Print Friendly and PDF

Yayınlar


Bediüzzaman Said Nursî ve Talebeleri

Bunlarada Bakarsınız

 


Said Nursî'nin hayatı boyunca vuku bulan pek çok hadise, Risale-i Nur'un zuhurunu ve mesleğini ilgilendiren manevî işaretler, önseziler (Hiss-i Kable'l-Vuku'/Hiss-i Kablelvuku') ve kutsal metinlerdeki sayısal tevafuklar/uyumlar (cifr/ebced) ile derin bir kronoloji teşkil etmektedir. Bu manevî/gaybî kronoloji, onun hizmetinin ilahî inayet altında ilerlediğini gösteren önemli detaylardır.

Aşağıda, kaynaklarda yer alan ve Bediüzzaman Said Nursî'nin hayatının seyrini etkileyen veya Risale-i Nur'un geleceğini işaret eden önemli gaybî/manevî olaylar ve işaretler, kronolojik akışa uygun olarak ayrıntılı bir şekilde sunulmuştur:

1. Risale-i Nur'un Zuhuruna Dair Erken Müjdeler ve İşaretler

Bediüzzaman Said Nursî'nin hayatının erken dönemlerinde (Eski Said dönemi), henüz Risale-i Nur Külliyatı teşekkül etmeden önce, gelecek hakkında kuvvetli önsezileri ve müjdeleri bulunmaktadır:

I. Şark Tarafından Bir Nur Zuhuru (Tahmini 1900'lerin Başı)

Said Nursî, çok zaman evvel bir Veli'den/Evliya'dan duyduğunu belirtir ki, o zat eski Velilerin gaybî işaretlerinden çıkarak "Şark tarafından bir Nur zuhur edecek, bid'aların zulümatını dağıtacak" hükmüne varmıştır. Bediüzzaman, böyle bir Nur'un zuhurunu uzun süre beklemiş ve bunun "Kutsî Çiçeklere zemin hazırlamak" anlamına geldiğini anlamıştır.

II. "Bir Işık Var, Bir Nur Göreceğiz" Müjdesi (Hürriyet Öncesi ve Sonrası)

Said Nursî, Hürriyet'in ilanının başlarında ve hatta ondan evvel dahi, ehl-i imanın yeis/ümitsizliklerini gidermek için defalarca "İstikbalde bir ışık var, bir Nur görüyorum" diye müjdeler vermiştir.

Gaybî İhbarın Tevili/Yorumu: Bu müjdenin tevili/yorumu ve tabiri, bizzat Risale-i Nur olarak kesin bir kanaatle kalbine gelmiştir (İhtar-ı Gaybî).

  • Yanlış Tahmin (Sehiv): Başlangıçta o ışığı, siyaset âleminde ve hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyede çok geniş bir dairede tasavvur ediyordu.
  • Hakikat (Düzeltme): Hadisat/olaylar, onun o gaybî ihbardaki tasavvurunu tashih/düzelterek, o Nur'un Risale-i Nur dairesinde, yani bu memleketin en ziyade muhtaç olduğu İmanî ve İslâmî dairede olacağını bildirmiştir. O, Nur talebelerinin dairesini umum vatan ve memleket siyasî dairesi yerinde tahmin edip, yanıldığını (sehv ettiğini) belirtmiştir.

III. Küfr-ü Mutlak'ın Geleceğine Dair Erken Hissetme

Said Nursî, yaklaşık 65 sene evvel (kaynağın yazıldığı zamana göre, 1900'lerin başları) Van'da Vali Tahir Paşa'nın yanında iken, Kur'an'ın Nurunu söndürmek için çalışılan bir fikrî inkılabın geleceğine dair müthiş bir haber aldığını ve bu haberin onda Kur'an'ın sönmez bir güneş olduğunu ispat etme niyetini uyandırdığını ifade etmiştir. Bu durum, dinsizlik cereyanlarına karşı mücadelenin daha hizmetin başlangıcında manevî bir dürtüyle başladığını gösterir.

2. Büyük Velilerin İşaretleri ve Cifr Tevafukları

Büyük İslâm önderlerinin, özellikle de Gavs-ı A'zam ve Şah-ı Nakşibend'in Risale-i Nur ve Müellifine yönelik gaybî işaretleri bulunmaktadır.

I. Gavs-ı A'zam (Abdulkadir Geylânî) İşaretleri

Gavs-ı A'zam'ın Celcelutiye ve Kaside-i Ercuze gibi eserlerinde Risale-i Nur'a ve Müellifine şiddetli alâkadarlığı işaret edilmektedir.

  • Tarihî Tevafuk: Cifr/Ebced hesabıyla yapılan bir hesaplamada, Gavs-ı A'zam'ın sözlerinin üç yüz yirmi beş (325) veya altı (326) tarihine işaret ettiği ve bu tarihin, Said Nursî'nin Mücahede-i Mânevîye'ye/manevî cihad’a atıldığı bin üç yüz yirmi altı (1326) Hicrî senesine tam tevafuk ettiği belirtilmiştir.
  • Maişet/Geçim Durumu: Gavs-ı A'zam'ın Keramet-i Gaybiyesi'nde, Risale-i Nur Müellifinin geçim hususunda saadetle yaşayacağı (maișet hususunda saadetle yaşayacağını) haber verilmiştir (sa'yûş/سع يش).

II. Kur'an Âyetlerinde Tevafuklar (Cifrî İşaretler)

Risale-i Nur'un makbuliyetine ve te'lif tarihlerine dair Kur'an'dan otuz üç ayette manevî işaretler (mâna-yı işârî tabakasından) ve cifrî tevafuklar/uyumlar bulunduğu tespit edilmiştir.

  • Âyet-i Nur İşareti: Nur Suresi'ndeki Âyet-i Nur'un bazı cümlelerinin makam-ı cifrîsi, bin üç yüz kırk dokuz (1349) tarihine tam tamına tevafuk eder. Bu tarih, Risale-i Nur'un en nuranî/ışıklı cüzlerinin Te'lifi hengâmı/zamanı ve Tekemmül/tamamlanma zamanıdır. Aynı zamanda bin üç yüz kırk beş (1345) tarihi, Risale-i Nur'un intişarı/yayılması ve iştiharı/parlaması tarihine tevafuk eder.
  • Mevt/Ölüm ve İhya/Diriliş İşareti: Fâtır Suresi’nin bir ayetindeki bir kelimenin ebcedi, "Said-ün-Nursî" adedi olan beş yüze tevafukla işaret eder ki, Said Nursî dahi meyyit hükmünde iken, Risalet-ün-Nur ile İhyâ edilmiş, Onunla Hayat bulmuştur. Yine aynı ayetin devamı, bin üç yüz otuz dört (1334) tarihini verir ki, bu, Said'in Umumî Harp'te maddî bir ölümden kurtulup, felsefe ve gafletten gelen manevî bir ölümden necat bularak Kur'an'ın Ab-ı Hayat'ıyla taze bir hayata girmesi tarihidir.
  • Tedrisattan Te'life Geçiş İşareti: Hadid Suresi'ndeki bir ayetin cifrî değeri, bin üç yüz on sekiz (1318) adediyle, Risale-i Nur Müellifinin tedris/eğitim vazifesinden, te'lif/yazma vazifesine ve mücahidane seyahate başladığı zamana remzen/işaretle bakar.

3. Hizmet Esnasındaki Önemli İhtarlar ve Kerametler

Risale-i Nur'un neşri ve talebeleriyle olan ilişkileri sırasında da manevî ikramlar ve önceden haber verilen hadiseler yaşanmıştır:

I. Depremler (Zelzeleler) ve Risale-i Nur'a Taarruzun Tevafuku

Kaynaklarda, Risale-i Nur'a ve talebelerine taarruz edildiği zamanlarda şiddetli felaketlerin (afetlerin) meydana geldiği, bunun Risale-i Nur'un makbuliyetine bir işaret olduğu vurgulanır.

  • Hatta 1943 ve 1944 yıllarında vuku bulan zelzele hadiselerinin (Çorum, Tokat, Amasya, Kastamonu ve Bolu, Gerede, Düzce) her birisi, Nur talebelerine ilişme hadiselerine tevafuk ettiğini (üst üste geldiğini) ispatlı bir şekilde yazan Nur talebeleri olmuştur.
  • Bediüzzaman'a göre Nurlar, sadaka-i makbule/kabul edilmiş sadaka gibi belâların def'ine/uzaklaştırılmasına bir vesiledir. Ne zaman Nurlara hücum edilse, musibetler fırsat bulup gelir. Bu durum, mahkemelerde dahi ispat edilmiştir.

II. Zehirlenme Hadisesi ve Manevî Koruma

Afyon hapsinde zehirlenme tehlikesi geçirdiği belirtilmiştir. Bu su-i kasıt/kötü niyetli girişim karşısında, Said Nursî'nin Cevşen-ül Kebir duasının kerametine/olağanüstü lütfuna sığınmasıyla kuvvetli duaların o zehri kırdığı ve vasiyetnamenin hükmünü (vefatı) te'hire/ertelemesine vesile olduğu ifade edilmiştir.

III. Üçüncü Said Döneminin Başlangıcı

Said Nursî, hayatının son safhalarına doğru manevî bir dönüşümden ve görev/vazife devrinden bahsetmiştir.

  • Tarz-ı Hayatın Değişimi: 1946'larda (Hicrî 1365-1366 civarı) başlayan bir hatırayla, kendisinin "Üçüncü Said" olarak bütün bütün dünyayı terk eden (târik-i dünya) bir duruma geçeceğini tahmin ettiğini belirtmiştir.
  • Vazife Devri: Bu yeni dönemde, Nurlar ve Kahraman Şakirtleri/Talebeleri onun vazifelerini yapacaklar ve kendisine hiç ihtiyaç kalmayacaktır. Bu manevî durumun bir neticesi olarak, Bediüzzaman kendisiyle görüşmek isteyenlere, Risale-i Nur'un onun yerine kâmil/tam bir ders vereceğini söyleyerek görüşmeleri terk etmiştir.

IV. Mahkeme Süreçlerindeki İnayet-i İlahiye / İlahî Yardım

Risale-i Nur'un neşri ve Said Nursî'nin beraat kararları, zorlu şartlar altında (tecrid-i mutlak/tamamen yalnızlık ve haps-i münferid/tek kişilik hapishane) gerçekleşen ilahî bir inayet/lütuf olarak değerlendirilmiştir.

  • Talebe Çoğalması: Hatta gizli düşmanların Nur'un Fütuhatını/fetihlerini çekemeyip Hükûmeti aleyhine sevk etmeleri, Nur Risalelerini müsadere/el koyma etmelerine yol açmış, ancak en çok Nurlara muhtaç olan alâkadar memurlar bu Risaleleri merakla mütalaa etmişlerdir. Bu durum, ilahî inayetin tecellisi olarak görülmüştür.
  • Hapishanenin Dershaneye Dönüşmesi: Said Nursî, hapislerdeki sıkıntıları, masum/günahsız mahpuslara teselli vermek ve onların çoğunu Namaz kılmaya sevk etmek hikmetiyle ilahî bir lütuf olarak görmüş ve hapishaneleri "Medrese-i Yusufiye" olarak adlandırmıştır.

4. Risale-i Nur'un Geleceği ve Manevî Vazifesi

Gaybî işaretler, Risale-i Nur'un vazifesinin ehemmiyetini teyit eder:

  • İmandan Başka Gaye Yok: Risale-i Nur'un en büyük kuvveti İhlâs/samimiyet olduğundan, doğrudan doğruya her şeyden evvel iman hakikatlerini ders vermek ve zayıf olanların imanlarını kurtarmak vazifesiyle hiçbir şeye alet/araç olmadığı belirtilir. Bu meslek, siyaset ve dünyanın cazibedar/çekici tekliflerine karşı sarsılmaz bir duruş sergiler.
  • Beklenen Müceddid/Yenileyici: Bazı ayet ve hadislerde ahir zamanda gelecek olan Müceddid-i Ekber'e (en büyük yenileyiciye) işaretler bulunduğu; bu zatın ve cemaatinin üç vazifesinden en ehemmiyetlisi olan imanı kurtarma vazifesinin Risale-i Nur ve şakirtlerinin şahs-ı manevisi tarafından tam yapıldığı ifade edilir. Bu sebeple, o zata dair haberlerin Risale-i Nur'un şahs-ı manevisine tatbik edildiği görülür. Said Nursî, kendisinin değil, Risale-i Nur'un Müceddid olduğunu veya Müceddid'in pişdarı/öncüsü olduğunu kabul etmiştir.

Risale-i Nur'un Tecdid / Yenileme Vazifesi ve Manevî Şahsiyeti

Risale-i Nur Külliyatı'nın, ahir zamanda/son dönemde İslâmî hakikatleri yenileme ve yayma (tecdid/takviye-i din) vazifesini üstlenmesi hususu, kaynaklarda yalnızca fikrî ve manevî bir iddia olarak değil, aynı zamanda kutsal metinlerden gelen gaybî/manevî işaretler ve sayısal tevafuklar/uyumlar (cifr/ebced) ile de teyit edilmektedir.

Bu derin konuyu, Risale-i Nur'un Müceddid/Yenileyici olma vasfını ve bu vasfı destekleyen cifrî/sayısal delilleri kapsayacak şekilde geniş ve öğretici bir üslup ile inceleyelim.


1. Risale-i Nur'un Tecdid / Yenileme Vazifesi ve Manevî Şahsiyeti

Bediüzzaman Said Nursî, şahsî olarak Müceddid (Yenileyici) makamını reddetmekte, ancak bu vazifenin Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsi / manevî kişiliği tarafından yerine getirildiğini kesin bir dille ifade etmektedir.

A. Tecdid/Yenileme İhtiyacının Sebebi

Kaynaklarda, Risale-i Nur'un ortaya çıkışının, çağın dehşetli manevî saldırılarına karşı bir zorunluluk olduğu belirtilir. Bu asrın hususiyeti şudur:

  1. Küfr-ü Mutlak ve Zendeka Saldırısı: Eskiden imanî esaslara yönelik hücumlar cüz'î/kısmi iken, bu zamanda iman esaslarının ve köklerinin şiddetli ve organize (cemaatlı) bir surette taarruza uğradığı görülmektedir. Bu saldırılar, maddiyunluk/materyalizm ve tabiiyyunluk/natüralizm gibi felsefî cereyanlarla yapılmaktadır.
  2. Şahs-ı Manevînin Gerekliliği: Bu acayip komitecilik ve şahs-ı manevî-i dalâletin/sapıklığın manevî kişiliğinin tecavüzü zamanında, tek bir şahıs ne kadar harika olsa da mağlup olması muhtemeldir. Bu sebeple, eski zamana benzemeyen bu dönemde, tecdid vazifesinin bir şahs-ı manevî tarafından yapılması zaruridir.
  3. Vazifelerin Önceliği: Ahir zamanda gelmesi beklenen Müceddid-i Ekber/En Büyük Yenileyici'nin üç temel vazifesinden hakikatte en ehemmiyetlisi ve zahiren en küçüğü görüneni, imanı kurtarmak ve iman hakikatlarını güneş gibi göstermek vazifesidir. Risale-i Nur ve şakirtlerinin/talebelerinin şahs-ı manevîsi, bu vazifeyi tam olarak yerine getirmektedir.

B. Risale-i Nur'un Müceddidlik Delilleri

Risale-i Nur'un tecdid vazifesini ifa ettiğine dair manevî deliller şunlardır:

  • Kur’an’dan Başka Üstadı Yoktur: Risale-i Nur, diğer telifat/eserler gibi ulûm/ilimler ve fünundan/fen bilimlerinden veya başka kitaplardan alınmamış, doğrudan doğruya Kur’an’ın feyzinden/manevî bereketinden mülhem/ilham alınarak yazılmıştır.
  • İman-ı Tahkikî Vermesi: Risale-i Nur'un mesleği, imanı kurtarmak ve imanı tahkikî/araştırılmış ve delillendirilmiş bir surette umuma ders vermektir; hatta avamın/halkın da imanını tahkikî yapmaktadır. Eski medrese usulü ile on beş senede elde edilen imanî neticenin, Risale-i Nur ile on beş haftada elde edilebileceği ifade edilmektedir.
  • İnayet-i Hassa ile İstikamet: Müceddid, hataları tashih/düzeltme eder ve inayet-i hassa / özel ilahî lütuf ile tam bir istikamete/doğruluğa mazhardır. Risale-i Nur, bu vasfı taşımaktadır.

2. Gaybî/Manevî İşaretler ve Cifrî Tevafuklar

Bediüzzaman'ın kendisinin de belirttiği gibi, Kur’an-ı Kerim’in yirmi sekiz veya otuz üç ayetinde, Risale-i Nur'a ve müellifine yönelik mana-yı işarî/remzî / ima yoluyla özel işaretler bulunmaktadır. Bu cifrî tevafuklar, Risale-i Nur’un hizmetinin ilahî inayet altında olduğunu ve müceddidlik makamını desteklediğini göstermektedir:

I. Risale-i Nur'un Zuhur Tarihi ve İman Mücadelesine Dair İşaretler

A. İşaratü’l-İ’caz Tefsirinin Başlangıcı (1328/1329 H)

Sure-i Zümer’den bir cümle olan: ﴿أَفَمَن شَرَحَ اللهُ صَدْرَهُ لِلإِسْلامِ فَهُوَ عَلَى نُورٍ مِّن رَّبِّهِ﴾ (Allah kimin göğsünü İslâm’a açmışsa, o Rabbinden bir nur üzeredir...)

  • Cifrî Değer: Bu cümlenin cifr/ebced değeri bin üç yüz yirmi dokuz (1329) veya sekiz (1328) etmektedir.
  • Tevafuk / Uyum: Bu tarih, Birinci Harb-i Umûmî'nin/Dünya Savaşı'nın gelmeye hazırlanmasının dehşetli zamanına denk gelmektedir. Daha önemlisi, Risale-i Nur'un Fatihası/başlangıcı olan İşaratü’l-İ’caz tefsirinin te'lif/yazım tarihine tam tamına tevafuk eder. Bu, Üstad'ın eski âdetini, felsefe ve âliye ilimlerini/ulûm-u felsefeyi bırakıp tam bir İnşirah-ı Sadr/göğüs açıklığı ile Kur’an’a odaklandığı zamandır.

B. Risale-i Nur'un Yayılması ve Mücahede Başlangıcı (1344/1347 H)

  1. Âyet-i Kerime (Sure-i Ankebut 69): ﴿وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا﴾ (Bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette yollarımıza iletiriz.)
    • Cifrî Değer: Cifr ile bin üç yüz kırk dört (1344) etmektedir.
    • Tevafuk / Uyum: Bu tarih, Risale-i Nur'un şakirtlerinin meydan-ı mücahede-i mâneviyeye/manevî cihad alanına atılmaları tarihine tam tamına tevafuk etmektedir. Aynı zamanda Haşir Risalesi (Onuncu Söz) gibi kuvvetli bürhanların/delillerin etrafa yayılmaya başladığı tarihtir.
  2. Âyet-i Kerime (Sure-i Hac 78): ﴿هُوَ سَمّٰيكُمُ الْمُسْلِمِينَ مِنْ قَبْلُ وَفِي هٰذَا﴾ (O, sizi daha önce de ve bu Kur’an’da da Müslümanlar diye adlandırdı.)
    • Cifrî Değer: Cifrî değeri bin üç yüz kırk yedi (1347) ederek.
    • Tevafuk / Uyum: Bu, Risale-i Nur intişarının/yayılmasının fevkalâde parlaması tarihine tam tamına tevafukla bakar. Aynı zamanda Risale-i Nur'un Urvet-ül Vuska (çok muhkem/sağlam, kopmaz bir zincir) ve Hablullah (Allah'ın ipi) olduğunu remzen/işaretle bildirir.

C. Risale-i Nur'un En Nurani Cüzlerinin Zuhuru (1349 H)

Sure-i Nur'daki Âyet-i Nur'un ﴿اَلْمِصْبَاحُ ف۪ي زُجَاجَةٍ﴾ fıkrası: (Lamba bir cam içinde...)

  • Cifrî Değer: Şeddeler ve tenvinler sayılmak suretiyle cifrî değeri bin üç yüz kırk dokuz (1349) eder.
  • Tevafuk / Uyum: Bu tarih, Risale-i Nur'un en nuranî/ışıklı cüzlerinin te'lif hengâmı/zamanı ve tamamlanma (tekemmül) zamanıdır.

II. Risale-i Nur'un Zehirli Akımlara Karşı Konumu ve Hapishane Hadiseleri

A. Eskişehir Hapsi ve İkinci Dünya Savaşı İşareti (1352/1354 H)

Sure-i Felak'ın başlangıcı: ﴿قُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ﴾ (De ki: Sabahın Rabbine sığınırım)

  • Cifrî Değer: Ebced ve cifrî hesapla bin üç yüz elli iki (1352) veya dört (1354) tarihine tevafuk eder.
  • Tevafuk / Uyum: Bu tarih, genel olarak insanlıkta en geniş hırs ve hasetle başlayacak olan İkinci Harb-i Umûmî'ye (Dünya Savaşı) işaret ederken, aynı zamanda Risale-i Nur şakirtlerinin Eskişehir hapsinden kurtulmalarına ve haklarındaki imha plânının akîm bırakılmasına remzen/ima yoluyla haber verir; manen "Allah'a sığınınız" emreder gibidir.

B. Belaların Def'ine Vesile Oluşu (1359 H)

  • Sure-i Fâtır'dan bir cümle: ﴿إِنَّ اللهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ﴾ (Şüphesiz Allah, insanlar üzerinde büyük lütuf sahibidir.)
    • Cifrî Değer: Cifrî değeri bin üç yüz elli dokuz (1359) tarihini göstermekle.
    • Tevafuk / Uyum: Bu asrın tam bulunduğu senesine bakarak Ehl-i İman'a büyük bir ihsan/lütuf var diye haber verir. Bu zamanda en büyük ihsanın, imanı kurtarmak olduğu ve bunu da başta Risale-i Nur'un yaptığı belirtilir.

C. Denizli Hapsi ve İlahi Hıfz / Koruma (1362 H)

Sure-i Bakara'dan bir cümle: ﴿وَمَن كَانَ مَيْتًا فَأَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشِي بِهِ فِي النَّاسِ﴾ (Ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve insanlar içinde yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimse...)

  • Tevafuk (İsmen): Bu ayette geçen مَْيتًا (meyten/ölü) kelime-i kudsiyesi, cifir ve ebced hesabıyla ve üç cihet-i manasıyla Said-ün Nursî ismine tevafuk etmektedir. Bu, Said Nursî'nin, manevî bir ölümden (felsefe, gaflet) kurtulup Risale-i Nur ile diriltildiğine bir işarettir.
  • Tevafuk (Tarihen): Yine bu hadiseyle alakalı başka bir ayetin riyazî/matematiksel cifrî değeri bin üç yüz altmış bir (1361) veya iki (1362) etmektedir. Bu tarih, Denizli Hapsi'nde Nurcular aleyhine hazırlanan dehşetli hücumun yaşandığı ve bu hadise karşısında ilahî hıfza/korunmaya en çok muhtaç olunan zamana tam tamına tevafuk ederek teselli vermektedir.

III. Şahısların Gaybî İşaretleri

Risale-i Nur'un kutsiyetini ve müceddidiyetini destekleyen, büyük velilerin/evliyaların işaretleri de bulunmaktadır:

  • Gavs-ı A'zam Abdülkadir Geylânî (K.S.): Üstadımızın, Gavs-ı A’zam'ın Gaybî ve manevî İhbarlarından / geleceğe dair haberlerinden çok etkilendiği belirtilir. Gavs-ı A'zam'ın Risale-i Nur'a ve müellifine yönelik işaretleri, onun inayet ve teshile/kolaylaştırmaya daima mazhar olduğuna delildir. Örneğin, maişet/geçim konusunda saadetle yaşayacağını (سع يش) haber vermiştir.
  • İmam-ı Ali (kerrmallahu vecheh radiyallâhu anh): İmam-ı Ali'nin Celcelutiye ve Ercuze gibi eserlerinde Risale-i Nur'a ve müellifine Keramet-i Gaybiye/gaybı bilme kerametiyle işaret ettiği ve hakaik-i imaniyenin/iman hakikatlerinin hususî üstadı olduğu ifade edilir. Hatta İmam-ı Ali'nin Risale-i Nur'a "Sirac-ün Nur" (Nur Kandili) namını vermesi, Kur'an'daki ilgili ayetin fıkrasından mülhem/esinlenilmiş olarak kabul edilir.

IV. Risale-i Nur'un Geleceği

Cifrî hesaplar, Risale-i Nur'un hizmetinin Said Nursî'nin vefatından sonra da devam edeceğine dair işaretler sunar:

  • 1380 H Sonrası: Bir hadisin fıkrasının (شَدّeler sayılır ve ilk tenvin vakıftır) cifrî makamı bin üç yüz seksen (1380) ederek, yirmi bir sene sonra Risale-i Nur'un küre-i zemini/yeryüzünü aydınlatacak bir Sirac-ı Münevver/Nurlu Kandil olacağına remzeder/işaret eder.
  • 1500'lü Tarihler: Bazı hadis-i şerifler ve Fatiha suresinin bazı cümleleri, Âhirzamanda Taife-i Mücahidînin (Mücadele Eden Cemaat) son zamanlarına (1500 H) ve galibane mücadelenin tarihlerine (1506 H ve 1545 H) işaret eder, bu büyük cemaatin Risale-i Nur Şakirtleri olduğunu ima ederler.

Görüldüğü üzere, Risale-i Nur'un tecdid/yenileme hareketi, manevî bir zorunluluktan doğduğu gibi, kutsal metinlerin mana-yı işarî tabakasından gelen sayısal tevafuklar ve gaybî işaretlerle de kuvvetli bir şekilde desteklenmiş ve onaylanmıştır. Bu durum, Risale-i Nur'un beşerî/insanî bir fikir değil, inayet-i İlahiye / ilahî lütuf ile bu asra mahsus bir tefsir ve iman kurtarıcısı olduğunu ispatlamaktadır.

Bediüzzaman Said Nursî'nin eserleri ve hayat kronolojisi, ahirzaman/son dönem hadiseleri ve şahısları hakkında, bilhassa da Mustafa Kemal Atatürk'e dair hem manevî/gaybî işaretleri hem de bunlara eşlik eden cifr / ebced hesaplarına dayalı tarihsel tevafukları ihtiva etmektedir.

Manevî ve Hadisî İşaretlerle M. Kemal'in Karakterizasyonu

Said Nursî'nin Mustafa Kemal'e (M. Kemal) dair olan bu yorumları, onun şahsî düşmanlığı veya siyasi bir muhalefeti olarak değil, Kur'an'ın bir hizmetkârı olarak imanın tahkiki/araştırılarak ispatı mesleğinin gereği olarak, iman hakikatlerine karşı çıkan bir fikrî cereyanın başını (şahs-ı manevî) teşhis etme vazifesi kapsamında değerlendirilmiştir.

İşte kaynaklarda yer alan, Mustafa Kemal hakkındaki gaybî işaretler ve cifrî delillerin kapsamlı bir izahı:


I. Manevî ve Hadisî İşaretlerle M. Kemal'in Karakterizasyonu

Said Nursî, M. Kemal'e karşı olan tutumunun temelini, Kur'an ve İslâmî an'anelere/geleneklere yönelik teşhis ettiği zararlı tavırlara dayandırmıştır.

1. Kur'an'a Zarar Veren Şahıs İşareti

Said Nursî, vefat etmiş M. Kemal hakkında yaptığı yorumları, kaynakların yazıldığı zamandan otuz sene evvel (1920’li yıllar civarı) bir Hadîs-i Şerif'in ihbarıyla/haberiyle Kur'an'a zararlı öyle bir adamın çıkacağını söylediğini ve sonra zamanın M. Kemal'in o adam olduğunu gösterdiğini belirtmiştir.

2. Süfyan ve İslâm Deccalı Teşhisi

Afyon Mahkemesi sürecinde, Said Nursî ve Nur talebelerine yöneltilen temel ithamlardan biri, M. Kemal'e "Din yıkıcı, Süfyan, İslâm Deccalı" dedikleri iddiası olmuştur. Said Nursî bu teşhisin, eski harfle neşredilen kararnamenin aleyhlerinde bir sebep olarak kullanıldığını kaydetmiştir. Bu teşhisin kaynağı, Beşinci Şua Risalesi'nde yer alan, çok zaman evvel müteşabih/yoruma açık bir Hadis'in tevili/yorumlanmasıdır.

3. Zaferlerin Kime Ait Olduğu İlkesi

Said Nursî, kahramanlık ve zaferlerin siyasi liderlere değil, orduya ve cemaate atfedilmesi gerektiğini, kusur ve menfî icraatların/olumsuz işlerin ise başa (reisin kendisine) ait olacağını belirten Kaide-i Hakikat ile M. Kemal'i ayırmıştır. Milyonlarca askere manen ihanet etmemek için, M. Kemal'e karşı haklı tenkidini sürdürdüğünü ifade etmiştir.

II. M. Kemal ve Kaderî Hadiselerin Cifrî Tevafukları

M. Kemal'in hayatının kritik noktaları ve özellikle vefatı, Risale-i Nur'a taarruz eden küfrün şahs-ı manevîsine yönelik gaybî işaretlerin gerçekleşmesi olarak yorumlanmıştır.

1. M. Kemal'in Vefatına Dair Cifrî İşaret ve Gaybî Tokat

Bediüzzaman, Risale-i Nur'un Nur Sırrı'na darbe vuranların başına Kıyamete kadar unutulmayacak müthiş bir patlayış olacağına dair cifrî bir istihracının/sayısal yorumlamasının bulunduğunu belirtir. Başlangıçta bu yorumu geniş bir dairede tutmuş olsa da, daha sonra bu gaybî tokadın isabet ettiği tarihin bizzat M. Kemal'in vefatıyla tam olarak çakıştığını görmüştür:

"O istihracın gösterdiği aynı tarihte, o rejimin müessisi ve başı dünyadan göçtü, darbesini yedi. Ve aynı senede perde altında, bilinmeyen ve küre-i arzın ekserisini ve nev'-i beşerin kısm-ı a'zamını (insanlığın büyük kısmını) tahakkümüyle bu dindar millette ehemmiyetli tahavvüller vücuda gelmesine ve aynı tarihte, devletlerde ikinci harb-i umumîyi ihzar eden dehşetli hasedler ve rekabetlerin çarpışmaları tarihine bu mana-yı işarî ile tam tamına tevafuku ve manen tetabuku (tam uyması), elbette bu Kudsî Surenin bir Lem'a-i İ'caz-ı Gaybîsidir".

Bu tevafuk, manen, Kur'an hakikatlarına karşı duruşun dünyevi sonuçlarının, kesin bir tarihî dönemeçle (M. Kemal'in vefatı ve hemen ardından II. Dünya Savaşı hazırlıkları) çakıştığını göstermiştir.

2. Hadislerdeki Sembolik Görünüm İşaretleri (Şapka ve El)

Said Nursî'ye Ahirzaman'da zuhur edecek dehşetli bir şahsa dair sorulan hadisler ve onlara verilen tevil/yorumlar, M. Kemal'in hayatındaki kritik reformlara (inkılaplara) dair manevî işaretler taşımaktadır:

A. Alındaki "Haza Kâfirûn" Yazısı ve Şapka Meselesi

Talebeler, bir hadiste Ahirzaman'ın dehşetli bir şahsının sabah kalktığında alnında "haza Kâfirün" (Bu kâfirdir) yazılı bulunacağına dair bir ifade olup olmadığını sormuşlardır. Said Nursî'nin bu gaybî ihbara verdiği cevabın tevili şöyledir:

"Bir acib şahıs bu milletin başına geçer.. Ve sabah kalkar başına şapka giyer ve giydirir.".

Bu cevabın üzerine sorulan, "Acaba o zaman onu giyen kâfir olmaz mı?" sorusuna ise, Bediüzzaman, şapkanın başa geleceğini, "secdeye gitme!" diyeceğini; fakat baştaki imanın o şapkayı secdeye getireceğini, yani Müslüman edeceğini (İnşaallah) ifade etmiştir. Bu yorum, zorla dayatılan laik/seküler simgelere karşı imanın esnekliğini ve direncini simgelemektedir.

B. Su İçme ve Delinecek El İşareti

Aynı sohbetlerde, Süfyan'ın su içeceği, elinin delineceği ve bu hadise ile onun Süfyan olduğunun bilineceğine dair bir başka hadisî işaret daha ele alınmıştır. Said Nursî, eski risalelerinde bunların kısmen yazıldığını belirtmiştir.

III. Said Nursî'nin Teklifleri Reddetmesi ve İhlâsın Muhafazası

M. Kemal'in Mebusluk, Darülhikmet'teki eski vazifesi, köşk tahsisi ve özellikle Şeyh Sünusî yerine 300 lira maaşla Kürdistan ve vilayat-ı şarkıyeye Vaiz-i Umumîlik tekliflerini Said Nursî'nin ısrarla reddetmesi, Risale-i Nur'un geleceği için gaybî/kaderî bir kararın gereği olarak açıklanmıştır.

Said Nursî, eğer bu teklifleri kabul etseydi, hiçbir şeye âlet/araç olamayan ve Sırr-ı İhlâsı/samimiyet sırrını taşıyan Risale-i Nur'un meydana gelmeyeceğini kesin bir dille ifade etmiştir. Bu ret, Said Nursî'nin yirmi-otuz senelik dünyevi bir hayat kurtarmasına bedel, yüz binlerce vatandaşa her birine milyonlarca senelik uhrevî/ahiret hayatı kazandırmaya vesile olan Risale-i Nur hizmetini tercih etmesinin kaderî/ilahî bir sonucudur.

Bu durum, Said Nursî'nin hayatındaki en kritik karar noktalarından birini teşkil etmiş ve M. Kemal'in dostluğundan vazgeçerek yirmi sene inzivada, zulüm altında azap çekmesine yol açan temel etken olmuştur. Zira Risale-i Nur'un hakikat-ı imaniyeyi kurtarma vazifesi, siyasetten tamamen tecerrüd/uzaklaşmayı gerektirmiştir.

İsmet İnönü Dönemi

İstediğiniz konu, Bediüzzaman Said Nursî'nin eserlerinde ahirzaman/son dönem hadiseleri ve şahısları bağlamında derinlemesine incelenen hassas bir alandır. Sağladığınız kaynaklarda, Said Nursî'nin, Risale-i Nur hizmetine karşı çıkan siyasî cereyanlara ve bu cereyanların başındaki şahs-ı manevî/manevî kişiliklere dair çok kuvvetli manevî ve cifrî/sayısal işaretler bulunmaktadır.

Ancak, Mustafa Kemal Atatürk'ün şahsına ve rejimine dair müesses/kurucu olarak odaklanılan gaybî işaretlerin aksine, mevcut kaynaklarda İsmet İnönü'nün ismini açıkça zikreden veya ona mahsus cifrî bir delil sunan bir ifade bulunmamaktadır.

Bununla birlikte, İsmet İnönü'nün cumhurbaşkanlığı dönemi (1938-1950), Said Nursî'nin en ağır tazyik, tecrid-i mutlak/tamamen yalnızlık ve hapis/zindan süreçlerini (Eskişehir, Denizli, Afyon) yaşadığı ve Risale-i Nur'un en şiddetli taarruzlara maruz kaldığı dönemdir. Bu nedenle Said Nursî'nin bu dönemdeki değerlendirmeleri, o dönemin idarecilerine yönelik manevî eleştirileri içerir.

Bu kapsamda, Risale-i Nur'a ve hizmetine karşı çıkan idarenin manevî/gaybî değerlendirmeleri ve bu döneme ait genel cifrî zemin aşağıdaki başlıklarla açıklanabilir:


I. Manevî Değerlendirmeler: Hükümetin Şahs-ı Manevîsi ve Gizli Düşmanlar

Said Nursî, kendisine yapılan işkencelerin ve tazyiklerin asıl failinin hükümet/idare olmadığını, aksine "gizli dinsiz komiteler", "gizli münafıklar" ve "habis şer kuvvetleri" olduğunu belirterek, bu yapıların o dönemin idarecilerini iğfal/kandırma suretiyle Nurcular aleyhine sevk ettiğini ifade eder. İnönü dönemi (Tek Parti dönemi) yönetimindeki şiddetli baskılar, bu manevî değerlendirmeler çerçevesinde ele alınmıştır.

1. Dinsizlik Rejimine Alet Olma İddiası

Bediüzzaman, hapis süreçlerinde ve müdafaalarında, Adliye ve Emniyet mensuplarının bir kısmının dini siyasete alet etmek yerine, "siyaseti ve adlî vazifelerini dinsizliğe âlet etmek istediklerini" delillerle gösterme vazifesini talebelerine havale etmiştir. Bu suçlama, o dönemdeki yargı ve idare mekanizmasının üst makamlardan gelen ideolojik baskılarla hareket ettiğini ima etmektedir.

2. İstibdad-ı Mutlakın Şiddeti

Mevcut kaynaklar, o dönemin idaresini "hürriyet perdesi altında müdhiş bir istibdadı taşıyan şu asrın" bir parçası olarak tanımlar. Said Nursî, yirmi seneden fazla süren (İnönü'nün Cumhurbaşkanlığı öncesi de dahil) bu zulüm ve kanunsuz tazyiklere hedef olduğunu belirtir. Özellikle Afyon, Denizli ve Eskişehir mahkemeleri süreçlerinde yaşanan tecrid-i mutlak (tamamen tecrit) ve haps-i münferid (tek kişilik hapis), bu dönemin sertliğini ortaya koymaktadır.

  • Hatta bir fıkrada, gizli dinsizlerin "Said Nursî'yi konuşturmamak için bir ilâç bulmuşlar, yedirmişler" ifadesiyle zehirlenme teşebbüslerine dahi maruz kaldığını belirtmesi, o dönemdeki idarenin ne denli acımasız yöntemler kullandığını göstermektedir. (Önceki yazılarımızda, bu suikast girişimlerine karşı Cevşen-ül Kebir duasının kerametiyle korunduğundan bahsedilmişti.)

3. Sükût ve Nurların Fütuhatına Karşı Telaş

Said Nursî, yirmi-otuz sene süren bu tazyiklere karşı sükût ederek/susarak ve siyasete karışmayarak İhlâs/samimiyet düsturunu korumuştur. Bu sükût, baskıyı uygulayanların kızdığı bir durumdur:

"Zaten onların şimdi benden kızdıklarının bir sebebi sükûtumdur.. Dünyaya karışmamaklığımdır. Adeta 'Ne için karışmıyor? karışsın, tâ maksadımız yerine gelsin' diyorlar...".

Bu ifade, baskıcı rejimin (İnönü dönemi) Bediüzzaman’ı siyasete zorlayarak hizmetini baltalamak istediğini; ancak Said Nursî'nin bu tuzağa düşmeyerek manevî cihadı seçtiğini göstermektedir.

II. Cifrî İşaretler Bağlamı: Zalimlerin Akıbeti ve Tevafuklar

İsmet İnönü'nün ismi özelinde bir cifrî hesap sunulmasa da, o dönemin idare ve komite mensuplarının akıbetine dair genel işaretler kaynaklarda yer almaktadır. Bu işaretler, Kur'an hakikatlarına karşı gelen şahısların manevî tokat yiyeceğini remzetmektedir.

1. Genel Zalimlere Yönelik Gaybî Tevafuklar

Bediüzzaman'ın, Nur Sırrı'na darbe vuranların müthiş bir patlayışla cezalandırılacağına dair cifrî istihracı, genel olarak Kur'an'a ve imana karşı çıkan şahs-ı manevî-i dalâleti hedef almaktadır.

Said Nursî, bir Hadîs-i Şerifin tevilinde/yorumunda, dinî emniyeti ihlâle teşvik eden ve İslâmî ilimleri imha niyetiyle hareket eden Hülâgû ve vezirleri gibi davranan bazı malûm insanların isimlerinin İlm-i Cifr'ce dahi mezkûr ayetin işaretine istinaden tam tevafuk ettiğini, gösterdiğini ifade eder.

Bu işaretler, somut isimler zikredilmese de, o devirde İslâmî esaslara karşı çıkan ve baskı uygulayan üst düzey yöneticilere ve rejim kadrolarına (ki bu kişiler İnönü döneminin baskı politikasını uygulayanlardır) yönelik manevî bir tokat ve tehdit olarak yorumlanmıştır.

2. Kur'an'daki Uyarıcı Âyetlerin Döneme İşareti

Risale-i Nur'un te'lif ve intişar tarihlerine yönelik cifrî tevafuklar, aynı zamanda o dönemdeki manevî mücadeleyi de işaret eder:

  • Bin üç yüz elli bir (1351) Hicrî Tarihi İşareti: Nur Suresi'nden bir cümle olan: ﴿يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَاٰمِنُوا بِرَسُولِه۪ يُؤْتِكُمْ كِفْلَيْنِ مِنْ رَحْمَتِه۪ وَيَجْعَلْ لَكُمْ نُورًا تَمْشُونَ بِه۪ فِي النَّاسِ﴾ (Ey İman edenler, Allah'tan korkun ve Resulüne İman edin ki, size rahmetinden iki kat versin ve sizin için insanlar içinde yürüyeceğiniz bir nur yapsın)
    • Bu ayet-i kerimenin makam-ı cifrîsi, şeddeliler birer sayılmak suretiyle bin üç yüz elli bir (1351) etmektedir.
    • Tevafuk / Uyum: Bu tarih, Risale-i Nur'un ehemmiyetli vazifesinin ve Kur'anî emirleri yerine getirmesinin tarihine tam tamına tevafukla bakar. Bu tarih, (1932/1933 Miladî) Risale-i Nur'un tam olarak neşir faaliyetlerinin yoğunlaştığı ve mukabilinde baskıların arttığı dönemin hemen öncesidir.

Bu gibi cifrî işaretler, doğrudan şahıs adı vermese de, Risale-i Nur'un ağır baskı altında (İnönü döneminin büyük bölümünü kapsayan siyasi tazyik) dahi ilahî inayet altında ilerlediğini ve düşmanların planlarının akîm kaldığını manen desteklemektedir. Said Nursî, zaten hiçbir zaman şahsî isimler üzerinden siyaset yapmadığını, meselesinin tamamen imanı kurtarma davası olduğunu vurgulamıştır.


Adanan Menderes Dönemi

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri'nin eserleri, siyasî şahıslara yönelik değerlendirmelerini ve geleceğe dair manevî işaretlerini genellikle, o şahısların İman ve Kur'an hizmetine karşı aldıkları tavır üzerinden temellendirmiştir. Mustafa Kemal hakkındaki cifrî işaretlerin aksine, kaynaklarda Adnan Menderes'in ismiyle ilişkilendirilmiş kesin bir cifrî hesaplama ya da sayısal tevafuk/uyum delili açıkça yer almamaktadır.

Ancak, Adnan Menderes'in şahsı ve idaresi, Risale-i Nur'un inayet-i İlahiyye / ilahî lütuf ile galibiyet ve neşriyatına vesile olması hasebiyle çok kuvvetli manevî ve gaybî bir müjde ile ilişkilendirilmiştir. Bu müjde, Menderes'in "İslâm Kahramanı" olarak tanımlanmasına ve Said Nursî'nin bizzat ona hitaben mektup yazma arzusuna zemin teşkil etmiştir.

İşte Adnan Menderes hakkındaki manevî/gaybî işaretlerin ve onun rolünün kapsamlı bir analizi:


1. Manevî Müjde: İslâm Kahramanı Teşhisi ve Destek

Said Nursî, Adnan Menderes’i açıkça bir İslâmiyet kahramanı/İslâm Kahramanı olarak nitelendirmiş ve hükümetini, uzun süren tazyikat ve zulümler sonrasında Cenab-ı Hakk'ın imdada gönderdiği bir inayet/lütuf olarak görmüştür.

A. Zulmün Kalkması ve İnayet-i Rabbaniye / İlahi Yardım

Bediüzzaman, eski idareler altında (önceki yazılarımızda bahsi geçtiği üzere, özellikle M. Kemal ve İnönü dönemi) maruz kaldığı yirmi yıllık emsalsiz ta'zib ve işkencelere sabredildiğini ve bu sabrın neticesinde Cenab-ı Hakk'ın Adnan Menderes hükümetini imdada gönderdiğini belirtir.

  • Bu durum, Demokrat Partililerin (Ahrarlar'ın) başa geçip milletin mukadderatına (geleceğine) hükmetmelerinin ve Risale-i Nur'un serbestiyetine hizmetlerinin, gaybî/manevî bir mükafat ve ilahî bir takdir olduğu anlamına gelir.
  • Said Nursî, Menderes ve onunla beraber bu serbestiyete çalışanları, Risale-i Nur'un kahramanları olan Hâfız Ali ve Hüsrev gibi şakirtleriyle beraber manevî kazançlarına ve dualarına şerik/ortak ettiğini ifade etmiştir.

B. Görüşme Arzusu ve Mektup

Siyasetten kesinlikle uzak duran ve hatta görüşmelerden kaçınan Said Nursî, ağır hastalığı ve siyasî alakasızlığına rağmen, Adnan Menderes gibi bir İslâm Kahramanı ile sohbet etmek arzusunu dile getirmiş; ancak hal ve vaziyetinin görüşmeye müsait olmaması nedeniyle bu mektubu ve kısa esasları onun yerine konuşması için yazdığını belirtmiştir.

Bu, Said Nursî'nin, Menderes'i şahsî menfaat için değil, İslâmiyet'in bir kahramanı olarak gördüğü ve ona manevî bir görev tebliği etmek istediği için istisna kıldığına dair önemli bir manevî alâmettir.

2. Gaybî İkazlar ve Temel Esaslar

Said Nursî'nin Adnan Menderes’e yazdığı ve ona ulaştırılmak istenen mektuplar, Risale-i Nur'un mesleğinden süzülmüş, bu döneme mahsus hayati manevî ve içtimaî/sosyal ikazları ihtiva etmektedir. Bu ikazlar, manevî/gaybî bir irşadın gereği olarak görülür.

A. En Büyük İki Esasın İhyası / Diriltilmesi

Said Nursî, Menderes'e hitaben, İslâmiyet'in pek çok Kanun-u Esasîsinden/Anayasa hükümlerinden ikisini özellikle beyan etmiştir:

  1. Vezir-i Vizrâ / Kimse Başkasının Günahını Çekmez Prensibi:
    • Âyet-i Kerime: ﴿وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى﴾ (Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez).
    • İkaz: Şimdiki siyasette, particilik taraftarlığı ile, bir caninin yüzünden pek çok masumların zararına rıza gösterilmektedir. Bu Kanun-u Esasî'ye muhalif hareket edilmemelidir.
  2. Hukukullah / Allah Hakkı ve Hukuk-u İbad / Kul Hakkı:
    • İkaz: Hukuk-u İbad/kul hakları, Hukukullah hükmüne geçemez. Eğer nefsanî haksızlıklara vesile olacak şekilde Kanun-u Esasî'ye muhalif hareket edilirse, adalet bozulur. Bediüzzaman, benlik ve enaniyetin kuvvet bularak memuriyeti hizmetkârlıktan çıkarıp, hakimiyet ve müstebidane/despotça bir mertebe tarzına getirmesinden sakınılmasını öğütlemiştir.

B. İki Dehşetli Cereyan Uyarısı

Said Nursî, Adnan Menderes'in "İslâmiyet'in ve Dinin icablarını yerine getireceğiz" söylemine karşı çıkıp, tam zıddına hareket eden iki dehşetli cereyanın varlığını ifşa ederek Menderes'i manen uyarmıştır:

  1. Birinci Cereyan: Bir caninin yüzünden büyük rüşvet ile halkları aldatarak ve ecnebilerin/yabancıların müdahalesine yol açarak, birinci Kanun-u Esasî'ye (Vezir-i Vizrâ) muhalefet edenler.
  2. İkinci Cereyan: İkinci Kanun-u Esasî'ye muhalif olarak, şahsî kin ve garaz/nefretle masumları mahkum etmeye çalışan, içtimaî ahlâkı bozanlar. Bu durum, Hâkimiyet-i İslâmiye'ye büyük bir su-i kasd/kötü niyetli girişim hükmündedir.

Bu ikazlar, Menderes'in hizmetine yönelik iç ve dış tehditlerin Said Nursî tarafından manevî bir basiretle görülüp, bu gaybî bilgilerin siyasî bir liderle paylaşılması ve onu yönlendirme çabasıdır.

3. Risale-i Nur'un Fütuhatı / Fetihlerine Vesile Oluşu

Adnan Menderes'in idaresindeki gelişmeler, Risale-i Nur hizmetinin genişlemesinde önemli rol oynamıştır. Said Nursî, Menderes'in Risale-i Nur Külliyatı'nın neşrine müsaade etmesini, "İmanî hizmet cihetiyle Âlem-i İslâmı manen minnettar eden" büyük bir hizmet olarak görmüş ve takdir etmiştir.

  • Hatta Diyanet İşleri Müşavere Kurulu'nun, Risale-i Nur eserlerinde kanunî mevzuata muhalif bir siyasi ve idari mahzur görülmediğine dair raporları (ki bu karar Menderes döneminde icra edilmiştir), Risale-i Nur'un serbestiyetini resmen teslim ettirdiğini göstermektedir.
  • Ankara’daki dost memurların Said Nursî'ye Emirdağı’nda istirahat etmesini rica ettiklerini bildirmeleri, hükümetin, Risale-i Nur'un hakikatını anlamış dostane bir tavırla yaklaştığını göstermesi açısından manevî bir teselli ve müjde olarak kabul edilmiştir.

Özetle: Adnan Menderes hakkındaki manevî işaretler, onun siyasi başarısından çok, Risale-i Nur'un imanı kurtarma hizmetine karşı gösterdiği dostluk ve müsamahada gizlidir. Said Nursî bu dostluğu, asrın manevî mücadelesinde bir dönüm noktası olarak görmüş ve ona verdiği manevî öğütlerle, kendisini İslâmiyet'in bu dönemdeki en önemli kahramanlarından biri olarak konumlandırmıştır.

Risale-i Nur'un Şahs-I Manevîsine ve Kendisi Hakkındaki İşaretleri

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri'nin kendi şahsiyeti, gelecek vazifesi, vefatı ve bu vefatın hemen sonrasında Risale-i Nur hizmetinin durumu hakkındaki manevî/gaybî işaretler (işarat-ı gaybiye) ve cifrî deliller, eserlerinde derinlemesine ve titizlikle incelenmiş hakikatlardır. Kendisi, şahsını daima Kur'an’ın fâni bir hizmetkârı olarak görmüş ve manevî makamları Kur'an’dan tereşşuh eden/doğan Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsine / manevî kişiliğine vermiştir.

Bu gaybî/manevî kronoloji ve işaretler, dört ana başlık altında toplanabilir:


I. Said Nursî’nin Erken Dönem Önsezileri (Hiss-i Kable'l-Vuku)

Bediüzzaman'ın Risale-i Nur'u te'lif etmesinden çok önce, geleceğe dair kuvvetli önsezileri ve müjdeleri bulunmaktadır ki, bunlar daha sonra hizmetinin seyrini belirlemiştir.

1. "Bir Nur Göreceğiz" Müjdesi ve Yanlış Tatbik

Said Nursî, Hürriyet/Meşrutiyet döneminden evvel dahi, büyük bir parlak Nur’un zuhur edeceğini ve bu Nur’un fenalıklara karşı vatana saadet/mutluluk getireceğini, talebelerine defalarca müjdelemiştir.

  • Zahirî Tahmin (Sehiv): Başlangıçta bu hiss-i kablel-vuku' / önseziyi, siyaset âleminde ve hayat-ı içtimaiye-i İslâmiye / İslâmî sosyal hayatın çok geniş bir dairesinde olacak mesut ve dindar hâletler/durumlar olarak tasavvur ediyordu.
  • Gaybî İhtarın Tashih / Düzeltilmesi: Ancak daha sonra gelen ihtar-ı gaybî / manevî uyarı ile, o ışık ve Nur'un tevilinin/yorumunun, bu memleketin en ziyade muhtaç olduğu imanî ve İslâmî dairede hizmet veren Risale-i Nur olduğunu kesin bir kanaatle anlamıştır. Kendi ifadesiyle, siyaset cazibesinin kendisini aldattığını ve bu muaccel/hemen gelen ışığı, müeccel/sonraya bırakılmış saadet zannederek siyaset kapısıyla aradığını fark etmiştir.

2. Manevî Üstatların Desteği

Said Nursî, Risale-i Nur'un te'lifi boyunca kendisine manevî olarak destek olan ve eserine işaret eden büyük İslâm önderlerinin işaretlerine dayanmıştır:

  • İmam-ı Ali (kerrma'llâhu vecheh radiyallâhu anh) ve Gavs-ı A'zam (K.S.): Said Nursî, hakaik-i imaniyyede hususî üstadının İmam-ı Ali (R.A.) olduğunu belirtmiş ve bu zatların Celcelutiye ve benzeri eserlerinde Risale-i Nur'a ve müellifine Keramet-i Gaybîye yoluyla işaretler bulunduğunu kaydetmiştir.

II. Şahsiyetine ve Vazifesine Dair Cifrî Tevafuklar

Kur'an-ı Kerim'in otuz üçten fazla ayetinde, Said Nursî'nin şahsına ve Risale-i Nur'un makbuliyetine dair mana-yı işarî/remzî (ima yoluyla) işaretler bulunmaktadır.

1. İsminin ve Manevî Dirilişinin Cifrî İşareti

Sure-i En'am'dan bir ayette geçen, ölü iken diriltilen ve kendisine insanlar içinde yürüyeceği bir nur verilen kimseyi anlatan ifadenin içindeki "مَْيتًا" (meyten / ölü) kelime-i kudsiyesi, cifr ve ebced hesabıyla ve üç cihet-i manasıyla Said-ün-Nursî adedine tam tevafuk eder.

  • Tarihî Tevafuk: Bu tevafuk, Said'in Umumî Harp’te maddî bir ölümden (yaralanma ve esaret) ve felsefeden gelen şiddetli manevî bir ölümden kurtularak Kur'an'ın Âb-ı Hayatıyla taze bir hayata girmesi tarihi olan Hicrî 1334'e de tevafuk eder.
  • Bu durum, onun dünyevî/siyasî şereften vazgeçip Kur'an'ın hizmetiyle manen dirildiğine dair kuvvetli gaybî bir alâmettir.

2. Vazife Değişiminin Tarihsel Tevafuku

Said Nursî'nin tedris/eğitim vazifesinden, Kur'an hakikatlarını te'lif/yazma ve mücahidane seyahat / cihad edercesine seyahat vazifesine başladığı zamana dair de cifrî işaretler bulunmaktadır.

  • Kur'an'daki "نُورًا" (nûren) kelimesi (tenvin "ن" sayılmak suretiyle) bin üç yüz on sekiz (1318) adedini vererek, Risale-i Nur Müellifinin vazife değişikliğine başladığı zamana işaret eder. Bu tarih, İstihzarat-ı Nuriye'ye (Nur hazırlıklarına) başladığı zamana tevafuk eder.

3. Maişet/Geçim Durumuna Dair Müjde

Gavs-ı A'zam'ın Keramet-i Gaybiyesi'nde geçen يد ُش يع ت اً َسع" (sa'yûş) ifadesi, Said Nursî'nin maişet/geçim hususunda saadetle/mutlulukla yaşayacağını ve en mesut olacağını haber vermektedir. Bu, onun kimseden hediye kabul etmeme (istiğna) düsturuyla, iktisat/tutumluluk yoluyla harika bir bereket ve manevî bir rızıklandırma ile geçineceğine dair manevî bir işarettir.

III. Vefat ve Sonrası (Hizmetin Geleceği) Hakkındaki Gaybî İşaretler

Said Nursî, şahsının fani ve kusurlu olduğunu sürekli vurgulayarak, esas kalıcı olanın Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsi olduğunu ve gelecekte hizmetin bu şahsiyet tarafından devam edeceğini bildirmiştir.

1. Ölümün Yakınlığı ve Vasiyeti

Hayatının son dönemlerinde Said Nursî, ölümün kendisine yakın göründüğünü ifade etmiştir. Bu sebeple, manevî sermayesini korumak için vasiyetnamesini hazırlamıştır:

  • Vasiyet: Kendi şahsının ve Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsinin sermayesi olan Risale-i Nur nüshalarının satışından elde edilen geliri, hayatını Risale-i Nur hizmetine vakfeden ve nafakasına çalışmaya zaman bulamayan fedakâr Nur talebelerine tayin/maaş olarak vermiştir.
  • Hizmetin Devamı: Ölümden evvel bu sermayeyi vârislere dağıtmanın, uhrevî mallar gibi, her bir vârisin o Nur lambasına derecesine göre sahip olması ve binler nöbetçi / bekçi olması anlamına geldiğini belirtmiştir. Bu, hizmetin bir kişinin şahsında değil, cemaat/şahs-ı manevî içinde devam edeceğinin gaybî bir tasdikidir.

2. Baskıların Kalkması ve Fütuhat (Adnan Menderes Dönemi)

Daha önceki yazılarımızda bahsedildiği üzere, M. Kemal ve İnönü dönemlerinde yaşanan yirmi yıllık şiddetli baskı, işkence ve tecrid-i mutlak / tamamen yalnızlık sürecine karşı gösterilen sabrın manevî bir mükafatı olarak Adnan Menderes hükümetinin başa gelmesi, Risale-i Nur hizmeti açısından bir gaybî inayet olarak görülmüştür.

  • İlahi İmdat: Said Nursî, yirmi senelik tazibat ve işkencelere sabrettiklerini ve "Tâ Cenab-ı Hak sizi imdadımıza gönderdi" diyerek Menderes'i ve hükümetini manevî bir müjde olarak nitelendirmiş ve onları İslâm Kahramanı olarak selamlamıştır.
  • Fütuhat Müjdesi: Bu dönem, Risale-i Nur'un beraat kararları almasına, kitapların iade edilmesine ve Nurların serbestçe intişar/yayılmaya başlamasına vesile olmuştur. Said Nursî, bu serbestiyeti, "Risale-i Nur'un tam serbestiyetine bir vesile" ve "büyük bir fâl-i hayır" / hayırlı bir işaret olarak görmüştür.

3. Vefattan Sonraki Daire-i Nuriye

Risale-i Nur'un geleceği hakkında Said Nursî, hizmetin kendisinden sonra Nurların ve talebelerin şahs-ı manevîsi ile devam edeceğini kesinleştirmiştir.

  • Vazifelerin Devri: Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsinin, âhirzamanda gelecek olan Müceddid-i Ekber/En Büyük Yenileyici'nin üç vazifesinden en ehemmiyetlisi olan imanı kurtarma vazifesini tam olarak yaptığından, bu manevî makamın Nurlara ait olduğunu ifade eder.
  • Siyasî Telaşın Sona Ermesi: Said Nursî, dostlarının ve düşmanlarının dahi Nurların fevkalâde tesirli intişarını/yayılışını kabul ettiklerini, tam serbestiyet verilmemesinin sebebinin ise Nurların kuvvetinden korkulması olduğunu bildirir. Kendisinin şahsına yönelik hücumların, Nurları daha ziyade parlattırmaya vesile olduğunu ve gizli düşmanların bile "Risale-i Nur’u okuyabilirsiniz" demek zorunda kalacağını gaybî bir şekilde haber verir.

Said Nursî, bütün bu manevî işaretler ve cifrî tevafuklar ile, şahsını değil, Kur'an'ın bir mucizesi olan Risale-i Nur'u merkeze koymuş; böylece hizmetin sonsuza kadar saf ve ihlaslı bir şekilde devam etmesi için kaderî bir meslek/yol belirlemiştir.

Tarikat Ve Tasavvuf Mesleklerine Ve  İntisab Eden/Katılan Ehl-İ Tarikat Hakkında

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin Risale-i Nur Külliyatı, tarikat ve tasavvuf mesleklerine ve bu mesleklere intisab eden/katılan ehl-i tarikata dair çok hassas, derinlikli ve çağın gereksinimlerine uygun bir rehberlik sunmaktadır. Bu rehberlik, genel olarak, iman hakikatlerinin kurtarılması mesleğinin, tarikat mesleğine nazaran bu asırda ne denli büyük bir öncelik arz ettiğini kapsamlı bir şekilde izah ederken, tarikatın meşruiyetini/hukukiliğini ve ehemmiyetini/önemini de tasdik etmektedir.

Aşağıda, kaynaklarda yer alan Said Nursî’nin tarikatlar, tasavvuf ve ehl-i tasavvuf hakkındaki temel değerlendirmeleri, tavsiyeleri ve bu konudaki manevî ikazları ayrıntılı biçimde incelenmiştir:

I. Tarikat ve Şeriatın Konumlandırılması ve Önceliği

Said Nursî, Velâyet/Velilik makamına ulaşmanın Kur’anî yolu ile tarikatın seyr ü sülûk/manevî yolculuk yolunu karşılaştırırken, Risale-i Nur mesleğinin dayandığı esasları ortaya koyar.

1. Tarikatın Şeriata Göre Vazifesi ve Mertebesi

Tarikat, bizzat bir gaye değil, Kur'an'ın büyük dairesine ulaşmada bir araç/vesile olarak görülür:

  • Şeriatın Kapsamı: Şeriat, doğrudan doğruya, gölgesiz, perdesiz, sırr-ı ehadiyet / tek olma sırrı ile rubûbiyet-i mutlaka / mutlak Rablık noktasında hitab-ı ilâhînin / ilahi hitabın neticesidir.
  • Tarikatın Rolü: Tarikatın ve hakikatin en yüksek mertebeleri dahi şeriatın cüzleri/parçaları hükmüne geçer. Tarikat daima vesile, mukaddime/giriş ve hâdim / hizmetkâr hükmündedir.
  • Yanlış Anlayışın Reddi: Bazı ehl-i tasavvufun zannettikleri gibi, şeriatı zâhirî/dışsal bir kışır / kabuk, hakikati ise onun içi ve neticesi ve gayesi olarak tasavvur etmek doğru değildir. Şeriatın, umum tabakalara bakacak mertebeleri vardır.

2. Risale-i Nur Mesleğinin Kısa ve Yüksek Yolu

Risale-i Nur’un mesleği, eski usuldeki tarikat yolculuğundan farklı bir yol izlemektedir. Bu yol, doğrudan Kur'an'ın hakikatlarından alınmıştır:

  • İlmî Metod: Risale-i Nur, ilm-i tasavvuf ve tarikat yerinde, doğrudan ilm-i kelâm / İslâm inanç esasları içinde bir velâyet-i kübra / en büyük velilik yolunu açmıştır. Bu yolda sülûk ve evrâd/zikir yerine, mantıkî bürhanlarla / delillerle ve ilmî hüccetler / ispatlar içinde hakikat-ül hakaika / hakikatların hakikatına yol açılmıştır.
  • Tarikat Berzahından Uzaklık: Zahirden/dıştan hakikate geçmenin iki yolu vardır.

Birincisi, tarikat berzahına/geçidine girip seyr ü sülûk / manevî yolculuk ile derece kat etmektir.

İkincisi ise, doğrudan doğruya tarikat berzahına uğramadan, lûtf-u İlâhî / ilahi lütuf ile hakikate geçmektir ki, bu, Sahabeye / Peygamber’in dostlarına ve Tâbiîne / onlara tabi olanlara has ve kısa bir yoldur. Risale-i Nur’un hakaik-i Kur’âniyeden / Kur’an gerçeklerinden tereşşuh eden nurları / sızan ışıkları bu kısa yola mâliktir.

II. Ehl-i Tasavvuf ve Tarikat Ehli İçin Tavsiyeler

Said Nursî, ehl-i tarikatın manevî hayatını koruması ve hizmetini kuvvetlendirmesi için kritik tavsiyelerde bulunur.

1. Takva, İhlâs ve Sünnet-i Seniyyeye İttibâ / Uyma

Tarikatın ilerlemesi, Şeriata ve Sünnet-i Seniyyeye/Peygamber’in yoluna tam bir bağlılık ile mümkündür:

  • Şeriata Ziyadeleşen Bağlılık: Ehl-i tarîkat ve ashab-ı hakikat / hakikat dostları, ilerledikçe hakâik-i şeriata karşı incizâbları / çekimleri, iştiyakları / arzuları ve ittibâları / uymaları ziyadeleşir.
  • En Küçük Sünnet: Ehl-i Tarikat, en küçük bir Sünnet-i Seniyyeyi, en büyük bir maksat gibi görmelidir.
  • İbadetin İhyası: İttibâ ve iktidâ / tabi olma ve örnek alma vasıtasıyla, kişinin âdi halleri ve örfî muameleleri ibadet şekline girer. Bu ittibâ, aynı zamanda şer'î bir hükmü hatırlatır ve sahib-i şeriatı / şeriat sahibini (Peygamberi) düşündürür.
  • Farzlar ve Kebair: Bu zamanda tahribat/yıkım ve menfî/olumsuz cereyan dehşetlendiği için, Takva / günahtan kaçınma bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzlarını yapan, kebâirleri / büyük günahları işlemeyen kurtulur.

2. İman Kurtarma Hizmetine Öncelik

Said Nursî, tarikatın kendi öz zevkini dahi iman hizmetinde bulması gerektiğini tavsiye eder:

  • Tarikat ve İman Odaklılık: Yirmi dokuzuncu Mektub'un bir kısmında, tarikatın hakikatlarına yetişmek için, iman hakikatlarının dersine odaklanmanın zarureti vurgulanır. Tarikat mesleği, iman kurtarma hizmetine vesile ve hâdim / hizmetkâr olmalıdır.
  • Hane-i Kalbin Tamiri: Risale-i Nur'un tahşidatının / toplu delillerinin sebebi, sadece cüz'î/kısmi bir tahribatı ve küçük bir haneyi (kalbi) tamir etmek değil, küre-i arz / yeryüzündeki dehşetli tahribatı tamir etmektir. Bu yüzden Kur'an, bütün asırlara bakan Küllî Tahşidat / toplu deliller yapmaktadır.
  • Tılsımların Keşfi: Risale-i Nur'un has talebesi olmanın sebeplerinden biri, Risale-i Nur'un yüze yakın Din Tılsımlarını / dinî sırları ve Hakaik-i Kur'aniyenin Muammalarını / Kur'anî gerçeklerin gizemlerini hall ve keşfetmesidir. Bu tılsımların bilinmemesi, insanların şüphe ve tereddütlere düşüp imanını kaybetmesine yol açar. Bu keşiflerden sonra, bütün dinsizler toplansa dahi galebe/zafer edemezler.

3. Tekke ve Cami Dengesi

Ehl-i tarikata verilen ilginç tavsiyelerden biri de, ibadetin şekil ve mana dengesinin doğru kurulmasıdır:

  • Evrâd-ı tarîkat (tarikat zikirleri) veya evrâd-ı tasavvuf / tasavvuf duaları, Ferâiz / farzların ve tâdil-i erkânının / erkanının düzeltilmesinin evrâdına vesile olmalıdır.
  • Camideki namazı çabuk ve resmî / şeklî kılıp, hakikî zevkini ve kemâlini tekyede / tekkede bulmayı düşünen, hakikatten uzaklaşıyor.

III. İhbarlar ve Ehl-i Dalâletin Tarikata Yönelik Desiseleri

Said Nursî, tarikatın büyük ehemmiyetine rağmen, bu mesleği siyasete alet etmeye çalışan ve onu tahrip etmek isteyen düşmanlara karşı ikazlarda bulunur.

1. Tarikat Adı Altındaki Siyasî İftiralar

Risale-i Nur'a yönelik yirmi sene süren ağır baskıların ve mahkeme süreçlerinin temel dayanaklarından biri, Nurcuları Tarikatçılık ve Cemiyetçilik ile suçlamaktı.

  • Gizli Düşmanların Silâhı: Gizli düşmanlar, Said Nursî'nin hizmetine karşı Nakşîlere ve Ehl-i Tarîkata karşı kullandıkları aynı silâhı kullanmışlardır. Bu silahların amacı: Nur talebeleri arasında tesanüdü / dayanışmayı kırmak, Üstad'ı ihanetlerle çürütmek ve mesleklerini felsefenin bazı düsturlarıyla itibarsızlaştırmaktır.
  • Cifrî İkazların Doğruluğu: Bu dönemdeki iddialar, Denizli ve Ankara Mahkemelerinde inceden inceye tedkik edilmiş; yirmi senelik Mektubat ve Te'lifatları / eserleri incelendikten sonra, mahkemeler ittifakla cemiyetçilik ve tarikatçılık gibi bahaneler cihetinde beraet kararı vermişlerdir. Bu durum, bu ithamların ne kadar kanunsuz ve asılsız olduğunu göstermektedir.
  • Zehirlenmiş Hediyeler: Said Nursî, manevî bir muhaverede, nefse hoş gelen manevî zevkleri sunan bir cemaat ve heyetin (insî şeytanlar) bulunduğunu ve bu tatlıların/zevklerin zehirli olduğunu bildirir. Eğer bu tecrübe için verilen hediyeler alınırsa, manevî darağacında asılınacağı; buna mukabil, Hâkimin Fermanıyla gelen helâl hediyeleri (iman hakikatlarını) kabul edip terbiye-namelerdeki Duaları ve Evradları / zikirleri okuyanların kurtulacağını haber verir. Bu, tarikatın zevki / manevî hazzın İhlâs’tan / samimiyetten ayrılmasına dair gaybî bir ikazdır.

2. Tarikatın Siyasete Alet Edilmesi İhbarı

Said Nursî, siyasete girmemekle (İhlâs düsturu gereği önceki yazılarımızda bahsi geçtiği üzere), Risale-i Nur'u siyasî çekişmelerden muhafaza etmiştir. Ancak bu duruş, bazı ehl-i tarikatın hatalı yollara kaymasına dair ipuçları sunar:

  • Siyasetin Çekim Alanı: Said Nursî, Risale-i Nur'un rızâ-i ilâhiden / Allah rızasından başka hiçbir maksada vesile olamadığını ve tarafgirlik hissiyatına bina edilen cereyanlara alet olamayacağını vurgular.
  • Has Tarikat Mesleği: Said Nursî'nin mesleği, felsefe ve gafletten gelen manevî ölümden necat / kurtuluş bulup Kur'an'ın Ab-ı Hayatıyla / hayat suyuyla taze bir hayata girmektir. Bu hizmet, Tarikatlara kıyas edilmez bir meslektir.
  • Yanlış Teşebbüsler: Tarikat hevesiyle Nurlardan izin almıyarak, kapanmış hangahlara / tekkeler girmek, büyük bir yanlışlık ve Risale-i Nur'a sekte vurmaktır. Zira Hakaik-ı İmaniye / iman hakikatları en kat'î ve vazıh/açık surette ders verilmişken, onu bırakıp tarikat hevesine kapılmak şefkat tokadına müstahak olmayı gerektirir.

Said Nursî, ehl-i tarikata hitaben, hizmetin gelecekte daha da kuvvetleneceğini, ancak bu asırda imanı kurtarma düsturunu en üstte tutmaları ve eski, aşırı (müfrit) veya dünyaya bakan tarikat cereyanlarından uzak durarak, İslâmiyet'in temel hakikatlarına tam ittibâ etmeleri gerektiğini ısrarla öğütlemiştir.

Âhirzaman (Son Dönem) Hadiseleri

Bu son derece kapsamlı soru, İslâm inancının ukde-i hayatiye / hayatî düğüm noktalarından biri olan Âhirzaman (Son Dönem) hadiselerini, Bediüzzaman Said Nursî’nin Kur'an ve hadisler üzerinden yaptığı derin manevî tahliller (teviller) ve sayısal tevafuklar/uyumlar (cifr/ebced) ile açıklamayı gerektirmektedir.

Said Nursî, bu tür gaybî/manevî işaretleri yorumlarken (tevil), din düşmanlarının (mülhidler) bu hadisleri hurafe zannedip İslâm hakikatlarına saldırmasını engellemeyi amaç edinmiştir.

Aşağıda, kaynaklarınızdan hareketle, Deccal, Süfyan, Mehdi ve Hz. İsa’nın nüzûlüne dair manevî işaretler ve cifrî deliller, öğretici ve detaylı bir dille sunulmuştur:


A. Gaybî İşaretlerin (Müteşabih Hadislerin) Yorumlanma Metodu

Bediüzzaman'ın bu dehşetli şahıslara ve hadiselere dair yorumları, sırr-ı teklif / imtihan sırrı ve Âdetullah / Allah’ın kâinattaki değişmez kanunları ile çelişmeyen bir metot izler.

  • Zahirî İfadelerin Reddi: Ahirzaman hadiseleri ile ilgili rivayetlerin zahirî/dışsal ifadeleri, akıldan çok uzak görünebilir; bu ifadeleri aynen kabul edenler zarar gördüğü gibi, sıhhatini inkâr edenler de Müslümanlara zarar vermektedir. Risale-i Nur, bu gibi ehadis-i müteşabihenin / yoruma açık hadislerin hakikî tevillerini Kur'an’ın feyziyle göstermiştir.
  • Hadislerin Küllî ve Muhtelif Manaları: Ahirzaman hadiseleri küllî/genel bir hakikatı işaret ettiğinden, bazen o küllî mananın bir ferdi, bazen da bir cüz'ü/parçası üzerinden işaretler gelmiştir.

B. Deccal ve Süfyan (İslâm ve Büyük Deccal)

Kaynaklarda, kıyamete yakın zamanda ortaya çıkacak iki büyük inkârcı ve yıkıcı figürden bahsedilmektedir: Büyük Deccal (Hristiyan dünyasında) ve İslâm Deccalı (Süfyan).

1. Süfyan’ın (İslâm Deccalı) Vazifesi ve İcfaati

Süfyan, İslâm âlemi içinden çıkacak olup, İslâmiyet'i içeriden tahrip etmeyi hedefler.

  • Vazifesi: Şeytanın iğvası/ayartması ve hükmü ile Şeriat-ı Muhammediye’nin (salla'llâhu aleyhi ve sellem) ebedî bir kısım Ahkâmını nefis ve şeytanın desiseleriyle kaldırmaya çalışır. Hayat-ı beşeriyenin maddî ve manevî rabıtalarını bozarak, anarşistliğe/kargaşaya meydan açar.
  • Destekçileri: İslâm Deccalı, Yahudi’nin İslâm ve Hristiyan aleyhinde şiddetli bir intikam besleyen gizli komitesinin yardımını alır. Ayrıca, masonların komitelerini aldatıp müzaheretlerini/yardımlarını kazanır.
  • Karizması ve İktidarı: Gayet muktedir, dâhî/deha sahibi ve faaliyetli/aktif olup, gösterişi sevmeyen, şahsî şan ve şerefe ehemmiyet vermeyen bir sadrazam ve gayet cesur ve iktidarlı bir serasker bulur, onları teshir eder/etkiler. Onların dâhiyane icraatlarını riyasızlıklarından/samimiyetsizliklerinden istifade ederek kendi şahsına isnat ettirir.
  • Manevî / Gaybî İşaretlerin Tevili (Yorumu): Said Nursî, hadislerde geçen bazı alametlerin, İslâm Deccalı’nın (M. Kemal’in şahs-ı manevîsi olarak tevili, önceki yazılarımızda bahsedildi) icraatlarına nasıl uyduğunu açıklar:
    • Alındaki Yazı ve Şapka: Ahirzaman’ın dehşetli şahsının alnında "haza Kâfirün" yazılı bulunması, sabah kalkıp şapka giymesini ve giydirmesini remzen/işaretle haber verir.
    • Eli Delik Olması: Deccal’ın bir su içeceği, elinin delineceği rivayeti, hadsiz israfata girmesi ve rakı gibi bir suya mübtela/bağımlı olması ile yorumlanır (darb-ı mesel/atasözü yoluyla, eli delik: çok israflı).
    • Ölümünün Duyurulması: Deccal ölünce ona hizmet eden şeytanın, İstanbul Dikilitaş'da o öldü diye bütün dünyaya bağıracağı hadisi, M. Kemal’in ölümünün radyo ile dünyaya duyurulmasına tam tevafuk eder.

2. Büyük Deccal (Hristiyan Deccalı)

Büyük Deccal’ın fitnesi Hristiyanlık âleminde olacaktır.

  • Vazifesi: Şeytanın iğvasıyla Şeriat-ı İseviye’nin Ahkâmını kaldırıp, Hristiyanların sosyal hayatını idare eden bağları bozarak, anarşistliğe ve Ye’cüc ve Me’cüc’e zemin hazırlar.
  • Özel Özellik: Büyük Deccal’ın ispirtizma nevinden (teshir edici) hipnotize edici hassaları bulunur. İslâm Deccalı’nın ise bir gözünde teshir edici manyetizma bulunur.
  • Kırk Gün Hadisesi (Cifrî Yorum): Rivayetlerde geçen, "Deccal’ın birinci günü bir senedir, ikinci günü bir ay, üçüncü günü bir hafta" şeklindeki uzun gün/sene hesabı iki teville açıklanır:
    • Kutb-u Şimalî: Bu, Büyük Deccal’ın kutb-u şimalî dairesinde zuhur edeceğine işarettir, zira kutb-u şimalî mevkiinde bütün sene, bir gece bir gündüzdür.
    • Ulaşım Hızı: Kırk günde gezmesini, şimendifer (tren) ve tayyare gibi modern ulaşım araçları halletmiştir.

3. Cifrî Tevafuklar ve Tarihi Benzerlikler

Hadislerde, Deccal’ın gelişi ve yıkıcı gücü, geçmişteki büyük felaketlerle ilişkilendirilmiştir.

  • Hulagu ve Cengiz: Hz. Peygamber’in (salla'llâhu aleyhi ve sellem) İhbar-ı Gaybî / gaybı haber vermesi ile Abbasi Hilafeti'nin yaklaşık 500 sene devam edeceğini ve sonunda Cengiz ve Hulagu namındaki bir Deccal eliyle (en zalim ve tahripçi) inkıraz bulacağını haber vermesi büyük bir mucizedir.
  • Hulagu ve Cengiz fitnesi, İslâm âleminde gördüğümüz en dehşetli felaketler olup, Said Nursî, bu fitnenin asrına dört defa mana-yı işarî ve makam-ı cifrî ile bakıldığını ve bu asrın, Abbasi Devleti’nin inkırazı zamanına benzediğini belirtir.

C. Mehdi-i Âhirzaman ve Tecdid / Yenileme Vazifesi

Bediüzzaman, Mehdi’nin şahsını, asıl vazifesi olan imanı kurtarma perspektifinden ele alır ve bu büyük görevin Kur'an'ın bir tefsiri olan Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsi tarafından yerine getirildiğini işaret eder.

1. Mehdi’nin Vazifeleri ve Risale-i Nur’un Konumu

  • Üç Vazife: Mehdi’nin çok vazifeleri vardır: siyaset, diyanet, saltanat ve cihad âlemlerinde icraatları olacaktır. Fakat bu üç vazifeden en önemlisi, imanı kurtarma vazifesidir.
  • Manen Mehdilik: Said Nursî, Mehdilik makamını şahsına almaktan kesinlikle kaçınır. O, kendisini Hz. Ali’nin (kerrma'llâhu vecheh radiyallâhu anh.) manevî bir evladı (veled-i manevî) olarak görse de, âhir zamanın o büyük şahsının Âl-i Beyt’ten olacağını ve kendisinin seyyid olup olmadığını bilmediğini ifade eder.
  • Tecdid ve Velâyet-i Kübra: Her asırda, Rahmet-i İlahiye ile manevî kuvveti destekleyecek bir nevi Mehdi (Müceddid/Yenileyici) Âl-i Beyt'ten çıkmış ve Şeriatı ihya etmiştir. Ancak büyük Mehdi unvanını almamışlardır, çünkü her biri üç vazifeden yalnızca birini yapmıştır.
  • Risale-i Nur’un Vazifesi: Risale-i Nur’un mesleği, doğrudan doğruya hakaik-i imaniyenin / iman hakikatlerinin kurtarılması olduğu için, bu manevî cihetteki hizmet, Mehdi’nin en ehemmiyetli vazifesidir ve Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsi tarafından tam olarak yerine getirilmektedir. Bu eser, yüze yakın Din Tılsımlarını / dinî sırları ve Hakaik-ı Kur'aniye Muammalarını / Kur'anî gerçeklerin gizemlerini çözerek, dinsizlerin galebe edemeyeceği bir iman kalesi inşa etmiştir.

2. Âl-i Beyt ve Siyasi Hâkimiyet

Hadislerde, Büyük Mehdi’ye bağlı olan Âl-i Beyt’in siyasi hâkimiyet sahibi olacağı belirtilse de, Risale-i Nur’un yaklaşımı şudur:

  • Siyasi Hâkimiyetten Kaçınma: Said Nursî, siyasî hâkimiyetin Âl-i Beyt’e yaramadığını ve asıl dinî vazifelerini unutturduğunu beyan eder. Bu, siyasetten tamamen tecerrüd/uzaklaşarak iman hizmetine odaklanan Mehdi’nin haslar cemaatına / özel grubuna (dar daire) işaret eder.

D. Hz. İsa’nın (A.S.) Nüzûlü (Yeryüzüne İnişi)

Kaynaklarda Hz. İsa’nın (A.S.) Deccal ile mücadelesi ve onun nüzûlü (inişi) kıyamet alametlerinin önemli bir parçasıdır.

1. Hz. İsa’nın Hayatı ve Vazifesi

  • Hayatta Olması: Hz. Hızır ve Hz. İlyas gibi, Hz. İsa da ikinci Tabaka-i Hayat’tadır ki, bu mertebede bir derece serbesttir. Yani bir vakitte pek çok yerde bulunabilir, bizim gibi beşeriyetin gereklilikleriyle daima kayıtlı değildir.
  • Görevi: Kıyamete yakın zamanda Deccal’ı öldürecektir.

2. İsa-Deccal Mücadelesinin Tevili

Hz. İsa ile Deccal arasındaki mücadeleye dair rivayetler de Said Nursî tarafından tevile muhtaç görülmüştür:

  • Heykelin Büyüklüğü: Rivayetlerde, Deccal’ın heykelinin Hz. İsa’dan on, hatta yirmi misli yüksek kametli olacağına dair ifadeler vardır. Said Nursî, bu zahirî/dışsal ifadenin Sırr-ı Teklife / imtihan sırrına ve nev’-i beşerde câri olan Âdetullah’a / insan türünde geçerli olan Allah'ın kanunlarına aykırı olduğunu belirtir.
  • Tevil: Bu, Deccal’ın maddiyata dayalı dehası ve küfrî/inkârcı cereyanının manevî bir heykelinin çok büyük olacağını; ancak Hz. İsa’nın manevî ve kudsi gücünün, bu dehşetli heykele karşı galip gelip onu yeneceğini simgeler.

E. Diğer Önemli Âhirzaman Alametleri

Gaybî işaretler sadece büyük şahısları değil, aynı zamanda manevî ve sosyal hayatın bozulmasını da kapsar:

1. Ye'cüc ve Me'cüc (Anarşistlik)

  • İhbar: Kıyamete yakın zamanda Ye’cüc ve Me’cüc taifeleri, anarşistlik gibi bir fikirle beşeriyet medeniyetini yerle bir edeceklerdir.
  • Tevil: Eskiden Mançur ve Moğol unvanıyla insan topluluklarını yerle bir eden bu taifelerin (Cengiz ve Hulagu gibi), tekrar ortaya çıkıp karışıklığa sebep olacakları, Rivayetlerde mevcuttur.

2. Kur'an’ın Göğüslerden Çıkması ve Unutkanlık

  • Hadis İhbarı: Ahir zamanda hafızların göğsünden Kur'an’ın nez’edileceği/ çıkarılacağı, unutulacağı rivayet edilmiştir.
  • Vukuat ve Tevili: Bu müthiş haberin tevili, ehl-i İslâmda nazar-ı haramın / harama bakışın ziyadeleşmesiyle, hevesat-ı nefsaniyenin heyecana gelip su-i istimalata/kötüye kullanıma yol açmasıdır. Bu israf, tıbben (kuvve-i hafızasına za'af) hafıza kuvvetine zaafiyet vererek, umumî bir unutkanlık hastalığını netice vermektedir. Bu durum, Hadis-i Şerif’in verdiği haberin ucunda görünmektedir.

3. İnsanların Başıboş Bırakılmaması

  • Gaybî Kanun: İnsanların ef'al/fiiller, âsâr/eserler ve hasenat/iyilikler ve seyyiatları/kötülükleri, Kemal-i dikkatle muhafaza edilir ve muhasebesi görülecektir. İnsan, Ebede meb’ustur / ebediyete gönderilmiştir.
  • Dabbe-tül Arz (Arz Hayvanı): Deccal ve Süfyan’ın fitneleriyle isyana, tuğyana/azgınlığa ve anarşistliğe giden insanların akıllarını başlarına getirmek hikmetiyle, arzdan bir hayvan (Dabbe-tül Arz) çıkıp musallat olacak, yeryüzünü alt üst edecektir.

Hz. İsa’nın (aleyhisellâm) Nüzûlü ve Şahsiyetinin Konumu

İslâm âleminin âhirzaman / son dönem hadiseleri hakkındaki en derin ve manevî tahlilleri içeren Risale-i Nur Külliyatı’nda, Hz. İsa’nın (aleyhisellâm) nüzûlü/yeryüzüne inişi, kıyamet alametlerinin vuku bulacağı zaman dilimleri ve bu olayların manevî arka planı detaylıca incelenmiştir.

Bediüzzaman Said Nursî, bu gaybî/manevî işaretleri yorumlarken, sırr-ı teklif / imtihan sırrının devam etmesi ve Âdetullah / Allah’ın kâinattaki kanunları ile çelişmeme prensibini esas alır. Bu nedenle hadislerdeki zahirî/dışsal ifadeleri, çağın idrakine uygun bir şekilde tevil/yorum etmiştir.

İşte kaynaklardan elde edilen, Hz. İsa’nın (A.S.) şahsiyeti, nüzûl alametleri ve kıyametin zamanına dair manevî/cifrî işaretler:


I. Hz. İsa’nın (A.S.) Nüzûlü ve Şahsiyetinin Konumu

Hz. İsa’nın nüzûlü, kıyamete yakın dönemde vuku bulacak en büyük alametlerden biri olarak kabul edilir. Said Nursî’nin eserlerinde bu hadisenin manevî yönü kuvvetle vurgulanmıştır.

1. Hz. İsa’nın Hayat Mertebesi

Kaynaklarda, Hz. İsa’nın (A.S.) hâlâ hayatta olduğu ve bu hayatın İkinci Tabaka-i Hayat’a / Hayatın İkinci Mertebesine ait olduğu belirtilir. Hz. Hızır ve Hz. İlyas gibi bu mertebedeki zatlar, bir derece serbesttirler ve bir vakitte pek çok yerde bulunabilirler; yani bizim gibi beşeriyetin gereklilikleriyle sürekli kayıtlı değillerdir (Önceki yazılarımızda bu husus teferruatlı olarak ele alınmıştı).

2. Şahs-ı Manevî Olup Olmama Durumu

Hz. İsa’nın nüzûlünün şahs-ı manevî / manevî kişilik şeklinde mi gerçekleşeceği hususu, doğrudan ifade edilmese de, Mehdi mesleği ile karşılaştırılarak bir fark ortaya konur.

  • Daha önceki konularımızda geçtiği üzere, Mehdi’nin en büyük ve en kıymetli vazifesi olan imanı kurtarma ciheti, Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsi tarafından yerine getirilmektedir. Said Nursî, Mehdi’nin siyasi ve içtimaî/sosyal vazifelerinin de olacağını, ancak en ehemmiyetli vazifenin bu iman hizmeti olduğunu belirtmiştir.
  • Buna mukabil, Hz. İsa’nın nüzûlünün temel vazifesi, Büyük Deccal’ı öldürmek ve Hristiyanlık âlemini hakikat dairesinde İslâmiyet ile ittihad etmeye hazırlamaktır. Hz. İsa’nın bu vazifesi, ilmî veya fikrî bir şahsiyetten ziyade, manevî ve kudsi bir gücün ve Din-i Hakikîsinden çıkan Nur-u Semavî güneşinin tecellisi olarak görülmektedir.
  • Bu hadisedeki tevillerde, Deccal’ın heykelinin Hz. İsa’dan (A.S.) on veya yirmi misli yüksek kametli olacağına dair rivayetin zahirinin, Sırr-ı Teklif ve Âdetullah’a uygun düşmediği belirtilmiştir. Bu durum, Deccal’ın temsil ettiği maddiyata dayalı küfrî cereyanın heykelinin büyük olacağını, buna karşı Hz. İsa’nın manevî ve kudsi gücünün ona galip geleceğini simgelemektedir.

Dolayısıyla, Hz. İsa’nın (aleyhisellâm) kendisinin manevî bir şahsiyet olmasından ziyade, bizzat şahsıyla ineceği ve manevî heykelinin (kudsi gücünün) Deccal’ın küfrî heykelini mağlup edeceği anlaşılmaktadır.

3. Nüzûle Dair Cifrî İşaretler

Hz. İsa’nın nüzûlüne dair Hadis-i Şerifler ve İmam-ı Ali’nin eserlerinde cifrî işaretler mevcuttur.

  • Celcelûtiye Tevafuku: İmam-ı Ali’nin Celcelûtiye Kasidesi’nde geçen bir beyitin “İsâ teazzamet” cümlesinin ebced/cifrî makamı, 1380 Hicrî senesine tam tamına tekabül eder. Bu tarih ise 1960 Miladî rakamına tam karşılık gelmektedir. Bu, âhirzamanın en büyük iman serdarlığını yapacak şahsiyetle (Mehdi) ve onun hizmetiyle alâkadar olan bu kutsi ismin, manevî bir ikram ve kudretle zuhur edeceğine işaret etmektedir.
  • 1361/1362 Tevafuku: Sûre-i Bakara’dan bir ayetin (وَمَن كَانَ مَيْتًا فَأَحْيَيْنَاهُ) cifrî ve riyazî/matematiksel değeri bin üç yüz altmış bir (1361) etmektedir. Bu tarih, Said Nursî’nin hayatındaki önemli hadiselere (Denizli hapsindeki zorlu süreç) işaret etmekle beraber, ayetin devamında geçen ve vece’alnâ lehu nûren yemşî bihi fîn-nâs ifadesi, iman hizmetine ve manevî dirilişe bir ışık tutmaktadır. Bu hadiseler, büyük Mehdi’nin ve Hz. İsa’nın nüzûlünün yakın olduğu dönemin öncü alametleri olarak değerlendirilebilir.

II. Kıyametin Vakti ve Said Nursî’nin İhbarları

Bediüzzaman Said Nursî, Kıyamet’in tam vaktini tayin etmekten kesinlikle kaçınmış; bunun Hikmet-i İlahiye’ye ve imtihan sırrına aykırı olduğunu izah etmiştir.

1. Kıyamet Vaktinin Gizlenme Hikmeti

  • Sırr-ı Teklif: Kıyamet gibi dehşetli manevî hadiselerin vaktinin taayyün etmemesi (vakıtlara kesinlik verilmemesi), Hikmet-i İlâhiyye’nin iktizasıdır. Zira eğer tayin edilseydi, herkes o vakte hazırlık yapacak ve Maslahat-ı İrşad-ı Umumî / Genel Rehberlik Maslahatı zayi olacaktı.
  • Yeis ve Gafletten Kurtarma: Her zaman ve her asır, kuvve-i maneviyenin / manevî gücün takviyesine medar/kaynak olacak ve yeisten/ümitsizlikten kurtaracak “Mehdi” manasına muhtaçtır. Eğer kesin vakit tayin edilseydi, o vakit gelene kadar insanlar gaflet içinde fenalara uyabilirlerdi.

2. Hadislerdeki Yakınlık İşareti

Hadis-i Şerif’te geçen "Ben ve Kıyamet bu iki parmak gibiyiz" ifadesi, Said Nursî tarafından tevilde/yorumlamada kullanılmıştır. Bu ifade:

  • Hz. Muhammed’den (salla'llâhu aleyhi ve sellem) sonra nüküvvet kürsüsünde (Peygamberlik makamında) araya tavassut/aracılık edecek başka bir Peygamberin olmadığına; dolayısıyla Kıyamet’in yakınlığına işaret eder.
  • Ancak bu, Kıyamet’in hemen kopacağı anlamına gelmez, bilakis son Peygamberin gelişiyle Âhirzamanın başladığına ve o dönemin olaylarının hızlanacağına dair genel ve küllî / genel bir işaret olarak kabul edilir.

3. Gelecek Zaman Dilimlerine Dair Cifrî İpuçları

Said Nursî, kendisine atfedilen cifrî hesapları Risale-i Nur'un makbuliyetini ve manevî fütuhatını/fetihlerini göstermek için kullanırken, hizmetin genişleyeceği ve büyük hadiselerin bekleneceği bazı zaman dilimlerini işaret etmiştir:

  • 1395 Hicrî Yılına Kadar Hizmetin Devamı: Sûre-i Âl-i İmrân’dan bir ayetin cifrî hesabı, Risale-i Nur’un hizmetinin Hicrî 1345’ten itibaren tam taazzuv/güçlenerek hizmete gireceğini ve bu hizmetin 1395’e kadar devam edeceğini göstermektedir. Bu, hizmetin en aktif döneminin sınırlarını belirleyen manevî bir zaman çizelgesidir.
  • 1380 ve 1430 Hicrî Tarihleri: Bir ayetin makam-ı cifrîsi sırasıyla 1380, 1381 ve 1430 tarihlerini göstermektedir. Bu, 1380’de başlayan hadiselerin (1960'lı yıllar) neticesinde önemli olayların vuku bulacağına ve bu olayların 1430’a kadar sürebileceğine dair bir işarettir.
  • 1400 Sonrası Genel Beklenti: Kur'an'daki bazı ayetlerin riyazî/matematiksel veçhesiyle ümmet-i Muhammed’i şiddetli alakadar eden büyük ve umumi felâketler devrine ve bu felaketlerin, ayetin nüzûlünden 1400 sene sonraki vakıalara işaret ettiği belirtilmiştir.
  • Geniş Vadede Nur Dairesinin Tezahürü: Said Nursî, Eski Said döneminde yaptığı "dar daireyi geniş tasavvur etme" hatasının tevilinde, Risale-i Nur'un ektiği tohumların sümbüllenmesiyle yüz sene sonra o geniş dairenin Nur dairesi olacağını, bunun yanlış tahminini sahih göstereceğini umduğunu belirtmiştir. Bu, hizmetin Kıyamet’e kadar sürecek olan uzun vadeli başarısına dair manevî bir teminattır.

Bu cifrî işaretler, doğrudan Kıyamet’in kopacağı günü veya yılı kesin olarak tayin etmezler; ancak büyük manevî mücadelelerin yoğunlaşacağı, iman hakikatlarının galip geleceği ve dünyanın manevî bir inkılâb-ı fikrî / fikrî devrim yaşayacağı kritik zaman dilimlerini göstermektedirler.

"Acele Bir Kıyamet Kopmazsa" Tabiri

"Acele bir kıyamet kopmazsa" tabiri, Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin, içinde bulunduğu dehşetli âhirzaman şartlarına karşı iman hizmetinin uzun vadede (gelecek nesilde) meyve vereceğini müjdelediği ve Nesl-i Âtî'ye (Gelecek Nesil) hitaben kaleme aldığı mektuplarda geçen kritik bir ifadenin manevî özetini temsil etmektedir.

Kaynaklarda bu ifade, genellikle Said Nursî’nin gençlik dönemindeki hizmetini ve manevî inzivasını açıklarken, gelecek asırlara yönelik ümidini belirttiği bir hitapta yer almaktadır:

Acele Kıyamet İfadesinin Kaynaklardaki Yeri ve Kapsamı

Bahsettiğiniz bu tabirin geçtiği metin, Üstadın Eski Said döneminden Yeni Said dönemine geçişini ve bu dönemin zorluklarını tasvir ederek, geleceğe yönelik kuvvetli bir ümit aşıladığı Nesl-i Âtî'ye (Gelecek Nesle) hitaben yazılmış mektup içinde yer almaktadır.

1. Kitaptaki Metnin Tam Konumu

Bu manevî hitap, Mufassal Tarihçe veya Tarihçe-i Hayat gibi eserlerde yer almakta olup, ilgili kaynak metinde geçen tam ifadesi ve bağlamı şöyledir:

"Sizler (gelecek nesil) Cennet-Âsâ bir baharda geleceksiniz. Ne yapayım, acele ettim, kışda geldim; sizler Cennet-Âsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen Nur tohumları, zemininizde çiçek açacakdır. Biz, Hizmetimizin ücreti olarak sizden şunu bekliyoruz ki; mazi kıt'asına geçmek için geldiğiniz vakit, mezarımıza uğrayınız..."

Bu parça, Said Nursî'nin, yaşadığı dönemin (zulmet ve istibdad dönemi) "kış" hükmünde olduğunu, ancak Risale-i Nur tohumlarının gelecekte "Cennet-Âsâ bir bahar" getireceğini vurguladığı, kendisinin ise bu baharı görmeden vefat edeceği anlamına gelen duygusal ve manevî bir hitaptır.

2. "Acele Kıyamet Kopmazsa" Tabirinin Açılımı

Bu cümledeki kış ve bahar teşbihleri, iman hizmetinin zorluk derecesi ve süresi açısından derin manalar taşır:

  • "Kışta Geldim (Acele Ettim)": Said Nursî'nin, siyasi ve içtimaî/sosyal hayatın en kritik ve zorlu döneminde, henüz meyve vermeye hazır olmayan bir zamanda (belki de beklenen büyük Mehdi'den önce) hizmete başlamasını ifade eder. Bu dönem, inkâr ve sefahetin/ahlaksızlığın küllî bir yıkıma (acele kıyamet) neden olma riskinin yüksek olduğu bir zamandır.
  • "Acele Bir Kıyamet Kopmazsa": Bu cümlenin örtük anlamı şudur: Eğer çağın dehşetli dinsizlik cereyanları ve anarşilik neticesinde, Allah, bu isyanın çirkinliğini göstermek için genel bir helak kararı almazsa (yani hemen bir kıyamet kopmazsa), Risale-i Nur'un ekilen tohumlarının meyve vermesi için zaman tanınmış olacaktır.

Bu ifade, hizmetin uzun soluklu olduğunu ve Sırr-ı İmtihan / imtihan sırrının devamı için kıyametin bir süre daha ertelendiğini, bu sürenin ise iman hakikatlerinin tahkiki yoluyla kurtarılmasına tahsis edildiğini gösteren kaderî bir şarttır. Kıyametin vaktinin gizlenmesi, zaten Hikmet-i İlâhiyyenin ve sırr-ı teklifin bir gereğidir.

3. Hizmetin Uzun Vadeli Vizyonu

Bu ifadenin devamındaki müjde, Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsinin / manevî kişiliğinin vazifesine dair bir ufuk çizer:

  • Gelecek neslin bu eserlerle imanını kurtaracağı ve Risale-i Nur'un fen ve felsefe ile iştigal edip şek ve şüphelere maruz kalanları aklî delillerle kurtaracağı bir dönem başlayacaktır.
  • Bu büyük vazife, yüz sene sonra o geniş dairenin Nur dairesi olacağı ümidiyle birleştirilmiştir. Said Nursî, Hizmet-i İmaniyenin (iman hizmetinin) Elli sene sonra gelen nesl-i âtiye gayet büyük bir hazine bırakacağını düşünerek çalışmıştır.

Dolayısıyla, "acele bir kıyamet kopmazsa" tabiri, Risale-i Nur’un zorlu bir mücadele (kış) sonrası mutlaka başarılı olacağına dair, gaybî bir kuvvet ve ümit aşılama amacını taşımaktadır.

"Acele bir kıyamet kopmazsa" / Eğer yakın ve hemen gerçekleşecek bir kıyamet vuku bulmazsa tabiri, Bediüzzaman Said Nursî’nin âhirzaman / son dönem hizmetinin temel dayanaklarından ve hizmetin kaderî koşulunu belirleyen en önemli manevî/gaybî ifadelerden biridir. Bu ifade, hizmetin uzun vadeli vizyonunu ve ehl-i imana karşı açılan küllî/genel manevî cihadın süresini belirler.

Bu tabir, sadece kıyametin zamanına dair bir tahmin değil, aynı zamanda Risale-i Nur’un vazifesinin ehemmiyetini ve bu vazifenin devam edebilmesi için ilahî takdir tarafından verilen zaman dilimini ifade eden şartlı bir hükümdür.

Aşağıda, bu tabirin Said Nursî’nin eserlerindeki kapsamı ve ardındaki manevî hikmetler, ilgili konularımızla ilişkilendirilerek ayrıntılı bir şekilde izah edilmiştir:


I. "Acele Kıyamet" Tabirinin Manası ve Kaderî Şartı

Said Nursî, küllî/genel hadiseler ve yıkımlar karşısında insanlığın manevî durumu ve bu durumun nihai âkıbeti arasında bir koşutluk kurar.

1. Manevî Yıkımın Kıyamet Riski

Said Nursî, insanlığın manevî ve sosyal hayatında hüküm süren küfr-ü mutlak / mutlak inkâr, anarşilik ve dalalet cereyanlarının, aslında Kâinatı titretecek derecede büyük bir isyan ve fesat olduğunu belirtir. Bu derecede büyük hatalar ve cinayetler, tabiatı dahi hiddete getirecek şümullü/kapsamlı bir isyan olduğu için, bu cinayetlerin fevkalâde çirkinliğini göstermek maksadıyla, koca bir unsura, "Onları terbiye et!" diye emir verilmesi (afetler ve zelzeleler) bir Adalet-i İlahiye tecellisidir.

Eğer bu tahribat ve anarşilik, genel bir felaketle sonuçlanırsa, bu, “acele bir kıyamet” (yani küllî bir helak ve son) anlamına gelecektir. Bu dehşetli yıkım, insanlığın sonunu hemen getirebilecek nitelikte görülmüştür.

2. Kıyametin Ertelenmesi (Te'hir) Hükmü

Bu tehlikenin varlığına rağmen, Risale-i Nur’un hizmetinin devam etmesi, o nihai helakin bir süre daha te'hir edildiği anlamına gelir. Said Nursî, hadiselerden aldığı dersle, Hizmet-i İmaniyenin (iman hizmetinin) devam edebilmesi için kışta (zorlukta) gelse bile, tohumların sümbül vereceği Cennet-âsâ bir baharın geleceğine dair manevî müjdeler vermiştir.

  • Bu erteleme (te'hir), Kur'anî hakikatların neşrine ve nesl-i âtinin (gelecek neslin) imdadına yetişmesine fırsat vermektedir. Said Nursî, bu uzun vadeli hizmete o kadar önem verir ki, yirmi sene süren zulüm ve baskı dönemindeki sabrın neticesi olarak Cenab-ı Hakk’ın Adnan Menderes hükümetini imdada göndermesini, bu te'hirin ve lütfun bir neticesi olarak görür (Önceki yazılarımızda bu husus teferruatlı olarak izah edilmişti).

3. Sırr-ı Teklif / İmtihan Sırrının Muhafazası

Kıyametin tam vaktinin gizlenmesi, imtihanın bir gereğidir. Said Nursî, manevî hadiselerin vaktinin kesin olarak tayin edilmemesini Hikmet-i İlâhiyye’nin iktizası olarak açıklar.

  • Eğer kıyametin tam vakti belirlenmiş olsaydı, insanlar o vakte kadar gaflete dalabilir veya o vakit geldiğinde mecburen iman edebilirdi. Bu ise sırr-ı teklif / imtihan sırrını ihlâl ederdi. "Acele bir kıyamet kopmazsa" şartı, bu sırrın muhafaza edildiği, dolayısıyla hizmetin ihtiyarî/seçime dayalı iman kurtarma esası üzerine kurulu olduğu anlamına gelir.

II. Risale-i Nur’un Vazifesi ve "Acele Kıyamet"e Karşı Sed Çekmek

Bu şart cümlesi, Risale-i Nur’un bu dönemdeki en büyük vazifesini de tanımlar: Anarşilik ve mutlak inkârın getireceği küllî helake karşı manevî bir sed / set çekmek.

1. Anarşiliğe ve Küfr-ü Mutlaka Karşı Sed

Said Nursî, elli-altmış senedir küfr-ü mutlaka karşı İmana hizmet etmek ve küfr-ü mutlakın neticesi olan anarşilikten milleti kurtarmak için çalıştığını belirtir. Bu hizmet, doğrudan emniyeti, asayişi ve hayat-ı içtimaiyeyi anarşilikten kurtarmağa çalışmakta ve hükûmetin hakikî vazifesinin temel taşlarını takviye etmektedir.

  • Manevî bir muhaverede kendisine yapılan ikazda: “Siz, bu şiddetli imtihana girmekle, manevî dehşetli bir anarşilikten bu memleketi kurtarmaya çalışıyorsunuz...” ifadesiyle, Risale-i Nur talebelerinin bu dönemdeki manevî mücadelesinin, büyük bir anarşik yangını önleme amacına hizmet ettiği belirtilmiştir.

2. Mehdiye Verilen Zaman Dilimi

"Acele bir kıyamet kopmazsa" ifadesinin ardından gelen uzun zaman dilimi, Mehdî-i Âhirzaman'ın temsil ettiği kudsî cemaatin (ki bu manevî vazifenin en ehemmiyetlisi Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsi tarafından yapılmaktadır) iman hizmetini bitirmesi için gerekli olan süredir.

  • İman ve Siyaset: Mehdi'nin siyaset ve hilafet gibi vazifelerinin vuku bulması, ancak iman hizmeti tamamlandıktan sonra mümkündür. Eğer kıyamet acele koparsa, bu küllî tecdid/yenileme fırsatı elden kaçacaktır.
  • Küfrî Cereyanın Mağlubiyeti: Said Nursî, eserlerinde bu mesleğin hadsiz muarızlara karşı sarsılmayacağını ve yüzbinler muhtacın imanlarını kuvvetlendireceğini; ehl-i dalaletin hilelerinin onu durdurmayacağını, bilakis dinsizlerin teslim-i silâh edeceğini müjdelemiştir. Bu zaferin gerçekleşmesi için zaman gereklidir.

III. Kıyametin Cifrî İşaretleri ve Muhtemel Vakitleri

Said Nursî, Kıyamet’in tam vaktini tayin etmeyi reddetse de, büyük manevî hadiselerin ve hizmetin genişleyeceği kritik zaman dilimlerini cifrî ve hadisî işaretlerle göstermiştir. Bu tarihler, "acele kıyamet kopmazsa" varsayımı altında hizmetin devam edeceği süreyi işaretler.

  • 1380 Hicrî İşareti: İmam-ı Ali'nin Celcelûtiye Kasidesi’nde geçen, Hz. İsa’nın (A.S.) nüzûlüyle ve Mehdi’nin hizmetiyle alâkadar olan cifrî işaretlerin 1380 Hicrî (1960 Miladî) senesine tevafuku, kritik bir dönemece ve hizmetin daha geniş bir sahaya yayılmasının beklentisine işaret eder.
  • Hizmetin Uzun Vadede Devamı: Said Nursî, Risale-i Nur’un ektiği tohumların yüz sene sonra o geniş dairenin Nur dairesi olacağını (yani siyasetten uzak iman hizmetinin yaygınlaşacağını) ümit ettiğini ifade ederek, hizmetin Said Nursî'nin vefatından sonra da uzun bir vadeye sahip olduğunu manen müjdelemiştir.
  • 1400 Sonrası Felaketler: Kur'an’daki bazı ayetlerin riyazî veçhesiyle ümmet-i Muhammed’i şiddetli alakadar eden büyük ve umumi felâketler devrine ve bu felaketlerin, ayetin nüzûlünden 1400 sene sonraki vakıalara işaret ettiği belirtilmiştir. Bu da Kıyamet’ten önce manevî uyanış için bir süre olduğunu gösterir.

Bu kapsamda, "acele bir kıyamet kopmazsa" şartı, Said Nursî'nin, Kur'an’ın feyziyle bu asra ve geleceğe yönelik olarak iman hakikatlarının dersini verecek Kur’anî bir tefsirin (Risale-i Nur) ortaya çıkması ve bu hizmetin tahrip edici cereyanlara karşı kesin zafer kazanması için ilahî takdirin tanıdığı esneklik ve zaman anlamına gelmektedir.

Âlem-İ İslâm'ın İstikbaline/Geleceğine Dair Derin Manevî Müjdeler

Sizin bu son derece önemli ve umut verici sorunuz, Bediüzzaman Said Nursî'nin eserlerinde Âlem-i İslâm'ın istikbaline/geleceğine dair derin manevî müjdeler ve gaybî/manevî işaretler (işarat-ı gaybiye) ile kapsamlı bir şekilde cevaplanmıştır. Said Nursî, mevcut zorlu koşulları (kış) kabul etmekle birlikte, İslâmiyet'in yakın gelecekte Altın Çağ (veya parlak bir bahar) yaşayacağını kuvvetli delillerle ve cifrî/sayısal ipuçlarıyla müjdelemiştir.

İşte bu müjdelerin kapsamlı açıklaması:


I. Manevî Müjde ve İstikbal-i İslâm

Said Nursî, İslâmiyet’in manevî hâkimiyetinin, dünyanın maddî ve manevî buhranlarından sonra kaçınılmaz bir gerçek olarak zuhur edeceğini vurgular.

1. Asya'nın ve İslâmiyet'in Parlak İstikbali

Kaynaklar, İslâmiyet’in gelecekteki küresel rolünü ve parlaklığını net bir dille ifade eder:

  • Asya'nın ve İslâm’ın İstikbali: "İslâm'ın ve Asya'nın istikbali, uzaktan gayet parlak görünüyor." Bu parlak istikbalin sebebi, Asya'nın hâkim-i evvel ve âhiri / ilk ve son hâkimi olan İslâmiyet’in galebesi / zaferi için dört-beş mukavemet-sûz / karşı konulmaz kuvvetin ittifak ve ittihad etmesidir.
  • Kuvvetli Temeller: Eğer yeryüzünün yüzüne çakılmış mismarlar/çiviler hükmündeki İslâmî şeâir / semboller, dinî minarat / minareler ve İlahî maabid / ibadethaneler söndürülmezse, İslâmiyet’in parlayacağını ân-be-ân / her an görülmektedir.
  • Yegâne Necat Melcei / Kurtuluş Sığınağı: Beşeriyetin, komünizm ejderinin veya dinsizlik ifritinin/şeytanının korkunç manzarası karşısında aklını başına alacağı ve pek yakın bir istikbalde tek ve Keremkâr Allah'ın cenah-ı âtıfetine / merhamet kanadına sığınmakta gecikmeyeceği ve İslâmiyet'in ferahnâk / ferah veren sulh ve sükûn vaat eden davetine icabeti yegâne melce-i necat / kurtuluş sığınağı bulacağı müjdelenmiştir.

2. Bahar Müjdesi ve Nesl-i Âtî (Gelecek Nesil)

Said Nursî, yaşadığı zulüm ve baskı dönemini bir "kış" olarak nitelendirirken, Risale-i Nur’un hizmetiyle birlikte gelecek neslin bir "bahar" dönemine gireceğini gaybî bir şekilde haber vermiştir (Önceki yazılarımızda "Acele bir kıyamet kopmazsa" bağlamında bu husus işlenmişti).

  • Nesl-i Âtî’ye Hitap: "Sizler Cennet-Âsâ bir baharda geleceksiniz. Ne yapayım, acele ettim, kışda geldim; sizler Cennet-Âsâ bir baharda geleceksiniz." Bu, ekilen Nur tohumlarının gelecek neslin zemininde çiçek açacağını ifade eden ve hizmetin uzun vadeli zaferine işaret eden en kuvvetli manevî müjdelerdendir.
  • Zulmetin Kalkması: Risale-i Nur, hava-i zulmette işrak eden Şems-i Tâbândır / karanlık havada parlayan parlak güneştir. Bu hizmetin neticesinde, dinsizliğin istibdad zincirleri parçalanmış, belini kırmış ve temel taşları dârumâr edilmiştir.

II. Hz. İsa’nın Nüzûlü ve İslâmiyet’e Teslimiyet

Altın Çağ'ın gelmesine dair en büyük manevî işaretlerden biri, Hz. İsa’nın (A.S.) nüzûlü/inişi ile Hristiyanlığın tasaffi ederek/saflaşarak İslâmiyet’e yaklaşmasıdır.

1. Nasraniyet'in İslâm’a Teslim Olması

Said Nursî, Hristiyanlık / Nasraniyet’in akıbetini açıklarken, Altın Çağ’ın gelmesine yönelik önemli bir adımı işaret eder:

  • Nasraniyet İslâmiyete Teslim Olacak: Nasraniyet’in ya intifa / sönme ya da ıstıfa / saflaşma bulacağını; İslâm'a karşı teslim olup terk-i silâh / silah bırakacağını ifade eder.
  • Tevhide Yakınlaşma: Hristiyanlığın bir kısmının mutlak dalâlete düştüğü, lakin bir kısmının Tevhid'e/Tek Allah inancına yakınlaştığı ve onda felâh / kurtuluş göreceği belirtilmiştir.
  • İttihad-ı İslâm / İslâm Birliği: Fahr-i Rusül'ün (salla'llâhu aleyhi ve sellem) hadisine atıfla: "İsa, Şer'im ile amel edip Ümmetimden olacak" demesi, Hz. İsa’nın nüzûlünün, İslâmiyet’in manevî bir zaferi ve Hristiyanlık âleminin tasdik ve ittihadı / birleşmesi ile gerçekleşeceğini gösterir.

Bu manevî birleşme, Risale-i Nur'un tahkikî iman / araştırmaya dayalı iman hizmetiyle dinsizlik cereyanına karşı sağladığı kuvvetli seddin / setin bir neticesi olarak görülür.

III. Cifrî İşaretler ve Parlak Dönemin Başlangıcı

Said Nursî, Kıyamet’in vaktini değil, ancak büyük hadiselerin başlayacağı ve hizmetin zirveye ulaşacağı zaman dilimlerini manevî keşifler ve cifrî tevafuklar/uyumlar ile işaret etmiştir. Bu kritik zamanlar, Altın Çağ'ın öncüleri olarak kabul edilir.

1. Uzun Vadedeki Manevî Etki

  • Yüz Senelik Bahar Vizyonu: Üstad, (önceki yazılarımızda geçtiği üzere) "acele bir kıyamet kopmazsa" manasındaki hitabında, ekilen Nur tohumlarının yüz sene sonra o geniş dairenin Nur dairesi olacağını ve bunun yanlış tahminini sahih göstereceğini umduğunu belirtmiştir. Bu durum, manevî fethin uzun ve kalıcı olacağına dair bir işarettir.
  • Âyetlerin İşaretleri: Kıyamete yakın gelecek ayet-i meşhurelerin, müttefikan / ittifakla onüçüncü asrın âhirine ve ondördüncü asrın evveline cifrîce baktıklarını ve bu zamanın dalalet fitnesinden gelen şüpheleri giderecek Kur'anî bir Bürhanı / delili (Risale-i Nur’u) müjdelediğini belirtir. Bu, İslâmiyet’in manen güçlenmeye başladığı 20. ve 21. yüzyılların başlarına işaret eden kuvvetli bir gaybî delildir.

2. Âlem-i İslâm’a Karşı Borç ve Muhabbetin İhyası

Risale-i Nur'un bir diğer vazifesi, Âlem-i İslâmın / İslâm dünyasının Türkiye’ye karşı olan itiraz ve ithamını gidermek ve eski Muhabbet ve Uhuvvetini / Sevgi ve Kardeşliğini iade etmektir. Bu manevî yeniden birleşme, Altın Çağ'ın siyasi ve sosyal zeminini hazırlayacaktır:

  • Siyasi Vatanperverlik: Said Nursî, vatanperver siyasilerin çabuk aklını başına alıp Risale-i Nur'u tab’ ederek, resmî neşretmeleri lâzım olduğunu, zira Nurların şimalden gelen dehşetli dinsizlik cereyanına karşı sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kur'anî vazifesi göreceğini ifade ederek, İslâm dünyasıyla birleşmenin ancak iman hakikatlarını neşretmekle mümkün olacağını siyaset sahnesine işaret etmiştir.

Bu müjdeler, Risale-i Nur’un imanî hizmetinin sonucunda, İslâmiyet’in hem fikrî hem de sosyal alanda mutlak galibiyetini ve Altın Çağı'nı yaşayacağına dair kuvvetli inancı ve manevî delilleri ortaya koymaktadır.

Hristiyanlık (Nasraniyet) İle İslâmiyet’in Gelecekteki Zorunlu İttihadı

 

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin eserlerinde, özellikle de âhirzaman / son dönem koşullarına dair yaptığı gaybî işaretler ve manevî tahliller, Hristiyanlık (Nasraniyet) ile İslâmiyet’in gelecekteki zorunlu ittihadı / birliği ve bu birleşmenin Altın Çağ’ı / parlak dönemi nasıl hazırlayacağına dair derinlemesine açıklamalar içermektedir.

Bu ittifak, basit bir siyasî anlaşma değil, aksine küfr-ü mutlak / mutlak inkâr ve anarşiliğin getirdiği dehşetli tehlikeye karşı, Kur'an ve İncil'in hakikî esaslarının birleşmesiyle doğacak semavî / göksel bir kuvvet olarak ele alınmıştır.

Aşağıda, kaynaklarınızdan hareketle, Hristiyanlar ve Müslümanlar arasındaki bu manevî ittifaka dair Said Nursî’nin temel yorumları ve bu yorumları destekleyen cifrî / ebcedî işaretler detaylıca sunulmuştur.


I. Manevî Mecburiyet: İttifakın Zarurî Sebepleri

Said Nursî, çağımızın şartları karşısında ehl-i imanın, hatta hakikî dindarların küresel ölçekte işbirliği yapmasının, ilahî bir gereklilik ve zaruret / zorunluluk olduğunu ifade eder.

1. Ortak Düşmana Karşı Mücadele

İslâmiyet ile Hristiyanlığın gerçek / hakikî dindarları, asıl düşmanın nefsanî ihtilaflar değil, mütecaviz dinsizlik cereyanları olduğunu idrak etmelidir.

  • Dehşetli Cereyanlar: Büyük Deccal’ın ve İslâm Deccalı (Süfyan)’ın sebep olduğu küfr-ü mutlak, anarşistlik ve komünistlik gibi tehlikeler, medeniyetin temelini ve insanlığın sosyal / içtimaî hayatını tehdit etmektedir.
  • Küresel Tehdit: Said Nursî, özellikle şimalden / kuzeyden (Rusya) gelen dinsizlik cereyanının, İslâm ve İsevî dininin hücumuna karşı kendini müdafaa etmek fikriyle, İslâm ve misyonerlerin ittifaklarını bozmaya çalışacağını ihbar eder. Bu tehdit o kadar büyüktür ki, Amerika ve Avrupa devletleri dahi Kur'an'a ve İttihad-ı İslâm’a / İslâm Birliği’ne taraftar olmaya mecbur kalmışlardır.
  • Adaveti / Düşmanlığı Bırakma: Said Nursî, sadece Müslümanlarla değil, dindar Hristiyanlarla dahi dost olup, adaveti bırakmaya çalıştığını açıkça beyan eder. Zira komünizmin altındaki anarşistlik tahriplerinin lisan-ı hal ile (hâl diliyle) "Ey insanlar adaveti bırakınız, Kur'an Dersini dinleyip birleşiniz; yoksa sizi mahvedeceğiz" dediğini belirtir.

2. İhtilaf Noktalarının Muhafaza Edilmesi

Bu ittifakın gerçekleşebilmesi için ehl-i diyanet / din ehli, medar-ı ihtilaf / anlaşmazlık noktalarını (mesela teslis / üçleme inancı gibi) muvakkaten / geçici olarak medar-ı münakaşa / tartışma konusu yapmayarak, müşterek düşmana karşı ittifaka ihtiyaç olduğunu vurgular. Hatta Allah'ı tanıyan ve âhireti tasdik eden Hristiyan bile olsa, onlarla niza / çekişme noktalarını münakaşa etmemek, hem bu acip zamanın hem de Risale-i Nur mesleğinin kudsî / kutsal hizmetinin gereğidir.

II. Hz. İsa’nın Nüzûlü / Yeryüzüne İnişi ve Dinin Tasaffisi / Saflaşması

İslâmiyet’in Altın Çağ'ı olan istikbal / gelecekteki zaferi, Hz. İsa’nın (A.S.) nüzûlü ve Hristiyanlık âleminin hakikî din / gerçek din ile ittihad etmesi hadisesiyle yakından ilişkilidir.

1. Nüzûlün Temel Hikmeti

Hz. İsa’nın (A.S.) semavî / göksel nüzûlünün en birinci sebebi ve hikmeti, Hristiyanlık dininin İslâmiyet'e iltihakını / katılımını ve ona maddeten kuvvet sağlamak olduğunu Said Nursî manevî keşiflerle anlamış ve hadisleri bu istikamette tefsir etmiştir.

  • Tasaffi ve Teslimiyet: Hristiyanlığın, ya intifa / sönme ya da ıstıfa / saflaşma bulacağını; İslâm'a karşı teslim olup terk-i silâh / silah bırakacağını ifade eder. Hakikî dindar Ruhanîler (din adamları), Risale-i Nur'u görse ve onun İsa (A.S.)’nın vasiyetleri / öğütleri nevinden olduğunu idrak etseler, kabul edip sarılacaklardır.
  • Nüzûlün Neticesi: Hz. İsa’nın nüzûlü, Âlem-i İslâm’ın tam intibahıyla / uyanmasıyla ve Yeni Dünya’nın Hristiyanlığın Hakikî Dinini düstur-u hareket ittihaz etmesiyle ve İncil’in Kur’an’a ittihad edip tâbi olmasıyla gerçekleşecek ve Deccalâne / Deccalvari vahşete karşı semavî bir muavenet / yardım ile dayanıp galebe edecektir.

2. Tevhid ve Nübüvvetin Kabulü

Said Nursî, Hristiyanların Tevhid / Tek Allah inancına yakınlaşmasını ve İslâmiyet’in esaslarını kabul etmesini manevî bir görev olarak görmüştür.

  • Hz. İsa’nın (aleyhisellâm), Şer'im ile amel edip Ümmetimden olacağı hadisine atıfla, hakiki dindar Hristiyanların tevhid ve nübüvveti kabul etmeleri gerektiğini belirtir. Hatta Üstad, Fener’deki Patriğe giderek, Hazret-i Muhammed'i (salla'llâhu aleyhi ve sellem) peygamber ve Kur'an-ı Kerimi de Kitabullah olarak kabul ederseniz, ehl-i necat olacaksınız tebliğini yapmıştır.
  • Gerçek Hristiyanlık, Allah’ın birliğine en kuvvetli delildir (Tevhid) ve feylesofane / felsefî bir dimağa / beyne sahip olan bir muvahhid / tevhid inancına sahip kişi, İslâmiyet'in nokta-i nazarını kabul etmekte tereddüt etmeyecektir.

III. Cifrî İşaretlerle Manevî Uyanışın Tarihsel İpuçları

İslâmiyet ile Hristiyanlığın manevî ittifakının başlayacağı ve Hz. İsa’nın (A.S.) ruhani tesiratının / etkisinin görüleceği zaman dilimleri, cifrî hesaplarla desteklenmiştir. Bu tarihler, küfr-ü mutlakın en güçlü olduğu dönemin ardından gelen Altın Çağ'ın mukaddemesi / başlangıcıdır.

1. Celcelûtiye’den Gelen İşaretler

Hz. İsa'nın nüzûlünün manevî tesirlerinin görüleceği zaman, İmam-ı Ali (R.A.)’nin Celcelûtiye Kasidesi'ndeki bir cümleden cifrî olarak çıkarılmıştır:

  • Cümle: Celcelûtiye Kasidesi’nde yer alan “İsâ teazzamet” cümlesinin makam-ı cifrîsi / ebced değeri, Hicrî 1380 senesine tamı tamına tekabül etmektedir.
  • Anlamı: Hicrî 1380, Miladî 1960 yılına karşılık gelmektedir. Bu tarih, Said Nursî'nin manevî tahlillerine göre: "Hristiyanlık âleminin batıl akidelerden / inançlardan kurtularak din-i tevhid / birlik dinine (İslâmiyet’e) yönelmeye ruh-u İsevîyet’in / İsevî ruhun (yani hakiki nübüvvet-i İseviye’nin) tesirini göstermeye ve yukarıdaki hadîs-i şerifde haber verilen hakikatlerin zuhura gelmeye başladığı tarih olsa gerek". Bu, İslâm’ın Altın Çağ'ına giden yolda Hristiyanlık âleminde başlayacak olan köklü bir manevî uyanışa (intibah) işaret eder.

2. Ayet-i Kerime İşaretleri

Kur'an-ı Kerim'deki bazı ayetlerin manası da, müminlerin kurtarılması hizmetinin zamanına işaret ederken, bu küresel ittifakın zeminini hazırlar:

  • Tarihî Dönüm Noktası: “Mü’minleri kurtarmak bize vacip oldu” mânâsına gelen ayet-i kerimenin bir fıkrasının cifrî değeri 1362 Hicrî tarihine parmak basmak suretiyle, İslâm düşmanları tarafından zulmen hapsedilen bir zümre-i ehl-i imanın (Nur talebelerinin) kurtulmalarına işaret ettiği gibi, Kur'an hizmetinin fiilen başladığı dönemi müjdelemiştir.

Bu manevî ve cifrî deliller, İslâmiyet'in Altın Çağ’ının, yeryüzünün en büyük dinî camiası olan Hristiyanlık âleminin hakikati kabul etmesiyle başlayacak küresel bir ittifak ve manevî uyanışla geleceğine dair kuvvetli bir istinad noktası / dayanak noktası sunmaktadır.

Risale-İ Nur’un Şahs-I Manevîsi Ve Talebelerine Verilen Müjdeler

Risale-i Nur Külliyatı’nda ve müellifi Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin mektuplarında, eserin kendisi ve ona sadakatle bağlı olan talebeleri (Nur Şakirdleri) için bildirilen manevî/gaybî müjdeler (beşaretler), yirmi seneyi aşkın süren şiddetli baskı ve zulüm döneminde ehl-i imana en büyük teselli ve ümidi veren temel hakikatlardır.

Bu müjdeler, Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsinin / manevî kişiliğinin Kur'an’dan aldığı kuvvetle, kâinat çapındaki iman hizmetinde galip geleceğini ve bu asrın manevî hastalıklarını tedavi edeceğini kesin bir dille ortaya koymaktadır.

Aşağıda, bu müjdeler dört ana başlık altında, en ince detaylarına kadar izah edilmiştir:

I. Manevî Makam ve Ehl-i İman İçin Necat / Kurtuluş Müjdeleri

Risale-i Nur’un talebelerine verilen en büyük müjde, onların manevî âkıbetleri ve İslâm’ın Altın Çağı'na giden yolda üstlendikleri ehemmiyetli / önemli vazifedir.

1. İmanla Kabre Girme Garantisi

Nur Talebeleri için en büyük beşaret, Kur'an’ın gaybî işaretleri ve manevî büyüklerin kerametleri yoluyla gelmiştir. Birinci Şua'da iki-üç ayetin işaretinde, Risale-i Nur’un sadık talebelerinin imanla kabre gireceklerine ve ehl-i cennet olacaklarına dair kutsî bir müjde ve kuvvetli bir beşaret bulunduğu gösterilmiştir. Bu büyük meselenin tam kuvvetli bir delil istediği ifade edilir ve Üstad’ın kalbine gelen iki emare ile bu müjde teyid edilmiştir.

2. Manevî Kazançta Şirket / Ortaklık

Risale-i Nur’a intisab / katılma eden bir kişinin en ehemmiyetli vazifesinin onu yazmak veya yazdırmak olduğu belirtilir. Onu yazan veya yazdıran, "Risale-i Nur Talebesi" unvanını alır ve o unvan altında, her yirmi dört saatte Said Nursî'nin lisanıyla belki yüz defa, bazen daha ziyade hayırlı dualarına ve manevî kazançlarına hissedar olur.

  • Bu şirket-i maneviye / manevî ortaklık düsturuyla, her bir şakirdin / talebenin her günde binlerce hâlis lisanlar ile edilen makbul dualara ve manevî kazançlara hissedar olacağı müjdelenir.

3. Tahkikî İman / Araştırılmış İmanın En Kısa Yolu

Risale-i Nur, bu asrın dalalet/sapıklık cereyanlarına karşı imanı kurtarmanın en kısa, en kolay ve en sağlam yoludur.

  • Çok tecrübelerle anlaşılmıştır ki, imanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkikî / araştırmaya dayalı yapmanın en kısa ve en kolay yolu Risale-i Nur’dadır. Hatta on beş sene yerine on beş haftada Risale-i Nur o yolu kestirir ve İman-ı Tahkikiye / araştırmaya dayalı imana ulaştırır.
  • İman hakikatlarının, İlmelyakîn, Aynelyakîn ve Hakkalyakîn derecelerinde inkişaf ettirilmesi.
  • Ehl-i ilim ve felsefenin (İbn-i Sina gibi dâhilerin) aczini / yetersizliğini itiraf ettiği hakaiki / hakikatları Risale-i Nur’un avamlara / sıradan insanlara ve çocuklara dahi bildiriyor olması, eserin fevkaladeliğine bir işarettir.

II. Fütuhat / Fetihler ve İstikbal / Gelecek Müjdeleri

Said Nursî, Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsinin, gelecek nesilleri kurtaracak ve İslâm âleminin uyanışını sağlayacak manevî bir fetihler dönemi açacağını müjdelemiştir.

1. Risale-i Nur’un Global İntişarı / Yayılması

Risale-i Nur’un görevi, sadece bu vatan ve millet için değil, Âlem-i İslâm ve bütün beşeriyetin ihtiyacına cevap verecek bir külliyat olarak te'lif / yazılmış olmasıdır.

  • Altın Çağ'ın İşaretleri: Said Nursî, Asya’nın ve İslâm’ın istikbalinin uzaktan gayet parlak göründüğünü ve Risale-i Nur'un fen ve felsefeden gelen dalalet ve şüpheleri kökünden keseceğini belirtir.
  • Küresel Neşriyat Vizyonu: Acele bir kıyamet kopmazsa (önceki yazılarımızda genişçe izah edildiği üzere) bu parlak devrin geleceğine dair Üstad, gelecekte Risale-i Nur Külliyatı’nın altınla yazılacağını, radyo diliyle muhtelif lisanlarda okunacağını ve zemin yüzünü geniş bir Dershane-i Nuriyye’ye çevireceğini müjdelemiştir.
  • Nesl-i Âtî’ye / Gelecek Nesle Bırakılan Miras: Risale-i Nur’un ve talebelerinin, elli sene sonra gelen nesl-i âtiye / gelecek nesle gayet büyük bir hizmet ve hazine bırakmaya çalıştıkları ve onları büyük bir vartadan / felaketten kurtarmaya çalıştıkları ifade edilir.

2. Cifrî İşaretlerle Zamanın Tayini (Tekrar Hatırlatma)

Daha önceki yazılarımızda cifr / ebced hesabıyla Risale-i Nur’a işaret eden birçok ayet ve keramet bulunduğunu görmüştük. Bu işaretler, hizmetin ne zaman zirveye ulaşacağına dair bir müjde taşır:

  • Hicrî 1380 İşareti: Sûre-i Nur’dan bir ayetin (Sirâc-ı Münir) cifrî hesabıyla bin üç yüz seksen (1380) ederek, Risale-i Nur’un o tarihte (Miladî 1960) Küre-i Arz’ı ışıklandıracak bir Sîrac-ı Nuranî / Nurlu bir Lamba olacağına bir remz-i Kur’anî olduğu belirtilmiştir.
  • Hicrî 1347 İşareti: Bir ayetin cifrî makamının bin üç yüz kırk yedi (1347) ederek Risale-i Nur’un intişarının fevkalade parlaması tarihine tam tamına tevafukla baktığı bildirilmiştir.

III. İnayet-i İlahiye / İlahi Yardım ve Keramet Müjdeleri

Risale-i Nur ve talebeleri, maruz kaldıkları zulümlere karşı mağlup olmamış, aksine ilahî yardımla zafer kazanmıştır.

1. Adliye ve Hükümet Karşısında Mağlup Olmama

Risale-i Nur, bütün tehacümata / saldırılara karşı mağlup olmadı ve en muannid / inatçı düşmanlarına da, serbestiyetini / serbestliğini resmen teslim ettirdi.

  • Beraat Kararları: Yirmi beş adet mahkeme, yüz binler nüshalarda medar-ı mesuliyet / sorumluluk gerektirecek bir şey bulamadıklarını, hatta yirmi dört mahkemenin "Risale-i Nur'da suç bulamıyoruz" dedikleri kaynaklarda vurgulanmıştır.
  • Düşmanların Dost Olması: Düşmanların Risale-i Nur’un intişarı / yayılmasına mani / engel olmaya çalışmalarının, başka bir tarzda ve daha faideli intişarına vesile olduğu ve hatta bir zaman onların resmen Neşrine mecbur olacakları müjdesi verilmiştir.
  • Belanın Def'ine Vesile Olmak: Risale-i Nur’a ve şakirtlerine taarruzun / saldırının aynı zamanına denk gelen zelzele, yangın ve diğer umumî belaların vuku bulması, Risale-i Nur’un belanın def'ine sadaka gibi vesile olduğuna dair kuvvetli bir işarettir.

2. Maişette / Geçimde Bereket ve İktisat

Nur Talebeleri, ihlâs prensibi gereği dünyevî menfaat peşinde koşmamalarına rağmen, maişet hususunda ilahî bir bereket ile müjdelenmişlerdir.

  • Bereketin Zahir Olması: Risale-i Nur’a çalışanlara pek zahir / açık bir surette hüsn-ü maişet / güzel geçim ve inayet / yardım geldiği; aksine aleyhinde çalışanlara ise şiddetli tokatlar geldiği müjdelenir.
  • Nafaka Temini: Risale-i Nur’un satılan nüshalarının beşte birinin telif hakkı olarak toplanan sermayenin, hayatını Risale-i Nur hizmetine vakfeden ve nafakasına çalışmaya zaman bulamayan fedakâr talebelerin tayinatına / maaşına kâfi geldiği ve bu durumun acib bir bereketle devam ettiği belirtilmiştir. Üstad, kendisinin bu sermayede hiçbir hakkı olmadığını beyan ederek, bu bereketin doğrudan hizmetin makbuliyetine dair bir emare olduğunu ifade etmiştir.

IV. Ehl-i Tarikata Karşı Mağlup Olmayan Meslek Müjdesi

Daha önceki yazılarımızda bahsedildiği üzere, Said Nursî, Risale-i Nur’un mesleğini tarikatlarla kıyas edilemeyecek tahkikî bir iman yolu olarak konumlandırmıştır. Bu yoldaki üstünlüğün ve galibiyetin müjdesi verilmiştir.

1. Risale-i Nur'un Üstünlüğü ve Galibiyeti

Risale-i Nur’un mesleği, diğer tarikatlar gibi mağlub olmayarak belki galebe ederek pek çok muannid / inatçıyı imana getirecektir.

  • Said Nursî, bir şeyhin Risale-i Nur’un elli altmış şakirdi içinde cazibedar / çekici sohbetler ettiği halde, sadece bir tek şakirdi muvakkaten / geçici olarak kendine çekebildiğini; mütebaki / geri kalanların Nurlara sadakatle devam ettiğini kaydetmiştir. Bu hadise, Risale-i Nur’un verdiği zevk ve şevkin, tarikatların verdiği manevî zevk ve şevkten çok daha kuvvetli olduğunu göstermiştir.
  • Risale-i Nur, küfrün / inkârın ve dalaletin / sapıklığın sihirlerini iptal eden Asâ-yı Mûsa namını alan bir eser gibi, manevî karanlıkları dağıtacağını müjdelemektedir.

2. Gençlik ve Mekteplilerin İntibahı / Uyanışı

Risale-i Nur’un Altın Çağı’na giden yolda en önemli başarısı, gençlik ve mektepli / üniversite talebeleri arasında uyanışa sebep olmasıdır.

  • Hükûmetin dahi alâkasını celbedecek şekilde, Risale-i Nur’un Gençlik Rehberi ile mektep talebelerinin nazarlarını dine çevirdiği ihbar edilmiştir.
  • Risale-i Nur, mekteplerdeki çocukları okumaya şevkle sevk eden eğlencelere galebe edecek bir lezzet, bir sürur / sevinç, bir şevk vererek, Nurların kökleşmeye başladığını ve Ensal-i Âtiye’de / Gelecek Nesillerde devam edeceğini göstermiştir.

Hizmetin Önceliği: İmanı Kurtarma ve Küfr-ü Mutlakla Mücadele

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin külliyatında (Risale-i Nur), geleneksel tasavvuf ve ahlak kitaplarında sıkça işlenen şeytan ve vesvese konularına kıyasla daha az yer verilmesi, eserin bu asrın dehşetli manevî hastalıklarına karşı odaklandığı öncelikli meselelerden kaynaklanmaktadır. Risale-i Nur, kendisini, iman hakikatlarını inkâr ve mutlak dalalet / sapıklık cereyanlarına karşı en büyük mukabele/cevap olarak konumlandırdığı için, dikkatini daha ziyade bu asrın en büyük tehlikesi olan küfr-ü mutlak ve nefis/enaniyet gibi iç düşmanlara yönlendirmiştir.

Bu durumun temel nedenleri ve kaynaklarda yer alan manevî izahatları aşağıda kapsamlı bir şekilde açıklanmıştır:

I. Hizmetin Önceliği: İmanı Kurtarma ve Küfr-ü Mutlakla Mücadele

Risale-i Nur’un te'lif / yazılma amacı ve temel vazifesi, şeytanın cüz'î/kısmî vesveseleriyle mücadeleden öte, bu asrın küllî/genel ve yıkıcı tehlikelerine karşı Kur'an’ın hakikatlarını ispat etmektir.

1. İmanın Temelini Muhafaza Etme Zarureti

Risale-i Nur’un en büyük tahşidatları / toplu delilleri, sadece cüz'î bir tahribatı veya bir küçük haneyi (kalbi) tamir etmek için değildir. Aksine, eser, doğrudan doğruya her şeyden evvel iman hakikatlarını ders vermek ve biçare zayıfların ve şüpheye düşenlerin imanlarını kurtarmak olduğunu ortaya koyar.

Eski âlimlerin zamanında imanın esasatına / köklerine şiddetli bir hücum yoktu. Bu sebeple onların divanları ve risaleleri, imanın meyvelerinden ve neticelerinden bahsederdi. Ancak şimdi ise köklere ve imanın erkânına / esaslarına şiddetli, cemaatli bir taarruz / saldırı vardır. Dolayısıyla, Risale-i Nur, bu kök saldırılarına karşı en kesin ve parlak ilmî cevapları sunmaya odaklanmıştır. Bu küllî saldırılarla mücadele, cüz'î bir düşman olan şeytanın vesveseleriyle uğraşmaktan daha büyük bir öncelik arz eder.

2. İman Dersinin Merkeziyeti

Said Nursî, kendi mesleğinde imana hizmetin dışındaki tüm konuların ikinci veya üçüncü derecede kalması gerektiğini vurgular.

"Hakaik-ı Îmaniye, her şeyden evvel, bu zamanda en birinci maksad olmak ve sâir şeyler ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalmak ve Risale-i Nur’la onlara Hizmet etmek en birinci Vazife, medar-ı merak ve maksud-u bizzat olmak lâzım iken...".

Bu düstur, imanın ispatının gerektirdiği ilmî ve burhanî mücadeleye odaklanılmasını zorunlu kılar. Bu hizmetin amacı, manevî rıza-i ilâhiden / Allah rızasından başka hiçbir maksada vesile olmamaktır.

II. Şeytandan Daha Tehlikeli Düşman: Nefis ve Enaniyet

Risale-i Nur’da şeytan ile mücadele, genellikle nefsin ve enaniyetin / benliğin bertaraf edilmesi yoluyla dolaylı olarak yapılır. Zira bu asırda şeytanın en büyük silahı, insanların nefs-i emmaresidir.

1. İhlâsın Temeli Olarak Nefsin Terki

Risale-i Nur mesleğinin en temel esası, benlik, enaniyet / kendini beğenme ve hodfuruşluğu / gösterişi terk etmek lüzumudur. Said Nursî, bu esası, ihlâs-ı hakikî / gerçek samimiyet ile imanın kurtarılmasına hizmet edilebilmesi için şart koşar.

"Eğer bazı hâs kardeşlerimin, hakkımdan yüz derece ziyade bana verdikleri hisse ve makam, hakikat da olsa ve hakkımda olsa, mezkûr hakikat için bırakmağa; meslek-i nuriyedeki ihlâsı tamme bırakmağa, mecbur eder.".

Bu düstur, hizmette başarıya ulaşmanın anahtarının dış düşmanla (şeytan) mücadeleden çok, iç düşmanla (nefis ve enaniyet) mücadele etmek olduğunu gösterir.

2. Siyasetin Şeytanî Yüzü

Said Nursî, şeytan kelimesini bazen siyaset ve dünyevî cereyanlarla birlikte anarak, bu asırda siyasî çekişmelerin getirdiği fitnenin, şeytanî bir rol üstlendiğine işaret eder:

  • Said Nursî, siyasete karışmaktan kesinlikle kaçındığını ifade ederken, meşhur cümlesinde şeytanı siyasetle birlikte zikreder: "Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım" (اَُعوذُ بِاّلٰلِه ِمنَ الشَّْيطَاِن وَ السِِّيَاسَةِِّ).
  • Ayrıca, Risale-i Nur aleyhinde hileler yapanların, perde altında çalışan ehl-i zendeka (gizli dinsizler) olduğunu ve safdil / saf kalpli hocaları ve sofileri vasıta yaptıklarını belirtir. Bu düşmanlar, insî ve cinnî şeytanlar olarak nitelenen, Kur'an ve iman hakikatlarına karşı gelen gizli komitelerdir.

III. Şeytana Dair Dolaylı İfadeler

Said Nursî, şeytanın varlığını ve etkisini reddetmez; ancak dikkatleri onun vesveselerinden ziyade, vesveseye kapılanın kendisine çevirir.

1. Şeytanın İnsan Suretinde Görünmesi

Hristiyanlık ahlakına zarar veren ve ahlak-ı İslâmiye’ye karşı gelen açık saçık Hristiyan kızlarının, "şeytan kumandasında" zarar verdiğinden bahsedilir. Bu ifade, şeytanın insanları nasıl bir araç olarak kullandığını göstermektedir.

2. Nura Karşı Gelenler

Risale-i Nur'un yayılmasına karşı gelenlerin durumunu anlatırken, Said Nursî, şeytan-ı racîmden başka kimsenin Nur’dan nefret etmeyeceğini ima eder:

"Nûra karşı kavga edilmez, ona karşı adâvet edilmez. Sırf şeytân-ı racîmden başka ondan nefret eden olmaz.".

Sonuç olarak, Said Nursî'nin Şeytan kelimesini az kullanması, onun varlığını inkâr etmekten değil; bu asırda imanı kurtarmayı en büyük ve birinci vazife olarak görmesinden kaynaklanmaktadır. Risale-i Nur, iman hakikatlerini aklî ve kalbî delillerle ispat ederek, şeytanın en büyük kozu olan şüphe ve inkârı kökünden keser ve böylece talebelerini dolaylı yoldan şeytanın tesirinden kurtarır.

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nden Sonra

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin Risale-i Nur Külliyatı, kendisinin fani şahsiyetini değil, eserin ve talebelerin oluşturduğu şahs-ı manevîyi (manevî/ruhî kişiliği) ön plana çıkarmayı meslek edinmiştir. Bu nedenle, vekâlet / vekillik veya liderlik kavramları, geleneksel anlamlarından farklı bir biçimde ele alınmıştır.

Aşağıda, kaynaklarınızda yer alan bilgiler ışığında, en güvendiği talebeleri, Kürt meselesi ve kabri hakkındaki gaybî/manevî işaretler detaylıca incelenmiştir:

I. Said Nursî’nin Kendisinden Sonra En Çok Güvendiği Talebesi

Risale-i Nur mesleğinde, İhlâs / samimiyet düsturunun bir gereği olarak, iman ve Kur'an hakikatları hiçbir şeye alet edilmemeli, makam ve şeref şahıslara verilmemelidir. Bu nedenle Said Nursî, kendisini Müceddid (Yenileyici) veya Mehdi gibi makamlara layık görmeyerek, bütün başarıyı Kur'an'a ve Risale-i Nur'un manevî şahsiyetine havale etmiştir.

Ancak, hizmeti devam ettirecek manevî varisleri hususunda kuvvetli bir teveccüh ve güven gösterdiği sadık bir talebe zümresi mevcuttur:

1. Şahs-ı Manevînin Devamı ve Kahramanlar Heyeti

Said Nursî, kendisinin artık hizmetine ihtiyaç kalmadığını, çünkü en önemli vazifelerini talebelerinin üstlendiğini açıkça ifade etmiştir:

  • Vazifelerin Devri: “Demek Nurlar ve Kahraman Şakirdleri benim Vazifelerimi yapacaklar, daha bana hiç ihtiyaç kalmamış. Zâten Nur'un her bir câmi' cüz'ü ve sarsılmayan hâlis Şakirdlerinin her birisi, benden daha mükemmel Ders verir”.
  • Manevî Evlatlar ve Varisler: Üstad, Zübeyr, Ceylan, Sungur, Bayram, Hüsnü, Abdullah, Mustafa gibi zâtları, manevî evlâdlarım, fedakâr Hizmetkârlarım olarak zikreder. Ayrıca, has ve hâlis Nur'un Kahramanları olarak Hüsrev, Nazif, Tahirî, Mustafa Gül gibi isimleri de listeler. Vasiyetnamesinde de bu kardeşleri kendisine vâris olarak atamış, Risale-i Nur’un sermayesinin onların tayinatına/maaşlarına harcanmasını istemiştir.

2. Öne Çıkan Fedakâr Talebeler

Bununla birlikte, Risale-i Nur hizmetinin farklı sahalarında öncü rol üstlenmiş, sadakat ve ihlâsları ile öne çıkmış bazı şakirdler bulunmaktadır:

  • Hüsrev Efendi (Elmas Kalem): Hüsrev, Risale-i Nur’un kâtibi ve Kur'an hattına (yazısına) olan vukufu / hakimiyeti ile sıkça zikredilir. Bediüzzaman, Hüsrev’in gayretini ve Risale-i Nur’u bir ay gibi kısa bir zamanda on dört risale yazacak kadar büyük bir şevkle yazmasını "dördüncü bir Kerâmet-i Esrâr-ı Kuraniyyedir" olarak müjdeler. O, Nur Kahramanı ve Elmas Kalemli Kahraman olarak anılır. Said Nursî, ihlâslı hizmetin semeresi olarak, Hüsrev'in gelmesiyle yeni bir şevk ve süratin hizmete katıldığını söyler.
  • Zübeyr Gündüzalp: Zübeyr, Afyon ağır ceza mahkemesinde dahi Nurculuğunu memnuniyetle ve ilan edercesine söyleyen, Üstad’ın manevî evlâtları ve fedakâr hizmetkârları listesinde baştan zikredilen ve Risale-i Nur’un neşrinde büyük sorumluluk alan önemli bir talebedir.

Üstad, bu talebelerin hepsinin hizmetteki paylarını eşit görmüş (manevî şirket / ortaklık), ancak Hüsrev ve Zübeyr gibi isimler, zorlu mahkeme süreçlerinde ve te'lif / yazım faaliyetlerinde öne çıkarak hizmetin en kritik noktalarında bulunmuşlardır.

II. Kürtlerin Said Nursî’ye Desteği ve Irkçılık Düşüncesine Karşı Tavrı

Sorunuzun bu kısmı, Said Nursî’nin Kürt kimliği ve siyasetten uzak duruşu nedeniyle, Kürt milliyetçi çevrelerden yeterli destek alamadığı yönündeki yaygın bir yanlış algıyı hedef almaktadır. Kaynaklar bu durumu Said Nursî'nin ırkçılığı kesinlikle reddetmesi ve İslâm Milliyetine dayanmasıyla açıklamaktadır.

1. Irkçılığa Kesin Red ve İslâm Milliyeti

Said Nursî, Kürt milliyetini din namına Anadolu evlâtlarına neşrettiği iftirasını kesinlikle reddetmiştir:

  • Frengi Hastalığı: Said Nursî, elli beş seneden beri (eserlerin yazıldığı zamana göre) ırkçılık frengi bir hastalıktır ki, Frenkler İslâmiyeti parçalamak için içlerine sokmuşlar demiş ve milliyetimiz yalnız İslâmiyettir düsturunu benimsemiştir.
  • İftiraların Reddi: Said Nursî, bu iftiraları divanece mana vermek olarak nitelendirmiş ve İslâmiyet milliyetini Kürt milliyeti demekle iftira edenlerin belasını bulacağını ifade etmiştir. O, Kürtlük ve Türklük yoktur, Biz yek-vücuduz, Müslümanız, kardeşiz diyerek ayrılığı reddetmiştir.

2. Kürtlerin Desteği ve Kahramanlık Vazifesi

Aslında Said Nursî, Birinci Dünya Harbi gibi zorlu dönemlerde gönüllü alay kumandanı olarak ve talebeleriyle (çoğu Doğu illerinden) aktif bir mücadele vermiştir.

  • Fedakârlık ve Bağlılık: Said Nursî, Van ve Bitlis tarafında Ermeni komitesinin (Taşnak fedâileri) faaliyette olduğu dönemde talebelerinin fedailik derecesinde alâka gösterdiğini ve manevî mücadelesinde başarıya ulaştığını kaydetmiştir.
  • Manevî Tercih: Said Nursî, hizmetin ihlâsını korumak için, siyasi makamlardan ve dünyevî menfaatlerden kaçınmıştır. Hatta dostları ve akrabaları tarafından şahsına yapılan hüsn-ü zanları (iyi düşünceleri) bile kabul etmemiş, hediyeleri geri çevirmiştir. Bu tutum, onun siyasi veya dünyevî menfaat peşinde koşan herhangi bir hizbe (gruba) girmesini engellemiş; dolayısıyla siyasi çıkar bekleyen veya ırkçı ideolojilere sahip kesimlerden destek almaktan uzak durmuştur.

Bu nedenle, Kürt milliyetçilerinin veya siyasî beklentisi olan grupların desteği Said Nursî'nin mesleğinin İhlâsına uygun düşmediği için, bu yönde bir destek arayışı veya kabulü olmamıştır.

III. Kabri Hakkında Ölmeden Önce Verdiği Gaybî Bilgiler

Said Nursî, Kıyamet’in ne zaman kopacağı veya âhirzaman şahıslarının (Deccal, Mehdi) tam olarak kim olduğu gibi gaybî bilgileri, sırr-ı teklif / imtihan sırrına zarar gelmemesi için açıkça belirtmekten kaçınmıştır. Ancak, kendi vefatı, kabri ve hizmetinin geleceği hakkında çok kuvvetli manevî işaretler mevcuttur.

1. Vefatın Yakınlığına Dair Beyanlar

Said Nursî, hayatının son döneminde yaşadığı gurbet, hastalık (zehirlenme dâhil) ve tecrit/yalnızlık sebebiyle kabir kapısını beklediğini sıkça ifade etmiştir:

  • Kabir Kapısı: Gördüğü rüyalar ve manevî sezgilerle, kabri, fâni / geçici dünyadan Âlem-i Nurun kapısı ve Saadet-i Ebediyeye / Ebedî Mutluluğa giden yolun birinci menzili olarak görmüştür.
  • Şartlı Vasiyet: Hizmetinin geleceğine dair büyük bir ümit besleyen Üstad, Nesl-i Âtî (Gelecek Nesil) öğrencilerine hitaben: “...mazi kıt'asına geçmek için geldiğiniz vakit, mezarımıza uğrayınız..." diyerek vefatından sonra bir kabrinin olacağını ve ziyaret edilmesini arzu ettiğini bildirmiştir. Bu ifade, kabrinin nerede olduğuna dair kesin bir bilgi içermese de, gelecekteki nesillerin manevî bir ziyaretgâhı olacağına dair kuvvetli bir beklentiyi ifade eder.

2. Zehirlenme ve Gaybî İhbar (Unseen Notification)

Said Nursî’nin ölüm şekliyle ilgili dolaylı ve gaybî bir bilgi bulunmaktadır. Bu, kabrinin yerinden ziyade, vefat hadisesinin kendisine ait bir kerameti ve gaybî bir ihbarıdır:

  • Şefkat Tokadı ve Vasiyetin Te’hiri: Üstad’ın maruz kaldığı şiddetli sû-i kasd eseri olarak zehirlenme hadiseleri, onun hayatının tehlikede olduğunu göstermiştir. Talebelerin (Burhan gibi) pek kuvvetli dualarının o zehiri kırdığı ve vasiyetnamenin hükmünü te'hire vesile olduğu bildirilmiştir.
  • Bu, Said Nursî'nin doğal bir vefat beklediği, ancak düşmanların insî ve cinnî şeytanlar olarak nitelenen münafıklar eliyle bu süreci hızlandırmaya çalıştığına dair ilahî/gaybî bir ikazdır. Talebelerin duaları ve kerametleri ise bu zehirlenme teşebbüslerine karşı bir korunma sağlamıştır.

Bu kaynaklar, Said Nursî'nin kabrinin yeri hakkında kesin bir gaybî bilgi sunmasa da, kabrinin Nur âleminin kapısı olarak manevî ehemmiyetini ve gelecekteki ziyaret beklentisini kuvvetle vurgulamaktadır.

Sonuç

Bu tür dehşetli küresel buhranlar ve çatışma ortamlarında, Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin Risale-i Nur Külliyatı'nda ortaya koyduğu manevî esaslar ve hadiselerden çıkardığı düsturlar/ilkeler, insanlığın bu kaostan kurtulması için yegâne yolu işaret etmektedir.

Said Nursî’nin temel yaklaşımı, müsbet hareket / yapıcı eylem esasına dayanır; yani yıkıma karşı yıkımla değil, manevî inşaat ile karşılık verilmelidir. Özellikle siyasî entrikalar, çatışmalar ve gizli komitelerin (İsrail, ABD, İngiltere, Vatikan'ın gelecekteki rolü bağlamında Hristiyanlık) hileleri söz konusu olduğunda, Üstad’ın temel tavsiyeleri şahsî/bireysel ve toplumsal/içtimaî manevî korunmaya odaklanmaktadır.

İşte Said Nursî’nin küresel kaos ortamında insanlığa sunacağı temel tavsiyeler, kaynaklarınızdan hareketle, öğretici ve detaylı bir şekilde izah edilmiştir:

I. Manevî Tehditlere Karşı Temel Tavsiye: Küfr-ü Mutlakı Kırmak

Bugün yaşanan küresel kaosun ve çatışmaların ana kaynağı, Said Nursî’ye göre, dış güçlerden önce imanın zaafa uğraması ve küfr-ü mutlak / mutlak inkâr akımının yayılmasıdır.

1. İmanın Tahkikî / Araştırmaya Dayalı Olarak Kazanılması

Said Nursî, bu çağın en büyük tehlikesinin, eski âlimlerin zamanında olduğu gibi cüz'î/kısmî vesveseler değil, imanın esaslarına ve erkânına / köklerine yapılan küllî/genel taarruz olduğunu vurgular. Şahsî ve siyasî çekişmelerin sonucu olan çatışmalar ve fitneler, doğrudan insanın âhiretini kaybetme davası yanında ehemmiyetsiz kalır.

  • Tavsiye: İnsanlık, her şeyden evvel İman Hakikatlerini öğrenmeli ve Risale-i Nur gibi Kur'an’dan feyz alan eserlerle imanını kurtarmalıdır. Zira, ehl-i keşf ve tahkikin gördüğüne göre, maddiyyunluk / materyalizm taunuyla / vebasıyla bu asırda çok kişi davasını kaybeder; ve bu davanın kaybını bütün dünya saltanatı dahi dolduramaz.

2. Anarşiliğe Karşı İnzibat Komiseri Olmak

Modern dinsizlik cereyanları (komünizm, bolşevizm gibi), en nihayetinde anarşistliğe ve toplumun temel yapısını yıkmaya çalışır. Devletlerin ve milletlerin en büyük düşmanı budur.

  • Tavsiye: Nur Talebeleri gibi hizmet eden iman erleri, müsbet hareket / yapıcı eylem düsturunu benimsemeli. Risale-i Nur’un dersleri, bütün kuvvetiyle asayişin temellerini muhafaza etmek ve fesad ve ihtilâllerin önünü kesmek olmasından dolayı, kudsî ve manevî inzibat komiserleri hükmündedir. Bu kaos ortamında insanlık, yıkıcılığa değil, asayişi korumaya odaklanmalıdır.

II. Siyasî ve Gizli Komitelerin Hilelerine Karşı Tavsiye

Global çapta etkin olan güçlerin (İsrail, ABD, İngiltere vb.) entrikaları ve hileleri, Said Nursî'nin bahsettiği siyaset ve dünya cereyanları kapsamına girer.

1. Siyasetten Şiddetle İctinab / Kaçınma

Said Nursî’nin hayatının en önemli düsturlarından biri, siyasetten tamamen tecerrüd etmektir. Bunun temel sebebi, iman hizmetinin kudsiyetini / kutsallığını muhafaza etmektir.

  • Tavsiye: Siyasetten uzak durulmalıdır, zira Kur'an bu hususta uyarmıştır ki, elmas gibi iman hakikatları ehl-i dünyanın nazarında cam parçalarına inmesin. Siyaset, kalbi de boğar, dünyevî hırs verir ve insanî vazifeyi unutturur. Said Nursî, kendisini de siyasetten men eden ve şeytandan istiâze ettiği (sığındığı) o manevî ihtarı, günümüz insanına da şiddetle tavsiye eder.
  • İlke: Dünya menfaatleri veya siyasî galibiyet için hakikati alet etmek, ihlâs / samimiyet sırrına aykırıdır. Bu tür ihtilaflar, cüz'î/kısmî zararlar yüzünden doksan masuma zulmetmek anlamına gelebilir.

2. Batıl / Frengi Taklidinden Vazgeçme

ABD ve İngiltere gibi Batılı güçlerin kültürel ve ahlaki etkileri, kaynaklarda Frengi taklit ve sefahat / ahlaksızlık olarak nitelendirilir.

  • Tavsiye: Ey bu vatan gençleri/insanları! Frenkleri taklide çalışmayınız! Onların batıl efkârlarına / bozuk fikirlerine ve sefahetlerine / ahlaksızlıklarına ittiba etmek, şuursuzca onların safına iltihak edip kendi kendinizi ve kardeşlerinizi i'dam etmek / yok etmek anlamına gelir. Küresel güçlerin getirdiği maddî medeniyetin zünub / kusurları olan ahlak-ı seyyie / kötü ahlaklar, İslâm milleti için frengi bir hastalıktır.

III. Dini İttifak ve İsa'nın Nüzûlüne Hazırlık

Said Nursî, küresel fitnelere karşı tek başına İslâm âleminin yeterli olmayacağını, ancak hakikî İsevî (Hristiyan) ruhuyla ittifak edildiğinde galip gelinebileceğini işaret eder.

1. Dindar Hristiyanlarla Birlik ve Tesanüd / Dayanışma

Vatikan ve Batı medeniyeti bağlamında, Said Nursî, hakikî dindar Hristiyanların, komünizm ve anarşizm gibi dinsizlik cereyanlarına karşı İslâm’a yaklaşmak zorunda kalacaklarını öngörmüştür.

  • Tavsiye: Şimalden / Kuzeyden (Rusya/Komünizm) gelen dehşetli dinsizlik cereyanı, İslâm ve İsevî dininin hücumuna karşı kendini savunmak fikriyle, İslâm ve misyonerlerin ittifaklarını bozmaya çalışacaktır. Bu planlara karşı uyanık olunmalı, Hristiyan ruhanîleri ve Nurcular/Müslümanlar ittifak etmeye gayret göstermelidir. Zira Avrupa ve Amerika devletleri dahi, komünistlik ve anarşilik çıktığı için, Kur'an’a ve İttihad-ı İslâm’a taraftar olmaya mecbur kalmışlardır.

2. Uhuvvet-i İslâmiyeyi / İslâm Kardeşliğini Güçlendirme

Müslümanlar arasında çıkan tefrika / ayrılık, Kürt milliyetçiliği veya herhangi bir ırkçılık gibi iç çekişmelerle desteklenir.

  • Tavsiye: Müminler arasında nifak ve şikakı / ayrılığı, tefrikayı, fitne ve fesadı kaldırıp, yerine Uhuvvet-i Diniyeyi, Tesanüd ve Teâvünü / dayanışmayı yerleştirmelidir. Kürtler dâhil, bütün İslâm ümmeti, yek-vücud / tek vücut kabul edilmeli ve ırkçılık gibi İslâmiyeti parçalamak için sokulmuş frengi bir hastalıktan şiddetle kaçınılmalıdır.

IV. Şahsî/Bireysel Davranış İlkeleri

Tüm bu kaos ve siyasî baskılar karşısında bir Nur Talebesi ve dolayısıyla manevî kurtuluş isteyen her fert, hayat düsturlarını nasıl belirlemelidir?

1. Teveccüh-ü Ammeden / Genel İlgiden Kaçınma

Said Nursî, insanların hediye ve övgülerini (teveccüh-ü ammeyi) reddetmeyi düstur edinmiştir.

  • Tavsiye: Maddî veya manevî menfaat beklentisiyle halkın teveccühüne/ilgisine veya hediyelerine kesinlikle değer verilmemelidir. Zira insanlar, ihsanlarını muhtaçlara çok pahalı satarlar. Hizmetin şerefini ve selametini korumak için, dünyanın maddî ve siyasî ezvakını / zevklerini terk etmek zorunludur.

2. Acz ve Fakr Kanatlarıyla Uçmak

İnsanın kusurları sonsuzdur, bu sebeple kendini büyük görme (enaniyet) tehlikesi bu asrın en büyük manevî hastalıklarından biridir.

  • Tavsiye: İnsan, acz ve fakr / zayıflık ve muhtaçlık kanatlarıyla kulluk makamına uçmalıdır. Benlik, enaniyet ve hodfuruşluğu / gösterişi terk etmek, ihlâsın/samimiyetin en birinci şartıdır. Şahsî kusurları gizleyip, bütün başarıyı Kur'an’ın hakikatlarına ve manevî şahsiyete atfetmek gerekir.

3. Hastalık ve Musibetleri Fırsat Bilme

Küresel kaosun getirdiği sıkıntılar ve zulümler (İşkenceli esaret, tecrid-i mutlak) Said Nursî’nin hayatının ayrılmaz parçası olmuştur.

  • Tavsiye: Bu ağır şerait/şartlar altında yaşanan sıkıntılar, Amel-i Sâliha / Salih Amel ve umûr-u hayriye / hayırlı işler için daha kıymetli ve daha sevaplıdır. Sıkıntılarda sabır içinde şükretmek gerekir. Zira bu meşakkatler, her bir saati yirmi saat ibadet hükmüne getirir.

Bu prensipler, Said Nursî’nin hayatı ve hizmeti boyunca uyguladığı ve talebelerine öğrettiği temel düsturlardır. Onların özü, siyasi çekişmelerden ve menfaat mücadelelerinden uzak durarak, bütün dünyevî tehlikelere karşı İman ve Kur'an’ın Hakikatlarıyla tahassun etmek/sığınmaktır.

 

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar