Print Friendly and PDF

MENDERES DÖNEMİ



İstanbul, 1990

MENDERES DÖNEMİ

Abdurrahman Dilipak

BEYAN YAYINLARI, 139

1.  Baskı, Haziran /1990

2.   Baskı, Temmuz/1990

Dizgi, Mizampaj, Montaj; BEY

BEYAN YAYINLARI

Alayköşkü Cad. No: 12 Cağaloğlu-İSTANBUL

Tel: 512 76 97-526 5010

İÇİNDEKİLER

Giriş, 7

Menderes'in Kimliği, 17

General Sabis Menderes'i anlatıyor, 27

Çakırbcyli Çiftliği, 29

Adnan Menderes'in Politikaya girişi, 36

SF den CHP ye..., 49

Bayar hükümeti, 54

Celal Bayar kimdir?, 58

Dürtlü takrir, 64

Toprak reformu, 71

Pcker'in suyu ısınıyor, 114

DP 1. kongresi, 123

12 Temmuz beyannamesi, 129

Batılı kapitalizme göbek bağı, 138

CHP 7. büyük kurultayı, 139

DP 2. büyük kongresi, 147

Yıl 1950, 151

DP iktidarı, 153

Yıl, 1953,179

Yıl 1954, 191

Ve yolun yarısı, 199

Ceyhan olaylan, 205

Yıl 1956,210

Yıl 1957,221

Yıl 1958,232

Yıl 1959,240

Acı son 1960,247

Ordu içinde illegal örgütlenme, 262

Sağcı İslam ve DP'nin görüşleri, 268

5. Menderes hükümet Programı, 276

Son bir kaç söz, 281

GİRİŞ

Menderes..

Halk ona “PeresLiş" ediyordu..

Nerede ise bir tapınmaydı bu.. Dcmirkırat'ın yakışıklı süva­risi, sanki beklenen "mehdi" gibi karşılanmıştı.. Güleryüzlü ve gı- ravatlı bir bey..

Halk ona herşeyini verdi.. Uğruna çocuklarını bile kurban etmeye koşuyorlardı. Ama idam edildiği gün, iktidara tapan kala­balıklar meydanlarda yoktu.. Menderes'i iktidara getiren babala­rın oğulları. Ankara sokaklarında ellerinde güllerle, karanfillerle tankların üstünde bir başka baharın çılgınlığını yaşıyorlardı.

İdealistti, coşku dolu bir insandı..

Ve sonunda idam sehbasında can verdi..

Evet.. Uğruna erkek cvladlarını kurban etmeye hazırlanan- lar, o idam edildiği gün seslerini bile çıkartmadılar..

İçlerinden biri idi. O da laik, Demokratik, Cumhuriyet ilke­lerine, Atatürk ilke ve inkılablarına bağlı idi ve hepsinden de önemlisi BM ye, ABDye ve NATO ya gönülden bağlı idi.

Menderese duyulan güven, daha çok CHP den duyulan bir nefretin ifadesi idi. Menderes bunu tam kavrayamadı. O bir başka yönü ile yeni bir Atatürk olmak istiyordu. Atatürkçülük adına mil­leti ezen CHP iktidarına karşı, Atatürk'ün bir başka cephesini ser­gilemek istiyordu.. İnönü ve Menderes, ikisi de Atatürk'ü oyna­mışlardı.. İkisi de Atatürk ilke ve inkılablannı korumak ve kolla­makla görevliydiler.. İnönü bunu cebren ve hile ile yapıyordu, Menderes ise yasa ile. Ama her ikisi de Atatürkçülük adına, o mas­keyi kullanarak kendi fikirleri ve düşünceleri ile, kendi varlıkları ile dolduruyorlardı boşluğu. Sorun, fikir sorunu değil, isim ve yöntem sorunu idi. Menderes ve İnönü, sadece iki isim.. Aynı kaynaktan ilham alan ve aynı hedefe doğru giden iki insanın yön­tem savaşı.

Menderes, halka vadettiği şeyi veremedi..

Bindiği atın yakışıklı süvarisi rolünde idi, ama dizginler hep bir başkasının elinde olmuştu.. Övülen o idi, ama idam sehpasın­da can veren de o olacaktı..

Menderes halkın sevdiği biri idi. Menderes belki de Bayar için bir dublördü. Asıl oyuncu oydu.. Bayar, Menderes'in munis yüz ifadesine, onun konuşkanlığına muhtaçtı. İnönü taşa tutulur­ken de, İstanbul ve Ankarada meydana gelen ola’. larda da, halka karşı silah kullanma emrini veren de Bayar'dı!

Celal Bayar! Galib hoca., ittihat Terakki mektebinin müm-r taz çocuğu.! Eğer Menderes'in altından iskemleyi çeken İnönü ise, onu sehpanın önüne kadar getiren de Bayar'dır.. İnönü, İkinci Atatürk, Bayar ise ikinci İnönü'dür. Bayar-İnönü kavgası, kimin Atatürk olacağı kavgasıdır. Cumhuriyet rejimi boyunca herkes, bu role oynamıştır. Kim İkinci Atatürk olacak. Onun ilke ve inki- lablanna sahip çıkmak, aynı zamanda onun yöntemlerini ve yetki­lerini istemek anlamına da gelmektedir. Turgut Özal da bu gün ay­nı çizgide yürümektedir. Gürsel, ya da Evren aynı şeydi. Aşılması gereken, geri kalmışlığı üreten bu siyasal süreç olsa gerekir! Men­deres kendini Atatürk'ten daha büyük ve önemli bir kişi olarak gö­rüyordu. Aslında Atatürk'ü yakından tanıyan, o dönemi bilen biri idi. Lozanı biliyordu. Atatürk'ün Ahlak anlayışını, Askeri kişiliği­ni, Yunanlılarla, İngilizlerle son derece yakın ileri derecede dost­luk ilişkilerini bilen biri idi. İstiklal savaşının içinden gelmişti ama, istiklal harbi için şöyle düşünüyordu: "İstiklal savaşı diyor­sunuz. Pekala üç ayda bitebilirdi! Bunun yıllarca uzatılmasında, Mustafa Kemal'in yerleşme ihtirasının rolü büyüktü." Mende­res'in dramı biraz da burada gizlidir. Bu sözler açıkça Mende­res'in, özellikle Ankara hükümetinin kurulmasından sonra İstiklal savaşım bir muvazaa, yeni rejimin oturtulması için bir iç politika sorunu olarak ele alındığı görüşünde. Atatürk'ün İngilizlerle sava­şırken, Yunanistanla savaşırken bile bir gün Yunanistanla, İngi­lizlerle birleşik bir devlet olma ülküsünü taşıdığı düşünccsindey- di. Atatürk fiilen ülkeyi öyle bir yere götürmeye çalışıyordu. Men­deres bunu açıkça söylüyor ve bağımsızlığı ve millilik ülküsünü reddediyordu. Yani sim açığa vuruyordu. Ve Menderesin başına gelenler bu sim açığa vurmanın faturası idi belki de bir bakı­ma.

Menderes, İnönü savaşlarının içyüzünü, düşmanın Ege'de denize dökülmesi hadisesini çok iyi biliyordu. "!" Başkomutanlık meydan savaşının nasıl yapıldığını da.

Bayar, Menderes'i bir maske gibi kullanıyordu.

Sonunda maskenin işi bitince onun buruşturulup atılmasına fazla bir ses çıkartmadı..

Bayar bir Masondu. Menderes ise değildi. Aralarındaki en önemli fark bu olsa gerek! Belki de Menderes'in Mason olmasına Bayar mani olmuştur. Onu hep bir teknisyen gibi kullanmak iste­miştir.

Bayar her zaman perde gerisinde kaldı. Menderes'in eli ile ABD ye büyük tavizler verdi ve Amerikan menfaatlerine büyük hizmetler gördü. Ama sonunda fatura Menderes'e çıkartıldı.

Bayar yıllar önce " DP millete vermiş olduğu sözü tutmazsa onu alaşağı etmek milli bir vazifedir” diyordu. Millete verilen söz tutulmuş mu idi!

Menderes bir halk adamı mı idi?.. Buna "Evet" demek pek kolay değil. Ama halkına karşı bilerek açık bir ihanet içinde de ol­madı. Halkın coşkun heyecanı onu da heyecanlandırıyor, bir anda ayaklan yerden kesiliyordu. Sonra halkın içine sızan ihanet odak­larının herşeyi nasıl bir anda allak bullak ettiğini, en dost bildiği insanların bile küçük menfaatlar uğruna herşeyi nasıl sattığını gö­rüp hayıflanıyor, halka küsüyordu.

Tek tesellisi diplomatik ziyaretlerdi. Türkiye'den kaçtığı za­manlardı.. Saygı görüyordu.. Kendini ne konuştuğunu bilen in­sanlar arasında sanıyordu.. Ülkesine döndüğünde ise batılılaşma ülküsünün misyonerliğini yapıyordu.. Türkiye batılılaşarak kur- lulabilirdi.. Batıklar kiliselerine sahip çıkıyorlardı, biz de cami­mize sahip çıkmalı idik.. İslâmlaşmak batılılaşmaya mani değildi ve çağdaşlaşmanın tek yolu batılılaşmaktı!

Menderes bu anlamda ne batıyı kavrayabildi, ne İslâm'ı, ne de toplumsal gerçekleri.. Mayınlı tarlada çiçek toplayan bir çocuk gibi idi. Olmazı olur kılmak istiyordu.. Kafası ile batılı, kalbi ile müslüınan yeni bir sentez çocuğu doğmuştu.

Ama acziyct kabul etmeyen, sadece bir vicdan sorunundan ibaret olmayan İslâm'la, batıyı nasıl telif edecekti. Hep bir hayal uğruna koşturdu durdu. İyi niyetliydi ama değil mi idi ki cehenne­min yolları da iyi niyet taşları ile döşeliydi!

Cumhuriyet Halk Partisi ne kadar halka karşı ve halktan kor­kuyorsa, Halk Esasına dayalı bir zihniyetin ürünü, ya da onun adı­na örgütlenen bir parti olan Demokrat Parti de Halk kalabalıkları içinde ona yabancı idi.

Halkın sahip olduğu değerleri ve onların taleplerine sahip çıkmak yerine, kurtarıcı rol oynayan, halka ne istemesi gerekliğini öğreten bir öğretmeten misyonuna sahipli. Dolayısı ile ne CHP ve ne de Demokrat Parti Demokrat değil, Jakoben, halka rağmen halk için çizgisinde politik örgütlerdi.. Atatürkçü olmak, halkın değerlerine sahip çıkmak değil, halka bir takım değerler empoze ederek, aşılayarak onları yüceltmek ve o değerlere sahip olan hal­kı yüceltmek değil mi idi. Ne CHP kadrosu, ne de DP liler hiç bir zaman bu gerçeği kavrayamadılar..

Menderes döneminde demokrasi vaadlerine rağmen cebir ve şiddetin varolması, halkın desteğine sahip olmasına rağmen halka yabancı kalması bu kadroların demokrasi kültürünü özüın- scmcmcsindcn kaynaklanıyordu.. Hcrşey bir slogandı.. Onun için on yıla sıkıştırılan bir macera, destanlaştırılan kahramanlık efsa­neleri ile başlamış ve idam sehpasında noktalanmıştı.

Menderes hakkında üretilen değer hükmü çoğu kez ön yar­gılarının kurbanı olmuştur.. 27 Mayıs penceresinden bakıldığın­da adalet yerini bulmuştu, ama 46 ruhunu savunanlar ve 12 Eylül penceresinden dünyayı, olayları gözleyenler için Menderes öz­gürlük ve demokrasi şehidi idi.

10

Bu tarih bizim tarimizdi.. Nc Menderes'in gülüşüne, ne de kahraman ordumuzun rejimi koruyup kollama ütopyasına kurban edilemezdi..

Hem 46 Ruhu, hem 27 Mayıs, Hem 12 Mart. Hem de 12 Ey­lül aynı anda kutsal olamazdı! Böyle bir iddia, nc ahlakidir, nc de tarihi gerçekliğe sığar!

Olan olmuştur diye, her gelene ağam, gidene paşam diyeme­yiz.. İler şapkalı, asık suratb adama selam durmak zorunda deği­liz!

Halk Menderes'i kendinden biri sandı. Aydın, bürokrat bir tipti ve asker kökenli değildi.

Menderes batıyı görmüştü, orada nc gördü ise hepsini vadc- diyordu. Ama bunu nasıl gerçekleştireceğini bilmiyordu. Tek kaynak dış borçlanma ve yabancı sermayeye tanınan imtiyazlar­dan ibaretti.. Halka yeni bir ideoloji sunulmayacaktı. Herşey hal­kın gayretleri ile değil, iktidarın mahareti ile gerçekleşecekti. Menderes'in bildiği tek bir sihirli sözcük vardı: Demokrasi.. Dc- mokrasi'yi inşa edecek olan ise Demokrat Parti idi. Atatürk bunu gerçekleştirememişti, şimdi Demokrat Parti Atatürk'ün gerçek­leştiremediği şeyi mümkün kılarak onu aşacaktı.

İnönü, halka güvenmiyordu ama herşeyi halka yıkıyordu.. Yol yapılacaksa köylü imece usulü çalışacaktı. Herşeyi devlet ya­pacak, halk da devlete borcunu ödemek için nc denirse yapacaktı. Demokrat Partililer ise halktan sadece oy istiyorlardı.. Alkış isti­yorlardı ve vadcdiyorlardı.. Halk özgürlük bilincine sahip değil­di.. Özgürlüklerini nasıl kullanacağını da bilmiyordu. Büyük şe­hirlerde bu beceriye sahip olanlar ise tek parti dönemini hatırlatan sansür uygulamalarıyla engellemelerle karşılaşıyorlardı. İnsan­lar kullanamayacakları özgürlüklere sahip olmakta serbesttiler..

Köylünün ürünü para etmeye başlamıştı. Ama nc daha fazla çalışıyorlardı, ne de ürünü artıracak tekniğe sahipliler.. Bir takım büyük çiftlik sahipleri traktöre geçerek servetini arttırıyor ve top­rağa bağlı köylüler ırgatlığa alışıyordu.. Köylünün ürünü para et­meye başlamıştı ama, pazardaki herşey de aynı şekilde artmıştı. Değişen bir şey yoktu.. Rakamlar büyümüştü hepsi o kadar..

11

Kimse dış satımı düşünmüyordu. Öte yandan ithale dayalı maki- nalaşmanın getirdiği maliyet farkı ülkeyi giderek daha pahalı üre­ten ve daha az tüketen şartlara sürükleyecekti. Parası olanlar köy­lünün ürünü çok ucuza alarak aradaki farkla büyük vurgunlar vu­racaklar ve her kasabada yeni türedi zenginler ortaya çıkacaktı. 1950-60 arası meralar hızla azalacak, 40 milyon hektardan 28 milyon hektara inecekti. Kredilerin ve teşviklerin partizanca dağı­tılması ile köy ve köylü parçalanacaktı. Cami ve Kahvehane ayrı­şacaktı. Halkın gözünde Demokrasi belki de traktör demekti.. DP traktörle eş anlamlı idi. Artık köylünün atı ahıra hapsedilirken De­mir Kır at köylünün yeni umut kapısı idi.. Tarlaya 40-50 kişi rö­morklara binerek gidecekti. Traktör sadece tarımda kullanılma­yacak, sadece yük değil, insan taşıyacaktı. Hastalan şehre indire­cekti. Ardından Mibzer, ardından toprak altındaki suyu toprağa çıkartan kasnaklar, Patoslar gelecekti. Demokrasi, Demirkırat ol­muştu. Demirat’ın süvarisi ise Menderes'ti.

Nasıl Traktörün dumanı traktörün arkasından geliyorsa, plan program da iktidar icraatından sonra geliyordu.. Daha doğru­su icraat için program değil, İcraata uygun bir program dönemi başlamıştı.

1955 lerden sonra DP nin taşra teşkilatlarına hakim olan gnıb bu mütegallibe takımı idi. Fötr şapkalı, gravatlı adamlar.. Kasaba zenginleri giderek şehirlere doğru taşınmaya başlayacak­lardı.. Arkalarında ise işlerini yürütmek için kahyalar bırakacak­lardı. Kendileri köylünün parti nezdinde ve Ankara'da Avukatlığı­nı yaparken, Kahyalar bu işi yapmadan halka kan kusturmaya başlayacaktı ve artık bu dönem DP hayallerinin bitmeye başladığı dönemdir.. Şehirlere taşınan bu toprak ağalan, tefeciler ise yavaş yavaş şehir nimetlerinden yararlanarak kent burjuvazisini oluş­turmakladırlar. Köylülükten kurtulmak için ve sonradan görmüş şehirli havalarına girerken fuhuş ve işreti beraberinde büyütecek ve bu ilişkileri Ankaraya taşıyacaklardır. Giderek DP nin politik kadrosunu oluşturanlar bu takım ve çevresinden oluşacaktır..

Lüks Nermin diye bilinen Şaziye Zeren, Demokrat Parti'nin son günlerindeki işret alemlerini şöyle anlatıyordu: "Balo soka-

12 ğındaki evimde oturuyordum. Telefonum çaldı. Sakıt iktidarın İs­tanbul polis müdürü,şehre gelen büyük bir misafir için bana ihti­yaçları olduğunu söyledi. Misafir sıcak ülkelerin birinin devlet başkanı idi. Şahsi işlerimle meşgul olduğumu söyledim, özür di­ledim. Bir kaç dakika sonra telofon yeniden çaldı. Bu defa karşım­da Kemal Aygün vardı. "Bu yaştan sonra bu işi bize mi y apt ıra - caksın yani, haydi göreyim seni" dedi. Bir emrivaki karşısında kalmıştık. Ama bütün çalışmalara rağmen dört kadından fazlası bulunamadı... Kemal Aygün'ün talimatına göre kadınlar 18 yaşın­dan fazla olmamalıydı. Nihayet akşama doğru, bir emniyet amiri ile devrin ahlak zabıtası şefi kadınlan teslim aldılar. " Kıral haz­retleri kızlardan memnun olmamış, zaten yeleri kadar da kız bu­lunmamış.. Bu olay üzerine polis Lüks Nermin'in evini basıp, ka­çak dolar bulmuş ve içeri atmışlar. Lüks Nermin bir zamanlar res­mi protokol listelerinde adı geçen biri idi ve DP iktidarının son za- manlannı anlatırken "İstisnasız bütün büyük zatlarla ilişkisi oldu­ğunu" anlatıyordu. Şale köşkü, Beylerbeyi sarayı ve turistik otel­lerdeki sefahat alemleri unutulacak cinsten değildi.

DP lilcr, CHP lileri Komünistlikle suçlarken. Komünistle­rin, din, vatan, namus tanımadığından sözediyoriardı. Ama kendi­leri, Komünistlere yükledikleri bu "kötülüklerden" masum değil­diler.. Bu gün Genelev gelirini kutsal kazanç sayan sağ zihniyetin kökleşmesinde DP dönemindeki pratiklerin büyük rolü olmuştur. DP dönemi TSE damgalı bir dinin, Amerikancı İslâm'ın, sağcı İslâm'ın şekillenmeye başladığı yıllardır. Eğlence, fuhuş ve ku­mar sektörü, ilk kez DP döneminde resmen örgütlenme şansı bu­lacaktır. Atatürk'ün eğlenceye düşkünlüğü, kadınh-erkekli lüks partiler ve içki tutkusu fiilen Cumhuriyet rejimi için de yeni bir kültür oluşturmuştu. CHP döneminde bu kültür kendi dar kalıplan içinde, toplumun ilgisi dışında sürüp gitti. Ama DP dönemi, De­mokrasi adına bu işin topluma, halka açıldığı bir dönemdi. Komü­nistleri vatan hainliği ile ilham ediyorlardı ama, herhalde Türk Komünistleri'nin SSCB için düşündükleri, DP filerin Amerika ko­nusunda düşündüklerinden daha farklı değildi. DP- CHP muhale­feti, bir bakıma Atatürk'ün Kemalist pratikler açısından fark gör-

13 mcdiği CHP - SCF ihtilafından daha farlı değildi. Eğer o gün Ata­türk CHP yi seçti ise, bu o gün oturtulmak islenen rejim açısından halkın öyle bir otoriter ve disipline edilmiş bir politik süreç içinde bulunması gerektiği düşüncesinden kaynaklanmakta idi. Halk ba- lılılaştıktan sonra o zaman bu otoriter yol tcrkcdilccckti. Baldılar 1950 İcrc gelirken bu sürecin tamamlanıp tamamlanmadığını gör­mek istediler. Sonuç ortada!

DP iktidarı herhalde durup dururken yıkılmadı. Yıkan sc- bebler ve şartlar belli.

Bu çalışmayı okurken, Menderes'in nasıl adım adım batağa saplandığını göreceksiniz.

Belki de Demokrat Parti'tin en büyük tahribatı din konusun­da olmuştu. Doğru, din üzerinde CHP dönemindeki baskılara son vermişti. Ama DP alternatif olarak yerine bir şey getirmemişti. Yine irtica tehdidinden sözediyordu. Özellikle Bayar irtica konu­sunda en az İnönü kadar hassastı. Şeriatı yaşatmamaktan sözedi­yordu. Ezan'ın Arapçaya çevrilmesi, Kur'an Kursları ve İmam Ha­tip okullarının yaygınlaştırılması yönündeki kararlar halkın bü­yük desteğine sebeb oldu. Menderes halkın önüne çıktığında "Siz isterseniz hilafeti bile getirirsiniz" diyordu. Ama daha sonra söy­lediği sözü düşündüğünde, bunu imkansız kılacak tedbirler ko­nusunda aldığı ikazlara göre tedbirler alıyordu. Menderes tabii or­tamda, iyi bir çevrede dürüst bir insan olabilirdi. Menderes, DP nin arkasındaki Masonik cuntanın Dcmir-el'ine giydirilen kadife bir eldivenden başka bir şey değildi!

Balı 1945 sonrası giderek yükselen İslâm dalgasına karşı, cepheden mücadelenin mümkün olmadığını anlamıştı. DP nin ku­ruluşu için baskı yaparken aynı zamanda ülkede dini hareketin de scrbestlcştirilmcsinden yana idi. Hatta İmam-Hatip okullarının açılması NATO ülkelerinden gelen baskı ile gündeme gelecekti. Nasıl DP nin kuruluşu baunm baskısı ile mümkün oldu ise İmam- Hatip okulları da aynı baskı ile gerçekleştirildi. Hatta Papa bu okulların açıldığı günlerde Türkiye'ye gelerek konuyu yerinde in­celemiş ve hatta nakdi para yardımında bulunmuştu. Baulılar dine karşı çıkmanın rejimi zor durumda bırakacağım biliyorlardı. En

14 iyisi kaleyi içeriden fethetmekti. Sağcı, yumuşatılmış bir Islâm, hem balının çıkarlarına uygundu, hem de giderek yükselen İslâmî hareketi engelleyecek tek çözümdü, imam Hatip okulları bu yu­muşatılmış din anlayışının misyoner okulu olacaktı. İstenen, In­cil'e benzeyen bir Kur'an yorumu, Kiliseye benzeyen bir cami ve papaza benzeyen bir din adamı. İslâm'da din adamt sınıfı yoktu ama, bu yolla TSE damgalı, uyumlu, halkın dine ilgisinin yüksek olduğu bir dönemde, camilerde ve okullarda din adına bu yeni İslâmlık halka empoze edilecekti. Yeni İslâmlığın ideolojik te­melleri Antikomünizm olacaktı. Bir tezden çok siyasal bir antitez­le bütünleştirilecekti. Anti komünizmin politik arenadaki temsil­cisi DP idi. Böylccc dindarlar CHP ye karşı yeni oluşumun poli­tik tabanını oluşturacaklardı.. Zaten müslümanlarda varolan CHP nin şahsında rejime ve komünizme karşı düşmanlığı böylc­cc sağcı, anıikomünist bir İslâmlık anlayışı ile DP ye kanalizc edi­lecekti. Ve edildi de. Sağcı İslâmlık hareketi böyle doğdu. CHP nin, tek parti döneminde hcrtürlü baskıya rağmen başaramadığı bir şeyi, DP, müslümanlardan yana görünerek başardı ve onlara sadece şekilden ibaret bir İslâm verdi.

Bu çalışma, bu anlamda, bu günümüzü değerlendirmede faydalı olma düşüncesi ile hazırlanmıştır.

Bir roman ya da hikaye kitabı değildir. Alışılmış bir tarih ki­tabı da değil. Belki bir kronoloji çalışmasıdır.

Bu kitap kimseyi övmek ya da kimseye sövmek için yazıl­mamıştır. Bu günümüzü, yanılgılarımızı, geri kalmışlığımızı açıklayacak ve hatalarımızı düzeltmeye yarayacak bir arayış için insanları uyarmayı amaçlamaktadır. İnönü ya da Menderes'ten ibaret bir dünyayı sorgulamıyoruz. Belki sorgulanması gereken ne tek başına İnönü ve ne de tek başına Menderes'tir. Toplumun kendisidir. Hâlâ 46 Ruhunu kendi varlığı için bir başlangıç kabul edenler, hanedanlık özlemi içindeki sağcı tipleri ve çağdaşlık, ile­ricilik adına kendilerine eski şefin oğlunu veliahd edinenlerin va­rolduğu, alkışlandığı, umul gibi gösterilmeye çalışıldığı bir za­manda, bu kitabın eleştiri yönelttiği topluluk, hâlâ bu siyasal ya­nılgıya hayat vermeye çalışan kalabalıklardır.

15

Her topluluk layık olduğu gibi yönetilecektir ve sizler kendi hakkınızdaki hükmü değiştirmedikçe, Allah sizin hakkmızdaki hükmünü değiştirmeyecektir.

Müslümanlar, aynı çukura iki kez düşmemek durumunda­dırlar..

Bu kitapla bu dizinin sonuna yaklaşmış bulunuyoruz.

Belki bu kitap, konunun en heyecan verici noktasında nokta­lanmaktadır.

Menderes dönemi 27 Mayıs sabahı bitmektedir. Artık 27 Mayıs dönemi başlamaktadır. Yargılamalar, İthamlar, Menderes gerçeğini sorgulamaktan çok, rejimin kendi iç hesaplaşmasıdır.. Bir ihtilalin kendi içine sindiremediği meşruiyetini başkalarına is- batlamak için uydurduğu hayali gerekçelerle sulandırılmış bir dö­nemdir. Bebek davaları, köpek davaları ile gayesinden saptırıl­mış, bir kin ve intikam mahkemesidir.. Tl Mayıs darbesi. Yassıa- da yargılamaları ile hukuku maskara etmiştir bana kalırsa.. De- mokrasi'nin militarizm saksısında yetişmeyeceğini anlamak için herhalde dahi olmaya gerek yok.

Kurtarıcılardan kurtulmadan ne banş ve ne de özgürlükten, ne insan haklarından ve ne de hukukun üstünlüğünden sözetmek mümkün değildir.

Bu dizimizin son kitabı olan "İhtilaller Döneminde", Tanzi- mattan başlayarak 1980 darbesine kadar geçen olayları ele almaya çalışacak ve özellikle Tl Mayıs İhtilali, 12 Mart ve 12 Eylül'ü de­ğerlendireceğiz.

Yeni çalışmamızda buluşmak ümidi ile selam ve dua.

Abdurrahman Dilipak Acıbadem-1990

16

MENDERES *İN KİMLİĞİ

Yıl 1899

1945-60 yılları arasındaki zaman dilimine, çok partili dö­nem, DP dönemi demek mümkün. Ama herhalde hiç kimse bu dö­neme "Bayar Dönemi" demeyi aklının ucundan bile geçirmez. Bu döneme damgasını vuran tek bir kişi varsa O da Menderes'tir. Bu nedenle de Menderes'in hayatı ve kişiliğini daha yakından tanı­mak için biraz gerilere, 1800 lü yılların sonlarına doğru uzanma­mız gerekir.

Adnan Menderes 1899 yılında İzmir'de bir ailenin 2. çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası Mülkiye mensubu bir memurdu. Annesi Tevhide hanım ise Hacı Ali Paşa'nın kızı idi. Adnan daha sonra "Hacı Ali paşazade Adnan" olarak adlandırılacaktı. Adnan da paşazade idi. Şevket Süreyya, Menderes'in Dramı'nda ayrıca bu aile ile ilgili olarak şu bilgilere yer verir: "..Bu aileye Halepz- âdcler de diyorlar. Hatta aile şeceresinde asıl büyük dede olarak görülen Hacı Mehmet efendinin Kcrkük-Süleymaniye tarafların­dan olduğu da söylenir. Menderes, Kâtipzadeler ailesine baba ta­rafından bağlıdır. Babası Ethem beyin annesi Fitnat hanım, Yani Menderes'in hayatında büyük yeri olan büyükanne Kâlipzâdeler- dendir. Fitnat hanımın kocası İsmail beyin aslen Mora'h olduğu söylenir. O da hem memur ve hem de çiftlik sahibi idi. Dedekuyu civarında bir çiftliği varmış. Ama saulmış. Şecerede Kâtipzadeler kolu, olduğu gibi görülür."

17

"Menderes'in dedesi Hacı Ali Paşa ise başka tip bir insandı. Menderes'in dedesinin, kendisine söylediği gibi, Konya'dan kıs­met aramaya gelen bir yörük olması da mümkündür. Daha inanılır araştırmalar, onun Konya'dan değil, Eskişehir çevresinden Tire tarafına göçen Tatar olduğunu gösterir. Mesela eski başvekiller­den Şemseddin Günaltay, Menderes'in dedesini, edindiği bilgile­re göre Eskişehir tatarlarından olarak anlatmıştır. Nitekim Men­deres simasında Tatarlara özgü hatlar, çizgiler belirli olarak görü­lür. Eskişehir Tatarları daha ziyade 1877-78 Osmanh Rus harbi üzerine Dobruca'dan buralara göçermiş olarak bilinirler. Bunlar, Kırım Tatarlarının devamıdırlar. Bu Tatarlardan Ali isminde biri­nin, genç yaşlarında Eskişehir taraflarından kalkarak Tire çevresi­ne geçmiş olduğu anlaşılıyor... Tire taraflarında bir çiftliğe kâhya olduğu söylenir. Gene söylendiğine göre, işte bu kâhyalık sırasın- ’ dadır ki, Ali, Çiftliğin dul kalan hanımı ile evlenmiş ve böylccc de Ali Ağa olmuştur. Genç ve güçlü çiftlik kâhyalarının, çiftliğin dul kakın zengin kadınları ile evlenmesi, hatta evlendirilmeleri ise, Anadolu'da daima rastlanan bir haldir. İşin sonrası ise malum: Ali Ağa az sonra Hacı Ali Ağa, Hacı Ali Paşa olur. Çünki bir gün sa­raydan kendisine bir de sivil paşalık fermanı gelir. Son Osmanlı İmparatorluğunda halktan gelen bu tür paşalara "Miri miran" der­lerdi. Anadolu'da Abdulhamid birçok "Miri miran" yarattı. Bun­ların asker paşalığı ile bir ilgileri yoktur.... Air de böylcce idareye sadık bir Hacı Ali Paşa oldu. Hem Küçük Menderes, hem Büyük Menderes havzalarında nüfuzunu kurdu. Tircii Hacı Ali Paşa ola­rak şöhret buldu. Menderes'in ilk gençlik yıllarında "Hacı Ali Pa­şazade Adnan" olarak kendini tanıtması, bunu imzalarında kul­lanması böylccc mümkün oldu... Rum cşkiyası Balkan harbinden önce veya o sıralarda Hacı Ali Paşa'yı pusuya düşürerek öldürdü­ler. Söylentiler, bu köylü ve eşkiyalardan bazılarının tutulup idam edildikleri merkezindedir."

Adnan Menderes'in babası, hukuk tahsili yapmış, iyi konu­şan, kültürlü, okuyup yazan, edebiyata meraklı hassas ruhlu biri idi. Önemli bir mevkii yoktu. Tahrirat kâtipliği gibi bir işi vardı. İzmirli idi ve Kâtipzâdeler olarak tanınan bir aileden geliyordu.

18 İbrahim Ethcm bey, çevresinde saygınlık uyandıran biri idi. An­nesi ise Abdiilhamid döneminin paşalarından toprak sahibi Hacı Ali Paşa'nın kızı "Tevfika" hanımdı. Paşa'nın dört hanımı vardı. Korkusuz, ve sert mizaçlı biridir. Tevfika hanım ise zayıf, ürkek, iri güzleri olan, soluk yüzlü hassas ve sağlıksız biridir. Adnan'ın anne ve babası bir aşk evliliği yaparlar.. Daha doğrusu annesi ba­basına kaçar.. Bu iki hassas, zayıf, sağlıklan pek iyi olmayan gen­cin mutluluklarını gölgelemek, belki de onları ölüme göndermek demek olacağından aileleri, bu durumu kabullenmek zorunda ka­lırlar. Ardından düğünleri yapılarak aile onayını bildirir. Derken çok güzel bir kız dünyaya gelir. Melike.. Ardından Adnan.. Ancak annenin sağlığı giderek kötüleşmektedir. Teşhis: Verem. Hem an­ne, hem de baba aynı hastalığın zebunudurlar! Adnan, Aydm'da Sarayiçi mahallesinde büyük dayısı Sadık beyin konağında dün­yaya gelir. (Adnan Menderes 1 Nisan 1947 de İzmir'de yaptığı ko­nuşmada "Doğduğum ve büyüdüğüm güzel İzmir" gibi bir ifade kullanmış ise de doğum yeri Aydın'dır. Ancak Menderes'in asker­lik sicili ve nüfus cüzdanında doğum yeri İzmir olarak görülür) Aile mutludur. Fakat Aydın'ın havası ve suyunun sağlıklarına yet­mediğini düşünen aslen İzmir'li olan Fitnat hanım (babaanne) ge­lini ve torunlarını yanma alarak İzmir'e gelir. Adnan ve kardeşi Melike daha küçük yaşlarında iken anneleri yatağa düşer. Önce annesi, ardından kardeşi Melike, daha 6 yaşında iken hayata göz­lerini yumar. Melike de veremden hayatını kaybedince aileye bir matem havası çöker. Adnan, babası Ethcm bey ve babasının anne­si Fitnat hanımla yalnız kalır.

Çocukluğu Kcstclli'dcki evlerinin hemen yakınındaki Sa- lepçioğhı Camimin önünde büyük bir yalnızlık içinde geçer. Yal­nızlık ve ölüm korkusu, hastalık korkusu Küçük Adnan'ın hayatı­nı altüst edecektir. Zaten çok geçmeden İzmir Gurabaa hastahanc- si hekimi Şehri bey Adnan'a verem teşhisi koyacaktır. Verem bu ailenin en büyük baş belası gibidir. Ninesi Fitnat hanım da verem­den ölmüştür. Menderes'in Halası, Fitnat hanımın annesi ve baba­sı da veremden ölmüştür. Verem bir kabus gibi ailenin üzerine çökmekte, Fitnat hanım soyunun son kişisini adeta vereme karşı canhıraş bir savaşla korumaya çalışmaktadır.. Adnan Menderes hayan boyunca yalnızlan oynayacaktır. Kalabalıklar içinde bile yalnız bir adam! Çocukluğu sokakta değil, her zaman büyük bir ihtimam alımda geçti. Hiç bir zaman özgür olamadı. Çocuklarla serbestçe oynayamadı.. Her zaman gözetim altında idi. Yaptığı her işe dikkat etmek ve hesab vermek durumunda idi. Saksıda ye­tişen nadide bir çiçek gibi idi.

Adnan bir ailenin tek çocuğu olarak yalnız kaldığında, aslın­da tüm yalnızlığına karşılık farkında olmadığı bir servetin de sahi­bi olmuştu. Annesinden Aydın civarındaki Çakırbeyli çiftliği mi­ras kalmıştı.

Küçük Adnan, 1910 yılında İttihat Tvrakki okuluna başladı. Adnan Menderes'in bu okullardaki arkadaşlıkları, onun siyasi ha­yatına da yansıyacak, Muzaffer (Arel), Rıfat (Kadızâdeler), Nus- - ret (Dülgcr)lcr ile yakın ilişkisini sürdürecektir.

Menderes, zayıf bir bedene sahipti. Annesini, ardından kar­deşini kaybetmesi onu iyiden iyiye içine kapanık yapmıştı. Der­ken sıra Ethem Bey'e geldi. Annesi ve tek çocuğunu üzmemek için hastalığını gizlemiş, ama artık işin gizlenecek tarafı kalma­mıştı. Doktorlar İsviçre'de tedavi olmasını tavsiye ediyorlardı. Baba, annesinden ve oğlundan ayrılmak istemiyordu. Durum ümitsizdi, sonunda yola çıkmaya karar verdi. İstanbul'a geldiğin­de iyiden iyiye ağırlaşacak ve yerleştikleri Meserret Otcli'ndc ha­yata gözlerini kapayacaktı. Ölüm sebebi Verem ve birlikte seyre­den Kalp hastalığı idi. Annesi ve oğlu, durumun ağırlaştığını geç öğrendikleri için, ölümüne yetişemeyeceklerdi. Ethem bey tekrar İzmir’e götürülmeyecek, Kocamustafa Paşa kabristanına defnedi­lecekti.

Yaşlı kadın, torunu ile yalnız kalmıştı. Adnan ciddi bir sar­sıntı geçiriyordu, öte yandan ailenin en önemli geçim kaynağı olan çiftlik sahipsizdi ve durumdan yararlanmak isteyen akraba­ları çiftliği kendi aralarında paylaşmak isliyorlardı. Bunun önünü almak için Fitnat hanım, torununu İttihat Terakki mektebinden alıp "İzmir Amerikan Koleji"nc kaydını yaptırdı ve kendisi Ay- dın'a giderek çiftliğin başına geçti. Fitnat hanım sürekli olarak İz- 20 mir'lc Aydın arasında mekik dokuyordu.

Aslında Menderes'in annesi Tevhide hanım da, Fitnat hanım da dinine düşkün insanlardı. Tevhide hanım hasta günlerinde sü­rekli Kur'an okuyordu ve Kur'an okuyarak hayatını kaybetmişti. Ancak ne baba ve ne de annesinin Adnan'ın eğitimi üzerinde ciddi bir etkileri yoktu. Küçük Adnan'ın çocukluğu acılar içinde geç­mişti ve tam birşeyler anlamaya, konuşmaya, soru sormaya başla­dığı zaman ise İzmir yöresindeki İttihatçıların açtıkları bir mek­tepte dünyayı tanımaya başlamıştı. Fitnat hanım da dinine düş­kündü. Ama onun için din daha çok geleneksel bir anlam taşıyor­du. Torununun iyi yetişmesini sağlamak için Adnan'ı Amerikan kolejine yazdırmakta hiç bir sakınca görmüyordu. Adnan'ın kişili­ği İttihat Terakki Mcktcbi'nde ve Amerikan kolejinde biçimlene­cek ve bu çizgi hayatı boyunca da varlığını hissettirecektir. O ger­çek anlamda bir öksüzdü. Anneden, babadan öksüzdü. Ölü bir im­paratorluğun, ayağı yerden kesilmiş bir dinin öksüzü.. Onu hayata bağlayan, ona hayatı öğreten bir tek kaynak vardı, o da baba anne­si: "Ben ilk terbiyemi, ilk eğitimimi onun tükenmez şefkati, tü­kenmez ilgisi, tükenmez sabrından aldım." Babaanne! Mende­res'in asıl kişiliğini, aile ile bağını bu kadın sağlamaktadır. Men­deres biraz da babaannesinin eseridir.

Adnan'ın kolej hayatına tanık olanlar, onu ciddi, düzenli, okuyan ve hareketli bir insan olarak tanırlar. Giderek daha neşeli bir havaya bürünmüştü. İngilizcesini ilerletiyor, spor yapıyordu. Bir yandan futbol takımında oynuyor, öte yandan öğrenci toplan­tılarını, partileri hiç kaçırmıyordu. Okulun havasına uyum sağla­mıştı! Yazları ise ninesinin yanına, Aydına, çiftliğe gidiyordu.

Bu sırada mülk ve para işlerinin idaresi Avukat Fevzi beye kalmıştı. Uzun yıllar Menderes ailesinin çiftliğini yöneten bu kişi, Adnan bey in ve Fitnat hanımın güvenini kazanan bir aile dostu idi. Yine bu kişinin dikkat çekici bir diğer özelliği ise, yıllar sonra Menderes'in ilişki kurduğu sanatçı Ayhan Aydan'ın dayısı olması­dır.

18 yaşına kadar hayat böyle akıp gitti. 1. Dünya savaşının sı­kıntılı günleri yaşanıyordu. Amerikan kolejinin son sınıfında

21 okurken ihtiyad zabiti olarak askere çağırıldı. Fitnat hanım çaresiz ve yalnız kalmıştı. Çiftlik işleri tek başına üstüne yıkılmıştı, artık her hafta gidip ziyaret edecek bir torunu da yoktu. Çiftlikte hayat giderek zorlaşıyor ve aruk gelir getirmekten çok, adeta bakımsız­lıktan yük haline geliyordu.

Adnan'ın görev yeri İstanbul Erenköy'dü. Kısa sürede "İhti- yad Zabitleri Talimgâhı"na katılarak görev başı yaptı. Kısa bir eğilimden sonra yedek subay olarak cepheye gönderilecekti. Her hafta, babasının hayata gözlerini yumduğu Meserret Olcli'nc geli­yor ve orada kalıyordu. Ninesine mektup yazarak onu İstanbul'a çağırdı.

Av. Orhan Cemal Fersoy'un "Bir devre adını veren başbakan Adnan Menderes" isimli kitabında belirttiğine göre Menderes Fitnat hanımı annesi olarak biliyordu. Fitnat hanım İstanbul'a ge­lişinde Meserret Otcli'nde gerçeği Adnan'a anlatacak, ağlaşacak­lar ve o günden sonra Fitnat hanıma "Anne" değil de artık "Nine" diye hitap edecekti.

Adnan'ın ilk kez gerçek anlamda toplumla karşı karşıya kal­ması ve dünyayı kendi gözü ile tabii ortamda kavraması bu asker ocağında oldu. İlk kez kendi halkından her seviyeden insanla bir araya geliyor ve onlarla sofrasını, yatak odasını ve duygularını paylaşıyordu. Zengin çocukların okuduğu Kolej havasından ha­yatın ter kokan gerçekleri ile yüzyüze geliyordu.

19 yaşında bir ihtiyad zabiti. Annesi, babası ve kardeşini kaybettikten sonra, ninesinin gerçek annesi olmadığını öğrendiği gün, kolej sıralarından kopup gelen bir çocuğun, dünya savaşının yakıcı ortamında kendini yapayalnız hissetmesinin fırtınalı dü­şünceleri arasında şaşkın vaziyette idi.

Adnan, sonraki hayalında bu çelişkilerin, bu acıların, mutlu­lukların ve zenginliklerin bileşkesini kimi zaman kronolojik bir sıra ile, kimi zaman birbirine karıştırarak yaşayacaktır..

Adnan özümsediği bir hayatta gerçek irade sahibi bir insan değil, belki de rüzgârın şekillendirdiği bir bulut kümesi, vakıala­rın yönlendirdiği, rüzgâr gülünü hatırlatan bir tipi canlandırmak­ladır. Menderes tarihin aktörüdür. Menderes bu anlamda tarih ya-

22 pan biri değil, tarih olan bir insandır,

Adnan'ın kişiliğinin oluşmasında, Anne-babasından çok, okul hayalı, askerliği ve ninesi etkili olmuştur. Adnan'ı hayata bağlayan aileden tek bağ Fitnat hanımdı. Fitnat hanımın İstanbul günleri yalnızlık dolu idi. Oğlunun mezarını ziyaret etmekten baş­ka bütün bir hafta yapacak hiç birşeyi yoktu. Cuına'ya kadar Ad­nan'ı bekliyor, iki gün birlikte oluyorlar ve yine aynı yalnızlık baş­lıyordu.

Fitnat hanım Adnan'a sürekli çocukluğunu, ailesini anlau- yor, kendi geleceğinden, Adnan'ın geleceğinden ve ülkenin gele­ceğinden kaygı duyuyordu.

Fitnat hanım sonunda kararını verdi. Böyle beklemekle ol­mayacaktı. İlk vapurla İzmir'e dönmek isliyordu. Tek gelir kapısı olan Çiftlikteki durumu merak elliyordu.

Bir perşembe günü Fimai hanım İzmir'e gitmek üzere Gül- ccmal vapurunun merdivenlerine kadar gelmişken, Adnan'ın göz­yaşlarına dayanamayıp tekrar otele geri dönmek zorunda kalmıştı. Belki Adnan cepheye gönderilecekti ve birbirlerinden bir daha haber alamayabilirlerdi. Bir süre daha Fitnat hanım İstanbul'da kalmalı idi ve öyle de oldu.

Gidipte dönmeyecek olan Adnan değil, meğerse Fiuıat ha­mın imiş. Fitnat hanım da odasında sessiz sedasız hayata gözlerini yummuştu. Adnan bir kez daha yalnız kaldı. Arlık arkasından gözyaşı dökecek kimsesi kalmamıştı.

Yıllar sonra Adnan Menderes şöyle diyecektir, onca insan kalabalığına rağmen "Ben yalnızdım kardeşim.. Hayat boyunca yalnız... Yalnız ve kimsesiz"

O dönem aydınları yenilgiyi, ihaneti ve sürgünü iyi biliyor­lardı. Ne tam Osmanlı sayılırlardı, ne de batılı.. İttihatçıyız diyor­lardı ama, işleri güçleri tefrika çıkarmaktan başka bir şey olmayan bu güruhun büyük bir bölümü müslüman bile sayılmazdı. Adnan böyle bir dünyada tanıdı insanları. Kalbi ile müslüman, kafası ile batılı yeni hasta aydın tipi bu ortamda kendi kimliğini üretti.

İstanbul'daki günleri sayılı idi. Suriye cephesine tayini çıktı. Şam'a doğru giderken, Filistin gerçeğini biliyor mu idi dersiniz?..

23

Herhalde Filisti” -rçeğini bilse ve acısını duysa idi, iktidar pra­tiklerinde bu acının eseri görülmesi gerekirdi. Belki de askerler için böyle bir duygu sözkonusu değildir ama, ittihatçı zabitlerin çoğu, kendi "öz vatanımızın" dışında Araplar için savaşmayı ge­reksiz bir iş olarak görüyor olabilirlerdi.

Birinci Dünya Savaşı son günlerini yaşarken, Osmanlı im­paratorluğu için artık parçalanma kaçınılmaz gözüküyordu. Ve Adnan daha Şam'a varmadan yolda zehirli sıtmaya yakalanacak ve geri hizmete atanarak İzmir'e 17. Kolordu Emrine tayin edile­cekti. Ve tekrar İzmir!

İzmir'e geldiğinde onu zafer sevinci değil mağlubiyetin acı­ları karşıladı. Mütareke ilan edilmişti. Acılar, yoksulluklar, yıl­gınlıklar, perişanlık dizboyu 'di. Ingilizler, Fransızlar, Italyanlar imparatorluğu paylaşmaya hazırlanıyorlardı. Vatan topraklan iş-ı gal ediliyor ve her kafadan bir ses çıkıyordu. Halk direnmek için silaha sanlırkcn ittihatçıların çoğu ülkeyi terkediyorlardı.

İzmir'de beklemediği bir zamanda celp tezkeresi ile karşıla­şan Adnan, bu kez eline terhis teskeresi tutuşturularak kapıya bı­rakılıyordu. Artık aid olduğu bir yer, bir iş, meslek, aile hiç bir şey yoktu. Yalnız ve çaresiz!

Tek gideceği yer vardı, baba evi, annesinden kalan çiftlik. Çifliktcn uzun zaman ayrı kalmıştı. Ne olmuştu, ne yapabilirdi, hiç bir şey bilmiyordu.. Ne okul hayatında öğrendikleri ve ne de askerlik hayalı, onu bu hayata hazırlamamıştı. Ama yapacak, gi­decek başka bir yeri ve işi de yoktu. Aydın'a gitmeye karar ver­di.

Çiftliğe geldiğinde kâhya ve hizmetliler "bey"i kapıda karşı­lamışlardı. Adnan artık bir "toprak beyi" idi.. Toprağı işlemek için para gerekli idi, bilgi gerekli idi. Kâhya "bey"c bağlı kalacak ve toprağı ekip biçecekti. Ama para gerekli idi. O zaman Osmanlı dü­zenine göre, yetimlerin mal ve mülklerini korumak ve onların ihti­yaçlarını karşılamak üzere kurulan "Eytam idaresi" (Yetim Fonu) na başvuracak ve burada biriken bir miktar parayı alarak, çiftlik hizmetleri için bu parayı kullanacaktı.

İlk mevsim kötü geçti. 1918 kışının mevsim olarak hiçte ve-

24 rimli olmaması yanında, Yunanlılar İzmir'e asker çıkarmış içeri doğru ilerliyordu ve Çiflik araçlarının, deposunun eşkiya baskın­larına karşı korunmasında güçlük çekiliyordu.

Celal Bayar'la Tanışma:

Adnan (Menderes), Galib Hoca adı ile bölgede dolaşarak Milli Mücadele Harekelinin örgütlemeye çalışan Mahmut Celal bey (Celal Bayar) ile bu günlerde karşılaştı. Ama tanışmaları mümkün olmadı. Savaşın gürültüsü arasında gelip gitmeler sıra­sında oturup konuşma fırsatlan olmadı. Ama gıyablannda her iki­si de birbirini tanıyordu. Gerçek anlamda oturup konuşmaları an­cak 1930'Iarda mümkün oldu.

Menderes ilk kez Amerikan Koleji'nde talebe iken Celal Ba- yar'ı bir öğrenci grubu ile birlikte ziyaret etmişlerdi. Adnan (Men­deres), DPnin kuruluşundan sonra bu olayı çevresindekilere şöyle anlatacaktı: "Kolejde talebe idik. Bir Türk talebesi hristiyan ol­muştu.. Bu hal büyük bir infial yaratmıştı. Teessüf ve teessürleri­mizi etrafa duyuruyorduk. Milli ve dini duygularımızı ifade için zamanın ricaline ziyaretlerde bulunuyorduk. Bu arada İzmir itti­hat ve Terakki Cemiycti’nin kâtibi mesulü ve temsilcisi sıfatıyla zatı âlilerine de gelmiştik..." O zaman sene 1913'ü gösteriyordu.

Anlaşıldığı kadarı ile, Bayar o günlerde Menderes'i sadece, Çakırbeyli direnişindeki katkıları ile hatırlamakta ve kendisine yardımcı olan bu genç hakkında bilgi sahibi olmaktadır. Ama Menderes onu daha yakından, ama gıyabında tanımakladır. O bir İttihatçıdır ve Milli Mücadele saflarında bir hoca kıyafeti ile do­laşmaktadır.

1919 Haziran'ında, Aydın'a saldırmaya hazırlanan Yunan kuvvetlerine karşı, milli mukavemet güçleri Çakırbeyli çiftliğin­de üslenmişlerdi.

Bu olay Adnan'ı derinden etkiledi. Eğer vatan kaybedilecek olursa, geriye nc çiftlik ve ne de başka bir şey kalacaktı. Gerekirse

25 çiftliği feda etmek pahasına da olsa direnişe katılmalı idi. Ama na­sıl?.. O yedek subaydı. Milis kuvvetlerinde efeler nezdindc vazife alamazdı! Nizami orduya katıldı ve fırka komutanının emir subayı oklu Onun bu tercihi, aynı zamanda siyasi sahadaki önlenemeyen yükselişinin de fitilini ateşleyecektir. O halkı değil orduyu seç­mişti, ama halkın elanca teveccühüne rağmen, onu ait olduğu or­du alaşağı ederek hayatına son verdi. Dramatik sonu hazırlayan kararı o gün Menderes kendi hakkında kendi mi vermişti yok­sa?!

26

GENERAL SABİS MENDERES'İ ANLATIYOR

Menderes, siyasi tarih hatıratlarında adına pek rastlanan biri değil. Bayar da Çakırbcyli'nin genç "bey" ini anlaşılan o zaman­larda fazla önemsememiş. Çünki her yerde herkes aynı fedakârlı­ğa hazır gözükmektedir. Menderes'ten kendi hatıratında söz eden kişilerden biri de General Ali İhsan Sabis'lir.. Daha sonra da Mus­tafa Kemal'le karşılaşmalarında, Mustafa Kemal, Menderes hak­kında "Bu gence dikkat edin " talimatını verecektir.

20 yaşlarında kendini Çakırbcyli çiftliğinde Milli Mücadele şartları içinde bulan Adnan bey, Malla sürgününden dönen Ali İh­san (Sabis) paşayı Kuşadası'ndan İzmir'e gelişinde karşılayarak cepheye intikalini sağlamakla görevlendirilmişti. Ali İhsan Paşa, 1 ngiIizler tarafından İstanbul'dan Malıa'ya sürülmüştü. Malta dö­nüşü Ankara'da bekleniyordu. Adnan bey bu vesile ile Ali İhsan Sabis'le tanışacaktı.

Ali İhsan Sabis İngilizler tarafından sürgün edilmişti ama. bir İtalyan gemisi ile Malla'dan kaçarak Kuşadası üzerinden İz­mir'e geliyordu. Ali İhsan Sabis "Harp Hatıralarım" isimli eserin­de bu karşılaşmadan şöyle bahsediyor: "Bir yandan bu muharebe­leri yaparken diğer taraftan Ankara'ya bir an evvel varmak üzere acele ediyordum. Söke'de ancak bir gün kalmış idim. Hamam yap­mak, noksanlarımı ikmal ve hususiyle yatak tedarik etmekle meş­gul olmuştum. 27 Eylül'dc Söke den bir at üstünde hareketle Ko- çarh'ya gittim. Orada 1950 senesinde Demokrat Parti'nin ilk baş­bakanı olan Adnan Menderes i genç ve ateşli bir yedek teğmen ve

27 müfreze kumandanı olarak görüp tanıdım. Ertesi sabah, Adnan beyin temin etliği yeni dinç atlarla ve kendisiyle birlikte Yenipa­zar'a gittik. Öğle vakti Cumali köyünde Yörük Ali ele ve arkadaş­ları ile karşılaştım. Bunlarla beraber öğle yemeği yedik. Efelere, vatan ve istiklâl savaşına yardım ve hizmet etmek için kendilerin­den beklediğimiz hizmetleri izah ettim. Bundan sonra tekrar atla­rımıza binerek Yenipazar'a hareket ettim.

Yolda at üstünde giderken çokça süratli ve az adeta yürüyüş kullanıyordum. Bana refakat eden genç teğmen Adnan beyi dik­katle tetkik ediyordum. İndiğimiz zaman yanıma çağırıp kendi müdafaa ve tarassut tertiplerimiz ve düşman postalan hakkında tafsilat soruyordum. Genç teğmenin verdiği cevaplar, ateşli zekâ­sı ve dinamik karekteri dikkatimi çekmiş idi. "Muvazzaf subay ol- , sa idi yanıma alır ve bir kumandan olarak yetiştirmeye çalışır idim" diye düşünmüştüm. Bu takdirin verdiği şevk ile kendisine oıdumu/un, Yunanlılara karşı nasıl tertibat alması lazım geldiğini ve bir gün yapacağımız taarruzun nasıl olabileceğini o zaman kı­saca izah etmiştim. Koçarlı'da aile çiftliğinin bulunduğunu öğren­diğim için kendi arazisinin üzerinde düşmana karşı müdafaya memur olmasını daha uygun bularak karargâhıma almak fikrin­den vazgeçtim. O zaman sezmiş olduğum zekâ ve eneıji boşuna gitmemiş, zaman onu demokrasi mücadelesine sevkederek 1950'de DP iktidarının başbakanı yapmış ve şüphe yok ki benim tasavvur ettiğim hizmet yolundan daha faydalı bir yola sevket- miştir. Ben o zamanki genç teğmenin bu günkü Adnan Menderes olduğunun farkında değildim. O zaman soyadı yoktu. 1949 da parti işlerini görmek üzere Adnan Menderes ile Teşvikiye'deki mütevazi evimin odasında toplanmış idik. Harbe ait resimlere ba­karken Koçarlı hadisesinden bahis açıldı..." Ve böylece General Sabis Menderes'i bir kez daha yakından tanımış olacaktı. Ama o güne kadar da, o zaman değer verdiği genç subayı bir daha arama gereği duymamıştı anlaşılan.

ÇAKIRBEYLİ ÇİFTLİĞİ

Adnan beyin asıl mal varlığı Çakırbeyli çiftliği idi. Yaklaşık 70 milyon m2 lik bir alanı kaplayan bu dev çiftlik (Bazı kaynaklar­da 35 milyon m2 olarak ta gösterilmektedir. Daha doğrusu eskiden çok daha büyük bir sahayı kaplarken, çiftlik Menderes'in annesine miras kaldığında ancak bu kadar bir alanı kaplıyormuş) Aydın'a 11 km mesafede Koçarlı ilçesine bağlı bir bölgede bulunmakta­dır. Çine çayı ile Menderes ırmağı, Çakırbeyli yakınlarında bir araya gelmektedir. Çiftlik dedesi Hacı Ali Paşa'dan annesi vasıta­sı ile kendine miras kalmıştı. Çiftliğin önemli bir bölümü sulak araziydi ve bakılması halinde verimli topraklarda bulunuyordu. Çiftliğin Menderes havzasına düşen sulanabilir kısmı 4-5 milyon m2 olarak biliniyor. Ancak bu çiftlikten Menderes'in eline geçen kısmı 3500 dönüm kadar olsa gerekir. Büyük bir kısmı, mirasçılar tarafından gaslıcdilmiş, yerli yağmacılar şöyle ya da böyle ele ge­çirmişler, sahipsizlikten elden çıkmış.

Hacı Ali Paşa buralara Tire üzerinden, Konya'dan gelmişti. Daha sonra Paşa rütbesini alan Hacı Ali Paşa'nm satın aklığı Ça- kırbcyli Çiftliği daha önceleri Karagöl mevkiini de içine alan çok geniş bir alana yayılıyormuş. Zamanla verimsiz araziler terkedile- rek, bir kısmı Çakırbeyli köylülerine mera olarak bırakılmak sure­ti ile, bir kısmı da topraksız köylüye bırakılması sonucu 1945 yılı­na gelindiğinde 2.450.000 m2 ye düşmüş. Çiftlikte 11 artezyen kuyusu bulunuyormuş ve aynı zamanda Köşk diye tanımlanan merkezi Çiftlik evi iki katlı, 7 odalı bir evden oluşuyormuş. Ayrı-

29 ca garaj, ahır, Çiftlikte çalışanların kaldıkları evlerle küçük bir köy havasındaki çiftlik bölgedeki belli başlı çiftlikler arasında sa- yılıyormuş.

Adnan bey ise sıradan bir toprak ağası değil bir çiftlik beyi havalarında, okumuş, dil bilen ince bir adam. 25 yaşlarındaki bu delikanlı kolej yıllarının ardından kendini savaş içinde bulmuş, ardından da toprakla başbaşa kalmıştı. 1923-24 yıllarında düşma­nın bu topraklardan ayrılmasından sonra Adnan bey, silahını bıra­kıp tekrar toprağa sarılacaktır. Yazın kavurucu sıcağı, kışın ansı­zın bastıran yağmurla gelen sel felaketi ile uğraşmak zorunda kalı­yordu. Çiftlik kâhyası Abdi ağanın yardımları olmasa idi, herhal­de Adnan beyin bu işlerin üstesinden gelmesi mümkün olmaya­caktı. Abdi ağa işini bilen biri idi ve kısa sürede fiilen çiftlik işle­rinde insiyaıifini ortaya koymuştu. 1929 yılındaki büyük kuraklık yılında nerede ise iflasın eşiğine gelen çiftlik, yine Abdi Ağanın maharetleri sayesinde kurtarılacaktı. 1930 yılında Adnan bey bir yenilik deneyerek pamuk ziraatına girecek ve bölgede ilk kez pa­muk ekimi yapacaktı. Pamuk ziraatı Adnan beyin yüzünü güldü­ren bir beyaz altın olarak toprakta boy verirken rejimle pek sorunu olmadığı, politika ile fazla ilgilenmediğini görüyoruz. Kolejli de­likanlı, askerlik tecrübesinin ardından yeni bir toprak beyi, genç bir müteşebbis olarak hayata hazırlanıyordu.

İşler yoluna girmeye başlayınca, artık kış aylarında işler bi­raz rahatlayınca İzmir'e taşınmaya başladı. Yeniden kolej günle­rini özler bir hava içinde idi. Çiftlikte Abdi Ağa ne ise, kentle de kendine o ayarda başka bir dost bulmuştu: Avukat Sadık bey.. Öteki dostları ise. Kolej yıllarındaki en yakın arkadaşları Muzaf­fer (Arcl), Nusrct ve Hamdi (Dülger) beyler.

Adnan bey İzmir'e her gelişinde Karşıyaka'ya geliyor ve es­ki dostlarım buluyordu. Sarı saçları, kestane gözleri, güleç yüzü ile, kibar, nazik, şık ve temiz giyimli bu toprak beyi herkesin ilgisi­ni çekiyordu. "Adnan bey aynı zamanda bir sporcuydu. Futbol oy­nar, bisiklete binerdi ve çok iyi yüzerdi. Zamanın modası patinaj sporuydu. Adnan bey İzmir'in patinaj salonlarının kısa süre içinde büyük şöhreti olmuştu. Pek mükemmel ve mahirane bir şekilde

30 patinaj yapardı. Bu yönüyle de Adnan bey çabuk bir muhit yap­mıştı. Tatlı, şakacı ve hoşsohbetti." Onu tanıyanlar böyle anlatı­yorlar. (Bkz: O.C. Fersoy, Adnan Menderes, S:40)

Artık kederli, tasalı, hasta bir kişilik sahibi değildi. Üzerin­deki himaye kalkınca, askerlik yıllarının insanı pişiren şartlarında kendi kimliğini bulmuştu. Bu yeni kimliği, oluşmakta olan yeni Türk Burjuvazisinin ön gördüğü tipe büyük uyum gösteriyordu. Muhalifleri daha sonra, Menderes'i yıpratmak için "Bizlcr Milli Mücadelede savaşırken, Adnan Menderes İzmir de Kondonbo- yu'nda Yunan subayları ile kolkola geziyordu" diyecekler ama, herhalde bu doğru olmasa gerekir. Belki de Yunan askerlerinin İz­mir'den ganilerine binip gitmelerinden sonra Menderes ve arka­daşları, olabilir ki, Mim Kemal için söylendiği gibi bir Rum mey hanesine gidip, zaferin şerefine kafa çekmiş olabilirler. Ama her­halde Yunan askerleri ile hiç bir zaman kolkola olmadı. Ama mut­lu azınlıkla ve dönemin İzmir sosyetesi ile de yakın bağlarını hiç bir zaman koparmadı..

Evliliği

Adnan beyin evliliğini kotaran kişi, Avukatı Sadık bey idi. Sadık bey Adnan beyle olduğu gibi, İzmir'in tanınmış ailelerin­den Evliyazâdelerin de yakın dostu idi. Sadık bey, Berrin hamınla Adnan beyi evlendirmeyi kafasına koymuştu. Her ikisinin de "Ka­rakter ve temayülleri" uygundu. Sadık bey önce Adnan beyle gö­rüşecek, onayını aldıktan sonra da, İzmir ve Selanik basınında ma­kaleleri yayınlanan Evliyazâdelerin kadın efendisi, Berrin hanı­mın annesi Naciye hanıma konuyu açacak ve uzun boylu bir mü­lakattan sonra, kızın ve damadın birbirini görmelerinden sonra ka­rarı kendileri vereceklerdi. Naciye hanım modem bir hanımdı, ge­lenek ve göreneklerle pek ilgili değildi.

Naciye hamının kızkardcşi Makbule hanım da hariciye veki­li Dr. Tevfik Rüştü ile evli idi. Naciye hanımın Berrin'den başka Güzin ve Santim isimli iki çocuğu daha vardı. Adnan beyin Berrin

31 hanımla evliliği, aynı zamanda politik bir çevre ile tanış olma fır­satını da getiriyordu. Üstelik, Servctifünun, İzmir ve Selanik bası­nında makaleleri yayınlanan aydın bir hanımın kızı ile evlenecek­ti. Aynı zamanda bu ilişki, onu toprak beyi olmanın getirdiği ra­hatsız edici bir yükten de kurtaracak, Burjuvazi ile yeni bir kan ba­ğı kuracaktı.

Adnan bey Sadık beyin araya girmesi ve Naciye hanımın oluru ile Berrin hanımı ilk kez İzmir'in ünlü Elhamra sinemasının pastahanesinde görecekti. Ardından da sinema girişinde taraflar Sadık beyin gayretleri ile karşı karşıya getirilerek tanıştırılacaktı. Ardından evlilik günleri, Berrin hanımın çiftlikte geçen zor ve meşakkatli günleri.. Berrin hanım Avrupada öğrenim görmüş kültürlü bir hanımdı. Adnan beyin de başından, babası gibi, bir kü­çük duygusal macera geçmiş, ama bu macera Budaklı köyünden Ayşcûsimli bir köylü kızın hayatına malolmuştu. Köylü kızın Ad­nan beyin konağına fazla girip çıkmasından kuşkulanan ağabeyi, kardeşini köy meydanında iki kurşunla devirmişti! Ancak olay za­manla unutulup gitti.. Adnan beyin babası da, annesi ile evlenme­den önce bir başka kıza tutulmuş, ardından Adnanın annesi ile ev­lenmişti.

Berrin hanımın ailesi ile ilgili olarak ilginç bir not düşen NFK, kaderin bir cilvesi olarak gördüğü bir durumu nakleder. "Evliyazâde Refik Beyin damadından başlayarak bu aileye dışa­rıdan giren erkeklerin çoğu üç ayaklı sehpada can vermiştir. Başta Refik beyin damadı, meşhur ittihatçı Dr. Nazım, Sonra Refik be­yin kızı Makbule hanımın damadı Fatin Rüştü Zorlu ve nihayet yi­ne Refik beyin ikinci kızı Naciye hanımın damadı Adnan Mende­res.."

Menderes'in üzerinde, ninesi kadar etkili olan, onun hayatı tanımasına vesile olan insanlara da kısaca değinmekte yarar var sanırım. Bu "İdealizme susamış" ittihat Terakki ve Turan fikirle­rinin etkisindeki "Genç toprak" beyi üzerinde etkili olan isimler­den biri de Ethem Menderes'ti. NFK 'nin Ethem Menderes üzerin­deki değer hükmü şu: "Seciye ve mahiyetini Menderesin felaket safhasında göreceğimiz bu adam, Adnan bey ne kadar infiali ve

32

içinden kaynayan bir tipse, o kadar hissiz ve içinden pazarlıklı, öbürü ne kadar hayali ve "Senyör" mizaçlı bir insansa, o kadar he­sabi ve habis ruhlu. Kahramanımız ömrü boyunca istikrara kavuş­turamadığı şahsiyetinin yarattığı temayülünde, adeta onun bu va­sıflarına ihtiyaç duyar gibi bir hal içindedir.. Yani Ethcm Mende­res’i, kendi hassas ve çabucak yakalanmaya müsait karakterine, bir nevi pansuman bezi halinde kullanmış, ona soyadına kadar hcrşcyini vermiş, fakat mukabilinde ihanetten başka bir şey alma­mıştır. "Yalnızlığın buz denizinde yolunu kaybetmiş bir tekneye benzeyen Menderes, öbür Menderes'i aynadaki hayali kadar be­nimsedi ve farkedemedi ki, kendisinin gül tutan eline karşılık, onunki hançer taşımaktadır"

Adnan Menderes, Ethem Menderes'e Ankara günlerinde de ona ihtiyaç duyacak. Kendi Ankara'ya gittikten sonra onu önce DP'nin Aydın il örgülünün başına getirecek ve daha sonra Anka­ra'ya gelmesine vesile olacaka!

Menderes dürüsttü. Ama herşeyin dürüst şekilde yürülülc- mcycccğini biliyordu, onun için öyle anlaşılıyor ki, kendine dü­rüst olmayan bir başka kişilik kiraladı.. Kendisi de, dürüst insanlar kiralayan, dürüst olmayan bir hareketin içinde, oltaya takılan yem gibi, dürüstlüğü oynadı.. İnanan insanların sağcıların kapanına düşmesi için Adnan bey, renkli, etrafına yakamozlar saçan bir yemdi.. DP, bu yemi iyi kullandı. Ama sonra.. Sorra köpek balık­ları yemi de, oltayı da yutup gitti..

İçe kapanık, kötümser bir tip olan Menderes'in dünyayı tanı­masına vesile olanlardan bir diğeri de Çiftliğin kâhyası idi.. Asık suratlı Ethcm beyin yanında, Adnan beyin ikinci kiralık adamı la­ubaliliği yanında sadakati de temsil ediyordu.. Kâhya Mcmişoğlu, köy romanlarının kahramanı olan ağa tipini çizen bir senaryoyu ezberlemiş gibi, Menderes'e çiftlikte oynayacağı rolü ezberletme­ye çalışan bir rejisör gibi idi. Necip Fazıl, Kâhya Memişoğlu'nun ağzından bu sahneyi şöyle anlatır: "Bu ne biçim beylik.. Sen bura­da, herkesin titrediği bir büyük babanın odasındasın. Nedir o ha­lin.. Sanki suç işlemiş gibisin. Böyle pısırık durma.! Şimdi bana bak! Bu duvarlara silahlar asılacak. Çifteler şu tarafa, mavzerler

33 bu tarafa. Sonra belinden tabancayı sallandıracaksın.! Atının kamçısı çizmende olacak.. Bey dediğin böyle olur... Bey dediğin­den sual sorulmaz. Bey dinler ama cevap vermez. Bey yalnız cm- rede ve hem de o ne derse o olur." Menderes 23 yaşında Beyliğini keşfetmeye başlar. O inceliği ile köylüyü etkilediği kadar, köylü de yeni ağasını üretmeye başlamıştır. Ama uyumsuzluk anlaşıla­cak, Menderes Çiftliği kâhyaya bırakıp işleri İzmir'den takip et­menin daha doğru olacağını düşünmektedir. İdealizmi, çırpınışla­rı bir süre dc\am eder, ardından İzmir.. Memişoğlu okumuş takı­mından gıravatlı beye ağalık dersi verirken şöyle diyordu: "Allah beyi bey, köylüyü köylü yaratmıştır. Sen geleni kabul edecek, ama kimseye teşekkür etmeyeceksin. Bey yalnız Allah'a şükreder, köylü milletine çok yüzvermeye gelmez efendi!.."

"Suç işlemiş pısırık"..

Karşısında, NFK'nın deyimiyle "eşkiya bozması Hacı Ali paşa" gibi ccberrut bir ağa adayı beklentisi içindeki Kâhya Memi- şoğlu'nun ilk sükutu hayali böyle başlar, Ama umutsuz değildir.. Adnan bey, kamçısını eline almayacak olursa, onun adına hareket edecek Memişoğlu'nu kim dinlerdi ki. Ağanın gücü ne kadar bü­yük olursa, Memişoğlu'nun saltanatı da, ünü de o kadar kuvvetli olacaktır.. Menderes'in köylülere karşı kiralık yüzünü temsil eder kâhya.. Aslında kâhya içinden Adnan bey gibi çekip çevireceği bi­riyle başbaşa kalmaktan memnundur.. Ya Bey ccberrut biri olupta Çiftliğin geçmişinin hesabını soracak olsaydı., köylülerin el anık­lan toprakların hesabını sorsaydı kâhyadan!

Menderes toprağı ve köylüyü burada tanıdı. Cumhuriyet'in öncülerinden hiçbiri onun kadar köylüyü ve toprağı tanımadı. Onun için de yöneliminde her zaman köylüden yana bir tavır koy­du. Ziraatı önemsedi. Ege'de pamuk ziraatının da öncülüğünü o yapmıştı. Tarımda yenileşme ve köylünün refah düzeyini yükselt­me, onların eğitimi Adnan beyin ütopyasında önemli bir yer tut­maktadır. Bir bakıma Adnan bey genç bir prensi oynamaktadır. O halktan biri değildir, ama halkı sevmektedir. Zenginliğini ve lük­sünü halkına borçludur ve halkı da onu sevmektedir. Çünkü ken­dinde olmayan onda vardır. Kültürlü bir beye sahip olmak, köylü-

34 nün burjuva özlemini, kompleksini tatmin etmektedir. Okumuş, gün görmüş bir beyin hizmetinde olmak bile onlar için önemli­dir.

Dr. Mükerrem Sarol. Bilinmeyen Menderes Kitabında, Çiftliğin kâhyasının, Memişoğlu, ya da namı diğer Budaklı Meh­met'in Ocak 1946'da vurularak öldürüldüğünü yazıyor.. Olay bir siyasi cinayet şeklinde idi.. Budaklı Mehmet, aynı zamanda "Genç Menderes'in hayatına giren san saçlı, mavi gözlü 14 yaşın­da vurulan genç kızın ağabeyi idi”

35

ADNAN MENDERES' İN POLİTİKAYA GİRİŞİ

Serbest Fırka Olayı

Yıl 1930, 12 Ağustos..

Artık Türkiye'de yeniden yapılanma süreci belli bir alamaya gelmiştir. Atatürk, artık bir kurtuluş savaşı komutanı, bir asker de­ğil, bir politikacıdır.. Türk Kurtuluş savaşında 9.000 kişi hayalını kaybederken, içeride, devrim aleyhtarlarına ve iç muhalefet odak- ru\na karşı yürütülen Çelikpençe harekatında tam beşyüz bm in­san hayalını kaybetmiştir. Belki de 1920 sonrası dönemin en çar pıcı gerçeği burada gizlidir. Atatürk, "Çağdaşlık" düşmanı, Türki- yenin muasırlaşma ve batılılaşma mücadelesinde engel teşkil eden her kadroya karşı ikinci bir savaş vermiştir ki, bu yönü birinci özelliğinden daha önemlidir. Kaldı ki, bu gün gelinen noktada balı ile, dünün müstevlileri ile tek bir siyasi çatı altında toplanma ira­desinin, aynı ilkelerden ilham alınarak ifade edilebiliyor olması, bu gerçeğin bir başka ifadesidir!

Bursa'da, Osınan gazi türbesinin hemen yanıbaşma o gün­lerde dikilen bir sütun bu gerçeği bütün çıplaklığı ile sergilemek­ledir. OsmanlI'dan kurtulmak, bu sütuna imzasını atan zihniye^ açısından, işgal kuvvetlerinden kurtulmak kadar önernii bir hadise olarak kabul cilir. Bu düşünceye göre etkileri ve sonuçlan itibarı ile OsmanlI'dan kurtuluş, hilafetten kurtuluş Türk'ün milli kimli­ğine kavuşması açısından birincisinden daha da önemlidir.!

Menderes Türkiye'de yaşanan bu ikinci savaşa ilgisizdir. Gelişmeleri uzaktan takip etmektedir. Nc kendisi bir sorumluluğa

36 adaydır ve ne de kendisini hatırlayan kimse vardır. Ama Evliyazâ- dclcre damat olmak, onun politikaya ilgisini artıran bir unsur ol­muştur. Yeni Türkiye "Köylü" politikası izlemektedir. Adnan bey ise Köylüden yana, adeta küçük bir Tiranlığı yöneten küçük bir burjuva efendisidir. Köylüye modem tarımı getirecek, tarımda makinalaşmayı gerçekleştirecek, köye okul, su ve yol getirme mü­cadelesinin öncü ismi olacaktır.

Cumhuriyet kurulalı 7 yıl olmuştur ama, henüz Türkiye'de demokratik ortamdan sözetmek mümkün değildir. Mustafa Ke­mal tek belirleyici "Milli şef' olarak herşeye hakim gözükmekte­dir. Geçen 7 yıllık sürede "acı hadiseler cereyan elmiş, pek çok si­yaset adamı sehpada can vermiştir. Bunların düşüncelerde bıraktı­ğı endişe, acı ve emniyetsizlik duygularını izole etmek lazımdı. Atatürk bunu da düşünmüş, ve yeni bir partinin kurulmasına karar vermiş en yakın arkadaşlarının başında gelen Ali Fethi bey'i (Okul arkadaşı), En yakın dostu Nuri Conkcr'i, Prof. Ahmet Ağa- oğlu. Milli Şair Mehmet Emin Yurdakul ve hatta hemşiresi Mak­bule hanımı partinin kurucularının başına getirmekle tereddüt ve endişeleri izole etmek istemişti" (OCF-Adnan Menderes)

Fethi bey Paris'ten bu amaçla getirilmişti. Organize bir hare­ketli bu. Tabi, demokratik teamüle uygun bir yol izlenmiyordu. Hcrşcy Mustafa Kemalin ilke ve inkılablanna uygun olarak onun yüce tasvibinden geçtiği şekilde gerçekleşecekti. O günki siyasi şartlar böyle gerektiriyordu. Esasen Mustafa Kemal, yeni parti fikri ile demokrasiye geçmekten çok, İsmet İnönü'nün giderek ar­tan otoritesini, halk gücü ile frenlemek istiyordu. Takriri Sükun yasaları, istiklâl mahkemeleri ve idam sehpaları ile halk muhale­feti önlenmişti ama, bu ortamda İsmet İnönü ve bazı paşalar kendi adına bir iç muhalefet oluşturarak Mustafa Kemal'in misyonuna alternatif üretme gayretinde idiler. İsmet paşa, Takriri Sükunun gölgesinde giderek ikinci adamlık sınırlarını zorluyordu. Mustafa Kemal ise hem İsmct'e, hem de onun şahsında öteki muhalefet cxlaklanna bir ders vermek istiyordu. Nasıl İsmet İnönü'yü Komü­nist partinin kurucusu yaptı ise, bu kez de kendine bağh insanlar­dan İsmet Paşa'ya karşı yeni bir alternatif örgütlüyordu. Tabiki

37 bunun dışa sunuş şekli demokratikleşme ve çok partili hayata ge­çişli. Serbest Fırka deneyi, İnönü'ye bir alternatif bulma ve onu dengeleyecek bir muhalefet kanadı oluşturma gayretlerinin ürünü idi ve Atatürk-înönü kavgasının temelini de bu şüphe oluşturmak­tadır. "Serbest Fırka Atatürk’ün dehasına yakışır bir tertiple kurul­ma yoluna girmişti"

Herşey bir senaryo idi. Mustafa Kemal ve İnönü, Ali Fethi bey için hazırladıkları mektupta: "Cumhuriyetçi, halkçı bir fırka kurarak siyasi hayata geçmek isterim" diye Mustafa Kemal'e yazı­yor, Mustafa Kemal de, talebi "yerinde bir fikir" olarak "CHFyi bırakmamakla birlikle Fethi beyin harekeline destek olma sözü veriyordu"

Aslında Mustafa Kemal, her zaman birden fazla ihtimali ay­nı zamanda hesaplamıştır. Bir yandan İsmet Paşa'yı köşeye sıkış­tırmak isterken, Aynı zamanda İsmet Paşa'yı da yanına alarak, onu kendine mecbur bırakırken, muhalefet odaklarının deşifre olma­sına yol açacak ve onların zabtu rabt aluna alınmasını sağlayacak bir yol izliyordu.

Aslında çok parti görünümünde yine bir tek parti kurma gay­retinden başka bir şey olmayan bu hareket, belli çevrelerde yeni bir umut halesi de oluşturmaya başlamıştı.

Mustafa Kemal'in düşünceleri Fethi beyden Mustafa Ke­mal'e bir mektup olarak gelince, böylece ülkenin kötü yönetilmesi ve olumsuz ekonomik şartlarından İsmet Paşa sorumlu tutulmuş ve iılıam altında kalmış oluyor ve Mustafa Kemal ise bu durumun düzeltilmesi için bir başka arkadaşını göreve çağırıyordu. P.öyle- cc kamuoyunun gözünde belli bir iradenin eseri olan icraatının sonuçlarının sorumlusu olarak İsmet Paşa öne çıkartılmış oluyor­du.

Fethi bey Mustafa Kemal'e gönderdiği mektupta şöyle di­yordu: "Hükümet mali kudretimizle uygun olmayan ve bugünki nesil için luzuınsuz masraflara girmiş ve bu masrafları temin için halkın tehammülü fevkinde vergiler koymuş ve dahili sanatlar ve mahsullerimizin hakkıyla himaye ve teşvik edilmemiş olması yü­zünden ihracatımız seneden seneye noksan anz olmuştur. Hükü-

38 metçe ihtiyar edilen fedakarlıkların büyük bir kışını pek ağır faiz­lere ve diğer kısmı da yabancı ithalatına ve dolayısı ile döviz mü- bayaalına sarfcdilmiştir. Milli paramız endişeli surette düşmek tehlikesini göstcrinccye kadar paramızın kıymetini tesbit için esaslı bir tedbir alınmamıştır. Bu hallere ilaveten adalet işleri, da­hili ve harici siyasetteki noksanları dahi bildirerek maruzatımı uzatmak arzu etmiyorum..."

"... Hasıl olan netice memnuniyet verici olmaktan pek uzak­tır kanaatindeyim. Kendi’crinc derin hürmet ve muhablvt besicili­ğim hükümet ricalinin zan ve şüpheden azade gayret ve hüsnüni­yetleri karşısında böyle bir neticenin nasıl hasıl olduğunu kendi kendime sormaktan biran vazgeçmedim. Bu sualin cevabını an­cak BM'nin bir fırkadan müteşekkil olmasında buluyorum"

"Türkiye Reisicumhuru Gazi Mustafa Kemal Hazretlerine" diye başlayan mektup bu minval üzere devam ediyor. Bu ifadeler, aynı zamanda halkın şikayetlerini de ifade etmektedir. İşin ilginç yanı, bu ifadelerin resmiyet ve meşruyel kazanması, halkın muha­lefetini tahrik edecek ve herkes bu mektuptan cesaret alarak eleşti­ride bulunmaya başlayacaktır. Menderes'te bu cesaret verici or­tamdan yararlanarak bu tarihte politika ile tanış olur.

Mektup aynı zamanda şu durumu ifade etmektedir. Mustafa Kemal bu şikayetlerin kaynağı değil, çözümü için başvurulacak merci ve muhataptır.

Herhalde Fethi bey, bu mektubu Mustafa Kemal'in izni ve tasvibi olmadan yazsa idi, onun akibetini kestirmek te güç olma­yacaktı. 5,5 yıldır ülke dışında elçilik yapan birinin ülke meselele­rine bu kadar vukufıycti de ilginçtir. Ülke içinde o kadar insan var­ken bu konuda Fethi beyin devreye girmesi düşündürücüdür. Bu konuda işin içindeki insanlar, fiilen Mustafa Kemal'le görüşerek bu meseleyi halletmeleri mümkünken, bu işin Paris'ten mektup yolu ile halledilmesi de bu konudaki şüpheleri ıcyid etmektedir.

Mustafa Kemal Fethi beyin 9.8.1930 tarihli mektubuna ver­diği cevaba şöyle başlıyordu: "..Kendimi görüşlerinize ve sualle­rinize Reisicumhur ve Cumhuriyet Halk Fırkasının Umumi reisi olarak iki sıfatla muhatap gördüm.." diyor ve Fethi beyi bu çahş-

39 malarında destekleme sözü veriyordu. Öyle bir durum ki, kurula­cak yeni muhalefet partisinin izni, mevcut partinin genel başkanı tarafından onaylanıyordu. Bu gerçek, Yeni Türkiye Cumhuriye- ti'nin siyasi temelleri konusundaki temel çelişkiyi çok açık bir şe­kilde ifade etmektedir ve bu yaklaşım hâlâ bu gün de yine aynı yo­lun yolcuları tarafından sıkı bir şekilde takip edilmektedir. 12 Ey- lül'ün generallerinin, izin verdikleri üç parti (ANAP, MDP ve HP) üç ayrı görünümde tek parti manzarası arzetmektedir. Bir bakıma "yok aslında bir farkları, tek farkları adlari'dır. Türk anayasasının başlangıç bölümü ve milletvekili andı da esasen bu antidemokra­tik yapıyı pckiştirici bir uslubla kaleme alınmıştır. Resmi ideoloji ve zihniyetler arasında ayırdedici özellikleri yokeden bir uslub, belli bir dönemin özel şartlarının ötesinde, kurulan devletin sürek­li karakterini belirten bir esas unsur haline dönüşmüştür.

11.8.1930 tarihli deklarasyonla parti kuruluşunu 11 madde­den ibaret bir bildiri ile açıklayacaktır. Bu bildiride ifade edilen şeyler, daha önce Fethi beyin Mustafa Kemal'e gönderdiği mek­tupta ifadesini bulan şeylerdir. Doîayısı ile baştan onanmış ifade­lerdir. "Serbest Cumhuriyet Fırkası cumhuriyetçilik, milliyetçi­lik ve laiklik esaslarına bağlıdır. Bu esasların millet bünyesinde ebedileşmesi gayesidir"

Vergi reformu, para politikası, kalkınma politikası (Sanayi, maden ve tarım-köy ve köylü kalkınması), bürokrasinin azaltıl­ması ve rüşvetle mücadalcde, adâlete hız kazandırılması gibi ko­nular fırkanın esas faaliyet alanlarını teşkil edecekti.

1930 yılının 11 Ağustos'unda partinin kuruluş bildirisi ya­yınlanmış, 12 sinde de Aydm'da Adnan bey, ailesinin de teşviki ile SCFnin il başkanı olarak siyasi hayattaki yerini almıştı. İzmir ve ege havalisi tarım alanı idi ve aynı zamanda İzmir limanı bir ihra­cat merkezi idi. İktisat kongresinin İzmir'de yapılmış olması, İz­mir çevresindeki azınlıkların, Selanik kökenli ailelerinin ekono­mik hayattaki aktif rolleri Yeni Türk hükümetinin ekonomik libe­rasyon politikalarından tatmin olmayacak düzeyde idi.

Doğu'da rejime karşı din kökenli muhalefet, Ege’de yerini daha çok ekonomik nedenlerle bir muhalefet anlayışına terkedi-

40 yordu. Doğu'da baskıya tepki olarak gelişen ve din alimlerinin ön­cülük etlikleri ideolojik muhalefet, batıda yerini, bir takım ittihat­çıların, kolejlilerin, ekonomik refah temeline dayalı, liberalleşme taleplerinden kaynaklanan bir muhalefete bırakıyordu. Doğu'daki baskılara karşı, içeriden ve dışarıdan bir tepki alınmıyordu. Gayri- müsait enformasyon imkanları dolayısı ile sessizliğe mahkum oluyordu. Ama Ege bu bakımdan daha şanslı idi.

101 gün süren Serbest Fırka macerası üzerinde herkes farklı teshillerde bulunmaktadır. "Bunu otoritesini artıran İsmet paşayı sarsmak için, hırpalamak için Atatürkün bir planı sayanlar vardır. Bunu Atatürk için bir tecrübe, İsmet paşa için bir sondaj şeklinde mânâlandıranlar da vardır". İsmet Paşa'nın bu gelişmelere karşı tavrı ilginçtir. SFnin "bir çığ gibi büyümesini milletin Atatürk'e karşı bir tepkisi gibi gösterme çabaları" partinin sonunu hazırladı. Bu arada İsmet Paşa yandaşları ile Mustafa Kemal yandaşlan ba­sında birbirlerine veryansın ettiler. Devrimin öncüleri arasındaki ihtilaf yeni deneyin de sonunu hazırladı. Şu anlaşılıyordu Atatürk ve İnönü birbirine muhtaçtı. Bir arada olmak zorundaydılar.. Is­ırıcı Paşa sanılandan güçlüydü. Mustafa Kemal ise arkadaşları ol­madan tek başına halktan gelen tepkilerle başa çıkma gücüne sa­hip değildi. Zorunlu bir sulh hakim oldu ama bu arada tabi olan da SFye oldu!

Serbest Fırka'nm kuruluşu ile, Halk Fırkası perişan olmuştu. "Kendilerine destek arıyorlardı. Bu olsa olsa Mustafa Kemal olur­du" Yunus Nadi, Mustafa Kemal'e şu mektubu gönderecektir: "İz­mir'de matbaamıza taarruz edildi ve Cumhuriyet Halk Fırkası bi­namız taşa tutuldu. "Mustafa Kemal bu durumda, henüz kuruluş aşamasındaki bir partiyi tutup, eski silah arkadaşlarının çatısı al­tında bulunduğu bir hareketi silemezdi. Cumhuriyet gazetesinde Yunus Nadi'nin mektubuna cevap olarak Mustafa Kemal şu ceva­bı gönderiyordu: "Ben CHF'nin umumi reisiyim. CHF Anadoluya ilk bastığım andan itibaren teşekkül edip benimle çalışan Anado­lu ve Rumeli Müdafayı Hukuk Cemiyeti'nden doğmuştur. Bu te­şekküle tarihen bağlıyım. Bu bağı çözmem için hiç bir sebeb ve lü­zum yoktur ve olamaz. Resmi vazifemin hitamında CHF nin ba-

41 şında fiilen çalışacağım. Bu noktada tereddüde mahal yoktur.."

Mustafa Kemal'in bu konumu, bir bakıma Turgut Özal'ın ANAP'la ilişkilerinde özlediği statüye büyük benzerlik göster­mektedir.

Daha önce Terakkiperver fırkanın ardından, 1950'lcrin DP'sinc benzer bir liberal ekonomi programı ile ortaya çıkan SCFnin başarısı öyle sanıyorum ki, halkın bu projeye ilgisinden çok. mevcut iktidar zihniyetine bir tepkinin ifadesi idi ve bir ay gi­bi kısa bir zamanda hiç bir maddi destek olmamasına ve bürokra­tik kolaylıklar gösterilmemesine rağmen halkın bütün yurt sathın­da parti teşkilatlarını kurarak örgütlenmesi idi.

Mustafa Kemal, mecliste durum değerlendirmesi yaparken "gayri samimi ve gizli maksatlı unsurlar"dan sözclmcktcdir. Oysa olay geniş kitlesel boyutları olan bir halk hareketidir. Bu denli kapsamlı bir halk hareketinin içinde gizli maksatlar ve art niyet­lerden sözetmek, elbette mümkündür, ama hareketin temelini ifa­de etmekte yetersizdir.

Fırkanın kapatılması, ülkede yeni bir hayal kırıklığı dalgası­na sebeb olmuş ve geriye siyasi tedhiş için uygun bir ortam bırak­mıştı. Artık İnönü tekrar ipleri tek başına eline geçirmişti.

Kuruluş dilekçesi özel bir oturumla tesbit edilmiş olan parti­nin feshine ilişkin dilekçe dahi, İsmet Paşa'nın müdahelesi ile şe­killenmişti. SCF nin feshedildiğini bildiren dilekçedeki "Büyük reisimiz" ifadesi, Mustafa Kemal'in aynı zamanda SCF nin de rei­si olduğu anlamına geleceği gerekçesi ile sildirilmiş yerine "bü­yük gazi" ifadesi kullanılmıştı. "Gazinin ısrar ve teşviki ve tasvibi ile kurulmuş olan fırka" ifadesi de kuşa çevrilerek özellikle "ısrar, teşvik ve tasvib" kelimeleri metinden çıkartılmıştı.. Fethi ve Nuri beylerin imzasını taşıyan kuruluş bildirisinin ardından, fesih bil­dirisi de, yine iktidar partisi tarafından biçimlendiriliyor ve de­mokrasi deneyi fiyasko ile sonuçlandırılırken, altına imzalarını koyacakları fesih bildirilerindeki kelimeler üzerinde bile iktidar partisi sansür uyguluyordu. Fesih bildirisindeki "Israr, teşvik ve tasvib" kelimeleri aslında SCF nin mahiyetini açık bir şekilde or­taya koyan bildirilerdir. Parti Mustafa Kemal'in ısrarı ile kurul-

42 muştu.

Prof. Ahmet (Ağaoğlu) bey "Serbest Fırka Hatıraları" isimli eserinde şu bilgileri vermekledir, ki bu hatırat bu oyunun gerçek yüzünü belgeleyen önemli bir belge niteliğindedir." Fırkanın ku­rulduğu gece bu İsmet Paşa idi ki. Yalova köşkünün üst katında tam üç saat Gazi ve Fethi beyle birlikle düşünüp taşınıp fırkanın teşekkülüne ait Gazi ve Fethi bey arasında gönderilmek ve umumi efkâra ilan edilmek üzere yazılan mektupların metinlerini tesbit etmişti. Bu mektupları kendi eli ve yazıları ile kopya etmişti. Yine bu İsmet Paşa idi ki, "Israr, Teşvik ve Tasvib" tabirlerine itiraz edi­yordu"

Ahmet Ağaoğlu'nun ogünki durum ıcsbili şöyle: Bizde Cumhuriyct'ıcn en ufak bir belirti bile yoktur. Bizdcki rejim tam mânâsı ile ve en şiddetli bir diktatörlüktür ve bunu hepsi biliyor. Fakat buna rağmen herkes hürriyetten Cumhuriyct'ıcn bahsedi­yor. Herkes Serbest Cumhuriyet olduğunu söylüyor, iddia ediyor. Karşılıklı bir aldatmadır ki, memleketin bir ucundan öbür ucuna kadar devam edip gidiyor. Fakat aynı zamanda da kimse aldanmı­yor, inanmıyor. Herkes içinden gülüyor. Kendine ve herkese gü­lüyor.. gülüyor., gülüyor. Bütün memleket gülüyor. Alay ediyor, kendisi ile, rejimi ile Cumhuriyet diye bağıranlar ile alay ediyor. Ortada ne inanan var, ne iman! Ne doğruluk var, ne samimiyet! Dimağ boşluğu, kalp boşluğu, ruh boşluğu içinde boş bir varlık yuvarlanıp sürünüyor.. Heyecansız, aşksız, zevksiz sürünüyor. Gerinerek, esneyerek, haftaları, ayları, seneleri sayarak sürünü­yor. İçinde yaşadığı yegâne müsbet nokta bir sabahın gelinesim beklemesidir. (Serbest Fırka'nın 8 Ağustos 1930'da kurulup 17 Kasım'da feshedilmesi) dünyanın hiç bir yerinde misli görülme­miş bir avantür, çok dolu, çok dalgalı, çok görmüş geçirmiş, çok vurgunlar yemiş fakat hiç bir dakika ye'se ve ümitsizliğe kapılma­mış olan maneviyatım için en ağır ve çekilmez bir acı oldu. Acılık bu fırkanın dağılmasından gelmiyor. Hayır! Bu fırka etrafında gördüğüm ve temas elliğim ahlak düşüklüğünden geliyor. Daha beş sene evvel dinin unutulduğundan, Arap harflerinin kalktığın­dan, hilafetin lağvından, peçelerin kaldırılmasından acı acı şika-

43 yet eden hocalar gördüm ki, bu kez bizi bütün bunları geri getir­mek fikri ile itham ediyorlar. Hürriyetsizlikten, cebir ve tahak­kümden, suistimallerden, murakabesizliktcn ağızlar dolusu söz söyleyen münevverler gördüm ki, bu kere hürriyetin zararların­dan, yeni fırkanın memleketi uçuruma götürdüğünden hararetle bahsediyorlardı. Liberalliği ile şöhret kazanan edipler gördüm ki, faşizmin ideal bir idare şekli olduğunu ısbata koyuldular. Gazinin sofrasından eksik olmayan muharrirler gördüm ki, bizde de Rus- larda olduğu gibi Çeka teşkilatı lüzumundan dem vurmağa başla­dılar. Acem Naci günün kaiıramam kesildi. Kara Kemal'in adamı Mcmduh Şevket Halk Fırkası’nın İstanbul cephesini kurmak şere­fini üzerine aldı. İsmet ve Gazi paşalara karşı Tanin'de yazdığı ya­zıların mürekkebi henüz kurumamış Fazıl Ahmed, şimdi bize çatmakla sadakatini ispata koyuldu.

Hulasa bir menfaat ve hodgamlık çamuru ki herhangi bir memleketi cerahat içinde boğmak için kifayet eder.

Fakat bu cerahat yanlız bir taraftan akmıyor. Şimdi geçiyo­rum bizim tarafa:

Evvelce göğsüne vurarak "tek başıma muhaelefete devam cdcceğ.ın!" diye kahramanlık gösterenler, fırkanın dağılmasın dan birgün sonra Gaziden çeşitli maddi manevi teselliler almak şerefine nail oluyorlardı. Bunlardan bir kısmı banka meclisi azın­lıklarına tayin ediliyorlar, "kızlarının düğünleri", "çocuklarının hastalıkları" münasebetiyle büyük ikramlara nail oluyorlar, ka­lanları ise, bir kişi dışında nedamet göstererek sığmıyor ve yine mebus yapılıyorlar.

Bu ne hayret verici bir komedi idi! Bu komedi niçin oynandı veya oynatıldı? Acaba denildiği gibi memleketin nabzı, eski Halk Fırkası'na karşı yoklanmak mı istendi? Öyleyse alman derslerden istifade etmek, Halk Fırkası’nın daha akıllı esaslar üzerine kurul­ması, temizlenmesi, tuttuğu yolun değişmesi lazım gelmez miydi! Halbuki hiç te böyle olmadı. Başlangıçta birşeyler yapılmak isten­di ise de bundan pek çabuk vazgeçildi ve Fırka yine eski yolunda ve daha hızlı yürümeye başladı.

Evet, Halk Fırkası, daha hızlı ve daha güçlü olarak eski yo-

44 lunda yürümeğe ve karcısındaki siyasi rakiplerini malıv ve peri­şan edecek tertiplerle gelişmeye devam edecektir."

Bu ifadeler o zamanın genel bir fotoğrafını çıkarttığı kadar insanların düşünce dünyalarını, duygu ve düşüncelerini, ahlaki durumlarını da belgelemektedir.. Menderes işte böyle bir zaman­da siyasi hayata atılmıştı.

Yunus Nadi, bu anlatılan tipe uygunluk açısından ilginç bir örnekti. Osmanlı döneminin luzlı İttihatçısı, Islamçısı ve Hilafet­çisi, hilafet kaldırılınca hilafet düşmanı kesilmiş Cumhuriyetçi ol­muş, bu arada Nazizm'e takılmış, derken hızlı bir Atatürkçü, hızlı bir Milli Şefçi, hızlı Amerikancı, hızlı bir devrimci ve devletçi. Birbirine zıt da olsa, her zaman en son hızla hareket etmiştir. 188Û'de doğup, 1945 yılında hayata gözlerini kapayan. Cumhuri­yet gazetesinin kurucusu Yunus Nadi, 1915 yılının 14 Ocağı'nda Tasfiri Efkar gazetesinde "İslam Birliği" üzerine şunları yazıyor­du: "Dün telaffuz edilmesi siyaseten mahzurlu sayılan bu İslam düsturu, bu gün harp ve sulh siyasetimizin üssülesası (esas temeli) olup çıkmıştır. Bugün hepimiz hançerlerimizin kuvveti yettiği kadar müsbimanlığın ittihadını bağırıyoruz. Dün ile bugün arasın­da nc büyük değişme, adeta inkılab. Bu ittihadı ilan ve temin et­mek için pek epk bağırmak, pek çok çalışıp çabalamak vazifemiz­dir. Yani bütöirlslâm ümmeti. Buna herşeyin ve tereddüdün üs­tünde olarak derin bir iman ve itikat ile böyle biliyoruz. Zaten anık başka türlü düşünmeye zerre kadar kalmış mıdır?

İslam'ın birliği, müslümanların en cs-ıslı ve belki yegane da yanağıdır. Bir’eşin ey müslümanlar! Dininizin, varlığınızın ezeli ve ebedi düşmanlarına karşı, birlikte karşı koyun, Ancak böyle ya­pabildiğiniz takdirdedir ki nusret sizin, necat ve itilâ sizindir. Ve gözlerimizden sevinç yaşları aktığı halde görüyoruz ki, bu haki­katleri hep anlamışsınız. Taraf taraf birlik bayrakları altında topla­narak, Moskofıarla, İngilizlerle ve Fransızlarla, Müslümanlığın bu ezeli ve ebedi düşmanlarına karşı saldırmaya başlamış bulunu­yorsunuz! Böylecc arş ileri!.. Fevzü felah sizindir!

Hakkın kelamı olan mukaddes kitabımız bize bu hakikati çoklan söylemiş idi. Fakat nasıl bilmiyoruz, galiba zamanın idrak

45 ve vicdanını sağırlaştıran saptırıcı tesirleri ile biz o hakikatleri di­limizde söylesek te, vicdanımızla his ve kavrayabilmekten uzak kahrolmuş idik.

Bizim şu dalâlet ve perişanlığımıza düşmanlarımızın baskı ve yoketme siyasetleri de katılınca, ezildikçe ezilmiş, dağıldıkça dağılmıştık.

Yine zamanla omuzlarımıza binen bu felâket yüklerinin al­tında Islâm'ın - ah o pek ihmal ettiğimiz- ulvi esaslarını daha şef­faf ve nurani bir manzara halinde görüp anlamaya başlamış idik. Fakat felaketin gittikçe artan ve belimizi büken ağırlığı alanda o nurani manzaralara doğru kalkınmak ve kavuşmak ne kadar güç olmuş idi.

Azizün züntikam olan Allah, hiç olmaz sanılan şeylere vucûd imkanı bahş ve ihsan buyurdu. Önümüze kendimizi kurta­racak bir geniş yol açıldı. İşte bu ana yol, her müslümanın cihad için koşacağı, vannı, yoğunu feda etmek azmiyle, varlığını kurta­rıp yücelteceği scbil-i İlâhidir. O büyük yolun gazileri, İslâm'ın haysiyet ve izzetinden kendi namus ve vakarlarını yükseltmiş mcrdlcrdir. Şchidlcri ise Hak Teâlâ ve Tekaddcs Hazretlerinin İlâ­hi tavsifi veçhile ölü değil, diridirler, ebedi dirilikte müjdeli saadet sahipleridirler.

Şüphe yokki halife hazretlerinin emir ve işaretleri ile şu müstesna fırsattan istifadeye koşacak olan milyonlarca müs­lüman, peyderpey Hak Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin emir buyurduğu cihad yolunda ittihad ederek, İslâm'ın selâmet ve itilâsını temin eyleyeceklerdir. Şüphe yok ki gittiğimiz yolun son menzili İslâm ittihadından, birliğinden ve yükselmesinden ibaret­tir. Şu cihad ve ittihad görülecektir ki, insaniyet aleminde yeni ve büyük bir inkılab ihdas eyleyecektir. Bu bile yüce dinimizin arta kalmış mucizelerinden biri sayılsa doğru olmaz mı?

Gittiğimiz yol İslâm birliği ise, bu ittihadın nihayete kadar devamım sağlayacak sebebleri şimdiden ve bir yandan hazırla­makta uzak görüşlülük vazifesidir. 1300 bu kadar seneden beri ba­zı müslüman kavimler, hatla bazı kavimlerin muhtelif zümreleri arasında laflan anlaşmazlıklar üzerine tccssüllere şayan ayrılıklar

16 zuku bulmuş idi. Şimdi şu büyük iııihad işine girilmiş iken, zaten tek az olan o anlaşmazlıkları insaflı ve hakiki alimlerin biraraya gelerek toplanması ile kökünden kesip atarak öylece ilan cunck lâzımdır. Bu da yârının ve öbürgününün yükselişlerini artıran sc- bcblcrdcn olacaktır. İslâm’ın halen bir ucundan başlayan coşkun iııihad seli, yukarıdaki tedbirlerle de tanzim kılınınca yakında dünya üzerinde ilk feyizli parıltılarını gösteren muvahhid ve mül- tehid bir İslâm alemi ihtiraın mevkiini tutacaktır. Biz cininiz ki bu ulvi netice her halükârda tahakkuk edecektir. Onun içindir ki tek­rar bağırıyoruz:

-Yaşasın İslâm’ın ittihadı!"

Durum böyle idi. Zaman değişince kafalar da değişmişti..

Tekrar Serbest Fırka dönemine dönecek olursak 17 Kasım 1930 günü SF Fethi beyin bir yazısı ile son bulacaktı. "Efendim" diye başlayan ve defalarca elden geçirilerek tashih edilmiş olan fesih bildirisi "Keyfiyeti arzederim efendim" diye son buluyordu. Fethi bey şöyle diyordu: "Tahakkuk eden şekliyle fırkamızın âlîyen Gazi hazretleriyle siyasi sahada karşı karşıya gelmek vazi­yetinde kalacağı anlaşılmıştır."

Evet durum açıktı. Muhalefet deneyi, halkın gizli tepkisini dışa çıkartmış, amacı aşan protestolar gündeme gelmişti. SF, Mustafa Kemal'in güdüm ve insiyatifinin dışında bütün yurtta pat­layarak gelişiyordu. O zaman geriye tek yol kalıyordu. Partiyi fes­hetmek!

İsmet İnönü, hatıralarında SF olayı ile ilgili olarak şöyle di­yor: "Fethi bey, Serbest Fırkayı kapatacağını söylediği zaman ben itiraz ettim. Fethi beye karşı itiraz ettim ve "Bunu yapamazsınız" dedim. /Atatürk bana: "Ne yapalım, elimde değil, istemiyorlar, iş­le görüyorsun" diyordu" İnönü, Fethi beyle anlaşabileceklerini, Atatürk'le birlikte sorunun üstesinden gelebileceklerini, SF'nin kapanmasından sonra bunların bir çoğunun CHP'ye girdiğini, Fet­hi beyle bir ihtilafları olmadığını söylüyordu.

Adnan bey, düşünülen SF için Aydın il başkanlığına uygun bir adaydı. Ama ortaya çıkan gerçekler partinin feshine yol açar­ken Adnan bey de sessizce tekrar çiftliğinin başına dönecekti.

47

Ama DP patlamasında Adnan bey, patlayan halk selinin önünde kuru bir yaprak gibi kalacaktır.. Tepkiyi örgütleyen biri değil, ön­lemeye çalışırken bu rolden vazgeçip halkın tepkisinin avukatlığı­na soyunan bir aydın tipi çizecektir.

Aydın il başkanlığını bırakırken Adnan bey, Aydınlılarm tepkisini kışkırtan biri değil, Ankara'nın iradesini kabul etmeye çağıran bir konumdadır. SF nin katıldığı mahalli seçimlerdeki bü­yük başarısı ve bu başarının sandık oyunları ile CHF lehine değiş­tirilmesi karşısında da aşırı bir tepki sergilememiş "idareyi masla- iıatçı" bir yol izlemişti.

48

SF DEN CHF YE..

O Artık Bir CHF Mebusudur!

Adnan beyin Serbest Fırka'nın kapatılmasına karşı tepkisi fazla olmamıştı. Hatta "hiddete kapılan arkadaşlarını teskin etmek " gibi bir görev üstlenmişti. Halk Fırkası'nın kendini toparlama gayreti içinde de, bölgede partinin toparlanması konusunda ilk ak­la gelen isimlerden biri Adnan bey olacaktı. İtidalli, batı kafası ile yetişmiş, köylünün sevdiği biri. İki dereceli seçimler için az bir zaman kalmıştı. Ege bölgesi son derece önemli idi. Mustafa Ke­mal, Ege seçimleri ile yakından ilgileniyordu. Aday tesbiti konu­sunda Celal (Bayar) beyi görevlendirecek ve kendi de sık sık böl­geye gelerek çalışmaları yakından izleyecekti. Mustafa Kemal, Celal işeyin yanına ayrıca Vasıf (Çınar) beyi, Ziya ve Halit (Ona­ran) beyİcri de kalarak bu işe verdiği önemi göstermişti.

Celal bey Egelilerin yakından tanıdığı biri idi. Galip Hoca olarak burada Kuvayı Milliye hareketine katılmış ve çevrede bu şekilde tanınmıştı. Müslüman çevreler zamanın Galip Hocasına güven ve sempati duyarken, eski tüfek ittihatçılar da " İttihat Te­rakki Fırkası İzmir Kâtib-i Mes'ulü" olarak, Celal bey hakkında müsbet duygular taşıyorlardı. Aynı zamanda 23 Nisan 1920'deki Mecliste Saruhan mebusu olarak görev yapmış ve ardından İzmir mebusu olarak tanınmıştı.

49

Celal beyin izlediği laktik şu idi: Serbest Fırka'nın önde ge­len isimleri ile CHF'yi yeniden teşkil ederek, bu şahısların çıralın­da oluşan sempati halesini CHF’ye yansıtmaktı. Adnan bey Ay- dın'da belediye seçimlerini kazanmış ve bölgede isim yapmış ve güven kazanmıştı. Bayar gibi biri için Adnan beyi CHF’ye angaje etm-'k güç olmadı.

Adnan bey, CHFye geçişi konusunda Tevfik Rüştü beyin aracılık ettiği iddialarını reddetmektedir. Bu konuda şöyle diyor­du: "Eğer istesem ve Tevfik Rüştü beyden iltimas talep edecek ol­sam, çoklan HP içinde mevkiler elde eder, Atatürk'e ve İsmet Pa- şa'ya yaklaşırdım ''..HP ileri gelenleri ile tanışıyordum. Reşit Ga- lib, Nccib Ali hemşcrilcrim ve dostlanmdı...", "O devredeki mu­temetler sallanaü idaresini beğenmiyordum", "Ben gelen heyetle bir hafta temas etmedim. Nihayet Celal Bayar tanıdığım vcTıür- mcl ettiğim bir zattı. Vasıf Çınar, İttihat ve Terakki İdadi mekte­binden hocamdı. Nihayet Halit Onaran da iyi tanıdığım olmak iti­barıyla, kendileri ile temas kaçınılmaz bir hal aldı. Ve temas temin edildi.. Bu muhterem zatların ibram ve ısrarları üzerine HP'ye gi­rerek fikirlerimizi parti içinde müdafaa etmek muvafık olacaka. O zamana kadar ve benimle beraber çekingen tanınan arkadaşlarla HP'ye girdik. Bir şartla ki, teşkilatı yeniden kuracak ve mutemet­lik saltanatında üzücü bir takım hareketleri görülmüş olanları par­tiden uzaklaştıracaktık, işte ben böyle ısrarlar ve arzular ve onlara karşı dermeyan etliğim şartlarla HP'ye girdim."

/Xdnan bey HP'yi aldığı yetkiler çerçevesinde bütün ilçe ve belediyeliklerde yeniden kuracak ve çevrede sevilen insanları iş­başına getirerek teşkilatı yenileyecekti.

Atatürk, Recep Poker ve Fahreddin Altay'la yurt gezisine çı­kıp Aydın'a uğradıklarında Menderes HP'nin il başkanı sıfatı ile Mustafa Kemal'i partiye davet edecek, ancak Mustafa Kemal bu davete gönülsüz surette katılıp bir kaç dakika içinde şehirden ay­rılmak istemektedir. Çay, kahve ve sigara ikramlarını reddeder. Ancak Menderes'le tanışıp bir kaç cümle konuştuktan sonra başla­yan yakınlık, 4 saat süren bir sohbete dönüşecektir. Böylece Mus­tafa Kemal’le yakından tanışmış olacaktır. Bu arada Mebus tayini

50 yapılan başvurularda, Aydın ilinden 6000 dilekçe parti merkezine iletilmiştir. Menderes kendisinin mebusluk için aday olmadığını söylemektedir. Ama aday listelerinin açıklandığı gün Menderesin de ismi okunacaktır. Mustafa Kemal, Menderes için arkadaşlarına şöyle diyecek: "Bugün konuştuğum genç, elbette burada bizim parti mutemetleri ile çalışamaz. Şayanı dikkat bir gençtir" ve re'sen aday gösterilmesini emrcdcccklcrdir. Artık Adnan bey, Ay­dın mebusudur. Yıl: 1931. Aylardan Mayıs.

Bir zamanlar "Ayyıldız Çetesi" isimli bir çete kurarak, tşgal kuvvetlerine ve çetecilere karşı savaşan bir fazilet cephesinin üye­si olan gıravath kasaba münevveri, topraktan kopup, layık oldu­ğunu düşündüğü yere gelmişti. Sahan değil kalem tutmak istiyor­du. Köylülerle çiftlik meselesini konuşmak değil, aydınlar, bürok­ratlar ve politikacılarla ülke meselesini konuşmak istiyordu. Kö­yü, köylüyü biliyordu artık. Çiftlik kâhyası çifliliğin başında ka­lırken, yakın "dostu" Ethem Menderes’i de Ankara'ya sürüklüyor du Menderes..

Bir zamanlar Milli Mücadele saflarına katılarak mücadele etlen, inzibat subaylığı, emir subaylığı, Alay komutanı yaverliği, Ordu kumandanlığı karargâhında sansür şubesi tercümanlığı ya pan ve göğsünde istiklâl madalyası taşıyan yeni genç bir politikacı Ankara’da var gücüyle çalışıyordu.. İçinde büyüttüğü kötü adamı bir çanla gibi yanında taşımaya devam eder.. İdealizmi daha da ar­lar. Ankara günlerinde kendine yeni bir iş, yeni bir kimlik bulmuş­tur.. Binlerce dönüm arazisini daha sonra köylüye dağılarak ken­dine 3500 dönümlük sulu bir arazi bırakacaktır.. Menderes artık Ankarah'dır..

Sabahlara kadar meclis encümenlerinde çalışarak, parti mü­fettişi sıfatı ile köy, kasaba ilçe demeden dolaşarak parti için bir şeyler yapma ve kendini ispatlama gayreti içindedir..

Adnan beyin yakınlıkları, dostlukları, yukarıda anlattığı olayda da ifadesini bulduğu gibi. Mustafa Kemal'in yakın çevresi ile benzerlikler gösteriyordu.

Adnan beyin Ankara macerası onun kişiliğini tamamlayan bir unsurdu. TBMM'dc "Arzuhal (Dilekçe) Encümeni (Komisyo-

51 nu)" üyeliğine getirildi. Anadolu'dan gelen mektuplar, notlar hep ona geliyordu.. Adnan bey, belki de halkının duygu ve düşüncele­rini, acılarını, korku ve umutlarını burada tanıdı.. Bu küçük, beyaz kağıtlara yazılı kargacık-burgacık yazılardan ülkesini ve halkını tanıdı. Adnan bey, burada "çok bilmiş" tavırlardan çok, yumuşak davranışları ile meraklı bir öğrenci tipi çiziyordu..

Mustafa Kemal'i daha yakından tanımışu. Coşkulu bir inki- labçı değildi, ismet Paşa'yı ve onun diktasını, gücünü de yakından biliyor, kimseyle takışmadan kendi için çizdiği yolda yürümek is­tiyordu. Muvafık takımdan olmadığı gibi muhalif te değildi.. Bel­ki de Fevzi Çakmak'ın izdüşümü gibi biri idi.. İhtirasları yoklu. Her çevrede böyle insanların varlığı, sürece hız kazandırmak ve bir takım sıradan işlerin büyük bir ciddiyetle yapdması için gerek­li idi.. Adnan bey, burada yeni bir dünya tanıdı..

ittihat Terakki Mektebinden Amerikan kolejine, derken ih- tiyad zabitliği, ardından çiftçilik, İstiklâl Harbi yıllan. Küçük burjuva ümitleri ve politika.. Artık Çiftlikten kopup Ankara'ya ta­şınma vakti gelmişti. Kendine yeni bir yol çizmek zorundaydı.

Bir yandan Milletvekili idi, bir yandan da, harb yıllarında tahsili yarıda kalmış olanlara tanınan haktan yararlanarak Hukuk Faküitcsi'nc kaydım yaptırarak buradan mezun oldu. Bu ona yeni bir ufuk kazandırdı. Tahsilli biri olmanın getirdiği sükse ile, çev­resindekilerden kimi zaman saygı görüyor, kimi zaman kıskanç­lıkların kurbanı oluyordu. Ama o her zaman sakin, sessiz, mantık­lı, ince bir yol izleyerek, bütün bu hayhuyun arasından sıyrılmaya çalışacaktır.. Öyle anlaşılıyor ki, Menderes bilip görmektedir, ama olayları kavrayıp, açıklama cesaretine ve gücüne sahip değil­dir. Alternatif bir çözüm için bir birikim sahibi de değildir. Bir bi­linmeze doğru yol almaktadır.. Kendi içinde dürüst ve tutarlı ol mak, onun için en büyük erdem olacakur. Dış çevre ile ilişkilerin­de içe kapanık biridir. Onlarla ortak duyguları paylaşmamaktadır çoğu kez.. İspiyonculuktan, kolay köşe dönmeci, ya da cahil kaba insanlardan uzak kalarak sürekli okumakta ve çalışmakta, kendi içinde bir çıkış yolu aramaktadır. Adnan bey, Soyadı kanunu çı­kınca önce "Ertckin" soyadını alacak, daha sonra soyadını "Men-

52 dcres" olarak tashih ettirecektir.. Artık bir Adnan Menderes olayı vardır.. O günlerde kendine yakın dar bir çevre oluşturmuştur.. Arkadaşları ile parti içinde alternatif fikirler üretme gayretinde- dirlcr. Menderes memuriyetten gelmediği için, katı bir disiplin ve hiyerarşi gözetmeden fikirlerini açıkça söylemektedir. Bu durum da çoğu kez beklenmedik sorunlara yol açmaktadır.. Menderes'in tanıdık çevresinin genişliği onun köşeye sıkıştırılmasına imkan vermemekle birlikte, bir çok arkadaşı, bu tür gayretlerinden dola­yı ağır tehditler ve hakaretlerle karşılaşacaktır.. Menderes her ke­simden tanışları vasıtası ile herkesin hakkında hüsnüniyet göster­diği yumuşak bir tiptir. Onun yumuşaklığı, aynı zamanda gücünü ve zırhını oluşturmaktadır.

53

1. BAYAR HÜKÜMETİ

Yıl 1937.

İsmet Paşa başbakanlıktan alınmış yerine Celal Bayar atan­mıştı. Mustafa Kemal'in yakın çevresi bunu bekliyordu. Ama İs­met Paşa, Mustafa Kemal'in buna cesaret edeceğine ihtimal ver­miyordu. Aslında Mustafa Kemal, Serbest Fırka denemesi ile İs­met İnönü'nün önünü almaya çalışmış, ancak bu taktik tutmamış, geri tepmişti. SF olayının ardından Mustafa Kemal'in, İsmet Pa- şa'nm önlenemeyen yükselişi karşısında nasıl bir yol izleyeceği merak edilen bir konu idi. Ve bir gün İsmet Paşa'nın sağlık sebebi ile görevinden ayrıldığı duyu ııldu. İsmet Paşa'nın adamları bu ge­lişme karşısında şok olmuşlardı. Celal Bayar ise İsmet Paşa kabi­nesinde İktisat Vekili idi. İsmet Paşa'nın katı diktacı tavırlarına rağmen, Bayar daha liberal biri idi.. İnönü katı devletçi idi. Bayar özel scktörcü, devlet desteğinde milli bir burjuvanın oluşturulma­sından yana biri idi. İzmir İktisad Kongresi, Bayar'ın şansını artır­mıştı. İktidar ekonomik model açısından iki başlı bir hal almıştı.

İngiltere ile kurulan yakın ilişki, Boğazlar antlaşması, Tür­kiye'de batı ile yakınlaşma yönünde önemli, ciddi bir süreci baş­latmıştı. İsmet Paşa ise Sovyetlerle yakınlaşma taraftarı idi. "İs­met Paşa’nın görevinden azledilmesi, Türkiye'de Sosyalist bir devlet hayal edenleri endişelendirmiş, yerine daha liberal ve iş çevrelerinin güvendiği bir başbakan: Celal Bayar getirilmişti" Ba-

54 yar’ın gelmesi, Mustafa Kemal'in devlet politikasında köklü bir değişimi de gösteriyordu.

Esasında Bayar kabinesi İnönü kabinesinden pek farklı de­ğildi. Bayar 11 Kasım 1937 de TBMM'dc hükümet programını okuduğunda kabinede sadece Refik Saydam yoktu. Yerine I lulusi Alataş gelmiş, Ziraat eski bakanı Şakir Kcsebir, İktisad Bakanı ol­muş, Onun yerine de Faik Kurdoğlu atanmıştı.

Cumhuriyet hükümet m ilk ve kapsamlı hükümet progra­mı Celal Bayar taralından okunmuştu. 14 Ağustos 1923-27 Ekim 1923 tarihleri arasında görev yapan Ali Fethi beyin başkanlığın­daki Ş.İcra Vekilleri heyeti de 12 sayfalık bir hükümet programı sunmuştu. Muvakkat İcra Encümeni ile 2, 3, 4. icra Vekilleri He­yeti de hükümet progranjı sunmamıştı. l.îcra Vekilleri Heyetinin hükümet programı ise 2,5 sayfadan ibaretli.

1. İnönü Hükümetinin ptogramı yanm sayfa idi ve 2. İnönü Hükümeti bir hükümet programı sunma gereği duymamışu. Ok- yar Hükümçıi'nin getirdiği program ise 3 sayfa idi. 3.1nönü Hükü­metinin programı yarım şayiadan ibaret kalırken 4. 5.6. ve 7. İnö­nü Hükümetleri 2-3 er sayfalık Hükümet programı sunmuştu.

2. Bayar Hükümeti de ayrıntılı bir program sunmayacak, üç sayfa ile sınırlı ve birinci Hükümet programında da olduğu gibi, "büyük şef, milli şef, gazi hazretlerinin buyurduğu gibi" ifadeleri ile Mustafa Kemal'den yapılan alıntılarla dolu idi. 7. İnönü Hükü­meti programında ifadesini bulan "Sovyet ittihadı ile münasebet­lerimiz, her zamandan ziyade sıcak bir dostluk içindedir. Sovyet sanayiinin güzel eserleri sanayileşme hayatımızda ebedi dostluk hatıraları olarak yükselmektedir. Büyük Sovyet ittihadı ile yakın ve samimi dostluğumuz rerek siyaset alanında ve gerek diğer her alanda her gün daha ziyade kuvvetlenmekte ve genişlemektedir." şeklindeki tercih, Bayar Hükümetinde "şarap ihracatına mutlaka ağırlık ve öncelik verilmesi" yönünde bir tercihe dönüşmekte idi. (Bkz. 1 .Bayar Hükümet programı) Yine Bayar Hükümetinin, hü­kümet programında sıkça sözü edilen ve daha önce pek önem ve­rilmeyen bir diğer konu da "Kemalist Rejim" deyiminin çok sık bir şekilde kullanılmış olmasıdır.

55

Bayar ilk hükümet programında söze girerken şöyle diyor­du: "Bizim gibi parti hükümetlerinin kendilerine mahsus bir prog­ramı yoktur. Takip edecekleri program, şahıslarınızda ve mecli­sin yüksek manevi şahsiyetinde kuvvetle, şerefle, temsil edilmek­te olan ve büyük Türk milletinin arzu ve iradelerini toplayan CHP'nin realist ve dinamik programıdır. Hükümet, şefin bu kür­süden verdiği ana direktiflerin ışığı altında.."

11 Kasım 1939-25 Ocak 1939 arasında iş başında kalan 2.Bayar Hükümcü'nin hükümet programı ise bir Atatürk ulula­masından başka bir şey değildir.

I.Bayar Hükümetinin kurulmasına yol açan gelişmeler, İnö­nü'nün Atatürk'le bir sofrada aralarında patlak veren şiddetli tar­tışma ite hız kazanmış, Ankara'da stadyumda meydana gelen, Atatürk'e karşı ve İnönü'den yana tezahürat Mustafa Kemal'i küp- -tero Sindirmişti. İnönü, bu gelişmelerden sonra Atatürke minnet­tarlığım. bildirdiğini söylemekle birlikte, içini bir korku kapladığı­na da muhakkak nazarı ile bakılıyor. Mustafa Kemal in sağlığı o günleme ciddi bir şekilde bozulmuştu. İnönü'nün akibeti konuşu­luyordu. Kimine göre İnönü'nün Amerika’ya büyükelçi olarak gönderilmesi bile sözkonusu idi. İnönü,bu havadislerden Tevfik R^ştü'yü mesul tutmaktadır. İnönü'nün hiç sözünü etmediği bir könu ise Mustafa Kemal'in İnönü'nün işinin bitirilmesi konusunda talimat verdiği ve bu düşüncelerle İnönü'nün çocuklarına mirasın­dan pay bıraktığı hadisesidir. İnönü ise bunu dolaylı bir şekilde reddederek, Mustafa Kemal'in son gününe kadar Bayar vasıtası ile kendine haber gönderip kendi hakkında haber aldığını ileri sür­mektedir.

Mustafa Kemal 1938 yılı Kasımı'nın ilk günü, artık kalka­mayacak kadar ağır şekilde hasta idi. TBMM meclisini açacak du­rumda değildi ve parlcmenterlcrc "direktiflerini" de veremeye- cckü. Mustafa Kemal'in Nutkunu Celal Bayar okurken, arkadaş­ları Menderes'in o celsede gözyaşlarını tutamadığını kaydetmek­ledirler. 10 Kasım 1938 de Mustafa Kemal öldü ve Fevzi Çak- mak'm da desteği ile İnönü Cumhurbaşkanı seçildi. İnönü yeni hü­kümeti kurmakla Celal Bayat'ı görevlendirerek durumu kontrol

56 altına almaya çalışacaktır. 11 Kasım'da kurulan hükümet, 25 Ocak'ta yerini 1. Saydam Hükümcti'nc bırakacaktır. Refik Say- dam'ın başbakan olması ile Kabinede sadece iki üye değişikliği yapılacak ve eski hükümet görevini sürdürecektir. Hükümet prog­ramı şu cümlelerle başlamakta ve 3,5 sayfada tamamlanmaktadır "Selefim Celal Bayar'ın istifası üzerine teşkili bana tevdi buyuru­lan kabineyi yüksek huzurlarınıza getiriyorum. Kabine programı şimdiye kadar olduğu gibi, mensub bulunduğumuz CHP progra­mını tahakkuk ettirme gayesine dayanmaktadır. İnkılab kanunla­rının milli bünyede sarsılmaz bir şekilde işlemesini ve adli teşkila­tın devamlı inkişafım temin yolunda ittihaz edilmiş olan tedbirle­rin tatbikine hassasiyetle devam etmek azmindeyiz..." Bu hükü­met programında, Bayar Hükümcti'nin programlarında olduğu gibi Atatürkçülük edebiyatına yer verilmemekte, hatta "Kemalist ideoloji adı bile geçmemektedir.

25 Ocak'ta yeni hükümet kurulmadan önce, Celal Bayar, 26 Aralık 1938 de Başvekil ve Genel Başkan Vekili sıfatı ile CHP büyük kurultayının fevkalâde toplantısında söyledikleri bir nu­tukta, delegelere şöyle sesleniyordu: "Arkadaşlar, CHP nin üsno- ınal büyük kurultayı açılmıştır. Partimizin değişmez genel başka­nı ve koruyucusu, büyük Türk.millctinin sinesinden yarattığı mü­şahhas ideali ve kurtarıcısı, Kemal Atatürk, milletinin sonsuz var­lığına, ebedi şuuruna intikal etmiş bulunuyor..."

Artık Türk Siyasi hayatında Bayar'ın hükmü bitmiştir. Uzun sürecek bir sukut dönemi başlamıştır.. Ta ki 7 Haziran 1945 tarihi­ne kadar.. Bu tarihte dörtlü takrirle, Bayar ve Menderes adı bir ara­da anılacak ve Türk Siyasi Hayatında yeni bir dönem başlayacak­tır..

Biz burada tekrar eskilere dönerek, Celal Bayar'ın hayatına kısa bir bakış yapalım.. Celal Bayar kimdir, nereden gelmiştir ve nereye gitmektedir.. İleride Menderes'le yollan çakışacak olan Bayar bir döneme damgalarını basacaktır.

57

CELAL BAYAR KİMDİR?

"(Senyörvari) bir tavır ve dışgörünüş edebi içinde, yeni yeni anlamaya başladığımız, bize zıt dünyanın hedef ve ku­tuplarına sarsılmaz bir nisbetle bağlı, halk partisiyle olanca ihtilafı (Liberalisı) fert hürriyeti ve (Demos Kralos: Demok­rasi) halk idaresi fikrinden ibaret ve buna karşılık Türkün ruh kökü, Islâm nizamına yabancı, hatta aykırı bir fert” NFK/Benim Gözümde Menderes

Celal Bayar'ı en iyi ifade edecek şey, yine onun sözleri ve davranışlarıdır. 18.9.1939 da Celal Bayar'a bir mektup yazan Ce­mal Kuta'ya, Bayar'ın verdiği cevaptaki şu ifadeler onun kişiliğin yansıtmaktadır: "..Yalnız bir hakikati tcbarüz-cttırmck islerim. Yapılan herşey sevgili Atatürk’ünde Milli Şef İnönü'nün ilham ve yardımlarından kuvvet alaıpn jşterek çalışmaların mahsulü ve re­jimin malıdır"

Bayar ' Atatürk e tapan" biri idi ve şöyle diyordu "Atatürk, seni sevmek ibadettir."

Her kış Doğu'dan Rusların gelip Anadolu'yu işgal edecekle­ri korkusu ile titreyen Bayar bu korkular içinde bu dünyadan gö­çüp gilü. Menderes'le ortak bir kaderi paylaşan Bayar'ı, Cemal Kutay'ın 1940'larda yayınlanan "Celal Bayar" isimli kitabından izliydim: Celal Bayar 1884'tc Gemlik'in Umurbey köyünde doğ­du. Babası Pilcvnc'dcn hicret eden Abdullah Fehmi efendi idi. İl­miye sınıiından olduğu, fıkıh konusunda geniş malumat sahibi ol­duğu söylenir. Darulmuallimin mektebi mezunu olup, rüştiyede öğretmenlik ve Umurbeyde müftülük görevlerinde bulunmuştur.

Şevket Süreyya'nın belirttiğine göre, Bayarın da doğum tari­hi, İnönünün doğum tarihi gibi babası tarafından Kur'an-ı Kerimin kenarına not edilmiştir ve bu hesaba göre de 16 Mayıs 1883 de do­ğan Bayar, 24 Eylül 1884'de doğan İnönü'den bir yaş büyüktür.

Bayar'la Menderes arasındaki benzerlik açısından, Bayar'ın

58 Lise tahsili yaparken, ötekisi Bahriye mektebinde vereme yakala­nır ve Mahmut Celal tek başına kalir.

Mahmut Celal kişiliğini BursaUtki Fransız mektebinde bu­lacaktır. Mahmut Celal'in dayısı hak, fidir, Genç Osmanlılar’dan, İttihatçı Ali Suavi'nin arkadaşıdır. Dayısından aldığı Scrvct-i Fü- nun dergisindeki makalelerin etkisi altında edebiyata ilgi duy­makladır.

Fransız mektebi için Bursa'ya geldiğinde yeni bir çevre içine karışır. Bir yandan Azınlıklar, Öte yandan İttihatçılar.. İstanbul'a yakın olduğu için siyasi gelişmeleri yakından izleme fırsatı bulur. Bu arada Ziraat bankasının memur imtihanına girer ve kazanır. Bir yandan iş saatleri dışında Cczvit mektebine devam etmekte­dir, öte yandan özel bir hocadan Arapça dersleri almakladır. Meş­rutiyet hikayeleri ve Abdulhamit düşmanlığı ile yetişmektedir. Fransa'dan gizlice yurda sokulan bildirileri, mektup ve gazeteleri okuyarak, Bursadaki sürgün "hürriyetçiler" le tanışarak kendine yeni bir yer arama gayretindedir.

Bu arada Ziraat bankasından Doyçc Bafikia geçer. Bankada sadece iki Türk vardır ve burada İttihat Terakki harekeli ile daha yakın bir temas içine girer. İttihat Tcrakki'nin Bursa'daki illegal bir hücresini oluşturan "Küme" örgütüne girer. 23 Temmuz 1908 de meşrutiyetin ilanından hemen sonra Celal bey İttihat ve Terak­ki Cemiyetinin Bursa Merkez idare heyetine alınır." Celal bey ar­tık Bûrsa'riın önde gelen İttihat ve Terakki mensuplarında^ biri­dir"

1907 yılında Bursa'da Doyçe Oryentbank şubesinin imza yetkisine sahip önemli bir memuru olan Celal bey 1908'dc İttihat ve Terakki fırkasının Bursa’da önde gelen isimleri arasında yer al­mış ve kısa bir süre sonra da bankadan ayrılarak fırka tarafından İzmir İıtihat ve Terakki fırkası kâtibi mes'ullüğüne atanmıştır.

Bayar, Cemal Kutay'ın kitabında da belirttiği gibi "..Kema­list rejimin şahsında tam ve kamil hüviyetini bulduğu ilerilik ve inkılabçılık vasfı Bayar'da bir aile mirasıdır. (...) Bayar, İttihat ve Terakki'nin Osmanlılık ve İslamcılık politikalarından sıyrılmaya çalışmış ve fırka içinde milliyetçilik cereyanının kuvvet bulm. -

59 na gayret elmiş; Türk halklarının hatırı sayılır bir varlık olması uğruna mücadeleler yapmıştır."

Bursa günleri Bayar'ın rotasın: ayarlayan günlerdir.. Milli Mücadelenin Galip Hocası, babasından öğrendiği, evdeki kitap­lardan aşina olduğu dini yeni Türk devletinin biçimlenmesinde kullanmayı bilmiştir. Başında sarığı, sırımda cübbesi ve elinde teşbihi ile lam bir aktör gibidir. Lavrcnce İngiliz emelleri için İsl­âm'ı biçimsel olarak kullanıyordu. Celal Bayar da (Galip Hoca) ti­pi ile, İttihatçı kalasının üzerine sardığı sarıkla meydanlarda müs- lümanian "Diıı-i İslâm için cihada" çağırıyordu.

Bir ara Demirci Efc'ye müşavirlik te yapan Celal beyin Men­deres'le ilk tanışması İzmir'de olacaktır. Menderes, İttihat Terakki mektebinden sonra gittiği Amerikan kolejinde bir öğrenci iken Bayar, İttihat Tcrakki'nin mes'ulüdür. İkinci karşılaşmaları ise Çakırbeyli Çiftliğinde zamanın Galip hocası ile gerçekleşecek, fa­kat bu karşılaşmalarda kayda değer bir yakınlık sözkonusu olma­yacaktır.

Bayar'ın dinle ilgisi İstiklâl harbinde ona ayrı bir yer, imti­yaz ve statü kazandırırken, Rejim açısından İttihatçılığı bir başka güven kaynağı olmaktadır. Bankacdığı ise, İktisat Vekilliğine gi­den yolda işine yarayacaktır. Osmanlı döneminin iki aylık Ziraat bankası, iki yıllık Doyçe Bank'ta memur statüsündeki bankacısı Yeni Türkiye Cumhuriyeıi’nin İktisat vekili olmaya yetecektir. Ardından İzmir İktisat Kongresi. Lozan ve İnönü Zaferleri"!" İnönü olayını ortaya çıkartırken, İktisat konferansı Bayar'ı yeni rejime kazandıracaktır. İktisat konferansının İzmir'de yapılıyor olması ve Bayar'ın bu arada oynadığı rol, yeni Türkiye'nin ekono­mik modelinin biçimlenmesinde etkili olacakur. Bayar'ın Banka­cılığı, onun eline büyük paraların geçmesine yol açacak, şirketler­de ortaklıklar kuracak, zengin çevrede itibar sahibi olacaktır. İnö­nü'nün Bayar'ı kıskanması biraz da bundandır. Savaşan bir asker konumundaki İnönü, Atatürk'e yakınlığına ve icranın başı olması­na rağmen, Bayar kadar ekonomik bakımdan şanslı gözükme­mektedir. Atatürk'ün de giderek büyüyen mal varlığına karşılık İnönü'nün daha o ilk günlerde kayda değer bir mal varlığı yoktur..

60 İnönü daha sonra bunun intikamını alacaktır, hcın de acı bir şekil­de!

Bayar'ın Atatürk'le nasıl tanıştığına ilişkin ayrıntılı bir bilgi yok. "Henüz büyük ve eşsiz kurtarıcı Samsuna çıkmamıştır" ama işgal günlerinin başında "Milli İhtilalin Celal Bayat'ına Ödemiş, Akhisar ve Aydın Cephelerinde rastlıyoruz." Mustafa Kemal Samsun'a çıkar çıkmaz "Bu tarihte Atatürk'ün emrinde ve izinde bir Kuvayı Milliyeci Celal Bayar vardır". Bazan Hoca, bazan Efe kıyafeti ile şefin emrinde ve hizmetinde yol almıştır. Akhisar Mil­li Kuvvetler Komutanlığı yapmış ve ardından yine şefin emri ile "Bursa Kuvayı Milliye reisliğinde çalışmıştır."

Bayar "Atatürk'ün mukaddes ağzından" aldığı talimatla "öz ve halis bir Kemalist olarak" yeni Türkiye'nin kurulmasında daha başından beri rol oynamış bir kişidir. Atatürk İstanbul’dan Sam­sun'a gitmeden önce. Celal bey, İttihat ve Terakki fırkasının tali­matı doğrultusunda vatanı kurtarmak için Bursa'dan İzmir'e doğru yol alıyordu..

Mahmut Celal bey, İstanbul'da son olarak toplanan Meclisi Mebusan'da Saruhan mebusu olarak görev yapacaktır. İmparator­luk Mcclisi'nin kapanmasından beş gün önce toplanan Mecliste, Mahmut Celal bey, Demirci Efe ağzından yazdığı telgrafı bahane ederek, İstanbul hükümetine yüklenmektedir. Kutay bu hadispyi şöyle yorumlamaktadır: "Bayarın duyurmak istediği milli ses ye­rine Yıldız'dan hiyanet ve ihanet sesleri yükselmektedir"

Mahmut Celal bey, İstanbul'dan Ankara'ya gelecek, İzmir milletvekili olarak, önce İktisat vekilliği, yine bu arada Hariciye vekilinin Londra Sulh konferansına gitmesi üzerine Hariciye ve­kaleti vekilliğini de yapacaktır. Yine aynı şekilde, "Mübadele ve İmar-lskan vekilliği görevi de yapan Bayar, bu görevini sürdürür­ken Mustafa Kemal tarafından îş Bankasını kurmakla da görev­lendirilmişti. Bayar-Mustafa Kemal ilişkisini itada eden su cüm­leler Kutay'a aittir: "Atatürk, Bayar'ı çok severdi. İnsanlara ancak kıymeti kadar kıymet veren Ebedi Şefin bu kadar yakını saydığı, takdir ettiği bahtiyar azdır!"

Bayar'ın Atatürk'e ilgi ve teveccühü çok büyüktü. İktisat ve-

61 killiğine geçirilmesi dolayısıyla Mustafa Kemal'e gönderdiği telg­raftaki şu cümleler ona aittir:

"Türkiye Cumhurreisi Gazi Mustafa Kemal hazretlerine:

İrade ve feyzinin ilhamı ile işe başladım... Mefkureci bir Amele olarak candan çalışacağım... yüksek teveccüh ve itimadı­nızın devamı en büyük emelimdir. Derin bir saygı ile ellerinizden öperim büyük paşam, iktisat vekili Mahmut Celal"

Şu da İktisat Vekili Celal Bayar'm Atatürk’e bir arz biçimi­dir: "

K. Atatürk. Cumhurreisi İstanbul.

Kurtarıcı dehalarının nuru altında yürüdüğümüz yolda yüksek irşatlarının yeni bir ilhamı olan Tarım Kredi Kooperatif­leri kanununa göre ilk olarak Tekir çiftliğinde kurulmuş koope­ratife (1) sayılı Kurucu üye şerefini bağışlaması, büyük kurtarıcı­nın yurt ve ulusa kutsal yeni bir işarettir. Asırların ışığı kalacak olan bu büyük işaretin de manasını bakanlık ve kooperatifler adı­na, hayranlık ve saygı ile selamlamaya koşar ve şükranlarımı bu vesile ile de tekrarlarım. Tekir çiftliği Tarım Kredi Kooperatifi­nin kuruluş formalitesi bu gün bitmiştir. Saygı ile ellerinizden öperek arzederim. Celal Bayar."

Mesele ne biliyor musunuz? Devlet kesesinden Atatürk'e bir çildik armağan ediliyor, İktisat vekili de bunu bildiriyor. Ger­çekleştirilen resmi formalite ise bir kooperatif teşkili. Kooperati­fin öteki üyelerine gelince, Tekir köyünden Ali Rıza oğlu Osman Kâhya, Nuri oğlu Ziya Şahin, Mahmut oğlu İbrahim, Ahmet oğlu Faik, Ahmet oğlu Ali, Nuri Oğlu Hamza, Hüseyin oğlu Ali, Ah­met oğlu Haşan ve Hüseyin oğlu Ahmet.

Kuvayı Milliycci Celal bey, İlk günlerde İstanbul ve Anka­ra'daki mecliste yaptığı konuşmalarda, Yunanlıları ehli salip ola­rak, gözü dönmüş katiller olarak tavsif ederken başbakan olduğu yıllarda 19 Nisan 1937 de, Atina'da Yunan başbakanı General Mctaksas'ın verdiği ziyafette " Yaşasın Türk-Elen kardeş Birliği" diye kadeh kaldırıyordu: "Kadehimi Elenler kralı Majeste 2. Jorj'un sıhhatine, dost ve müttefik Yunanistan'ın refah ve itilasına kaldırır, ekselanslarınızın ve sevimli bayan Mctaksas'ın şahsi saa-

62

(Jetlerine içerim."

Bayar Atatürk'ün ölümü üzerine, kendi ayaklarının altında­ki iktidar koltuğunu kendi elleri ile iterek yerine îsmet Paşa’yı oturttu. Ve böylece Bayar'ın Türk Siyasi hayatındaki yeri de daha gerilere doğru kaymış oluyordu.. Yeniden Celal Bayar isminin Si­yaset sahasında yankılanması için 7 Haziran 1945 tarihini bekle­mek gerekecektir.. Celal Bayar, Fuat Köprülü, Refik Koraltan ve Adnan Menderes tarafından imzalanan 4’lü takrir, Cumhuriyet ta­rihinde yeni bir dönemin başlangıcı olacaktır. Ve Bayar-Mcnde- res İkilisini Türk Siyasi tarihinde belli bir konuma getiren bu takrir olmuştur.

63

DÖRTLÜ TAKRİR

Türk Siyasi tarihindeki önemli kavşak noktalarından birini teşkil eden 4 CHP milletvekilinin ortaklaşa imzalayarak CHP Meclis Grubu başkanlığına sundukları 4'lü takriri aynen aşağıya alıyoruz.

C. H. P. Meclis Grubu Yüksek Başkanlığına

7 Haziran 1945

Daha ilk kuruluşundan beri Türkiye Cumhuriyeti'nin ve Cumhuriyet Halk Par tisi'nin en esaslı umdesini teşkil eden de­mokrasi prensiplerine inanmıaş ve Türk Milletinin ancak bu prensiplerin tamamiyle tatbiki sayesinde refah ve saadete kavu- şacagğı kanaatine bağlanmış olan vatandaşların , bütün memle­kette ve bilhasse partimiz mensupları arasında en büyük ekseri­yeti teşkil ettikleri şüphesizdir. İşte bu kanaatledir ki milletçe öz­lenen bu amacın gerçekleşmesi için lüzumlu gördüğümüz tedbir­leri partimizin Meclis Grubuna arz ve teklif etmeyi borç bil­dik.

Atatürk'ün ölmez adına bağlı olan mukaddes kurtuluş sava­şımızdan doğan Türkiye Cumhuriyeti, ilk Teşkilât-ı Esasiye Ka­nunu ile dünyanın belki en demokratik anayasasını meydana ge­lirmiş ve bu sayede gerek ferdî hürriyetleri, gerek milli muraka­beyi en geniş surette sağlamak imkânlarını vermişti.

64

Memleketi orta çağdan kalma birtakım zararlı müessese- lerden koruyabilmek ve irticayı kırmak maksadıyla 1925'den sonraki yıllarda siyâsî hürriyetlerin bazı takyitlere uğratıldığını biliyoruz. Lâkin Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Teşkilât-ı Esasiye Kanununun demokratik ruhuna daima sadık kalmış ve Cumhuri­yetin kurucusu büyük Atatürk bunu tamamıyla demokratik bir şekle ulaştırmak idealinden ölünceye kadar ayrılmamıştı.

Burada izahına lüzum görmediğimiz türlü sebeplerden do­layı muvaffakiyetsizlikle neticelenen Serbest Fırka tecrübesi bu maksatla yapılmış bir hareketti. Bu talihsiz tecrübenin uyandır­dığı tepkiler neticesinde siyasi hürriyetlerin yeni birtakım tahdit­lere uğratıldığı inkâr edilemez. Bununla beraber Cumhuriyet idaresinin her şeye rağmen demokratik tekâmül yolunda ilerle­mek istediğini gösteren teşebbüsler de vardı. Büyük Millet Mec­lisi seçimlerinde müstakil mebuslara gittikçe daha artacak bir nisbette yer ayrılması tecrübesini buna bir delil olarak zikrede­biliriz.

İkinci dünya savaşının belirmeye başlaması ve harp tehli­kesinin memleketimizi daimi bir tehdit altında bulundurması pek tabii olarak siyasi hürriyetleri bir kat daha tahdide sebep olmuş ve bu suretle Teşkilât-ı Esasiye Kanununun Demokratik ruhun­dan biraz daha uzaklaşılmıştt. Ferçi Cumhuriyet Halk Partisi içinde ayrıca bir müstakil grup teşkili. Milli murakabe işinin da­ha esaslı bir şekilde sağlanması ve tek parti usulünden doğan za­rarların karşılanması yolunda bir tecrübe olmakla beraber kuru­luşundaki gayrı tabiilik dolayısıyla bundan da müsbet bir netice alınmadığını görüyoruz.

Bütün dünyada hürriyet ve demokrasi cereyanlarının tam bir zafer kazandığı, demokratik hürriyetlere riayet prensibinin milletlerarası teminata bağlanmak üzere bulunduğu şu günler­de memleketimizde de Cumhurbaşkanından en küçüğüne kadar bütün milletin aynı demokratik ülküleri taşıdığından şüphe edilemez.

Uzun asırlardan beri müstakil bir devlet olarak yaşayan Türkiye'de, hatta okuyup yazma bilmeyen vatandaşların bile si-

65 yasi hürriyetlerini, şuurla kullanacak bir seviyede bulundukları inkâr edilemez bir hakikattir. Okuyup yazına bilmeyen köylüler arasından bile dünyanın en değerli idare ve siyaset adamlarını yetiştirmiş olan milletimizin, bilhassa Cumhuriyet idaresinin ku­ruluşundan beri yapılan büyük hamleler neticesinde, bundan 20 yıl evveline nisbetle çok yüksek bir seviyeye erişmiş bulunduğu övünülecek bir gerçektir.

İşte, bir taraftan iç hayatımızdaki bu mesul tekâmülün ya­rattığı siyasi olgunluk, diğer taraftan bugünkü medeniyet dünya­sının umumi şartları, daha ilk Teşkilâtı Esasiye Kanunumuzda hakim olan demokratik ruhu bugünkü siyasi hayat ve teşkilâtı­mızda kuvvetle tecelli ettirmek zamanı geldiği kanaatine bizi şev­ketmiş bulunuyor. Bunun biran evvel gerçekleşmesi yönündeki düşüncelerimizi şöyle hülasa ediyoruz:

1- Milli Hâkimiyetin en tabii neticesi ve aynı zamanda da­yanağı olan Meclis Mürakabesinin Anayasamızın yalnız şekline değil, ruhuna da tamamiyle uygun olarak tecellisini sağlayacak tedbirlerin aranması,

2- Yurtdasların siyasi hak ve hürriyetlerini daha ilk Teş- kilât-ı Esasiye Kanunumuzun gerektirdiği genişlikte kullanabil­meleri imkânlarının sağlanması,

3- Bütün Parti çalışmalarının yukarıki esaslara tamamiyle uygun bir şekilde yeni baştan tanzimi,

Muhterem milletvekili arkadaşlarımızın yüksek tasvipleri­ne sunduğumuz bu teklifimizle daha ilk kuruluşundan beri Milli Hakimiyet gayesine erişmeyi, onu gerçekleştirmeyi hedef tutan Cumhuriyet Halk Partisi'nin ve bütün Türk Milleti'nin yüksek ar­zularına tercüman olduğumuza, Atatürk'ün idealine sadık kaldı­ğımıza tamamıyla inanmış bulunuyoruz.

Cumhurbaşkanımızın 19 Mayıs 1945 tarihli nutukların­da:^ Siyâset ve fikir hayatımızda demokrasi prensiplerinin daha geniş bir ölçüde hüküm süreceği» hakkındaki ifadeleri, bu teklifi­mizin vakitsiz ve yersiz olmadığı hakkındaki inancımızı büsbütün kuvvetlendirmiştir.

Milletimizin bütün kuvvet ve iradesini temsil eden Büyük

66

 

Metin Kutusu: İzmir
Celal Bayar
Kars
Fuat Köprülü
Millet Meclisi Parti Grubu arkadaşlarımızın, Türkiye Cumhuri­yeti ue ve Türk Milletine dünya demokrasileri arasında şerefli biir mevkii sağlayacak olan bu teklifi, kendi öz düşüncelerinin bir ifadesi gibi telakki edeceklerinden asla şüphe etmediğimizi bir defa daha tekrar eder ve bu takririmizin açık oturumdu müzake­resini saygılarımızla rica eyleriz.

İçel
Refik Koraltan
Aydın
Adnan Menderes

12 Haziran Sah günü takrir müzakereye alındı. "Bu takrir, CHP diktasına karşı bir harp ilanıydı"

Menderes, böyle bir takriri nasıl imzalamıştı. Ürkek ve ses­siz bir genç, nasıl olup ta böyle radikal bir harekete katılmıştı. "Ze­ki fakat disipline gelmeyen, intizamsız, çok konuşan, kendi stilin­de iyi bir konuşmacı olan, mantıklı, fevri" bir genç olarak tanınan Menderes'in yakınları onu "Bir misafirliğe gölünsen, yeni topluma girmiş bir çocuğun ürkekliği, heyecanını yaşayan, tutuk, kimseye karışmayan, tatlı tatlı gülümseyen, aşın nazik, soru sormayan, sı­kılgan ve bu sıkılganlığı, inceliği ile çevresindekileri bile sıkma noktasında nazik" bir genç olan Menderes'in Millctvckili/Öğrcnci ortamından fırlayarak İsmet Paşa yönelimine kafa tutmasına yol açan gelişmeler nasıl olmuştu. Onu Bayar'la, Koraltan ve Köprülü ile aynı belgeye imza atmaya götüren şartlar nasıl gelişmişti.

O bu dönemde kendini şöyle taril ediyordu: "Meclise gel­dikten sonra, büyük bir dikkatle çalışmaya başladım. Kendimi memleket işlerine verdim. Hem vazifemi gördüm, hem de hizmet için kendimi yetiştirdim. Başvekil oluncaya kadarda, kendimi ya­rın için ilzam edecek hiç bir harekette bulunmadım. Yirmi sene içinde, herkesin peşinden koştuğu Avrupa seyahatlerini bir defa bile olsun düşünmedim. Hiç birisini aklımdan geçirmedim. Hal-

67 buki lisan biliyordum. Param vardı, faydalı olabilirdim. Bilakis meclis encümenlerinde çalıştım. Parti müfettişi olarak kaza, nahi­ye, belediye odalarında sabahlayarak vazife gördüm."

öyle anlaşılıyor ki, Dörtlü Takrire kadar Menderes parti aleyhinde bir faaliyete girmediği gibi, parti işlerini görmekle bir­likte, parti icraatını savunan bir uslub içinde de değildir. Belki de her iktidarın, her kadronun, böyle hiç bir şeye bulaşmayan, fe­dakâr hizmetkârlara ihtiyacı vardır. CHP'nin de bu gibilere ihtiya­cı olduğu gibi, Bayar da bu ihtiyaçdan dolayı Menderes'i yedeğe almayı ihmal etmemiştir. Üstelik dil bilen, kültürlü, söyleneni an­layan, sadık, çalışkan, nezaket ve tevazuu ile halkın ilgisini ve sempatisini çekecek bir tip önemli idi. En azından sempatik bir vitrin süsü olarak bile önem taşıyabilirdi. Büyük ihtirasları olma­dığı gibi, küçük menfaatlerle aldatılamayacak, satın alınamaya­cak biri olması da öteki önemli özellikleri idi. Çalışkanlığı ve Di­lekçe komisyonunda halkın sorunlarına vakıf olması ve bunları çözme yolundaki çabaları ile çevresinde sempati de uyandırmışa. Her işe koşan, yardımcı olan, sessiz karekteri yanında, olup biten­leri ince zekası ile kavrayarak, izleyerek, yorumlayarak, konuş­mayan, ama konuştuğu zaman da bilen ve yorumlayan yeni, genç bir aydın/bürokrat/politikacı tipi doğuvordu. O devlet hizmetin­den, bürokrasiden gelen biri değildi. Ama bürokrasiyi tanıdı ve kavradı.

Bir ara kafasına Ziraat Vekili olmayı takar ama partinin pro­fesyonel kadrosunun arasından sıyrılıp o makama ulaşması müm­kün değildir. İnönü'ye yaranma çabalan boşa çıkar. Menderes ça­lışan biridir ama, parti yönetimine bile girme şansı yoktur. Bu tip­lerden yararlanmak gereklidir ama fazla yakınlaştırmak tehlikeli olabilir.. O zamanlarda Menderes partinin spor kolu başkanı gibi sıradan bir iş yapmaktadır. İnönü ile tanıştırılır ama, bir ara bu yönde umut belirir gibi olur, sonra o iş yatar. Oysa Menderes bu konuda çok umutlanmışım Alacddin Tiritoğlu'nun ve başbakan Şükrü Saraçoğlu'nun girişimleri fayda vermez. Böylece Mende­res'in hayalleri yıkılır. Artık yükselmek istemektedir ama bu mümkün gözükmemektedir. Bu arada kişisel kırgınlıklar, kapris

68 ler bir takım söylentiler de Menderes ile öteki bazı partililer ara­sında ihtilafa dönüşür. Menderes artık köy, köylü ve ziraat mese­lesini yakından izlemekte, kendisine verilmeyen görev ile ilgili olarak eleştirilerde bulunmaktadır. Belki de ilk kez İnönü ile ciddi bir ihtilaf içine girmektedir.

Köy, köylü ve ziraat politikası, Milli Şefin en çok üzerinde durduğu konulardan biridir. İnönü hükümeti de her zaman konu­nun üzerinde durmuştur. Geniş halk kitlelerinin de hoşnutluğu bu politika ile ilgilidir. Bu konudaki hoşnutsuzluk giderek tabanda daha fazla tepki alan bir hale dönüşmektedir.

Celal Bayar, Dörtlü Takrir meselesini şöyle anlatmaktadır: "Takrir partide fırtınalar kopardı. Çankaya'da sayın İnönü'nün başkanlığında toplantılar yapıldığını işitiyorduk. Bu toplantılarda Takririn reddedilmesi ve imza sahiplerinin grubta hırpalanmaları uygun görülmüştü... Takriri reddetmek vazifesini alanlar, bizi şid­detle tenkit ediyor, hakaret ediyor, hırpalıyorlardı. Biz düşmanla­ra karşı düşüncelerimizi metanetle savunduk. Bu müzakereler sı­rasında Adnan Menderes'in bir başka güçlü yanını tanıdım. Saldı­rılardan yılmıyor, sinirlerini bozmuyor, içinde fikir varmış gibi görünen (demogojik) sözlerin parlak balonlarını bir cümle ile pat­latıp söndürüyordu. Apaçık görülü) ordu ki Adnan Menderes iyi bir polemikçidir. Fakat fikirlerimiz ne kadar doğru olursa olsun biz bu fikirleri ne kadar samimiyet ve ehliyetle savunursak savu­nalım, bu müzakereler mizansen olmaktan ileri geçemiyordu. Takrir red edilecekti. Çünki Çankaya’da takririn reddedilmesi ka­rara bağlanmıştı. Nitekim 7 saat süren müzakerenin sonunda o za­manki başvekil Şükrü Saraçoğlu kürsüye geldi. Halk Partisi'nin, takrirde yazılı olduğu şekilde demokratik ıslahata muhtaç olmadı­ğını, temelde demokratik esaslara dayanmış bulunduğunu anlattı ve (tavsiye ederim, arkadaşlar takrirlerini geri alsınlar!) dedi. Bu sırada bazı milletvekilleri, (Onlar arkadaşımız değildir) diye bağı­rıyorlardı." "Yanımda oturan Fuat Köprülü'nün birden ayağa kalktığını gördüm. Takriri geri almaya niyetli olduğu görülüyor­du. Eteğinden çekip oturttum. Sert bir sesle (Biz verdiğimiz takrir­leri geri alacak insanlar değiliz) dedim. Sesini çıkartmadı ve. takrir

69 oya kondu. İmza sahibi 4 milletvekilinden başka bütün eller hava­ya kalktı. Takririmiz reddolunmuştu."

Dörtlü Takrire imza koyanların ilk ikisi ihraç, biri istifa edi­yor, en sona kalan Refik Koraltan ise 27 Kasım'da ihraç edilerek, muhalif partinin çekirdek kadrosu şekillenmiş oluyordu.

Dörtlü Takrire imza koyan dört kişinin birer cümleyle, NFK'nm gözündeki yeri şöyleydi: Bayar: "İslâm nizamına yaban­cı, hatta aykırı bir fert", Menderes: "Sarı Çizmeli Mehmet ağa", Fuat Köprülü: "İlimle doymayan, politika açlığı içinde kıvranan, basil, temel görüşten mahrum, kafası hasis, ruhu haris insan", Re­fik Koraltan: "Depo müdürü, ya da tebhirhane kâtibi seviyesinde, sıradan bir adam"

Ve yeni sağ ideolojinin, yeni "ümid kadro 'nun dört as ele­manı bunlar oldular.

70

TOPRAK REFORMU

Saflar Ayrılırken

Dürdü takrire yol açan gelişmeleri iyi tahlil etmek gerekir. Harp yıllarının zor günlerinde 1944 yılında Köylüyü Topraklan­dırma Kanunu tasarısı (Topraksız Kanunu) hükümete verilir.

O günlerin genel manzarası şöyledir:

-Dini baskılar yüzünden halk huzursuzdur. Camiler ahu- ha­line getirilmiş, Kur'an Kursları kapaülmış, din alimleri darağacına ya da sürgüne gönderilmiştir. İrtica bahanesi ile, laiklik adına, Bulgarycn bir yorumla dindarlara karşı terör estirilmektedir. Artık din adına bir muhalefetten sözetmek mümkün değildir.

-Ekonomik durum fecidir. Yoksulluk ve çaresizlik içindeki geniş halk kitleleri iktidardan umudunu kesmiş gözükmektedir.

-Ankara ve büyük şehir merkezlerindeki yolsuzluk iddiaları ayyuka çıkmıştır.. Rüşvet olayları almış başına gitmektedir. Her alanda lalan, kayırmacılık, köşe dönmecilik almış başına gitmek­tedir. iktidara yakın çevreler büyük vurgunlar yapmaktadırlar. İs­met Paşa'nın aylık maaşı, (O gün aldığı maaşın Cumhuriyet altını­na dönüştürülmesi şeklinde yapılan bir makayeseyc göre) bu gün- ki değerle (Mayıs 1990) 140 Milyon lira dolayındadır. Ayrıca har­cırahları ve hesabı bilinmeyen örtülü ödenekleri ile bu rakamın nereye ulaştığını kimse bilmemektedir. Mustafa Kemalin aylık maaşı ise aynı mukayeseyle başlangıçta 600 milyon lira kadar idi. Daha sonraki yıllarda, yani 1933 de Maaşında %50 indirim yaptı ise de ödülleri, örtülü ödenekleri ve harcırahları ile ilgili bir bilgi

71 yok. Her vilayette adına yapılan binalar ve çifliklerin asıl kaynağı da bilinmiyor.. Ahmet Gürkan "İsmet Paşa'nın Beytülmali" isimli çalışmasında İnönü'nün mal varlığı konusunda ilginç bilgiler ver­mektedir.. Hatta bunlardan bazıları mahkemeye intikal etmiş, ya da meclise soru önergesi olarak verilmiş, belgeler ve bilgiler mec­lis arşivlerine intikal etmiştir. Hukuk dışı uygulamalara örnek ola­rak Ömer İnönü’nün Muzaffer Kayalıbay isimli bir kişinin ölümü­ne yol açan trafik suçu, delil yetersizliği gerekçesi ile örtbas edilir­ken, yine gerek Mevhibe İnönü'nün ve gerekse İnönü ailesinin bir takım devlet kuruluşlarından aldıkları eşyalar ve metalarla ilgili çeşitli yolsuzluk iddiaları ortaya atılmıştır. Öyle ki alınan kumaş­ların, elbiselerin parasına bile tamah edilmiş, garip bir iddia olarak "Cumhurbaşkanlığı personelinin ihtiyacı için Atatürk'ün satın al­dığı ineklerin mutfaklardan sarfedilen süt bedelleri Mevhibe İnö- nüyc ödenegelmiştir" Erzincan zelzelesine giderken 150.000 lira harcırah, 1943'de ABD Cumhurbaşkanının davetlisi olarak Mı­sır'a giderken bir gün için 50.000 lira harcırah tahakkuk ettirilmiş­tir. Ömer İnönü 1950'ye kadar Dolmabahçe sarayında kalmış ve sarayın bütün masrafları ve kalorifer giderleri devlet bütçesine yüzbinlerce lira zarara sebeb olmuştur. Ahmet Gürkan bu konuda şöyle demektedir: "TBMM hesaplarını inceleme komisyonunda müteaddit seneler üye ve başkan olarak vazife gördüm. Bu müna­sebetle sarayların murakabe ve teftişlerinde bulundum.. O zaman Ömer İnönü'nün buralarda arkadaşları ile birlikte, kadınlı kızlı gece alemleri de dahil, bilhassa Dolmabahçe sarayında, saray şeh­zadelerinden daha pervasızca yaşayan bir şefzade..."olduğu orta­ya çıkmıştır. Daha sonra, İnönü’nün kardeşi Rıza Temelli'nin ge­mi alımı için devletten 150.000 dolar komisyon parası aldığı ko­nusu her tarafta konuşulmaya başlanacaktır.

Gürkan'ın belirttiğine göre, Sultan Abdülaziz'in Taşlık arsa­ları, Padişah ailesinin sımrdışı edilmesinin ardından sahipsiz kal­mış ve yine bir usûlüne uydurularak İnönüler'c temlik edilmiştir. Ayaspaşa arsaları ile ilgili olarak Bedii Faik 24 Mart 1970 tarihli bir yazısında şu bilgileri vermekledir:" Ayaspaşa vaktiyle mezar­lıktı ve evkafa aitti. İnönü'nün müsteşarı olan zat Evkaf işlerine

72 bakıyordu. Günün birinde işte bu müsteşar, mezarlığı vakıf ol­maktan çıkartmış parsellemiş ve bahis konusu arsayı da şefine münasib görmüştür...İnönü'nün kardeşinin Cumhuriyet ilan edil­diği zaman tek meteliği dahi bulunmadığı o derece bilinen bir şey­dir"

Evet Atatürk'te yoksuldu ve karga kovalamaktan geliyordu. Askerdi, savaş içinden gelmişti, ama zengin, hem de çok çok zen­gin biri oldu. İnönü de öyle, çok çalışmışlardı, az zamanda çok iş­ler başarmışlardı.

Gürkan şu soruyu yöneltmektedir: "İnönü'nün serveti, aldı­ğı maaşla biriktirilecek cinsten değildir. Kendisi ticaret yapmadı­ğına göre bu servetin iktisab yollan daima karanlık kalmaya mah­kum olacaktır"

Bu konunun üzerinde bu kadar fazla durmamızın sebebi, da­ha sonra Menderes'in mal varlığı ve zimmet suçlamalarına ilişkin, bu iddia sahipleri hakkındaki iddialan da gündeme getirerek, kişi­lerden çok bir dönemin ve zihniyetin, Kemalist inkılabın mirasçı- lannın ahvali şahsiyclerinc ilişkin gerçekleri su yüzüne çıkartmak istememizdendir.

Mesela bir başka iddia da, hâlâ Türkiye'nin önde gelen şir­ketlerinden biri olan Sohtoriklcrin şirketi ile ilgilidir. Erdal İnö­nü'nün kayınpederi (İnönü'nün dünürü), CHP İstanbul eski il baş­kanı Ali Sohtorik, devletin gemi alımında kayırılmış mıdır?. "Ba­kınız 27 Mart 1970 tarihli İnönü'ye yönelik cevap bekleyen 32 so­ru"

Dönemin önde gelen yazarlarından Falih Rıfkı, İnönüler hakkında şöyle demektedir: "Yakınlarının zenginliğine gelince; Atatürk bir gün İstanbul dönüşünde, doğru İnönü'nün evine git miş, hiç parasızlıktan zengin olan kardeşi üzerine dikkatleri çek­mişti. Kardeşinin sorumluluğunu üzerine almayan İnönü, kılını kımıldatınamıştı. İnönü politikada ahlâktan sözedemez. Ve hele her işin açıkça yapıldığı bir rejimde, yakınlarının kazancını nüfuz ticareti saymayı başkalarına bırakmalıdır."

Sayın Erdal İnönü bu iddialar konusunda bu gün ne düşünü­yordur acaba..? Gorbaçov'un Stalin dönemini mahkum etmesi gi-

73 bi, İnönü dc babasının tek parti dönemini mahkum etmedikçe sos­yal demokrasiden sözetmesi inandırıcı bir iddia olmayacaktır.. Vc sol, Erdal İnönü'nün soyadının arkasına sığınarak insanlara de­mokrasi vadedemez..

Bir ara Bedii Faik takmıştı İnönü'ye.. Bu günki Akbulut fık­raları gibi o günün de fıkraları vardı. B. Faik anlatıyor:" Bir adam var, tacir, müteahhit, fabrikatör, madenci..

Dediler ki, hangi eksiltmeye girse kazanır, çünki arkası bü­yük!

Adamın sırtına baktım, zavallı feci şekilde kamburdu"

Kasdcdilcn Kambur Rıza, İnönü'nün kardeşi idi. Bedii Faik bir başka yazısında Dragos kooperatifleri konusunu kaleme alı­yordu.

İsmet İnönü'nün Hürriyet gazetesinde çıkan mal beyanım eksik bulan Son Havadis gazetesi, şu bilgileri veriyordu:" İnö­nü'nün oğlu Ömer İnönü'nün eşi, kayınvalidesi vc kayın biraderi ile ortak olduğu 500.000 lira sermayeli Harmancık limited şirketi­nin konkordato dosyası Yargıtaya gelmiş vc 7 Ocak 70 tarihinde 69/188 no ve 69/366 karar nosu ile Ankaraya gelen dosya 970/7 sı­ra numarası almıştır. Bu özel şirketten alacaklı bankalar vc şahıs­ların sayısı 56 dır ve beyan edilen alacak miktarı 22 milyon 292 bin 670 lira ve 41 kuruştur. (Bu paranın bu günki rayiç karşılığı yakla­şık: 40 -45 milyar lira kadardır) Bunun dışında Ömer İnönü'nün dolaylı şekillerde bankalardan aldığı kredi miktarının 75-100 mil­yon lira dolayında olduğu da ileri sürülmektedir. Bu durumda bu rakam 200 milyar gibi bir seviyeye ulaşabilir. Kredi alınan banka­lar ise Ziraat, Vakıf, Türk Ticaret, Akbank, Yapı Kredi vc İş ban­kalarıdır. Bu kredilerin büyük bir bölümü de 1950'dcn sonra alın­mıştır. Babasının dönemine ait rakamlar hakkında kesin bir bilgi yoktur. Harmancık Krom Limitcd'in konkordatosunda alacaklı banka sayısı 14'tür ve o gün mevcut bulunan hemen hemen bütün bankalardan kredi talep edilmiş ve alınmıştır. Bunlar arasında Zi­raat Bankası 20 milyonla ilk sıradadır. Şirket sermayesinin beş- yüzbin lira olduğu düşünülürse, Sermayesinin 40 katı kadar kredi kullanmıştır. Talep ettikleri ödeme planı ise faizlerin dondurul-

74

ması ve 7 yılda ödenmesi şeklindedir. Öyle anlaşılıyor ki o günün Ömer'inin bu günün Yeğen Yahya'sı ya da Efc'si ile pek farkı ol­madığı anlaşılıyor. Bu olaylar sadece lek parti döneminde yaşan­mamış, 60 sonrasında da İnönülcr bir yandan eski hesaplan tasfi­ye ederken, bir yandan da yeni köşe dönme hesapları yaptıklanna ilişkin iddialar basında ve mahkeme dosyaları arasında yer alma­ya devam etmiştir.

Ankara Rüzgarlı sokaktaki 1928'dc 10.000 liraya alman ar­sanın bir parseli daha sonra Yeni İstanbul gazetesine 500.000 lira­ya, bir parseli de Gazanfer Bilgeye 900.000 liraya satılmış. Hcy- beliada'da o zaman bir milyon lira takdir edilen köşk, 9500 liraya alınmış. Ayazpaşa arsası, ya da Taşlık'taki evine ilişkin iddialar ne derecede doğrudur. Taşlık'taki evin, Vakıflar'a ait bir cami temeli üzerine yapıldığı doğru mudur? İş bankasındaki 6200 hissenin kaynağı nereden gelmektedir?.. Çankaya'daki 20.000 m2 lik bah­çeli köşk nasıl alınmıştır?

İnönülcr'in ortağı olduğu aşağıdaki şirketlerin kredi kay­nakları, iş alanian nelerdir Harmancık Krom, Ögclman Madenci­lik, Kurşun San., Dış Ticaret AŞ, İstanbul Pamuk, Şaban Dağa Lmt., Bakır Endüstrisi, Nidac koli., Uludağ Maden.

Ankara Maltepe'deki arsa, Dikmcn'dcki, yine Maltepe ve Çankaya'daki arsaların alış şekilleri nedir?

Bu konuda Gürkan'ın tesbit edebildiği İnönülcr'in mal varlı­ğına ilişkin döküm şöyle: Rüzgarh'da arsa (5513 in2), Çankaya'da Bahçeli Köşk (22.383 m2), Hcybcliada'da köşk (2345 m2), İstan­bul'da 536 m2 Temelli Gümüşsüyü apartmanı, Taşlık'ıa bahçeli köşk (3000 m2), Yenişehir'de 1345 m2 arsa, Ankara'da 567 m2 ar­sa, İzmir Kordon'da 467 m2 köşk, Dragos'ta 6345 m2 arsa, Dik- men'de 15 786 m2 arsa, Çankaya'da 2.000 m2 arsa, Maltepe'de 1174 m2 arsa, 2346 m2 arsaya kurulu Bahçeli ev, Mebus evlerinde 1271 m2 ye kurulu ev, Şenyuva, Bahçe, Bahçelievler kooperatifle­rinde ev, Rüzgarlı sokakta iş ham (568 m2 temel üzerine kurulu), Yeşilyurt'ta 2350 m2 arsa ve İş bankasının 6200 adet hisse senedi.. Tabi altın, döviz ve nakit cinsinden ya da yakınları üzerine alınan

75 emlaktan burada sözedilmemektedir.

Bütün bunlar, buna benzer cevapsız sorular insanların kafa­sını karıştırmaya devam ediyordu.

D.P.'nin ortaya çıkışının ve halk tarafında büyük bir coşkuy­la sahiplenilmesinin arka plaınndaki sebeplerden sadece birini, o döneme ait ekonomik suistimallerin boyutunu göstermesi bakı­mından ilginç sayılabilecek bu bilgilerden sonra tekrar konomu- za, Toprak reformu yasasına dönelim.

Toprak reformu yasa tasarısı halkı umutlandırmaya yelme­di. Çünkü reform hareketi bir yandan parti içindeki toprak ağaları­nı korkutup tepkilerine sebeb olurken, halk ta bu reformdan fazla bir pay alamayacak, partili bir takım militanlara devlet elinden toprak dağıtılmış olacaktı.. Toprak dağıtımında kayırmacılık ve toprağını kaybeden toprak sahiplerinin hükümete tepkisi CHP'nin sonunu hazırlayan önemli olaylardan biridir.

" Bir devleti hiç bir şey yenilikler kadar rahatsız etmez. De­ğişiklik (İnkılapçılık) hep kötülüğe ve zorbalığa yol açar. Bir tek parça bozulunca düzeltilebilir. Herşeyin özündeki bozulma ve çü­rüme eğiliminin bizi ilkelerimizden uzaklaştırmasına da karşı ko­yabiliriz. Ama koca bir toplumu yeniden kalıba dökmeye, bu ka­dar büyük bir yapının temellerini değiştirmeye kalkmak, düzelte­cek yerde silip süpürmek, ufak tefek kusurları toptan bir kargaşa ile düzeltmeye kalkışmak, hastalıkları ölümle iyi etmek (Devleti değiştirmekten çok yıkmak isteyen) kişilerin işidir. Dünyanın bir­den düzeleceği yoktur. Ama insan kendini sıkan şey karşısında o kadar sabırsızdır ki! Her ne pahasına olursa olsun ondan kurtul­mak ister. Binlerce örnek te gösteriyor ki, dünya hep böyle çabuk şifa aramaktan hep zarar gördü. Halinde genel bir iyileşme olma­dıkça, bir an dertten kurtulmuş olmak, iyileşmek demek değil­dir"

Montaigne'nin Denemelerinin 3. kitabının 10. bölümünde böyle diyor. Bacon'un bu konuda söyledikleri de İnönü dönemin­den Menderes dönemine geçişe ilişkin bir başka gerçeğin altını çizmekte kullanılabilecek elverişli bir açıklama getirmektedir. "Yeni soyluları ancak bir güç ortaya çıkarır. Geçmişteki soyluları

76 ise zaman ortaya koyar. Soyluluk sanını ilk alanlar, genellikle to­runlarından daha erdemli, ama daha az dürüsttürler. Çünkü hem doğru, hem de eğri yola başvurmadan yükselmek az görülen bir şeydir"

Yine Bacon şöyle diyor: "Devlete kara çalan sorumsuz ko­nuşmaların sık sık uluorta yapılması, bir yandan da devlete zararlı olacak yalan yanlış söylentilerin ağızdan ağıza dolaşarak büyük bir ilgi görmesi kopacak bir kargaşanın ilk belirtileridir." ...Mac- hiavclli de pek yerinde bir görüşle toplumun babası olması gere­ken hükümdarların bir partiye bağlanıp yan tutmaları durumunda devletin, bir yanına çok yük yüklendiği için batan bir gemiye dö­neceğini söyler... Ayaklanmaların nedeni ikidir. Büyük yoksulluk ve büyük hoşnutsuzluk. Yıkılan ocakların sayısı ne denli çoksa, karışıklığı destekleyenler de o denli artar... Ayaklanmaların ne­denleri ile körükleyici etkileri, dinde yenilikler, yeni vergiler, ya­bada ve törelerde değişiklik, tanınan ayrıcalıkların geri alınması, topluma genel bir baskı, değersiz insanlarla yabancıların yüksel­mesi, açlık, ordudan çıkartdmış askerler, umut kırıklığına uğra­mış partiler, küskün bir toplumu ortak bir amaç çevresinde topla­yıp birleştiren bütün buna benzer şeyler... Soylular ve halk çoğun­luğu, bunlardan biri hoşnutsuzluk içindeyse tehlike büyük değil­dir. Çünkü halk çoğunluğu, yüksek tabakadan kışkırtılmadıkça kendiliğinden kolay kolay eyleme geçemez.. Yüksek tabaka da, halk çoğunluğu kendileri ile birlikte eyleme geçmeye istekli, bu­na hazır olmadıkça güçsüz kalır. Gerçek tehlike, yüksek tabaka­nın, aşağı tabaka arasında suların bulanmasını bekleyip hoşnut­suzluğu o zaman açığa vurmasıdır. "Bacon bundan sonraki bö­lümde ise, bir bakıma DP iktidarlarının uyguladığı çözümü açık­lamaktadır "En önemlisi, bir ülkede zenginlik ve paranın bir kaç elde toplanmasını önleyecek bir yol uygulanmalıdır. Yoksa devlet varlık içinde yokluktan ölür (Menderes döneminin sloganı: Her mahallede bir milyoner.. Sen de zengin olabilirsin mesajı) Halka hoşnutsuzluklarıyla kızgınlıklarını ölçüyü kaçırıp işi arsızlığa dökmeden açığa vurma özgürlüğünü tanımak, güvenilir yollardan biridir. Öfkesi içine akan, yarası içine kanayan kimse onulmaz çı-

77 banlar, irinli kabarlar dökmek tehlikesi ile karşı karşıyadır... İn­sanların umutlarını ustaca, kurnazca beslemek, böylcce onları bir umuttan ötekisine koşturmak, hoşnutsuzluk hastalığına karşı cn etkili ilaçlardan biridir..."

Topraksız yasası ile ilgili tasarı önemli bir kavşak noktası­dır.. Tasarı Meclise havale edildi, ama kimse bu büyük meselenin altından nasıl çıkacağını kestiremiyordu. Meclis işin çözümü için konuyu komisyona havale etti. Oluşturulan karma komisyonda büyük çiftçilerden İzmir Mebusu Rahmi Bey başkandı. Komisyon için aranan "Mazbata muharriri" de bulunmuştu. İşin raportörlü­ğünü ve sekreterliğini yapacak isim de belli olmuştu. Yine Çiftçi­likten gelen bir başka toprak beyi Aydın Milletvekili Adnan Men­deres.

Anlaşılan İnönü de içerideki toprak ağalarından çekiniyor ve bu yasayı çıkartma işini yine toprak ağalarının insiyatifine bıra­kıyordu. 1945 yılı Şubat ayında 45 kişilik komisyonda konu tartı­şılmaya başlandı. Menderes parti içinde ilk muhalefet hareketini bu komisyon içinde başlattı ve aktif bir komisyon üyesi olarak sağlam delillerle hükümetin toprak reformu tasarısına karşı ciddi bir şekilde direndi. Böylece Menderes hem mecliste, hem de top­lumda, özellikle toprak ağalarının umut adamı haline gelmişti.. Geniş müslüman kitle ise, rejime muhalefeti sebebi ile Mende­res'e destek veriyordu.. Öteden beri halk her zaman CHP'ye ve onun yönetici kadrolarına yönelik muhalefetin niyetine, progra­mına ve ilkelerine bakmadan muhalefet olduğu için destek ver­mişti. İnkılablara karşı yapılan muhalefet hareketinde bunun için­dir ki istiklâl savaşındaki on bin civarındaki şehide karşılık, bunun elli katma yakın insanın kafasını kopartmak gerekmiştir. Bu da "İrtica" diye damgalanan muhalefet hareketinin ne denli güçlü ol­duğunu gösteren bir olaydır. Serbest Fırka olayı, Terakkiperver Fırka olayları da buna örnektir. Ve yine İnönü'nün stadyumda bü­yük tezahüratla karşılanması hadisesi de, muhalif kanada karşı mevcut destekçi bir potansiyelin her zaman varolduğunu gösteri­yor. Bu kez de İnönü'ye muhalefet eden biri, kim olursa olsun des­teklenecekti. Daha doğrusu, sindirilen muhalefet, bu meşru muha-

78 Icfelin gölgesinde hücuma geçecekti! Hele hele Topraksız yasası­nı bir komünistlik olarak, mülkiyete tecavüz şeklinde yorumlayan toprak beylerinin muhalefeti, halkın din duygularını da harekete geçireceğinden, zenginlerin desteğinde ve mecliste yandaş bulan bir muhalefet hareketi olarak etkisini gösterecektir. Oysa daha ön­ce mütegallibe takımını oluşturan zenginler, parti ile yakın temas içinde, hatla birçok ağa, bey parti yönetiminde önemli görevlerde bulunuyordu. Böylccc halk çaresiz ve yalnızdı. Zengin toprak ağalarının destekledikleri ve parlamento içinden sözcüsü olan bir halk hareketinin başarılı olacağında kuşku yoktu ve öyle de oldu. Hele dış bir takun mihrakların desteklemesi ile bu hareket daha kı­sa zamanda başarıya ulaşacaktı.

Ülkedeki öteki bir takım azınlıklarda, özellikle varlık vergi­si sebebi ile iktidara olan güvenlerini kaybetmişler, arkası arkası­na gelen vergiler ve baskılar halkı bezdirmişti. Bir yerde Mende­res kendi zekâsının ürünü olan bir güven değil, doğrudan doğruya bir muhalefet sözcüsü olarak bir anda "umut adam7 haline geldi. Daha sonra göreceğimiz gibi, başlangıçta hiç te böyle bir niyeti ol­mayan Menderes giderek halkın talebini ve halkın kendini gör­mek istediği kişilik formunu benimseyecek ve bu rolü benimse­mesinin faturası olarak idam sehpasında can verecektir. Bu an­lamda idam edilen sadece Menderes değil, onun şahsında Milli İradc'nin kendisidir. Kuşkusuz Menderes'in Milli İradc'yi ne ka­dar temsil ettiği tartışılabilir, ama herhalde belli mihrakların dü­men suyunda giden biri olsa idi, en azından Bayar gibi yaşama şansını elde tu Itırdı.

Bu konuya daha sonra tekrar döneceğiz.

"Köylüyü Topraklandırma Kanunu, 11.6.1945 de kabul edi­lerek 753 sayılı kanun haline gelmeden üç gün önce Menderes ko­misyondan istifa edecektir. "Açık, mücadeleci ve gösterişli bir meclis konuşması ile” yeni döneme adımını atmakladır. Eskişe­hirli Emin Sazak, Adana'dan Cavit Oral ve Aydın'dan Adnan Menderes Toprak reformu tasarısı ile ilgili olarak örgütlü bir mu­halefet hareketi yürütmüşlerdi ve oldukça da başarılı olmuşlardı. Ve hatta, eğer İnönü'nün ve Başbakan Saraçoğlu'nun özel girişim-

79

İcri vc baskılan sözkonusu olmasa idi, komisyondan gelecek tasa­rı vc meclisten çıkacak yasa, çıkan yasadan çok farklı olacaktı ve böyle bir tasarının kanunlaşması için de Menderes ve arkadaşları o günki dengeler gözönünde bulundurulduğunda fazla zorlanma­yacaklardı.

Üçlü muhalefet grubu, yasayı ayrı ayrı açıdan ele alarak kor­kunç şekilde eleştiriyorlardı. Cavit Oral, konuyu bilimsel ve tarihi açıdan ele alarak eleştiriyor ve bu yasanın gereksizliği üzerinde duruyordu. Emin Sazak ise geleneksel yapı içinde Ağalık kuru­mun fonksiyonu vc önemi üzerinde duruyor, bu ilişkilerin bozul­ması halinde kaos oluşacağını söylüyordu. Menderes ise konuyu hukuki açıdan inceliyor, Toprak reformu yasa tasarısını Nazist, faşist bir uygulama olarak görüyor ve toprak üzerinde mülkiyet kavramının yara almasının gelecekte doğuracağı hukuksal sorun­lar üzerinde görüş ileri sürüyordu.. Daha sonra DP Toprak refor­mu yerine "Tarım reformu" tezini savunacak ve tarımda yenileş­me, makinalaşma, verimin artırılması konusunda tezler geliştire­cek, bunu sanayileşme ve kent politikası ile birlikte ele alacaktır. Menderes'e göre "Küçük işletmeye gitmek değil, işletmeleri bir­leştirerek kollekıif işletmelere gitmek gereklidir." Ancak böyle­likle istihdam ve üretim arttırılabilir ve tarımda makinalaşma ve refah başarılabilirdi.

Menderes ve arkadaşlarının tüm çabalarına, bilimsel, tarihi, hukuki açıklamalarına karşılık olarak İnönü'nün kaba tavrı meclis iradesine yön verecektir: "Bu kanunu kabul etmeyen parti benim partim değildir!"

İnönü bir yandan böyle derken, öte yandan parti içindeki muhalefeti stabilize etmek içinde taktik bir strateji ile kabinede bir değişiklik gerçekleştirdi. Yasa tasarısını savunan ve kanunlaş­masında, şekillenmesinde büyük emeği geçen Ziraat Vekili Şev­ket Raşit Hatiboğlu istifaya mecbur bırakıldı ve muhalefet kanadı­nın sözcüsü durumundaki Adanalı toprak ağası Cavit Oral Ağus­tos 1945'de Ziraat Vekili yapıldı. Böylece, İnönü muhalefet kana­dının güçlenmesini önlemiş, istediği kanunu çıkarttıktan sonra ic­rasını da tekrar ağalara bırakak, "işte kanunu yaptık ama siz bildi-

80 ğiniz gibi yapın" dcrccsine böyle bir yola gitmişti. Önemli olan İnönü'nün Meclis üzerindeki denetim gücünü kanıtlamasıydı. Toprak Reformu teahhüdü yerine gelmiş ve İnönü'nün dediği ol­muştu. Bundan sonrası fazla önem taşımıyordu. Şimdi halkın tep­kisini azaltmak ve icraya elverişli bir yorum gerekli idi. O zaman gelsindi Caviı Oral. Hem de bakan olarak! Zaten o zaman kanun dediğin nedir ki!

Cavit Oral Ziraat Vekili olunca İlk işi yasanın uygulanması­nı önemli ölçüde engellemek oldu. Ardından da 1950 yılının 27 Marı'ında "Çiftçiyi topraklandırma hakkındaki 4753 sayılı yasa­da bazı maddelerin değiştirilmesi ve buna bazı maddeler eklen­mesine dair kanun tasarısı " 5618 sayı ile kanunlaştı. Böylccc Topraksız kanunu bir reform kanunu olarak fiilen ortadan kaldırıl­mıştı. İşin ilginç yanı, bu yasayı kabul eden meclisle, onu ortadan kaldıran meclis aynı meclisti. O gün Ziraat vekili bir başkası idi, bu gün bir başkası.. Zaten bu traji komik parlamento macerasın­dan 45 gün sonra da 14 Mayıs 1950 de de CHPnin tek parti diktası tarih olacaktır.

Bu gün Romanya'da yaşanan olaylara bakarak, Çavuşcs- ku'nun başına gelenlerin ışığında İnönü dönemini değerlendire­cek olursak, Menderes yönetimini, bir bakıma İnönü'ye rağmen gerçekleşmiş bir iktidar modeli değil, halkın tepkisini frenlemeye yönelik, ondan görünen, gerçekte İnönü döneminin devri sabık ilan edilerek sanıklarının ipe gitmesini engelleyen bir baraj hare­keti olduğunu söyleyebiliriz.. Nasılki Bayar, Atatürk'ün ölümü üzerine, tercihini İnönü'den yana kullandı ise, İnönü de sonuçla bu vefa borcunu ödeyerek, Bayar'ı kendisine alternatif olarak seç­miştir.. Menderes, rejime ve halka karşı daima çifte standartlı ol­muştur. Halka "Siz isterseniz Hilafeti bile geri getirirsiniz" der­ken, aynı zamanda parti kulislerinde halkın hilafet talebini engel­lemek için hukuki tedbirler ve polisiye tedbirler aramıştır. Belki de burada bir münafıklıktan çok, korkuları ile hareket ettiğinde Kemalist bir gelenekçi gibi, umutlan ile hareket ettiğinde ise hal­kın içinden bir halk adamı gibi hareket etmiştir ve her iki davranı­şında da samimidir. Bu ikilem onun kişiliğini, kimliğini oluştur-

S1 maktadır. Kimi zaman biri kimi zaman öteki kişiliği davranışları­na yön vermektedir. Kalbi ile başka, aklı ile başkadır. Aslında Menderes aklı ile varolan biridir. Halkın teveccühü onda kalbi bir kişiliğin oluşmasına vesile olmuştur. Menderes halka rağmen halk için, ya da halkı kullanan biri değil, onu ciddiye alan bir poli­tikacı idi.. Ve zaten onu idama götüren gerçek te burada yatmakta idi.

CHP içindeki ilk ayrışma CHP'nin üçüncü kurultayında or­taya çıkmıştı. 1931 'de Uşak delegesi Alacddin bey kurultayda şöyle demektedir: "Memlekette bütün İnkılablan yapmış olan bu fırkaya, lalettayin şahısların alınmaması, bir Kubilayın yanında bir şeyh Mehmed'in bulunmaması, Fırkaya girecek şahsın belli bir ideolojiye sahip bulunması şartı..." Bu daha önce parti çatısı altın­da bu iki kanadın da varolduğuna işaret etmektedir. Bu tarihten sonra 40'lar meclisinin oluşturulması ve eski mutemet olan ağa, eşraf ve mütcgallibelerin yerine yeni ideolojik temele dayalı il başkanlarımn getirilmesi (ama yine atanarak) yeni bir dönemin başladığım göstermektedir. İnönü devletçidir. Toprak işleyenin­dir sloganı ile kendi ideolojik tabanına mesaj vermektedir. "Top­rak ağalığının kökünü kazıyacağım" andı içmektedir. İlk ayırım devletçiler, liberaller arasında kendini gösterir. Zaten öteden beri ortaya çıkmayan bir sivil asker ayrımı vardır. 9 Mayıs 1935'dc parti genel sekreteri Recep Pcker Liberallere meydan okumakla dır: "Ulusal çalışmayı yıpratan ve ulus yığını sömüren Liberaliz­me karşı cephemizi daha sıklaştırıyoruz" Liberalizm düşmanlığı, devletçi kurultaya damgasını basacaktır. 384 milletvekilinin, 160 il temsilcisinin ve Atatürk'ün katıldığı bu son kurultayda o zaman­ki Kemalizm modası buydu. Pckcr'c göre Devletçilik, devletin vasfı ve karakteri ile ilgili bir konudur. Hükümet ve parti devletçi­lik ilkesinden hız almaktadır. Böylece Parti-Devlet birliği sağlan­mış, parti diktası güvenceye kavuşturulmuş oluyordu.

Ne Bayar ve ne de Menderes'in bu gelişmeler karşısında söyleyecek tek sözleri yoktur.

Bu düzenleme ile,

-İçişleri Bakanlığı Genyönkur üyeliğine alınmış ve kendine

82 parti genel sekreterliği görevi verilmişti.

-Bütün illerde il parti başkanlığına ilin valisi memur kılın­mıştı.

-Genel müfettişler aynı zamanda devletin ve partinin aynı anda müfettişliği görevini yapacaklardı.

Ve daha başka maddeler.. Parti ve hükümetin birleştirilmesi karan genel başkan vekili İsmet İnönü'nün 18 Haziran 1936 tarihli genelgesi ile illere duyurulur..

Atatürk bu harekeli onaylamaktadır. Cemiyetler yasasının 9.maddesinin memurların partiye girmesini önleyen maddesi ile ilgili olarak Gazi hazretleri şöyle buyurmaktadırlar" Ben bu mad­delerde değiştirilecek bir şeş görmüyorum. Çünki burada memur­ların siyasi cemiyetlere girmemesinden amaç, onların BENİM partimden başka bir partiye katılmaması demektir. Bu bakımdan bu madde hatta yararlıdır vc katiyen dcğiştirilmemclidir." (Hilmi Uran. Hatıralarım. S: 298)

13 Şubat 1937 tarihinde Anayasa'nın 2. Maddesinde deği­şiklik yapılmak sureli ile "Türkiye devleti Cumhuriyetçi, Milli­yetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve Devrimcidir" şeklinde değiştiril­miş, Anayasa'yı değiştiren 3115 sayılı yasayla CHP ilkelerinin Anayasa metni haline gelmesi sağlanmıştır. Dolayısı ile daha son­ra kurulan partilerin programlarında bu ilkeleri benimsemeleri zo­runlu hale getirilmiştir.

Dolayısı ile, gerek DP, gerekse bu güne kadar gelen bütün partiler, tek parti geleneğinin çizgisini sürdürmek zorunda kal­mışlardır. Anayasa'nın değişmez maddeleri haline getirilen bu il­keler, aynı zamanda ceza yasaları ile takviye edilmiş, bireysel planda da anayasa hükmü halinde Milletvekili ve Cumhurbaşkan­lığı andına alınarak, Kemalist tek parti geleneğinin sürdürülmesi amaçlanmıştır. Bu gün isim olarak farklılığına rağmen, esasen bü­tün bu partiler, CHP'nin içindeki grublaşmalara benzer, bir takım parti içi grubları andırmaktadır. DP bu anlamda CHP nin devamı anlamında da yorumlanabilir.. Türkiye'nin tek parti geleneğinden kurtulabilmesi, özgür, insan haklarına saygılı bir hukuk devleti olarak siyasi sahnede yerini alabilmesi için bu hukuk dışı yasa hü-

83 kümlerinden kurtulması zorunludur!

1932'de Mustafa Şeref iktisat Vckilliği'nden istifa ettirilip, Celal bey İktisat Vekilliğine atanmakla, devletçi hükümete libe­ral bir iktisat bakanı atanıyordu. Böylcce Mustafa Kemal denge siyaseti izliyordu. Ama bu çift başlılık Mustafa Kemal'in ölümü ile sona erecek, devletçi gelende devlete tümü ile hakim olacaktır. Ama İş bankası ve İktisat Vekilliğinin verdiği avantajla sivrilen Celal bey. dönemin ikinci adamı ile boy ölçüşecek seviyeye gele­cektir. Ve 1932'lerden sonra artık bir Bankacı ve Paşacı rekabeti başlayacaktır. 1945 sonrası gelişmelerde Bankacıların Paşacıları gerilettiği görülecektir. 1937’de Bayat'ın başbakanlığı dönemin­de bürokrasiye yerleşen liberaller 1939'da cephelerini lerketmek zorunda kalacaklar ve yeniden kafalarını kaldırmak için 1945'i beklemek zorunda kalacaklardır.

Atatürk, yakın arkadaşlarının karaktersiz çıktığından dert yandığı bir gün, Bayat'ın İş bankasının İstanbul'da bir kağıt fabri­kası kurma girişiminin İnönü nün İktisat vekilinin bilgisi altında engellemesi bardağı taşıran son damla olarak Bayan İktisat Vekil­liğine getiren Yalova Operasyonundaki işaretler, aslında gelece­ğin cumhurbaşkanını ataması anlamına gelen bir iş olarak tarihe geçecektir. İsmet paşa o dönemde Bayat'ın İş bankasındaki giri­şimlerini "Dolapçılıkla" itham etmektedir.. Ama ne Bayar İnö­nü'ye, ne de İnönü Bayat'a diş geçirememektedir. Çünki arada Mustafa Kemal vardır.. Mustafa Kemal ise bu iki ucu birbiri ile dengeleyerek kendine yol açmaktadır..

CHP, kendini bir yandan Kuvayı Milliye ruhunun ürünü sa­yarken, öte yandan tipik bir İttihat Terakki Cemiyeti gibi çalışmış- ur. Parti mutemetliği sistemi de İttihat ve Terakki "Kâtibi Mesul" lüğünün devamı gibidir. Ne garip, Atatürk ölmeden bir kaç gün önce İnönü'nün sürgüne gönderilmesi için çaba gösterenler, onun­la bir arada görünmemeye özen gösterenler, Mustafa Kemal'in öl­düğü gün oy birliği ile grubta İnönü'yü aday göstermişler ve mec­liste oy birliği ile Cumhurbaşkanı seçmişlerdi. Atatürk'süz bir Ba­yat'ın içi boşalmış konserve kutusundan bir farkı yoktur artık.. Daha önceleri Atatürk'e ateş püsküren İnönü, Atatürk öldükten bir 84 ay kadar sonra 26 Aralık 1938'dc yapılan CHP birinci olağanüstü kurultayında, Atatürk'ün aziz hatırası önünde saygı ile eğilirken, kendisi için de ikinci Atatürk olma yolunda kongreden karar çı­kartır.. (’HP tüzüğünün değişen maddelerine göre "Partinin banisi ve ebedi başkanı TC'nin kurucusu olan Kemal Atatürk’tür. Parti­nin değişmez genel başkanı İsmet İnönü'dür" Bu kongrede Divan başkanı Abdulhalik Rcndadır ve öteki divan üyeleri arasında Ay­dın Milletvekili Adnan Menderes birinci sıradadır!

Kongrede İnönü'nün ardından kürsüye çıkan Bayar şöyle demektedir "Genel başkanımız. Milli şefimiz, Cumhurreisimiz, İsmet İnönü, müstesna bir lütuf olmak üzere bendenizi genel baş­kan vekilliğine tayin buyurmuşlardır... Kendilerine arzı şükran ederim"

Yıl 1939. Türkiye'nin yeni rotası yavaş yavaş belirmektedir. İnönü yeni dönemde tam bir Atatürk gibi hareket etmektedir.. Şartlara göre sürekli değişen pragmatik bir yol izlemektedir.. DP'nin ideolojisi CHP'nin bu ilişkileri içinde giderek oluşmakla­dır. 1 Nisan 1939'da ABD ile imzalanan Ticaret anlaşmasında Türkiye Amerika'ya gerek ithalat ve gerekse ihracaatta ve gerek diğer bütün konularda en ziyade müsadeye mazhar millet statüsü tanıyacak ve ABD'den gelecek sanayi ürünlerine %12 ile %88 arasında gümrük indirimi sağlayacakur. Bir yandan gazetelerde İnönü’nün dostları "Atatürk öldü ise başımızda İnönü ve Stalin var" diye yazarken öte yandan ABD ile aynı zamanda Almanlarla dirsek teması kurulmaktadır. Almanya-İtalya ittifakının balkan ve ege politikası netleşincc Ankara, Fransa ve İngiltere'ye mavi boncuk politikası uygulayacaktır. Bu yakınlaşmanın ardından Sovyetler Ankara'ya baskı yapmaya başlayınca Ankara yüzünü iyiden iyiye batıya dönecektir. Biraz da İnönü'nün batıya yakın­laşması, Sovyetler'in toprak talebi ve tehditlerinden kaynaklan­maktadır. Yoksa işin tabii seyri içinde Ankara giderek Mosko­va'ya yaklaşmakta idi. Ruslar'a ve Almanlar’a karşı İngiltere ve Fransa'ya yaklaşma gereği duyan İnönü, bu ülkelerden beklediği yakıplığı görmeyince, eski Amerikan mandaterlerinin hülyaları­na kapılacak ve gözünü Amerika'ya dikecektir. Gözünü Atlantik

85 ötesine diken İnönü o günlerde bir bakıma şöyle demektedir: "Orada uzaklarda, en ziyade müsadeyc mazhar bir ülke durmakta­dır: Amerika"

İşte DP, bu ilişkiler, CHP içinde biçimlenmeye başlayan bu eğilimlerin ürünüdür ve bu yönclişmeler bileşkesi olarak ortaya çıkmıştır.

Batıklar Türkiye'nin durumunu her zaman yakından izle­mişler vc İnönü'nün içerideki baskı politikasını görmemezlikten gelerek, hatla içeride anti batıcı Islâm radikalizminin bastırılması için Sovyctik yöntemleri olumlu karşılarken kendileri açısından gerekli düzenlemeler yaptırmakta zorlanmamışlardır. Başlangıç­ta Türkiye'yi Alınanlara karşı bir güvence olarak yanlarında gör­mek isteyen batılı ülkeler, daha sonra Türkiye'yi Sovyctlcrc karşı bir tampon bölge vc Ortadoğu'daki petrol bölgesi ve öteki askeri vc siyasi çıkarları açısından bir bekçi vc sıçrama tahtası gibi kul­lanma eğilimi göstermişlerdir. 13 Mayıs 1939 tarihli Ulus gazete­sinde yer alan bir haberde ifade edildiği gibi Batılılar, Türkiye'yi savaşta kendi yanlarına çekmeye çalışırlarken ekonomik ayrıca­lıklar sağlamayı da unutmamışlardır. Nitekim İngiltere ile imza­lanan ittifak anlaşmasında, bunu takiben 14 ekonomik anlaşmanın imzalanması kararlaştırılmıştır. Doğan Avcıoğlu bu konuda şu ayrıntıları not etmektedir: "Türkiye'nin ittifakını elde eden İngil­tere, Amerika ile giriştiği pazarlıklarda Türkiye'yi askeri olduğu kadar ekonomik ve siyasi açıdan da lam bir nüfuz bölgesi olarak istemiş, ABD başkanı Rozvelt Kazablanka Konferansında İngil­tere'nin bu teklifini kabul etmiştir." Hikmet Bila buna şunu ekle­mektedir: "İttifak anlaşmaları Türkiye'yi ister istemez pazarlık masasına sürülen bir ülke durumuna düşürmüştür. Batıklar Türki­ye'yi gerektiğinde savaşa girmesi, gerektiğinde girmemesi için zorlamışlardır."

2. Dünya savaşı öncesinde "Ülke korkunç bir savaş ekono­misinin içine sürüklenirken, Liberalizm, hür teşebbüs, hür dünya, himayecilik, devletçilik sözcükleri birbirine karışmakta, beslenip büyüyen burjuvazi egemenliğini giderek artırmakta ve içinden milletvekilleri, bakanlar, başbakanlar çıkartmaktadır." Ekmek

86 karne iledir. 1939'da İktisat Bakanlığı bütçesi görüşülürken Kü­tahya Milletvekili Besim Aıalay şu teklifi yapabilmektedir: "Köy­lü ve fakir halk için ikinci nevi ekmek çıkartalım"

Esasen 29 Mayıs 1939 da yapılan parti 5. kurultayında İnö­nü, uluslararası düzeyde devletin yerini belirlemek için bazı öne­riler getirecek ve batı camiası içinde yer almak için demokrasiye geçişin zaruretinden sözetmektedir. Halk idaresini kemale erdir­mek ve hakiki bir milli denetimden sözetmektedir. Ama bunlar sa­dece bir zaruretin ifadesi olarak kalacak, daha doğrusu batılılaşma iddiasındaki bir hükümet için, bu yöndeki talep sahiplerine veri­len bir mesaj niteliği taşıyacaktır. Bayar'ın parti içinde itibarının iadesi ve statüsünün yükseltilmesi, bu yeni yönelişin bir kanıtı olarak takdim edilmektedir.. Parti içindeki bu tür eğilimler ve fi­kirler, DP’nin ortaya çıkmasını hazırlayan fikri gelişmenin adeta ilk tezahürleri gibidir. 18 Ocak 1940 tarihinde 3780 sayı ile çıkan Milli Koruma Kanunu ile umutlar bir anda sönecektir. Devlet iş mükellefiyeti getirebilmekte, işten ayrılma yasağı koyabilmekte, zorla çalışına, angarya getirebilmekte, iş saatini artırma ve hafta tatilini ortadan kaldırma hakkına sahip olabilmektedir. Türkiye Cumhuriyeti'nin temel karakterinin kemikleştiği dönemdeki işçi hakları ve sendikal özgürlükler böyle idi. 40 dönümden az arazisi olanlar bütün öküzlerini milli savunma yükümlülüğü olarak dev­lete vermek zorunda kalacaklardı. Sermayeyi kısıtlayan hüküm­ler ve piyasanın denetim altına alınması, bir yandan hakiki de­mokrasiden bahseden iktidarın öte yandan yasakçı mantıkla orta­ya çıkması sonucu, parti içinde kendi muhalefetini üretme eğili mine hız kazandırmıştı. Ve derken 12 Kasım 1942'de 4305 sayı ile yasalaştırılan Varlık Vergisi bardağı taşıran son damla olacaktır. Toprak mahsulleri vergisi ile canından bezen köylüler artık Anka­ra'dan umudunu kesmişlerdir. Hoşnutsuz halk kendine sahip çıka­cak bir lider arayışı içindedir. Sivil muhalefet en acımasız şekilde bastırılmaktadır.. Tam bu sırada Başbakan Refik faydam ölür ve yerine Şükrü Saraçoğlu gelir.

Denizli Milletvekili Mazhar Fuat, 6. Kurultayın ardından narıi grubunda şöyle konuşmaktadır "Hükümet şimdiye kadar ne

87 istediyse verdik. Fakat bir şey yapamadı. Hırsızlığı kesinleşen ki­şiler şunun bunun adamı diye yerlerinde saklanıyor.." Yakub Kadri ise şunları yazıyordu: "Bu gibiler de hani parmakla sayıla­mayacak kadar çoğalmıştı. Zeytinyağı piyasasını tekeli altına alan baıcan mı istersiniz, karaborsacıları koruyan vali, genel müdür ve­saire mi istersiniz, o devirde bunların her köşe başında size sırıt­tıklarını görebilirdiniz.."

"Merd-i kıbti şecaat arzedeyim derken.."özdeyişindeki an­layışa benziyordu durum. İnönü ise bu iddialara karşı şöyle diyor­du: "Bulanık fırsatı bir daha ele geçmez fırsat sayan batakçı çiftlik ağası ve elinden gelse teneffüs ettiğimiz havayı ticaret mctaı yap­maya yellenen gözüdoyınaz vurguncu tüccar ve bütün bu sıkıntı­ları, politika ihtirasfiçin büyük fırsat bilen, hangi yabancı milletin hesabına çalıştığı belli olmayan bir kaç politikacı, büyük bir mil­letin bütün hayatına küstah bir surette kundak koymaya çalışmak­ladırlar.." Ah paşam, onları getiren de koruyan da, ortaklık yapan da siz ve kardeşiniz değil misiniz?

Yıl 1945

Dünya ve Türkiye'de önemli gelişmeler olmaktadır. 2/6ün- ya savasında sonun başına gelinmiştir. Almanya çökmüştiyC Dün­ya haritası yeniden biçimlenmektedir. Türkiye'nin safuöelli ol­muştur artık. Biz galiblerden yanayız. Bir dönem Sovyellcrden yana, Sonra Almanların safında, derken Ingiliz ve Fransızlarla birlikte ve ardından yaşasın Amerika.. CHP kendi muhalefetini, bu dengesiz politikası ile kucağında emzirmektedir.. Türkiye'nin nihai tercihi, batı sistemi ile bütünleşme yolundadır. Batılı ülkeler Türkiye'nin batı birliğine katılabilmesi, daha doğrusu Birleşmiş Milletlere üyeliği konusunda galip milletlerin safında yeralması- nı şart koşmaktadırlar. Türkiye bunun kanıtı olarak 23 Şubat'ta Almanya'ya ve Japonya'ya savaş ilan edecekûr.. Bunun ödülü ola­rak ise 24 Şubat'ta Türkiye BM paktım imzaya davet olunacaktır.. Böylece İnönü fiilen savaşa katılmasa da 2. Dünya savaşına son anda katılarak hukuka ve insan haklarına bağlılığını göstererek,

88

Atom bombası yemiş Japonya'ya savaş ilan etmek sureti ile şanına yakışır bir karar verecektir. Amerika’nın bu cinayetine karşı tepki­miz avuç dolusu alkışlarımızdır. Ölmüş adama bıçak çeken sarhoş edası ile, cesetleri Nagazaki sokaklarına dağılan Japon halkına karşı İsmet Paşa bıçak çekerek Amerika'ya bağlılığını gösterecek­tir. Bu gibi konularda yapılan grub toplantılarından sonra halka yapılan açıklama sadece "CHP grubu toplanmış ve gereken karar­lan almıştır" şeklinde, tıpkı bugün bizim MGK toplantıları sonuç­larının açıklanması gibi bir uslubla bu konular geçiştirilmekte idi..

Ama artık durum değişmeye başlamıştı. Müttefiklerimiz vc dostlarımız Almanya'ya ve Japonya'ya savaş ilanından başka kü­çük ricalarda da bulunmuşlardı. Biraz demokrasi makyajı yapma­mızı istiyorlardı. Bu gelişmeleri izleyen günlcıdc, Hikmet Bi- la'nın tesbit ettiği gibi " CHP içindeki varlıklılar, demokrasinin şiddetli savunuculan kesilmişlerdir. Bürokratlar ağır baskılar al­tında birbirinden ağır ödünler vermekle, yerli yabancı sermaye karşısında yelkenleri indirmek zorunda kalmaktadırlar vc Atlan­tik ötesindeki dost Amerika'nın da isteği doğrultusunda tarımda kapitalistleşme süreci hızlanmaktadır."

Dostumuz Amerika'nın küçük ricaları uyarınca, bu ricayı kendileri için görev telakki eden kadrolar harekete geçerek DP'yi örgütlemeye çalışacaklardır.

10 Temmuz 1945’de Başbakan Saraçoğlu Amerika'nın talep ettiği demokratik düzenlemeler istikametinde geri adımlar atma­ya başlar. 15 Ağustos'ta BM anayasasının mecliste oylanması sı­rasında Menderes ve Köprülü, dörtlü takririn ardından yeni talep­lerle ortaya çıkarlar: BM anayasası kişisel özgürlük vc dokunul­mazlığı öngörmektedir. İç hukukta bu yolda değişiklik yapılması zorunludur.. Bugün de Türkiye'nin Avrupa topluluğuna entegras­yonunda hemen hemen aynı yol izlenmektedir. Ne garip, Tarih te­kerrür edip durmaktadır. Bugün Çankaya'da İnönü'nün yerinde oturan Özal, İnönü'nün misyonunu kullanmaktadır.

Bu talepler aynı zamanda Türkiye'de kişi hak vc özgürlükle­ri vc siyasal hakların bulunmadığı anlamına gelmektedir.

89

Menderes ve Köprülü

-kişi hak ve özgürlüklerine saygı

-Siyasal örgütlenme hakkı

islemektedirler.

Ne garip, dünün Menderesi'nin rolünü bu gün müslümanlar ve yeni sol üstlenmektedir.. Dün ile bugün arasındaki tek değişik­lik sağ ile solun rollerinin değişmesidir. Ama aynı senaryo yine tekrar edilmektedir.

Ealih Rılkı, Menderes ve Köprülü'nün çıkışlarını partinin yönetimine el koyma girişimi olduğunu öne sürerek cezalandırıl­masını ister.. Atay'a göre, bu klik 20 yıldan beri bu anı beklemek­tedir.. Bu bir darbe girişimidir, partiyi ve hükümeti ele geçirmek isteyen bir komplonun adıdır!

CHP'lilcr şaşkın ve çaresizdir.. Menderes ve ekibi ise BM anayasasından aldıkları hız ve güçle iktidara yüklenmektedir. Şu sözler Menderes'e aittir: "Milli ve bağımsız diye adlandırılan dış siyaset gerçekte Birleşmiş Milletlerdeki demokrasi anlayışın­dan uzaklaşmak demektir" (27 Temmuz 1948'de İzmir’de yaptığı konuşmadan)

1945'lcrdcki İnönü hükümetinin halk önündeki durumunu 27.2.89 da Milliyette N. Doğru imzası ile yayınlanan şu satırlar­dan izleyelim: "İsmet İnönü'nün yoksul köylülere çektirdiğini kimse çektirmedi. 1^45'lcrde 2. Dünya Savaşı yıllarının yarattığı seferberlik günlerinde İnönü, ordunun iaşesini küçük topraklı köylünün sırlına yıktı. TMO aracılığı ile yaptığı almalarda büyük köylünün malını, dış piyasalarda değerlendirip onları zengin etti. Bu yüzden 1946da başbakanlardan Recep Peker, Kütahya'da se­çim konuşması yaparken meydana toplanan köylüler, "Açız.. açız.." diye bağırdılar. Recep Poker de köylülere "pasta yiyin" de­medi . Onlara " açsanız bok yiyin" diye seslendi. Köylüler İnö­nü'nün tanın politikasına sandıkta cevap verdiler. Onu iktidardan düşürüp yerine Adnan Mcndercs-Cclal Bayar'ı getirdiler.

Menderes- Bayar dönemi, köylüleri traktörle tanıştırdı. Marshall yardımı ile gelen dış destekle köylüler traktör sahibi ol­du. Traktör, ekilebilir alanları genişletti. Köylüler tarlalanna tarla

90 kattılar. Gelirleri arttı."

İnönü herşeye rağmen batıya doğru yelken açmış gidiyordu. 1947 Haziran'ında ABD'dcn bir iktisad heyeti Ankara'yı ziyaret etti. Heyet başkanımn tavsiyesi ilginçtin "Siz kalkınmayı bırakın karayolu yapın!"

Amerikan heyetleri Türkiye'deki durumla ilgili raporlar da taşıyorlardı ülkelerine. Amerika ve bauh dostlarımız kendi prog­ramlarını halk desteğinden yoksun CHP iktidarı ile yürümeyece­ğini bildikleri için, yeni dostlar arayışı içinde idiler. Parti içindeki belli kimilere destek vermeye başladılar. Bir yandan da iktidarla ipleri koparmadan, CHP'yi çoğulcu demokrasiye mecbur bırak­mak için telkinlerini sürdürmeye devam ettiler.

İnönü, girdikleri yoldan geri dönemeyeceklerini çok iyi bili­yordu.. Karşı çıkmanın intihar demek olduğunu da.. Parti içinden bölünebilir, halk muhalefeti partinin geleceğini tehlikeye sokabi­lirdi. Ekonomi kötüydü, Uluslararası planda batı ittifakından vaz­geçemezdi. Zaten Kemalist ilke ve inkılablar batı ile bütünleşme­yi amaçlamıyor mu idi? O zaman mümkün olduğu kadar bu süreci denetim altında tutmalı, mecbur olduğu gidişi, kendi iradesi ile bi­lerek ve isteyerek yapıyor görüntüsü vermeli idi. Bu da İnönü'nün yakın çevresinde kuşku doğuruyordu. Yoksa İsmet Paşa dostlarını değiştiriyor mu idi? Eski dostlarını feda edebilir mi idi?..

İnönü çaresizdi.. Bu gidişle kendi celladını kendi evinde beslemiş olacaktı. Ama batı dünyasında varolabilmesi ise bu du­rumun muhafazası, hatta yeni ödünler verilmesi ile mümkün ola­caktı.. ilk çözüm olarak parti içi muhalefet harekelini biraz olsun frenleyebilmek için Menderes, Köprülü ve Koraltanı partiden ih­raç edecekti. 1 Kasım'da İnönü, parlamentoda, partiden ihraç edi­lenlerle ilgili olarak şöyle diyordu: "Tek eksiğimiz, hükümet par­tisinin karşısında bir parti bulunmamasıdır. Ülkenin ihtiyaçları­nın şevkiyle özgürlük ve demokrasi havasının tabii işlemesi saye­sinde başka siyasi partinin de kurulması mümkün olacaktır"

Evren 12 Eylül sonrası aynı mantıkla tek temele dayalı üç görüntülü bir parti oluşturacaktır.

Aslında o günlerde Nuri Dcmirağ'ın kurduğu "Milli Kalkın-

91 ma Parlisi"nden hiç sözcdilmiyor, ama İnönü açıkça partiden ih­raç edilenlere "Parti kurun ve karşımızda muhalefet kanadını oluşturun" mesajını veriyordu..

Esasen karşı politik örgütlenme başlamıştı.. Vakit geçiril­meden güdümlü bir muhalefete kapı aralanmaz ise güdümsüz, ba­ğımsız bir muhalefet hareketi başlayabilir ve devri sabık doğura­rak iktidarı vc iktidar mes'ullerini sanık sandalyesine oturtabilirdi. O halde düşmeden kendi rızaları ile inmeleri gerekiyordu. Bu ka­çınılmaz bir zorunluluktu. Bunu yaparken ise Demokrasi kahra­manı kesilmek gibi bir avantajları da olacaktı.

Vc bu olaydan bir ay sonra Celal Bayar CHP Genel Sekrcter- liği'ne gelerek partiden istifa ettiğini açıklıyor ve yeni bir parti ku­racağını açıklıyordu..

Bu açıklama, biriken muhalefet kinine zabdedilmez bir pat­lama için bir fiinye görevi yapacak, istifadan bir gün sonra on bin­den fazla genç İstanbul sokaklarında Tan gazetesini basacak, kah­rolsun komünistler, kahrolsun Serteller diye slogan atarak terör estireceklerdir. Böylccc yeni partinin ideolojik kimliği de taban­dan örgütlenen bir hareketle kendiliğinden biçimlenecektir. İnö­nü solcu olduğuna göre bunlar sağcı, onlar komünist sempatizanı olduğuna göre bunlar anıi komünist, onlar devletçi olduğuna göre bunlar liberal, onlar din düşmanı olduğuna göre, bunlar muhafa­zakâr, ama her ikisi de milliyetçi!

Bu olaylardan bir gün sonra, basın, toplantı ve polis kanunu değişiklik tasarısı meclise sevkedilecektir.. Artık barajın kapakla­rı patlamıştır ve bu yolun geri dönüşü yoktur.. Süreci yavaşlatmak ta mümkün değildir.

1946 bütçesinde toprak mahsulleri ve ihracaat vergilerinin kaldırılmasının ardından İngiliz basınında şu şekilde yorumlar yer alacaktır: "Türk pazarı umut vadetmektedir. Türkiye'nin iktisadi imkanları, İngiliz dış ticareti için ilgi çekici bir cazibe noktası oluşturmaktadır"

Bu büyük meselenin üstesinden gelecek bir meclis yoktur. O zamana kadar, dünün Sovyet şurasını andıran bir yeknesaklık içinde, oy birliği ile üzerinde fazla münakaşa edilmeden kabul

92

il edilen yasalar sık sık değiştirilmesi nedeniyle, zaten milletin de meclise güveni kalmamıştır. Sadece son güven oylamasında 7 milletvekili hükümete güvensizlik oyu vermişti. Bu durum şimdi­ye kadar raslanmamış bir olaydı. 7 oyluk güvensizlik iki bakanın ve parti genel sekreterinin değiştirilmesine yetecekti. İktidar ilk kez meydana gelen muhalefet hareketinden ürkmüştü. Onlar da biliyorlardı ki, eğer bir kere bu yol açılacak olursa, bu gün 7 olan muhalif sayısı, yarın sadece 7 muvafık oya dönüşebilirdi.

Bu günlerde muhalif kanadın sık sık bir araya gelip tartıştık­ları biliniyordu. Menderes ve Bayar arasındaki yakın ilişki de bu döneme rastlamaktadır. Daha önceleri aralarında sıcak ve samimi bir ilişki yoktur. Bayar'ın öncülüğündeki hareket, daha çok parti içinde ıslahat amacı gütmekte idi. Bu da Tanzimatçı bir kafanın ürünü olarak idare-i maslahat politikasının devam elliğini gösteri­yordu.. Köklü çarelerden yoksundu. Genelde pansuman tedbirleri niteliğinde şeylerdi.

Necip Fazıl "Amerikan diktası hürriyet ve demokrasi" adını verdiği bu dönemi şöyle tavsif etmekledir: "Harbin sonunda Ame­rika'nın dikte ettiği, yani cebren ve kerhen benimsemeye zorladığı hürriyet, demokrasi (cebren ve kerhen zorladığı hürriyet tabirine dikkat) birdenbire -Antibiyotik- vari bir ilaç tesiri göstermeye başladı. Dava Amerika'dan geldiğine göre onu herkesten önce sa­bık Amerikan mandası fikrinin savunucusu bir dönmenin baştacı edeceği şüphesizdi..."

O günün meclisi ise NFK'nın gözünde şöyle gözüküyordu: "Artık Meclis te eskisi değil. Deliklerinden 25 kuruş alılınca önündeki çanağa bir çiklet düşüren makinalar gibi birer rey aletin­den başka bir şey olmayan eski mebuslar şimdi parayı yutup çikle­ti ya hiç vermemek, yahut karnına vurulunca zahmetle vermek gi­bi bir tavır içindedirler. Eski rey makinası nizamı bozulmaya yüz- tutmuş ve türlü törpülemeler, ayarlamalar, yağmalar, eski tesirini muhafaza etmediği hissini vermeye başlamıştır. O zamanların mebusluk kültürü olarak meclis gazinosunda bezik oynamak hü­nerinden yeni Türkçe milletvekili kelimesinin kabili" saylav" ta­birinin ifade ettiği nimete ulaşmayanların halini göstermek için

93 yakıştırılan "Ayıklav" "Sayıklav" kafiyelerine kadar eski havanın yerine yeller esmeye başlamış ve gözlerde açık bir kaygı ve dü­şünce bakışı izlenmez hale gelmiştir"

Aslında Bayar ve Menderes bir oluşun içinde sürüklenerek bir yere gelmişlerdir. İnönü, bu süreci bir ayağı gazda bir ayağı frende dengelemeye çalışıyordu. Aslında BM katılma müzakere­lerinin yapıldığı San Fransisko konferansına Türkiye'yi temsilen kaülan Feridun Cemal Erkin, Konferans için Türkiye'den ayrıl­madan önce veda ziyareti için gittiği İnönü'nün kendisine şöyle dediğini nakletmektedir: "Amerikalılar çok partili demokrasiyi ne zaman kuracağımızı size sorabilirler. Böyle bir soruya şöyle cevap verirsiniz: Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, büyük reformcu olmuştur. İnönü’nün rolü reformları raylarında perçinlemek ve Atatürk'ün de arzu ettiği gerçek demokrasiyi kurmak olacaktır.

• İnönü şimdiye kadar bu çığıra girmek istiyordu. Harbin ortaya çı­karttığı tehlike ve sorunlar buna imkan vermedi. Savaş bilince bu amacı gerçekleştirmek Cumhurbaşkanının en aziz arzusudur". Aynı heyetle bu konferansa katılan Nihat Erim de, İnönü'nün he­yet mensuplarına "Türkiye'de çok yakında çok partili hayatın baş­layacağını ilan eline yetkisi verdiğini" ifade etmektedir. Amerika­lılar, olacaklardan çok önceden haberdardılar. Şekli demokrasi ar­lık yürümüyordu. Dekorların arkasına gizlenen inkılabcı rejim makyajı ile yutturulmaya çalışılan dikta rejimi uruk yürümüyor­du! "Hakiki demokrasi" adına partisi, meclisi ile gerçek bir dikta­törlük kuldular ve şimdi helvadan putlarını acıkınca yemeye gel­mişti sıra.. Demokrasi adına kurulan diktayı, şimdi yine demokra­si adına yıkmak gerekiyordu!

Oysa yakın bir zamanda İstanbul'da 1. Ordu Karargâh'ında yapılan toplantıda Generaller Atatürk'ün yerine seçilecek Cum­hurbaşkanlığı için "Ya Çakmak, ya İnönü" tercihini ortaya koy­muşlardı. Atatürk yoktu artık. Çakmak, oyunu İnönü lehine kul­lanmıştı. Bayar da İnönü'yü desteklemişti.. 1. Ordu Karargâh'ın- da belirlenen bu yeni lider beş yıllık bir sürede tükenmişti.

26 Eylül 1945 tarihli TBMM başkanlığına hitaben yazılan mektupta Bayar şöyle diyordu:" İzmir milletvekilliğinden istifa 94 elliğimi arzeder, bilvesile derin saygılarımı sunarım". Herşey bil­mişti.

Ekim, Kasım, Aralık., vc Ocak.. 7 Ocak 1946.. Bu gün bir basın toplantısı düzenleyen Celal Bayar, Demokrat Parti'nin ku­rulduğunu ilan ediyordu.

Bir gazeteci, DP'nin Serbest Fırka örneğindeki gibi bir danı­şıklı döğüş olup olmadığını soruyordu. Menderes sinirleniyor, Bayar bu soruyu "hafiflik" olarak niteliyordu. Serbest Fırka dahi, Bayat'a göre bir Muvazaa partisi değildi ve kendilerinin böyle bir tavrı yoktu.. Oysa söylentiler başka türlü idi.. İnönü muhalif parti­nin teşkili ile ilgili olarak bazı isimler üzerinde özellikle durmuş, daha sonra, nasıl Mustafa Kemal, Serbest Fırka için görevlendir­me yapmışsa, ya da İnönü'yü nasıl Komünist Partisi'nir kurucusu yapmışsa, bu yeni muhalif kanadın, ne kokar, nc bulaşı. ılımlılar arasından özellikle seçilmesinin bir tesadüf olmadığına dikkat çe­kiyorlardı.. Öyle bir parti olmalı idi ki, mülcgallibc takımı oraya gönderilmeli, böylece şaibeliler çuvalı halindeki bu hareket ikti­darın önünde küçük düşmeli vc aynı zamanda CHP bir lakım saf­ralardan kurtulmalı idi. Artı, bu partide radikal eğilimler taşıyan kişiler olmamalı, mümkün olduğu ölçüde uyumlu tipler yer alınalı idi..

Bayar o zaman 63, Koraltan 57, Köprülü 56 yaşında idi. En gençleri ise Menderesti ve 47 yaşında idi.

Bir başka gazeteci basın toplantısında Bayar'a şöyle bir soru yöneltecekti:

-Partiniz sağ mı sol mu?

Bayar sert bir şekilde kesin bir ifade ile şöyle diyecekti:

- Demokrattır. Programımızı inceleyiniz. Yerimizi orada bulacaksınız.

Bayar'ın cümlesi biter bilmez sözü Menderes alacak vc şöy­le diyecekti:

-Siz Halk Parlisi'nin yerini tayin edin biz ona göre yerimizi tayin edelim.

NFK bu durumu şöyle değerlendiriyor: "Bu sözler partinin fikirsizliğini ilan edici bir itiraf mahiyetindedir...Sonuna kadar

95

Türk'ün ruh köküyle tam bir alaka kuramayan ve güdücüleri ara­sındaki tezat yüzünden kozmopolit kalan parti ismini koyarken de Türk lehçesine uzak ve dönme diline yakmdınDemokrat Parti. Bizzat parti mi Demokrat, yoksa Demokratların partisi mi? (Park Otel, Deniz Bank, Azapkapı, Horhorçeşme , Kalite Makarda gibi isimleri sıfat yerinde kullanan ve Türk dilinin dehasını inciten dönme ağzından bir örnek bu. Öyleyse "Demokrat Partisi" olma­lıydı isim, yahud "Demokrasi Partisi". Tüzük dedikleri nizamna­meleri de Fransız inkılabının getirdiği işportalık iki mefhum olan (Liberalizm: Fert hürriyeti) ve (Demokrasi: Halk idaresi) fikirle­rini içiçe ve kaba çizgileriyle bcnimscyici ve laikliğe kadar muta­bık bulunduğu CHP'yc hiç bir temel ölçü üzerinde aykırılık bc- lirtmcyici bir name! Hcrşey, Halk Partisi'ne karşı olmak değil, da­ha iyi bir Halk Partisi olmaktan ibarettir. Karşı oldukları şeyler, Halk Partisi'nin 23 yıllık ruhiyat ve fikriyatı yerine sadece bir ta­kım fertler ve bazı yanlış tatbikattır"

NFK'nın, DP kadrosu ile yaptığı görüşmelerin sonunda Ba­yar hakkındaki hükmü şuydu: Hiç bir umuda yer yok!

Devam ediyor, "Biz Cumhuriyet inkılabının bir ideolocya getirmediği, madde kurtarıcılığı içinde ruh batıncılığına gittiği, Türkün ruh kökünü zedeleme yoluna girdiği kanaatini besliyor ve Bayat'ın bizimle aynı kanaati ne nisbctlc paylaşabileceğini anla­maya gelmiş bulunuyorduk: İmkânsız!.."

Olaylar birbirini izliyor, gelişmeler adeta bir çığı andırıyor­du.. İnönü'nün irenleri artık tutmuyor, Bayar ve arkadaşları önle­nemeyen bir yükselişin sarhoşluğu içinde şaşkınlık içinde bocalı­yorlardı. İnönü durumu kabullenmeye hazırdı.. Blöflerine rağ­men, durumun artık değiştiğini görüyor, sadece ve sadece gelece­ğini, halta yaşamını teminat altına almaya çalışan bir eda içinde, arlık biraz da bir parti lideri olarak değil, Mustafa Kemal'in ser­best fırka olayında takındığı tavra benzer yapmacık bir tarafsızlık rolüne bürünmeye çalışıyordu!

Bayar'ın başvurusu üzerine 16 Ocak 1946'da, başvurunun üzerinden bir hafta geçtikten sonra Demokrat Parti'yc Mecliste bir grub odası tahsis edilecektir. Artık Parlamento'da bir muhale-

96

fct kanadı vardır.

Bayar yabancı basın mensuplarına verdiği mülakatta yaban­cı sermayeyi ve dış ticareti teşvik edeceklerinden sözctmckıcdir.. Şu sözler de o günlerde Bayar tarafından söylenmiş sözlerdir: "Dış politikada CHP ile tamamen mutabıkız. Atatürk'ün Türki­ye'nin istiklâlini ve dünya barışını hedef tutan siyaseti partimizin de daima sadakatle takip edeceği yoldur."

Olanca gürültüye rağmen ne partiye yeni iltihaklar oluyordu ve ne de Ankara il örgütü de dahil hiç bir örgüt kurulmamıştı. CHP'dcn ilk istifa ederek DP'yc geçen İzmir milletvekili Celal Tunca oldu. Bu arada teşkilat kurmak isleyen telgraflar parti mer­kezine yığılmaya devam ediyordu.. CHP ye bir tepki olarak kitle­sel bir şekilde DP'yc yöneliş sözkonusu idi.. 1046 Şubat'ında İlk olarak Ankara il teşkilatı kurulacaktır.. Bayar ve Menderes Ana­dolu örgütlenmesini Eğeden başlatmak istemektedirler.. Bayar da Menderes te Ege'den gelmektedir ve Doğu'nun CHP'yc tepkisi din kökenlidir, ama Ege'nin rejime karşı tavrı daha yumuşaktır.. Üstelik Batı ya verilecek mesaj açısından Ege daha uygun görül­mektedir.. Özellikle Bayar, halkın teveccühünün arkasından gele­cek dini muhalefetten çok korkmakta ve irtica damgası yemekten kaçınmaktadır. Bu konuda sonraları çek sert tepkiler ortaya koya­caktır. Ama baştan mahkum olmamak için ilk başlarda irtica ko­nusunun üzerine fazla gitmeme politikası izlemektedir.. Bayar ne yapacağım biicn pozdadır, ama Menderes ne yapacağının, ya da ne yapmayacağının hesabı içinde gözükmemekledir.

Selanik kökenli, İttihat Terakki ceridesi durumundaki o gü­nün Yeni Asır gazetesi Bayar'a açık mektubla " Bayar daha ne du­ruyorsun! Ne bekliyorsun.. Hazırız.. Partiyi bir an evvel kur ve korkma mesajını veriyordu.

Ankara örgülü kurulduktan sonra Bayar Ege'ye doğru hare­ket etli. Yol boyunca bir zamanların Galip Hoca'sını karşılayan halkın arasından seçtiği kişilere Bayar partinin mührünü dağıla­rak yol alıyordu! İzmir ve öteki bazı Ege vilayetlerinin ardından İstanbul il örgülü de kurulmuştu. CHP'liler ise bu yarıştan yenik çıkmamak için ülkeyi 23 siyasi bölgeye ayırarak yurt gezisine çık-

97 mışlardı. Bu arada partili yöneticiler, bazı DP müteşebbislerinin üzerinde terör estirmeye başlamışlardı ama gelişmeleri önlcycmi- yorlardı. DP bir buçuk ayda 16 il vc 36 ilçede teşkilat kurmuştu. Bu arada Bayar CHP çevrelerinin yaydıkları söylentilere cevap olarak 13 Mart 1946'da sert bir bildiri yayınladı. Bayar DP'nin Serbest Fırka gibi geçici bir hareket olmadığım vurguluyor, bu id­dianın DP'nin önünü almasından çok CHP'yi küçültücü bir yakış­tırma olacağını ileri sürüyor, ikinci bir partinin varlığının milli birliği parçalayan bir vakıa değil demokrasinin gereği olduğunu vurguluyordu. DP'ye geçenlerin akibetlcrinin iyi olmayacağı yo­lunda CHP çevresinden gelen tehditleri ise yasadışı bir tavır ola­rak reddediyordu. Ardından Menderes, 31 Mart'la İzmir’de gaze­tecilere demokratik hayata geçerken karşılaşılan siyasi ve idari güçlüklerden sözediyordu. CHP adına Menderese verilen cevapta ise, bu iddiaların varit olmadığı beyan edilerek mesele geçiştiril­meye çalışılıyordu. 22 Nisan 1946'da ise Bayar İstanbul'da verdiği beyanatta seçimlerden sözederken, tek dereceli ve dürüst bir se­çim istediklerini belirtiyor, iki dereceli seçime katılmayacaklarını belirtiyordu. Belediye seçimlerine katılacaklar, ardından 47 se­çimlerine hazır olacaklarını söylüyordu. Ama DP'lilerin belediye seçimlerine katılma umudu bir politika oyununa kurban gitti. CHP Meclis grubu 26 Nisan 1946 Cuma günü toplandı. Başbakan Şükrü Saraçoğlu TBMM seçimine hazırlık olmak üzere Eylül ayında yapılması gereken seçimleri bir defaya mahsus olmak üze­re 1 Mayıs'ta yapılması vc oy verme işleminin bir günde tamam­lanması yönünde bir teklif getirdi. Teklif grubta oy birliği ile ka­bul edildi. Kanun 30 Nisan'da meclisten geçirildi ve 1 Mayısta da erken yerel seçimlere gidildi.. Tabi DP'lilcr seçim için başvuruda bulunacak, aday gösterecek zamanı bile bulamamışlardı.. Bir bas­kın şeklinde gerçekleştirilen seçimlere böylece CHP tek parti ola­rak katılacak ve tüm belediyeleri alacaktı. Milletvekili seçimlerin­de durum değişse bile yerel yönetim CHP'de kalacaktı. DP'nin umudu 1947 seçimlerine kalmıştı. Basında şiddetli tartışmalar başlamıştı. Sansür uygulamasından bıkan basın büyük çoğunluk­la muhale!eti destekliyordu. Basına sansür uygulamasını eleştiren

98

Menderes'e bir CHP milletvekili şu cevabı veriyordu: "Bizdeki kadar matbuat hürriyeti dünyanın hangi devletinde var!"

Menderes'in, iktidarı eleştiren erken seçime ilişkin konuş­masına ise CHP başbakanı Recep Pekcr, Özal mantığı ile şöyle ce­vap veriyordu: "Adnan Menderes sözleri arasında HP'nin yeni partilerin canlanmasına mani olduğunu söyledi. Partimizin aklın­dan böyle bir şey geçmemiştir! (Bravo sesi.. Alkışlar..) Kurucu ve savaşçı Halk Partici DPyi engellemeyi ahlâki bir noksanlık sayar (Alkışlar..) Biz bu hareketimizle DP'yi teşvik ediyoruz."

Ve derken, Yerel seçimlerin öne alınmasının sonuçlarından memnun kalan İnönü, havayı koklamak için Beyaz treni ile yurt gezisine çıkar.. İnönü Akhisar konuşmasında bu likrini açıkça or­taya koyunca Bayar bir basın bildirisi ile durumu kınamış ve " DP Türk demokrasisinin istikbali hesabına bir hala işlenmiş olacağını açıkça ifade etmeyi borç sayar" demişti. İnönü Ankara dönüşünde 10 Mayıs'la CHP kurultayını toplantıya çağıracak ve kesin talima­tı verecekti: Erken Seçim!

İnönü bu konuşmasında şunları söylüyordu: "TBMM'nin otoritesi üzerinde saygılı olmayan tartışmalar olmuştur. İçeride ve dışarıda hiç bir politika, otoritesinden şüphe edilen bir Millet meclisi ile yürütülemez. Bunun tabii neticesi sür'alli bir şekilde seçime gitmek olacaktır." İnönü basın hürriyeti konusunda ise şöyle diyordu: "Basın hürriyeti memleketin huzurunu altüst ede­cek şekilde kötü kullanıldı" durum anlaşılmıştı.. Tek dereceli se­çim meselesini görüşmek üzere toplanan kurultayda mesaj veril­mişti. Seçimlerin öne alınması kararına karşı DP genel merkezi büyük bir tepki gösterecektir.. Bu tepki Anadolu'ya yayılacak ve DP'yc kitlesel katılımlar ve çığlaşan bir büyüme ortaya çıkacaktır. CHP'nin silahı geri tepmiştir..

Aslında, adil olmayacak, tek dereceli olmayacak bir seçime katılmama kararındaki DP için bu gelişine bir gözdağı niteliği ta­şıyordu. İnönü ise seçime katılmamayı, içeride, dışa karşı bir meş­ruiyet tartışması başlatmak isteyen muhalif grublann bir komplo­su olarak görüyordu.

Bu arada Anadolu'daki müteşebbis heyetleri karakollara

99 çağrılarak sorgulanıyor, dövülüyor, telefonları dinleniyor, muha­berat engelleniyordu.

Herşeye rağmen, CHP'nin yolun sonuna geldiği görülüyor­du.

Burada bir tesbit yapmamız gerekir.. Atatürk ölene kadar, Cumhuriyet tarihinde ikinci bir kişinin varlığından sözetmek mümkün değildir.. Belirleyici irade, Milli İrade'den önce Ata­türk'ün iradesidir.. İsmail Hakkı bey, Mustafa Kemal için" Musta­fa Kemal'e tapınırdık" diyor.. Falit Rıfkı'nın cevabı da ilginç: "O ne tapınır, ne de tapındınrdı" diyor.. Öyle ise İnönü'nün günahı ne, sadece Büyük Reise yardımcı olmaktan başka ki Bayar da en az İnönü kadar Büyük Reisin yardımcısı değil mi idi? Bayar'ın kur­duğu hükümetler, İnönü hükümetlerinin aynısı değil mi idi? Ya da İnönü hükümetinde Bayar İktisat Vekili değil mi idi? Hamdullah Suphi ya da öteki mücessel sağcılar! Bayar ya da İnönü, 1939'a ka­dar ikisi arasındaki tek fark bir elmanın iki tarafı arasındaki fark kadardı.. Hoş sonra ne kadar iarketti ki!

Ama şu var ki, İnönü'nün kendi başına kalması 1940'dan iti­lendir.. Zaten 1945'tcn itibaren de DP’nin doğum sancılan bak­ılacaktır. Üstelik bu yıllar savaş yıllarıdır.. Kemalist rejimin bü­tün hesabını İnönü'ye fatura etmek haksızlık olacaktır.. Türkiye Cumhuriyeti rejimini pekiştiren tarih dönemi içinde 1920-23 icra Vekilleri, 23-39 Atatürk dönemi (16 Yıl), 40-45 İnönü dönemi, 45-50 Kaos dönemi, 50-60 Menderes dönemi, 60-80 kaos dönemi , ve 80 sonrası ise 60 sonrasının rövanşı niteliğindeki yeni bir kaos dönemidir. Rejim Sağ ve sol iktidar kadrolarının ortak ürünüdür. Bu anlamda Dp'yı aklayarak CHP'yi mahkûm etmek doğru olma­sa gerekir.. Sonuç Kemalist ilke ve ink ilahlar ışığındaki bu iki ikıi darın ortak icraatlarının eseridir:

İnönü'nün seçimleri erkene alma planı DP çevrelerini tedir­gin etmişti. Ve arkası arkasına demeçler veriliyor, kurara duyulan tepki giderek büyüyordu. İnönü genellikle 19 Mayıs’ta, bu günü vesile yaparak bazı açıklamalarda bulunurdu. Bunu tahmin eden muhalefet Menderes imzası ile hazırlanan bir yazıyı Vatan gazete­sine gönderterek aynı gün neşrini sağlıyorlardı. Ardından yine

100

Menderes'in ağzından İngiltere'de çıkan Daily Mail gazetesinde DP'nin yapısı ile ilgili olarak yayınlanan bir habere ilişkin ikinci açıklama yapılıyordu.. Menderes yeni partiyi şöyle tanımlıyordu: "Hülasa olarak söyleyebiliriz ki, DP'nin en bariz vasfı, tek partili idareye son vermek isleyen hareket vc cereyanı temsil etlen bir si­yasi teşekkül olmasıdır'“Kısaca "Yok aslında birbirimizden pek farkımız, ama biz Demokrat partiyiz"

Demokrat olmak kolay mı?. Al sana Falih Rıfkı'dan bir ce­vap: "Milli İrade Halk Fırkası'nın kazanması değil de (...) çocuğu­na sofra duası öğretecek mektep arayan yobazın iradesi midir?"

Ve F.R. Atay Demokrasi üzerine yüce şefinden aldığı ilham­la yükleniyor: "Ben Anadolu yaylasında Normandiya köylerini vc köylülerini arıyorum.. Bunu halkçı vc devletçi olarak arıyorum. Onun için Fırkacıyım. Mustafa Kemal Yunanlılarla boğuşurken, 1. Büyük Millet Meclisinin Maarif Vekili Anadolu'da 400'c yakın medrese açü. Resimi yasak cui. 1. Büyük Millet Meclisi, Şefin dı­şındaki .ekseriyet havasına bakılırsa bir ümmet meclisi idi. Müs­lümanlığı Türklüğünden üstündü. Eğer ihtilal şefi şarklı olsaydı Türkiye zaferden sonra, yeşil sarıklı bir Asya Devleti olacaktı vc şüphesiz gene batacaktı.

..Türkiye'de Demokrasi hoca ve mürteci saltanatı demektir. Mustafa Kemal'e halifeliği kabul ettirmeye muvaffak olamayan hoca ve mürlccilcr, Cumhuriyet kurulduktan sonra Liberalizm vc Demokrasi bayrağını açtılar. İsyan etseler Şeyh Said gibi öldürü­leceklerine şüphe yoktu. Çünki şef ve zafer bizimdi. Bunlar için yol, uysal vc uygun, fırka saflarına sinip, yavaş yavaş, sayı vc taviz siperleri hazırlamaktı. Şcriat'ın ismini ahlâk, Ümmet'in ismini Millet kovarak, ahlak ve millet namına, Şeriat ve Ümmet müesse- sesinin kapılarını az çok açık tutmaya çalışacaklardı.

Hoca ve Mülteciler, Tanzimat vc Babıali, Galata, hep birlik­te Liberalizm vc Demokrasi kazanını kaldırdılar. Sorarım size, Yunan ordusu ile İzmit'te elele tutuşan Kuvayı inzibat iyenin kad­rosunda da bu üç unsuru bulamaz mısınız? Cumhuriyet kendini saltanata, Mektep kendini Medreseye, Laik kendini Şeriata, Ka­nunu Medeni kendini Mecelleye nasıl kontrol ettirebilir vc böyle

101 bir kontrol cihazı kurulduktan sonra işte demokrasi diye nasıl avu­nabiliriz... Türkiye'de rekabet serbestisi demek, Türk ferdini yen­dirmek demektir.. Faşizm, Italyan milletini Latin geriliğinden kurtararak şimallcştirmck için bir terbiye diktatöryası kurdu. Her­kese sorarım, daha 12 sene evvel Maarif vekilinin 400 medrese açabildiği bir memleket halkı demokrasinin anarşi cehennemine nasıl atılabilir.. Liberalizm Türkiye'yi kapitülasyonlara ve Türk Milletini iktisadi köleliğe götürür.. Demokrasi Ankara'ya BabIâ­li'yi (Osmanlıcılığı), Liberalizm Galatayı ( Azınlıkları) getirir."

Fatay bir başka yazısında şöyle diyordu:irtica ile boğuş­manın istilayı söküp atmaktan daha lâzım ve zor olduğunu belirt­mek isteriz" Onun içindir ki, Kurtuluş Savaşındaki can kaybının 50 kal fazlasını irtica ile savaşta verdirildiğini hatırlamak gerekir. Fatay devam ediyor: "Her nutkunu Kartaca'yı hatırlatarak bitiren Romalı gibi her yazımızın, her nutkumuzun son cümlesi şu olma­lıdır:.. Ve irticayı unutmayalım!"

Ve irticayı hiç bir zaman unutmadılar. İrtica bir rejim fobisi olarak giderek şiddetini artırdı.. CHP'lilerin DP'yi irticanın bir odak merkezi olarak görürken, DP'nin has yöneticileri de Irticaya karşı kapılarını var güçleri ile kapamaya çalıştılar!

CHP kararlıydı. Yeni Seçim Yasası meclise sevkedildiğin- de takvim 31 Mayıs'ı gösteriyordu. O tarihte muhalefetin partide­ki temsilcileri 7 kişi bile değildi. Bayar, Menderes, Koraltan, Köp­rülü, Cemil Tunca ve Emin Sazak. Hikmet Bayar CHP'dcn ihraç edilmiş ve henüz DP'ye katılmamıştı.

Öyle bir kanun hazırlanmıştı ki, seçim sonuçlan ne olursa olsun İktidar yapısı değişmeyecekti.. Bugün aynı şeyi Balkan ül­kelerinde de Komünist partiler denemeye kalktı. Özellikle Polon­ya'da böyle bir ara çözüm bulunmaya çalışıldı ama tutmadı.. Ama hiç kimse böyle bir tasarıyı "Dünyanın en dahiyane buluşu " diye takdim etmedi. O dönemin içişleri bakanı tasarıyı "Dünyanın en ileri kanunlarından biri" olarak takdim ediyordu. Bayar mecliste tasarıyı eleştirirken bu gibi dayatmaların sonucu olarak "Halk kit­lelerinin başka yollara sapma ihtimalinden sözetmesi" mecliste kızılca kıyameti kopardı. Menderes ise DP grubu adına söz aldı..

102

Tek dereceli seçim sisteminin kabul edilmesinin memnuniyet ve­rici olduğunu ama, sandık kurullarının tümü ile iktidar partisinden oluşturulması ve muhalefet partilerine tek bir müşahitlik tanınma­sını ve gizli oy açık tasnif konusundaki hükümlerinde yeterli ol­madığım savunuyordu. CHP adına eleştirileri Cevdet Kerim Ince- dayı cevaplandırdı.. Türkiye'nin Rusya ile başının belada olduğu bir zamanda böyle davranmak, milli bütünlüğümüz açısından sa­kıncalı idi. "Seçimlere iştirak etmemek milli bir ahlâksızlık idi" Ne garip bu gün de muhalefet partileri ANAP'ı boykot etmek için benzer çözüm yollan düşünüyor ve ANAP'ta benzer tepkiler ser­giliyor.

5 Haziran 46'da seçim yasası değiştirildi. Ardından Cemi­yetler yasasında değişiklik yapıldı. 11 Haziran'da vilayet idare he­yetleri yasasında değişiklik yapıldı ve İnönü Anadolu seyahatine çıktı. İnönü konuşmalarında "Milli birlikten" sözediyor ve "dağıl­mayalım" mesajını veriyordu: "Ehemmiyetle üzerinde durduğum nokta millet bütünlüğünü korumaktır"

İnönü şöyle diyordu:” Toprak bütünlüğünü, millet bütünlü­ğünü ve memleket idaresinin millet iradesine dayanması esasları­nı sağlam ve sarsılmaz tutmakla bizim dikkatimiz daima uyanık olacaktır."

Bu gezilerin ardından CHP lilcr yaylım ateşine geçtiler. Ela­zığ Halkevi başkam Hakkı Aygün meydanda, DP başkam Yusuf Demirbaş'a "Sizin partinizin Rus parasıyla faaliyette bulunduğu­nu isbat ederim" diye bağırıyordu! Dün Komünistlikle itham edi­len CHP-DP'yi Rus parası ile kurulmakla itham ediyordu!

DP henüz 33 ilde teşkilatlanabilmiş!!. Kurulan teşkilatlar ise henüz kırsal alanlarda tam olarak kendini tanıtabilmiş değildi. 16 Haziranda DP teşkilat temsilcileri Ankara'da bir araya gelerek se­çimlere katılma kararını açıkladılar.

DP'nin yayınladığı beyannameye Ulus gazetesinin başyazı­sında verilen cevaba cevap olmak üzere ardından 22 Haziran'da Menderes Vatan gazetesinde "Demokrasinin Temelleri' üzerine şunları yazıyordu: "Vatandaşın söz, fikir ve vicdan hürriyeti, de­mokrasinin temelini teşkil eder. Bir memlekette demokrasi vardır

103 diyebilmek için de bu hürriyetin hertürlü tehditten masum bulun­ması şarttır... Yurdun her köşesinde ve bucağında vatandaş hürri­yetlerine karşı açık vc kapalı tehditlerle dolu uzun uzun sözler söylenmekte vc sütunlar dolusu yazılar yazılmaktadır. Vatandaş hürriyetini bağla) an kanunların daha da ağırlaştırılacağı, icap edince hürriyet ilanının üzerine şal örtüleceği, muhalif partilerin kapatılıp mensuplarının perişan edileceği gibi tehditlerle vicdan­lar daimi bir baskı ve ıstırap altında bulundurulmaktadır. O kadar ki, resmi beyanların hürriyet vadeden cümlelerinin altında bile bu tehditlerin sivri ucunu hissetmemek mümkün değildir." Mende­res Ulus’taki makalenin daha mutedil ve ümid verici bir uslub için­de kaleme alındığından bahisle ve devamla, tek parti dönemindeki Cumhurbaşkanı, Parti başkanı sıfatlarının bir olmasının, çok par­tili dönemde mümkün olmayacağı vurgulanmakta idi. "Fikrimiz- cc parti başkanlığının devlet başkanlığından ayrılması Türk De- mokrasisisinin halle mecbur olduğu bir mesele olarak karşımız­dadır"

İnönü seçimi kaybetmeleri halinde Cumhurbaşkanlığımdan çekilme sözü de vermişti. Kendilerine karşı olanların, vurguncu, soyguncular ve karaborsacılar olduğu mesajını vermeye çalışı­yordu. DP filerin anlamak istedikleri bir soru açıklığa kavuşmuştu bu arada tabi. Ebedi şet. parti kaybetse de kalacak mı idi.. Yani Meclis iradesi üzerinde bir parti iradesi sözkonusu olacak mı idi?.

CHP'nin seçim sloganları basitti: "Vatandaş oyunu Ata­türk'ün partisine ver." Bu slogan tutmadı, "CHP listesi İnönü'nün listesidir." Bu da tutmadı.. CHP'nin söyleyecek sözü yoktu. Mey­danlarda tek silahı vardı, karalamak ve tehdit, O da geri tepti. So­nuç tabi bel 1 i. Açık oy gizli sayım sonuçlan belli oldu. İstanbul'da CHP'nin beş milletvekilliğine karşı, DP 15 Milletvekili kazanmış­tı. "İşin doğrusu" Vatan gazetesindeki yorumda da ifade edildiği gibi" Bu seçimi DP kazanmamış, CHP kaybetmiştir"

DP lilcrdc zaman zaman korku alametleri belirmiyor değil­di..DP bir macera mı idi, yeni bir Serbest Fırka olayı mı yaşanıyor­du?.. Sanırım Bayar kendinden emindi. Çünki İnönü'nün yakasını

104 hanlılara kaptırdığını biliyordu vc kendinin de batılı çevrelerle ya­kın ilişkisi bu konuda güven duymasına yeliyordu.. İnönü yandaş­ları halkı Rus umacısı ile korkularak, kendilerine yönelik nefreti DP'ye yansıtmak ve bu arada eski ithamlardan kurtulmak isliyor­lardı. Halkı caydırmak için kullanılan, "DP nin Rus destekli bir parti olduğu iddiası ’ halk tarafından tutulmayacaktı.

Seçim sathı mailine doğru her gün biraz, daha yaklaşılıyor­du.. Ve derken bir gün, Mareşal Fevzi Çakmak, emekli koltuğun­dan doğrulup şöyle diyecekti:" İmza toplamak sureli ile milletin bağrından gelen bir tezahürü vazifeye davet telakki ederek, bu­nun karşısında ancak kabul vc icabeti düşünebilirim. Bunu arzu­layan sayın seçmenlere teşekkür borçluyum. Mareşallerini unut­madılar.. Duyduğum memnuniyet büyüktür"

Daha önce kendisine adaylık teklif eden Şükrü Saraçoğlu'nu defalarca "Rica ederim beni bu işe karıştırmayın " diye reddeden Mareşal, DP'nin teklifini kıramadığını açıklıyordu. İnönü'yü Cumhurbaşkanlığıma getiren Maraşal bu kez. DP’nin saflarında politikaya atılma davetine "Evet" diyordu. Bu DP lilcr için önemli bir destekti. Özellikle DP asker kanattan, İnönü'ye karşı kendine bir destek sağlamış oluyordu!

O günlerde Ulus'ta şunlar yazılacaktır" Mareşalin yapama­yacağı bir şey varsa hırs ve kin çarpışmaları içinde memleketi kargaşalığa sürüklemek isteyenlerin elinde bayrak olmayacaktır. O daima vatanın adamı olmuştur vc öyle kalacaktır"

DP İstanbul il örgütü ise seçim beyannamesi yayınlayarak, halkı sandığa çağırıyordu. "Şikayet etmek istemiyorsan oyunu kullan. Hakkını kullan ve vazifeni yap! Reyini mutlaka kullan, bi­ze karşı kullansan bile, senin müdafiin olacağız. Vicdanının sesini dinle, doğru yol nasibin olsun" deniliyordu.

Bu arada Radyo imkanı tümü ile CHP'nin elinde idi. Radyo CHP'nin yayın organı Ulus'tan bazı makaleleri aynen okuyarak tek yanlı bir propaganda yapıyordu. Bayar bir yazılı başvuru ile, eşitlik ilkesi açısından DP'nin açıklamalarının radyodan CHP ile birlikte verilmesini istedi.

Ve nihayet seçimlere iki gün kalmıştır.. Ankara'dan bütün il-

105 lerc çekilen telgraflarla, DP teşkilatı "Partinin kendi kendini fes­hettiği vc DP ileri gelenlerinin tutuklandıkları haberi yayılarak halkın morali bozulmaya çalışılmaktadır. Bunlara dikkat edilmesi gerekmektedir" diye uyarı telgrafları göndererek durumu kontrol altına almaya çalışmaktadır.

Menderes ve Bayar seçim çalışmalarının son günlerini Ege'de geçirirler.. Menderes Aydm'da seçim mücadelesini anla­tırken, hangi baskılara maruz kaldıklarını örnekleri ile açıklar.. Hatta kendilerine "kurulun ama 40-50 yıl iktidar hayal etmeyin" telkininin yapıldığını söylemektedir.

Bu arada DP genel merkezi 6 maddelik bir "Seçmeni ikaz" bildirisi yayınlar.. Bazı yerlerde CHP lilcrin, liste başına iki DP li adayın adını yazarak, DP listesi gibi ellerindeki CHP listesini hal­ka dağıtma planından da bu uyanda sözedilmektedir..

Bu arada İçişleri Bakanı Hilmi Uran'm 16.7.1946 tarihli bir yazısı dikkat çekicidir.. DP li hatiplerin Anadolu'da yaptıkları propaganda toplamdan ile ilgili olarak, içişleri Bakanlığı bütün ülkeye bir genelge göndererek, bu tür konuşmacıların "bunlar ara­sında ulu orta konuşarak parti aleyhtarlığı zannıyla rejim aleyhin­de de pervasızca sözler söyleyenler bulunduğu işitilmektedir.." Propagandacılar arasına muzır eşhasın da karışmış bulunması kuvvetle melhuz bulunduğundan bundan böyle... gereği"

Tabi tamim anlaşılmıştır! vc gereği de yapılmıştır..

Ve seçim günü gelip çatmışur.. Seçim öncesi gece geç vakit Bayar son kez şu açıklamayı yapmaktadır:" Görülmemiş tehditler ve tazyikler altında seçimlere giriyoruz. Bu tazyikler karşısında serbest ve dürüst bir seçim asla mevzubahis değildir. Buna rağ­men partimiz milli vazifesini yapmak için seçimlere girmekte­dir."

Menderes vc Bayar kimi zaman umutlarını yitirmişler vc mücadeleden vazgeçmeye, CHP'yi kendi haline bırakmaya karar vermişlerdi. Ama kaya bir kere yerinden oynamıştı. Bayar ve Menderes önden yürüyerek halkı peşinden mi sürüklüyorlardı. Yoksa uyuyan devi uyandırmış önünden kaçar gibi koşuyorlar mı idi? Bu dağdan bir (aş koparıp önünden kaçan adamın haline ben-

1Ö6 ziyoıdu.. Artık bu yolun geri dönüşü yoktu!

Ve 21 Temmuz.. Yıl 1946.. Sıcak bir yaz günü.. İstanbul'da seçim var.. İstanbul'da sıkıyönetim var.. İstanbul'da ve tüm Türki­ye'de Milli İrade bayramı var! Ama bu gün 4 yıl sürecek yeni hak­sız bir iktidarın başlangıç günü olarak tarihe geçecektir.. 21 Tem­muz DP 1 ilere göre " demokrasi tarihinin utanç günüdür" Ertesi gün Cumhuriyet'te Doğan Nadi şu fıkrayı anlatıyordu: "Meşhur hokkabaz Zati Sungur İzmir'den gitmiş. Ayol ne oldu?. Güzel gü­zel temsiller verirken niye birdenbire kaçtı.? Merak ettik. Telgraf çektik. Şu cevap geldi: Rey sandıklarının başında yapılan numara­lan gördükten sonra İzmir’de bana iş kalmadı"

Şimdi biraz gerilere giderek 938 yılının muktedir başbakanı Celal Bayar'ın 28 Haziran'da mecliste yaptığı konuşmaya bir göz atalım.. Yabancı sermaye, Dersim ve Hatay konusu. Aslında Ba­yat'ın o zaman rejim karşıtlan için söylediği sözler, bu gün rejim karşıtı olarak kendine söyleniyordu. Kafasını kim taşa çarpacaktı. O zaman Bayar Atatürk'e perestiş ediyordu (Tapıyordu) "Tedbir­lerimiz ve müeyyidelerimiz rejimi korumaya matuftur" diyordu. Şimdi aynı şey kendilerine söyleniyordu. "Türkiye halkının istis­nasız ulu şefimiz Atatürk'ün emrinde ve izinde, ne kadar derin bir imanla yürüdüklerini ve Atatürk inkılab ve rejimine bağlılıkları­nın ve CHP'yc ve hükümetimize sağlam itimatlarının bu yeni te­zahürlerim ilave ediyor. Yüksek Türk milletinin her zaman ve her yerde Ulu şefimize ve onun yarattığı rejime sonsuz bağlılıkları­nın bu en yeni ve kıymetli tezahürünü sonsuz saygılarımla arzcl- meme müsadclcrinizi arzederim. Başvekil ve CHP Umum Reis Vekili Celal Bayar" Celal Bayar bu yazısında ne demek istiyor bi­liyor musunuz.. Kısmi mahalli seçimler yapılmış ve halk oyunu CHP'yc vermiş (Zaten tek parti) seçimler yapıldı diye tekmil veri­yor Celal bey.. Yıl 1938.. O gün kendinin Atatürk'e karşı taşıdığı duyguları, Milli şefi İsmet Paşa'ya duyan bir başbakanın ya da içişleri bakanının bu seçimler sırasında yaptıklarını fazla garipse­memek gerekir.. İnönü'nün yerinde Bayar olabilir ve İnönü o za­man Demokrat kesilebilirdi..

Mahmut Esat Bozkurt o günlerde Bayar için şöyle yazıyor-

107 du: "İnkılabımızın hiç bir cephesinde bu kadar esaslı, radikal bir surene garplılaşmış değildir. Bu eserlerin aynı zamanda memle­ketimizde iş hacmini de genişletmiş olmasını da önemleTcaydet- mek isteriz. Marksist mektebe göre buhranların asıl sebebi işsiz­liktir... Celal Bayar bu davayı keşfetti"

Zaten Kemalist aydınların çoğu, Kemalizm diye kimi zaman Komünizmi, kimi zaman Kapitalizmi, kimi zamanda Faşizmi keş­fettiler. Ama İslâm'ı hiç bir zaman asla!

Demokrat Parti, halkın arasında yeni efsanevi bir kahrama­nın "kır at"ı ile karıştırılarak "Demir Kır At" adım alınış, çelik yumruklu, demir bir Şövalye beklemektedir! Necip Fazıl'ın ifade­si ile "Arcfc Meclis" için seçim şartlan hazırdır artık. Seçimler bir yıl öncesine alınarak 18 günlük bir maratonun sonunda, sonuç alınmıştır: CHP 395. DP 66, bağımsızlar 4 mebus çıkartmıştır. Gerçek ise, eğer adil bir seçim yapılsa idi, tam bunun tersine şekil- lencbilirdi. Bayar'a verilen bir rapor bu gerçeği ifade etmekledir. DP li müşahitlerden toplanan seçim raporlarının sonuçlarına göre, erken genel seçimlerin sonuçlarının şöyle olması gerekirdi: DP 279, CHP 186.. Menderes DP milletvekili olarak Kütahya'dan meclise giriyordu. Ne garip! 27 Mayıs 1960'da, yine Kütahya'da yakalanacak vc DP saflarına bu küçük Anadolu şehrinde, veda et­mek zorunda kalacaktır..

Ümitlerini acele bir erken seçime bağlayan CHP, DP'yi seçi­me zorlayarak onu, binbir hile ile yenik göstermek sureti ile, tabiri caizse muhalefetin burnunu yere sürtmek istemiştir..

Seçimlere yapılan itirazlar ciddiye alınmadı, dinlenmedi bi­le.. Alelacele 1. Pckcr Hükümeti kuruldu. 7 Ağustos'ta okunan hükümet programım eleştirmek için muhalefete fırsat verilmedi. Adeta programın meclisle eleştirilmesi engelleniyordu. Bir-iki günlük bir süre bile tanınmadan herşey bir oldu bittiye getirildi. Pckcr hükümet programını sunarken daha çok Hürriyetlerin istis­marı konusu üzerinde duruyor "bütün vatandaşların hakkı olan hürriyeti, hürriyet düşmanlarına karşı korumak gerektiğini", Hür­riyet tartışmalarının anarşizme ve meşru hükümete karşı düşman­lığa varan bir anlamda yorumlanmaması gerektiğini" söylüyordu.

108

Dış politika kpnularında ise ilk sıra İngiltere'ye veriliyor ve "her iki memleket arasında lam bir samimiyet, hulus vc itimat içinde gelişmektedir" deniliyor vc devam ediliyordu:" Türkiyc-İngilıcrc ittifakı mazide olduğu gibi istikbalde de dış politikamızın başlıca temeli olarak kalacaktır" "bütün gayretlerini aynı necip ideallere vakfetmiş olan '• ABD-ile Türkiye arasındaki ilişkiler "kwarşılıklı sevgi, saygı ve işbirliği ile mütemadi bir gelişme seyri içinde ola­cak'ti. Sovyetlerle bazı sorunlar vardı ama Fransa ile aramızda "hiç bir ihtilaf ve hiç bir güçlük yoktu" Türk Yunan dostluğu ise, ebedi birlik fikri çerçevesinde sürdürülecekti. Arap komşularımı­za karşı da sevgimiz vc dostluğumuz mutlaktır! Tam bir hulus vc yürekle katıldığımız BM’ye bütün varlığımızla destekçi olacak­tık.

Gerisi malum şeyler. Zaten toplam program bir formalık ge­nel bir beyandan ibaretli.

Seçim tartışmaları bitmeden hükümet programı üzerinde, tartışmalar başlamıştı. Zaten Örfi İdare Komutanı Asım Tınaztcpe seçimi takip eden günlerde bir genelge yayınlayarak, seçim so­nuçları üzerinde tartışmayı yasaklamış, bu yönde hareket eden ga­zeteler hakkında'gerekenin yapılacağını duyurmuştu.. Ama bu ge­nelge söylentileri önlemeye yetmemişti. Fevzi Çakmak İstan­bul'da meydana gelen olaylarının yakın bir tanığı idi.. Tüm yurttan benzer iddialar gündeme geliyordu ama, Hükümet programının okunması ile dikkatler meclise çevrilmişti. İnönü ise seçim sonra­sı yayınladığı genelgede, seçim sonuçlarının açıklanan şeklinden memnun gözüküyor, tarafları birbirini anlamaya vc sükunete ça­ğırıyordu. Zaten sonuç halkın iradesinin de.ğil de, paşanın iradesi­nin sonucu olarak şekillenmemiş mi idi?

Ama yine de Anadolu'daki kaynaşma durmadı. İzmir’deki protesto mitinglerini başka illerdeki protestolar izliyordu.. So­kaklara dökülen halk "Yeter artık söz milletindir!" sloganı ile sesi­ni yükseltiyordu.. İktidar için itidal tavsiye etmekten başka yol yoktu.. Batılılaşmak için demokratlaşmak zorundaydılar. Tıpkı bu gün bizim AT üyesi olmak için demokratlaşmak zonında oklu­ğumuz gibi.. Ama o günki şartlarda "Demokrasi zor zanaattı". De-

109 mokrasi derken şeriat hortlayıverirdi. İrtica gelebilirdi!

İnönü yeni meclisle 395 milletvekiline sahip CHP'ye rağ­men, 66 DP li milletvekilinin ve 4 bağımsızın çıkışlarından kaygı duymuyor da değildi.

Meclisin açıldığı gün Ankara'da coşkulu bir hava esiyordu. Bayar ve Menderes başkanlığındaki DP grubu Ulusta Atatürk anıtını ziyaret ederek çelenk koydular ve saygı duruşunda bulun­dular! Toplu halde meclise doğru yürürken halk kendilerini çıl­gınca alkışlıyordu.. Bir zamanlar idam sehpalarının kurulduğu sessiz Ankara sokaklarında halk yeni önderlerini alkışlıyordu.. Ağlayanlar, bayılanlar vardı.. Parlamento çoğunluğuna sahip CHP liler ise meydanlarda yoktu.

5 Ağustos günü Cumhurbaşkanlığı için iki aday gösterildi, tnönü ve Çcvzi Çakmak, ismet Paşa 388 oy aldı. Fevzi Çakmak a ise 59 oy verildi. Demek ki bazı DP liler bile Fevzi Paşa'ya oy ver­memişlerdi. İsmet İnönü yemin etmek için Meclise geldiğinde DP milletvekilleri ayağa kalkmayarak seçim sonuçlarını protesto el­tiler ve mecliste uzun tartışmalar oldu.

Saraçoğlu istifa edip, Pckcr başbakan olacak, ardından da hükümet programı, derken bütçe!

Tam da hükümet programının okunmasına tekaddüm eden günlerde Sovyetlerin Ankara'dan üs ve toprak talep eden notası Ankara'ya ulaşmıştı. Tabi hükümet bu talebi reddccekti. Bu çok önemli bir durum.. Ankara zorunlu olarak Balı'ya yanaşmak duru­mundadır. Dolayısı ile DP'yi bağrında kendi içinden kopup gelen gayrimeşru bir evlat gibi bağrına basması gereklidir.. Peker'in hü­kümet programında İngiltere, Fransa ve ABD'ye övgü ile yaklaş­ması da buradan kaynaklanmaktadır. Ama yine de Dimyata pirin­ce giderken evdeki bulgurdan olmamaya özen göstermektedirler. Batılılaşalnn derken ipleri DP'nin eline terketmek sonu gelmez bir maceraya kapı aralamak demek olabilirdi. Daha doğrusu CHP lilcrin DP'dcn pek korkuları yoktu. Önemli olan DP'dc ifadesini bulan halk muhalefetinin rejimi devirmesi ve devri sabık doğura- rarak CHP'dcn hesap sorma ihtimali idi.. DP bir emniyet sübabı olarak ve muhalefetin ıslahı için, rejim içinde soruna çare bulmak

110 açısından CHP'nin muhtaç olduğu bir vakıa idi.

Hükümet programı üzerine yapılacak görüşme ile ilgili ola­rak DP grubu başkanı Fuat Köprülü bir önerge vererek "Ekseriyet sîzindir, karan verecek olan da sîzsiniz. Ama muhalefetin fikrini öğrenmek istiyorsanız bize süre vermelisiniz" diyecek vc bu öner­ge protestolar arasında reddedilecekti.. Muhalefet fikrine alışık olmayan CHP lilcr, tedirgin sabırsız ve hcyacanlı idi. Bu gelişme­ler karşısında DP grubu adına Menderes grubunun görüşlerini açıklamak üzere kürsüye geldi. Menderes, hazırlıksız olarak kür­süye çıktığını söyleyecek genel eleştiriler getirmeye çalışacaktı. Ama protestolar arasında konuşmaya imkan yoklu. Menderes da­ha çok Hürriyet kaxrami üzerinde duracak vc hürriyetin istismar edileceği korkusu ile hürriyetlerin askıya alınamayacağını, hürri­yetleri askıya almanın, hürriyetleri istismar etmekten daha vahim sonuçlan olabileceğini ifade etmekte idi. Sonuçta Pckcr hüküme­tinin programı DP lilerin ret oyuna karşılık 378 oyla kabul edile­cekti.

Mesele kapanmıştı!

Ya da öyle olmasını ümit edenler, 26 Ağustos'ta meselenin kapanmadığını göreceklerdi. DP grubu, CHP'nin kazandığı bütün milletvekillerine usulsüzlük yapıldığı gerekçesi ile itiraz etmiş­lerdi. CHP lilcr de bir kaç DP milletvekilliğine itiraz ediyorlardı.. DP lilcr Fevzi Paşa ile anlaşmışlardı. Peker'in ve ismet Paşa'nın karşısına Mareşal'i çıkarmak istiyorlardı.. Böylcce mecliste fırtı ­nalı bir celse başladı. Sabaha kadar sürecek müzakerelerde ilk ko­nuşmayı Mareşal aldı. Fevzi Çakmak şöyle diyordu: "Muhterem arkadaşlar, ordudan çekildikten sonra 2,5 yıl evimden ayrılmadı­ğım halde son seçimlerde milletin hakkımda gösterdiği itimat vc sevgiden mülhem olarak müstakil milletvekilliğini kabul etlim. Maksadım cihandaki demokrasi terakkiyatma uyarak bizde de milli hakimiyetin bi hakkın tesisi idi.

Milletin bu muhabbetini çekemeyen bazı müstebit artıklar­dan gördüğüm tezyif, tahkir, hatla tehditlere rağmen milletin hu­kukunu kanunen müdafaya karar verdim. Seçimler başladı. İstan­bul'da evvela müşahidlcrim sandık başlarından kovuldu. Bazıları

111 dövüldü. Edilen şikayet üzerine tekrar vazifelerine döndüler. Bazı müşahitler sandıklarının kaçırıldığını, birçoklan seçim zabıtları­nın değiştirildiğini bildirdiler. Bunu resmen protesto ettim.

Seçimlerden sonra bir hafta kadar İstanbul’da kaldım. İstan­bul'dan Bursa, İzmit, Bolu gibi civar vilayetlerden gelenlerle gö­rüşlüm. Hasıl ettiğim kanaat şudur: Zorla hile ile seçimlere fesat karıştırılmıştır. Bunu örtmek için gazeteler susturulmuştur. Ayrı­ca İzmir'den aldığım telgraf. Ankara'dan mutemetlerden gelen ha­berler de bu kanaatimi kuvvetlendirmiştir. Ankara'ya gelirken ge­rek yollarda, gerek bu şehirlerde temas ettiğim 100.000'e yakın vatandaş: Seçimlerde hakkımız çiğnendi, hakkımızı isleriz fer­yatları ile şikayette bulundular.

Arkadaşlar, vicdanınıza hitap ediyorum. Meclisin açıldığı gün bu mukaddes kürsüden milletin kayıtsız şartsız egemenliğine, namusumuz üzerine and içmedik mi? Bu haksızlığın bertaraf edi­lerek milletin tamamen hakimiyetinin tesisi, cümlemizin bir na­mus borcu olmuştur. Bu borcun ifası ile adalet bekleyen milletin tatminini yüksek heyetinizden rica ederim. Arkadaşlar, sözüme son verirken şunu da belirtmek isterim ki, tarihi bir tehlike karşı­sında bütün milletimizin tamamen birlik olduğuna asla şüphe edil­mez (Soldan alkışladılar)"

Marcşal'dcn sonra söz alan CHP İzmir milletvekili Mün<r Birsel, seçim sonuçlarına fesat karıştırıldığı iddiasının "Valilere, kaymakamlara, jandarma komutanları, savcılar ve yargıçlara gü­vensizlik" anlamına geleceğini belirterek "DP li arkadaşlara söz­lerinin nerelere gittiğini düşünmelerini hattı lalırını" diye üstü ka­palı şckıkıe tehdit ediyordu. Vc bir alay örneği, Birsel, DP lilcrin, TBMM Reisi General Kâzım Karabekir, Hüseyin Cahit Yalçın, Başbakan Recep Peker, Milli Savunma Bakanı Orgeneral Cemil Cahil Toydenıir vc Hamdullah Suphi Tanrıövcr gibi CHP li mil­letvekillerinin mazbatalarının iptali halinde Bayan Nüzhet, Salih Fuat Keçeci, Moskos, Josef, Salomon vc Dr. Keşişyan'm seçilece­ğini belirtmektedir..

DP adaylar t arasında özellikle Istanbulda çok sayıda azınlık mensubunun olduğu bilinmektedir.. İstanbul'dan Fevzi Çak- 112

A-

. i mak'tan sonra gelen isim ise Musevi cemaatını temsil eden Sala- mon Adato idi ve meclise girmeyi başarmıştı.. CHP liler Adatoyu kürsüye getirerek onun şahsında DP lilcri mahkum etmek istiyor­lardı..

DP'nin aday listesi aslında onun kozmopolit yapısını belge­leyen önemli bir başka işaretti. Her zaman DP ekibi içinde Erme­ni, Rum ve Yahudi cemaatlerini temsilen heyetler bulunmuştur.

CHP listesinden milletvekili seçilenler, sanıldığı gibi solcu­lar değil, Ktcûz.ım Karabekir i ve Hamdullah Subhi'siyle tam eski cuntacı takımıdır..

Aslında DP lilerin Mareşal'ına karşı, CHP liler Kâzım Kara- bekir'i, Cahit Toydemir'i ile daha güçlü bir görüntü vermekte ise­ler de, Fevzi Paşanın varlığına karşı ötekilerinin pek esamesi bile okunmuyordu.. Ama tartışma genel havada sürüp gitti. CHP mil­letvekili Emin Halim Engin DP lilcri ağır şekilde ilham ederek "Ankara valisinin evinde DP müessislcrinin bir listesini gördüm, yüzde yüzü hırsızlıktan, adam öldürmekten yol kesmekten mah­kum olmuş adamlardı" deyince DP cevap için söz. islemiş. Men­deres bu iddiayı cevaplarken " Asıl halk partisinin kullandığı adamlar böyle idi" diye ithamı reddetmiş, ardından da, Çubuk'la tanzim edilen, altında 6 mühür ve imzaları bulunan, rakam hanele­ri yazılmamış bir seçim tutanağının fotoğrafını ortaya koymuştu. Menderes CHP lilerin din istismarı yaptıkları iddiasını da reddedi­yor "böyle bir şeyi menfur bir hareket telakki ettiklerini" belirti­yordu.. Tartışma böylccc sonuçlanıyordu. Mesele CHP lilerin gayretleri ile kapanacaktı..

Şimdi kopacak fırtınayı izlemek için 7 Eylül'ü beklemek ge­rekiyordu.. Bir yerde 24 Ocak kararlarına benzeyen 7 Eylül Karar­ları, yine Akbulut kabinesine benzeyen Poker hükümetini daha da zor şartlara sürükleyecekti.. Karar spekülatörlerin işine yaraya­cak, fiatlar yükselirken 130 kuruş olan bir dolar, sıçrayarak 280 kuruşa yükselecekti.

60 sonrasının hürriyetçi politikacılarından Nihat Erim, o günlerde basın hürriyeti talebinde bulunan demokratlara "Hürri­yete şal örtmekten " bahseden makaleler yayınlıyordu.

113

PEKER'İN SUYU ISINIYOR

İnönü artık gerçekleri görmeye başlamıştı. Vakıayı kabul­lenmek zorunda idi.. Zorla gidilecek yer yoktu. İç vc dış şartlar vc milletin genel temayülü ortada idi.. Zıtlaşmak yerine uzlaşma yo­lunu denemeli idi. Bu belki partisi için değil ama, kendisi için daha iyi bir tercih olacaktı. Menderes'in Meclisle basını müdala eden tavrı, gazetecilerin sempatisini toplamıştı. Hürriyetçi tavrı ise Milletin beğenisini kazanıyordu.. 25 Eylül 1946'daki Matbuat ka­nununun tadili ile ortaya çıkan durum, CHP'yi basının gözünde zor durumda bırakmıştı.

Pckcr sertlik yanlısı biri idi. İnönü ise itidal istiyordu.. İnönü artık şöyle konuşmaya başlamıştı:" Öldüğüm zaman Türk milleti­ne iki eser bırakmış olacağım. Bunlardan biri köy okulları, diğeri de müteaddit partilerdir. Şunu ilave edeyim ki.yakm arkadaşlarım tarafından kurulan Demokrat Parti memlekette bu gün tevazzuh etmiş vc tutunmuştur. Devlet reisi sıfatı ile her iki tarafa da bitaraf nazarla bakmak mecburiyetindeyim." Orada bulunan Demokrat Partili Cemal Yordam bu oylarla ilgili olarak şöyle demektedir: "Mülakatta İnönü her haı gi bir demokrattan daha ziyade, DP li bulunduğu kanaatini bize verdi. Yanımızda valiye, -DP'nin bütün çalışmalarını kolaylaştıracaksınız. Bunun aksini hoş göremem- diyc emir verdi."

Bayar, Bartın'da gazetecilerle konuşurken İnönü'nün ko­nuşmasından büyük memnuniyet duyduğunu ifade ediyordu.

114

Ulus'ta, Bayar'ın Demokrasi mücadelesinin önüne geçmek için bir başka tez geliştiriliyordu:" Politika hürriyetlerini kötüye kullananlar, iktidar vurguncuları, demagoglar her demokraside vardır. Türkiye'de eğitim % 100 okur-yazar nisbetini bulmadıkça, tek dereceli seçimin talihi hüsrandır. Herhangi bir vatan hizmeti için tesadüfen adı yayılan, şöhretlerin memleket işlerinde bomboş birer kalıb oldukları çok defa bizde görülmektedir”

Aslında CHP tilerin %100 eğitim dedikleri şey, yüzde yüz bir toplumun parti eğitiminden geçirilerek, katıksız bir sempati­zanlar ordusu oluşturulduktan sonra, iradesi, bilinçlendirme adı­na yokedilen bu medyumlar sürüsüne irade özgürlüğü vermekten başka bir anlam taşımıyordu.. Kenan Evren de 12 Eylül'den sonra, refah seviyesi Avrupa ülkelerinin üzerine çıktıktan ve Komünizm hakkında toplumun eğitilmesinden sonra Komünist partilerin ku­rulmasına izin verileceğine ilişkin sözleri, aynı komedinin bir ürü­nü değil mi idi?.

Bu arada DP çevrelerinden iktidara karşı ilginç bir çıkış ör­neğinden sözetmek gerek: "İnsan Hakları Müdafaa Ccmiycti"adı- na dün. Sağ muhalefet Sol iktidardan insan haklarına saygı bek­lerken, bu gün sol muhalefet, Sağ iktidardan aynı haklan talep edi­yor vc her iki dönemde de insan hakları istemenin adı: Komünist­lik!

DP'nin Demokrasi vc hürriyet savunuculuğu için kullandığı dernek faaliyeti çok geçmeden, CHP lilcrin hışmına uğrayacak vc bu hareket Komünistlerin bir oyunu olarak nitclenecekti. Daha sonraki dönemde ise sağ iktidarlar ve örgütler, aynı şekilde İnsan hakları derneklerini, Barış demeklerini, Dünya Af örgülünü, aynı tulum ve zihniyetle birer komünist örgütlenme biçimi olarak top­luma tanıtacak vc baskı altına almaya çalışacaklardır..

DP lilcrin kurdukları "İnsan Haklan Derneği" kurucuları arasında Mareşal Fevzi Çakmak, Kenan Öner, Tcviik Rüştü Araş, Zckcriya Sertçi ve Cami Baykurt da vardı. Sertellcrin de cemiyet kapsamına alınması, bir yandan DP'nin geniş cephe taktiğine uyarken, öte yandan sol aydınları CHP nin şemsiyesinden çıkart­mak ve giderek Rus düşmanı kesilen CHP'ye karşı, DP çatısı allın-

115 da sola meşruiyet kazandırma gayretinden geliyordu. Daha sonra sağcılar şöyle diyeceklerdi "Biz belli bir zihniyetin ürünü değiliz. Biz halkın refahını ve toplumun saadetini savunuyoruz. Eğer Ko­münist ilkelerle bu hedefe varmak mümkün ise, biz bu ilkelerin en önde ve ilk savunucuları olacağız"

Fcvçi Çakmak bile Komünistlik ithamından yakasını kurta­ramayacaktı, İnsan Haklan Cemiyeti dolayısı ile ve şu açıklamayı yapmak durumunda kalapaklr." Benim aşırı solcularla ve alelu- mum milli fikirlerin dışında bir kanaat besleyenlerle anlaşmama ve bu gibilerle teşriki mesai etmeme imkân yoktur. Hayır işlerine ideoloji davalan kanşırsa, elbet böyle bir cemiyetle benim yerim olmaz"

O zaman da ideoloji düşmanlığı moda idi. İdeoloji tehlikeli idi. İdeolojisiz bir fikir özgürlüğü saçmalığı da o günlerden bize miras kalan, o dönem Kemalist pratisyenlerin bir armağanıdır!

Aslında iktidar ve muhalefetin, temelde, Amerikancı tercih­lerde birbirlerinden pek farklı bir tutum içinde olmadıkları anlaşıl­mıştı. Öyle anlaşılıyor ki, ABD kurulu düzenin gelecek açısından pek şansı olmadığını biliyordu. Arkasındaki halk desteğini yitirdi­ğini de görüyor, yeni oluşumu hararetle savunuyordu. Ama yeni oluşumun arkasındaki halk desteğinin, bu oluşum üzerinde olum­suz etkileri ve yönlendirmeleri olacağından da kaygı duyuyor ve bunun sonucu olarak ta, iktidarın özellikle "irtica" kesimi üzerin­de baskısı sürerken, yumuşak bir geçiş için muhalefeti destekli­yordu.

Halk DP'nin yapısını bilmiyor, sadece bir muhalefet olduğu için destekliyordu. Bu sempatiden yararlanılarak, Özellikle •Men­deres'in sözcülüğünü yaptığı yeni bir parti gündemi belirlenmeye çalışılıyordu. Demokrasi, özgürlük, insan haklan yeni partinin en çok üzerinde durduğu konular arasında idi.. Böylcce iktidara karşı duyulan kin ve muhalefet duyguları, DP önderlerinin yönlendir­meleri ile yeni bir kalıba dökülüyor, yeni bir biçim kazanıyor­du..

1946'nın ortalarında ünlü Amerikan zırhlısı Missuiri'nin İs­tanbul'a gelişi ile Ankara'daki Amerikancı hava iyiden iyiye pc-

116 kişmişti. Cumhuriyet gazetesi başyazısında Amerikan zırhlısını, adeta totemini öpen bir yerli heyecanı ile selamlıyordu.." Ameri­ka hür dünyanın vc özgürlüklerin kıblcgâhı" değil mi idi! Bitler Faşizminden Rus hayranlığına, oradan da Amerikan scmpalizan- lığına uzanan bir hayatın hikayesi! Vc tabi her zaman Kemalist il­ke ve inkilablara bağlı bir biçimde.

Bunun en tipik örneği, aşağıda alıntıladığımız 5 Nisan 1946 tarihli Cumhuriyet Gazetesindeki yazısıyla Nadir Nadi'dir.

Rahmetli Münir Ertegün ün nâşını getiren Missouri zırhlısı bugün limanımızda olacak, Dost ve kahraman Amerikan denizci­lerini günlerdenberi karşılamağa hazırlanan halkımız, bu ziya­retin hatırasını hiçbir zaman unutmayacaktır.

Büyük Elçi Münir Ertegün, devletimizi on yıl müddetle Bir­leşik Amerikada başarı ile temsil etmiş, iki millet arasındaki ya­kınlık ve dostluk duygularının kuvvetlenmesine yürekten çalışmış , kuvvetli bilgisi ile, sağlam karakteri ve şahsî meziyetleriyle te­mas ettiği muhitlerde kendini çok sevdirmiş değerli ve ağırbaşlı bir diplomatımızda Hayata gözlerini yumduğu zaman rahmetli Roosevelt'in Münir Ertegün hakkında söylediği güzel sözler, her Türk vatandaşının kalbinde derin izler bırakmış, hakiki ve insan­ca kıymetlere Amerikada gösterilen yakın alâka bu vesile ile memleketimizde Yenidünyaya karşı her zaman her zaman besle­diğimiz hayranlık duygularının bir daha tazelenmesine vesile ol­muştu. Atlantik Okyanusu nun öbür kışından kalkarak hür bo ğazların hür ve mavi suları üzerinde bize birkaç günlük bir misa­firliğe gelen Missouri’yi İstanbul halkı bu itibarla sevinerek kar şılıyor, en büyük Amerikan harb gemisinin heybetli çizgilerinde yarınki barış dünyasını gerçekleştirmeğe çalışan ülkücülük sem­bolünü görüyor.

Amerika, bugün yeryüzünün en kuvvetli milletidir. Fakat bu kuvvet, saldırganlığın, istila ve tahakküm hırsının değil; barışın, adaletin ve milletler arasında eşitlik hakkını kurup yaşatmak is­teyen temiz bir idealin emrindedir. Kötü niyet beslemiyen her kuvvet gibi Birleşik Amerika da, muazzam endüstrisini yıllar

117 boyunca yalnız insanlık ve medeniyet şartlarına göre yürütmek­ten başka bir şey yapmamıştı. Almanya ve Japonya dünya nimet­lerini kendi aralarında paylaşmak maksadıyla bilaha sarıldıkla­rı zaman, bütün imkânlarına rağmen, Amerika, çok hazırlıksız bir durumda idi. O kadar ki, dünya hürriyeti uğruna silaha sarıl­mak zorunda kalan bu millet, milli endüstrisini harb şartlarına uyduruncaya kadar iş işten geçeceğini sanarak korkanlar bazı memleketlerde çokluk teşkil ediyordu. Fakat temiz ülküsü kadar taze ve geniş bir hayatiyete sahib olan Amerikan milleti tereddütt etmedi. Pearl Harbour baskınından hemen sonra maddi, manevi bütün kaynaklarını seferber ederek bir yandan dövüştü, bir yan­dan da daha çetin dövüşlere hazırlanmağa başladı...

Nadir NADİ

İnönü 1942 yılının 24 Kasım'mda, Rosvell ve Çörçil'in Tür­kiye'nin savaşa girmesini talep etmeleri ile oltayı yutmuştu. 30 Ocak 1943 yılında ise Adana'da vuku bulan tnönü-Çörçil görüş­meleri ile bu süreç pekiştirilmiş, 4 Aralık Kahire konferansı ile de son şeklini almıştı.

Şimdi aradan 3 yıl geçmişti.. 1946 yılı başlarında, yukarıda­ki sebeblerle birbirlerine ateş püsküren CHP lilcr ve DP liler, 5 Ni­san 1946 da Amerikan zırhlısı Missouri'nin îstanbula gelişi ile bir­likte, prensin oğlu için görücüye çıkmış kız heyecanı ile tam bir yarış içindeydiler.. Her tarafla 'Amerika Amerika" şarkıları çalı­yor, Amerikan gemisini ziyaret eden iktidar vc muhalefet yanlıla n, adeta Amerikalıların kendilerine göz kırptığını söyleyerek, ma­vi boncuk almanın sevinci ile, Amerika tarafından kabul edilmiş olmanın bir rüçlıaniyct, bir meşruiyet zemini oluşturduğu vehmi ile coşuyorlardı.

CUP mi DP üleşmekledir, yoksa DP mi CHP üleşmekledir. Ama Amerikancılık, her iki parlinin de en önemli özelliği değil mi idi?.. Türkiye artık Küçük Amerika olmak yolunda idi.. Rosvelt'in nutukları ya da Amerikan bağımsızlık bildirgesi, yeni Türkiye'nin öncülerinin eylemlerini adadıkları yeni kutsal belgelerdir.. Ata­türkçülük mü?. O da ne?..

Hikmet Bila o günleri şöyle anlatıyor" Missouri'nin gclişin-

118 den biran sonra meclis salonları hareketli nutuklarla inlemektedir ve kimin iktidar, kimin muhalefet olduğu anlaşılmamaktadır.. (Amerika ile ödünç verme ve kiralama hesaplarının tasfiyesine ilişkin kanun tasarısı ile ilgili tartışmaların yoğunluk kazandığı günlerde) Amerika 4,5 milyon dolarlık bölümünün ödenmesi ha­linde Türkiye’deki alacaklarından vazgeçmeyi kararlaştırmıştır. BaşbakniKBaraçoğlu, bu iyiliği şu sözlerle karşılamaktadır: Hepi­miz kiriliyiz ki bu parayı vermekle, borcumuzun yalnız maddi olan kısmını ödüyoruz. Bir de manevi borcumuz vardır ki, onu da, hürriyet, adalet, istiklâl ve insanlık davalarında Ame­rika'nın bulunduğu saflarda bulunmak sureti ile ödemeye ça­lışacağız (Sürekli alkışlar)" Ne dersiniz bu minnet borcunu hâlâ ödüyor muyuz?.. Sağcılara niye o kadar kızıyoruz ki, solcular da aynı kandan beslenmiyor mu?.. CHP nin sol olduğunu kim söyle­yebilir ki zaten! Ya da DPnin ve devamı olan partilerin sağcılıkla­rı ile ötekilerin solculukları arasında ne fark var dersiniz?.

Sıradan bir adam şöyle demişti: Münafıkların dini yoktur! İdeolojileri de.. Onun için onlar ideoloji ve din düşmanıdırlar, kendileri hiç bir şey olmadıkları için, başkalarının bir şey olmaları halinde kendilerinin hiçliklerinin anlaşılmasından korkarlar.. Halbuki herkes hiç bir şey olursa, kendilerinin herşey olma şansı vardır!

Cumhuriyetin büyük hatibi, Türkçüsü Hamdullah Suphi ise şöyle konuşuyordu:" Aziz arkadaşlarını bir noktaya dikkatinizi çekiyorum. Silah yardımı, onun nereden geldiğini gördük. Sonra şefkat yardımı vardır, onun da en fazla nereden geldiğini görüyo­ruz. Amerika bize yalnız bunu mu veriyor ? Bundan başka bir şey vermiyor mu? Harbin silahlı kışını bitti. Arzın üzerinde karanlık­lar var. Milletler hâlâ yeis içinde. Milletler hâlâ yarına yeis içinde bakıyor. İşık nereden geliyor. Bu ışığın bir mcnbaı var. Ameri­ka'dan geliyor. Ürnid nereden geliyor, Amerika’dan geliyor.. Gü­ven nereden geliyor, Amerika'dan geliyor.”

Bursa Milletvekili Muhamıned Baha Pars ise şöyle diyor­du:" Bu gün bu büyük milletin insanlara yaptığı yardımı hatırlayıp teşekkür ederken, peygamber gibi temiz, ve kusursuz dostlar ki

119

Roosvclı vc onun halefi olan kıymetli devlet vc millet adamı, Truman'ı hürmetle selamlar..."

Daha sonra solcu gençleri vatan elden gidiyor diye kışkırta­cak olan Nadi'nin yazdıkları da bundan farklı değildi. Tapınmaya alışık insanlar, Atatürk ölmüş İnönü'nün pili bilmişse kendilerine kul olacakları yeni bir mabut, yeni bir peygamber bulmuşlardı bi­le...

Türkçüsü, liberali, devletçisi ve solcusu birlik olup Ameri­ka'ya övgüler diziyorlardı!

Küfrün büyük şeyhi Amerika daha sonra kendi müritlerini birbirleri ile savaştıracak, onların peşine takılan vatan evlatlarının kan vc gözyaşları, gasbedilen almtcrlcri üzerine, kimi zaman sağ, kimi zaman sol görünümlü iktidarlar kuracakur.. On yılda bir kur­tarılan insanlar, birbirlerine kurşun sıkan aynı vatanın çocukları, sonunda Amerika’nın sömürü sarayına bedava ırgadık yapan kişi­ler olacaklardır.. Firavun'un ehramına taş taşıyan kölelerden ne farkımız vardı sanki!.. Amerika'nın görkemli saltanatının teme­linde, bizlerin, akan kanlarımızla vc gözyaşlarımızla, çalman alın terlerimizle harç yapılmış bir ulusun serveti yatmakta idi..

Türkçüler, liberal, sağ muhafazakâr görüntü altındaki mü­nafık çeteleri ve solun, ilerici kadroları, aynı ihanet çemberinin topluma yönelik cnteljansiyasının maskeli piyonları gibiydiler! Kimi zaman münafık bir muhafazakâr, kimi zaman Türk, kimi za­man çağdaş, aydın ilerici bir tip!

Licio Gelli çetesi gibi bir şey. Bayar, Hamdullah Suphi, ya da İnönü, aralarındaki iarkı farkcdebilccck misiniz?.. Tek farkları üzerindeki ABD'nin yapıştırdığı etiketleri! insanımızın ruh kökü­ne, inancına vc kültürüne yabancı bir kadro! Bu yanlışı aşmadık­ça, tarihin sırrını çözmek pek kolay mümkün olmayacaktır sanı­yorum.. Tarihin sırrını çözmeden dc bu günümüzü yeniden üret­me şansına kolay kolay sahip olmamız pek mümkün olmasa gere­kir.

Amerika, 1946 Türkiycsi'nde Türk siyasetçilerinin yeni peygamberidir!

Amerika'nın getirdiği sıcak hava kısa sürede yerini fırtınalı

120 bir havaya tcrketli. Amerika'ya şirin görünmek için kırıtan politi­kacılar, Prens Türkiye'den ayrılınca, görücüye çıkan cadaloz ge­lin adayları gibi saçsaça başbaşa birbirlerine girdiler..

Saraçoğlu hırçınlık yapıyordu.

1946'nın son ayındayız.. CHP grubu 1947 bütçesini meclise sunmaktadır vc Cumhuriyet tarihinde ilk kez muhalefet hüküme­tin bütçe teklifi üzerinde eleştiride bulunacaktır. Bu görülmüş bir şey değildir. Bir dönem maliye cncüıncnliği de yapan Menderes DP adına Bütçe üzerine grub adına görüş açıklamaya memur edil­miştir..

Başlangıçta her şey iyi gider. Recep Pckcr bütçeyi sunuş ko­nuşmasında, hâlâ şeflik döneminin geleneksel tcpcdcnciliği için­dedir. Kaba vc müstehzi bir eda ile aceleye getirilmiş bütçe tasla­ğını okur. Bu iri cüsseli adamın, kaba ses tonu ile sunduğu taslağı DP grubu adına cevaplamaya memur elan Adnan Menderes ise in­ce vc sıradan bir tiptir.. Menderes, genel hükümler çerçevesinde bütçe olayını açıklar Önce "Mdlct Meclîsinin doğuşu, bütçe üzeri­ne, bütçe murakabesine sıkı sıkıya bağlıdır. Milletten alman para­ların, millet adına murakabesi esastır.. Hele milli gelir vc bunun hangi çalışına zümrelerine isabet ettiği, vergilerin teshiline esas alınmalıdır" Menderes aşağı perdeden bir ses tonu ile, ansiklope­disi mantığı ile konuya, CHP'yc göre bir ölçüde bilimsel bir bakış açısı getiriyordu.. Bu da mecliste sinir bozucu bir havanın doğma­sına yetiyordu.. Menderes bu girişten sonra bütçenin ayrıntılarına giriyor vc şu değer hükmünü koyuyordu:" Bütçede sıhhat yoktur! Bütçede isabet yoktur! Milli politika herşeyden evvel iktisadi teş­kilatlanma vc cihazlanına işidir... Maliyeci zihniyetle iktisadi kal­kınma olmaz. İsraf vc lüks almış yürümüştür. Bütün memleketin içinde bulunduğu ıstırap bu hatalı tasarrufun neticesidir"

Eğer bu konuşmaları demagog biri yapsa idi, herhalde daha önce tartışına çıkar, fakat mesele bu kadar ciddi boyutlara ulaş­mazdı.. Menderes'in sükuneti ve düşük ses tonu içinde konuşması giderek artan bir sinirbozuculuğa dönüşecek ve sonuçta Pokerin, Maliye Bakanı'nın eleştirilere cevap vermesini bile beklemeden kürsüye fırlamasına sebcb olacaktı. Peker şöyle diyordu: Ad-

121 nan Menderes'in sesinde, kötümser ve psikopat bir ruhun, hasta karanlıklar içinde sebatlı bir milletin ve arkada bıraktığı karanlık­lardan, azametli, şan ve şerefli bir istikbale gitmek azminde bulu­nan kudretli bir devletin hayatını bir boşluk halinde ifade eden bir ruh halinin akislerini dinledik.."

Protesto sesleri arasında 60 DP milletvekili salonu terkeder- 1er.. Menderes’e Psikopat denmişti. Bu onun şahsında bir gruba hakaretti.. Fuat Köprülü başbakanı protesto ediyordu, "Bir başba­kan böyle konuşmaz", ama konuşmuştu bile!

DP milletvekillerinin o gün ve onu takip eden günlerde mec­lis oturumuna katılmamaları iktidar çevrelerini telaşlandırmıştı. "Sinc-i Millete " dönme sözleri ediliyordu. Basın DP'nin yanında yer almıştı.. Özellikle İstanbul'da sıkıyönetimin, dolayısı ile bası­nın üzerindeki sansür baskısının kaldırılması yönündeki DP'nin girişimleri, basının DP’yc daha da yakınlaşmasına yol açmıştı. 18 Arahk'ta Şükrü Saraçoğlu arabulucu olarak Bayar ve Menderes'le görüşür. 20 aralıkta da Bayar ve Köprülü Çankaya'ya çıkarak İnö­nü ile görüşürler.. Basında çıkan yazılar iktidan telaşlandırmakta­dır.. Eğer DP meclisten ayrılırsa CHP iktidarı dış dünyada kesin olarak yalnızlığa itileceği gibi, tabandan gelen tepki nefrete dönü­şerek halkın CHP aleyhine ayaklanmasına dönüşecektir.. DP, İnö­nü için bir emniyet subabı değil mi idi zaten:

İnönü, Bayar'ı Meclise girmeye ikna etmeye çalışmaktadır. 28 Arahk'ta DP milletvekilleri meclise girmeyi kabul ettiler.. Men­deres' te girmekten yanadır. 7 Ocak'ta toplanacak DP 1. Büyük ku­rultayı için bu konunun özel bir önemi vardır. NFK'nın dediği gibi "Nihayet küs oyunu oynarken ziyafet sofrasını terkeden çocuklar 60 küsur kişilik bir dizi halinde sofraya dönüyorlar". Bütçe müza­kereleri devam ederken hiç bir DP li konuşmadı ve oy da kullan­madılar. İsmet Paşa 30 Arahk'ta Menderes'i davet edecektir.. İnö­nü tarafsızlık rolü oynamaktadır.. Böylccc durum biraz sakinleş­miştir. Menderes bu görüşmeden aldığı moralle, Bütçe müzakere­lerinin kapanışında daha ağır bir konuşma yapacaktır,ama Pekcr mesajı almıştır. Sus pus köşesinde oturur.. Bu gelişmeler bir yerde Pekcr'in yıldızının sönmesine yol açmıştır. İktidar değişikliği için 10 Eylül'ü beklemek gereklidir.

122

DP 1. KONGRESİ

Ulus'ta Yeni Sinema salonu önünde binlerce insan hınca hınç bir kalabalık halinde, DP nin büyük kongresini izlemek için bekliyordu.

Tarih, 7 Ocak 1947.

Bütün Türkiye'den binlerce insan akın akm Ankara'ya geli­yor, bu anı yaşamak istiyordu.. İktidarın kongreyi engelleme ça­baları boşa gitmiş 906 delegenin çağrıldığı kongre için binlerce insan sokaklara dökülmüş bayram yapıyordu.. Bütün kent bayrak­larla donaulmıştı. DP li sempatizanlar, bunun DP kongresi için yapılmış bir gösteri olduğunu sanıyorlardı. Oysa Ankara o günler­de Ürdün devlet başkanını karşılamaya hazırlanıyordu..

DP nin şahsında Demokrasiye biat günü idi adeta bu tören­ler. Bayar o günü şöyle anlatıyordu: "Adeta insanlar şu fikir etra­fında kenetleniyordu: Demokrasiyi anladım, kabul ettim, savunu­yorum vc savunacağım". Demokrasi mayası tutmuş, insanlara ye­ni biı laik iman kazandırılmıştı. CHP'ye duyulan kin vc nefret, ye­ni bir imana dönüştürülüyordu.. Kinleri adına kendi inançlarını bi­le bir kenara bırakarak bir intikam ordusu gibi gördükleri DP'ye bağlanıyorlardı. Onların kim okluklarını, ne yapmak istediklerini sorup anlamadan..

Bayar kongrenin açış konuşmasında uzun uzun Atatürk'ten sözediyordu "Yurdumuzun muhakkak bir felaketten kurtarılma­sında dehası ve vatanseverliği ile Türk milletinin ebedi minnet­tarlığını kazanan Atatürk'ün büyük ve eşsiz bir eseri de Anayasa-

123 mızdır.. Onun bu eseri, yurtta milli hakimiyet prensibinin, demok­ratik ilkelerin yayılmasında temel mesnet olmuştur"

Bayar da pekâlâ biliyordu ki, kendi varlıklarına meşruiyet kazandıran düzenlemeler ancak hukuk sisteminde köklü reform­larla mümkün olabilmişti, ama yine de Atatürk'le başladığı konuş­masını yine Atatürk'le bitirecekti: "Bu itibarla DP son bir yıl içeri­sinde çok feyizli vc siyasi gelişmelerin temel vc desteklerini ha­zırlamış ve kurmuş bulunan büyük Atatürk'e müstakil Türkiye'yi yaratmış olmasının minneti yanında ayrıca minnettardır. Sizlcri onun yüce manevi huzurunda sonsuz minnet ve şükranlarımızı sunmaya davet ediyorum"

Ben eminim ki, Bayar, Atatürk'e sadakatta, İnönü'den daha samimi idi. İnönü, kendini Atatürk'e rakib görmüştür, ama Bayar, onun hakiki bir mümini idi' Bayar daha sonra, daha çok milli ira­denin serbest tecellisi üzerinde duracaktır..

İnönü'nün katılmadığı kongrede bir konuşma yapan kongre delegesi Hamil Şevket tnccdayı, adeta olacakların haberini verir gibi şöyle diyordu:" Bir gün gelecek evlatlarımız mezarlarımızı ziyaret edecekler. Muarızlarımızın fesat yuvalan belki bizi İDAM'a mahkum edecekler. Belki bizi yoketmek yollarını araya­caklardır. Gidişleri onu göstermektedir. Eğer böyle felaketlerle muhatap olursak merak edilmesin, vatan evlatları bir gün mezar­larımızı ziyaret edeceklerdir. Hatta sayın gcnclbaşkammızınkinc çiçekler koyacaklardır"

Bayar idam edilmedi. Ama belki Menderes için bu mümkün. Menderes kendi gerçeğini arıyordu.. Bayar'Ia İnönü arasında ko­şup durdu.. Kaçtığında sığınacak yer Bayar'ın kucağı idi.. Oysa iki ayrı tuzaktı Bayar ve İnönü Türkiye'nin geleceği için.. Kongre de­legelerinin ifâde ettikleri duyguları bekleyen ruh. iklimi, Bayar'ın kafasındaki düşüncelerle taban tabana zıttı. Bayar, İnönü'nün ye­niden başka bir kimlikle vc fıtratla bcdculcnmiş şekli idi sanki.. Aynı ilkelerden ve değer hükümlerinden feyz alıyordu! İki beden­de tek bir ruh taşıyorlardı sanki!

Kongre sırasında "Ana davalar komisyonu" çalışmalarını tamamlayarak "Hürriyet Misakı" adı altında bir belge hazırlamış-

124

tı. 10 Ocak tarihli belge çok genel, basit anlamda bir hukuk bildiri­si niteliğindeydi vc Anayasaya aykırı yasaların vc icraatla, hukuk ilkelerine aykırı tasarrufların sona erdirilmesini talep ediyordu özetle! Vatandaşın reyinin yüceliği belirtilerek. Parti liderliği ve başkanlık sisteminin tek elde bulundurulmasının sakıncaları üze­rinde duruluyordu bu hak ve hürriyetler bildirisinde.. Bu bildiri, o günki Türkiye'deki temel hak vc hürriyetler adına talep edilecek şeylerin ne ölçüde sınırlı olduğunu göstermesi bakımından özel bir yere sahiptir. 11 Ocak ta çalışmasını bitiren kongre, sabaha karşı, Menderes’in şu sözleri ile son buluyordu:" Demokrasi da­vasında partimizin yolu açık, milletimizin bahtı aydınlık ol­sun".

Yapılan seçimler sonunda genel başkanlığına, eski CHP'den gelen bir oy kullanma geleneği ile Bayar seçiliyor, yönetim Kuru­lu üyeliklerine ise Menderes, Korallan, Köprülü, Şevket İnce, Lutfi Karaosmanoğlu, Cemal Tunca, Kemal Tengirşek, Ahmet Tahıakılıç, Ahmet Oğuz, Enis Akaygen, Samet Ağaoğlu, Cemal Rama/anoğlu vc Haşan Dinçer seçiliyordu.

NFK'nın gözünde 1. Kongre sonrasının Menderes'i $öylc- dir: "Menderes her türlü aksiyon vc hamleye yabancı paşazade mizacındadır. Vc o bu mizacını ilk büyük kongreden başlayarak DP'yc sindirmeyi becermiştir. O siyasi edebiyat adamı olarak işe başlamış, fiil vc hamle gerektiren yerlerde aynı edebiyatla kızıp köpürmek..."

Menderes o günlerde ülke kalkınmasına ilişkin pratik prog­ramlar da gerçekleştirmeye çalışıyordu. Ülke ekonomisine yakla­şımı, genelde tarıma dayalı bir kalkınma modeli şeklinde idi.. Ba­raj politikasını da o yıllarda keşfetti. Adana'da yaptığı bir konuş­mada barajların kurulmasından sözedccck vc daha sonra bu ülkü AP yıllarında Dcmircl'c miras kalacaktır..

Metin Kutusu: 125Kongrenin arkasından, daha sonra DP saflarından milletve­kili seçilecek olan Nadir Nadi, DP kongresi hakkında şunları yazı­yordu:" Tarihimizin bu günki olgunluk sallıasında DP'yi meydana getirmek ve onu kuvvetlendirip yaşatmak muvaffakiyetini göste­ren Celal Bayar vc arkadaşları bir büyük gerçeği ortaya koymakla

*

 

memleket hesabına çok büyük bir hizmette bulunmuşlardır. Bu gerçek Türk milletinin artık kendi kendini mükemmel surette ida­re edebilecek bir kudret seviyesine yükseldiğidir. Yakın zamana kadar samimi olarak tereddüt geçirenlerimiz bile Celal Bayar ve arkadaşlarının giriştiği cesaretli ve feragatli teşebbüsten sonra bu günki Türk Cemiyetimiz, çeyrek yüzyıl öncesine kıyasla hayrete değer bir üstünlük derecesine ulaştığına yürekten inanmışlardır. Bir zamanlar halkı kendi kendine bırakırsanız, hacıları hocaları seçer, meclisi softalarla doldurur diyenler, geçen 21 Temmuz se­çimlerinde ne kadar aldandıklarını fiiliyatta gördüler. Doğrudan doğruya sandık başına geçerek reyini kullanan halk hiç te hacıları hocaları seçmedi, l am tersine, okumuş, ruhu ve kafası yontulmuş, Atatürk'e inanan aydınlan aradı. Temsilci olarak meclise onları göndermeye çalıştı. Bu netice yüreklerimizi iftiharla kabartıyor. Yanna güvenerek, kendimize inanarak bakıyoruz. Demokrat Par­ti çalışmalannın memleket hesabına daima iyi neticeler sağlama­sını yürekten dileriz"

Evet DP Nadi'lere kapısını açtı ama, inanan insanlan irtica ile yaftalamaya devam etti. Bu istinadın dışında kalma dürüstlü­ğünü gösterenler isehapishanc hücrelerinde ömür tükettiler.

Metin Kutusu: 126Bugün özal'ın, 100 vilayclli 600 milletvekilli seçim tasarısı gibi ogün de DP kongresinin ardından iktidar partisi 16-20 Ocak tarihnleri arasında kendi iktidarlarını halk gücü ile değil de parla­mentodaki çoğunluğu ile yapacağı düzenlemeler sonunda halka rağmen nasıl iktidarda tutmaya devam edeceklerini müzakere etti. Tedbirler arasında İl sayısını 63 ten 23 e indirmek te vardı. De­mokrasi maskesi arkasında bir parti diktası kurmak isteyen Peker, bu amaçla arkası arkasına toplantılar yapıyor ve "Hürriyet Misa- kı"nın oluşturduğu demokrasi talebine ilişkin kamuoyunu tasfiye etmek istiyordu. DP liler umuda, CHP liler korkuya, DP liler hal­ka, CHP liler askere ve bürokrasiye oynuyordu.. CHP’nin illerden çağırdığı valilerle yaptığı "İdareciler kongresi" bekleneni verme­yecektir. CHPdcn gelen idari yasaları yeniden düzenleme önerisi, DP liler tarafından da benimsenecek, ama tam aksine bir tez geliş­tirilecekti.

6

CHP çaresizdi. 30 Ocak 1946 da İçişleri Bakanı Şükrü Sök- mener muhalefeti töhmet altında bırakarak, müzakerelerde göz­dağı vermek için bir iddia ortaya alıyordu. Sözde 1946 tcvkifatı ile ele geçirilen Komünist parti üyeleri ( Devrimler kendi çocuklarını yemektedirler.. Rus hayranlığı günlerinde destekledikleri komü­nist hareketi, Amerikan hayranlığı günlerinde şimdi zindana tık­maya çalışmakladırlar) evlerinde vc işyerlerinde yapılan arama­larda çok sayıda silah ve örgütsel doküman ele geçirilmişti. Ele geçirilen dokümanlar arasında DP ile ilişkilerini belgeleyen şey­ler de vardı (Ne garip bu gün de hâlâ aynı iddialar) DP liler açıkça komünistlikle ilham ediliyordu. "İstikrar" ı bozan sözler ediyor­lardı. Yani hürriyetten, insan haklarından, hukuk devletinden sö- zetmenin sırası mı idi! Bunlar düpedüz komünistlikti.. Sanırım halkın gözünde, özellikle gençlerin gözünde komünizme meşrui­yet kazandıran en önemli faktör de bu tür tartışmalar olmuştur..

Mareşal Çakmak, İçişleri Bakanı'nın sözleri ile ilgili olarak basın mensuplarına şöyle diyordu " CHP propagandacıları "Mare­şal Komünist oldu. O da Demokratlar da asılacaklar" diyor. Evci bu gidişin sonunda ben de DP lilcr de asılabiliriz. Fakat şundan emin olsunlar ki, asılırsak, sadece bu memlekete vc millete hiz­met elmek için asılmış olacağız. Cenabı Hak'tan dileğim şudur: Bana bu milletin hak ve hürriyetlerini kendi elinde tuttuğu günü nasib etsin. Bunu nasib etmeyecekse bir an evvel canımı alarak devam eden bu günki acıklı halin şahidi sıfatı ile bana azap ç-ktir- mesin"

Vah paşam vah! Dün diktiği pulu yıkmak için bu gün çırpı­nırken ne hallere düştüğünün farkında mı acaba? Ve CHP'yc karşı verdiği mücadelede seçtiği yolun, temelde bir çıkar yol olmadığı­nı görmeye ömrü vefa etmeyecektir.. Mareşal, akşama kadar ör­düğü yumağı, sabaha kadar sökmeye uğraşan yoksul kocakarının haline benzemektedir!

Ama bir gerçeği farketmiştir: Millete hizmet etmek, asılma­yı göze almak demektir! Bir zamanlar arkasında bulunduğu şeflik diktasının gerçeği budur!

Mart 1947'de muhtarlık seçimleri yapıldı. 47 seçimleri de

127

46 seçimleri gibi, hatta ondan daha kötü idi! Menderes o günlerde Uşak'ta yaptığı konuşmada, seçim bölgesi olan Kütahya'da muh­tarlık seçimlerinin %70’inin tamamen kanunsuz yapıldığını söy­lüyordu

O günlprde İstanbul'a gelen Bayar ve Menderes Üniversiteyi ziyaret etmişler ve o şartlarda Üniversitelerin muhtariyetinden, gençlerin politikaya katılmalarından ama Üniversiteye parti teş­kilatlarının kurulmasının sakıncalarından sözetmişlerdi. Mende­res ise şöyle diyordu:" Arkadaşlarım, bizler Atatürk'ün en yakın arkadaşı muhterem Celal Beyefendinin çıralında toplanmış bulu­nuyoruz. Atatürk ve inkılablan hususunda ne derece samimi oldu­ğumuzu takdir edersiniz. Demokrasi prensiblcri de kabul elliği­miz umdelerin esasını teşkil eder."

O günkı şartlarda Menderes, Bayar ve Çakmak, partinin üç yüzünü temsil ediyordu.. Menderes partinin halka dönük yüzünü, Çakmak asker yönünü, Bayar ise Kemalist cephesini, Rejim cep­hesini teşkil ediyordu ve bu üçü de birbirine muhtaçtı.

Bayar ve Menderes, Üsküdarı ziyaretlerinde de gençlerin sorularını cevaplandırıyordu.. Menderes DP'nin milliyetçi bir parti olduğunu söylüyordu.. Bir gencin Nadir Nadi'nin "CHP ve DP arasında bir fark olmadığı" görüşüne karşı ise tüzüğün ilk maddesine bakmalarını tavsiye ediyordu.. Gerçekle Nadi'nin de­diği doğru idi!

12 TEMMUZ BEYANNAMESİ

1 Nisana dönelim..

1 Nisan 1947.

Sözde demokratikleşen Türkiye'de, başbakan Recep Pckcr çılgın bir tavırla, yeniden istiklâl mahkemelerinin kurulacağından sözclmcktedir.. Pcker İzmir'dedir ve o akşam DP yöneticileri de İzmir'e geleceklerdir. Konak meydanı hınca hınç insan doludur. Akşam üzeri İzmirliler Menderes ve Bayar'ı karşılamaktadırlar. Emniyet müdürü dağılmayan kalabalığı dağıtmak için önce hava­ya, sonra halkın üzerine ateş açar.. Halk direnir dağılmaz, birbiri­ne girerler. Halk emniyet görevlilerinin silahlarını alıp denize atar. Yeniden toplanırlar ve engellenmeye çalışılan toplantı yine yapılır.. İktidarın başbakanı, valisi, belediye başkanı sokaklara çıkmaya cesaret edemez, arka sokaklardan dolaşırken, muhalefet meydanlarda namluya rağmen toplanmakta vc direnmektedir.. Bu olay DP mücadelesine daha coşkun bir hava katar.. Halk diren­mektedir!

Pcker'in söyleyecek sözü, yapacak bir şeyi kalmamıştır. Tek güvencesi İstiklâl mahkemeleridir. İzmir halkevindc yaptığı ko­nuşmada "İstiklâl mahkemeleri kanununun halen mer'i olduğu­nu" hatırlatacaktır.

İktidar çaresizdi. Haşan Ali'nin Komünistliği dava konusu olurken, iktidarın asılsız haberler yaydığı gerekçesi ile Emekli ge­neral Ali İhsan Sabis tutuklanıyor, sıkıyönetim 6 ay daha uzatılır­ken İstanbul'da Tasvir ve Demokrasi, Ankara'da Kuvvet, İzmir'de

129

Yeni Asır ve Demokrat İzmir gazeteleri hakkında dava açılıyor ve yayınları engelleniyordu. "Demokrat İzmir gazetesinden Mithat Perin, Adnan Düvenci, Yeni Asır gazetesinden Şevket Bilgin ve Adnan Bilgin, Kuvvet gazetesinden Samet Ağaoğlu vc Salih Gür­kan, Tasvir gazetesinden Cihat Baban milletvekili oldukları için haklarında dava açılamamıştı. İzmir'deki duruşmalar sırasında Menderes davayı yakından izliyor "Eğer bir tevkifat olursa, ben de milletvekilliğinden istifa ederek beni de muhakeme etmelerini isterim " diyordu.

1. Büyük kongresini tamamlayan DP'de işler sanıldığının aksine pek sakin yürümemektedir. 12 Temmuz bildirgesi üzerine çıkan tartışmalar Sadık Aldoğan ve 4 arkadaşının partiden ihracı ile sonuçlanmış, yine tartışmalar dinmemiş, 10 kadar milletvekili "Müstakil Demokratlar" adı ile yeni bir grub oluşturmak üzere kendi aralarında toplantılar yapmaya başlamışlardır.. Aldoğan ve arkadaşlarının partiden çıkartılmasına karşı çıkan milletvekilleri Genel İdare Kurulu'nun tahakkümü şeklinde yorumlamaktadır­lar. Sonuçta 21 Milletvekili grubla ters düşer ve DP içinde ilk bö­lünme gerçekleşir. Menderes'in sözünü ettiği partinin dağılması­na ilişkin CHP lilerin yaymaya çalıştıkları hadise bu konu ile ilgili idi. İnönü'nün meşhur 12 Temmuz genelgesi ile, Bayar ve Köprü- lü'nün kendisini ziyaretinden sonra yaptığı, iki partiyi anlaşmaya, uzlaşmaya, diyaloga çağıran genelgesi idi.. Nadir Nadi de buna dayanarak CHP ile DP arasında fark olmadığını öne sürüyor vc Menderes heyecanla bu iddiaları cevaplandırmaya çalışıyordu.. Bayar 20 Tcmmuz'da istişare toplantısında konuyu gündeme alı­yor, ama iki ayrı görüş bir türlü telif edilemeyincu parti bölünme­nin eşiğine geliyordu. CHP liler dc bunu fırsat bilerek DP'ye yük­leniyordu.. Aslında hadise Bayara duyulan güvensizliği dışa vur­ma hadisesi idi.

Aslında bu iddia DP lilcri fazlası ile tedirgin etmişti. Yoksa halk aldatılıyor mu idi?., özellikle Bayar'a karşı duyulan güven­sizlik halkı tedirgin ediyordu.. Halk Menderes'i seviyordu ama Bayar güvenilmeyecek bir tipti! Üsküdar'da Menderes'e sorulan soru ve Nadir Nadi'nin basında yer alan iddiasına Menderes bir

130 gün sonra Bakırköy DP teşkilatında uzun bir cevap verdi ve bunu CHP'nin DP'yi yıkma ve parçalama programının bir ürünü oldu­ğunu iddia etti.

21 Mart'ta ise Kütahya'ya giden Menderes burada yine aynı konu üzerinde duracak ve CHP ile aynı şey olmadıklarını anlat­maya çalışacaktır. Özellikle şu üç noktadaki eleştirilere cevap vermeye çalışıyordu Menderes, DP ye şu eleştiriler yöneltiliyor­du:

"- DP'nin Programı CHPnin programından başka bir şey de­ğildir. DP iktisadi ve mali sahada bir programa sahip değildir.

-DP iktisadi, mali, içtimai bir sürü dertlerimiz dururken mü­temadiyen mücerret hürriyet davacılığı yaparak halkı kışkırtmak­ta ve adeta bir ihtilal hazırlamaktadır.

-Demokrat Parti çözülüyor dağılıyor, son istifalar bunun eseridir"

Menderes tek tek bu iddialara cevap vermeye çalışıyordu.

Bu arada CHP perişan durumdadır. İl kongrelerinde delege ler ateş püskürmekte, halkın içine çıkacak durumları olmadığın­dan sözetmektcdirler.. CHP'nin, DP dağılıyor propagandasına rağmen, CHP bir çöküşün içindedir. İnönü durumun farkındadır. Sözkonusu genelge ile DP ye yaklaşır.. DP içindeki radikal kanat ile ılımlılar arasında çıkan çatışma, partinin bölünmesine yol açar.. Daha doğrusu parti yönetimi ile parti grubu arasında ihtilaf başgöstermiştir. Asıl konu da DP'nin CHP ile gizli bir ittifak içine girmiş olmasıdır!.. Bayar ve Menderes İnönü ile ne konuşmuşlar­dı. Bunu hiç kimse, hiç bu zaman öğrenemeyecekti. Grubtan ge­len itirazlar üzerine 6 milletvekili partiden ihraç edilecekti. Bunla­rı destekleyenlerin de katılması ile Millet Partisi kurulacaktı. 20 Temmuz 1948 de kurulan Millet Partisi'nin başkanlığına Yusuf Hikmet Bayur getirilmişti. Fahri başkanlığına ise Mareşal Fevzi Çakmak getirildi. Genel Sekreterliğe Ahmet Taiıtakılıç, üyelikle­re ise Enis Akurgen, Kenan öner, Mustafa Kentli, Osman Bölük- başı, Osman Nuri Köni, Sadık Aldoğan seçilmişlerdi.

İnönü'nün tavn CHP içinden tepki alırken, DP nin bölünme­sine yol ir          

131

Mareşal, herkes tarafından kullanılmıştı. Sonunda da emri­vaki ile Millet Partisine genel başkan olacaktı.. Erenköy'de hayata gözlerini kaparken, arkasından hin pişmanlıklar bırakarak gidi­yordu.. 12 Ocak 1876 da İstanbul'da doğan Fevzi Çakmak, Albay Ali Sırrı beyin oğluydu ve Türkiye Cumhuriycti'nin ilk genel Kı - may başkanı olmuştu. Balkanlarda, Kafkasya'da, Çanakkale'de, Filistin cephelerinde çarpışmışu. Mondros'tan sonra Erkanı Har­biye Reisliği ve Harbiye Nazırlığı görevlerinde bulundu. 17 Nisan 1920 de Kozan mebusu olarak meclise girdi. Milli Müdafaa Reisi ve İcra Vekilleri Heyeti Reisi oldu. İnönü savaşından sonra Erkanı HarbiyeReisliği ve Garp Cephesi Komutanlığı görevlerine geti­rildi. 30 Ekim 1924 de iki görevinden birini terketmek durumunda kalınca Millctvckilliği'nden ayrıldı. 12 Ocak 1944 te emekli oldu. 1946 da DP listesinden İstanbul bağımsız milletvekili olan Mare­şal 20 Temmuz 1948 de DP’den ayrılarak Millet Partisi'nin kuru­cuları arasında yer aldı. Ölümünden sonra evi eşi tarafından Havra yapılmak üzere Ya ludi hahamlığına satıldı.

Burada MP'nin akibetinc kısaca değinmek gerekir. DP'ye al­ternatif olarak. onun içinden doğan ve DP'yi CHP’nin aynı olarak gören Millet Partisi, 1950 seçimlerine katıldı ve %3 oy aldı. Tek başına Bölükbaşı milletvekili çıkabildi. Din ve laiklik konusunda CHP ve DP'yc sert eleştiriler yöneltiyordu.. Batılılar MP (Millet Partisi)'nin sloganlarına bakarak DP'ye daha fazla destek veriyor­lardı. MP'nin sloganları bu günki tanımı ile radikal İslamcı bir özellik gösteriyordu.. MP'nin DP üzerindeki müsbest etkisi ise, DP’nin kendini kabul ettirebilmek için ve müslüman kitlenin sem­patisini toplayabilmek için Millet Partisi kadar olmasa bile dini sahiplenmeye mecbur kalması yönünde idi.

MP'nin 1951 yılında yapılan İstanbul il kongresinde, kong­renin açılışında Fatiha okunması DP iktidarının büyük tepkisine sebeb olacaktır.. DP 1950 ye kadar müslüman oyları yanına çek­meye çaba gösterirken, özellikle 1949 dan itibaren müslümanlara karşı baskı politikası uygulamaya başlamıştı. 1952 yılında Anıt­kabir'e çelenk koymayı reddetmeleri yeniden dikkatleri MP'nin üzerine çekti.. Atatürkçülere karşı halktan gelen tepkileri önlcye-

132 bilmek için, iktidar partisi Atatürk'ü koruma kanununu çıkara­caktı. Bu olaylar üzerine parti içinde anlaşmazlıklar çıktı. Parti yönetiminde değişiklik oldu ve Enis Akurgen genel başkanl ğ.. getirildi.

27- 29. 6.1954 de yapılan parti kongresinde parti içi ihtilaf­lar iyiden iyiye açığa çıktı. Yusuf Hikmet Bayur "Partinin dinci, gerici kanadın eline geçtiği" iddiası ile partiden istifasının arka­sından, bunu ihbar kabul eden savcılık dava açtı. 7 Temtnuz'da parti ileri gelenlerinin evleri arandı ve bir gün sonra da parti laali- ycllcri askıya alındı. Ankara 3. Sulh Ceza mahkemesinde açılan dava sonunda partinin "Dini esasa dayanan gayesini saklayan bir cemiyet" olduğu gerekçesi ile 27 Ocak 1954 te kapatıldı.

CHP lilcrin o zamanlar Millet Partisi ne taktıkları ad şöyley- di: Allahtan korkan’.ar partisi..

Millet Parıisi'ndcn milletin beklentisine örnek olması açı­sından Eşref Edip'in Sebilürreşad'da çıkan bir açık mektubunu özet olarak aktarmakta yarar vardır sanırım: (Cilt 2, sayı:30. S: 80.)

'Muhterem Hikmet Bayur,

... Bu münasebetle zatıalinizdcn diğer bir nokta hakkında fi­kirlerinizi bildirmek lütiünda bulundurmanızı rica ederiz: Kaldı­rılması kararlaştırılan anti demokratik kanunlardan bahsederken, din üzerinde ağır bir baskı teşkil eden kanunlar hakkında niçin hiç bir söz söylemiyorsunuz? Ez cümle, Kur’an dili ile ezan okuyanlar hakkında 3 ay hapis veren ceza kanununun 526. maddesi, cemi­yetler kanununun dini mahiyette cemiyet teşkili mcmnuiycline dair maddesi gerek demokrasi, gerekse vicdan hürriyeti, gerek la­iklik namına bir zül değil midir? Bu kanunların yürürlükte olduğu bir memlekette demokrasiden, vicdan hürriyetinden, laiklikten bahsolunabilir mi? Din işlerini hükümet işlerinden ayrı tutan laik­lik, din üzerindeki bu kanuni baskıya hangi hukuki esasa dayana­rak cevaz verebilir. Gayrimüslimler istedikleri lisanla ibadetlerini yapabildikleri ve dini işlerini cemaatle görebildikleri halde, dev­letin asıl unsuru olan müslüman Türkler hakkındaki bu baskının hâlâ devam cuncsi de dini hiç bir cemiyet ve cemaat teşkil cdemc-

133 yecck suretle sımsıkı kanunu zincirlerle ve pranga ile tutulması reva mıdır? Antidemokratik kanunlardan bahsederken, bu ağır maddenin kaldırılması lüzumundan-niçin bahsetmiyorsunuz? Bu maddeleri demokrasiye, vicdan hürriyetine, laikliğe aykırı gör­müyor musunuz? Lütfen bu hususta açık bir beyanda bulunmanı­zı, bütün müslüman Türk kardeşlerimiz sizden rica ediyorlar?

Bu ricamızı halk ve Demokrat partiler liderlerine, erkânına da arzettik. Hiç bir cevap vermediler. Ümid ederim ki Millet Par­tisi lideri bu ricamızı kabul ederler.. Eşref Edip"

12 Temmuz genelgesinden sonra partide ihtiyad daha çok üzerinde durulan konu haline geldi.. Belki de CHP'nin üzerine fazla gitmeye gerek yoklu. Zaten o kendi içine çökebilirdi.. Fazla atak olmak, halkın DP'den beklentilerini körüklediği için paıtiyc de zarar verebilirdi. 12 Temmuz bildirisi İnönü'nün kimin malı olduğu tartışmasını başlatmıştı. İnönü tarafsız bir politikacı rolü­ne soyunurken CHP'den çekileceğine ilişkin söylentiler bile do­laşmaya başlamıştı. Artık şeflik dönemi sona ermektedir. İnönü, İktidarı bir kambur gibi sırtında taşımak istememektedir.. 10 Ağustos'ta hazırlanan bir önerge ile, parti başkanlığı ile Cumhur­başkanlığı uygulaması arasına bir çizgi çekilmektedir.

Muhalefet İnönü'yü bir bakıma yanına alarak hükümete yüklenmektedir. Peker hükümeti güvenoyu istemek zorunda ka­lır. Sonuç 303 Güvenoyu ve 35 ha\ır!.. 35 1er olayı olarak bilinen hareket karşısında hükümet dayanamayacak ve 35 oyla düşme­yen iktidar, 9 Eylül 1947 de istifa etmek zorunda kalacaktır. "Ilımlı" olarak tanımlanan 35 ler halk arasında büyük sempati loplarken, 35 İcrin dışında kalanlara halk bir isim bulur "Müfrit­ler"

35 1er diye bilinen isimler şunlardı: Ali Fuat Cebesoy, Tah­sin Banguoğlu, Hamdullah Suphi Tanrıövcr, Nihat Erim, Mem- duh Şevket Esendal, İsmail Rüştü Aksal, Vedat Dicleli, Cavit Oral, Said Odyak, Muhtar Ertan, Nazif Ergün, Mahmut Nedim Gündüzalp, Sinan Tckelioğlu, Kasım Gülek, Tezer Taşkıran, Celal Sait Siren, Haşan Şükrü Adal, Kasım Ener, A.Rcfik Bck- man, M.Adil Binal, Ş, Reşit Haliboğlu, Î.Hamit Tigrel, Ceval

134

Dıırsunoğlu, Sedat Çumralı, Suud Kemal Yetkin, Abdunahman Melek, Hilmi Hakcıoğlu, Osman Ağan, Kamil Kitapçı, Bekir Ka­leli, Vehbi Sandal

Aslında Peker'in korkusu bu 35 kişi değil, bu açılan kapıdan geçmeyi deneyecek parti içinde başka yeni isimlerin ortaya çık­ması ihtimali idi.

Ve Pckcr veda ederken, yerine Saka hükümeti kurulur. Ka­binede önemli bir değişiklik yoktur. Saka, esasen Pckcr hüküme­tinde Dışişleri Bakanı idi. Dış politika konusunda "Hükümetlerin ve partilerin müşterek malı olarak bir milli siyaset halini almış olan dış politikamız devam edecektir" denilerek konu geçiştiril­mektedir. Beş sayfalık programda demokrasi programı, .konut, tarım, sanayi ve ulaştırma konulan üzerinde birer paragrafla du­rulmaktadır.

Saka hükümetinin kurulması ile iktidar muhalefet ilişkile­rinde bir yumuşama ve canlanma havası hakim olacaktır. İnönü, Eylül ayında çıktığı bir yurt gezisinde "Daha çok demokratikleş­mekten" sözedecektir. Saka hükümeti programında özel sektör, devlet sektörü ve yabancı sermaye konulannda üç ayrı projenin gerçekleştirilmesi de yer almaktadır.

1947 yılı içinde Türkiye'de bunlar olurken Romanya, Maca­ristan, Bulgaristan ve Polonya'da Sovyet destekli komünist parti­ler iktidara geliyorlardı. Türkiye'de ise Türk solu tam bir yalnızlık ve perişanlık içinde idi.

Bu arada 1945-50 arasında kurulan partilere kısa değinmek­te yarar var sanırım:

MKP/ MİLLİ KALKINMA PARTİSİ 18 Haziran 1945 de Nuri Dcınirağ, Ccvat Rifat Atilhan ve Hüseyin Avni Uluş tarafın­dan kuruldu. 1946 seçimlerine girdi ama başarılı olamadı.. İslâm Birliği ve Şark Federasyonu fikirlerini savunuyordu.. Sanayileş­me, ihracaat seferberliği gibi ekonomik hayata ilişkin düzenleme­lerden yana idi ve ahlâklı bir sosyal düzeni savunuyorlardı.

Parti kendi başına siyasi bir başarı kazanamamakla birlikte, o günki siyasal baskı ortamı ve seçim sistemi yüzünden başarısız-

135 ğa uğramasına rağmen, bu partinin oluşumu ve tabanda uyandır­dığı umut DP'nin kurulması işini çabuklaştırmıştı^. Çünki kont­rollü bir sağ parti kurulmadığı takdirde, derinden ve sessiz bir bi­çimde gelişen İslamcı Hareketin bir sosyal patlama biçiminde ik­tidar kapılarına dayanmasından korkulmakta idi. Milli Kalkınma Partisinden 6 ay sonra Demokrat Parti kurulacaktır.

SAP/ SOSYAL ADALET PARTİSİ 28 Şubat 1946 da ku­ruldu. Kurucuları arasında İhsan Temelvcrcn, Ziyneti Temclvc- ren ve Muharrem Zeki Korgunal’m bulunduğu parti, örgüdeneme- di. DP’nin getirdiği özgürlük ortamında kurulan bu ve benzer par­tiler, tabanı olmayan küçük grublann, CHP’yc yönelik halk muha­lefetim sahiplenme gayreti içinde bulunuyorlardı. DP'nin kurulu­şu ile birlikte, aynı yıl 14 yeni siyasi parti kuruldu. Bunlardan ikisi kapatıldı, diğerleri kendiliğinden münfesih duruma düştüler ya da 46 seçimlerinin sonuçlarından ümitsizliğe düşerek kendi kendile­rini feshettiler.. Bunlar, LİBERAL DEMOKRAT PARTİ (11 MART), ÇİFTÇİ VE KÖYLÜ PARTİ (24 NİSAN 1946), TÜRK SOSYAL DEMOKRAT PARTİSİ (26 NİSAN 1946), TÜRKİYE SOSYALİST PARTİSİ (14 MAYIS 1946), YALNIZ VATAN İÇİN PARTİSİ (21 HAZİRAN 1946), YURT GÖREVİ PARTİ­Sİ (15 AĞUSTOS 1946) Ayrıca 17.6.1946 da kurulan Türkiye İş­çi ve Çiftçi Partisi 17 yerde şube açmış, ancak seçimlerden hiç bir sonuç alamamıştır. 20.6.1946 da kurulan Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü partisi ise kuruluşundan 6 ay sonra kapatılmış ve kurucuları hakkında komünizm propogandası yapmaktan dava açılarak mahkum edilmişlerdir. 26 Haziran'da kurulan Arıtma ve Koruma partisi dini temele dayalı bir parti idi, on ay sonra münfe­sih duruma düşürülecektir. 19 Tcmmuz'da kurulan İslam Koruma partisi ise 12 Eylül 1946 da Sıkıyönetim Komutanlığının karan ile kapatılacaktır.

İlginç bir durum olarak 1859 kurulan ilk siyasi parti duru­mundaki Fedailer Cemiyetinden 1946 da ilk ve tek dereceli seçim­lerin yapıldığı güne kadar 86 yıl içinde tam 86 parti kurulacak ve bir 12 Eylül günü İslâm Koriıma Partisi'nin kapatılması ile bir dö-

136 nem sona ermiştir.

15 Ağustos 1946 da Yurt Görevi partisi kurulmuş, 10 Ocak

1947 de İdealist parti, 8 Temmuz 1947 de, aralarında Ccval Rifat Atilhan'm da kurucu olarak bulunduğu, İslami bir temele dayalı Türk Muhalazakar partisi, 3 Temmuz 1948 de Türkiye Yükselme Partisi, 20 Temmuz 48 de. DP'nin bir muvazaa partisi olduğu iddi­ası ile DP'dcn ayrılanlarm kurdukları Millet Partisi, 8 Ağustos

1948 de kurulup, 5 Temmuz 1949 da Millet partisine iltihak eden Öz Demokratlar Partisi, 9 Ağustos 1948 de kundan Öz Demok­ratlar Partisi, 9 Ağustos 1948 de kurulan Serbest Demokrat parti­si, 9 Eylül 1948 de kurulan Müstakil Türk Sosyalist partisi, 30 Ey­lül 1949 da kurulup daha sonra Liberal Köylü partisine iltihak eden Toprak Emlak ve Serbest Teşebbüs partisi. 5 Nisan 1950 de kurulan, kurucuları arasında İsmail Hami Danişmcnd'in de bulun­duğu, daha sonra Liberal Köylü partisine iltihak eden, iki meclisi, liberalizme geçilmesini ve devletçiliğin tcrkedilmcsini savunan Müstakiller Birliği..

137

BATI KAPİTALİZMİNE

GÖBEK BAĞI

1947 nin ilk aylan birçok bakımdan büyük önem taşımakta­dır.. Özellikle Şubat-Mart aylan, iç politikadaki yoğun tartışma arasında geçmiştir. Türkiye o şartlarda yavaş yavaş batı kapitaliz­mine entegre olmaktadır.. Türkiye'nin kısa adı IMF olan (Ulusla­rarası Para Fonu) na entegrasyonu bu zamana rastlar ve aynı za­manda Türkiye'nin batı kapitalizminin bir diğer önemli merkez üssü durumunda olan IBRD (Dünya Bankası)'na girişi de bu gün­lere raslar.

Yine iktidar ve muhalefet kanallannın Amerikan hayranlı­ğını coşturan, Amcrikaya övgüler dizilmesine sebcb olan, tarihe Truman doktrini olarak geçecek olan, ABD'nin Türkiye'ye yar­dım programı da bu günlere rastlar. Tarih 12 Mart'tır. ABD başka­nı Truman kongreden Türkiye'ye ve Yunanistan'a verilmek üzere 400 milyon dolarlık bir yardım programının onaylanmasını iste­mektedir. Amerika'nın gözünde "İleri karakol" durumundaki bu iki ülke ile yakın temasın kurulabilmesi için bu yardım kaçınıl­mazdır. Türkiye'nin ABD'nin ileri karakolu olmasının temelleri CHP döneminde gerçekleşmiştir.. ABD ile ilişkiler gerçekleştik­çe, ABD Türkiye'deki vc bölgedeki çıkarlarını teminat altına al­mak için Türkiye'de ülkeye yön veren kişilerle sıkı bağlar kurma­ya özen gösterecek vc kendine yakın çizgide gördüğü DP hareke­tini dolaylı vc doğrudan olanca gücü ile destekleyecektir.. ABD'nin gözünde Türkiye'nin stratejik öneminin artmasına para­lel olarak, kendi çıkarları doğrultusunda hareket edecek siyasi kadroların ülke yönetiminde söz sahibi olması açısından her za­man devrede olacaktır.

138

CHP 7. BÜYÜK KURALTAYI

Sonun Başı

" CHP'nin ödün üstüne ödün serdiği bir dönemde toplanan 7. Kurultay, parti tarihinin en önemli kurultaylarından biri olmuş­tur. İnönü'nün açıktan açığa saldırıya uğradığı, parti yöneliminin diktatörlükle suçlandığı, komünizmle mücadele, türbelerin açıl­ması, okullara din dersi konulması konusunda önergelerin verildi­ği 7. Kurultayın adı demokratikleşme kurultayı olmuştur" (H.Bi- la/CHP Tarihi).

DP'nin halk nezdindeki irbannın ortmasının önüne geçmeye yönelik bu taleplerin önünün alınamayacağı anlaşılacak 1936 da din eğiliminin tamamen yasaklanması vc okullardan din dersleri­nin kaldırılmasının ardından 1949 yılında ilkokulların 4 ve 5. sı­nıflarına seçmeli olmak üzere haftada 2 saat dindersi konacaktır. Yine aynı yıl Ankara vc İstanbul'da, on aylık İmam-Haliplik kurs­ları açılacaktır. Ardından da Ankara Üniversiteline bağlı İlahiyat Fakültesi kurulacaktır.

7 kurultayla, valilerin il başkanlığı yapma geleneği kaldırıl­mış, partiye ginne yaşı 22 den 18 e indirilmiş parti başkanlığı ile Cumhurbaşkanlığı ilişkisi gevşetilmişti. Parti il başkanlan il kongreleri ile belirlenecek, patû yönetiminde katılımcı ve seçimle gelen yöneticiler sözsahibi olacaktı. Cumhuriyetçilik, Demokra­siyle açıklanmaya çalışılacak, devrimcilik evrimci bir yoruma ta­bi tutulacaktı.

17 Kasım 1947 günü çalışmalarına başlayıp 20 gün süren

139 kurultay, delegelerle parti yöneticileri arasında bir hesaplaşma ha­vası içinde geçmişti. Öyle görülüyordu ki CHP'nin tabanı çök­müş, DP'yc CHP üleşiyor derken CHP, DP lileşmişti. Divan baş­kanlığına Şcınseddin Günaltay'ın seçilmesine karşı çıkanlar, oy­lamanın gizli yapılmasını istemişler vc liste usulüne karşı çıkmış­lardı. İstanbul il kongresi ile başlayan parti içinde demokratikleş­me vc parti içi muhalefet havası 7. Kurultayda patlamıştı. Bir de­lege kalkmış "burada biz tüzük ve programı değil, şahıs vc zihni­yeti tartışmak istiyoruz." diyordu. Kongrede Peker şiddetli eleşti­riler alacak vc hayatının sonuna kadar da artık aktif politikaya bu­laşmamaya çalışacaktır. Artık tünelin ucu görülmüştür.

1948 yılı başında, Saka Hükümeti muhalefetten gelen talep­leri meclise sevkederek bu süreci hızlandırma yoluna gitmiştir. Seçim yasası ve özel sektör ile ilgili muhalefetin talepleri öncelik­le ele alınarak 15-19 Şubat tarihlerinde ilkokullara din dersi kon­muş ve 20 Şubal'ta Polis vazife ve yetki kanunu benimsenmiştir.. Bu yasalar CHP ve DP'nin oy birliği ile yasalaşırken CHP grubu 18 Mayıs'ta "Türk Demokrasisinin aşırı sağa ve aşırı sola kapalı olduğu" ilkesini benimseyecektir.. Daha sonra İnönü politik yel­pazede kendi yerini belirtirken ortanın solunu tercih edecektir. 7-8 Temmuz'da yeni seçim kanunu meclisten geçecektir. CHP işçile­rin grev hakkı talebine karşı çıkmaktadır.. 19 Aralık 1948 de ise CHP den yapılan açıklama ile muhalefetin istediği Anayasa deği­şikliğinin 1950 ye kadar mutlaka gerçekleştirileceği sözü veril­mektedir.

Muhalefet hızla büyümekte, CHP’de gerileme başgöster- mektedir. Yapılan eleştiriler vc kabine içinde ortaya çıkan fikir ayrılıkları yüzünden 1, Saka Hükümeti Haziran ayında istifa eder vc ardından 2. Saka Hükümeti kurulur. Toprağa dayalı kişilerin ağırlıkla olduğu yeni hükümet şiddetli eleştirilerle baş edemeye­cek ve 10 Haziran 1948 de başladığı görevini,16 Ocak 1949 da so­na erdirecektir.. 3. Saka Hükümcti'nin hükümet programı 3 sayfa­dan ibaret bir basın bülteni niteliğindedir. 16 Ocak 1949 da, CHF içinde "ılımlı vc dindar" biri olarak tanınan Şcmscddin Günallay CHP nin, bu dönemdeki son hükümetini kuracak, o da 22 Mayı

140 1950 de seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından görevinden istifa etmek zorunda kalacaktır. Günaliay Hükümeti'nin programı da yine öncekilerden farksızdı ve 3,5 sayfalık bir bülten niteliğin­de idi. Bu hükümetin programında da Amerika'ya şükran duygu­ları ifade edildikten sonra " Avrupa Ekonomik İşbirliği teşkilatın­da faydalı bir unsur olmaya çalışacağız" deniliyor ve dış politika konusunda ise "Bilinen geleneksel yolun izleneceği" belirtiliyor du.

Günaltay Hükümeti'nin icraatları arasında 4 Subat 1949 da Mecliste Ezanın arapça olarak okutulması, 4 Mayıs'la İstiklâl Mahkcmcleri'nin yürürlükten kaldırılması, seçimlerde adli gü­vence ve tek dereceli eşit, genel, gizli oy ve açık tasnif ilkesinin ka­bulü, 30 Kasım 1925 tarihli Tekke ve Türbelerin kapatılmasına ilişkin yasanın y ürürlükten kaldırılması dikkatleri çekmekledir.. 14-22 Mart tarihleri arasındaki müzakereler sonunda toprak refor­mu iyiden iyiye yumuşatılarak muhalefetin isteğine uygun hale getirilecek ve 23 Mart'ta Anayasanın değiştirileceğine sözveren İnönü, 6 okun da anayasadan çıkarılacağını ilan edecektir. Ama bu olmayacaktır! Bu gün hala, o kalınan noktada çivilenilmiş gö- zükülmcktcdir.

Günaltay dönemi, batı ile bütünleşmede en kritik dönemi teşkil etmektedir.

Hikmet Bila "CHP tarihi" isimli kitabında "Güneş Batıdan Batar" ara baslığı altında, bu konuda şu bilgileri vermektedir:" 1947 kurul tayında ve izleyen dönemde iç egemen güçlere çok bü­yük ödünler veren CHP iktidarı Batı ile bütünleşmenin en büyük adımlarını da bu dönemde atmış. 15-16 Mart 1948 günlerinde NATO'nun kuruluşu konusunun tartışıldığı 16 devlet toplantısın­da Dışişleri Bakanı Nccmcddin Sadak, "Kıtamızı tehdit eden teh likelerden koruyabilecek bir örgütün temellerini atmak gerekliği­ni" söylüyor ve Türkiye'nin Ekonomik ihtiyaç ve olanaklarının daha derin bir incelemeye tabi tutulmasını istiyordu. Bu tarihten bir ay sonra, Türkiye, .\BD devlet başkanı Marshall'ın önergesi ile Haziran 1947 de Kurulan Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgülüne "OEEC" katılıyordu. 19 Mayıs günü Uluslararası Para Fonundan

141

(IMF) gelen bir heyet, 7 Eylül kararlarından sonraki Türk Ekono­misini incelemeye başlamıştı. Türkiye borç alabilmek için yaban­cı heyetleri davet etmek zorunda idi. Temmuz 1948 de de Türk- Amcrikan Ekonomik anlaşması imzalandı. 2 ay sonra hükümet Dünya bankasından 50 milyon dolar borç almak için harekete geç­ti. Amerika Türkiye'nin tarımsal ihtiyaçlarını incelemek için he­yetler gönderiyor, Marshall planı Avrupa yöneticisi Avverall Harreman şunları söylüyordu: "Türkiyenin doğal kaynaklarının gelişmesi sadece kendisi için değil, bütün Avrupa ve Amerika için de çok önemlidir." Türkiyenin batı ile bütünleşmesi çabalan 1949 yılı boyunca da sürmüştür. 17 Şubat günü Avrupa Kalkınma örgütü yüıütme konseyine katılan Türkiye, borç talebini incele­mek üzere gelen Dünya Bankası heyetini ağırlıyordu. 17 Mart’ta Amerika'dan yardımın artırılması sözünü alan hükümet, 28 Mart'ta İsrail'i resmen tanıyor ve üç gün sonra, Necmeddin Sa­dak şu sözleri söylüyordu: "Dünyanın bu günki şartlan içinde si­lahlı ve silahsız bir tarafsızlığa akıl erdirmek güçtür."

Hükümet sık sık NATO'ya alınması gerektiği yolunda açık­lamalar yapıyor, Ortadoğunun güvenliği için Türkiyenin NA­TO'ya alınması konusunda Türk ve Batılı yöneticiler anlaşıyordu. 8 Ağustos'ta Türkiye'nin Avrupa konseyine alınması, Türk Ame­rikan Kültürel işbirliği anlaşması, bütünleşme çabalarının son ör­nekleriydi. Bu arada, karşılıklı iltifatlar da eksik olmuyordu. İngi­liz BBC radyosu 23 Eylül 1949 günki yayınında İran, Irak ve Türk hükümetlerinin solculuğa karşı polis ve istihbarat kuvvetleri ile tedbir almak için birlikte çalışmaya karar verdiklerini bildiri­yordu. Bundan bir gün önce CHP nin önde gelen isimlerinden Ni­hat Erim "Yakın bir gelecekte, Türkiye küçük bir Amerika haline gelecektir" diyordu. Bunlar 10 yıl sonra Celal Bayar'ın tekrarlayacağı sözlerdi.. 28 Kasım günü Kongreye Türkiye rapo­runu sunan Amerika başkanı Truman ise, Türkiyenin batı devlet­lerine gösterdiği ilgiden mutluluk duyduğunu söylüyordu.

Ve bu günlerde bir Amerikan gazetesinde küçük bir haber: Cumhuriyetten iktibas yapan Sebilürreşad dergisinden naklen: Amerika Türkiye'deki hedefine ancak Türklcr Hristiyan oldukları

142 zaman ulaşacaklardır.."

Evci öyle.. Amerikalı dostlarımız, bir yandan Komünizme karşı nasıl siyasi bir tedbir olarak DP'yi sipariş ediyorlarsa, dini de Komünizme karşı bir güç olarak örgütlemek için İmam-Hatip okulları ve İlahiyat fakülteleri açılmasını sipariş ediyorlardı. Bir yandan da dini hareketin gelişmesi halinde ipin ucunu kaçırmak­tan korkuyorlardı. Vatikan'dan gelen bir heyet 1949 da Ankara'da temaslarda bulunduktan sonra, yapılan din eğitimini yerinde ted- kik ettikten sonra "korkulacak bir durum olmadığı" kanaatine var­dıkları için "lOriri S" maddi yardımda bulunduktan sonra sevinçle ülkelerine dönüyorlardı..

Aslında o zamanlar Tahsin Banguoğlu, Tevhidi tedrisatı ba­hane ederek din eğitimi verecek okulların açılmasına karşı çıkı­yordu. "Medreseleri açmayacağız, açtırmayacağız" diyordu.. Gü- naltay'dan önceki başbakan olan Saka, kendi döneminde Din eği­timine karşı çıkanlara şöyle diyordu: "Efendiler eğer biz dini ted- risatı kabul etmezsek gelecek intihabta Halk partisi bir oy bile ala­mayacaktır." Banguoğlu, İlahiyat vc İmam-Hatip mekteplerinin açılmasının tevhidi tedrisata ve Kemalist ilkelere aykırı olduğunu ileri sürüyordu. Sebilürrcşad ise bastırıyordu. "Hayır İlahiyat ve İmam-Hatip okulları Tevhidi tedrisatın emridir." Gerçekten de Tevhidi tedrisat kanununda açık bir şekilde bu okulların açılacağı yazılıdır. Tabi kim dinler.. Sebülürrcşad'm Atatürk ilkeleri ile ilgi­li cevabı da şöyle: 23 Mart 1923 tarih ve 771 numaralı Hakimiyeti Milliye gazetesinin yazdığına göre Konya'da Darulhilafe medre­sesini ziyaret eden Atatürk, Medreseden ayrılırken şu sözleri söy­lemişti: "Memnuniyetle görüyorum ki tedris ve tederrüs cidden hakikati diniyye dairesindedir. İnşaallah memleketimizi, milleti­mizi ihya edecek asri ve hakiki ülema, faziletkâr müderrislerimiz sayesinde siz olacaksınız. Kıymetli vc hakiki Ulemamızın mevkii yüksektir. Ulemamızın vc erbabı ilim ve irfanımızın himmet-i ir- şadiyle inşaallah İbni Rüşdler, Farabiler, İmam-ı Gazaliler mille­timizin içinden çıkarak bu asrın tekamülatıyla mücehhez olarak ihyayı hakikati din eyleyecekler."

Sebiiürrcşad'da konu ile ilgili bir başka not da şöyle: "Aıa-

143 türk bir gün kendine gelen bir mektubu sofrada bulunanların önünde okutur.. Hasta günleridir.. Son zamanlarını yaşamakta­dır.. Ezan ve Kur'anın Arapça okunmasını talep eden bir mektup­tur bu. Herkes donar kalır. Atatürk şöyle der:

-Milleti kendi haline bırakınız. Kur'anını Arapça okusun. İbadetini de Kur'an lisanıyla yapsın" Atatürk'ün dinle ilgili son sözlerinden birinin de bu olduğu söyleniyor..

Gel zaman git zaman, şinidi CHP'dcki yeni yönelişler açı­sından Atatürk'ün sözleri de yeniden ayıklanıyor yorumlanmaya başlanıyordu anlaşılan..

1949 larm havasında, ünlü Türkçü Hamdullah Suphi de şöy­le diyordu: Millet ırkın değil, büyük bir imanının eseridir..

Burada özellikle ve önemle üzerinde durulması gereken bir diğer nokta da, CHP'dcki liberalleşme eğiliminin, aslında Şem- seddin Günaltay döneminde, CHP nin 1950 sonrası dine yöneli­şinden daha açık ve net bir seyir izlediği görülecektir.. DP ise baş­langıçta müslümanlarm dikkatlerini çekmek için, özellikle 1945- 48 döneminde serbest davranmış, daha sonra se İslâm'a ve müs- lümanlara karşı dirsek göstermiştir. Özelikle CHP nin 7. Kongresi ve DP nin 2. Kongresi her iki parti açısından da tam bir dönüş nok­tasıdır.. DP lideri Bayar "Şeriatı yaşatmayacağız" diye meydan okurken. Ocak 1949 tarihli Sebilürreşad'da yer alan bir makale­sinde, CHP nin başbakanı Prof. Şemseddin Günaltay şöyle diyor­du:" Din beşeriyet için bir ihtiyaçdır.. Beşerin saadetini temin ede­cek en mükemmel din, beşerin fıtratına en uygun olan müslüınan- lıklır. Dini tahkir ahlaksızlıktır ve alçaklıkür..”

Mart 1949 yılında Mecliste Diyanet Teşkilatının bütçesi gö­rüşülürken ortaya çıkan tartışma oldukça ilginçtir.. Daha sonra bir AP milletvekili Diyanet İşleri Başkanlığı mevkiini" Tapu Kadast­ro memuru mevkiinde" görürken CHP'nin son başbakanı bakınız bu konuda ne diyor:" Laik devletin laik meclisinde hiç bir dinin esası hakkında hiç bir ferdin konuşma hakkı yoktur. Biz burada bir din kurucu heyeti değiliz. Devletin, siyasi, içtimai, idari ve ik­tisadi ve kültürel esaslarını ve milletin müdafaa vasıtalarını dü­şünmekle mükellef bulunuyoruz. Her dinin esası üzerinde konuş-

144 ma o dinin ilim adamlarına aittir.. Biz burada, bu meseleden asla konuşma hakkına sahip değiliz. Bu mesele kapanmıştır."

Ardından Diyanet Teşkilaü ile ilgili soruya, başbakan, Diya­net Teşkilatını temsilen cevap vermeye kalkınca yeniden tartışma başlayacaktır.. Siyasi bir kişi, dini bir kurumu nasıl temsil edecek­tir.. O halde Diyanet Teşkilatının devlet teşkilatı arasına alınma­ması gerekecektir. Bu konuya başbakan yardımcısı şu açıklamayı getirir: Madem ki din sosyal bir vakıadır, onu kendi başına müsta­kil bırakamayız. Diyanet riyasetini müstakil bırakırsak, memle­kette müstakil bir dini zihniyet, bir dini teşkilat husule gelir. Bu ise hüsnü istimal edilmediği takdirde devlet için zararlı olur"

Hukuk Profesörü Nihal Erim'in konuya yaklaşımı ise şöylc- dir: "Ben laikim, din işini devlet işinden ayırdım. Ama din işini millete bırakamam. Çünkü ona itimadım yoktur. Binaenaleyh Dı yancı reisini emrim altında tutacağım."

Bunlar CHP grubunda tartışılan konular..

Vc şunlar da CHP milletvekillerinin önergeleri:

-Diyanet İşleri Başkanlığımın Müslüman din alimlerini va­zifeye çağırıp y urdun muhtelif bölgelerine göndermesi, Diyanet Teşkilatının tevsii hakkındaki yasa tasarısının acilen meclise sev- kedihnesi, haftalık bir dini mecmuanın neşri, İlahiyat Fakültesi mezunlarının öteki yüksek okullarla eş değere getirilmesi, müftü, imam vc müezzin maaşlarının artırılması, Kur'an Kurslarının yay­gınlaştırılması ve Diyanet İşleri Başkanlığı binasının yenilenme­si!

Tabii CHP içindeki herkes böyle düşünmüyordu. Mesela Türkiye'de üç din bulunduğunu, üçünün de tek çatı altında örgüt­lenmesini teklif edenler, ya da Diyanet İşleri Başkanına ödenen maaş kadar Hahambaşı vc Patriğe de maaş verilmesini teklif eden­ler de vardı.. Kimi de Komünizme karşı bir güvence olarak İslâm'a sımsıkı sarılınması icab ettiğini söylüyordu.. Kimine göre Kur'anın Türkçe okunması gerekirdi ve irtica geliyordu..

Görüldüğü gibi, DP'nin müslümanlığı ile CHP'nin müslü- manlığı arasında 1949 da pek fark yoklu.. Zaten DP, CHP'nin bağ­rından doğmamış mı idi?

145

1949 yılında DP içinde müslümanların hareketlenmesine paralel olarak Masonların da ciddi bir şekilde örgütlendiği göze çarpmaktadır.. Masonlar, Hürriyetçilik, demokrasi ve Liberalizm sloganları ile ve Amerikan hayranlığı ile partinin köşe başlarını tutmuşlardı. Halk sadece bir itici güçtü., ipler Bayar'ın şahsında Masonların elinde idi. Menderes ise halkı temsil ediyordu.. Ana­dolu insanını temsil ediyordu.. Hepsi o kadar..

46 seçimleri ila başlayan maraton, 49 da yeni bir devreye in­tikal ediyordu.. DP lilere göre 46 seçimleri geriye nesebi sahih ol­mayan bir sonuç çıkartmıştı.. CHP liler, bu ifade ile meclise "Piç" denmek istendiğini ileri sürüyorlardı.. Bayar kendini ifade etmek için fırsat arıyordu ' Sağa dünsen faşist derler, sola dönsem Komü­nist, ortada kalsam CHP den niçin ayaldin derler, ne yapacağımı şaşırdım" diyordu.. 49 a geldiğinde bu şaşkınlığı dağılmış, sağa dönmeye karar vermişti!

146

DP 2. BÜYÜK KONGRESİ

20-25 Haziran 1949 da gerçekleştirilen DP ikinci kongre­sinden önce, 1948 ve 49 da olanlara tekrar kısaca bir göz atalım.. 26 Ocak 1948 de TBMM başkanı Kazım Karabckir ölmüştü. 20 Şubat'ta Polis Selahiyat kanununda değişiklikler yapıldı. 10 Mart'ta DP kendi içinde bölündü. DP ile CHP arasında gizli bir it­tifaktan sözedılmeye başlandı. 1 Nisan'da Sabahattin Ali öldürül­dü, 9 Temmuz'da da gizli oy. açık tasnif esası getiren seçim yasası kabul edildi. 20 Temmuz'da Millet Partisi kuruldu, 7 Ekimde Suat Hayri Ürgüplü ve 23 sanık hakkında tomruk, kibrit, kereste ve kahve yolsuzluğuna ilişkin yüce divan soruşturması neticelendi ve Ürgüplü ile arkadaşları aklandılar. 17 Ekim'de yapılan ara se­çimlere DP seçim güvenliği olmadığı gerekçesi ile katılmadı.

1949'a gelindiğinde, 14 (Jcak'ta Haşan Saka kabinesi çekil­di, 15 Ocak'ta Şemscddin Günaltay Hükümeti kuruldu, 4 Şubat'ta iki kişi mecliste Arapça ezan okudular. 4 Nisan'da NATO kurul­du. 4 Haziran'da Avrupa Konseyi'ne üye olduk ve 25 Haziran'da DP 2. Büyük kongresi toplandı.

Kongre 2 önemli olayla dikkatleri üzerine toplamıştı. Biri "Milli Teminat Andı" adı verilen belge, 2.si de Bayar'ın kongrede konuşmasında söylediği öne sürülen sözlerle ilgili idi..

Kongre yine psikolojik bir baskı havası alunda yapılıyordu.. Menderes "Ana Davalar Komisyonu " çalışmalarına katılarak, Komisyon üyelerinin radikal eğilimlerini, ihtilalci beyanlarını frenlemeye çalışıyordu. Hazırlanan bildiri, CHP iktidarının tasar-

147 ruflarını eleştiriyordu. Bu eleştiriler ise CHP tarafından, halkı ik­tidara karşı ayaklanmaya teşvik şeklinde yorumlandığı için bu an­da "Milli Husumet Andı" adı veriliyordu.

2. Kongrede ortaya çıkan bir nokta da, Partinin parti içi mu­halefete iltifat etmediği şeklinde idi. İsteyen çeker giderdi. DP halkın güven vc teveccühüne dayanarak, yönetici kadroyla pazar­lığa oturmak isteyenlere sırt çeviriyordu..

Kıyamet kopartacak bir diğer husus ise, Celal Bayar’ın kongrede sarfetliği sözlerle ilgili idi. İddiaya göre Bayar kongrede "Türkiye'de şeriatı yaşatmayacağız" diye bir söz sarfetmişti.. Da­hası, "Müslümanız ama herşeyden önce Türküz" demiş, ardından da "Türklerin adaleti Hz. Ömer'in adalelini geçti" gibi saçmasa- pan lallar etmişti.. Bu sözler basında yer almış, ancak tepkilerin önünün alınamaması üzerine 15 gün sonra bu haberin yayınlandı­ğı gazetelere birer açıklama göndererek tekzib etme yoluna git­mişti. Ama Sebilürreşad tanıkların ağzından bu sözlerin sarfedil- diğini teyid ediyordu.

Zaten 163. madde dolayısı ile tepkili olan DP lilcr, merkez üzerindeki baskılarını giderek artırıyorlardı.. Sebilürreşad dergi­sinde çıkan bir makalede Bayar "İslâm düşmanlarının ağzı" ile ko­nuşmakla itham edilerek şöyle deniliyordu:" Şeriatı yaşatmak vc yaşatmamak, ilk umumi harbin karmakarışık günlerinde İttihat ve Terakki komitesinin İzmir kâtibi mesullüğünü yapmaya, Merkezi umuminin hoporlorlük işini üzerine almaya benzemez. Buna CHP adına yapılmış olup, şimdi kendince kusur ularak, her fırsat­ta ortaya sürülen tazyiklerin, bütün anti demokratik tatbikatın hem kurucularından biri hem icra edicilerin başı olmak ta kafi gelmez. Derecesi meçhul, diploması madum, tahsilin mefruz yet­kisi de yetişmez"

l.Kongrc öncesi 163. madde ile ilgili yasanın meclise gel­inesi vc DP lilcrin gereken tepkiyi göstermemiş olmaları parti çevresindeki inanmış kişilerde sukutu hayale sebeb olmuştu. 163. madde, iktidarın elinde gerektiğinde "Allah" demeyi bile yasakla­ma gücüne sahip bir baskı aracı olabilecek hukuk dışı unsurlar ta­şıyan bir yasa idi. NFK nin "Medrese kaçkını" şeklinde tanım ladı-

148 ğı Şcmscddin Günallay'ın teklifi vc muhalefeti teşkil eden kadro­nun zımmen onayı ile yasalaşan kanun müslüınan çevrelerde çok sert bir tepki almış vc Sebilürreşat dergisi haberi "Dine karşı takip edilecek siyasette CHP ve DP hususi surette müşterek cephe kur­dular" başlığı ile duyurmuştu. (İlgilenenler konu ile ilgili meclis müzakeresi hakında İnönü Dönemi sayfa:201, ya da Mehmet Ce- mal/163 isimli kitaplara başvurabilirler).

Yasa tasarısına CHP içinden de karşı çıkanlar vardı, özel­likle Millet Partisi çevreleri, yasa tasarısı ile ilgili olarak CHP ile DP arasında, öteden beri tartışma konusu olan gizli işbirliği konu­sunu tekrar gündeme getiriyordu. Bu olay DP üzerinde ilk kez cid­di kuşkuların ortaya çıkmasına sebeb olacaktır. 16 Haziran 1949 günü tasan 5435 sayı ile yasalaştıktan 4 gün sonra da DP İkinci bü­yük kongresi gerçekleşti. Delegeler olayı tam olarak kavrayama­dılar. Herhalde kongre 15-20 gün sonra olacak olsaydı büyük fır­tınalar kopabilirdi. Zaten Bayar'ın müslümanlara karşı meydan okuyan tavrı. Partinin artık müslümanlara ihtiyaç duymadığını, hatta müslüman görünmekten duyulan bir rahatsızlığın ifadesi idi.

Bayar kongrede en çok 12 Temmuz genelgesi üzerinde dur­du ve halk üzerinde bu genelgenin bir güven duygusu doğurduğu­nun, bürokratik engellemeleri önlediğini söyledi. Bayar'ın üzerin­de durduğu ve ilk kez söylediği bir diğer konu da, kendilerini reji­me karşı zor kullanmaya, hatta ihtilal yapmaya teşvik edenlerin olduğu idi. Bu yönde teklif aldıklarını söylüyordu. Halktan gelen ayaklanma talebinin de ısrarla ve güçlükle önlendiğini söyledi. Saınct Ağaoğlu da hatıralarında bu konuya değinmekte vc şöyle demektedir " 1950 seçimlerinden az önce bir kaç subayın Halk Partisi ve İnönü'yü iktidardan darbe ile uzaklaştırmak teklifini Bayar vc Menderes - Bizim için iktidar ancak seçim yoluyla geldi­ği zaman meşrudur- diyerek reddetmişlerdi.. Bu subaylar daha sonra 27 Mayıs ihtilaline katılacaklardır.."

Bayar kongrede aşın sağı da, solu da eleştirerek, kendilerin­den sonraki merkez sağ partilerin temel felsefesini belirleyecek olan şu sözleri söylüyordu: Aşın sağa da sola da karşıyız.. Bu

149 memlekette aşın cereyanları tasvib edecek insanlar bizim aramız­da yoktur."

Kongre sonuçlarına göre, Celal Bayar 901 reyle rakibsiz ge­nel başkan oldu.. Oy sırasına göre Refik Koraltan (808), Adnan Menderes (792), Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu (755), Fuat Köprü­lü (743), Retik Şevket ince (635), Samet Ağaoğlu (621), Sıtkı Yır- calı (575), Hulusi Köymen (499), İhsan Şerif Özgen (473), Üzeyir Avunduk (451), Nuri Özsan (448), Celal Ramazanoğlu (423), Kamil Gündeş (386), Kemal Özçoban (301) oyla yönetim kurulu üyeliklerine seçiliyordu.. Haysiyet Divanı üyelikleri ise şu isim­lerden oluşuyordu: Salamon Adato, F. Hulusi Demircili, E. Hayri Üstündağ, Fikri Apaydın, H. Şevket İnce, E. Sabri Hayırlıoğlu, Lebib Divanlıoğlu, Haşan Polatkan, Ahmet Veziroğlu, Cevat Mi- maroğlu, Zühtü Hilmi Velibeşe..

Kongrenin ardından DP muhaliflerini partiden ihraç ede­cektir. Böylece 5 Temmuz'da partiden çıkartılanlar Millet Partisi­ne gireceklerdir. 1 Eylül'de tekrar Marshall yardımı konusu gün­deme gelecek ve Amerikan yardımı 61 milyon 700 bin dolar şek­linde kesinleşecektir. 16 Ekim'dc yapılan ara seçimlere yine DP katılmayacak, bu şekilde muvazaa iddialarını reddetmiş olacak­tır.

16 Kasım 1949 da ilginç bir suikast planı ortaya çıkartılacak, Millet Partisi'nin önde gelen isimlerinden Osman Bölükbaşı, Re­şat Aydınlı, Sadık Aldoğan ve Fuat Arna'nın, işbirlikçi olarak gör­dükleri İnönü ve Bayar'ı öldürmek için suikast hazırlığı içinde ol­dukları haberi yayılacaktır.. Bu olay üzerine ihbarda bulunan De­nizli milletvekili Reşat Aydın milletvekilliğinden istifa edecektir. 1 Aralık 1949 da masuniyeti kaldırılan Aydın 3 Aralık'ta da iftira­sının sabit olduğu anlaşıldığından, tutuklananlar serbest bırakılır­ken Aydınlı tevkif olunacaktır.

150

YIL 1950

...Ve yıl 1950

1950 yılı, 2 Ocak’ta gelir vergisi kanununun yürürlüğe gir­mesi ile başlayacak ve ardından 23 Ocak'ta, Dışişleri Bakanı Nec- meddin Sadak'm talihsiz beyanı milletin kulaklarında patlayacak­tır. Tıpki bu gün TÖ'nün Amerikadan Azarbeycana giren Sovyet askerleri konusunda görüşünü soran bir gazeteciye verdiği cevabı andıran bir talihsizlikle Sadak şöyle diyecektir" Bizim Kıbrıs di­ye bir meselemiz yoktur. İngiltere Kıbns adasını bir başka devlete vermeyecektir. Bunun için yapılan neşriyat ve nümayişler lüzum­suzdur!"

21 Şubat- Yeni Seçim Kanunu yürürlüğe girdi.

1 Mart- Genel Seçimlerin tarihi belli oldu: 14 Mayıs,

Aynı gün bir başka haber.. DP nin tabanına gözünü diken CHP'dcn yeni bir yasa :CHP grubu tarafından "Türk büyüklerine ait, sanat eseri niteliğindeki türbelerin açılması" kanunlaştırıl­dı.

2  Mart- Orgeneral Mustafa Muğlalı, 1942 yılında Van'ın Özalp ilçesinde 33 kişiyi mahkeme karan olmadan kurşuna diz­diği için, idama mahkum oldu. Hafifletici sebebler yüzünden ce­zası 20 yıla indirildi. Muğlalı sorumluluğu üzerine aldığı için di­ğer sanıklar berat ettirildi.

10-Nisan, Maraşal Fevzi Çakmak öldü. Radyonun müzik yayınına devam etmesi üzerine radyoevi önünde olaylar oldu ve

151 hükümet protesto edildi..

Çakmak, İnönü'ye küs gitmişti. Ağır hasta olduğu günlerde İnönü İstanbul'a gelerek kendisini ziyaret etmek istemiş, Mareşal bu isteği reddetmiş "Yüzünü görmek istemiyorum" demişti.. O günlerde Ulus gazetesinde Mareşali eleştiren bir yazı çıkmıştı. Yazı çok ilginçti. Mareşali İslâm ahlâkından bahsederek eleştiren yazıda şöyle deniyordu: "İnönü, dini vc milli ahlakın icabını yap- ü". Hastalan ziyaret, iadei afiyetlerine dua etmek, insaniyet muk- tczasıdır. Müslümanın müslüman üzerindeki 6. hakkı hasta oldu­ğu zamanlarda ziyarettir. Peygamberimizin komşularından bir hasta yahudiyi ziyaret etliği rivayet olunur. Kin, hasıl olan adavet­ten naşi, kalpte tutulan gayzdır. insanı kamil için kin tutmak ya­kışmaz. Milli alı lâk ta dini ahlak ta bize şu tavsiyelerde bulunuyor Hastalarınızı ziyaret ediniz, kimseye kin beslemeyiniz.."

CHP'nin yayın organı sayılan Ulus müslümanhk salıyor­du..

Ve o gün: 14 Mayıs.. Seçimler yapıldı... Sonuç: DP 434, CHP 52

152

DP İKTİDARI

Yeter Artık Söz Milletin (Mi?)

Daha 1946 larda bu işin sonu belli olmuştu. Missouri'nin İs­tanbul limanını ziyaretindeki coşku, Türkiye'deki yeni yönelişle­rin ilk habercisi gibiydi. Nadir Nadi bile Amerika'ya övgüler dizi­yordu köşesinde. Artık Türk ve Amerikan iki dosttu. Türk ve Amerikan bayrakları artık tokalaşan iki insan eli ya da çapraz bir dostluk senbolü gibiydi.. Yine Cumhuriyet, iki ulusu temsil eden selamlama atışı yapan iki bayraklı topçu bataryasının altına şunla­rı yazmıştı: Düşman çatlatan!

13 Mart 1947 de Cumhuriyet gazetesi "Truman'ın Tarihi Nutku" nu manşetten veriyordu: "Türkiye'nin milli bütünlüğü, Or­tadoğu nizamı için şarttır!" Gazete, ABD nin Türkiye ve Yunanis­tan'a 400 milyonar dolarlık yardım yapılacağını da duyuruyordu. "Türk ve Yunan askeri personellerinin yetiştirilmesi için her iki memlekete de müşavirler gönderilmesine karar verildiği" belirti­liyordu.

Aynı gün Nadir Nadi Cumhuriyet gazetesinde "Bindiğimiz Dal" başlığı altında, CHP-DP ilişkileri ile ilgili olarak şunları ya­zıyordu:” Memleketimizde bir ikinci siyasi parti kurulmasına razı olduktan sonra, CHP, arasa taraşa bu işi Celal Bayar'dan daha iyi başaracak bir lider bulamazdı! İttihat ve Terakki devrinde po­litika hayatına atılan, İstiklal savaşı boyunca Ankara'da çalışan, Atatürk inkilablarının ilk gününden son gününe kadar devlet ida­resinde mühim vazifeler gören bu adam, herşeyden önce yurtse-

153 verliği, samimiyeti ve ağırbaşlılığı ile tanınmış bir şahsiyetti. Dün ak dediğine bu gün kara demesi, hele memleket menfaatleri­ne aykırı bir takım kombinezonlara girişmesi ondan beklenemez­di. Üzerine titrediğimiz inkilab eserlerine karşı, herhangi bir bal­talama hareketine Celal Bayar önayak olamazdı. İleri Demokra­siye yem yeni alışmak isteyen bir cemiyet içinde muhalif partinin başına böyle bir adam bulmak, kolay ele geçer bir fırsat değildir. Onun için ilk zamanlar, halktan buna pek inanamayanlar görül­dü. DP yi bir muvazaa oyunu zannedenler, tereddüt ediyor, ne yapacaklarını bilemiyorlardı. İki parti programı arasında esaslı farklar bulunmaması da şüpheleri kuvvetlendiriyordu. Bir mu­vazaaya alet olmadıklarını geniş halk tabakalarına anlatıncaya kadar Celal Bayar ile arkadaşlarının epeyce yorulduklarını tah­min edebiliriz"

1948 yılına gelindiğinde, her iki taraf hemen hemen her ko­nuda birbiri ile yanşıyordu. Mesela Yozgat'ta devam eden Seçim kampanyası, CHP li ve DPliler arasında camiye gitme yanşına dönmüştü. CHP başkan vekili Hilmi Lran ve DP Genel Başkanı Bayar, Yozgat'ta Cuma namazına yetişmek için biri trenle ötekisi karadan yola çıkmışlardı.. 31 Ocak tarihli Cumhuriyet konuyu manşetten veriyordu..

12 Mayıs 1949 tarihli Cumhuriyet gazetesinin manşetinde ise tnönü ve Tınmanın karşılıklı mesajlan yer alıyordu: "Atlantik paktı Türkiye’nin emniyetini tezyide yaramıştır" "Başkan Tru- man diyor ki: "tik olarak Türkiye ve Yunanistan için ifade edilmiş bulunan bu prensibler bu pakt ile diğer hürriyetsever milletlere de teşmil olunmuştur."

İnönü ise Başkan Truman'a gönderdiği mesajda şöyle diyor­du: " Bay başkan, Dışişleri bakanı bay Necmeddin Sadak'ın BM Genel Kuruldaki Türk Murahhas heyetine riyaset ve Washing- ton'daki yüksek Amerikan şahsiyetleri ile temas etmek üzere Amerika'ya hareketinden istifade ederek, gerek Türk milleti tara­fından, gerek benim tarafımdan büyük Amerikan milletine ve mümtaz başkanına karşı duyulan samimi dostluğu ve derin hay­ranlığı teyid için ekselanslarınıza bu mesajı gönderiyorum.. Dı­şişleri Bakanımızın temasları ve konuşmaları esnasında tam bir

154 hüsnü kabule mazhar olacağından ve memleketlerimizi bağlayan sıkı dostluğun ve karşılıklı münasebetlerimizi vasıflandıran sami­mi işbirliğinin daha ziyade kuvvetleneceğinden şüphe etmiyo­rum. Türkiye'ye haiz olduğu ehemmiyeti vermekten hali kalma­mış bulunan kıyasetli ve uyanık siyasetiniz benim bu husustaki kanaatimi takviye eylemektedir. Bu münasebetle dünyanın geçir­mekte bulunduğu en nazik devrelerinden birinde bize , Amerika Birleşik Devletleri tarafından yapılan ve bütün Türk Milleti'nin en derin şükranlarına mucib olan pek kıymetli askeri yardımı has- seten zikretmek isterim. Gerek şahsi saadet ve sıhhatiniz, gerek Amerikan milletinin refahı için en iyi temennilerimi sunar ve de­rin saygılarımızın kabulünü dilerim."

Aslında DP kazanmasa idi bile, Türkiye'nin yeni rotası belli olmuştu.

6 Mayıs 1945 te Almanya teslim olurken, zaten bazı şeyler de belli olmaya başlamıştı. 1946 nin 19 Eylül'ündc Çörçil Avrupa Birleşik Devletleri fikrini ortaya attı. 5 Haziran 47 de Marslıal programı gündeme geldi ve 4 Nisan 1949 da NATO, ardından da 1949 yılının 5 Mayıs'ında Avrupa Konseyi resmen kuruldu. 4 Ha- ziran'da ise Avrupa konseyine üye olduk. Bütün bu gelişmeler Ankara'yı çok yakından etkilemeye devam etti. Avrupa ile bütün­leşme ülküsündeki Türkiye ister istemez batı ile uyumlu bir politi­ka içine ginne zorunluluğunda hissediyordu kendini. DP bir yerde bu yönelişlerin ürünü olarak ortaya çıktı. ABD ve batı, bir yandan iktidarla ipleri koparmamaya özen gösterirken, öte yandan yeni, daha uyumlu bir iktidar oluşumu için Ankarayı zorlamayı da ih­mal etmedi. Bir bakıma DP bu siparişin ürünü olarak siyasi hatta yerini

aldı.. Washington, hemen seçimler öncesinde yaptığı bir açıkla­mada "Hangi parti kazanırsa kazansın, askeri ve iktisadi yardımın devam edeceği" mesajını veriyordu.

1950 Ocağı'nda (23 Ocak'ta) ilk kez Kıbrıs konusu TBMM de görüşülürken, AvrupalI dostlarımızı gücendirmemek için Dı­şişleri Bakanı Necmeddin Sadak" Bizim Kıbrıs diye bir mesele­miz yoktur" diyordu. Ama bütün bunlar CHP yi kurtarmaya, batı­nın gözüne girmeye yetmedi. 21 Şubat'ta yeni seçim yasası yürür-

155 lüğe girmiş, 1 Martta da yeni seçimlerin 14 Mayıs'ta yapılacağı açıklanmıştı. Arada 2,5 aylık bir zaman vardı. Arada Mareşal'in ölümü, ortamı daha da kızıştırdı ve sonuç daha seçim başlamadan belli oldu.

16 Mayıs tarihli gazeteler DP nin "Muhteşem zaferini" man­şetten veriyorlardı. CHP kabinesinden bir iki kişi dışında kimse milletvekili olarak meclise girme şansına bile sahip olmamışa. Bu durumda iktidarda kalmak mümkün değildi. Daha ilk günden Ba- yar'ın Cumhurbaşkanı olacağı, Menderes'in başbakan olacağı belli olmuştu. Seçim sonuçlarının ilk belirlenmeye başlandığında 36 ilde DP nin tam liste kazandığı, 385 milletvekilliği alınmasının muhtemel olduğu belirtiliyordu. İnönü'nün ise 19 Mayıs'ta konu ile ilgili açıklamalarda bulunacağı duyuruluyordu aynı günlü ga­zetelerde.

Durum daha da vahimdi. DP 434 milletvekili çıkartmıştı. CHP ye düşen ise 52 idi.

CHP ve DP lilerin adaylarının mesleklere göre dağılımı şöy-

le idi: Meslekler

CHP aday sayısı

DP aday sayısı

Avukat

54

88

İdareci

51

69

İktisatçı, bankacı

46

12

Doktor

44

52

Esnaf-Tüccar

41

55

Eğitimci

40

19

Çiftçi

39

56

Belediyeci

18

-

Mühendis

16

20

General

14

-

Ziraat Uzmanı

14

-

Subay

13

23

Eczacı

13

5

İlahiyatçı

4

2

Hariciyeci

3

-

İşçi

3

3

 

156

înönü seçimlerden önce "Seçimlerin sonucu nc olursa ol­sun, kadere boyun eğmek gerekecek.. ” diyordu. Seçim sonuçları­nı ise şu cümlelerle karşıladı: "CHP iktidarı kaybetmiştir. Bu bir vakıadır."

Hikmet Bila, CHP tarihi isimli kitabında bu sonuçları şöyle değerlendiriyordu: "Türkiye ulusal kurtuluş savaşıyla yeni bir ya­pı kazanırken, yeni bir çıkmazla da karşı karşıya geliyordu. Gen kalmışlık ve kalkınma.. Bütün sorun, "Askeri vc siyasi zaferi eko­nomik zaferle taçlandırmak"!!. Bıı nasıl gerçekleştirilecekti? Hangi yol ve yöntemle..? Ulusal kurtuluş savaşında birleşen sos­yal güçler, bu konuda, batı kapitalizmine taklitten öle ciddiye alı­nır bir görüşe sahip değillerdi.. Türkiye gibi, geri bırakılmış ülke­lerde asker, sivil bürokrasisi zaman zaman sınıl niteliği göstere­rek ülke yönetiminde belirleyici rol oynayabilir. Nitekim olan da budur.

Gerçekte, Türkiye, tercihini 1923 İktisat Kongresi ile belir­lemişti. Ulusal kurtuluş savaşının en güçlü dayanağı eşraf, ticaret burjuvazisi idi. Mütegallibe seçimini yapmıştı: Türkiye kapitalist yoldan kalkınacaktı.. Böylece, coşkun nutuklar, heyecanlı ifade­ler, tarihsel gelişimin diyalektiğinde, gerçek yer vc boyutlarına kavuşuyordu...

1930 larda başlayan devletçilik politikası da, özel sermaye­yi beslemek vc giderek devlet kapitalizmine dönüşmekten öte bir anlam taşımıyordu. Giderek güçlenen burjuvazi, artık bürokrasi­nin gölgesinde değildi. Aksine, bu kez, palazlanan bu kesimin ağır gölgesi, bürokrasinin üstüne çökmüştü. Çalıştıran - sayinden isti­fade edilen • vc üzerinde kâr hesaplan yapılan halktan ise henüz , siyasal bilinç anlamında bir eser yoktu. Çünki daha başlangıçta, Türkiye'deki kapitalizm sanayici değildi. Bu nedenle, nicelik ola­rak cılız olan işçi sınıfı ile birlikte geniş köylü kitleleri de ekono­mik vc siyasal baskı sonucu nitelik olarak ta gelişmemiş vc yeterli bilinç düzeyine ulaşamamışa.

1945 İcre gelindiğinde bir yandan dış dünya koşullan, diğer yandan bürokrasiyi altedecck güce ulaşan işbirlikçi burjuvazi diz­ginleri tamamen ele geçirebilme noktasına gelmişti. Ve bütün

157 halkın partisi CHP den kopmalar, sınıfsal yapının netleşmeye baş­ladığını gösteriyordu. Bu çatışma, biçimsel demokrasi olarak an­laşma ile sonuçlandı ve -çok partili hayat- böyle ortaya çıktı. 1940 larda sömürü olanaklarını sağlam kazığa bağlayarak geliştirme amacı güden ve savaşın şa'şalı galibi -Büyük Amerika- nin serma­yesine avuç açan yerli egemen güçlerle, Sovyetler'e karşı ileri ka­rakol arayan Amerika Türkiye'de siyasal iktidarı ele geçirme nok­tasında birleşmişlerdi.

1947 den sonra, dizginleri tamamen ele geçirmiş olan bu ik­tidarın, 1945 te ısrarla savunduğu slogan işte budur: "Çok Partili Hayat”..

Artık, CHP - DP kavgası - Çok partili kapitalizmin kutsal it­tifakı- çerçevesinde, dışa bağımlılık ve işbirlikçi burjuvaziye ödün yarışı haline gelmiştir. Bu noktadan sonra, CHP iktidarı sal­lanırken, bir zamanlar ısrarla savunduğu inançlarından ve eserle­rinden birer birer vazgeçecektir. Öyle ki, çiftçiye toprak dağıtımı­nı öngören bir yasayı uygulamakla bir toprak ağasının görevlen­dirilmesi, Köy enstitülerinin güdük edilmesi, kalkınma planları­nın rata kaldırılması, değişmez genel başkanlığın, milli şefliğin kötülenmeye başlanması, varlık vergisinin ilga edilmesi, CHP nin kendi elleri ile yaratıp sonra yine kendi elleri ile boğazladığı de­ğerleridir.... DP geliştikçe vc güçlendikçe, CHP, bu parti ile batıya yaranma yarışma girmiş ve ödün üstüne ödün vermeye başlamış, alt yapı dcvrimlcrinin sözünü bile etmez olmuştur CHP. Halkın desteğini sağlayan DP de iktidar olmuştur bu arada."

Meclis 22 Mayıs'ta toplanarak yeni Cumhurbaşkanını seçti. Sonuç:66 ya karşı 387 oyla Bayar Cumhurbaşkanı! 47 DP'li Ba- yar'a oy vermejmişti. İnönü de CHP oylarından 14 fazlasını almış­tı. Aynı gün Bayar Menderes'i başbakan olarak atadı.

Yeni kabine şu isimlerden oluşuyordu:

-Başbakan:Adnan Menderes

-Adalet BakanrHalil Özyörük

-Milli Savunma Bakanı: Refik Şevket İnci

-İçişleri Bakanı: Rükncddin Nasuhioğlu

-Dışişleri Bakanı: Fuat Köprülü

158

-Milli Eğitim Bakanı: Avni Başman

-Bayındırlık Bakanı:Fehmi Belen

-Ekonomi ve Ticaret Bakanı: Zühtü Velibeşe

-Maliye Bakanı: Halil Ayan

-Sağlık Bakanı: N.R.Belger

-Tarım Bakanı: Nuri Özsan

-Gümrük ve Tekel Bakanı: Nihat Eriboz

-Ulaştırma Bakanı: Tevfik İleri

-Çalışma Bakanı: Haşan Pnlalkan

-İşletmeler Bakanı: Muhlis Ete

DP iktidarının ilk icraatlarından biri resmi dairelerdeki înö- nünün resimlerinin indirilmesi genelgesi olmuştu.. Bu genelge Türkiye'de yeni bir dönemin başladığını gösteriyordu.. Zaten ge­nelge gönderilmeden de bir çok yerde resimler indirilmişti bile.

Menderes, ilk zafer sarhoşluğu içinde, ölene kadar yakasını bırakmayacak talihsiz sözlerini sarfeder: "Bu demokrasi değil, bu bir kan davasıdır."

Seçim sonrası yapılacak CHP 8. kurultayı öncesi şartları Doğan Nadi şöyle anlatıyor "Bu sabah otelden çıktım. Kurultayla ilgili bir iki bilgi almak için CHP ye mensup bir dost arıyorum. Yok. Ankara Palas salonlarıyla Karpiç lokantasında ve caddeler­de kime rastgeldimse hepsi Demokrat. Onlara Ankara'ya gelişi­min nedenini anlaUyorum. Gülüp alay ediyorlar. Meğer Halk Par­tisi asıl düşmanlarını yıllar yılı kendi içinde besler dururmuşta, farkında değilmiş. Herkes 15 Mayıs Demokratı kesilmiş."

Nadir Nadi'nin CHP nin yapısına ilişkin bir tahlili, insana bu günki ANAP iktidarını meydana getiren seçmen kitlesini hatırla­tıyor:" Halk partisi uzun zaman madde ve sayı üslünlüğünü.bir kuvvet kaynağı saymaktan kendini kurtaramadı. Kendi bünyesini meydana getiren kalabalığın uyumunu hiç dikkate almadı. Sofla ile sosyalist, ırkçı ile milliyetçi, liberalle devletçi yıllarca onun ku­cağında barındılar. İdeolojik sistemin motoru, şefin kafatasından ibaret olduğu için bu gayet tabii idi. Partililer arasındaki likir ve tartışma hürriyeti lağvedilmişti. Ana prensipler üzerinde konuşu­lamazdı. 18. y.y. liberalizminden Marks Sosyalizmine, Eflatun

159

Cumhuriycti'ndcn Hanefi mezhebine kadar bütün doktrinleri gü­nüne vc saatine göre kabullenmek ihtimali vardı. Onun için Halk Partisi’nin görünürdeki kalabalığı gerçekte bir zayıflık işareti idi"

17 Haziran'da, yani yeni hükümetin kurulmasından bir ay sonra ilk yapılan iş, Ezanın Arapçaya çevrilmesi idi. Meclis oy birliği ile Arapça ezan yasağını kaldırıyordu. CHP milletvekilleri dc kanunu "Tasvip vc kabul" etmişlerdi. Alkışlar, bağırmalar,sıra kapaklarının çıkarttığı gürültü vc sevinç havası mecliste olağa­nüstü bir hava estiriyordu. DP lilcr slogan alan milletvekillerini teskin etmek için büyük çaba gösteriyordu. Kemalisllcr bu hava içinde takke,cübbe ve sarığın suç olmaktan çıkartılmasından kay­gı duyuyorlardı. Bayann talimatı ile DP li yöneticiler ise, DP mil- Ictvcki 1 İcrindcki galeyan halinin önlenememesi halinde bu işin nerelere kadar uzanacağından endişe duyuyor ve önlemeye çalı­yorlardı..

Aynı günki gazeteler,Hidrojen bombası yapımını tek sütun­da verirlerken, Ezan olayı tüm manşetleri kaplıyordu. CHP bün­yesinde baş gösteren görüş ayrılığı partiyi parçalanma noktasına getirmişti ve İnönü birliği sağlamaya çalışıyordu. Bu arada DP li­lcr, CHP nin en önemli dayanaklarından biri olan Halkevlerine yapılan devlet desteğini bloke etme karan alıyorlardı. Halka veri­len ekonomik refah vadinin ilk uygulaması ise Şeker fiatlannın in­dirilmesi idi. Toz şeker 172 kuruştan 142 kuruşa, Kesme şeker ise 180 kuruştan 160 kuruşa indiriliyordu. Ortalama %15 lik bir indi­rim sözkonusu idi.

Herşey bir oldu bitli içinde gerçekleşiyordu. Oysa DP ile CHP arasında nc fark olduğu konusu bir kaç muhalif milletvekili­nin iddiası olarak politika koridorlarında kaybolup gidiyordu.

Scbilürrcşad dergisinin Haziran 1949 tarihli sayısında, CHP ile DP nin özdeşliği üzerine Eşref Edip beyin sert bir yazısı çıkmıştı.. "Dine karşı takip edilecek siyaset hususunda CHP ve DP liderlerinin tam bir mutabakat vc ittifak halinde olduğunu id­dia eden Eşref Edip bu konuda şu görüşlere yer veriyordu:"

160

Dine Karşı Takip Edilecek Siyaset Hususunda Halk Par­tisi ile Demokrat Parti Liderleri tam mutabakat ve ittifak halin­dedir.

Mahut kanunda "laiklik" tabirinin tarifi mutlaka yapıl­mak zarurîdir.

Demokrat Parti büyük kongresinden din hürriyeti hakkın­da gönüllere ferahlık verecek neticeler bekliyen millet, inkisarı hayale uğramıştır. Dia hürriyetini tahdit ve takyit yolunda Halk Partisi liderleriyle evvelce hususi suretle anlaşmış olduğu söyle­nen Demokrat Parti liderlerinin bu hareketi tamamiyle dnğru ol­duğu Başkanın nutku ve verilen kararlarla tezahür etti. Zaten parti erkânından Köprülünün mecliste mahut kanunun müzake­resi sırasında Halk Partisinin getirdiği bu kanunu Demokrat Parti namına uzun uzadıya içten gelen bir hararetle müdafaa et­mek suretiyle kraldan ziyade kral olması herkesi hayrete düşür­müştü. Fikre karşı jikirle, ilme karşı ilimle, hukuka karşı hukukla karşı durabilmekten tamamiyle aciz kalan Halk Partisi için de ınokrasi ile, anayasa ile, din hürriyetiyle ve lâiklik ile asla kabili telif ohnıyan böyle şiddetli tedbirlere müracaat zarurî idi, yirmi beş seneden beri dine karşı takip ettiği siyaseti yürütmek için bunlardan başka çare kalmamıştı. Fakat hürriyet misakı ile bü­tün hürriyetleri müsavi surete temin etmek, bilaistisna bütün an­tidemokratik kanunları tadil eylemek daiyesiyle ortaya çıkan, millete karşı sarih taahhütlerde bulunan, millete isnad olunan ir­tica töhmetlerini reddeden Demokrat Parti liderleri nasıl olur da böyle bir kanunu müdafaa edebilirdi? Müdafaa şöyle dursun, bu­na karşı en şiddetli bir muhalefet göstermesi icap etmez miydi? Hiç olmazsa taraftarlık göstermiyerek sükût de edemez miydi? Acaba Demokrat Parti liderleri, Millet Partisi muhalefet göster­diği için onunla aynı safta bulunmamak üzere hislerine kapılarak mı böyle yapmışlardı? Yoksa bu hususta Demokrat Parti liderleri -denildiği gibi- Halk Partisi liderleriyle kalben tamamiyle bera­ber mi bulunuyorlardı?

Şimdi Başbakanın meclisteki ifşaatından anlaşılıyor ki De-

161 mokrat Parti lideri Halk Partisi liderleriyle hususi surete görü­şüp mutabık kaldıktan sonra mahut Balıkesir ve Bursa nutukla­rında lâiklik meseleleri hakkında malûm surette beyanatta bu­lunmuştu. Mecliste de Demokrat Parti namına Fuad Köprülü Halk Partisinden çok fazla bir hararetle bu kanunu müdafaa edince artık bu hususla iki parti arasında tam mutabakat olduğu tahakkuk elmiş oldu. Bu, bir muvazaa değildi. Muvazaa, el altın­dan anlaşıldığı halde zahiren muhalif gibi görünmekti. Halbuki Demokratlar Halk Partisi ile bu hususta tam mutabakat halinde olduklarını açıkça beyan ettiler. Hattâ Halk Partisinden daha zi­yade ileri gittiler Bu suretle Demokrat Parti liderlerinin dine karşı takip edecekleri siyasetleri tamamiyle tezahür etmiş ol­du.

Fuad Köprülünün meclisteki aldığı o tuhaf tavrı kongre de­legeleri de hayretle karşılamış ve Köprülünün bu hareketini ten­kit etmişlerdi. Köprülü buna cevap verememiş kürsüye çıkıp ken­disini müdafaa etme cesaretini gösterememişti.

Yalnız Celâl Bayar birkaç cümle ile Köprülüyü müdafaa et­mek istemiştir. Celâl Bayar nutkunda bu meseleden bahsederken filhakika Başbakanla bu hususta görüştüklerini itiraf etmiş, an­cak «bu kanun da diğer kanunlar gibi bir baskı vasıtası olmasın» dediğini ve Başbakanın da teminat verdiğini, şahsına emniyet edilmesini söylemiştir. Acaba bu kanunun baskı vasıtası olma­ması hakkında Bayar'ın istediği ve Başbakanın da verdiği temi­natın mahiyeti nedir? Bayar'ın baskıdan maksadı, din hürriyeti­ne karşı baskı yapılmamasımıydı? Muhaverenin siyak ve sibakı, istenen ve verilen teminatın ikinci noktaya matuf olduğu anlaşıl­maktadır. Nitekim Başkan, Demokrat Parti için bu siyasî temina­tı aldıktan sonra, kanunun müdafaasını hararetle yapmış ve mü­dafaasında bu kanunun din hürriyeti aleyhinde yeni bir baskı va­sıtası olması ihtimalinden hiç bahsetmemiştir.

Görülüyor ki parti idarecileri din hüriyeti meselesinin kongrede bahis mevzuu olmamasına çok ehemmiyet vermişler ve muvaffak olmuşlardır. Halk Partisi kongresinde din hürriyeti ve din müesseseleri hakkında söylenen çok geniş, çok şiddetli sözler

162 hatırlanırsa Demokrat kongresinde yüzde bir derecesinde bile bu meseleler bahis mevzuu olmadığı herkesin nazarı dikkatinden kaçmamış olduğuna şüphe yoktur. Acaba liderler, parti içindeki şahsî ihtilâflarla kongrenin zamanını ve kafasını doldurmamış olsaydılar, din hürriyeti meselesi esaslı bir surette bahis mevzuu olur muydu?

Bu hususta delegelerin eli boş olarak memleketlerine dön­meleri acaba parti azası üzerinde ne tesir husule getirecektir? Bu cihet bilâhare anlaşılacaktır.

Bugün tamamiyle tahakkuk eden bir nokta varsa Demokrat kongresi din hürriyeti meselesi ile ciddî surette alâkadar olma­mıştır. Ne delegeler, ne de parti idarecileri bu hususa lâyıkı veç­hile ehemmiyet vermemişlerdir. Yalnız bir delege mahut kanunu müdafaa ettiğinden dolayı Demokrat sözcüsü Köprülüyü mua­heze etmiş, bir delege de Demokrat Parti iktidara geçtiği zaman hıristiyan ve yahudi dinlerine karşı noktai nazarı ne olacağını sormuş, buna karşı Bayar da «memleketimizde yaşıyan hıristiyan ve yahudilerin daha tanzimattan beni serbest olduklarını, eğer din hürriyetlerini engelliyen bazı kısımlar varsa o engelleri de ortadan kaldıracaklarını» söylemiştir. Fakat müslümanların din hürriyetlerini engelliyen kısımlar var mı, yok mu? Varsa bunlar bertaraf edilecek mi, edilmiyecek mi? Bu hususta ne delegeler, ne de idareciler hiç bir şey söylememişlerdir. Halbuki din hürriyeti­ni tahdit eden nice antidemokratik kanunlar bulunduğunu dele­geler bilmese de parti idarecileri pekâlâ bilirlerdi.

Parti başkanı ikide bir yalnız umumî surette «Türk milleti müslümandır, müslüman olarak kalacaktır» sözünü tekrar et­mekledir. Mesele, Türk milletinin irtidat ederek hıristiyanlığı ve­ya yahudi dinini kabul edip etmiyeceği değildir. Türklerin din hürriyetlerini engelliyen antidemokratik kanunların tadil edilip edilmiyeceği hakkında Demokrat Parti nin noktai nazarı neden ibaret olduğunu açıkça millete bildirmesidir. Meselâ cemiyetler kanununda dinî mahiyette cemiyet teşkili memnudur, tamamiyle ibadetten ibaret olan namaza başlarken Kur'an diliyle kamet ge­tirmek cezayı muciptir.. Bu kanunlar demokrasiye, anayasaya.

163 din hürriyetine, lâikliğe uygun mudur, değil midir? Demokrat parti idarecileri niçin bu hususları kapalı geçiyorlar ? Birkaç de­fa kendilerinden sorduk, bu hususta açık beyanatta bulunmaları­nı rica ellik. Farmason tarikatinin icrayi faaliyet etmesine ne dersiniz? dedik. Cevap vermediler. Nihayet mecliste mahut kanu­nun müzakeresi sırasında Demokrat Parti namına Köprülü her şeyi açığa vurdu. Din hürriyetini tahdit eden antidemokratik ka­nunların tadili şöyle dursun, en ağır hükümleri ihtiva eden bir ka­nunun daha bunlara inzimamını partileri namına hararetle kabul ve terviç etti.

Demek ki Demokrat Parti de iktidara gelirse yapacağı bun­dan ibarettir. O halde dine karşı takip edilecek siyasette Halk Partisi ile Demokrat Parti tamamiyle müşterektir, tam mutaba­kat ve ittifak halindedir. Eğer millet Halk Partisi'nin dine karşı şimdiye kadar takip ettiği siyasetten memnun ise Demokrat Parti de iktidara gelirse bunu aynen devam ettireceğinden mutmain olarak hiç üzülmesin, Eğer memnun değilse Demokrat Partiden de bir şey beklemesin. O, şimdiden noktai nazarını tamamiyle açığa vurmuştur. Ha Halk Partisi, Ha Demokrat Parti, bu husus­ta ikisi de aynı şeydir, aynı hamurdandır.

O halde bunların kavgaları, davaları nedir? İşte seçim ka­nunu için az mı mücadele oluyor? Bundan büyük dava mı olur? Onların yerine bunlar, bunların yerine onlar geçecekler. Böylece nöbetleşe nöbetleşe devirler gelip geçecek. Millet de din hürriyeti gelecek diye sayıklayıp duracak. Millet din hürriyetinden bah­settikçe her iki parti tarafından müştereken irticayla, gerilikle, taassupla itham olunacak. İşte bu iki parti liderlerinin, idarecile­rinin müşterek karakteri!.. Halbuki memleketin her köşesinde bir lakım saf, temiz, adamlar ikiye bölünmüşler, nafile yere birbirle­rine hücum edip duruyorlar. Ne yazık! Ne boşuna gayret! Filân filân şahısların yerlerine filân şahıslar gelecek de ne olacak? Millet yine irticayla, gerilikle, taassupla itham olunacak değil mi?

işte iki bine yakın delege bir araya geldi de din hürriyeti na­mına ne yaptı? Ne yapabildi? Ne başarıda bulunabildi? Bir şey

164 yapabilmek şöyle dursun, din hürriyetinin lâkırtısını bile ' edeme­diler. İşle bu, böyle gelmiş, böyle gidecektir. İliç kimse kendi ken­dini aldatmasın. Hepimizin imanları zayıflamıştır. Allah cümle­ye iman selâmeti versin.

Şimdi bu iki partinin müştereken canlı gönülden tasdik ve tasvip etlikleri kanuna gelelim: Yani 163 üncü maddeye. Bu mad­denin ne kadar muhataralı bir kanun olduğu hakkında mecliste uzun uzadıya münakaşalar olduğundan bu hususta bir şey ilâve­sine hacet yoktur. Yalnız maddede «lâiklik esaslarını sarsmak maksadile» denildiğine ve «lâiklik» de tarif edilmediğine göre bu kanunun tatbikinde karşılaşılabilecek mahzurlara biraz temas etmek isteriz.

Aşırı cereyanlara karşı kanun yapılacak derken mesele büsbütün başka şekilde tecelli etti. Kamınla aşırı kelimesi olma­dığına göre anlaşıldı ki müfritler tarafından bu ağır hükümler hakkında fikirleri hazırlamak için «aşırı cereyanlar» lâkırdısı bir kalkan olarak ileri sürülüyormuş. Binaenaleyh aşırılığı, cere­yanlara değil, bu ağır hükümleri hazırlayan müfritllerin taassu­buna izafe etmek daha doğru olmaz mı?

iler ne ise Halk Partisi müfritleri öteden beri böyle müthiş bir silâh ellerine geçirmek istiyordular. Nihayet muvaffak oldu­lar. Kanunu müdafaa eden Başbakan bile konulan ağır hüf Hin­lerden tedehhüş ederek bunun tatbik olunmaması temennisinde bulunmuştur.

Kanun, hukuk esaslarına ve kaidelerine göre değil de siyasî zihniyetle hazırlanmış olduğu için herhangi bir.hâdise hakkında tatbiki halinde mahkemelerin büyük müşkülâtla karşılaşacakla­rında şüphe yoktur. Maddenin şu fkrasını dikkatle okuyalım:

«Siyasî menfaat temin veya şahsî nüfuz tesis eylemek veya her ne suretle olursa olsun, lâiklik esasını sarsmak maksadiyle dini veya dinî hissiyatı veya dince mukaddes tanılan şeyleri âlet ederek her ne suretle olursa olsun, propaganda yapan veya tel­kinde bulunan kimse bir yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezasiy- le cezalandırılır.»

Her şeyden evvel kanunlarda vuzuh lâzımdır. Buradaki ke-

165 itmelerin, tâbirlerin hepsi tefsir ve tevzihc muhtaçtır. Bilhassa «lâiklik» kelimesinden maksat izah olunmalıdır. Çünkü kanunun esası, ruhu bu kelime üzerinde temerküz etmektedir. Mevcut ka­nunlarımızın hiçbirinde «lâiklik» in tarifi yoktur. Vazıı kanuna göre lâiklik nedir? Hududu nereden başlar, nerede biter? Bunlar tamamiyle tarif ve izah olunmak icap ederdi. Vakıa lâikliğin mânâsı hukuku idare ve hukuku esasiyece malûmdu. Fakat bu tatbikatta medarı hüküm olamaz. Her devletin lâiklik telâkkisi aynı şekilde değildir.

Bilindiği üzere umumî surette dikliğin mânâsı dinle devlet idaresi işinin ayrılmasıdır. Bu, iki surette tecelli eder: 1. Kanun tanziminde, 2. İdarî teşkilâtta. Kanun tanziminde vazıı kanun, mutlak irade sahibidir, dinî veya gayri dinî hükümlerle mukayyet değildi. Hâkimiyet bilâkaydüşart milletin olduğu esasına daya­narak memleket ihtiyaçlarını, millet arzu ve iradesi, nazarı itiba­ra alınarak kanunlar tanzim edilir. Bu kanunlar, dinî hükümlere muvafık da olabilir, muhalif de. Lâiklik dinsizlik demek olmadığı­na göre, her kanunun mutlaka dine muhalif olması iktiza etmez; dine muvafık olması iktiza etmediği gibi. Nitekim bugün kanunla­rımızın bir çok maddeleri vardır ki dinî hükümlere muhalif değil­dir.

İlmî ve hukukî mânâsına göre lâiklik bu olduğu halde aca­ba bizim vazıı kanunumuzun laikliği telâkkisi böyle midir? Yoksa lâikliği, yapılan ve yapılacak olan kanunun mutlaka dine muhalif olması mânâsına mı telâkki eder. Yani dine muhalif olan kanunu lâiklik, dine muhalif olmıyanı da lâikliğe aykırı mı kabul eder?

İşte hu maddenin en mühim noktası budur. «Lâiklik» tabiri­ni vazıı kanun gayet açık ve vazıh olarak tarif etmelidir ki ona gö­re vazıı kanunun maksadı milletçe tevazzüh etmiş olsun.

İdarî teşkilâta gelince bu hususta da vazı kanunun maksadı ayrı bir maddei kanuniye ile izah olunmak icap eder. Bu sahada lâikliğin umumî mânasına göre dinî teşkilât, devlet teşkilâtı dahi­linde olamaz. Mutlaka ayrı olmak ve birbirlerinden müstakil kal­mak icap eder. Halbuki bizde Diyanet Riyaseti, Evkaf-ı tslâmiye İdaresi devlet teşkilâtı dahilindedir. Evvelce bu iki daire «Meşi-

166 hatı Islâmiye», sonra da «Şer'iye Vekâleti» ve «Evkaf Nezareti» unvanlariyle devlet teşkilâtı dahilinde bulunuyordu. Lâiklik ilân olunduktan sonra bu unvanlar kaldırıldı; fakat yine devlet teş­kilâtı dahilinde kaldı. Yalnız birinin adı «Diyanet İşleri Reisliği» oldu. Diğerinin ki de «Vakıflar Umum Müdürlüğü)'. Adları de­ğişti, fakat devlet teşkilâtından ayrılmadı. Dinle devlet idaresi ayrı olmak lâiklik iktizasından olduğu halde lâiklik esaslarına muhalif olarak bu teşkilât böylece kaldı, elan da böyledir. Gerek Diyanet Reisi, gerek vakıflar Umum Müdürü, diğer umum mü­dürlükler gibi, başbakanlığa merbuttur. Tayinleri devlet tarafın­dan yapılır. Bütçeleri devlet bütçesi dahilindedir. Memurları di­ğer memurlardan farksızdır. Herhangi bir devlet dairesi gibi va­zifesini ifa eder.

Bu vaziyet, laiklik esaslarına uygun mudur, aykırı mıdır? İlmî ve hukukî mânasına göre aykırıdır.

Bu aykırılığa rağmen, fiilî ve kanunî vaziyet böyledir. Şimdi biri çıksa da bu fiilî vaziyeti müdafaa etse, yahut bu müesseseler müdüriyeti umumiye şeklinde olacağına bir vekâlet şeklinde olsa daha iyi olmaz mı? dese laiklik esasları sarsılmış olur mu? Yeni kanuna göre bir suç işlemiş olur mu? Madem ki fiiliyatta böyle gi­rift vaziyetler vardır, vazıı kanunun bu hususları izah etmesi icap eder.

Sonra hilâfetin ilgasına dair 431 numaralı bir kanun var­dır. Bu kanunun birinci maddesi şöyledir:

«Madde 1- Halife hal'edilmiştir. Hilâfet, hükümet ve cum­huriyet mâna ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan, makamı hilâfet mülgadır.»

Birisi çıksa da: «Bu madde lâikliğe aykırı değil midir? Çünkü hilâfetin hükümet ve cumhuriyet mâna ve mefhumunda esasen münderiç olduğunu beyan etmektedir. Halbuki hilâfet dinî bir müessesedir. Lâik olan bir hükümet ve cumhuriyetin mâna ve mefhumunda nasıl mündemiç olabilir?» dese bir suç iş­lemiş olur mu?

Görülüyor ki bazı kanunlar tedahül ettiğine ve bazı fiilî va­ziyetlere göre vazıı kanunun lâiklikten maksadı ne olduğu vazt-

167 han anlaşılmamaktadır. Onun için bu kadar muhataralı ve şid­detli hükümleri ihtiva eden bir kanunda mutlaka lâikliğin tarifi olunması iktiza ederdi. Her ne suretle olursa olsun kanuna itaat zarurîdir. Ancak tatbikatta indî ve keyfî içtihatlara mahal kalma­mak üzere ilk fırsatta lâiklik hakkında kanuni bir tarif yapılmak pek münasip olur. Başkabantn temennisi veçhile bu şiddetli ka­nunun hiç bir vatandaş hakkında tatbikine inşaallah mahal kal­maz.

Bu kanunun anayasaya, vicdan hürriyetine, demokrasi esaslarına ve hakikî lâikliğe muvafık olup olmadığı hakkında da ayrıca tetkikatta bulunacağız. Bugünlük bu kadar.

Eşref Edib

Bu olay kırdan bir ay sonra. Temmuz sonlarına doğru DP re­jiminin uluslararası politikadaki rengi de belirmeye başladı. 26 Temmuz tarihli gazetelerde, Kore'de hizmet etmek üzere BM em­rine asker vereceğimiz yazıyordu. Bakanlar Kurulu gece vakti olağanüstü toplanarak bu konuda karar almıştı "Korcyc gönderi­lecek Türk savaş birliği 4500 mevcutlu olacak." "Ankara'da da olağanüstü bir siyasi faaliyet müşahede ediliyor. Cumhurbaşkanı, başbakan vc dışişleri bakanı, Washington büyükelçimiz Erkin ve Selim Sarpcr'le yarım saat görüştüler" Telefon diplomasisinin ar­dından Bayar'ın başkanlığında toplanan kabine hemen karar ala­rak aynı gece durumu BM ye bildirecekti. Mc Arthur Kore'den ay­rılmayacaklarını söylerken,Amerikan hava kuvvetlerini büyütme kararı alıyor, dünya yeniden bir sıcak savaş havasına giriyordu. Türkiye safını belirlemişti. Bu büyük fedakârlığının karşılığında ise Amerikan askeri yardım heyeti üyesi Senatörü Cain İslan- bul"da "Atlantik Paktı'na alınmamız ihtimali"nden sözediyor ve "Türkiye'nin Kore harbine fiili surette yardımı Atlantik pakuna girmesini sağlayacaktır." diyordu.

Aslında ABD için CHP ya da DP farketmiyordu.. Eğer se­çimlerden galip çıkan taraf CHP olsa idi, yine aynı anlaşmayı im- 168 zalamakta herhalde bir güçlükle karşılaşmayacaktı. Zaten Ncc- meddin Sadak daha 1948 Martında "kıtamızı tehdit eden tehlike­lerden koruyacak bir teşekkülün temelini atmak lazımdır. Türkiye böyle bir teşekkülde yer almaya hazırdır" diyordu.. "Türkiye'nin Avrupa paktında yer alma fikri" daha o günlerde açıkça ifade edi­liyordu.

Aynı günlerde ülkede giderek artan anıikemalisl harekele­re karşı Bayar ve arkadaşları önleyici bir tedbir olaıak Atatürk Ko­ruma Kanununu meclise şevkettiler. 25 Temmuz’da kabul edilen yasaya göre Atatürk ün anısına hakaret,anıt,büst ve heykellerini tahrip etmek suç sayılacaktır."

3 Eylül de yapılan belediye seçimlerinde de DP 600 beledi­yeden 560 ıtıı alarak zaferini daha da pekiştirecektir.

17 Ekim'de ise ilk Türk Tugayı Kore'ye varacaktır. Mc An- hur ise Türk Tugayının Kore'ye gelmesi dolayısı ile HÜRRİYET GAZETESİ vasıtası ile Türk milletine şu mesajı yayınlamakla­dır:"... Birliğimize katılan bu muazzam kuvvetin bana Türkiye'nin ilk Cumhurbaşkanı ve dünyanın en büyük askeri liderlerinden biri olan Kemal Atatürk ile yakın dostluğumu hatırlatmış olma­sından sonsuz bir haz duyuyorum. Bu mesajımın Türk milletine HÜRRİYET gazetesi vasıtası ile duyurulmasını Misler Feridun Hikmet Es ten rica ederim.

Japonya'da Müttefik işgal kuvvetleri ve Uzak doğuda BM başkomutanı Douglas Mac Arthur"

1948 in 1 Mayısında İstanbul'da batılı çevrelerin desteğinde yayınlanan Hürriyet gazetesi,bir bakıma yeni siyasi oluşumun ta­bii sözcüsü durumundaydı. Celal Bayar burada yayınlanan malta leşinde batılı değerler yönündeki tercihini açıkça ifade ediyordu. İlginçtir, 1948 yılının 14 Mayısından iki hafta kadar önce yayın hayatına giren bu gazete, ilk sayılarında ısrarlı bir şekilde İsra­il'den sözcdccck, İsrail'in, 14 Mayıs'ta İngiliz himayesinin sona ermesinden 8 saat önce kuruluşunu ilan etmesinin ardından, İsra­il'i tanıyan ilk devletler arasında Türkiyenin de bulunmasının ar­dından, ısrarla İsrail'i öven ve tanıtan haberler ve yazılar yayınla­yacaktır.. ABD Hüıriyeti. Gürriyet'te Bayar'ı desteklemekledir.

169

Menderes ise daha 1948 yılının 27 Ağustosunda bağımsız­lık vc millilik prensiblcri konusunda şöyle diyordu:" Bir ülke için bu gün tarafsız kalmak mümkün değildir. Bu gün dünyamızda bir ülke için tarafsız kalmak imkansız hale gelmiştir. Amerika ve Rusya'nın önderlik ettikleri iki ayrı blokun ortasında kalmak, her ülke için hatalı bir yoldur. Milli veya bağımsız diye adlandırılan dış siyaset, gerçekte BM'dcki demokrasi anlayışından uzaklaş­mak demektir!"

Türkiye 1950 lerin sonuna geldiğinde, artık kendini herşeyi ile batıya, daha doğrusu Amerika'ya açmıştır. Ödün üzerine ödün verilmektedir. Kore'de Türk askerlerinin rolü, adeta, Amerikan askerlerinin daha az zayiatla geri çekilmesini sağlamak için inti­har komandoluğudur. Amerikan generali Walkcr bu gerçeği şöyle ifade ediyordu: "Düşman çok üstün bir kuvvetle belirdiği ve onun önünden çekilmek zorunda kaldığımız zaman Türkleri savaşa soktum."

1951 yılı DP için zor bir yıl olmuştu.. Kore bir kambur gib iktidarın sırtında duruyordu. İşsiz sayısı 1 Milyon 100 bine da­yanmıştı, cnflasyonisl baskılar ekonomiyi zorlamaya devam edi­yordu..

10 Ocakta Amerika'nın doğu Akdeniz filosunun komutanı Amiral Camc Ankara’ya gelerek, NATO dışındaki Akdeniz ülke­lerinin savunmasını görüşecektir..

3/4 Şubat günlerinde DP de Taşra ve Merkez arasında ilk sürtüşme ortaya çıktı. Merkezciler olarak bilinen Bayar-Mcndc- res İkilisi, halktan gelen baskılan göğüslemek için parti içinde sıkı bir disiplin vc otorite kurmuşlardı. DP, bir bakıma CHP üleşiyor­du. özellikle ekonomik .askeri vc dış politika konularında halkın bilgisi dışında kapalı kapılar arasında sağlanan mutabakatlar yö­nünde oldu bittiler ortaya çıkıyordu. Merkez hızla kuvvetlenerek taşrayı tekeline alma eğilimindeydi.

Bu arada 14 Şubat'ta Ankara'da "Amerikan elçileri konfe­ransı toplandı. Ortadoğu ülkelerindeki Amerikan elçileri 14-21 Şubat tarihleri arasında "Türkiye'nin Ortadoğu savunması için Amerika ile işbirliği yapma arzusu" üzerinde durmuşlardı. DP vc

170

CHP, ABD ile işbirliği konusunda mutabıktılar Türkiye'nin batı askeri blokuna girmesinin an meselesi olduğu görüşünde birleşen yorumcular, Türkiye'nin Ortadoğu için batı açısından bir kale gö­rünümü arzettiğini belirtmekteydiler.

Ancak parti içindeki huzursuzluk giderek artıyordu. Sonuç­ta 8 Mart gecesi Menderes Bayar'a istifasını verdi. Olay sadece bir oyundu.. Bir gün sonra Menderes tarafından kurulan yeni kabine­de sadece üç üye değişmişti. Böylccc Merkez gücünü vc kararlığı­nı göstermiş oluyordu. 17 Marı'ta bir demeç veren Menderes, Ata­türk inkilablarının bekçiliğini milletçe yapacaklarını belirtecek ve 25 Temmuz'da da koruma kanunu çıkartacakür. Bütün bunlar birer meydan okuma idi.

Bu arada 5 Şubat'ta îsraille hava ulaştırma anlaşması imza­layan Ankara, 20 Nisan'da Yunanistan'la, 28 Haziran’da Hindis­tan'la kültür anlaşmaları imzaladı. 27 Kasım'da da Almanya ile Ti­caret görüşmeleri başladı.

16 Eylül'dc 17 il'de yapılan ara seçimlerde DP oyların %52 sini alarak 18 milletvekili çıkartu. Oyların %38 ini alan CHP ise 2 milletvekili çıkarttı. DP nin oyları gerilemeye başlamıştı. Halk hükümetin son kararlarından sonra hayal kırıklığına uğramıştı.. Gülen iktidar artık dişlerini göstermeye başlamıştı.

Türkiye 20 Eylül'de NATO ittifakına girecektir. DP vc CHP saflarında karar memnunlukla karşılanacaktır. 3 Kasım'da ise SSCB Türkiye'nin NATO ya girme kararını sert bir nota ile pro­testo edecektir: NATO Savunma değil,saldırı amaçlı bir teşkilat­tır. Atlantik okyanusu ile hiç bir bağlantısı olmayan Türkiye'nin Atlantik paktına katılmaya daveti, Emperyalist devletlerin, Sov­yet Rusya sınırında tccavüzkâr amaçlarla askeri cephenin kurul­ması için Türk topraklarını kullanmak istemesinden başka bir an­lama gelemez."

1952 yılı hızlı başladı. CHP ve DP den istifalar ve ihraçlar birbirini kovaladı. Yunanistan'la iyi ilişkiler kurmak isteyen hü­kümet bu ülke ile temaslarını sıklaştırdı.. Türkiye artık Avrupa'ya giden yolda İsrail ve Yunan vizesinin önemini biliyordu. Judeo- Grek kültürü batının kimlik sentezini oluşturuyordu.. 9 Şubat'ta,

171

DP li milli eğilim bakanı Tevfik ilerinin valiliklere bir genelge göndererek din derslerinde Arapça harfler kullanılmasına karşı seri tedbirler alınması yolundaki uyarısı, bu yeni yönelişin dışa vuran yanı idi..

İktidar hızla ipleri eline almaya çalışıyordu. Menderes çıl­gın gibiydi.. 13 Nisanda yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu: "Radyo hükümetin bir organıdır. Hükümet tarafından kullanıl­maktadır vc herkesin mâlı olamaz. Radyoyu siyasi partilerle pay­laşmayacağız. Bunu artık anlamaları gerekir. Radyoda hertürlü parti politikasına yer vermemek için ve radyoyu hükümetin gö­rüşlerini aksettiren bir organ haline getirmek için elimizden gelen gayreti sarfediyoruz" diyecekti.

Demokrasi ve özgürlükler artık anlamını yitirmişti. Radyo sadece iktidarın borusu olacak ve "İcraatın içinden" programları yayınlayacaktı.

Kasım Gülck, Devlet radyosunun kendilerine konuşma im­kanı vermediğini öne sürerek sert bir şekilde eleştiriyordu. CHP genel Sekreteri Kasım Gülek, Strazburg'ta toplanan Avrupa Kon­seyi toplantısına kaülmak istcmiş,ancak hükümet bu konuda tah­sisat vermemişti. Bunun üzerine kendi imkanları ile Strazburg'a giden Gülck, burada BBC ye bir demeç vermiş, Türkiye'de Hürri­yetlerin baskı altında olduğunu söylemişti. Anlaşılan Gülck'in, ana muhalefet partisi genel sekreterinin bu kadar bile hürriyeti yoktu.. CHP hızla DP üleşirken, DP hızla CHP üleşiyordu!

lam bu günlerde Ceval Rıfat Atilhan'ın İslâm Demokrat Partisi de beklenmedik bir biçimde mahkeme kararı ile kapatıla­rak,aynı zamanda müslüman muhalefete de gözdağı verilecekti.. Avm gün Ankara'ya gelen Amerika'nın yeni büyük elçisi Mac Chcc ise Türkiye ile ABD arasında, Ortadoğu konusunda (İsrail'i kasdediyor olmalı) lam bir işbirliği umudu içinde olduğunu söyle­yecektir.

Menderes işe başlarken devr-i sabık doğurmayacakları andı içiyordu, "iktidar değişikliğinin memleketle maddi ve ruhi bir sarsıntıya meydan vermemesi ve bilhassa bir devri sabık yarat­mak gibi meşum temayüllerin önlenmesi esaslarında azmimiz ka-

172 tidir." Ama çok geçmeden Samct Ağaoğlu muhalefeti iftira vc is­nat metodan kullanmakla itham edecektir. 1952 den itibaren ipler daha da gcrilccektir. Bayar, yabancı sanayi ürünleri karşısında ko­ruma isteyen yerli sanayicilere karşı rest çekerken, CHP iktidara karşı bir boykot kampanyası başlatacaktır.

1952 Mayısı'nda Türk-Elen dostluk cemiyeti kurulacak, Türkiye ile Japonya arasında barış anlaşması imzalanacaktır. Bu arada Millet partisi kongresinde Atatürk'ün kabrine çelenk konul­ması yüzünden çıkan tartışmada, Atatürkçü kanat partiden ayrıla­caktır. Bir gün sonra da, Remzi Oğuz Arık, Ethcm Mcncmcncioğ- lu vc Tahsin Demiray'ın öncülüğünde Köylü partisi kurulacaktır. Daha sonra bu parti, Millet partisi ile birleşerek Cumhuriyetçi Köylü Millet partisi olacak vc bu akım giderek Türkcş’in önderli­ğinde 27 Mayıs'tan sonra Milliyetçi Hareket Partisi ni oluşturacak vc bu günki MÇP ye kadar uzanacaktır.

Ocak 1952 de İktidarla muhalefet arasında bir uzlaşma sağ­lamak için Menderes'le Faik .Ahmet Barutçu yuvarlak masa top­lantısı yaparak çözüm arayacaklardı. Ancak bu görüşmeler çözüm getirmeyecek, iktidar bir yandan irtica adına halk tabanı ile, mu­halefet cephesindeki sol kadrolarla hesaplaşmaya girecektir. 11 Ocak'taki uzlaşma toplantısının ardından Refik Koraltan'ın Sa­mandağ'da yaptığı seçim konuşmasında "Sabık hükümetin kul landığı Jandarma vc polisin müstevli Fransızların kullandığı Er­meni vc Fransız polislerinden daha menfur olduğu " şeklindeki sözleri bardağı taşıran son damla olacaktır.. Bir Avukat Koraltan'ı düelloya davet edecektir..

Köprülü ise Komünist tehlikesinden sözetmektedir:" Direkt komünist propagandasının ulaşamayacağı bölgelerde komünist ajanları, dini ve ideolojik propaganda ile hazırlanmış bir ağ al­makta, böylelikle hedefe vardıktan sonra da maskeleri indirmek tcdirlcr. Komünist propagandası Ortadoğuda ilk devresini ta­mamlamış değildir. Şimdiki halde bitaraf, emperyalizmle müca­dele, İslâmla komünizm arasında uygunluk gibi sloganlarla faali­yet göstermektedirler." Dışişleri bakanı Fuat Köprülü'yc göre, bu komünist ve irticai hareketlere karşı batı ile işbirliği kaçınılmaz

173

bir zarurettir.

17 Ocak 1952 de General Einsenhower, Türkiye'nin NATO ya üye olarak kabulü yönünde ilk talimatını verecektir.. 17 Şubat­ta da, 17 Ekim 1951 de tanzim edilen protokol kabul edilerek res­men yürürlüğe girecektir. Türkiye'nin NATO üyeliği konusunda iktidar ve ana muhalefet paıtisi arasında herhangi bir görüş ayrılı­ğı sözkonusu değildir. İktidar karan "Aziz milletimize hayırlı ol­sun" diye kutlarken, muhalefet, iktidan "Bu eser milli politikanın sağladığı milli bir eserdir" diye tebrik etmekleydi. CHP adına dı­şişleri komisyonunda konuşan Faik Ahmet Barutçu Türkiye'nin NATO ya tam üyeliği konusunda şöyle diyordu: "Bununla de­mokrasi prensibleri üzerine kurulu hürriyet ve meşru müdafaa sa­fında hükümetler arasındaki yerini çoktan beri almış bulunan Türkiye'nin durumu yeni bir teyidini bulmuştur."

Orhan Cemal Fersoy, bu konuda şu bilgileri vermektedir: "Devletin çelik kasalarda dahi saklanamayacak, hafızalarda mah­fuz tutulan sırlan vardır. Bu hususta bize tevdi edecekleriniz?., so­rusuna, sayın İnönü, herhangi bir müsbet cevap vermiyordu.

Bayar, madde olarak konuşmaya devam zorunda kaldığı için,

-NATO ya neden girmediniz diyor ve buna İnönü,

-Davet olundukta hayır mı dedik cevabını veriyordu.

Gerçekten, CHP iktidarının son başbakanı Şemseddin Gü- nallay- Türkiye için bu pakta girmek imkanı olmadığı -nı açıkla­mıştı.

Metin Kutusu: O yıl kimler gelmemişti ki Ankara'ya, -General Eiscnhower/Atlantik Orduları Başkomutanı -Amiral Carney/ NATO Güney Avrupa Komutanı

Bayar-İnönü,mülakatından esaslı bir sonuç elde olunama- mıştı.Ancak, İnönü'nün Atlantik paktına (Nato'ya) Türkiye'nin katılmasına karşı bulunmadığı anlaşılıyordu. Adnan Menderes hükümeti bu konuda faal bir çalışma göstererek iktidara gelişin­den iki seneden kısa bir zaman içinde Kuzey Atlantik Paktı'na da­hil olarak memleketin milli güvenliğini tam mânâsı ile takviye et­mişti"

174

-Mareşal Montgomery/NATO Başkomutan başyardımcısı -General Cannon/ABD Askeri yardım komiteleri başkanı -Mareşal Saundcrs/ NATO Avrupa Hava Kuvvetleri başko­mutanı

-General Ridgway/Atlantik Orduları başkomutanı

-Franc Pace/ABD Ordu bakanı

-General VVyman/Güneydoğu Avrupa Kara Kuvvetleri Ko­mutanı

-General Schlattcr/Güney Avrupa Kara Kuvvetleri Komu­tanı

-Amiral Cormich/NATO Deniz Kuvvetleri başkomutanı -Mr. KimbalI/ABD Denizcilik bakanı

-General Hardy/ ABD Kuvvetler Komutanı Vekili -General Vandcnberg/ABD Hava Kurmay başkanı -Amiral Wright. ABD Doğu Adantik ve Akdeniz kuvvetleri komutanı.

Ankaraya şeref veriyorlardı. Ankara'da kurulan yeni dost hükümeti selamlamak için geliyorlardı.. Kimdi bu kahramanlar, ABD nin bölge güvenliği için intihar komandoluğuna aday olan genç politikacılar.. Ankara, bu ziyaretlerden şeref buluyordu. Pa­ra geliyordu. Üstelik batı tarafından kabul edilmiş olmak, kendi meşruiyetine ilişkin batı kaynaklı bir icazete sahip olmak büyük bir onur veriyordu. Aynı günlerde 6. Filo artık sahillerimizde do­laşmaktadır vc İzmir Müttefik Ordularının güneydoğu karargahı­nın merkezi olmaktadır.

İktisadi kriz kapıdaydı. Geçen yılın 60 milyon liralık bütçe açığı iç borçlanmayla kapanmaya çalışılıyordu. Tam bu sırada Türk Devrim Ocakları kuruldu (23 Şubat 1952) Atatürk ilke vc in- kilablarını korumak vc savunmak amacı ile Behçet Kemal Çağ- lar'm öncülüğünde örgütlenen Ocak,iktidara karşı askeri ve ideo­lojik baskı oluşturmayı amaçlıyordu. Menderes bir ay sonra İstan­bul il kongresinde muhalefeti ihtilal havası içinde kışkırtıcılık yapmakla suçlayacaktı. Parti içinde tartışmalar oluyor ve muhale­fet te herşeye rağmen güçleniyordu.. İktidar iki kanat arasına sıkı­şıp kalmıştı. Halka taviz verse irtica eleştirisine uğruyor, halka sut

175 çevirsc muvazaa ithamı ile karşılaşıyordu.. Paıti tam bir çuval gö­rünümünde idi, birini tutmaya çalışırken öbür taraftan dağılıyor­lardı.. Kille partisi olmak,farklı inanç ve özlem sahiplerini bir po­tada eritme çabası DP yi zorluyordu.

İktidardakiler kendi içindeki dağılmayı gizlemek için mu­halefet içinden adanı transfer etmeye başladılar, 18 Martta 3 CHP milletvekili DP ye geçti. Bu arada Menderes basından kendilerine yakın olanları kayırmaya başladı..

Şcmseddin Günaltay, Köylü partisini kurma hazırlıklarım sürdürdüğü günlerde İçişleri bakanı Lüıfi Karaosmanoğlu Men­deres'le ihtilafa düşerek partiden ayrıldı. Bir kaç gün sonra da Şcmseddın Günaltaym.rüşvet ve iltimas,baskı vc kayırma suçla­ması parti içinde yeni tartışmalara sebeb olacak vc DP Çanakkale Milletvekili Emin Kalafat "Günaltayın ağır ithamları karşısında hükümetini açıklamaya davet edecekti" 10 Nisanda Kasım Gü- lek'in Burdur’da konuşmasının engellenmesi siyasi krizi daha da tırmandırmıştı. Menderes, "CHP ye göre biz diktatörüz ve ülkede asayiş yoktur" diyordu.

Menderes yalnız bir adamdı, rakiblcrinc ve halka rağmen ik­tidarda kalma savaşı veriyorlardı. Kemalist çevreden, muhalefet­ten gelen eleştirilere şöyle cevap veriyordu Menderes: "İnkilab kanunları acaba hangileridir ve tavizler hangi tavizlerdir. Galiba ezanın Arapça vc Türkçe okunmasını vc vicdan hürriyeti üzerinde yapılan baskının kaldırılmasını kasdcdiyorlar".. Menderes Millet Partisi çevresinden gelen müslüman muhalefete karşı ise" Gerek Halk partisinin tahrikleri vc gerekse Millet partisinin adeta haçlı seferlerini hatırlatan karanlık zihniyetlerle hareket edişlerinin za­rarlı olduğunu söylemekte kendimde hak görüyorum" diyordu.

Amerika kozunu iyi oynuyordu. DP ye baskı yaparak libera­lizmi, serbest piyasa ekonomisini kökleştirmeye çalışırken, CHP ye destek vererek irtica tehdidi adına, DP iktidarının halkın baskı­larına taviz vermesinin, müslüınanlarla yakınlaşmasının önüne geçilmeye çalışılıyordu..

19 Haziran da CIII’ 'arafından "Muhalefet yok edilmek iste­niyor" diye başlayan bir bildin yaymiaiidı n "ünlerde Osmanlı

176 hanedanına mensup kadınların Türkiye'ye dönebilecekleri kabul edildi. Ardından 31 Temmuzda Türk -İş kuruldu.. Hemen o gün­lerde Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri "İğrenç solcu düşüncelerin bütün propagandacıları bu enstitülere girmeyi başarmıştır” diye­rek Köy enstitülerini kapatma kararını açıkladı. Yine aynı günler­de hükümetin aldığı bir kararla İzmir NATO'nun güneydoğu ka­nadının karargâhı oldu!

Haziran ve Temmuz aylarında iktidardan iki önemli tepki alındı. 17 Haziranda Türkiye Sosyalist partisinin 14 üyesi gizli komünizm propagandası yaptıkları iddiası ile tutuklanırken bu olaydan yaklaşık bir ay sonra da Ticani davasından Pilavoğlu ve arkadaşlarına on yıl ağır hapis cezası verildi. Müslümanlara ve so­la dirsek çıkıldıktan sonra 20 Ağustosta milli tercih ortaya kondu ve karşılığı alındı. 20 Ağustosla Napoli de yapılan Avrupa güzel­lik yarışmasında Türkiye Güzeli Günseli Başar birinci oldu! 1930 yılında Atatürk'ün direktifi ile Atatürk ilke ve inkilabkırını, Türk kadınını dünyaya tanıtmak için Cumhuriyet gazetesi tarafından başlatılan güzellik yarışması 22 yıl sonra Menderes döneminde ilk başarı haberini veriyordu.. Bu başarı artık Türkiye'nin Avrupalı olduğunun bir göstergesi idi.

Bu olaydan kısa süre sonra Sıtkı Yırcalı kabineye girdi. İn­giliz Boraks Consalidet şirketinin Türkiye temsilcisi, Batıya kal­kan Tren'in yazan Sıtkı Yırcalı Menderes kabinesinde göreve baş­ladı. Bir kaç gün sonra da Menderes "Muhterem muhalefetten ha­kikatlere teslim olmalannı ve memleket hizmetinde birlikte şeref­le yürümelerini rica etmek zamanı gelmiştir" şeklinde tatlı sert bir uyarı geldi. 27 Eylülde İnönü Bursadan İktidarı hukuka saygılı ol­maya çağıracaktır. 11 Ekimde de CHP iktidan ağır bir şekilde il­ham eden bir bildiri yayınlayacaktır. Bu bildirinin hemen ardın­dan Menderes ve Köprülü İngiliz hükümetinin davetlisi olarak İn­giltere'ye gidecektir. Menderes'in İngiltere dönüşünde CHP den Hakkari ve Hatay milletvekilleri DP ye geçecektir.. DP nin ilginç bir taktiği de, CHP lilerin her DP ye yüklenişinde bir kaç milletve­kilini transfer etmeleri hadisesiydi.

22 Kasımda Malatya'da Ahmet Emin Yalman a bir suikast

177 düzenlenmesi, iktidarı muhalefet karşısında zor durumda bıraka­caktı. Menderes Yalmanın tedavisi için şahsen ilgilenmiş, büyük ilgi ve itina göstermişti, olaydan bir hafta kadar sonra hükümet, Yalman suikastinden "İki gerici örgüt" diye tanımladığı İslâm Demokrat Partisi ve Büyük Doğu Cemiyetini sorumlu tutmuş­tu.

10 Kasımda, Menderes halka şu mesajı veriyordu: "Atatürk huzur içinde yatabilir"

9 Aralıkta ise DP, Kemalist ilke ve inkilablara bağlılığını göstermek ve irticaya karşı olduğunu göstermek için, DP Samsun milletvekili Haşan Fehmi Ustaoğlu'nu Samsun'da çıkan "Büyük Cihad" isimli bir gazetedeki yazısını Atatürk ilke ve inkilablanna karşı olduğu gerekçesi :1c partiden ihraç etti. 12 Aralıkla Necip Fazıl, Yalman suikastı ile ilgili olarak tutuklanacak ve gazetesi kapatılacaktır. 27 Aralıkta ise Menderes İzmir'de CHP yi birlikte çalışmaya davet ederek, CHP nin İzmirdcki yerel kongresine katı­larak dostluk gösterisinde bulunacaktır.. Halk desteğini arkasına alarak CHP yle savaşan DP, şimdi CHP yi arkasına alarak halka karşı cihad etmekteydi. Oysa daha 21 Kasımda Kayscri'de şöyle diyordu: "Gericilik arttı demek, Türk milletine hakaret etmek de­mektir"

178

Yıl 1953

Yollar ayrılmaktadır artık.. Menderes giderek sertleşmekte­dir. CHP ise kendini toplamaktadır.. Halk büyük umutlarla des­teklediği DP den giderek desteğini çekmektedir. Yeni arayışlar ve çıkış yolları ise yine kapalıdır.. CHP döneminde zorla yapılan iş­ler, şimdi gene engellenmektedir, ama daha kibarca.. Yine de bu kibarlık büyük şehirlerde zenginlere karşı bir tavırdır, yoksa halk yine çatık giymekte, yine en gözde yiyecek pekmezdir.. Yine Jan­darma vardır.

Halktan gelen tepkiler giderek iktidarı zorlamaktadır. Müs­lüman kesimden gelen muhalefet yanında, milliyetçilerin muha­lefeti de giderek güçlenmektedir. 22 Ocak 1953 te Türkiye Milli­yetçiler Demeği kapatılacaktır.. Böylece DP yi iktidar yapan Müslüman ve milliyetçi kesim partiden kopmaktadır. Menderes gerginleşen ilişkileri yumuşatmak için 8 gün sonra gazetecilere bir açıklama yaparak demokratik tartışma ortamının teminat altın­da bulunduğunu söyleyecek, ancak siyasi istikran, nizam ve inti­zamı bozacak muzır cereyanlar karşısında titizlik gösterecekleri­ni açıklamaktadır.. Menderes'in Demokratik esaslar dahilinde ka­lacağız sözü, bir teminat olduğu kadar, icraatın demokratik temel­den uzaklaştığının kabulü anlamına da gelmektedir.

Menderes’in bu açıklamasından hemen sonra İnönü de ko­nuya ilişkin görüşlerini açıklayarak şöyle demektedir:" Memle­ketin bünyesini hertürlü irtica hareketine karşı korumak yolunda­ki hükümetin bütün icraatında ona yalnız müzaheret ederiz" Yani,

179

İnönü, muhalifi ve muarızı olduğu DP ye destek sözü vermekte­dir. Ancak bu destek, aynı zamanda CHP nin temelini dinamitle­yen Islâmi muhalefet ve milliyetçi muhalefettir. CHP, Müsiüman- lara ve milliyetçilere karşı DP'nin yanında olma sözü vermekte­dir.

Yine İnönü şöyle demekledir: "Rejimin teminatı bakımın­dan antidemokratik denilen eski kanunların ıslahı veya değiştiril­mesi acele ihtiyaçlardandır" İnönü artık DP den daha Demokrattır vc kendi dönemlerinde kabul edilen kanunların değiştirilmesini DP iktidarından talep etmektedir. İnönü'ye göre "Memleketin bü­tün iç idaresinde partizan tesirlerin kaldırılması lazımdır ve mem­leketi geriye götürmek, onun hayatına en ağır tehlikeyi davet eder"

Bu gelişmelerin ardından Celal Bayar 17 Şubatta CHP İs­tanbul il merkezini ziyaret ederek Halk partililerle ülke meseleleri üzerinde görüş alışverişinde bulunacaktır.

11 Şubat tarihinde ise, Bayar'ın CHP İstanbul il örgütünü zi­yaretinden bir hafta önce, İstanbul Gazeteciler Cemiyeti "Milli Tesanüt Ccphesi"nin kuruluşunu ilan edecektir.

Cephe, basının halka karşı,irtica iddiası ile savaş açması olayı idi. CHP nin aydm bürokrat ve asker kesiminden gelen bas­kılar karşısında DP bu örgütlenmeye karşı taviz vermeye kendini mecbur hissediyordu.. Cephe " İrtica vc ırkçılığa karşı hükümetçe alınan ve iktidar partisi islişari kongresi taralından da uygun görü­len bu harekelin muhalefet partilerince olduğu kadar, bütün mil­letçe desteklendiği ve benimsendiğini" ileri sürmekte idi. Cephe­nin oluşumu iktidarın bilgisi altında idi ve zaten İktidar partisi de daha önce bu yönde bir plan hazırlamış bulunuyordu. Menderes parti istişare kongresinde DP nin otel olmadığını söylüyor ve" bi­zim dışımızda olanların, kasden içimizde bulunmak sureti ile bizi istismar etmelerine artık müsadc etmeyeceğiz" diyordu. Aslında hâlâ kimin ne kadar CHP li, kimin ne kadar DP li olduğu belli de­ğildi.

16 Şubat toplantısında Hüseyin Cahid Yalçın Milli Tesanüt Cephesinin başkanlığına seçilecekti. Cephenin büyük komitesine

180

İstanbul Üniversitesi, İstanbul Barosu, Ticaret Odası, Sanayi Odası, Tüccar Demeği, Muallimler Birliği, Muallimler Cemiyeti, Türk Kadınlar Demeği, TMTF, Türk Devrim Ocakları, İstanbul İşçi Sendikaları, Eski Muharibler Birliği, İstanbul Gazeteciler Ce­miyeti temsilcileri katılmıştı. Büyük komite "Din vc mukaddesat istismarcılığı,nazi sistemi, ırkçılık ve komüniz.m tahrikçiliği ile devlet vc cemiyet nizamımızı, demokrasiyi, hak vc hürriyetleri­mizi tehdit eden aşın sağ vc sol tedhiş cereyanlarına karşı" olma kararı alıyordu.

Bayar, İstanbul'da CHP il örgütünde CHP yöneticilerine ir­tica karşısındaki görüşlerini anlatırken .aynı gün Menderes Gazi- antcpıc şöyle diyordu: "Milletimiz kin ve nefretten asla hoşlanma- ınaktadır... Türkün dinine kimse elini ve dilini uzalamaz, sizin ibadetinize karışmaya kim cesaret edebilir. Biz din düşmanlarına karşı hürriyetlerimizin müdafasını istiyoruz. Bu hürriyetlerimi­zin arasında vicdan hürriyetine taarruz edenler de vardır."

Hem CHP, hem de DP ilişkilerin kopma noktasına gelme­sinden endişe duyuyordu.. Sistemin devamı açısından her ikisi de birbirinin varlığına ihtiyaç duyuyor vc görünürdeki rekabetin ar­kasında birbirlerine,özellikle muhayyel bir rejim fikri çıralında destek veriyorlardı.. İnönü bütçe görüşmeleri sırasında "Partilera- rası münasebetlerin medeni olmasının, yalnız hal için değil, gele­cek açısından da önem taşıdığını" vurguluyor vc Menderes tara­fından alkışlanıyordu.

Bu gelişmelerden yaklaşık bir ay sonra Menderes bir basın toplantısı düzenleyerek, öğrenciler arasında bazı sol vc ticari tah­riklerle karşılaştıklarını belirtecek ve şöyle diyecektir: "Bazı te­şekküller, din vc milliyetçi kelimelerinin cazibesine kapılanlar­dan teveccüh vc rey toplama gayreti içindedirler. Dindarla mürte­ci, hatla mürteci ile irtica simsarını birbirinden ayırmak lazımdır. En tehlikelisi bunun bezirganlığını yapanlardır. Bunları ortadan kaldırmak vc hürriyet havamızı sıhhatli hale getirmek zorundayız. İlk adım olarak partilerin din mevzuunu bir politika mevzuu yap­mamaları lüzumuna inanıyorum. CHP BU HUSUSTA TAMA­MEN BİZİMLE BERABERDİR"

181

Aynı yıhn ortalarına doğru, hükümet yeniden ekonomik ko­nulara ağırlık vermeye başladı.. Bayar yabancı sermayenin teşviki için hükümeti zorlarken ,öte yandan özel forumlar ve localar ka­nalı ile Türkiye'ye yabancı sermaye akışını sağlamak istiyordu.. Bayar'a göre yabancı sermaye akışı, Türkiye'nin batılılaşma süre­cini teminata kavuşturmak için iyi bir araçtı. Bunu açıkça söylü­yor ve şöyle diyordu: "Beni memnun eden cihet, yerli ve yabancı işbirliğidir" Bu işbirliğinin ayrıntıları önemli değildi, özellikle ta­rım politikasının askıya alınarak sanayileşme politikasına ağırlık verilmesi ile birlikte yabancı sermaye ve yabancı teknoloji, ya­bancı yatırımlar konusu gündeme gelecekti..

Bayar yabancı sermaye ile ilgilenirken Menderes iç ekono­mideki sorunlar üzerinde çalışıyordu. TL'nin değerinin düşürül­meyeceğini söylüyordu ama,artık yatırım ve istihdam arttıkça kaynak zorluğu çeken hükümet için ya dış borç ya da para basmak tek çıkar*yo| olarak gözükecekti.. Para bulmak için bir başka yol.KİT ürünlerine zam yapmak , ya da vergi koymak olacaktı!

Bu arada Menderes, ABD ve batılı müttefiklerin belli olan talepleri doğrultusunda ülkedeki azınlıklara daha fazla ilgi göste­riyor, onların parlamentoda temsiline önem veriyordu. 1953 yılı­nın 29 Mayısında, Adnan Menderes Patrik Atenagoras'ı kutluyor­du. İstanbul'un fethinin 500. yılı dolayısı ile Atenagoras Mende­res'e iyi niyetlerini bildiren mesajını gönderirken bütün Ram orta- doks kiliseleri bir hafta süre ile matem tutmuştu. Yunanistan'daki bütün kiliseler ise Matem çanları çalmıştı.

Bu olayı takip eden günlerde basında değişik yazdar ve yo­rumlar çıktı. Bildiriler yayınlandı. Yakovas'ın bir bildirisi de miis- lümanların protestolarına yol açmıştı.

Menderes Patriğe gönderdiği telgrafta şöyle diyordu:

Sayın Athenagoras Eum Patriği

F.çnçr-Jsinııbıd

İstanbul fethinin büyük mana ve neticesi bugün hâlâ dünya­nın birçok yerlerinde tahkim ve temin edilmemiş olan vicdan hür-

182 riyeti ve medeni toleransın daha 500 sene evvel İstanbul’da tesisi için en geniş adımı atmış olmasındadır. Bu yıl dönümü dolay ısı ile zatıâlinize ve yüksek şahsiyetinize muhabbet ve hürmetlerimi sunarım.

Başvekil Adnan MENDERES

Patrik ise cevabi mesajında şöyle diyordu:

Ekselans Adnan Menderes Başvekil

Ankara

İstanbul fethinin mânâ ve neticeleri hakkındaki düşüncele­rinize iştirak ederek göndermiş olduğunuz telgraf münasebeti ile hararetli teşekkürlerimizi izhar eder.ve bilmukabele, aziz, sevgili ve âli ekselansınıza karsı duyduğumuz derin sevgi ve sonsuz say­gımızı teyid ederiz.

Bilvesileyle Cenab-ı Hak'tan, aziz vatanımızı şan ve şeref­ten şerefe yükseltmesini ve güzide mesai arkadaşlarınızla ekse­lansınıza yüksek vazifelerinizin ifasında sıhhat ve kuvvet bahşey- lemesini dilerim. 9.6.1953

Rum Patriği Athenagoras.!.

Bu günlerde bir rum gazetesinde yer alan "Din ve Siyaset" konulu makale ise , CHP ve DP yönetimlerinin azınlıklara ilişkin politikalarını kıyaslayarak, DP iktidarını savunuyordu.

Rumca olarak yayınlanan "Hronos" isimli gazetede 13 Temmuz 1953 günü yayınlanan makalcoe şu görüşlere yer verili­yordu:

"Evvelce yazdığımız gibi, geçen pazar günü, mutat olduğu veçhile Heybeli de Ruhban mektebinde bu sene mezunları şerefi­ne fevkalade bir tören tertib olunmuştur. Evvela mektep dahilin­deki (Aya Triyada) kilisesinde patrik Athenagoras’ın başkanlı-

183 ğında, Kadıköy, Adalar, Enez, Laodikiye ve Prikanisu metropo­litlerinin iştirakiyle büyük bir ayin yapılmıştır. Kilisedeki bu ayinden sonra mezunlar için yapılan törene başlanmış ve mutat küçük bir ayinden sonra mektep müdürü (Konya) melropolidi (Jakovas) mezunlara hitaben bir nutuk irad etmiş ve kendilerine iyi temenniler izhar etmiştir. Bundan sonra Adalar melropolidi ve mektep idare heyeti reisi sıfatıyla bir nutuk irad etmiştir. Bu se­nenin ilk mezunundan biri olan N. Kladofnilos, Patriğe ve mektep öğretmenlerine teşekkürü tazammun eden bir nutuk vermiştir.

Bundan sonra muhtevası itibariyle hazirunun üzerinde mühim bir tesir bırakan bir nutuk irad eden Patrik (Athenagoras) Amerika'nın muazzam bir devlet olduğundan ve bütün dünyanın mukadderatı üzerinde mühim bir rol oynadığından (NATO) teş­kilatının kuvvet ve tesirlerinden bahsederek memleketimizdeki eski iktidarla yeni iktidar arasında mukayese yapmış, bugünkü iktidarın nimetlerinden bahsederek Demokrat Parti iktidarının eski iktidarın aksine olarak Ruhban mektebi hakkında gösterdiği muzahereti övmüş, eski iktidar zamanında Ruhban mektebinin bir (Orta mektep) sıfatına haiz olmasına makabil bugünkü hükü­met zamanında ve mevcut mevzuatı kanuniyeye rağmen öğrenci­lere (Üniversite) tahsili yaptırabilen bir ilahiyat Fakültesi hali­ne ifrağ edildiğinden sitayişle bahsetmiş, eski iktidar zamanında Türçe tedrisatın çok kuvvetli ve ağır olmasından dolayı öğrenci­leri zor bir duruma soktuğu halde hali hazırda bunun hafiflediği ve bilhassa ejnebi öğrenciler için bir (kur) dan başka birşey ol­madığını söylemişti.

Patrik sözlerine devamla eski iktidar zamanında hariçten talebe alınmasının memnu bulunmasına mukabil şimdi bunun serbest olduğunu ve ve hariçten talebe alınabildiğini ve bu suret­le dünyanın her tarafından Amerika'dan, Ingiltere'den, Habeşis­tan'dan ve Yunanistan'dan öğrenci alabilmekte olduğunu söyle­miş, eskiden muallim bulmakta zorluk çekildiği halde şimdi yeni iktidar zamanında ejnebi muallim bulmanın kolay olduğunu ifa­de etmiş ve Yu.nan taiyetinde birçok muallimlerin mektepte vazi­fede bulunduklarını beyanatına ilave eylemiştir.

184

Yine o günlerde Patrikhane ile ilgili olarak Yeni Ulus'la yer alan bir haber, DP nin Rum milleLvckiİlerinin faaliyetlerinden sö- zetmekte idi.

ATHENAGORASTN HAZIRLADIĞI BİR TERTİP

Yeni Ulus'a İstanbul'dan telefonla bildiriliyor:

Patrik Athenagoras DP İstanbul milletvekillerinden Ahil- ya MOSHOS ve yine İstanbul milletvekillerinden diğer bir grup, şehrimizdeki ekalliyetlere 100 milyon lira değerindeki iki bin gayrimenkulu kazandırmak üzeredirler.

Memleketimize geldiği günden beri hükümet erkânı ve hü­kümet temsilcileri ile sık sık temasta bulunan, hatta dini siyasete alet etmekten çekinmeyen Patrik bu işin gerçekleştirilmesi için söz aldığı söylenmekle ve hatta Yunanistan'da çıkan Katimerini gazetesi. Başbakanın, Türk-Yunan dostluğunu gerçekleştirmek için bu işi yapmaya karar verdiğini açıklamaktadır.

Ekalliyetlere verilecek olan ikibin gayrimenkulun hikayesi şudur:

1913 senesine kadar hükmi şahısların gayrimenkullcre sa­hip olmaları hakkı kanunen tanınmıştır. 5 Şubat 1913 tarihinde neşredilen "Eşhası hilkmiyenin envali gayriınenkuleye mahsus kanunu" adlı bir kanunla hükmi şahısların namlarına gayrimen- kulleri tescil ettirmeleri kararlaştırılmış ve bu müesseselerin gayriınenkullerini bildirmeleri için 6 aylık bir müddet konmuş­tur. Bu müddet içerisinde müracaat sahiplerinin işlerini ikmal et­memiş olmaları dikkate alınarak daha sonra 6 aylık 3 temdit ya­pılmıştır. Bu devre içerisinde Fener patrikhanesi de kilise ve ha­yır müesseselerine ait yalan yanlış bir liste tanzim ederek ilgili mercie vermiştir. Buna rağmen bu iki senelik devre içerisinde ta­pu muamelelerini yaptırmadıkları için haklarını bazıları tama­men kaybetmişlerdir.

Aradan bir müddet daha geçtikten sonra Lozar muahedesi hükümlerine uyarak İstanbul'da muhtelit mübadele komisyonu toplanıp kanun kuvvetinde kararlar almaya başlamıştır. Bu ka-

185 rarların 107. maddesinde kilise için ikinci bir hak tanınarak mal­ların muvazaalı şahıslar üzerinden alınıp kilise adına tescil edil­mesi istenmiştir. Kilise bu karara da susup, bilinmeyen sebepler­le hareketsiz kalmayı uygun bulmuştur.

107 numaralı mübadele komisyonu kararının verdiği mü­racaat müddeti de bitlikten sonra 2613 numaralı kadostra kanu­nunun 22. maddesinin H fıkrası mucibince sahipsiz yerlerin ha­zine adına tesciline başlanmıştır. Bunun üzerine Patrikhane yüz­lerce dava açmak suretiyle bazı yerlerin kendilerine ait olduğunu iddia etmiş, fakat Osmanlı imparatorluğu zamanında verdikleri cetvellerin hiçbir hakikate dayanmadığı görülerek davaları neti­cesiz kalmıştır. Osmanlı zamanında hükümetin verdiği ölçüler dahilinde kilise yerine sahip olan Fener Patrikhanesinin Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra verdiği cetvellerde kendilerine ait olduğu iddia ettiği gayrimenkul adedinin çok fazla oluşu ayrı­ca manidar görülmüştür

İşbu şekilde tartışmalı olarak devam ederken 1935 senesin­de yürürlüğe giren vakıflar kanunu ile hükmi şahıslara ait olduk­larını isbat edemedikleri için gayrimenkuller hakkında açtıkları davaları kaybetmişlerdir. Demokrat Parti iktidara geldikten, At­henagoras Patrik olduktan sonra işin politika yolu ile halli uygun görülüp hükümet nezdinde teşebbüslere başlanmış, İstanbul'da­ki ekalliyetlerin reyi araya sokulmak suretiyle bu malların bir ka­nunla kiliseye verilmesi istenmiştir. Kurulan bir komisyon bu ta­sarıyı hazırlamakta olup muhtemel olarak 1954 seçimlerinden evvel kanunlaşacağı anlaşılmaktadır:

Yüz milyon lira değerini geçen ikibin gayrimenkulun ara­sında istiklal caddesinde birçok han, apartman ve dükkan bulun­maktadır.

Bu arada ünlü Papaz (Özal tarafından kucaklanarak, Türki­ye'ye girmesi ile ilgili yasak kaldırılan) Yakovas’ın İslama ve müslünıanlara karşı yayınladığı bir bildiri, müslümarilarm sert tepkilerine sebeb oluyordu.. "Halk severler cephesi" adına yayın­lanan protesto bildirisinde ise şu görüşlere yer veriliyordu:

186

PROTESTO

Atenagoras, Rum Ortodoks Patriği

Fener-İstanbul

Ey Patrik!

İstanbul'da münteşir ve büyük bir kıymeti haiz olan "SEBİ- LÜRREŞAD" mecmuasının 165 ve 166. sayıları elimize vasıl ol­mamış olsaydı belki size bu mektubu göndermek arzusunda bu­lunmayacaktık.. Çünkü: Hangi tarihte neşredildiğini bilmediği­miz "Nurlu Ufuklara" isimli broşüründen İslâmiyete ve Ulu Pey­gamberimize cüretkarca isnat ve tecavüzlerden haberdar olma­yacak, kalbimizdeki iman ateşi de tevavüz karşısında bir kat daha parlamayacaktı.

Her ne kadar broşürü yazan papaz Yakovas ise de bunun si­zin müsadeniz olmadan tek bir satır dahi karalamasına imkan görmüyoruz. Bir Türk diyarının gözbebeği olan bir şehirde otu­rup saltanat süren sizin gibi bir şahsın veliniğmeti olan Müslü­man Türk milletine, mukaddes dinleri olan İslâmiyete karşı bir papazınızın bu kadar pervasızcasına ve nankörcesine hücum edip onu tahkir etmesine nasıl müsade ettiniz?

Islâm alimleri elbette ki bu varakpareye ilmi cevaplar vere­ceklerdir. Türkiye Cumhuriyeti Savcılığının da bu tecavüze el ko­yacağını ümit etmek isteriz. Biz de 400 milyonluk İslâm ve efkarı umumiye önünde, bu hiçbir kıymeti olmayan broşürünüzü ve bu meyanda onu hazırlayanları şiddetle protesto eder ve eğer nasip­lerinde varsa hidayete erinceye kadar sizleri ALLAHİn (C.C.) dinine tecavüz günahı ile haşhaşa bırakırız.

"Halk severler cephesi" adına

Ali Emir Aydın, Haşan Aydın, Zıya, Hizber M. Hihned, Ce­mil Mehmed, Hüseyin Haşan, Mehmet Ali Terzi, Hisem, Sadık ve saire...

Menderes giderek zorlanmaya başlıyordu.. Hükümet içinde Bayar'ın temsil ettiği misyon, CHP den gelen balkılar ve halkın

187 özlemleri çelişiyordu. Anadolu'da müslümanlara karşı tavizkaı konuşan Menderes, Ankara ve İstanbul'da Anadolu'daki konuş­malarının aksine, en azından o konulara ilgisiz gibi görünüyor­du.

Menderes'in bu açmazı İhtilale kadar sürecektir.. Kimi za­man duygulan ile kimi zaman aklı ile hareket edecektir.. Duygula­rı, kalbi onu hep halktan yana olmaya,onun tarihine ve inancına sahip çıkmaya zorlarken, içinde yaşadığı gerçekler, aklı onu vakı­aları kabullenmeye zorluyordu. Aslında fazla bir bilgisi de yoklu. Çevresindeki inclara da güven duymuyordu. Kalabalıklar için­de bir yalnız adamdı sadece..

Menderes Kırşehir konuşmasında yine halka umut dağıtı­yor ve vicdan hürriyetinin, DP ile birlikte telaffuz edilmeye baş­landığını söylüyordu. Ama artık yavaş yavaş muhalefet kanadı da İktidarı zorlamaya başlıyordu.. CHP'den Şemscddin Günaltay, DP nin başarıları konusunda k .şku uyandıran itiraflarda bulunu­yordu: "Demokratlar traktör satın alıyoruz diyorlar. Traktör an­laşmasını imzalayan benim. İthale de benim zamanımda başlandı. ESASEN BUNLAR MARSHALL YARDIMI İLE TEMİN EDİ­LİYOR.. Demokrat Parti para ile altın ile buzdolabı, sefahet alet­leri, lüks otomobiller alıyor. Yugoslavya ya buğday satıp oradan kibrit veyahut cam parçalan satın alıyorlar. Hayat pahalılığı almış yürümüştür. LİBERALİZM BİZE GÖRE DEĞİLDİR.. VA­TANDAŞLARIM ALLAH'TAN KORKAN, MİLLETTEN UTANAN VE ÇALIŞAN KİMSELERİ SEÇİNİZ.. Muhtelif par­tilerden olsalar bile elele vererek memleketi daha iyi idare edebi­lirler.."

Menderes'in gelişmelerden kaygı duyduğu anlaşılıyordu. Yalnızlığını vc çaresizliğini bu yıllarda aradı. Yanlış bir adımın kendini nerelere götüreceğini biliyordu. Onun için de zaman za­man acımasız ani kararlar almaya çalışıyor giderek daha vehimli bir insan haline geliyordu.. Halkı seviyor ama çaresiz olduğunu biliyordu. Halka fazla yüz verilmesi halinde herşeyin bir anda te­pe takla olmasından kaygı duyuyordu.

CHP yi dize getirmek için zaman zaman çıkışlar yapıyordu..

188 Millet Partisi de DP yi hayli zorluyordu. Özellikle DP nin muva­zaa partisi olduğu ya da DP ye yönelik kuşkular açısından MP gü­cünün çok ötesinde bir ağırlık taşıyordu.

DP grubu CHP nin malları üzerinde tartışma başlatarak, CHP yi mal korkusu ile köşeye sıkıştırmak isliyordu. Böylcce maddi imkanları sınırlanan CHP giderek gücünü kaybedecek, en azından bu süreç içinde zevahiri kurtarmak için muhalefetini yu­muşatacaktı. CHP devleti kuran parti idi,parti önderleri gibi parti­nin mal ve emlaki de o günün şartlarında ikıisab edilmişti ve her­hangi bir hukuki dayanaktan yoksundu. 9 Haziranda CHP nin mal varlığının tartışılmasının ardından 8 Temmuzda DP den muhale­fete karşı ikinci salvo gerçekleştirilecek ve daha 29 1 laziranda 4. kongresini tamamlayan Millet Partisi "Dini kendi çıkarlarına alet etme” iddiası ile kapatılması için dava açılacaktı.. Dava 23 Ocakta sonuçlanacak ve parti kapatılacaktır. Yöneticiler birer gün hapis ve 250 şer kuruş para cezasına çarptırılacakur. Mahkeme kararına göre" Programının 7,12,13. maddelerinin taşıdığı mânâ ve mak­sat yönünden, din, mezhep ve tarikat esaslarına dayanan ve gaye­sini saklayan dernekler durumunda bulunduğu anlaşılmışiır"

O günlerde Atatürk'ün mezarının Anıtkabire nakli sözkonu- su idi. 10 Kasımda bu iş gerçekleştirilecek ve Celal Bayar, Ata­türk'e hayranlık duygularını ifade eden bir konuşma yapacaktır.. "Atatürk seni Sevmek İbadettir" vccizcsinin sahibi olan Bayar, Anıtkabirde yaptığı uzun konuşmasında "Sen bizdensin.. Seni ha­life yapmak, padişah yapmak isteyenler oldu, iltifat etmedin" di­yordu.

Bu olay DP lilerin Atatürk'e bağlılıklarını göstermek açısın­dan bir fırsat olmuştu. Kendileri de en az CHP liler kadar Atatürk ilke ve inkılablanna bağlıydılar. Törenlerle ilgili hiç bir şey esir­genmedi.. DP ile CHP aynı damardan besleniyor ve bir çok ortak noktalarda buluşuyorlardı. Onları buluşturan ruh ve irade Ata­türk'ün ilke ve inkilablarından güç alıyordu. 1954 yılının ilk gün­lerinde CHP li ve DP li işadamlarının birlikte düzenledikleri bir toplantıda şu görüşler ifade edilecektir: "Partiler değişse bile ikti­sadi sistem değişmez. Bu toplantıdaki 20 işadamından bazıları

189

CHP yc, bazıları DP ye mensubtur. Biz ticaret hayatını, siyasi ide­olojimizden ayırmış bulunuyoruz. Şunu ayrıca hatırınızdan çı­kartmayınız ki, Türkiyede iktidar partisi değişse bile iktisadi ve içtimai nizam aynı kalacaktır"

Demokrasi dediğin böyle olur zaten.. Liberalizm de budur.. Dış politika da değişmez, savunma politikası da değişmez. Eğitim ve kültür politikası da değişmez.. Ama iktidar değişebilir.. Yani senaryo aynen kalır, figüranlar yer değiştirir!

1953 yılı Menderes hükümeti için dış ilişkiler açısından yo­ğun bir yıl olacaktır. Mart başında Paris, Mart sonlarına doğru Or­tadoğu seyahati gerçekleşecektir. 24 Martta Amerikanın gayret ve teşvikleri ile Türkiye'de Ortadoğu Amme İdaresi Enstütüsü kurul­maktadır. Böylecc Amerika Türkiye üzerindeki çalışmalarını yönlendirmek için bilimsel araştırmalar yapacak bir enstitüyü devlet içinde örgütlemektedir. Menderes enstitünün açılışında şöyle demektedir: "İktisaden az gelişmiş memleketlere yardım gayretlerinin yeni vc güzel bir misalini bu enstitünün ihdasında görmekle hususi bir zevk duymaktayız."

Nisan ayında yaşanan bir hükümet krizinin ardından üç ba­kan yenilenirken hükümet askeri ve ekonomik konularda yeni ka­rarlar alacaktır. Bu arada yeni tesisler hizmete açılırken, 30 Ağus­tosta bir Amerikan heyeti Ankaraya gelerek yapılacak yatırımlar konusunda ön görüşmelerde bulundu.

Yıl sonuna doğru hükümet memur ve subay maaşlarına zam yaparak askeri kesimden vc bürakrasiden gelen baskılan hafiflet­meye çalıştı.

190

YIL 1954

Hükümet 1954 e hızlı girdi. Ocak ayında DP ye bağlı bir gençlik kuruluşu olarak "Genç Demokratlar" adı altında yeni bir birlik kuruldu. Aynı günlerde Bayar Amerika'ya gitmek üzere Türkiye'den ayrıldı. Bayar'ın Türkiye'den ayrıldığı gün, yabancı sermayeyi teşvik kanunu yasalaştırıldı. Böylece yabancı serma­ye, gerektiği zaman tüm kârlarını ve sermayesini geldiği ülkeye tekrar, hiç bir sınırlamaya tabi tutulmaksızın transfer edebilecekti. Bayar Amerika'da iken Menderes Ocak sonunda yaptığı bir basın toplantısında şöyle diyordu: Siyasi ortamı liberalleştirecek re­formlara gidilecektir. DP iktidarının 1950-54 yılları içindeki yö­netim Türk Siyasi Hayatı içinde bir geçiş dönemi özelliği taşı­maktadır. Seçimlerden sonra bazı nemli değişiklikler vc yenilik­ler gündeme gelecektir''

10 Şubatta Kapatılan Millet Partisi yerine Cumhuriyetçi Millet Partisi kurulacaktır. Partinin kuruluş bildirisinde şu görüş­lere yer verilmektedir: "Türkiye'de insan haklarını hakim kılacak vc bunları güvenilir teminata bağlayacak bir devlet nizamı kurula­caktır" Parti programı insan haklarının teminata kavuşturulması ilkesini ilk madde olarak alırken, kanunların Anayasaya aykırı ol­maması vc bu konuda hukuki teminat şartı koşmaktaydı. Yine Anayasaya aykırı kanun teklif edilememesi, anayasa değişikliği­nin bir teminata kavuşturulmasını istiyordu. Mahkeme teminatı­nın korunmasını, devlet memurlarının hak ve görevlerinin tesbiti, laiklik vc din ve vicdan hürriyeti gibi modem devlet esaslarının

191 anayasa ile tarif ve tesbiti, siyasi partilerin anayasa teminatı altına alınmasını şart koşuyordu.

Daha sonra Bölükbaşı'nm başkanı olacağı parti, Ahmet Tahtakılıç'ın başkanlığında CHP ile işbirliği protokolü üzerinde çalışmaya başladılar. Böylece DP, bir yandan CMP.ötc yandan CHP tarafından kıskaca alınacaktı. MP nin kapatılması, CMP yi CHP ile işbirliğine itmişti. Aynı şekilde, ilkesel olarak DP den da­ha fazla karşı olduğu CMP konusunda CHP yöneticileri, iktidarı yıpratmak için zorunlu olarak CMP ile işbirliği masasına otur­muşlardı. Muhalefet kanadının işbirliğine gitmesi, DP yi erken se­çime zorlayacak ve aynı gün,12 Martla hükümet erken seçim ka­rarı alacaktır. Teklif parlamentoda oy birliği ile kabul edilecektir. Seçim için belirlenen tarih ise 3 Mayıstır, ilk kez yapılan tek dere­celi seçimin dördüncü yılında TBMM yeniden, ikinci kez tek de­receli seçime gidecektir. 14 Mayısta meclis yeni kadrosu ile topla­nacaktır. Seçim kararının alınmasının ardından DP ve CHP den karşılıklı istifalar ve transferler gündeme gelecek, DP iktidarı ya­tırımlara ağırlık verecektir. Çanakkale abidesinin ve Haydarpaşa. Sahpazarı limanlarının. Susurluk Şeker Fabrikasının, İskenderun Gübre, Mersin Limanı ve Burdur Şeker Fabrikasının temeli bir ay içinde atılacak ve İzmit Kağıt labrikasının tevsii hizmek açılacak­tır..

1954 seçim sonuçlan, 1950 sonuçlanndan daha da yıkıcıydı CHP için.Aslında CHP nin oyları 1950 seçimlerine göre artmıştı, ama 3,5 milyon oy, seçim sistemine göre ancak 31 milletvekili ediyordu. CHP nin oyu %35.1 di. 1950 seçimlerine göre 375.000 oy kaybeden DP ise % 60 a yakın oy almıştı. Ama bunun karşılı­ğında kazandığı milletvekili sayısı 488 idi.

54 seçimleri %88.6 katılımla gerçekleşti. DP nin başarısı bununla da sonuçlanmadı. Tunceli M'lletvckillcrinin DP ye geç­mesi ile DP nin milletvekili sayısı 490 na yükseldi ve CHP nin mil­letvekili sayısı ise 29 a düştü.Artık DP diktası başlıyordu. Oy kay­bı ve kamuoyu gücünü göstermeyen parlamento aritmetiği DP li­lcri haksız bir zaferin çılgınlığına sürüklemişti. Seçmenin %601 aşkın desteğine karşılık, parlamentonun %95 ine hakimdiler. DP

192

nin önlenemeyen yükselişi, CHP nin önde gelenlerini zor durum­da bırakmıştı. Nihat Erim bir diyaloğ, bir temas, bir uzlaşma zemi­ni arıyordu. Ama bu temas ta sonuçsuz kalacak, aksine bir yığın dedikodu ve bölünmelere yol açacaktı. İnönü ise daha sonra ikti­darın gidişatından kaygı duyduğunu açıklayacaktır. CHP 12. Ku­rultayı parti önderlerinin patlamasına yol açacaktı. Tutukla­ma,baskı dönemi ile birlikte, İnönü yeniden irtica suçlamasına sa­rılacaktı. Hükümetin bir dizi tasarrufu ve yasa teklifleri ile ilgili olarak İnönü şöyle diyordu: "Bu taşanlarla yeni bir karanlık döne­me girmiş bulunuyoruz. Adım adım mutlakiyete gidiyoruz. İkti­darı destekleyenleri uyandırmak isterim. Gidiş tehlikelidir. So­rumluluklarınızı biliniz."

İnönü'nün korkusu, DP nin kendi şeflik dönemini hatırlatır bir uslub içine girmesi idi. Kendi döneminin özelliklerini çok iyi bilen İnönü, kendisinin rakiblerine reva gördüğü uygulamanın, bu gün DP liler tarafından kendilerine karşı uygulanmasından korku ve kaygı duyuyordu.. Bu konuda İnönü engin bilgi ve tecrübe sa­hibiydi. İktidarın nasıl bir güç ve silah olduğunu yakinen biliyor­du..

İnönü partizanlık noktasından yaklaşarak iktidarı eleştir­mektedir. "Partizan idareyi kaldırmak siyasi işlerin en şereflisi­dir" mesajını vermektedir. Bir diğer tenkit noktası ise,iktidarın parlamento çoğunluğuna dayanarak muhalefetin sesini kısmak is­temesidir. İnönü parlamentonun bir bütün olduğunu savunmakta­dır.

Daha 1954 de yolun sonu belli olmaya başlamıştı. Halk par­lak vaadlerin kendilerine fazla bir şey kazandırmadığını anlamış­tı. İktidarla muhalefet arasındaki oy farkı 600.000 e inmişti.. Ge­len gideni aratmaya mı başlıyordu. Halk yağmurdan kaçarken do­luya mı tutulmuştu. DP saflarından ricat başlıyordu. Şehirleşme, tüketim tutkusu, gecekondulaşma, şehrin varoşlarında yoksulluk vc perişanlık, DP nin Demokrasi nutuklarını tekzib ediyordu.

Şevket Süreyya o günleri değerlendirirken şöyle demekte­dir: "Olgun siyasetçi başdöndürücü başarıların ardında, yarının getirebileceği çelişmeleri önceden he^ab edebilen adamdır..

193

Menderes aktif bir siyasetçiydi, ama soğukkanlı ve olgun siyaset­çi değildi.. Partiye artık düşünen biri gerekiyordu"

DP sadece bir antitez olarak doğdu. Kendi varlığını CHP nin zaafları ile temellendiriyordu. Bir kitle partisi idi. Bir çok eğilimi birden özünde barındırıyordu. Ama CHP nin baskısından kurtulan kitleler, kendi ütopyalarını ifade etmeye başlayınca kendi arasın­da kıyasıya bir mücadele başlayacaktı.. DP nin tabanı bir ülkü et­rafında toplanmıyordu. Birliktelik iç cazibeden ya ila eylemin di­namizminden kaynaklanmıyordu. Bu farklı özlemlerin sahibi in­sanları bir arada tutan şey CHP nin baskısı ve korkusu idi. DP nin iktidar olması ile CHP korkusu fiilen sona erecek, bu da DP nin kendi iktidarı ile aynı zamanda kendi tabanını kaybetmesi anlamı­na gelecekti.

DP nin sahip çıktığı ilkeler sonuçta aynı ilkelerdi.. Zaten CHP önderleri, DP yi eleştirirken, kendi temellerini sorgulamı­yor, CHP nin 1945 sonrası başlattığı süreci DP nin yozlaştırdığını ileri sürüyorlardı. Yani DP, CHP nin hazırladığı senaryonun fıgü- rasyonunu yapıyordu!

1954 seçim sonuçlan, Menderes'in gözünü açacaktır. Ama artık vakit çok geçtir. Hırçınlık politikası uygulamaya çalışa­cak,tek teselliyi ise yurtdışı gezilerinde, kendine menfaatleri ile bağlı bir takım mason biraderlerin eğlence gecelerinde bulacaktı.. Gerçekler acı idi.. Yokuşaşağı koşmak durumunda olduğu yolda arkadan CHP lilcr aç kurt gibi saldınyorlardı. Geri dönüşü yoktu buyobın Dum ıl r reıml n değildi. Sonuna kadar giderek artan ı iıı/.ia koşacaktı vc sonuç 27 May Gong çaldığında artık çok geçti.. Ölüm çukuruna yuvarlanırken yaı :nda iki gerçek dost bu­lacaktı. Belki de yaptıklarına gerçekten pişmanlık duyan, geçirdi­ği ömre acıyan, halkına acıyan iki dost! Ama kendini özel "dost sohbetlerinde" eğlendiren mason biraderlerin hiçbiri acılarına or­tak olmayacak, onlar yeni dostlar bulacaklardı..

Menderes DP iklidarının 200 yıl işbaşında kalacağım söylü­yordu, ama artık iktidarda kalmak için seçim hilelerine, politika oyunlarına muhtaçtı. Halk desteğini giderek yitiriyor, bu desteği yitirdikçe de hırçınlaşıyordu.. Nasıl iktidarda kalınacağını CHP

194 sıralarında, Atatürk zamanından o günlere kadar çok iyi öğren­mişti. Ama yıpranıyordu artık.

Sonuçta seçimler bir kez daha DP nin ezici zaferi ile sonuç­landı. Bayar 486 oyla tekrar Cumhurbaşkanı seçildi. 14 Mayısta yapılan Meclis toplantısı CHP ve CMP milletvekilleri tarafından boykot edildi. 17 Mayısta da Menderes yeni kabineyi kurdu. CHP nin Tunceli'den seçilen iki milletvekili daha ilk günden CHP den istifa ederek DP ye geçmeleri ile CHP nin parlamentodaki sandal­ye sayısı 29'a inmişti. Haziran ayında CHP Sinop Milletvekili So- muncuoğlu dİ partiden istifa edince CHP nin Meclisteki sayısı 28 e düşecektir. Bu DP liierin de beklemediği bir gelişmeydi.CHP büyük bir moral bozukluğu içindeydi. DP nin bu kadar büyük bir güce sahip olması en çok Amerikayı kaygılandırdı. Özellikle de Menderes'in Anadolu'da yaptığı konuşmalar ABD yi şüpheye dü­şürüyordu. Bayar daha sessiz ve derinden çalışıyordu ama kamuo­yu desteği yoktu. ABD için Bayar önemli idi. Menderes ise kuşku uyandırıyordu. Bayar zirvede idi, ama Menderes hükümetin ba­şında, Koraltan da meclisin başında idi ve bu yapı ABD için çok fazla güven verici değildi.

Menderes'in kabinesi şu isimlerden oluşuyordu:

Başbakan-Adnan Menderes

Başbakan Yardımcısı-Fatin Rüştü Zorlu

Devlet Bakanı - Mükerrem Sarol Devlet Bakanı-Osman Kapani Devlet Bakanı-Fuat Köprülü Adalet Bakanı-Osman Şevki Çiçckdağ İçişleri Bakanı-Namık Gedik Dışişleri bakanı Fuat Köprüm Maliye Bakanı-Hasan Polatkan Maarif Bakanı-Cclal Yardımcı Nafıa Bakanı-Kemal Zeytinoğlu İktisat bakanı-Sıtkı Yırcalı Sa?l-' n-t - -chçctUz

195

Gümrük Bakanı-Emin Kalafat

Nakliye bakanı-Muammer Çavuşoğlu

Çalışma Bakanı-Hayreddin Erkmen

İşletmeler bakanı-Fethi Çelikbaş

Menderes'in çalışma arkadaşları,sonraki yıllarda masonik faaliyetlerde ön sıraya çıkacak bir çok ismi arasında barındırmak­tadır. Kabine biraz da Masonik çevrelerin ve dolayısı ile Avru­pa'daki , Amerika'daki "dostlan" memnun etmek için kurulmuş görüntüsü vermektedir. Milletvekilleri halkın tasvib edeceği kişi­lerden seçilmeye özen gösterilirken, bakanlar, halktan çok Ameri­ka'nın hoşlanacağı tiplerdir.

ABD, DP iktidannın önlenemeyen yükselişi ve büyük gücü karşısında hemen tedbir alacak ve seçimlerin ardından, Türki­ye’nin istediği 300 milyon dolarlık kredi talebini reddedecektir. Menderes'in bu red karşısındaki tavrı ilginçtir.. Türkiye artık olta­ya takılmış balıktır ve oltaya takılan balığın yeme ihtiyacı yok­tur!

Menderes olayı şöyle değerlendirmektedir "..acil ihtiyaçla­rımız için hibe yolu ile ve bu ay sonunda bitecek yardım yılı hesa­bına dahil edilmek kaydı ile 30 milyon dolarlık bir ilaveyi karar­laştırmış olması ABD'nin memleketimizin iktisadi, mali ve askeri meseleleri ile yakın alakasının yeni ve kuvvetli bir delilini teşkil etmektedir. Hükümetimiz bunu iyi niyet sahibi bir müttefikin pek dostane vc samimi hareketi olarak teşekkürle kaydeder. Bazı mevzularda müzakerelere ihtiyaç gösteren görüş farklarının mev­cut olması, sulhün muhafazası ve insanlık ideallerinin her surette takviyesi gibi asil ve ulvi esaslara dayanan Türk-Amerikan dost­luk ve ittifakının esasına hiç bir suretle halel getiremez"

Görüldüğü gibi Menderes için Amerikan sempatisi, dünya sıılhü ve insanlık ideali ile eş anlamlıdır. Türkiye Küçük Amerika olma ideali ile, aslında kendini bu ideallere adadığını göstermek vc bu ideallerin yeryüzıındeki bekçisi olan ABD ile her alanda en ileri derecede işbirliği talebini ortaya koymaktadır. ABD'nin Tür­kiye'ye anlayışsızlık göstermesi mümkün değildir. Belki ancak

196 biz kendimizi ve ihtiyaçlarımızı yeteri kadar ifade edememişiz- dir!

Ne garip! Halbuki bu gün borç alanlar, yarın emir almaya kendilerini amade hissedeceklerdir. Çünki bütün aşklar böyle tatlı başlar! Ama ya sonu!

DP, ABD yi gücendirmeme politikasına sonuna kadar sadık kalacaktır. 8 Eylül 1954 te, Hükümet Türk-Yunan ilişkileri bozu­labilir,bu da ABD ile ilişkilerimize olumsuz bir biçimde yansır kaygısı ile İzmir'in kurtuluş gününün kullanmasını yasaklayacak­tır.. Herhalde yarın AT kapısına geldiğimiz de de, Türkiye’nin bir çok ilindeki kurtuluş bayramlarını, batılı dostlarımızla vc mütte­fiklerimizle aramızdaki ilişkileri bozar kaygısı ile yasaklama yo­luna gideriz.. Artık Çanakkale savaşının yıldönümünü Anzaklar- la birlikte kutladığımıza göre, yakında Maraş’ın kurtuluşunu da birlikte kutlarız herhalde.. 1 ürk, İtalyan, İngiliz rakı kadehlerinde bulunan kardeşliğin şerefine şampanya patlatarak kullarız bu bay­ramları, böylesi daha laik ve çağdaş olur herhalde, izmirin kurtu­luşunu Yunanislanın şerefine kadeh kaldırarak kutlarız. Neden ol­masın! Belki de kurtuluş savaşı bir yanılgı idi. Böylcce bu yanılgı­nın da önüne geçmiş oluruz..

Çanakkale savaşının 1990 daki yıldönümü kutlamalarında Avusturya'dan homoseksüel gençlerin kıçlarını açarak vc birbir­leri ile sarmaşdolaş sergiledikleri kutlama biçimi, belki bize garip gelebilir ama, buna alıştırmak isliyorlar.

ABD'nin DP ye rezerv koyması CHP yi umutlandıracaktır.. Aylar sonra İnönü,seçim sonuçlarını değerlendirirken "Seçimler­de dinin siyasete alet edildiğini" ileri sürecektir. İnönü'ye göre "Seçim silahı CHP aleyhine haksız ve insanfsız bir şekilde kulla­nılmıştı".

Bu arada İzmir'de yasağa rağmen Liman işçileri greve gi­derler. Ardından Temmuz ayının sonunda CHP büyük bombasını patlatır. Seçim, hakimler yasası ve anayasa teklifi kabul edilmeye­cek olursa CHP meclisten çekilerek sinc-i millete dönme karan verir. CHP içinde İnönü - Gülek sürtüşmesi devam ederken, Mil­let Partisi de ara seçimlere katılmama karan alır. Bu karara karşı

197 çıkan bazı parti üst düzey yöneticileri partiden ayrılırlar. Muhale­fetin kendi içinde bölünmesi ve sorunları Menderesi daha da güç­lendirir. Bu hayı huy arasında 16 Şubat 1953 te çalışmalarına baş­layan Milli Tesanüt Cephesinin başkanı gazeteci Hüseyin Calıid Yalçın hükümeti eleştiren yazılarından dolayı 26 ay hapse mah­kum olacaktır. Düne kadar Menderes yönetimine destek veren ba­sın yavaş yavaş rotasını değiştirmektedir ve İktidar da basma karşı kılıcını bilemektedir. Yine aynı şekilde İktidara karşı Üniversite kesiminden gelen eleştiriler giderek artan bir şekilde rahatsızlık doğurmaktadır. Bu arada hükümet bir kararla 60 yaşını dolduran profesörleri emekliye sevketme karan verecektir. Bu açıkça bası­na ve Üniversiteye meydan okuma anlamına gelmektedir.. Men­deresin karşısındaki cephe giderek genişlemektedir.. Parti, Üni­versite ve basın.. Bunu ordu izleyecektir.. Menderes o dönemin aydınlarına ve kendilerine yakın olan basma yavaş yavaş kesenin ağzını da bu dönemde açmaya başlayacaktır..

Hüseyin Cahid Yalçın'ın mahkum olduğu davada Yeni Ulus gazetesinin sahibi Prof. Nihal Erim de 22. 222 TL para cezasına çarptırılacaktır. CHP kararı sert bir dille Kınar, basın özgürlüğü­nün baskı altına alındığı, hakim teminatının askıya alındığı iddia edilen bildiride muhtar seçimlerine fesat karıştırıldığı da iddia edilmektedir. Hayat pahalılığı vc ekonomik zorluklar da CHP nin bir diğer eleştiri konusudur. Hükümet 1954 ün son ayında Türkiye Petrolleri Anonim Oriakhğı’nın kuruluşunu gerçekleştirecek, Türkiye ile Avrupa arasındaki kültür anlaşmasını imzalayacaktır. Türk-Alınan ticaret görüşmesi ise şartlı kredi anlaşması ile sona erecektir.

198

VE YOLUN YARISI

YIL 1955

Ocak ayının ortalarında DP'li 4 milletvekili hükümetin eko­nomi politikasını sert bir dille eleştirdiler." Tüketim malları darlı­ğının, yannki kalkınmış Türkiye'yi yaratmak üzere katlanılması zorunlu olan bir fedakarlık olduğu iddiası yanlıştır." Pahalılık gi­derek artmakta ve dar gelirliler günden güne daha ağır şartlara mahkum olmaktadırlar. Fiat istikrarı sağlanması gerekmekledir. Ancak hükümetin bu konuda yapacak bir şeyi yoktur. Bu arada Irak’ı ziyaret eden Menderes Irak parlamentosunda yaptığı bir ko­nuşmada "Ortadoğuda istikrarın ancak NATO ile birleşmekle sağlanılabileceği görüşünü ileri sürecektir. Menderes buradan Suriye'ye geçecektir. Ankara'nın Bağdat ve Şam'la ilişkisi Mısır’ı kaygılandıracak veNasır'la Menderes'in karşılıklı ziyaretleri as­kıya alınacaktır. Tam bu günlerde Ana muhalefet partisi genel sekreteri Kasım Gülek ABD ye gidecektir. Gülck'in seyahati ile il­gili olarak parti yönetiminin aldığı karar, milli çıkarların parti si­yasetinin üstünde tutulması kararıdır. Menderes bu karan şükran­la karşılar, İnönü ikinci bir jestle hükümetin Ortadoğu siyasetini desteklediğini açıklayacaktır. Ardından 10 Şuhatta Kasım Gü­lck'in New York'ta SSCB aleyhinde çok şiddetli bir nutuk vermesi hükümet tarafından memnunlukla karşılanırken, aslında CHP, ABD nin gözünde yeni bir konuma aday olmaktadır. CHP eski mi­rası reddederek, kendini Amerikan isteklerine hizmet noktasında hazır hır konumda takdim etmektedir.. Yani artık DP nin yerine kendileri aday olma eğilimindedirler. İktidar icazetinde ABD nin

199 etkinliğini keşfeden CHP nin bu tavrı iktidar- Muhalefet atasında­ki ilişkileri de bir ölçüde yumuşatacaktır. Bu arada İnönü ve Bö- lükbaşı bir araya gelerek ortak bir politika tesbiti konusunda te­maslarda bulunurlar.. Gülek'in Amerika'daki sözkonusu konuş­masından bir kaç gün soma Menderes, İzmir'de muhalefete karşı dostça bir tavır takınan nutkunu verecektir.

Şubat ayı dış temaslarla dolu bir aydır.. Başlangıçta tarım politikası ile vc demokrasi vaatleri ile oy toplayan DP, giderek sa­nayileşme ve küçük Amerika hayalleri, liberalizm, serbest piyasa ekonomisi nutukları ile yol almaya çalıştı.. Yolun yarısına geldi­ğinde ise, diplomasi ve askeri taahhütler DP politikasının yeni ağırlık noktasını oluşturuyordu.. Önce halka oynayan DP, giderek zengin sınıfa, şimdi de çok uluslu şirketlere ve uluslararası çevre­lere oynamaktadır.

Ocak başında Irak, Suriye ve Lübnanı ziyaret eden Mende­res Ocak ortalarında Türk-İtalya ekonomik ve teknik işbirliği an­laşmasının imzalanması onayını verdi. Şubat başında Bayar Pa­kistan'dadır. Menderes ise Ankara'da Almanlarla ticaret anlaşma­sı imzalar. Bir gün sonra da Türkiye-Yunanistan Funa/Meriç ne­hirleri ıslah anlaşması imzalanır. Bir kaç güç sonra da Menderes Irak'ı ziyaret eder, o günlerde Türk-Bulgar ticaret anlaşması imza­lanır. Bir gün sonra da Bağdat Pakü anlaşması imzalanacaktır. Ba­yar Bağdat'a gidecek bu ziyaretten dört gün sonra da Balkan paklı toplantısı yapılacaktır. Mart aya başında ise Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya arasında parlamentolar arası konsey kurulacaktır. Mart ortalarında iktidarla muhalefet arasında bahar havası yaşan­maktadır.. Hükümet içişlerinden çok dışişlerine ağırlık vermekte­dir ve CHP kendisine yeni bir umut kaynağı bulmuştur! İktidar CHP İstanbul il kongresi için kapalı spor salonunu tahsis eder ve Bayar bir irade ile Hüseyin Cahid Yalçın'ın cezasını affeder. CHP buna karşı şükran duyguları ile doludur. Menderes'e bir yemek veren CHP genel idare kurulu parti içinde yeni bir tartışmaya se- beb olacaktır. Bu bahar havası içinde bir başka önemli gelişme, İngiltere'nin Bağdat paktına katılma kararıdır.. Nisan başında Amerika'dan dönen Kasım Gülck ilginç bir mesaj getirecektir: Ik-

200 tisadi durum politikanın dışında ele alınmalıdır! Hükümet diplo­masi alanındaki başdöndürücü gelişmeler devam ederken Ban- dung'a çağrılır. Böylece üçüncü dünya ülkeleri ile tanışma imkanı hasıl olmuştur.. Sorun yeni Türkiye Cumhuriyetine dış dünyada itibar sağlamak ve yeni Türkiye’yi bu laik görünümü ile İslâm dünyasına takdim ederek yeni İslâmlık cereyanının mcnbaı olarak Türkiye'yi sunmaktı..

Lozan konf-ransının resmi gündem dışında konuşulan maddeleri arasında Türkiye'de IInsliyanlığın resmi din olarak ka­bul edilmesi de vardı. Zaten bu teklif daha sonra TBMM gizli celse zabıtlarına yansıyacaktı. Ancak tepkilerin şiddeti yüzünden bu teklif geri çekilecekti. Lozan'da belirlenen ikinci strateji ise, bu­nun mümkün olmaması halinde, İslâm'a karşı şedid bir laiklik uy­gulaması idi. Bu nedenle laikliğin hukuki tanımı yapılmayacak, ağır ceza hükümleri ihtiva eden düzenlemelerle iktidar bu gücü, rejimi tehdit eden dinci akımlara karşı gerektiğinde ihtiyaç duydu­ğu şekilde yorumlayarak kullanacaktı! Sonuçta ortaya çıkan İsl­âm anlayışı, son hilafet merkezi olan Türkiye örneği ile öteki müs- lüman ülkelere yeni İslâmlık numunesi olarak takdim edilecek­ti.

Bandung konferansı devam ederken İstanbul'da Kıbrıs ko­nusu ile ilgili olarak meydana gelen öğrenci mitingi DP nin batı ile yakınlaşma umudunu vc tatlı bahar havasını bir anda bozacaktı. 21 Nisanda öğrenci olayları adeta bir ayaklanmaya dönüşecekti. Bu olaydan bir kaç gün sonra da Menderes muhalefet partilerinin liderleri ile bir araya gelerek ülkenin ekonomik ve siyasi durumu üzerine görüşmelerde bulunacaktı.

Nisan ayında Menderes ile İnönü arasında dostça görüşme­ler olmuş, İnönü vc Gülek te prostat ameliyatı olan Bayar’ı hasta- hanede ziyaret ederek geçmiş olsun dileklerinde bulunmuşlardı.

Mayıs ayında hükümet ekonomik krizi halledebilmek için yeniden Amerika'dan yardım talebinde bulundu Amerika'ya gi­den Tür* heyeti, normal yardımın dışında 300 milyon dolarlık bir ek yardım talebinde bulunacakü. Yardım isteme heyetinin Ameri­ka'ya hareket ettiği gün, Ankara, Adeta Amerika'ya bir de hediye

201 paketi gönderiyor ve Türkiye'de petrol aramak isteyen özel ve ya­bancı sermaye kuruluşlarına hertürlü kolaylık ve imtiyaz sağlanı­yordu. CHP de bu kanun değişikliği lehine oy kullanıyordu. Ma­yıs ayında bir dizi önemli karar daha alınacaktır. Türkiye Selüloz Kağıt işletmeleri fabrikası kanunu, Milli Kütüphane enstitüsü ka­nunu, Ege Üniversitesi, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Türk Ha­va Yolları Anonim Ortaklığı kanunları da bu ay içinde kabul edi­lecektir.

Mayıs sonlarına doğru iktidar-Muhalefet arasındaki bahar havası yeniden yerini kış şartlarına tcrkcdecektir. CMP genel baş­kanı Sadık Aldoğan "Meclis milleti temsil etmedikçe demokrasi­den sözcdilemeycccğini" söylüyordu. Aldoğanın diğer bir eleştiri konusu ise Milletvekili maaşlarına yapılan zamlardı.. İnönü - Menderes tartışmasının sebebi ise, İnönü'nün "Hakim teminatı, Seçim kanunu, Basın kanunu ve ciddi bir durum olan ekonomik bunalımın çözümüne kadar meclisin tatile girmemesini" isteme- sivdi. Aym günlerde DP nin Manisa il kongresinde de delegeler DP iktidarını sert bir dille eleştiriyorlardı.. İthal mallarının bulun­madığı, karaborsacılık ve plansız bir ekonomi politikası ile herşe- yin birbirine karıştığını ileri süren delegeler orman davasının neti­celenmemesinden ve nüfuz ticaretinden yakmıyorlardı.

Bu tenkitler üzerine hükümet yeniden ekonomik konulara ağırlık verecek ve ilk iş olarak kredili ithalatı kaldırarak peşin pa­ralı ithalat yoluna gidilmesine karar verecektir. Hükümet kendi ta­banından eleştiriler alması üzerine, şartlar düzeldikten sonra kongreye gitmek üzere, parti genel kongresini bir yıl erteleme ka­rarı aldı. Ortaya çıkan ekonomik kriz, aşın fiat artışı, karaborsa ve bazı inalların stok edilmesi üzerine "Türkiycnin mali itibarının kalmadığı" görüşünü savunan muhalefete karşı DP nin tepkisi " ou tavrın ülke aleyhine işlenen iktisadi bir suikast" şeklinde ola­caktır. Muhalefeti "Sun-i buhranlar yaraunakla" itham eden ikti­dar "bu tür tavırları asla müsamaha ile karşılamayacakları" tehdi­dini savuruyordu. Çünki muhalefetin güvensizliği ve iktidar üze­rindeki eleştirileri İki idarin batıdaki kredisi ve süksesi açısından sorun doğuruyordu.

202

İktidar gerçekten de çok geçmeden muhalefete karşı sertle­şecek vc bir gözdağı vermek için 20 Temmuz'da CHP İsparta il kongresini polis zoru ile dağıtacaktır. İktidar çevreleri, CHP lilc­rin birbirlerine düştükleri için CHP lilcr tarafından çağırılan poli­sin güvenlik ve asayiş gerekçesi ile görevini yaptığını savunmak­tadırlar. Ama bu açıklamalar basında inandırıcı bulunmayacak ve DP iktidarı töhmet altında kalacaktı.. Bu arada güvenlik vc istikra­rı sağlama gerekçesi ile hükümet, parlemento çoğunluğuna daya­narak, istediği zaman memurlara geçici olarak işten el çektirme, ya da emekliye sevketme yetkisine sahip olacaktır.. Böylccc bü­rokrasini iktidarın yedeğine alma gayreti içine giden DP iktidarı­nın bu tulumu, bir bakıma 12 Eylülün generallerinin 1402 sini ha­tırlatmaktadır.

Bu arada hükümet diğer bir muhalefet partisi olan CMP nin Kırşehir’de yapacağı açıkhava toplantısını engellemek sureli ile muhalefete gözdağı verecektir.. Milli heyecanı ayakta tutarak mu­halefete karşı kamu desteğini sağlamak isteyen iktidar 23 Haziran karat lan ile Kıbrıs davasında daha etkin bir rol oynama karan ve­recektir. CHP de bu karan destekleyecektir. Ancak 7 gün sonra İn­giltere Kıbrıs konusunda görüşmelerde bulunmak üzere Türkiye ve Yunanistan'ı Londra'da görüşmeye çağıracaktır. Ankara 11 Temmuzda da Kıbns konusunda Yunanistan'a bir Nota verilecek­tir.

Temmuz başında Pakistan'ın Bağdat paktına katılması ve Kıbrıs meselesinin yeniden önem kazanması ile diplomatik te­maslar yoğunluk kazanacaktır. Ancak ekonomik istikrar sorunu da artık görülmemekten gelinemeyecek kadar büyük önem taşı­maktadır. 6 Temmuz 1955 de hükümet vurgunculuğa, karaborsa­ya karşı şiddetli tedbir alacağını açıklamak zorunda kalacaktır.. Hükümet bu gibi durumlara karşı tedbir olarak milli koruma kanu­nunu uygular aya koymaktan yana olduğunu açıklamak zorunda kalacaktır.

6 Eylül hadiseleri öncesi hükümetin gündeminde grev kanu­nu bulunmaktadır. İktidar işçi kesiminden gelen ağır baskılar al­andadır. CMP den sonra CHP de yere! seçimlere katılmama karan

203 almıştır. Muhalefet siyasi hakların kullanılma şartlan olmadığını, toplantı ve konuşma hürriyetinin engellendiğini ileri sürmekte­dir.

14 Ağustos'ta Sinop’ta yaptığı bir konuşmada hükümeti eleştirdiği ve küçük düşürücü beyanlarda bulunduğu gerekçesi ile Kasım Gülck tutuklanarak İstanbul'a getirilecek ve daha sonra serbest bırakılacaktır. DP Milletvekili Feridun Ergin ise parti için­de hükümetin ekonomi politikasını eleştirdiği için partiden ihraç edilecektir.. Ne parlamenter sistem içinde demokrasi ve hukuk ve nc de parti içinde demokrasiden artık sözetmek mümkün değildir. 23 Ağustos'ta Menderes İngiltere'ye Kıbrıs konusunda ilk notasını verdi, 24 Ağustos'ta yaptığı açıklamada ise Menderes şöyle diyor­du: "Kıbrıstaki Türk toplumunu mahalli makamlar koruyamazsa Türkiye koruyacaktır. Kıbrıs'ın statüsünde Türkiye'nin çıkarını zedeleyecek bir değişiklik yapılmasına izin verilmeyecek gere­kirse Kıbrıs ın Yunanistan'a değil, İngiltere'ye bırakılması tercih edilecektir." Hükümet bir yandan seçmene selam kabilinden İn­giltere'yi protesto ederken, öte yandan İngiltere'ye karşı sempati girişiminde bulunmaktadır.

6 Eylül olayları öncesi bir diğer önemli hadise de, CHP ve CMP nin iç politikada muhalefeti bir süre etkileyerek Kıbrıs gö­rüşmelerinde hükümeti destekleme kararı almasıdır. 29 Ağustos'­ta Kıbrıs konusunda Londra'da toplanan konferans, 6 Eylül'deki bombalama eyleminin ardından 7 Eylülde anlaşma olmadan dağı­lacaktır.

204

6 EYLÜL OLAYLARI

6 Eylül olayları DP iktidarı açısından bir dönüm noktasıdır diyebiliriz. 6 Eylül hadiseleri öncesi Fuat Köprülü Dışişleri ba­kanlığından ayrılarak Başbakan yardımcılığına getirilecek, Fatin Rüştü Zorlu ise devlet bakanlığının yanında Dışişleri bakanı ola­rak ta görevlendirilecektir.. Menderes artık dışarıdan giderek umudunu kesmekte, daha milli bir dış politika izleme gereği duy­maktadır. Özellikle Yunanistan konusunda milli bir davanın ön­derliğini yapma kararındadır. Çünki Batıya yaranamadığı gibi, batıya yanaşma gayretleri tabanda şüphe ile karşılanmaya başlan­mıştır.. Bu nedenle Yunanistan'a karşı girişilecek bir kafa tutma politikası DP ye itibar kazandırabilirdi.

6 Eylülde Atatürk'ün Selanik'teki evine bomba atılması ha­disesi, İstanbul'da Yunan ve Rum emlakine karşı bir halk ayak­lanmasına sebeb olacaktı.. Yunanistan'a karşı galeyana gelen halk büyük bir yağmaya girişecekti. CHP nin gençleri, milliyetçiler, müslümanlar, kcmalistler herkes bu harekete katılıyordu.. Aslın­da halk tepkisini ifade etmek için bir çıkış yolu ararken,Selanik vakası aniden ortaya çıkıveriyordu. Aslında Selanik vakası ani­den ortaya çıkmış bir vaka değildi. Yunan yetkililer olayın bir Yu­nan vatandaşı tarafından gerçekleştirilmiş olmasından kuşku du­yuyorlardı. Bazı iddialara göre, olay Türk istihbaratının işi idi ve İstanbul'daki öğrenci hadiseleri de aynı çevrelerce örgütlenerek iktidar kaybetmekte olduğu halk desteğini kazanmak ve ülkede giderek iktiılann aleyhine dönmeye başlayan siyasal gündemi ter­sine çevirmek için malzeme olarak düşünülmüştü. Bu iddialar hiçbir zaman isbatlanamadı.

Olaylar bir çığ gibi büyüyecektir. Yunanistan'da olaylarla ilgili beş kişi tutuklanırken İstanbul ve İzmir'de Rum mahallele­rinde çatışmalar çıkacak yağmalar olacaktır. Bazı Rum mahallele­rinde Rum ahali milis çeteleri kurarak misillemeye kalkışacaklar­dır.. "Kıbrıs Türktür Türk kalacaktır" yazılı bez pankartlarla yürü­yüşe geçen gençler 70 e yakın kiliseyi ateşe verecekler, 100 e ya­kın işyeri ve yüzü aşkın ev oturulamayacak şekilde tahrip edilerek yağmalanacaktır. Hükümet sokağa çıkma yasağı ilan ederek sün­gü takmış askerleri olay yerine sevkedecck ama olayların üstesin­den gelemeyecektir. Olaylar sonunda 2135 kişi tutuklanacaktır. 300 den fazla yaralı vardır. Hükümet olaylardan zarar görenlere hertürlü yardımın yapılacağını açıklamaktadır. Olayların sorum­lusu olarak gördüğü "Kıbrıs Türktür Cemiyetini" kapatacak ve 3 General bu olay dolayısı ile görevden alınacaktır. Kıbrıs Türktür Cemiyeti ile ilgili olarak hükümetin kapatma gerekçesi de ilginç­tir. Yağmacılık vc tahrikçilik, Beynıttaki Kızıl bir örgütçe hazır­lanmıştır ve bu cemiyette hu plana alet edilmiştir. Bu olay banaııe edilerek 87 Komünist tahrikçilik yaptığı gerekçesi ile tutuklana­caktır. Meydana gelen olaylar sebebi ile İçişleri bakanı Dr.Namık Gedik te istifa edecektir.

Olayların gelişmesinde önemli bir rol oynayan Milli Türk Talebe Federasyonu ve Mustafa Kemal Demeği hakkında ciddi bir soruşturma açılmayacaktır.

Bayar "Türk milletinin tarihinde böyle hadiselere tesadüf edilmediğinden " bahisle zarar görenlere devletin yardım edeceği­ni açıklarken, Bayar milleti itidale davet etmektedir.

Olay temelde hükümetin işine yaramışür. Bu vesile ile ko­münistleri suçlu göstererek solun üzerine yürüyecek, aynı zaman­da azınlıkların yanında görüntüsü vererek batının takdirini kazan­mak isteyecektir.

9 Eylül'de İstanbul'da üç, Ankara ve İzmir'de b'rer askeri mahkeme kurulacaktır. Bu gürültü arasında, İngilizler, Kıbrıs'ı Yunanistan ile birleştirmeye çalışan EOKA örgülünü yasadışı 206 ilan edecektir. Bayar ve Menderes olay yerinde incelemeler yapa­cak, hükümet olağanüstü tedbirler alacak vc örfi idare ilan edile­cektir. Dcmiryumruk politikası, iç barış vc güvenlik gerekçeleri­nin arkasında güç kazanacaktır.

Bu arada İstanbul'un ana caddeleri tank ve zırhlılarla tutul­muş durumdadır. Bu arada sağda solda 10 kadar ceset bulunacak­tır. Bazı azınlık mensuplan da Türklüğe hakaretten mahkemeye sevked ilecektir.

12 Eylülde Mecliste İstanbul olayları görüşülecek, Mende­res ayaklanmadan komünistleri sorumlu tutarken, muhalefet sıkı­yönetimin kaldırılmasını talep edecektir.. Bu arada kabinede ya­pılan değişikliğin ardından EOKA nin Kıbnsta genel grev çağnsı ile gözler yeniden dışanya çevrilecektir.. Ekim başında Fethi Çe- likbaş ve Fevzi Lutfi Karaosmanoğlunun Genel İdare kurulundan ihracının ardından aniden, beklenmedik bir biçimde yeniden parti içi kriz patlak verdi. 19 milletvekilinden oluşan parti içi muhalefet grubu haysiyet divanına sevkcdildi. Bununla da kalınmadı en az 20 il örgütü yönetiminde değişikliğe gidildi. Menderes’in parti içindeki uzlaşmaz tutumu, DP grubunda tartışmalara sebeb olacak vc bazı milletvekilleri Menderesi sert bir şekilde eleştireceklerdir. Ancak Menderes'in görevden ayrılma istemi karşısında güvenoy- lamasına gidilecek ve Menderes güvenoyu alarak görevini sürdü­recektir. Ancak yine de 30 Ekim tarihli DP Meclis Grub başkanve- killi seçimlerinde Menderes'in adayı seçilemezken muhalif ka­nattan Burhaneddin Onat meclis başkanvekili oldu. Menderes kendi grubundan yara almıştı. Ardından 19 lardan 9 milletvekili partiden ihraç edilecek, kalan 10 milletvekili ise istifa edecek­tir.

Konu DP kongresinde ele alınarak sert tartışmalara sebeb olacaktır. 50 imzalı bir önerge ile parti değiştercnlerin millcı vekil­liklerinin düşmesi teklif edilecektir. Menderes bu takrirden cesa­ret alarak partiden aynlanları sert bir dille eleştirecek "Bir parti­den mebus seçilip başka bir partiye geçmek, siyaset kahramanlığı telakki olunabiliyor" diyecektir. DP nin 4. Büyük kongresi 10 mil­letvekilinin partiden ayrılmasına rağmen, Menderes'in zaferi ile

207 sonuçlanacaktır. Menderes tekrar genel başkanlığa seçiliıken, parti genel idare kurulu da tamamen Menderes'in adamları arasın­da seçilecektir. DP haysiyet divanı, partiden ihraç edileceklerle il­gili olarak muhalefetin isbat hakkı önergesine yakınlık gösteril­mesini ve bu tulumun parti birliğini bozmaya yönelik bir disiplin suçu olarak görmekleydi. Daha disiplin kurulu ihraç kararını açık­lamadan iki DP milletvekili Ekrem Alican ve Turan Güneş parti­den istifa edecekti. Turan Güneş, daha sonra MSP-CHP koalisyo­nunda Dışişleri bakanı olarak görev yapacaktır. Ekrem Alican ise Yeni Türkiye Partisini kuracaktır. DP den ayrılan 19 1ar, partiden koptuktan sonra bir araya gelerek bir basın açıklaması ile "Hürri­yet Partisi" adı altında yeni bir parti kuracaklarını açıkladılar. Par­ti 20 Aralıkta fiilen siyaset sahnesinde yerini aldı.

11 Ekimde İranın Bağdat pakıma girmesi 'le, Türkiye'nin dış politikası giderek çeşitleniyordu. Amerikan ve İngiltere'nin rehberiyetinde, tek başına Türkiye'den ibaret değil, Arap, Asyalı, Fars ve Türk özelliği taşıyan unsurlardan mürekkeb kontrollü, ör­nek bir İslâm devleti yapısı örgütlenmek isteniyordu.

1 Kasımda ise Bayar, meclisin yeni dönem açış konuşma­sında TL'nin devalüe edileceği haberini veriyordu. Aralık ayında ise, hükümet Ankara ve İzmir'de sıkıyönetimi kaldırma karan ala­cak ve yeni bir kabine değişikliği gündeme gelecekti.

Aralık ayında yaşanan bir diğer kriz ise, Fuat Köprülü ile ters düşen Mükerrcm Sarol'un Fuat Köprülü aleyhine parti içinde kulis yapması ile ilgili idi. Sarol bu kulislerinin sonucunda "Parti içinde nifak çıkartmak ve tesanüdü bozucu faaliyetlerde bulun­mak iddiası ile" haysiyet divanına sevkedilecektir.

5 Aralıkta, Bayar da Menderesi demokrasi konusunda uya­racak ve 1950 den sonra çıkan antidemokratik yasalann ilgasını isteyecektir.. Bayar her seçim bölgesinden bazı milletvekillerini davet ederek yaptığı görüşmenin sonuçlarını tavsiye şeklinde hü­kümete iletecektir.. Bayarın böyle bir yol izlemesi, Menderes'in giderek kendi ekibini oluşturarak güç kazanması ve ipleri eline geçirmesinden duyduğu endişe ile açıklamak mümkündür. Bayar Hükümete, Anayasada değişikliğe gidilerek çift meclisin kabülü,

208 antidemokratik yasaların kaldırılması, seçim yasasında ortaya çı­kan haksızlıkların düzeltilmesi, pahalılıkla mücadele, Üniversite­lerin özerkleştirilmesi, eski bakanlarla ilgili soruşturmaların acil olarak neticelendirilmesi ve gazetecilere isbat hakkı verilmesini istiyordu.

Bu tekliflerin bazdan DP milletvekilleri tarafından yapıldı­ğında, muhalefetin sözcülüğünü yaptığı gerekçesi ile hakkında partiden ihraç işlemi yapılanlar ortada durup dururken Bayar'ın yukarıdan gelen talebi parti içinde yeni bir sorun kaynağı oluştur­muştu. Menderes Çankaya ile de artık yabancılaşıyordu. Bayar'ın o günki tavsiyeleri daha sonra 27 Mayıs tarafından gerçekleştirile­cek ve Üniversite özerkliği gibi konular, demokratikleşme yolun­daki çabalar kendi ekiblerine maledilcccktir.

11 Kasımda yapılan belediye seçimlerinin ardından 8 Ara­lıkta Menderes 4. hükümetini kuracaktır. 11 Kasım seçimlerini CHP nin boykot etmesine rağmen, DP bu seçimde ciddi bir şekil­de oy kaybına uğramıştı. 8 İlde bağımsız adaylar, 2 ilde Köylü par­tisi kazanmıştı. Bağımsız adayların da seçimlere katılmadıkları 20 ilde oylar son derece düşüktü.

Bu arada ana muhalefet partisi içi de pek huzurlu değildi. 24 Arahk'ta Nihat Erim, parti disiplinini bozduğu gerekçesi ile disip­lin kuruluna verilecek, ancak tnönünün gayretleri ile ihraç edil­mekten kurtulacaktı. Erim'in disiplinin bozulmasına yol açan tek­lifi "Parti içinde fikir hürriyeti" talebi idi.

209

Yıl 1956

10 Ocak'ta Meclis tartışmalı bir gündemle toplandı

6-7 Eylül hadiseleri ile ilgili olarak Menderes ve dönemin içişleri bakanı hakkında meclis araştırması isteniyordu. Önerge Menderes'in konuşmasından sonra reddedilecekti. Bir gün sonra muhalefet mecliste yeni bir atağa girişecek bu defa muvaffak ola­caktı. 3 Eski bakan, Yırcalı, Zorlu ve Polatkan için görevini kötü­ye kullanmak ve suistimal iddiaları ile meclis araştırması isteni­yordu. İthama maruz kalanların da evet oyu ile meclis soruşturma­sı açılacaktı. İtham edilen suçlar, bazı malların zamanında ithal edilmemesi, bazı malların temini konusunda dikkatli davranma­mak, nal vc çivi dağıtımında düzensizlik, döviz tahsisinde usul­süzlük, çürük mal ithal etmek, bazı kişileri kayırmak gibi suçlar­dı.

Muhalefet bu soruşturmalardan sonuç beklemiyordu. An­cak bu gibi iddia ve ithamlarla iktidarı yıpratmak istiyor ve şüphe doğurmaya çalışıyordu. Bunda da muvaffak olacaklardı.

Öte yandan o günlerde Üniversitelerin özerkliği konusu ye­niden konuşulmaya başlanmışa "Üniversitelerin iktidarın tasallu­tundan kurtulması" ciddi bir şekilde taraftar buluyordu . 23 Ocak­la da Ankara'da Fikir kulübünün düzenlediği bir toplantıda, Türki­ye'nin sosyo ekonomik durumunu tartışan Üniversite öğretim üyeleri, Ahmet .Şükrü Esmer, Yavuz Abadan, Turan Fcyzioğlu, Aydın Yalçın ve Muammer Aksoy mevcut düzene eleştiriyel bir bakış açısı getirmişlerdi. Menderes'in tepkisi sert oldu. Aynı gün

210 grubta yaptığı konuşmada Menderes şöyle diyordu: "Muhalefet, Üniversite ve Basın, birlikte iktidara karşı cephe almış gözükü­yorlar. Malescf Üniversitelerimizin muhalif cereyanlara alet ol­duklarını görüyorum. Buna müsade edilmeyecektir. Üniversitele­rin münhasıran ilimle uğraşmaları lazım gelir. Eğer kendilerine çeki düzen vermeyecek olurlarsa, istersek çanlarına ot tıkarız!"

Menderes'in bu açıklaması şok etkisi yapacaktır. Tam bu günlerde, Amerika'dan gelen bir heyet, Amerikan yardımlarının yerinde kullanılıp kullanılmadığını görmek üzerine Türkiye'ye mali vc iktisadi inceleme heyeti gönderecektir. Randall heyeti olarak bilinen araştırma grubu eğer yardımların tavsiye edilen şe­kilde kullanılmadığını tesbit edecek olursa, Amerikan yardımı ba­zı ön koşullara bağlanacaktı.

Menderes'in köşeye sıkıştığını gören muhalefet tam bu sıra­da karşı atağa geçecekti. CHP, hükümetin ekonomik bir plana sa­hip olmadığını ileri sürerek, Üniversitelere karşı iktidarın takındı­ğı tavrı eleştiriyordu. Üniversitelerin demokratik rejmin temelini teşkil ettiğini belirten CHP yönetimi yayınladığı hir bildiri ile ay­rıca "Isbat hakkını, huzur şartı olarak gördüklerini" belirtiyorlar­dı. Böylccc, basın ve Üniversiteye arka çıkıyor ve halka ekonomik refah mesajı veriyorlardı.

Tam Amerikan heyetinin Ankara'da temaslarını sürdürdü­ğü bir sırada, Basın, Üniversite ve muhalefet çevrelerinden gelen eleştiriler DP yöneticilerini tedirgin ediyordu. Menderes CHP nin muhalefet çabalarım şöyle yorumluyordu: "Bu bir komünistliktir. Vatanı dışarıya jurnallemck ve ulusal çıkarlara kundak sokmak CHP nin ezeli iftirasıdır" Fuat Köprülü ise CHP nin muhalefet gayretlerini "Beşinci kol faaliyetleri" olarak tavsif ediyordu. Tam bu sırada CHP, CMP ve HP den oluşan muhalefet partileri, iktida­ra karşı işbirliği yapmak için kendi aralarında görüşmelere başla­dılar.

Mart ayı oldukça hareketli geçti. Mart başında Aydın ve Sö- ke'de başlayan grev hükümeti tedirgin elti. 6 Mart kararlan ile hü­kümet, Türk sermayesi için ayırdığı alanı da yabancı sermayeye açtığını açıklayacaktı. Aynı gün Ordu ilindeki DP kongresinde,

211

Hürriyet partisi sempatizanları ile DP liler arasında tartışma çıka­cak ve bu tartışmalar giderek DP nin tüm taşra teşkilatlarına yayı­lacaktı. Özellikle HP nin örgütlenmesi sözkonusu olduğunda DP de bölünmeler meydana gelecekti. 11 Martta İngiliz dışişleri ba­kanı Ankara'ya geldi ve buradan İsrail'e geçli. Bu arada Türki­ye'de Kıbrıs konusunu ve Ortadoğu sorununu görüştü. Ingilizler o günden Türkiye ile İsrail'in irtibatlanmasını sağlayacak bir gayret içindeydiler. 12 Martla İngiltere ile Kültür anlaşması imzalandı. Menderes 18 Martta Pakistan'a gitti ve Menderes Pakistan'da iken Pakistan'da İslâm Cumhuriyeti ilan edildi. 20 Martla Ankara'yı zi­yaret eden Amerikalı bir iktisatçı, ABD nin Türkiye'ye yapacağı yardımın kendi çıkarlarına hizmet edeceğini söyleyecekti.

Bu arada CHP, DP yi Üniversite ve gençlerle karşı karşıya getirdikten sonra, şimdi de işçilerle karşı karşıya getirmek istiyor­du.. İnönü Grev hakkı geç kalmış meselelerimizden biridir" diye­rek hükümeti grev hakkının tanınması konusunda zorluyordu.

Bu arada muhalefetin 6-7 Eylül meselelerini yeniden meclis kürsüsüne getirmeleri DP çevrelerinde tedirginlik meydana getir­di. özellikle Sclaniktcki kundaklama olayı ile ilgili bazı kaygılar, şüpheler sözkonusu idi. Olayların bir tertip olması ihtimalinden sözediliyordu. 6-7 Eylül olaylarının mecliste telaffuz edilmesi üzerine DP liler "6-7 Eylülden sözetmenin vatanperverlikle bağ­daşmayacağını" ileri sürdüler. Çünki iddialar bir kere telaffuz edi­lirse, doğru ya da yanlış bu konu hükümetin batı nezdindc kredisi­ni kaybetmesine neden olabilirdi. Muhalefetin vatanperver olarak davranmamakla suçlanması üzerine CHP ve HP Milletvekilleri meclisi terkcdcccklerdir.

Hükümet Kıbrıs konusunda çıkacak muhtemel bir tartışma­yı önlemek için zaman zaman kendilerinden beklenilen açıklama­ları yapmaya özen gösteriyorlardı. O günlerde Köprülü bu konuda şöyle diyecektir: "Kıbrıs'ın herhangi bir memlekete ilhakı mevzu­bahis ise eski sahibi Türkiye'ye verilmelidir. Kıbrıs mevzuunda konuşması gereken memleketler ancak İngiltere ve Türkiye'dir.. Bu konuda Yunanistan'ın bir hakkı ve talebi mevzuubahis olamaz. Kıbns meşelerinde daha ileriye gidilmesinin vahim neticeler do-

212 ğuracağını da ilgililer herhalde dikkate almak zorundadırlar."

Bir yandan bu açıklamalar yapılırken aynı gün hükümet 6-7 Eylül olaylarında zarar görenlere tazminat ödenmesini de başlata­caktır.

Bu arada Ankara, Amerika nezdinde hızla kaybettiği itibarı­nı yeniden kazanma gayreti içindedir. Sovyctlcrin Ankara'ya ya­kınlaşma gayretleri, Ankara'dan beklenmedik hır şekilde tepki ile karşılanacaktır. Fuat Köprülü "Rusyanın barış saldırısının Türki­ye'yi aldatamayacağmı" söylemektedir. Bununla da yetinmeye­rek "Biz hür dünya ile birlikle bindiğimiz gemiden ayrılmak niye­tinde değiliz. Bu bizim için bir ölüm-kalım meselesidir.. Türk hü­kümeti sulhün tecezzi kabul etmeyeceğine vc onun ancak müşte­rek bir emniyet ve gayretle korunabileceğine kanidir."

Türkiye için Amerikan tercihi bir ölüm kalım, Ya da varol­ma ya da yokolma davasıdır.’

Hükümetin Amerika'ya yakınlaşma gayretine paralel ola­rak, CHP vc Hürriyet Partisi daha fazla demokrasi talebi ile DP yi köşeye sıkıştırmaya devam edecektir. Çok geçmeden Hürriyet Partisi yöneticilerin Turan Güneş "Grevsiz sendikaların ccrcyan- sız ampul gibi" olduğunu söyleyerek hükümeti sendikal özgür­lükler vc grev hakkı konusunda zorlamaya başlayacaktır. CHP ise muhalefet partileri arasında yeni işbirliği imkanları aramakta­dır.

DP muhalefete karşı kendini korumak için Seçim yasasın­dan medet ummaktadır. Muhalefet ise hükümetin seçim kanu­nundaki antidemokratik unsurların yasadan çıkartılmasını iste­mektedirler. CHP kongresinde înönü, Kasım Gülek'e karşı tekrar güç kazanırken, hükümet CHP’yi içinden çökertmek için, Güle- kin kaybını fırsat bilerek, onu TBMM'nin manevi şahsiyetini tah­kir ettiği gerekçesi ile mahkemeye sevkederek bir yıl ağır hapse ve 4 ay Bursa'da gözetim altında tutulmasına sebeb oldu.

Bir yandan Muhalefet partileri hükümeti boykota hazırla­nırken, bu arada hükümet ani bir çıkışla 12 yargıcı daha emekliye sevkedecck ve basın özgürlüğünü sınırlandıran bir tasarıyı kabul edecektir. Karar basın vc yargı çevrelerinde tepki ile karşılanır-

213 kcn, bunu fırsat bilen CHP meclise bir gensoru önergesi verecek, ancak bu önerge DP oylan ile reddedilecektir.. Bu gelişmeler gü­nümüzdeki güneydoğu sorunu bahane edilerek hükümetin kanun hükmünde kararnamelerle bir takım yetkilere sahip olma isteğini hatırlatmakladır. Bu konuda da bu gün aynı şekildeJANAP çoğun­luğu muhalefetin meclis araştırması önergelerini reddetmekte­dir.

İşin ilginç yanı o günki CHP li Gülek, bu gün kendi partileri­ni kapatan bir sağ zihniyetin himmet ve himayesinde, üstelikte Moon tarikatinin Türkiye temsilciliği gibi bir sıfatla, Atatürk Y üksek Danışma Kurulu üyeliği yapmaktadır!

Muhalefetin direnişini kırmak isteyen hükümet 2 Temmuz­da, Sim Atalay, Kamil Kınkoğlu, İbrahim Us ve Osman Alışıroğ- lu isimli dört CHP milletvekilinin dokunulmazlığını, hükümetin manevi şahsiyetini tahkir iddiası ile kaldıracakur.. Bununla da ye­tinmeyen hükümet, siyasi partilerin seçim dönemi dışındaki bütün toplantılarını ve hertürlü gösteri ve toplantıyı izne bağlayan bir yasayı kabul edecektir.. Bu karara sert bir şekilde tepki gösteren İnönü "Biz mullakiyetten bu günlere geldik, siz bu günden mutla- kiyete gidiyorsunuz" diye eleştirecektir.

İnönü, bu DP ye muhalefet ederken Demokrasiyi öğrenecek ve DP ye muhalefet alışkanlığı içinde geliştirdiği ve topluma em­poze elliği demokrasi anlayışı 60 Anayasasındaki özgürlük hava­sının temel dayanağını teşkil edecektir.

Menderes, iktidarını güçlendirmek için aldığı her kararın ar­dından biraz daha köşeye sıkışmakta idi. Basın ve yargı desteğini yitiren hükümet giderek kamuoyu desteğini de kaybetmeye başla­mıştı. Basın artık demokrasinin maskara edildiğini yazıyordu.

Hürriyet partisi Bakırköy kongresinde delegeler, Mende­res'in CHP ye karşı ünlü afişi vc sloganı ile DP yi protesto ediyor­lardı: Artık Yeter, söz milletindir! Bir delege şöyle diyordu: "Tak­sim meydanında pahalılık tabutu dolaştıranlar şimdi millete o günlerin hasretini çektirmektedirler. Onların lügatında pahalılı­ğın karşılığı refah ve bir altının 100 liraya çıkması ise kalkınma­dır" diyordu. Delegeler Namık Kemal'in hürriyet kasidesini oku-

214 yorlardı!

Hükümetin basın üzerindeki baskılan dış basında da geniş şekilde yankılanmıştı. Milletlerarası basın enstitüsü, Türkiye'de basına karşı girişilen hareketi tetkik ederek bir rapor halinde tüın demokratik ülkelere duyurma kararı alıyordu. Batı basını, Türki­ye'de hür basının kaldırılarak eskiye dönülmek istendiği görü, ü yer alıyordu.

İktidann tavn parti içinde de tepkilere sebeb oluyordu. Bazı milletvekilleri genel kurul çalışmalarına katılmıyordu. Hatta bu­nun için Ankara'dan aynlanlar vardı. DP nin gidişinden ciddi şe­kilde kaygı duyan milletvekillerinin sayıları hızla artıyordu.

İktidann baskıcı uygulamalarına karşı CHP genel sekreteri şu görüşleri savunuyordu: Bu uygulama, BM anayasasına, NATO anlaşmasına, İnsan hakları beyannamesine aykırıdır ve muvaffak olamamış bir iktidarın yerinde kalabilmek için tenkidi ve muhalifi susturma teşebbüsüdür"

CHP, hükümeti özgürlükler ve ekonomik durum hakkında köşeye sıkıştırmaya çalışırken, DP iktidarı Amerikan bankaları ve yabancı izleme heyetlerinin raporlarına dayanarak kendini sa­vunmaya çalışıyordu. DP li maliye eski bakanlarından Haşan Po- latkan o günlerde bu eleştirilere karşı "Yabancı maliyecilerin ver­dikleri raporları ehemmiyetle tetkik ederek yararlandıklarını" söylüyordu.

O günlerde yapılan yere! seçim sonuçlan, iktidar partisi için hayal kinci bir görünüm arzediyordu. Küçükçekmccc seçimlerin­de Köylü partisi 600 oy alırken, Müstaıciller 224 oy, DP 151 oy alı­yordu. Bazı bölgelerde Müstakiller önde gidiyor, seçim sonuçlan üzerine çıkan çatışmalar karakolda bitiyordu.

1956 Türkiye'sine ilişkin ilginç bir istatistik var. 1956 başın­da yapılan bir açıklamaya göre o günlerde Türkiye'de 28 599 oto­mobil bulunuyordu. Bunlann 15782 sinin ise hususi plaka taşıdığı belirtiliyordu. Taksi plakalı araç sayısı ise 10.508. Resmi otomo­billerin sayısı: 2309. 30250 kamyon. 6671 motorsiklet vardı.

En iazla otomobil İstanbul'da idi (10.688), İstanbul'u Anka­ra izliyordu (5203). İzmir ise Üçüncü sırada idi (2482). Dördüncü

215 sırada ise Seyhan vardı (834).

Hükümet büyük şehirlerdeki Kadillakların sayısı ile övü­nürken, Muhalefet gelişmelerden pek memnun değildi ve bu ta­nınmamış zenginlerin servetlerinin kaynağı merak ediliyordu. Aslında bu zenginlerinin hepsini DP zengin etmemişti. Bir kısmı CHP nin zengin ettiği kişilerdi. Şimdi DP iktidarının gölgesinde kendilerini açığa vurmuşlardı. İşin ilginç yanı, bu dünün müfrit CHP lileri, o günlerin müfrit DP lisi olmuşlardı!

DP kendi içinde zorlanmaya başlamıştı. Artık bıkkınlık uyandıran demokrasi nutukları ne tabanda, ne de parti içinde bir heyecan doğurmuyordu. Herkes işine bakıyordu. İç anlaşmazlık­lar, kısa sürede bir bunalıma dönüşecekti. Menderes zaten sıkıntı­lı, komplo teorileri üreten bir tip olmuştu. Kimi zaman, umutlu ol­duğu günlerde sevecen bir insan tipi çiziyordu.. Kimi zaman ise asmaklan-Kesmekten sözediyordu.. Yaşamak için öldürmek ge­rekti. Aeımamayı öğrenmeli idi.. Menderes bu tipin adamı değil­di. Ama oynadığı rolün gereği kurt postuna bürünmeyi deneyen bir kuzu gibi idi. Kurt postundaki kuzu, öteki kuzuları ürküttükten sonra, postunu düşürünce de arasına karıştığı kurtlar tarafından parçalanacaktı.

Menderes, Mustata Kemal'in 1937 lerde keşfettiği şu haki­katten habersizdi o zaman. "(Mustafa Kemal, Hamdullah Sup­hi'ye, İstanbul'da kendini karşılamaya gelen kalabalıklarla ilgili olarak) Bu gördüğün kalabalık gün gelir inşam linç etmek için de böyle toplanabilir. Onun sevgisine de nefretine de fazla güvenil­mez"

Bu sözleri Şevket Süreyya aktarıyor. Demek ki Atatüric hal­kına pekte fazla güvcnnıiyormuş.. Ve onun için ölene kadar işba­şında kalmayı başardı. Ama Menderes çabuk güvenen biri idi. Belki çocuk gibi. Ama hırçınlaştığı zaman da, ona hiç yakışmayan davranışlar sergiliyordu.

Muhalefet, Demokrasi için birlik bildirisi yayınladığı 8 Temmuz 1956 dan 3 gün sonra iktidar seçimleri erteleme kararını açıkladı. Yine hırçın günlerindeydi. Muhalefet, kararın Anayasa­ya aykırı olduğunu savunuyordu.

216

Muhalefetin insan hakları vc demokrasi konusundaki ağır baskıları karşısında Menderes yeni bir taktik hazırladı. Bu olay­lardan bir ay sonra, Mustafa Muğlalı meselesi meclise geldi. Ko­nu 1943 yılında meydana gelen bir olayla ilgili idi. İddiaya göre Dönemin Cumhurbaşkanı (İsmet İnönü), Orgeneral Mustafa Muğlalıya emir vererek 32 vatandaşı öldürtmüştü. Olay Van'da meydana gelmişti. Halkı sindirmek vc muhalefete gözdağı ver­mek için tertiplendiği ileri sürülen bu olayla ilgili meclis araştır­ması açılması isteniyordu. Bugüne kadar gündeme getirilmeyen, hatta üstü örtülmeye çalışılan olay bugün bir siyasi şantaj olarak, CHP yi geriletmek ve muhalefete gözdağı vermek için yeniden ele alınıyordu.

Menderes ilk raundta galib geldi. Ardından sempati taarru­zuna girişti. "Memleketin baştan başa imar edileceği" vadinde bu­lunuyordu. İstanbul yeniden inşa edilecekti ve hükümet bundan böyle şehirciliğe daha fazla önem verecekti. Özellikle yerel arase­çim sonuçları iktidarın gözünü korkutmuştu. Yeni burjuvazi, kü­çük Amerika olma hayalleri, halka kuru bir umuttan fazla birşey vermemişti. Tarım politikaları sadece köylü kesimine yönelik bir mesaj veriyordu. Kentteki insanlara fazla bir vaadde bulunulama­mıştı. İşçi ve memur sadece verilenle yetiniyordu ve kentlerde iş­sizlik giderek artan bir sorundu.

Menderes kendi yanlışlıklarının sonuçlarını fatura edecek bir yer bulmuştu.. CHP ve İnönü.. Bunda gerçek payı yok değildi ama, Menderes bunu kendisi için sıkıştığı zamanlarda kaçacağı gizli bir ev gibi saklıyordu. Hani Güneydoğuda faili meçhul cina­yetlerin faturalarının ölü teröristlere çıkartılarak dosyalarının ka­patılması gibi bir şey.. Ama Menderes siyasi mevta haline getir­meye andiçtiği bir harekete çıkartıyordu felaketin faturasını.. Bil­miyordu ki bu davranışı ile rakiblerinin düşmanlığını daha da art­tı. CHP ve İnönü olayı Menderes için adeta bir fobi halini almıştı. Eski bir DP liden Aydemir şu sözleri aktarır: "Hem Celal Bayar'ın, hem de Adnan Menderes'in İnönü'ye karşı onu tanımaktan gelen takdirleri vardır. Ama Menderes'in İnönü'ye karşı Tcvehhürleri (aşırı ve ölçüsüz çıkışları) İnönü fobisinin bir reaksiyonudur. Bu

217 tıpkı sert bir babanın devamlı tazyik kuşkusu altında yaşayan bir çocuğun ruhi tepkileri gibidir." İnönü'ye göre "Menderes suçlula­rın telaşı içinde" saldırmaktadır. Menderes ise İnönü'yü" İhtiras­ları uğruna memleketi ateşe verecek adam" olarak görmektedir.. Her ikisi de ülkenin geri kalması ve haksızlıkların, zulmün ve sö­mürünün idam hükmünü önüne astıkları gömleği bir diğerinin ba­şından geçirmeye çalışmaktadırlar.

Menderes bu arada Pakistan, Afganistan ve İran'ı ziyaret et­ti. Hükümet bütün partilere karşı dirsek göstermeye devam etti. CHP genel sekreteri Gülck, Rize’de toplantı yasasına muhalefet­ten 6 ay hapis cezasına mahkum oldu. Bu olaydan bir ay sonra da Gülck tekrar Karamürsel'de aynı gerekçe ile mahkeme önüne çı­kartılacaktır. Hürriyet Partisi İstişari Kongre delegelerinin Anıt­kabiri ziyaretleri yasaklandı. Trabzon valisi CMP kongresine izin vermedi. Hükümet, tepkiyi azaltmak için din derslerinin zorunlu tutulması yolunda bir karar alarak bunu resmi gazetede ilan elli. 13 Ağustos'ta bakanlar kurulu karan ile başlatılan uygulama hal­ka verilen bir rüşvet gibi idi adeta.

İnönü'nün 32 vatandaşın öldürülmesinden sorumlu tutul­ması, muhalefet ittifakı içinde de sorunlara yol açmıştı. Menderes halkı İnönü ile korkutmaya çalışıyordu. "Bizi değil de İnönü'yü mü istiyorsunuz, 1950 öncesine mi dönmek istiyorsunuz, Onlar gelirse İnönü Cumhurbaşkanı olur" mesajı veriyordu. Muhalefet partileri bu mesajı aldılar ve Hürriyet Partisi, 1957 seçimlerinde muhalefetin seçimleri kazanması halinde İnönü'nün Cumhurbaş­kanı olmayacağına dair bir bildiri yayınlanmasını isteyecektir. Ancak bu talep İnönü tarafından reddedilecektir.

DP nin kamuoyu tabanı hızla erirken, taraftar arasında ciddi bir sinir harbi yaşanmaktaydı. İnönü İrıicaya yüklenirken, DP, ar- uk eskisi kadar Demokrasi nutukları atmamaktadır. Artık'Demok- rasi talebi muhalefetten gelmektedir. DP nin ise tek sığmağı mu­hafazakar kesimdir.. Menderes köye ve köylüye oynamaktadır. Dışta ise ABD ye, NATO ya.. Dış meselelerde daha atak bir politi­ka izlendiği izlenimi meydana getirerek milli bir heyecan doğur­maya çalışmaktadır.

218

Menderes ikinci bir atak yaparak, kalkınma politikalarında yabancı sermayeye büyük teşvikler ve garantiler verileceğini açıklayacaktır. Böylece bir yandan iç hizmetler için ekonomiye kaynak bulurken, öte yandan batıklara rüşvet vermiş olacakür.. Bu politikasını coşkulu bir şekilde açıklar. Menderes'e göre "Ya­bancı sermayeyi teşvik etmek vatanperverliktir" Muhalefet ise ateş püskürüyordu, Muhalefete göre Menderes'in yaptığı ülkeyi yabancılara satmaktı, hıyaneti vataniyye idi.

Kim vatan haini idi. Her iki taraf ta birbiri için bu ilhamda bulunuyordu ve her iki taraf ta birbirini çok iyi biliyordu'

Hükümet büyük şehirlerde hızb bir restorasyon ve istimlak hareketi başlattı. Menderese göre 6 aylık bir hamlenin ardından muhalefetin söyleyecek sözü kalmayacaktı. Bu arada getirecekle­ri hukuki düzenlemelerle dizginleri ellerine alacaklardı.

Hükümet bu arada yeni bir komünist takibatı başlattı. 39 kişi gözaltına alındı. CMP de meydana gelen yönetim değişikliği ve Osman Bölükbaşının genel başkan olması DP ye biraz zaman ka­zandırdı. Aralık ayına kadar, denebilir ki ortalık önemli ölçüde sütliman oldu. Muhalefet ittifakı dağılmıştı ve meclis araştırması önergesi İnönü'yü dizginlemişti. Batı son bir kez daha DP ye kredi veriyordu.

DP batının güvenini ve desteğini elinde bulundurmak için her zaman ABD ve İngiltere ile uyumlu hareket etmeye özen gös­teriyordu. Süveyş kanalı ile ilgili Londra konferansında Ankara ABD nin yanında yer alacaktı.

Bu arada meclis aritmetiği de sürekli değişti. Cihad Baban ve Maliye bakanı Nedim Ökmen DP den istifa ettiler. Eski CHP li işadamı Server Somuncuoğlu CHP den ayrılarak DP ye girdi ve hükümetin ekonomi politikasını öven bir demeç verdi. Bu arada muhalefet partileri arasında gerçekleşen transferler sonucunda da CHP Ana muhalefet partisi olma şansını kaybederken, Hürriyet Partisi, 31 e karşı 32 üye ile Ana muhalefet partisi oldu.

Yil sonunda patlayan bomba Ankara'yı bir kez daha krize soktu. Forum dergisindeki yazılarından dolayı Prof. Turan Feyzi- oğlu üniversitedeki görevinden alınarak bakanlık emrine vcrili-

219 yordu. Gerekçe, hükümeti eleştiren yazılar yazmak! tngillcrcnin, Kıbrısa kısmi bağımsızlık tanıyan anayasa tasarısını ilan etliği gün TBMM 5 saat süren bir müzakerede Üniversite meselesi ko­nuşuldu. Hükümet bazı bilim adamlarının Üniversiteye politikayı soktuklarını ve partizanca davranışlar sergilediklerini ileri sürü­yorlardı. Maarif bakanı, Adalet bakanı, Başbakan saatlerce konu­yu tartışmışlardı. Muhalefet ise olayı hazin olarak nitcleyecekti. Fcyzioğlu'nun bakanlık emrine alınmasına tepki olarak Ankara Üniversitesinden beş öğretim üyesi istifa edecekti. Bunlarla bir­likte Turan Fcyzioğlu da görevden ayrılacaktı. İstifa edenler Do­çent Aydın Yalçın, Doçent Muammer Aksoy, Doçent Münci Ka- pani, Asistan Coşkun Kırca, Asistan Şerif Mardin gibi ünlü isim­lerdi vc bu çekirdek kadro, akademisyenler çevresinde hükümete karşı sivil muhalefetin odak noktasını teşkil edecekler ve Kema­list bir sol çizgiyi örgütleyeceklerdi..

Tek parti dönemi Kemalizminden sonra, ikinci kuşak Ke­malist Harekelin beş as ismi bunlardı.

220

YIL 1957

İhtilale üç yıl kaldı..

Nedense bizde bütün ölüler badeni gözlü olur..

Nedense ölülerimiz hep en kahraman! arı m izdir..

Yaşarken değerini bilmediğimiz için kahramanlarımızın mezarları başında ağlamayı çok severiz..

Kahraman olarak karşılayıp, hain olarak uğurlamaktan gizli bir zevk alırız.

Zaten bizim gibi ülkelerin tarihine baktığınızda normal, sı­radan insanlar çok azdır. Ya onların csaınclcri okunmaz.. Onlar basil birer sürü gibidir.. Ötekiler ise ya kahramandır, ya da hain.. Daha doğrusu, kahraman olarak başlayıp, ihanetle damgalanma­ya doğru hızla koşmaktadırlar.. Hayali ile güzel, gerçeği ile kor­kunç olan bir durum sözkonusudur.

1957 Ocağı'nda dünyaca ünlü iki sanatçı Amerika'da hayata gözlerini yumuyordu.. Aktör Humprey Bogatt ve Ünlü Orkcslra şefi Anturo Toscanini..

Amerikalıların gündeminde Bogart ve Toscanini vardı. Ama Ankara'nın gündeminde Amerika'nın kendisi.. Yeni yıla merhabe derken, hükümet 1 Ocak'ta yeni ticaret kanununu yürür­lüğe koymuştu. O günlerde bir sanayici olan Benjamin Fairless başkanlığında bir Amerikan heyeti, ekonomik ve askeri yardım­larla ilgili olarak Wasinghton'daki büyük reise sunulmak üzere bir rapor hazırlamak üzere Ankara'da bulunuyordu. Heyet Anka­ra'dan ayrılmadan bir gün önce de Ankara'nın büyük reise sunul-

221 mak üzere hazırladığı armağan paketi Fairlcss'in imlalarına arzo- lundu. Türk hükümeü Amerikan hükümetine dostluğunun bir ka­mu olarak teklif edilen bir anlaşmayı, Amerika’nın arzuladığı bi­çimde imzaladığını açıklıyordu. İmzalanan anlaşma hükümlerine Türkiye'deki Amerikan yatırımları için yeni imtiyazlar tanınıyor­du. Bu şirketler gerektiğinde kâr vc sermayelerini dolara çevire­rek yurt dışına çıkartabileceklerdi. Bu konuda Türk hükümeti ga­ranti veriyordu. Bu karardan 4 gün sonra da Ankara'da toplanan Bağdat Paktı'nda bölgesel kalkınma vc işbirliği örgütü RCD kuru­lurken, aynı zamanda pakla üye ülke temsilcileri Eiscnhower doktrinine bağlılıklarını teyid ediyorlardı. Amerika ile ilişkiler tekrar yoluna giriyor gibi gözüküyordu.. Menderes bir yandan da kendini güvenceye alabilmek için Askeri kademelerde yeni dü­zenlemelere gidilmesini kaçınılmaz görüyordu. 57' ye girerken zaten hükümet askeri kademelerdeki terfiler ve emeklilik işlemle­rinde bazı düzenlemeler yapmıştı. Bu durum orduda sancı doğur­muş, ancak hükümet bu düzenlemelerin siyasi ueğil askeri sebeb- lerle yapıldığını açıklamışü. Bu dönemde, Amerika askeri alanda da önemli ölçüde nüfuza sahipli vc orduda giderek artan bir Ame­rikancı eğilim gözüküyordu.. Zaten ihtilalin içinde Amerikancı unsurların yer aldığı daha sonra açıklanacaktı. "Bizim çocuklar" 12 Eylül'dc nc kadar etkin bir role sahiplerse, 27 Mayıs'ta da aynı güçteydiler. Hükümetin Amerika nezdindc kredi sahibi olduğu anlamına gelen son gelişmeler, muhalefeti bir kez daha tedirgin edecekti. Muhalefet bu kez pahalılık noktasından, iktidar üzerin­deki dış baskılar yerine kamuoyu baskısını artırma yolunu dene­yecekti. Menderes ise, Amerika ile yoluna giren ilişkilerin bir ni­şanesi olarak, yeni bir jestle Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nin ku­ruluşunu hazırlayacakur.. Ne garip, Lübnan'daki Amerikan koleji gibi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi de daha sonraki yıllarda, Amerikan orjinli sol muhalefetin odak noktalarından biri olacak­tır. Bu arada Kıbrıs meselesi yeniden alevlenecek, Hükümet göz­lemci olarak Nihat Erim'in başkanlığında bir heyeti Kıbrıs'a gön­derecektir. Hükümetin Erim'lc bu konuda diyaloga girmesi parti içinde dedikodulara yol açacaktı. Acaba Erim DP ye mi geçecekti.

222

Erim DP li olmayacaktı ama, Erim'dcn daha hızlı bir CHP li olarak bilinen, ilerici kanada mensup parti eski müfettişi Alacddin Tiri- toğlu CHP den ayrılarak CMP ye girecekti. DP nin CHP yi parça­lama girişimi ve CHP nin ana muhalefet partisi olmaktan çıkıp, yerini Hürriyet Partisi'ne kaptırması ile CHP nin sesi iyiden iyiye kısılmıştı. Halta, HP ve CMP nin CHP den adam ayartma gayret­leri, muhalefetin DP karşısında başlattığı diyaloğu da tehdit etme­ye başladı. CHP artık ana muhalefet olmadığına göre, DP ye yak­laşabilirdi..! Bütçe görüşmelerinde CHP, eski hırçın politikasını bir kenara bırakıp, adeta İktidarla CHP arasında ilk kez bir bahar havası estirmeye çaba gösterdi. Menderes her zaman yaptığı gibi, zor zamanlarda, halk muhalefetini önlemek ve onların DP ye des­teklerini güçlendirmek, heyecanlarını yüksek tutmak için küçük dini tavizler veriyordu. Menderes yine böyle bir adım alarak Ko- catcpc cami yaptırma demeğini ziyaret ederek 100.0® lira maddi yardımda bulunuyordu. Dindarlara yapılan maddi bağışın ardın­dan, Türkiye'de devlet eli ile sendikacılığa geçiş aşamasında, dev­letin işçilere sendikal eğilim vermek üzere Üniversitelerle birlikte örgütlediği eğitim seminerleri de ani bir kararla kapatıldı. Böylcce hükümet müslümanların yanında yer alırken, işçilere karşı tavır koymuş oluyordu. Bu da Üniversite çevrelerinden gelen, özellikle sol aydınların işçiler üzerinde spekülasyonlarına yol açıyordu. Daha sonra örgütlenecek Türk-Iş, bu Amerikancı mantıkla kuru lan sendika okullarının devamı olarak doğmuştu.. Nasıl sol, dev­letçi C1IP, DP yi doğurdu ise, sağcı, Türk-lş te aynı şekilde kendi bağrından DİSK'e hayat verecekti.. Tüm dünyada olduğu gibi, sağ ve sol birbirini üreten, birbirinin yaşama şansını teminat altına alan aynı akımın iki alternatif uçlan durumunda idi. Sağcı iktida­rın açlığı kurslarda solcu öğretim üyeleri, sendikacılık dersi veri­yordu.. Ne garip, sağcı sermaye sınıfını üreten, onu destekleyen, onun ideolojisini belirleyen de devlet, sağcı patrona karşı solcu sendikacılığı örgütleyip, destekleyen ve onun sağa karşı ideoloji­sini de belirleyen devlet. Yani devlet kendi kendini yoketmek üze­re programlanıyor gibi bir şey.. Sonuçta aynı vatanın çocukları sağcı solcu diye, işçi patron diye, kadın-erkck diye birbirini yoke-

223 dccek, farklı düşman kamplara bölünecekti.. Devletçi CHP içinde Libcralizm'i örgütleyen de aynı irade değilmi idi?.. Yani Devletçi İnönü'nün yanında Liberal bir Bayar nasıl ekonomi bakanı olabi­lirdi.. Tabi böyle nev-i şahsına münhasır ve devletçilik vc libera­lizm politikası ile yol katedmemiz, başarıya ulaşmamız mümkün değildi. Bunun adı bilim, ideoloji, felsefe, demokrasi falan ola­mazdı. Bu düpe düz bir çılgınlıktı ve geri kalmışlığımızı hazırla­yıp pekiştiren bu dahice komplo idi belki de!

Mart ayına girildiğinde içeride ve dışarıda şok gelişmeler yaşandı. CHP nin DP ile iyi geçinme politikası parti tabanında tep­ki ile karşılandı. Ankara il örgütü bu nedenle toptan ist'fa etli. Yu­nanistan ise Kıbrıs’ta huzursuzluk çıkarmaya devam ediyordu. BM nin vc NATO nun arabuluculuk girişimleri sonuç vermemiş­ti.

Mart başında NATO başkomutanı Norstad Ankara'yı ziya­retinde Ankara'yı ve Türk ordusunu övüyordu. Norstad'm Anka­ra'dan ayrılmasından bir kaç gün sonra düzenlenen Truman dokt­rininin 10. yılı toplantısına hükümetle birlikte şeref üyesi olarak parlamentoda üçüncü parti olarak bulunan CHP nin genel başkanı da çağrılıyordu. Buna karşın Ana muhalefet partisi genel başkanı vc CMP nin lideri toplantıya çağrılmıyordu.. Bu açık bir tavır, bir meydan okumaydı..

Amerikalılar da bundan rahatsız olmuyorlardı. Öyle anlaşı­lıyordu ki, Amerika Hürriyetçilere vc Cumhuriyetçi Milletçilere karşı DP-CHP ittifakından yana bir gruba güven duyuyor ve des­tek veriyorlardı.

İnönü jabancıları değildi. Truman doktrininin 10. yılı kutla­nırken Truman doktrinini 1947 de kabul eden İsmet İnönü’ye duy­dukları şükran duygularını bu vesile ile ifade etmek isliyordu Amerikalılar.

Hükümet, CHP ile birlikte Amerikan dosduğunun bekçili­ğini yapmak konusundaki ittifaklarını gösterdikten sonra, scndı- kalist eğilimlere karşı çıktı. Böylccc o günlerin havası içinde bu işi de halletmek isliyorlardı. Dışarıda itibar sağlandığına vc CHP nin de sesinin çıkmadığına göre, bu işi bu günden tezi yok halletmek

221

gerekirdi. Çalışma bakanı Mümtaz Tarhan 19 Martta, İstanbul İk­tisat Fakültesi'nde yapılması planlanan işçi konferansını engelle­yecek ve "Sendikacıların yabancı ideolojilere hizmet ettiklerini" söyleyecekti. Sanayileşme tercihlerinin öne çıktığı bir ülkede işçi­lerle karşı karşıya gelmek pek akıllıca bir iş değildi ama. Devletin gücünü elinde bulunduranlar, bu sihirli değnekle herşeyi yapabi­lecekleri yanılgısından pek kolay kurtulamamaktadırlar. Hele ar­kalarında basın ve aydın desteği olan bir işçi hareketini bastırmak her zaman pek kolay mümkün olmayabilirdi ve öyle de olacaktı. Menderes bu arada iktidarı karalayan sözlerin devlete zarar verdi­ğinden bahisle muhalefeti ölçülü davranmaya çağıracak ve "ne ik­tidar muhalefeti ve ne de muhalefetin iktidarı yokedemeyeceğini" söyleyecekti.

Bu günlerde Roma'da Avrupa Ekonomik topluluğu anlaş­ması imzalanırken Eisenhover doktrinini açıklamak üzere Anka­ra'ya bir başka heyet geliyordu. Artık hemen her ay ya Menderes bir dış ülkeye gidiyor ya da Türkiye’ye yabancı bir heyet geliyor­du. Hatta her ay bu tür gelip gitmeler bir kaç defa, bir kaç ayrı he­yetle gerçekleştirilme durumu sözkonusu olabiliyordu.

"Küçük Amerika" "!"nın genç politikacılan, bu gezilerinde daha çok, Batı'nın misyoneri ya da Amerikan politikasının plasi- yeri gibi hareket ediyordu ve bu tür seyahat sonuçlanndan ya da yeni projeler konusunda sürekli Amerikan heyetleri gelip gidiyor­du..

CHP nin sesini kesmesi ve ABD nin onayı ile DP kendini önemli ölçüde özgür hissediyordu. Kıbns meselesini kullanarak iç bütünlüğü sağlamak istiyordu. "Kıbrıs konusunda birlik olun­ması çağrısı" ile partiler arasında bir diyalog ortamı oluşturmaya çalışan DP yöneticileri, öte yandan basına ve sendikalist eğilimle­re karşı aba altında sopa göstermeye devam ediyordu. Hükümet solcuların sendikal örgütlenme adı altında toparlanmaya çalıştık­larını düşünüyordu. Bu arada gazeteci Ratip Tahir bir karikatü­ründen dolayı tutuklanacak ve İşçi Sendikaları Birliği de kapatıla­caktı. Hürriyet partisi ise, Menderes'in Kıbns meselesini iç politi­ka için araç olarak kullanmasına karşı çıkıyor, bu yönü ile de hü-

225 kümeli eleştiriyordu. Hükümet Mayıs ayı boyunca sendikal faali­yet gösteren tüm dernek ve federasyonları sırası ile kapatmaya başladı. Bolu ve Fethiye depreminin getirdiği hava içinde iktidar halka karşı daha müşfik davranmaya özen gösterirken sola karşı ve CHP dışındaki muhalefete karşı şiddetini artırıyordu. Bur- duı'daki Hürriyet Partisi toplantısı DP liler tarafından basılarak olay çıkartılacaktı. Bu arada Hürriyet Partisi'nin meclisteki san­dalye sayısı 34 e yükselmişti. Bu durum CHP yi korkutuyordu.. DP nin karşısında iken Milletvekillerini DP ye kaptırıyordu. DP ye yanaşmakla da muhalif kanat partiden uzaklaşmaya başlaya­caktı.

Bolu ve Fethiye depreminin ardından, kuraklık köylüyü te­dirgin etmeye başlamıştı. Bir yandan sanayileşme hamleleri sü­rerken işçiler tedirgindi, Muhalefet tedirgindi. Basın ve aydınlar, bürokratlar bu tedirginliği daha da körüklüyordu. Ekmek karnesi­ne geri dönmek istemeyen DP Amerika'dan 200.000 ton buğday ithal etti. Tarımcılık adına yola çıkılan bir ülkede, tarım ürünü it­halatı başlıyordu. Menderes ülkenin kalkındığını söylüyordu. Hürriyetlerin kamilen mevcut olduğunu söylüyordu. Muhalefetin gözünde ne yapıtlarsa suç olduğunu belirliyor ve çareyi seçimde gördüğünü açıklıyordu. Menderes Sivas'ta son sözünü söyleye­cekti: Hodri Meydan.. Seçimler erken yapılacak!

Menderes'in Seçim kararını açıklamasının ardından İnönü, tekrar muhalefete dönecekti.. Ama ne ile muhalefet yapabilirdi ki?. Şimdi her söyleyeceği söz konusunda, "Bu kararlar alınırken neredeydin" demezler mi idi?..

İnönü süngüsü kırılmış asker gibi yalnız ve hüzünlü idi. Da­ha sonra CHP den ayrılarak CGP (Cumhuriyetçi Güven Partisi)ni kuracak olan ve ardından da 12 Eylülcülcr'lc birlik olarak Kıbrıs koordinatörlüğü yapacak olan Feyzioğlu'nun CHP ye geçişi bile tnönüyü heyecanlandırmaya yetmeyecekti.

Menderes DP ye karşı yeni dönemin ilk muhalif sözünü "DP dini siyasete alet ediyor" şeklinde sarfctli. Bu yaklaşım ise, DP yi rahatsız eden değil, bir yandan CHP nin dine karşı tavrını pekişti­rirken, öte yandan DP nin müslüman halk nezdindeki itibarını ar-

226

(ırıyordu.. İnönü'nün bu çıkışına sebeb olan gelişme ise bir vaizin vaazında DP yi övmesi üzerine on ay mahkumiyetinin ardından, incelişte vaizin mahkumiyetinin affına ilişkin teki itle başlamış­tı.

Menderes'in,İnönü'ye Bartın'dan gelen cevabı ise daha il­ginçti.. İktidarı eleştiren muhalefet partilerini Menderes münafık­lıkla suçluyordu " Allah hepimizi münafıkların şerrinden koru­sun.. Allah hepimizi münafıkların şerrinden masun eylesin (Amin sesleri). Unutmayalım ki, zaman olmuş peygamber efendimiz bile münafıkların şerrinden kurtulamamıştır. Allah hepimizin yar­dımcısı olsun" Menderes bunları söylerken Fuat Köprülü, Rüştü Özel ve Muammer Obuz "DP nin amacından saptırıldığını" ileri sürerek partiden istifa ediyordu.

Bu arada DP de parti içi sorunlar da patlak vermeye başla­mıştı. Bir çok kongre yapılamıyordu. Muhalefet partileri arasında ise bir uyum yoklu.. DP çökebilirdi. Ama HP vc CMP İnönü'nün Cumhurbaşkanı olmayacağının seçim öncesi açıklanmasını isti ­yorlardı. CHP ise buna yanaşmıyordu..

Muhalefet kendi arasında lam bir mutabakat sağlayamamış­tı ama, bu diyalogun DP yi çökerteceği görüşü ağırlık kazanıyor­du. Hatta İnönü o günlerde "DP iktidardan gitmeyi sükunetle kar­şılanmalıdır. Siyasi partiler gidip gelmeye alışmalıdırlar" anlamın­da şeyler söylüyordu.

Hürriyet Partisi'nin İstanbul kongresindeki heyecan şoku DP Hicri korkutmuştu.

4 Eylül'dc muhalefet partileri beş maddeden mürekkeb bir mutabakat bildirisi yayınladılar.

a-Parlamcnto bir kurucular meclisi olarak çalışacak, altı ay içinde izlenecek olan rejimin temelleri kurulacak vc meclis kendi kendini feshedecek.

b-Nisbi temsil sistemine geçilecek

c-Scnato sistemi yürürlüğe konacak

d-Grev hakkı tanınacak

c-Bütün Hürriyetler kanunla teminat altına alınacak.

Daha sonra 27 Mayıs la birlikte gerçekleştirilmeye çal ışı la-

227 cak olan bu ilkeler, aslında tek başına CHP nin değil, DP ye karşı muhalefet birliğinin ittifak ettiği konulardı.

Aynı gün DP genel idare kurulu seçimlerin 27 Ekim'dc ya­pılacağını açıkladı. DP bütün ilk kongreleri askıya alarak seçim çalışmalarına ağırlık verilmesini istedi. Bu arada DP Genel İdare Kurulu Üyesi Emin Kalafat bir açıklama yaparak, muhalefetin bir hükümet cephesi kurmasının "tahrik vesikası" olduğunu söyleye­rek, muhalefet partileri arasındaki diyalogu bir "Husumet Cephe­si" olarak tanımladı. Bu açıklamadan bir kaç gün sonra da General Fahri Belen DP den ayrılarak CHP ye girdi. O günlerde partiler arasındaki transferler yoğunluk kazandı Muammer Alakant HP den ayrılırken Kasım Küfrevi DP ye girdi. Kalafat, muhalefet itti­fakı içinde yer alanları şöyle tanımlıyordu:" Tek parti, tek şef, tek millet diyen İsmet Paşa, Demokratik bir anlayış içinde mücadele; yi şiar edinen DP den İsmet Paşa'yı yoketme talepleri yerine geti­rilmediği için aynlan tedhişçi unsurlar, 1955 senesi ortalarına ka­dar DP nin müdafasını yapan, onun broşürlerini kaleme alan in­sanlar"

Peki ne olmuştu da işler bu noktaya kadar gelmişti?

9 Eylül'dc CHP parti meclisi toplanarak yetkilerini İnönü'ye devrediyordu. 11 Eylül'dc de Meclis feshedildi. Meclisin Feshe­dildiği gün milletvekilleri yumruk yumruğa kavga edeceklerdi. Sebcb: Seçim kanunu tadil tasarısında, muhalefet partilerinin iş­birliği yapmalarını engelleyen tedbirlerdi! Bu arada Antalya Mil­letvekili Burhaneddin Onat da DP den istifa etli. HP genel başkam millet işlerinin çığırından çıkartıldığı görüşünde idi. İnönü ise meclisteki son gelişmelerden sonra muhalefetin seçimlerde işbir­liği yapmalarının fiilen imkânsız hale getirildiği görüşünü savu­nuyordu.. Eğer muhalefet birlik halinde seçime katılsa ve seçim sisteminde düşünülen değişiklikler yapılsa idi belki şanslı olabile­ceklerdi. Ama DP muhalefetin bu girişimini önleyecekti.

Seçim havası içinde, işçiler mümkün olduğu kadar çok mil­letvekilini meclise sokmaya çalışıyorlardı.

Suriye cephesinde meydana gelen gerilim, iktidar için ciddi bir sorun teşkil ediyordu. Bu arada Amerika ile temaslar sürdürü-

228 lüyor, krize çare aranıyordu. Suriye cephane deposu haline gel­mişti ve Sovyetler Türkiye'nin Suriye'ye karşı askeri tavrından kaygı duyduğunu açıklama gereği duyuyordu. Moskova ABD den Türkiye'nin kontrol altında tutulmasını isterken, Amerika Anka­ra’ya, NATO olarak ABD olarak ve Eisenhower Doktrininin ver­diği hak ve sorumluluklar çerçevesinde yardıma hazır olduklarını duyuruyordu.

Menderes zorlanıyordu. Bayar İsparta'da yaptığı konuşma­da DP mesajı veriyordu. "Dayak yok.. Sandıktaki reyleri değiştir­mek te yok.. Serbest seçim var" diyordu..

Ben milletin 1950 ile 1960 arasında yapılan tüm seçimlerde DP yi bilinçli bir tercihle seçtiğini sanmıyorum.. Millet hâlâ CHP den korkuyordu.. Oyunu umutlan ile değil, korkuları ile kullanı­yordu!

Menderes ise İnönü için İzmir'de şunları söylüyordu: Size allı ajda buhranı kaldıracağız diyenler kuyruklu yalan söylüyor­lar'

Evet Menderes haklı çıktı. Buhran Türkiye’de allı ayda de­ğil, altı yılda bile kalkmaz, 60 yıldır kalkmadığı gibi. Çünki Buh­ranın kaynağı, Buhranı kaldırma iddiası ile vatanı kurtarmaya so­yunanlar değil mi idi?

Bu günlerde aday belirleme çalışmaları partilerde ciddi krizlere yol açıyordu.. Hele hele kendi seçim bölgelerinde adaylı­ğı kazanıp genel merkezlerce iptal edilen adaylar, bir anda karşı tarata geçiyorlardı.. DP Manisa, Aydın, Diyarbakır, Giresun ve Samsun'da benzer şokları yaşadı ve partiden kitlesel istifalar ol­du.

21 Ekim'de seçim öncesi ülke çapında durum gergindi.. Taksim mitinginde Celal Bayar konuşmuş, fakat İnönü konuşa- maınıştı. CHP mitingindeki büyük kalabalık İnönü'ye çılgınca te­zahürat yapıyordu. Hoparlörün bozulması üzerine İnönü, mey­dandan konuşmaıian ayrılacaktı. Bayar ise konuşmasının bir bölü­münde şöyle diyordu: "Türkiye 30 yıl sonra küçük bir Amerika olacaktır!". İzmir'de konuşan Menderes, basma çatarak "Muhalif­lerin mezbuhane gayretler ortasında ne söylediklerini bilmcdiklc-

229 rini, buhranın halk partililerin mal toplamaları yüzünden meydana geldiğini söylüyordu.

28 Ekim'de seçim sonuçları açıklandı. Olaylı bir seçim ya­şandı. DP oyların %47.7 sini alarak 424 milletvekili çıkartmıştı. CHP oyların %40.82 sini almıştı. Milletvekili sayısı ise 178 di. CMP nin oy yüzdesi ise %7.19, milletvekili sayısı 4. %3.85 oy alan HP nin milletvekili sayısı da 4'lü, Bağımsızlar ise 2 sandclyc kazanmışlardı. İktidar partisi %48 den az oy alarak 424 milletve­kili çıkartırken, muhalefet %52 oyla 188 milletvekili çıkartıyor­du.

İktidarda kalan DP muhalefete karşı sertlik politikası izle­meye başladı.

1 Kasım'da seçim öncesinde ülke tam bir ihtilal havasında idi. Meclis tatile girmişti. Ankara Üniversitesi'nin açılış töreni er­telendi. Tanklar vc askerler stratejik noktalara yerleştirildi ve rad­yoevi kontrol altına alındı. İstanbul Üniversitesi rektörü Ali Ta- noğlu ise Üniversiteyi açış konuşmasında "İstanbul Üniversitesi bütün kadrosu ile hükümetin yanında ve emrindedir” diyordu. Bu arada Vatan partisi genel başkanı Hikmet Kıvılcımlı dini politika­ya alet ederek Komünistlik propagandası yapmak suçundan tu­tuklandı. Din ancak Demokrasiye, dolayısıyla DP ye alet edilebi­lirdi çünki!

Bu arada hükümet karaborsacılık ve tüketim mallan fiatları üzerinde denetimlerin sıklaştırılması karan alacak ve gazete ilan vc haberlerinin dağılımında hükümet kontrolünün uygulanacağı­nı bildiren hükümet bildirisi resmi gazetede yayınlanacaktır. Ka­sım sonunda, seçim sonuçlarının alınmasının ardından Hürriyet partisi kendi kendini feshederek CHP ye katıldı. Böylece CHP ile HP güçbirliği etmiş oluyordu.

Aralık başında hükümet alelacele hükümet programım oku­yarak, muhalefetin hazırlık yaparak eleştirmesine fırsat vermeden (Daha önceden CHP lilcrin DP lilcre yaptığı gibi!.. Çünki yok as­lında birbirlerinden pek farkları, tek farkları adları!) geçiştirccek- İcrdir. Muhalefetin bu yöndeki oyları ise, parlamento iradesi ile geri çevrilecektir. Ama o günki parlamento iradesinin milli iradc-

230 yi yansıtmadığı da bir gerçekti! Bunu anlamak için 27 Mayıs'ı beklemek gerekecekti. 27 Mayıs ise yoldan çıkmış aracı yuvarlan­makta olan vadiden çıkartıp başka bir vadiye yuvarlanmanın üs­tün maharetinin adı idi.

Hükümet muhalefeti susturmak için, onlara inat 27 Aralık'ta Meclis iç tüzüğünde bir değişiklik yaparak "sözlü soruların sade­ce cuma günleri sorulması, bakanların bunlara verecekleri cevap­ların beş dakika ile sınırlandırılması, gürültü yapan milletvekille­rine para cezası getirilmesi, meclis müzakereleri sırasında çoğun­luk şartının kaldırılması gibi afaki bir takım düzenlemeler getirili­yordu.

231

Yıl 1958

Türkiye’de ilk ihtilal rüzgarları 14 Temmuz 1958 de esmeye başladı.. Bağdat'taki ihtilalden iki ay kadar sonra 6 Eylül'de Balı- ’ kcsir'de konuşan Menderes, muhalefeti ihtilal kışkırtıcılığı ile suçluyordu. Bağdat ihtilali CHP yi umutlandırmış, Menderes'in gözünü korkutmuştu. Bu gün ANAP iktidarının Balkanlardaki ge­lişmelerden ders almaya çağrılmasına benzer bir hava sözkonusu idi. Menderes şöyle diyordu: "Üç beş siyaset muhterisi, ihtilâlin ne vakit bir hak olduğu hakkında üç beş kelimeyi bir araya getire­rek çatık kaşları ve asık suratları ile içlerinin zehrini sanki bir deva imiş gibi millete dökmek istiyorlar. Irak'ı misal göstererek ve ga­zetelerinde mütemadiyen tahrik ederek adeta -Bunları da öldüre­cek bir sergerde, bir serseri çıkmayacak mı- demektedirler. "Men­deres'e göre İnönü, seçimsiz bir şekilde tekrar iktidarı ele geçir­mek istiyordu ve bu yönde yalan haberlerle halkı kışkırtıyordu. DP ye göre herşey yolunda idi, ekonomik göstergeler iyi idi, mu­halefet milleti aldatıyordu. Muhalefet ise herşeyin kötü olduğunu, iktidann radyoyu kullanarak, basını susturarak halkı kandırdığını ileri sürüyordu..

İnönü ise "şartlar tamam olduğunda ihtilalin meşru bir hak olduğunu" söylüyordu. O zaman da CHP ye düşen görev, şartların bir an önce tamamlanması için elinden geleni yapması idi. Aslın­da 27 Mayıs bu anlamda CHP nin orduyu maşa olarak kullanması sonucu gerçekleşmiş, askeri elbise giydirilmiş sivil bir darbedir..

232 Madem ki iktidar bu şekilde el değiştirecek, batılı dostlarımız da, işi şansa bırakmamak için, bir yandan Menderes hükümetine iyi şanslar dilerken, öte yandan kurulacak muhtemel ihtilal hüküme­tinin oluşumunu kendi çıkarları yönünde biçimlendirmek için çok önceden kollan sıvayacaklardı. Menderes yıpranmıştı. ABD ya da Ingiltere için bu tür dostluklarda vefa yoktu. DP iktidarının öm­rü tamamlanmıştı, içi tükenen bir konserve kutusu gibi tarihin çöplüğüne fırlatmak ya da külünü göğe savurmak gerekirdi.. Amerikan menfaatleri, küçük politik ihtiraslara kurban edilecek ya da şansa bırakılacak türden şeyler değildi.. Gerekirse, dün DP iktidan ile CHP nin iktidar koltuğunu milli şefin altından çeken el, aynı şekilde, Menderes'i ipe çekecek ihtilalciler için de aynı hiz­meti sunabilirdi. Menderes yeni y ılın ilk ayında baskı yasaları uy­guladıklarını kabul eden bir açıklama yapacaktı. Baskı yasaları ile ilgili olarak kendini savunan Menderes şöyle diyordu: "Muhale­fetin bizi zorlaya zorlaya bazı tedbirler almaya mecbur etmeleri, demokrasiye uygun neticeler değildir. Eğer onlar zorlamasalardı, bu gün beğenmedikleri bir çok kanunun çıkmasına imkân yoktu." CHP ise sonuçlardan büyük bir moral kazanmışa. CHP gelişmele­ri yakından izlemek ve değerlendirmek için bir aydın forumu oluşturma kararı aldı, iktisatçı Osman Okyar'm başkanlığında oluşturulan büroda Bülent Ecevit, Coşkun Kırca, Doğan Avcıoğ- lu, Turhan Fcyzioğlu gibi bir takım isimler bulunuyordu. CHP işçi vc aydınlarla daha çok ilgilenecekti! Bu arada hükümet içinde ba­zı sorunlar çıkacak vc DP kamuoyunda büyük bir itibar kaybına uğrayacaktı.

Kıbns konusu da hükümeti zor duruma sokmaya başlamıştı. İngiltere Kıbrıs’ı Yunanistan'a vermekten yana idi. Türkiye ise adanın bölünmesini istiyordu.

Bu arada Amerika sürekli olarak Türkiye ile ilişkilerini ge­liştirme çabasında idi. Bağdat Paktı veRCD yolu ile ekonomik, si­yasi, askeri alanlarda, kültürel alanlarda yoğun bir işbirliği sözko- nusu idi. Amerika'nın 1958 indeki yeni yıl armağanı Ankara'ya 46 milyon dolar değerinde tahıl fazlasını vermesi idi. Bu günlerde bir de darbe teşebbüsü ortaya çıkartıldı. Biri emekli üç albay, 1 yar-

233 bay, 4 binbaşı vc bir yüzbaşıdan ibaret 9 Subay hükümet darbesi teşebbüsünde bulunmakla suçlanarak tutuklandı. Hükümet, o günlerde basında yer alan, yabancı basında da tekrarlanan, Türki­ye'de, ordu içinde geniş çaplı levkifat yapıldığına ilişkin haberleri yalanlayarak bu açıklamayı yapacaktır. Bu olaydan sonra Askeri kademelerde geniş çaplı tayin vc atamalar gündeme gelecektir. 16 Ocak tevki Tali, ilk kez DP nin Ordu içinde kendine karşı bir kıpır­danma hareketinin ortaya çıktığı tarih olarak önem taşımaktadır. Ocak ayı sonlarında ise İngiliz polis ve askerlerinin Türklcr’e karşı girişlikleri sindirme operasyonunda, 24 saat içinde 8 Türk ün öl­dürülmesi Ankara'yı zor durumda bırakmıştı. Aynı günlerde An­kara'da toplanan Bağdat Paktı, Sovycllcr'in yayılmacı siyaseti ve Türkiye'ye vaki tehdidi, İsrail ve Suriye konulan üzerinde durul­du. Pakt üyeleri Kıbrıs konusunda bir karar almadılar. Ancak TBMM İngiltere'nin Kıbrıs'taki tavnnı kınayan bir bildiri yayınla­dı. Meclis artık eskisi kadar sakin değildi. 24 Şubat'ta Diyanet büt­çesi görülüşürken yine Mecliste kızılca kıyamet kopacaktır. Ar­dından 5 Nisan'da Türkiye ile ABD arasında imzalanan istimlak vc müsadere garantisi anlaşması muhalefet partileri tarafından ol­duğu kadar, iktidar partisi içinden de büyük eleştiri alacaktı. Olay bir kapitülasyon uygulaması şeklinde tanımlanıyordu. Türkiye'de iş yapan Amerikalılar'ın anlaşmadan doğan haklarının ihlali karşı­sında doğan tazminat bedeli Amerikan hükümetince ödenecek, Ankara hükümeti, Amerikan hükümetine bu bedeli ödemekle yü­kümlü olacaktı. Yani Özel firmaların Türkiye'deki işlerinin garan­törü vc hamisi, kefili Amerikan hükümeti olacaktı. Bu anlaşma­dan önce de hükümet ABD ye bazı güvenceler vermişti. Menderes bu güvencelerin Amerikan yönetiminin Türkiye'ye olan ilgisini artıracağını ümid ediyordu. Bu güvenle Dünya Bankası'nm kapı­larını Türkiye'ye kapamadığı mesajını aldığını söylüyordu! İnönü ise yokluk vc pahalılıktan şikayet ederek halk desteğini artırmaya çalışıyordu.

Hükümet basına sansür uygulamasını yeniden artırmaya başladı. Nisan ayında CHP nin yayın organı Ulus gazetesine bir ay süre ile kapatma cezası verilecektir. Haziran ayında da ana muha-

234 Icfct partisi baştanının basın açıklamasının yayını yasaklanacak­tır. 23 Mayıs'ta ise İçişleri bakanı, CHP kongresinde yapılan ko­nuşmalara kızarak "Bu konuşmalar böyle devam ederse, memle­ketin şeref ve haysiyetini korumak için kongrelere mani olacağı" tehdidini savurmaktadır. Bu arada basın suçlarının affı teklifi DP nin oylan ile reddedilirken, Muhalefet ara seçimlerin vaktinde ya­pılması isteminde bulundu. 8 Haziran'da Beyazıt meydanında yüzbinlercc kişinin katıldığı Kıbrıs mitinginde Amerika, İngiltere ve Yunanistan'ı kınayan sloganlann atılması Ankara'yı ABD nin önünde zor duruma düşürecekti. Ancak hükümet muhalefetle iş­birliği yaparak, TBMM de yapılan bir gizli olurumda İngiliz pla­nını reddederek adanın bölünmesi tezini gündeme getirecekti. Muhalefet Kıbrıs konusunda hükümeti destekleme kararı almıştı, ama hükümetin Kıbrıs konusunda kendilerine bilgi vermediğin­den yakınıyorlardı. Muhalefet televizyondan yararlanamadığı gi­bi, kendileri ile ilgili yalan yanlış haber ve eleştirileri cevaplama haklarının bile bulunmadığını söylüyordu. Bu amaçla CHP mil­letvekilleri bir tekzib tasarısı hazırlayacaklardır. Bu arada Türki­ye'ye yapılan yardımların nereye harcandığı ve dış borç yükü de tartışılmaya başlandı.. İnönü. DP nin Usmanlı döneminden daha fazla borç aldığını söylerken, Aydın Yalçın bu borçların bir kısmı­nın yatırımlara dönüştüğünü, ancak ranlabıl olup olmadığının, doğru kullanılıp kullanılmadığının tartışılması gerektiğini söylü­yordu. İnönü DP nin 8 yılda 280 milyon altın borç aldığını, Os­manlIların 50 yılda 135 milyon altın borç aldıklarını söylüyor­du.

Hürriyet Partisi ise "Bu iktidarın fakiri daha fakir, zengini daha zengin yaptığını" ileri sürerek "bu durumun ne sosyal adalet­le, ne memleket menfaatleriyle kabili telif değildir." deniliyordu. Aynı günlerde Savunma Bakanı sıfatı ile Amerika'ya giden Ethcm Menderes, ABD nin Türkiye'de kurmayı düşündüğü üslerle ilgili müzakereler yapıyordu. Sovyeller bir yandan, Suriye Irak cephesi öte yandan,Yunanistan öbür taraftan Türkiye'yi sıcak bir çenberin içine sıkıştırmıştı. Muhalefetin baskıları karşısında ise iktidar söz­cüleri zaman zaman kendilerini tutamayarak aşırı sözler cdiyor-

235 lardi. "DP yi gizli bir düzen kurmakla suçlayanları fesatçılıkla" it­ham eden Dışişleri bakanına karşı, muhalefet sözcüleri Kıbrıs'taki gelişmelerden bile haberdar olmamaktan yakmıyorlardı. Üs me­selesi ise, bazı bakanların bile bilgisi dışında gelişiyordu. Ağustos ayında şok bir devalüasyon yaşandı 1 Dolar 2.80 TL iken, birden 9 liraya yükseltildi. 4 Ağustos kararları olarak bilinen bu kararlar, bizdeki 24 Ocak kararlarını hatırlatıyordu. Polatkan, hükümetin Amerika'dan yeni borç aldığını ve ödemelerin "Duyun-u munta- zama" ya bağlandığını bildiriyordu. Muhalefetin bu açıklamaya tepkisi üzerine hükümet karşı bir çıkışla, muhalefetin hükümeti devirmek için kışkırtıcılık yaptığını ileri sürdü. İnönü'nün tepkisi ise, DP iktidarının hukuk dışı icrasına alet olan devlet memurla­rından hesap sorulacağı şeklinde idi. DP ise bunu muhalefetin devlet memurlarını iktidara karşı kışkırtması olarak yorumluyor- du. Ekim ayında ise muhalefet partilerinin işbirliği yapma çabala­rı yine gündemdeydi. İngiltere'nin hazırladığı,Türkiye'nin kabul etliği Kıbrıs planı ise yürürlüğe girmişti. Cumhuriyetçi Millet par­tisi ise Köylü partisi ile birleşerek Cumhuriyetçi Köylü Millet par­tisi adını alıyordu.

Bu arada CHP ve İnönü'ye kar-ji iktidarın yıkıcı tedbirleri gündeme gelmeye başladı. 17 Ekim'de İnönü'yü Zile de karşıla­mak isteyen partililer polis zoru ile dağıtıldı. 24 Ekim’de de aynı durumla Çankırı'da karşılaşan İnönü Ulus'ta hükümeti sert bir dil­le eleştirdi. Kasım başında ise Ulus gazetesi bir ay süre ile tekrar kapatıldı. Kasım ayının son haftası ise yoğun diplomatik temasla­ra sahne oldu. 27 Kasım'da Türkiye-Almanya Kredi anlaşması, 28 Kasım'da Türkiye-Belçika Mali yardım anlaşması, 29 Kasım'da Türkiye-İtalya Kredi anlaşması, 29 Kasım'da da Türkiye-Hollan- da Kredi anlaşması imzalandı. Daha sonraki günlerde de Norveç, Portekiz vc İsviçre ile benzer anlaşmalar imzalanacaktır. İnönü, yurt gezisine çıkarak halk desteğini artırmayı denemeye karar ver­di. Ekonomik konularda olduğu kadar, dış politika alanındaki ikti­dar tasarruflarını da eleştiren İnönü, DP iktidarının Türkiye'yi Or- tadoğuda karanlık maceralara sokmasından endişe duyduğunu açıklıyordu. Bu konuda meclis araştırması yapılmasını isteyen

236 önerge DP lilerce engellenecek ve tartışmalar çıkacaktı. Mende­res'in Irak konusundaki muhalefetin eleştirilerine cevabı ilginçti. Tıpkı bu gün ANAP iktidarına karşı Lübnan vc Balkan ülkelerinin durumu örnek gösterildiği gibi, o günlerde de Irak'ta yaşanan olaylar, DP iktidarı için örnek gösteriliyordu. Menderes bu konu­da şöyle diyordu: "Adeta bunları da öldürecek bir sergerde, bir serseri çıkmayacak mı denilmektedir".. Menderes muhalefetin kendileri hakkındaki idam hükmünü daha o zamandan farketmiş gözüküyor. DP lilere göre, CHP yeni bir baskı dönemi başlatmak istemektedir. CHP lilere göre ise "iktidar yeni bir baskı politikası uygulamak istemektedir" Muhalefete göre, iktidar, halkın fikrini ve ilgisini başka memleket meselelerinin üzerinden kaydırmak için muhalefete ihtilalcilik isnat etmektedir. CHP bildirisinde, hü­kümetin yeni bir şiddet politikası için zemin yokladığından bahis­le " Bu idareciler, muhalefeti mefluç hale getirmek, hür basını ya­şatmamak hayaline düşmüşlerdir. Muhalefete yöneltilen ihtilalci­lik vasfı bu hevesten doğmaktadır. CHP nin varlığı ve vatansever­liği memleketi ihtilal sesdasından koruyacak başlıca teminattır. Partimiz serbest, eşil, dürüst seçimlerle iktidarın el değiştirmesini sağlayan bir rejim olduğu içindir ki, demokrasinin bütün icapla­rıyla yerleşmesine yıllardan beri var kuvveti ile çalışmaktadır. Bizim mücadelemiz haklı ve meşru bir mücadeledir" Herkes haklı ve meşru da, acaba haksız olan ve gayri meşru olan kim!

Siz böyle birini biliyor musunuz?

Seçim öncesi DP ye yaklaşma gayretindeki CHP, seçimler­den sonra bütün gücü ile iktidara yürümektedir. Menderes "Siya­set muhtekirleri" adını taktığı muhalefete karşı "tedbir almak"tan sözederken İnönü, "Demokrasiye paydos demeye Menderes'in gücünün yctıneyeccğini" söylüyordu. Muhalefetin ölçüsüz be­yanlarının Türkiye'nin dış itibarım gölgelediğini ileri süren DP li- İcrc karşı muhalefet kanadı "Dış tehlikeye karşı en büyük savun­manın iç huzurla sağlanabileceğini" savunuyordu. Menderes'e göre muhalefet hükümeti eleştirmekte haksızdı, dış yardım konu­su ise istismar ediliyordu. Menderes İnönü'nün Anadoluyu dolaş-

237 masının ardından, dış gezilerden iç gezilere yeteri kadar zaman ayıramadıklarını farkederek Ekim başında Yurt gezisine çıkacak­tır. Amaç, 1946 ruhunu yeniden diriltmekti. Manisa'da halka hitap eden Menderes partilileri, muhalefete karşı vatan cephesine katıl­maya çağırıyordu: "Muhalefete karşı vatan cephesinin kurulması zarureti kendini göstermiştir. Bozguncu, iptidai, tahripkar propa­gandalara karşı vatandaşların hizmetlerini aslanlar gibi müdafaa etmeye hazır" parti militanlarına ihtiyaç vardır! Menderes de artık bir vatan kurtarıcıdır. Devleti, milleti, vatanı, hain muhalefete kar­şı korumak ve kollamak için kollan sıvayan iktidar partisi, halkı ihanet çetesi muhaliflere karşı savunacaktır.. Menderes'in heye­canlı nutukları fayda vermeyecektir. Partide "Yaylacılar grubu" denilen ılımlı-gczgin bir takım, giderek DP içinde huzursuzluk kaynağı olmaktadır. Meclis başkanınm seçimi tartışması, kritik zamanlarda yaylacıların muhalefetle birlikte hareket edebileceği tehlikesini göstermiştir. Bayar'ın Çorlu konuşması İktidar-Muha- Icfct ilişkilerinin üzerine tuz biber ekecektir.. Bayar'ın "Bu milleti refah ve emniyet içinde yaşatmak için ne mani vardır. Ne mani olabilir? Eğer bir mani çıkarsa, bu milletin azim ve iradesi o mani­yi karınca gibi ayağının altında ezmeye muktedirdir" Bayar bu­nunla CHP yi, ya da muhalefet kanadını mı kasdetmişti.. Aslında öyle dememişü ama, o anlama da yorumlanabilecek sözlerdi. Ba­yar bu günki Özal yönetimi gibi, DP nin içinden çıkıp gelen, onun kurucu kadrosunda yer alan biri idi. Dolaylı olarakta olsa zaman zaman iktidara destek veriyor ve kararlan yönlendiriyordu. Her- şeyin iyiye gittiği yolunda mesajlar vermekten geri durmuyordu. İnönü ise, giderek daha lehditkar konuşuyordu. Menderes'in ken­dilerini "kâfir" olarak görüp takdim ettiğinden yakınan İnönü şöy­le diyordu: "Şimdi DP genel başkanı bizi kâfir olarak, ehli salip olarak ilan ediyor. Bu düpedüz kanlı bir irtica teşebbüsüdür. Bu­nun neticelerinden ve akibetinden kendilerini sakınmaya davet ediyorum." 1958 in son günlerinde artık ipler iyiden iyiye kopma noktasına gelmişti.. DP grubu gelişmelerden kaygı duymaya baş­lamıştı. İç huzuru temin maksadı ile bir tedbirler paketi hazırla-

238 mak üzere bir komisyon oluşturulmasına karar verildi. Basından ve kamuoyundan gizli olarak sürdürülen çalışmalar Tan Matbaa­sında meydana gelen infilakın gürültüleri arasında unutulup gitti. 6 Ocak'ta meydana gelen patlamanın ardından 17 Şubat'ta Mende­res'in uçağının düşmesi ile yeni bir heyecan şoku gündeme geldi. 59 u ağır, 141 kişinin yaralandığı patlamada 12 ölü vardı.

239

Yıl 1959

arada yapılan 15. CHP genel kurulunda İnönü genel baş­kanlığa, Gülck genel sekreterliğe seçilirken 10 ilk hedef belirlen­di. Bunlar, partizanlığın kaldırılması, Senatonun kurulması, Se­çim güvenliği. Anayasa mahkemesinin kurulması, Yüksek Ha­kimler Meclisinin teşkili, Memurların mahkemeye başvurma hakkı. Basın hürriyetinin anayasa teminatı altına alınması, Üni­versite özerkliği. Yüksek İktisat şurasının teşkili, Sosyal adalet kavramının anayasada yer alması. Şubat ayının ilk haftasındaki bir diğer önemli konu Türkiye ile Yunanistan arasında Kıbns gö­rüşmelerinin Zürihte başlaması idi. Anlaşma 11 Şubat'ta imzalan­dı ve Dışişleri Bakanı Zorlu "Bu anlaşma ile batı ittifakının daha da güçlendiğini" söyledi. Almanya ile kredi anlaşmasına yeni maddeler eklenmesi de bu günlerde oldu. Yeni düzenlemeye gö­re, Türkiye 2. Dünya savaşında el koyduğu Alman mallarını iade edecekti. Satılan malların ise değerinin yansı ödenecekti. Aynca Türkiye dış taşıma hizmetlerinde Almanya'ya öncelik verecek ve bu hizmetlerin en az yarısı Alman gemileri ile yapılacaktı. O gün­lerde TBMM'deki en önemli tartışmanın konusunu Milletvekili maaşları oluşturuyordu. CHP nin 144 vc DP nin bir oyu ile CHP nin Milletvekilleri maaşlanna zam yapılmamasını öngören teklifi reddedildi ve zam yapıldı. 17 Şubat'ta Başbakanı, Kıbns görüş­meleri için Londra'ya götürmekte olan THY ait Sev isimli uçak düşmüş, 25 kişilik uçaktan 10 kişi sağ kurtulmuştu. Menderes on­lar arasında idi. Bu olay Türkiye'de büyük bir heyecana vesile ola-

240 çaktır. Uçağın düşmesinden iki gün sonra Kıbrıs'ta Cumhuriyetin kurulması ve Menderes'in anlaşmayı hastahanede imzalaması, bir kazanın, Kıbrıs sorununun sona ermesi ile aynı zamana raslaması DP lehine bir hava doğmasına yol açmıştı. Menderesin Türkiye'ye dönüşünde çocuğunu Menderes'in ayağının dibinde kurban etme­ye kalkan insanlar çıkacaktı. Mart başında Makarios Kıbrıs'a geri döndü. O günlerde EOKA Londra anlaşmasını kabul ettiğini açık­layacak ve Grivas emekli olacaktır. 5 Mart'ta Amerika yapılan ye­ni bir anlaşma ile, gerektiğinde Türkiye'ye bir saldırı olduğunda Türkiye'nin yanında savaşa girmeyi kabul ediyordu. Türkiye artık Amerikan güvenlik şemsiyesine dahil olmuş oluyordu. 12 Mart'ta Menderes Yurt dışında iken başbakanlık müsteşarı Ahmet Salih Korur Eyüp’le büyük bir iftar yemeği verince CHP kesiminden sert eleştiriler alacaktır. Menderes Türkiye'ye dönmeden bir gün önce de Türk-Amerikan istimlak anlaşması imza edilecektir. Bir gün sonra İstanbul'da Eyyüb Sultanı ziyaret etlikten sonra Anka­ra’ya gelen Menderes'i tren istasyonunda İnönü ve Gülek karşıla­yacaktır. Bu gelişmeler muhalefetin iktidar üzerindeki baskısını azaltmadı. Halkın Menderes'e yönelik teveccühünü engellemek isteyen muhalefet yeni bir atağa kalkışu. Nisan ayının ilk günle­rinde Dışişleri bakanı Zorlu NATO toplanusı için Waslungton'a gitti Bir süre sonra da Menderes Ispanya'ya. CHP Muhtar seçimle­rinin ve ara seçimlerinin yapılmasını istiyordu. Öle yandan CHP Avrupa Konseyi için Kasım Gülek ve Bülent Ecevit'i aday göste­riyordu. Ancak CHP nin önerileri reddedildi. CHP nin İstan­bul'daki bir ilçe kongresinde polisin müdahelesinin ardından DP Diyarbakır il kongresi de polis gözetiminde yapılabildi. İnönü "Bahar Taarruzu" adını verdiği bir kampanya başlatıyordu 46 mil­letvekili ve parti meclisi üyeleri ile Anadoluya çıkarak iktidarı halka şikayet edeceklerdi. İnönü'nün bahar taarruzunun ilk durağı olan Uşak'ta olaylar çıkacak ve İnönü atılan taşlarla başından ya- ralanacakur. Aynı gün İçişleri bakanı bir bildiri yayınlayarak bü­tün illerde siyasi parti kongrelerinin yasaklandığını duyuracak­tır.

Mayıs ayı da kavgalı başladı. CHP Genel Sekreteri Kasım

241

Gülek İzmir Valisi Hadimli ile sokak ortasında yaka paça kavga edecekti. Bir gün sonra da İnönü Topkapı'da taşlı sopalı bir saldı­rıya uğrayacaktı. İnönü'nün öldürülmek istendiği ileri sürülüyor­du. Olaya askeriye müdahele etmiş, olayla ilgili haberler konu­sunda yayın yasağı konmuştu. İnönü olayla ilgili olarak şöyle di­yordu: "Emniyet içinde yaşama hakkı istiyoruz. Memlekette ida­renin gelip giunesini, yalnız ve ancak eşit haklar ve dürüst tatbikat ile seçim emniyetinden bekliyoruz. Bütün mücadelemizi ve arzu­larımızı bu basit esaslar içinde hülasa etmek mümkündür”. Bi­zimkilerin aklı hep muhalefete düşünce başlarına geliyor. Muha­lefet, muhalif olanlar hep güzel konuşuyorlar.. CHP iktidarına karşı DP ancak bu kadar masum vc Demokrattı. Şimdi DP iktidarı karşısında da CHP nc kadar munis, demokrat vc mazlum! Kuşku­suz tekrar CHP iktidar olacak olsa idi o günlerde, hemen eski huy­larına sahip çıkacak vc "nerede kalmıştık" diye soracaku! İnönü "Vatandaş hakkına idare tarafından tecavüz ediliyor" diyordu. Yani "Devlet terörü vc devlet komplosu" demek istiyor herhalde! İnönü'nün İstanbul'dan Ankara'ya dönüşü de olaylı olacak, güven­lik görevlileri ile milletvekilleri arasında tartışmalar, itişip kakış­malar olacaktır. Halk Tren istasyonuna alınmayacak, asker ve po­lis karanası bir güvenlik kuşatması altında İnönü istasyondan ayrı­labilecektir.. İnönü'nün Ankara'ya döndüğü gün Yunan başbakanı Konstantin Karamanlis ve Dışişleri bakanı Averof ta Türkiye'ye geleceklerdir.. Ankara zor günler yaşamaktadır.. İnönü'nün An­kara'ya dönüşü, bir bakıma Menderes'in Türkiye'ye dönüşü gibi­dir! Menderes uçak kazasından, İnönü taşlı sopalı saldırıdan, hal­kın linç etmesinden kurtulmuştur! Hükümet bir gün sonra bazı hakimleri ani bir kararla emekliye sevkcdccekıir. Ardından Nüvit Yclkin'in Menderes vc Gedik hakkındaki meclis araştırması açıl­masına ilişkin önergesi mecliste fırtınalı anlar yaşanmasına sebeb olacak vc önergenin reddedilmesi üzerine CHP milletvekilleri topyekün meclisi tcrkcdcccktir. Olaylar bu kadarla da kalmaya­cak iki gün sonra tekrar söz isteyen önerge sahibi Nüvit Yetkin'c söz verilmeyecek, çıkan tartışma üzerine başkan olurumu kapata­cak, ardından çıkan olaylar sonucunda Yetkin'c 4. karara itiraz 242 eden öteki 4 milletvekiline daha genel kurula katılmama cezası verilecektir. CHP li milletvekillerinin hep bir ağızdan "Hürriyet, hürriyet" bağırışları arasında mecliste yine olağanüstü bir gün ka­panmış olacaktır. Bir kaç gün sonra toplanan parti meclisi ise, şid­detli muhalefetin sürdürülme kararı aldığını açıklayacaktır. Parti bildirisinde "Hukuka bağlı devlet nizamının davacısı olan CHP bütün Türk milleti ile birlikte emniyet islemektedir. Adalet isle­mektedir. Hürriyet istemektedir" denmekteydi. CHP milletvekil­leri TBMM oturumlarını boykot etmeye devam ediyorlardı.. Bu arada meclis koridorlarında iktidar vc muhalefet milletvekilleri arasında üzücü olaylar, itişip kakışmalar oldu. Ulus vc Akis'in ya­yını yasaklandı. İnönü ile Bölükbaşı son olayları görüşmek vc muhalefet partileri olarak ortak bir cephe oluşturmak konusunda bir araya geldiler.

26 Mayıs'ta Menderes gerginliği azaltmak için 5 CKMP li vc bir CHP milletvekilini yemeğe çağırdı. Ama bunlar fayda et­medi. CHP lilcrin parlamento boykotları sürüyordu. 5 Mayısl959 tarihli gazetelerde uygulanan sansür nedeni ile Cumhuriyet Sav- cılığı'nın bir tamimi yer alıyordu. Bir gün önce İstanbul'da cere­yan calilen hadiselerin neşri yasaklanmış vc yerine savcılık açıkla­ması konmuştu. Açıklama aynen şöyle: ".. CHP Genel başkanı, Malatya mebusu İsmet İnönü'nün İstanbul'a gelmesi dolayısıyla cereyan eden hadisal hakkında hazırlık tahkikatı yapıldığı cihetle, tahkikatın seyrine tesir yapabilmesi itibarıyla CHP genel başkanı Malatya Mebusu İsmet İnönü'nün İstanbul'a gelişi dolayısı ile ce­reyan eden hadisata ait, hertürlü neşriyatta bulunulması vc keza bu mevzudaki hertürlü beyanatın’ neşri basın kanununun 30. mad­desinin 2. fıkrası gereğince nöbetçi sulh ceza hakimliğinin 4. 5.59 tarih vc 59-19 sayılı kararı ile yasakcdilmiştir. Gereğinin ifası rica olunur. 4. 5. 959. İstanbul CMU Baş Muavini Celal Bcykal". Menderes'in giderek güç kaybetmesi, büyük tüccarları ve sanayi­cileri kaygılandırıyor vc bu arada sürekli olarak Amerika'dan kon­sültasyon heyederi geliyordu. 13 Haziran'da DP il yönetiminden Sanayi Odası başkanı Osman Kibar, hükümetin tutumunu eleşti­ren ve Türk sanayicisinin içinde bulunduğu zor durumu anlatan

243 bir basın toplantısı yaptı. Bu açıklama CHP nin işini kolaylaştır­mıştı. Bu arada Ankara'daki gelişmeleri yerinde görmek üzere NATO Genel Sekreteri Speak Ankara'ya geldi. CHP Anadolu'ya doğru yeni bir siyasi taarruz başlattı.

Kibar’ın konuşması çok geçmeden parti içinden de tepki ala­cak ve Ağustos başında partiden ihraç edilecektir. NATO genel sekreterinin Ankara ziyaretinden bir ay sonra Bağdat Paktı, CEN­TO ya dönüştürülecekti. Bir gün sonra Ticaret Bakanı Hayrcddin Erkmcn ithal serbestisine gidileceğini açıkladı ve Türkiye ile ABD arasında yeni bir kredi anlaşması imzalandı.

22 Ağustos'ta bir açıklama yapan DP Genel İdare kurulu, ih­raç edilen ya da ayrılan, müstafi say ılan bütün partilileri parti çatı­sı altında toplanmaya çağırdı. Ancak bu çağrı beklenen yankıyı bulmadı. Güçlü iken çağırmamıştı. Şimdi gerilerken, kim bu riski göğüslemek isterdi ki! 11 Eylül'de Bozcaada'dan ayrılan Kasım Gülek, burada DP Iilerle tartışmıştı. Geyikli'ye geldiğinde burada DP lilerin saldırısına uğrayacak, beraberindeki gazeteciler dövü­lerek hastahanelik edilecektir.. CHP nin dipçiki i, jandarmalı zul­mü, bu kez CHP ye karşı halk tepkisi olarak, belki de biraz intikam duyguları ile karışık, iktidar partisi adına sivil bir tokat olarak geri yansıyordu.. Bu olaydan kısa süre sonra Gülek parti genel sekre­terliğinden ayrıldı ve yerine İsmail Rüştü Aksal getirildi.

Bu arada gazetelerde Newyork Timcs'e atfen yer alan bir ha­berde Türkiye'de kurulacak tüze rampalarına ilişkin, ABD ile bir anlaşma incini üzerine mutabakata varıldığı belirtiliyordu. Gaze­teye göre, harp halinde ateşleme kararının Türk Hükümeti, NATO Genel Karargâhı ve ABD başkanının ittifakı ile verileceği belirtil­dikten sonra , balistik füze üssünün kurulması işinin tahakkuku için Amerika'nın munzam ekonomik yardımda bulunmaya davet edilmesinin muhtemel olduğundan bahisle yetkililerin anlaşma­nın ne şekilde açıklanması gerekliği konusunda ihtilafa düştükle­rini kaydediyordu. Aynı günlerde Menderes Amerika'da hükümet yetkilileri ve işadamları ile görüşmeler yaparken Türkiye'de de 44 işadamı, ihracatı artırma yolunda tedbirler, kredi meselesi ve teş­vik konuları üzerinde çalışıyordu. 31 Ekiın'de DP Meclis grubu

244 toplantısında Refik Koraltan'ın 218 oy alarak, 121 oy alan Sıtkı Yırcalı'yı yenilgiye uğratması, Parti içindeki masomarın güç kay­betmeye başladığını gösteriyordu.. Bayar sessizdi. Osman Ki- bar'ın çıkışı, ardından Yırcalı'nın grub oylamasında kaybetmesi partideki muhafazakâr kanadın güçlendiğini ya da muhafazakâr eğilimlerin arttığını, masonik denetimin zayıfladığını gösteriyor­du. Aynı günlerde CKMP Genel başkanı Bölükbaşı Meclisteki konuşmasında meclisin manevi şahsiyetini tahkir ettiği gerekçesi ile on ay hapis cezasına çarptırılacaktı. O günlerin bir diğer ilginç davası ise İran şahına iftira ettiği iddiası ile Akis dergisinin mah­kum edilmesiydi. Kasım ayının ikinci yarısında bir yandan Yük­sek İslam Enstilüleri'nin açılması işlemine başlanırken, diğer yan­dan Vatan gazetesi kapatılarak Ahmet Emin Yalman hapis cezası­na çarpunlıyor idi. Bu arada CHP den Ahmet Hamdi Başar "Nere­ye Gidiyoruz" başlıklı bir risale yayınlayarak hükümeti ve muha­lefeti uyarmaya çalıştı ise de artık yolun sonuna gelmişlerdi. Ba­şar şöyle diyordu: "Evet artık biraz duraklayalım ve kendimize ge­lelim.

-Nereye gidiyoruz?

Millet iki cephe teşkil etmiş, birbiri ile çarpışıyor. Bir taıafta hürriyet bayrağı elimizde, avaz avaz haykırıyoruz:

-Yaşasın hürriyet, kahrolsun istibdat!..

Hürriyet istiyoruz, matbuat hürriyeti, toplanu hürriyeti, söz hürriyeti isliyoruz. Hürriyetlerin anayasa ile teminat alımda bu­lundurulması, bir anayasa mahkemesi kurulması, hakim teminatı, Üniversite muhtariyeti, nisbi temsil, çift meclis usulünün kabulü için mücadele ediyoruz. Bu memleket ancak bu sayede hürriyete, refaha ve saadete kavuşacaktır diyoruz..lşte hürriyet bayrağını dalgalandıran muhalefet cephesinin, yalnız onun değil, matbua­tın, münevverin, hepimizin ulaşmak istediği hedef sadece bundan ibarettir. Öbür tarafta devleti temsil eden iktidar var. O da dün mu­halefetle iken yalnız bunları istiyordu. Şimdi hürriyederimizi is­tirdat etmek için cephe kurmuş, mücadele ediyoruz. Muhalefetin 57 seçimlerinde işbirliği olsaydı, iktidarı değiştirecek ve allı ay

245 içinde bu gayemiz gerçekleşecek, memleket huzur ve refaha ka­vuşacaktı, yazık oldu diyoruz"

2 Aralıkta CHP İçişleri Bakanı Namık Gedik'in istifasını is­teyecektir ama istifa eden Ulaştırma bakanı Muzaffer Kurbanoğ- lu'dur. Sebebi ise Menderes'le düştükleri görüş ayrılığı.

Vc yıl böyle tamamlandı.

246

ACI SON

1960

Vc yolun sonu.

Menderes biraz daha hırçın vc tedirgin..

Ocak ayı nisbeten sakindi. Şubat ayı sonlarına doğru Zorlu, Kıbrıs meselesenin sonuçlandığını duyuracaktı. Londra'da, Tür­kiye, İngiltere ve Yunanistan tarafından imzalanan metin açıkla­nacaktı. Bu arada Türk-Rus ticaret anlaşması imzalanacak vc yeni bütçe 158 e karşı 396 oyla kabul edilecekti. Ama bir hafta sonra Makarios Kıbrıs'ta "yaşasın Enosis" çığlıkları ile karşılanacaktı. CHP döneminde bizim Kibns meselemiz yok deniyordu. Ama bu gün böyle bir mesele ortaya çıkmıştı. Ne varki bulunan çözüm ka­lıcı olmaktan çok uzaktı. İngiltere başlangıçta Kıbrıs'ı Yunanis­tan'a bağlamak istemiş, ancak Türkiye'nin içinde bulunduğu duru­mu da gözönüne alarak bir geçici ara çözümda karar kılınmıştı. Makarios 11 Mart'ta Albay Grivas'la görüşecek ve 19 Mart’ta da general olacaktı. Geçici Kibns hükümetinin üç üyesi Türk'tü. Ma­karios Türk Liderleri ile birlikle hareket etmekten sözediyordu ama, bunun hiç bir güvencesi yoklu. Ankara geçici de olsa Kıb­rıs'ın baskısından kurtulmak ve biraz rahat nefes almak istiyordu.. İngiltere ve Amerika ile pazarlık gücü yoktu.. Yine Mart ayında önemli bir gelişme Türkiye ile İsrail arasında Ticaret anlaşması­nın imzalanması idi. Mart ayında Yeşilhisar'da meydana gelen, olaylarda 10 CHP li ve 2DP li gösteri ve toplantı yürüyüşüne mu-

247 halefcttcn tutuklanacaklardı.

Nisan ayı ise zor bir aydı.

Artık sona doğru tam gaz gidiliyordu. Daha sonra Büyük Doğu'da Menderes dönemini eleştirecek olan NFK'in, dergisine aldığı bir karikatür ilginçti. Bir çok yol arasında seçim yapamayan Menderes çaresizdi ve alünda şu şarkı sözleri bulunuyordu: "Ben yitirdim yolumu, yolların günahı nc!" Tam iktidarın ortasında iken 1955 yılında Çorlu'da sarfettiği şu sözler Menderes'in bu günki çaresizliğini hazırlayan tarihi yanılgısı idi: "Kıskançlar, dış yardım istemeyenler, milli kalkınmayı istemeyenlerdir.. Mili i kal­kınmaya mani olmak isteyenler, milli irade karşısında karınca gibi ezileceklerdir" Menderes'in Kan davası sona yaklaşıyordu. İnönü daha 1958 İcrde uyarmıştı:" Şiddet yoluna gidenler, ya gereken yola geleceklerdir, yahutta İnönü'nün canını alacaklardır" Can pa­zarlığı o gündür bu gündür sürüyordu..

Menderes'in oynayacak aü yoktu. İnönü ise askere oynadı. Belkide herşey 1958 de belli olmaya başlamıştı. Sorunlar 54 den beri artık dışa vuruyordu ama, 14 Temmuz 1958 de Bağdat'ta meydana gelen ihtilal, Demokrat Parti üzerinde ihtilal rüzgarları­nı estirmeye başladı.. Irak devrimi. Ankara'da beklenmeyen bir etki yapmıştı. 2 Nisan'da Adalet Bakanı Esat Budakoğlu görevin­den çekildi ve yerine Ağrı Milletvekili Celal Yardımcı getirildi. Aynı gün Kayseri'dc CHP nin bütün kongre ve toplantılarının ya­saklandığının valilikçe açıklanmasının ardından, İnönü olayı ye­rinde incelemek üzere yanında milletvekilleri ve gazetecilerden oluşan 30 kişilik bir heyetle Kayscri'yc giderken Kayseri'yc 30 km mesafede Himmetdede mevkiinde treni durdurularak burada 3 sa­at alıkonuldu. Kayseri'dc sıkıyönetim olmamasına karşılık yapı­lan uygulamanın kanunsuz olduğu belirtildi. Durum çok kritik bir safhada idi. Ancak Valilik yasaklama kararını geri çekerek duru­mun yeniden normale dönmesine imkan hazırlarken, İnönü de Ankara'ya tekrar geri dönecekti. Kayseri dönüşünde de olaylar ya­tışmayacak aksine iş iyiden iyiye çığırından çıkacaktır. Askeri birlikler Yeşilhisar'da İnönü'nün yolunu keseceklerdi. Niğde'den sevkedilen topçu birlikleri Incesu'ya giden yolu kesecekler ve

248

İnönü'nün buradan geçişini engelleyeceklerdi. İnönü arabasından inerek askerlerin arasından yürüyerek geçti vc oradaki bir tepeye çıktı. Askeri birlikler etrafını kuşattılar.. İnönü yürüyerek İncc- su'ya gitti. Oradan Yeşilhisar'a girmek istedi ise de yol askeri kon voylarla kesilmişti ve halk tecrit edilmişti. İnönü çaresiz kalınca Yeşilhisar'dan vazgeçip Ûrgüp'c gitti. İnönü İncchisar'dan ayrılır­ken "Hürriyet isteriz, adalet isteriz" diye bağırıyordu. İnönü'nün kesin olarak engellenmesi talimatına karşılık, askerlerin arasın­dan g çerek İnccsu’ya giden İnönü engellenmemiş, aksine onları selamlayan İnönü'ye askerler selamla karşılık vermişlerdi. Bu ara­da İnönü ile selâmlaşarak konuşan Binbaşı Sclahaddin Çelincr ise mahkemeye sevkedilecekti.

3 Nisan'da Yeşilhisar da yaşanan bu olaylar, İnönü yanlısı askeri şahıslan fazlası ile tedirgin etmişti. 16 Nisan'da General ve Amirallerden oluşan emekli 14 Subay İstanbul'da İnönü'yü ziya­ret ederek üzüntülerini bildireceklerdi. Bu arada bazı aktif subay­lar da Menderes'e gelerek CHP olayının bitirilmesini teklif ede­ceklerdir. Bir bakıma bu olaylar doğrudan Menderes'in emir vc di­rektifleri ile değil, intikam sevdasındaki bazı bürokratlar tarafın­dan tertiplenmekteydi. Daha sonra da Menderes'in bu olaylarda doğrudan dahli olmadığına ilişkin bir çok açıklamalar yapılacak­tır.. 27 Mayıs'tan önce başbakanlık doktoru olarak görev yapan Celal Ertuğ 27 Mayıs 1990 tarihli Hürriyet gazetesinde yer alan ve ilk kez yayınlanan anılarında "Himmctdcde olaylarında Adnan beyin günahı olmadığım” açıklayacaktır. Ertuğ'un verdiği bilgiye göre "Himınctdcdc istasyonunda muhalefet lideri İsmet İnö­nü'nün yolunu kesmeyi o dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar istemiş ve olayı yönelmişti. Adnan Menderes ise buna karşı çık­mıştı. "Menderes ise düşüncelerini şöyle açıklıyordu: "Bana şey­tan taşlauyorlar.. İnönü'ye siyasi yatırım imkanı verdik. Çöküyo­ruz. CHP ihtilali bekliyor. Biz de ihtilali çabuklaştırmak için ne mümkünse yapıyoruz" Menderes samimi bir itirafta bulunuyor­du.. Olay Bayar'ın bir komplosu idi ve fakat faturası Menderes'e çıkart* lacaku..

Bayar! Suçlu fakat ilgisiz, bilgisiz roiıcrdc kaypak bir politi-

249

kaçı!

İsmet Paşa'nın haleti ruhiyesinin bir başka beden kalıbında ve başka bir fıtratta yeniden biçimlendirilmiş şekli.!

Ertuğ'un belirttiğine göre, İnönü'ye saldın Menderes'i çıl­dırtmıştı. Menderes "Adam olay çıkartmak istiyor, siz ona istedi­ğinden fazlasını veriyorsunuz" diyordu. Menderes çevresindeki­lere "Bu memlekette seyahat özgürlüğü de mi yok" diyordu.

Menderes çaresizdi. Ertuğ'un naklettiğine göre, Ahmet Sa­lih Korur, Menderes'in 11 defa istifa ettiğini söyleyecekti. Ama Bayar "Dere geçerken at değiştirilmez" diye bu istifalan geri çevi­recek vc gizleyecekti. Menderes Bayar'ın maskesi, yumuşak yü­zü, gerektiğinde de kılıcı, kalkanı, zırhı idi.. Menderes olayları ön­lemek için çırpınmıştı. Ama İstanbul'da ve rahatsızdı. Bayar ise olayı başbakanlıktan fiilen yönetiyordu. Kayseri valisi de yerinde yoktu. Bayar'ın talimatı ile partililer vali yardımcısına baskı yapa­rak bu komployu hazırlamışlardı. Devlet komplo içindeydi. Komplonun planlayıcısı Bayar'dı ve komployu Menderes İstan­bul'dayken o Ankara'da başbakanlığa gelerek doğrudan yönet­mişti. Ünlü Mason Medeni Berk te telefonla Kayseri'ye gerekli ta- limau vermişti.. "İnönü'yü engelleyin, ne pahasına olursa olsun. Taşla, domatesle, sopayla, askerle, ama mutlaka" Bayar İnö­nü'nün tekrar gelmesi ile kendilerinden hesap sorulmasından dev­ri sabık doğrulmasından korkuyordu ve onun içinde böyle bir komploya girişecekti, ama sonunda ipe giden o değil Menderes olacaktı! İnönü 18 Nisan'da büyük bir laf edecekti. Şöyle diyordu İnönü: "Biz demokrauk rejimi kurduk. Bu rejimi istikametinden ayırıp başka rejim haline getirmek, tehlikeli bir şeydir... Bu yolda devam ederseniz, sizi ben bile kurtaramam" Avnı gün hükümet tahkikat komisyonu kurulmasını kabul etti. Komisyon muhalefet­le basın aleyhinde ortaya atılan iddiaları soruşturacak ve soruştur­malar bitene kadar hertürlü siyasi toplantı yasaklanacak, meclis görüşmeleri vc öneri > Icr resmi gazete dışında hiç bir yerde yaym- lanmayacaktı. Tahkn at komisyonu meclisten aldığı bir kararla meclisteki görüşmek t yayınlayan gazetelere karşı tedbirler ha­zırladı ve komisyona kirşi çıkar nitelikte yazıl.» yazan bazı dergi

250 vc gazeteler kapatıldı. Tasarıya karşı çıkan Fethi Çclikbaş 12, Os­man Bölükbaşı 6 olurum meclisten uzaklaşın ma cezasına çarptı­rıldı. Bunun üzerine muhalefet milletvekilleri meclisi tcrkctıiler. Tasan 27 Nisan'da yasalaştı. Karan eleştiren İnönü de 12 oturum meclisten uzaklaştırma cezasına çarptırıldı. Bazı DP li milletve­killeri de kanuna karşı çıktılar. Hüseyin Nail Kübalı vc Tarık Za­fer Tunaya gibi anayasacılannda araların da bulunduğu bir çok hukukçu tasanya karşı çıkarken, Sıtkı Yırcah da bu uygulamanın sıkıyönetim yetkilerini aşan bu yetkilerin gayrimcs'ül bir kadroya verilmesi adli sisteme uygun değildir" diyordu. Şevket Süreyya Aydemir "Menderes'in Dıramı"nda, DP iktidarının son günlerini şöyle anlatmaktadır: "Menderes için darboğazlar, her taraftan bir­den gözüküyordu. Sadece siyasal gerginlik artmıyordu. Psikolo­jik hava da gittikçe gerginleşiyordu. Üniversite rahat değildi. Or­duda beklenmeyen olaylar görülüyordu. Vc bunlar değerlendiril­miyordu. Memur tedirgindi. En sakin, en vakarlı vc güvenli olma­sı gereken yargıçların cephesi sarsılmıştı. Başta Yargıtay başkanı olmak üzere bir grub yargıcın bir sabah vc bir emirle emekliye ay­rılmaları yargısal garanti sistemini, personel güvencesi bakımın­dan sarsmıştı. Kaldı ki aynı yasa, bütün görevlileri tahdit ediyor­du. -Görülen lüzum üzerine- bir vali, bir müsteşar bir genel müdür vc her devlet görevlisi istenildiği zaman hizmet dışı bırakılıyor­du."

28-29 Nisan olayları bardağı taşıran son damla olacaktır. CHP nin 21 meclis araştırması önergesi reddedilmiştir. Buna kar­şılık DP, 18 Nisan'da 15 üyeli olağanüstü yetkilere sahip bir tahki­kat komisyonu kurarak, meselelerin üzerine yürümeye çalışmak­tadır. İktidar ve muhalefet gemi azıya almıştır artık. Parlamentoda mutlak çoğunluğa sahip bir iktidar vardır, ama iktidarın kamuoyu desteği kaybolmuştur. Ve artık sokakla insanlar DP li gözükmek­ten korkmaktadırlar. İhtilal söylentileri dolaşmaktadır.. Muhale­fet iktidarı dikta kurmakla eleştirmektedir.

Tahkikat komisyonu, meclisteki görüşmelerin, meclis ira­desinin dışında yayınlanmasını yasaklayan kararlar alarak meclis iradesinin üzerinde bir takım tasarruflarda bulunmaya varan tavır-

251

1ar içindedir. İnönü ise Mecliste "ihtilal metotlarını izlcyeccklc- ri"nı söylemekte ve ihtilalin içinden gelen kişiler olarak gelişme­leri yakından izlediklerini ve bu gidişatın sonunun muhakkak bir ihtilal olacağını vurgulamaktadır. İnönü Mecliste kürsüyü yum­ruklayarak şöyle seslenmektedir: "Beni dinleyin, biz böyle bir ih­tilal içinde bulunamayız. Böyle bir ihtilal dışımızda. Bizimle ilgi­si olmayanlar tarafından yapılacaktır. Biz, demokratik rejim de­dik. Demokratik rejim kurulmuştur. Bu demokratik rejim yönün­den ayrılıp baskı rejimi haline götürmek tehlikeli birşeydir. Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam.. ’ İnönü sürdürü­yor konuşmasını: "Şimdi arkadaşlar, şartlar tamam olduğu zaman milletler için ihtilal meşru haktır.. Eğer ihtilal, vatandaş için başka çıkar yol yoktur kanaati zihinlere yerleşirse, meşru hak olarak kul­lanılacaktır. Bundan kaçınmak mümkün değildir." İnönü ihtilale açıkça davetiye çıkaı tmakta, daha doğrusu ihtilal hazırlığını açık­ça ifade etmekteydi.. Halktan aldığı destekle İnönü, iktidara karşı meydan okuyordu. Menderes artık yalnız ve çaresizdi..

Ve Mayıs ayı.

555 K . Parola bu. 5 Mayıs saat beşte Kızılay meydanında buluşulacak. Yani beşinci ayın beşinde saat beşte!

Menderes kalabalıkların içinde jalnız kalır.. Gençler özgür­lük ve demokrasi istemektedirler.. "Menderes istifa" sesleri ayyu­ka çıkar. Bayar, Menderes'e polisin kalabalıklara ateş açma emri vermesi için baskı yapar. Bayar'ın ısrarla söylediği tek söz

-Ateş emri ver, nümayişçilere ateş edilsin!

Bayar Menderes’ten beklediği cevabı alamayınca Namık Gedik'c dönecek

-Sen git vc ateş ettir diyecektir..

Menderes tek başına gidip Kızılay'da halkla konuşmaya kal­kar. Ama çok geç. Tek çare istifa etmektir.. Bütün dostları tek tek çıralından kaybolmakladır. Halta Ethem Menderes bile.. Keşke Çakırbeyli çiftliğinden hiç kopmasaydı. Bu maceraya girmesey­di... Menderes'in istifa girişimi, o günlerde Bayar tarafından "De­re geçerken at değiştirilmez" gerekçesi ile reddedilecekti. Mende­res "eğer bu buhranın sebebi benim şahsım Lse hiç tereddütsüz der-

252 hal istifa ederim. Yerimi arkadaşlarımdan birine terkederim" di­yordu. Menderes bu işten kurtulmak istiyordu. Ama Bayar ısrarlı idi. Bir bak.ma Bayar’ın karanlık planlan ve Menderes üzerindeki baskıları Menderes'in sonunu hazırladı.

O günlerde Başgil de devredeydi. Başgil'c göre Demokrasi­lerde sınıf mücadelesi ve ihtilallere yer yoktu. Ama Başgil duru­mun nezaketini anlayacak, daha sonra Menderes ve İnönü arasın­da arabuluculuk yapmaya çalışacaktır. Başgil, Bayarla da görüşe­cektir. Başgil'in itidal tavsiye ederken Bayar şiddet kullanılma­sından yanadır.. Nümayişçilere alemi ibret olacak bir ders vennek gerektiği fikrindedir. O günlerde Menderes'in istifa etme fikri İnö­nü cephesinde beklenmeyen bir hadise idi. Öyle anlaşılıyor ki her şey hazırlanmıştı. İnönü " Menderes'in istifa etmesine gerek yok, hükümet yerinde kalsın" diyecekti. Ki. İnönü, Menderes'in kürsü­ye çıkarak seçim tarihi ilan etmesini istiyordu. Bu durumda destek vadediyordu. Muhalefetin himmeti ile ayakla duran bir iktidar gö­rüntüsünü DP liler içlerine sindiremediler. Zaten İnönü isteklerini sıralamaya devam ediyordu: "Tahkikat komisyonu kanunu dursa bile komisyonun yetkileri askıya alınmalıdır. Seçim yasası da bir ilim heyetine havale edilmelidir" Menderes belki bu taleplere bir ölçüde yakındı. Bir çıkış yolu arıyordu. Ama Bayar bu talepleri reddeder. Gürsel, Bayar'ın bu tavrından rahatsızdı. İlk hedef Men­deres değil, Bayar'dı. Bayar görevden çekilmeli ve Menderes Cumhurbaşkanı olmalı idi.. Gürsel niçin böyle düşünmüştü! Ba- yar'ın bilinmeyen gücünden, Atatürk'ün yakın arkadaşı olmasın­dan, dış kaynaklı dostlarından mı korkuyordu, yoksa gerçekten Menderes'in, Bayar’ın baskısından kurtulması halinde daha fay­dalı olacağına mı inanıyordu.

Gürscl'in, Ethcm Menderes'e gönderdiği ileri sürülen Mek­tupta önemli uyarılar yer alıyordu.. Gürscl'c göre "Bütün fenalık lar Bayar'dan kaynaklanıyordu" Ama ne yazık ki Yassıada'da Ba­yar ipten kurtulacak, ihtilalin hıncı Menderes'ten alınacaktır. Zor­lu idam edilmeden önce son söz olarak "Ben Mason değilim" di­yecektir.. Bir idam mahkumunun son sözleri olarak bu cümle son derece önemli bir uyarı mesajı anlamı taşımaktadır.

253

3 Mayıs 1960 tarihini taşıyan mektubunda Gürsel şöyle di­yordu:

Aziz Vekilim, (Ethem Menderes'e)

Dünkü, geceki münakaşalarımızın ışığı altında zalıalileri- nize, memleketin huzur ve istikrarı için alınması lazım gelen ted­bir ve kararlar hakkındaki görüşlerimi bildirmeyi Millî ve Vatanî bir vazife bilirim.

Sayın Başvekil'in açıklamalarını dinledim. Ve okudum. Bunlarda benim düşündüklerimin kabülüne müsait bir zemin he­nüz mevcut olmadığı aşikar olarak belliysede genede düşüncele­rimin sizleri illağının zaruretine inanıyorum.

Muhterem vekilim,

Şu hakikati kabul etmek lazımdır ki Kayseri hadiseleriyle başlayıp, son karar ve feci olaylara kadar varan sahneler, vatan­daş ruhunda derin tesirler ve hükümete karşı telafisi kabil olma­yan hoşnutsuzluklar yaratmıştır.

Sayın vekilim,

Bu ahval küçümsenecek cebir ve şiddetle değiştirilecek şey­lerden değildir. Memleket hükümet ve partinizin düştüğü bu müş­kül vaziyeti kurtarmak için sukunetli, fakat ciddi ve zecri tedbir­ler almak lazımdır. Bu tedbirler şunlar olmalıdır:

1.  Cumhurbaşkanı istifa etmelidir. Çünkü bütün fenalıkla­rın bu zattan geldiği hakkında umumi bir kanaat vardır.

2.  Kabinede iyi kabul edilmeyen ve suihalleri bütün memle­kete yayılmış bulunan zevat, çıkarılmalıdır. Ve yeni kabine, mut­laka, dürüst, makul, zorcu değil, adalet ve şefkât hissi taşıyan ze­vattan kurulmalıdır.

3.  İstanbul, Ankara valileri ve emniyet müdürleri süratle değiştirilmelidir.

4.  Ankara örfi idare kumandanı derhal değiştirilmeli­dir.

5.  Son çıkarılan ve tahkikat komisyonları ihdas eden kanun Z aldırılmalıdır.

254

6. Mevkuf gazeteciler, bir af kanunuyla, kısa zamanda tah­liye edilmelidir.

7. Son hadisede tevkif edilen talebeler serbest bırakılmalı, ilim müesseseleri, yeniden faaliyete geçmelidir.

8. Şimdiye kadar çıkarılan bütün antidemokrat kanunlar, tedricen kaldırılmalıdır.

9. Vatandaşın hürriyet ve eşit muamele hakkına, mutlak su­rette riayet edilmelidir.

10. Din simsarlığından vazgeçilmelidir.

11 .Suiistimaller oluyor mu bilmiyorum. Fakat olduğu hak­kında umumi bir kanaat mevcuttur. Ve miletin, hükümete karşı itimatsızlığına sebep olmaktadır. Bu gibi kötülüklerin şiddetle bertaraf edilmeleri lâzımdır.

12. Müstesna zamanlar ve günler haricinde hükümet bü­yüklerinin memleket gezilerinde, suni büyük vatandaş topluluk­larıyla karşılanmaları usulü terk edilmelidir.

Muhterem Vekilim,

Bu yazdıklarım, asla bir parti ve politika mülahaza ve tesi­riyle yazılmamıştır. Memleketin durumunun bu tedbirlerin alın­masını zaruri kıldığına inandığım için arz edilmiştir. Sîzlerin va­tanperverlik ve vicdanlarınıza hitap ediyorum. İyi düşününüz, iyi hareketler yapınız. Memlekette çok şeyler yapacağınız muhak­kaktır. Fakat bu, asla kâfi değildir.

Bu yapılan işleri, müstemleke idareleri de yapar, yapıyor ve yapmıştır. Asıl mühim olan, toplumun ruhunda, yaşama şevk ve azminin geliştirilmesi, hak ve hürriyet aşkının kökleştirilmesi ve vatandaş idrakinin, yüksek ve necip hislerle donatılmasıdır.

Olaylar, bu yolda olmadığınızı göstermektedir. Talebele­rin, hürriyet duygusuyla yaptıkları masumane tezahürata karşı, kıtalar sevk edilmesi ve onların desteğiyle, emniyet kuvvetlerinin, ilim yuvalarının içine kadar girerek talebeleri, profesörleriyle beraber coplarla ve kurşunlarla tedip etmesi, dünyada görülme­miş feci bir şeydir. O hengâmede kız talebelerin yürekler parça­layan çığlıklarının, analar, babalar ve halk ruhunda onulmaz ya-

255 ralar açacağını ve açtığını anlamamak, memleketin huzuru bakı­mından büyük bir hata ve hazin bir gaflet olduğuna kaniim. Bizim gençlerimizde hak, adâlet ve hürriyet duygularının gelişmesin­den vc kemâlinden memnun olmamız lâzım gelmez mi? istikbâli, hissiz, duygusuz, müstemleke ruhlu, yalnız maddeci bedbaht in­sanlara mı bırakmak istiyorsunuz?

Sayın Vekilim,

Maruzatım muhakkak ki, çok mühim ve hatta çok cüretk- âranedir. Fakat memleket için, milletin selâmeti için, hükümet ve hatta partinizin kurtarılması için dikkate alınması lâzımdır.

Saygılarımla.

3.5.1960 KK Kumandanı Orgeneral Cemal Gürsel.

Memlekette ihtilal havası kol geziyordu. Başgil uyarmıştı. İnönü uyarmıştı, Gürsel uyarmıştı. Öğrenciler y ürüyordu. Kayse­ri olayından sonra herkeste bir tedirginlik vardı. Menderes geliş­melerden kaygı duyuyordu Ama Bayar Menderes'i kullanmaya devam ediyordu.. Menderes ise bırakıp gitmeyi düşünmesine rağ­men bunu bir türlü yapamıyordu.. Bırakıp gidecek olursa, nereye gidecekti. Belki de bırakmaya cesaret edemiyordu. En az o kol­lukta oturmaktan korktuğu kadar, kalmaktan da korkuyordu.

Bazan derin bir boşlukta, bazan coşkulu idi. Coşkulu bir sa­atinde şöyle diyordu:

-.. Şu Ankara'ya, şu ufka bak..Şu mehmetçiğe bak! İhtilal olacak diyorlar.. Bu Mehmetçik mi bana ateş edecek. Ben ki onun köyüne yolu götürdüm. Suyu götürdüm. Makineyi, işi, parayı gö­türdüm. Onun için, onun Ayşe’si için, Fatma'sı için anası için, ba­bası için neler yapmadım. Ben gecemi gündüzümü bunlara ada­madım mı? Bunlar mı ihtilal yapacak!.." Menderes kitle psikoloji­sini bilmiyortlu.. Kibriti gözüne çok yaklaştırırsan, arkasında bir ormanı kaybetmek mümkün.. Çavuşcsku da kendi penceresinden dünyayı seyrettiği için gelişmeleri hiç bir zaman anlayamadı.

256

Menderes bir Çavuşesku değildi. Ama ihtilalle giden herkes, halkı için çok şey yaptığını söyleyerek veda edecektir iktidar koltuğu­na.. Menderes'in bu sözlerinin de onlardan bir farkı yoktu.. Değil­ini ki, dün Kızılordu'nun en parlak yıldızı olan Doğu Alman as­kerleri, bu gün NATO yıldızını selamlamaya hazırlanıyor aynı coşku ile! Dün yolunda ölmeye hazır olan asker, bu gün aynı ka­rarlılıkla demir ökçesini bağrına basabilir! Hele o Türk askeri ise, çünki o Monlaigne’nin deyişiyle komutanına tapar. Belki de Tan­rısından daha çok korkutulmuştur komutanından! 28 Nisan'dan beri öğrenci olayları durmak bilmiyordu. 5 Mayıs olayları da buna eklenince birçok kişi yaralandı, gözaltına alındı.. 3 kişi ölmüştü. Harb okulu talebesi Ali İhsan Kalmaz, Turan Emeksiz vc bir lise talebesi. Nedim isimli lise öğrencisi nümayiş şuasında dengesini kaybederek, olaylara müdaheîe etmek için hareket eden bir tankın paletleri arasında can vermişti. Turan Emeksiz ise o yıl Orman fa­kültesine yeni girmişti. Malatya'dan gelmişti. Olaylarda asker vc polis silah kullanmış, kalabalığı dağıtmak için havaya ateş açmış- u. Açılan ateş sonucu binaların duvarları delik deşik olmuş, silah sesleri tam bir panik havası doğurmuştu. Polis takibi korkusu ile bir çok öğrenci evine gitmemiş, yurtlar boşalmıştı. Korkunç bir şayia çıku. Eve dönmeyen öğrenciler ya da yurtlardaki boş yatak­ların sahihleri yoksa kitlesel bir kadiama mı kurban gitmişlerdi.. Söylenti bir anda bütün yurda yayıldı. Öldürülen çocukların ceset­leri, kıyına yapılıp dondurulmuştu ya da bir başka söylenti de kamyonlara doldurulan cesetler, asfaltlanan yolların altına gömü­lüyordu.. İktidar kontrolü kaybetti. Olanlar hakkında iktidar da yeterli vc sağlıklı bilgiye sahip değildi. Gerçekler daha sonra anla­şılacaktı.. Bir Üniversite talebesi olaylarda hayatını kaybetmişti. Ölenlerden bir diğeri ise Harb okulu öğrencisi idi. Üçüncüsü ise bir kazaya kurban gitmişti ama, o da devrim şehitleri arasına katıl­mıştı. Hatta sözkonusu lise talebesi çatışma sırasında değil, asker­lere sevgi gösterisinde bulunmak üzere ellerindeki çiçeklerle tan­kın üzerine çıkmaya çalışanlar arasında sıkışıp dengesini kaybe­derek tankın altına sürüklenmişti. Nisan ayında hayatını kaybe­den Turan Emeksiz için, Mayıs ayında Behçet Kemal hemen bir

257 ağıt yakmış vc devrimden 7 gün önce 23 Mayıs'la yazdığı "Malat­yalI Şehit Mehmet Turhan'ın anısına Ağıt" isimli şiirinde askere şu çağrıda bulunuyordu:

"Malatya'da Yaman biter kayısı Daha çağlh yok bağbam dayısı Ana ahi yaman büker belimi Yürüme üstüme Bumin ayısı

Canım seni arzuluyor Mehmedim Gel koyunlar kuzuluyor Mehmedim

Katilleri ailedeyim diyorum

Süt damarım sızılıyor Mehmedim Bu ne arsız ne yılışık surattır Menderes mi onu ezen Fırat'tır.

Oğul çiğner, kardeş çiğner, kız çiğner Canavarın adı Dcmirkırattır

Canım seni arzuluyor Mehmedim Gel koyunlar kuzuluyor Mehmedim

Bu katili affedeyim diyorum

Süt Damarım sızılıyor Mehmedim Namık Gedik didik didik olasın. Her parçanı bir çalıda bulasın Çakılasın bir kazığın üstüne Korkuluktan beter hödük olasın

Canım seni arzuluyor Mehmedim Gel koyunlar kuzuluyor Mehmedim

Bu alçağı unutayım diyorum

Süt damarım sızılıyor Mehmedim

258

Yürür Mehmet kanda yüzen gemi bu. Yürür Mehmet şehidliğin demi bu! Zeki derler budalanın birisi Şahin mi ki leş kargası Mehmcdim

Canım seni arzuluyor Mehmedim Gel koyunlar kuzuluyor Mehmedim

Bu soysuzu unutayım diyorum Süt damarım sızılıyor Mehmedim Mehmet derler Malatya'nın kuzusu Kurşun onda, ciğerimde sızısı Atatürküm Atatürküm nerdesin Böylcmiydi alırımızın yazısı

Canım seni arzuluyor Mehmedim Gel koyunlar kuzuluyor Mehmedim

Atatürk'e bağışlarken ben seni

Süt damarım sızlamıyor Mehmedim Bir meydanda yüz kişiye kıyanlar Arslan ini size kalmaz çıyanlar Mezarından doğrulupla boğacak Esvabıyla gömdüğünüz civanlar

Canım seni arzuluyor Mehmedim Gel koyunlar kuzuluyor Mehmedim

Benden emmiyenler bile özoğlum Süt damarım sızılıyor Mehmedim Mehmet Mehmet ahircltcn konuş gel Atatürklc şchidlcrlc tutuş gel

Bir tek umut umud sende kaldı anamın Türk ordusu Türk ordusu yetiş gel!

259

Canım seni arzuluyor Mehmedim

Gel koyunlar kuzuluyor Mehmedim

Mezarını arıyorum her yerde

Süt damarım sızılıyor Mehmedim..

Behçet Kemal Çağlar 23. 5.1960

Kim dergisinde yayınlanan şiirde açıkça yüzlerce ölüden sözedilmckte idi. Açık bir provakasyon kokuyordu.. Atatürk adı­na Ordu çağırılıyordu. DP yöneticilerinin kazığa geçirilmesin­den, parça parça edilip her parçasının bir tarafa savrulmasından sözediliyordu. Kim dergisinde Ali İhsan Kalmaz'la ilgili olarak, açık bir provakasyon kokan şu cümleler yer alıyordu: Milli Kurtu­luş harekelimizin asil şehidi, Harp okulu öğrencisi Ali İhsan Kal­maz. cuma günü büyük Atatürk'ün Anıtkabri'nin eteğinde toprağa verilecektir. Kalmaz ve onun kurtuluş hareketinin diğer öncüleri olan , henüz say ilan ve nerede olduktan bile kesin olarak bilinme­yen Üniversiteli şchidlerimiz bu memlekette bir daha diktatörle­rin hüküm sürmesine engel olacaklardır." Olaylarda, biri kaza ile ikisi olaylarda üç kişi ölmüştü. Güvenlik güçlerine taş atarken kurşunla vurulmuşlardı. 27 Mayısçılar üç "şehidlcrinin" intikamı­nı aldılar. Üç politikacıyı idam ederek kısas yapmış oldular. Ama kurdukları rejimde üç genç değil yüzlerce, halta binlerce genç ha­yatını kaybetti.. Onbinlcrcc genç tutuklandı. Üniversiteler ihtilal kıvılcımının ilk tutuştuğu yerler olmuştu. Dckanlann odası işgal edilmiş, istifa istila diye bağınyorlar ve yağma ve talan eylemleri­ne girişiyorlardı. Olaylar sıradan bir öğrenci olayı olmaktan çık­mıştı. CHP nin kışkırtmaları vc profesyonel ajan provakatörler devrede idi. Çağlar da bunlardan biri idi.. Bir yandan Atatürk­çülük nutukları sıkılırken, öte yandan Askerler göreve çağrılıyor. CHP nin kurmayları ile iktidarı devralmaya hazırlanıyorlardı. An­kara' da Ziraat fakültesinde meydana gelen olayların başlangıcı, iktidarın Üniversiteleri milli eğilim bakanlığına bağlama girişi-

260 mini protesto şeklinde olmuştu. Dekanı istifaya çağıran öğrenci­ler, az sonra "Kukla Dekan", "Hollywood Dekan", "Muhtariyet istiyoruz" sloganları ile koridorları işgal edeceklerdi. Ve ardından politik pankartlar ve sloganlarla protestonun şekli değişecekti. Mesela Pankartlardan birinde "Kukla dekan Menderes marka Pi­pon nerede" yazıyordu. Gençlerin ağzında yeni moda bir şarkı:

Olur mu böyle olur mu

Kardeş kardeşi vurur mu

Kahrolası diktatörler

Bu dünya size kalır mı?

261

ORDU İÇİNDE İLLEGAL ÖRGÜTLENME

555 K, Beşinci ayın beşinde saat beşte Kızılay'da..

Her şey çok iyi örgütlenmişti. Kitleler bilinçli bir şekilde aji- te ediliyordu.

Kayseri olayları ile ihtilal için start verilmişti. Daha Kayseri olayları patlak vermeden ordu içinde bir takım ihtilal hücrelerinin örgütlenmeye başladığı ileri sürülüyordu. Mesela kısa adı SOG olan (Sınıf Okulları Grubu) illegal bir askeri hücre idi. Dışkapı'da- ki Ordu Ikınalım Okulu'nda üslenmişlerdi. 3 asil bir yedek üyeden oluşan hücreler örgütlemişlerdi. Amaç, bütün askeri okullara ya­yılmaktı. Daha önce bir kaç kez askeri öğrencileri sokağa dökmek istemişler, bunda muvaffak olamamışlardı. Son 21 Mayıs olayla­rında Harp okulu öğrencilerinin yürüyüşünü bu hücre organize et­mişti.

"Menderes'in Dıramı"nda belirtildiğine göre, bu gizli örgü­tün başlıca ilkeleri şunlardı:

-Toplum, düzen bozukluğu yüzünden bir rejim buhranına gitmiştir. Sür'atle ihtilale doğru kaymaktadır.

-İhtilal, bir toplumu büyük çalkantılara ve komplikasyonla­ra sürükleyebilir.

-İhtilal sonrası başa geçecek iktidarın zayıf olması halinde rejim buhranları birbirini takip ederek hükümet darbelerine yol açar.

-Böylccc de ordu bütünü ile politikaya sürüklenir ki bu da çok tehlikelidir.

262

-O hakle iki yol vardır:

1- Evvela ihtilali önlemeye ve pasif mukavemete geçerek DP iktidarını çekilmeye zorlamak,

2- Bu olmadığı takdirde Merkez grubu ile birleşerek ihtilale bilfiil iştirak etmek.

-İktidara -Ordu sizinle beraber değildir- ihtarını yapacak gösterilerle iktidarı istifaya zorlamak,

-Subaylar yürüyüşü tertip etmek..

Ardından öğrenciler sokağa dökülecektir.. İstekler bu arada hükümete yazılı olarak bildirilir

-Tevkif edilen subay ve öğrenciler derhal serbest bırakıla­caklardır

-Örfi idare kalkacaktır.

-Hükümet istifa edecek ve derhal seçimlere gidilecektir.

Harp okulu öğrencileri bir kere sokağa çıkmıştır ama, genç­leri sokağa döken irade öğrenciler üzerindeki insiyalifi yitirir. Ar­tık ok yaydan çıkmıştır. SOG safını belirler vc o gün, o olaydan sonra ihtilale fiilen katılmış olur. 24 Mayıs günü Harp okulu fiilen ihtilal karargahına dönüşür.

Hükümet içinde Mason kanat Menderes'e başkaldırın Men­deres ise sindirme operasyonuna girmek ister, ama artık gücünü yitirmiştir. Tek umudu Anadolu'ya çıkmak ve kendine duyulan çoşkıın güveni arkasına alarak rakiplerinin üzerine yürümek.. Ama artık çok geç.. Sıtkı Yırcalı Menderes'i yakalamış, köşeye sı­kıştırmıştı.. Sıtkı Yırcalı. O sağın müthiş adamı. Balı'ya Kalkan Treninin yazarı. Boraks Consalidet'in Türkiye mümessili..

O günlerde İstanbul'da toplanan NATO bakanlar konseyi olayları yakından izlemişti.. Askerlerin tavırları açık vc netti. Menderes ve Bayar İkilisi artık ömrünü tamamlamıştı. Amerikalı dostlar durumu kabullenmek durumundaydılar.. Onlar için sevgi­li değiştirmek, gömlek değiştirmekten daha zor bir şey değildi.

6 Mayıs-Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel görevin­den izinli olarak ayrıldı.

16 Mayıs-Dışişlcri bakanı Zorlu Paris'e gitti.

17 Mayıs-Türkiyc-ABD yardım anlaşması imzalandı.

263

21 Mayıs- Harbokulu öğrencileri hükümet aleyhine yürü­yüş yaptı. Hükümet Harpokulu komutanı Tuğgeneral Sıtkı Ulay'ın dikkatini çek,ti. Sıkıyönetim, acil olarak daha sıkı tedbirler alındığını açıkladı.

24 Mayıs- Menderes Yunanistan'a yapacağı ziyareti ertele­me kararı verdi. Gerekçe: Ülkenin içinde bulunduğu durum.

25 Mayıs- Eskişehir'de konuşan Menderes, Meclis tahkikat komisyonunun raporunu hazırladığını belirterek şöyle dedi: "Yo­lumuz seçim yoludur"

Menderes şöyle diyordu: "Nitekim bütün ayaklanmalara se­beb olarak milletin itimadını ve muhabbetini haiz olmak şöyle dursun, halkın nefretini kazanmış vc bir an evvel milletçe bertaraf edilmesi, adeta bir milli arzu olarak gösterilmek istenmesine rağ­men, DP iktidarının bunun tam tersine olarak milletin vicdanında nasıl derin muhabbet ve itimat ile kök salmış olduğunu işte, bu muhteşem vc heybetli manzaranız kal'i olarak göstermektedir. Ve şüphem yok ki vc yurdun heryerinde aziz Türk milleti aynı itima­dı, aynı muhabbeti, aynı kararlılık ile ve tıbkı sizinki gibi böyle muhteşem tezahürat ile teyide hazırdır. Azimlidir. Yolumuz se­çim yoludur. Serbest seçim yoludur. Hürriyet ve demokrasinin memleketimizde yerleştirilmesi yoludur. Fakat, her şeyden evvel nizamın muhafazası kat'i bir zaruret arzeder. Bu yapılmadığı tak­dirde bir takım sokak hareketleri ile milli iradenin iptal edileceği kanaati hakim olursa hu gün için ve istikbal bakımından çok tehli­keli bir vaziyet hasıl olur. Geri memleketlerde görülebilen bu çeşit ibtidai istidat vc inkişaflar bizde tamamıyla vc çoktan tarihe male- dilmiş olmak lazım gelir.

Menderes askerlere güvenmiyordu. Orduyu yedek subay­larla bile idare edebileceğini sanıyordu.. Ya da gözdağı vermek için başka çaresi yoktu. O gün bakanlar kurulu son kez toplandı. Menderes'in toplantıdan çıkarken söylediği son sözler şunlardı: "Size teessüf ederim." Kendi grubu tarafından da terkedilmiş, iha­nete uğramıştı.. Elinden tutup "Adam ettiği" insanlar artık telefo­nuna bile cevap verme zahmetinde bulunmuyordu.. Menderes ba­kanlar kurulu toplantısından çıkarken, İhtilali hazırlayan subaylar

264 operasyon için son kararı vermek üzere bir araya geliyorlardı..

Ve

27 Mayıs- Saat 03.00. Silahlı kuvvetler yönetime el koy­du!

Menderes Kütahya yolunda yakalandı.. Siyasi hayatına baş­larken Kütahya'dan yola çıkmıştı ve siyasi hayatını Kütahya yo­lunda noktaladı.. Kütahya'ya ulaşsa idi durum ne olurdu?.. Onu bilmiyoruz. Ama kader hükmünü uyguladı. İnsanlar layık olduğu şekilde idare olunacaklardı.. İhtilal şu anonsla duyuruluyordu:

"Büyük Türk Milleti, Silahlı Kuvvetlerimiz bütün yurtta 27 Mayıs saat 03.00 den itibaren idareyi ele alınış bulunmaktadır. Bütün vatandaşlarımızın ve emniyet kuvvetlerinin Silahlı Kuv­vetlerle yakın işbirliği ile bu harekat hiç bir can kaybı olmadan başarılmıştır. İstanbul'da ikinci bir tebliğe kadar Silahlı Kuvvet­ler mensupları hariç sokağa çıkma yasağı konmuştur.

Vatandaşlarımızın silahlı kuvvetlerin vazifelerini kolay­laştırmaya ve milletçe ürnid edilen Demokratik rejimin teessüs etmesine yardımcı olmasını rica ederiz."

İnönü CHP nin, ihtilalin ne başında ne de içinde olmadığını söylüyordu. Ama CHP lilerin ideallerine sahip kadrolar yönelimi ele geçirmişlerdi. CHP nin vaatleri ve tavsiyeleri ihtilalin vaatleri­ni oluşturmaktaydı. İhtilalciler CHP ile aynı görüşle idi. Dahası, ihtilalciler de CHP vc DP gibi, Laik Demokratik Cumhuriyet ilke­lerine, llliiaklara, BM kararlarına, NATO ya ve Ccnto'ya bağlıy­dılar! 28 Mayıs'ta, tarafsız kişilerden oluşan bir kabinenin görevi devraldığı bildiriliyordu. Kabinede 3 Asker vc 14 Sivil üye bulu­nuyordu. Gürsel yaptığı basın toplantısında darbenin amacını şöy­le açıklıyordu: "İdareye el koymanın amacı, Türkiye'de Demokra­sinin tekrar ortaya çıkaıtılmasıdır. Yeni seçim kanununun hazır­lanmasından sonra, yönetim, halkın serbest seçimine bırakılacak­tır. DP de dahil olmak üzere, bütün partilerin genel seçimlere ka­tılmalarına izin verilecektir!" DP bu icahhüde rağmen 29 Eylül'dc kapatılacaıkiır. Mustafa Kemal'in Hamdullah Suphi’ye bir sözü var..Mustafa Kemal çılgınca kendini alkışlayanlara el sallarken Suphi'ye şöyle der: Vahdettin de dönse idi, aynı alkışlar duyulur-

265 du..

Dün İnönü'yü kolluğundan alaşağı eden Menderes'i alkışla­yanlar, bu gün, Menderes'i idam sehbasına götürenleri aynı heye­canla alkışlıyorlardı.. Yoksa kalabalıklar güce, iktidara, paraya mı tapıyorlardı!

Arlık bebek davaları, köpek davaları başlayacaktır.. Öldü­rüldüğü iddia edilen öğrencilerin toplu mezarları aranacak, ceset­leri kıyına yapılan çocuklar masalı bitecek, artık seçim kararı al­mış bir hükümeti devirerek demokrasi getirmeyi vadedenler vata­nı kurtarmış olmanın verdiği hakla kendi iktidarlarını üretecekler­dir! İnönü için ise artık iktidar yolu açılmıştı. L'mud doluydu. İhti­lalin gölgesinde şöyle diyordu: "Türk Milleti demokratik nizamı, hayal tarzı olarak sarsılmaz bir surette seçmiş, benimsemiştir. Türlü devirler vc buhranlar olabilir. Fakat Türk milletinin demok­ratik rejim dışında bir hayal tarzına razı olması asla olmayacaktır. Bütün idealistler vc aydınlar, milletin sağduyusundan kuvvet ala­rak, taze bir şevkle demokratik nizamı süratle muntazam işler bir hale getireceklerdir. Milletin istidadı vardır" Yolun sonuna gelin­mişti. Vatandaş çaresiz ve umutsuzdu. Şevket Süreyya'nın alıntı­ladığı gibi, Karadenizli bir vatandaş şöyle diyordu:" Efendim bun­ları biz getirdik..Ama işleri bitmiştir..Şimdi dua edelim ki, mem­leket daha kötüye gitmeden bize bir baş çıkartsın. Ama Gazi paşa gibi bir baş..Yoksa ne olacağını Allah bilir!”

Gazi paşa gibi bir baş için dua ettiğimiz sürece sulhu salaha ulaşamayacağımız gerçeğini öğrenene kadar bu yanılgılar sürüp gideceğe benzemektedir!

Menderes dönemi, faciayla biten bir maceranın hikayesin­den ibarettir. İsmail Ccm'in "Türkiye'nin geri kalmışlığının Tari- hi"ndc belirttiği gibi" Tanzimatla ithal edilen, Atatürk devrinde sürdürülen, DP-AP döneminde büyük bir ustalıkla halkın desteği­ne de dayatılan Batılılaşmanın gerekçesi, Avrupanın ekonomik, hukuki, siyasi kuruınlarını ve kültürünü bize aktarmak sureliyle Avrupa'nın relah düzeyine erişileceği sanısındandır. Ancak şart­lar tamamen değişik olduğundan ortaya temelsiz kurumlar, kar­maşık tepkiler, yozlaşmış bir kültür vc niteliği belirsiz bir toplum

266 çıkmaktadır...Batılılaşma harekeli öz olarak -Bir sınıfa sahip ola­mayacağı nitelikleri kazandırmak- çabasıyla -Ferde, biriktireme- yeccği sermayeyi biriktirtmek- uğraşısıdır.. 1800 den beri gelen bütün iktidarlar, bu iki imkansızı gerçekleştirmeye çabalamış­tır.." Yerli burjuva özlemleri ve sermaye birikimi.. Bu yolda elde avuçla ne varsa o da bir takım köşe dönmeci tiplere kaptırıldı vc kendimizi daha geri noktalarda bulduk.

Köşe başım tutan güçler ve ülkeye egemen olan irade aslın­da ne yapuğını ve neyi istediğini biliyordu. Sağ ya da sol iktidar­larla, sivil ya da askeri rejimlerle o hep emin adımlarla ön gördüğü hedefe doğru yürüdü. Halka sunulan reçete ise hep hastalığın mik­ropla tedavisi yönünde idi. Kamuoyunu yönlendiren irade, halkın tepkisini de kendi çıkarları yönünde belirleme gücüne sahipti, öy­le olunca da sonuçta ne demokrasiden sözcd i lebi 1 i rdi vc ne de in­san haklarından.

267

SAĞCI İSLAM VE DP NİN GÖREVİ

Menderes daha baştan kaybetmişti. ABD ye büyük güven duyuyordu. Menderes gerçekten vefa duygusu ile dolu bir insan­dı. Herkes ona ihanet etli. Ama hiç bir dostuna ihanet etmedi. Ki­ninden de vazgeçmedi tabi bu arada. Bu fıtranının gereği olarak ta her zaman Amerika'ya gönülden bağlı kaldı. Komünistlere ve İs­met Paşa'ya karşı sempaü duymadı. Menderes'in bu coşkulu sev­gisi karşısında Amerikalı dostlan o iyi günlerde şöyle diyorlardı: "Türkiye'nin bir yardım vc müzaherete ihtiyacı vardır. Bunun içindir ki, mütekabil güvenlik programı içinde, bu iktisadi yardım derpiş edilmiştir. Bizim kanaatimiz şudur ki, Türkiye'ye yapıla­cak iküsadi yardım için verilecek olan krediler, Amerika'nın gü­venliğini doğrudan doğruya sağlamak gibi birşeydir. Bu kredileri başka yere sari edecek isek hiç sarfetmeyelim daha iyi." Bu sözler Amerikan politikasında sözü dinlenen bir isim olan J.F. Dullesel'e aitti. ABD başkan yardımcısı R. Nixon ise şöyle diyordu: "Bu gün bu masa başında bulunanlar kadar birbirlerini anlayanlara çok az rastlanır. Dünya meselelerini aynı şekilde görüyoruz. Siz bizim meselelerimizi, biz sizin meselelerinizi biliyoruz ve birbirimizi destekliyoruz. Bütün kalbimiz sizinledir. Temenni etmek isterim ki konuşmalarımızı başkaları takip etsin. "Menderes ise bu sözlere şöyle cevap veriyordu: "Muhterem başkan muavininin içten gelen samimi bir heyecanının ifadesini teşkil etmek üzere söylediği memleketimiz hakkındaki derin itimadı gösteren sözlerini şük­ranla karşılıyorum. Biz, ABD nin rehberliğini hakkı ile yapmakta

268 olan bir memleket olarak her adımım hayranlıkla takip etmekte­yiz. Türkiye hadiseleri aynı şekilde görmekle kalmamakta, aynı şekilde tedbirleri almaktan da asla çekinmemektedir. İki memle­ket arasındaki münasebetler, öyle bir dereceye gelmiştir ki, başka türlü düşünmeye imkan yoktur. Bu derece birbirlerine bağlı iki memleketin kaderi ancak ebediyyen dost ve müttefik olmaktır."

"Ebedi dost ve müttefik"

Sonra Amerikalı dostlarımız, Türkiye'yi "oltaya takılmış balık" olarak gördükleri için "yem'e ihtiyacı olmayacağına hük­medeceklerdir.. Bu gün borç alanların yarın buyruk almaya hazır olacağını bildikleri için, o günlerde cömert davranmaya çalışıyor­lardı.

Daha sonra yardımlarını şarta bağlayacak vc Kıbrıs mesele­sinde olduğu gibi, Türkiye'ye Ambargo uygulamakla tereddüt et­meyeceklerdi. Amerika Türkiye üzerinde bir çok emellere sahip­ti..

-İslam dünyasına yönelik bir sıçrama tahtası idi ve yine SSCB nin hemen burnunun dibinde bir ülke olarak stıatejik bir öneme sahipti.

-Türkiye’nin sahip olduğu tarihi misyondan yararlanarak, Türkiye'yi omek göstermek sureli ile İslâm dünyasında gerçekleş­tirmeye çalıştıkları yeni siyasal ve kültürel proje için istifade et­mek istiyorlardı.

-Türkiye iyi bir pazar, ucuz işgücü deposu idi.

-Savaş paratöneri, tatbikat ve savaş alanı olarak ya da riskli silahların depolanması için uygun bir alandı.

-İyi ve disiplinli bir asker deposu idi aynı zamanda.

-İsrail'e yakınlığı da ayrı bir önem taşıyordu. Yine aynı şe­kilde Ermenistan, Kıbns ve İstanbul'un statüsü ya da Türkiye'deki azınlıklar konusu da Amerikalıları yakından ilgilendiriyordu. Amerika bir yandan sola, komünist grublara karşı, soğuk savaşın bütün şiddeti ile devam etliği günlerde müslümanlan Antikomü- nist ideolojinin vurucu gücü olarak kullanmaya çalışıyordu. Böy- lece Islâm pekâlâ Amerikan amaline hizmete sunulabilirdi! ABD, daha 19-48 lerdc bunu farketmiş, 1949 larda CHP döneminde uy-

269 gulama alanına girmesini sağlamıştı. İmam-Hatip okullarının açılması, zorunlu dindcrslcri, Hacc'a gideceklere döviz tahsisi, ilahiyat Fakültcsi'nin açılması 1950 öncesinde oldu. DP daha son­ra bu programı sahiplendi. ABD nin istediği, yumuşatılmış, Ame­rikan Demokrasisi ile uyumlu, ABD nin bölgedeki askeri vc siyasi çıkarları ile uyumlu bir Islâm'ı desteklemekti. Zorunlu dindersleri ya da İHO nun, İlahiyat Fakültclcri'nin açılması, TSE damgalı bir din icad etme gayretlerinin ürünü idi. Aynı zamanda iktidara ya­bancılaşan geniş halk kitlelerini iktidarın yanına çekmek için uy­durulmuş bir proje idi. CHP nin bu yöndeki gayretleri halka inan­dırıcı gelmedi.. Daha doğrusu Amerika ve İngiltere'nin gözleri önünde din önce ortadan kaldırılmaya çalışılmış, camiler ahıra çevrilmiş fakat din duygusu çökertilememişti. Islâm'ı yoketmek mümkün olmadığına göre, dinin içini boşaltarak şeklini muhafaza etme yoluna gidilecekti. Halk CHP iktidarına güvenmiyordu. Fet­hi bey CHP ye karşı politikaya girince, halk, yeni hareketin mahi­yetine bakmaksızın, CHP ye karşı bu ilk harekete coşku ile katıla­caktı. Suya düşen yılana sarılır örneği Ali Fethi Paşa bu coşkun halk selinin önünde sürüklenmeye başlayınca çareyi partiyi fesih­te bulacaktı. Çünki halktan gelen tepki ismet Paşa'yı hedefler gibi görünmesine karşılık tek adamı da tehdit eder boyutlara ulaşma eğilimi gösteriyordu. İzmir'de halk "Kurtar bizi" diye bağırıyor­du.. Yunan'dan kurtulmuşlardı ama bir başka bela ile karşı karşıya kalmışlardı. Olaylar sırasında oğlunu kaybeden bir baba, oğlunu getirip Fethi Paşa'nın önüne serecek;

-Bu ilk kurbanımız, ama daha kurbanlar lazımsa vereceğiz, fakat bizi kurtar diye ağlayacaktı.

Fethi bey halkı kurtaramayacaktı. Atatürk'ün iradesi ile kurtarma operasyonu yarım kalacaktı. Atatürk'ün ölümünden sonra herşey daha da kölülcşccckli.. Vc sonra beklenen prens bir gün çıkıp gelecekti: Menderes!

Din duygusu yokedilemediğine göre, Amerikalı dostları­mız devlet eli ile müslümanlığı örgütleme yolunu seçeceklerdir. Menderes böyle bir görevlendirme için uygun bir isimdi.. Suudi Pclrolü’ndcn güç alan ARAMCO nun finansörlüğünde, Bağdat 270 Paktı, CENTO ve Arap Birliği, İslâm Birliği gibi bir takım resmi örgütler aracılığı ile uygun hale getirilmiş bir din topluma empoze edilmeye çalışılacaktı. Halkın gözünde CHP "Dinsizdi".. CHP Frenk kültürünün ürünü idi. Halk bilinçli olarak ya da bilinçsizce batılılaşmaya karsı çıkıyordu. Aydını işbirlikçi olarak görüyordu. Az zamanda çok işlerin başarıldığı bir zamanda milli burjuvazi üretme adına köşe dönen mütcgallibc de halkın değerlerine saygılı değildi. CHP, bu aydın, bürokrat çevrenin partisi idi. DP dindarla­ra oynayacaktı. Böylece aynı zamanda DP nin şahsında din vc dindarlar yargılanabilecek, müslüınanlar eli ile solcular ezilirken, solcular eli ile de İslâm'a vc müslümanlara saldırılacaku. Böylece kendi içinde bir çatışma dinamiği oluşturulacaktı.

Ne var ki DP, dini CHP ye karşı oy kaygusu ile istismar ko­nusu yapacak ve uzun vadede dindarlara yakın durmanın hem dış dünyada hcın de içeride güç dengesi açısından prestij sağlamaya­cağım görecektir. Zaten din ve dindarlık bir irtica sorunu olarak takdim cdilmcktedir..MilletPartisi'nin müslüman kesimin tepki­sini örgütleme gayreti, DP üzerinde ilk şüphenin doğmasına, hatta DP nin bir muvazaa partisi olup olmadığı tartışmasına yol açacak­tı. Bayar'ın, 1950 başından itibaren "irtica" tartışmalarına katıl­ması, parti içinde masonik kadroların egemen olmaları ile artık müslüman halk DP den umudunu kesmeye başlayacaktır.. DP ik­tidarına! sonuna kadar bağlı kalanlar, sağcı bir müslüman tipi çize­ceklerdir.. 60 ihtilalinde müslümanlar kendi konumlarını sorgula­yacaklarsa da, bu güne kadar sürüp gelen gelenekçi bir yaklaşım, hâlâ müslümanlar arasında sağcılığın etkisini göstermesi bakı­mından önemlidir.. Sağcı gelenek, gücünü kendi inancından alan vc sorumluluk bilincine sahip kitlelerin tercihi değildi. Komü­nizm tehlikesine bağlı bir korku ideolojisi idi vc genel anlamda bir "ehveni şer" politikası idi. Ya da CHP zulmünden kurtulmuş ol­manın minnet ve şükran duygusunun ürünü idi. Sağcı İslâm küçük tavizler ve himayelerle, günümüze kadar sağ partilerin ucuz oy deposu olma özelliğini korumuşlardır ve bu gün hâlâ bir takım pa­zarlıklara dayalı olarak bu misyonlarını sürdürmektedirler. Bu ta­rihi sorumluluğun vebali de Menderes'e aittir.. Menderes, Bayar

271 ve onun yakın çevresini oluşturan Masonik Cunta tarafından, müslümanları avlamak için oltaya taktıkları cazib bir yem gibi kullanılmıştı. Necip Fazıl'ın gözünde Menderes 1954 seçimlerine kadar dört sene hedefsiz bir gayret içinde olmuştu, 57 seçimlerine kadar üç yıl boşuna zahmet içinde geçmişti.. 1960 a kadar ise sü­rekli gaflet devresi idi. Menderes müslümanlara doğru her bir adım atışında, müslümanlar ona doğru bin adım koşarak geldiler.. Müslümanların gönüllerinde taht kurması için fazla icraata gerek kalmadan şu bir kaç satır söz yetiyordu. Menderes DP nin İzmir il kongresinde şöyle diyordu: "Şimdiye kadar baskı altında bulunan dinimizi baskıdan kurtardık. İnkilab softalarının yaygaralarına ehemmiyet vermeyerek ezanı Arapçalaştırdık. Mekteplerde din derslerini kabul ettik. Radyoda Kur'an okuttuk. Türkiye bir müs- lüman devlettir ve müslüman kalacaktır. Müslümanlığın bütün icapları yerine getirilecektir." Menderes BM ideallerine bağlılık yemini ederken de, Laik demokratik cumhuriyet ilkelerine bağlı­lık andı içerken de, NATO ve ABD ye karşı coşkulu nutuklar atar­ken de samimi idi.. Bu birbirine zıt davranışlar ise, onun davranış­larını temellendiren temel bir inanç ve fikirden yoksun oluşu idi. Saf yürekle düşündüğünde müslüman olmak zor gelmiyor ve bun­dan utanmıyordu ama, bir başka zaman ve bir başka yerde bir baş­ka kişiliğe bürünüyordu. Zaten belki de DP Genel başkanlığına ve başbakanlığa bu özelliğinden dolayı seçilecekti.. Bazan zaaflar güçlü olmanın tcminalı olabilir mi idi? Menderes kendine gerçek bir dost seçmesini bir türlü bccerememişti.. Herkese mavi boncuk dağıtıyordu. Burhan Belge'ye, Samet Ağaoğlu'na, Recep Bilgi- ner'e, Muhib Dıranas'a, Nihat Erim'e, Ayhan Aydan'a, Nesrin Si- pahi'ye, Necip Fazıl'a, Aka Gündüz'e, Enis Behiç Koçyürek'e, Ah­met Emin Yalman'a, Nadir Nadi'ye, Cahit Yalçın'a, Selim Ragıp Emcç'c, Doğan Nadi'ye, Ercüment Karacan’a, Reşat Nuri'ye, Mehmet Kaplan'a, Pcyaıni Safa, Orhan Sey fi Orhon, Yusuf Ziya Ortaç’lara örtülü ödenekten para aktarıyordu.. Olgunlaşma Ensti- tüsü'ne ya da DP teşkilatlarına, yakın çevrelerine, Milliyet, Cum­huriyet vc Yeni Asır gazetelerine önemli ölçüde maddi yardımda bulunuyordu.

272

O gün bu paraları alanlar, daha sonra Menderes'in aleyhine yazacaklardı.. Menderes kimden yana idi. Yeni Asır ya da Cum­huriyetçilerden yana mı, para yardımında bulunduğu Müslüman­ların sesi gazetesinden yana mı? Necip Fazıl'ın gözünde Mende­res tam bir muammadır.. Bir yandan inkilab yobazlarından söze- derken. öte yandan, Tek parti yönetiminin bile akıl etmediği bir tedbire başvurarak Atatürk'ü koruma kanunu çıkartacakur. Men­deres'e göre bu kanun "Tenkide" mani değildir. Tahkiri yasakla­maktadır. Atatürk ün tenkit edilip edilmeyeceği konusunda, söz- konusu yasa ile ilgili olarak Başbakan şu açıklamada bulunuyor­du: "Onu biz bir demokratik inkilabın muvaffakiyedi başarıcısı olarak mütalaa etmek mevkiinde olmayacağız. Onun eserlerinden bu günün zihniyetine uymayanları kabul etmemekte, tenkit et­mekle elbette devam edeceğiz. Bizim maksadımız tenkit hürriye­tini, vicdan hürriyetini takyid etmek değil, tahkir ve terzil hürriye­tini kaldırmaktır. Biz bunu isliyoruz."

Menderes Atatürk'ü koruma kanunu ile ilgili olarak "Şahsa mahsus kanun olmaz" eleştirisini getirenlere karşı şöyle diyordu: "Şahsa mahsus kanun olmaz deniliyor.. Ne ile isbat ederler.? Baş­ka memleketlerde yokmuş. Bunu nereden biliyorlar?"

Menderes'in kimden yana olduğunu kestirmek zordu. Men­deres bir bakıyorsunuz, İslâm'ı ve müslümanları savunmaktadır. Bir bakıyorsunuz kau bir laik kesilir.. Ya da şu sözler de ona aittir: "Fakat bu memlekette halifeliği ihya, saltanatı iade etmek hülya vc tasavvurları hâlâ bir lakım hayalperestlerin, maceraperestlerin kafalarında kavak yelleri gibi esmektedir"

NFK Menderes'in din karşısındaki haleti ruhiyesini şöyle tanınılıyor: "Adnan bey, sık sık başvurduğu kocakarı ağzı nükte- 1er ine rağmen, hiç bir zaman pazarlıksız vc fikir kargaşasından kurtulmuş olarak (...) dindar olamamıştır." "O, çilesi çekilmiş hiç bir dünya görüşüne bağlı değildi. Sıralayalım:

İslâm

Sosyalist

Komünist

Liberal

273

Demokrat

Otokrat

Bunlardan hiçbiri değildi (...) Liberalizm ve Demokrasi'den anladığı yine bir çoklan gibi kaba ve ablak bir hürriyet rejiminden başka bir şey değildi."

"Evet İki Adnan Menderes var. (...) Bunlardan bazan biri, bazan diğeri galib gelir. Eğer biz Menderes'i bu çekişmeli hüviyeti ile almazsak, herhangi bir davada, karar veren kimdir, konuşan hangi Mcndcrcs'til, anlayamayız... O öyle bir kendi kendine aşk haleli içindedir ki, dostlanndan beklemediği fedakârlık yok, onla­ra gösterebileceği fedakârlıkta mevcut değildir. Arkadaşlarına her ikramı, iltifatı, alakayı gösteren, fakat kendisini vermeyen, esirgeyen bir adam!"

Romantik, aşın hassas ve heyecanlı mizacı ile, bir günah olarak içinde sakladığı tutkuları, politik kişiliği ile birleşince kişi­liğini parçaladı vc bir megolomani ile birlikte gelişen bir melan­koliye dönüştü.

Ve Menderes bir döneme ilişkin sırlan içine gömerek aynl- dı aramızdan.

Bu gün Menderes'e iadeyi itibar sağlamaya çalışanlar, bir ölünün naşına duydukları saygıyı kendi yaşayan bedenlerine de duymak zorundadırlar.. Menderes'in yaşadığı dram bizim için ders olacaksa, bu hayattan ibret alacaksak bir anlamı vardır.. Yok­sa bir cesedin kemiklerini bir adadan ana karaya taşımak sadece politik bir istismar vesilesi olacaksa bu Menderes'in naşına saygı­sızlık olduğu kadar, milleti aldatmak için bir cesedin istismarı an­lamına da gelecektir. Sanırım bu gün bu hikayeden en çok ders al­ması gerekenler, iktidardaki ANAP zihniyeti ve muhalefetteki SHP zihniyetidir. Ne var ki bu gün roller biraz değişmiş, bu kez 12 Eylül'ün ihtilalinin şelleri darbe ile yeni bir sağ iktidar vücuda ge­tirmişlerdir.. Bu sonuç 27 Mayıs'ın rövanşıdır.. İnönü ise Muhalet koltuğunda oturmaktadır. Sanırım kendi gelecekleri açısından, bu kitabın konu aldığı döneme benzer bir yolu izleyen Özallar'ın ve İnönü'nün, bu isimlerin arkasında kendilerine gelecek arayanların Menderes vc DP gerçeğini iyi tahlil etmeleri gerekir. Tarihin acı

274 günlerinin tekerrür etmemesini istiyorsak, buna mecburuz. Bu dü­şüncelerle bu kitabı ANAP ve SHP şeflerine ve sempatizanlarına ithaf ediyorum..

Devrim vc inkilab bunalımı aşılmadıkça, Din-dcvlct ilişkisi insan haklarına ve hukuka saygılı bir temele oturtulmadıkça, gele­ceği halkın inancından, tarihinden ve kültüründen ilham alan so­nuçlarda değil de müstevlilerin siyasi emeller ile siyasi emellerini tevhid eden politik kadroların insiyatifleri ekonomik, sosyal, kül­türel ve siyasal ilişkilerin temelini oluşturdukça sonuca ulaşmak pek kolay olmayacak demektir. Kurtarıcılardan kurtulmak umu­du ve duası ile. istikbal inkilabı içinde, geleceği belirleyecek sc- bcblcri hazırlayacak irade, bireysel sorumluluğunun idrakindeki toplumsal irade olacaktır. Bu anlamda toplumsal iradenin önün­deki hertürlü engellemelere karşı mücadele kaçınılmazdır. Bu mücadelenin temel dinamiğini ise başta inanç vc fikir hiırriycti ol­mak üzere insan temel hak ve hürriyetleri ile hukukun üstünlüğü ilkesi oluşturacaktır. Ütopik bir demokrasi ya da üzerine yemin edilen laik, demokratik Cumhuriyet ilkeleri, Kemalist ilke vc inki- lablar, bu gününün insanının sorunlarına çözüm bulmaya yetme­miştir.. Yaşadığımız hayatın gerçekleri, sonu gelmeyen irtica tar­tışmaları, ekonomik ve siyasal kriz, hukuk anarşisi vc ihtilaller, terör eylemleri, altı ay bir güz süren zorunlu çağdaşlaşma süreci­nin fiili sonuçlarıdır. Ve hiç bir iktidar kendini bu sonuçlan müs­tağni sayamaz!

2'7"

5. MENDERES HÜKÜMET PROGRAMI

Menderes'in vc O'nun oluşturduğu hükümetlerin dünyaya bakış açılarını göstermesi bakımından 5. Menderes hükümetinin programı ilginç bir örnek sayılabilir. Bu hükümet programının il­gi çekici yanı, ülkeyi ihtilal şartlarına götüren bir hükümet olması idi. Bu hükümette Bayar yanlısı Masonların çoğunlukta olduğu görülüyor. Medeni Berk, Haluk Şaman, Ethem Menderes, Hay­rettin Erkmcn, Sıtkı Yırcah gibi isimlerin köşe başlarını tuttukları ve Menderes Hükümetlerinin demirbaşlan sayılan Samet Ağa- oğlu, Ethem Menderes, Tevfik İleri, Sıtkı Yırcalı, Hayrcddin Erk- men, Emin Kalafat, Namık Gedik, Celal Yardımcı, Fatin Rüştü Zorlu ve Haşan Polatkan gibi isimlerin son kabine de de yer aldık­tan görülüyordu?

Son hükümet programının ilgi çekici yanlanndan biri de hü­kümet programının hemen hemen yansının ABD ile ilişkilere, dış siyasete ayrılması idi. Diğer yarısı ise hemen hemen ekonomik meselelere ayrılmışa.

Menderes dış siyasetin temelini, BM, NATO ve Türk Yu­nan kardeşliği temelinde görüyordu. 1. Menderes programının su­nuşunda Menderes bu konuda şöyle diyordu:" Bu gün herhangi bir partinin değil, bütün milletin müşterek kanaatinin bir ifadesi olan dış siyasetimiz hakkında fazla bir şey söylemeye ve BM ide­allerine otan samimi bağlılığımızı tekrara lüzum görmüyoruz" Burada da görüldüğü gibi DP nin dış politika konusunda CHP den ayrı bir tutumu yoktu.

Menderes sözkonusu hükümet programında bu konuda da-

276 ha sonra şöyle diyordu:" Ananevi İngiliz vc Fransız ittifakına ve Birleşik Amerika ile en sıkı dostluk ve işbirliğine dayanan, dost­luklarına daima sadık kalan, uzak yakın vc büyük-küçük bütün milletlerin bu istiklal ve toprak bütünlüklerine her zaman hür­metkar olan dış siyasetimizin sulhçu mahiyeti, bütün dünyaca ma­lumdur. Bu açık ve samimi siyasetimizin coğrafi durumumuzun ehemmiyet ve nezaheti ve milletimizin en ağır şartlar altında dahi tebarüz eden ruhi kudreti itibarıyla, demokrasi cephesi ve cihad sulhü için mühim bir amil olduğuna inanmaktayız. Trurnan dokt­rini vc Marshall yardımı ile bu sulhçu siyasetimizi desteklediğin­den dolayı, kendisine milletçe samimi şükıan hisleri beslediğimiz büyük dostumuz Birleşik Amerika ile ve büyük müttefiklerimiz İngiltere vc Fransa ile siyasi vc iktisadi, kültürel münasebetlerimi­zi samimiyet vc anlayış havası içinde her gün daha kuvvetlendir­mek en büyük emelimizdir. Büyük dostumuz Birleşik Ameri­ka'nın askeri sahadaki maddi vc teknik yardımlarından aynı zihni­yet ve anlayışla daha geniş mikyasta vc daha süratle istifadeler te­menni ve talıakkuk etmeye çalışacağız.." (TBMM Tutanak dergi­si: Dönem 9, Cilt: 1 Sayfa 24-32. Programla ilgili görüşmeler say­fa 43'dcn,143'c.. Güven oylaması: Sayfa 144'den 147 ye)

2. Menderes Hükümeti ndc ise bilinen dış politika hakkında fazla bir ayrıntıya girilmeksizin, BM ideallerine bağlılıktan, ABD, İngiltere ve Fransa ile yakın vc samimi dostluk duyguların­dan sözediliyordu. "Din vc dünya işlerini birbirinden ayrı tutmaya özen göstereceklerini" söyleyen Menderes 3. Hükümet progra­mında bir çok memleket mescicsi hakkında ayrıntılı bilgiler vere­cekti. Menderes hükümetlerinin en kapsamlı programa sahip olan 3 Hükümet programı bir demokrasi risalesini andırıyordu. 17 Mayıs 1954-9 Aralık 1955 dönemi içinde görev yapan hükümet 1950-54 yılları arasını bir int.ka- dönemi saymakta ve şimdi yeni düzenin işlemeye başlayacağı teahhüdünde bulunulmakta idi. Muhalefetin sert bir dille eleştirildiği hükümet programında mu­halefet sahte bir hürriyet havarisi kesilmekle itham ediliyor, yine aynı çevrelerce hürriyetin kötüye kullanılmasından sözcdiliyor- dtı. "rr cvlıîikcli bir nal arzettiği bir devrede, genç.

277 demokrasimiz için ciddi sonuçlar doğurabilecek" beyan vc fiiller­den kaçınmak gerekirdi."

Menderes çok asabiydi. Hükümet programını sunarken şöyle diyordu:" Bu itibarla, 2 Mayıs'ta hiç bir şey olmamış gibi devri sabıkın bütün kötü arazı ile şuursuz, yıpratıcı ve haysiyetsiz kavgaları ile yalan ve iftiraya dayanan sözde siyasi mücadele usulleriyle devamına müsade etmeyeceğiz... Dört yıldır demokra­si nam ve hesabına ne türlü demagojik fikirlerin ve hatla safsatala­rın yapılmasına çalışıldığı yüksek malumunuzdur... Demokrasiyi şiddetle müdafaa ve daha ileri bir hürriyet taraftarlığı eder gibi gö­rünerek memleketle anarşik bir hal ve manzara yaratma yolları aranmaktadır. Şimdi bunlar, demokrasiyi isledikleri gibi tefsir et­mekte, bazı mefhumları da mahsus maksatlarına göre mânâlandır- maya çalışmakladırlar... 19^6 seçimlerinin bütün vatar. sathında nasıl bir siyasi zulüm ve zorbalık hadisesi şeklinde tatbik edilmiş olduğunu da henüz kimse unutmuş değildir"

8 sayfalık bir girişten sonra, iktisadi konular 2 sayfada özel­lenmeye çalışılmıştı. Ziraata önem verilecek ve iktisadi kalkınma hükümetin en önemli gündemini oluşturacaktı. Yabancı yatırım­lar vc sermaye girişi teşvik edilecekti. Özel sektör teşvik edilecek­ti. Bayındırlık hizmetlerine ağırlık verilecekti. TL nin değeri ko­runacak ve israfın önüne geçilerek verimlilik artırılacaktı.

Menkul kıymetler borsası kurulacak, madenlerin vc özel­likle petrol tesislerinin kurulması, arama ve işletme konularında yabancı sermaye kuruluşları ile yakın bir işbirliği içine girilecek­ti. Vergi ıslahına gidilerek, küçük esnaf vergi dışı tutulacaktı. Zi­raat, hayvancılık ve toprak tevzii ve tapulama işlerine hız verile­cekti.

Hükümet programında Adalet 8, Sıhhat 13, Maarif hizmet­leri 8 satırda özetlenirken, dış siyaset ve savunma hizmetlerine 3 sayfa ayrılmışa. Menderes dış politika hakkında fazla açıklamaya girmek istemediğini belirterek, "bu bellidir ve geçen dönemdeki uygulamalarımız da bu yönde olmuştur" diyordu. Şu sözler ise Savunma politikasının ana fikrini oluşturuyordu:" Büyük dostu­muz Birleşik Amerika'nın, şayani şükran olan maddi yardımlann-

278 dan, müşterek anlayış içinde daha geniş ölçüde vc daha süratle is­tifade imkanlarını temine çalışacağız"

4.  Menderes Hükümeti programı ise aceleye gelmişti. 6 say­falık bir bildiri şeklinde meclise sunuldu. Çünki söylenecek söz bitmişti. Artık Demokrasi nutukları muhalefetin işine yarıyordu. Söylenilen sözler, teahhütler, Amerika ile ilişkiler kuşku uyandır­maya, aleyhte delil olarak kullanılmaya başlamıştı.

Batı'dan alınan dış borçlar, kredi itibarımızın göstergesi ola­rak kabul edilmiyordu artık, geri ödeme sorunları vc dış kredi için verilen tavizler vc kredi şartlan tartışılıyordu. 4. Menderes Hükü­meti programı her yönü ile tam bir aculiyct içinde hazırlanmıştı. 3 paragraftan ibaret dış siyaset bölümü şu satırlarla son buluyordu: "Dış siyasetimiz hakkmdaki bu kısa izahata son verirken bütün dost vc müttefiklerimizle ve bu meyanda bilhassa Birleşik Ameri­ka ve İngiltere ile olan sıkı münasebetlerimizi ve işbirliğini dai­ma kuvvetlendirmekten de geri kalmayacağımızı arzederim". Fransa gözden düşmüştü. Yunan dostluğu vc kardeşliği yerine, Arap dostluğu gündeme gelmişti. "Öteden beri önemli bir uzvu bulunduğumuz Arap camiası içindeki rolümüzü" hatırlatıyor­duk.

Ve Son Program

5.  Menderes Hükümeti'nin programı bir bakıma daha önce­ki programların bir özeti görünümündeydi.. Yolun sonuna gel­mişlerdi ve artık söylenecek sözleri daha bir dikkatle seçmeleri gerekiyordu.. Bu yönü ile bu program, bclkidc Menderes Hükü- mctlcri'nin en profesyonelce hazırlanmış hükümet programı idi. Daha diplomatik bir dil kullanılmaya çalışılmıştı.

İhülaldcn 3 yıl önce Menderes Hükümeti'nin dünyaya bakı­şını belgeleyen bu hükümet programı TBMM Tutanak Dergisi, Döncınrll, Ciltli, Sayfa: 57-64'de, Programla ilgili görüşmeler: S: 68-120'dc, Güvcnoylaması ise S: 121-124'de yer almaktadır.

Görüldüğü kadiri ile Menderes Hükümeti'nin temel fclsefe-

279 si, batı tercihi üzerine oturuyordu. Laik, Demokratik bir sistem ön görüyordu. Köy kalkınmasına ve tarıma önem veriyordu. Sanayi­leşme yabancı sermaye ve teşebbüsle götürülecekti. Vergi refor­mu öngörüyordu ve özel sektörcü bir yaklaşım temel tercihi oluş­turuyordu.

Dış politika BM, Batı güvenliği ve ABD ekseni etrafında oluşuyordu.

Milli Eğilim ve Sağlık politikası fazla bir önem taşımıyor­du.

Bayar'ın bu konulardaki görüşleri, ta 1. Cumhuriyet'tcn beri değişmemişti. 1946 larda da aynı şeyleri ifade ediyordu: "Anaya­samız geniş bir demokrasi ruhuyla tanzim edilmiştir. Kemalizm anayasada tam kemalini bulmuştur. Jön Türkler'den tutunuz da Erzurum ve Sivas kongresi prensiblerine kadar geliniz, Cumhuri­yet devrinin esas prcnsiblerini alınız. İşte anayasanın ruhu budur, çok demokratiktir"

Bayar'a göre, Türkiye’nin bir milli dış politika tercihi vardı vc bu konu Atatürk'ten beri değişmemişti. Bu konu iç politika tar­tışmalarına alet edilemezdi.. Herhalde bu da Bayar'ın kafasındaki tekamül etmiş demokrasi mantığının bir örneği idi. Ekonomi, dış siyaset vc askeri konular tartışılamazdı ve öyle iktidardan iktidara değişecek konular değildi.

Bayar 24 Temmuz 1947 de yayınladığı bir beyannamede, Peker Hükümcti'ni "yürütmekte oldukları idarenin demokratik olduğuna dair şehadetini Amerika'dan tedarik etmeye çalışmak­la" suçluyordu. Ama daha sonra kendileri aynı yolu seçecekti. Çünki bu konuda da aralarında pek bir fark yoktu.

23 Haziran 1949 da yapılan DP büyük kongresinde Bayar, özellikle dış politika konusunda hükümetle uyum içinde oldukla­rını şu sözlerle ifade ediyordu: "Son cihan harbinden sonra dünya iki muvazeneye ayrılmıştır. Biri demokrasi manzumesi, diğeri Sovyet manzumesi. DP, BM anayasasını esas ittihaz etmekle Anglo-sakson manzumesini vc demokrasi alemini ele almış ve onunla dost geçinmeyi siyaseti için faydalı bulmuştur. Hükümet­te aynı siyaseti takip etliği için beraberliğimizi ilan etmişizdir" 280

SON BİRKAÇ SOZ

Son söz olarak Menderes hakkında bir değer hükmü koy­mak gerekirse ne diyebiliriz?

Eğer Bayar, ya da DP için bu soruya muhatap olsa idik cevap basitti. Artık tıkanma noktasına gelen rejimin yeni bir beden için­de yeni sloganlarla hayata döndürülme gayretinden başka bir şey değildi. Bir siparişin ürünü olarak hayat buldu. Bir inancın, tari­hin, fikrin ürünü değildi.

Menderes bu yapıdan ayrı düşünülemez. Ne onların aynı idi ' nc de gayri!

Menderesi onlarla aynileştiren davranışlarından dolayı yar­gılıyoruz. Onlar ise bizim yargıladığımız özelliklerinden dolayı Menderesi tutuyorlardı.

Menderes kendi başına yalnız kaldığında bize daha yakındı. Halkın arasında halkla bütünleşiyordu. Ama onlarla beraberken onlardan biri idi.

Kendi içinde hesaplaşmaya girip son bir tercih yapması ge­rektiğinde herhalde onları scçmeyecekti. Bunun bedelim ise tek­rar tekrar indirilip asıldığı idam sehpasında ödedi. DP içinde bu tercihe en yakın 2 arkadaşıyla aynı kaderi paylaştı.

İdam sehpasında can vermek elbette hoş bir şey değil. Ne varki bu onun için bedeli hayatla ödenen bir keffaret, karşılığı toplum vicdanında nihai tercihin 1 Jkıan yana olmasının doğur­duğu sevgidir.

Hayatı geri döndürmek mün ?. değil. Olanlar oldu, övgü­ler ve sövgüler gerçekleri değişi' yccek. 0' emli olan bu hadiselerden ders alabilmektir.

Menderes, Amerikan siyeseti'nin kurbanı oldu.

Belki de bu sonuç, Türkiye'ye biçilen rolün icabı olarak zo­runlu idi. Fakat bu hikaye bu zorunlulukla bitmiş sayılmaz. Çünkü biz aynı filmi yıllardır değişik şekillerde seyretmek zorunda bıra­kılan bir toplumuz. Bu nedenle geleceğimizi daha sıhhatli oluştur­mak için yaşadığımız olayların perde arkasını, oyunun aktörlerini ve yönetmenini yakından tanımak zorundayız. Bu amaçla oluştur­duğumuz Yakın Tarihimiz ile ilgili bu dizinin son kitabı olacak olan "İhtilaller Dönemi" kitabında İttihat ve Terakkiden başlaya­rak Cumhuriyet dönemindeki darbeci geleneğin tarihi kökleri üzerinde genel bir değerlendirme yapacağımızdan Menderes Dö­nemini sona erdiren 27 Mayıs ihtilaline ilişkin değerlendirmeyi gelecek kitabımıza erteliyor vc bir dönemi burada noktalıyoruz.

282

Menderes Dönemi, Cumhuriyet tari­hinde bir dönüm noktasıdır. Tek parti­den çok partili döneme geçilirken ülke­nin siyasal, ekonomik, sosyal ve kültü­rel yapısında da önemli değişiklikler ol­muştur. Ancak bu değişim sanılanın ak­sine radikal değişimler değil, aynı te­mel zihniyetin yeniden yapılanması, kabuk değiştirmesi ve şeffaf bir görün­tüye büründiirülmesidir. Daha fazla sürdürülmesi mümkün olmayan baskı rejiminden Demokrasi görüntüsü arka­sında yeni, halka rağmen halk için bir dikta rejimi kurulmuştu. Bu nedenle DP hareketi rejime yabancılaşan halkı, rejimin şemsiyesi altında toplama vc sol ideolojinin rcaksiyoner dar kalıplarını kırarak CHP'nin kendi içinde bir alternatif üretmek suretiyle, kendi kozası içinde ölmeye yüz tutan bir siyasal hareketi, yeniden hayata kazandırma operasyonu idi.

Bu kitap, DP nin doğuş, yükseliş vc çöküşü kadar, DP hareketiyle özdeş­leşen Adnan Menderes'in şahsında, Anadolu insanının dramını konu al­makta, "Küçük Rusya" hayallerinin ardından "Küçük Amerika" hayalle­rine dalmanın devletçilikten Liberalizme geçişin, Din'c karşı devlet ideo­lojisinden, Din'i yedeğine alan ve Onu kendi iktidarı için kullanan yeni bir ideolojiye geçişin, ama her zaman Atatürkçü, Laik, Demokrat ve aynı zamanda Cumhuriyetçi siyasetin yakın tarihimizdeki hikâyesini anlat­makladır.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar