelerini reddetmektedir.
İşin ilginç yanı o günki CHP li Gülek, bu gün kendi
partilerini kapatan bir sağ zihniyetin himmet ve himayesinde, üstelikte Moon
tarikatinin Türkiye temsilciliği gibi bir sıfatla, Atatürk Y üksek Danışma
Kurulu üyeliği yapmaktadır!
Muhalefetin direnişini kırmak isteyen hükümet 2 Temmuzda,
Sim Atalay, Kamil Kınkoğlu, İbrahim Us ve Osman Alışıroğ- lu isimli dört CHP
milletvekilinin dokunulmazlığını, hükümetin manevi şahsiyetini tahkir iddiası
ile kaldıracakur.. Bununla da yetinmeyen hükümet, siyasi partilerin seçim
dönemi dışındaki bütün toplantılarını ve hertürlü gösteri ve toplantıyı izne
bağlayan bir yasayı kabul edecektir.. Bu karara sert bir şekilde tepki gösteren
İnönü "Biz mullakiyetten bu günlere geldik, siz bu günden mutla- kiyete
gidiyorsunuz" diye eleştirecektir.
İnönü, bu DP ye muhalefet ederken Demokrasiyi öğrenecek
ve DP ye muhalefet alışkanlığı içinde geliştirdiği ve topluma empoze elliği
demokrasi anlayışı 60 Anayasasındaki özgürlük havasının temel dayanağını
teşkil edecektir.
Menderes, iktidarını güçlendirmek için aldığı her
kararın ardından biraz daha köşeye sıkışmakta idi. Basın ve yargı desteğini
yitiren hükümet giderek kamuoyu desteğini de kaybetmeye başlamıştı. Basın
artık demokrasinin maskara edildiğini yazıyordu.
Hürriyet partisi Bakırköy kongresinde delegeler, Menderes'in
CHP ye karşı ünlü afişi vc sloganı ile DP yi protesto ediyorlardı: Artık
Yeter, söz milletindir! Bir delege şöyle diyordu: "Taksim meydanında
pahalılık tabutu dolaştıranlar şimdi millete o günlerin hasretini
çektirmektedirler. Onların lügatında pahalılığın karşılığı refah ve bir
altının 100 liraya çıkması ise kalkınmadır" diyordu. Delegeler Namık
Kemal'in hürriyet kasidesini oku-
214 yorlardı!
Hükümetin basın üzerindeki baskılan dış basında da
geniş şekilde yankılanmıştı. Milletlerarası basın enstitüsü, Türkiye'de basına
karşı girişilen hareketi tetkik ederek bir rapor halinde tüın demokratik
ülkelere duyurma kararı alıyordu. Batı basını, Türkiye'de hür basının
kaldırılarak eskiye dönülmek istendiği görü, ü yer alıyordu.
İktidann tavn parti içinde de tepkilere sebeb oluyordu.
Bazı milletvekilleri genel kurul çalışmalarına katılmıyordu. Hatta bunun için
Ankara'dan aynlanlar vardı. DP nin gidişinden ciddi şekilde kaygı duyan
milletvekillerinin sayıları hızla artıyordu.
İktidann baskıcı uygulamalarına karşı CHP genel
sekreteri şu görüşleri savunuyordu: Bu uygulama, BM anayasasına, NATO
anlaşmasına, İnsan hakları beyannamesine aykırıdır ve muvaffak olamamış bir
iktidarın yerinde kalabilmek için tenkidi ve muhalifi susturma teşebbüsüdür"
CHP, hükümeti özgürlükler ve ekonomik durum hakkında
köşeye sıkıştırmaya çalışırken, DP iktidarı Amerikan bankaları ve yabancı
izleme heyetlerinin raporlarına dayanarak kendini savunmaya çalışıyordu. DP li
maliye eski bakanlarından Haşan Po- latkan o günlerde bu eleştirilere karşı
"Yabancı maliyecilerin verdikleri raporları ehemmiyetle tetkik ederek
yararlandıklarını" söylüyordu.
O günlerde yapılan yere! seçim sonuçlan, iktidar
partisi için hayal kinci bir görünüm arzediyordu. Küçükçekmccc seçimlerinde
Köylü partisi 600 oy alırken, Müstaıciller 224 oy, DP 151 oy alıyordu. Bazı
bölgelerde Müstakiller önde gidiyor, seçim sonuçlan üzerine çıkan çatışmalar
karakolda bitiyordu.
1956 Türkiye'sine ilişkin ilginç bir istatistik var.
1956 başında yapılan bir açıklamaya göre o günlerde Türkiye'de 28 599 otomobil
bulunuyordu. Bunlann 15782 sinin ise hususi plaka taşıdığı belirtiliyordu.
Taksi plakalı araç sayısı ise 10.508. Resmi otomobillerin sayısı: 2309. 30250
kamyon. 6671 motorsiklet vardı.
En iazla otomobil İstanbul'da idi (10.688), İstanbul'u
Ankara izliyordu (5203). İzmir ise Üçüncü sırada idi (2482). Dördüncü
215 sırada ise Seyhan vardı (834).
Hükümet büyük şehirlerdeki Kadillakların sayısı ile övünürken,
Muhalefet gelişmelerden pek memnun değildi ve bu tanınmamış zenginlerin
servetlerinin kaynağı merak ediliyordu. Aslında bu zenginlerinin hepsini DP
zengin etmemişti. Bir kısmı CHP nin zengin ettiği kişilerdi. Şimdi DP
iktidarının gölgesinde kendilerini açığa vurmuşlardı. İşin ilginç yanı, bu
dünün müfrit CHP lileri, o günlerin müfrit DP lisi olmuşlardı!
DP kendi içinde zorlanmaya başlamıştı. Artık bıkkınlık
uyandıran demokrasi nutukları ne tabanda, ne de parti içinde bir heyecan
doğurmuyordu. Herkes işine bakıyordu. İç anlaşmazlıklar, kısa sürede bir
bunalıma dönüşecekti. Menderes zaten sıkıntılı, komplo teorileri üreten bir
tip olmuştu. Kimi zaman, umutlu olduğu günlerde sevecen bir insan tipi
çiziyordu.. Kimi zaman ise asmaklan-Kesmekten sözediyordu.. Yaşamak için
öldürmek gerekti. Aeımamayı öğrenmeli idi.. Menderes bu tipin adamı değildi.
Ama oynadığı rolün gereği kurt postuna bürünmeyi deneyen bir kuzu gibi idi.
Kurt postundaki kuzu, öteki kuzuları ürküttükten sonra, postunu düşürünce de
arasına karıştığı kurtlar tarafından parçalanacaktı.
Menderes, Mustata Kemal'in 1937 lerde keşfettiği şu
hakikatten habersizdi o zaman. "(Mustafa Kemal, Hamdullah Suphi'ye,
İstanbul'da kendini karşılamaya gelen kalabalıklarla ilgili olarak) Bu gördüğün
kalabalık gün gelir inşam linç etmek için de böyle toplanabilir. Onun sevgisine
de nefretine de fazla güvenilmez"
Bu sözleri Şevket Süreyya aktarıyor. Demek ki Atatüric
halkına pekte fazla güvcnnıiyormuş.. Ve onun için ölene kadar işbaşında
kalmayı başardı. Ama Menderes çabuk güvenen biri idi. Belki çocuk gibi. Ama hırçınlaştığı
zaman da, ona hiç yakışmayan davranışlar sergiliyordu.
Muhalefet, Demokrasi için birlik bildirisi yayınladığı
8 Temmuz 1956 dan 3 gün sonra iktidar seçimleri erteleme kararını açıkladı.
Yine hırçın günlerindeydi. Muhalefet, kararın Anayasaya aykırı olduğunu
savunuyordu.
216
Muhalefetin insan hakları vc demokrasi konusundaki ağır
baskıları karşısında Menderes yeni bir taktik hazırladı. Bu olaylardan bir ay
sonra, Mustafa Muğlalı meselesi meclise geldi. Konu 1943 yılında meydana gelen
bir olayla ilgili idi. İddiaya göre Dönemin Cumhurbaşkanı (İsmet İnönü),
Orgeneral Mustafa Muğlalıya emir vererek 32 vatandaşı öldürtmüştü. Olay Van'da
meydana gelmişti. Halkı sindirmek vc muhalefete gözdağı vermek için
tertiplendiği ileri sürülen bu olayla ilgili meclis araştırması açılması
isteniyordu. Bugüne kadar gündeme getirilmeyen, hatta üstü örtülmeye çalışılan
olay bugün bir siyasi şantaj olarak, CHP yi geriletmek ve muhalefete gözdağı
vermek için yeniden ele alınıyordu.
Menderes ilk raundta galib geldi. Ardından sempati
taarruzuna girişti. "Memleketin baştan başa imar edileceği" vadinde
bulunuyordu. İstanbul yeniden inşa edilecekti ve hükümet bundan böyle
şehirciliğe daha fazla önem verecekti. Özellikle yerel araseçim sonuçları
iktidarın gözünü korkutmuştu. Yeni burjuvazi, küçük Amerika olma hayalleri,
halka kuru bir umuttan fazla birşey vermemişti. Tarım politikaları sadece köylü
kesimine yönelik bir mesaj veriyordu. Kentteki insanlara fazla bir vaadde
bulunulamamıştı. İşçi ve memur sadece verilenle yetiniyordu ve kentlerde işsizlik
giderek artan bir sorundu.
Menderes kendi yanlışlıklarının sonuçlarını fatura
edecek bir yer bulmuştu.. CHP ve İnönü.. Bunda gerçek payı yok değildi ama,
Menderes bunu kendisi için sıkıştığı zamanlarda kaçacağı gizli bir ev gibi
saklıyordu. Hani Güneydoğuda faili meçhul cinayetlerin faturalarının ölü
teröristlere çıkartılarak dosyalarının kapatılması gibi bir şey.. Ama Menderes
siyasi mevta haline getirmeye andiçtiği bir harekete çıkartıyordu felaketin
faturasını.. Bilmiyordu ki bu davranışı ile rakiblerinin düşmanlığını daha da
arttı. CHP ve İnönü olayı Menderes için adeta bir fobi halini almıştı. Eski
bir DP liden Aydemir şu sözleri aktarır: "Hem Celal Bayar'ın, hem de Adnan
Menderes'in İnönü'ye karşı onu tanımaktan gelen takdirleri vardır. Ama
Menderes'in İnönü'ye karşı Tcvehhürleri (aşırı ve ölçüsüz çıkışları) İnönü
fobisinin bir reaksiyonudur. Bu
217 tıpkı sert bir babanın devamlı
tazyik kuşkusu altında yaşayan bir çocuğun ruhi tepkileri gibidir."
İnönü'ye göre "Menderes suçluların telaşı içinde" saldırmaktadır.
Menderes ise İnönü'yü" İhtirasları uğruna memleketi ateşe verecek
adam" olarak görmektedir.. Her ikisi de ülkenin geri kalması ve
haksızlıkların, zulmün ve sömürünün idam hükmünü önüne astıkları gömleği bir
diğerinin başından geçirmeye çalışmaktadırlar.
Menderes bu arada Pakistan, Afganistan ve İran'ı
ziyaret etti. Hükümet bütün partilere karşı dirsek göstermeye devam etti. CHP
genel sekreteri Gülck, Rize’de toplantı yasasına muhalefetten 6 ay hapis
cezasına mahkum oldu. Bu olaydan bir ay sonra da Gülck tekrar Karamürsel'de
aynı gerekçe ile mahkeme önüne çıkartılacaktır. Hürriyet Partisi İstişari
Kongre delegelerinin Anıtkabiri ziyaretleri yasaklandı. Trabzon valisi CMP
kongresine izin vermedi. Hükümet, tepkiyi azaltmak için din derslerinin zorunlu
tutulması yolunda bir karar alarak bunu resmi gazetede ilan elli. 13 Ağustos'ta
bakanlar kurulu karan ile başlatılan uygulama halka verilen bir rüşvet gibi
idi adeta.
İnönü'nün 32 vatandaşın öldürülmesinden sorumlu tutulması,
muhalefet ittifakı içinde de sorunlara yol açmıştı. Menderes halkı İnönü ile
korkutmaya çalışıyordu. "Bizi değil de İnönü'yü mü istiyorsunuz, 1950
öncesine mi dönmek istiyorsunuz, Onlar gelirse İnönü Cumhurbaşkanı olur"
mesajı veriyordu. Muhalefet partileri bu mesajı aldılar ve Hürriyet Partisi,
1957 seçimlerinde muhalefetin seçimleri kazanması halinde İnönü'nün Cumhurbaşkanı
olmayacağına dair bir bildiri yayınlanmasını isteyecektir. Ancak bu talep İnönü
tarafından reddedilecektir.
DP nin kamuoyu tabanı hızla erirken, taraftar arasında
ciddi bir sinir harbi yaşanmaktaydı. İnönü İrıicaya yüklenirken, DP, ar- uk
eskisi kadar Demokrasi nutukları atmamaktadır. Artık'Demok- rasi talebi
muhalefetten gelmektedir. DP nin ise tek sığmağı muhafazakar kesimdir..
Menderes köye ve köylüye oynamaktadır. Dışta ise ABD ye, NATO ya.. Dış
meselelerde daha atak bir politika izlendiği izlenimi meydana getirerek milli
bir heyecan doğurmaya çalışmaktadır.
218
Menderes ikinci bir atak yaparak, kalkınma politikalarında
yabancı sermayeye büyük teşvikler ve garantiler verileceğini açıklayacaktır.
Böylece bir yandan iç hizmetler için ekonomiye kaynak bulurken, öte yandan
batıklara rüşvet vermiş olacakür.. Bu politikasını coşkulu bir şekilde açıklar.
Menderes'e göre "Yabancı sermayeyi teşvik etmek vatanperverliktir"
Muhalefet ise ateş püskürüyordu, Muhalefete göre Menderes'in yaptığı ülkeyi
yabancılara satmaktı, hıyaneti vataniyye idi.
Kim vatan haini idi. Her iki taraf ta birbiri için bu
ilhamda bulunuyordu ve her iki taraf ta birbirini çok iyi biliyordu'
Hükümet büyük şehirlerde hızb bir restorasyon ve
istimlak hareketi başlattı. Menderese göre 6 aylık bir hamlenin ardından
muhalefetin söyleyecek sözü kalmayacaktı. Bu arada getirecekleri hukuki
düzenlemelerle dizginleri ellerine alacaklardı.
Hükümet bu arada yeni bir komünist takibatı başlattı.
39 kişi gözaltına alındı. CMP de meydana gelen yönetim değişikliği ve Osman
Bölükbaşının genel başkan olması DP ye biraz zaman kazandırdı. Aralık ayına
kadar, denebilir ki ortalık önemli ölçüde sütliman oldu. Muhalefet ittifakı
dağılmıştı ve meclis araştırması önergesi İnönü'yü dizginlemişti. Batı son bir
kez daha DP ye kredi veriyordu.
DP batının güvenini ve desteğini elinde bulundurmak
için her zaman ABD ve İngiltere ile uyumlu hareket etmeye özen gösteriyordu.
Süveyş kanalı ile ilgili Londra konferansında Ankara ABD nin yanında yer
alacaktı.
Bu arada meclis aritmetiği de sürekli değişti. Cihad
Baban ve Maliye bakanı Nedim Ökmen DP den istifa ettiler. Eski CHP li işadamı
Server Somuncuoğlu CHP den ayrılarak DP ye girdi ve hükümetin ekonomi
politikasını öven bir demeç verdi. Bu arada muhalefet partileri arasında
gerçekleşen transferler sonucunda da CHP Ana muhalefet partisi olma şansını
kaybederken, Hürriyet Partisi, 31 e karşı 32 üye ile Ana muhalefet partisi
oldu.
Yil sonunda patlayan bomba Ankara'yı bir kez daha krize
soktu. Forum dergisindeki yazılarından dolayı Prof. Turan Feyzi- oğlu
üniversitedeki görevinden alınarak bakanlık emrine vcrili-
219 yordu. Gerekçe, hükümeti eleştiren
yazılar yazmak! tngillcrcnin, Kıbrısa kısmi bağımsızlık tanıyan anayasa
tasarısını ilan etliği gün TBMM 5 saat süren bir müzakerede Üniversite meselesi
konuşuldu. Hükümet bazı bilim adamlarının Üniversiteye politikayı soktuklarını
ve partizanca davranışlar sergilediklerini ileri sürüyorlardı. Maarif bakanı,
Adalet bakanı, Başbakan saatlerce konuyu tartışmışlardı. Muhalefet ise olayı
hazin olarak nitcleyecekti. Fcyzioğlu'nun bakanlık emrine alınmasına tepki
olarak Ankara Üniversitesinden beş öğretim üyesi istifa edecekti. Bunlarla birlikte
Turan Fcyzioğlu da görevden ayrılacaktı. İstifa edenler Doçent Aydın Yalçın,
Doçent Muammer Aksoy, Doçent Münci Ka- pani, Asistan Coşkun Kırca, Asistan
Şerif Mardin gibi ünlü isimlerdi vc bu çekirdek kadro, akademisyenler
çevresinde hükümete karşı sivil muhalefetin odak noktasını teşkil edecekler ve
Kemalist bir sol çizgiyi örgütleyeceklerdi..
Tek parti dönemi Kemalizminden sonra, ikinci kuşak Kemalist
Harekelin beş as ismi bunlardı.
220
YIL 1957
İhtilale üç yıl kaldı..
Nedense bizde bütün ölüler badeni gözlü olur..
Nedense ölülerimiz hep en kahraman! arı m izdir..
Yaşarken değerini bilmediğimiz için kahramanlarımızın
mezarları başında ağlamayı çok severiz..
Kahraman olarak karşılayıp, hain olarak uğurlamaktan
gizli bir zevk alırız.
Zaten bizim gibi ülkelerin tarihine baktığınızda
normal, sıradan insanlar çok azdır. Ya onların csaınclcri okunmaz.. Onlar
basil birer sürü gibidir.. Ötekiler ise ya kahramandır, ya da hain.. Daha
doğrusu, kahraman olarak başlayıp, ihanetle damgalanmaya doğru hızla
koşmaktadırlar.. Hayali ile güzel, gerçeği ile korkunç olan bir durum
sözkonusudur.
1957 Ocağı'nda dünyaca ünlü iki sanatçı Amerika'da
hayata gözlerini yumuyordu.. Aktör Humprey Bogatt ve Ünlü Orkcslra şefi Anturo
Toscanini..
Amerikalıların gündeminde Bogart ve Toscanini vardı.
Ama Ankara'nın gündeminde Amerika'nın kendisi.. Yeni yıla merhabe derken,
hükümet 1 Ocak'ta yeni ticaret kanununu yürürlüğe koymuştu. O günlerde bir
sanayici olan Benjamin Fairless başkanlığında bir Amerikan heyeti, ekonomik ve
askeri yardımlarla ilgili olarak Wasinghton'daki büyük reise sunulmak üzere
bir rapor hazırlamak üzere Ankara'da bulunuyordu. Heyet Ankara'dan ayrılmadan
bir gün önce de Ankara'nın büyük reise sunul-
221 mak üzere hazırladığı armağan paketi
Fairlcss'in imlalarına arzo- lundu. Türk hükümeü Amerikan hükümetine
dostluğunun bir kamu olarak teklif edilen bir anlaşmayı, Amerika’nın
arzuladığı biçimde imzaladığını açıklıyordu. İmzalanan anlaşma hükümlerine
Türkiye'deki Amerikan yatırımları için yeni imtiyazlar tanınıyordu. Bu
şirketler gerektiğinde kâr vc sermayelerini dolara çevirerek yurt dışına
çıkartabileceklerdi. Bu konuda Türk hükümeti garanti veriyordu. Bu karardan 4
gün sonra da Ankara'da toplanan Bağdat Paktı'nda bölgesel kalkınma vc işbirliği
örgütü RCD kurulurken, aynı zamanda pakla üye ülke temsilcileri Eiscnhower
doktrinine bağlılıklarını teyid ediyorlardı. Amerika ile ilişkiler tekrar
yoluna giriyor gibi gözüküyordu.. Menderes bir yandan da kendini güvenceye
alabilmek için Askeri kademelerde yeni düzenlemelere gidilmesini kaçınılmaz
görüyordu. 57' ye girerken zaten hükümet askeri kademelerdeki terfiler ve
emeklilik işlemlerinde bazı düzenlemeler yapmıştı. Bu durum orduda sancı doğurmuş,
ancak hükümet bu düzenlemelerin siyasi ueğil askeri sebeb- lerle yapıldığını
açıklamışü. Bu dönemde, Amerika askeri alanda da önemli ölçüde nüfuza sahipli
vc orduda giderek artan bir Amerikancı eğilim gözüküyordu.. Zaten ihtilalin
içinde Amerikancı unsurların yer aldığı daha sonra açıklanacaktı. "Bizim
çocuklar" 12 Eylül'dc nc kadar etkin bir role sahiplerse, 27 Mayıs'ta da
aynı güçteydiler. Hükümetin Amerika nezdindc kredi sahibi olduğu anlamına gelen
son gelişmeler, muhalefeti bir kez daha tedirgin edecekti. Muhalefet bu kez
pahalılık noktasından, iktidar üzerindeki dış baskılar yerine kamuoyu
baskısını artırma yolunu deneyecekti. Menderes ise, Amerika ile yoluna giren
ilişkilerin bir nişanesi olarak, yeni bir jestle Ortadoğu Teknik
Üniversitesi'nin kuruluşunu hazırlayacakur.. Ne garip, Lübnan'daki Amerikan
koleji gibi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi de daha sonraki yıllarda, Amerikan
orjinli sol muhalefetin odak noktalarından biri olacaktır. Bu arada Kıbrıs
meselesi yeniden alevlenecek, Hükümet gözlemci olarak Nihat Erim'in
başkanlığında bir heyeti Kıbrıs'a gönderecektir. Hükümetin Erim'lc bu konuda
diyaloga girmesi parti içinde dedikodulara yol açacaktı. Acaba Erim DP ye mi
geçecekti.
222
Erim DP li olmayacaktı ama, Erim'dcn daha hızlı bir CHP
li olarak bilinen, ilerici kanada mensup parti eski müfettişi Alacddin Tiri-
toğlu CHP den ayrılarak CMP ye girecekti. DP nin CHP yi parçalama girişimi ve
CHP nin ana muhalefet partisi olmaktan çıkıp, yerini Hürriyet Partisi'ne
kaptırması ile CHP nin sesi iyiden iyiye kısılmıştı. Halta, HP ve CMP nin CHP
den adam ayartma gayretleri, muhalefetin DP karşısında başlattığı diyaloğu da
tehdit etmeye başladı. CHP artık ana muhalefet olmadığına göre, DP ye yaklaşabilirdi..!
Bütçe görüşmelerinde CHP, eski hırçın politikasını bir kenara bırakıp, adeta
İktidarla CHP arasında ilk kez bir bahar havası estirmeye çaba gösterdi.
Menderes her zaman yaptığı gibi, zor zamanlarda, halk muhalefetini önlemek ve
onların DP ye desteklerini güçlendirmek, heyecanlarını yüksek tutmak için
küçük dini tavizler veriyordu. Menderes yine böyle bir adım alarak Ko- catcpc
cami yaptırma demeğini ziyaret ederek 100.0® lira maddi yardımda bulunuyordu.
Dindarlara yapılan maddi bağışın ardından, Türkiye'de devlet eli ile
sendikacılığa geçiş aşamasında, devletin işçilere sendikal eğilim vermek üzere
Üniversitelerle birlikte örgütlediği eğitim seminerleri de ani bir kararla
kapatıldı. Böylcce hükümet müslümanların yanında yer alırken, işçilere karşı
tavır koymuş oluyordu. Bu da Üniversite çevrelerinden gelen, özellikle sol
aydınların işçiler üzerinde spekülasyonlarına yol açıyordu. Daha sonra
örgütlenecek Türk-Iş, bu Amerikancı mantıkla kuru lan sendika okullarının
devamı olarak doğmuştu.. Nasıl sol, devletçi C1IP, DP yi doğurdu ise, sağcı,
Türk-lş te aynı şekilde kendi bağrından DİSK'e hayat verecekti.. Tüm dünyada
olduğu gibi, sağ ve sol birbirini üreten, birbirinin yaşama şansını teminat
altına alan aynı akımın iki alternatif uçlan durumunda idi. Sağcı iktidarın
açlığı kurslarda solcu öğretim üyeleri, sendikacılık dersi veriyordu.. Ne
garip, sağcı sermaye sınıfını üreten, onu destekleyen, onun ideolojisini
belirleyen de devlet, sağcı patrona karşı solcu sendikacılığı örgütleyip,
destekleyen ve onun sağa karşı ideolojisini de belirleyen devlet. Yani devlet
kendi kendini yoketmek üzere programlanıyor gibi bir şey.. Sonuçta aynı
vatanın çocukları sağcı solcu diye, işçi patron diye, kadın-erkck diye
birbirini yoke-
223 dccek, farklı düşman kamplara
bölünecekti.. Devletçi CHP içinde Libcralizm'i örgütleyen de aynı irade değilmi
idi?.. Yani Devletçi İnönü'nün yanında Liberal bir Bayar nasıl ekonomi bakanı
olabilirdi.. Tabi böyle nev-i şahsına münhasır ve devletçilik vc liberalizm
politikası ile yol katedmemiz, başarıya ulaşmamız mümkün değildi. Bunun adı
bilim, ideoloji, felsefe, demokrasi falan olamazdı. Bu düpe düz bir
çılgınlıktı ve geri kalmışlığımızı hazırlayıp pekiştiren bu dahice komplo idi
belki de!
Mart ayına girildiğinde içeride ve dışarıda şok
gelişmeler yaşandı. CHP nin DP ile iyi geçinme politikası parti tabanında tepki
ile karşılandı. Ankara il örgütü bu nedenle toptan ist'fa etli. Yunanistan ise
Kıbrıs’ta huzursuzluk çıkarmaya devam ediyordu. BM nin vc NATO nun arabuluculuk
girişimleri sonuç vermemişti.
Mart başında NATO başkomutanı Norstad Ankara'yı ziyaretinde
Ankara'yı ve Türk ordusunu övüyordu. Norstad'm Ankara'dan ayrılmasından bir
kaç gün sonra düzenlenen Truman doktrininin 10. yılı toplantısına hükümetle
birlikte şeref üyesi olarak parlamentoda üçüncü parti olarak bulunan CHP nin genel
başkanı da çağrılıyordu. Buna karşın Ana muhalefet partisi genel başkanı vc CMP
nin lideri toplantıya çağrılmıyordu.. Bu açık bir tavır, bir meydan okumaydı..
Amerikalılar da bundan rahatsız olmuyorlardı. Öyle
anlaşılıyordu ki, Amerika Hürriyetçilere vc Cumhuriyetçi Milletçilere karşı
DP-CHP ittifakından yana bir gruba güven duyuyor ve destek veriyorlardı.
İnönü jabancıları değildi. Truman doktrininin 10. yılı
kutlanırken Truman doktrinini 1947 de kabul eden İsmet İnönü’ye duydukları
şükran duygularını bu vesile ile ifade etmek isliyordu Amerikalılar.
Hükümet, CHP ile birlikte Amerikan dosduğunun bekçiliğini
yapmak konusundaki ittifaklarını gösterdikten sonra, scndı- kalist eğilimlere
karşı çıktı. Böylccc o günlerin havası içinde bu işi de halletmek isliyorlardı.
Dışarıda itibar sağlandığına vc CHP nin de sesinin çıkmadığına göre, bu işi bu
günden tezi yok halletmek
221
gerekirdi. Çalışma bakanı Mümtaz Tarhan 19 Martta,
İstanbul İktisat Fakültesi'nde yapılması planlanan işçi konferansını engelleyecek
ve "Sendikacıların yabancı ideolojilere hizmet ettiklerini"
söyleyecekti. Sanayileşme tercihlerinin öne çıktığı bir ülkede işçilerle karşı
karşıya gelmek pek akıllıca bir iş değildi ama. Devletin gücünü elinde
bulunduranlar, bu sihirli değnekle herşeyi yapabilecekleri yanılgısından pek
kolay kurtulamamaktadırlar. Hele arkalarında basın ve aydın desteği olan bir
işçi hareketini bastırmak her zaman pek kolay mümkün olmayabilirdi ve öyle de
olacaktı. Menderes bu arada iktidarı karalayan sözlerin devlete zarar verdiğinden
bahisle muhalefeti ölçülü davranmaya çağıracak ve "ne iktidar muhalefeti
ve ne de muhalefetin iktidarı yokedemeyeceğini" söyleyecekti.
Bu günlerde Roma'da Avrupa Ekonomik topluluğu anlaşması
imzalanırken Eisenhover doktrinini açıklamak üzere Ankara'ya bir başka heyet
geliyordu. Artık hemen her ay ya Menderes bir dış ülkeye gidiyor ya da
Türkiye’ye yabancı bir heyet geliyordu. Hatta her ay bu tür gelip gitmeler bir
kaç defa, bir kaç ayrı heyetle
gerçekleştirilme durumu sözkonusu olabiliyordu.
"Küçük Amerika" "!"nın genç
politikacılan, bu gezilerinde daha çok, Batı'nın misyoneri ya da Amerikan
politikasının plasi- yeri gibi hareket ediyordu ve bu tür seyahat sonuçlanndan
ya da yeni projeler konusunda sürekli Amerikan heyetleri gelip gidiyordu..
CHP nin sesini kesmesi ve ABD nin onayı ile DP kendini
önemli ölçüde özgür hissediyordu. Kıbns meselesini kullanarak iç bütünlüğü
sağlamak istiyordu. "Kıbrıs konusunda birlik olunması çağrısı" ile
partiler arasında bir diyalog ortamı oluşturmaya çalışan DP yöneticileri, öte
yandan basına ve sendikalist eğilimlere karşı aba altında sopa göstermeye
devam ediyordu. Hükümet solcuların sendikal örgütlenme adı altında toparlanmaya
çalıştıklarını düşünüyordu. Bu arada gazeteci Ratip Tahir bir karikatüründen
dolayı tutuklanacak ve İşçi Sendikaları Birliği de kapatılacaktı. Hürriyet
partisi ise, Menderes'in Kıbns meselesini iç politika için araç olarak
kullanmasına karşı çıkıyor, bu yönü ile de hü-
225 kümeli eleştiriyordu. Hükümet Mayıs
ayı boyunca sendikal faaliyet gösteren tüm dernek ve federasyonları sırası ile
kapatmaya başladı. Bolu ve Fethiye depreminin getirdiği hava içinde iktidar
halka karşı daha müşfik davranmaya özen gösterirken sola karşı ve CHP dışındaki
muhalefete karşı şiddetini artırıyordu. Bur- duı'daki Hürriyet Partisi
toplantısı DP liler tarafından basılarak olay çıkartılacaktı. Bu arada Hürriyet
Partisi'nin meclisteki sandalye sayısı 34 e yükselmişti. Bu durum CHP yi
korkutuyordu.. DP nin karşısında iken Milletvekillerini DP ye kaptırıyordu. DP
ye yanaşmakla da muhalif kanat partiden uzaklaşmaya başlayacaktı.
Bolu ve Fethiye depreminin ardından, kuraklık köylüyü
tedirgin etmeye başlamıştı. Bir yandan sanayileşme hamleleri sürerken işçiler
tedirgindi, Muhalefet tedirgindi. Basın ve aydınlar, bürokratlar bu
tedirginliği daha da körüklüyordu. Ekmek karnesine geri dönmek istemeyen DP
Amerika'dan 200.000 ton buğday ithal etti. Tarımcılık adına yola çıkılan bir
ülkede, tarım ürünü ithalatı başlıyordu. Menderes ülkenin kalkındığını söylüyordu.
Hürriyetlerin kamilen mevcut olduğunu söylüyordu. Muhalefetin gözünde ne
yapıtlarsa suç olduğunu belirliyor ve çareyi seçimde gördüğünü açıklıyordu.
Menderes Sivas'ta son sözünü söyleyecekti: Hodri Meydan.. Seçimler erken
yapılacak!
Menderes'in Seçim kararını açıklamasının ardından
İnönü, tekrar muhalefete dönecekti.. Ama ne ile muhalefet yapabilirdi ki?.
Şimdi her söyleyeceği söz konusunda, "Bu kararlar alınırken
neredeydin" demezler mi idi?..
İnönü süngüsü kırılmış asker gibi yalnız ve hüzünlü
idi. Daha sonra CHP den ayrılarak CGP (Cumhuriyetçi Güven Partisi)ni kuracak
olan ve ardından da 12 Eylülcülcr'lc birlik olarak Kıbrıs koordinatörlüğü
yapacak olan Feyzioğlu'nun CHP ye geçişi bile tnönüyü heyecanlandırmaya
yetmeyecekti.
Menderes DP ye karşı yeni dönemin ilk muhalif sözünü
"DP dini siyasete alet ediyor" şeklinde sarfctli. Bu yaklaşım ise, DP
yi rahatsız eden değil, bir yandan CHP nin dine karşı tavrını pekiştirirken,
öte yandan DP nin müslüman halk nezdindeki itibarını ar-
226
(ırıyordu.. İnönü'nün bu çıkışına sebeb olan gelişme
ise bir vaizin vaazında DP yi övmesi üzerine on ay mahkumiyetinin ardından,
incelişte vaizin mahkumiyetinin affına ilişkin teki itle başlamıştı.
Menderes'in,İnönü'ye Bartın'dan gelen cevabı ise daha
ilginçti.. İktidarı eleştiren muhalefet partilerini Menderes münafıklıkla
suçluyordu " Allah hepimizi münafıkların şerrinden korusun.. Allah
hepimizi münafıkların şerrinden masun eylesin (Amin sesleri). Unutmayalım ki,
zaman olmuş peygamber efendimiz bile münafıkların şerrinden kurtulamamıştır.
Allah hepimizin yardımcısı olsun" Menderes bunları söylerken Fuat
Köprülü, Rüştü Özel ve Muammer Obuz "DP nin amacından saptırıldığını"
ileri sürerek partiden istifa ediyordu.
Bu arada DP de parti içi sorunlar da patlak vermeye
başlamıştı. Bir çok kongre yapılamıyordu. Muhalefet partileri arasında ise bir
uyum yoklu.. DP çökebilirdi. Ama HP vc CMP İnönü'nün Cumhurbaşkanı
olmayacağının seçim öncesi açıklanmasını isti yorlardı. CHP ise buna
yanaşmıyordu..
Muhalefet kendi arasında lam bir mutabakat sağlayamamıştı
ama, bu diyalogun DP yi çökerteceği görüşü ağırlık kazanıyordu. Hatta İnönü o
günlerde "DP iktidardan gitmeyi sükunetle karşılanmalıdır. Siyasi
partiler gidip gelmeye alışmalıdırlar" anlamında şeyler söylüyordu.
Hürriyet Partisi'nin İstanbul kongresindeki heyecan
şoku DP Hicri korkutmuştu.
4 Eylül'dc muhalefet partileri beş maddeden mürekkeb
bir mutabakat bildirisi yayınladılar.
a-Parlamcnto bir kurucular meclisi olarak çalışacak,
altı ay içinde izlenecek olan rejimin temelleri kurulacak vc meclis kendi
kendini feshedecek.
b-Nisbi temsil sistemine geçilecek
c-Scnato sistemi yürürlüğe konacak
d-Grev hakkı tanınacak
c-Bütün Hürriyetler kanunla teminat altına alınacak.
Daha sonra 27 Mayıs la birlikte gerçekleştirilmeye çal
ışı la-
227 cak olan bu ilkeler, aslında tek
başına CHP nin değil, DP ye karşı muhalefet birliğinin ittifak ettiği
konulardı.
Aynı gün DP genel idare kurulu seçimlerin 27 Ekim'dc yapılacağını
açıkladı. DP bütün ilk kongreleri askıya alarak seçim çalışmalarına ağırlık
verilmesini istedi. Bu arada DP Genel İdare Kurulu Üyesi Emin Kalafat bir
açıklama yaparak, muhalefetin bir hükümet cephesi kurmasının "tahrik
vesikası" olduğunu söyleyerek, muhalefet partileri arasındaki diyalogu
bir "Husumet Cephesi" olarak tanımladı. Bu açıklamadan bir kaç gün
sonra da General Fahri Belen DP den ayrılarak CHP ye girdi. O günlerde partiler
arasındaki transferler yoğunluk kazandı Muammer Alakant HP den ayrılırken Kasım
Küfrevi DP ye girdi. Kalafat, muhalefet ittifakı içinde yer alanları şöyle
tanımlıyordu:" Tek parti, tek şef, tek millet diyen İsmet Paşa, Demokratik
bir anlayış içinde mücadele; yi şiar edinen DP den İsmet Paşa'yı yoketme
talepleri yerine getirilmediği için aynlan tedhişçi unsurlar, 1955 senesi
ortalarına kadar DP nin müdafasını yapan, onun broşürlerini kaleme alan insanlar"
Peki ne olmuştu da işler bu noktaya kadar gelmişti?
9 Eylül'dc CHP parti meclisi toplanarak yetkilerini
İnönü'ye devrediyordu. 11 Eylül'dc de Meclis feshedildi. Meclisin Feshedildiği
gün milletvekilleri yumruk yumruğa kavga edeceklerdi. Sebcb: Seçim kanunu tadil
tasarısında, muhalefet partilerinin işbirliği yapmalarını engelleyen
tedbirlerdi! Bu arada Antalya Milletvekili Burhaneddin Onat da DP den istifa
etli. HP genel başkam millet işlerinin çığırından çıkartıldığı görüşünde idi.
İnönü ise meclisteki son gelişmelerden sonra muhalefetin seçimlerde işbirliği
yapmalarının fiilen imkânsız hale getirildiği görüşünü savunuyordu.. Eğer
muhalefet birlik halinde seçime katılsa ve seçim sisteminde düşünülen
değişiklikler yapılsa idi belki şanslı olabileceklerdi. Ama DP muhalefetin bu
girişimini önleyecekti.
Seçim havası içinde, işçiler mümkün olduğu kadar çok
milletvekilini meclise sokmaya çalışıyorlardı.
Suriye cephesinde meydana gelen gerilim, iktidar için
ciddi bir sorun teşkil ediyordu. Bu arada Amerika ile temaslar sürdürü-
228 lüyor, krize çare aranıyordu. Suriye cephane deposu haline gelmişti
ve Sovyetler Türkiye'nin Suriye'ye karşı askeri tavrından kaygı duyduğunu
açıklama gereği duyuyordu. Moskova ABD den Türkiye'nin kontrol altında
tutulmasını isterken, Amerika Ankara’ya, NATO olarak ABD olarak ve Eisenhower
Doktrininin verdiği hak ve sorumluluklar çerçevesinde yardıma hazır
olduklarını duyuruyordu.
Menderes zorlanıyordu. Bayar İsparta'da yaptığı konuşmada
DP mesajı veriyordu. "Dayak yok.. Sandıktaki reyleri değiştirmek te yok..
Serbest seçim var" diyordu..
Ben milletin 1950 ile 1960 arasında yapılan tüm
seçimlerde DP yi bilinçli bir tercihle seçtiğini sanmıyorum.. Millet hâlâ CHP
den korkuyordu.. Oyunu umutlan ile değil, korkuları ile kullanıyordu!
Menderes ise İnönü için İzmir'de şunları söylüyordu:
Size allı ajda buhranı kaldıracağız diyenler kuyruklu yalan söylüyorlar'
Evet Menderes haklı çıktı. Buhran Türkiye’de allı ayda
değil, altı yılda bile kalkmaz, 60 yıldır kalkmadığı gibi. Çünki Buhranın
kaynağı, Buhranı kaldırma iddiası ile vatanı kurtarmaya soyunanlar değil mi
idi?
Bu günlerde aday belirleme çalışmaları partilerde ciddi
krizlere yol açıyordu.. Hele hele kendi seçim bölgelerinde adaylığı kazanıp
genel merkezlerce iptal edilen adaylar, bir anda karşı tarata geçiyorlardı.. DP
Manisa, Aydın, Diyarbakır, Giresun ve Samsun'da benzer şokları yaşadı ve
partiden kitlesel istifalar oldu.
21 Ekim'de seçim öncesi ülke çapında durum gergindi..
Taksim mitinginde Celal Bayar konuşmuş, fakat İnönü konuşa- maınıştı. CHP
mitingindeki büyük kalabalık İnönü'ye çılgınca tezahürat yapıyordu. Hoparlörün
bozulması üzerine İnönü, meydandan konuşmaıian ayrılacaktı. Bayar ise konuşmasının
bir bölümünde şöyle diyordu: "Türkiye 30 yıl sonra küçük bir Amerika
olacaktır!". İzmir'de konuşan Menderes, basma çatarak "Muhaliflerin
mezbuhane gayretler ortasında ne söylediklerini bilmcdiklc-
229 rini, buhranın halk partililerin mal
toplamaları yüzünden meydana geldiğini söylüyordu.
28 Ekim'de seçim sonuçları açıklandı. Olaylı bir seçim
yaşandı. DP oyların %47.7 sini alarak 424 milletvekili çıkartmıştı. CHP
oyların %40.82 sini almıştı. Milletvekili sayısı ise 178 di. CMP nin oy yüzdesi
ise %7.19, milletvekili sayısı 4. %3.85 oy alan HP nin milletvekili sayısı da
4'lü, Bağımsızlar ise 2 sandclyc kazanmışlardı. İktidar partisi %48 den az oy
alarak 424 milletvekili çıkartırken, muhalefet %52 oyla 188 milletvekili
çıkartıyordu.
İktidarda kalan DP muhalefete karşı sertlik politikası
izlemeye başladı.
1 Kasım'da seçim öncesinde ülke tam bir ihtilal
havasında idi. Meclis tatile girmişti. Ankara Üniversitesi'nin açılış töreni ertelendi.
Tanklar vc askerler stratejik noktalara yerleştirildi ve radyoevi kontrol
altına alındı. İstanbul Üniversitesi rektörü Ali Ta- noğlu ise Üniversiteyi
açış konuşmasında "İstanbul Üniversitesi bütün kadrosu ile hükümetin
yanında ve emrindedir” diyordu. Bu arada Vatan partisi genel başkanı Hikmet
Kıvılcımlı dini politikaya alet ederek Komünistlik propagandası yapmak
suçundan tutuklandı. Din ancak Demokrasiye, dolayısıyla DP ye alet edilebilirdi
çünki!
Bu arada hükümet karaborsacılık ve tüketim mallan
fiatları üzerinde denetimlerin sıklaştırılması karan alacak ve gazete ilan vc
haberlerinin dağılımında hükümet kontrolünün uygulanacağını bildiren hükümet
bildirisi resmi gazetede yayınlanacaktır. Kasım sonunda, seçim sonuçlarının
alınmasının ardından Hürriyet partisi kendi kendini feshederek CHP ye katıldı.
Böylece CHP ile HP güçbirliği etmiş oluyordu.
Aralık başında hükümet alelacele hükümet programım okuyarak,
muhalefetin hazırlık yaparak eleştirmesine fırsat vermeden (Daha önceden CHP
lilcrin DP lilcre yaptığı gibi!.. Çünki yok aslında birbirlerinden pek
farkları, tek farkları adları!) geçiştirccek- İcrdir. Muhalefetin bu yöndeki
oyları ise, parlamento iradesi ile geri çevrilecektir. Ama o günki parlamento
iradesinin milli iradc-
230 yi yansıtmadığı da bir gerçekti! Bunu anlamak için 27 Mayıs'ı
beklemek gerekecekti. 27 Mayıs ise yoldan çıkmış aracı yuvarlanmakta olan
vadiden çıkartıp başka bir vadiye yuvarlanmanın üstün maharetinin adı idi.
Hükümet muhalefeti susturmak için, onlara inat 27
Aralık'ta Meclis iç tüzüğünde bir değişiklik yaparak "sözlü soruların sadece
cuma günleri sorulması, bakanların bunlara verecekleri cevapların beş dakika
ile sınırlandırılması, gürültü yapan milletvekillerine para cezası
getirilmesi, meclis müzakereleri sırasında çoğunluk şartının kaldırılması gibi
afaki bir takım düzenlemeler getiriliyordu.
231
Yıl 1958
Türkiye’de ilk ihtilal rüzgarları 14 Temmuz 1958 de
esmeye başladı.. Bağdat'taki ihtilalden iki ay kadar sonra 6 Eylül'de Balı- ’
kcsir'de konuşan Menderes, muhalefeti ihtilal kışkırtıcılığı ile suçluyordu.
Bağdat ihtilali CHP yi umutlandırmış, Menderes'in gözünü korkutmuştu. Bu gün
ANAP iktidarının Balkanlardaki gelişmelerden ders almaya çağrılmasına benzer
bir hava sözkonusu idi. Menderes şöyle diyordu: "Üç beş siyaset muhterisi,
ihtilâlin ne vakit bir hak olduğu hakkında üç beş kelimeyi bir araya getirerek
çatık kaşları ve asık suratları ile içlerinin zehrini sanki bir deva imiş gibi
millete dökmek istiyorlar. Irak'ı misal göstererek ve gazetelerinde
mütemadiyen tahrik ederek adeta -Bunları da öldürecek bir sergerde, bir serseri
çıkmayacak mı- demektedirler. "Menderes'e göre İnönü, seçimsiz bir
şekilde tekrar iktidarı ele geçirmek istiyordu ve bu yönde yalan haberlerle
halkı kışkırtıyordu. DP ye göre herşey yolunda idi, ekonomik göstergeler iyi
idi, muhalefet milleti aldatıyordu. Muhalefet ise herşeyin kötü olduğunu,
iktidann radyoyu kullanarak, basını susturarak halkı kandırdığını ileri
sürüyordu..
İnönü ise "şartlar tamam olduğunda ihtilalin meşru
bir hak olduğunu" söylüyordu. O zaman da CHP ye düşen görev, şartların bir
an önce tamamlanması için elinden geleni yapması idi. Aslında 27 Mayıs bu
anlamda CHP nin orduyu maşa olarak kullanması sonucu gerçekleşmiş, askeri
elbise giydirilmiş sivil bir darbedir..
232 Madem ki iktidar bu şekilde el
değiştirecek, batılı dostlarımız da, işi şansa bırakmamak için, bir yandan
Menderes hükümetine iyi şanslar dilerken, öte yandan kurulacak muhtemel ihtilal
hükümetinin oluşumunu kendi çıkarları yönünde biçimlendirmek için çok önceden
kollan sıvayacaklardı. Menderes yıpranmıştı. ABD ya da Ingiltere için bu tür
dostluklarda vefa yoktu. DP iktidarının ömrü tamamlanmıştı, içi tükenen bir
konserve kutusu gibi tarihin çöplüğüne fırlatmak ya da külünü göğe savurmak
gerekirdi.. Amerikan menfaatleri, küçük politik ihtiraslara kurban edilecek ya
da şansa bırakılacak türden şeyler değildi.. Gerekirse, dün DP iktidan ile CHP
nin iktidar koltuğunu milli şefin altından çeken el, aynı şekilde, Menderes'i
ipe çekecek ihtilalciler için de aynı hizmeti sunabilirdi. Menderes yeni y
ılın ilk ayında baskı yasaları uyguladıklarını kabul eden bir açıklama
yapacaktı. Baskı yasaları ile ilgili olarak kendini savunan Menderes şöyle
diyordu: "Muhalefetin bizi zorlaya zorlaya bazı tedbirler almaya mecbur
etmeleri, demokrasiye uygun neticeler değildir. Eğer onlar zorlamasalardı, bu
gün beğenmedikleri bir çok kanunun çıkmasına imkân yoktu." CHP ise
sonuçlardan büyük bir moral kazanmışa. CHP gelişmeleri yakından izlemek ve
değerlendirmek için bir aydın forumu oluşturma kararı aldı, iktisatçı Osman
Okyar'm başkanlığında oluşturulan büroda Bülent Ecevit, Coşkun Kırca, Doğan
Avcıoğ- lu, Turhan Fcyzioğlu gibi bir takım isimler bulunuyordu. CHP işçi vc
aydınlarla daha çok ilgilenecekti! Bu arada hükümet içinde bazı sorunlar
çıkacak vc DP kamuoyunda büyük bir itibar kaybına uğrayacaktı.
Kıbns konusu da hükümeti zor duruma sokmaya başlamıştı.
İngiltere Kıbrıs’ı Yunanistan'a vermekten yana idi. Türkiye ise adanın
bölünmesini istiyordu.
Bu arada Amerika sürekli olarak Türkiye ile
ilişkilerini geliştirme çabasında idi. Bağdat Paktı veRCD yolu ile ekonomik,
siyasi, askeri alanlarda, kültürel alanlarda yoğun bir işbirliği sözko- nusu
idi. Amerika'nın 1958 indeki yeni yıl armağanı Ankara'ya 46 milyon dolar
değerinde tahıl fazlasını vermesi idi. Bu günlerde bir de darbe teşebbüsü
ortaya çıkartıldı. Biri emekli üç albay, 1 yar-
233
bay, 4 binbaşı vc bir yüzbaşıdan
ibaret 9 Subay hükümet darbesi teşebbüsünde bulunmakla suçlanarak tutuklandı.
Hükümet, o günlerde basında yer alan, yabancı basında da tekrarlanan, Türkiye'de,
ordu içinde geniş çaplı levkifat yapıldığına ilişkin haberleri yalanlayarak bu
açıklamayı yapacaktır. Bu olaydan sonra Askeri kademelerde geniş çaplı tayin vc
atamalar gündeme gelecektir. 16 Ocak tevki Tali, ilk kez DP nin Ordu içinde
kendine karşı bir kıpırdanma hareketinin ortaya çıktığı tarih olarak önem
taşımaktadır. Ocak ayı sonlarında ise İngiliz polis ve askerlerinin Türklcr’e
karşı girişlikleri sindirme operasyonunda, 24 saat içinde 8 Türk ün öldürülmesi
Ankara'yı zor durumda bırakmıştı. Aynı günlerde Ankara'da toplanan Bağdat
Paktı, Sovycllcr'in yayılmacı siyaseti ve Türkiye'ye vaki tehdidi, İsrail ve
Suriye konulan üzerinde duruldu. Pakt üyeleri Kıbrıs konusunda bir karar
almadılar. Ancak TBMM İngiltere'nin Kıbrıs'taki tavnnı kınayan bir bildiri
yayınladı. Meclis artık eskisi kadar sakin değildi. 24 Şubat'ta Diyanet bütçesi
görülüşürken yine Mecliste kızılca kıyamet kopacaktır. Ardından 5 Nisan'da
Türkiye ile ABD arasında imzalanan istimlak vc müsadere garantisi anlaşması
muhalefet partileri tarafından olduğu kadar, iktidar partisi içinden de büyük
eleştiri alacaktı. Olay bir kapitülasyon uygulaması şeklinde tanımlanıyordu.
Türkiye'de iş yapan Amerikalılar'ın anlaşmadan doğan haklarının ihlali karşısında
doğan tazminat bedeli Amerikan hükümetince ödenecek, Ankara hükümeti, Amerikan
hükümetine bu bedeli ödemekle yükümlü olacaktı. Yani Özel firmaların
Türkiye'deki işlerinin garantörü vc hamisi, kefili Amerikan hükümeti olacaktı.
Bu anlaşmadan önce de hükümet ABD ye bazı güvenceler vermişti. Menderes bu
güvencelerin Amerikan yönetiminin Türkiye'ye olan ilgisini artıracağını ümid
ediyordu. Bu güvenle Dünya Bankası'nm kapılarını Türkiye'ye kapamadığı
mesajını aldığını söylüyordu! İnönü ise yokluk vc pahalılıktan şikayet ederek
halk desteğini artırmaya çalışıyordu.
Hükümet basına sansür uygulamasını yeniden artırmaya
başladı. Nisan ayında CHP nin yayın organı Ulus gazetesine bir ay süre ile
kapatma cezası verilecektir. Haziran ayında da ana muha-
234 Icfct partisi baştanının basın
açıklamasının yayını yasaklanacaktır. 23 Mayıs'ta ise İçişleri bakanı, CHP
kongresinde yapılan konuşmalara kızarak "Bu konuşmalar böyle devam
ederse, memleketin şeref ve haysiyetini korumak için kongrelere mani
olacağı" tehdidini savurmaktadır. Bu arada basın suçlarının affı teklifi
DP nin oylan ile reddedilirken, Muhalefet ara seçimlerin vaktinde yapılması
isteminde bulundu. 8 Haziran'da Beyazıt meydanında yüzbinlercc kişinin
katıldığı Kıbrıs mitinginde Amerika, İngiltere ve Yunanistan'ı kınayan
sloganlann atılması Ankara'yı ABD nin önünde zor duruma düşürecekti. Ancak
hükümet muhalefetle işbirliği yaparak, TBMM de yapılan bir gizli olurumda
İngiliz planını reddederek adanın bölünmesi tezini gündeme getirecekti.
Muhalefet Kıbrıs konusunda hükümeti destekleme kararı almıştı, ama hükümetin
Kıbrıs konusunda kendilerine bilgi vermediğinden yakınıyorlardı. Muhalefet
televizyondan yararlanamadığı gibi, kendileri ile ilgili yalan yanlış haber ve
eleştirileri cevaplama haklarının bile bulunmadığını söylüyordu. Bu amaçla CHP
milletvekilleri bir tekzib tasarısı hazırlayacaklardır. Bu arada Türkiye'ye
yapılan yardımların nereye harcandığı ve dış borç yükü de tartışılmaya
başlandı.. İnönü. DP nin Usmanlı döneminden daha fazla borç aldığını söylerken,
Aydın Yalçın bu borçların bir kısmının yatırımlara dönüştüğünü, ancak ranlabıl
olup olmadığının, doğru kullanılıp kullanılmadığının tartışılması gerektiğini
söylüyordu. İnönü DP nin 8 yılda 280 milyon altın borç aldığını, OsmanlIların
50 yılda 135 milyon altın borç aldıklarını söylüyordu.
Hürriyet Partisi ise
"Bu iktidarın fakiri daha fakir, zengini daha zengin yaptığını" ileri
sürerek "bu durumun ne sosyal adaletle, ne memleket menfaatleriyle kabili
telif değildir." deniliyordu. Aynı günlerde Savunma Bakanı sıfatı ile
Amerika'ya giden Ethcm Menderes, ABD nin Türkiye'de kurmayı düşündüğü üslerle
ilgili müzakereler yapıyordu. Sovyeller bir yandan, Suriye Irak cephesi öte
yandan,Yunanistan öbür taraftan Türkiye'yi sıcak bir çenberin içine
sıkıştırmıştı. Muhalefetin baskıları karşısında ise iktidar sözcüleri zaman
zaman kendilerini tutamayarak aşırı sözler cdiyor-
235 lardi. "DP yi gizli bir düzen
kurmakla suçlayanları fesatçılıkla" itham eden Dışişleri bakanına karşı,
muhalefet sözcüleri Kıbrıs'taki gelişmelerden bile haberdar olmamaktan
yakmıyorlardı. Üs meselesi ise, bazı bakanların bile bilgisi dışında
gelişiyordu. Ağustos ayında şok bir devalüasyon yaşandı 1 Dolar 2.80 TL iken,
birden 9 liraya yükseltildi. 4 Ağustos kararları olarak bilinen bu kararlar,
bizdeki 24 Ocak kararlarını hatırlatıyordu. Polatkan, hükümetin Amerika'dan
yeni borç aldığını ve ödemelerin "Duyun-u munta- zama" ya
bağlandığını bildiriyordu. Muhalefetin bu açıklamaya tepkisi üzerine hükümet
karşı bir çıkışla, muhalefetin hükümeti devirmek için kışkırtıcılık yaptığını
ileri sürdü. İnönü'nün tepkisi ise, DP iktidarının hukuk dışı icrasına alet
olan devlet memurlarından hesap sorulacağı şeklinde idi. DP ise bunu
muhalefetin devlet memurlarını iktidara karşı kışkırtması olarak yorumluyor-
du. Ekim ayında ise muhalefet partilerinin işbirliği yapma çabaları yine
gündemdeydi. İngiltere'nin hazırladığı,Türkiye'nin kabul etliği Kıbrıs planı
ise yürürlüğe girmişti. Cumhuriyetçi Millet partisi ise Köylü partisi ile
birleşerek Cumhuriyetçi Köylü Millet partisi adını alıyordu.
Bu arada CHP ve İnönü'ye
kar-ji iktidarın yıkıcı tedbirleri gündeme gelmeye başladı. 17 Ekim'de İnönü'yü
Zile de karşılamak isteyen partililer polis zoru ile dağıtıldı. 24 Ekim’de de
aynı durumla Çankırı'da karşılaşan İnönü Ulus'ta hükümeti sert bir dille
eleştirdi. Kasım başında ise Ulus gazetesi bir ay süre ile tekrar kapatıldı.
Kasım ayının son haftası ise yoğun diplomatik temaslara sahne oldu. 27
Kasım'da Türkiye-Almanya Kredi anlaşması, 28 Kasım'da Türkiye-Belçika Mali
yardım anlaşması, 29 Kasım'da Türkiye-İtalya Kredi anlaşması, 29 Kasım'da da
Türkiye-Hollan- da Kredi anlaşması imzalandı. Daha sonraki günlerde de Norveç,
Portekiz vc İsviçre ile benzer anlaşmalar imzalanacaktır. İnönü, yurt gezisine
çıkarak halk desteğini artırmayı denemeye karar verdi. Ekonomik konularda
olduğu kadar, dış politika alanındaki iktidar tasarruflarını da eleştiren
İnönü, DP iktidarının Türkiye'yi Or- tadoğuda karanlık maceralara sokmasından
endişe duyduğunu açıklıyordu. Bu konuda meclis araştırması yapılmasını isteyen
236 önerge DP lilerce engellenecek ve tartışmalar çıkacaktı. Menderes'in
Irak konusundaki muhalefetin eleştirilerine cevabı ilginçti. Tıpkı bu gün ANAP
iktidarına karşı Lübnan vc Balkan ülkelerinin durumu örnek gösterildiği gibi, o
günlerde de Irak'ta yaşanan olaylar, DP iktidarı için örnek gösteriliyordu.
Menderes bu konuda şöyle diyordu: "Adeta bunları da öldürecek bir
sergerde, bir serseri çıkmayacak mı denilmektedir".. Menderes muhalefetin
kendileri hakkındaki idam hükmünü daha o zamandan farketmiş gözüküyor. DP
lilere göre, CHP yeni bir baskı dönemi başlatmak istemektedir. CHP lilere göre
ise "iktidar yeni bir baskı politikası uygulamak istemektedir"
Muhalefete göre, iktidar, halkın fikrini ve ilgisini başka memleket
meselelerinin üzerinden kaydırmak için muhalefete ihtilalcilik isnat
etmektedir. CHP bildirisinde, hükümetin yeni bir şiddet politikası için zemin
yokladığından bahisle " Bu idareciler, muhalefeti mefluç hale getirmek,
hür basını yaşatmamak hayaline düşmüşlerdir. Muhalefete yöneltilen ihtilalcilik
vasfı bu hevesten doğmaktadır. CHP nin varlığı ve vatanseverliği memleketi
ihtilal sesdasından koruyacak başlıca teminattır. Partimiz serbest, eşil,
dürüst seçimlerle iktidarın el değiştirmesini sağlayan bir rejim olduğu içindir
ki, demokrasinin bütün icaplarıyla yerleşmesine yıllardan beri var kuvveti ile
çalışmaktadır. Bizim mücadelemiz haklı ve meşru bir mücadeledir" Herkes
haklı ve meşru da, acaba haksız olan ve gayri meşru olan kim!
Siz böyle birini biliyor musunuz?
Seçim öncesi DP ye yaklaşma gayretindeki CHP, seçimlerden
sonra bütün gücü ile iktidara yürümektedir. Menderes "Siyaset
muhtekirleri" adını taktığı muhalefete karşı "tedbir almak"tan
sözederken İnönü, "Demokrasiye paydos demeye Menderes'in gücünün
yctıneyeccğini" söylüyordu. Muhalefetin ölçüsüz beyanlarının Türkiye'nin
dış itibarım gölgelediğini ileri süren DP li- İcrc karşı muhalefet kanadı
"Dış tehlikeye karşı en büyük savunmanın iç huzurla
sağlanabileceğini" savunuyordu. Menderes'e göre muhalefet hükümeti
eleştirmekte haksızdı, dış yardım konusu ise istismar ediliyordu. Menderes
İnönü'nün Anadoluyu dolaş-
237 masının ardından, dış gezilerden iç
gezilere yeteri kadar zaman ayıramadıklarını farkederek Ekim başında Yurt
gezisine çıkacaktır. Amaç, 1946 ruhunu yeniden diriltmekti. Manisa'da halka
hitap eden Menderes partilileri, muhalefete karşı vatan cephesine katılmaya
çağırıyordu: "Muhalefete karşı vatan cephesinin kurulması zarureti kendini
göstermiştir. Bozguncu, iptidai, tahripkar propagandalara karşı vatandaşların
hizmetlerini aslanlar gibi müdafaa etmeye hazır" parti militanlarına
ihtiyaç vardır! Menderes de artık bir vatan kurtarıcıdır. Devleti, milleti,
vatanı, hain muhalefete karşı korumak ve kollamak için kollan sıvayan iktidar
partisi, halkı ihanet çetesi muhaliflere karşı savunacaktır.. Menderes'in heyecanlı
nutukları fayda vermeyecektir. Partide "Yaylacılar grubu" denilen
ılımlı-gczgin bir takım, giderek DP içinde huzursuzluk kaynağı olmaktadır.
Meclis başkanınm seçimi tartışması, kritik zamanlarda yaylacıların muhalefetle
birlikte hareket edebileceği tehlikesini göstermiştir. Bayar'ın Çorlu konuşması
İktidar-Muha- Icfct ilişkilerinin üzerine tuz biber ekecektir.. Bayar'ın
"Bu milleti refah ve emniyet içinde yaşatmak için ne mani vardır. Ne mani
olabilir? Eğer bir mani çıkarsa, bu milletin azim ve iradesi o maniyi karınca
gibi ayağının altında ezmeye muktedirdir" Bayar bununla CHP yi, ya da
muhalefet kanadını mı kasdetmişti.. Aslında öyle dememişü ama, o anlama da
yorumlanabilecek sözlerdi. Bayar bu günki Özal yönetimi gibi, DP nin içinden
çıkıp gelen, onun kurucu kadrosunda yer alan biri idi. Dolaylı olarakta olsa
zaman zaman iktidara destek veriyor ve kararlan yönlendiriyordu. Her- şeyin
iyiye gittiği yolunda mesajlar vermekten geri durmuyordu. İnönü ise, giderek
daha lehditkar konuşuyordu. Menderes'in kendilerini "kâfir" olarak
görüp takdim ettiğinden yakınan İnönü şöyle diyordu: "Şimdi DP genel
başkanı bizi kâfir olarak, ehli salip olarak ilan ediyor. Bu düpedüz kanlı bir
irtica teşebbüsüdür. Bunun neticelerinden ve akibetinden kendilerini sakınmaya
davet ediyorum." 1958 in son günlerinde artık ipler iyiden iyiye kopma
noktasına gelmişti.. DP grubu gelişmelerden kaygı duymaya başlamıştı. İç
huzuru temin maksadı ile bir tedbirler paketi hazırla-
238 mak üzere bir komisyon oluşturulmasına karar verildi. Basından ve
kamuoyundan gizli olarak sürdürülen çalışmalar Tan Matbaasında meydana gelen
infilakın gürültüleri arasında unutulup gitti. 6 Ocak'ta meydana gelen
patlamanın ardından 17 Şubat'ta Menderes'in uçağının düşmesi ile yeni bir
heyecan şoku gündeme geldi. 59 u ağır, 141 kişinin yaralandığı patlamada 12 ölü
vardı.
239
Yıl 1959
Bü
arada yapılan 15. CHP genel kurulunda İnönü genel başkanlığa, Gülck genel
sekreterliğe seçilirken 10 ilk hedef belirlendi. Bunlar, partizanlığın
kaldırılması, Senatonun kurulması, Seçim güvenliği. Anayasa mahkemesinin
kurulması, Yüksek Hakimler Meclisinin teşkili, Memurların mahkemeye başvurma
hakkı. Basın hürriyetinin anayasa teminatı altına alınması, Üniversite özerkliği.
Yüksek İktisat şurasının teşkili, Sosyal adalet kavramının anayasada yer
alması. Şubat ayının ilk haftasındaki bir diğer önemli konu Türkiye ile
Yunanistan arasında Kıbns görüşmelerinin Zürihte başlaması idi. Anlaşma 11
Şubat'ta imzalandı ve Dışişleri Bakanı Zorlu "Bu anlaşma ile batı
ittifakının daha da güçlendiğini" söyledi. Almanya ile kredi anlaşmasına
yeni maddeler eklenmesi de bu günlerde oldu. Yeni düzenlemeye göre, Türkiye 2.
Dünya savaşında el koyduğu Alman mallarını iade edecekti. Satılan malların ise
değerinin yansı ödenecekti. Aynca Türkiye dış taşıma hizmetlerinde Almanya'ya
öncelik verecek ve bu hizmetlerin en az yarısı Alman gemileri ile yapılacaktı.
O günlerde TBMM'deki en önemli tartışmanın konusunu Milletvekili maaşları
oluşturuyordu. CHP nin 144 vc DP nin bir oyu ile CHP nin Milletvekilleri
maaşlanna zam yapılmamasını öngören teklifi reddedildi ve zam yapıldı. 17
Şubat'ta Başbakanı, Kıbns görüşmeleri için Londra'ya götürmekte olan THY ait
Sev isimli uçak düşmüş, 25 kişilik uçaktan 10 kişi sağ kurtulmuştu. Menderes onlar
arasında idi. Bu olay Türkiye'de büyük bir heyecana vesile ola-
240 çaktır. Uçağın düşmesinden iki gün sonra Kıbrıs'ta Cumhuriyetin
kurulması ve Menderes'in anlaşmayı hastahanede imzalaması, bir kazanın, Kıbrıs
sorununun sona ermesi ile aynı zamana raslaması DP lehine bir hava doğmasına
yol açmıştı. Menderesin Türkiye'ye dönüşünde çocuğunu Menderes'in ayağının
dibinde kurban etmeye kalkan insanlar çıkacaktı. Mart başında Makarios
Kıbrıs'a geri döndü. O günlerde EOKA Londra anlaşmasını kabul ettiğini açıklayacak
ve Grivas emekli olacaktır. 5 Mart'ta Amerika yapılan yeni bir anlaşma ile,
gerektiğinde Türkiye'ye bir saldırı olduğunda Türkiye'nin yanında savaşa
girmeyi kabul ediyordu. Türkiye artık Amerikan güvenlik şemsiyesine dahil olmuş
oluyordu. 12 Mart'ta Menderes Yurt dışında iken başbakanlık müsteşarı Ahmet
Salih Korur Eyüp’le büyük bir iftar yemeği verince CHP kesiminden sert
eleştiriler alacaktır. Menderes Türkiye'ye dönmeden bir gün önce de
Türk-Amerikan istimlak anlaşması imza edilecektir. Bir gün sonra İstanbul'da
Eyyüb Sultanı ziyaret etlikten sonra Ankara’ya gelen Menderes'i tren
istasyonunda İnönü ve Gülek karşılayacaktır. Bu gelişmeler muhalefetin iktidar
üzerindeki baskısını azaltmadı. Halkın Menderes'e yönelik teveccühünü
engellemek isteyen muhalefet yeni bir atağa kalkışu. Nisan ayının ilk günlerinde
Dışişleri bakanı Zorlu NATO toplanusı için Waslungton'a gitti Bir süre sonra da
Menderes Ispanya'ya. CHP Muhtar seçimlerinin ve ara seçimlerinin yapılmasını
istiyordu. Öle yandan CHP Avrupa Konseyi için Kasım Gülek ve Bülent Ecevit'i
aday gösteriyordu. Ancak CHP nin önerileri reddedildi. CHP nin İstanbul'daki
bir ilçe kongresinde polisin müdahelesinin ardından DP Diyarbakır il kongresi
de polis gözetiminde yapılabildi. İnönü "Bahar Taarruzu" adını
verdiği bir kampanya başlatıyordu 46 milletvekili ve parti meclisi üyeleri ile
Anadoluya çıkarak iktidarı halka şikayet edeceklerdi. İnönü'nün bahar
taarruzunun ilk durağı olan Uşak'ta olaylar çıkacak ve İnönü atılan taşlarla
başından ya- ralanacakur. Aynı gün İçişleri bakanı bir bildiri yayınlayarak bütün
illerde siyasi parti kongrelerinin yasaklandığını duyuracaktır.
Mayıs ayı da kavgalı başladı. CHP Genel Sekreteri Kasım
241
Gülek İzmir Valisi Hadimli ile sokak ortasında yaka
paça kavga edecekti. Bir gün sonra da İnönü Topkapı'da taşlı sopalı bir saldırıya
uğrayacaktı. İnönü'nün öldürülmek istendiği ileri sürülüyordu. Olaya askeriye
müdahele etmiş, olayla ilgili haberler konusunda yayın yasağı konmuştu. İnönü
olayla ilgili olarak şöyle diyordu: "Emniyet içinde yaşama hakkı
istiyoruz. Memlekette idarenin gelip giunesini, yalnız ve ancak eşit haklar ve
dürüst tatbikat ile seçim emniyetinden bekliyoruz. Bütün mücadelemizi ve arzularımızı
bu basit esaslar içinde hülasa etmek mümkündür”. Bizimkilerin aklı hep
muhalefete düşünce başlarına geliyor. Muhalefet, muhalif olanlar hep güzel
konuşuyorlar.. CHP iktidarına karşı DP ancak bu kadar masum vc Demokrattı.
Şimdi DP iktidarı karşısında da CHP nc kadar munis, demokrat vc mazlum! Kuşkusuz
tekrar CHP iktidar olacak olsa idi o günlerde, hemen eski huylarına sahip
çıkacak vc "nerede kalmıştık" diye soracaku! İnönü "Vatandaş
hakkına idare tarafından tecavüz ediliyor" diyordu. Yani "Devlet
terörü vc devlet komplosu" demek istiyor herhalde! İnönü'nün İstanbul'dan
Ankara'ya dönüşü de olaylı olacak, güvenlik görevlileri ile milletvekilleri
arasında tartışmalar, itişip kakışmalar olacaktır. Halk Tren istasyonuna
alınmayacak, asker ve polis karanası bir güvenlik kuşatması altında İnönü
istasyondan ayrılabilecektir.. İnönü'nün Ankara'ya döndüğü gün Yunan başbakanı
Konstantin Karamanlis ve Dışişleri bakanı Averof ta Türkiye'ye geleceklerdir..
Ankara zor günler yaşamaktadır.. İnönü'nün Ankara'ya dönüşü, bir bakıma
Menderes'in Türkiye'ye dönüşü gibidir! Menderes uçak kazasından, İnönü taşlı
sopalı saldırıdan, halkın linç etmesinden kurtulmuştur! Hükümet bir gün sonra
bazı hakimleri ani bir kararla emekliye sevkcdccekıir. Ardından Nüvit Yclkin'in
Menderes vc Gedik hakkındaki meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
mecliste fırtınalı anlar yaşanmasına sebeb olacak vc önergenin reddedilmesi
üzerine CHP milletvekilleri topyekün meclisi tcrkcdcccktir. Olaylar bu kadarla
da kalmayacak iki gün sonra tekrar söz isteyen önerge sahibi Nüvit Yetkin'c
söz verilmeyecek, çıkan tartışma üzerine başkan olurumu kapatacak, ardından
çıkan olaylar sonucunda Yetkin'c 4. karara itiraz 242 eden öteki 4
milletvekiline daha genel kurula katılmama cezası verilecektir. CHP li milletvekillerinin
hep bir ağızdan "Hürriyet, hürriyet" bağırışları arasında mecliste
yine olağanüstü bir gün kapanmış olacaktır. Bir kaç gün sonra toplanan parti
meclisi ise, şiddetli muhalefetin sürdürülme kararı aldığını açıklayacaktır.
Parti bildirisinde "Hukuka bağlı devlet nizamının davacısı olan CHP bütün
Türk milleti ile birlikte emniyet islemektedir. Adalet islemektedir. Hürriyet
istemektedir" denmekteydi. CHP milletvekilleri TBMM oturumlarını boykot
etmeye devam ediyorlardı.. Bu arada meclis koridorlarında iktidar vc muhalefet
milletvekilleri arasında üzücü olaylar, itişip kakışmalar oldu. Ulus vc Akis'in
yayını yasaklandı. İnönü ile Bölükbaşı son olayları görüşmek vc muhalefet
partileri olarak ortak bir cephe oluşturmak konusunda bir araya geldiler.
26 Mayıs'ta Menderes gerginliği azaltmak için 5 CKMP li
vc bir CHP milletvekilini yemeğe çağırdı. Ama bunlar fayda etmedi. CHP lilcrin
parlamento boykotları sürüyordu. 5 Mayısl959 tarihli gazetelerde uygulanan
sansür nedeni ile Cumhuriyet Sav- cılığı'nın bir tamimi yer alıyordu. Bir gün
önce İstanbul'da cereyan calilen hadiselerin neşri yasaklanmış vc yerine
savcılık açıklaması konmuştu. Açıklama aynen şöyle: ".. CHP Genel
başkanı, Malatya mebusu İsmet İnönü'nün İstanbul'a gelmesi dolayısıyla cereyan
eden hadisal hakkında hazırlık tahkikatı yapıldığı cihetle, tahkikatın seyrine
tesir yapabilmesi itibarıyla CHP genel başkanı Malatya Mebusu İsmet İnönü'nün
İstanbul'a gelişi dolayısı ile cereyan eden hadisata ait, hertürlü neşriyatta
bulunulması vc keza bu mevzudaki hertürlü beyanatın’ neşri basın kanununun 30.
maddesinin 2. fıkrası gereğince nöbetçi sulh ceza hakimliğinin 4. 5.59 tarih
vc 59-19 sayılı kararı ile yasakcdilmiştir. Gereğinin ifası rica olunur. 4. 5.
959. İstanbul CMU Baş Muavini Celal Bcykal". Menderes'in giderek güç
kaybetmesi, büyük tüccarları ve sanayicileri kaygılandırıyor vc bu arada
sürekli olarak Amerika'dan konsültasyon heyederi geliyordu. 13 Haziran'da DP
il yönetiminden Sanayi Odası başkanı Osman Kibar, hükümetin tutumunu eleştiren
ve Türk sanayicisinin içinde bulunduğu zor durumu anlatan
243 bir basın toplantısı yaptı. Bu
açıklama CHP nin işini kolaylaştırmıştı. Bu arada Ankara'daki gelişmeleri
yerinde görmek üzere NATO Genel Sekreteri Speak Ankara'ya geldi. CHP Anadolu'ya
doğru yeni bir siyasi taarruz başlattı.
Kibar’ın konuşması çok geçmeden parti içinden de tepki
alacak ve Ağustos başında partiden ihraç edilecektir. NATO genel sekreterinin
Ankara ziyaretinden bir ay sonra Bağdat Paktı, CENTO ya dönüştürülecekti. Bir
gün sonra Ticaret Bakanı Hayrcddin Erkmcn ithal serbestisine gidileceğini
açıkladı ve Türkiye ile ABD arasında yeni bir kredi anlaşması imzalandı.
22 Ağustos'ta bir açıklama yapan DP Genel İdare kurulu,
ihraç edilen ya da ayrılan, müstafi say ılan bütün partilileri parti çatısı
altında toplanmaya çağırdı. Ancak bu çağrı beklenen yankıyı bulmadı. Güçlü iken
çağırmamıştı. Şimdi gerilerken, kim bu riski göğüslemek isterdi ki! 11 Eylül'de
Bozcaada'dan ayrılan Kasım Gülek, burada DP Iilerle tartışmıştı. Geyikli'ye geldiğinde
burada DP lilerin saldırısına uğrayacak, beraberindeki gazeteciler dövülerek
hastahanelik edilecektir.. CHP nin dipçiki i, jandarmalı zulmü, bu kez CHP ye
karşı halk tepkisi olarak, belki de biraz intikam duyguları ile karışık,
iktidar partisi adına sivil bir tokat olarak geri yansıyordu.. Bu olaydan kısa
süre sonra Gülek parti genel sekreterliğinden ayrıldı ve yerine İsmail Rüştü
Aksal getirildi.
Bu arada gazetelerde Newyork Timcs'e atfen yer alan bir
haberde Türkiye'de kurulacak tüze rampalarına ilişkin, ABD ile bir anlaşma
incini üzerine mutabakata varıldığı belirtiliyordu. Gazeteye göre, harp
halinde ateşleme kararının Türk Hükümeti, NATO Genel Karargâhı ve ABD
başkanının ittifakı ile verileceği belirtildikten sonra , balistik füze
üssünün kurulması işinin tahakkuku için Amerika'nın munzam ekonomik yardımda
bulunmaya davet edilmesinin muhtemel olduğundan bahisle yetkililerin anlaşmanın
ne şekilde açıklanması gerekliği konusunda ihtilafa düştüklerini kaydediyordu.
Aynı günlerde Menderes Amerika'da hükümet yetkilileri ve işadamları ile
görüşmeler yaparken Türkiye'de de 44 işadamı, ihracatı artırma yolunda
tedbirler, kredi meselesi ve teşvik konuları üzerinde çalışıyordu. 31 Ekiın'de
DP Meclis grubu
244 toplantısında Refik Koraltan'ın 218 oy alarak, 121 oy alan Sıtkı
Yırcalı'yı yenilgiye uğratması, Parti içindeki masomarın güç kaybetmeye
başladığını gösteriyordu.. Bayar sessizdi. Osman Ki- bar'ın çıkışı, ardından
Yırcalı'nın grub oylamasında kaybetmesi partideki muhafazakâr kanadın güçlendiğini
ya da muhafazakâr eğilimlerin arttığını, masonik denetimin zayıfladığını
gösteriyordu. Aynı günlerde CKMP Genel başkanı Bölükbaşı Meclisteki
konuşmasında meclisin manevi şahsiyetini tahkir ettiği gerekçesi ile on ay
hapis cezasına çarptırılacaktı. O günlerin bir diğer ilginç davası ise İran
şahına iftira ettiği iddiası ile Akis dergisinin mahkum edilmesiydi. Kasım
ayının ikinci yarısında bir yandan Yüksek İslam Enstilüleri'nin açılması
işlemine başlanırken, diğer yandan Vatan gazetesi kapatılarak Ahmet Emin
Yalman hapis cezasına çarpunlıyor idi. Bu arada CHP den Ahmet Hamdi Başar
"Nereye Gidiyoruz" başlıklı bir risale yayınlayarak hükümeti ve muhalefeti
uyarmaya çalıştı ise de artık yolun sonuna gelmişlerdi. Başar şöyle diyordu:
"Evet artık biraz duraklayalım ve kendimize gelelim.
-Nereye gidiyoruz?
Millet iki cephe teşkil etmiş, birbiri ile çarpışıyor.
Bir taıafta hürriyet bayrağı elimizde, avaz avaz haykırıyoruz:
-Yaşasın hürriyet, kahrolsun istibdat!..
Hürriyet istiyoruz, matbuat hürriyeti, toplanu
hürriyeti, söz hürriyeti isliyoruz. Hürriyetlerin anayasa ile teminat alımda bulundurulması,
bir anayasa mahkemesi kurulması, hakim teminatı, Üniversite muhtariyeti, nisbi
temsil, çift meclis usulünün kabulü için mücadele ediyoruz. Bu memleket ancak
bu sayede hürriyete, refaha ve saadete kavuşacaktır diyoruz..lşte hürriyet
bayrağını dalgalandıran muhalefet cephesinin, yalnız onun değil, matbuatın,
münevverin, hepimizin ulaşmak istediği hedef sadece bundan ibarettir. Öbür
tarafta devleti temsil eden iktidar var. O da dün muhalefetle iken yalnız
bunları istiyordu. Şimdi hürriyederimizi istirdat etmek için cephe kurmuş,
mücadele ediyoruz. Muhalefetin 57 seçimlerinde işbirliği olsaydı, iktidarı
değiştirecek ve allı ay
245 içinde bu gayemiz gerçekleşecek,
memleket huzur ve refaha kavuşacaktı, yazık oldu diyoruz"
2 Aralıkta CHP İçişleri Bakanı Namık Gedik'in
istifasını isteyecektir ama istifa eden Ulaştırma bakanı Muzaffer Kurbanoğ-
lu'dur. Sebebi ise Menderes'le düştükleri görüş ayrılığı.
Vc yıl böyle tamamlandı.
246
ACI SON
1960
Vc yolun sonu.
Menderes biraz daha hırçın vc tedirgin..
Ocak ayı nisbeten sakindi. Şubat ayı sonlarına doğru
Zorlu, Kıbrıs meselesenin sonuçlandığını duyuracaktı. Londra'da, Türkiye,
İngiltere ve Yunanistan tarafından imzalanan metin açıklanacaktı. Bu arada
Türk-Rus ticaret anlaşması imzalanacak vc yeni bütçe 158 e karşı 396 oyla kabul
edilecekti. Ama bir hafta sonra Makarios Kıbrıs'ta "yaşasın Enosis"
çığlıkları ile karşılanacaktı. CHP döneminde bizim Kibns meselemiz yok deniyordu.
Ama bu gün böyle bir mesele ortaya çıkmıştı. Ne varki bulunan çözüm kalıcı
olmaktan çok uzaktı. İngiltere başlangıçta Kıbrıs'ı Yunanistan'a bağlamak
istemiş, ancak Türkiye'nin içinde bulunduğu durumu da gözönüne alarak bir
geçici ara çözümda karar kılınmıştı. Makarios 11 Mart'ta Albay Grivas'la
görüşecek ve 19 Mart’ta da general olacaktı. Geçici Kibns hükümetinin üç üyesi
Türk'tü. Makarios Türk Liderleri ile birlikle hareket etmekten sözediyordu
ama, bunun hiç bir güvencesi yoklu. Ankara geçici de olsa Kıbrıs'ın
baskısından kurtulmak ve biraz rahat nefes almak istiyordu.. İngiltere ve
Amerika ile pazarlık gücü yoktu.. Yine Mart ayında önemli bir gelişme Türkiye
ile İsrail arasında Ticaret anlaşmasının imzalanması idi. Mart ayında
Yeşilhisar'da meydana gelen, olaylarda 10 CHP li ve 2DP li gösteri ve toplantı
yürüyüşüne mu-
247 halefcttcn tutuklanacaklardı.
Nisan ayı ise zor bir aydı.
Artık sona doğru tam gaz gidiliyordu. Daha sonra Büyük
Doğu'da Menderes dönemini eleştirecek olan NFK'in, dergisine aldığı bir
karikatür ilginçti. Bir çok yol arasında seçim yapamayan Menderes çaresizdi ve
alünda şu şarkı sözleri bulunuyordu: "Ben yitirdim yolumu, yolların günahı
nc!" Tam iktidarın ortasında iken 1955 yılında Çorlu'da sarfettiği şu
sözler Menderes'in bu günki çaresizliğini hazırlayan tarihi yanılgısı idi:
"Kıskançlar, dış yardım istemeyenler, milli kalkınmayı istemeyenlerdir..
Mili i kalkınmaya mani olmak isteyenler, milli irade karşısında karınca gibi
ezileceklerdir" Menderes'in Kan davası sona yaklaşıyordu. İnönü daha 1958
İcrde uyarmıştı:" Şiddet yoluna gidenler, ya gereken yola geleceklerdir,
yahutta İnönü'nün canını alacaklardır" Can pazarlığı o gündür bu gündür
sürüyordu..
Menderes'in oynayacak aü yoktu. İnönü ise askere
oynadı. Belkide herşey 1958 de belli olmaya başlamıştı. Sorunlar 54 den beri
artık dışa vuruyordu ama, 14 Temmuz 1958 de Bağdat'ta meydana gelen ihtilal,
Demokrat Parti üzerinde ihtilal rüzgarlarını estirmeye başladı.. Irak devrimi.
Ankara'da beklenmeyen bir etki yapmıştı. 2 Nisan'da Adalet Bakanı Esat
Budakoğlu görevinden çekildi ve yerine Ağrı Milletvekili Celal Yardımcı
getirildi. Aynı gün Kayseri'dc CHP nin bütün kongre ve toplantılarının yasaklandığının
valilikçe açıklanmasının ardından, İnönü olayı yerinde incelemek üzere yanında
milletvekilleri ve gazetecilerden oluşan 30 kişilik bir heyetle Kayscri'yc
giderken Kayseri'yc 30 km mesafede Himmetdede mevkiinde treni durdurularak
burada 3 saat alıkonuldu. Kayseri'dc sıkıyönetim olmamasına karşılık yapılan
uygulamanın kanunsuz olduğu belirtildi. Durum çok kritik bir safhada idi. Ancak
Valilik yasaklama kararını geri çekerek durumun yeniden normale dönmesine
imkan hazırlarken, İnönü de Ankara'ya tekrar geri dönecekti. Kayseri dönüşünde
de olaylar yatışmayacak aksine iş iyiden iyiye çığırından çıkacaktır. Askeri
birlikler Yeşilhisar'da İnönü'nün yolunu keseceklerdi. Niğde'den sevkedilen
topçu birlikleri Incesu'ya giden yolu kesecekler ve
248
İnönü'nün buradan geçişini engelleyeceklerdi. İnönü
arabasından inerek askerlerin arasından yürüyerek geçti vc oradaki bir tepeye
çıktı. Askeri birlikler etrafını kuşattılar.. İnönü yürüyerek İncc- su'ya
gitti. Oradan Yeşilhisar'a girmek istedi ise de yol askeri kon voylarla
kesilmişti ve halk tecrit edilmişti. İnönü çaresiz kalınca Yeşilhisar'dan
vazgeçip Ûrgüp'c gitti. İnönü İncchisar'dan ayrılırken "Hürriyet isteriz,
adalet isteriz" diye bağırıyordu. İnönü'nün kesin olarak engellenmesi
talimatına karşılık, askerlerin arasından g çerek İnccsu’ya giden İnönü
engellenmemiş, aksine onları selamlayan İnönü'ye askerler selamla karşılık
vermişlerdi. Bu arada İnönü ile selâmlaşarak konuşan Binbaşı Sclahaddin
Çelincr ise mahkemeye sevkedilecekti.
3 Nisan'da Yeşilhisar da yaşanan bu olaylar, İnönü
yanlısı askeri şahıslan fazlası ile tedirgin etmişti. 16 Nisan'da General ve
Amirallerden oluşan emekli 14 Subay İstanbul'da İnönü'yü ziyaret ederek
üzüntülerini bildireceklerdi. Bu arada bazı aktif subaylar da Menderes'e
gelerek CHP olayının bitirilmesini teklif edeceklerdir. Bir bakıma bu olaylar
doğrudan Menderes'in emir vc direktifleri ile değil, intikam sevdasındaki bazı
bürokratlar tarafından tertiplenmekteydi. Daha sonra da Menderes'in bu
olaylarda doğrudan dahli olmadığına ilişkin bir çok açıklamalar yapılacaktır..
27 Mayıs'tan önce başbakanlık doktoru olarak görev yapan Celal Ertuğ 27 Mayıs
1990 tarihli Hürriyet gazetesinde yer alan ve ilk kez yayınlanan anılarında
"Himmctdcde olaylarında Adnan beyin günahı olmadığım” açıklayacaktır.
Ertuğ'un verdiği bilgiye göre "Himınctdcdc istasyonunda muhalefet lideri
İsmet İnönü'nün yolunu kesmeyi o dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar istemiş ve
olayı yönelmişti. Adnan Menderes ise buna karşı çıkmıştı. "Menderes ise
düşüncelerini şöyle açıklıyordu: "Bana şeytan taşlauyorlar.. İnönü'ye
siyasi yatırım imkanı verdik. Çöküyoruz. CHP ihtilali bekliyor. Biz de
ihtilali çabuklaştırmak için ne mümkünse yapıyoruz" Menderes samimi bir
itirafta bulunuyordu.. Olay Bayar'ın bir komplosu idi ve fakat faturası
Menderes'e çıkart* lacaku..
Bayar! Suçlu fakat ilgisiz, bilgisiz roiıcrdc kaypak
bir politi-
249
kaçı!
İsmet Paşa'nın haleti ruhiyesinin bir başka beden
kalıbında ve başka bir fıtratta yeniden biçimlendirilmiş şekli.!
Ertuğ'un belirttiğine göre, İnönü'ye saldın Menderes'i
çıldırtmıştı. Menderes "Adam olay çıkartmak istiyor, siz ona istediğinden
fazlasını veriyorsunuz" diyordu. Menderes çevresindekilere "Bu
memlekette seyahat özgürlüğü de mi yok" diyordu.
Menderes çaresizdi. Ertuğ'un naklettiğine göre, Ahmet
Salih Korur, Menderes'in 11 defa istifa ettiğini söyleyecekti. Ama Bayar
"Dere geçerken at değiştirilmez" diye bu istifalan geri çevirecek vc
gizleyecekti. Menderes Bayar'ın maskesi, yumuşak yüzü, gerektiğinde de kılıcı,
kalkanı, zırhı idi.. Menderes olayları önlemek için çırpınmıştı. Ama
İstanbul'da ve rahatsızdı. Bayar ise olayı başbakanlıktan fiilen yönetiyordu.
Kayseri valisi de yerinde yoktu. Bayar'ın talimatı ile partililer vali
yardımcısına baskı yaparak bu komployu hazırlamışlardı. Devlet komplo
içindeydi. Komplonun planlayıcısı Bayar'dı ve komployu Menderes İstanbul'dayken
o Ankara'da başbakanlığa gelerek doğrudan yönetmişti. Ünlü Mason Medeni Berk
te telefonla Kayseri'ye gerekli ta- limau vermişti.. "İnönü'yü engelleyin,
ne pahasına olursa olsun. Taşla, domatesle, sopayla, askerle, ama mutlaka"
Bayar İnönü'nün tekrar gelmesi ile kendilerinden hesap sorulmasından devri
sabık doğrulmasından korkuyordu ve onun içinde böyle bir komploya girişecekti,
ama sonunda ipe giden o değil Menderes olacaktı! İnönü 18 Nisan'da büyük bir
laf edecekti. Şöyle diyordu İnönü: "Biz demokrauk rejimi kurduk. Bu rejimi
istikametinden ayırıp başka rejim haline getirmek, tehlikeli bir şeydir... Bu
yolda devam ederseniz, sizi ben bile kurtaramam" Avnı gün hükümet tahkikat
komisyonu kurulmasını kabul etti. Komisyon muhalefetle basın aleyhinde ortaya
atılan iddiaları soruşturacak ve soruşturmalar bitene kadar hertürlü siyasi
toplantı yasaklanacak, meclis görüşmeleri vc öneri > Icr resmi gazete
dışında hiç bir yerde yaym- lanmayacaktı. Tahkn at komisyonu meclisten aldığı
bir kararla meclisteki görüşmek t yayınlayan gazetelere karşı tedbirler hazırladı
ve komisyona kirşi çıkar nitelikte yazıl.» yazan bazı dergi
250 vc gazeteler kapatıldı. Tasarıya karşı çıkan Fethi Çclikbaş 12, Osman
Bölükbaşı 6 olurum meclisten uzaklaşın ma cezasına çarptırıldı. Bunun üzerine
muhalefet milletvekilleri meclisi tcrkctıiler. Tasan 27 Nisan'da yasalaştı.
Karan eleştiren İnönü de 12 oturum meclisten uzaklaştırma cezasına çarptırıldı.
Bazı DP li milletvekilleri de kanuna karşı çıktılar. Hüseyin Nail Kübalı vc
Tarık Zafer Tunaya gibi anayasacılannda araların da bulunduğu bir çok hukukçu
tasanya karşı çıkarken, Sıtkı Yırcah da bu uygulamanın sıkıyönetim yetkilerini
aşan bu yetkilerin gayrimcs'ül bir kadroya verilmesi adli sisteme uygun değildir"
diyordu. Şevket Süreyya Aydemir "Menderes'in Dıramı"nda, DP
iktidarının son günlerini şöyle anlatmaktadır: "Menderes için darboğazlar,
her taraftan birden gözüküyordu. Sadece siyasal gerginlik artmıyordu. Psikolojik
hava da gittikçe gerginleşiyordu. Üniversite rahat değildi. Orduda beklenmeyen
olaylar görülüyordu. Vc bunlar değerlendirilmiyordu. Memur tedirgindi. En
sakin, en vakarlı vc güvenli olması gereken yargıçların cephesi sarsılmıştı.
Başta Yargıtay başkanı olmak üzere bir grub yargıcın bir sabah vc bir emirle
emekliye ayrılmaları yargısal garanti sistemini, personel güvencesi bakımından
sarsmıştı. Kaldı ki aynı yasa, bütün görevlileri tahdit ediyordu. -Görülen
lüzum üzerine- bir vali, bir müsteşar bir genel müdür vc her devlet görevlisi istenildiği
zaman hizmet dışı bırakılıyordu."
28-29 Nisan olayları bardağı taşıran son damla
olacaktır. CHP nin 21 meclis araştırması önergesi reddedilmiştir. Buna karşılık
DP, 18 Nisan'da 15 üyeli olağanüstü yetkilere sahip bir tahkikat komisyonu
kurarak, meselelerin üzerine yürümeye çalışmaktadır. İktidar ve muhalefet gemi
azıya almıştır artık. Parlamentoda mutlak çoğunluğa sahip bir iktidar vardır,
ama iktidarın kamuoyu desteği kaybolmuştur. Ve artık sokakla insanlar DP li
gözükmekten korkmaktadırlar. İhtilal söylentileri dolaşmaktadır.. Muhalefet
iktidarı dikta kurmakla eleştirmektedir.
Tahkikat komisyonu, meclisteki görüşmelerin, meclis iradesinin
dışında yayınlanmasını yasaklayan kararlar alarak meclis iradesinin üzerinde
bir takım tasarruflarda bulunmaya varan tavır-
251
1ar içindedir. İnönü ise Mecliste "ihtilal
metotlarını izlcyeccklc- ri"nı söylemekte ve ihtilalin içinden gelen
kişiler olarak gelişmeleri yakından izlediklerini ve bu gidişatın sonunun
muhakkak bir ihtilal olacağını vurgulamaktadır. İnönü Mecliste kürsüyü yumruklayarak
şöyle seslenmektedir: "Beni dinleyin, biz böyle bir ihtilal içinde
bulunamayız. Böyle bir ihtilal dışımızda. Bizimle ilgisi olmayanlar tarafından
yapılacaktır. Biz, demokratik rejim dedik. Demokratik rejim kurulmuştur. Bu
demokratik rejim yönünden ayrılıp baskı rejimi haline götürmek tehlikeli
birşeydir. Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam.. ’ İnönü sürdürüyor
konuşmasını: "Şimdi arkadaşlar, şartlar tamam olduğu zaman milletler için
ihtilal meşru haktır.. Eğer ihtilal, vatandaş için başka çıkar yol yoktur
kanaati zihinlere yerleşirse, meşru hak olarak kullanılacaktır. Bundan
kaçınmak mümkün değildir." İnönü ihtilale açıkça davetiye çıkaı tmakta,
daha doğrusu ihtilal hazırlığını açıkça ifade etmekteydi.. Halktan aldığı
destekle İnönü, iktidara karşı meydan okuyordu. Menderes artık yalnız ve
çaresizdi..
Ve Mayıs ayı.
555 K . Parola bu. 5 Mayıs saat beşte Kızılay
meydanında buluşulacak. Yani beşinci ayın beşinde saat beşte!
Menderes kalabalıkların içinde jalnız kalır.. Gençler
özgürlük ve demokrasi istemektedirler.. "Menderes istifa" sesleri
ayyuka çıkar. Bayar, Menderes'e polisin kalabalıklara ateş açma emri vermesi
için baskı yapar. Bayar'ın ısrarla söylediği tek söz
-Ateş emri ver, nümayişçilere ateş edilsin!
Bayar Menderes’ten beklediği cevabı alamayınca Namık
Gedik'c dönecek
-Sen git vc ateş ettir diyecektir..
Menderes tek başına gidip Kızılay'da halkla konuşmaya
kalkar. Ama çok geç. Tek çare istifa etmektir.. Bütün dostları tek tek
çıralından kaybolmakladır. Halta Ethem Menderes bile.. Keşke Çakırbeyli
çiftliğinden hiç kopmasaydı. Bu maceraya girmeseydi... Menderes'in istifa
girişimi, o günlerde Bayar tarafından "Dere geçerken at
değiştirilmez" gerekçesi ile reddedilecekti. Menderes "eğer bu
buhranın sebebi benim şahsım Lse hiç tereddütsüz der-
252 hal istifa ederim. Yerimi arkadaşlarımdan birine terkederim"
diyordu. Menderes bu işten kurtulmak istiyordu. Ama Bayar ısrarlı idi. Bir
bak.ma Bayar’ın karanlık planlan ve Menderes üzerindeki baskıları Menderes'in
sonunu hazırladı.
O günlerde Başgil de devredeydi. Başgil'c göre
Demokrasilerde sınıf mücadelesi ve ihtilallere yer yoktu. Ama Başgil durumun
nezaketini anlayacak, daha sonra Menderes ve İnönü arasında arabuluculuk
yapmaya çalışacaktır. Başgil, Bayarla da görüşecektir. Başgil'in itidal
tavsiye ederken Bayar şiddet kullanılmasından yanadır.. Nümayişçilere alemi
ibret olacak bir ders vennek gerektiği fikrindedir. O günlerde Menderes'in
istifa etme fikri İnönü cephesinde beklenmeyen bir hadise idi. Öyle
anlaşılıyor ki her şey hazırlanmıştı. İnönü " Menderes'in istifa etmesine
gerek yok, hükümet yerinde kalsın" diyecekti. Ki. İnönü, Menderes'in kürsüye
çıkarak seçim tarihi ilan etmesini istiyordu. Bu durumda destek vadediyordu.
Muhalefetin himmeti ile ayakla duran bir iktidar görüntüsünü DP liler içlerine
sindiremediler. Zaten İnönü isteklerini sıralamaya devam ediyordu:
"Tahkikat komisyonu kanunu dursa bile komisyonun yetkileri askıya
alınmalıdır. Seçim yasası da bir ilim heyetine havale edilmelidir"
Menderes belki bu taleplere bir ölçüde yakındı. Bir çıkış yolu arıyordu. Ama
Bayar bu talepleri reddeder. Gürsel, Bayar'ın bu tavrından rahatsızdı. İlk
hedef Menderes değil, Bayar'dı. Bayar görevden çekilmeli ve Menderes
Cumhurbaşkanı olmalı idi.. Gürsel niçin böyle düşünmüştü! Ba- yar'ın bilinmeyen
gücünden, Atatürk'ün yakın arkadaşı olmasından, dış kaynaklı dostlarından mı
korkuyordu, yoksa gerçekten Menderes'in, Bayar’ın baskısından kurtulması
halinde daha faydalı olacağına mı inanıyordu.
Gürscl'in, Ethcm Menderes'e gönderdiği ileri sürülen
Mektupta önemli uyarılar yer alıyordu.. Gürscl'c göre "Bütün fenalık lar
Bayar'dan kaynaklanıyordu" Ama ne yazık ki Yassıada'da Bayar ipten
kurtulacak, ihtilalin hıncı Menderes'ten alınacaktır. Zorlu idam edilmeden
önce son söz olarak "Ben Mason değilim" diyecektir.. Bir idam
mahkumunun son sözleri olarak bu cümle son derece önemli bir uyarı mesajı
anlamı taşımaktadır.
253
3 Mayıs 1960 tarihini taşıyan mektubunda Gürsel şöyle
diyordu:
Aziz Vekilim, (Ethem Menderes'e)
Dünkü, geceki münakaşalarımızın ışığı altında
zalıalileri- nize, memleketin huzur ve istikrarı için alınması lazım gelen tedbir
ve kararlar hakkındaki görüşlerimi bildirmeyi Millî ve Vatanî bir vazife
bilirim.
Sayın Başvekil'in açıklamalarını dinledim. Ve okudum.
Bunlarda benim düşündüklerimin kabülüne müsait bir zemin henüz mevcut olmadığı
aşikar olarak belliysede genede düşüncelerimin sizleri illağının zaruretine
inanıyorum.
Muhterem vekilim,
Şu hakikati kabul etmek lazımdır ki Kayseri
hadiseleriyle başlayıp, son karar ve feci olaylara kadar varan sahneler, vatandaş
ruhunda derin tesirler ve hükümete karşı telafisi kabil olmayan
hoşnutsuzluklar yaratmıştır.
Sayın vekilim,
Bu ahval küçümsenecek cebir ve şiddetle değiştirilecek
şeylerden değildir. Memleket hükümet ve partinizin düştüğü bu müşkül vaziyeti
kurtarmak için sukunetli, fakat ciddi ve zecri tedbirler almak lazımdır. Bu
tedbirler şunlar olmalıdır:
1. Cumhurbaşkanı
istifa etmelidir. Çünkü bütün fenalıkların bu zattan geldiği hakkında umumi
bir kanaat vardır.
2. Kabinede iyi
kabul edilmeyen ve suihalleri bütün memlekete yayılmış bulunan zevat,
çıkarılmalıdır. Ve yeni kabine, mutlaka, dürüst, makul, zorcu değil, adalet ve
şefkât hissi taşıyan zevattan kurulmalıdır.
3. İstanbul,
Ankara valileri ve emniyet müdürleri süratle değiştirilmelidir.
4. Ankara örfi
idare kumandanı derhal değiştirilmelidir.
5. Son çıkarılan
ve tahkikat komisyonları ihdas eden kanun Z aldırılmalıdır.
254
6. Mevkuf
gazeteciler, bir af kanunuyla, kısa zamanda tahliye edilmelidir.
7. Son hadisede
tevkif edilen talebeler serbest bırakılmalı, ilim müesseseleri, yeniden
faaliyete geçmelidir.
8. Şimdiye kadar
çıkarılan bütün antidemokrat kanunlar, tedricen kaldırılmalıdır.
9. Vatandaşın hürriyet
ve eşit muamele hakkına, mutlak surette riayet edilmelidir.
10. Din
simsarlığından vazgeçilmelidir.
11 .Suiistimaller oluyor mu bilmiyorum. Fakat olduğu
hakkında umumi bir kanaat mevcuttur. Ve miletin, hükümete karşı
itimatsızlığına sebep olmaktadır. Bu gibi kötülüklerin şiddetle bertaraf
edilmeleri lâzımdır.
12. Müstesna zamanlar ve günler haricinde hükümet büyüklerinin
memleket gezilerinde, suni büyük vatandaş topluluklarıyla karşılanmaları usulü
terk edilmelidir.
Muhterem Vekilim,
Bu yazdıklarım, asla bir parti ve politika mülahaza ve
tesiriyle yazılmamıştır. Memleketin durumunun bu tedbirlerin alınmasını
zaruri kıldığına inandığım için arz edilmiştir. Sîzlerin vatanperverlik ve
vicdanlarınıza hitap ediyorum. İyi düşününüz, iyi hareketler yapınız.
Memlekette çok şeyler yapacağınız muhakkaktır. Fakat bu, asla kâfi değildir.
Bu yapılan işleri, müstemleke idareleri de yapar,
yapıyor ve yapmıştır. Asıl mühim olan, toplumun ruhunda, yaşama şevk ve azminin
geliştirilmesi, hak ve hürriyet aşkının kökleştirilmesi ve vatandaş idrakinin,
yüksek ve necip hislerle donatılmasıdır.
Olaylar, bu yolda olmadığınızı göstermektedir. Talebelerin,
hürriyet duygusuyla yaptıkları masumane tezahürata karşı, kıtalar sevk edilmesi
ve onların desteğiyle, emniyet kuvvetlerinin, ilim yuvalarının içine kadar
girerek talebeleri, profesörleriyle beraber coplarla ve kurşunlarla tedip
etmesi, dünyada görülmemiş feci bir şeydir. O hengâmede kız talebelerin
yürekler parçalayan çığlıklarının, analar, babalar ve halk ruhunda onulmaz ya-
255 ralar açacağını ve açtığını
anlamamak, memleketin huzuru bakımından büyük bir hata ve hazin bir gaflet
olduğuna kaniim. Bizim gençlerimizde hak, adâlet ve hürriyet duygularının
gelişmesinden vc kemâlinden memnun olmamız lâzım gelmez mi? istikbâli, hissiz,
duygusuz, müstemleke ruhlu, yalnız maddeci bedbaht insanlara mı bırakmak
istiyorsunuz?
Sayın Vekilim,
Maruzatım muhakkak ki, çok mühim ve hatta çok cüretk-
âranedir. Fakat memleket için, milletin selâmeti için, hükümet ve hatta
partinizin kurtarılması için dikkate alınması lâzımdır.
Saygılarımla.
3.5.1960 KK Kumandanı Orgeneral Cemal Gürsel.
Memlekette ihtilal havası kol geziyordu. Başgil
uyarmıştı. İnönü uyarmıştı, Gürsel uyarmıştı. Öğrenciler y ürüyordu. Kayseri
olayından sonra herkeste bir tedirginlik vardı. Menderes gelişmelerden kaygı
duyuyordu Ama Bayar Menderes'i kullanmaya devam ediyordu.. Menderes ise bırakıp
gitmeyi düşünmesine rağmen bunu bir türlü yapamıyordu.. Bırakıp gidecek
olursa, nereye gidecekti. Belki de bırakmaya cesaret edemiyordu. En az o kollukta
oturmaktan korktuğu kadar, kalmaktan da korkuyordu.
Bazan derin bir boşlukta, bazan coşkulu idi. Coşkulu
bir saatinde şöyle diyordu:
-.. Şu Ankara'ya, şu ufka bak..Şu mehmetçiğe bak!
İhtilal olacak diyorlar.. Bu Mehmetçik mi bana ateş edecek. Ben ki onun köyüne
yolu götürdüm. Suyu götürdüm. Makineyi, işi, parayı götürdüm. Onun için, onun
Ayşe’si için, Fatma'sı için anası için, babası için neler yapmadım. Ben gecemi
gündüzümü bunlara adamadım mı? Bunlar mı ihtilal yapacak!.." Menderes
kitle psikolojisini bilmiyortlu.. Kibriti gözüne çok yaklaştırırsan, arkasında
bir ormanı kaybetmek mümkün.. Çavuşcsku da kendi penceresinden dünyayı
seyrettiği için gelişmeleri hiç bir zaman anlayamadı.
256
Menderes bir Çavuşesku değildi. Ama ihtilalle giden
herkes, halkı için çok şey yaptığını söyleyerek veda edecektir iktidar koltuğuna..
Menderes'in bu sözlerinin de onlardan bir farkı yoktu.. Değilini ki, dün
Kızılordu'nun en parlak yıldızı olan Doğu Alman askerleri, bu gün NATO yıldızını
selamlamaya hazırlanıyor aynı coşku ile! Dün yolunda ölmeye hazır olan asker,
bu gün aynı kararlılıkla demir ökçesini bağrına basabilir! Hele o Türk askeri
ise, çünki o Monlaigne’nin deyişiyle komutanına tapar. Belki de Tanrısından
daha çok korkutulmuştur komutanından! 28 Nisan'dan beri öğrenci olayları durmak
bilmiyordu. 5 Mayıs olayları da buna eklenince birçok kişi yaralandı, gözaltına
alındı.. 3 kişi ölmüştü. Harb okulu talebesi Ali İhsan Kalmaz, Turan Emeksiz vc
bir lise talebesi. Nedim isimli lise öğrencisi nümayiş şuasında dengesini
kaybederek, olaylara müdaheîe etmek için hareket eden bir tankın paletleri
arasında can vermişti. Turan Emeksiz ise o yıl Orman fakültesine yeni
girmişti. Malatya'dan gelmişti. Olaylarda asker vc polis silah kullanmış,
kalabalığı dağıtmak için havaya ateş açmış- u. Açılan ateş sonucu binaların
duvarları delik deşik olmuş, silah sesleri tam bir panik havası doğurmuştu.
Polis takibi korkusu ile bir çok öğrenci evine gitmemiş, yurtlar boşalmıştı.
Korkunç bir şayia çıku. Eve dönmeyen öğrenciler ya da yurtlardaki boş yatakların
sahihleri yoksa kitlesel bir kadiama mı kurban gitmişlerdi.. Söylenti bir anda
bütün yurda yayıldı. Öldürülen çocukların cesetleri, kıyına yapılıp
dondurulmuştu ya da bir başka söylenti de kamyonlara doldurulan cesetler,
asfaltlanan yolların altına gömülüyordu.. İktidar kontrolü kaybetti. Olanlar
hakkında iktidar da yeterli vc sağlıklı bilgiye sahip değildi. Gerçekler daha
sonra anlaşılacaktı.. Bir Üniversite talebesi olaylarda hayatını kaybetmişti.
Ölenlerden bir diğeri ise Harb okulu öğrencisi idi. Üçüncüsü ise bir kazaya
kurban gitmişti ama, o da devrim şehitleri arasına katılmıştı. Hatta sözkonusu
lise talebesi çatışma sırasında değil, askerlere sevgi gösterisinde bulunmak
üzere ellerindeki çiçeklerle tankın üzerine çıkmaya çalışanlar arasında
sıkışıp dengesini kaybederek tankın altına sürüklenmişti. Nisan ayında
hayatını kaybeden Turan Emeksiz için, Mayıs ayında Behçet Kemal hemen bir
257 ağıt yakmış vc devrimden 7 gün önce
23 Mayıs'la yazdığı "MalatyalI Şehit Mehmet Turhan'ın anısına Ağıt"
isimli şiirinde askere şu çağrıda bulunuyordu:
"Malatya'da Yaman biter kayısı Daha çağlh yok bağbam dayısı
Ana ahi yaman büker belimi Yürüme üstüme Bumin ayısı
Canım seni arzuluyor Mehmedim Gel koyunlar kuzuluyor Mehmedim
Katilleri
ailedeyim diyorum
Süt damarım sızılıyor Mehmedim Bu ne arsız ne yılışık surattır
Menderes mi onu ezen Fırat'tır.
Oğul çiğner, kardeş çiğner, kız çiğner Canavarın adı Dcmirkırattır
Canım seni arzuluyor Mehmedim Gel koyunlar kuzuluyor Mehmedim
Bu
katili affedeyim diyorum
Süt Damarım sızılıyor Mehmedim Namık Gedik didik didik olasın. Her
parçanı bir çalıda bulasın Çakılasın bir kazığın üstüne Korkuluktan beter hödük
olasın
Canım seni arzuluyor Mehmedim Gel koyunlar kuzuluyor Mehmedim
Bu
alçağı unutayım diyorum
Süt
damarım sızılıyor Mehmedim
258
Yürür Mehmet kanda yüzen gemi bu. Yürür Mehmet şehidliğin demi bu!
Zeki derler budalanın birisi Şahin mi ki leş kargası Mehmcdim
Canım seni arzuluyor Mehmedim Gel koyunlar kuzuluyor Mehmedim
Bu soysuzu unutayım diyorum Süt damarım sızılıyor Mehmedim Mehmet
derler Malatya'nın kuzusu Kurşun onda, ciğerimde sızısı Atatürküm Atatürküm
nerdesin Böylcmiydi alırımızın yazısı
Canım seni arzuluyor Mehmedim Gel koyunlar kuzuluyor Mehmedim
Atatürk'e
bağışlarken ben seni
Süt damarım sızlamıyor Mehmedim Bir meydanda yüz kişiye kıyanlar
Arslan ini size kalmaz çıyanlar Mezarından doğrulupla boğacak Esvabıyla
gömdüğünüz civanlar
Canım seni arzuluyor Mehmedim Gel koyunlar kuzuluyor Mehmedim
Benden emmiyenler bile özoğlum Süt damarım sızılıyor Mehmedim
Mehmet Mehmet ahircltcn konuş gel Atatürklc şchidlcrlc tutuş gel
Bir tek umut umud sende kaldı anamın Türk ordusu Türk ordusu yetiş
gel!
259
Canım seni arzuluyor Mehmedim
Gel koyunlar kuzuluyor Mehmedim
Mezarını arıyorum her yerde
Süt damarım sızılıyor Mehmedim..
Behçet Kemal Çağlar 23. 5.1960
Kim dergisinde yayınlanan şiirde açıkça yüzlerce ölüden
sözedilmckte idi. Açık bir provakasyon kokuyordu.. Atatürk adına Ordu
çağırılıyordu. DP yöneticilerinin kazığa geçirilmesinden, parça parça edilip
her parçasının bir tarafa savrulmasından sözediliyordu. Kim dergisinde Ali
İhsan Kalmaz'la ilgili olarak, açık bir provakasyon kokan şu cümleler yer
alıyordu: Milli Kurtuluş harekelimizin asil şehidi, Harp okulu öğrencisi Ali
İhsan Kalmaz. cuma günü büyük Atatürk'ün Anıtkabri'nin eteğinde toprağa
verilecektir. Kalmaz ve onun kurtuluş hareketinin diğer öncüleri olan , henüz
say ilan ve nerede olduktan bile kesin olarak bilinmeyen Üniversiteli
şchidlerimiz bu memlekette bir daha diktatörlerin hüküm sürmesine engel
olacaklardır." Olaylarda, biri kaza ile ikisi olaylarda üç kişi ölmüştü.
Güvenlik güçlerine taş atarken kurşunla vurulmuşlardı. 27 Mayısçılar üç
"şehidlcrinin" intikamını aldılar. Üç politikacıyı idam ederek kısas
yapmış oldular. Ama kurdukları rejimde üç genç değil yüzlerce, halta binlerce
genç hayatını kaybetti.. Onbinlcrcc genç tutuklandı. Üniversiteler ihtilal
kıvılcımının ilk tutuştuğu yerler olmuştu. Dckanlann odası işgal edilmiş,
istifa istila diye bağınyorlar ve yağma ve talan eylemlerine girişiyorlardı.
Olaylar sıradan bir öğrenci olayı olmaktan çıkmıştı. CHP nin kışkırtmaları vc
profesyonel ajan provakatörler devrede idi. Çağlar da bunlardan biri idi.. Bir
yandan Atatürkçülük nutukları sıkılırken, öte yandan Askerler göreve
çağrılıyor. CHP nin kurmayları ile iktidarı devralmaya hazırlanıyorlardı. Ankara'
da Ziraat fakültesinde meydana gelen olayların başlangıcı, iktidarın
Üniversiteleri milli eğilim bakanlığına bağlama girişi-
260 mini protesto şeklinde olmuştu. Dekanı istifaya çağıran öğrenciler,
az sonra "Kukla Dekan", "Hollywood Dekan", "Muhtariyet
istiyoruz" sloganları ile koridorları işgal edeceklerdi. Ve ardından
politik pankartlar ve sloganlarla protestonun şekli değişecekti. Mesela Pankartlardan
birinde "Kukla dekan Menderes marka Pipon nerede" yazıyordu.
Gençlerin ağzında yeni moda bir şarkı:
Olur mu böyle olur mu
Kardeş kardeşi vurur mu
Kahrolası diktatörler
Bu dünya size kalır mı?
261
ORDU İÇİNDE İLLEGAL ÖRGÜTLENME
555 K, Beşinci ayın beşinde saat beşte Kızılay'da..
Her şey çok iyi örgütlenmişti. Kitleler bilinçli bir
şekilde aji- te ediliyordu.
Kayseri olayları ile ihtilal için start verilmişti.
Daha Kayseri olayları patlak vermeden ordu içinde bir takım ihtilal
hücrelerinin örgütlenmeye başladığı ileri sürülüyordu. Mesela kısa adı SOG olan
(Sınıf Okulları Grubu) illegal bir askeri hücre idi. Dışkapı'da- ki Ordu
Ikınalım Okulu'nda üslenmişlerdi. 3 asil bir yedek üyeden oluşan hücreler
örgütlemişlerdi. Amaç, bütün askeri okullara yayılmaktı. Daha önce bir kaç kez
askeri öğrencileri sokağa dökmek istemişler, bunda muvaffak olamamışlardı. Son
21 Mayıs olaylarında Harp okulu öğrencilerinin yürüyüşünü bu hücre organize etmişti.
"Menderes'in Dıramı"nda belirtildiğine göre,
bu gizli örgütün başlıca ilkeleri şunlardı:
-Toplum, düzen bozukluğu yüzünden bir rejim buhranına
gitmiştir. Sür'atle ihtilale doğru kaymaktadır.
-İhtilal, bir toplumu büyük çalkantılara ve
komplikasyonlara sürükleyebilir.
-İhtilal sonrası başa geçecek iktidarın zayıf olması
halinde rejim buhranları birbirini takip ederek hükümet darbelerine yol açar.
-Böylccc de ordu bütünü ile politikaya sürüklenir ki bu
da çok tehlikelidir.
262
-O hakle iki yol vardır:
1- Evvela ihtilali
önlemeye ve pasif mukavemete geçerek DP iktidarını çekilmeye zorlamak,
2- Bu olmadığı
takdirde Merkez grubu ile birleşerek ihtilale bilfiil iştirak etmek.
-İktidara -Ordu sizinle beraber değildir- ihtarını
yapacak gösterilerle iktidarı istifaya zorlamak,
-Subaylar yürüyüşü tertip etmek..
Ardından öğrenciler sokağa dökülecektir.. İstekler bu
arada hükümete yazılı olarak bildirilir
-Tevkif edilen subay ve öğrenciler derhal serbest
bırakılacaklardır
-Örfi idare kalkacaktır.
-Hükümet istifa edecek ve derhal seçimlere
gidilecektir.
Harp okulu öğrencileri bir kere sokağa çıkmıştır ama,
gençleri sokağa döken irade öğrenciler üzerindeki insiyalifi yitirir. Artık
ok yaydan çıkmıştır. SOG safını belirler vc o gün, o olaydan sonra ihtilale
fiilen katılmış olur. 24 Mayıs günü Harp okulu fiilen ihtilal karargahına
dönüşür.
Hükümet içinde Mason kanat Menderes'e başkaldırın Menderes
ise sindirme operasyonuna girmek ister, ama artık gücünü yitirmiştir. Tek umudu
Anadolu'ya çıkmak ve kendine duyulan çoşkıın güveni arkasına alarak
rakiplerinin üzerine yürümek.. Ama artık çok geç.. Sıtkı Yırcalı Menderes'i
yakalamış, köşeye sıkıştırmıştı.. Sıtkı Yırcalı. O sağın müthiş adamı. Balı'ya
Kalkan Treninin yazarı. Boraks Consalidet'in Türkiye mümessili..
O günlerde İstanbul'da toplanan NATO bakanlar konseyi olayları
yakından izlemişti.. Askerlerin tavırları açık vc netti. Menderes ve Bayar
İkilisi artık ömrünü tamamlamıştı. Amerikalı dostlar durumu kabullenmek
durumundaydılar.. Onlar için sevgili değiştirmek, gömlek değiştirmekten daha
zor bir şey değildi.
6 Mayıs-Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel görevinden
izinli olarak ayrıldı.
16 Mayıs-Dışişlcri
bakanı Zorlu Paris'e gitti.
17 Mayıs-Türkiyc-ABD
yardım anlaşması imzalandı.
263
21 Mayıs- Harbokulu öğrencileri hükümet aleyhine yürüyüş
yaptı. Hükümet Harpokulu komutanı Tuğgeneral Sıtkı Ulay'ın dikkatini çek,ti.
Sıkıyönetim, acil olarak daha sıkı tedbirler alındığını açıkladı.
24 Mayıs- Menderes
Yunanistan'a yapacağı ziyareti erteleme kararı verdi. Gerekçe: Ülkenin içinde
bulunduğu durum.
25 Mayıs- Eskişehir'de
konuşan Menderes, Meclis tahkikat komisyonunun raporunu hazırladığını
belirterek şöyle dedi: "Yolumuz seçim yoludur"
Menderes şöyle diyordu: "Nitekim bütün
ayaklanmalara sebeb olarak milletin itimadını ve muhabbetini haiz olmak şöyle
dursun, halkın nefretini kazanmış vc bir an evvel milletçe bertaraf edilmesi,
adeta bir milli arzu olarak gösterilmek istenmesine rağmen, DP iktidarının
bunun tam tersine olarak milletin vicdanında nasıl derin muhabbet ve itimat ile
kök salmış olduğunu işte, bu muhteşem vc heybetli manzaranız kal'i olarak
göstermektedir. Ve şüphem yok ki vc yurdun heryerinde aziz Türk milleti aynı
itimadı, aynı muhabbeti, aynı kararlılık ile ve tıbkı sizinki gibi böyle
muhteşem tezahürat ile teyide hazırdır. Azimlidir. Yolumuz seçim yoludur.
Serbest seçim yoludur. Hürriyet ve demokrasinin memleketimizde yerleştirilmesi
yoludur. Fakat, her şeyden evvel nizamın muhafazası kat'i bir zaruret arzeder.
Bu yapılmadığı takdirde bir takım sokak hareketleri ile milli iradenin iptal
edileceği kanaati hakim olursa hu gün için ve istikbal bakımından çok tehlikeli
bir vaziyet hasıl olur. Geri memleketlerde görülebilen bu çeşit ibtidai istidat
vc inkişaflar bizde tamamıyla vc çoktan tarihe male- dilmiş olmak lazım gelir.
Menderes askerlere güvenmiyordu. Orduyu yedek subaylarla
bile idare edebileceğini sanıyordu.. Ya da gözdağı vermek için başka çaresi
yoktu. O gün bakanlar kurulu son kez toplandı. Menderes'in toplantıdan çıkarken
söylediği son sözler şunlardı: "Size teessüf ederim." Kendi grubu tarafından
da terkedilmiş, ihanete uğramıştı.. Elinden tutup "Adam ettiği"
insanlar artık telefonuna bile cevap verme zahmetinde bulunmuyordu.. Menderes
bakanlar kurulu toplantısından çıkarken, İhtilali hazırlayan subaylar
264 operasyon için son kararı vermek üzere bir araya geliyorlardı..
Ve
27 Mayıs- Saat 03.00. Silahlı kuvvetler yönetime el koydu!
Menderes Kütahya yolunda yakalandı.. Siyasi hayatına
başlarken Kütahya'dan yola çıkmıştı ve siyasi hayatını Kütahya yolunda
noktaladı.. Kütahya'ya ulaşsa idi durum ne olurdu?.. Onu bilmiyoruz. Ama kader
hükmünü uyguladı. İnsanlar layık olduğu şekilde idare olunacaklardı.. İhtilal
şu anonsla duyuruluyordu:
"Büyük Türk Milleti, Silahlı
Kuvvetlerimiz bütün yurtta 27 Mayıs saat 03.00 den itibaren idareyi ele alınış
bulunmaktadır. Bütün vatandaşlarımızın ve emniyet kuvvetlerinin Silahlı Kuvvetlerle
yakın işbirliği ile bu harekat hiç bir can kaybı olmadan başarılmıştır.
İstanbul'da ikinci bir tebliğe kadar Silahlı Kuvvetler mensupları hariç sokağa
çıkma yasağı konmuştur.
Vatandaşlarımızın silahlı kuvvetlerin vazifelerini
kolaylaştırmaya ve milletçe ürnid edilen Demokratik rejimin teessüs etmesine
yardımcı olmasını rica ederiz."
İnönü CHP nin, ihtilalin ne başında ne de içinde
olmadığını söylüyordu. Ama CHP lilerin ideallerine sahip kadrolar yönelimi ele
geçirmişlerdi. CHP nin vaatleri ve tavsiyeleri ihtilalin vaatlerini
oluşturmaktaydı. İhtilalciler CHP ile aynı görüşle idi. Dahası, ihtilalciler de
CHP vc DP gibi, Laik Demokratik Cumhuriyet ilkelerine, llliiaklara, BM
kararlarına, NATO ya ve Ccnto'ya bağlıydılar! 28 Mayıs'ta, tarafsız kişilerden
oluşan bir kabinenin görevi devraldığı bildiriliyordu. Kabinede 3 Asker vc 14
Sivil üye bulunuyordu. Gürsel yaptığı basın toplantısında darbenin amacını şöyle
açıklıyordu: "İdareye el koymanın amacı, Türkiye'de Demokrasinin tekrar
ortaya çıkaıtılmasıdır. Yeni seçim kanununun hazırlanmasından sonra, yönetim,
halkın serbest seçimine bırakılacaktır. DP de dahil olmak üzere, bütün
partilerin genel seçimlere katılmalarına izin verilecektir!" DP bu
icahhüde rağmen 29 Eylül'dc kapatılacaıkiır. Mustafa Kemal'in Hamdullah
Suphi’ye bir sözü var..Mustafa Kemal çılgınca kendini alkışlayanlara el
sallarken Suphi'ye şöyle der: Vahdettin de dönse idi, aynı alkışlar duyulur-
265 du..
Dün İnönü'yü kolluğundan alaşağı eden Menderes'i
alkışlayanlar, bu gün, Menderes'i idam sehbasına götürenleri aynı heyecanla
alkışlıyorlardı.. Yoksa kalabalıklar güce, iktidara, paraya mı tapıyorlardı!
Arlık bebek davaları, köpek davaları başlayacaktır..
Öldürüldüğü iddia edilen öğrencilerin toplu mezarları aranacak, cesetleri
kıyına yapılan çocuklar masalı bitecek, artık seçim kararı almış bir hükümeti
devirerek demokrasi getirmeyi vadedenler vatanı kurtarmış olmanın verdiği
hakla kendi iktidarlarını üreteceklerdir! İnönü için ise artık iktidar yolu
açılmıştı. L'mud doluydu. İhtilalin gölgesinde şöyle diyordu: "Türk
Milleti demokratik nizamı, hayal tarzı olarak sarsılmaz bir surette seçmiş,
benimsemiştir. Türlü devirler vc buhranlar olabilir. Fakat Türk milletinin
demokratik rejim dışında bir hayal tarzına razı olması asla olmayacaktır.
Bütün idealistler vc aydınlar, milletin sağduyusundan kuvvet alarak, taze bir
şevkle demokratik nizamı süratle muntazam işler bir hale getireceklerdir.
Milletin istidadı vardır" Yolun sonuna gelinmişti. Vatandaş çaresiz ve
umutsuzdu. Şevket Süreyya'nın alıntıladığı gibi, Karadenizli bir vatandaş
şöyle diyordu:" Efendim bunları biz getirdik..Ama işleri bitmiştir..Şimdi
dua edelim ki, memleket daha kötüye gitmeden bize bir baş çıkartsın. Ama Gazi
paşa gibi bir baş..Yoksa ne olacağını Allah bilir!”
Gazi paşa gibi bir baş için dua ettiğimiz sürece sulhu
salaha ulaşamayacağımız gerçeğini öğrenene kadar bu yanılgılar sürüp gideceğe
benzemektedir!
Menderes dönemi, faciayla biten bir maceranın hikayesinden
ibarettir. İsmail Ccm'in "Türkiye'nin geri kalmışlığının Tari- hi"ndc
belirttiği gibi" Tanzimatla ithal edilen, Atatürk devrinde sürdürülen,
DP-AP döneminde büyük bir ustalıkla halkın desteğine de dayatılan Batılılaşmanın
gerekçesi, Avrupanın ekonomik, hukuki, siyasi kuruınlarını ve kültürünü bize
aktarmak sureliyle Avrupa'nın relah düzeyine erişileceği sanısındandır. Ancak
şartlar tamamen değişik olduğundan ortaya temelsiz kurumlar, karmaşık
tepkiler, yozlaşmış bir kültür vc niteliği belirsiz bir toplum
266 çıkmaktadır...Batılılaşma harekeli öz olarak -Bir sınıfa sahip olamayacağı
nitelikleri kazandırmak- çabasıyla -Ferde, biriktireme- yeccği sermayeyi
biriktirtmek- uğraşısıdır.. 1800 den beri gelen bütün iktidarlar, bu iki
imkansızı gerçekleştirmeye çabalamıştır.." Yerli burjuva özlemleri ve
sermaye birikimi.. Bu yolda elde avuçla ne varsa o da bir takım köşe dönmeci
tiplere kaptırıldı vc kendimizi daha geri noktalarda bulduk.
Köşe başım tutan güçler ve ülkeye egemen olan irade
aslında ne yapuğını ve neyi istediğini biliyordu. Sağ ya da sol iktidarlarla,
sivil ya da askeri rejimlerle o hep emin adımlarla ön gördüğü hedefe doğru
yürüdü. Halka sunulan reçete ise hep hastalığın mikropla tedavisi yönünde idi.
Kamuoyunu yönlendiren irade, halkın tepkisini de kendi çıkarları yönünde
belirleme gücüne sahipti, öyle olunca da sonuçta ne demokrasiden sözcd i lebi
1 i rdi vc ne de insan haklarından.
267
SAĞCI İSLAM VE DP NİN GÖREVİ
Menderes daha baştan kaybetmişti. ABD ye büyük güven
duyuyordu. Menderes gerçekten vefa duygusu ile dolu bir insandı. Herkes ona
ihanet etli. Ama hiç bir dostuna ihanet etmedi. Kininden de vazgeçmedi tabi bu
arada. Bu fıtranının gereği olarak ta her zaman Amerika'ya gönülden bağlı
kaldı. Komünistlere ve İsmet Paşa'ya karşı sempaü duymadı. Menderes'in bu
coşkulu sevgisi karşısında Amerikalı dostlan o iyi günlerde şöyle diyorlardı:
"Türkiye'nin bir yardım vc müzaherete ihtiyacı vardır. Bunun içindir ki,
mütekabil güvenlik programı içinde, bu iktisadi yardım derpiş edilmiştir. Bizim
kanaatimiz şudur ki, Türkiye'ye yapılacak iküsadi yardım için verilecek olan
krediler, Amerika'nın güvenliğini doğrudan doğruya sağlamak gibi birşeydir. Bu
kredileri başka yere sari edecek isek hiç sarfetmeyelim daha iyi." Bu
sözler Amerikan politikasında sözü dinlenen bir isim olan J.F. Dullesel'e
aitti. ABD başkan yardımcısı R. Nixon ise şöyle diyordu: "Bu gün bu masa
başında bulunanlar kadar birbirlerini anlayanlara çok az rastlanır. Dünya
meselelerini aynı şekilde görüyoruz. Siz bizim meselelerimizi, biz sizin
meselelerinizi biliyoruz ve birbirimizi destekliyoruz. Bütün kalbimiz
sizinledir. Temenni etmek isterim ki konuşmalarımızı başkaları takip etsin.
"Menderes ise bu sözlere şöyle cevap veriyordu: "Muhterem başkan
muavininin içten gelen samimi bir heyecanının ifadesini teşkil etmek üzere
söylediği memleketimiz hakkındaki derin itimadı gösteren sözlerini şükranla
karşılıyorum. Biz, ABD nin rehberliğini hakkı ile yapmakta
268 olan bir memleket olarak her adımım
hayranlıkla takip etmekteyiz. Türkiye hadiseleri aynı şekilde görmekle
kalmamakta, aynı şekilde tedbirleri almaktan da asla çekinmemektedir. İki memleket
arasındaki münasebetler, öyle bir dereceye gelmiştir ki, başka türlü düşünmeye
imkan yoktur. Bu derece birbirlerine bağlı iki memleketin kaderi ancak
ebediyyen dost ve müttefik olmaktır."
"Ebedi dost ve müttefik"
Sonra Amerikalı dostlarımız, Türkiye'yi "oltaya
takılmış balık" olarak gördükleri için "yem'e ihtiyacı olmayacağına
hükmedeceklerdir.. Bu gün borç alanların yarın buyruk almaya hazır olacağını
bildikleri için, o günlerde cömert davranmaya çalışıyorlardı.
Daha sonra yardımlarını şarta bağlayacak vc Kıbrıs
meselesinde olduğu gibi, Türkiye'ye Ambargo uygulamakla tereddüt etmeyeceklerdi.
Amerika Türkiye üzerinde bir çok emellere sahipti..
-İslam dünyasına yönelik bir sıçrama tahtası idi ve
yine SSCB nin hemen burnunun dibinde bir ülke olarak stıatejik bir öneme
sahipti.
-Türkiye’nin sahip olduğu tarihi misyondan
yararlanarak, Türkiye'yi omek göstermek sureli ile İslâm dünyasında gerçekleştirmeye
çalıştıkları yeni siyasal ve kültürel proje için istifade etmek istiyorlardı.
-Türkiye iyi bir pazar, ucuz işgücü deposu idi.
-Savaş paratöneri, tatbikat ve savaş alanı olarak ya da
riskli silahların depolanması için uygun bir alandı.
-İyi ve disiplinli bir asker deposu idi aynı zamanda.
-İsrail'e yakınlığı da ayrı bir önem taşıyordu. Yine
aynı şekilde Ermenistan, Kıbns ve İstanbul'un statüsü ya da Türkiye'deki
azınlıklar konusu da Amerikalıları yakından ilgilendiriyordu. Amerika bir
yandan sola, komünist grublara karşı, soğuk savaşın bütün şiddeti ile devam
etliği günlerde müslümanlan Antikomü- nist ideolojinin vurucu gücü olarak
kullanmaya çalışıyordu. Böy- lece Islâm pekâlâ Amerikan amaline hizmete sunulabilirdi!
ABD, daha 19-48 lerdc bunu farketmiş, 1949 larda CHP döneminde uy-
269 gulama alanına girmesini sağlamıştı.
İmam-Hatip okullarının açılması, zorunlu dindcrslcri, Hacc'a gideceklere döviz
tahsisi, ilahiyat Fakültcsi'nin açılması 1950 öncesinde oldu. DP daha sonra bu
programı sahiplendi. ABD nin istediği, yumuşatılmış, Amerikan Demokrasisi ile
uyumlu, ABD nin bölgedeki askeri vc siyasi çıkarları ile uyumlu bir Islâm'ı
desteklemekti. Zorunlu dindersleri ya da İHO nun, İlahiyat Fakültclcri'nin açılması,
TSE damgalı bir din icad etme gayretlerinin ürünü idi. Aynı zamanda iktidara yabancılaşan
geniş halk kitlelerini iktidarın yanına çekmek için uydurulmuş bir proje idi.
CHP nin bu yöndeki gayretleri halka inandırıcı gelmedi.. Daha doğrusu Amerika
ve İngiltere'nin gözleri önünde din önce ortadan kaldırılmaya çalışılmış,
camiler ahıra çevrilmiş fakat din duygusu çökertilememişti. Islâm'ı yoketmek
mümkün olmadığına göre, dinin içini boşaltarak şeklini muhafaza etme yoluna
gidilecekti. Halk CHP iktidarına güvenmiyordu. Fethi bey CHP ye karşı
politikaya girince, halk, yeni hareketin mahiyetine bakmaksızın, CHP ye karşı
bu ilk harekete coşku ile katılacaktı. Suya düşen yılana sarılır örneği Ali
Fethi Paşa bu coşkun halk selinin önünde sürüklenmeye başlayınca çareyi partiyi
fesihte bulacaktı. Çünki halktan gelen tepki ismet Paşa'yı hedefler gibi
görünmesine karşılık tek adamı da tehdit eder boyutlara ulaşma eğilimi
gösteriyordu. İzmir'de halk "Kurtar bizi" diye bağırıyordu..
Yunan'dan kurtulmuşlardı ama bir başka bela ile karşı karşıya kalmışlardı.
Olaylar sırasında oğlunu kaybeden bir baba, oğlunu getirip Fethi Paşa'nın önüne
serecek;
-Bu ilk kurbanımız, ama daha kurbanlar lazımsa
vereceğiz, fakat bizi kurtar diye ağlayacaktı.
Fethi bey halkı kurtaramayacaktı. Atatürk'ün iradesi
ile kurtarma operasyonu yarım kalacaktı. Atatürk'ün ölümünden sonra herşey daha
da kölülcşccckli.. Vc sonra beklenen prens bir gün çıkıp gelecekti: Menderes!
Din duygusu yokedilemediğine göre, Amerikalı dostlarımız
devlet eli ile müslümanlığı örgütleme yolunu seçeceklerdir. Menderes böyle bir
görevlendirme için uygun bir isimdi.. Suudi Pclrolü’ndcn güç alan ARAMCO nun
finansörlüğünde, Bağdat 270 Paktı, CENTO ve Arap Birliği, İslâm Birliği gibi
bir takım resmi örgütler aracılığı ile uygun hale getirilmiş bir din topluma
empoze edilmeye çalışılacaktı. Halkın gözünde CHP "Dinsizdi".. CHP
Frenk kültürünün ürünü idi. Halk bilinçli olarak ya da bilinçsizce
batılılaşmaya karsı çıkıyordu. Aydını işbirlikçi olarak görüyordu. Az zamanda
çok işlerin başarıldığı bir zamanda milli burjuvazi üretme adına köşe dönen
mütcgallibc de halkın değerlerine saygılı değildi. CHP, bu aydın, bürokrat
çevrenin partisi idi. DP dindarlara oynayacaktı. Böylece aynı zamanda DP nin
şahsında din vc dindarlar yargılanabilecek, müslüınanlar eli ile solcular
ezilirken, solcular eli ile de İslâm'a vc müslümanlara saldırılacaku. Böylece
kendi içinde bir çatışma dinamiği oluşturulacaktı.
Ne var ki DP, dini CHP ye karşı oy kaygusu ile istismar
konusu yapacak ve uzun vadede dindarlara yakın durmanın hem dış dünyada hcın
de içeride güç dengesi açısından prestij sağlamayacağım görecektir. Zaten din
ve dindarlık bir irtica sorunu olarak takdim cdilmcktedir..MilletPartisi'nin
müslüman kesimin tepkisini örgütleme gayreti, DP üzerinde ilk şüphenin
doğmasına, hatta DP nin bir muvazaa partisi olup olmadığı tartışmasına yol
açacaktı. Bayar'ın, 1950 başından itibaren "irtica" tartışmalarına
katılması, parti içinde masonik kadroların egemen olmaları ile artık müslüman
halk DP den umudunu kesmeye başlayacaktır.. DP iktidarına! sonuna kadar bağlı
kalanlar, sağcı bir müslüman tipi çizeceklerdir.. 60 ihtilalinde müslümanlar
kendi konumlarını sorgulayacaklarsa da, bu güne kadar sürüp gelen gelenekçi
bir yaklaşım, hâlâ müslümanlar arasında sağcılığın etkisini göstermesi bakımından
önemlidir.. Sağcı gelenek, gücünü kendi inancından alan vc sorumluluk bilincine
sahip kitlelerin tercihi değildi. Komünizm tehlikesine bağlı bir korku
ideolojisi idi vc genel anlamda bir "ehveni şer" politikası idi. Ya
da CHP zulmünden kurtulmuş olmanın minnet ve şükran duygusunun ürünü idi.
Sağcı İslâm küçük tavizler ve himayelerle, günümüze kadar sağ partilerin ucuz
oy deposu olma özelliğini korumuşlardır ve bu gün hâlâ bir takım pazarlıklara
dayalı olarak bu misyonlarını sürdürmektedirler. Bu tarihi sorumluluğun vebali
de Menderes'e aittir.. Menderes, Bayar
271 ve onun yakın çevresini oluşturan
Masonik Cunta tarafından, müslümanları avlamak için oltaya taktıkları cazib bir
yem gibi kullanılmıştı. Necip Fazıl'ın gözünde Menderes 1954 seçimlerine kadar
dört sene hedefsiz bir gayret içinde olmuştu, 57 seçimlerine kadar üç yıl
boşuna zahmet içinde geçmişti.. 1960 a kadar ise sürekli gaflet devresi idi.
Menderes müslümanlara doğru her bir adım atışında, müslümanlar ona doğru bin
adım koşarak geldiler.. Müslümanların gönüllerinde taht kurması için fazla
icraata gerek kalmadan şu bir kaç satır söz yetiyordu. Menderes DP nin İzmir il
kongresinde şöyle diyordu: "Şimdiye kadar baskı altında bulunan dinimizi baskıdan
kurtardık. İnkilab softalarının yaygaralarına ehemmiyet vermeyerek ezanı
Arapçalaştırdık. Mekteplerde din derslerini kabul ettik. Radyoda Kur'an
okuttuk. Türkiye bir müs- lüman devlettir ve müslüman kalacaktır. Müslümanlığın
bütün icapları yerine getirilecektir." Menderes BM ideallerine bağlılık
yemini ederken de, Laik demokratik cumhuriyet ilkelerine bağlılık andı içerken
de, NATO ve ABD ye karşı coşkulu nutuklar atarken de samimi idi.. Bu birbirine
zıt davranışlar ise, onun davranışlarını temellendiren temel bir inanç ve
fikirden yoksun oluşu idi. Saf yürekle düşündüğünde müslüman olmak zor gelmiyor
ve bundan utanmıyordu ama, bir başka zaman ve bir başka yerde bir başka
kişiliğe bürünüyordu. Zaten belki de DP Genel başkanlığına ve başbakanlığa bu
özelliğinden dolayı seçilecekti.. Bazan zaaflar güçlü olmanın tcminalı olabilir
mi idi? Menderes kendine gerçek bir dost seçmesini bir türlü bccerememişti..
Herkese mavi boncuk dağıtıyordu. Burhan Belge'ye, Samet Ağaoğlu'na, Recep
Bilgi- ner'e, Muhib Dıranas'a, Nihat Erim'e, Ayhan Aydan'a, Nesrin Si- pahi'ye,
Necip Fazıl'a, Aka Gündüz'e, Enis Behiç Koçyürek'e, Ahmet Emin Yalman'a, Nadir
Nadi'ye, Cahit Yalçın'a, Selim Ragıp Emcç'c, Doğan Nadi'ye, Ercüment Karacan’a,
Reşat Nuri'ye, Mehmet Kaplan'a, Pcyaıni Safa, Orhan Sey fi Orhon, Yusuf Ziya
Ortaç’lara örtülü ödenekten para aktarıyordu.. Olgunlaşma Ensti- tüsü'ne ya da
DP teşkilatlarına, yakın çevrelerine, Milliyet, Cumhuriyet vc Yeni Asır
gazetelerine önemli ölçüde maddi yardımda bulunuyordu.
272
O gün bu paraları alanlar, daha sonra Menderes'in
aleyhine yazacaklardı.. Menderes kimden yana idi. Yeni Asır ya da Cumhuriyetçilerden
yana mı, para yardımında bulunduğu Müslümanların sesi gazetesinden yana mı?
Necip Fazıl'ın gözünde Menderes tam bir muammadır.. Bir yandan inkilab
yobazlarından söze- derken. öte yandan, Tek parti yönetiminin bile akıl
etmediği bir tedbire başvurarak Atatürk'ü koruma kanunu çıkartacakur. Menderes'e
göre bu kanun "Tenkide" mani değildir. Tahkiri yasaklamaktadır.
Atatürk ün tenkit edilip edilmeyeceği konusunda, söz- konusu yasa ile ilgili
olarak Başbakan şu açıklamada bulunuyordu: "Onu biz bir demokratik
inkilabın muvaffakiyedi başarıcısı olarak mütalaa etmek mevkiinde olmayacağız.
Onun eserlerinden bu günün zihniyetine uymayanları kabul etmemekte, tenkit etmekle
elbette devam edeceğiz. Bizim maksadımız tenkit hürriyetini, vicdan
hürriyetini takyid etmek değil, tahkir ve terzil hürriyetini kaldırmaktır. Biz
bunu isliyoruz."
Menderes Atatürk'ü koruma kanunu ile ilgili olarak "Şahsa
mahsus kanun olmaz" eleştirisini getirenlere karşı şöyle diyordu:
"Şahsa mahsus kanun olmaz deniliyor.. Ne ile isbat ederler.? Başka
memleketlerde yokmuş. Bunu nereden biliyorlar?"
Menderes'in kimden yana olduğunu kestirmek zordu. Menderes
bir bakıyorsunuz, İslâm'ı ve müslümanları savunmaktadır. Bir bakıyorsunuz kau
bir laik kesilir.. Ya da şu sözler de ona aittir: "Fakat bu memlekette
halifeliği ihya, saltanatı iade etmek hülya vc tasavvurları hâlâ bir lakım
hayalperestlerin, maceraperestlerin kafalarında kavak yelleri gibi
esmektedir"
NFK Menderes'in din karşısındaki haleti ruhiyesini
şöyle tanınılıyor: "Adnan bey, sık sık başvurduğu kocakarı ağzı nükte- 1er
ine rağmen, hiç bir zaman pazarlıksız vc fikir kargaşasından kurtulmuş olarak
(...) dindar olamamıştır." "O, çilesi çekilmiş hiç bir dünya görüşüne
bağlı değildi. Sıralayalım:
İslâm
Sosyalist
Komünist
Liberal
273
Demokrat
Otokrat
Bunlardan hiçbiri değildi (...) Liberalizm ve
Demokrasi'den anladığı yine bir çoklan gibi kaba ve ablak bir hürriyet
rejiminden başka bir şey değildi."
"Evet İki Adnan Menderes var. (...) Bunlardan
bazan biri, bazan diğeri galib gelir. Eğer biz Menderes'i bu çekişmeli hüviyeti
ile almazsak, herhangi bir davada, karar veren kimdir, konuşan hangi
Mcndcrcs'til, anlayamayız... O öyle bir kendi kendine aşk haleli içindedir ki,
dostlanndan beklemediği fedakârlık yok, onlara gösterebileceği fedakârlıkta
mevcut değildir. Arkadaşlarına her ikramı, iltifatı, alakayı gösteren, fakat
kendisini vermeyen, esirgeyen bir adam!"
Romantik, aşın hassas ve heyecanlı mizacı ile, bir
günah olarak içinde sakladığı tutkuları, politik kişiliği ile birleşince kişiliğini
parçaladı vc bir megolomani ile birlikte gelişen bir melankoliye dönüştü.
Ve Menderes bir döneme ilişkin sırlan içine gömerek aynl-
dı aramızdan.
Bu gün Menderes'e iadeyi itibar sağlamaya çalışanlar,
bir ölünün naşına duydukları saygıyı kendi yaşayan bedenlerine de duymak
zorundadırlar.. Menderes'in yaşadığı dram bizim için ders olacaksa, bu hayattan
ibret alacaksak bir anlamı vardır.. Yoksa bir cesedin kemiklerini bir adadan
ana karaya taşımak sadece politik bir istismar vesilesi olacaksa bu Menderes'in
naşına saygısızlık olduğu kadar, milleti aldatmak için bir cesedin istismarı
anlamına da gelecektir. Sanırım bu gün bu hikayeden en çok ders alması
gerekenler, iktidardaki ANAP zihniyeti ve muhalefetteki SHP zihniyetidir. Ne
var ki bu gün roller biraz değişmiş, bu kez 12 Eylül'ün ihtilalinin şelleri
darbe ile yeni bir sağ iktidar vücuda getirmişlerdir.. Bu sonuç 27 Mayıs'ın rövanşıdır..
İnönü ise Muhalet koltuğunda oturmaktadır. Sanırım kendi gelecekleri açısından,
bu kitabın konu aldığı döneme benzer bir yolu izleyen Özallar'ın ve İnönü'nün,
bu isimlerin arkasında kendilerine gelecek arayanların Menderes vc DP gerçeğini
iyi tahlil etmeleri gerekir. Tarihin acı
274 günlerinin tekerrür etmemesini istiyorsak, buna mecburuz. Bu düşüncelerle
bu kitabı ANAP ve SHP şeflerine ve sempatizanlarına ithaf ediyorum..
Devrim vc inkilab bunalımı aşılmadıkça, Din-dcvlct
ilişkisi insan haklarına ve hukuka saygılı bir temele oturtulmadıkça, geleceği
halkın inancından, tarihinden ve kültüründen ilham alan sonuçlarda değil de
müstevlilerin siyasi emeller ile siyasi emellerini tevhid eden politik
kadroların insiyatifleri ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal ilişkilerin
temelini oluşturdukça sonuca ulaşmak pek kolay olmayacak demektir.
Kurtarıcılardan kurtulmak umudu ve duası ile. istikbal inkilabı içinde,
geleceği belirleyecek sc- bcblcri hazırlayacak irade, bireysel sorumluluğunun
idrakindeki toplumsal irade olacaktır. Bu anlamda toplumsal iradenin önündeki
hertürlü engellemelere karşı mücadele kaçınılmazdır. Bu mücadelenin temel
dinamiğini ise başta inanç vc fikir hiırriycti olmak üzere insan temel hak ve
hürriyetleri ile hukukun üstünlüğü ilkesi oluşturacaktır. Ütopik bir demokrasi
ya da üzerine yemin edilen laik, demokratik Cumhuriyet ilkeleri, Kemalist ilke
vc inki- lablar, bu gününün insanının sorunlarına çözüm bulmaya yetmemiştir..
Yaşadığımız hayatın gerçekleri, sonu gelmeyen irtica tartışmaları, ekonomik ve
siyasal kriz, hukuk anarşisi vc ihtilaller, terör eylemleri, altı ay bir güz
süren zorunlu çağdaşlaşma sürecinin fiili sonuçlarıdır. Ve hiç bir iktidar
kendini bu sonuçlan müstağni sayamaz!
2'7"
5. MENDERES HÜKÜMET PROGRAMI
Menderes'in vc O'nun oluşturduğu hükümetlerin dünyaya
bakış açılarını göstermesi bakımından 5. Menderes hükümetinin programı ilginç
bir örnek sayılabilir. Bu hükümet programının ilgi çekici yanı, ülkeyi ihtilal
şartlarına götüren bir hükümet olması idi. Bu hükümette Bayar yanlısı
Masonların çoğunlukta olduğu görülüyor. Medeni Berk, Haluk Şaman, Ethem
Menderes, Hayrettin Erkmcn, Sıtkı Yırcah gibi isimlerin köşe başlarını
tuttukları ve Menderes Hükümetlerinin demirbaşlan sayılan Samet Ağa- oğlu,
Ethem Menderes, Tevfik İleri, Sıtkı Yırcalı, Hayrcddin Erk- men, Emin Kalafat,
Namık Gedik, Celal Yardımcı, Fatin Rüştü Zorlu ve Haşan Polatkan gibi isimlerin
son kabine de de yer aldıktan görülüyordu?
Son hükümet programının ilgi çekici yanlanndan biri de
hükümet programının hemen hemen yansının ABD ile ilişkilere, dış siyasete
ayrılması idi. Diğer yarısı ise hemen hemen ekonomik meselelere ayrılmışa.
Menderes dış siyasetin temelini, BM, NATO ve Türk Yunan
kardeşliği temelinde görüyordu. 1. Menderes programının sunuşunda Menderes bu
konuda şöyle diyordu:" Bu gün herhangi bir partinin değil, bütün milletin
müşterek kanaatinin bir ifadesi olan dış siyasetimiz hakkında fazla bir şey
söylemeye ve BM ideallerine otan samimi bağlılığımızı tekrara lüzum
görmüyoruz" Burada da görüldüğü gibi DP nin dış politika konusunda CHP den
ayrı bir tutumu yoktu.
Menderes sözkonusu hükümet programında bu konuda da-
276 ha sonra şöyle diyordu:" Ananevi İngiliz vc Fransız ittifakına
ve Birleşik Amerika ile en sıkı dostluk ve işbirliğine dayanan, dostluklarına
daima sadık kalan, uzak yakın vc büyük-küçük bütün milletlerin bu istiklal ve
toprak bütünlüklerine her zaman hürmetkar olan dış siyasetimizin sulhçu
mahiyeti, bütün dünyaca malumdur. Bu açık ve samimi siyasetimizin coğrafi
durumumuzun ehemmiyet ve nezaheti ve milletimizin en ağır şartlar altında dahi
tebarüz eden ruhi kudreti itibarıyla, demokrasi cephesi ve cihad sulhü için
mühim bir amil olduğuna inanmaktayız. Trurnan doktrini vc Marshall yardımı ile
bu sulhçu siyasetimizi desteklediğinden dolayı, kendisine milletçe samimi
şükıan hisleri beslediğimiz büyük dostumuz Birleşik Amerika ile ve büyük
müttefiklerimiz İngiltere vc Fransa ile siyasi vc iktisadi, kültürel
münasebetlerimizi samimiyet vc anlayış havası içinde her gün daha kuvvetlendirmek
en büyük emelimizdir. Büyük dostumuz Birleşik Amerika'nın askeri sahadaki
maddi vc teknik yardımlarından aynı zihniyet ve anlayışla daha geniş mikyasta
vc daha süratle istifadeler temenni ve talıakkuk etmeye çalışacağız.."
(TBMM Tutanak dergisi: Dönem 9, Cilt: 1 Sayfa 24-32. Programla ilgili
görüşmeler sayfa 43'dcn,143'c.. Güven oylaması: Sayfa 144'den 147 ye)
2. Menderes Hükümeti ndc
ise bilinen dış politika hakkında fazla bir ayrıntıya girilmeksizin, BM
ideallerine bağlılıktan, ABD, İngiltere ve Fransa ile yakın vc samimi dostluk
duygularından sözediliyordu. "Din vc dünya işlerini birbirinden ayrı
tutmaya özen göstereceklerini" söyleyen Menderes 3. Hükümet programında
bir çok memleket mescicsi hakkında ayrıntılı bilgiler verecekti. Menderes
hükümetlerinin en kapsamlı programa sahip olan 3 Hükümet programı bir demokrasi
risalesini andırıyordu. 17 Mayıs 1954-9 Aralık 1955 dönemi içinde görev yapan
hükümet 1950-54 yılları arasını bir int.ka- dönemi saymakta ve şimdi yeni
düzenin işlemeye başlayacağı teahhüdünde bulunulmakta idi. Muhalefetin sert bir
dille eleştirildiği hükümet programında muhalefet sahte bir hürriyet havarisi
kesilmekle itham ediliyor, yine aynı çevrelerce hürriyetin kötüye
kullanılmasından sözcdiliyor- dtı. "rr cvlıîikcli bir nal arzettiği bir devrede, genç.
277
demokrasimiz için ciddi sonuçlar doğurabilecek" beyan vc fiillerden
kaçınmak gerekirdi."
Menderes çok asabiydi. Hükümet programını sunarken
şöyle diyordu:" Bu itibarla, 2 Mayıs'ta hiç bir şey olmamış gibi devri sabıkın
bütün kötü arazı ile şuursuz, yıpratıcı ve haysiyetsiz kavgaları ile yalan ve
iftiraya dayanan sözde siyasi mücadele usulleriyle devamına müsade
etmeyeceğiz... Dört yıldır demokrasi nam ve hesabına ne türlü demagojik
fikirlerin ve hatla safsataların yapılmasına çalışıldığı yüksek
malumunuzdur... Demokrasiyi şiddetle müdafaa ve daha ileri bir hürriyet
taraftarlığı eder gibi görünerek memleketle anarşik bir hal ve manzara yaratma
yolları aranmaktadır. Şimdi bunlar, demokrasiyi isledikleri gibi tefsir etmekte,
bazı mefhumları da mahsus maksatlarına göre mânâlandır- maya
çalışmakladırlar... 19^6 seçimlerinin bütün vatar. sathında nasıl bir siyasi
zulüm ve zorbalık hadisesi şeklinde tatbik edilmiş olduğunu da henüz kimse
unutmuş değildir"
8 sayfalık bir girişten sonra, iktisadi konular 2
sayfada özellenmeye çalışılmıştı. Ziraata önem verilecek ve iktisadi kalkınma
hükümetin en önemli gündemini oluşturacaktı. Yabancı yatırımlar vc sermaye
girişi teşvik edilecekti. Özel sektör teşvik edilecekti. Bayındırlık
hizmetlerine ağırlık verilecekti. TL nin değeri korunacak ve israfın önüne
geçilerek verimlilik artırılacaktı.
Menkul kıymetler borsası kurulacak, madenlerin vc özellikle
petrol tesislerinin kurulması, arama ve işletme konularında yabancı sermaye kuruluşları
ile yakın bir işbirliği içine girilecekti. Vergi ıslahına gidilerek, küçük
esnaf vergi dışı tutulacaktı. Ziraat, hayvancılık ve toprak tevzii ve tapulama
işlerine hız verilecekti.
Hükümet programında Adalet 8, Sıhhat 13, Maarif hizmetleri
8 satırda özetlenirken, dış siyaset ve savunma hizmetlerine 3 sayfa ayrılmışa.
Menderes dış politika hakkında fazla açıklamaya girmek istemediğini belirterek,
"bu bellidir ve geçen dönemdeki uygulamalarımız da bu yönde olmuştur"
diyordu. Şu sözler ise Savunma politikasının ana fikrini oluşturuyordu:"
Büyük dostumuz Birleşik Amerika'nın, şayani şükran olan maddi yardımlann-
278 dan, müşterek anlayış içinde daha geniş ölçüde vc daha süratle istifade
imkanlarını temine çalışacağız"
4. Menderes
Hükümeti programı ise aceleye gelmişti. 6 sayfalık bir bildiri şeklinde
meclise sunuldu. Çünki söylenecek söz bitmişti. Artık Demokrasi nutukları
muhalefetin işine yarıyordu. Söylenilen sözler, teahhütler, Amerika ile
ilişkiler kuşku uyandırmaya, aleyhte delil olarak kullanılmaya başlamıştı.
Batı'dan alınan dış borçlar, kredi itibarımızın
göstergesi olarak kabul edilmiyordu artık, geri ödeme sorunları vc dış kredi
için verilen tavizler vc kredi şartlan tartışılıyordu. 4. Menderes Hükümeti
programı her yönü ile tam bir aculiyct içinde hazırlanmıştı. 3 paragraftan
ibaret dış siyaset bölümü şu satırlarla son buluyordu: "Dış siyasetimiz
hakkmdaki bu kısa izahata son verirken bütün dost vc müttefiklerimizle ve bu
meyanda bilhassa Birleşik Amerika ve İngiltere ile olan sıkı münasebetlerimizi
ve işbirliğini daima kuvvetlendirmekten de geri kalmayacağımızı
arzederim". Fransa gözden düşmüştü. Yunan dostluğu vc kardeşliği yerine,
Arap dostluğu gündeme gelmişti. "Öteden beri önemli bir uzvu bulunduğumuz
Arap camiası içindeki rolümüzü" hatırlatıyorduk.
Ve Son Program
5. Menderes
Hükümeti'nin programı bir bakıma daha önceki programların bir özeti
görünümündeydi.. Yolun sonuna gelmişlerdi ve artık söylenecek sözleri daha bir
dikkatle seçmeleri gerekiyordu.. Bu yönü ile bu program, bclkidc Menderes Hükü-
mctlcri'nin en profesyonelce hazırlanmış hükümet programı idi. Daha diplomatik
bir dil kullanılmaya çalışılmıştı.
İhülaldcn 3 yıl önce Menderes Hükümeti'nin dünyaya bakışını
belgeleyen bu hükümet programı TBMM Tutanak Dergisi, Döncınrll, Ciltli, Sayfa:
57-64'de, Programla ilgili görüşmeler: S: 68-120'dc, Güvcnoylaması ise S:
121-124'de yer almaktadır.
Görüldüğü kadiri ile Menderes Hükümeti'nin temel
fclsefe-
279 si, batı tercihi üzerine oturuyordu.
Laik, Demokratik bir sistem ön görüyordu. Köy kalkınmasına ve tarıma önem
veriyordu. Sanayileşme yabancı sermaye ve teşebbüsle götürülecekti. Vergi
reformu öngörüyordu ve özel sektörcü bir yaklaşım temel tercihi oluşturuyordu.
Dış politika BM, Batı güvenliği ve ABD ekseni etrafında
oluşuyordu.
Milli Eğilim ve Sağlık politikası fazla bir önem
taşımıyordu.
Bayar'ın bu konulardaki görüşleri, ta 1. Cumhuriyet'tcn
beri değişmemişti. 1946 larda da aynı şeyleri ifade ediyordu: "Anayasamız
geniş bir demokrasi ruhuyla tanzim edilmiştir. Kemalizm anayasada tam kemalini
bulmuştur. Jön Türkler'den tutunuz da Erzurum ve Sivas kongresi prensiblerine
kadar geliniz, Cumhuriyet devrinin esas prcnsiblerini alınız. İşte anayasanın
ruhu budur, çok demokratiktir"
Bayar'a göre, Türkiye’nin bir milli dış politika
tercihi vardı vc bu konu Atatürk'ten beri değişmemişti. Bu konu iç politika tartışmalarına
alet edilemezdi.. Herhalde bu da Bayar'ın kafasındaki tekamül etmiş demokrasi
mantığının bir örneği idi. Ekonomi, dış siyaset vc askeri konular
tartışılamazdı ve öyle iktidardan iktidara değişecek konular değildi.
Bayar 24 Temmuz 1947 de yayınladığı bir beyannamede,
Peker Hükümcti'ni "yürütmekte oldukları idarenin demokratik olduğuna dair
şehadetini Amerika'dan tedarik etmeye çalışmakla" suçluyordu. Ama daha
sonra kendileri aynı yolu seçecekti. Çünki bu konuda da aralarında pek bir fark
yoktu.
23 Haziran 1949 da yapılan DP büyük kongresinde Bayar,
özellikle dış politika konusunda hükümetle uyum içinde olduklarını şu sözlerle
ifade ediyordu: "Son cihan harbinden sonra dünya iki muvazeneye
ayrılmıştır. Biri demokrasi manzumesi, diğeri Sovyet manzumesi. DP, BM
anayasasını esas ittihaz etmekle Anglo-sakson manzumesini vc demokrasi alemini
ele almış ve onunla dost geçinmeyi siyaseti için faydalı bulmuştur. Hükümette
aynı siyaseti takip etliği için beraberliğimizi ilan etmişizdir" 280
SON BİRKAÇ SOZ
Son söz olarak Menderes hakkında bir değer hükmü koymak
gerekirse ne diyebiliriz?
Eğer Bayar, ya da DP için bu soruya muhatap olsa idik
cevap basitti. Artık tıkanma noktasına gelen rejimin yeni bir beden içinde
yeni sloganlarla hayata döndürülme gayretinden başka bir şey değildi. Bir
siparişin ürünü olarak hayat buldu. Bir inancın, tarihin, fikrin ürünü
değildi.
Menderes bu yapıdan ayrı düşünülemez. Ne onların aynı idi ' nc de gayri!
Menderesi onlarla aynileştiren davranışlarından dolayı
yargılıyoruz. Onlar ise bizim yargıladığımız özelliklerinden dolayı Menderesi
tutuyorlardı.
Menderes kendi başına yalnız kaldığında bize daha
yakındı. Halkın arasında halkla bütünleşiyordu. Ama onlarla beraberken onlardan
biri idi.
Kendi içinde hesaplaşmaya girip son bir tercih yapması
gerektiğinde herhalde onları scçmeyecekti. Bunun bedelim ise tekrar tekrar
indirilip asıldığı idam sehpasında ödedi. DP içinde bu tercihe en yakın 2
arkadaşıyla aynı kaderi paylaştı.
İdam sehpasında can vermek elbette hoş bir şey değil.
Ne varki bu onun için bedeli hayatla ödenen bir keffaret, karşılığı toplum
vicdanında nihai tercihin 1 Jkıan yana olmasının doğurduğu sevgidir.
Hayatı geri döndürmek mün ?. değil. Olanlar oldu, övgüler ve sövgüler gerçekleri
değişi' yccek. 0' emli olan bu hadiselerden ders alabilmektir.
Menderes, Amerikan siyeseti'nin kurbanı oldu.
Belki de bu sonuç, Türkiye'ye biçilen rolün icabı
olarak zorunlu idi. Fakat bu hikaye bu zorunlulukla bitmiş sayılmaz. Çünkü biz
aynı filmi yıllardır değişik şekillerde seyretmek zorunda bırakılan bir
toplumuz. Bu nedenle geleceğimizi daha sıhhatli oluşturmak için yaşadığımız
olayların perde arkasını, oyunun aktörlerini ve yönetmenini yakından tanımak
zorundayız. Bu amaçla oluşturduğumuz Yakın Tarihimiz ile ilgili bu dizinin son
kitabı olacak olan "İhtilaller Dönemi" kitabında İttihat ve
Terakkiden başlayarak Cumhuriyet dönemindeki darbeci geleneğin tarihi kökleri
üzerinde genel bir değerlendirme yapacağımızdan Menderes Dönemini sona erdiren
27 Mayıs ihtilaline ilişkin değerlendirmeyi gelecek kitabımıza erteliyor vc bir
dönemi burada noktalıyoruz.
282
Menderes Dönemi, Cumhuriyet tarihinde
bir dönüm noktasıdır. Tek partiden çok partili döneme geçilirken ülkenin
siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel yapısında da önemli değişiklikler olmuştur.
Ancak bu değişim sanılanın aksine radikal değişimler değil, aynı temel
zihniyetin yeniden yapılanması, kabuk değiştirmesi ve şeffaf bir görüntüye
büründiirülmesidir. Daha fazla sürdürülmesi mümkün olmayan baskı rejiminden
Demokrasi görüntüsü arkasında yeni, halka rağmen halk için bir dikta rejimi
kurulmuştu. Bu nedenle DP hareketi rejime
yabancılaşan halkı, rejimin şemsiyesi altında toplama vc sol ideolojinin
rcaksiyoner dar kalıplarını kırarak CHP'nin kendi içinde bir alternatif üretmek
suretiyle, kendi kozası içinde ölmeye yüz tutan bir siyasal hareketi, yeniden
hayata kazandırma operasyonu idi.
Bu kitap, DP nin doğuş, yükseliş vc çöküşü kadar, DP
hareketiyle özdeşleşen Adnan Menderes'in şahsında, Anadolu insanının dramını
konu almakta, "Küçük Rusya" hayallerinin ardından "Küçük
Amerika" hayallerine dalmanın devletçilikten Liberalizme geçişin, Din'c
karşı devlet ideolojisinden, Din'i yedeğine alan ve Onu kendi iktidarı için
kullanan yeni bir ideolojiye geçişin, ama her zaman Atatürkçü, Laik, Demokrat
ve aynı zamanda Cumhuriyetçi siyasetin yakın tarihimizdeki hikâyesini anlatmakladır.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar