Bediüzzaman Said Nursî ve Talebeleri
Said Nursî'nin hayatı boyunca vuku bulan pek çok
hadise, Risale-i Nur'un zuhurunu ve mesleğini ilgilendiren manevî işaretler,
önseziler (Hiss-i Kable'l-Vuku'/Hiss-i Kablelvuku') ve kutsal metinlerdeki
sayısal tevafuklar/uyumlar (cifr/ebced) ile derin bir kronoloji teşkil
etmektedir. Bu manevî/gaybî kronoloji, onun hizmetinin ilahî inayet altında
ilerlediğini gösteren önemli detaylardır.
Aşağıda, kaynaklarda yer alan ve Bediüzzaman Said
Nursî'nin hayatının seyrini etkileyen veya Risale-i Nur'un geleceğini işaret
eden önemli gaybî/manevî olaylar ve işaretler, kronolojik akışa uygun olarak
ayrıntılı bir şekilde sunulmuştur:
1. Risale-i Nur'un Zuhuruna Dair Erken Müjdeler
ve İşaretler
Bediüzzaman Said Nursî'nin hayatının erken
dönemlerinde (Eski Said dönemi), henüz Risale-i Nur Külliyatı teşekkül etmeden
önce, gelecek hakkında kuvvetli önsezileri ve müjdeleri bulunmaktadır:
I. Şark
Tarafından Bir Nur Zuhuru (Tahmini 1900'lerin Başı)
Said Nursî, çok zaman evvel bir
Veli'den/Evliya'dan duyduğunu belirtir ki, o zat eski Velilerin gaybî
işaretlerinden çıkarak "Şark
tarafından bir Nur zuhur edecek, bid'aların zulümatını dağıtacak"
hükmüne varmıştır. Bediüzzaman, böyle bir Nur'un zuhurunu uzun süre beklemiş ve
bunun "Kutsî
Çiçeklere zemin hazırlamak" anlamına geldiğini anlamıştır.
II. "Bir
Işık Var, Bir Nur Göreceğiz" Müjdesi (Hürriyet Öncesi ve Sonrası)
Said Nursî, Hürriyet'in ilanının başlarında ve
hatta ondan evvel dahi, ehl-i imanın yeis/ümitsizliklerini gidermek için
defalarca "İstikbalde
bir ışık var, bir Nur görüyorum" diye müjdeler vermiştir.
Gaybî İhbarın Tevili/Yorumu: Bu müjdenin
tevili/yorumu ve tabiri, bizzat Risale-i Nur olarak kesin bir kanaatle kalbine
gelmiştir (İhtar-ı Gaybî).
- Yanlış Tahmin (Sehiv):
Başlangıçta o ışığı, siyaset âleminde ve hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyede
çok geniş bir dairede tasavvur ediyordu.
- Hakikat (Düzeltme):
Hadisat/olaylar, onun o gaybî ihbardaki tasavvurunu tashih/düzelterek, o
Nur'un Risale-i Nur dairesinde, yani bu memleketin en ziyade muhtaç olduğu
İmanî ve İslâmî dairede olacağını bildirmiştir. O, Nur talebelerinin dairesini umum vatan ve
memleket siyasî dairesi yerinde tahmin edip, yanıldığını (sehv ettiğini)
belirtmiştir.
III. Küfr-ü
Mutlak'ın Geleceğine Dair Erken Hissetme
Said Nursî, yaklaşık 65 sene evvel (kaynağın
yazıldığı zamana göre, 1900'lerin başları) Van'da Vali Tahir Paşa'nın yanında
iken, Kur'an'ın Nurunu söndürmek için çalışılan bir fikrî inkılabın geleceğine
dair müthiş bir haber aldığını ve bu haberin onda Kur'an'ın sönmez bir güneş
olduğunu ispat etme niyetini uyandırdığını ifade etmiştir. Bu durum, dinsizlik
cereyanlarına karşı mücadelenin daha hizmetin başlangıcında manevî bir dürtüyle
başladığını gösterir.
2. Büyük Velilerin İşaretleri ve Cifr Tevafukları
Büyük İslâm önderlerinin, özellikle de Gavs-ı
A'zam ve Şah-ı Nakşibend'in Risale-i Nur ve Müellifine yönelik gaybî işaretleri
bulunmaktadır.
I. Gavs-ı
A'zam (Abdulkadir Geylânî) İşaretleri
Gavs-ı A'zam'ın Celcelutiye ve Kaside-i
Ercuze gibi eserlerinde Risale-i Nur'a ve Müellifine şiddetli alâkadarlığı
işaret edilmektedir.
- Tarihî Tevafuk:
Cifr/Ebced hesabıyla yapılan bir hesaplamada, Gavs-ı A'zam'ın sözlerinin
üç yüz yirmi beş (325) veya altı (326) tarihine işaret ettiği ve bu
tarihin, Said Nursî'nin Mücahede-i Mânevîye'ye/manevî cihad’a atıldığı bin
üç yüz yirmi altı (1326) Hicrî senesine tam tevafuk ettiği belirtilmiştir.
- Maişet/Geçim Durumu: Gavs-ı
A'zam'ın Keramet-i Gaybiyesi'nde, Risale-i Nur Müellifinin geçim hususunda
saadetle yaşayacağı (maișet hususunda saadetle yaşayacağını) haber
verilmiştir (sa'yûş/سع يش).
II. Kur'an
Âyetlerinde Tevafuklar (Cifrî İşaretler)
Risale-i Nur'un makbuliyetine ve te'lif
tarihlerine dair Kur'an'dan otuz üç ayette manevî işaretler (mâna-yı işârî
tabakasından) ve cifrî tevafuklar/uyumlar bulunduğu tespit edilmiştir.
- Âyet-i Nur İşareti: Nur
Suresi'ndeki Âyet-i Nur'un bazı cümlelerinin makam-ı cifrîsi, bin üç
yüz kırk dokuz (1349) tarihine tam tamına tevafuk eder. Bu tarih,
Risale-i Nur'un en nuranî/ışıklı cüzlerinin Te'lifi hengâmı/zamanı ve
Tekemmül/tamamlanma zamanıdır. Aynı zamanda bin üç yüz kırk beş (1345)
tarihi, Risale-i Nur'un intişarı/yayılması ve iştiharı/parlaması tarihine
tevafuk eder.
- Mevt/Ölüm ve İhya/Diriliş İşareti: Fâtır
Suresi’nin bir ayetindeki bir kelimenin ebcedi, "Said-ün-Nursî" adedi olan beş yüze
tevafukla işaret eder ki, Said Nursî dahi meyyit hükmünde iken,
Risalet-ün-Nur ile İhyâ edilmiş, Onunla Hayat bulmuştur. Yine aynı ayetin
devamı, bin üç yüz otuz dört (1334) tarihini verir ki, bu, Said'in
Umumî Harp'te maddî bir ölümden kurtulup, felsefe ve gafletten gelen
manevî bir ölümden necat bularak Kur'an'ın Ab-ı Hayat'ıyla taze bir hayata
girmesi tarihidir.
- Tedrisattan Te'life Geçiş İşareti: Hadid
Suresi'ndeki bir ayetin cifrî değeri, bin üç yüz on sekiz (1318) adediyle,
Risale-i Nur Müellifinin tedris/eğitim vazifesinden, te'lif/yazma
vazifesine ve mücahidane seyahate başladığı zamana remzen/işaretle bakar.
3. Hizmet Esnasındaki Önemli İhtarlar ve
Kerametler
Risale-i Nur'un neşri ve talebeleriyle olan
ilişkileri sırasında da manevî ikramlar ve önceden haber verilen hadiseler
yaşanmıştır:
I. Depremler
(Zelzeleler) ve Risale-i Nur'a Taarruzun Tevafuku
Kaynaklarda, Risale-i Nur'a ve talebelerine
taarruz edildiği zamanlarda şiddetli felaketlerin (afetlerin) meydana geldiği,
bunun Risale-i Nur'un makbuliyetine bir işaret olduğu vurgulanır.
- Hatta 1943 ve 1944 yıllarında vuku bulan zelzele hadiselerinin (Çorum,
Tokat, Amasya, Kastamonu ve Bolu, Gerede, Düzce) her birisi, Nur
talebelerine ilişme hadiselerine tevafuk ettiğini (üst üste geldiğini)
ispatlı bir şekilde yazan Nur talebeleri olmuştur.
- Bediüzzaman'a göre Nurlar,
sadaka-i makbule/kabul edilmiş sadaka gibi belâların
def'ine/uzaklaştırılmasına bir vesiledir. Ne zaman Nurlara hücum
edilse, musibetler fırsat bulup gelir. Bu durum, mahkemelerde dahi ispat
edilmiştir.
II. Zehirlenme
Hadisesi ve Manevî Koruma
Afyon hapsinde zehirlenme tehlikesi geçirdiği
belirtilmiştir. Bu su-i kasıt/kötü niyetli girişim karşısında, Said Nursî'nin Cevşen-ül
Kebir duasının kerametine/olağanüstü lütfuna sığınmasıyla kuvvetli duaların
o zehri kırdığı ve vasiyetnamenin hükmünü (vefatı) te'hire/ertelemesine vesile
olduğu ifade edilmiştir.
III. Üçüncü
Said Döneminin Başlangıcı
Said Nursî, hayatının son safhalarına doğru
manevî bir dönüşümden ve görev/vazife devrinden bahsetmiştir.
- Tarz-ı Hayatın Değişimi:
1946'larda (Hicrî 1365-1366 civarı) başlayan bir hatırayla, kendisinin
"Üçüncü Said" olarak bütün bütün dünyayı terk eden (târik-i
dünya) bir duruma geçeceğini tahmin ettiğini belirtmiştir.
- Vazife Devri: Bu yeni
dönemde, Nurlar ve Kahraman Şakirtleri/Talebeleri onun vazifelerini
yapacaklar ve kendisine hiç ihtiyaç kalmayacaktır. Bu manevî durumun bir
neticesi olarak, Bediüzzaman kendisiyle görüşmek isteyenlere, Risale-i
Nur'un onun yerine kâmil/tam bir ders vereceğini söyleyerek görüşmeleri
terk etmiştir.
IV. Mahkeme
Süreçlerindeki İnayet-i İlahiye / İlahî Yardım
Risale-i Nur'un neşri ve Said Nursî'nin beraat
kararları, zorlu şartlar altında (tecrid-i mutlak/tamamen yalnızlık ve haps-i
münferid/tek kişilik hapishane) gerçekleşen ilahî bir inayet/lütuf olarak
değerlendirilmiştir.
- Talebe Çoğalması: Hatta
gizli düşmanların Nur'un Fütuhatını/fetihlerini çekemeyip Hükûmeti
aleyhine sevk etmeleri, Nur Risalelerini müsadere/el koyma etmelerine yol
açmış, ancak en çok Nurlara muhtaç olan alâkadar memurlar bu Risaleleri
merakla mütalaa etmişlerdir. Bu durum, ilahî inayetin tecellisi olarak
görülmüştür.
- Hapishanenin Dershaneye Dönüşmesi: Said
Nursî, hapislerdeki sıkıntıları, masum/günahsız mahpuslara teselli vermek
ve onların çoğunu Namaz kılmaya sevk etmek hikmetiyle ilahî bir lütuf
olarak görmüş ve hapishaneleri "Medrese-i Yusufiye" olarak
adlandırmıştır.
4. Risale-i Nur'un Geleceği ve Manevî Vazifesi
Gaybî işaretler, Risale-i Nur'un vazifesinin
ehemmiyetini teyit eder:
- İmandan Başka Gaye Yok: Risale-i
Nur'un en büyük kuvveti İhlâs/samimiyet olduğundan, doğrudan doğruya her
şeyden evvel iman hakikatlerini ders vermek ve zayıf olanların imanlarını
kurtarmak vazifesiyle hiçbir şeye alet/araç olmadığı belirtilir. Bu
meslek, siyaset ve dünyanın cazibedar/çekici tekliflerine karşı sarsılmaz
bir duruş sergiler.
- Beklenen Müceddid/Yenileyici: Bazı ayet ve hadislerde
ahir zamanda gelecek olan Müceddid-i Ekber'e (en büyük yenileyiciye)
işaretler bulunduğu; bu zatın ve cemaatinin üç vazifesinden en
ehemmiyetlisi olan imanı kurtarma vazifesinin Risale-i Nur ve
şakirtlerinin şahs-ı manevisi tarafından tam yapıldığı ifade edilir.
Bu sebeple, o zata
dair haberlerin Risale-i Nur'un şahs-ı manevisine tatbik edildiği görülür.
Said Nursî, kendisinin değil, Risale-i Nur'un Müceddid olduğunu veya
Müceddid'in pişdarı/öncüsü olduğunu kabul etmiştir.
Risale-i Nur'un Tecdid / Yenileme Vazifesi ve Manevî
Şahsiyeti
Risale-i Nur Külliyatı'nın, ahir zamanda/son
dönemde İslâmî hakikatleri yenileme ve yayma (tecdid/takviye-i din) vazifesini
üstlenmesi hususu, kaynaklarda yalnızca fikrî ve manevî bir iddia olarak değil,
aynı zamanda kutsal metinlerden gelen gaybî/manevî işaretler ve sayısal
tevafuklar/uyumlar (cifr/ebced) ile de teyit edilmektedir.
Bu derin konuyu, Risale-i Nur'un Müceddid/Yenileyici
olma vasfını ve bu vasfı destekleyen cifrî/sayısal delilleri kapsayacak şekilde
geniş ve öğretici bir üslup ile inceleyelim.
1. Risale-i Nur'un Tecdid / Yenileme Vazifesi ve
Manevî Şahsiyeti
Bediüzzaman Said Nursî, şahsî olarak Müceddid
(Yenileyici) makamını reddetmekte, ancak bu vazifenin Risale-i Nur'un şahs-ı
manevîsi / manevî kişiliği tarafından yerine getirildiğini kesin bir dille
ifade etmektedir.
A. Tecdid/Yenileme İhtiyacının Sebebi
Kaynaklarda, Risale-i Nur'un ortaya çıkışının,
çağın dehşetli manevî saldırılarına karşı bir zorunluluk olduğu belirtilir. Bu
asrın hususiyeti şudur:
- Küfr-ü Mutlak ve Zendeka Saldırısı: Eskiden
imanî esaslara yönelik hücumlar cüz'î/kısmi iken, bu zamanda iman
esaslarının ve köklerinin şiddetli ve organize (cemaatlı) bir surette
taarruza uğradığı görülmektedir. Bu saldırılar, maddiyunluk/materyalizm ve
tabiiyyunluk/natüralizm gibi felsefî cereyanlarla yapılmaktadır.
- Şahs-ı Manevînin Gerekliliği: Bu acayip komitecilik ve şahs-ı
manevî-i dalâletin/sapıklığın manevî kişiliğinin tecavüzü zamanında,
tek bir şahıs ne kadar harika olsa da mağlup olması muhtemeldir. Bu
sebeple, eski zamana benzemeyen bu dönemde, tecdid vazifesinin bir şahs-ı
manevî tarafından yapılması zaruridir.
- Vazifelerin Önceliği: Ahir
zamanda gelmesi beklenen Müceddid-i Ekber/En Büyük Yenileyici'nin
üç temel vazifesinden hakikatte en ehemmiyetlisi ve zahiren en küçüğü
görüneni, imanı kurtarmak ve iman hakikatlarını güneş gibi göstermek
vazifesidir. Risale-i Nur ve şakirtlerinin/talebelerinin şahs-ı manevîsi,
bu vazifeyi tam olarak yerine getirmektedir.
B. Risale-i Nur'un Müceddidlik Delilleri
Risale-i Nur'un tecdid vazifesini ifa ettiğine
dair manevî deliller şunlardır:
- Kur’an’dan Başka Üstadı Yoktur: Risale-i Nur, diğer telifat/eserler gibi
ulûm/ilimler ve fünundan/fen bilimlerinden veya başka kitaplardan
alınmamış, doğrudan doğruya Kur’an’ın feyzinden/manevî bereketinden
mülhem/ilham alınarak yazılmıştır.
- İman-ı Tahkikî Vermesi: Risale-i
Nur'un mesleği, imanı kurtarmak ve imanı tahkikî/araştırılmış ve
delillendirilmiş bir surette umuma ders vermektir; hatta avamın/halkın da
imanını tahkikî yapmaktadır. Eski medrese usulü ile on beş senede elde edilen imanî neticenin,
Risale-i Nur ile on beş haftada elde edilebileceği ifade edilmektedir.
- İnayet-i Hassa ile İstikamet:
Müceddid, hataları tashih/düzeltme eder ve inayet-i hassa / özel
ilahî lütuf ile tam bir istikamete/doğruluğa mazhardır. Risale-i Nur, bu
vasfı taşımaktadır.
2. Gaybî/Manevî İşaretler ve Cifrî Tevafuklar
Bediüzzaman'ın kendisinin de belirttiği gibi,
Kur’an-ı Kerim’in yirmi sekiz veya otuz üç ayetinde, Risale-i Nur'a ve
müellifine yönelik mana-yı işarî/remzî / ima yoluyla özel işaretler
bulunmaktadır. Bu cifrî tevafuklar, Risale-i Nur’un hizmetinin ilahî inayet
altında olduğunu ve müceddidlik makamını desteklediğini göstermektedir:
I. Risale-i Nur'un Zuhur Tarihi ve İman
Mücadelesine Dair İşaretler
A.
İşaratü’l-İ’caz Tefsirinin Başlangıcı (1328/1329 H)
Sure-i
Zümer’den bir cümle olan: ﴿أَفَمَن شَرَحَ
اللهُ صَدْرَهُ لِلإِسْلامِ فَهُوَ عَلَى نُورٍ مِّن رَّبِّهِ﴾ (Allah kimin göğsünü İslâm’a açmışsa, o
Rabbinden bir nur üzeredir...)
- Cifrî Değer: Bu
cümlenin cifr/ebced değeri bin üç yüz yirmi dokuz (1329) veya sekiz
(1328) etmektedir.
- Tevafuk / Uyum: Bu
tarih, Birinci Harb-i Umûmî'nin/Dünya Savaşı'nın gelmeye hazırlanmasının
dehşetli zamanına denk gelmektedir. Daha önemlisi, Risale-i Nur'un
Fatihası/başlangıcı olan İşaratü’l-İ’caz tefsirinin te'lif/yazım
tarihine tam tamına tevafuk eder. Bu, Üstad'ın eski âdetini, felsefe ve
âliye ilimlerini/ulûm-u felsefeyi bırakıp tam bir İnşirah-ı Sadr/göğüs
açıklığı ile Kur’an’a odaklandığı zamandır.
B. Risale-i
Nur'un Yayılması ve Mücahede Başlangıcı (1344/1347 H)
- Âyet-i Kerime (Sure-i Ankebut 69): ﴿وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا
لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا﴾ (Bizim
uğrumuzda cihad edenleri elbette yollarımıza iletiriz.)
- Cifrî Değer: Cifr
ile bin üç yüz kırk dört (1344) etmektedir.
- Tevafuk / Uyum: Bu
tarih, Risale-i Nur'un şakirtlerinin meydan-ı mücahede-i mâneviyeye/manevî
cihad alanına atılmaları tarihine tam tamına tevafuk etmektedir. Aynı
zamanda Haşir Risalesi (Onuncu Söz) gibi kuvvetli
bürhanların/delillerin etrafa yayılmaya başladığı tarihtir.
- Âyet-i Kerime (Sure-i Hac 78): ﴿هُوَ سَمّٰيكُمُ الْمُسْلِمِينَ مِنْ
قَبْلُ وَفِي هٰذَا﴾ (O,
sizi daha önce de ve bu Kur’an’da da Müslümanlar diye adlandırdı.)
- Cifrî Değer: Cifrî
değeri bin üç yüz kırk yedi (1347) ederek.
- Tevafuk / Uyum: Bu,
Risale-i Nur intişarının/yayılmasının fevkalâde parlaması tarihine tam
tamına tevafukla bakar. Aynı zamanda Risale-i Nur'un Urvet-ül Vuska
(çok muhkem/sağlam, kopmaz bir zincir) ve Hablullah (Allah'ın ipi)
olduğunu remzen/işaretle bildirir.
C. Risale-i
Nur'un En Nurani Cüzlerinin Zuhuru (1349 H)
Sure-i Nur'daki Âyet-i Nur'un ﴿اَلْمِصْبَاحُ
ف۪ي زُجَاجَةٍ﴾ fıkrası: (Lamba bir
cam içinde...)
- Cifrî
Değer:
Şeddeler ve tenvinler sayılmak suretiyle cifrî değeri bin üç yüz kırk
dokuz (1349) eder.
- Tevafuk / Uyum: Bu
tarih, Risale-i Nur'un en nuranî/ışıklı cüzlerinin te'lif hengâmı/zamanı
ve tamamlanma (tekemmül) zamanıdır.
II. Risale-i Nur'un Zehirli Akımlara Karşı Konumu
ve Hapishane Hadiseleri
A. Eskişehir
Hapsi ve İkinci Dünya Savaşı İşareti (1352/1354 H)
Sure-i Felak'ın başlangıcı: ﴿قُلْ
أَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ﴾ (De
ki: Sabahın Rabbine sığınırım)
- Cifrî Değer: Ebced ve
cifrî hesapla bin üç yüz elli iki (1352) veya dört (1354) tarihine
tevafuk eder.
- Tevafuk / Uyum: Bu
tarih, genel olarak insanlıkta en geniş hırs ve hasetle başlayacak olan
İkinci Harb-i Umûmî'ye (Dünya Savaşı) işaret ederken, aynı zamanda
Risale-i Nur şakirtlerinin Eskişehir hapsinden kurtulmalarına ve
haklarındaki imha plânının akîm bırakılmasına remzen/ima yoluyla haber
verir; manen "Allah'a sığınınız" emreder gibidir.
B. Belaların
Def'ine Vesile Oluşu (1359 H)
- Sure-i Fâtır'dan bir cümle: ﴿إِنَّ اللهَ
لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ﴾ (Şüphesiz
Allah, insanlar üzerinde büyük lütuf sahibidir.)
- Cifrî Değer: Cifrî
değeri bin üç yüz elli dokuz (1359) tarihini göstermekle.
- Tevafuk / Uyum: Bu
asrın tam bulunduğu senesine bakarak Ehl-i İman'a büyük bir ihsan/lütuf
var diye haber verir. Bu zamanda en büyük ihsanın, imanı kurtarmak olduğu
ve bunu da başta Risale-i Nur'un yaptığı belirtilir.
C. Denizli
Hapsi ve İlahi Hıfz / Koruma (1362 H)
Sure-i
Bakara'dan bir cümle: ﴿وَمَن كَانَ
مَيْتًا فَأَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشِي بِهِ فِي النَّاسِ﴾ (Ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve
insanlar içinde yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimse...)
- Tevafuk (İsmen): Bu
ayette geçen مَْيتًا (meyten/ölü) kelime-i kudsiyesi, cifir
ve ebced hesabıyla ve üç cihet-i manasıyla Said-ün Nursî ismine
tevafuk etmektedir. Bu, Said Nursî'nin, manevî bir ölümden (felsefe,
gaflet) kurtulup Risale-i Nur ile diriltildiğine bir işarettir.
- Tevafuk (Tarihen): Yine bu
hadiseyle alakalı başka bir ayetin riyazî/matematiksel cifrî değeri bin
üç yüz altmış bir (1361) veya iki (1362) etmektedir. Bu tarih, Denizli
Hapsi'nde Nurcular aleyhine hazırlanan dehşetli hücumun yaşandığı ve bu
hadise karşısında ilahî hıfza/korunmaya en çok muhtaç olunan zamana tam
tamına tevafuk ederek teselli vermektedir.
III. Şahısların Gaybî İşaretleri
Risale-i Nur'un kutsiyetini ve müceddidiyetini
destekleyen, büyük velilerin/evliyaların işaretleri de bulunmaktadır:
- Gavs-ı A'zam Abdülkadir Geylânî (K.S.):
Üstadımızın, Gavs-ı A’zam'ın Gaybî ve manevî İhbarlarından /
geleceğe dair haberlerinden çok etkilendiği belirtilir. Gavs-ı A'zam'ın
Risale-i Nur'a ve müellifine yönelik işaretleri, onun inayet ve
teshile/kolaylaştırmaya daima mazhar olduğuna delildir. Örneğin,
maişet/geçim konusunda saadetle yaşayacağını (سع
يش) haber vermiştir.
- İmam-ı Ali (kerrmallahu vecheh radiyallâhu
anh): İmam-ı Ali'nin Celcelutiye ve Ercuze
gibi eserlerinde Risale-i Nur'a ve müellifine Keramet-i Gaybiye/gaybı
bilme kerametiyle işaret ettiği ve hakaik-i imaniyenin/iman
hakikatlerinin hususî üstadı olduğu ifade edilir. Hatta İmam-ı Ali'nin
Risale-i Nur'a "Sirac-ün Nur" (Nur Kandili) namını
vermesi, Kur'an'daki ilgili ayetin fıkrasından mülhem/esinlenilmiş olarak
kabul edilir.
IV. Risale-i Nur'un Geleceği
Cifrî hesaplar, Risale-i Nur'un hizmetinin Said
Nursî'nin vefatından sonra da devam edeceğine dair işaretler sunar:
- 1380 H Sonrası: Bir
hadisin fıkrasının (شَدّeler sayılır ve
ilk tenvin vakıftır) cifrî makamı bin üç yüz seksen (1380) ederek,
yirmi bir sene sonra Risale-i Nur'un küre-i zemini/yeryüzünü aydınlatacak
bir Sirac-ı Münevver/Nurlu Kandil olacağına remzeder/işaret eder.
- 1500'lü Tarihler: Bazı
hadis-i şerifler ve Fatiha suresinin bazı cümleleri, Âhirzamanda Taife-i
Mücahidînin (Mücadele Eden Cemaat) son zamanlarına (1500 H) ve
galibane mücadelenin tarihlerine (1506 H ve 1545 H) işaret eder, bu büyük
cemaatin Risale-i Nur Şakirtleri olduğunu ima ederler.
Görüldüğü üzere, Risale-i Nur'un tecdid/yenileme
hareketi, manevî bir zorunluluktan doğduğu gibi, kutsal metinlerin mana-yı
işarî tabakasından gelen sayısal tevafuklar ve gaybî işaretlerle de
kuvvetli bir şekilde desteklenmiş ve onaylanmıştır. Bu durum, Risale-i Nur'un
beşerî/insanî bir fikir değil, inayet-i İlahiye / ilahî lütuf ile bu
asra mahsus bir tefsir ve iman kurtarıcısı olduğunu ispatlamaktadır.
Bediüzzaman Said Nursî'nin eserleri ve hayat
kronolojisi, ahirzaman/son dönem hadiseleri ve şahısları hakkında, bilhassa da
Mustafa Kemal Atatürk'e dair hem manevî/gaybî işaretleri hem de bunlara eşlik
eden cifr / ebced hesaplarına dayalı tarihsel tevafukları ihtiva etmektedir.
Manevî ve Hadisî İşaretlerle M. Kemal'in
Karakterizasyonu
Said Nursî'nin Mustafa Kemal'e (M. Kemal) dair
olan bu yorumları, onun şahsî düşmanlığı veya siyasi bir muhalefeti olarak
değil, Kur'an'ın bir hizmetkârı olarak imanın tahkiki/araştırılarak
ispatı mesleğinin gereği olarak, iman hakikatlerine karşı çıkan bir fikrî
cereyanın başını (şahs-ı manevî) teşhis etme vazifesi kapsamında
değerlendirilmiştir.
İşte kaynaklarda yer alan, Mustafa Kemal
hakkındaki gaybî işaretler ve cifrî delillerin kapsamlı bir izahı:
I. Manevî ve Hadisî İşaretlerle M. Kemal'in
Karakterizasyonu
Said Nursî, M. Kemal'e karşı olan tutumunun
temelini, Kur'an ve İslâmî an'anelere/geleneklere yönelik teşhis ettiği zararlı
tavırlara dayandırmıştır.
1. Kur'an'a Zarar Veren Şahıs İşareti
Said Nursî,
vefat etmiş M. Kemal hakkında yaptığı yorumları, kaynakların yazıldığı zamandan
otuz sene evvel (1920’li yıllar civarı) bir Hadîs-i Şerif'in
ihbarıyla/haberiyle Kur'an'a zararlı öyle bir adamın çıkacağını söylediğini ve
sonra zamanın M. Kemal'in o adam olduğunu gösterdiğini belirtmiştir.
2. Süfyan ve İslâm Deccalı Teşhisi
Afyon Mahkemesi sürecinde, Said Nursî ve Nur
talebelerine yöneltilen temel ithamlardan biri, M. Kemal'e "Din yıkıcı,
Süfyan, İslâm Deccalı" dedikleri iddiası olmuştur. Said Nursî bu teşhisin,
eski harfle neşredilen kararnamenin aleyhlerinde bir sebep olarak
kullanıldığını kaydetmiştir. Bu teşhisin kaynağı, Beşinci Şua Risalesi'nde yer
alan, çok zaman evvel müteşabih/yoruma açık bir Hadis'in
tevili/yorumlanmasıdır.
3. Zaferlerin Kime Ait Olduğu İlkesi
Said Nursî,
kahramanlık ve zaferlerin siyasi liderlere değil, orduya ve cemaate atfedilmesi
gerektiğini, kusur ve menfî icraatların/olumsuz işlerin ise başa (reisin
kendisine) ait olacağını belirten Kaide-i Hakikat ile M. Kemal'i
ayırmıştır. Milyonlarca askere manen ihanet etmemek için, M. Kemal'e karşı
haklı tenkidini sürdürdüğünü ifade etmiştir.
II. M. Kemal ve Kaderî Hadiselerin Cifrî
Tevafukları
M. Kemal'in hayatının kritik noktaları ve
özellikle vefatı, Risale-i Nur'a taarruz eden küfrün şahs-ı manevîsine yönelik
gaybî işaretlerin gerçekleşmesi olarak yorumlanmıştır.
1. M. Kemal'in Vefatına Dair Cifrî İşaret ve Gaybî Tokat
Bediüzzaman, Risale-i Nur'un Nur Sırrı'na
darbe vuranların başına Kıyamete kadar unutulmayacak müthiş bir patlayış
olacağına dair cifrî bir istihracının/sayısal yorumlamasının bulunduğunu
belirtir. Başlangıçta bu yorumu geniş bir dairede tutmuş olsa da, daha sonra bu
gaybî tokadın isabet ettiği tarihin bizzat M. Kemal'in vefatıyla tam olarak
çakıştığını görmüştür:
"O istihracın gösterdiği aynı tarihte, o
rejimin müessisi ve başı dünyadan göçtü, darbesini yedi. Ve aynı senede perde
altında, bilinmeyen ve küre-i arzın ekserisini ve nev'-i beşerin kısm-ı
a'zamını (insanlığın büyük kısmını) tahakkümüyle bu dindar millette ehemmiyetli
tahavvüller vücuda gelmesine ve aynı tarihte, devletlerde ikinci harb-i
umumîyi ihzar eden dehşetli hasedler ve rekabetlerin çarpışmaları tarihine bu
mana-yı işarî ile tam tamına tevafuku ve manen tetabuku (tam uyması),
elbette bu Kudsî Surenin bir Lem'a-i İ'caz-ı Gaybîsidir".
Bu tevafuk, manen, Kur'an hakikatlarına karşı
duruşun dünyevi sonuçlarının, kesin bir tarihî dönemeçle (M. Kemal'in vefatı ve
hemen ardından II. Dünya Savaşı hazırlıkları) çakıştığını göstermiştir.
2. Hadislerdeki Sembolik Görünüm İşaretleri
(Şapka ve El)
Said Nursî'ye
Ahirzaman'da zuhur edecek dehşetli bir şahsa dair sorulan hadisler ve onlara
verilen tevil/yorumlar, M. Kemal'in hayatındaki kritik reformlara (inkılaplara)
dair manevî işaretler taşımaktadır:
A. Alındaki
"Haza Kâfirûn" Yazısı ve Şapka Meselesi
Talebeler, bir hadiste Ahirzaman'ın dehşetli bir
şahsının sabah kalktığında alnında "haza Kâfirün" (Bu kâfirdir)
yazılı bulunacağına dair bir ifade olup olmadığını sormuşlardır. Said Nursî'nin
bu gaybî ihbara verdiği cevabın tevili şöyledir:
"Bir acib
şahıs bu milletin başına geçer.. Ve sabah kalkar başına şapka giyer ve
giydirir.".
Bu cevabın üzerine sorulan, "Acaba o zaman onu giyen
kâfir olmaz mı?" sorusuna ise, Bediüzzaman, şapkanın başa
geleceğini, "secdeye
gitme!" diyeceğini; fakat baştaki imanın o şapkayı secdeye
getireceğini, yani Müslüman edeceğini (İnşaallah) ifade etmiştir. Bu yorum,
zorla dayatılan laik/seküler simgelere karşı imanın esnekliğini ve direncini
simgelemektedir.
B. Su İçme ve
Delinecek El İşareti
Aynı sohbetlerde, Süfyan'ın su içeceği, elinin
delineceği ve bu hadise ile onun Süfyan olduğunun bilineceğine dair bir başka
hadisî işaret daha ele alınmıştır. Said Nursî, eski risalelerinde bunların
kısmen yazıldığını belirtmiştir.
III. Said Nursî'nin Teklifleri Reddetmesi ve
İhlâsın Muhafazası
M. Kemal'in
Mebusluk, Darülhikmet'teki eski vazifesi, köşk tahsisi ve özellikle Şeyh
Sünusî yerine 300 lira maaşla Kürdistan ve vilayat-ı şarkıyeye Vaiz-i Umumîlik
tekliflerini Said Nursî'nin ısrarla reddetmesi, Risale-i Nur'un geleceği için
gaybî/kaderî bir kararın gereği olarak açıklanmıştır.
Said Nursî, eğer bu teklifleri kabul etseydi,
hiçbir şeye âlet/araç olamayan ve Sırr-ı İhlâsı/samimiyet sırrını
taşıyan Risale-i Nur'un meydana gelmeyeceğini kesin bir dille ifade
etmiştir. Bu ret, Said Nursî'nin yirmi-otuz senelik dünyevi bir hayat
kurtarmasına bedel, yüz binlerce vatandaşa her birine milyonlarca senelik
uhrevî/ahiret hayatı kazandırmaya vesile olan Risale-i Nur hizmetini tercih
etmesinin kaderî/ilahî bir sonucudur.
Bu durum, Said
Nursî'nin hayatındaki en kritik karar noktalarından birini teşkil etmiş ve M.
Kemal'in dostluğundan vazgeçerek yirmi sene inzivada, zulüm altında azap
çekmesine yol açan temel etken olmuştur. Zira Risale-i Nur'un hakikat-ı
imaniyeyi kurtarma vazifesi, siyasetten tamamen tecerrüd/uzaklaşmayı
gerektirmiştir.
İsmet İnönü Dönemi
İstediğiniz konu, Bediüzzaman Said Nursî'nin
eserlerinde ahirzaman/son dönem hadiseleri ve şahısları bağlamında
derinlemesine incelenen hassas bir alandır. Sağladığınız kaynaklarda, Said
Nursî'nin, Risale-i Nur hizmetine karşı çıkan siyasî cereyanlara ve bu
cereyanların başındaki şahs-ı manevî/manevî kişiliklere dair çok kuvvetli
manevî ve cifrî/sayısal işaretler bulunmaktadır.
Ancak, Mustafa Kemal Atatürk'ün şahsına ve
rejimine dair müesses/kurucu olarak odaklanılan gaybî işaretlerin aksine,
mevcut kaynaklarda İsmet İnönü'nün ismini açıkça zikreden veya ona mahsus
cifrî bir delil sunan bir ifade bulunmamaktadır.
Bununla
birlikte, İsmet İnönü'nün cumhurbaşkanlığı dönemi (1938-1950), Said Nursî'nin
en ağır tazyik, tecrid-i mutlak/tamamen yalnızlık ve hapis/zindan süreçlerini
(Eskişehir, Denizli, Afyon) yaşadığı ve Risale-i Nur'un en şiddetli taarruzlara
maruz kaldığı dönemdir. Bu nedenle Said Nursî'nin bu dönemdeki
değerlendirmeleri, o dönemin idarecilerine yönelik manevî eleştirileri içerir.
Bu kapsamda, Risale-i Nur'a ve hizmetine karşı
çıkan idarenin manevî/gaybî değerlendirmeleri ve bu döneme ait genel cifrî
zemin aşağıdaki başlıklarla açıklanabilir:
I. Manevî Değerlendirmeler: Hükümetin Şahs-ı
Manevîsi ve Gizli Düşmanlar
Said Nursî,
kendisine yapılan işkencelerin ve tazyiklerin asıl failinin hükümet/idare
olmadığını, aksine "gizli dinsiz komiteler", "gizli
münafıklar" ve "habis şer kuvvetleri" olduğunu
belirterek, bu yapıların o dönemin idarecilerini iğfal/kandırma suretiyle
Nurcular aleyhine sevk ettiğini ifade eder. İnönü dönemi (Tek Parti dönemi)
yönetimindeki şiddetli baskılar, bu manevî değerlendirmeler çerçevesinde ele
alınmıştır.
1. Dinsizlik Rejimine Alet Olma İddiası
Bediüzzaman, hapis süreçlerinde ve
müdafaalarında, Adliye ve Emniyet mensuplarının bir kısmının dini siyasete alet
etmek yerine, "siyaseti ve adlî vazifelerini dinsizliğe âlet etmek
istediklerini" delillerle gösterme vazifesini talebelerine havale
etmiştir. Bu suçlama, o dönemdeki yargı ve idare mekanizmasının üst makamlardan
gelen ideolojik baskılarla hareket ettiğini ima etmektedir.
2. İstibdad-ı Mutlakın Şiddeti
Mevcut
kaynaklar, o dönemin idaresini "hürriyet perdesi altında müdhiş bir
istibdadı taşıyan şu asrın" bir parçası olarak tanımlar. Said Nursî, yirmi
seneden fazla süren (İnönü'nün Cumhurbaşkanlığı öncesi de dahil) bu zulüm ve
kanunsuz tazyiklere hedef olduğunu belirtir. Özellikle Afyon, Denizli ve
Eskişehir mahkemeleri süreçlerinde yaşanan tecrid-i mutlak (tamamen
tecrit) ve haps-i münferid (tek kişilik hapis), bu dönemin sertliğini
ortaya koymaktadır.
- Hatta bir fıkrada, gizli dinsizlerin "Said Nursî'yi
konuşturmamak için bir ilâç bulmuşlar, yedirmişler" ifadesiyle
zehirlenme teşebbüslerine dahi maruz kaldığını belirtmesi, o dönemdeki
idarenin ne denli acımasız yöntemler kullandığını göstermektedir. (Önceki
yazılarımızda, bu suikast girişimlerine karşı Cevşen-ül Kebir
duasının kerametiyle korunduğundan bahsedilmişti.)
3. Sükût ve Nurların Fütuhatına Karşı Telaş
Said Nursî, yirmi-otuz sene süren bu tazyiklere
karşı sükût ederek/susarak ve siyasete karışmayarak İhlâs/samimiyet düsturunu
korumuştur. Bu sükût, baskıyı uygulayanların kızdığı bir durumdur:
"Zaten
onların şimdi benden kızdıklarının bir sebebi sükûtumdur.. Dünyaya
karışmamaklığımdır. Adeta 'Ne için karışmıyor? karışsın, tâ maksadımız yerine
gelsin' diyorlar...".
Bu ifade, baskıcı rejimin (İnönü dönemi)
Bediüzzaman’ı siyasete zorlayarak hizmetini baltalamak istediğini; ancak Said
Nursî'nin bu tuzağa düşmeyerek manevî cihadı seçtiğini göstermektedir.
II. Cifrî İşaretler Bağlamı: Zalimlerin Akıbeti
ve Tevafuklar
İsmet
İnönü'nün ismi özelinde bir cifrî hesap sunulmasa da, o dönemin idare ve komite
mensuplarının akıbetine dair genel işaretler kaynaklarda yer almaktadır. Bu
işaretler, Kur'an hakikatlarına karşı gelen şahısların manevî tokat yiyeceğini
remzetmektedir.
1. Genel Zalimlere Yönelik Gaybî Tevafuklar
Bediüzzaman'ın, Nur Sırrı'na darbe
vuranların müthiş bir patlayışla cezalandırılacağına dair cifrî istihracı,
genel olarak Kur'an'a ve imana karşı çıkan şahs-ı manevî-i dalâleti
hedef almaktadır.
Said Nursî, bir Hadîs-i Şerifin
tevilinde/yorumunda, dinî emniyeti ihlâle teşvik eden ve İslâmî ilimleri imha
niyetiyle hareket eden Hülâgû ve vezirleri gibi davranan bazı malûm
insanların isimlerinin İlm-i Cifr'ce dahi mezkûr ayetin işaretine istinaden tam
tevafuk ettiğini, gösterdiğini ifade eder.
Bu işaretler, somut isimler zikredilmese de, o
devirde İslâmî esaslara karşı çıkan ve baskı uygulayan üst düzey yöneticilere
ve rejim kadrolarına (ki bu kişiler İnönü döneminin baskı politikasını
uygulayanlardır) yönelik manevî bir tokat ve tehdit olarak yorumlanmıştır.
2. Kur'an'daki Uyarıcı Âyetlerin Döneme İşareti
Risale-i Nur'un te'lif ve intişar tarihlerine
yönelik cifrî tevafuklar, aynı zamanda o dönemdeki manevî mücadeleyi de işaret
eder:
- Bin üç yüz elli bir (1351) Hicrî Tarihi
İşareti: Nur Suresi'nden bir cümle olan: ﴿يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا
اتَّقُوا اللّٰهَ وَاٰمِنُوا بِرَسُولِه۪ يُؤْتِكُمْ كِفْلَيْنِ مِنْ
رَحْمَتِه۪ وَيَجْعَلْ لَكُمْ نُورًا تَمْشُونَ بِه۪ فِي النَّاسِ﴾ (Ey İman edenler, Allah'tan korkun ve
Resulüne İman edin ki, size rahmetinden iki kat versin ve sizin için
insanlar içinde yürüyeceğiniz bir nur yapsın)
- Bu ayet-i kerimenin makam-ı
cifrîsi, şeddeliler birer sayılmak suretiyle bin üç yüz elli bir
(1351) etmektedir.
- Tevafuk / Uyum: Bu
tarih, Risale-i Nur'un ehemmiyetli vazifesinin ve Kur'anî emirleri yerine
getirmesinin tarihine tam tamına tevafukla bakar. Bu tarih, (1932/1933
Miladî) Risale-i Nur'un tam olarak neşir faaliyetlerinin yoğunlaştığı ve
mukabilinde baskıların arttığı dönemin hemen öncesidir.
Bu gibi cifrî işaretler, doğrudan şahıs adı
vermese de, Risale-i Nur'un ağır baskı altında (İnönü döneminin büyük bölümünü
kapsayan siyasi tazyik) dahi ilahî inayet altında ilerlediğini ve düşmanların
planlarının akîm kaldığını manen desteklemektedir. Said Nursî, zaten hiçbir
zaman şahsî isimler üzerinden siyaset yapmadığını, meselesinin tamamen imanı
kurtarma davası olduğunu vurgulamıştır.
Adanan Menderes Dönemi
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri'nin eserleri,
siyasî şahıslara yönelik değerlendirmelerini ve geleceğe dair manevî
işaretlerini genellikle, o şahısların İman ve Kur'an hizmetine karşı aldıkları
tavır üzerinden temellendirmiştir. Mustafa Kemal hakkındaki cifrî işaretlerin
aksine, kaynaklarda Adnan Menderes'in ismiyle ilişkilendirilmiş kesin bir
cifrî hesaplama ya da sayısal tevafuk/uyum delili açıkça yer almamaktadır.
Ancak, Adnan Menderes'in şahsı ve idaresi,
Risale-i Nur'un inayet-i İlahiyye / ilahî lütuf ile galibiyet ve
neşriyatına vesile olması hasebiyle çok kuvvetli manevî ve gaybî bir müjde ile
ilişkilendirilmiştir. Bu müjde, Menderes'in "İslâm Kahramanı" olarak
tanımlanmasına ve Said Nursî'nin bizzat ona hitaben mektup yazma arzusuna zemin
teşkil etmiştir.
İşte Adnan Menderes hakkındaki manevî/gaybî
işaretlerin ve onun rolünün kapsamlı bir analizi:
1. Manevî Müjde: İslâm Kahramanı Teşhisi ve
Destek
Said Nursî, Adnan Menderes’i açıkça bir İslâmiyet
kahramanı/İslâm Kahramanı olarak nitelendirmiş ve hükümetini, uzun süren
tazyikat ve zulümler sonrasında Cenab-ı Hakk'ın imdada gönderdiği bir
inayet/lütuf olarak görmüştür.
A. Zulmün Kalkması ve İnayet-i Rabbaniye / İlahi
Yardım
Bediüzzaman, eski idareler altında (önceki
yazılarımızda bahsi geçtiği üzere, özellikle M. Kemal ve İnönü dönemi) maruz
kaldığı yirmi yıllık emsalsiz ta'zib ve işkencelere sabredildiğini ve bu sabrın
neticesinde Cenab-ı
Hakk'ın Adnan Menderes hükümetini imdada gönderdiğini belirtir.
- Bu durum, Demokrat Partililerin (Ahrarlar'ın) başa geçip milletin
mukadderatına (geleceğine) hükmetmelerinin ve Risale-i Nur'un
serbestiyetine hizmetlerinin, gaybî/manevî bir mükafat ve ilahî bir
takdir olduğu anlamına gelir.
- Said Nursî, Menderes ve onunla beraber bu serbestiyete çalışanları,
Risale-i Nur'un kahramanları olan Hâfız Ali ve Hüsrev gibi şakirtleriyle
beraber manevî kazançlarına ve dualarına şerik/ortak ettiğini ifade
etmiştir.
B. Görüşme Arzusu ve Mektup
Siyasetten kesinlikle uzak duran ve hatta
görüşmelerden kaçınan Said Nursî, ağır hastalığı ve siyasî alakasızlığına
rağmen, Adnan Menderes
gibi bir İslâm Kahramanı ile sohbet etmek arzusunu dile getirmiş; ancak
hal ve vaziyetinin görüşmeye müsait olmaması nedeniyle bu mektubu ve kısa
esasları onun yerine konuşması için yazdığını belirtmiştir.
Bu, Said Nursî'nin, Menderes'i şahsî menfaat için
değil, İslâmiyet'in bir kahramanı olarak gördüğü ve ona manevî bir görev
tebliği etmek istediği için istisna kıldığına dair önemli bir manevî
alâmettir.
2. Gaybî İkazlar ve Temel Esaslar
Said Nursî'nin Adnan Menderes’e yazdığı ve ona
ulaştırılmak istenen mektuplar, Risale-i Nur'un mesleğinden süzülmüş, bu döneme
mahsus hayati manevî ve içtimaî/sosyal ikazları ihtiva etmektedir. Bu ikazlar,
manevî/gaybî bir irşadın gereği olarak görülür.
A. En Büyük İki Esasın İhyası / Diriltilmesi
Said Nursî, Menderes'e hitaben, İslâmiyet'in pek
çok Kanun-u Esasîsinden/Anayasa hükümlerinden ikisini özellikle beyan
etmiştir:
- Vezir-i Vizrâ / Kimse Başkasının Günahını
Çekmez Prensibi:
- Âyet-i Kerime: ﴿وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى﴾ (Hiçbir günahkâr başkasının günahını
yüklenmez).
- İkaz: Şimdiki
siyasette, particilik taraftarlığı ile, bir caninin yüzünden pek çok
masumların zararına rıza gösterilmektedir. Bu Kanun-u Esasî'ye muhalif
hareket edilmemelidir.
- Hukukullah / Allah Hakkı ve Hukuk-u İbad /
Kul Hakkı:
- İkaz: Hukuk-u
İbad/kul hakları, Hukukullah hükmüne geçemez. Eğer nefsanî haksızlıklara
vesile olacak şekilde Kanun-u Esasî'ye muhalif hareket edilirse, adalet
bozulur. Bediüzzaman, benlik ve enaniyetin kuvvet bularak memuriyeti
hizmetkârlıktan çıkarıp, hakimiyet ve müstebidane/despotça bir mertebe
tarzına getirmesinden sakınılmasını öğütlemiştir.
B. İki Dehşetli Cereyan Uyarısı
Said Nursî, Adnan Menderes'in "İslâmiyet'in
ve Dinin icablarını yerine getireceğiz" söylemine karşı çıkıp, tam zıddına
hareket eden iki dehşetli cereyanın varlığını ifşa ederek Menderes'i
manen uyarmıştır:
- Birinci Cereyan: Bir
caninin yüzünden büyük rüşvet ile halkları aldatarak ve
ecnebilerin/yabancıların müdahalesine yol açarak, birinci Kanun-u Esasî'ye
(Vezir-i Vizrâ) muhalefet edenler.
- İkinci Cereyan: İkinci
Kanun-u Esasî'ye muhalif olarak, şahsî kin ve garaz/nefretle masumları
mahkum etmeye çalışan, içtimaî ahlâkı bozanlar. Bu durum, Hâkimiyet-i
İslâmiye'ye büyük bir su-i kasd/kötü niyetli girişim hükmündedir.
Bu ikazlar, Menderes'in hizmetine yönelik iç ve
dış tehditlerin Said Nursî tarafından manevî bir basiretle görülüp, bu gaybî
bilgilerin siyasî bir liderle paylaşılması ve onu yönlendirme çabasıdır.
3. Risale-i Nur'un Fütuhatı / Fetihlerine Vesile
Oluşu
Adnan Menderes'in idaresindeki gelişmeler,
Risale-i Nur hizmetinin genişlemesinde önemli rol oynamıştır. Said Nursî,
Menderes'in Risale-i Nur Külliyatı'nın neşrine müsaade etmesini, "İmanî
hizmet cihetiyle Âlem-i İslâmı manen minnettar eden" büyük bir hizmet
olarak görmüş ve takdir etmiştir.
- Hatta Diyanet İşleri
Müşavere Kurulu'nun, Risale-i Nur eserlerinde kanunî mevzuata muhalif bir
siyasi ve idari mahzur görülmediğine dair raporları (ki bu karar Menderes
döneminde icra edilmiştir), Risale-i Nur'un serbestiyetini resmen teslim
ettirdiğini göstermektedir.
- Ankara’daki dost memurların Said Nursî'ye Emirdağı’nda istirahat
etmesini rica ettiklerini bildirmeleri, hükümetin, Risale-i Nur'un
hakikatını anlamış dostane bir tavırla yaklaştığını göstermesi açısından
manevî bir teselli ve müjde olarak kabul edilmiştir.
Özetle: Adnan Menderes hakkındaki manevî işaretler, onun
siyasi başarısından çok, Risale-i Nur'un imanı kurtarma hizmetine karşı
gösterdiği dostluk ve müsamahada gizlidir. Said Nursî bu dostluğu, asrın
manevî mücadelesinde bir dönüm noktası olarak görmüş ve ona verdiği manevî
öğütlerle, kendisini İslâmiyet'in bu dönemdeki en önemli kahramanlarından
biri olarak konumlandırmıştır.
Risale-i Nur'un Şahs-I Manevîsine ve Kendisi
Hakkındaki İşaretleri
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri'nin kendi
şahsiyeti, gelecek vazifesi, vefatı ve bu vefatın hemen sonrasında Risale-i Nur
hizmetinin durumu hakkındaki manevî/gaybî işaretler (işarat-ı gaybiye) ve cifrî
deliller, eserlerinde derinlemesine ve titizlikle incelenmiş hakikatlardır.
Kendisi, şahsını daima Kur'an’ın fâni bir hizmetkârı olarak görmüş ve manevî
makamları Kur'an’dan tereşşuh eden/doğan Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsine
/ manevî kişiliğine vermiştir.
Bu gaybî/manevî kronoloji ve işaretler, dört ana
başlık altında toplanabilir:
I. Said Nursî’nin Erken Dönem Önsezileri (Hiss-i
Kable'l-Vuku)
Bediüzzaman'ın Risale-i Nur'u te'lif etmesinden
çok önce, geleceğe dair kuvvetli önsezileri ve müjdeleri bulunmaktadır ki,
bunlar daha sonra hizmetinin seyrini belirlemiştir.
1. "Bir Nur Göreceğiz" Müjdesi ve
Yanlış Tatbik
Said Nursî, Hürriyet/Meşrutiyet döneminden evvel
dahi, büyük bir parlak Nur’un zuhur edeceğini ve bu Nur’un fenalıklara karşı
vatana saadet/mutluluk getireceğini, talebelerine defalarca müjdelemiştir.
- Zahirî Tahmin (Sehiv):
Başlangıçta bu hiss-i kablel-vuku' / önseziyi, siyaset âleminde ve hayat-ı
içtimaiye-i İslâmiye / İslâmî sosyal hayatın çok geniş bir dairesinde
olacak mesut ve dindar hâletler/durumlar olarak tasavvur ediyordu.
- Gaybî İhtarın Tashih / Düzeltilmesi: Ancak
daha sonra gelen ihtar-ı gaybî / manevî uyarı ile, o ışık ve Nur'un
tevilinin/yorumunun, bu memleketin en ziyade muhtaç olduğu imanî ve İslâmî
dairede hizmet veren Risale-i Nur olduğunu kesin bir kanaatle
anlamıştır. Kendi ifadesiyle, siyaset cazibesinin kendisini aldattığını ve
bu muaccel/hemen gelen ışığı, müeccel/sonraya bırakılmış saadet zannederek
siyaset kapısıyla aradığını fark etmiştir.
2. Manevî Üstatların Desteği
Said Nursî, Risale-i Nur'un te'lifi boyunca
kendisine manevî olarak destek olan ve eserine işaret eden büyük İslâm
önderlerinin işaretlerine dayanmıştır:
- İmam-ı Ali (kerrma'llâhu vecheh radiyallâhu
anh) ve Gavs-ı A'zam (K.S.): Said Nursî, hakaik-i imaniyyede
hususî üstadının İmam-ı Ali (R.A.) olduğunu belirtmiş ve bu zatların Celcelutiye
ve benzeri eserlerinde Risale-i Nur'a ve müellifine Keramet-i Gaybîye
yoluyla işaretler bulunduğunu kaydetmiştir.
II. Şahsiyetine ve Vazifesine Dair Cifrî
Tevafuklar
Kur'an-ı Kerim'in otuz üçten fazla ayetinde, Said
Nursî'nin şahsına ve Risale-i Nur'un makbuliyetine dair mana-yı işarî/remzî
(ima yoluyla) işaretler bulunmaktadır.
1. İsminin ve Manevî Dirilişinin Cifrî İşareti
Sure-i En'am'dan bir ayette geçen, ölü iken
diriltilen ve kendisine insanlar içinde yürüyeceği bir nur verilen kimseyi
anlatan ifadenin içindeki "مَْيتًا"
(meyten / ölü) kelime-i kudsiyesi, cifr ve ebced hesabıyla ve üç cihet-i
manasıyla Said-ün-Nursî adedine tam tevafuk eder.
- Tarihî Tevafuk: Bu
tevafuk, Said'in Umumî Harp’te maddî bir ölümden (yaralanma ve esaret) ve
felsefeden gelen şiddetli manevî bir ölümden kurtularak Kur'an'ın Âb-ı
Hayatıyla taze bir hayata girmesi tarihi olan Hicrî 1334'e de
tevafuk eder.
- Bu durum, onun dünyevî/siyasî şereften vazgeçip Kur'an'ın hizmetiyle
manen dirildiğine dair kuvvetli gaybî bir alâmettir.
2. Vazife Değişiminin Tarihsel Tevafuku
Said Nursî'nin tedris/eğitim vazifesinden, Kur'an
hakikatlarını te'lif/yazma ve mücahidane seyahat / cihad edercesine
seyahat vazifesine başladığı zamana dair de cifrî işaretler bulunmaktadır.
- Kur'an'daki "نُورًا" (nûren)
kelimesi (tenvin "ن" sayılmak
suretiyle) bin üç yüz on sekiz (1318) adedini vererek, Risale-i Nur
Müellifinin vazife değişikliğine başladığı zamana işaret eder. Bu tarih, İstihzarat-ı
Nuriye'ye (Nur hazırlıklarına) başladığı zamana tevafuk eder.
3. Maişet/Geçim Durumuna Dair Müjde
Gavs-ı A'zam'ın Keramet-i Gaybiyesi'nde
geçen "َيد ُش يع ت اً َسع" (sa'yûş)
ifadesi, Said Nursî'nin maişet/geçim hususunda saadetle/mutlulukla yaşayacağını
ve en mesut olacağını haber vermektedir. Bu, onun kimseden hediye kabul etmeme
(istiğna) düsturuyla, iktisat/tutumluluk yoluyla harika bir bereket ve manevî
bir rızıklandırma ile geçineceğine dair manevî bir işarettir.
III. Vefat ve Sonrası (Hizmetin Geleceği)
Hakkındaki Gaybî İşaretler
Said Nursî, şahsının fani ve kusurlu olduğunu
sürekli vurgulayarak, esas kalıcı olanın Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsi
olduğunu ve gelecekte hizmetin bu şahsiyet tarafından devam edeceğini
bildirmiştir.
1. Ölümün Yakınlığı ve Vasiyeti
Hayatının son dönemlerinde Said Nursî, ölümün
kendisine yakın göründüğünü ifade etmiştir. Bu sebeple, manevî sermayesini
korumak için vasiyetnamesini hazırlamıştır:
- Vasiyet: Kendi
şahsının ve Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsinin sermayesi olan
Risale-i Nur nüshalarının satışından elde edilen geliri, hayatını Risale-i
Nur hizmetine vakfeden ve nafakasına çalışmaya zaman bulamayan fedakâr Nur
talebelerine tayin/maaş olarak vermiştir.
- Hizmetin Devamı: Ölümden
evvel bu sermayeyi vârislere dağıtmanın, uhrevî mallar gibi, her bir
vârisin o Nur lambasına derecesine göre sahip olması ve binler nöbetçi
/ bekçi olması anlamına geldiğini belirtmiştir. Bu, hizmetin bir kişinin
şahsında değil, cemaat/şahs-ı manevî içinde devam edeceğinin gaybî bir
tasdikidir.
2. Baskıların Kalkması ve Fütuhat (Adnan Menderes
Dönemi)
Daha önceki yazılarımızda bahsedildiği üzere, M.
Kemal ve İnönü dönemlerinde yaşanan yirmi yıllık şiddetli baskı, işkence ve tecrid-i
mutlak / tamamen yalnızlık sürecine karşı gösterilen sabrın manevî bir
mükafatı olarak Adnan Menderes hükümetinin başa gelmesi, Risale-i Nur hizmeti
açısından bir gaybî inayet olarak görülmüştür.
- İlahi İmdat: Said
Nursî, yirmi senelik tazibat ve işkencelere sabrettiklerini ve "Tâ
Cenab-ı Hak sizi imdadımıza gönderdi" diyerek Menderes'i ve
hükümetini manevî bir müjde olarak nitelendirmiş ve onları İslâm
Kahramanı olarak selamlamıştır.
- Fütuhat Müjdesi: Bu
dönem, Risale-i Nur'un beraat kararları almasına, kitapların iade
edilmesine ve Nurların serbestçe intişar/yayılmaya başlamasına vesile
olmuştur. Said Nursî, bu serbestiyeti, "Risale-i Nur'un tam
serbestiyetine bir vesile" ve "büyük bir fâl-i
hayır" / hayırlı bir işaret olarak görmüştür.
3. Vefattan Sonraki Daire-i Nuriye
Risale-i Nur'un geleceği hakkında Said Nursî,
hizmetin kendisinden sonra Nurların ve talebelerin şahs-ı manevîsi ile devam
edeceğini kesinleştirmiştir.
- Vazifelerin Devri: Risale-i
Nur'un şahs-ı manevîsinin, âhirzamanda gelecek olan Müceddid-i Ekber/En
Büyük Yenileyici'nin üç vazifesinden en ehemmiyetlisi olan imanı
kurtarma vazifesini tam olarak yaptığından, bu manevî makamın Nurlara
ait olduğunu ifade eder.
- Siyasî Telaşın Sona Ermesi: Said
Nursî, dostlarının ve düşmanlarının dahi Nurların fevkalâde tesirli
intişarını/yayılışını kabul ettiklerini, tam serbestiyet verilmemesinin
sebebinin ise Nurların kuvvetinden korkulması olduğunu bildirir.
Kendisinin şahsına yönelik hücumların, Nurları daha ziyade parlattırmaya
vesile olduğunu ve gizli düşmanların bile "Risale-i Nur’u
okuyabilirsiniz" demek zorunda kalacağını gaybî bir şekilde haber
verir.
Said Nursî, bütün bu manevî işaretler ve cifrî
tevafuklar ile, şahsını değil, Kur'an'ın bir mucizesi olan Risale-i Nur'u
merkeze koymuş; böylece hizmetin sonsuza kadar saf ve ihlaslı bir şekilde devam
etmesi için kaderî bir meslek/yol belirlemiştir.
Tarikat Ve Tasavvuf Mesleklerine Ve İntisab Eden/Katılan Ehl-İ Tarikat Hakkında
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin Risale-i
Nur Külliyatı, tarikat ve tasavvuf mesleklerine ve bu mesleklere intisab
eden/katılan ehl-i tarikata dair çok hassas, derinlikli ve çağın
gereksinimlerine uygun bir rehberlik sunmaktadır. Bu rehberlik, genel olarak,
iman hakikatlerinin kurtarılması mesleğinin, tarikat mesleğine nazaran bu
asırda ne denli büyük bir öncelik arz ettiğini kapsamlı bir şekilde izah
ederken, tarikatın meşruiyetini/hukukiliğini ve ehemmiyetini/önemini de tasdik
etmektedir.
Aşağıda, kaynaklarda yer alan Said Nursî’nin
tarikatlar, tasavvuf ve ehl-i tasavvuf hakkındaki temel değerlendirmeleri,
tavsiyeleri ve bu konudaki manevî ikazları ayrıntılı biçimde incelenmiştir:
I. Tarikat ve Şeriatın Konumlandırılması ve
Önceliği
Said Nursî, Velâyet/Velilik makamına
ulaşmanın Kur’anî yolu ile tarikatın seyr ü sülûk/manevî yolculuk yolunu
karşılaştırırken, Risale-i Nur mesleğinin dayandığı esasları ortaya koyar.
1. Tarikatın Şeriata Göre Vazifesi ve Mertebesi
Tarikat, bizzat bir gaye değil, Kur'an'ın büyük
dairesine ulaşmada bir araç/vesile olarak görülür:
- Şeriatın Kapsamı: Şeriat,
doğrudan doğruya, gölgesiz, perdesiz, sırr-ı ehadiyet / tek olma
sırrı ile rubûbiyet-i mutlaka / mutlak Rablık noktasında hitab-ı
ilâhînin / ilahi hitabın neticesidir.
- Tarikatın Rolü:
Tarikatın ve hakikatin en yüksek mertebeleri dahi şeriatın
cüzleri/parçaları hükmüne geçer. Tarikat daima vesile, mukaddime/giriş ve hâdim
/ hizmetkâr hükmündedir.
- Yanlış Anlayışın Reddi: Bazı
ehl-i tasavvufun zannettikleri gibi, şeriatı zâhirî/dışsal bir kışır
/ kabuk, hakikati ise onun içi ve neticesi ve gayesi olarak tasavvur etmek
doğru değildir. Şeriatın, umum tabakalara bakacak mertebeleri vardır.
2. Risale-i Nur Mesleğinin Kısa ve Yüksek Yolu
Risale-i Nur’un mesleği, eski usuldeki tarikat
yolculuğundan farklı bir yol izlemektedir. Bu yol, doğrudan Kur'an'ın
hakikatlarından alınmıştır:
- İlmî Metod: Risale-i
Nur, ilm-i tasavvuf ve tarikat yerinde, doğrudan ilm-i kelâm
/ İslâm inanç esasları içinde bir velâyet-i kübra / en büyük
velilik yolunu açmıştır. Bu yolda sülûk ve evrâd/zikir yerine, mantıkî
bürhanlarla / delillerle ve ilmî hüccetler / ispatlar içinde hakikat-ül
hakaika / hakikatların hakikatına yol açılmıştır.
- Tarikat Berzahından Uzaklık:
Zahirden/dıştan hakikate geçmenin iki yolu vardır.
Birincisi, tarikat
berzahına/geçidine girip seyr ü sülûk / manevî yolculuk ile derece kat
etmektir.
İkincisi ise, doğrudan doğruya
tarikat berzahına uğramadan, lûtf-u İlâhî / ilahi lütuf ile hakikate
geçmektir ki, bu, Sahabeye / Peygamber’in dostlarına ve Tâbiîne /
onlara tabi olanlara has ve kısa bir yoldur. Risale-i Nur’un hakaik-i
Kur’âniyeden / Kur’an gerçeklerinden tereşşuh eden nurları / sızan
ışıkları bu kısa yola mâliktir.
II. Ehl-i Tasavvuf ve Tarikat Ehli İçin
Tavsiyeler
Said Nursî, ehl-i tarikatın manevî hayatını
koruması ve hizmetini kuvvetlendirmesi için kritik tavsiyelerde bulunur.
1. Takva, İhlâs ve Sünnet-i Seniyyeye İttibâ /
Uyma
Tarikatın ilerlemesi, Şeriata ve Sünnet-i
Seniyyeye/Peygamber’in yoluna tam bir bağlılık ile mümkündür:
- Şeriata Ziyadeleşen Bağlılık: Ehl-i
tarîkat ve ashab-ı hakikat / hakikat dostları, ilerledikçe hakâik-i
şeriata karşı incizâbları / çekimleri, iştiyakları /
arzuları ve ittibâları / uymaları ziyadeleşir.
- En Küçük Sünnet: Ehl-i
Tarikat, en küçük bir Sünnet-i Seniyyeyi, en büyük bir maksat gibi
görmelidir.
- İbadetin İhyası: İttibâ
ve iktidâ / tabi olma ve örnek alma vasıtasıyla, kişinin âdi
halleri ve örfî muameleleri ibadet şekline girer. Bu ittibâ, aynı zamanda
şer'î bir hükmü hatırlatır ve sahib-i şeriatı / şeriat sahibini
(Peygamberi) düşündürür.
- Farzlar ve Kebair: Bu
zamanda tahribat/yıkım ve menfî/olumsuz cereyan dehşetlendiği için, Takva
/ günahtan kaçınma bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzlarını yapan, kebâirleri
/ büyük günahları işlemeyen kurtulur.
2. İman Kurtarma Hizmetine Öncelik
Said Nursî, tarikatın kendi öz zevkini dahi iman
hizmetinde bulması gerektiğini tavsiye eder:
- Tarikat ve İman Odaklılık: Yirmi
dokuzuncu Mektub'un bir kısmında, tarikatın hakikatlarına yetişmek için,
iman hakikatlarının dersine odaklanmanın zarureti vurgulanır. Tarikat
mesleği, iman kurtarma hizmetine vesile ve hâdim / hizmetkâr
olmalıdır.
- Hane-i Kalbin Tamiri: Risale-i
Nur'un tahşidatının / toplu delillerinin sebebi, sadece cüz'î/kısmi
bir tahribatı ve küçük bir haneyi (kalbi) tamir etmek değil, küre-i arz
/ yeryüzündeki dehşetli tahribatı tamir etmektir. Bu yüzden Kur'an, bütün
asırlara bakan Küllî Tahşidat / toplu deliller yapmaktadır.
- Tılsımların Keşfi: Risale-i
Nur'un has talebesi olmanın sebeplerinden biri, Risale-i Nur'un yüze yakın
Din Tılsımlarını / dinî sırları ve Hakaik-i Kur'aniyenin
Muammalarını / Kur'anî gerçeklerin gizemlerini hall ve keşfetmesidir.
Bu tılsımların bilinmemesi, insanların şüphe ve tereddütlere düşüp imanını
kaybetmesine yol açar. Bu keşiflerden sonra, bütün dinsizler toplansa dahi
galebe/zafer edemezler.
3. Tekke ve Cami Dengesi
Ehl-i tarikata verilen ilginç tavsiyelerden biri
de, ibadetin şekil ve mana dengesinin doğru kurulmasıdır:
- Evrâd-ı tarîkat (tarikat
zikirleri) veya evrâd-ı tasavvuf / tasavvuf duaları, Ferâiz
/ farzların ve tâdil-i erkânının / erkanının düzeltilmesinin
evrâdına vesile olmalıdır.
- Camideki namazı çabuk ve resmî / şeklî kılıp, hakikî zevkini ve
kemâlini tekyede / tekkede bulmayı düşünen, hakikatten uzaklaşıyor.
III. İhbarlar ve Ehl-i Dalâletin Tarikata Yönelik
Desiseleri
Said Nursî, tarikatın büyük ehemmiyetine rağmen,
bu mesleği siyasete alet etmeye çalışan ve onu tahrip etmek isteyen düşmanlara
karşı ikazlarda bulunur.
1. Tarikat Adı Altındaki Siyasî İftiralar
Risale-i Nur'a yönelik yirmi sene süren ağır
baskıların ve mahkeme süreçlerinin temel dayanaklarından biri, Nurcuları Tarikatçılık
ve Cemiyetçilik ile suçlamaktı.
- Gizli Düşmanların Silâhı: Gizli
düşmanlar, Said Nursî'nin hizmetine karşı Nakşîlere ve Ehl-i
Tarîkata karşı kullandıkları aynı silâhı kullanmışlardır. Bu
silahların amacı: Nur talebeleri arasında tesanüdü / dayanışmayı
kırmak, Üstad'ı ihanetlerle çürütmek ve mesleklerini felsefenin bazı
düsturlarıyla itibarsızlaştırmaktır.
- Cifrî İkazların Doğruluğu: Bu
dönemdeki iddialar, Denizli ve Ankara Mahkemelerinde inceden inceye tedkik
edilmiş; yirmi senelik Mektubat ve Te'lifatları / eserleri
incelendikten sonra, mahkemeler ittifakla cemiyetçilik ve
tarikatçılık gibi bahaneler cihetinde beraet kararı vermişlerdir.
Bu durum, bu ithamların ne kadar kanunsuz ve asılsız olduğunu
göstermektedir.
- Zehirlenmiş Hediyeler: Said
Nursî, manevî bir muhaverede, nefse hoş gelen manevî zevkleri sunan bir
cemaat ve heyetin (insî şeytanlar) bulunduğunu ve bu
tatlıların/zevklerin zehirli olduğunu bildirir. Eğer bu tecrübe
için verilen hediyeler alınırsa, manevî darağacında asılınacağı; buna
mukabil, Hâkimin Fermanıyla gelen helâl hediyeleri (iman
hakikatlarını) kabul edip terbiye-namelerdeki Duaları ve Evradları
/ zikirleri okuyanların kurtulacağını haber verir. Bu, tarikatın zevki
/ manevî hazzın İhlâs’tan / samimiyetten ayrılmasına dair gaybî bir
ikazdır.
2. Tarikatın Siyasete Alet Edilmesi İhbarı
Said Nursî, siyasete girmemekle (İhlâs düsturu
gereği önceki yazılarımızda bahsi geçtiği üzere), Risale-i Nur'u siyasî
çekişmelerden muhafaza etmiştir. Ancak bu duruş, bazı ehl-i tarikatın hatalı
yollara kaymasına dair ipuçları sunar:
- Siyasetin Çekim Alanı: Said
Nursî, Risale-i Nur'un rızâ-i ilâhiden / Allah rızasından başka
hiçbir maksada vesile olamadığını ve tarafgirlik hissiyatına bina edilen
cereyanlara alet olamayacağını vurgular.
- Has Tarikat Mesleği: Said
Nursî'nin mesleği, felsefe ve gafletten gelen manevî ölümden necat
/ kurtuluş bulup Kur'an'ın Ab-ı Hayatıyla / hayat suyuyla taze bir
hayata girmektir. Bu hizmet, Tarikatlara kıyas edilmez bir
meslektir.
- Yanlış Teşebbüsler: Tarikat
hevesiyle Nurlardan izin almıyarak, kapanmış hangahlara /
tekkeler girmek, büyük bir yanlışlık ve Risale-i Nur'a sekte vurmaktır.
Zira Hakaik-ı İmaniye / iman hakikatları en kat'î ve vazıh/açık
surette ders verilmişken, onu bırakıp tarikat hevesine kapılmak şefkat
tokadına müstahak olmayı gerektirir.
Said Nursî, ehl-i tarikata hitaben, hizmetin
gelecekte daha da kuvvetleneceğini, ancak bu asırda imanı kurtarma
düsturunu en üstte tutmaları ve eski, aşırı (müfrit) veya dünyaya bakan
tarikat cereyanlarından uzak durarak, İslâmiyet'in temel hakikatlarına tam
ittibâ etmeleri gerektiğini ısrarla öğütlemiştir.
Âhirzaman (Son Dönem) Hadiseleri
Bu son derece kapsamlı soru, İslâm inancının ukde-i
hayatiye / hayatî düğüm noktalarından biri olan Âhirzaman (Son
Dönem) hadiselerini, Bediüzzaman Said Nursî’nin Kur'an ve hadisler üzerinden
yaptığı derin manevî tahliller (teviller) ve sayısal tevafuklar/uyumlar
(cifr/ebced) ile açıklamayı gerektirmektedir.
Said Nursî, bu tür gaybî/manevî işaretleri
yorumlarken (tevil), din düşmanlarının (mülhidler) bu hadisleri hurafe
zannedip İslâm hakikatlarına saldırmasını engellemeyi amaç edinmiştir.
Aşağıda, kaynaklarınızdan hareketle, Deccal,
Süfyan, Mehdi ve Hz. İsa’nın nüzûlüne dair manevî işaretler ve cifrî deliller,
öğretici ve detaylı bir dille sunulmuştur:
A. Gaybî İşaretlerin (Müteşabih Hadislerin)
Yorumlanma Metodu
Bediüzzaman'ın bu dehşetli şahıslara ve
hadiselere dair yorumları, sırr-ı teklif / imtihan sırrı ve Âdetullah
/ Allah’ın kâinattaki değişmez kanunları ile çelişmeyen bir metot izler.
- Zahirî İfadelerin Reddi:
Ahirzaman hadiseleri ile ilgili rivayetlerin zahirî/dışsal ifadeleri,
akıldan çok uzak görünebilir; bu ifadeleri aynen kabul edenler zarar
gördüğü gibi, sıhhatini inkâr edenler de Müslümanlara zarar vermektedir.
Risale-i Nur, bu gibi ehadis-i müteşabihenin / yoruma açık
hadislerin hakikî tevillerini Kur'an’ın feyziyle göstermiştir.
- Hadislerin Küllî ve Muhtelif Manaları:
Ahirzaman hadiseleri küllî/genel bir hakikatı işaret ettiğinden, bazen o
küllî mananın bir ferdi, bazen da bir cüz'ü/parçası üzerinden işaretler
gelmiştir.
B. Deccal ve Süfyan (İslâm ve Büyük Deccal)
Kaynaklarda, kıyamete yakın zamanda ortaya
çıkacak iki büyük inkârcı ve yıkıcı figürden bahsedilmektedir: Büyük Deccal
(Hristiyan dünyasında) ve İslâm Deccalı (Süfyan).
1. Süfyan’ın (İslâm Deccalı) Vazifesi ve İcfaati
Süfyan, İslâm âlemi içinden çıkacak olup,
İslâmiyet'i içeriden tahrip etmeyi hedefler.
- Vazifesi: Şeytanın
iğvası/ayartması ve hükmü ile Şeriat-ı Muhammediye’nin (salla'llâhu aleyhi
ve sellem) ebedî bir kısım Ahkâmını nefis ve şeytanın desiseleriyle
kaldırmaya çalışır. Hayat-ı beşeriyenin maddî ve manevî rabıtalarını
bozarak, anarşistliğe/kargaşaya meydan açar.
- Destekçileri: İslâm Deccalı, Yahudi’nin
İslâm ve Hristiyan aleyhinde şiddetli bir intikam besleyen gizli
komitesinin yardımını alır. Ayrıca, masonların komitelerini aldatıp
müzaheretlerini/yardımlarını kazanır.
- Karizması ve İktidarı: Gayet
muktedir, dâhî/deha sahibi ve faaliyetli/aktif olup, gösterişi sevmeyen,
şahsî şan ve şerefe ehemmiyet vermeyen bir sadrazam ve gayet cesur ve
iktidarlı bir serasker bulur, onları teshir eder/etkiler. Onların dâhiyane
icraatlarını riyasızlıklarından/samimiyetsizliklerinden istifade ederek
kendi şahsına isnat ettirir.
- Manevî / Gaybî İşaretlerin Tevili (Yorumu): Said
Nursî, hadislerde geçen bazı alametlerin, İslâm Deccalı’nın (M. Kemal’in
şahs-ı manevîsi olarak tevili, önceki yazılarımızda bahsedildi)
icraatlarına nasıl uyduğunu açıklar:
- Alındaki Yazı ve Şapka:
Ahirzaman’ın dehşetli şahsının alnında "haza Kâfirün" yazılı
bulunması, sabah kalkıp şapka giymesini ve giydirmesini
remzen/işaretle haber verir.
- Eli Delik Olması: Deccal’ın bir su
içeceği, elinin delineceği rivayeti, hadsiz israfata girmesi
ve rakı gibi bir suya mübtela/bağımlı olması ile yorumlanır
(darb-ı mesel/atasözü yoluyla, eli delik: çok israflı).
- Ölümünün Duyurulması: Deccal
ölünce ona hizmet eden şeytanın, İstanbul Dikilitaş'da o öldü diye bütün
dünyaya bağıracağı hadisi, M. Kemal’in ölümünün radyo ile dünyaya
duyurulmasına tam tevafuk eder.
2. Büyük Deccal (Hristiyan Deccalı)
Büyük Deccal’ın fitnesi Hristiyanlık âleminde
olacaktır.
- Vazifesi: Şeytanın
iğvasıyla Şeriat-ı İseviye’nin Ahkâmını kaldırıp, Hristiyanların sosyal
hayatını idare eden bağları bozarak, anarşistliğe ve Ye’cüc ve Me’cüc’e
zemin hazırlar.
- Özel Özellik: Büyük
Deccal’ın ispirtizma nevinden (teshir edici) hipnotize edici
hassaları bulunur. İslâm Deccalı’nın ise bir gözünde teshir edici
manyetizma bulunur.
- Kırk Gün Hadisesi (Cifrî Yorum):
Rivayetlerde geçen, "Deccal’ın birinci günü bir senedir, ikinci günü
bir ay, üçüncü günü bir hafta" şeklindeki uzun gün/sene hesabı iki
teville açıklanır:
- Kutb-u Şimalî: Bu,
Büyük Deccal’ın kutb-u şimalî dairesinde zuhur edeceğine
işarettir, zira kutb-u şimalî mevkiinde bütün sene, bir gece bir
gündüzdür.
- Ulaşım Hızı: Kırk
günde gezmesini, şimendifer (tren) ve tayyare gibi modern
ulaşım araçları halletmiştir.
3. Cifrî Tevafuklar ve Tarihi Benzerlikler
Hadislerde, Deccal’ın gelişi ve yıkıcı gücü,
geçmişteki büyük felaketlerle ilişkilendirilmiştir.
- Hulagu ve Cengiz: Hz.
Peygamber’in (salla'llâhu aleyhi ve sellem) İhbar-ı Gaybî / gaybı
haber vermesi ile Abbasi Hilafeti'nin yaklaşık 500 sene devam edeceğini ve
sonunda Cengiz ve Hulagu namındaki bir Deccal eliyle (en zalim
ve tahripçi) inkıraz bulacağını haber vermesi büyük bir mucizedir.
- Hulagu ve Cengiz fitnesi, İslâm âleminde gördüğümüz en dehşetli
felaketler olup, Said Nursî, bu fitnenin asrına dört defa mana-yı işarî
ve makam-ı cifrî ile bakıldığını ve bu asrın, Abbasi Devleti’nin
inkırazı zamanına benzediğini belirtir.
C. Mehdi-i Âhirzaman ve Tecdid / Yenileme
Vazifesi
Bediüzzaman, Mehdi’nin şahsını, asıl vazifesi
olan imanı kurtarma perspektifinden ele alır ve bu büyük görevin
Kur'an'ın bir tefsiri olan Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsi tarafından yerine
getirildiğini işaret eder.
1. Mehdi’nin Vazifeleri ve Risale-i Nur’un Konumu
- Üç Vazife:
Mehdi’nin çok vazifeleri vardır: siyaset, diyanet, saltanat ve cihad
âlemlerinde icraatları olacaktır. Fakat bu üç vazifeden en önemlisi, imanı
kurtarma vazifesidir.
- Manen Mehdilik: Said Nursî, Mehdilik
makamını şahsına almaktan kesinlikle kaçınır. O, kendisini Hz. Ali’nin (kerrma'llâhu
vecheh radiyallâhu anh.) manevî bir evladı (veled-i manevî) olarak
görse de, âhir zamanın o büyük şahsının Âl-i Beyt’ten olacağını ve
kendisinin seyyid olup olmadığını bilmediğini ifade eder.
- Tecdid ve Velâyet-i Kübra: Her
asırda, Rahmet-i İlahiye ile manevî kuvveti destekleyecek bir nevi Mehdi
(Müceddid/Yenileyici) Âl-i Beyt'ten çıkmış ve Şeriatı ihya etmiştir. Ancak
büyük Mehdi unvanını almamışlardır, çünkü her biri üç vazifeden
yalnızca birini yapmıştır.
- Risale-i Nur’un Vazifesi: Risale-i
Nur’un mesleği, doğrudan doğruya hakaik-i imaniyenin / iman
hakikatlerinin kurtarılması olduğu için, bu manevî cihetteki hizmet,
Mehdi’nin en ehemmiyetli vazifesidir ve Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsi
tarafından tam olarak yerine getirilmektedir. Bu eser, yüze yakın Din
Tılsımlarını / dinî sırları ve Hakaik-ı Kur'aniye Muammalarını
/ Kur'anî gerçeklerin gizemlerini çözerek, dinsizlerin galebe edemeyeceği
bir iman kalesi inşa etmiştir.
2. Âl-i Beyt ve Siyasi Hâkimiyet
Hadislerde, Büyük Mehdi’ye bağlı olan Âl-i
Beyt’in siyasi hâkimiyet sahibi olacağı belirtilse de, Risale-i Nur’un
yaklaşımı şudur:
- Siyasi Hâkimiyetten Kaçınma: Said
Nursî, siyasî hâkimiyetin Âl-i Beyt’e yaramadığını ve asıl dinî
vazifelerini unutturduğunu beyan eder. Bu, siyasetten tamamen
tecerrüd/uzaklaşarak iman hizmetine odaklanan Mehdi’nin haslar
cemaatına / özel grubuna (dar daire) işaret eder.
D. Hz. İsa’nın (A.S.) Nüzûlü (Yeryüzüne İnişi)
Kaynaklarda Hz. İsa’nın (A.S.) Deccal ile
mücadelesi ve onun nüzûlü (inişi) kıyamet alametlerinin önemli bir parçasıdır.
1. Hz. İsa’nın Hayatı ve Vazifesi
- Hayatta Olması: Hz.
Hızır ve Hz. İlyas gibi, Hz. İsa da ikinci Tabaka-i Hayat’tadır ki,
bu mertebede bir derece serbesttir. Yani bir vakitte pek çok yerde
bulunabilir, bizim gibi beşeriyetin gereklilikleriyle daima kayıtlı
değildir.
- Görevi: Kıyamete
yakın zamanda Deccal’ı öldürecektir.
2. İsa-Deccal Mücadelesinin Tevili
Hz. İsa ile Deccal arasındaki mücadeleye dair
rivayetler de Said Nursî tarafından tevile muhtaç görülmüştür:
- Heykelin Büyüklüğü:
Rivayetlerde, Deccal’ın heykelinin Hz. İsa’dan on, hatta yirmi misli
yüksek kametli olacağına dair ifadeler vardır. Said Nursî, bu
zahirî/dışsal ifadenin Sırr-ı Teklife / imtihan sırrına ve nev’-i
beşerde câri olan Âdetullah’a / insan türünde geçerli olan Allah'ın
kanunlarına aykırı olduğunu belirtir.
- Tevil: Bu,
Deccal’ın maddiyata dayalı dehası ve küfrî/inkârcı cereyanının manevî bir
heykelinin çok büyük olacağını; ancak Hz. İsa’nın manevî ve kudsi gücünün,
bu dehşetli heykele karşı galip gelip onu yeneceğini simgeler.
E. Diğer Önemli Âhirzaman Alametleri
Gaybî işaretler sadece büyük şahısları değil,
aynı zamanda manevî ve sosyal hayatın bozulmasını da kapsar:
1. Ye'cüc ve Me'cüc (Anarşistlik)
- İhbar: Kıyamete
yakın zamanda Ye’cüc ve Me’cüc taifeleri, anarşistlik gibi
bir fikirle beşeriyet medeniyetini yerle bir edeceklerdir.
- Tevil: Eskiden Mançur
ve Moğol unvanıyla insan topluluklarını yerle bir eden bu
taifelerin (Cengiz ve Hulagu gibi), tekrar ortaya çıkıp karışıklığa sebep
olacakları, Rivayetlerde mevcuttur.
2. Kur'an’ın Göğüslerden Çıkması ve Unutkanlık
- Hadis İhbarı: Ahir
zamanda hafızların göğsünden Kur'an’ın nez’edileceği/ çıkarılacağı,
unutulacağı rivayet edilmiştir.
- Vukuat ve Tevili: Bu
müthiş haberin tevili, ehl-i İslâmda nazar-ı haramın / harama
bakışın ziyadeleşmesiyle, hevesat-ı nefsaniyenin heyecana gelip su-i
istimalata/kötüye kullanıma yol açmasıdır. Bu israf, tıbben (kuvve-i
hafızasına za'af) hafıza kuvvetine zaafiyet vererek, umumî bir
unutkanlık hastalığını netice vermektedir. Bu durum, Hadis-i Şerif’in
verdiği haberin ucunda görünmektedir.
3. İnsanların Başıboş Bırakılmaması
- Gaybî Kanun:
İnsanların ef'al/fiiller, âsâr/eserler ve hasenat/iyilikler ve
seyyiatları/kötülükleri, Kemal-i dikkatle muhafaza edilir ve
muhasebesi görülecektir. İnsan, Ebede meb’ustur / ebediyete
gönderilmiştir.
- Dabbe-tül Arz (Arz Hayvanı): Deccal
ve Süfyan’ın fitneleriyle isyana, tuğyana/azgınlığa ve anarşistliğe giden
insanların akıllarını başlarına getirmek hikmetiyle, arzdan bir hayvan
(Dabbe-tül Arz) çıkıp musallat olacak, yeryüzünü alt üst edecektir.
Hz. İsa’nın (aleyhisellâm) Nüzûlü ve Şahsiyetinin Konumu
İslâm âleminin âhirzaman / son dönem hadiseleri
hakkındaki en derin ve manevî tahlilleri içeren Risale-i Nur Külliyatı’nda, Hz.
İsa’nın (aleyhisellâm) nüzûlü/yeryüzüne inişi, kıyamet alametlerinin vuku
bulacağı zaman dilimleri ve bu olayların manevî arka planı detaylıca
incelenmiştir.
Bediüzzaman Said Nursî, bu gaybî/manevî
işaretleri yorumlarken, sırr-ı teklif / imtihan sırrının devam etmesi ve
Âdetullah / Allah’ın kâinattaki kanunları ile çelişmeme prensibini esas
alır. Bu nedenle hadislerdeki zahirî/dışsal ifadeleri, çağın idrakine uygun bir
şekilde tevil/yorum etmiştir.
İşte kaynaklardan elde edilen, Hz. İsa’nın (A.S.)
şahsiyeti, nüzûl alametleri ve kıyametin zamanına dair manevî/cifrî işaretler:
I. Hz. İsa’nın (A.S.) Nüzûlü ve Şahsiyetinin
Konumu
Hz. İsa’nın nüzûlü, kıyamete yakın dönemde vuku
bulacak en büyük alametlerden biri olarak kabul edilir. Said Nursî’nin
eserlerinde bu hadisenin manevî yönü kuvvetle vurgulanmıştır.
1. Hz. İsa’nın Hayat Mertebesi
Kaynaklarda, Hz. İsa’nın (A.S.) hâlâ hayatta
olduğu ve bu hayatın İkinci Tabaka-i Hayat’a / Hayatın İkinci
Mertebesine ait olduğu belirtilir. Hz. Hızır ve Hz. İlyas gibi bu mertebedeki
zatlar, bir derece serbesttirler ve bir vakitte pek çok yerde bulunabilirler;
yani bizim gibi beşeriyetin gereklilikleriyle sürekli kayıtlı değillerdir (Önceki
yazılarımızda bu husus teferruatlı olarak ele alınmıştı).
2. Şahs-ı Manevî Olup Olmama Durumu
Hz. İsa’nın nüzûlünün şahs-ı manevî /
manevî kişilik şeklinde mi gerçekleşeceği hususu, doğrudan ifade edilmese de,
Mehdi mesleği ile karşılaştırılarak bir fark ortaya konur.
- Daha önceki konularımızda geçtiği üzere, Mehdi’nin en büyük ve en
kıymetli vazifesi olan imanı kurtarma ciheti, Risale-i Nur’un
şahs-ı manevîsi tarafından yerine getirilmektedir. Said Nursî,
Mehdi’nin siyasi ve içtimaî/sosyal vazifelerinin de olacağını, ancak en
ehemmiyetli vazifenin bu iman hizmeti olduğunu belirtmiştir.
- Buna mukabil, Hz. İsa’nın nüzûlünün temel vazifesi, Büyük Deccal’ı
öldürmek ve Hristiyanlık
âlemini hakikat dairesinde İslâmiyet ile ittihad etmeye hazırlamaktır. Hz.
İsa’nın bu vazifesi, ilmî veya fikrî bir şahsiyetten ziyade,
manevî ve kudsi bir gücün ve Din-i Hakikîsinden çıkan Nur-u
Semavî güneşinin tecellisi olarak görülmektedir.
- Bu hadisedeki tevillerde, Deccal’ın heykelinin Hz. İsa’dan (A.S.) on
veya yirmi misli yüksek kametli olacağına dair rivayetin zahirinin, Sırr-ı
Teklif ve Âdetullah’a uygun düşmediği belirtilmiştir. Bu durum, Deccal’ın
temsil ettiği maddiyata dayalı küfrî cereyanın heykelinin büyük
olacağını, buna karşı Hz. İsa’nın manevî ve kudsi gücünün ona galip
geleceğini simgelemektedir.
Dolayısıyla,
Hz. İsa’nın (aleyhisellâm) kendisinin manevî bir şahsiyet olmasından ziyade, bizzat
şahsıyla ineceği ve manevî heykelinin (kudsi gücünün) Deccal’ın
küfrî heykelini mağlup edeceği anlaşılmaktadır.
3. Nüzûle Dair Cifrî İşaretler
Hz. İsa’nın nüzûlüne dair Hadis-i Şerifler ve
İmam-ı Ali’nin eserlerinde cifrî işaretler mevcuttur.
- Celcelûtiye Tevafuku: İmam-ı
Ali’nin Celcelûtiye Kasidesi’nde geçen bir beyitin “İsâ
teazzamet” cümlesinin ebced/cifrî makamı, 1380 Hicrî senesine
tam tamına tekabül eder. Bu tarih ise 1960 Miladî rakamına tam
karşılık gelmektedir. Bu, âhirzamanın en büyük iman serdarlığını yapacak
şahsiyetle (Mehdi) ve onun hizmetiyle alâkadar olan bu kutsi ismin, manevî
bir ikram ve kudretle zuhur edeceğine işaret etmektedir.
- 1361/1362 Tevafuku: Sûre-i
Bakara’dan bir ayetin (وَمَن كَانَ مَيْتًا
فَأَحْيَيْنَاهُ) cifrî ve riyazî/matematiksel değeri bin
üç yüz altmış bir (1361) etmektedir. Bu tarih, Said Nursî’nin
hayatındaki önemli hadiselere (Denizli hapsindeki zorlu süreç) işaret
etmekle beraber, ayetin devamında geçen ve vece’alnâ lehu nûren yemşî
bihi fîn-nâs ifadesi, iman hizmetine ve manevî dirilişe bir ışık
tutmaktadır. Bu hadiseler, büyük Mehdi’nin ve Hz. İsa’nın nüzûlünün yakın
olduğu dönemin öncü alametleri olarak değerlendirilebilir.
II. Kıyametin Vakti ve Said Nursî’nin İhbarları
Bediüzzaman Said Nursî, Kıyamet’in tam vaktini
tayin etmekten kesinlikle kaçınmış; bunun Hikmet-i İlahiye’ye ve imtihan
sırrına aykırı olduğunu izah etmiştir.
1. Kıyamet Vaktinin Gizlenme Hikmeti
- Sırr-ı Teklif: Kıyamet
gibi dehşetli manevî hadiselerin vaktinin taayyün etmemesi (vakıtlara
kesinlik verilmemesi), Hikmet-i İlâhiyye’nin iktizasıdır. Zira
eğer tayin edilseydi, herkes o vakte hazırlık yapacak ve Maslahat-ı
İrşad-ı Umumî / Genel Rehberlik Maslahatı zayi olacaktı.
- Yeis ve Gafletten Kurtarma: Her
zaman ve her asır, kuvve-i maneviyenin / manevî gücün takviyesine
medar/kaynak olacak ve yeisten/ümitsizlikten kurtaracak “Mehdi”
manasına muhtaçtır. Eğer kesin vakit tayin edilseydi, o vakit gelene
kadar insanlar gaflet içinde fenalara uyabilirlerdi.
2. Hadislerdeki Yakınlık İşareti
Hadis-i Şerif’te geçen "Ben ve Kıyamet bu
iki parmak gibiyiz" ifadesi, Said Nursî tarafından tevilde/yorumlamada
kullanılmıştır. Bu ifade:
- Hz. Muhammed’den (salla'llâhu aleyhi ve sellem) sonra nüküvvet
kürsüsünde (Peygamberlik makamında) araya tavassut/aracılık edecek başka
bir Peygamberin olmadığına; dolayısıyla Kıyamet’in yakınlığına işaret
eder.
- Ancak bu, Kıyamet’in hemen kopacağı anlamına gelmez, bilakis son
Peygamberin gelişiyle Âhirzamanın başladığına ve o dönemin olaylarının
hızlanacağına dair genel ve küllî / genel bir işaret olarak kabul
edilir.
3. Gelecek Zaman Dilimlerine Dair Cifrî İpuçları
Said Nursî, kendisine atfedilen cifrî hesapları
Risale-i Nur'un makbuliyetini ve manevî fütuhatını/fetihlerini göstermek için
kullanırken, hizmetin genişleyeceği ve büyük hadiselerin bekleneceği bazı zaman
dilimlerini işaret etmiştir:
- 1395 Hicrî Yılına Kadar Hizmetin Devamı: Sûre-i
Âl-i İmrân’dan bir ayetin cifrî hesabı, Risale-i Nur’un hizmetinin Hicrî 1345’ten
itibaren tam taazzuv/güçlenerek hizmete gireceğini ve bu hizmetin 1395’e
kadar devam edeceğini göstermektedir. Bu, hizmetin en aktif döneminin
sınırlarını belirleyen manevî bir zaman çizelgesidir.
- 1380 ve 1430 Hicrî Tarihleri: Bir ayetin makam-ı cifrîsi
sırasıyla 1380, 1381 ve 1430 tarihlerini göstermektedir. Bu,
1380’de başlayan hadiselerin (1960'lı yıllar) neticesinde önemli olayların
vuku bulacağına ve bu olayların 1430’a kadar sürebileceğine dair bir
işarettir.
- 1400 Sonrası Genel Beklenti: Kur'an'daki bazı ayetlerin
riyazî/matematiksel veçhesiyle ümmet-i Muhammed’i şiddetli alakadar
eden büyük ve umumi felâketler devrine ve bu felaketlerin, ayetin
nüzûlünden 1400 sene sonraki vakıalara işaret ettiği
belirtilmiştir.
- Geniş Vadede Nur Dairesinin Tezahürü: Said
Nursî, Eski Said döneminde yaptığı "dar daireyi geniş tasavvur
etme" hatasının tevilinde, Risale-i Nur'un ektiği tohumların
sümbüllenmesiyle yüz sene sonra o geniş dairenin Nur dairesi
olacağını, bunun yanlış tahminini sahih göstereceğini umduğunu
belirtmiştir. Bu, hizmetin Kıyamet’e kadar sürecek olan uzun vadeli
başarısına dair manevî bir teminattır.
Bu cifrî
işaretler, doğrudan Kıyamet’in kopacağı günü veya yılı kesin olarak tayin
etmezler; ancak büyük manevî mücadelelerin yoğunlaşacağı, iman
hakikatlarının galip geleceği ve dünyanın manevî bir inkılâb-ı fikrî /
fikrî devrim yaşayacağı kritik zaman dilimlerini göstermektedirler.
"Acele Bir Kıyamet Kopmazsa" Tabiri
"Acele bir kıyamet kopmazsa" tabiri,
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin, içinde bulunduğu dehşetli âhirzaman
şartlarına karşı iman hizmetinin uzun vadede (gelecek nesilde) meyve vereceğini
müjdelediği ve Nesl-i Âtî'ye (Gelecek Nesil) hitaben kaleme aldığı
mektuplarda geçen kritik bir ifadenin manevî özetini temsil etmektedir.
Kaynaklarda bu ifade, genellikle Said Nursî’nin
gençlik dönemindeki hizmetini ve manevî inzivasını açıklarken, gelecek asırlara
yönelik ümidini belirttiği bir hitapta yer almaktadır:
Acele Kıyamet İfadesinin Kaynaklardaki Yeri ve
Kapsamı
Bahsettiğiniz bu tabirin geçtiği metin, Üstadın
Eski Said döneminden Yeni Said dönemine geçişini ve bu dönemin zorluklarını
tasvir ederek, geleceğe yönelik kuvvetli bir ümit aşıladığı Nesl-i Âtî'ye
(Gelecek Nesle) hitaben yazılmış mektup içinde yer almaktadır.
1. Kitaptaki Metnin Tam Konumu
Bu manevî hitap, Mufassal Tarihçe veya Tarihçe-i
Hayat gibi eserlerde yer almakta olup, ilgili kaynak metinde geçen tam
ifadesi ve bağlamı şöyledir:
"Sizler
(gelecek nesil) Cennet-Âsâ bir baharda geleceksiniz. Ne yapayım, acele ettim,
kışda geldim; sizler Cennet-Âsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen Nur
tohumları, zemininizde çiçek açacakdır. Biz, Hizmetimizin ücreti olarak sizden
şunu bekliyoruz ki; mazi kıt'asına geçmek için geldiğiniz vakit, mezarımıza
uğrayınız..."
Bu parça, Said Nursî'nin, yaşadığı dönemin
(zulmet ve istibdad dönemi) "kış" hükmünde olduğunu, ancak
Risale-i Nur tohumlarının gelecekte "Cennet-Âsâ bir bahar"
getireceğini vurguladığı, kendisinin ise bu baharı görmeden vefat edeceği
anlamına gelen duygusal ve manevî bir hitaptır.
2. "Acele Kıyamet Kopmazsa" Tabirinin
Açılımı
Bu cümledeki kış ve bahar
teşbihleri, iman hizmetinin zorluk derecesi ve süresi açısından derin manalar
taşır:
- "Kışta Geldim (Acele Ettim)": Said
Nursî'nin, siyasi ve içtimaî/sosyal hayatın en kritik ve zorlu döneminde,
henüz meyve vermeye hazır olmayan bir zamanda (belki de beklenen büyük
Mehdi'den önce) hizmete başlamasını ifade eder. Bu dönem, inkâr ve
sefahetin/ahlaksızlığın küllî bir yıkıma (acele kıyamet) neden olma
riskinin yüksek olduğu bir zamandır.
- "Acele Bir Kıyamet Kopmazsa": Bu cümlenin örtük anlamı
şudur: Eğer çağın dehşetli dinsizlik cereyanları ve anarşilik neticesinde,
Allah, bu isyanın çirkinliğini göstermek için genel bir helak kararı
almazsa (yani hemen bir kıyamet kopmazsa), Risale-i Nur'un ekilen
tohumlarının meyve vermesi için zaman tanınmış olacaktır.
Bu ifade, hizmetin uzun soluklu olduğunu ve Sırr-ı
İmtihan / imtihan sırrının devamı için kıyametin bir süre daha
ertelendiğini, bu sürenin ise iman hakikatlerinin tahkiki yoluyla
kurtarılmasına tahsis edildiğini gösteren kaderî bir şarttır. Kıyametin
vaktinin gizlenmesi, zaten Hikmet-i İlâhiyyenin ve sırr-ı teklifin
bir gereğidir.
3. Hizmetin Uzun Vadeli Vizyonu
Bu ifadenin devamındaki müjde, Risale-i Nur'un şahs-ı
manevîsinin / manevî kişiliğinin vazifesine dair bir ufuk çizer:
- Gelecek neslin bu eserlerle imanını kurtaracağı ve Risale-i
Nur'un fen ve felsefe ile iştigal edip şek ve şüphelere maruz kalanları
aklî delillerle kurtaracağı bir dönem başlayacaktır.
- Bu büyük vazife, yüz sene sonra o geniş dairenin Nur dairesi
olacağı ümidiyle birleştirilmiştir. Said Nursî, Hizmet-i İmaniyenin (iman
hizmetinin) Elli sene sonra gelen nesl-i âtiye gayet büyük bir
hazine bırakacağını düşünerek çalışmıştır.
Dolayısıyla, "acele bir kıyamet
kopmazsa" tabiri, Risale-i Nur’un zorlu bir mücadele (kış) sonrası mutlaka
başarılı olacağına dair, gaybî bir kuvvet ve ümit aşılama amacını
taşımaktadır.
"Acele bir kıyamet kopmazsa" / Eğer
yakın ve hemen gerçekleşecek bir kıyamet vuku bulmazsa tabiri, Bediüzzaman Said
Nursî’nin âhirzaman / son dönem hizmetinin temel dayanaklarından ve hizmetin
kaderî koşulunu belirleyen en önemli manevî/gaybî ifadelerden biridir. Bu
ifade, hizmetin uzun vadeli vizyonunu ve ehl-i imana karşı açılan küllî/genel
manevî cihadın süresini belirler.
Bu tabir, sadece kıyametin zamanına dair bir
tahmin değil, aynı zamanda Risale-i Nur’un vazifesinin ehemmiyetini ve bu
vazifenin devam edebilmesi için ilahî takdir tarafından verilen zaman dilimini
ifade eden şartlı bir hükümdür.
Aşağıda, bu tabirin Said Nursî’nin eserlerindeki
kapsamı ve ardındaki manevî hikmetler, ilgili konularımızla ilişkilendirilerek
ayrıntılı bir şekilde izah edilmiştir:
I. "Acele Kıyamet" Tabirinin Manası ve
Kaderî Şartı
Said Nursî, küllî/genel hadiseler ve yıkımlar
karşısında insanlığın manevî durumu ve bu durumun nihai âkıbeti arasında bir
koşutluk kurar.
1. Manevî Yıkımın Kıyamet Riski
Said Nursî, insanlığın manevî ve sosyal hayatında
hüküm süren küfr-ü mutlak / mutlak inkâr, anarşilik ve dalalet
cereyanlarının, aslında Kâinatı titretecek derecede büyük bir isyan ve
fesat olduğunu belirtir. Bu derecede büyük hatalar ve cinayetler, tabiatı dahi
hiddete getirecek şümullü/kapsamlı bir isyan olduğu için, bu cinayetlerin
fevkalâde çirkinliğini göstermek maksadıyla, koca bir unsura, "Onları
terbiye et!" diye emir verilmesi (afetler ve zelzeleler) bir Adalet-i
İlahiye tecellisidir.
Eğer bu tahribat ve anarşilik, genel bir
felaketle sonuçlanırsa, bu, “acele bir kıyamet” (yani küllî bir helak ve
son) anlamına gelecektir. Bu dehşetli yıkım, insanlığın sonunu hemen
getirebilecek nitelikte görülmüştür.
2. Kıyametin Ertelenmesi (Te'hir) Hükmü
Bu tehlikenin varlığına rağmen, Risale-i Nur’un
hizmetinin devam etmesi, o nihai helakin bir süre daha te'hir edildiği
anlamına gelir. Said Nursî, hadiselerden aldığı dersle, Hizmet-i İmaniyenin
(iman hizmetinin) devam edebilmesi için kışta (zorlukta) gelse bile, tohumların
sümbül vereceği Cennet-âsâ bir baharın geleceğine dair manevî müjdeler
vermiştir.
- Bu erteleme (te'hir), Kur'anî hakikatların neşrine ve nesl-i
âtinin (gelecek neslin) imdadına yetişmesine fırsat vermektedir. Said
Nursî, bu uzun vadeli hizmete o kadar önem verir ki, yirmi sene süren
zulüm ve baskı dönemindeki sabrın neticesi olarak Cenab-ı Hakk’ın Adnan
Menderes hükümetini imdada göndermesini, bu te'hirin ve lütfun bir
neticesi olarak görür (Önceki yazılarımızda bu husus teferruatlı olarak
izah edilmişti).
3. Sırr-ı Teklif / İmtihan Sırrının Muhafazası
Kıyametin tam vaktinin gizlenmesi, imtihanın bir
gereğidir. Said Nursî, manevî hadiselerin vaktinin kesin olarak tayin
edilmemesini Hikmet-i İlâhiyye’nin iktizası olarak açıklar.
- Eğer kıyametin tam vakti belirlenmiş olsaydı, insanlar o vakte kadar
gaflete dalabilir veya o vakit geldiğinde mecburen iman edebilirdi. Bu ise
sırr-ı teklif / imtihan sırrını ihlâl ederdi. "Acele bir
kıyamet kopmazsa" şartı, bu sırrın muhafaza edildiği, dolayısıyla
hizmetin ihtiyarî/seçime dayalı iman kurtarma esası üzerine kurulu
olduğu anlamına gelir.
II. Risale-i Nur’un Vazifesi ve "Acele
Kıyamet"e Karşı Sed Çekmek
Bu şart cümlesi, Risale-i Nur’un bu dönemdeki en
büyük vazifesini de tanımlar: Anarşilik ve mutlak inkârın getireceği küllî
helake karşı manevî bir sed / set çekmek.
1. Anarşiliğe ve Küfr-ü Mutlaka Karşı Sed
Said Nursî, elli-altmış senedir küfr-ü mutlaka
karşı İmana hizmet etmek ve küfr-ü mutlakın neticesi olan anarşilikten
milleti kurtarmak için çalıştığını belirtir. Bu hizmet, doğrudan emniyeti,
asayişi ve hayat-ı içtimaiyeyi anarşilikten kurtarmağa çalışmakta ve
hükûmetin hakikî vazifesinin temel taşlarını takviye etmektedir.
- Manevî bir muhaverede kendisine yapılan ikazda: “Siz, bu şiddetli
imtihana girmekle, manevî dehşetli bir anarşilikten bu memleketi
kurtarmaya çalışıyorsunuz...” ifadesiyle, Risale-i Nur talebelerinin bu
dönemdeki manevî mücadelesinin, büyük bir anarşik yangını önleme amacına
hizmet ettiği belirtilmiştir.
2. Mehdiye Verilen Zaman Dilimi
"Acele bir kıyamet kopmazsa" ifadesinin
ardından gelen uzun zaman dilimi, Mehdî-i Âhirzaman'ın temsil ettiği kudsî
cemaatin (ki bu manevî vazifenin en ehemmiyetlisi Risale-i Nur’un şahs-ı
manevîsi tarafından yapılmaktadır) iman hizmetini bitirmesi için gerekli olan
süredir.
- İman ve Siyaset:
Mehdi'nin siyaset ve hilafet gibi vazifelerinin vuku bulması, ancak iman
hizmeti tamamlandıktan sonra mümkündür. Eğer kıyamet acele koparsa, bu
küllî tecdid/yenileme fırsatı elden kaçacaktır.
- Küfrî Cereyanın Mağlubiyeti: Said
Nursî, eserlerinde bu mesleğin hadsiz muarızlara karşı sarsılmayacağını ve
yüzbinler muhtacın imanlarını kuvvetlendireceğini; ehl-i dalaletin
hilelerinin onu durdurmayacağını, bilakis dinsizlerin teslim-i silâh
edeceğini müjdelemiştir. Bu zaferin gerçekleşmesi için zaman gereklidir.
III. Kıyametin Cifrî İşaretleri ve Muhtemel
Vakitleri
Said Nursî, Kıyamet’in tam vaktini tayin etmeyi
reddetse de, büyük manevî hadiselerin ve hizmetin genişleyeceği kritik zaman
dilimlerini cifrî ve hadisî işaretlerle göstermiştir. Bu tarihler, "acele
kıyamet kopmazsa" varsayımı altında hizmetin devam edeceği süreyi
işaretler.
- 1380 Hicrî İşareti: İmam-ı
Ali'nin Celcelûtiye Kasidesi’nde geçen, Hz. İsa’nın (A.S.)
nüzûlüyle ve Mehdi’nin hizmetiyle alâkadar olan cifrî işaretlerin 1380
Hicrî (1960 Miladî) senesine tevafuku, kritik bir dönemece ve hizmetin
daha geniş bir sahaya yayılmasının beklentisine işaret eder.
- Hizmetin Uzun Vadede Devamı: Said
Nursî, Risale-i Nur’un ektiği tohumların yüz sene sonra o geniş
dairenin Nur dairesi olacağını (yani siyasetten uzak iman hizmetinin
yaygınlaşacağını) ümit ettiğini ifade ederek, hizmetin Said Nursî'nin
vefatından sonra da uzun bir vadeye sahip olduğunu manen müjdelemiştir.
- 1400 Sonrası Felaketler:
Kur'an’daki bazı ayetlerin riyazî veçhesiyle ümmet-i Muhammed’i
şiddetli alakadar eden büyük ve umumi felâketler devrine ve bu
felaketlerin, ayetin nüzûlünden 1400 sene sonraki vakıalara işaret
ettiği belirtilmiştir. Bu da Kıyamet’ten önce manevî uyanış için bir süre
olduğunu gösterir.
Bu kapsamda, "acele bir kıyamet
kopmazsa" şartı, Said Nursî'nin, Kur'an’ın feyziyle bu asra ve geleceğe
yönelik olarak iman hakikatlarının dersini verecek Kur’anî bir tefsirin
(Risale-i Nur) ortaya çıkması ve bu hizmetin tahrip edici cereyanlara karşı
kesin zafer kazanması için ilahî takdirin tanıdığı esneklik ve zaman
anlamına gelmektedir.
Âlem-İ İslâm'ın İstikbaline/Geleceğine Dair Derin
Manevî Müjdeler
Sizin bu son derece önemli ve umut verici
sorunuz, Bediüzzaman Said Nursî'nin eserlerinde Âlem-i İslâm'ın
istikbaline/geleceğine dair derin manevî müjdeler ve gaybî/manevî işaretler
(işarat-ı gaybiye) ile kapsamlı bir şekilde cevaplanmıştır. Said Nursî, mevcut
zorlu koşulları (kış) kabul etmekle birlikte, İslâmiyet'in yakın gelecekte Altın
Çağ (veya parlak bir bahar) yaşayacağını kuvvetli delillerle ve
cifrî/sayısal ipuçlarıyla müjdelemiştir.
İşte bu müjdelerin kapsamlı açıklaması:
I. Manevî Müjde ve İstikbal-i İslâm
Said Nursî, İslâmiyet’in manevî hâkimiyetinin,
dünyanın maddî ve manevî buhranlarından sonra kaçınılmaz bir gerçek olarak
zuhur edeceğini vurgular.
1. Asya'nın ve İslâmiyet'in Parlak İstikbali
Kaynaklar, İslâmiyet’in gelecekteki küresel
rolünü ve parlaklığını net bir dille ifade eder:
- Asya'nın ve İslâm’ın İstikbali: "İslâm'ın ve Asya'nın
istikbali, uzaktan gayet parlak görünüyor." Bu parlak
istikbalin sebebi, Asya'nın hâkim-i evvel ve âhiri / ilk ve son
hâkimi olan İslâmiyet’in galebesi / zaferi için dört-beş mukavemet-sûz
/ karşı konulmaz kuvvetin ittifak ve ittihad etmesidir.
- Kuvvetli Temeller: Eğer
yeryüzünün yüzüne çakılmış mismarlar/çiviler hükmündeki İslâmî şeâir
/ semboller, dinî minarat / minareler ve İlahî maabid /
ibadethaneler söndürülmezse, İslâmiyet’in parlayacağını ân-be-ân
/ her an görülmektedir.
- Yegâne Necat Melcei / Kurtuluş Sığınağı:
Beşeriyetin, komünizm ejderinin veya dinsizlik ifritinin/şeytanının
korkunç manzarası karşısında aklını başına alacağı ve pek yakın bir
istikbalde tek ve Keremkâr Allah'ın cenah-ı âtıfetine /
merhamet kanadına sığınmakta gecikmeyeceği ve İslâmiyet'in ferahnâk /
ferah veren sulh ve sükûn vaat eden davetine icabeti yegâne melce-i
necat / kurtuluş sığınağı bulacağı müjdelenmiştir.
2. Bahar Müjdesi ve Nesl-i Âtî (Gelecek Nesil)
Said Nursî, yaşadığı zulüm ve baskı dönemini bir
"kış" olarak nitelendirirken, Risale-i Nur’un hizmetiyle birlikte
gelecek neslin bir "bahar" dönemine gireceğini gaybî bir şekilde
haber vermiştir (Önceki yazılarımızda "Acele bir kıyamet kopmazsa"
bağlamında bu husus işlenmişti).
- Nesl-i Âtî’ye Hitap:
"Sizler Cennet-Âsâ bir baharda geleceksiniz. Ne yapayım, acele ettim,
kışda geldim; sizler Cennet-Âsâ bir baharda geleceksiniz." Bu, ekilen
Nur tohumlarının gelecek neslin zemininde çiçek açacağını ifade eden ve
hizmetin uzun vadeli zaferine işaret eden en kuvvetli manevî
müjdelerdendir.
- Zulmetin Kalkması: Risale-i
Nur, hava-i zulmette işrak eden Şems-i Tâbândır / karanlık havada
parlayan parlak güneştir. Bu hizmetin neticesinde, dinsizliğin istibdad
zincirleri parçalanmış, belini kırmış ve temel taşları dârumâr edilmiştir.
II. Hz. İsa’nın Nüzûlü ve İslâmiyet’e Teslimiyet
Altın Çağ'ın gelmesine dair en büyük manevî
işaretlerden biri, Hz. İsa’nın (A.S.) nüzûlü/inişi ile Hristiyanlığın tasaffi
ederek/saflaşarak İslâmiyet’e yaklaşmasıdır.
1. Nasraniyet'in İslâm’a Teslim Olması
Said Nursî,
Hristiyanlık / Nasraniyet’in akıbetini açıklarken, Altın Çağ’ın gelmesine
yönelik önemli bir adımı işaret eder:
- Nasraniyet
İslâmiyete Teslim Olacak:
Nasraniyet’in ya intifa / sönme ya da ıstıfa / saflaşma
bulacağını; İslâm'a karşı teslim olup terk-i silâh / silah
bırakacağını ifade eder.
- Tevhide Yakınlaşma:
Hristiyanlığın bir kısmının mutlak dalâlete düştüğü, lakin bir kısmının
Tevhid'e/Tek Allah inancına yakınlaştığı ve onda felâh / kurtuluş
göreceği belirtilmiştir.
- İttihad-ı İslâm / İslâm Birliği: Fahr-i
Rusül'ün (salla'llâhu aleyhi ve sellem) hadisine atıfla: "İsa, Şer'im ile amel
edip Ümmetimden olacak" demesi, Hz. İsa’nın nüzûlünün,
İslâmiyet’in manevî bir zaferi ve Hristiyanlık âleminin tasdik ve ittihadı
/ birleşmesi ile gerçekleşeceğini gösterir.
Bu manevî birleşme, Risale-i Nur'un tahkikî
iman / araştırmaya dayalı iman hizmetiyle dinsizlik cereyanına karşı
sağladığı kuvvetli seddin / setin bir neticesi olarak görülür.
III. Cifrî İşaretler ve Parlak Dönemin Başlangıcı
Said Nursî, Kıyamet’in vaktini değil, ancak büyük
hadiselerin başlayacağı ve hizmetin zirveye ulaşacağı zaman dilimlerini manevî
keşifler ve cifrî tevafuklar/uyumlar ile işaret etmiştir. Bu kritik zamanlar,
Altın Çağ'ın öncüleri olarak kabul edilir.
1. Uzun Vadedeki Manevî Etki
- Yüz Senelik Bahar Vizyonu: Üstad,
(önceki yazılarımızda geçtiği üzere) "acele bir kıyamet
kopmazsa" manasındaki hitabında, ekilen Nur tohumlarının yüz sene
sonra o geniş dairenin Nur dairesi olacağını ve bunun yanlış tahminini
sahih göstereceğini umduğunu belirtmiştir. Bu durum, manevî fethin uzun ve
kalıcı olacağına dair bir işarettir.
- Âyetlerin İşaretleri: Kıyamete
yakın gelecek ayet-i meşhurelerin, müttefikan / ittifakla onüçüncü
asrın âhirine ve ondördüncü asrın evveline cifrîce baktıklarını ve bu
zamanın dalalet fitnesinden gelen şüpheleri giderecek Kur'anî bir
Bürhanı / delili (Risale-i Nur’u) müjdelediğini belirtir. Bu,
İslâmiyet’in manen güçlenmeye başladığı 20. ve 21. yüzyılların başlarına
işaret eden kuvvetli bir gaybî delildir.
2. Âlem-i İslâm’a Karşı Borç ve Muhabbetin İhyası
Risale-i Nur'un bir diğer vazifesi, Âlem-i
İslâmın / İslâm dünyasının Türkiye’ye karşı olan itiraz ve ithamını
gidermek ve eski Muhabbet ve Uhuvvetini / Sevgi ve Kardeşliğini iade
etmektir. Bu manevî yeniden birleşme, Altın Çağ'ın siyasi ve sosyal zeminini
hazırlayacaktır:
- Siyasi Vatanperverlik: Said
Nursî, vatanperver siyasilerin çabuk aklını başına alıp Risale-i Nur'u
tab’ ederek, resmî neşretmeleri lâzım olduğunu, zira Nurların şimalden
gelen dehşetli dinsizlik cereyanına karşı sedd-i Zülkarneyn gibi
bir sedd-i Kur'anî vazifesi göreceğini ifade ederek, İslâm dünyasıyla
birleşmenin ancak iman hakikatlarını neşretmekle mümkün olacağını siyaset
sahnesine işaret etmiştir.
Bu müjdeler, Risale-i Nur’un imanî hizmetinin
sonucunda, İslâmiyet’in hem fikrî hem de sosyal alanda mutlak galibiyetini ve
Altın Çağı'nı yaşayacağına dair kuvvetli inancı ve manevî delilleri ortaya
koymaktadır.
Hristiyanlık (Nasraniyet) İle İslâmiyet’in Gelecekteki
Zorunlu İttihadı
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin
eserlerinde, özellikle de âhirzaman / son dönem koşullarına dair yaptığı gaybî
işaretler ve manevî tahliller, Hristiyanlık (Nasraniyet) ile İslâmiyet’in
gelecekteki zorunlu ittihadı / birliği ve bu birleşmenin Altın Çağ’ı / parlak
dönemi nasıl hazırlayacağına dair derinlemesine açıklamalar içermektedir.
Bu ittifak, basit bir siyasî anlaşma değil,
aksine küfr-ü mutlak / mutlak inkâr ve anarşiliğin getirdiği dehşetli
tehlikeye karşı, Kur'an ve İncil'in hakikî esaslarının birleşmesiyle doğacak
semavî / göksel bir kuvvet olarak ele alınmıştır.
Aşağıda, kaynaklarınızdan hareketle, Hristiyanlar
ve Müslümanlar arasındaki bu manevî ittifaka dair Said Nursî’nin temel
yorumları ve bu yorumları destekleyen cifrî / ebcedî işaretler detaylıca
sunulmuştur.
I. Manevî Mecburiyet: İttifakın Zarurî Sebepleri
Said Nursî, çağımızın şartları karşısında ehl-i
imanın, hatta hakikî dindarların küresel ölçekte işbirliği yapmasının, ilahî
bir gereklilik ve zaruret / zorunluluk olduğunu ifade eder.
1. Ortak Düşmana Karşı Mücadele
İslâmiyet ile Hristiyanlığın gerçek / hakikî
dindarları, asıl düşmanın nefsanî ihtilaflar değil, mütecaviz dinsizlik
cereyanları olduğunu idrak etmelidir.
- Dehşetli Cereyanlar: Büyük
Deccal’ın ve İslâm Deccalı (Süfyan)’ın sebep olduğu küfr-ü mutlak,
anarşistlik ve komünistlik gibi tehlikeler, medeniyetin temelini ve
insanlığın sosyal / içtimaî hayatını tehdit etmektedir.
- Küresel Tehdit: Said Nursî, özellikle
şimalden / kuzeyden (Rusya) gelen dinsizlik cereyanının, İslâm ve İsevî
dininin hücumuna karşı kendini müdafaa etmek fikriyle, İslâm ve
misyonerlerin ittifaklarını bozmaya çalışacağını ihbar eder. Bu tehdit
o kadar büyüktür ki, Amerika ve Avrupa devletleri dahi Kur'an'a ve
İttihad-ı İslâm’a / İslâm Birliği’ne taraftar olmaya mecbur kalmışlardır.
- Adaveti / Düşmanlığı Bırakma: Said
Nursî, sadece Müslümanlarla değil, dindar Hristiyanlarla dahi dost
olup, adaveti bırakmaya çalıştığını açıkça beyan eder. Zira komünizmin
altındaki anarşistlik tahriplerinin lisan-ı hal ile (hâl diliyle) "Ey
insanlar adaveti bırakınız, Kur'an Dersini dinleyip birleşiniz; yoksa sizi
mahvedeceğiz" dediğini belirtir.
2. İhtilaf Noktalarının Muhafaza Edilmesi
Bu ittifakın gerçekleşebilmesi için ehl-i diyanet
/ din ehli, medar-ı ihtilaf / anlaşmazlık noktalarını (mesela teslis
/ üçleme inancı gibi) muvakkaten / geçici olarak medar-ı münakaşa /
tartışma konusu yapmayarak, müşterek düşmana karşı ittifaka ihtiyaç olduğunu
vurgular. Hatta Allah'ı tanıyan ve âhireti tasdik eden Hristiyan bile olsa,
onlarla niza / çekişme noktalarını münakaşa etmemek, hem bu acip zamanın hem de
Risale-i Nur mesleğinin kudsî / kutsal hizmetinin gereğidir.
II. Hz.
İsa’nın Nüzûlü / Yeryüzüne İnişi ve Dinin Tasaffisi / Saflaşması
İslâmiyet’in Altın Çağ'ı olan istikbal /
gelecekteki zaferi, Hz. İsa’nın (A.S.) nüzûlü ve Hristiyanlık âleminin hakikî
din / gerçek din ile ittihad etmesi hadisesiyle yakından ilişkilidir.
1. Nüzûlün Temel Hikmeti
Hz. İsa’nın (A.S.) semavî / göksel nüzûlünün en
birinci sebebi ve hikmeti, Hristiyanlık dininin İslâmiyet'e iltihakını /
katılımını ve ona maddeten kuvvet sağlamak olduğunu Said Nursî manevî
keşiflerle anlamış ve hadisleri bu istikamette tefsir etmiştir.
- Tasaffi ve Teslimiyet:
Hristiyanlığın, ya intifa / sönme ya da ıstıfa / saflaşma
bulacağını; İslâm'a karşı teslim olup terk-i silâh / silah
bırakacağını ifade eder. Hakikî dindar Ruhanîler (din adamları), Risale-i
Nur'u görse ve onun İsa (A.S.)’nın vasiyetleri / öğütleri nevinden
olduğunu idrak etseler, kabul edip sarılacaklardır.
- Nüzûlün Neticesi: Hz.
İsa’nın nüzûlü, Âlem-i İslâm’ın tam intibahıyla / uyanmasıyla ve Yeni
Dünya’nın Hristiyanlığın Hakikî Dinini düstur-u hareket ittihaz etmesiyle
ve İncil’in Kur’an’a ittihad edip tâbi olmasıyla gerçekleşecek ve
Deccalâne / Deccalvari vahşete karşı semavî bir muavenet / yardım
ile dayanıp galebe edecektir.
2. Tevhid ve Nübüvvetin Kabulü
Said Nursî, Hristiyanların Tevhid / Tek Allah
inancına yakınlaşmasını ve İslâmiyet’in esaslarını kabul etmesini manevî bir
görev olarak görmüştür.
- Hz. İsa’nın (aleyhisellâm),
Şer'im ile amel edip Ümmetimden olacağı hadisine atıfla, hakiki
dindar Hristiyanların tevhid ve nübüvveti kabul etmeleri gerektiğini
belirtir. Hatta Üstad, Fener’deki Patriğe giderek, Hazret-i Muhammed'i
(salla'llâhu aleyhi ve sellem) peygamber ve Kur'an-ı Kerimi de Kitabullah
olarak kabul ederseniz, ehl-i necat olacaksınız tebliğini yapmıştır.
- Gerçek Hristiyanlık, Allah’ın birliğine en kuvvetli delildir (Tevhid)
ve feylesofane / felsefî bir dimağa / beyne sahip olan bir muvahhid
/ tevhid inancına sahip kişi, İslâmiyet'in nokta-i nazarını kabul etmekte
tereddüt etmeyecektir.
III. Cifrî İşaretlerle Manevî Uyanışın Tarihsel
İpuçları
İslâmiyet ile Hristiyanlığın manevî ittifakının
başlayacağı ve Hz. İsa’nın (A.S.) ruhani tesiratının / etkisinin görüleceği
zaman dilimleri, cifrî hesaplarla desteklenmiştir. Bu tarihler, küfr-ü mutlakın
en güçlü olduğu dönemin ardından gelen Altın Çağ'ın mukaddemesi /
başlangıcıdır.
1. Celcelûtiye’den Gelen İşaretler
Hz. İsa'nın nüzûlünün manevî tesirlerinin
görüleceği zaman, İmam-ı Ali (R.A.)’nin Celcelûtiye Kasidesi'ndeki bir cümleden
cifrî olarak çıkarılmıştır:
- Cümle:
Celcelûtiye Kasidesi’nde yer alan “İsâ teazzamet” cümlesinin
makam-ı cifrîsi / ebced değeri, Hicrî 1380 senesine tamı tamına
tekabül etmektedir.
- Anlamı: Hicrî
1380, Miladî 1960 yılına karşılık gelmektedir. Bu tarih, Said
Nursî'nin manevî tahlillerine göre: "Hristiyanlık âleminin batıl
akidelerden / inançlardan kurtularak din-i tevhid / birlik dinine
(İslâmiyet’e) yönelmeye ruh-u İsevîyet’in / İsevî ruhun (yani
hakiki nübüvvet-i İseviye’nin) tesirini göstermeye ve yukarıdaki hadîs-i
şerifde haber verilen hakikatlerin zuhura gelmeye başladığı tarih olsa
gerek". Bu, İslâm’ın Altın Çağ'ına giden yolda Hristiyanlık âleminde
başlayacak olan köklü bir manevî uyanışa (intibah) işaret eder.
2. Ayet-i Kerime İşaretleri
Kur'an-ı Kerim'deki bazı ayetlerin manası da,
müminlerin kurtarılması hizmetinin zamanına işaret ederken, bu küresel
ittifakın zeminini hazırlar:
- Tarihî Dönüm Noktası: “Mü’minleri kurtarmak bize
vacip oldu” mânâsına gelen ayet-i kerimenin bir fıkrasının cifrî
değeri 1362 Hicrî tarihine parmak basmak suretiyle, İslâm
düşmanları tarafından zulmen hapsedilen bir zümre-i ehl-i imanın (Nur
talebelerinin) kurtulmalarına işaret ettiği gibi, Kur'an hizmetinin fiilen
başladığı dönemi müjdelemiştir.
Bu manevî ve cifrî deliller, İslâmiyet'in Altın
Çağ’ının, yeryüzünün en büyük dinî camiası olan Hristiyanlık âleminin hakikati
kabul etmesiyle başlayacak küresel bir ittifak ve manevî uyanışla geleceğine
dair kuvvetli bir istinad noktası / dayanak noktası sunmaktadır.
Risale-İ Nur’un Şahs-I Manevîsi Ve Talebelerine
Verilen Müjdeler
Risale-i Nur Külliyatı’nda ve müellifi
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin mektuplarında, eserin kendisi ve ona
sadakatle bağlı olan talebeleri (Nur Şakirdleri) için bildirilen manevî/gaybî
müjdeler (beşaretler), yirmi seneyi aşkın süren şiddetli baskı ve zulüm
döneminde ehl-i imana en büyük teselli ve ümidi veren temel hakikatlardır.
Bu müjdeler,
Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsinin / manevî kişiliğinin Kur'an’dan
aldığı kuvvetle, kâinat çapındaki iman hizmetinde galip geleceğini ve bu asrın
manevî hastalıklarını tedavi edeceğini kesin bir dille ortaya koymaktadır.
Aşağıda, bu müjdeler dört ana başlık altında, en
ince detaylarına kadar izah edilmiştir:
I. Manevî Makam ve Ehl-i İman İçin Necat /
Kurtuluş Müjdeleri
Risale-i
Nur’un talebelerine verilen en büyük müjde, onların manevî âkıbetleri ve
İslâm’ın Altın Çağı'na giden yolda üstlendikleri ehemmiyetli / önemli
vazifedir.
1. İmanla Kabre Girme Garantisi
Nur Talebeleri için en büyük beşaret, Kur'an’ın
gaybî işaretleri ve manevî büyüklerin kerametleri yoluyla gelmiştir. Birinci
Şua'da iki-üç ayetin işaretinde, Risale-i Nur’un sadık talebelerinin imanla kabre gireceklerine
ve ehl-i cennet olacaklarına dair kutsî bir müjde ve kuvvetli bir
beşaret bulunduğu gösterilmiştir. Bu büyük meselenin tam kuvvetli bir
delil istediği ifade edilir ve Üstad’ın kalbine gelen iki emare ile bu müjde
teyid edilmiştir.
2. Manevî Kazançta Şirket / Ortaklık
Risale-i Nur’a intisab / katılma eden bir kişinin
en ehemmiyetli vazifesinin onu yazmak veya yazdırmak olduğu belirtilir. Onu yazan veya yazdıran, "Risale-i
Nur Talebesi" unvanını alır ve o unvan altında, her yirmi dört saatte
Said Nursî'nin lisanıyla belki yüz defa, bazen daha ziyade hayırlı dualarına ve
manevî kazançlarına hissedar olur.
- Bu şirket-i maneviye / manevî ortaklık düsturuyla, her bir
şakirdin / talebenin her günde binlerce hâlis lisanlar ile edilen makbul
dualara ve manevî kazançlara hissedar olacağı müjdelenir.
3. Tahkikî İman / Araştırılmış İmanın En Kısa
Yolu
Risale-i Nur, bu asrın dalalet/sapıklık
cereyanlarına karşı imanı kurtarmanın en kısa, en kolay ve en sağlam yoludur.
- Çok tecrübelerle
anlaşılmıştır ki, imanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkikî /
araştırmaya dayalı yapmanın en kısa ve en kolay yolu Risale-i Nur’dadır. Hatta on
beş sene yerine on beş haftada Risale-i Nur o yolu kestirir ve İman-ı
Tahkikiye / araştırmaya dayalı imana ulaştırır.
- İman hakikatlarının, İlmelyakîn, Aynelyakîn ve Hakkalyakîn
derecelerinde inkişaf ettirilmesi.
- Ehl-i ilim ve felsefenin (İbn-i Sina gibi dâhilerin) aczini /
yetersizliğini itiraf ettiği hakaiki / hakikatları Risale-i Nur’un
avamlara / sıradan insanlara ve çocuklara dahi bildiriyor olması, eserin
fevkaladeliğine bir işarettir.
II. Fütuhat / Fetihler ve İstikbal / Gelecek
Müjdeleri
Said Nursî, Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsinin,
gelecek nesilleri kurtaracak ve İslâm âleminin uyanışını sağlayacak manevî bir
fetihler dönemi açacağını müjdelemiştir.
1. Risale-i Nur’un Global İntişarı / Yayılması
Risale-i
Nur’un görevi, sadece bu vatan ve millet için değil, Âlem-i İslâm ve bütün
beşeriyetin ihtiyacına cevap verecek bir külliyat olarak te'lif / yazılmış
olmasıdır.
- Altın Çağ'ın İşaretleri: Said
Nursî, Asya’nın ve İslâm’ın istikbalinin uzaktan gayet parlak
göründüğünü ve Risale-i Nur'un fen ve felsefeden gelen dalalet ve
şüpheleri kökünden keseceğini belirtir.
- Küresel Neşriyat Vizyonu: Acele
bir kıyamet kopmazsa (önceki yazılarımızda genişçe izah edildiği
üzere) bu parlak devrin geleceğine dair Üstad, gelecekte Risale-i Nur
Külliyatı’nın altınla yazılacağını, radyo diliyle muhtelif
lisanlarda okunacağını ve zemin yüzünü geniş bir Dershane-i
Nuriyye’ye çevireceğini müjdelemiştir.
- Nesl-i Âtî’ye / Gelecek Nesle Bırakılan
Miras: Risale-i Nur’un ve talebelerinin, elli
sene sonra gelen nesl-i âtiye / gelecek nesle gayet büyük bir hizmet
ve hazine bırakmaya çalıştıkları ve onları büyük bir vartadan / felaketten
kurtarmaya çalıştıkları ifade edilir.
2. Cifrî İşaretlerle Zamanın Tayini (Tekrar
Hatırlatma)
Daha önceki yazılarımızda cifr / ebced hesabıyla
Risale-i Nur’a işaret eden birçok ayet ve keramet bulunduğunu görmüştük. Bu
işaretler, hizmetin ne zaman zirveye ulaşacağına dair bir müjde taşır:
- Hicrî 1380 İşareti: Sûre-i Nur’dan bir ayetin (Sirâc-ı
Münir) cifrî hesabıyla bin üç yüz seksen (1380) ederek,
Risale-i Nur’un o tarihte (Miladî 1960) Küre-i Arz’ı
ışıklandıracak bir Sîrac-ı Nuranî / Nurlu bir Lamba olacağına bir
remz-i Kur’anî olduğu belirtilmiştir.
- Hicrî 1347 İşareti: Bir
ayetin cifrî makamının bin üç yüz kırk yedi (1347) ederek Risale-i
Nur’un intişarının fevkalade parlaması tarihine tam tamına tevafukla
baktığı bildirilmiştir.
III. İnayet-i İlahiye / İlahi Yardım ve Keramet
Müjdeleri
Risale-i Nur ve talebeleri, maruz kaldıkları
zulümlere karşı mağlup olmamış, aksine ilahî yardımla zafer kazanmıştır.
1. Adliye ve Hükümet Karşısında Mağlup Olmama
Risale-i Nur, bütün tehacümata / saldırılara
karşı mağlup olmadı ve en muannid / inatçı düşmanlarına da,
serbestiyetini / serbestliğini resmen teslim ettirdi.
- Beraat Kararları: Yirmi
beş adet mahkeme, yüz binler nüshalarda medar-ı mesuliyet / sorumluluk
gerektirecek bir şey bulamadıklarını, hatta yirmi dört mahkemenin "Risale-i Nur'da suç
bulamıyoruz" dedikleri kaynaklarda vurgulanmıştır.
- Düşmanların Dost Olması:
Düşmanların Risale-i Nur’un intişarı / yayılmasına mani / engel olmaya
çalışmalarının, başka bir tarzda ve daha faideli intişarına vesile olduğu
ve hatta bir zaman onların resmen Neşrine mecbur olacakları müjdesi
verilmiştir.
- Belanın Def'ine Vesile Olmak: Risale-i
Nur’a ve şakirtlerine taarruzun / saldırının aynı zamanına denk gelen
zelzele, yangın ve diğer umumî belaların vuku bulması, Risale-i Nur’un belanın
def'ine sadaka gibi vesile olduğuna dair kuvvetli bir işarettir.
2. Maişette / Geçimde Bereket ve İktisat
Nur Talebeleri, ihlâs prensibi gereği dünyevî
menfaat peşinde koşmamalarına rağmen, maişet hususunda ilahî bir bereket ile
müjdelenmişlerdir.
- Bereketin Zahir Olması: Risale-i Nur’a çalışanlara
pek zahir / açık bir surette hüsn-ü maişet / güzel geçim ve inayet
/ yardım geldiği; aksine aleyhinde çalışanlara ise şiddetli tokatlar
geldiği müjdelenir.
- Nafaka Temini: Risale-i
Nur’un satılan nüshalarının beşte birinin telif hakkı olarak toplanan
sermayenin, hayatını Risale-i Nur hizmetine vakfeden ve nafakasına
çalışmaya zaman bulamayan fedakâr talebelerin tayinatına / maaşına kâfi
geldiği ve bu durumun acib bir bereketle devam ettiği
belirtilmiştir. Üstad, kendisinin bu sermayede hiçbir hakkı olmadığını
beyan ederek, bu bereketin doğrudan hizmetin makbuliyetine dair bir emare
olduğunu ifade etmiştir.
IV. Ehl-i Tarikata Karşı Mağlup Olmayan Meslek Müjdesi
Daha önceki yazılarımızda bahsedildiği üzere,
Said Nursî, Risale-i Nur’un mesleğini tarikatlarla kıyas edilemeyecek tahkikî
bir iman yolu olarak konumlandırmıştır. Bu yoldaki üstünlüğün ve
galibiyetin müjdesi verilmiştir.
1. Risale-i Nur'un Üstünlüğü ve Galibiyeti
Risale-i
Nur’un mesleği, diğer tarikatlar gibi mağlub olmayarak belki galebe ederek
pek çok muannid / inatçıyı imana getirecektir.
- Said Nursî, bir şeyhin Risale-i Nur’un elli altmış şakirdi içinde
cazibedar / çekici sohbetler ettiği halde, sadece bir tek şakirdi
muvakkaten / geçici olarak kendine çekebildiğini; mütebaki / geri
kalanların Nurlara sadakatle devam ettiğini kaydetmiştir. Bu hadise,
Risale-i Nur’un verdiği zevk ve şevkin, tarikatların verdiği manevî zevk
ve şevkten çok daha kuvvetli olduğunu göstermiştir.
- Risale-i Nur, küfrün / inkârın ve dalaletin / sapıklığın sihirlerini
iptal eden Asâ-yı Mûsa namını alan bir eser gibi, manevî
karanlıkları dağıtacağını müjdelemektedir.
2. Gençlik ve Mekteplilerin İntibahı / Uyanışı
Risale-i Nur’un Altın Çağı’na giden yolda en
önemli başarısı, gençlik ve mektepli / üniversite talebeleri arasında uyanışa
sebep olmasıdır.
- Hükûmetin dahi alâkasını celbedecek şekilde, Risale-i Nur’un Gençlik
Rehberi ile mektep talebelerinin nazarlarını dine çevirdiği
ihbar edilmiştir.
- Risale-i Nur, mekteplerdeki çocukları okumaya şevkle sevk eden
eğlencelere galebe edecek bir lezzet, bir sürur / sevinç, bir şevk
vererek, Nurların kökleşmeye başladığını ve Ensal-i Âtiye’de / Gelecek
Nesillerde devam edeceğini göstermiştir.
Hizmetin Önceliği: İmanı Kurtarma ve Küfr-ü Mutlakla Mücadele
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretleri’nin külliyatında (Risale-i Nur), geleneksel tasavvuf ve ahlak
kitaplarında sıkça işlenen şeytan ve vesvese konularına kıyasla daha az yer
verilmesi, eserin bu asrın dehşetli manevî hastalıklarına
karşı odaklandığı öncelikli meselelerden kaynaklanmaktadır. Risale-i Nur,
kendisini, iman hakikatlarını inkâr ve mutlak dalalet / sapıklık cereyanlarına
karşı en büyük mukabele/cevap olarak konumlandırdığı için, dikkatini daha
ziyade bu asrın en büyük tehlikesi olan küfr-ü mutlak
ve nefis/enaniyet gibi iç düşmanlara yönlendirmiştir.
Bu durumun temel nedenleri ve
kaynaklarda yer alan manevî izahatları aşağıda kapsamlı bir şekilde
açıklanmıştır:
I. Hizmetin Önceliği: İmanı Kurtarma ve Küfr-ü Mutlakla
Mücadele
Risale-i Nur’un te'lif / yazılma
amacı ve temel vazifesi, şeytanın cüz'î/kısmî vesveseleriyle mücadeleden öte,
bu asrın küllî/genel ve yıkıcı tehlikelerine karşı Kur'an’ın hakikatlarını
ispat etmektir.
1. İmanın Temelini Muhafaza Etme Zarureti
Risale-i Nur’un en büyük
tahşidatları / toplu delilleri, sadece cüz'î bir tahribatı veya bir küçük
haneyi (kalbi) tamir etmek için değildir. Aksine, eser, doğrudan doğruya her
şeyden evvel iman hakikatlarını ders vermek
ve biçare zayıfların ve şüpheye düşenlerin imanlarını kurtarmak olduğunu ortaya
koyar.
Eski âlimlerin zamanında imanın
esasatına / köklerine şiddetli bir hücum yoktu. Bu sebeple onların divanları ve
risaleleri, imanın meyvelerinden ve neticelerinden bahsederdi. Ancak şimdi ise
köklere ve imanın erkânına / esaslarına şiddetli, cemaatli bir taarruz /
saldırı vardır. Dolayısıyla, Risale-i Nur, bu kök saldırılarına karşı en kesin
ve parlak ilmî cevapları sunmaya odaklanmıştır. Bu küllî saldırılarla mücadele,
cüz'î bir düşman olan şeytanın vesveseleriyle uğraşmaktan daha büyük bir
öncelik arz eder.
2. İman Dersinin Merkeziyeti
Said Nursî, kendi mesleğinde
imana hizmetin dışındaki tüm konuların ikinci veya üçüncü derecede kalması
gerektiğini vurgular.
"Hakaik-ı Îmaniye, her şeyden evvel, bu zamanda en
birinci maksad olmak ve sâir şeyler ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalmak ve
Risale-i Nur’la onlara Hizmet etmek en birinci Vazife, medar-ı merak ve
maksud-u bizzat olmak lâzım iken...".
Bu düstur, imanın ispatının
gerektirdiği ilmî ve burhanî
mücadeleye odaklanılmasını zorunlu kılar. Bu hizmetin amacı, manevî rıza-i
ilâhiden / Allah rızasından başka hiçbir maksada vesile olmamaktır.
II. Şeytandan Daha Tehlikeli Düşman: Nefis ve Enaniyet
Risale-i Nur’da şeytan ile
mücadele, genellikle nefsin ve enaniyetin / benliğin
bertaraf edilmesi yoluyla dolaylı olarak yapılır. Zira bu asırda şeytanın en
büyük silahı, insanların nefs-i emmaresidir.
1. İhlâsın Temeli Olarak Nefsin Terki
Risale-i Nur mesleğinin en temel
esası, benlik, enaniyet / kendini beğenme ve
hodfuruşluğu / gösterişi terk etmek lüzumudur. Said Nursî, bu
esası, ihlâs-ı hakikî / gerçek samimiyet ile imanın kurtarılmasına hizmet
edilebilmesi için şart koşar.
"Eğer bazı hâs kardeşlerimin, hakkımdan yüz derece
ziyade bana verdikleri hisse ve makam, hakikat da olsa ve hakkımda olsa, mezkûr
hakikat için bırakmağa; meslek-i nuriyedeki ihlâsı tamme bırakmağa, mecbur eder.".
Bu düstur, hizmette başarıya
ulaşmanın anahtarının dış düşmanla (şeytan) mücadeleden çok, iç düşmanla (nefis
ve enaniyet) mücadele etmek olduğunu gösterir.
2. Siyasetin Şeytanî Yüzü
Said Nursî, şeytan kelimesini
bazen siyaset ve dünyevî cereyanlarla birlikte anarak, bu asırda siyasî
çekişmelerin getirdiği fitnenin, şeytanî bir rol üstlendiğine işaret eder:
- Said
Nursî, siyasete karışmaktan kesinlikle kaçındığını ifade ederken, meşhur
cümlesinde şeytanı siyasetle birlikte zikreder: "Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım"
(اَُعوذُ بِاّلٰلِه ِمنَ
الشَّْيطَاِن وَ السِِّيَاسَةِِّ).
- Ayrıca, Risale-i Nur aleyhinde hileler yapanların, perde
altında çalışan ehl-i zendeka
(gizli dinsizler) olduğunu ve safdil / saf kalpli hocaları ve sofileri
vasıta yaptıklarını belirtir. Bu düşmanlar, insî ve cinnî şeytanlar olarak nitelenen,
Kur'an ve iman hakikatlarına karşı gelen gizli komitelerdir.
III. Şeytana Dair Dolaylı İfadeler
Said Nursî, şeytanın varlığını ve etkisini reddetmez;
ancak dikkatleri onun vesveselerinden ziyade, vesveseye kapılanın kendisine
çevirir.
1. Şeytanın İnsan Suretinde Görünmesi
Hristiyanlık ahlakına zarar
veren ve ahlak-ı İslâmiye’ye karşı gelen açık saçık Hristiyan kızlarının, "şeytan
kumandasında" zarar verdiğinden bahsedilir. Bu ifade,
şeytanın insanları nasıl bir araç olarak kullandığını göstermektedir.
2. Nura Karşı Gelenler
Risale-i Nur'un yayılmasına karşı gelenlerin durumunu
anlatırken, Said Nursî, şeytan-ı racîmden başka kimsenin Nur’dan nefret
etmeyeceğini ima eder:
"Nûra karşı kavga edilmez, ona karşı adâvet edilmez.
Sırf
şeytân-ı racîmden başka ondan nefret eden olmaz.".
Sonuç olarak, Said Nursî'nin Şeytan
kelimesini az kullanması, onun varlığını inkâr etmekten değil; bu asırda imanı
kurtarmayı en büyük ve birinci vazife
olarak görmesinden kaynaklanmaktadır. Risale-i Nur, iman hakikatlerini aklî ve
kalbî delillerle ispat ederek, şeytanın en büyük kozu
olan şüphe ve inkârı kökünden keser ve böylece talebelerini dolaylı yoldan
şeytanın tesirinden kurtarır.
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nden Sonra
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin Risale-i
Nur Külliyatı, kendisinin fani şahsiyetini değil, eserin ve talebelerin
oluşturduğu şahs-ı
manevîyi
(manevî/ruhî kişiliği) ön plana çıkarmayı meslek edinmiştir. Bu nedenle,
vekâlet / vekillik veya liderlik kavramları, geleneksel anlamlarından farklı
bir biçimde ele alınmıştır.
Aşağıda, kaynaklarınızda yer alan bilgiler
ışığında, en güvendiği talebeleri, Kürt meselesi ve kabri hakkındaki
gaybî/manevî işaretler detaylıca incelenmiştir:
I. Said Nursî’nin Kendisinden Sonra En Çok
Güvendiği Talebesi
Risale-i Nur mesleğinde, İhlâs / samimiyet
düsturunun bir gereği olarak, iman ve Kur'an hakikatları hiçbir şeye alet
edilmemeli, makam ve şeref şahıslara verilmemelidir. Bu nedenle Said Nursî, kendisini Müceddid
(Yenileyici) veya Mehdi gibi makamlara layık görmeyerek, bütün başarıyı
Kur'an'a ve Risale-i Nur'un manevî şahsiyetine havale etmiştir.
Ancak, hizmeti devam ettirecek manevî
varisleri hususunda kuvvetli bir teveccüh ve güven gösterdiği sadık bir
talebe zümresi mevcuttur:
1. Şahs-ı Manevînin Devamı ve Kahramanlar Heyeti
Said Nursî, kendisinin artık hizmetine ihtiyaç
kalmadığını, çünkü en önemli vazifelerini talebelerinin üstlendiğini açıkça
ifade etmiştir:
- Vazifelerin Devri: “Demek
Nurlar ve Kahraman Şakirdleri benim Vazifelerimi yapacaklar, daha
bana hiç ihtiyaç kalmamış. Zâten Nur'un her bir câmi' cüz'ü ve sarsılmayan
hâlis Şakirdlerinin her birisi, benden daha mükemmel Ders verir”.
- Manevî Evlatlar ve Varisler: Üstad, Zübeyr, Ceylan,
Sungur, Bayram, Hüsnü, Abdullah, Mustafa gibi zâtları, manevî
evlâdlarım, fedakâr Hizmetkârlarım olarak zikreder. Ayrıca, has ve hâlis
Nur'un Kahramanları olarak Hüsrev, Nazif, Tahirî, Mustafa Gül
gibi isimleri de listeler. Vasiyetnamesinde de bu kardeşleri
kendisine vâris olarak atamış, Risale-i Nur’un sermayesinin onların
tayinatına/maaşlarına harcanmasını istemiştir.
2. Öne Çıkan Fedakâr Talebeler
Bununla birlikte, Risale-i Nur hizmetinin farklı
sahalarında öncü rol üstlenmiş, sadakat ve ihlâsları ile öne çıkmış bazı
şakirdler bulunmaktadır:
- Hüsrev
Efendi (Elmas Kalem): Hüsrev, Risale-i Nur’un kâtibi ve Kur'an
hattına (yazısına) olan vukufu / hakimiyeti ile sıkça zikredilir.
Bediüzzaman, Hüsrev’in gayretini ve Risale-i Nur’u bir ay gibi kısa bir
zamanda on dört risale yazacak kadar büyük bir şevkle yazmasını "dördüncü bir
Kerâmet-i Esrâr-ı Kuraniyyedir" olarak müjdeler. O, Nur
Kahramanı ve Elmas Kalemli Kahraman olarak anılır. Said Nursî,
ihlâslı hizmetin semeresi olarak, Hüsrev'in gelmesiyle yeni bir şevk ve
süratin hizmete katıldığını söyler.
- Zübeyr Gündüzalp: Zübeyr,
Afyon ağır ceza mahkemesinde dahi Nurculuğunu memnuniyetle ve ilan
edercesine söyleyen, Üstad’ın manevî evlâtları ve fedakâr
hizmetkârları listesinde baştan zikredilen ve Risale-i Nur’un neşrinde
büyük sorumluluk alan önemli bir talebedir.
Üstad, bu talebelerin hepsinin hizmetteki
paylarını eşit görmüş (manevî şirket / ortaklık), ancak Hüsrev ve Zübeyr gibi
isimler, zorlu mahkeme süreçlerinde ve te'lif / yazım faaliyetlerinde öne
çıkarak hizmetin en kritik noktalarında bulunmuşlardır.
II. Kürtlerin Said Nursî’ye Desteği ve Irkçılık
Düşüncesine Karşı Tavrı
Sorunuzun bu
kısmı, Said Nursî’nin Kürt kimliği ve siyasetten uzak duruşu nedeniyle, Kürt
milliyetçi çevrelerden yeterli destek alamadığı yönündeki yaygın bir yanlış
algıyı hedef almaktadır. Kaynaklar bu durumu Said Nursî'nin ırkçılığı
kesinlikle reddetmesi ve İslâm Milliyetine dayanmasıyla
açıklamaktadır.
1. Irkçılığa Kesin Red ve İslâm Milliyeti
Said Nursî, Kürt milliyetini din namına Anadolu
evlâtlarına neşrettiği iftirasını kesinlikle reddetmiştir:
- Frengi Hastalığı: Said Nursî, elli beş
seneden beri (eserlerin yazıldığı zamana göre) ırkçılık frengi bir
hastalıktır ki, Frenkler İslâmiyeti parçalamak için içlerine sokmuşlar
demiş ve milliyetimiz yalnız İslâmiyettir düsturunu benimsemiştir.
- İftiraların Reddi: Said
Nursî, bu iftiraları divanece mana vermek olarak nitelendirmiş ve
İslâmiyet milliyetini Kürt milliyeti demekle iftira edenlerin belasını
bulacağını ifade etmiştir. O, Kürtlük ve Türklük yoktur, Biz yek-vücuduz, Müslümanız,
kardeşiz diyerek ayrılığı reddetmiştir.
2. Kürtlerin Desteği ve Kahramanlık Vazifesi
Aslında Said Nursî, Birinci Dünya Harbi gibi
zorlu dönemlerde gönüllü alay kumandanı olarak ve talebeleriyle (çoğu Doğu
illerinden) aktif bir mücadele vermiştir.
- Fedakârlık ve Bağlılık: Said Nursî, Van ve Bitlis
tarafında Ermeni komitesinin (Taşnak fedâileri) faaliyette olduğu dönemde
talebelerinin fedailik derecesinde alâka gösterdiğini ve manevî
mücadelesinde başarıya ulaştığını kaydetmiştir.
- Manevî Tercih: Said
Nursî, hizmetin ihlâsını korumak için, siyasi makamlardan ve dünyevî
menfaatlerden kaçınmıştır. Hatta dostları ve akrabaları tarafından şahsına
yapılan hüsn-ü zanları (iyi düşünceleri) bile kabul etmemiş, hediyeleri
geri çevirmiştir. Bu tutum, onun siyasi veya dünyevî menfaat peşinde koşan
herhangi bir hizbe (gruba) girmesini engellemiş; dolayısıyla siyasi
çıkar bekleyen veya ırkçı ideolojilere sahip kesimlerden destek almaktan
uzak durmuştur.
Bu nedenle,
Kürt milliyetçilerinin veya siyasî beklentisi olan grupların desteği Said
Nursî'nin mesleğinin İhlâsına uygun düşmediği için, bu yönde bir destek arayışı
veya kabulü olmamıştır.
III. Kabri Hakkında Ölmeden Önce Verdiği Gaybî
Bilgiler
Said Nursî,
Kıyamet’in ne zaman kopacağı veya âhirzaman şahıslarının (Deccal, Mehdi) tam
olarak kim olduğu gibi gaybî bilgileri, sırr-ı teklif / imtihan sırrına
zarar gelmemesi için açıkça belirtmekten kaçınmıştır. Ancak, kendi vefatı,
kabri ve hizmetinin geleceği hakkında çok kuvvetli manevî işaretler mevcuttur.
1. Vefatın Yakınlığına Dair Beyanlar
Said Nursî, hayatının son döneminde yaşadığı
gurbet, hastalık (zehirlenme dâhil) ve tecrit/yalnızlık sebebiyle kabir
kapısını beklediğini sıkça ifade etmiştir:
- Kabir Kapısı: Gördüğü
rüyalar ve manevî sezgilerle, kabri, fâni / geçici dünyadan Âlem-i
Nurun kapısı ve Saadet-i Ebediyeye / Ebedî Mutluluğa giden yolun
birinci menzili olarak görmüştür.
- Şartlı Vasiyet: Hizmetinin geleceğine dair
büyük bir ümit besleyen Üstad, Nesl-i Âtî (Gelecek Nesil)
öğrencilerine hitaben: “...mazi kıt'asına geçmek için geldiğiniz vakit, mezarımıza
uğrayınız..." diyerek vefatından sonra bir kabrinin olacağını ve
ziyaret edilmesini arzu ettiğini bildirmiştir. Bu ifade, kabrinin
nerede olduğuna dair kesin bir bilgi içermese de, gelecekteki nesillerin
manevî bir ziyaretgâhı olacağına dair kuvvetli bir beklentiyi ifade eder.
2. Zehirlenme ve Gaybî İhbar (Unseen
Notification)
Said Nursî’nin ölüm şekliyle ilgili dolaylı ve
gaybî bir bilgi bulunmaktadır. Bu, kabrinin yerinden ziyade, vefat hadisesinin
kendisine ait bir kerameti ve gaybî bir ihbarıdır:
- Şefkat Tokadı ve Vasiyetin Te’hiri: Üstad’ın
maruz kaldığı şiddetli sû-i kasd eseri olarak zehirlenme
hadiseleri, onun hayatının tehlikede olduğunu göstermiştir. Talebelerin
(Burhan gibi) pek kuvvetli dualarının o zehiri kırdığı ve vasiyetnamenin
hükmünü te'hire vesile olduğu bildirilmiştir.
- Bu, Said Nursî'nin doğal bir vefat beklediği, ancak düşmanların insî
ve cinnî şeytanlar olarak nitelenen münafıklar eliyle bu süreci
hızlandırmaya çalıştığına dair ilahî/gaybî bir ikazdır. Talebelerin
duaları ve kerametleri ise bu zehirlenme teşebbüslerine karşı bir korunma
sağlamıştır.
Bu kaynaklar,
Said Nursî'nin kabrinin yeri hakkında kesin bir gaybî bilgi sunmasa da,
kabrinin Nur âleminin kapısı olarak manevî ehemmiyetini ve gelecekteki
ziyaret beklentisini kuvvetle vurgulamaktadır.
Sonuç
Bu tür dehşetli küresel buhranlar ve çatışma
ortamlarında, Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin Risale-i Nur Külliyatı'nda
ortaya koyduğu manevî esaslar ve hadiselerden çıkardığı düsturlar/ilkeler,
insanlığın bu kaostan kurtulması için yegâne yolu işaret etmektedir.
Said Nursî’nin temel yaklaşımı, müsbet hareket
/ yapıcı eylem esasına dayanır; yani yıkıma karşı yıkımla değil, manevî inşaat
ile karşılık verilmelidir. Özellikle siyasî entrikalar, çatışmalar ve gizli
komitelerin (İsrail, ABD, İngiltere, Vatikan'ın gelecekteki rolü bağlamında
Hristiyanlık) hileleri söz konusu olduğunda, Üstad’ın temel tavsiyeleri
şahsî/bireysel ve toplumsal/içtimaî manevî korunmaya odaklanmaktadır.
İşte Said Nursî’nin küresel kaos ortamında
insanlığa sunacağı temel tavsiyeler, kaynaklarınızdan hareketle, öğretici ve
detaylı bir şekilde izah edilmiştir:
I. Manevî Tehditlere Karşı Temel Tavsiye: Küfr-ü
Mutlakı Kırmak
Bugün yaşanan küresel kaosun ve çatışmaların ana
kaynağı, Said Nursî’ye göre, dış güçlerden önce imanın zaafa uğraması ve
küfr-ü mutlak / mutlak inkâr akımının yayılmasıdır.
1. İmanın Tahkikî / Araştırmaya Dayalı Olarak
Kazanılması
Said Nursî, bu çağın en büyük tehlikesinin, eski
âlimlerin zamanında olduğu gibi cüz'î/kısmî vesveseler değil, imanın
esaslarına ve erkânına / köklerine yapılan küllî/genel taarruz olduğunu
vurgular. Şahsî ve siyasî çekişmelerin sonucu olan çatışmalar ve fitneler,
doğrudan insanın âhiretini kaybetme davası yanında ehemmiyetsiz kalır.
- Tavsiye: İnsanlık, her şeyden evvel İman
Hakikatlerini öğrenmeli ve Risale-i Nur gibi Kur'an’dan feyz alan
eserlerle imanını kurtarmalıdır. Zira, ehl-i keşf ve
tahkikin gördüğüne göre, maddiyyunluk / materyalizm taunuyla / vebasıyla
bu asırda çok kişi davasını kaybeder; ve bu davanın kaybını bütün dünya
saltanatı dahi dolduramaz.
2. Anarşiliğe Karşı İnzibat Komiseri Olmak
Modern dinsizlik cereyanları (komünizm, bolşevizm
gibi), en nihayetinde anarşistliğe ve toplumun temel yapısını yıkmaya
çalışır. Devletlerin ve milletlerin en büyük düşmanı budur.
- Tavsiye: Nur
Talebeleri gibi hizmet eden iman erleri, müsbet hareket / yapıcı
eylem düsturunu benimsemeli. Risale-i Nur’un dersleri, bütün kuvvetiyle asayişin
temellerini muhafaza etmek ve fesad ve ihtilâllerin önünü kesmek
olmasından dolayı, kudsî ve manevî inzibat komiserleri hükmündedir.
Bu kaos ortamında insanlık, yıkıcılığa değil, asayişi korumaya
odaklanmalıdır.
II. Siyasî ve Gizli Komitelerin Hilelerine Karşı
Tavsiye
Global çapta etkin olan güçlerin (İsrail, ABD,
İngiltere vb.) entrikaları ve hileleri, Said Nursî'nin bahsettiği siyaset ve
dünya cereyanları kapsamına girer.
1. Siyasetten Şiddetle İctinab / Kaçınma
Said Nursî’nin hayatının en önemli düsturlarından
biri, siyasetten tamamen tecerrüd etmektir. Bunun temel sebebi, iman hizmetinin
kudsiyetini / kutsallığını muhafaza etmektir.
- Tavsiye: Siyasetten
uzak durulmalıdır, zira Kur'an bu hususta uyarmıştır ki, elmas gibi
iman hakikatları ehl-i
dünyanın nazarında cam parçalarına inmesin. Siyaset, kalbi de
boğar, dünyevî hırs verir ve insanî vazifeyi unutturur. Said Nursî,
kendisini de siyasetten men eden ve şeytandan istiâze ettiği (sığındığı) o
manevî ihtarı, günümüz insanına da şiddetle tavsiye eder.
- İlke: Dünya
menfaatleri veya siyasî galibiyet için hakikati alet etmek, ihlâs /
samimiyet sırrına aykırıdır. Bu tür ihtilaflar, cüz'î/kısmî zararlar
yüzünden doksan masuma zulmetmek anlamına gelebilir.
2. Batıl / Frengi Taklidinden Vazgeçme
ABD ve İngiltere gibi Batılı güçlerin kültürel ve
ahlaki etkileri, kaynaklarda Frengi taklit ve sefahat /
ahlaksızlık olarak nitelendirilir.
- Tavsiye: Ey bu vatan
gençleri/insanları! Frenkleri taklide çalışmayınız! Onların batıl
efkârlarına / bozuk fikirlerine ve sefahetlerine / ahlaksızlıklarına
ittiba etmek, şuursuzca onların safına iltihak edip kendi kendinizi ve
kardeşlerinizi i'dam etmek / yok etmek anlamına gelir. Küresel
güçlerin getirdiği maddî medeniyetin zünub / kusurları olan ahlak-ı
seyyie / kötü ahlaklar, İslâm milleti için frengi bir hastalıktır.
III. Dini İttifak ve İsa'nın Nüzûlüne Hazırlık
Said Nursî, küresel fitnelere karşı tek başına
İslâm âleminin yeterli olmayacağını, ancak hakikî İsevî (Hristiyan) ruhuyla
ittifak edildiğinde galip gelinebileceğini işaret eder.
1. Dindar Hristiyanlarla Birlik ve Tesanüd /
Dayanışma
Vatikan ve Batı medeniyeti bağlamında, Said
Nursî, hakikî dindar Hristiyanların, komünizm ve anarşizm gibi dinsizlik
cereyanlarına karşı İslâm’a yaklaşmak zorunda kalacaklarını öngörmüştür.
- Tavsiye: Şimalden
/ Kuzeyden (Rusya/Komünizm) gelen dehşetli dinsizlik cereyanı, İslâm ve
İsevî dininin hücumuna karşı kendini savunmak fikriyle, İslâm ve
misyonerlerin ittifaklarını bozmaya çalışacaktır. Bu planlara karşı
uyanık olunmalı, Hristiyan ruhanîleri ve Nurcular/Müslümanlar
ittifak etmeye gayret göstermelidir. Zira Avrupa ve Amerika devletleri
dahi, komünistlik ve anarşilik çıktığı için, Kur'an’a ve İttihad-ı
İslâm’a taraftar olmaya mecbur kalmışlardır.
2. Uhuvvet-i İslâmiyeyi / İslâm Kardeşliğini
Güçlendirme
Müslümanlar arasında çıkan tefrika / ayrılık,
Kürt milliyetçiliği veya herhangi bir ırkçılık gibi iç çekişmelerle
desteklenir.
- Tavsiye: Müminler
arasında nifak ve şikakı / ayrılığı, tefrikayı, fitne ve fesadı
kaldırıp, yerine Uhuvvet-i Diniyeyi, Tesanüd ve Teâvünü /
dayanışmayı yerleştirmelidir. Kürtler dâhil, bütün İslâm ümmeti, yek-vücud
/ tek vücut kabul edilmeli ve ırkçılık gibi İslâmiyeti parçalamak
için sokulmuş frengi bir hastalıktan şiddetle kaçınılmalıdır.
IV. Şahsî/Bireysel Davranış İlkeleri
Tüm bu kaos ve siyasî baskılar karşısında bir Nur
Talebesi ve dolayısıyla manevî kurtuluş isteyen her fert, hayat düsturlarını
nasıl belirlemelidir?
1. Teveccüh-ü Ammeden / Genel İlgiden Kaçınma
Said Nursî, insanların hediye ve övgülerini
(teveccüh-ü ammeyi) reddetmeyi düstur edinmiştir.
- Tavsiye: Maddî
veya manevî menfaat beklentisiyle halkın teveccühüne/ilgisine veya
hediyelerine kesinlikle değer verilmemelidir. Zira insanlar, ihsanlarını
muhtaçlara çok pahalı satarlar. Hizmetin şerefini ve selametini korumak
için, dünyanın maddî ve siyasî ezvakını / zevklerini terk etmek
zorunludur.
2. Acz ve Fakr Kanatlarıyla Uçmak
İnsanın kusurları sonsuzdur, bu sebeple kendini
büyük görme (enaniyet) tehlikesi bu asrın en büyük manevî
hastalıklarından biridir.
- Tavsiye: İnsan, acz ve fakr /
zayıflık ve muhtaçlık kanatlarıyla kulluk makamına uçmalıdır. Benlik,
enaniyet ve hodfuruşluğu / gösterişi terk etmek, ihlâsın/samimiyetin
en birinci şartıdır. Şahsî kusurları gizleyip, bütün başarıyı Kur'an’ın
hakikatlarına ve manevî şahsiyete atfetmek gerekir.
3. Hastalık ve Musibetleri Fırsat Bilme
Küresel kaosun getirdiği sıkıntılar ve zulümler (İşkenceli
esaret, tecrid-i mutlak) Said Nursî’nin hayatının ayrılmaz parçası
olmuştur.
- Tavsiye: Bu ağır
şerait/şartlar altında yaşanan sıkıntılar, Amel-i Sâliha / Salih
Amel ve umûr-u hayriye / hayırlı işler için daha kıymetli ve
daha sevaplıdır. Sıkıntılarda sabır içinde şükretmek gerekir. Zira bu meşakkatler, her
bir saati yirmi saat ibadet hükmüne getirir.
Bu prensipler, Said Nursî’nin hayatı ve hizmeti
boyunca uyguladığı ve talebelerine öğrettiği temel düsturlardır. Onların özü,
siyasi çekişmelerden ve menfaat mücadelelerinden uzak durarak, bütün dünyevî
tehlikelere karşı İman ve Kur'an’ın Hakikatlarıyla tahassun
etmek/sığınmaktır.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Yorumlar
Yorum Gönder