Print Friendly and PDF

Yayınlar


Arapların Filistini Emniyet Sübabı Olarak Kullanma İhanetleri

Bunlarada Bakarsınız

 


Bernard Lewis’in Osmanlı İmparatorluğu hakkındaki eleştirileri

Bernard Lewis’in Osmanlı İmparatorluğu hakkındaki eleştirilerinin temelini, imparatorluğun Batı’nın hızla ilerleyen bilim ve teknolojisine, savaş ve barış sanatlarına, yönetimine ve ticaretine ayak uyduramaması oluşturur. Lewis, bu durumun Osmanlı’nın gerilemesinin ana nedeni olduğunu vurgulamıştır.

Lewis'in Osmanlı sistemi ve toplumu hakkındaki temel eleştirileri ve gözlemlediği sorunlar şunlardır:

  • Batı’ya Ayak Uyduramama ve Kurumsal Direnç: Türk liderler gerileme sorununun farkında olsalar ve çözüm için iyi fikirlere sahip olsalar bile, yeni yolların ve fikirlerin kabulünün önündeki muazzam kurumsal ve ideolojik engelleri aşamadılar. Seçkin bir Türk tarihçisinin belirttiği gibi, "bilimsel dalga, edebiyat ile hukuk bentlerine çarpıp dağılıyordu".
  • İdari ve Ahlaki Çöküş: Lewis, Osmanlı İmparatorluğu'nun gerilemesini sadece dış etkilere değil, aynı zamanda iç değişikliklere de bağlamıştır.
    •  
      1. yüzyılın titiz ve dürüst bürokratik idaresinden, 17. yüzyılın ihmalkarlığına ve 18. yüzyılın çöküşüne geçişin arşiv belgelerinde canlı biçimde görüldüğünü belirtir.
    • Mesleki ve ahlaki standartlarda, aynı zamanda dinî ve adli hiyerarşinin farklı mevkilerinde de benzer bir düşüş yaşanmıştır.
  • Tarım ve Ekonomi Alanındaki Gerileme: Lewis, Kanuni Sultan Süleyman döneminde bile köylü nüfusunun azalmasının tehlikeleri konusunda uyarılar yapıldığını aktarır. 17. yüzyılda ise İmparatorluğun dört bir yanında sahipsiz ve metruk köylerin mevcut olduğu rapor edilmiştir. Bu gerilemenin önemli bir kısmı, zorba sipahilerin uyguladığı baskılar ile açıklanmıştır.
  • Mutlakiyetçilik ve Baskı: Lewis, 19. yüzyılda reformlar tartışılırken bile devletin mutlakiyetçi iktidarının sınırlandırılmasının temel bir mesele haline geldiğini ifade eder. Özellikle II. Abdülhamid dönemi, yeni ve sınırsız bir baskı mekanizmasıyla pekişmiş bir tek adam yönetimi olarak eleştirilir. Abdülhamid'in, Yeniçerilerin kaldırılmasından sonra dizginlenemeyen şahsi iradesinden başka bir denge unsuru koymamasını eleştirmiştir.
  • Kültürel ve Entelektüel Kapanma: Lewis, 18. yüzyıla kadar Batı dillerinden birini öğrenmeye çalışan bir Müslüman alim ya da edebiyatçıya rastlanmadığını ve çevirilerin az ve aralıklı olduğunu belirtir. 16. yüzyıla kadar Latinceden veya bir Batı dilinden çeviri yapıldığına dair bir kayıt bulunmamaktadır (Orosius'un vakayinamesi hariç).
  • Eski Modellere Taklit ve Geri Dönüş Eğilimi: Osmanlı kültürünün eski modellerin tekrarı ve taklidinden ibaret hale geldiğini belirtir. Osmanlı yazarlarının çoğunun en büyük hata olarak eski iyi usullerden sapmayı gösterdiğini ve temel çözümün bunlara geri dönmek olduğunu savunduğunu aktarır.

Bernard Lewis, bu eleştirileri yaparken, İslam dünyasının "Hata Neredeydi?" sorusuna yanıt arama çabasını tarihsel bir incelemeye tabi tutar. Ona göre, Osmanlı İmparatorluğu'nun son iki yüz elli yıldaki çağdaşlaşma serüveni, modernleşmenin Batı’nın silahlarını ve aletlerini kabul etmekle (zorunlu askeri tercihler) sınırlı kaldığı, ancak Batı’nın tehlikeli ve zararlı kültüründen etkilenmeksizin Batılılaşmadan modernleşmenin mümkün olduğu yanılsaması içinde ilerlediği bir süreçti.

Bu durum, Batı ile İslam dünyası arasındaki gerilimin kökenini oluşturan, uygarlık liderliğinin kaybedilmesi ve modernlikten geri durulması sorununu merkeze almıştır. Bu, Lewis’in Osmanlı İmparatorluğu’nun ve genel olarak Orta Doğu’nun temel sorunu olarak gördüğü en kapsamlı eleştiridir.

Bernard Lewis'in çalışmalarında tasavvufa (Sufizme) yönelik doğrudan bir "zararlar listesi" bulunmamakla birlikte, Lewis radikal tarikatların ve ezoterik İslami akımların siyasi düzen ve toplumsal istikrar üzerindeki olumsuz etkilerine dair tarihsel gözlemlerini ve kaynaklardaki eleştirileri aktarmıştır. Lewis, özellikle bu akımların kurulu Sünni düzene (Şeriat ve ulema) karşı muhalefet yaratması ve siyasi teröre yol açması konularına odaklanmıştır.

Bernard Lewis'in kaynaklarında ele aldığı ve zarar olarak yorumlanabilecek temel konular şunlardır:

1. Radikal Ezoterizmin (İsmailiye) Siyasi Teröre Yol Açması

Bernard Lewis'in Alamut Kalesi adlı eseri, İslam dünyasındaki radikal bir mistik/ezoterik hareket olan Haşhaşileri (İsmaililiğin Nizarî kolu) incelemektedir. Lewis'e göre, bu tür hareketler doğrudan siyasi yıkıma yol açmıştır:

  • Sistematik Terör: Haşhaşilerin Orta Çağ'da uyguladığı taktikler, Lewis’e göre, meşru bir biçimde devlet terörizmi diyebileceğimiz şeyin ilk örnekleri olabilir.
  • Devlet Otoritesine Meydan Okuma: Haşhaşiler, suikastçılığı hedeflerine ulaşmada bir araç olarak kullanmışlar. Onlar, yasadışı bir muhalefet örgütü olmanın ötesinde, toprak alıyor, kaleler ele geçiriyor ve kendilerine ait beylikler kuruyorlardı.
  • Toplumsal ve Ahlaki Yıkım: Hammer'ın (Lewis'in eserinde alıntıladığı bir araştırmacı) Haşhaşiler hakkındaki yorumu, onların "tüm din ve ahlakı kemiren", "altında devlet liderlerinin devrildiği bir katiller birliği" olduğunu belirtir. Lewis, Hasan bin Sabbah ve takipçilerinin, umutsuzluğa kapılmış insanların öfkesini, disiplin ve şiddeti birleştiren yıkıcı bir ideolojiye ve organizasyona dönüştürmeyi başardığını belirtir.
  • Nihai Yenilgiye Rağmen Yıkıcılık: Lewis, İran'da doğarak Suriye ve Lübnan dağlarına yayılmış olan Ortaçağ Haşhaşilerinin hikayesinin öğretici olabileceğini ve bu hikayeden çıkarılabilecek en önemli dersin, onların nihai ve mutlak yenilgileri olduğunu ekler.

2. Kurulu Düzene (Şeriat ve Ulema) Karşı Çıkış

Lewis, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki tarikatların ve dervişlerin, resmi Sünni İslam anlayışıyla ve ulemayla sürekli bir gerilim içinde olduğunu gösterir:

  • Dinsel Çatışma ve Kuşku: Tarikatların hepsi belli bir ölçüde yerleşik inanca aykırıydı ve öğretileri ve uygulamaları Şeriat savunucuları tarafından tekrar tekrar eleştiriye ve ithamlara maruz kalıyordu. Bu durum, özellikle Bektaşilik gibi, halkçı ve köklü niteliklerini koruyan bazı tarikatların devletin ve ulemanın kuşkusunu uyandırmasına neden oldu.
  • Sosyal Karışıklık ve Taşkınlıklar: Lewis, ulema sınıfı zenginleşen ve babadan oğla geçen bir kast haline dönüşürken, dervişlerin kitleler üzerinde sınırsız bir nüfuz kazandığını belirtir. Lewis, **"ara sıra tarikatların yaptığı taşkınlıklar"**ın, yüzeyin altında kaynamakta olan güçlü duyguları gösterdiğini aktarır.

3. Askeri Morali ve Cihadı Zayıflatma (Bektaşilik Örneği)

Lewis, Osmanlı tarihinden bir örnek aktararak, mistik inancın bazen devletin temel direği olan askeri ruhu ve inançları nasıl baltalayabildiğini gösterir:

  • Savaş Karşıtı Söylem: Osmanlı vakanüvisi Esad Efendi'nin aktardığına göre, 1690 yılındaki Avusturya savaşı sırasında bir Bektaşi, Müslüman askerlerin arasına girerek onları savaştan vazgeçirmeye çalışmış ve şöyle demiştir: "Hey sizi sersemler, ne diye canınızı bir hiç uğruna tehlikeye atarsınız? Yuh size! Din uğruna savaşmış, şehitlikmiş, tüm bunlar hep boş laf, gevezelik, saçma.".
  • Devlet Meşruiyetini Sorgulama: Aynı Bektaşi, Osmanlı padişahı sarayında sefa sürerken ve Frenk kralı ülkesinde keyif çatarken dağbaşlarında savaşmanın akıl almaz olduğunu dile getirmiştir.

Bu tür eleştiriler, Lewis’in geleneksel Osmanlı sisteminde gözlemlediği, merkezi otoriteyi ve Şeriat'ı sarsan iç çelişkilerin ve muhalif hareketlerin kaynakları arasındadır.


Analoji:

Lewis'in radikal tasavvufi hareketlere yönelik eleştirisi, bir binanın temelinde gizlenmiş, merkezi taşıyıcı sütunları içeriden kemiren gizli bir tünel şebekesine benzetilebilir. Dışarıdan bakıldığında bina (İslam devleti) sağlam dursa da, ezoterik akımlar (Haşhaşiler veya devletin otoritesini reddeden tarikatlar) düzenin altındaki ideolojik ve toplumsal zemini oyarak, bir deprem anında (dış tehdit veya iç karışıklık) yapının çöküşünü hızlandıracak riskler yaratmıştır.

Bernard Lewis'in Ermeni Meselesi

Bernard Lewis'in Ermeni Meselesi, özellikle de Tehcir (zorunlu göç) ve "Ermenilerin ihaneti" iddiaları hakkındaki görüşleri, Lewis'in akademik ve siyasi tartışmalarda Türkiye'nin tezlerine yakın bir konumda yer almasına neden olmuştur.

Bernard Lewis'in bu konudaki temel vurguları ve tarihsel yorumları şunlardır:

Soykırım İddialarına Karşı Çıkışı

Bernard Lewis, I. Dünya Savaşı sırasında yaşanan Ermeni ölümlerinin bir Ermeni soykırımı olarak gerçekleştirilmediğini vurgulamıştır. Aksine, bu olayların Ermeni saldırılarına verilmiş bir cevap olarak anlaşılması gerektiğini savunmuştur.

Lewis, mahkeme sürecine yansıyan ifadelerinde, sadece Ermenilerin mağduriyetine odaklanmanın yanlış olduğunu belirtmiş; Ermeni çeteleri tarafından Türk, Kürt ve diğer Müslüman köylülerin katledilmesini inkâr eden veya onaylayan bir yaklaşımın, bütün bir ulusu soykırım yapmakla suçlayarak Türklerin duygularını inciteceğini ileri sürmüştür.

Kaynaklarda Lewis'in, Türkleri (veya "bizi") "Ermeni kesiyorlar jenosit yaptılar" suçlamasına karşı savunduğu açıkça belirtilmiştir.

Tarih Yazımı ve Siyasi Kurumlar Hakkındaki Görüşleri

Lewis, Ermeni meselesinin hukuki veya siyasi kurumlar tarafından karara bağlanmasına kesinlikle karşı çıkmıştır.

  • 1985 yılında Birleşik Devletler Kongresi'nin I. Dünya Savaşı sırasında yaşanan Ermeni ölümlerini soykırım olarak kabul etmeye ikna etme kampanyaları başladığında, Lewis, bu konunun Birleşik Devletler Kongresi'nin meselesi olmadığını savunmuştur.
  • Lewis, tarih yazmanın hiçbir yasama organının işi olmadığı görüşüyle hareket eden akademisyenlerden yana saf tutmuştur. Böylesi bir kararın hiçbir fayda sağlamayacağını ve muhtemelen önemli zararlara yol açacağını belirtmiştir.
  • Lewis, tarihin doğru yazılması ve adil olunması gerekliliğini tarih yazıcılarına verdiği öğüt olarak aktarmıştır.

Fransa'daki Dava Süreci

Bernard Lewis, Ermeni meselesi hakkındaki fikirlerini 1993 yılında Le Monde gazetesine verdiği bir mülakatta açıklamış ve bu mülakat Fransa’da aleyhine kamu davası açılmasına neden olmuştur.

  • Suçlama: Dava, Fransız hukukundaki "Holokost'un İnkarı" suçunun Ermeni olaylarına kıyas yoluyla uygulanması suçlamasını içeriyordu. Bu dava, esasen, Ermeni olayları için de aynı içerikte bir yasanın kabulü için Lewis’in açıklamalarının bahane ve araç olarak kullanılmasıydı.
  • Yargı Kararı: Fransız yargısı, Lewis'in tarihsel polemiklerde hakemlik yapma ve karar almaya yönelik açıklamalar yapmasını haksız fiil olarak görerek cezalandırılmasına karar vermiştir. Bu ceza para cezası niteliğindeydi.
  • Lewis'in Tepkisi: Lewis, kararı temyiz etmemiştir, zira Fransız yargı sistemine inanmadığını ifade etmiştir. Ayrıca, kendisine Türk Büyükelçiliği tarafından teklif edilen para cezasının tazminini ve Türk Bilimler Akademisi (TÜBA) tarafından verilen 50.000 dolarlık Atatürk Ödülü'nü kabul etmeyerek hayır kurumlarına bağışlamıştır.
  • Eleştiriler: İngiliz basını bu durumu "en tuhaf davalardan biri" ve Fransız entelektüel ikliminin "muhteşem ikiyüzlülüğü" olarak nitelendirmiştir. Lewis, bu mahkûmiyetin "Türk Versiyonu" olarak adlandırılan aksi görüşlerin mahkûm edilmesi anlamına geldiğini savunmuştur.

Amaç: Anlayışı Artırmak

Lewis, tarihi gerçeklere odaklanarak, 1915 olayları için meydana getirilen kavram kargaşasına ilişkin olarak, iki halk arasında daha iyi ilişkiler geliştirilmesine ve söz konusu halkların birbirilerini daha iyi anlamalarına yönelik bir umudun üstüne titreyenler için kelimeler arasındaki ayrımın önemli olduğunu belirtmiştir.

Lewis'in Ermeni meselesindeki duruşu ve Türkiye'nin resmi politikaları ile örtüşen bu tavrı nedeniyle kendisine 1998'de Atatürk Uluslararası Barış Ödülü verilmiştir.

"Yahudilerin Türkleri neden sevdiği ve koruduğu"

Bernard Lewis'in çalışmalarına ve genel olarak Orta Doğu tarihi analizlerine bakıldığında, "Yahudilerin Türkleri neden sevdiği ve koruduğu" sorusuna cevap veren birden fazla tarihsel ve kültürel katman bulunmaktadır. Bu durum, Osmanlı İmparatorluğu'nun Yahudilere sağladığı tarihsel sığınak ve Lewis'in kendisi gibi modern Yahudi entelektüellerinin Avrupa antisemitizmine tepki olarak geliştirdiği Türk yanlısı tavırla yakından ilişkilidir.

İşte kaynaklara dayalı temel nedenler:

1. Osmanlı'nın Tarihsel Sığınak Rolü ve Hoşgörüsü

Yahudilerin Türklere (ve Osmanlı İmparatorluğu'na) yönelik olumlu tutumu, özellikle Orta Çağ Hristiyan Avrupa'sında yaşanan zulümlerle karşılaştırıldığında, Osmanlı yönetiminin Yahudilere sunduğu güvenli ortamdan kaynaklanmıştır.

  • Zulümden Kaçış: Lewis'in çalışmalarında sıkça vurgulanan bir tema, İspanya ve Portekiz'deki zulümden (Engizisyon ve zorla Hristiyanlaştırma) kaçan Sefarad Yahudilerinin toplu halde Osmanlı topraklarına göç etmesidir. 15. yüzyılın sonları ve 16. yüzyıl boyunca Avrupa'daki Yahudiler kitleler halinde Osmanlı egemenliğindeki bölgelere göç etmişlerdir.
  • Devlet Desteği ve Değer Görme: Yahudilere Osmanlı topraklarında sadece yerleşme izni verilmemiş, aynı zamanda teşvik edilmişler, yardım almışlar ve hatta bazen göçe mecbur bırakılmışlardır. Osmanlı padişahlarının yönetimi altındaki birçok farklı etnik ve dinsel grup arasında, Lewis'e göre yalnız Yahudiler bu yönetimi gönüllü benimsemişlerdi.
  • Ekonomik ve Teknolojik Katkı: Gelen Yahudiler beraberlerinde Avrupa dilleri bilgisi, ticaret becerileri ve en önemlisi matbaa, silah yapımı (top, tüfek, barut) ve tıp gibi değerli bilgi ve becerileri getirmişlerdir. Bu yetenekler, Yahudilerin önemli görevlerde istihdam edilmesine yol açmış ve imparatorluk için faydalı, üretken bir unsur olarak görülmelerini sağlamıştır.
  • Dinsel Statü Ayrımı: Osmanlılar resmi belgelerde Hristiyanlarla Yahudiler arasında ayrım yapmıştır. Osmanlı Türkçesinde kafir kelimesi resmi kullanımda Yahudileri içermemiş; onun yerine "Kafirler ve Yahudiler" şeklinde bir ayrım yapılmıştır. Bu, Yahudilerin kusursuz tektanrıcılığının onaylanması anlamına gelirdi. Yahudilere zımmilerle (boyun eğen azınlıklar) aynı vergi oranı uygulanıyordu, bu da onların siyasi statüsünün kabul edildiğini gösterir.
  • Siyasi Güvenilirlik: Lewis, Türklerin hassas siyasi veya ekonomik görevler için Yahudileri Hristiyanlara tercih ettiğini belirtir, çünkü Hristiyanların aksine Yahudilerin, dış düşmana (Avrupalı güçlere) karşı sempati duyduklarından şüphelenilmiyordu.

2. Bernard Lewis'in Türk Dostu Konumu ve Savunuculuğu

Lewis’in modern dönemdeki duruşu ve Ermeni meselesindeki tavrı, "koruma" kavramının güncel bir örneğini sunar ve Yahudi toplumu içindeki Türk yanlısı görüşlerin kökenlerine ışık tutar.

  • Ermeni Meselesinde Savunma: Bernard Lewis (kendisi laik bir Yahudidir), I. Dünya Savaşı sırasındaki Ermeni ölümlerinin "jenosit" (soykırım) olarak değerlendirilmesine karşı çıkmış ve bu olayların Ermeni saldırılarına verilmiş bir cevap olarak anlaşılması gerektiğini vurgulamıştır. Lewis, Holokost ile yapılan karşılaştırmanın yanıltıcı olduğunu, çünkü Yahudilerin katledilmesinin silahsız bir isyanla bağlantılı olmadığını belirtmiştir.
  • Türk Duygularını İncitmeme Vurgusu: Lewis, Ermeni çeteleri tarafından Türk, Kürt ve diğer Müslüman köylülerin katledilmesini inkâr etmenin veya bütün bir ulusu soykırım yapmakla suçlamanın "Türklerin duygularını inciteceğini" savunmuştur. Lewis'in bu duruşu nedeniyle Fransa'da aleyhine dava açılmış ve para cezasına çarptırılmıştır; Lewis bu kararı "Türk Versiyonu" olarak adlandırılan aksi görüşlerin mahkûm edilmesi anlamına geldiğini ifade etmiştir.
  • "İslam Yanlısı Yahudiler" Tezi: Lewis, 19. yüzyılda Avrupa'da yükselen ırkçı antisemitizm ve yavaş ilerleyen Yahudi özgürleşmesi karşısında, Yahudilerin "Orta Çağ İslamına, özellikle de Müslüman İspanya'ya" baktıklarını ve Hristiyanlardan bekledikleri hoşgörüyü bu efsanevi altın çağda bulduklarını hatırladıklarını ileri sürmüştür. Lewis'e göre, bu İslam yanlısı bakış açısı, bazı modern Yahudileri (örneğin Benjamin Disraeli) Hristiyan Rusya'ya karşı mücadelede Türkler lehine bir duruş sergilemeye itmiştir. Bu, tarihsel memnuniyetin modern siyasete yansımasıdır.
  • Lewis'e Verilen Ödüller: Lewis'in Ermeni meselesindeki tavrı ve Türkiye'nin demokratik kimliğine yaptığı vurgu, Türkiye'nin resmi politikalarıyla örtüşmüş; bu nedenle kendisine 1998'de Atatürk Uluslararası Barış Ödülü verilmiştir.

Lewis'in analizine göre, Yahudilerin Türklere/Osmanlılara olan bu olumlu bakışı, bir tür tarihsel "iyi borç" ve "iyi sicil" algısının sonucudur. Hristiyan coğrafyasında dini ve siyasi bir tehdit olarak görülüp zulüm gören Yahudiler, Osmanlı topraklarında faydalı bir azınlık olarak kabul görmüş ve korunmuşlardır. Lewis'in modern dönemdeki kişisel savunuculuğu da bu tarihsel ilişkiyi destekleyen güncel bir örnektir.


Metafor: Yahudilerin Türklere gösterdiği tarihsel yakınlık, şiddetli bir fırtınada (Hristiyan Avrupa'daki zulüm) yıkılan evlerinden kaçan insanların, kendilerine sadece bir çatı değil, aynı zamanda yeteneklerini kullanabilecekleri sağlam bir atölye (Osmanlı İmparatorluğu) sunan komşularına duyduğu kalıcı ve vefalı minnettarlığa benzetilebilir. Bu minnettarlık, daha sonra komşuları zor duruma düştüğünde (modern siyasi ve tarihi tartışmalar) onların yanında yer alma motivasyonunu sağlar.

Lewis'in eserlerinde, "Kafirler ve Yahudiler" ayrımının II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) resmi devlet belgelerinde (özellikle mali konularda) eskisi gibi katı ve belirgin bir şekilde devam edip etmediğine dair doğrudan bir ifade bulunmamaktadır. Ancak, Lewis'in Osmanlı İmparatorluğu'ndaki gayrimüslimlerin hukuki statüsüne ilişkin analizleri, bu ayrımın yasal ve idari olarak büyük ölçüde ortadan kalkmış olması gerektiğini göstermektedir.

Bu ayrımın ortadan kalkma nedenleri ve II. Abdülhamid dönemi bağlamı şunlardır:

1. Zimmet Sisteminin Kaldırılması

Lewis'e göre, Osmanlı İmparatorluğu'nun (dolayısıyla II. Abdülhamid dönemini de kapsayan) reform hareketleri, Yahudilerin durumunun iyi sicilli olmasının temel sebebiydi, çünkü bu reformlar zimmet sistemini sonlandırmıştı.

  • Zimmet sistemi, Müslüman devletin hoşgörüsü altında yaşayan gayrimüslimlere ("zımmîlere") belirli kısıtlamalar getiren ancak aynı zamanda temel ayrıcalıkları da güvence altına alan İslami kutsal yasaya dayalı ayrı bir kategoriydi. Bu sistemin kaldırılmasıyla, Yahudilerin ve Hristiyanların hukuki statülerini Müslümanların üstünlüğünü kabul etme şartına bağlayan temel yapı ortadan kalkmıştır.
  • Lewis, cizyenin (kelle vergisi) kaldırıldığını ve zorunlu askerliğin getirilmesiyle birlikte bunun yerine bedel-i askerî adında bir vergi konduğunu, bu durumun ayrımcılığın bir türü olsa da yurttaşlık haklarının gayrimüslimlere de açıldığını belirtir.

2. Tanzimat Reformlarıyla Yasal Eşitliğin Hedeflenmesi

II. Abdülhamid dönemi, 19. yüzyılın ortalarında başlayan Tanzimat reformlarının bir devamıydı. Bu reformlar, geleneksel ayrımı yıkmayı hedefliyordu:

  • Lewis, 1856'da çıkarılan bir fermanla Müslümanlar ve gayrimüslimlerin bütün haklarda eşit kılındığını belirtir.
  • Geleneksel olarak Osmanlı Devleti'nde azınlıklar arasında bir sıralama vardı: Müslümanlar ilk, sonrasında Rumlar (Hristiyanlar), sonra Ermeniler ve en son Yahudiler geliyordu; ancak yeni düzenlemelerle her biri aynı seviyede birleşmişti. Bu durum, Müslüman tebaanın hoşnutsuzluğuna neden olmuştu, çünkü gayrimüslimler reaya statüsünü kaybedip hakim millet ile eşit kabul edilir olmuşlardı.
  • Bu yasal eşitlik çabası, "Kafirler ve Yahudiler" şeklinde yapılan geleneksel terminolojik ayrımın (ki Lewis'in belirttiğine göre bu ayrım Yahudilerin kusursuz tektanrıcılığının onaylanması anlamına gelirdi) yasal dayanağını ortadan kaldırmış veya en azından anlamsızlaştırmıştır. Gayrimüslimler artık dinlerine göre değil, yasal olarak eşit vatandaşlar olarak kabul edilmeye başlanmıştır.

Sonuç

Bernard Lewis'in aktardığı bilgilere göre, "Kafirler ve Yahudiler" ayrımı klasik Osmanlı kullanımında (özellikle mali ilişkilerde) yaygındı. Ancak, II. Abdülhamid dönemine gelindiğinde, Tanzimat'ın getirdiği yasal eşitlik çerçevesi ve zimmet sisteminin fiilen sona ermesi nedeniyle, bu iki gayrimüslim grubun hukuki olarak kategorize edilme ihtiyacı ve geleneği büyük ölçüde değişmişti.

Dolayısıyla, bu dönemde resmi belgelerde bu kesin ayrımın sürmesi, reformların yasal ruhuna aykırı düşecekti, zira reformlar Yahudiler, Rumlar ve Ermeniler gibi azınlıkları yasal olarak eşit statüde birleştirmeyi amaçlamıştı.

 

Bernard Lewis'in Arap devlet anlayışı ve Osmanlı İmparatorluğu'na karşı gerçekleşen Arap İsyanı hakkındaki değerlendirmeleri, Arap toplumlarının geleneksel siyasi kimliklerinin ve modernleşme sürecindeki kırılmaların analizi üzerinden ilerler. Lewis, isyanın kendisinin "hata" olup olmadığına dair kesin bir yargı belirtmekten ziyade, bu isyanın tarihsel, siyasi ve dini açıdan yarattığı büyük çelişkiyi ve sonrasındaki başarısızlığın nedenlerini vurgular.

İşte Lewis’in kaynaklarda yer alan bu konulara dair temel görüşleri:

1. Arapların Devlet Anlayışı ve Sadakatleri

Osmanlı yönetimi altındaki Arap halklarının siyasi kimliği ve devlet anlayışı, esasen evrensel İslami bağlılığa dayanıyordu ve modern ulus-devlet kavramlarından çok farklıydı:

  • İslami Sadakat Esastır: Arapça konuşan halkların ezici çoğunluğu Müslümandı. Siyasi kimlik ve bağlılık, temelde dinsel, yani evrensel İslam ailesine mensup olma kimliğiyle belirleniyordu ve bu, açık ara en önemli ve etkili değerlendirmeydi.
  • Osmanlı ile Özdeşleşme: Arapların kültürel öz farkındalığı Osmanlı yönetimi sırasında devam etse de, bu durum, Osmanlı'nın sosyal ve siyasi düzeniyle tam bir özdeşleşme ve İslam devletinin meşru lideri olarak Osmanlı Sultanı'na sadakatle birleşmişti.
  • Türk Hakimiyetinin Kabulü: Soylarıyla ve kültürleriyle gurur duyan Araplar, evrensel İslam cemaatine Türklerin hakim olmasına kabul göstermişti. Bu, Abbasi halifeliğinin sönmesinden sonra, Osmanlı hanedanının Müslüman İmparatorluğun meşru, Müslüman yöneticisi ve büyük imparatorların varisi olarak yaygın kabul görmesinden kaynaklanıyordu.
  • Siyasi Tecrübe Eksikliği: Arapların, devlet yönetimiyle ilgili olarak, İslam'dan önceki döneme ait fazla bir bilgi ve tecrübe birikimine sahip olmadıkları görülüyordu. Arap dilinde kral ve krallık sözcükleri (halife terimiyle karşılaştırıldığında) olumsuz bir tını taşıyordu.

2. Osmanlı'ya İsyan Etmelerinin "Hatalı" Olduğuna Dair Analizi

Lewis, Arap İsyanı'nı, bir asırdan uzun süredir devam eden geleneksel İslami kimlikten modern ulusal kimliğe geçişin bir parçası olarak ele alır ve bu geçişin getirdiği çelişkileri ve nihai başarısızlığı inceler:

Siyasi ve Dini Çelişki

  • Halifeye Karşı Çıkış: I. Dünya Savaşı sırasında Türkler'e karşı savaşan Arap ordusu ve kutsal yerlerin koruyucusunun Osmanlı Sultanı'na ve sözde cihadına karşı çıkması çok önemliydi. Bu eylem, Arap halkının yüzyıllardır sürdürdüğü İslami sadakatin terk edilmesi anlamına geliyordu.
  • Türkçülüğe Tepki: İsyanın arka planında, Türklerin de milliyetçilik virüsünü kaparak Osmanlı-İslam bağlılığı yerine Türklüğe dayalı bir bağlılıktan söz etmeye başlamaları ve Arapların giderek Türkçülüğün baskısını hissetmeleri vardı. Araplar, Yunanlılar ve Bulgarlar gibi diğer halkların bağımsızlık kazanarak kurdukları ulus devletlerin ilerleme ve refah işaretleri verdiğini görüyordu.

İsyanın Sonuçları ve Başarısızlığı (Hata Vurgusu)

Lewis'in isyanın sonuçlarına yönelik en önemli eleştirisi, Arap milliyetçiliğinin henüz siyasi başarı getirecek olgunlukta olmamasıdır:

  • Birlik Eksikliği: Arap devletlerinin yenilgisindeki başlıca etkenlerden biri, Arap devletlerinin birlik olamamasıydı. Özellikle Transürdün Kralı Abdullah ile Mısır Kralı Faruk, kendi bölgelerini genişletme hevesleri nedeniyle birbirine rakip hevesler içindeydiler. Bu durum, isyanın getirdiği siyasi kazanımların hemen ardından parçalanmayla sonuçlandığını gösterir.
  • Zayıf Ulusal Kimlik: Lewis, modern ulus-devlet kavramlarının ve bağlılıklarının Ortadoğu için yeni, hassas, ham ve tehlikeli olduğunu belirtir. Örneğin, o dönemde Filistin'deki Arapların Siyonist yerleşimcilere karşı çıkarken, Filistin ulusu olarak karşı çıkmadıklarını, çünkü böyle bir ulus kavramının o dönemde bilinmediğini ve Arap milliyetçiliğinin dahi I. Dünya Savaşı'ndan önce önemli kesimlere ulaşmadığını vurgular.
  • Dış Desteğe Bağımlılık: Araplar, Osmanlı misillemesinden kurtulmak için İngilizler gibi koruyucular seçmek durumunda kalmışlardı. Ancak Lewis, Filistin'de İsrail'in doğuşunu önleyememenin ve bu durumun Filistinliler için getirdiği ıstırabın ve diğer Araplara getirdiği aşağılanmanın modern Arap tarihinin belirleyici bir noktası olduğunu ve bunun Arap tarihinde 'nakba' (felaket) olarak adlandırıldığını belirtir. Bu, Osmanlı'ya karşı isyanın uzun vadede Arap halklarına bekledikleri bağımsızlık ve gücü getirmediği sonucuna işaret eder.

Bernard Lewis'in analizleri, Arap dünyasında "ırk" kavramının modern Batı'daki gibi katı bir şekilde uygulanmadığını gösterir, ancak Lewis Filistinlilerin diğer Araplar tarafından ayrı bir ulusal veya toplumsal varlık olarak algılanışını ve buna yönelik muameleyi ayrıntılı bir şekilde ele alır.

Lewis'in kaynaklardaki görüşleri özetle şöyledir:

Tarihsel Kimlik ve Milliyetçilik

  • Ortak Kimlik: Filistin'in Arap halkları, dilleri, kültürleri ve yaşam biçimleriyle tamamen Arap idiler. Geleneksel olarak, kendilerini büyük tarihsel oluşumların parçası olarak görüyorlardı: Osmanlı İmparatorluğu, Arap ulusu, Suriye ulusu ve hepsinden önemlisi İslam toplumu.
  • Filistinli Kimliğinin Yeni Oluşumu: Lewis'e göre, "Filistinli" sıfatı bile nispeten yenidir. Siyonist yerleşimin başladığı dönemde (1882) Filistinliler, Filistin ulusu olarak bir karşı çıkış sergilemiyorlardı, zira o dönemde böyle bir ulus kavramı bilinmiyordu. Arap milliyetçiliği kavramı dahi I. Dünya Savaşı'ndan önce önemli kesimlere ulaşmamıştı.

Komşu Arap Devletlerinin Tutumu

Bernard Lewis, asıl önemli noktanın, 1948 ve 1967 savaşlarından sonra diğer Arap devletlerinin Filistinlilere yönelik politikası olduğunu belirtir. Bu politikalar, Filistinlilerin kendilerini ayrı bir ulus olarak görme duygusunu güçlendirmiştir:

  • Yabancı Muamelesi: Filistinliler, pan-Arap davasının en hevesli destekçileri olmalarına rağmen, yaşadıkları acı hayal kırıklıkları sonucunda Ürdün dışında neredeyse bütün Arap ülkelerinde yabancı muamelesine tabi tutulmuşlardır.
  • Vatandaşlık Engeli: Arap devletleri, İsrail’e karşı mücadelede Filistinlilere yardım etmeyi reddettikleri gibi, onları kendi ülkelerinde vatandaşları Araplar olarak da kabul etmemişlerdir.
  • Örnek: Mısır'ın Gazze Tutumu: Lewis, 1948’den 1967’ye kadar Mısır işgali altındaki Gazze'de bile, Filistinlilere Mısır vatandaşlığı verilmediğini ve Mısır topraklarında serbestçe seyahat etmelerine veya istihdam edilmelerine izin verilmediğini belirtir.
  • Mülteci Kampları: Arap ülkelerinden kaçan ya da sürülen Filistinliler, yerlerine iade edilmedikleri veya yeni yerlere yerleştirilmedikleri için kamplarda tutulmuş ve vatansız mülteci olarak görülmüşlerdir (Ürdün hariç).

Ayrı Milliyet Duygusunun Gelişimi

Lewis'e göre, komşu Arap ülkelerinin bu eylemleri, Filistinli Arap seçkinlerin ve halk kitlelerinin ayrı bir milliyete sahip oldukları yönünde güçlü bir duygu geliştirmesine yol açmıştır.

  • Filistinli seçkinler, devlete sahip olmadıkları veya sığındıkları ülkelerde tam yurttaşlığa kabul edilmedikleri için kendilerine esirgenen iktidar fırsatlarının sefasını süren Arap çağdaşlarına tanık oldular. Bu koşullar altında, pan-Arabizmi daha az düşünmeye, kendilerinin efendi olacağı ayrı bir oluşum kurmayı düşünmeye başladılar.
  • İngiltere ve Siyonizm, üç Osmanlı sancağının bir araya getirilmesiyle oluşturulan küçük toprak parçasında ironik bir başarı elde ederek, bir değil iki ulus (İsrail ve Filistin) yaratmıştır.

Sonuç: Lewis'in kaynaklarında Filistinlilerin diğer Araplar tarafından "ayrı bir ırk" olarak görüldüğüne dair bir ifade olmamakla birlikte, Lewis, komşu Arap hükümetlerinin Filistinlilere tam vatandaşlık haklarını tanımayarak ve onları yabancı gibi muamele ederek, Filistinlilerin kendilerini ayrı bir ulusal kimliğe sahip siyasi bir varlık olarak görme sürecini hızlandırdıklarını açıkça belirtmiştir.

Bernard Lewis'in çalışmalarında bu türden varsayımsal bir soruya doğrudan bir yanıt bulunmamaktadır, ancak Lewis'in Filistin sorununun neden devam ettiğine dair yaptığı analizler, Arap devletlerinin tutumunun (ve Lewis'in deyimiyle "sahip çıkmamasının") bu sorunun kök salmasında hayati bir rol oynadığını açıkça ortaya koymaktadır.

Lewis’in analizine göre, Arap devletleri Filistinlilere "gerçek manada sahip çıksalardı" (yani tam bir birlik, dürüstlük ve insaniyet gösterselerdi), bugünkü sorunların ciddiyeti ve şekli büyük ölçüde farklı olurdu. Ancak Lewis, bu sorunların devam etmesinin asıl nedenini Arap rejimlerinin iç siyasi ihtiyaçlarına bağlar.

Lewis'in kaynaklarına dayanarak, Arap devletlerinin Filistinlilere sahip çıkmamasının (veya kasıtlı olarak sahip çıkmıyor görünmelerinin) yarattığı sorunlar ve varsayımsal bir senaryo şöyledir:

1. İsyan Sırasındaki Birlik Eksikliği ve Hayal Kırıklığı

Lewis, Arap devletlerinin İsrail'in kuruluşunu engellemekte ya da onu ortadan kaldırmakta başarısız olduğunu belirtir. 1948’de Arap orduları bir işgale girişmişlerdi, ancak Lewis'e göre Arap yenilgisindeki başlıca etkenlerden biri, Arap devletlerinin birlik olamamasıydı.

  • Varsayımsal Durum: Eğer Arap devletleri, özellikle de Transürdün Kralı Abdullah ile Mısır Kralı Faruk gibi liderler, kendi bölgelerini genişletme hevesleri nedeniyle birbirine rakip hevesler içinde olmasalardı ve tam bir askeri birlik gösterselerdi, Lewis'in iması, 1948 savaşının sonucunun farklı olabileceği yönündedir.

Ancak isyanın hemen ardından gelen bu başarısızlık (ve Arap Birliği'nin etkili bir eylem örgütlemekteki başarısızlığı) pan-Arabizm’in bir başarısızlığı olarak görülmüştür.

2. Mülteci Sorununun Kasıtlı Olarak Çözümsüz Bırakılması

Lewis, Filistinli mültecilerin durumunun çözümünde Arap devletlerinin aktif bir rol oynamadığını ve mülteci kamplarını bir siyasi araç olarak kullandığını vurgular.

  • Gerçek Durum: Filistinliler, pan-Arap davasının en hevesli destekçileri olmalarına rağmen, Ürdün dışında neredeyse bütün Arap ülkelerinde yabancı muamelesine tabi tutulmuşlardır. Onlar, ne yerlerine iade edilmişler, ne de yeni yerlere yerleştirilmişlerdir. Kamplarda tutularak vatansız mülteci olarak görülmüşlerdir.
  • Örneğin, 1948’den 1967’ye kadar Mısır işgali altındaki Gazze'de bile Filistinlilere Mısır vatandaşlığı verilmemiş, Mısır topraklarında seyahat etmelerine veya istihdam edilmelerine izin verilmemiştir.
  • Lewis’in Eleştirisi: Lewis, Filistinli mülteciler sorununun çözümsüzlüğünün, tıpkı yüzyılın diğer trajedilerinde olduğu gibi, başka bir yere yerleştirme ve bir kısmının da ülkelerine geri dönme yollarıyla çözülememesinin, Filistin liderlerinin ve Arap devletlerinin iradelerini bu yönde koymamalarından kaynaklandığını belirtir. Mülteci kamplarını ve içindeki mutsuz sakinleri korumak, Arap ekonomileri işçi çekerken bile, kampların sürdürülmesini siyasi bir başarıya dönüştürmüştür.

Dolayısıyla, Arap devletleri "gerçek manada sahip çıksalardı" ve Filistinlileri vatandaşı olarak kabul edip iskân etselerdi, mültecilerin yaşadığı insanlık trajedisi ve acılar hiç şüphe yok vahim olsa da, Lewis’in işaret ettiği gibi, bu sorunlar siyasi bir sorunun nedeni olmaktan çıkıp (insani yardım ve yerleşim yoluyla) çözüme kavuşturulabilirdi.

3. Filistin Meselesinin Siyasi Emniyet Sübabı Olarak Kullanımı

Lewis'e göre, Filistin sorununun devam etmesinin en önemli nedeni, bu konunun otoriter Arap rejimleri için bir emniyet sübabı (faydalı bir supap) vazifesi görmesidir.

  • Hükümetin sıkı gözetim altında tutulduğu Müslüman ülkelerde Filistin, insanların özgürce ve korkusuzca fikirlerini ifade edebilecekleri tek alan olmuştur.
  • İsrail, çoğu Müslüman halkın içinde yaşadığı ekonomik yoksulluk ve politik baskı konusundaki şikayetleri ve sonuçta ortaya çıkan öfkenin başka yere boşaltılması için faydalı bir supap vazifesi görmekteydi.
  • Lewis, Ortadoğu hükümetlerinin, kendilerini bu değerli emniyet sübabından mahrum bırakacak ve onları yönetimleri altındaki insanların başka bir yöne sapmamış öfkesiyle karşı karşıya bırakacak bir barış antlaşmasına varmayı gerçekten isteyip istemediklerini sorgulamaktadır.
  • Barış sürecinin rutin bir düzende bozulup gitmesi, hükümetlerin çatışmayı çözümden uzak ama kontrol edilebilir bir durumda tutmayı tercih ettiği sonucuna sürükleyebilir.

Lewis'in Analizinden Çıkarım: Eğer Arap devletleri Filistinlilere gerçekten sahip çıksalardı (yani mülteci sorununu çözselerdi), bu sorun çözülürdü, ancak bu durum, Lewis'in eleştirdiği otoriter rejimlerin kendi meşruiyetlerini koruma ve halkın öfkesini dışarıya yönlendirme araçlarını kaybetmeleri anlamına gelirdi. Bu, mevcut rejimler için yeni ve büyük bir iç siyasi sorun yaratabilirdi.

Ayrıca, Lewis, Arap devletlerinin kendi aralarındaki çıkar çatışmaları ve liderlerin iktidarı başkalarıyla paylaşmaya yanaşmaması nedeniyle, Filistinlilerin kendilerine ait bir oluşum kurmayı düşünmeye başladıklarını belirtir. Yani, Arap ülkelerinin sahip çıkmaması, Filistin ulusal bilincinin gelişimini hızlandırmış ve dönüştürmüştür. Eğer Araplar sahip çıksalardı, Filistinli seçkinler, çağdaşları olan Arap seçkinlerin sefasını sürdüğü iktidar fırsatlarından mahrum kalmayacakları için, pan-Arabizmi daha az düşünmeye ve kendilerinin efendi olacağı ayrı bir oluşum kurmayı daha çok düşünmeye başlayacaklardı. Bu da ulus-devlet temelli ayrılıkçı sorunları farklı bir boyutta ortaya çıkarabilirdi.

Bernard Lewis’in Ortadoğu tarihi ve Arap-İsrail çatışması hakkındaki kapsamlı analizlerine dayanarak, Arap devletlerinin Filistinlilere gerçek manada sahip çıkması durumunda mevcut sorunların devam edip etmeyeceği sorusu, Lewis’in ortaya koyduğu politik ve sosyolojik çelişkilerin anlaşılmasıyla açıklanabilir.

Lewis, Arap devletlerinin tutumunu ele alırken, Filistin sorununun çözümsüzlüğünün büyük ölçüde siyasi tercihlerin ve yönetici elitlerin iç iktidar dinamiklerinin bir sonucu olduğunu savunur. Eğer Arap devletleri bu varsayımsal durumu gerçekleştirmiş olsalardı, Lewis’in analizine göre, sorunların insani ve mülteci boyutu büyük ölçüde çözülebilir, ancak çatışmanın ideolojik ve rejimleri koruma amaçlı boyutu muhtemelen başka bir biçimde devam ederdi.

Lewis’in kaynaklarda ortaya koyduğu temel eleştiriler ve bu varsayımsal senaryonun olası sonuçları aşağıda detaylı olarak incelenmiştir:

1. Mülteci Trajedisinin Önlenmesi (İnsani Boyut)

Lewis, 1948 ve 1967 savaşları sonrasında Filistinlilerin yaşadığı insani trajedinin, diğer Arap ülkeleri tarafından kasıtlı olarak çözümsüz bırakıldığını net bir şekilde ifade eder.

  • Gerçek Durum: Filistinliler, pan-Arap davasının en hevesli destekçileri olmalarına rağmen, Ürdün dışında neredeyse bütün Arap ülkelerinde yabancı muamelesine tabi tutulmuşlardır. Onlar ne yerlerine iade edilmişler ne de yeni yerlere yerleştirilmişlerdir. Lewis, Ürdün’ün bu konuda tek istisna olduğunu, Batı Şeria’yı ilhak ederek tüm Filistinli Araplara vatandaşlık hakkı verdiğini belirtir. Oysa Mısır işgali altındaki Gazze'de bile Filistinlilere Mısır vatandaşlığı verilmediği ve Mısır topraklarında serbestçe seyahat etmelerine veya istihdam edilmelerine izin verilmediği aktarılmıştır.
  • Lewis’in Vurgusu: Lewis'e göre, bu mülteci sorununun çözümsüz kalması, Filistin liderlerinin ve Arap devletlerinin iradelerini bu yönde koymamalarından kaynaklanmaktadır. Bu durum, kampların ve içindeki mutsuz sakinlerin korunmasını siyasi bir başarıya dönüştürmüştür.
  • Varsayımsal Sonuç: Eğer Arap devletleri "gerçek manada sahip çıksaydı," bu, Filistinlilerin Arap Birliği üyesi devletlere vatandaş olarak kabul edilmesi ve uluslararası toplumun da desteğiyle makul bir biçimde yerleştirilmesi anlamına gelirdi. Bu durumda, Filistinlilerin yurtlarından edilmenin getirdiği acı devam etse bile, kitlesel, statüsüz mültecilik sorunu ve bunun yarattığı siyasi araçsallık ortadan kalkar, mevcut sorunların en yakıcı insani temeli kururdu.

2. Birlik Sağlansaydı (Askeri ve Politik Boyut)

Lewis, Arap-İsrail çatışmalarındaki başarısızlıkların ana nedenlerinden birinin, Arap devletlerinin kendi aralarındaki birlik eksikliği ve rakip hevesler olduğunu belirtir.

  • Gerçek Durum: 1948’de Arap ordularının yenilgisindeki başlıca etkenlerden biri, Arap devletlerinin birlik olamaması; özellikle de Transürdün Kralı Abdullah ile Mısır Kralı Faruk'un birbirine rakip hevesler içinde olmasıydı, zira her ikisi de kendi bölgelerini genişletmeyi hayal ediyordu. Arap Birliği'nin etkili bir eylem örgütlemekteki başarısızlığı, pan-Arabizmin başarısızlığı olarak görülmüştür.
  • Varsayımsal Sonuç: Eğer Arap devletleri bu liderlik çatışmalarını aşarak askeri ve siyasi bir birlik gösterebilselerdi, 1948 ve 1967 savaşlarının askeri sonuçları farklı olabilirdi. Lewis’in bu konudaki analizi, Arap Birliği'nin, İsrail'e karşı etkili bir eylem örgütlemekte ya da Filistinli Araplara etkili yardım sunmakta başarısız olduğunu gösterir. Gerçek bir birlik, İsrail’in varlığını engellemese bile, Lewis’in bahsettiği gibi, aşağılayıcı ve onur kırıcı yenilgilerin önüne geçebilir ve Arap dünyasının travmasını hafifletebilirdi.

3. Lewis’e Göre Sorunun Asıl Kökü: Emniyet Sübabı

Lewis’in analizine göre, Arap rejimlerinin Filistin sorununa "sahip çıkmaması" bir hata değil, iç siyasi hayatta kalma mekanizmasıydı. Bu durum, sorunun devam etmesinin asıl nedenidir:

  • Otoriter Rejimlerin İhtiyacı: Lewis, Ortadoğu hükümetlerinin (çoğu otoriter rejimler) ekonomik yoksulluk ve politik baskı konularındaki şikayet ve öfkenin başka bir yöne boşaltılması için İsrail’in bir emniyet sübabı (faydalı bir supap) vazifesi gördüğünü ileri sürer. Halkın, rejimleri altında yaşadığı sorunları ve hoşnutsuzlukları özgürce ve korkusuzca ifade edebileceği tek alan Filistin meselesi olmuştur.
  • Barışın İstenmeme Nedeni: Lewis, bu hükümetlerin, kendilerini bu değerli emniyet sübabından mahrum bırakacak, onları yönetimleri altındaki insanların başka bir yöne sapmamış öfkesiyle karşı karşıya bırakacak bir barış antlaşmasına varmayı gerçekten isteyip istemediklerini sorgulamaktadır. Barış süreçlerinin rutin bir düzen içinde bozulup gitmesi, hükümetlerin çatışmayı çözümden uzak ama denetlenebilir bir durumda tutmayı tercih ettiği sonucuna götürmektedir.

Nihai Değerlendirme:

Eğer Arap devletleri Filistinlilere gerçek anlamda sahip çıksalardı (mültecileri entegre edip tam vatandaşlık vererek), bu eylem İsrail ile barış yolunda büyük bir adım olurdu ve çatışmanın en büyük yakıtlarından biri olan mülteci sorunu çözülürdü.

Ancak Lewis’in temel tezine göre, sorunların devam etme potansiyeli, Filistinlilerin değil, Arap rejimlerinin kendi despotik/diktatörce yönetim biçimlerinden ve bu yönetimlerin meşruiyet kriziyle başa çıkma gereksinimlerinden kaynaklanıyordu. Lewis, bu rejimlerin iktidarlarını kaba kuvvetle aldığını ve koruduğunu, genellikle ömür boyu sürdüğünü ve giderek kalıtsal hale geldiğini belirtir. Eğer dış düşman (İsrail) ortadan kalksaydı veya tehlike olmaktan çıksaydı, Lewis’in öngörüsü, bu sefer halkın öfkesinin doğrudan kendi hükümetlerine yöneleceği ve bu durumun rejimler için yeni ve daha büyük iç sorunlar yaratacağı yönünde olurdu.

Dolayısıyla, Lewis'in çerçevesine göre, sorunlar devam ederdi, ancak Filistin meselesi dışındaki iç siyasi ve ekonomik adaletsizlikler üzerine odaklanarak farklı bir biçim alırdı. Arap devletlerinin reform ve modernleşme çabalarının başarısızlığı, toplumsal parçalanma ve zorbalık/terör bileşiminde zirveye tırmanan yönetim biçimleri (önceki yazılarımızda Lewis'in Osmanlı'nın gerilemesini ve modern Ortadoğu'daki yönetim sorunlarını eleştirişinde bu temalar sıkça geçmektedir) sorunun özünü oluşturmaktadır.

Arap-İsrail Çatışması Arkaplanı

Bernard Lewis'in Ortadoğu politikaları ve Arap-İsrail çatışması üzerine yaptığı analizler, İsrail'in eylemlerinin temel motivasyonunu Arapları kasıtlı olarak kontrol altında tutma ve zayıf bırakma amacı üzerinden değil, çatışmanın Arap rejimlerine sağladığı iç siyasi faydalar üzerinden ele alır.

Lewis, çatışmanın devam etmesinin, Arap devletlerinin kuvvetli devletler olmasına mani olma etkisini doğrudan İsrail'in yayılmacı politikasının birincil amacı olarak göstermemekle birlikte, bu durumun otoriter Arap rejimleri için bir hayatta kalma mekanizması işlevi gördüğünü kapsamlı bir şekilde açıklamıştır.

Lewis’in bu konudaki temel vurgusu, çatışmanın bir "emniyet sübabı" / supap görevi görmesidir:

1. Çatışmanın Otoriter Rejimler İçin "Emniyet Sübabı" İşlevi

Lewis, İsrail'in varlığının ve ona karşı yürütülen mücadelenin, Arap halklarının yönetimlerinden duyduğu öfke ve hoşnutsuzluğu dışarıya yönlendirmenin en etkili yolu olduğunu belirtir. Bu durum, Arap rejimlerinin kendi iktidarlarını korumaları için kritik bir fayda sağlar:

  • Şikâyet Alanı: Müslüman ülkelerde medyanın devlet kontrolünde olduğu veya sıkı gözetim altında tutulduğu durumlarda, insanların özgürce ve korkusuzca fikirlerini ifade edebilecekleri tek alan Filistin meselesi olmuştur.
  • Öfkenin Başka Yere Boşaltılması: İsrail, çoğu Müslüman halkın içinde yaşadığı ekonomik yoksulluk ve politik baskı konusundaki şikâyetlerin ve öfkenin başka yere boşaltılması için faydalı bir supap vazifesi görmektedir. Bu, Lewis’in daha önceki yazılarımızda (Osmanlı’nın gerileme eleştirilerinde) vurguladığı, yönetim biçimlerinin (despotizm/diktatörce sistemlerin) iç sorunlarını çözememesinin bir yansımasıdır.
  • Rejimin Hayatta Kalması: Rejimler, iktidarlarını gönülsüz bir ülke üzerinde koruyabilmek için bitmek, tükenmek bilmez aksilikler ve krizlere başvurmaktadır. Lewis, halkın barışçı ve yorgun olduğunu, ancak liderleri tarafından kışkırtılıp sürüklendiğini öne sürerek, savaş psikozuna ihtiyacı olanın rejim olduğunu belirtir.

2. Barışın İstenmemesi ve İç Sorunların Gölgede Kalması

Lewis, Arap hükümetlerinin (çoğunlukla diktatörlüklerin), kendilerini bu değerli emniyet sübabından mahrum bırakacak ve onları halkın başka bir yöne sapmamış öfkesiyle karşı karşıya bırakacak bir barış antlaşmasına varmayı gerçekten isteyip istemediklerini sorgular.

  • Lewis'in Tespiti: Lewis'e göre, Filistin sorununun çözümü (ve mültecilerin entegrasyonu), otoriter rejimlerin kendi meşruiyetlerini koruma araçlarını kaybetmeleri anlamına gelirdi, bu da yeni ve büyük bir iç siyasi sorun yaratabilirdi.
  • Çatışmanın Sürdürülmesi: Barış sürecinin rutin bir düzende bozulup gitmesi, Lewis'e göre, hükümetlerin çatışmayı çözümden uzak ama kontrol edilebilir bir durumda tutmayı tercih ettiği sonucuna götürebilir.

3. Arap Birliklerinin Eksikliği

Arapların kuvvetli devletler olamamasının asıl nedenleri Lewis tarafından iç çelişkiler ve birlik olamama sorununa bağlanmıştır. İsrail'in varlığı, bu iç sorunların dışarıya yansımasını kolaylaştırmıştır.

  • Lewis, 1948 Arap-İsrail Savaşı'ndaki Arap yenilgisindeki başlıca etkenlerden birinin Arap devletlerinin birlik olamaması, özellikle de Transürdün Kralı Abdullah ile Mısır Kralı Faruk'un birbirine rakip hevesler içinde olması olduğunu belirtir.
  • Arapların İsrail'in kurulmasını engellemekte ya da onu ortadan kaldırmakta başarısız olmaları, Lewis’e göre, pan-Arabizmin bir başarısızlığıdır ve toprakların geri alınması ya da yeniden iskân yoluyla Filistinli Araplara etkili yardım sunmakta başarısız olunmuştur.

Dolayısıyla, Lewis'in görüşüne göre, İsrail'in yayılmacı politikası Arap devletlerinin zayıf kalmasının nedeni olmaktan çok, Arap rejimlerinin bu çatışmayı kendi zayıflıklarını ve despotik/diktatörce yönetim biçimlerini gizlemek ve halkın hoşnutsuzluğunu dışa vurmak için faydalı bir araç olarak kullanması, sorunların devam etmesinin ve Arap devletlerinin birlik olup güçlenememesinin anahtarıdır.

Lewis, Batı'daki bazı çevrelerin de (Batı yanlısı politikaları eleştirenlerin) bu despotları Batı çıkarlarına dost kalmaları şartıyla hoş görme eğiliminde olduğunu; zira Batı'nın da despotların düşman değil, dost olmasını sağlamayı yeterli gördüğünü ifade ederek, çatışmanın sürekliliğinde yalnızca Arap rejimlerinin değil, küresel güçlerin de dolaylı sorumluluğuna işaret eder.

Bernard Lewis'in, İsrail'in görece küçük nüfusuna (ki Lewis'in analizi, devletin sayı ve silah bakımından küçük olduğu tespiti üzerine kuruludur) rağmen risk almasını ve devam eden çatışmaları açıklarken ortaya koyduğu temel sebep, İsrail Devleti'nin varoluş / existential bir tehdit altında olduğu algısı ve bunun getirdiği kaçınılmaz savunma ve hayatta kalma stratejisidir.

Lewis, bu durumu Arapların siyasi ajandaları, İsrail’in kendi varoluş felsefesi ve Arap rejimlerinin iç dinamikleri arasındaki karmaşık etkileşim üzerinden açıklamaktadır.

İşte Lewis’in bu konudaki analizinin üç temel dayanağı:

1. Varoluşsal Tehdit ve Hayatta Kalma Zorunluluğu

Lewis'e göre, İsrail'in riskli eylemlerinin altında yatan en önemli sebep, Arapların İsrail'i yok etme kararlılığında olduğu inancıdır.

  • Yok Edilme Korkusu: Lewis, İsrailliler için her şeyin ötesinde bir tek gerçek olduğunu belirtir: Arapların İsrail'i ve hatta belki de vatandaşlarını ortadan kaldırmaya kararlı olmalarıdır. İsrailliler, deneyimlerinden böyle işler yapabilecek insanlar olduğunu ve başkalarının da oturup ses çıkarmadan bunu seyredeceğini bilmektedirler.
  • Çatışmanın Özü: Lewis, krizin sebepleri ve sorumluları ne olursa olsun, meselenin bir sınır ya da abluka sorunu olmadığını, Arap-İsrail ilişkileri sorununun ta kendisi olduğunu vurgular; esas mesele İsrail'in yıkılması ya da ayakta kalmasıdır.
  • Küçük Devletin Güvenliği: İsrail, mevcut varolma hakkını reddeden komşular tarafından kuşatılmış, sayı ve silah bakımından küçük bırakılmış bir devlettir. Hayatta kalması, büyük ölçüde Batı kökenli niteliksel sınırına / qualitative edge bağlı sayılabilir. Bu niteliksel üstünlüğü (teknoloji, askeri güç ve organizasyon) koruma zorunluluğu, küçük nüfusa rağmen riskli görülen askeri ve politik hamlelerin temelini oluşturur. Bu, Arapların yıkımı amaçlayan eylemlerine karşı, İsraillilerin ayakta kalmayı amaçlayan eylemini savunma amaçlı olarak görmeleri anlamına gelir.

2. Tarihsel Aşağılanma ve Askeri Yenilgi Psikolojisi

Arapların İsrail'i ortadan kaldıramamasının Lewis tarafından "pan-Arabizmin bir başarısızlığı" olarak nitelendirilmesi, Arap cephesinde büyük bir şok ve aşağılanma yaratmıştır. Bu durum, Lewis'in analizine göre, İsrail için tehdidin sürekli ve varoluşsal kalmasına neden olmaktadır.

  • Bulaşıcı Utanç Duygusu: 1948 ve 1949'daki İsrail zaferleri, Araplar arasında dindirilemez bir utanç duygusuna yol açmıştır; bu utanç, Arap ordularının "Siyonist çeteler" olarak küçümsedikleri bir halk tarafından yenilgiye uğratılmasından kaynaklanıyordu. Araplar için İsrail'in doğuşu, Filistinliler için getirdiği ıstırap ve diğer Araplara getirdiği aşağılanma nedeniyle nakba / felaket olarak adlandırılan bir dönemin başlangıç noktasıdır.
  • Sürekli Yıkım Amacı: Bu aşağılanma duygusu, Lewis'in ifade ettiği gibi, İsrail'in mevcudiyetine son verme amacını, Mısırlılar hariç, tüm Arap devletlerinin siyasi ve diplomatik hedeflerinde neredeyse kırk yıl boyunca (kitabın yazıldığı döneme kadar) sürdürmesine neden olmuştur; bu da Lewis'in anormal bir durum olarak nitelediği bir durumdur, zira başka hiçbir büyük uluslararası çatışmada bir taraf diğerini haritadan sileceğini ilan etmemektedir.

3. Arap Rejimlerinin İç Politika Dinamikleri (Karşı Kontrol/Meşgul Etme Analizi)

Arapların güçlü devletler olmasına mani olma konusundaki yayılmacı politika hipotezi yerine Lewis, çatışmanın devam etmesini sağlayan ana kuvvetin, Arap devletlerinin iç siyasi çıkarları olduğunu ileri sürer. İsrail'in varlığı, Arap rejimleri için siyasi bir araç / supap işlevi görmektedir:

  • Emniyet Sübabı / Supap Rolü: Lewis, Filistin meselesinin Arap hükümetleri için (çoğu despotik / diktatörce rejimler) bir emniyet sübabı / safety valve görevi gördüğünü savunur. Halkın, rejimlerinden duyduğu öfke (ekonomik yoksulluk, politik baskı) ve hoşnutsuzluk, kolaylıkla İsrail'e yönlendirilmektedir.
  • İktidarın Korunması: Lewis, savaş haline ve savaş psikozuna ihtiyacı olanın rejim olduğunu belirtir; çünkü iktidarını gönülsüz bir ülke üzerinde koruyabilmek için bitmek, tükenmek bilmez aksilikler ve krizlere başvurmaktadır.
  • Barışın İstenmeme Nedeni: Lewis, bu rejimlerin, barış antlaşmasına vararak kendilerini bu değerli emniyet sübabından mahrum bırakmak ve onları halkın başka bir yöne sapmamış öfkesiyle karşı karşıya bırakmak istemediklerini açıkça sorgular. Dolayısıyla, Arap devletlerinin kuvvetli devletler olamamasının ve iç sorunlarının devam etmesinin temel nedeni Lewis’e göre, İsrail'i bir dış düşman olarak kullanma yönündeki kendi kasıtlı politik tercihleri ve kendi aralarındaki birlik eksikliğidir.

Sonuç olarak, Lewis'e göre, İsrail'in riski artırma pahasına uyguladığı politikalar (yayılmacı addedilenler dahil), varoluşsal tehdit algısından kaynaklanmaktadır, zira İsrail ayakta kalmayı amaçlayan eylemlerinin savunma amaçlı olduğuna inanmaktadır. Arap rejimleri ise bu çatışmanın devamını kendi iktidarlarını sürdürmek için kritik bir siyasi araç olarak gördüğünden, çatışmanın sürmesi dolaylı olarak Arapların güçlenmesini engellemektedir.

 

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar