İlber Ortaylı Hoca’nın Görüşleri
Türk Milleti
I. Temel Karakteristikler ve Tarihsel Rol
Türk milletinin özelliklerini (İlber Ortaylı'nın
tarihsel ve kültürel analizleri odağında) derin bir tarihsel süreklilik, askerî
teşkilatçılık, kültürel zenginlik ve bazı sosyo-kültürel zayıflıklar bağlamında
değerlendirmektedir.
Türk milleti, tarih yapma yeteneği yüksek,
coğrafyasının zorluklarına adapte olmuş, köklü bir geleneğe sahip bir
millettir.
1. Askerî Kimlik, Teşkilatçılık ve Dayanıklılık:
- Türkler "asker
toplumdur". Devletin ayırt edici özelliği, askerî sistemi ve
teşkilatıdır.
- Türklerin dünya tarihine en büyük katkısı askerlik, teşkilatçılık
ve idari mekanizma alanında yoğunlaşır.
- Göçebe Türkler dahi müthiş
bir örgütlenmeye dayanır. Türklerin askerlik mesleği ve organizasyon
biçimi tarih boyunca devam etmiştir, bunu çok iyi bilirler.
- Türk ordusu son derece kanaatkâr, dayanıklı ve inatçı bir askerle
savunmayı yapmaktadır.
- Türkler, askerî tekniği, örgütü ve terminolojisi açısından İslamiyet
öncesi dönemin mirasını taşımaktadır; ordunun komuta dili her zaman
Türkçeydi.
2. Kültürel Kimlik ve Sanatsal Yatkınlık:
- Türk milliyetçiliği, kan
bağına dikkat etmeyen, doğrudan doğruya kültüre bağlı bir Türkçülüktür.
- Türkler, şiirin her türüne karşı derin bir ilgi ve sevgi duyarlar.
Manzum kitabelerle (yapıların yapılış tarihlerini manzum olarak gösteren
yazıtlar) gelenekleri yalnızca Türklerde vardır.
- Mezar taşlarına dahi, ölümlerden duyulan derin acıyı manzum olarak
duyurma isteği, Türkün bu yanını ve milletçe şair olma özelliğini
gösterir.
- Türk destan ve efsanelerinin bu kadar zengin olmasının esas sebebi,
yazılı materyalin (papirüs, kil tablet) eksikliği nedeniyle bilginin sözel
olarak aktarılmasıdır.
3. Demografik ve Fiziksel Özellikler:
- Türkler nüfusları çabuk artan, çoğalan bir millettir.
- 1950'lerden bu yana şehirleşme ve göçmen dalgaları sebebiyle farklı
ırkların karışması sonucunda, uzun boylu ve güzel bir ırk ortaya
çıkmıştır. Türkler her zaman güzel bir millettir, ancak şimdiki gençler
dışarıdan bakanın hayran kalacağı kadar iyi giyimli ve gelişmiştir (yeter
ki ağızlarını açmasınlar).
II. Sosyal ve Etik Davranışlar
1. Hoşgörü ve Mülteci Kabulü:
- Türkler, yabancılara karşı "nuhuset" (aksi) davranışlı
değillerdir. Aksine, kendinden olmayanlara karşı çok hoşgörülü
ve toleranslıydılar.
- Türkiye İmparatorluğu (Osmanlı), Avrupa'dan, İran'dan ve Orta Asya'dan
gelen mültecileri kabul etmiş ve bunların topluma çok katkısı olmuştur.
- Bugün Türkiye, Birleşmiş Milletler'in rakamlarına göre, dünyada en
çok mülteci alan ikinci ülkedir.
2. Çalışma Disiplini ve Zayıflıklar:
- Türkiye çalışkan insanların yaşadığı bir ülkedir. Hatta Türk
milleti, hastalık derecesinde endüstri düşkünü (industriamanisi)
olan bir millettir ve ticaretten anlamadığı söylemi hatalıdır.
- İş disiplini zafiyeti: Türkler
işi başta çok güzel götürür, ancak sonra tamamlamaz; son noktayı
koyamaz ve işi teslim etmekte güçlük çekerler.
- Adalet ve Hak Arayışı: Türk
halkı maalesef hak etmediği şeyleri de isteyen bir toplumdur; bir
memuriyet sınavına girerken dahi torpil arayışına başlarlar.
III. Eleştirilen Zayıf Yönler (Kusurlar)
Kaynaklar, Türk toplumunun özellikle entelektüel
ve ahlaki konularda bazı eksiklikleri olduğunu vurgular:
1. Tarih Bilinci ve Entelektüel Eksiklik:
- Tarih Yazar ama Bilmez: Türkler tarih
yapan ancak tarih yazmayan bir millettir. Türkiye'nin tarih
bilimine gerekli özeni gösteren bir ülke olduğunu söyleyemeyiz.
- Coğrafya Bilgisizliği:
Türklerin genel bir zaafı coğrafyayı (harita düzeyinde dahi)
bilmemeleridir; bu üniversite düzeyine kadar sürer. Coğrafya bilmeyen
bir tarihçi bile "ümmîdir".
- Yalnız Kalma Becerisi:
Türklerin en büyük eksikliği yalnız kalamamalarıdır. Yalnız kalmayı
bilmeyen milletlerden iyi düşünür çıkmaz. Yalnız olmamanın
getirdiği garantiye güvenmek, yaratıcılığı öldürür.
2. Sosyal ve Ahlaki Kusurlar:
- Dedikodu ve İlkel Ahlak: Türkler
dedikodu yapmayı severler, ancak dedikodu ahlakları çok ilkeldir ve
bütün olayları ve unsurları birbirine karıştırarak rivayet kurarlar.
- Özel Hayatlara İlgi: Türkler
tarihte ve özel hayatlarında önemli ile önemsizi birbirine
karıştırırlar.
- Korunmaya Muhtaç Çocuklara İlgisizlik: Kusurların başında, kendimizin
olmayan çocuklara karşı gösterdiğimiz ilgisizlik gelir (sokakta yüz
binin üstünde çocuk vardır).
- Görgüsüzlük: Tıpkı
güzel Osmanlı sedirlerini atıp yerine koltuk koymak gibi, Türk milleti
güzelim Osmanlı işini bırakıp, Manchester dokumalarını beğenme gibi bir
görgüsüzlüğe düşmektedir.
IV. Türk Kimliğinin Oluşumu ve Tanımı
Türk kimliği coğrafi ve kültürel bir sentezin
ürünüdür, tek bir ırka dayanmaz:
- Coğrafya ve Din: Kimlik,
savaşlar, göçler ve yaşanan olayların bıraktığı izlerle oluşan dil, din ve
coğrafyanın bize sunduğu bir realitedir. Türkler kadar din değiştiren
ve farklı mesleklere mensup başka bir millet bulunmaz.
- Türk
Adının Kökeni:
Türk ismini büyük ölçüde komşuları vermiştir. Anadolu'ya da
İtalyanlar ve Cenevizliler, her yer Türk dolu olduğu için "Turchia"
(Türkiye) adını vermişlerdir.
- Müslümanlık Şemsiyesi:
Türkiye'nin Türklüğü, bilhassa Müslümanlığın şemsiyesi altında kendini
Türk diye ortaya koyan çeşitli etnik grupları kapsar. Karamanlı
Türk Hristiyanları bile mübadele ile gönderilmiştir, bu da genel Türk
kafasında gayrimüslimin dışlandığını gösterir.
- Osmanlı Kimliği: Osmanlı,
kendini Müslüman ve Türk olarak görür. Osmanlı ordusu millî bir
ordudur, komuta dili Türkçedir ve hakim unsur Türk aşiretidir.
Türklerin
tarihsel misyonu ve kimliği, bir yanda saldırganlık gibi keskin bir
özelliğe sahipken, diğer yanda merhamet, tolerans ve kültürel derinliği
bir arada barındıran, zaman içinde evrimleşen karmaşık bir yapıya işaret eder.
Bu durum, ülkenin çok renkli bir coğrafya ve derin bir tarihe sahip olmasından
kaynaklanır.
Osmanlı Devleti
Osmanlı Devleti hakkındaki görüşler, eleştiriler,
kaçınılması gereken durumlar ve dönüm noktaları, kaynaklarda hem kurumsal
yapısı hem de tarihsel hataları bağlamında kapsamlı bir şekilde
incelenmektedir.
I. Osmanlı Devleti’nin Genel Konumu ve İyi
Yönleri
Osmanlı İmparatorluğu, Türk tarihinin bir
zirvesini temsil eden altı asırlık dönemidir. Kendisi bir fetih devleti
olmaktan ziyade bir kurtarıcı, bir düzenleyici ve reformcu olarak
geliyordu.
1. Devletin Sürekliliği ve Kimliği:
- Türkiye Cumhuriyeti,
Osmanlı Devleti'nin anavatanı üzerine kurulmuştur; diliyle, diniyle,
toprağıyla ve insanlarıyla Osmanlı'nın halefiyiz ve bir "reddi
miras" hakkına sahip değiliz.
- Osmanlı Devleti yıkılmamıştır;
devlet devam etmekte, sadece rejimin adı değişmiştir.
Cumhuriyet, devleti kuran ve yöneten eski Osmanlı generalleri tarafından
kurulduğundan, Hanedan dahi rejimle çatışmaya girmemiştir.
- Osmanlı, hukuken büyük devlettir.
- Hanedan: Osmanlı
hanedanının üst üste bir düzine başarılı mareşal yetiştirdiği, ilk
dokuz padişahının çok önemli mareşaller olduğu ve hatta Kanuni dâhil bütün
padişahların birinci sınıf mareşal olduğu belirtilir.
- Adalet ve Eşitlik Anlayışı: Klasik
Osmanlı düşüncesine göre reayanın adalet içinde yaşaması temel
ilkelerdendi. Osmanlı, dağdaki köylünün çocuğunu bile veziriazam
yapabilen bir toplumdu ve iyi aile çocuklarını özellikle aramazdı.
Devşirme paşaların, yerli köklü ailelerden gelenlere kıyasla devlete çok
daha sadık oldukları görülmüştür.
2. Askeri ve İdari Başarılar:
- Osmanlı Devleti’nin sosyo-ekonomik gelişiminin yüzyıllar boyu askeri
yapısına sımsıkı bağımlı kalmış olduğu söylenebilir.
- Osmanlı, Batı'daki imparatorlukların aksine aristokrasi sevmez
ve tek soyluluk hükümdar için önemlidir.
- Bürokrasi ve Merkezileşme: Osmanlı,
toplumu düzenleyen, tanzim eden, güçlü bir merkeziyetçi devletti.
Devlet, mali ve idari işlemleri kağıda geçirme ve kayıtları saklama
eğilimiyle bir kanun düzeninin gereğini yerine getirirdi. Ancak yoğun bir
kontrol mekanizması yürütecek durumda değildi, bu yüzden
"bürokrasi" ve "merkeziyetçilik" kavramlarının
dikkatle kullanılması gerekir.
- Tolerans:
Osmanlılık, farklı dinlere ve dillere saygı gösterip, gerektiğinde
bunların birbirine karşı kullanılması demektir. Gayrimüslimlere karşı
İslam devlet anlayışına göre aman müessesesi uygulanırdı. Gayrimüslimlerin
malları ve canları güvence altındadır ve İslam devletinde bu haklara
tecavüz söz konusu olamaz.
II. Eleştirilen Yönler ve Tarihsel Hatalar (Keşke
Olmasaydı)
Kaynaklarda Osmanlı'nın zayıflaması, yozlaşması
ve özellikle imparatorluğun sonunu getiren hatalı kararlar açıkça
eleştirilmiştir.
A. Siyasi ve Askeri Hatalar (Dönüm Noktaları)
1. I. Dünya Savaşı'na Girme Kararı (En Büyük
Hata):
- İmparatorluğun genç
neslini felakete götüren sorumsuzluğu ifade eden "Enver Paşa
Gayretkeşliği" denilen bir hastalık olduğu belirtilmiştir.
- I. Dünya Savaşı'na girmek, imparatorluğun cenaze namazının
kılınmasına ve büyük insan kaybına sebep olmuştur.
- Bu kadar büyük bir ordunun komutanının Genelkurmay Başkanı olan Enver
Paşa'nın bilgili, hırslı ve cesur; ancak bir o kadar da genç birisi
olması ve bu yetkiyle ordunun başına getirilmesi anormal olarak
nitelendirilir.
2. Toprak Kayıpları ve Antlaşmalar:
- Siyasi tarihte Karlofça
Antlaşması, hakikaten bir dönüm noktası olarak görülür, çünkü bu
antlaşmayla büyük toprak kaybı yaşanmıştır.
- Cevdet Paşa, Osmanlı
Devleti'nin Rusya'dan yediği ilk önemli darbe olan Küçük Kaynarca'dan
itibaren devletin tarihini yazmakla görevlendirilmiştir.
3. Hanedan İçi Yapısal Hatalar:
- Veraset Sistemi:
Hanedanın son temsilcilerinin bile mübarezeye (devletle çatışmaya)
girmemesi bir gelenek olsa da, veraset sisteminde I. Ahmed'ten sonra "ekber
evlat" (senioritas) sistemine geçilmesiyle birlikte, şehzadeler
sancakta staj göremez olmuş, devlet tecrübeleri mahdut kalmıştır
ve bu durum devlet için pek de iyi neticeler doğurmamıştır.
- Kardeş Katli: Cem
Sultan olayı gibi trajik hadiseler, Osmanlı tahtında tek bir hükümdar
olması gerektiği fikrini kuvvetlendirmiştir. Kardeş katli, toplumsal
müesseseler dengeye oturmadığı sürece kaçınılmazdı. Bu uygulama, devletin
bekasını sağlamak, yani Devlet-i Ebed Müddet idealini sürdürmek
amacıyla Fatih döneminde yasalaştırılmıştı.
B. Ekonomik ve Kurumsal Zayıflıklar
- Zayıflama ve Yozlaşma: Osmanlı
Devleti'nin gittikçe zayıflaması üzerine ova köylerinin halkı
dağılmış, en verimli topraklar yüzyıllar boyunca ekilmekten
alıkonulmuştur.
- Osmanlı'nın inhitatının (uzviyetin ihtiyarlayıp erimesi) veya yozlaşmasının
(sapkınlıktan ileri gelen çürüme) farkına 17. yüzyıldan beri varıldığı
söylenebilir.
- Merkeziyetçilik Güçsüzlüğü:
Geleneksel devletin teşkilat ve bütçe yönünden gücünün ötesinde olan
kentsel hizmetler, esnaf ve mahalle sakinleri tarafından yerine
getirilirdi. Merkezi örgütün güçsüzlüğünden dolayı vergilerin mukataa
yoluyla mültezimlere verilmesi yoluna gidilmiştir.
- Borç Yükü: 19.
yüzyılda ordu ve donanmanın modernleşmesi çok pahalıydı ve bu ıslahatın
sınırlarını aşan bir reform ve masraf silsilesi getirmiştir. Bu
borçlar, Cumhuriyet döneminde de ödenmeye devam etmiştir.
III. Varsayımsal Durumlar (Olsaydı/Olmasaydı)
Kaynaklar, Osmanlı'nın varlığını ve gücünü
sürdürmesini sağlayan kilit unsurlara dikkat çekerek dolaylı olarak
"olmasaydı" senaryolarını işaret eder:
1. Keşke Olmasaydı:
- I. Dünya Savaşı:
Kaynaklar, savaşa girme kararını (Enver Paşa Gayretkeşliği) felaket ve
imparatorluğun cenaze namazı olarak nitelendirdiği için, bu savaşa
girilmemesi en çok arzu edilen durumdur.
- Timur'la Savaş: Ankara
Savaşı'nda (1402) Osmanlı ordusu Timur'unkinin üçte biri kadardı. Eğer
Osmanlı bir Anadolu devleti olsaydı, Timur çekildikten sonra hâk
ile yeksan olur, unutulur ve tarihe sadece bir beylik olarak geçerdi.
Bu durum, Rumeli toprağının ve Balkanlar'da tutunmanın Osmanlı'nın
bekası için ne kadar hayati olduğunu gösterir.
2. Keşke Olsaydı (Düzeltilmesi Gerekenler):
- Kanuni Devri Modeli: Osmanlı
Devleti'nin inhitatının (gerilemesinin) farkına varıldığında, düzeltmenin
ilacı olarak Kanuni devrinin model olarak alınmasından söz
edilmiştir. Bu, kuruluş dönemindeki kurumların ve değerlerin korunması
gerektiği anlamına gelir.
- Eğitimde Eşitlik: Osmanlı
İmparatorluğu'nda ve Cumhuriyet'in ilk yıllarında eğitimde eşitlik vardı,
Kastamonu'daki lise ile İstanbul'daki lise arasında bir fark bulunmazdı.
Bu eşitliğin bozulmaması/devam etmesi önemlidir.
- Yerel Yönetimde Devamlılık: 19.
yüzyılda belediye örgütünün merkezileşme baskısıyla merkeze daha bağımlı
hale getirilmesi, İmparatorluktan Cumhuriyete miras kalmış bir hatadır.
Bu uyumsuz yapının olmaması ve yerel idarelerin daha özerk olması istenir.
- Sanayi ve Ekonomi:
İngiltere'nin çok gerisinde bir sanayileşme olmasına rağmen, Sanayi
Medeniyeti'ne bir yerinden adım atmaya çalışılıyordu. Ekonomik yapının
loncaların iflas etmesi gibi sorunlarla toparlanmasının zor olduğu
görülmüştür. Daha güçlü bir ekonomik kalkınma sağlanmalıydı.
Osmanlı, tıpkı bir strateji dehası gibi,
coğrafi avantajlarını kullanarak (Rumeli'de tutunarak) ve organizasyonel gücü
sayesinde Timur gibi büyük bir tehlikeye karşı bile varlığını sürdürebilmiştir;
ancak 20. yüzyıl başındaki hırslı askeri kararlar, devleti tarihin en büyük
zararına uğratmıştır.
Tarihin Akışını Değiştiren Olaylar
İşte Osmanlı İmparatorluğu içinde tarihin akışını
değiştiren büyük olaylar ve dönemeçler:
I. Kuruluş ve Yükseliş Dönemi (Yeni Bir
İmparatorluğun Doğuşu)
1. İstanbul'un Fethi (1453) Fatih Sultan
Mehmed'in Konstantinopolis'i fethetmesi, hem Avrupa tarihi hem de Osmanlı
tarihi için Orta Çağ'ı kapatan bir olay olarak nitelendirilir.
- İstanbul
gibi bir kentin (Doğu İslam milletlerinin deyişiyle Kostantiniyye'nin)
fethinden sonra, Osmanlı'nın gerçek imparatorluk çağı başlamıştır.
Bu dönem aynı zamanda Osmanlı'nın yeni çağıdır.
- Fatih, bu fetihten sonra Ortodoks
Kilisesi’ne ve Ermeni Kilisesi'ne statü ve rütbeler vererek, bu
kiliseleri kendi egemenliği altına almayı amaçlamış; bu, Katolik ve Ortodoksların
birleşmesini imkânsızlaştırmıştır.
- Fatih'ten itibaren yasalaşan kardeş katli
(tahtta tek bir varis olması gerektiği fikri) Cem Sultan olayı gibi trajik
hadiselerle birlikte kuvvetlenmiş ve bir asır kadar yerleşen bir
müessese haline gelmiştir.
2. Askerî ve İdari Yapısal Değişimler (16. ve 17.
Yüzyıl)
- Sipahiliğin Kaldırılması: Devlet, gözden
düşmekte olan sipahiliğin yerine (askerî nizamı daha rasyonel biçimde
karşılamak üzere) yeniçeri ocağı ve "altı bölük halkı"
birliklerinin mevcudunu hızla artırmıştır.
- İmparatorluğun birçok bölgesinde sipahiliğin kaldırılması ve eski
sipahi dirliklerinin uçsuz bucaksız saltanat haslarına katılması;
merkez idaresinin toprak yapısında yeni düzenlemelere gitmesine
neden olmuştur. Bu durum, Osmanlı feodal sınıfının iktisadi
mevziilerini güçlendirmiş ve feodal devlet ile özel sermaye arasında
bir birlik yaratmıştır.
3. Kültürel Kimlikte Bölgesel Kayma
- Osmanlı İmparatorluğu, 15. yüzyıl sonuna
kadar bir Balkan İmparatorluğuydu.
- 16. yüzyıldan itibaren ise
Ortadoğu kültür bölgesine girmiş ve Kanuni devri ile cihan
imparatorluğu olarak en son aşamasına ulaşmıştır.
II. Gerileme ve Modernleşme Dönemi (Çöküş Süreci)
4. 17. Yüzyıl İnhitatın Farkına Varılması
- Selaniki,
Koçi Bey ve Kâtip Çelebi
gibi yazarların tahlil ve sızlanmalarına bakılırsa, Osmanlı'nın 'inhitat'
(çöküş) ya da 'yozlaşma' sürecinin farkına 17. yüzyıldan
beri varıldığı söylenebilir. Bu durum, Kanunî devrinin model olarak
alınması gerektiği yönünde bir tartışmayı da başlatmıştır.
- Bu dönemde İstanbul'daki sarraf ve esnaf
oligarşisinin yeniçeri isyanlarının arkasında çok ciddi bir tesiri
olduğu da görülmüştür.
5. Tanzimat ve Merkezileşme Hareketleri
- II. Mahmud döneminde merkezî
otorite tesis edildikten sonra mahallî derebeyleri (lordlar) birer
birer ortadan kaldırılmış, Tanzimat ise merkezîyetçilik olayını
daha da hızlandırmıştır.
- Tanzimat Fermanı,
bürokratların otoriteyi tekrar ele almasına vesile olmuştur.
- Tanzimat döneminde getirilen bütün
tebanın can ve mal güvenliği ve özellikle gayrimüslim Osmanlı
tebası için hukuki eşitlik ilkesi, yeni bir Osmanlılık siyasetiydi.
6. İmparatorluğun Yıkılışı ve Rumeli'nin Kaybı
- Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanması, o dönemin şartlarında kaçınılmaz
görünüyordu.
- İmparatorluk yıkılırken
maalesef içindeki ana unsur olan Türk unsurun Rumeli'deki vatanını
kaybetmesi çok önemli bir kayıptır.
- Türk (Osmanlı) İmparatorluğu'nun üç günde yıkılması, ne
Türklerin ne Arapların ne de Yahudilerin bu yıkıma hazırlıklı olmaması
nedeniyle bugünün sorunlarının da kalıntısı olmuştur. Bu yıkım, sorunların
doğuş biçimini değiştirmiştir.
Bu olaylar, Osmanlı İmparatorluğu'nun idari,
askerî, kültürel ve coğrafi yapısında geri dönülmez değişikliklere neden
olarak tarihin akışını derinden etkilemiştir.
İstanbul'a Duyduğu Derin Sevgi
I. İstanbul'u Sevme Sebepleri
İstanbul, bir imparatorluk bakiyesi olarak büyük
bir sevgi ve hayranlıkla anılırken, bu sevgi çoğunlukla şehrin benzersiz
coğrafi konumu, tarihî derinliği ve eskiden sahip olduğu kültürel doku
üzerinden ifade edilmektedir.
- Eşsiz Güzellik ve Coğrafi Konum:
- İstanbul,
dünyanın en güzel şehridir.
- Şehir, üç tarafı suyla
kuşatılmış yarımadası, iki yakası ve Boğaziçi ile muhteşemdir.
- Büyük sultan Fatih'in
basiretinin ispatı olarak, Türk tarihinin en büyük sarayının
(Topkapı) şehrin en gözde mekânında kurulmuş olması önemlidir.
- Şehir, bir atılım ve yeni
bir umuttur ve Birinci Harp'ten sonra dirençle eş anlamlıdır.
- Sultan
Abdülmecid dahi, İstanbul'un hoş noktalarından, deryayı seyretmeye
bayılırdı.
- Kişisel ve Duygusal Bağ:
- İstanbul,
vazgeçilmez bir sevgili olarak tanımlanır, zira Gazi ve etrafı
çok hoşlanmasa da yine de vazgeçilmezdir.
- Yıllar sonra Kadıköy'den
İstanbul'un siluetini görmek bir aşk belirtisidir.
- Çocukluk döneminde dahi,
şehrin ahşap dünyası bir samimiyet ve sıcaklık duygusu veriyordu;
insan buradan taa oraya kadar benim evim gibi hissederdi.
- Asya kültürünü anlamak için
İstanbul başta gelir ve sınıf üstü tutulması teklif edilir.
Ayrıca burası, bütün Doğunun merkezi ve herkesin gözbebeğidir.
- Kaybolan Güzelliklere Özlem:
- Kaynaklar, şehrin şu anki
hali nedeniyle büyük hüzün duyulduğunu belirtir. Şehir yıkılıp
gitmiş, görgüsüzce bitirilmiş ve doğal güzellikleri
(erguvanlar, serviler, çamlar) kaybolmuştur.
- Yıkımdan önce, İstanbul'un
eski hali bir medeniyet ve yaşam tarzı barındırıyordu (Örn:
Kadıköy).
II. Topkapı Sarayı Müzesi Hakkındaki Düşünceler
Topkapı Sarayı, imparatorluğun kalbi ve Türk
tarihinin oluşumunun düğümlendiği mekân olarak eşsiz bir öneme sahiptir.
- Mimari ve Amaç:
- Topkapı,
yeryüzünün en özgün hükümdar evidir.
- Sarayı inşa edenler, İstanbul
gibi bir şehirde en büyük güzelliğin yine İstanbul’un kendisi olduğunu
anlamışlar ve şehrin tabiatını kullanmışlardır.
- Saray mütevazı ama çarpıcı
ve her şeyden önce çok güzeldir. Amacı hem ihtişamı hem de tevazuu
bir araya getirmektir.
- Mimar Sinan bile bu
sarayda sadece bir bölümü inşa etmiştir. Sarayın planı, Fatih
Sultan Mehmed Han tarafından özenle tasarlanmıştır ve sonraki ilaveler bu
plana uygun olmuştur.
- Topkapı Sarayı, dönemin
Rönesans ve Şark mimarisini birlikte aksettiren bir yapıdır.
- Tarihi ve Kültürel Kimliği:
- Saray, Osmanlı Devleti'nin yönetim
merkezi olması ve Mukaddes Emanetler’i (Kutsal Emanetler)
barındırması nedeniyle en çok ziyaret edilen müzemizdir.
- Osmanlı tarihi için bir anane
(gelenek), bir baba ocağı gibidir.
- Topkapı'da, Bizans
Sarayı’ndan kalan taşların ve sütunların kullanıldığı bilinir; bu
durum, Osmanlılarda tarihî miras takıntısı olmadığının güzel bir
misalidir ve büyük bir medeniyetin delilidir.
- Sarayın mutfak bölümündeki
dev sütun başlıkları, daha evvel Ayasofya’nın önünde bulunan
Yustinianus anıtını taşıyan dikilitaşın sütun başlıklarıdır.
- Müze Olarak Zorlukları:
- Topkapı Sarayı, aslında bir
saray olduğu için bir müze olarak zorlanıyor.
- Saray, turizmin tahaccümü
(aşırı yükü) altında bunalmaktadır. Müze Günü'nde 30 binden fazla
ziyaretçi girmiş, bu kalabalıkta kimsenin bir şey görmesi mümkün değildir
ve sarayın dinlenmeye ihtiyacı vardır.
- Topkapı'daki eserlerin
(özellikle çini, kumaş, madeni eşya ve arşiv) acilen kurulacak millî
bir müzeye nakledilmesi ve sarayın ritüel, uhrevî bir merkez olarak
korunması gerekmektedir.
III. Ayasofya Hakkındaki Düşünceler
Ayasofya, fetih sembolü ve mimari dehanın zirvesi
olarak görülmektedir.
- Tarihsel ve Dini Önemi:
- Ayasofya, kentin en önemli
camiidir ve fethin sembolüdür.
- O vakte kadar yeryüzünün
en büyük, en parlak, en şöhretli mabedidir.
- Ayasofya, yüzyıllarca
benzeri yapılamayan bir eserdir.
- Fatih Sultan Mehmed, insanlık
mirasına duyduğu Osmanlı saygısı gereği caminin adını veya ana
yapısını değiştirmemiştir.
- Ayasofya'nın
günümüze kadar muhafaza edilmesi, Osmanlı tarafından bütün
imparatorluğun hatta bütün İslâm âleminin protokolde birinci camii
olmasına borçludur.
- Mimari Dehası:
- Ayasofya, kubbeyi sütunlar
ve kemerler üzerine bina etme becerisinin bir örneğidir.
- Rönesans'ta yapılan büyük
kiliselere kadar Ayasofya bütün Hristiyan milletlerin hayalini
süslemiştir.
- Ayasofya'nın
iki mimarından birinin Miletoslu İsidoros olduğu ve bu yapıdan
alınan ilhamla mimarinin geliştiği belirtilir.
- Modern Statüsü:
- Cumhuriyet Türkiye'sinin,
insanlığın kavgasına neden olan bu büyük mabedi müzeye çevirmesi de
çok anlamlı bir siyasi kültürel tasarruftur.
- Papa'nın bile İstanbul'a
geldiğinde Sultanahmet'e, Ayasofya'ya şaşırdığı görülmüştür, zira
Batı, Doğu Hristiyanlarının ve Doğu'nun ne olduğunu bilmemektedir.
- Bazı çevreler hala,
"Türkler burada niye oturuyor?" derdindedir.
IV. Mimar Sinan Hakkındaki Hayretler
Mimar Sinan, kaynaklarda sadece bir mimar değil, şehrin
ruhunu anlayan ve onu koruyan bir şehircilik dehası olarak mutlak bir
hayranlıkla anılmaktadır.
- Ustalığı ve Efsaneleşmesi:
- Sinan, 16. yüzyılın ünlü
mimarıdır.
- Halk arasında, Şehzadebaşı'nın
çıraklık, Süleymaniye'nin kalfalık, Edirne Selimiye'nin ise ustalık eseri
olduğu yönünde bir söylem yaygındır.
- Sinan’ın Süleymaniye
Külliyesi, büyük şairlerin ne bir beyit ne bir kelime çıkartılıp,
eklenemeyecek şiirlerine benzer.
- Şehircilik ve Çevreye Saygı:
- Çok övündüğümüz Mimar
Sinan’ı iyi anlamamız lazım, çünkü o sadece bir mimar değil, şehercidir
de.
- Sinan, çevreyle bağını
kuran nadir mimarlardandır ve çevreye saygılıdır. O,
eserlerini doğayı tahrif ederek ortaya çıkarmaz. İstanbul'un tepeleri ve
silueti onun eseridir, ancak bunu yaparken kendinden evvelki büyük
eserlere hürmet etmiştir.
- Sinan'ın
şehircilik yaklaşımında çevre önemlidir; onun zamanındaki İstanbul'da
konutlar, önemli yapıları rahatsız etmiyor, hadlerini biliyorlardı.
- Hayretler ve Eleştiriler:
- Mimar Sinan'ın,
Süleymaniye'de, Selimiye'de ve Sultanahmet'te bir ekosistemi
(yankı/akustik sistemi) vardır.
- Mimar Sinan'ın eserlerine
gösterdiği hürmeti, biz ona göstermedik. Yaptığı camilerin çoğu
(örneğin Piyale Paşa ve Molla Çelebi Camii) günümüzde çevrelerindeki
yapılarla boğuluyor.
- Mimar Sinan'ın etnik
menşei çok abartılıyor; o, bütün yerelliklerin ve etnik özelliklerin
üzerine çıkmış bir Osmanlı'dır.
- Mihrimah
Sultan’a olan aşkı
ve karşılıklı cami yapması hikayesi edebi bir kurgudur ve tarihî
gerçeklik değildir.
Mimar Sinan'a duyulan bu hayranlık, onun
eserlerini sadece mimari başarı olarak değil, bir şehre nasıl sahip
çıkılması gerektiğinin manifestosu olarak görmekten kaynaklanır. İstanbul'u
berbat eden, Mimar Sinan'ın yaklaşımındaki bir eserle yarışacak kadar şuursuz,
küstah ve tarihe tamamen düşman olan modern yapıcılara karşı bir duruş
sergilenir.
1. Sultan II. Abdülhamid'in Siyasi Dehası ve
Kişiliği
Sultan II. Abdülhamid dönemi, Osmanlı
İmparatorluğu'nun (Ortadoğu-Akdeniz imparatorluklarının üçüncüsü ve
sonuncusunun) altı asırlık hayatının son otuz yılını kapsamaktadır. Bu dönem,
imparatorluğun modernleşme arayışları ile otoriter yönetim (istibdad) günlerini
bir arada barındırır.
Sultan II. Abdülhamid, kaynaklarda, tarihî ve
kişisel özellikleri nedeniyle son derece kayda değer bir şahsiyet olarak
nitelendirilmektedir.
Liderlik ve Misyon Bilinci
- Abdülhamid Han, kendinden önceki
hükümdarların aksine, ulusu kimin taşıyacağının farkına varmış ve Türk
hükümdarı (Türk Hakanı) olmanın bilincinde olmuştur.
- Aynı
zamanda Müslüman değerlerini sahiplenir ve Araplara ve Kürtlere
iltifat etmek, Arnavut ve Boşnaklara değer vermek gibi geniş bir
sorumluluk bilinciyle hareket eder.
- Kendisi,
cihanşümul (evrensel) imparatorlukların son hükümdarıdır ve tarihî,
hukukî, kurumsal olarak son Roma imparatoru kabul edilir.
- Eğer I. Abdülhamid döneminde yaşasaydı, Osmanlı
İmparatorluğu'nun Şark dünyasındaki kaderi değişmiş olurdu. O, içtimai
ve dünya şartlarının ötesinde kişisel rolü olan en kayda değer
şahsiyettir.
- Harbe girmeme
özelliğiyle bilinir. Abdülhamid, I. Dünya Savaşı'ndan önce dahi, cihad
silahının kullanılmaması gerektiğini söylemiştir, zira kullanılmamasının
daha etkili olduğunu düşünüyordu.
Modernleşme ve Yönetim
- Hilafet Kurumu: Yeryüzü Müslümanlarının
yaklaşık %80'inin yabancı bayrak altında yaşadığı bir dönemde, hilafet
müessesesini oldukça iyi kullanan son kişidir. Hatta
yazışmalarda Panislamist ve mutlak monarşi görüşünü yansıtan "zât-ı
kudsiyet-i tacidar" gibi cesaro-papist (dünyevi ve dinî otoriteyi
birleştiren) unvanlar kullanmıştır.
- Eğitim ve Altyapı: Anadolu'da en güçlü liseleri
kuran ve Tıbbiye ile Harbiye'de yabancı dil eğitimini geliştiren (en
iyi Rusça lügat ve gramer kitapları bu devirde yazılmıştır) hükümdardır.
Sadece medeniyet bağlamında değil, kolaylık açısından da hizmet etmiş,
örneğin demiryolu atılımı sayesinde asker sevkiyatını hızlandırmıştır.
Hicaz Demiryolu, İslam dünyasının her yerinden toplanan bağışlara dayanan öz
mühendislik başarısı sayılır.
- Sanat ve Zanaat: Kendisi,
karikatürlerde çizildiği gibi bir "harem hükümdarı" değildir.
Çok meşgul ve çalışkan bir padişahtır. Sınıflar üstü, yaratıcı bir
marangozdu. Örneğin,
İstanbul Müftülüğü'ndeki (eski Şeyhülislamlık) Şeriyye Sicilleri
Arşivi'ndeki dolapları II. Abdülhamid Han yapmıştır.
2. İttihatçıların Oyunları (ve İstibdat
Tartışmaları)
İttihatçılar ve diğer Genç Osmanlı subayları,
Abdülhamid'in istibdad (mutlakiyet) günlerine karşı isyan edip hürriyet
arayan kişiler olarak ortaya çıkmıştır.
- İstibdad Kavramı: "İstibdat"
(baskı/despotizm) kelimesinin olumsuz (pejoratif) anlamda kullanılması, bir
İttihatçı icadıdır. Romalılarda olduğu gibi, İslam'da da
"istibdad" ve "müstebit", beceri barındıran bir
yönetim tarzı olarak görüldüğünden, II. Abdülhamid'in hal' fetvasında
istibdattan bahsedilmemiştir.
- Yetki Sınırlaması: Despot
olduğu iddia edilmesine rağmen, II. Abdülhamid, kendisinden önceki II.
Mahmud'a göre çok sınırlı bir iktidara sahipti. Kanun yapma
tekniği, bürokrasinin etkisi ve parlamentonun varlığı (feshedilmiş olsa
bile) onun iktidarını sınırlandırmıştı.
- Meclisin Feshi:
Abdülhamid, Kanun-ı Esasi'yi ilan etme şartıyla tahta çıkmış. Ancak kısa
süre sonra Meclis'in kendi iradesine ortak olacağını görmüş ve Meclis-i
Mebusan'ı feshetmiştir. Ancak Kanun-ı Esasi'yi tamamen
kaldırmamıştır.
- Gizli Mücadele:
Meşrutiyetçi düşünceyi önlemek gibi "ham hayalin peşinde koştu".
Siyasetle uğraşan gruplar ya Paris'e ya da Kahire'ye kaçarak yayın yoluyla
mücadele etmişlerdir. Hükümet istese, Paris'e kaçan bu aydınları suikast
ile ortadan kaldırabilirdi, ancak onların yaşadıkları yerlerde ne kadar
tanındıkları bile tartışmalıdır.
- İstihbarat: II.
Abdülhamid, jurnal (iç istihbarat) olarak düşünülürse, akla gelir;
ancak dış istihbaratta pek aktif değildir. Yıldız Sarayı asrı
başlamış, kararların alındığı organ saray olmuştu. Saray, nazırların ve
yüksek memurların arasının iyi olmasını benimsemeyen bir tutum
sergilemiştir.
3. Toprak Kayıpları ve Kıbrıs Meselesi
Sultan II. Abdülhamid'in harbe girmeme
politikasına rağmen, toprak kayıpları kaçınılmaz olmuştur.
- Kıbrıs ve Tunus: Kaynaklar, Kıbrıs'ın ve Tunus'un
II. Abdülhamid döneminde elden çıkarıldığını ve hatta İran'a bile toprak
verildiğini belirtmektedir.
- Balkanlar:
Abdülhamid'den sonraki on yılda imparatorluk, Balkanlar'daki hâkimiyetini
kaybedip, Akdeniz adalarından çekilmeye başlamıştır.
4. Yahudilerin Filistin Meselesi
II. Abdülhamid dönemi, Yahudi göçünün ve
Siyonist hareketlenmenin başladığı, ancak Padişah'ın bu duruma ihtiyatla
yaklaştığı bir dönemdir.
- Göçün Başlangıcı ve Abdülhamid'in Rolü: Filistin
topraklarına göç, bu zamanda başlamıştır. Abdülhamid Han, bu sınırsız göçü önleyen bir hükümdar olarak
kutsanmaktadır.
- Yahudi Milliyetçiliği ve Osmanlı Sadakati: Osmanlı
Yahudilerinin önde gelen münevverleri Siyonist ideallere yüz vermezlerdi; kendilerini
Osmanlı olarak görürlerdi. Hatta Haydarpaşa'daki sinagoga "Hemdet İsrail"
(İsrail'in Hamdı/Hamidi) adını vermişlerdir.
- Dış Etkiler (Almanya ve Siyonizm): Filistin'e Yahudi göçü ve
yerleşmesinde en büyük rolü Alman İmparatorluğu oynamıştır.
Resmi Alman görüşü, Siyonist kolonilerin Alman kültürü ve çıkarlarını
Filistin'de en iyi koruyacak unsurlar olduğuna inanıyordu.
- Yahudi İskanına İzin: Bazı
araştırmalara göre, Herzl'in Alman Dışişleri'ne verdiği raporun tersine,
Sultan Abdülhamid'in hayırsever duygularla Filistin'deki Yahudi
iskanına izin verdiği belirtilir; ancak bu durum ancak bir göz
yumma olabilir.
- Siyasi Kışkırtma Örneği: Alman
İmparatoru II. Wilhelm, Abdülhamid'i Kuveyt'e saldırması için kışkırtmış,
Padişah da kendi sadık taraftarı olan Necid Emiri İbnurreşid'e Kuveyt'e
saldırmasını emretmiştir. Ancak İngiltere'nin tepkisi sert olunca,
Kayzer Abdülhamid'den kıtalarını geri çekmesini istemiş ve Kuveyt'teki
İngiliz nüfuzu dokunulmazlık kazanmıştır. Bu olay, Osmanlı
İmparatorluğu'nun Alman güdümüne girerken ne kadar güç durumlara
düşeceğinin ilk habercisiydi.
- Filistin'de Kalkınma:
Abdülhamid döneminde Kudüs-i Şerif Sancağı'nda Bierşeba (Yedipınar)
kurulup gelişmiş, Yafa Limanı iyileştirilmiş ve Kudüs'le doğrudan
demiryolu bağlantısı kurulmuştur, bu da Filistin'in tarihî yapısını
değiştirmiştir. Ayrıca, yabancı uyruklu Hristiyan Almanlar da Filistin'e
göç etmiş ve Türk idaresinin kurduğu Berşava civarında koloniler
kurmuşlardır.
İngilizlerin Osmanlı İmparatorluğu'na Yönelik
Eylemleri Ve Komploları
Kaynaklarda, İngilizlerin Osmanlı
İmparatorluğu'na karşı yürüttüğü entrikalar, komplolar ve düşmanca politikalar
özellikle I. Dünya Savaşı öncesinde ve sırasında diplomatik, askerî ve ekonomik
alanlarda yoğunlaşmaktadır. Bu eylemler, imparatorluğun yıkım sürecini
hızlandıran ve milli sınırları dahi olumsuz etkileyen kritik olaylara yol
açmıştır.
İngilizlerin Osmanlı İmparatorluğu'na yönelik
eylemleri ve komploları başlıca şu başlıklar altında incelenmektedir:
I. I. Dünya Savaşı Öncesindeki Büyük İhanet ve
Komplolar
Osmanlı İmparatorluğu'nun savaş öncesindeki en
kritik diplomatik ve askerî felaketlerinden biri, ödemesi yapılmış olan savaş
gemilerinin İngilizler tarafından gasp edilmesidir.
1. Zırhlı Gemilerin Teslim Edilmemesi
- İttihatçıların, savaşa
girmeden hemen önce İngiltere'ye parasını verip yaptırdığı iki gemi
(Sultan Osman ve Reşadiye) vardı.
- İngiltere,
parasını aldığı halde,
bu zırhlıları "savaşta kullanırız" diyerek Osmanlı
İmparatorluğu'na vermemiştir.
- Bu olay, savaşın Osmanlı'nın aleyhine sonuçlanmasının nedenlerinden
biri olarak gösterilmiştir.
- Buna karşılık Almanya'nın Goeben
ve Breslau gemilerini göndermesi, Osmanlı'nın Almanya'ya
yanaşmasında etkili olmuştur.
2. Savaş ve İttifak Hataları
- Osmanlı İmparatorluğu, Birinci Dünya
Savaşı'na girerken basiretsiz politikalar ve ani kararlarla yok
edilmiş.
- Savaş sonunda içindeki ana unsurun (Türk
unsurun) Rumeli'deki vatanını da kaybetmesi çok önemli bir kayıptır.
- Kaynaklar, bu savaşın "bizim olmayan
bir savaş" olduğunu belirtmektedir.
II. Jeopolitik Çekişme ve Gizli Destekli
İntrikalar
İngilizler, Osmanlı topraklarında kendi nüfuz
alanlarını korumak ve Alman yayılmacılığını engellemek amacıyla çeşitli siyasi
ve askerî entrikalara girişmişlerdir.
1. Basra Körfezi ve Kuveyt Krizi
- yüzyılın
sonuna kadar Basra Körfezi bölgesi, Osmanlı mülküne bazen harita üzerinde
ait olsa da, bu bölgenin ticaret ve ulaşımı İngiltere tarafından gayri
resmi şekilde yönetiliyordu.
- İngiltere, özellikle Kuveyt gibi
stratejik bir noktada fiili protektorasını (himayesini) kurmuştu.
- Bu durum, Alman-İngiliz rekabeti ve
çatışmasının nedeni olmuş ve Osmanlı devleti bu çatışmaya
bulaştırılmıştır.
- Kuvaeyt Komplosu Örneği: Alman
İmparatoru II. Wilhelm, İngiliz himayesindeki Kuveyt'i hazmedemeyerek,
Sultan II. Abdülhamid'i kışkırtmış; Sultan da kendi sadık taraftarı
olan Necid Emiri İbnurreşid'e Kuveyt’e saldırmasını emretmiştir.
- İbnurreşid saldırınca İngiltere'nin
tepkisi sert oldu ve hatta Kaiser, Sultan Abdülhamid'e kıtalarını
geri çekmesi yönünde müracaat etmek zorunda kaldı.
- Bu skandal, Kuveyt ve Britanya nüfuzunun
adeta dokunulmazlık kazanmasına neden olmuş ve Almanya'nın güdümüne
girmekte olan Osmanlı İmparatorluğu'nun ne kadar güç durumlara düşeceğinin
ilk habercisiydi.
2. Arap Milliyetçiliğinin Kışkırtılması
- I. Dünya Savaşı sırasında ortaya çıkan Arap
ulusalcı akımları ve fikirleri, büyük oranda İngilizlerin harp içindeki
tutumlarından ve İttihatçıların sert politikalarından rahatsız
olanların çabasından kaynaklanmıştır.
- Bu fikirlerin ciddi bir temelinin
olmadığı ve Ortadoğu'daki bütün Arabistan'ın bu fikirleri takip ettiği
söylenemezken, bu işi yapanların bıraktığı tarihi kalıntının çok etkili
olduğu belirtilmiştir.
III. Ekonomik Kontrol ve Borç Mekanizmaları
İngiltere'nin, demiryolu projeleri ve borç verme
aracılığıyla Osmanlı ekonomisi üzerindeki kontrolü, imparatorluğun kararlarını
manipüle etme aracıydı.
- Borç
veren büyük devletler (İngiltere gibi), demiryollarını kendilerine
yaptırma şartını koşar ve kendisine karşı kullanılacak zırhlıya
(gemiye) müsaade etmezdi.
- Demiryolları şirketleşme halinde olmasına
rağmen, Afyon'da olduğu gibi, İngilizlerin ve Almanların uzattığı istasyonların
bile birbiriyle bağlantısı yoktu. Bu durum, Batılı devletlerin
ekonomik nüfuz alanlarını ayrıştırma ve kontrol etme stratejisini
göstermektedir.
- Birinci Dünya Savaşı öncesinde Britanya
donanması, Almanlara göz açtırmamıştır. İngiliz donanmasının
üstünlüğü, Osmanlı'yı Kara Denizi kontrol eden Almanya'ya mecbur
bırakmıştır.
Bu tarihsel olaylar zinciri, Osmanlı
İmparatorluğu'nun 19. yüzyıldan itibaren büyük devletlerin (başta İngiltere ve
Almanya) askerî-malî ittifaklar sistemiyle iktisadi yönden az gelişmiş bir
ülkeye yerleşme sisteminin kurbanı olduğunu göstermektedir. İmparatorluk,
büyük güçlerin rekabet sahası haline gelmiş, sonuç olarak basiretsiz
politikalarla çok erken ve çok pahalı bir biçimde yok edilmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk
Mustafa Kemal Atatürk hakkındaki görüşleri,
eleştirileri, iyi yönleri ve eksik/zayıf yönleri, kaynaklarda geniş ve detaylı
bir şekilde ele alınmıştır. Kendisi, Türk tarihini ve toplumunu değiştiren bir
başbuğ, 20. yüzyılın büyük devlet adamı ve Türkiye'nin Ebedi Başkomutanı
olarak kabul edilen Kurucu Önder'dir.
Genel Değerlendirme ve İyi Yönleri (Güçlü Yönler)
Atatürk, tarihin akışını değiştiren, ona mührünü
vuran veya büyük tehlikelere engel olan, nadiren görülen bütünleyici bir
yönetici ve dehadır.
Liderlik ve Askerlik Dehası:
- Atatürk, devlet reisi olmasının yanı sıra, yeni Türkiye'nin ilk
mareşali ve bir komutandır. Kendisi deha sahibi bir kişiliktir.
- Çap olarak büyük ve yaratıcı bir adam olduğundan sivil hayata
geçişleri kolaylıkla yapmıştır.
- Askerlikte ileri görüşlü olduğu (Çanakkale'deki başarısı ve
Misak-ı Millî sınırlarına yönelik savaş hedefi) ve nerede atılıma
geçeceğini, nerede duracağını çok iyi bildiği belirtilmiştir.
- Gerçek bir şövalye olarak
tanımlanır; İzmir'in kurtuluşundan sonra merdivenlere serilen Yunan
bayrağını kaldırtıp, "Bayrak bir milletin namusudur, ayaklar altına alınamaz"
demiştir.
- Büyük Taarruz'un başlangıç tarihini 26 Ağustos olarak
belirlemesi, Malazgirt Meydan Muharebesi'nin tarihiyle aynıdır ve bu, onun
derin tarih bilgisini gösterir.
- O bir organizatördür. Sorumluluğu ve yükü üzerine alır, ancak
başkasına yaptırmayı da bilir.
- Askerî ananeyi devam ettirmiş, hatta eskisinden daha şiddetli bir
şekilde sürdürmüştür.
- Büyük Mareşal olarak
anılır; çünkü hem başka mareşalleri takdir etmeyi bilmiş hem de sivil
hayata geçebilmiştir.
- Türk tarihinde yeni bir cephe açmış, ricat etmeyi bilmiştir
("Savunulacak satıh bütün vatandır" sözü).
Siyasi Durumu ve Reformları:
- Monarşiyi Cumhuriyete dönüştürmesi gerçek bir İnkılaptır.
- Doğuştan Cumhuriyetçi olduğu,
otorite karşısındaki duruşu ve cemiyet hayatına bakış tarzıyla
cumhuriyetçi olduğu ifade edilir.
- Hukuka daima saygılı olmuş,
meşruiyete önem vermiş ve kanun ile nizama son derece dikkat etmiştir.
Hatta darbe yapılsa bile derhal hukuki istinat önem kazanmıştır.
- Devletçilik anlayışında özel sektörün gelişmesini istemiştir.
- Hatay meselesinin ısrarlı takipçisi olmuş ve bu sayede 1939'da
Hatay'ın ana vatana katılmasını sağlamıştır.
- Eğitim ve Kültür alanında büyük atılımlar
yapmıştır. Bozkırın ortasında, o imkânsızlıklar içinde Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi'ni kurmayı akıl etmiştir ki bu, onun bir mareşal
olmasına rağmen bir deha olarak bu ihtiyacı hissetmesinden kaynaklanır.
- Türk Tarihini anlamak için dünya tarihini bilmek gerektiğini anlamış,
bu yüzden Sümeroloji, Hititoloji, Hindoloji gibi bölümleri
kurmuştur.
- Yurt dışına öğrenci göndermeye çok önem
vermiştir; sadece teknik dallarda değil, arkeoloji, filoloji ve Bizans
tetkikleri için de öğrenciler yollamıştır.
- Türkiye'de tarıma öncülük eden Atatürk Orman Çiftliği onun
önemli projelerinden biriydi.
- Cumhuriyet, Osmanlı'dan kalan devasa dış ve iç borcu bile üstlenmiş ve
son kuruşuna kadar ödemiştir.
Kişisel Özellikleri:
- Kendisi karizmatik diye tavsif edilebilecek bir şahsiyettir
(Osmanlıcadaki karşılığı "sahibkıran"dır).
- İyi eğitim görmüş bir askerdir. Kitap kenarlarına notlar düşecek kadar
okumaya düşkün, iyi bir okuyucuydu.
- Çok iyi derecede Fransızca ve yeterli düzeyde Almanca bilirdi; ayrıca
Rumca ve Bulgarcaya da aşina olduğu biliniyor.
- Giyimi mükemmel, duruşu çok iyi ve son derece çekicidir.
- Çok disiplinli, işini seven ve çalışkan bir askerdi.
- Dini konulara yaklaşımı realisttir; dine karşı olacak, pozitivizm
uygulayacak biri değildir. Kur'an kültürüne çok vakıf bir insandır,
hatta Kur'an meali huzurunda okunurken yapılan hatayı tespit edebilecek
kadar hakimdir. Dini, siyasete ve ticarete alet eden insanlarla kavga
etmiştir.
Eleştiriler ve Eksik Görülen Yönler
Atatürk'ün liderliği ve reformları bazı
eleştirilere maruz kalmış veya bazı konularda eksiklikler görülmüştür.
Eleştirilen Kararlar ve Politikalar:
- Musul, Halep, Akdeniz
adaları, Batı Trakya ve tazminat konularında eleştirilmektedir. Ancak
kaynaklar, bu eleştirilerin tarih bilmeyenlerin sözleri olduğunu ve
o günün şartlarında (Boğazların bile tam tutulamadığı 1922 Mudanya şartları,
donanma yetersizliği) bu yerleri almanın mümkün olmadığını savunur.
- Mustafa Kemal, şartlar
dolayısıyla diktatördür, ancak teorisinde diktatörlük yoktur. Kendisi otoriterdir
(Kayzer Almanya'sı gibi).
- Özellikle Çankaya
sofralarında 1929'dan sonraki uygulamalardan rahatsız olduğunu ve
görüntünün diktatörlüğe dönmesinden hoşlanmadığını belirtmiştir.
Kültürel ve Kurumsal Eksiklikler/Aksaklıklar:
- Bazı konularda (özellikle kültürel atılımlar) yakın çevresi
tarafından dahi tam olarak anlaşılamamıştır ve bu atılımlar
kendisinden sonra hakkıyla sürdürülememiştir.
- Harf Devrimi gibi radikal kararlar almış olsa da, bu kararın
arkasından gelenlerin (arkadaşları ve milletin çocukları) kurumsal
yapılanmayı (DTCF gibi) gereğince anlayamadığı ve aynı hızda sürdüremediği
eleştirisi yapılır.
- Atatürk, İsmet İnönü’nün Recep Peker’e hazırlattığı bir raporu
görünce, "Bu
düpedüz İtalya faşizmidir!" diyerek sert bir tepki
göstermiştir. Bu, aralarındaki görüş ayrılığının bir göstergesidir.
- İsmet İnönü,
Atatürk'ü bazı kültürel konularda anlamamış, atılımları ve cesareti
olmamıştır; kültürel konularda daha kaba ve basit yorumludur.
İttihatçılık ve Ordu-Siyaset İlişkisi:
- Bütün genç subaylar gibi Atatürk de vakti zamanında İttihatçı idi. Ancak çok erkenden bu
zümreden soğumuş, bırakmış ve İttihatçıların menfi taraflarından nefret
ederek kenara çekilmiştir.
- Orduyu siyasetten ayırma konusundaki fikirleri nettir; Balkan
Harbi'nde askerin siyaset yapmasının kötü tezahürlerini görmüş ve
yaşamıştır.
Özel Hayatına Yönelik Görüşler
- Atatürk'ün özel hayatını çok konuşmanın yersiz olduğu, bunun yanlış
bir tutum olduğu belirtilir.
- Alkolle
olan ilişkisi uç derecede değildir; sarhoş olup kendinden geçtiği
görülmemiştir. Sofrası, bazı önemli meselelerin görüşüldüğü, kitapların
incelendiği ve tartışmaların yapıldığı bir 'fikir sofrası' idi.
- Yemek alışkanlığı açısından az yiyen bir insandı ve kuru fasulye ile
pilavı çok severdi, bu yönüyle tam bir halk adamıdır.
- Ailesi, hem anne hem de baba tarafından soy ağacı belgelerle belli
olan bir Türkmen grubuna mensuptu ve ailesinin soyu devam etmektedir.
Akrabalarının devletle olan ilişkilerinde kendisine yakınlıklarını
kullanarak menfaat temin etmeleri konusunda çok dikkatliydi.
- Liderlik vasfıyla doğmuş ve "karizmatik" bir şahsiyettir.
Türkçenin Modernleşme Süreci
I. Latin Alfabesi ve Münif Paşa'nın Gayretleri
Latin alfabesinin kabulü, uzun süredir devam eden
bir reform ihtiyacının ve tartışmaların sonucudur.
Latin Harflerinin Teknik Uygunluğu
Latin harfleri, alfabe tarihine bakıldığında, yazımın
gelişiminin doruk noktası olarak karşımıza çıkar. Fonetik açıdan en
mütekâmil alfabe olduğu için, seslilerin (vokal) önemli olduğu Türk dili
için en uygun alfabe olarak görülmüştür.
Türkçede sekiz sesli harf bulunmasına rağmen,
mevcut Arap harflerinin modern bürokraside ve yaygın eğitimde kullanılabilecek
bir araç olmadığı açıktı. Bu nedenle, 1920'lerde Latin harflerinin kabulü
konusu Türkiye içinde ve dışında tekrar canlılık kazanmıştır. Yeni Türk
alfabesi, Türk fonetiğinin özellikleri iyice düşünülerek hazırlanmıştır
ve günümüzdeki Türk alfabesi sayesinde Türkçe, imla sorunu en az olan
dillerdendir.
Osmanlı Dönemindeki Tartışmalar ve Münif Paşa
Latin harflerinin kabulü sorunu, Osmanlı
İmparatorluğu'nun son dönemlerinde ciddi olarak tartışılmaya başlanmıştır.
- Sultan II. Abdülhamid'in Görüşü: Sultan II. Abdülhamid dahi,
Latin harflerinin kendini gizleyen bir taraftarı gibi
görünmektedir. Padişah, halkın büyük cehaletine sebep olarak okuma yazma
öğrenimindeki güçlüklüğü ve bunun nedeni olarak da harfleri
göstermiş, bu işi kolaylaştırmak için Latin alfabesinin kabulünü yerinde
olabileceğini ifade etmiştir.
- Münif Paşa'nın Gayretleri: Latin
harflerine taraftar olduğu için işinden atılan bir kişi olan Hafız Ali
Efendi, Manastır Valisi Ali Münif Paşa'nın ricasıyla 1911 (4
Kasım 1327) tarihinde yeniden işe alınmıştır. Bu durum, Münif Paşa'nın bu
konudaki destekleyici tavrını göstermektedir.
- Cesaretsizlik: Ancak
Latin harflerinin kabulü sorunu, taraftarların artmasına rağmen, uygulamada
cesaretsizlik nedeniyle hasıraltı edilmiştir.
II. Cumhuriyet Dönemindeki Uygulamalar ve Hatalar
Harf Devrimi, Mustafa
Kemal Atatürk'ün tek başına aldığı cesur ve radikal bir kararla üç ay gibi
kısa bir sürede 1928 yılının Kasım ayındaki kanunla gerçekleşmiştir.
Uygulamadaki Hatalar ve Eleştiriler
Kaynaklar, Harf Devrimi'nin kendisinin olumsuz
bir sonuç yaratmadığını, ancak değişim sonrasında beklenen entelektüel atılımın
gerçekleşmemesini eleştirmektedir:
- Mirasın Reddi Söylentisi: Yeni kuşakların eski mirası
Harf Devrimi'nden dolayı tanıyamadığı yakınması, Osmanlıca bilmeyenlere
özgü bir dedikodudur. Harf Devrimi'nin böyle bir olumsuz sonuç
yarattığı düşünülmez.
- Batı Kültürüne İnememe: Latin
harflerinin kabulüyle Batı kültürünün kaynaklarına kolayca inileceği savı pek
geçerli görünmemektedir. Türk aydını, Arap harfleri kullanılmaya devam
edilseydi bile, Tanzimat'tan beri olduğu gibi Batı literatürüne
yönelecekti. Önemli olan bilimsel bir tavırla yönelmek ve doğru tercüme
yapmaktır.
- Toplumsal Engeller: Latin
harflerinin kabulüyle okur-yazarların artmasına yardımcı olunmuş ve okuma
alışkanlığı yerleşmeye başlamıştır. Ancak, daha fazla bir gelişme
olmamasının nedeni, toplumsal yapıdaki çetin engellerdir.
- Eğitimdeki Nitelik Kaybı (Gramer Sorunu): Günümüz
Türk yazarlarının en büyük sorunu kendi lisanını bilmemek. Yazarların çoğu cümle
kurmayı bilmiyorlar, gramerleri yok. Türkiye'nin aydınları, yabancı
okula veya yurt dışına gitse bile, uzun zamandan beri gramer denen
dalla ve zenginlikle ilgi kuramamıştır.
Tartışmalar ve Muhafazakâr Tepkiler
Latin harflerinin kabulüne yönelik direniş ve
endişeler, Cumhuriyet'in ilk yıllarından itibaren mevcuttu:
- İzmir İktisat Kongresi (1923): Kongre reisi Kâzım Paşa
(Karabekir), Latin harflerinin kabulü meselesini, Avrupalılarca
bizi bölmek ve İslam âleminden koparmak için ortaya atılan bir nifak
tohumu olarak görmüş ve Arnavutlarla Azerbaycanlıların bu yüzden
pişman olduğunu ileri sürerek tartışmaları önlemiştir.
- Kültürel Kopuş Endişesi: Latin
harflerini savunanlara karşıt olarak, Ali Seydî Bey 1926'da Arapça
kelimelerin Latin harfleriyle yazılamayacağı itirazıyla bir risale
yayımlamıştır.
III. Öztürkçe Konusundaki Hatalar
Öztürkçe (dilde sadeleşme) hareketinin kendisi,
Latin harflerinin kabulünden hemen sonra başlayan ve Arapça kelimelerin Latin
harfleriyle yazımı konusundaki itirazlara cevap teşkil eden köklü bir
girişimdi.
Kaynaklarda, sadeleşme hareketinin yönteminden
veya amacından kaynaklanan doğrudan bir "hata"dan çok, dilin kültürel
zenginliğinin yanlış yorumlanmasından kaynaklanan hatalara dikkat
çekilmektedir:
- "Kültür" Kavramının Yanlış
Çevirisi: Ziya Gökalp'in kültürü 'hars' (Arapça bir kelime) ve daha
sonraki ilericilerin 'ekin' diye çevirmesi gülünç bir hatadır.
- Bu çevirilerin hatalı
olmasının sebebi, Latincede kültür kelimesinin kökeninin 'toprağı
sürmek'ten (ekin) gelmesine rağmen, 'tapınma' (cult) anlamını da
içermesidir. Hars ve ekin kelimeleri bu anlam zenginliğini vermez.
- Dilin Zenginliğinin Reddi: Türk
aydınları arasında hâlâ yaygın olan bir sorun, eski ve yeni lügatleri
içeren kendi lisanını bilmemek ve klasik şark dünyasıyla
ilgilenmekten çok Batı tercümelerini dinlemeyi tercih etmektir.
- Yüzeysellik: Hem
Osmanlı aydınının hem de bugünkü Türk aydınının Batı karşısındaki
hastalığının aynı olduğu, her ikisinin de yüzeysel kaldığı
belirtilir. Aydınlar Batı dillerini bilseler de, Batı medeniyetinin temeli
olan Yunan ve Latin kültürüne inememişlerdir.
Bu durum, dil devriminin sadece harf
değiştirmekle kalmadığını, aynı zamanda kültürel kimlik ve entelektüel
donanım konusunda yapısal zorlukları beraberinde getirdiğini veya mevcut
zorlukları aşmakta yetersiz kaldığını göstermektedir.
Kadının Konumu ve Rolü
I. Osmanlı İmparatorluğu'nda Kadının Konumu ve Rolü
Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti
dönemlerinde kadınların konumu ve kendilerine sağlanan imkânlar,
imparatorluktaki geleneksel rol, eğitim ve aile yapısı ile Cumhuriyet
dönemindeki radikal yasal kazanımlar ve sosyal değişimler bağlamında ele alınmaktadır.
Osmanlı İmparatorluğu'nda kadınlar, özellikle
hanedan çevresi ve yönetici sınıflar için bir eğitim ve devamlılık aracı olan Harem
kurumunda merkezi bir rol oynamıştır.
1. Harem ve Eğitim İmkanları
- Harem, bir
manada, Enderun'da yetiştirilen yönetici sınıf için kızların eğitildiği
bir yerdir.
- Harem mensupları sadece
padişahın eşleri veya müstefrişesi (gözdesi) olmak için değil, aynı
zamanda bir ölçekte Enderun'dan çıkan yönetici sınıf için
yetiştirilmiştir. Bu, Osmanlı Devleti'nin yönetici kadrolarının eşlerinin
eğitimi ve kültür seviyesi açısından kritikti.
- Padişahların kız kardeşleri ve kızları (Sultanlar), münasip
devlet adamlarıyla evlendirilmiştir.
- yüzyıla kadar Osmanlı
hanedanı yabancı (Müslüman veya gayrimüslim) kadınlarla evlenirken, bu
yüzyıldan sonra yerli ve yabancı hanedanlardan ne kız alınır ne de
verilirdi.
2. Sosyal Yapı ve Dini Hayat
- Aile Yapısı:
Cumhuriyet'in ilanından sonra bile uzun yıllar Osmanlı aile yapısının
yansıması görülmüştür. Aile, çeşitli kurumsal yapılanmaları beraberinde
getirdiği için çok önemli bir sosyal kurumdur.
- Bölgeler Arası Farklılık: Klasik dönemde (17. asır) Ankara'da
köle alım-satımı ve evlere cariye alıp çalıştırmak neredeyse hiç
görülmezken, Bursa, Edirne veya İstanbul gibi şehirlerde durum farklıydı.
Ankara'da çok zengin olsalar bile erkeklerin nadiren ikinci eş aldığı
görülür.
- Kültürel Yapı: Osmanlı
toplumunda, kadınların daha serbest bir cinsel hayat ve seksüel hürriyet
isteme gibi tartışmaları ortaya çıktığında, buna karşı bir Osmanlı
mirasından söz edildiği görülmektedir.
3. Modernleşme Döneminde Eğitim (19. Yüzyıl)
- yüzyılda, Osmanlı insanı değişen
bir dünyada kendisinin de değişmesi gerektiğini ve bu nedenle ön
planda çocuğun eğitimine eğilmek gerektiğini anlamıştır.
- Bu sorun, muhafazakârlar kadar, modern
İslamcıları ve Batıcıları da meşgul etmiştir.
- Bu dönemde risalelerin ve giderek çocuk
dergisi ve gazetelerinin yayın hayatına girdiği gözlemlenirken, bu
yayınların odak noktası daha çok çocuklar ve kadınlar içindi.
II. Türkiye Cumhuriyeti'nde Sağlanan İmkanlar
Türkiye Cumhuriyeti, kadınlara yönelik hakları
Batı toplumlarından dahi önce, tepeden inme ve radikal bir eğilimle
sağlamıştır.
1. Yasal ve Siyasi Kazanımlar
- Gelişmemiş ve kapitalizme ulaşmamış
Türkiye'de, biraz da radikal bir eğilimle, kadınlar haklar elde
etmişlerdir.
- Bu
haklar kadınlara erkeklerce verilmiştir; çünkü kadınların kendi
haklarını alacak örgütlenmeleri ve kanuni güvenceleri yoktu.
- Cumhuriyet, daha önce var olan kadın
hareketlerini yönlendirmeyi, kanunlaştırmayı ve sistemleştirmeyi
başarmıştır.
- Kadınlara seçme ve seçilme hakkının birçok
Batı toplumundan önce verilmesi, Cumhuriyet'in en önemli kazanımlarından
biridir ve kadının toplum hayatındaki yerini sağlamlaştırmıştır.
- Cumhuriyet'in, laik düzen ve hukuk
reformuyla modern toplumlara özgü siyasal yapıya, yönetim sistemine ve hukuki
düzenin mükemmelleşmesine geçişi hızlandırdığı belirtilmiştir.
2. Sosyal ve Ekonomik Eşitlik Durumu
- Eğitim: Türkiye
Cumhuriyeti'nin kuruluş yıllarında sağlık ve eğitim alanında önemli
atılımlar yapılmıştır. Cumhuriyet'in ilk yıllarında eğitimde eşitlik
vardı; Kastamonu'daki, Konya'daki lise ile Ankara ya da İstanbul'daki lise
arasında bir fark bulunmazdı, eğitim düzeyi aynıydı.
- Sosyal Eşitlikteki Sınırlamalar:
Türkiye'de cinsiyetler arasında bazı konularda eşitlik sağlanmış olsa da, okumuş,
belli bir mali düzeye erişmiş kadınla erkeğin arasındaki fark çok
azalmışken, büyük kitle için aynı durum söz konusu değildir.
- Kırsal Alanda Kadın:
Özellikle ziraat alanında, kadınlar kaba iş gücü olarak görülmeye
devam ettiği için eşitlikten söz edilememektedir.
- Hak Kazanımı: Haklar
esasen mücadeleyle kazanılır; Türkiye'de işçi sınıfı, 19. yüzyıl
Avrupa işçi sınıfının çektiği ızdırapları çekmediği için, sanayileşmeye
rağmen muhafazakârdır ve hak ve özgürlük arayışına Batı'dakiler kadar
girmemiştir.
- Toplumsal Dinamizm: Türk
toplumu dinamik ve akıllı bir cemiyete sahiptir ve zamanın gereklerini
anlamıştır. Yaşadığı büyük değişim için büyük bir kan diyeti
ödememiştir.
Analojik Özet: Kadınların Osmanlı'daki
durumu, bir zanaat okuluna benzetilebilir; saray (Harem), imparatorluğun
yöneticilerini yetiştiren Enderun'a uygun eşler yetiştirerek toplumun
zirvesinde kültürel sürekliliği sağlıyordu. Buna karşın, Türkiye
Cumhuriyeti'nde sağlanan imkanlar ise, bir anayasayı değiştiren kanun
gibidir; haklar, tabandan gelen bir mücadele yerine, radikal bir üst yapı
kararıyla erken dönemde bahşedilmiş ve bu durum, Türkiye'yi birçok Batı
ülkesinden önce kadınlara siyasi haklar tanıyan bir konuma yükseltmiştir. Ancak
yasal eşitlik, özellikle kırsal kesimde, tam anlamıyla sosyal ve ekonomik
eşitliğe dönüşme mücadelesini halen sürdürmektedir.
Şeriat Kanunlarının Uygulanışı
Osmanlı İmparatorluğu'ndaki şeriat kanunlarının
uygulanışı, cezaları ve devletin bu uygulamalardaki hataları konusundaki
mütalaalar, bu sistemin merkeziyetçi örfi (geleneksel) hukuk ile sürekli
bir denge ve çatışma içinde olduğunu göstermektedir. Kaynaklar, Osmanlı
Devleti'nin hukuki yapısının karmaşıklığı nedeniyle salt bir şeriat devleti
olarak nitelendirilemeyeceğini, uygulamadaki asıl hataların ise yolsuzluk,
merkezin zafiyeti ve yerel sömürü mekanizmalarından kaynaklandığını
vurgulamaktadır.
I. Şeriat Kanunlarının
Uygulanışı (Uygulamalar)
Osmanlı Devleti'nin yönetim ve yargı sistemi,
şer'î hükümlere dayanmakla birlikte, dünyevi otoritenin kuralları ve yerel örf
ve adetler tarafından biçimlendirilmiştir.
1. Hukuki Yapının İkiliği (Şer'î ve Örfî Hukuk)
- Bazı yazarlar Osmanlı
Devleti'ni, yönetim ve yargıda şer'î hükümlerin egemen olduğu ve kanunların
İslam Dini'nin kaynakları olduğu bir sistem olarak tanımlasa da,
uygulamadaki durum farklıdır.
- Önde gelen tarihçilerin
görüşüne göre, uygulamada (tatbikatta) şer'î mevzuattan çok, dünyevi
otorite tarafından konan kuralların (örf-i sultanî), örfün ve âdetin
hâkim olduğu belirtilir.
- Osmanlı idaresi, toprak
düzenini ve maliyeyi tayin eden kanunnameleri şer'î hukukla
uyum içinde değildir; devlet hayatının temel kurum ve ilişkilerini şer'î
mevzuattan çok örfî kanunlarla düzenlemeyi tercih etmiştir.
2. Kadı'nın Rolü ve Yetkileri
- Kadı,
Osmanlı'da hem adliye hem de mülkiye görevlisi olup, diğer
İslam devletlerindeki meslektaşlarına göre daha geniş yetkilere sahipti.
- Kadı, sadece adli işleri değil; aynı zamanda
mülkî, beledî, malî ve askerî sahaları kapsayan görevlere de
sahipti.
- Osmanlı kadısı, toprak düzeni, maliye gibi
konularda ve hatta bazen aile hukukuna ilişkin sorunlarda dahi, şeriattan
çok örf ve âdet hukukuna başvurmayı tercih etmiştir.
3. Gayrimüslimlerin Yargı Özerkliği
- Osmanlı toplumu içinde gayrimüslim gruplara tolerans
gösterilmekteydi.
- Gayrimüslimlerin kendi aralarındaki davalar, kendi dinlerine göre
cemaatlerinin yargı kurulları tarafından görülürdü. Kadı, sadece
cemaatler arası davalarda hakemlik (arbitration) yapardı.
4. Şeyhülislamlık ve Fetva
- Padişahın mutlak
otoritesi, ulemanın reyi (fetva) ve kurulu düzen tarafından
sınırlandırılmıştı.
- Ancak ulemanın fetvaları
özerk bir muhalif organ olmaktan ziyade, devletin siyasetini
temellendiren bir organ olarak işlerdi.
- Ulema, bazı konularda dünyevî
otoritenin koyduğu kanunları (ulu’l-emr) esas alan fetvalar
verebiliyordu ("şer’î maslahat değildir, Ulu’l-emr ne ise öyle
olsa...").
II. Cezalar ve Yaptırımlar
Şer'î ve örfî hukukun kesişim noktasında
uygulanan cezalar, devlet otoritesini ve nizam-ı âlemi (düzen) korumayı
amaçlıyordu.
- Asayiş ve Askerî Nizam: Ordunun sefere çıktığı zaman
tarlaya zarar veren askerin başı vurulurdu. Bu, ilahî adalet
duygusundan çok, ordunun ertesi yıl geçeceği yerlerde boş ve ekilmemiş
tarlalar kalmaması içindi.
- İsyan ve Başkaldırı: İslam'ın Ehl-i Sünnet
versiyonunda ve Osmanlı'da devlete karşı isyan men edilmiştir;
isyancı (asi) ölüm cezasına çarptırılır.
- Beledî Yaptırımlar: Kadı,
kentlerde narh tespiti (fiyat belirleme) ve temizlik kontrolü gibi
beledî görevleri de yürütürdü ve bu yaptırımların uygulanmasındaki başlıca
yardımcısı muhtesib idi.
- Lonca İnfaz Yetkisi:
Loncalar, devlet kapısından önce bazı sorunları çözme ve cezaları
vermeye yetkili idi. Osmanlı'nın ilk zamanlarında bu yetki daha
genişti; hatta dericiler (debbağ esnafı) gibi bazı kalabalık
gruplar, aralarına aldıkları katl zanlılarını bile yönetime teslim
etmeyerek infaz yetkilerini korumuşlardır.
- Radikal Fetvalar:
Kadızadeliler gibi katı din yorumu yapan gruplar, tütünün haram olduğu
konusunda fetva vermiş, hatta tütün kullananların katli yolunda
fetva dahi verip sert tedbirler almaya çalışmışlardır.
III. Devlet Tarafından Uygulanmasındaki Hatalar
Kaynaklar, şeriat hükümlerinden kaynaklanan
sistematik hatalardan ziyade, merkezi devlet otoritesinin zayıflaması sonucu
ortaya çıkan ve uygulamayı yozlaştıran yönetim hataları ve sömürü
mekanizmalarını ele almaktadır:
- Yerel Sömürünün Artması:
- Mukataa ve Malikâneler: Vergi toplama işinin iltizam
yoluyla mültezimlere (vergi toplayanlara) devredilmesi, Osmanlı
feodallerine üreticiyi soymak, tefecilikle ve zirai
ürünler ticaretinde vurgunculukla üreticiyi soğup soğana çevirmek
için iyi fırsatlar yaratmıştır.
- Muhtarların Yolsuzluğu:
Köylerde muhasebe becerisi ve bürokratik bilginin olmaması nedeniyle, muhtarlar
vergi konusunda kolayca yolsuzluk ve soygunculuk yapabilmekteydi.
- Merkezî Otorite Zafiyeti:
- Devletin, yoğun bir kontrol
mekanizmasını yürütecek durumda olmadığı açıkça belirtilmiştir.
- Merkezî devletin yeteneksiz
ve imkânsız kaldığı durumlarda köyleri başıboş bırakması, soygun
ve asayiş bozukluğu demektir.
- Kadılar
bile zaman zaman mülkî kadroların veya nüfuzlu eşrafın etkisi altına
girebiliyordu.
- Merkezî yönetim, bürokratik
yeteneği el verdiği ölçüde her alana otoriter bir tutumla el
atmış, karışmaması gereken yer ve konuda ise kırtasiyecilik ve
engelleme ile mahallî atılımı önlemiştir.
- Hukukun Adetlere Bağlı Kalması:
- Türkiye'de modern dönemde
hukuk normları adetlerin önünde giderken, Osmanlı döneminde ve sonrasında
dahi toplumun büyük bir kısmı, hukuk normlarının içtimaî hayatı,
âdetleri, örfü ve gelenekleri takip etmesini bekliyordu. Bu durum,
köklü toplumsal değişimleri yavaşlatmıştır.
- Entelektüel Baskı:
- Feodal düzenle merkeziyetçi
dinsel örgütün içiçe girmesiyle oluşan baskı, bütün kültür hayatına
egemen olmuş, bu da bilim ve teknolojide atılım yapılmasını
engellemiştir. Osmanlı tarih yazıcılığı da genellikle mevcut düzeni
savunmuş ve eleştiriyi sınırlı tutmuştur.
Sonuç olarak, şeriat kanunları Osmanlı'da,
örfi hukuk ve yerel adetlerle birlikte işleyen bir sistemin parçasıydı. Uygulamadaki asıl hatalar, yasaların
kendisinden çok, zayıflayan merkezi otoritenin ve yozlaşan yerel idarecilerin,
sistemi sömürü (vergiden soymak) ve adaletsizlik (eşrafın etkisi)
için kullanmalarından kaynaklanıyordu.
Vergi Sistemi Düzenlemeleri
Kaynaklarınız, Osmanlı İmparatorluğu'nda vergi
sisteminin ve düzenlemelerinin, devletin askerî nizamına ve merkeziyetçi
kontrol kapasitesine sıkı sıkıya bağlı olarak kurulduğunu ve tarihsel süreç
içinde bu yapının Batılılaşma baskıları ve ekonomik çöküntüler nedeniyle köklü
reformlara uğradığını göstermektedir.
İşte vergi sistemi düzenlemeleri hakkındaki temel
fikirler ve örnekler:
I. Osmanlı İmparatorluğu'nda Vergi Sisteminin
Temelleri
Osmanlı mali ve vergi sistemi, devlete süreklilik
kazandıran büyük bir ordunun bakımı ve askerî-idarî aygıtın işleyişi
ihtiyaçları göz önünde bulundurularak oluşturulmuştur.
1. Vergi Türleri ve Sınıflamalar
Reayanın (vergi mükellefi halkın) yükümlülükleri
genellikle üç ana grupta toplanırdı:
- Şer'i Vergiler: İslam
dininin kaynaklarına dayanan vergilerdir.
- Örfi Vergiler (Tekâlif-i Örfiyye): Şeriatın
emri dışında, dünyevi otorite (Sultan fermanları) aracılığıyla konan
yükümlülüklerdir. Toprak ve vergi meselelerinde, örf-i sultanî'nin
(Sultan örfü) şeriatten önce geldiği ve örfî hukukun bu alana müdahale
etmediği belirtilmiştir.
- Tekâlif-i Şakka (Avarız-ı Divaniye): Sonradan
ortaya çıkan, şeriatte veya örfî kanunlarda yer almayan olağanüstü
vergilerdir.
2. Arazi ve Vergi Mükellefiyeti
- Devlet, fethedilen bölgenin tahririni
(envanterini) yaparak vergi matrahlarını ve mükelleflerini acilen
belirlerdi.
- Vergiler ve araziler, reayanın dinî-toplumsal
durumlarına göre belirli kategorilere ayrılırdı.
- Tımar Sistemi: Vergi
gelirlerinin tamamının veya bir kısmının dirlik olarak bir görevliye
devredildiği bir sistemdi. Tımar, sadece arazi gelirlerini değil, aynı
zamanda cizye, cerime ve resm-i arus gibi başka vergi kalemlerini
de içerirdi. Bu sistemde örfî vergiler doğrudan sipahiye ödenirdi.
- Vergiden Muafiyet: Saray,
divan ve merkezî hükümet memurları ile ulema sınıfı gibi askerî sınıfa
girenler, şer'î ve örfî vergiler ile diğer yükümlülüklerden muaftı. Stratejik
hizmetlerde bulunan köylüler (derbentçiler, suyolcular, tuzla
işçileri, çeltik tarımıyla uğraşanlar) de avarız vergisinden
muaftı.
II. Klasik Sistemdeki Bozulma ve İltizam Sistemi
- yüzyıldan itibaren imparatorlukta meydana
gelen askerî harcamaların büyümesi, lord bürokrasisinin tüketim eğiliminin
artması ve merkezileşme eğilimi nedeniyle vergiler artırılmıştır.
- Vergi Artışı ve Yükümlülükler: Osmanlı
feodal sistemi, devletin mukataa ve malikâne’lere bitmez
tükenmez bir gelir kaynağı gözüyle bakması ve vergileri artırması
nedeniyle reaya için iki kat fazla bir yük olmaya başlamıştır.
- Merkezin Zayıflığı: Merkezî
mali örgütün teknik yönden yetersizliği ve belirli bir gelir elde etme
isteği yüzünden, vergiler iltizam (vergi mültezimlere ihale edilerek)
sistemiyle toplanıyordu. Bu sistem, imparatorlukta tarım, ticaret ve
sanayi gelişmediği için yıkıcı ve fakirleştirici bir şekilde devam
etmiştir.
- Mali Kontrol Eksikliği: Osmanlı
maliyesinin 19. yüzyıla kadar geleneksel bir sistem içinde yaşadığının en
belirgin kanıtı, bütçe cetvellerinin tüm gelir ve masrafları değil, sadece
merkezî hükümet kasasına giren gelirleri ve harcamaları
göstermesiydi. Eyaletlerin kendi malî işlemleri ve gelir/giderleri, yerel
büroların ve yöneticilerin inisiyatifi dahilindeydi.
III. Tanzimat ve Modern Maliye Reformları
- yüzyılda,
Osmanlı Devleti'nin en büyük sorunu, vergi kaynaklarını iyi tespit
edip sağlıklı vergilendirme yapamamasıydı. Klasik mali sistem,
modernleşme gerekliliklerini (eğitim, sağlık, daimi modern ordu)
karşılayamıyordu.
1. Tanzimat Fermanı'nın Hükümleri
- Islahat Zorunluluğu: Kırım
Savaşı sonrası artan askerî masraflar nedeniyle devlet klasik yönetimi
değiştirmek zorunda kalmış ve üretimle karşılayamayacağı bir tüketim içine
girmiştir.
- Mali Islahat: Gülhane
Fermanı (Tanzimat), tebaanın hukukî eşitliği ve güvencesi ile birlikte
adilî ve malî ıslahatı yeni düzenin en önemli iki ilkesi olarak
belirlemiştir. Bu, malî sistem ile hukukî mevzuatın ıslahı anlamına
gelmekteydi.
- Vergi Düzenlemeleri: Tanzimat
döneminde, modernleşen bir mali sistemin gereği olarak zamanı ve
miktarı belirsiz vergiler (tekâlif-i şakka gibi) kaldırılmış.
Ancak ülkenin ilkel sosyo-ekonomik yapısı ve bürokratik yetersizlikler
nedeniyle merkezîyetçi malî denetimin sağlanması suya düşmüştür.
- İltizamın Devamı ve Aşar: Merkezî
devlet, gelir kaynaklarını sağlıklı bir biçimde saptayacak bürokratik
kadroyu yetiştiremediği için iltizam sistemi devam etti. Özellikle
zirai yapıda gerçek bir modernleşme görülmediği için aşar vergisinin
(öşür) alınmasına devam edilmiştir.
2. Düyun-u Umumiye'nin Paradoksal Rolü
- Maliyenin
iflas etmesi ve dış borçlanma sonrasında, alacaklı devletler adına kurulan
Düyun-u Umumiye (1881), bazı gelir kalemlerine el koyarak bu
gelirlerin tahsilini üstlenmiştir.
- Bu yabancı kuruluş, bir nevi hacizci
olmasına rağmen, Türk maliye bürokrasisine modern vergilendirmenin
gereği olan tespit, toplama ve kaydetme gibi hususları öğretmiştir.
- Ancak yabancı kurumun bazı gelirleri kontrol
etmesi, devletin bağımsızlığını ve merkeziyetçi malî teşkilatlanma
usulünün yerleşmesini zedelemiştir.
IV. Türkiye Cumhuriyeti Dönemindeki Düzenlemeler
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra,
iktisadi sistemin ıslahı çerçevesinde kritik bir vergi reformu yapılmıştır:
- Aşar Vergisinin Kaldırılması: Mustafa Kemal Paşa döneminde,
iktisadi sistemin ıslahına geçilmiş ve köyden aşar vergisi (öşür)
kaldırılmıştır. Bu, Türkiye tarihinin gerçek anlamda reformatör bir
adımıdır.
Osmanlı İmparatorluğu'nun vergi sistemi
düzenlemeleri, imparatorluğun askerî ve idarî zorunlulukları ile iç içe geçmiş;
klasik dönemde mükemmel bir kayıt sistemi (tahrir) ile ilerlemiş, ancak 17.
yüzyıldan itibaren ekonomik durgunluk ve modernleşme baskısı altında çöküşe
geçmiştir. Cumhuriyet döneminde ise en köklü vergi reformu, aşarın
kaldırılmasıyla gerçekleştirilmiştir.
Kıyaslama yapmak gerekirse, Osmanlı'daki vergi
sistemi, bir ailenin tüm ihtiyaçlarını karşılamak üzere geleneksel yöntemlerle
yürüttüğü, sürekli yama yapılan bir bütçe gibidir. Bu sistemde gelirler
(vergiler) sabit ve garantili olmadığından, her yeni harcama (modernleşme) bir
borçlanma krizine yol açmış ve bu da Düyun-u Umumiye gibi harici bir
"muhasebecinin" gelip, devlete modern mali kayıt tutmayı öğretmesi
gibi paradoksal bir duruma neden olmuştur.
En İyi Vergi Sistemine Dair Genel Görüşler
Kaynaklar, "en iyi" vergi sisteminden
ziyade, bir devletin ayakta kalmasını sağlayan adil, düzenli ve merkeziyetçi
mali kontrol sağlayabilen bir sistemin özelliklerini vurgulamaktadır.
A. Sistemin Başarısının Temel Şartları
- Kaynak Tespiti ve Sağlıklı Vergilendirme: Bir
devletin varlığını sürdürebilmesinin en önemli şartı, vergi
kaynaklarını iyi tespit edip bunları sağlıklı vergilendirebilmesidir.
Osmanlı Devleti'nin 19. asırdaki en büyük sorunu bu yeteneği
kaybetmesiydi.
- Adil Bölüşüm ve Sürdürülebilirlik: Bir
sistemin tıkanmasının temel nedeni, gelirlerin (varidat) adil bir
şekilde dağıtılamamasıdır. Çalışan ve üreten insanların adalet
ölçüsü içinde paylarına düşeni alamamaları sistemi çökertir.
- Hukuk ve Kültürel Yapının Önceliği: Bir
millet iktisadi bir krizle değil, hukukî ve kültürel yapıdaki
derbederlikle düşer. Vergi sisteminin sağlığı, aynı zamanda kültürel
yapıdaki istikrarla da ilişkilidir.
- Modern İhtiyaçların Karşılanması: Vergi
sisteminin modern bir devlette eğitim, sağlık, daimi modern ordu
gibi modern tekniklere dayalı harcamaları karşılayabilecek yapıda olması
gerekir.
- Standart ve Belirli Olma: Modern
bir mali sistemde zamanı ve miktarı belirsiz vergiler kaldırılır ve
daha sabit vergilere dönüştürülür. Örneğin, Tanzimat döneminde bu
amaçla Tekâlif-i Şakka türü olağanüstü vergiler kaldırılmıştır.
B. Uygulamadaki Hatalar ve Merkezileşme Sorunu
- Merkezîyetçilik ve Tekelcilik: Merkeziyetçi siyaset, idare
ve iktisadi hayata aşırı müdahale ettiğinde sorunlar ortaya çıkar.
Özellikle devlet tekelciliği, öngörülen anayasal sistemle
bağdaşmaz.
- İltizam Sistemi: İltizam (vergi toplama işinin
ihale edilmesi) sistemi, Avrupa krallıklarında (Fransa gibi) tarımsal
üretim ve ticarette zenginleşme olduğu için yıkım yaratmamış, devletlerin
güçlenmesini sağlamıştır. Ancak Osmanlı ülkesinde tarım, ticaret ve
sanayi gelişemediği için iltizam, yıkıcı ve fakirleştirici bir
sistem olarak çok uzun sürmüş ve tasfiye edilememiştir.
II. En İyi Vergi Sistemleri Hakkındaki Görüşlere
Örnek Ülkeler
Tarihsel örnekler, güçlü devletlerin mali
disiplinini göstermek için kullanılmıştır:
1. Kadim İmparatorluklar
- Mısır ve Roma: İnsanlık tarihinde Eski
Mısır, vergilendirme konusunda oldukça iyi olduğu için büyük bir
devletti. Roma İmparatorluğu da Mısır'ı ele geçirdiğinde bu sistemi
kavramıştı.
- Roma’nın Çöküşü: Roma’nın
hukuku ve ordusu çağının çok ilerisinde olmasına rağmen, gelirleri
(varidatı) adil dağıtamadığı için sistem çökmüştür. Çalışan ve üreten
askerlerin ve vatandaşların güvencesi kalmadığı zaman sistem tıkanmıştır.
2. Osmanlı İmparatorluğu
- Tımar Sistemi: Osmanlı
toprak sisteminin temeli, fethedilen bölgede hemen yapılan tahrir
(sayım) işlemiyle vergilerin matrahının ve gelirlerinin belirlenmesine
dayanıyordu. Bu sistem, askerî-idarî kontrolü sağlamış ve reayayı
(vergi mükelleflerini) çift-hane sistemine (bir çift öküz ve bir çiftlik)
tabi tutarak tarımsal üretimi denetlemiştir.
- Mali Zafiyet: 19.
yüzyılda maliyenin iflas etmesi üzerine kurulan Düyun-u Umumiye (Genel
Borç İdaresi) sayesinde, Türkiye modern maliye sistemini kavramış
ve modern vergilendirmenin gereği olan tespit, toplama ve kaydetme
hususlarını bu yabancı kuruluştan öğrenmiştir.
3. Tarihsel Devletler
- Altın Orda: Altın Orda Hanlığı, makul
gelen vergi sistemi sayesinde sağlam bir imparatorluk kurmuştu. Rusya
tarihinde tıyuş (haraç), aşar, tamga ve sapanlık gibi ziraî
vergiler ile Yam ve Vlak gibi posta vergileri, Altın Orda
ile birlikte ortaya çıkmıştır ve bu sistem Rus devletine de örnek
olmuştur.
- Sasaniler: Sasani
İmparatorluğu'nda arazi vergisi "haraç" adını alıyordu ve
ürünün hasılat miktarına göre 1/3 ile 1/6 arasında değişiyordu. Yahudi ve
Hristiyanlardan ayrıca gezît (cizye) denen baş vergisi alınırdı.
III. Para Konusundaki Görüşler
Kaynaklar, doğrudan para teorilerinden bahsetmek
yerine, paranın uluslararası dolaşımı, sermayenin istikrarı ve ekonomik
dengesizliklerin paraya etkileri üzerinde durmaktadır.
- Sermayenin İstikrarsızlığı:
Türkiye'de paranın, sermayenin 3-4 defa el değiştirdiği
görülmüştür. Bu durum, sadece gelişme açısından değil, kültürel
yapılanma açısından da hazin olarak nitelendirilmektedir.
- Uluslararası Para Birimleri: Orta Çağ'da, Arap sikkeleri
9. ve 10. yüzyıllarda her yerde geçerliydi. 10. yüzyıldan itibaren ise Venedik
Dukası ve Floransa Florini uluslararası sikke haline gelmiştir.
- Yerel Para Birimlerinin Kökeni:
Rusça'daki para karşılığı olan deneg kelimesi, Altın Orda'nın tenge
kelimesinden gelmektedir.
- Kamu Kurumlarında Gelir Akışı: Müzeler
gibi kamu kurumları bilet gelirlerini keser ancak bu gelirler doğrudan
kuruma geri dönmez; başka bir yere gider. Kurum, ihtiyacı olan
parayı geri almak için prosedürlere tabi olur, bu da çok vakit alır ve
yorar.
- Eşitliksiz Sistem:
Günümüzde dahi çok zengin bir azınlık ve zenginlikten pay alamayan
kitlelerin var olduğu sistemlerde, eşitsizlik devam etmektedir. Bu
ayarsızlık, üretimi kimlerin yaptığı ve bu üretimden ne kadar pay aldığı
sorusuna cevap verilemediği sürece sürecektir.
Sonuç olarak: Kaynaklar, mükemmel bir
vergi sistemi tanımı yapmaktan kaçınmakla birlikte, başarılı bir mali sistemin;
adaleti (özellikle gelir dağılımında), güçlü kaynak tespitini (Osmanlı'daki
tahrir sistemi gibi) ve merkeziyetçi kontrol kapasitesini birleştirmesi
gerektiğini vurgular. Aksi takdirde, Roma İmparatorluğu örneğinde olduğu gibi,
sistemin iç çelişkiler nedeniyle çöküşü kaçınılmazdır. Türkiye’nin sermaye
alanındaki istikrarsızlığı da bu dengesizliğin kültürel ve ekonomik bir
yansıması olarak görülmektedir.
Atatürk ve Çevresindekiler Kurmayların
Karşılaştırılması
- Atatürk, kurmay arkadaşları ve dönemin diğer dünya liderlerinden
dehası ile ayrılır.
- Enver Paşa, yetenekli ve cesur bir adam olmasına rağmen, zamansız
bir atılımla hatalar içine düşmüştür (I. Dünya Savaşı'na girme
kararı). Atatürk ise savaşa girmemeyi savunanların başında geliyordu.
- Atatürk, Enver Paşa'yı bir
tehlike olarak görüyordu. Enver Paşa, monarşistti ve Kayzer Wilhelm'in
karşısında hazır olda dururdu, oysa Atatürk doğuştan cumhuriyetçiydi.
- İsmet Paşa, tipik bir kurmaydı ve daha temkinli giden, bilgili bir
kimseydi. Atatürk'ün yakın silah arkadaşı ve en güvendiği arkadaşıydı,
ancak Atatürk'ün yaptığı atılımları ve cesareti gösteremediği ve kültürel
konularda daha kaba yorumlu olduğu belirtilir.
- Atatürk'ün vazgeçilmez bir iradesi (Rumeli inadı) vardı ve
"Olmalı" dediği an, "olabilir" seçeneği ortadan
kalkıyordu.
Atatürk'ün karakteri, Birinci Dünya Savaşı'nın
büyük hatalarından ve hayal kırıklıklarından ders çıkarmış, aşırı ihtiyata
kaçınan komuta kademelerinden farklı olarak, atılım yapılması gereken yerde
bunu yapacak cesaret ve geniş ufka sahip olmasıyla özetlenebilir. Bu,
onun en kritik konularda ileri görüşlülüğünü göstermiştir.
Atatürk'ün eleştirilen kararlarının çoğu,
tarihsel koşullar göz önüne alındığında, gerçekçi bir liderin sınırlarını
bilme yeteneğinden kaynaklanıyordu; adeta bir strateji dehası, ülkenin
sınırlarını bir nakkaş gibi hassasiyetle çizmiş, nerede duracağını bilen bir
sanatçıydı.
I. Önde Gelen Silah ve Dava Arkadaşları
Mustafa Kemal Atatürk'ün kurmayları ve yakın
çevresindeki önemli isimler, Türkiye Cumhuriyeti'nin hem askerî zaferlerini hem
de kurumsal yapısını inşa eden kilit kadroyu oluşturmaktadır. Bu subayların
çoğu Erkân-ı Harp Mektebi'nden (Osmanlı Kurmay Akademisi) yetişmiş, dil
ve matematiği iyi, konuşması ve yazması başarılı, nitelikli komutanlardı.
İşte Atatürk'ün kurmaylarının ve yakın
arkadaşlarının temel görevleri ve rolleri:
İsmet İnönü
İsmet Paşa, Atatürk'ün yakın silah arkadaşı ve
kendisiyle en iyi anlaşan, hatta en güvendiği arkadaşıdır. Aralarındaki
hukuk Harbiye Akademisi'nden beri eskiye uzanır.
- Askerî Görevler: Birinci
Dünya Savaşı sırasında Doğu Anadolu'daki 2. Ordu kumandanıyken yolları
kesişmiştir. Millî Mücadele döneminde önemli bir yakınlık söz konusudur.
Kumandanlık vasıfları nedeniyle aranan bir kurmaydı. Rütbe olarak müsait
olmadığı halde Genelkurmay Başkanı olmuştur.
- Siyasi Görevler:
Cumhuriyet döneminde tercih edilen bir Hükûmet Başkanı (Başbakan)
idi. Kanuna bağlılığı ve bürokratik örgütlenmeyi ciddiyetle ele alışını
Atatürk kabul etmiştir. O, çok çalışkan bir kurmaydır. Atatürk'ün
vefatından sonra Cumhurbaşkanı olarak görev yapmıştır.
Mareşal Fevzi Çakmak Paşa
Fevzi Paşa, sıradan bir kumandan olmayan, çok
bilgili ve belirgin ilkeleri olan bir askerdir.
- Askerî Görevler: 1920
yılında Harbiye Nazırı idi. Millî Mücadele sırasında beklemede
kalanlar arasında olsa da, devlete ve şartların getirdiği noktaya itaat
ederek cumhuriyetçi olmuştur.
- Siyasi Durumu: Fevzi
Paşa'nın, Meclis'i tercih etmediği için Atatürk'ün yakın arkadaşlarına
"Hepiniz Meclis’e!" dediğinde, üniformasını çıkarmamış ve
görevinde bırakıldığı açıktır. Atatürk'ün vefatı sırasında İsmet Paşa için ağırlığını
koymuştur.
Kazım Karabekir Paşa
Kâzım Karabekir, Millî Mücadele'nin başlangıcında
direniş konusunda Ali Fuat Paşa ve Mustafa Kemal Paşa ile bir araya gelmiştir.
- Askerî ve Entelektüel Görevler: Doğu
Cephesi'ndeki karışıklıkları yatıştıran ve sınırlarımızı berkiten
antlaşmaları zaferleri ile sağlayan kuvvetin başındaydı. İstanbul
Hükûmeti'nin emirlerine rağmen Mustafa Kemal Paşa'nın emrine girmiştir. Çocuk şarkıları
bestelemekten piyes yazmaya kadar işi götürmüş, tarih ve edebiyat bilgisi
sonsuz, çok lisan bilen aydın bir subaydır.
- Siyasi Muhalefet: Dürüst
ve samimiyetle muhalif olan Terakkiperver Fırka'nın
liderlerindendi.
Ali Fuat Cebesoy Paşa
Ali Fuat Cebesoy, Millî Mücadele'nin
başlangıcında direnişin ilk kadrosunu oluşturan, bilgili kumandanlardandır.
Rauf Orbay
Rauf Orbay, Millî Mücadele kahramanlarından ve
Atatürk'ün arkadaşlarındandır. Daha sonra Terakkiperver Fırka liderleri
arasında yer almış ve muhafazakâr bir tavır sergilemiştir.
II. Uzman Kadrolar ve Kişisel Maiyet
Dr. Refik Saydam
Refik Saydam, örgütçü bir askeri hekimdir.
- Askerî ve Bilimsel Görevler: Bakteriyoloji
Enstitüsü'nü örgütlemiş ve tifüs aşısını Birinci Dünya Savaşı
sırasında hazırlayarak literatüre geçirmiştir. Mustafa Kemal Paşa ile
birlikte Samsun'a çıkmıştır.
- Siyasi Görevler: 1920'den
itibaren TBMM üyesi ve Türkiye'nin ilk sağlık bakanıydı. Büyük
illerdeki devlet hastaneleri, doğumevleri ve Ankara'daki "Hıfzıssıhha
Enstitüsü" onun eseridir.
Salih Bozok
Salih Bozok, Atatürk'ün çocukluk arkadaşı, kadim
dostu ve başyaveridir.
- Görevleri: Mustafa
Kemal Paşa, Suriye Cephesi'nde bulunduğu dönemde onu başyaverliğe
atayarak yanına çağırmıştır. Büyük Harb'te, Balkan Savaşları ve Millî
Mücadele'de bulunmuştur.
Celal Bayar
Celal Bayar, İttihatçı kökenli olmasına rağmen
işlerini doğru şekilde yürüten ve Atatürk'ün güvendiği bir isimdi.
- Siyasi Görevler:
Başbakanlık görevini üstlenmiştir. Atatürk, her konuda hem sırdaş
olarak hem de başarı noktasında ona itimat etmiştir.
Adnan Menderes
Adnan Menderes, genç yaşta Serbest Fırka'nın
Aydın il başkanıydı.
- Görevleri: Atatürk,
kendisini çağırtarak, memleketin zenginlik ve iktisadi girişim hürriyeti
istediğini anlatan görüşlerini yazmasını istemiş ve onu bir sonraki
dönemde mebus olarak Meclis'e sokmuştur.
III. Kurmayların Ortak Özellikleri ve Atatürk'e
Bağlılıkları
Atatürk ve çevresindeki komuta kademesi,
imparatorluğun zorlu şartlarında yetişmiştir.
- Tecrübe: Bu
insanlar, Balkan Harbi (1912) ile başlayarak, Birinci Cihan Harbi ve
İstiklâl Harbi'nde çarpışmış, çok tecrübeli bir ordu kadrosunu
temsil ediyorlardı. Tanıdıkları coğrafyanın ve insan simasının haddi
hesabı yoktu.
- Hukuka Saygı: Fevzi
Paşa, Kâzım Karabekir ve İsmet İnönü gibi isimler, şahsi muhalefetleri
olsa bile, devletin bekası ve şartların gerektirdiği noktaya itaat
ederek kanunlara sıkıca bağlı kalmışlardır. Atatürk'ün kendisi de,
kurmaylarının terfi sıralarına son derece dikkat etmiştir.
- İdeolojik Farklar: Atatürk,
etrafındaki kadronun (İsmet Paşa dahil) kültürel atılımlarını ve dehasını
tam olarak anlamadığı ve bu kadronun çoğunun (Atatürk ve bir ölçüde İsmet
Paşa hariç) İnkılaplara gönülden taraftar olmadığı görülmektedir. Ancak
Atatürk, uyum sağlama ve ikna yeteneği sayesinde bu kadroyu davasına
katabilmiştir.
İsmet Paşa’nın (İsmet İnönü) Varlık Vergisi
I. Varlık Vergisi Hakkındaki Görüşler
Varlık Vergisi, İkinci Dünya Savaşı döneminde
zorunlu ekonomik şartlar altında çıkarılan ve uygulamadaki sonuçları itibarıyla
tartışmalı hale gelen bir kanundur.
1. Verginin Amacı ve Devlet Tavrı
Varlık Vergisi, kaynaklara göre, üzerine ezbere
konuşulan bir konu olsa da, kanunun esas gerekçesi (devlet tavrı) ağır
basan bir bakış açısıyla açıklanmaktadır:
- Devletin Zor Durumu: Devlet, "Zor günler
yaşıyoruz" gerekçesiyle, savaş masraflarını karşılamak için bu
vergiyi getirmiştir.
- Yükün Karşılanması: Verginin
temel hedefi, savaş masrafını ve yükünü köylülerin kaldıramadığı
(ve hatta üretimin dışına çekilip cephede olduğu) için, devlet gücü ve
düzeni sayesinde zengin olan insanların bu yükü karşılaması gerektiği
yönündeydi.
- İleri Okuma Önerisi:
Kaynaklar, Varlık Vergisi’ni koyan ve kabul eden yüksek heyetten hayatta
kalan tek kişi olan Cahit Kayra’nın Savaş-Türkiye-Varlık Vergisi
adlı kitabının okunması gerektiğini tavsiye etmektedir.
2. Uygulamadaki Sorunlar ve Irkçı Hınzırlıklar
Verginin uygulanmasında yaşanan büyük sorunlar ve
suiistimaller, özellikle alt bürokrasideki kötü niyetli uygulamalara
bağlanmaktadır:
- Irkçı Uygulamalar: Verginin
uygulanması sırasında, özellikle alt kademelerde bürokrasinin ırkçı
hınzırlıklara giriştiği görülmüştür.
- Azınlıklar Üzerindeki Baskı:
1930’lardan sonra Türk hükümetlerinin azınlıklar konusunda daha zecrî
(zorlayıcı) uygulamalara gittiği belirtilir. İkinci Dünya Savaşı’ndan
sonra, gayrimüslim sermaye de diğer sermaye gruplarıyla birlikte kontrol
altına alınmıştır.
- Hıristiyan
Olmayanlara da Uygulanması: Varlık Vergisi'nin sırf Hıristiyanlara
uygulanmış bir şey olmadığı belirtilmiş, Bartın’da Yirmibeşoğlu ailesinin belinin bu
vergiyle kırıldığı örneği verilmiştir.
- Belge Sorunu: Bu
uygulamalara dair evrakın hala yayınlanmadığı veya açılamadığı ifade
edilmiştir.
II. İsmet İnönü’nün Yönetim Tarzı ve Tartışmalı
Tutumları
İsmet İnönü, savaş komutanı ve devlet adamı
olarak, devletin bekasını ön planda tutan bir lider olarak tanımlanır.
1. Radikal Kararlara Karşı İhtiyatlılık
İsmet Paşa’nın reform ve devrimler karşısındaki
ilk tavrı, kararlara uyum sağlamakla birlikte, uygulamaların aceleci olmaması
yönündeydi:
- Harf Devrimi Karşıtlığı: İnönü, Harf
Devrimi’ne muhalifti. Ancak, devrim yapıldıktan ve kanun yürürlüğe
girdikten sonra bu kararı kabul etmiş ve Arap harfleriyle hiçbir
not tutmamıştır. Bu durum, devletin bekası ve şartların
getirdiği noktaya itaat etme prensibini gösterir.
- Gerekçe: İnönü’nün
devrime karşı çekincesi, "buna çabucak geçemezsin" düşüncesinden
kaynaklanıyordu.
2. Siyasi Konumu
- İsmet İnönü, Kurtuluş Savaşı’nın komutanları
arasında yer almıştı ve siyasi tavırları sonraları Mustafa Kemal Paşa
tarafından her zaman onaylanmış değildir.
- Atatürk’ün ölümünden sonra siyasi ortamda
çekişmeler olmasına rağmen, Mareşal Fevzi Çakmak arkadaşı İsmet
Paşa için ağırlığını koymuştur.
- Celal Bayar, İnönü’ye saygılı davranmış ve
Cumhurbaşkanı seçilince hiçbir karşı tavır almadan istifasını vermiştir.
3. Yönetimde Eleştirel Yaklaşıma Dair Uyarılar
Kaynaklar,
modern dönem tarih yazımında, İstiklal Savaşı kumandanları ve devlet adamları
arasında uydurulmuş belge ve dedikodularla bir nevi satranç turnuvası (bir
nevi satranç turnuvası tertipleniyor) oluşturulmasına karşı uyarmaktadır.
Bu bağlamda, İsmet İnönü üzerinden yapılan tarih dedikodularının ciddiyetten
uzak olduğu ima edilmektedir.
Sonuç: Kaynaklar, İsmet İnönü'ye doğrudan yönetim
hatası atfetmekten ziyade, Varlık Vergisi gibi İkinci Dünya
Savaşı'nın zorunlu politikalarının, alt kademelerde ırkçı uygulamalara
maruz kaldığını ve bir devlet tavrının sonucu olduğunu vurgular. İnönü'nün
reformlara yaklaşımında ise, Harf Devrimi örneğinde olduğu gibi, temkinli bir
başlangıç sergilediği ancak devletin bekası gereği yasal kararlara tam uyum
gösterdiği belirtilir.
Hayal Ettiği Devlet Sistemi
Kaynaklarınız, hayal edilen devlet sistemi, ideal
eğitim sistemi ve kişisel hayat felsefesi konularında, çoğunlukla İlber
Ortaylı'nın tarihsel deneyimlerden yola çıkarak geliştirdiği derin ve eleştirel
görüşleri yansıtmaktadır.
Hayal Edilen Devlet Sistemi ve Yönetim Anlayışı
İdeal bir devlet sistemi, tarihsel sürekliliği,
güçlü merkeziyetçiliği ve hukuki standardizasyonu esas almalıdır.
1. Merkeziyetçilik ve Hukuk Devleti:
- Cumhuriyet devleti, tam
anlamıyla Fransa gibi merkeziyetçi bir devlet olmalıdır. Ancak bu
sistemin tamamıyla Fransa'dan kopyalanarak alınmadığı, Osmanlı'nın "merkezî
devlet" ananesinin devamı olduğu vurgulanır.
- Geleneksel imparatorluklarda teknolojik yetersizlikler (ulaşım,
haberleşme, bürokrasi) nedeniyle tam bir merkeziyetçilik teknik olarak var
olamamıştır. Ancak modern devlet, merkezi bürokratik yapıyı
güçlendirmeli ve hukukun standardizasyonunu sağlamalıdır.
- Merkeziyetçi mutlak idare, kanun devleti anlamına gelir. Hukuk,
dinî kural ve adetlerin getirdiği mekanizmalar halinde işleyebilir.
- İdeal toplum düzeni, tüm toplumsal sınıflar için aynı hukuki
mevzuatın uygulanmasını ve kimseye dinsel ayrıcalık tanınmamasını
gerektirir (laiklik). Laiklik ilkesinin, Batı'daki gibi din ve devletin
tamamen ayrılması yerine, devletin içinde olması gereken bize özgü
bir modelle işletilmesi gerektiği ifade edilir.
2. Yerel Yönetim ve Siyasi Yapı:
- Merkezi bürokrasi ve iktidardan şikâyet edilmesine rağmen, merkezden
gelen müdahaleler ve devlet tekeli gibi aşırılıklar devam etmektedir.
- Taşralarda
kuvvetli politikacı yetiştirecek mekanizmalar yoktur. Üretken olmayan bölgelerde sağlıklı çıkar
grupları oluşmadığından, mahalli demokrasi gelişimi zordur.
- Parlamenter sistemde bile
siyasetçilerin sendika ve meslek birlikleri gibi ikincil baskı gruplarıyla
bağlantısının zayıf olması, hesap vermeyen ve kendi yolunu bulamayan
bir politikacı tipi yaratmıştır.
- Siyasi partiler, totaliter veya çoğulcu sistemlerde olması gerektiği
gibi, okul sistemi kurmalı ve üyelerini yetiştirmelidir. Türkiye'de
okulu, kursu ve semineri olan parti görmek mümkün değildir.
3. Bürokratik ve Kurumsal Kimlik:
- Devletin devamlılığı
(istikrarı) esastır. Yeni devlet (Cumhuriyet), Osmanlı'dan kalan
devasa iç ve dış borcu bile üstlenerek devletin halefiyetini
sürdürmüştür.
- Devletin aygıtı olan bürokrasi ve ordu, insan ve toplum hayatının vazgeçilmez
unsurlarıdır.
İdeal Eğitim Sistemi
Eğitim, bir toplumun geleceğini kurtaracak
ve bireyleri elit düzeyde yetiştirecek sistemli bir yapıya sahip olmalıdır.
1. Eğitimin Temel Bileşenleri:
- Eğitimin iyisi müzikle,
matematik ve filolojiyle (dil bilimi), bir de sporla olur.
- Eğitim sisteminin, teknisyen yetiştiren ama aydın yetiştirmeyen
yapısından kurtulması gerekir.
- Eğitimde sistematik düşünmeyi öğretmek esastır; renksiz ve yüzeysel
ders kitaplarından kaçınılmalıdır.
2. Öğretmen ve Kurumsal Yapı:
- Eğitimin temeli iyi öğretmendir. İyi öğretmen yetiştirecek
sistem elimizde vardı: Mustafa Necati’nin sistemi.
- Köy Enstitüleri’nin lüzumsuz yere
kapatılması ve Eğitim Enstitüleri’nin batırılması,
büyük öğretmen tipine veda etmemize neden olan iki önemli sorundur.
- Çocukların
yedi yaşından sonra eğitime başlaması (özellikle dil eğitimi için) çok
geçtir.
- Yurtdışına öğrenci gönderme sistemi, teknik dallarla sınırlı
kalmamalı; Dil ve Tarih-Coğrafya gibi kültür ve bilim alanlarında da devam
etmelidir.
3. Seçkinci Eğitim ve Yetenek:
- Elitizmden
(seçkinci eğitimden) katiyen uzaklaşmamalıyız. Türkiye eğitiminin en büyük sorunu elitizmden
uzaklaşmaktır.
- Kabiliyetleri tespit eden,
çocukları ona göre yetiştiren bir sistem kurulmalıdır. Üstün zekâlı, üstün
yetenekli çocukları kullanamayan ve eğitemeyen bir ülkeyiz.
- Osmanlı’daki Enderun
sistemi gibi dağdan, köyden çocuk toplayıp onları en rafine adamlar
olarak yetiştiren modeller, seçkinci eğitimin en özgün örnekleridir. Bu,
herkesin bir şeyler görüp öğrenebildiği okul sistemi gibi bir ortam
kurulmasını salık verir.
- Yüksek tahsilin, eğitimi yukarı tırmanmak için bir araç olarak görme
eğilimi, sistemdeki temel bir yanılgıdır.
Arzulanan Hayat Tarzı ve Kişisel Gelişim
İdeal hayat tarzı, sistematik çalışma, yalnız
kalma becerisi ve kültürel donanım etrafında şekillenir.
1. Yalnız Kalma Becerisi ve Düşünme:
- Türklerin en büyük
eksikliği yalnız kalamamalarıdır. Yalnız kalmayı bilmeyen
milletlerden iyi düşünür çıkmaz.
- İyi düşünmek için yalnız
kalmak temel şarttır. Tren gibi ritmik ve akıp giden ortamlar, düşünmek
için idealdir.
- Türkler, yalnız olmamanın
getirdiği garantiye güvenir ama bu durum yaratıcılığı öldürür.
2. Hedef Koyma ve Çalışma Düzeni:
- Hayatta pişman olmamak
için önüne bir hedef koymak ve buna göre yaşamak gerekir. Hayattaki
gaye, hedef bulmak, yol açmak ve aynı yoldan geri dönmemektir.
- İnsan genç yaşta zenginlikle uğraşmak yerine ihtisas edinmelidir.
- Çalışan insanlar bir araya gelince daha iyiyi yakalar; işbirliği ve
ürün ortaya koymanın hazzı önemlidir. İnsanların işlerini zevkle
yapmaları, şöhret ve parayı ikinci plana atmaları gerekir.
- Çocuklar hayatın
zorluklarına realist bir şekilde hazırlanmalıdır; yokluk ve zorluğu
bilmelidir.
3. Kültür, Sanat ve Seyahat:
- Seyahat, hayatın en ucuz ve büyüleyici meşguliyetlerinden biridir ve
herkes tarafından yapılabilir.
- Okuma, rastgele değil, sistematik
bir iş olarak yapılmalıdır. Tarihi, edebiyatı ve mimariyi kaynaklardan
ve çapraz okumayla öğrenmek gerekir.
- Estetik anlayışın gelişmesi önemlidir.
4. Yaşamın Devamlılığı:
- Dostluk, insan
hayatının olmazsa olmazıdır.
- Yaşam (süre), hayatı (o süreyi) nasıl kullandığınızdır; bu iki
kavramın ayrımı önemlidir.
- Tarih bilmek önemlidir,
çünkü tarih isteseniz de istemeseniz de sizin hücrenizde duruyor.
Tarihi reddetmek, sosyal düşünceye ve realiteye uymayan bir reddi
mirastır.
Şark (Doğu) ve Garp (Batı) arasındaki ayrım
İlber Ortaylı'nın tarihsel analizlerinde, Şark
(Doğu) ve Garp (Batı) arasındaki ayrım, katı ve değişmez bir kültürel
çatışmadan ziyade, 19. yüzyılda ortaya çıkan ekonomik ve teknik
farklılaşmanın yarattığı, bilinçli bir kıyaslama ve ideolojik kutuplaşma
meselesidir. Klasik Osmanlı dönemi için "Doğu toplumu" veya
"Batılılaşan toplum" gibi betimlemeler kullanmak temelde
anlamsızlıktır.
Kaynaklara göre, Şark ve Garp arasındaki ayrımı
ve bu konudaki fikirleri örneklerle birlikte şu başlıklar altında
inceleyebiliriz:
I. Osmanlı İmparatorluğu'nun Konumu (Ayırımın
Anlamsızlığı)
Osmanlı İmparatorluğu'nun konumu, tarihsel evrimi
ve coğrafi çevresi nedeniyle, basit bir Doğu/Batı kategorisine sığdırılamaz.
- Akdeniz Medeniyetinin Parçası Olmak: Osmanlı
İmparatorluğu, eski Akdeniz dünyasının üçüncü ve son imparatorluğudur
(ilki Roma, ikincisi Bizans'tı). Akdeniz, uygarlığın ve şehirleşmenin ana
yurdudur ve eski dünya insanları bu denizi uygar dünyanın ortası
olarak düşünürlerdi.
- Kültürel Referans Çevresinin Değişimi: Osmanlı
tarihi boyunca "Doğululuk-Batılılık kavgası" yapılmadan, tedrici
bir kültürel değişim süregelmekteydi.
- 15.
yüzyıl sonuna kadar
Osmanlı İmparatorluğu bir Balkan İmparatorluğuydu ve egemen
kültürü de Balkan kültürüydü.
- 16.
yüzyıldan itibaren
ise Ortadoğu kültür bölgesine girmiştir.
- 18.
yüzyılda
Avrupa kültürü evlere ve konaklara kadar girmeye başlamıştır.
II. 19. Yüzyıl: Bilinçli Ayrım ve Batı'nın
Üstünlüğü
Doğu-Batı kutuplaşması, ancak 19. yüzyılda
söz konusu olmuştur, çünkü Osmanlılar bu dönemde Batı'ya karşı kuşku duysalar
da, artık onu bilinçli olarak izlemeye ve üzerinde düşünmeye
başlamışlardır.
- Üstünlüğün Kabulü: 19.
yüzyıl Osmanlısı'na göre, Batı Doğuya göre üstündü. Doğulular, top
tüfeğinin dışında (yani askeri teknolojiden başka), Batı uygarlığının hukuk
ve idare kurumlarını da zorunlu olarak almak durumunda
kalıyorlardı.
- Çatışmanın Kaynağı: Bu olay,
bir Hristiyan-İslam veya Doğu-Batı kültürü çatışmasına dönüşmüş gibi
görünse de, gerçekte endüstri uygarlığının getirdiği iktisadi-teknik
altyapının yarattığı sarsıntıdır.
III. Şark'ın Yapısal ve Kültürel Özellikleri
(Örnekler ile)
Şark, özellikle Osmanlı geleneğinde, sadece dinî
değil, aynı zamanda çok kültürlü bir yaşam tarzını temsil ediyordu:
- Kültürel Sentez ve Loncalar: Osmanlı
İmparatorluğu'nda loncalar ve esnaf, bütün ülkenin çeşitli dil,
din, töre ve gelenekleriyle diyalog kuran ve bu renkliliği özünde toplayıp
yaşatan tabakadır. Esnaf, Batı endüstrisinin pazarlama çabalarına ve
kapitülasyonlara karşı direnen çarşı esnafı ve dokumacılıkla
geçinen lonca üyeleriydi.
- İran Etkisi: 11. yüzyıldan beri Fars
kültürü, Türk unsurun okumuşları tarafından sevecenlikle benimsenmiştir.
Farsça, bir kavmin değil, kavimlerin ortak kültürü haline gelmiş ve
Türkmenistan'dan Azerbaycan'a kadar geniş bir alanda üst kimlik ve uzlaşma
biçimi olmuştur.
- Durağanlık ve Emek Ucuzluğu:
Osmanlılarda toplumsal yapı, kendine özgü durağan ilişkiler içinde
olduğundan, bilim ve teknolojide bir atılım yapılamıyordu. Halk tevekkül
içinde idi ve emek ucuzdu. Bu durum, Batı'daki sanayileşme
hareketinin aksine bir ilerleme kısıtlaması yaratmıştır.
- Eğitimdeki Geri Kalış: Bilim ve
felsefe üretmek için ya Arapça'yı ya da Batı dillerini iyi bilmek
gerekirken, Osmanlıca Arapça ve Farsça sözcük ve kavramların baskısı
altındaydı. Arapça ve
Farsça'dan kurtulma eğilimi ve Batı dillerine ilgi ancak 19. yüzyılın
yarısından sonra başlayabilmiştir.
IV. Garp'ın Karakteristikleri (Örnekler ile)
Batı, sadece bilimsel ve teknik üstünlüğüyle
değil, aynı zamanda ulus-devletlerin yükselişi ve kültürel karakteristikleriyle
de Şark'tan ayrılıyordu.
- Avrupa
Milletlerinin Karakterleri (18. Yüzyıl): 18. yüzyıl Avusturya halk resminde, Avrupa
milletlerinin özellikleri şöyle tasvir edilmiştir:
- İspanyol: Gururlu (Hali/Tavrı), Harika (Karakteri).
- Fransız: Hoppa, Sevimli ve Kıskanç (Karakteri).
- İngiliz: Kalıbı yerinde, Kadınsı (Özelliklerin
Kazanılması).
- Alman: Açıkkalpli, Neşesiz zekâlı (Zekâsı).
- Sömürgeci Yaklaşım: Batılı büyük devletler,
hükmettikleri yerlere "vilayet" olarak değil, modern deniz aşırı
sömürge devletleri olarak bakmışlardır (Rusya'nın aksine).
- Hukuki Yapı:
Batı'daki şehir yöneticisi (ruhânî veya dünyevî), imparator veya papa
adına hem yürütme hem de yargı erkini temsil etmekteydi. Ticari kurallar
çok sert uygulanırdı; örneğin, Viyana şehir hakimi, kusurlu satıcıyı demir
kafes içinde nehre daldırır veya teşhir ederdi.
V. Doğu-Batı Sentezi Örneği
Tarihte, iki kültürün kaynaşması görülmektedir.
Batı tarihçiliğindeki kalıpları tekrarlamak gerekmemektedir.
- Persepolis Sentezi:
İranlıların Taht-ı Cemşid'i (Persepolis), M.Ö. beşinci asırdan
kalma beynelmilel bir sentezdir. Klasik Yunanistan'ın tesiri
Persepolis mimarisinde görülürken, İran sanatının etkileri de İyonya ve
Karya (bugünkü Türkiye'deki Helen bölgeleri) gibi yerlerde derin olmuştur.
Özetle, Şark ve Garp arasındaki ayrım, bir
zamanlar Akdeniz dünyasının ortak kültüründen beslenen Osmanlı için 19. yüzyıla
kadar büyük bir kültürel kutuplaşma yaratmamıştır. Asıl büyük ayrım, Batı'nın
endüstriyel ve idari üstünlüğünü Osmanlı'nın kabul etmesiyle zorunlu hale
gelmiştir.
Batılılaşma Yolunda
Osmanlı
İmparatorluğu'ndan Türkiye Cumhuriyeti'ne uzanan Batılılaşma/Modernleşme
serüveninde atılması gereken adımları ve bu süreçte yapılan temel hataları
kapsamaktadır. Kaynaklar, modernleşmenin büyük ölçüde askerî zaruret ve dış
baskılar sonucu başladığını, ancak yapısal ve entelektüel eksiklikler
nedeniyle sancılı bir süreç olarak devam ettiğini göstermektedir.
İşte Batılılaşma yolunda yapılması gerekenler ve
bu süreçte yapılan hatalar hakkındaki görüşler:
I. Batılılaşma Yolunda Atılması Gereken Temel
Adımlar (Gereklilikler)
Modernleşme, sosyal ve ekonomik gelişimin
siyasal dönüşümü tetiklemesiyle mümkündür.
1. Sosyal ve Ekonomik Yapısal Gelişim
- Tarihsel gelişim içinde, siyasal modernleşmenin ön şartı sosyal ve
ekonomik gelişmedir.
- Ekonomik ve sosyal gelişme yeterli olmasa da, siyasal modernleşmeyi
sağlamak için gereklidir. Örneğin, Türkiye kadar eski ekonomik
modernleşmeye girişi olan Mısır ve İran gibi bazı Ortadoğu ülkelerinde
siyasal kurumlaşmalar ve ideolojinin, Türkiye'ye göre çok daha geri
düzeyde olduğu göz önüne alınmalıdır.
- Toplumsal değişim
sürecinde, ahlaklı insanların yaşamını güçleştirecek yolsuzluk,
irtikâp ve rüşvet düzeninin hâkim olmasına izin verilmemelidir. Aksi
takdirde büyük bir sosyal patlama yaşanabilir veya çok kuvvetli bir
diktatorya gelebilir.
2. Laik Düzen ve Hukuk Reformu
- Laik düzene geçiş, son
Osmanlı asrındaki modernleşmenin yarattığı ihtiyaçlardan doğan yeni
kurumların eskileriyle çatışmasının yarattığı kargaşayı ortadan kaldırmayı
hızlandırmıştır.
- Laik dünya görüşü ve devlet düzeniyle modern toplumlara özgü siyasal
yapıya, yönetim sistemine ve hukuki düzenin mükemmelleşmesine geçiş
mümkün olmuştur.
- Aynı dili konuşan ve aynı kültürel mirasa sahip bir halkın mezhep
ayrılıkları ve çatışması içinde yaşamasına son verilmek istenmiştir.
- Türkiye'de siyasal modernleşmenin Batı toplumlarındaki gibi
gelişebilmesi ve demokratik bir toplumsal mücadelenin varlığında laik
ideolojinin önemli payı vardır.
3. Bilimsel ve Entelektüel Atılım
- Osmanlı aydını, çağdaş dünyada var olmak için değişmek ve olaylara
yön vermek gerektiğini anlamıştı.
- Gelenek korunmak isteniyorsa, öncelikle onun bilincinde olmak
gerekir.
- Batı’nın hayat görüşü, kültür ve sanatı Batılılaşan toplumlarda daha
parlak ürünlerle gelmediği için bu konunun üzerinde durulması gereklidir.
- Türkçe'deki kelime zenginliği övünülecek bir özellik olmasına rağmen,
yazarların ve aydınların kendi dillerini bilmemeleri ve gramer
eksiklikleri büyük bir sorundur.
II. Batılılaşma Yolunda Yapılan Hatalar ve
Başarısızlıklar
Osmanlı modernleşme süreci, genellikle iç
dinamikler yerine dış baskılarla ilerlediği için köklü ve sağlıklı bir değişim
yaratmakta zorlanmıştır.
1. Yapısal ve Ekonomik Hatalar
- İç Dinamiklerin Zayıflığı: Türkiye
yeniçağ dünyasına iç dinamiklerle değil, dış dünyanın itmeleriyle
giriyordu. Bu, kalkınmanın önündeki en büyük engeldi.
- Burjuvazinin Gelişememesi:
Türkiye'de bir burjuvazinin gelişemeyecek olması nedeniyle,
tarımsal fazlanın büyümediği ülkede imalat (manifaktür) girişimleri yüzeysel
ve iflâsa mahkûm teşebbüslerdi.
- Nitelikli İnsan Kaynağı Eksikliği: Çok uzun
zaman Türkiye, çağdaş mâliyenin, iktisadın teknik ve bilgilerine sahip
insanları yetiştirememiştir. Bu eksiklik maalesef bugün de devam
etmektedir.
- Geleneksel Lonca Kültürünün Kaybı: Batı'da
kentsoylu sınıfının temelini feodal bir kurum olan lonca kültürü
hazırlarken, Türkiye'de loncaların bütün ülkenin kültürel renkliliğini
yaşatan tabaka olmasına rağmen, bir kentsoylu sınıfı ve kültürü
doğamamıştır.
- Yanlış Modernleşme Yöntemi:
Modernleşmeye girilirken, zirai reformlara veya sınaî reformlara
gidilmediği, sadece askerî ve idari modernleşme safhasında kalındığı
için borçlar artarak gitmiştir.
2. Entelektüel ve Kültürel Hatalar
- Bilime Hayati Zorunluluk Olarak Bakılmaması:
Osmanlılarda bilim, genellikle hayati bir zorunluluk olmamıştır.
Zorunluluk ortaya çıkınca (coğrafya veya tıp gibi alanlarda) bilimsel
çalışmalar başlamıştır, ancak bunlar çağının gerisinde kalmıştır.
- Baskı ve Durağanlık:
Osmanlılarda toplumsal yapıdaki kendine özgü durağan ilişkiler ve feodal
düzenle merkeziyetçi dinsel örgütün içiçe girmesiyle oluşan baskı,
bilim ve teknolojide atılım yapmayı engellemiştir. Halk tevekkül içindeydi
ve emek ucuzdu.
- Yanlış Tarih Bilinci: Türkiye'de aydınlar,
Batı'daki gibi iyi yetişmiş tarih bilgisine sahip değillerdir ve
söze genellikle "Tarihçi değilim ama..." diye başlarlar. Bu
durum, Batılılaşma çabalarının tarihsel kökenlerinin yanlış anlaşılmasına
neden olmuştur.
- Dil ve Eğitimdeki Kopukluk:
Atatürk'ün yüksek iddia ve heyecanını anlayamayan sonraki nesiller,
Batı dilleri, eski diller ve filoloji konularında gerekli donanımı
edinememiştir. Türkiye'nin aydınları uzun zamandan beri gramer denen
dalla ve zenginlikle ilgi kuramamıştır.
3. Batılılaşmanın Yorumlanmasındaki Hatalar
- Batılılaşmayı savunan radikal girişimler karşılarında, "kaide-i
tedric" (tutuculuk prensibi) denen tutuculuk prensibini ve tutucu
grubu bulmuşlardır. Tutucu grubun suçlamaları, siyasal ve kültürel hayata
"Avrupa taklitçiliği" ve "Şark cemiyeti"
gibi kavramların yerleşmesine neden olmuştur.
- Küstahlık ve Mesnetsiz İddiacılık: Batı
medeniyetinde ilerlemeci görüşün en önemli mahzurlarından biri küstahlık
ve mesnetsiz iddiacılıktır. Bu, Türkiye'de de yeni nesil arasında
"Tevazu gösterme, aptal ve cahil zannederler" gibi yanlış bir
yaklaşımla zuhur etmeye başlamıştır. Bu durum, usta ve hiyerarşiye
saygıyı gerektiren işlerin elden kayıp gitmesine yol açar.
- Geleneğin Reddi: Kendini
"geleneklere bağlı" diye tanımlayan kesimlerin gelenekle
hiçbir alakası yoktur ve bu kesimlerden gelenekleri korumak gerekir.
Modernleşme süreci, kaynakların işaret ettiği
gibi, Türkiye'de genellikle bir yaranın pansumanı gibi ilerlemiştir:
Askerî gereklilik (yaralanma) üzerine zorunlu Batı teknikleri (pansuman)
alınmıştır, ancak bu, vücudun genel sağlık sistemini (sosyal ve ekonomik
gelişimi) iyileştirecek derinlemesine yapısal reformlarla
desteklenmemiştir. Bu durum, siyasal başarının ötesinde, kültürel ve ekonomik
kırılmaların da sürmesine neden olmuştur.
İlber Ortaylı'nın (kaynakların çoğunluğu
Ortaylı'nın görüşlerini yansıtmaktadır) bir insana değer verirken kullandığı
kriterler, hayranlık duyulan yazarlar ve temel eserler, kişinin disiplin,
derinlik, kültürel donanım ve etik duruş sahibi olmasına odaklanmaktadır.
I. Bir İnsana Değer Verilirken Esas Alınan
Kriterler
Bir kişinin (özellikle bir aydının, tarihçinin
veya yöneticinin) niteliği değerlendirilirken dikkate alınan temel özellikler,
kişinin yeteneklerini geliştirme, doğru hedefler belirleme ve ahlaki
sorumlulukları ile ilişkilidir.
1. Entelektüel Donanım ve Yetenekler
- Hafıza ve Lisan: Tarihçi olmak için hafızanın
iyi olması esastır. Hafızayı sağlamanın yöntemleri olarak müzik ve
lisan (dil) öğrenmek tavsiye edilir. Tarihçinin en temel vasfı iyi bir
hafızadır.
- Merak ve Keşif: Birinci
şart meraklı olmaktır. Merak, okumakla da bağlantılıdır. İnsan,
merakını ve yeteneklerini keşfetmeli, sonra da eksiklerini görerek kendine
lazım olan konuları öğrenmelidir.
- Disiplinli Çalışma ve İhtisas: Hayatta
pişman olmamak için önüne bir hedef koymak ve buna göre yaşamak
gerekir. Genç yaşta zenginlikle uğraşmak yerine ihtisas edinmek
(uzmanlaşmak) çok önemli bir nasihattir. İnsanlar işlerini zevkle
yapmalı, şöhret ve parayı ikinci plana atmalıdır.
- Tefekkür ve Yalnız Kalma Becerisi: İyi
düşünmek için esasen yalnız kalmak gerekir. Yalnız kalmayı bilmeyen
milletlerden iyi düşünür çıkmaz.
- Rafinelik ve Yaşanmışlık: Kişinin yüzüne yansıyan rafinelik,
hayatta düşünmek, üzülmek, sevilmek, güzel şeyler görüp heyecanlanmak,
felaket görerek heyecanlanmak, okumak ve okuduğundan etkilenmek
gibi yaşanmışlıklarla oluşur.
2. Ahlaki ve Sosyal Kriterler
- Güvenilirlik ve Ahlak:
Güvenilir insanlar, sağlam bir ahlakla davranırlar ve iş
disiplinleri vardır (bir işi yapmayı ve teslim etmeyi bilirler).
- Aile Bağları: Aile
bağları kopmaz, silinmezdir; çünkü aile bir ilişkilenme biçimi
değil, varoluşsal bir bulunuş durumudur. Arkadaşlıklar ve gönül
bağları ise geçicidir.
- İhtiraslardan Uzak Durma: Kişi, kendisini ruhen
huzurlu tutmalı ve lüzumsuz ihtiraslara kapılmaktan vazgeçmelidir.
- Denge ve Üslup: İyi
konuşmak ve anlattığını dinletebilmek önemlidir, ancak bu, sözleri
dengeli bir şekilde sarf etmeyi ve başkalarını dinlemeyi gerektirir.
- Yardımseverlik (Sadaka): Muhtaç
insana istemeden vermeyi sever.
- Kin Tutma: Kin tutma meselesi kişisel
bir özellik olarak ele alınır; Ortaylı, biriyle çatıştığını pek
unutmadığını (kin tuttuğunu) belirtir.
3. Hayat Felsefesi
- Seyahat Hürriyeti: Seyahat hürriyeti,
Ortaylı'nın taviz vermeyeceği "bamteli" olarak nitelendirdiği
kişisel bir özelliktir.
- Sır Paylaşmama: Kimseyle sır paylaşılmaz,
çünkü sır paylaşıldığı an sır olmaktan çıkar.
- Cesaret ve Bedel: Cesaret
bir anda olup biten bir hal değildir, bir muhakeme neticesinde ortaya
çıkar; kişi, bir hedef doğrultusunda hareket ederken neleri
kaybedebileceğini, ödeyebileceği bedeli bilir.
II. Hayranlık Duyulan Yazar ve Kitaplar
Kaynaklarda, tarihsel ve edebi anlamda önemli
görülen, özellikle İlber Ortaylı'nın ufkunu açan veya hayranlıkla bahsettiği
yazarlar ve eserler şunlardır:
1. Hayran Olunan ve Örnek Alınan
Yazarlar/Tarihçiler
- Halil
İnalcık: Ortaylı'nın hocası olarak anılır ve
akademik camianın önemli bir ismi, dünya tarihi konusunda bilgi sahibi
olan bir örnektir.
- Yılmaz
Öztuna: Yakın tarihin mütearifelerini değiştirmekte
payı olan, popüler tarihçi olarak görülür ve dünya tarihi bilgisi
bakımından takdir edilir.
- İbn Haldun:
Eserlerini (özellikle Mukaddime ve Kitabu'l-Iber) Orta
Çağ'da ortaya koyabilmiş olması takdire şayandır.
- Seneca: Yaşamın
kısa olduğunu, ancak insanların bunu yanlış yönlere çağırılan gürültüde
tükettiğini düşünen bir yazar olarak, felsefi görüşleri önemsenir.
- Yusuf
Has Hacib: Kutadgu Bilig gibi eserleri, Hasan
Ali Yücel'in Milli Eğitim Bakanlığı döneminde Türkçeye kazandırılmış ve yeni
ufuklar açmıştır.
- Fuad
Köprülü: Edebi üslubu olan bir tarihçi olarak anılır
ve bu üslubun öğrencilerine de geçtiği belirtilir.
- Amin
Maalouf: Romanları müthiş ilgi duyulan ve beğenilen
bir yazardır.
- Diğerleri: Hafız, Sadi ve Firdevsi
gibi büyük şairlerin büyüsüne kapılmamak mümkün değildir, zira onların
derin ve anlamlı şiirler yazdığı dönemde Avrupa halklarının çoğu kayda
değer bir edebiyat üretemiyordu.
2. Önemli Görülen Kitaplar ve Eserler
- İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı: İlber
Ortaylı'nın en çok uğraştığı kitabı olarak belirtilir.
- Kadı: Çok teknik
bir kitaptır ve pek okunmadığı söylenir.
- Fikrimin İnce Gülü (Adalet
Ağaoğlu): Almanya'ya işçi gitme sırasını kapmak gibi ahlaki sorunları
anlatan bir romandır.
- Kendine Ait Bir Oda
(Virginia Woolf): Üniversite yıllarında okunan, "Bir kadın yazmak
istiyorsa şayet, kendi kazandığı parası ve kendine ait bir odası
olmalı" fikrini vurgulayan eserdir.
- Tanios Kayası (Amin
Maalouf): "Nefis" olarak nitelendirilir ve Ortadoğu'daki
yabancı okullar (Fransız/İngiliz) etrafındaki gülünç konseptleri işlemesi
açısından önemlidir.
- Çapraz Okuma Tavsiyesi: Cumhuriyet tarihinin belli
noktaları üzerinde merakı olanların, Kemalist karşıtı çevrelerin uydurduğu
hikayeler ve mitomanların hatıratları sebebiyle çapraz okuma yapmaları
ve bir konu üzerinde birkaç kitaba başvurmaları gerektiği vurgulanır.
Bir insanın karakterinin ve bilgeliğinin
derinliği, tıpkı iyi bir kütüphanenin düzeni gibidir: Sadece çok sayıda kitap
(bilgi) bulundurmak yetmez, aynı zamanda bu kitapları (deneyimleri) sistematik
olarak okumalı, onları anlamlandırmalı (tefekkür etmeli) ve bu bilgeliği etik
bir duruşla (lüzumsuz ihtiraslardan kaçınarak) hayata yansıtabilmelidir.
Para ve İktisadi Ekonomi Üzerine Görüşler
Kaynaklarda, para, iktisadi sistemler, refah ve
-izmler hakkındaki görüşler genellikle Osmanlı ve Cumhuriyet tarihinin
sosyo-ekonomik yapıları üzerinden ele alınmış, özellikle İlber Ortaylı'nın
tarihsel analizleri ve kişisel yaşam felsefesi çerçevesinde şekillenmiştir.
1. Kişisel ve Finansal Öncelikler
- Gençlere verilen önemli
bir nasihat, zenginlik ve mevkiyle uğraşmak yerine (iş edin,
zenginlik ve mevkiyle uğraşma) ihtisas edinmeye (uzmanlaşmaya)
odaklanmaları gerektiğidir.
- Parayla ilişkide uç noktalardan kaçınılmalıdır; kişi, harcar,
harcamadığı kalır felsefesiyle hareket edebilir.
- Genel olarak, verimli bir
tarımsal faaliyete ve imalatçılığa dayanmayan ticaret faaliyetinin
sönmeye mahkûm olduğu belirtilmiştir. (İnşaat sektörü tüketim
sektörüdür.)
2. Ekonomik Yönetim Modelleri ve Eleştiriler
- Vergilendirme ve Mali Kontrol: Osmanlı Devleti'nin en
büyük sorunu, vergi kaynaklarını iyi tespit edip bunları sağlıklı
vergilendirememesiydi. Bu, insanlık tarihinde de asıl problem
olarak görülür (Örn:
Eski Mısır'ın vergilendirmede iyi olması imparatorluğunun gücünü
artırmıştır). Osmanlı maliyesinin bu gerilemiş, mali kontrol
kuramayan sistemi 19. yüzyılda değişmek zorunda kalmıştır.
- Geleneksel (Lonca) Ekonomisi: Orta
Çağ'ın feodal düzeninde belirli bir aşamayı temsil eden lonca ekonomisi,
üretimin ve tüketimin sınırlandırılmasına yönelik bir ekonomik düzendi.
Loncaların temel amacı, rekabeti, olası işsizliği ve iflası önlemekti.
Bu sistemde narh (fiyat tespiti) uygulanırdı. Ancak bu sistem, Atlantik
ekonomilerinin hegemonyası arttıkça sosyal ve iktisadi hayattaki yerini
kaybetmeye başlamıştır.
- Erken Cumhuriyet Ekonomisi (Devletçilik): Yeni
Türkiye devleti iktisadi hayatı düzenleme cihetine gidecekti. Devlet, ağır sanayi
atılımlarına girişmiştir; bu, bir ideolojiden ziyade, Pera Palas'ı
bile işletecek yerli iş adamının olmaması gibi bir olay sebebiyle
gerçekleşmiştir.
3. İzmler ve İdeolojiler
- Kapitalizm ve Tekelcilik:
Almanya’nın 19. yüzyıldaki sanayi atılımlarında, bankacılık
faaliyetlerinin hızla endüstriye yönelmesi ve devletin gümrük himayesi ile
sübvansiyon politikası sayesinde tekelci bir kapitalizm
gelişmiştir.
- Sosyalizm Eleştirisi: Yıkılan sosyalizm, silahlanma
harcamalarına tahammül edememiştir.
- Laiklik ve Modernleşme: Tarihsel
gelişimde, siyasal modernleşmenin ön şartı sosyal ve ekonomik gelişmedir.
Türkiye'nin değişmekte olan sosyal yapısı, 20. yüzyıl başındaki laik
devrimlerden etkilenmiş ve yönlenmiştir. Laik bir milliyetçilik ve
modernleşme, Türkiye modelinin unsurları arasında sayılır.
Refah Seviyesi ve Ekonomik Tercih Edilen Model
1. Refah ve Huzur Anlayışı
- Refah seviyesi ve mutluluk, yaşanılan çağ veya şartlar tarafından
ancak bir ölçüde tayin edilir. Kişinin mutlu olup olmaması, hayatı
sübjektif olarak kabul edip edememesi ve şartlara intibak edip edememesi
ile ilgilidir.
- Yunanistan örneği, hayatın farkında olmak ve tadını çıkarmaya
çalışmak açısından olumlu görülür. Yunanistan'ın, Türkiye'ye göre içtimai
dengesinin ve gelir dağılımının daha iyi olduğu düşünülmektedir,
ekonomik kriz içinde olmasına rağmen.
- Geniş aile tipinin, iki neslin çalışanın geliriyle ortak tencere
kaynatarak yaşayabileceği, torunların bakımını sağlayacağı yapısının
kaybolmasının, ekonomik krizde olumsuz bir unsur olduğu belirtilmiştir.
2. En Beğenilen Ekonomik Yaklaşım (Pragmatizm ve
Strateji)
Kaynaklarda kesin olarak tek bir ideolojik modele
(liberalizm veya sosyalizm) hayranlık belirtilmemekle birlikte, pragmatik
ve stratejik yaklaşımlar takdir edilmiştir:
- Stratejik Üretim: Cumhuriyet döneminde şeker
fabrikalarının kurulması gibi adımlar, o dönemde devleti yönetenler
için stratejik bir madde olduğu ve onsuz yaşanamayacağı düşüncesiyle
atılmıştır, bu nedenle bu tür stratejik kararlar önemlidir.
- Denge ve Kontrol: Atatürk'ün laiklik modelinin,
Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla devletin içinde olması
gerektiği görüşü savunulur. Bu model, Diyanet'in serbest bırakılması
halinde ortaya çıkacak yanlış ve tehlikeli sonuçlardan kaçınmak için doğru
bir adım ve ehven (daha az kötü) bir çözümdür.
- "Türk Modeli" Tartışması:
Günümüzde "Türkiye modeli" lafı megalomaniyi ifade
eder ve henüz böyle bir model koymak için erken olduğu tartışılır.
Türkiye, kendine özgü laikliği, sosyalizmi, liberalizmi ve darbeleriyle 150
yıldır dar ve uzun köprüyü onurla geçmektedir. Ancak Türkiye'nin İslam
âleminde modernleşme ve laik milliyetçilik yoluyla öncülük rolünü
üstlenmesi gerektiği belirtilir.
3. Yanlış Uygulamalar ve Eleştirilen Kararlar
- Varlık Vergisi: 1942 yılında çıkarılan bu
vergi, modern devlete yakışmayacak bir uygulama olarak
görülmektedir. Bu, savaş ekonomisinin yarattığı zorluklar
nedeniyle, maliye bürokrasisinin yeni kaynak yaratma yetersizliği
karşısında başvurulan bir kurtuluş yolu olarak değerlendirilmiştir.
- Mübadele ve Ticari Tecrübe: Mübadele
(nüfus değişimi), asla akıllı bir ekonomik tedbir değildir, çünkü
kuyumculuk, terzilik, tütüncülük gibi belli sektörler belli etnik gruplara
aittir ve bu gruplar ihraç edildiğinde sektörler çöker.
- Kıbrıs'ta İskân Hatası: Kıbrıs'a yerleştirilen
unsurların, Bulgaristan Türkleri kadar çalışkan olmayan Şarklılar
olması, Kıbrıs ekonomisinin kalkınması açısından kötü bir duruma
düşülmesine neden olmuştur. Kıbrıs, Doğuluların doyacağı bir yer değil, çalışılarak
kalkındırılacak bir ekonomidir.
İktisadi sistemler üzerine görüşler, tarihsel
olarak geleneksel ekonominin kıtlık korkusu nedeniyle fiyatı, üretimi ve
rekabeti sınırlayan lonca/narh mekanizmasına dayanmasından, modernleşme
sürecinde ise sosyal ve ekonomik gelişmenin siyasal modernleşmenin ön şartı
olduğu gerçeğine odaklanmıştır. Bu bağlamda, teknik bilgiyi ve bürokratik
geleneği koruyan bir devlet yapısının, Türkiye'nin kendine özgü rolünü
sürdürmesindeki en güçlü dayanağı olduğu kabul edilir.
Türk Dili Hakkındaki Görüşler
I. Türkçenin Tarihsel Önemi ve Sürekliliği
Türk Dili hakkındaki görüşler, dilin tarihsel
sürekliliği, kültürel önemi, diğer dillerle olan ilişkisi ve günümüzdeki
kullanımı ve eğitimi üzerine yapılan eleştiriler etrafında yoğunlaşmaktadır.
Türkçe, yüzyıllar boyunca devlet kurumu ve askerî
teşkilatın ana taşıyıcısı olmuştur ve Türk kimliğinin temel unsurlarından
biridir.
1. Devlet ve Ordu Dili Olarak Türkçe:
- Türkçe, Türk beyninin
devam ettiren çok özgün bir dildir. Türkler her şeyi taklit etseler
bile kaybolmazlar, çünkü dilleri çok özgündür.
- Osmanlı İmparatorluğu'nun esas aktörü Türklerdir ve dilinin Türkçe
olduğu belirtilir.
- Türklerin İslamiyet öncesi dönemden beri taşıdığı mirasın en kesin
olduğu alan askerî tarihtir; öyle ki, Türkçenin kançılarya dili olmadığı zaman ve
ortamlarda dahi (İran Selçukluları dönemi gibi) ordunun komuta dili ve
askerî deyimler her zaman Türkçeydi.
- Karaman Beyliği gibi bazı beyliklerde, göçebe Türkmen gelenek ve
nüfuzu hakim olduğundan devlet dili Türkçe oldu. Böylece Türkçe,
devlet dili olarak azımsanmayacak bir maziye sahip olmuştur.
2. Kültürel Alanlarda Kullanımı:
- Harem ve Cariyelerin Eğitimi: Harem-i
Hümâyûn'da okuma yazma faaliyetinin yüksekliği söz konusuydu; cariyeler ve
harem halkı bilhassa Türkçeyi ve hitabeti öğrenerek okumalarını
geliştiriyordu. Hürrem Sultan'ın çok iyi Türkçe öğrendiği ve güzel
şiirler yazdığı belirtilir.
- Kent Hayatındaki Rolü: Eski
Halep'te çarşısından ücra sokaklarına kadar Türkçe konuşuluyordu.
- Gelişen Dil: 17.
yüzyıldaki Türkçe, bize o kadar uzak değildir ve birtakım metinlerden
dilin değiştiği anlaşılmaktadır.
II. Türkçenin Zenginliği ve Şiir Tutkusu
Türkçe, çok sayıda kültürü üzerinde barındırması
ve milletçe nazma (şiire) olan tutku nedeniyle büyük bir zenginliğe sahiptir.
1. Kelime Hazinesi ve Kültürel Birliktelik:
- Türkçemizde Arap, İran,
Yunan, Slav gibi kültürlerin üzerinde yerleşmiş olmamızın sonucu olarak, birçok
dilden kalabalık bir kelime hazinesi vardır.
- Türkçedeki bu renklilik, utanılacak
değil, övünülecek bir özelliktir ve tarih dile bu renkliliği
bağışlamıştır.
- Dilimizin yüzde
otuzunun Farsçadan oluştuğu, ve Arapça kelimelerin dilimize Farsça
üzerinden geldiği belirtilir.
- Farsçadaki kelimelerin yüzde on bin kadarının Türkçe olduğu bilinmekle
birlikte, Fars dilinin bir kavmin değil, kavimlerin ortak kültürü
haline geldiği, ancak birinin Farsçayı kabul etmekle Fars olmayacağı
vurgulanır.
2. Şiir ve Edebiyatın Yaygınlığı:
- Tarihçe bilinen devirlerden başlayarak, şiir Türklerde milletçe bir
tutkudur; bu tutku saray, devlet erkanı, bilginler, askerler, esnaf ve
halkın her tabakasında ortaktır.
- Manzum kitabelerle (yapıların ve tarihlerinin manzum olarak
gösterilmesi) gelenek yalnız Türklerde vardır. Divan edebiyatı da
Türklerin şiirin her türüne karşı duydukları ilginin en belirgin
tanıklarından biridir.
- Ayrıca, 16. yüzyılda Edirneli Nazmi gibi şairlerin, yalnızca
arı sözcükleri kullanarak (saf Türkçe) tam iki yüz seksen altı tane
manzume yazdığı bilinmektedir.
III. Dil Devrimi ve Modern Türkçenin Sorunları
Cumhuriyet döneminde dil eğitimi ve yazımında
önemli atılımlar yapılsa da, modern Türkçe'nin kullanımında ciddi eksiklikler
olduğu belirtilmektedir.
1. Harf Devrimi ve Sadeleşme:
- Latin harfleri, kültürel yaşamımızda yerini sağlamca almıştır.
Sadeleşen ve konuşulduğu gibi yazılmaya bağlanan Türkçe için bu harflerden
başkası düşünülemezdi.
- Harf devriminin, yeni kuşakların eski mirası tanıyamaması gibi olumsuz
bir sonuç yaratmadığı. Yeni kuşakların eski mirası tanıyamadığı yakınması, Osmanlıca
bilmeyenlere özgü bir dedikodudur.
- Türkçenin sekiz seslisini de kullanabildiğimiz bir alfabemiz vardır.
2. Güncel Gramer ve Kullanım Eleştirileri:
- Türkçeyi etkin kullanmak için bol bol yazmak gerekir
ve insan yazarak dilini geliştirir.
- Günümüz Türk yazarlarının
en büyük sorunu kendi lisanını bilmemektir. Bu yazarlar cümle
kurmayı bilmiyorlar, gramerleri yok.
- Türkiye'nin aydınları, yabancı okula veya yurt dışına gitse bile, uzun
zamandan beri gramer denen dalla ve zenginlikle ilgi kuramamıştır.
- Radyo ve televizyon
sunucuları/spikerleri tarafından telaffuzun berbat edilerek diş
arkasından konuşulması kabul edilemez ve bu, zavallı Türkçe
için büyük bir sorundur. RTÜK'ün siyasetle uğraşacağına, Türkçeyi
yanlış kullanana ceza vermesi gerektiği önerilmiştir.
- Gramerin gelişmediği bir ortamda, Türk tarihi alanında filoloji ve
fonetik tetkikleri yapılmamakta ve bu alanda bir kör döğüşü
yaşanmaktadır.
IV. Osmanlıca Eğitimi Üzerine Görüşler
Osmanlıcanın öğretilmesi, günümüzdeki imkânlar ve
kadro yetersizliği nedeniyle eleştirilmektedir.
- Nitelikli Öğretim İhtiyacı:
Osmanlıca öğretmek ciddi bir iş olmasına rağmen, günümüzde bu yönde
yapılan hamlelerin bir gösteri olduğu düşünülmektedir.
- Kadro Kısıtlılığı:
Türkiye’de Osmanlıca öğretecek insan sayısı şu anda sınırlıdır.
- Seçkinci Yaklaşım: Seçkinci
bir öğretimle, az sayıda okulda, Arapça, Farsça, Latince ve bir Avrupa
dili ile birlikte Osmanlıca'nın en iyisinin öğretilmesiyle bir
gelişme sağlanabileceği savunulur.
- Bilimsel Gereklilik: Bir
münevverin Osmanlıca okumayı bilmesi lazım ve bu "ada
deve" (zor) bir iş değildir. Ancak her Osmanlıca okuyan kişinin
Osmanlı tarihi söküp atamayacağı, her devrin kendine has dil
özelliklerinin bilinmesi gerektiği de vurgulanır.
- Çocukların Soğutulması Riski: "Binlerce çocuğa Osmanlıca
öğreteceğim" demenin, öğretmen kıtlığından dolayı onları her
türlü edebiyat ve dil öğretiminden soğutmak anlamına geleceği ifade
edilmiştir.
Talebiniz doğrultusunda, kaynaklarda yer alan Hz.
Muhammed hakkındaki mütalaaları ve İslam dininin diğer dinler ve siyasi akımlar
arasındaki yeri hakkındaki görüşler aşağıda sunulmuştur.
Hz. Muhammed (salla'llâhu aleyhi ve sellem)
Hakkındaki Mütalaalar
1. Hz. Muhammed'in Konumu ve Nitelikleri
- Hz. Muhammed, Müslümanların peygamberi olarak anılır.
- İslam inancına göre, peygamberin söylediği şeylerin ilahi bir
kaynağı (ilahi mebdei) olduğuna inanılır ve kendisi bir devlet adamı
değildir.
- Hilafet kurumu,
kelime anlamıyla "ardıl" veya "izleyen" demek olup,
İslam cemaatinde Müslümanların peygamberinin vekili (temsilcisi)
olarak kullanılır. Ancak bu makam, Hristiyanlık'taki gibi tanrısal
iradenin temsilcisi değildir. İlk halife Ebubekir, "Ancak hazır
olmayana halife olunur" diyerek 'Allah'ın halifesi' unvanını
reddetmiştir.
- Bazı dini yapılanmalar, özellikle Batıni/İsmaili akımlar, Kur'an'ın açık
(zahiri) anlamlarının Peygamberler için var olduğunu, ancak gizli
(batıni) anlamlarının ancak masum imamlar aracılığıyla
bilinebileceğini savunurlar.
2. Hz. Ali'nin Özel Konumu
- Hz. Ali, Hz.
Peygamber'e en yakın kişilerden biridir; damadı, amcasının oğlu ve
evinde büyüttüğü birisidir.
- İslam inancına göre her insan İslam
fıtratı üzerine doğar ve Hz. Ali, Müslüman olduğunun söylendiği
zamanda dahi sekiz yaşındaydı, yani zaten Müslümandı.
- Hz. Ali'nin hayatı boyunca putlara hiç
tapmadığı ve başka bir inancı tanımadığı belirtilir. Bu nedenle Hz.
Ali, adeta İslam'ın ilk çocuğu olarak kabul edilir. Hatta bir
rivayete göre, Kâbe'nin
içinde doğan ilk ve tek insanoğlu Hz. Ali'dir.
3. Tarihsel ve Kültürel Miras (Mukaddes
Emanetler)
- Osmanlı Sarayında Kutsal İzler: Topkapı
Sarayı'ndaki Has Oda'nın (Taht Odası) kapısının üst tarafında celi sülüs
ile “Esselamu
aleyke ya Resulullah” (Ey Allah’ın Elçisi, Selam Üzerine Olsun) ifadesi yazılıdır.
- Mukaddes Emanetler: Mukaddes
Emanetlerin bir kısmı, günümüzde Arz Odası'nda (Arzhâne) sergilenmekte
olup, özellikle Hz. Peygamber’in ayak izi ve Sakal-ı Şerifi bu
odada bulunmaktadır.
- Hırka-i Saadet: Has
Oda'da Cenab-ı Fahrü’l Enbiya Efendimizin Hırka-i Şerif’ine mahsus
astarın tamir edildiği bilgisi yer alır.
- Sultan Abdülhamid'in Vasiyeti: Sultan
II. Abdülhamid'in naaşı tabuta indirilirken, vasiyeti üzerine göğsüne
ahidnâme duası konmuş ve yüzüne Hırka-i Saadet destimali ve
siyah Kâbe örtüsü örtülmüştür.
- https://www.manevihayat.com/attachments/ahidname-duasi-arapcasi-jpg.3849/
- Topkapı Yazıtları: Harem'deki
Yemiş Odası'nda, Hünkâr Sofası'ndaki çini kitabelerde ve Has Oda'da Hz.
Peygamber’in ismi ve Cennet’le müjdelenen on sahabenin adları
(Aşere-i Mübeşşere) levhaları bulunur.
- Siyer Edebiyatı: Şair
Veysi Efendi'nin Hz. Muhammed'in hayatını anlatan ve konusu ile
menkıbelerinin çekiciliği nedeniyle geniş ün kazanan eseri Durretu't-Tac
fi Sâhibu'I-Mirac (Siyer-i Veysi) mevcuttur.
- Medine'nin İmarı: Sultan
I. Abdülhamid'e ait kitabede, padişahın devrinde Kâbe'nin tamir
edildiği ve Ravza-i Peygamber'in (Peygamber’in ravzası/türbesi)
yapıldığı duası yer almaktadır.
II. İslam'ın Diğer Dinler Arasındaki Yeri
İslam, diğer semavi dinlerle birlikte Ortadoğu
coğrafyasını şekillendiren üç ana dinî unsurdan biridir.
1. Diğer Semavi Dinlerle Karşılaştırma
- Ortadoğu ve Dinler:
Ortadoğu, dilleri ve etnik grupları yutarken, üç semavi din (İslam,
Hristiyanlık ve Yahudilik) bütün mezhepleri ve ibadet biçimlerine rağmen farklılık
duvarını korumaktadır. Kudüs'te bu üç dinin mensupları her zaman
sürtüşme içinde olmuştur.
- Ruhaniyet Eksikliği: İslam’da ruhani teşkilat,
yani bir kilise yoktur.
- Hukuk Mezhepleri: İslam’da
mezhep olmamasına rağmen, Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli gibi fıkıh
mezhepleri mevcuttur ve bunlar farklı yaşam tarzlarını
beraberinde getirir. Bunlar, itikadi açıdan bölünmeler değildir.
- Hristiyanlık ve Risalet:
Hristiyanlıkta vahyin oluşması İslam'daki ile aynı değildir; Hz. İsa'nın
çok tanrılı dinlerin anlayışı içine oturtulmasıyla risalet mahiyet
değiştirmiştir. Hristiyanlıkta Kilise, uyulması gereken naslar
getirirken, ilk iki dinde (İslam ve Yahudilik) takipçiler öğretmenlerin
vahye dayalı yorumlarını ve açıklamalarını takip eder.
- Yahudilik ve Kilise: Kilise,
Yahudileri nakıs (eksik) ve yanlış olarak görmüştür.
2. İslam ve Devlet Yapısı
- Şeriat ve Siyaset: Bazı
yazarlar Osmanlı Devleti'ni, yönetim ve yargıda şer'i hükümlerin egemen
olduğu bir sistem olarak tanımlar ve kanunların İslam Dini'nin
kaynakları olduğunu savunur.
- Modern Savunma: Güncel
siyasette, İslam'ın hayata dair kurallarının bütününü temsil eden
şeriata düşmanlığın, esasında dinin bizatihi kendisine husumet
olduğu görüşü ileri sürülmüştür.
- Devlet Otoritesi:
Osmanlı'da devlet otoritesi neredeyse her şeyin önünde gelir ve bu
duruma, aklıselim ulemanın da gerçekçi bir yaklaşımla fetva verdiği
belirtilir.
- Vahhabilik: 18.
yüzyıl sonunda ortaya çıkan Vahhabi hareketi, "Atalar Kültü"
ve "kutsal mezar" gibi olgulara karşı sertti ve Asr-ı
Saadet'ten sonraki her âdet ve kurumu din dışı saydığı için Hicaz'da
tahrifata yol açmıştır. Suudi
yönetimi de mezara tapılmaması inancına sığınarak Hz. Hatice'nin mezarı
dahil, Hz. Muhammed devrinden hiçbir izin kalmadığı bir muhiti
yaratmıştır.
- Atatürk ve Din:
Atatürk'ün isteğiyle Kur'an-ı Kerim'in Türkçe tefsiri ve Kur'an
meali çalışmaları yapılmış olup, bunlar günümüzde dahi en güvenilir
eserler olarak kabul edilmektedir.
Bu durum, dinin, Ortadoğu coğrafyasında sadece
manevi bir inanç sistemi olarak değil, aynı zamanda kültürel kimliğin,
siyasi otoritenin ve toplumsal düzenin temelini oluşturan, zaman zaman
farklı mezhepler ve akımlar aracılığıyla kendini ifade eden karmaşık bir yapıya
sahip olduğunu göstermektedir. İslam, bu bölgede diğer dinlerle birlikte
varlığını sürdürürken, kendi içindeki hukuki yorum farklılıkları (fıkıh
mezhepleri) dahi yaşam tarzlarını derinden etkilemektedir.
Dini Grupların Tarihsel Sürekliliği ve Eleştirisi
Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki tarikatlar,
cemaatler, dinî örgütlenmeler ve bunların toplum ve eğitim üzerindeki
etkileri, özellikle İlber Ortaylı'nın tarihsel analizleri ve eleştirel
yaklaşımları çerçevesinde ele alınmaktadır.
Kaynaklar, dinî yapılanmaların ve muhafazakâr
akımların tarihsel olarak sürekliliğini koruduğunu, ancak bunların modern
devletin temel ilkeleriyle ve nitelikli aydın yetiştirme hedefiyle çatıştığını
vurgular.
1. Dinî Kurumların Devamlılığı
- Tarikatlar dahi baba-oğul,
usta-çırak, mürşid-mürid ilişkisi içinde devam etmiştir.
- Doğu’daki gizli köy
medreselerinde yetişenlerden ileride yazarlar ve hatta Diyânet İşleri
Başkanı (Örn. Turan Dursun) gibi isimler çıkmıştır.
- Osmanlı Beyliği'nin kuruluşunda dahi, Ahi örgütü merkezi
otorite ile elele vermiş, Osman Bey'in Şeyh Edebalı'nın nüfuzundan
faydalanışı romanda işlenmiştir. Bu örgüt, devletin güçlenme gereğini
anlıyordu.
- Her mesleğin bir pîri bulunur ve meslekler bir pîre bağlanarak dinî
bir hava oluşturulur.
2. Otorite ve Yozlaşma Eleştirisi
- Osmanlılarda bilimde geri kalışın nedenlerinden biri, feodal düzenle merkeziyetçi
dinsel örgütün içiçe girmesi ve bunun bütün kültür hayatına egemen
olan bir baskı yaratmasıdır.
- Medreseler gittikçe bozulmuş ve eski
İslam bilimi geleneği ile bağlar kopmuştur. Ciddi bilim adamlarının
yerine, tafra satan yalancı bilim adamlarının geçtiği
belirtilmiştir (Kâtip Çelebi'nin Mizan-ül Hak'ından alıntı).
- Menfaat ve Gruplaşma: Lüzumsuz
ihtiraslarla bir yerlere gelme hevesiyle partilerin ve tarikatların
içine doluşmalar, birtakım başka yollara başvurmaların temelidir. FETÖ'cülük
de bu yüzden çok tutunmuştur.
- Günümüzde Türkiye'de din, tamamen kırsal kesimin elinde kalmıştır.
II. Tarihsel Örnekler: Kadızadeliler ve Vahhabiler
Osmanlı döneminde dinî saflık ve otorite
mücadelesi veren gruplar, merkezî otorite ve mevcut kültürel yapı ile
çatışmıştır:
1. Kadızadeliler
- Üstüvani
Mehmed Efendi'nin
adamları (Kadızadelilerin uzantısı) Fatih Camii'nde makamla kamet
getiren müezzinleri ve cemaati dövmüşlerdir.
- Mevcut Osmanlı Türk kültürünün bu tür taassuba tahammül etmesi
mümkün değildi.
- Köprülü Mehmet Paşa, bu
taifeye karşı harekete geçmiştir. Osmanlı idaresi, nizam-ı âlem (düzen)
çok önemli olduğu için, yobazı kılıçla bir anda da kaldırmayı bilendir.
2. Vahhabi Hareketi
- Vahhabi hareketi, 18.
yüzyılda Necd'de ortaya çıktı ve İbn Suud ailesinin öncülüğünü
yaptı. Kökü İbn Teymiyye'ye kadar uzanır.
- Vahhabiler, "Atalar Kültü" ve "kutsal
mezar" gibi olgulara karşı sertti.
- Bu akım, Osmanlı merkezi otoritesini sarsan taassubuna rağmen
yeni bir sosyal ve siyasal yapılanma öneriyordu.
3. Modernist İslamcı Akımlar (Senusilik)
- Cezayir’deki Senusiler, Kuran'ı okumak ve yorumlamak her
Müslüman’ın vazifesidir ve ona göre içtihat yapmak da görevidir
görüşünü savunuyordu.
- Bu yaklaşım, modernist bir yaklaşımdır ve çölden beklenmeyecek
bir fikirdir.
III. Dini Kimlik ve Modern Eğitimin Karşıtlığı
Atatürk'ün hedeflediği hür düşünceli gençlik ile
dinî grupların etkisi altına girmiş bir eğitim sistemi arasındaki fark
vurgulanmaktadır:
- Atatürk'ün Vasiyeti:
Cumhuriyet, gençliği fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür
yetiştirecek öğretmenlere emanet etmiştir.
- Laiklik ve Eğitim: Laik bir
yaklaşımla, eğitim kurumlarının yeniden düzenlenmesi ve ilmiyenin statü
kaybı modernleşmenin bir sonucudur. Osmanlı'da bile menasıb-ı ilmiye
(bilimsel makamlar) hatır gönülle değil, ilme göre verilmelidir
ilkesi vardı.
- Günümüzdeki Eleştiri: Kaynak
başlıklarından birinde yer alan eleştirel ifade, Atatürk'ün yeni nesli öğretmenlere
emanet ettiği halde, modern dönemde imamlara emanet edildiği
yönündedir. Bu, eğitimdeki nitelik kaybını ve dinî grupların artan
etkisini dolaylı olarak eleştiren bir bakış açısını yansıtmaktadır.
- Hanedan ve Dinî Hareketler:
Sürgündeki hanedan üyeleri hiçbir zaman devlet aleyhinde siyasi hareketler
veya örgütlenmeler göstermemişlerdir.
Bu tarihsel ve sosyal analizler, dinî ve tarikat
yapılanmalarının, Osmanlı'da merkeziyetçi otorite tarafından kontrol altında
tutulmaya çalışıldığını ve Cumhuriyet'in kurucu iradesinin, eğitimi ve nesil
yetiştirme sorumluluğunu tamamen laik, hür düşünceli öğretmenlere
bıraktığını göstermektedir. Dini grupların siyasette ve toplumsal yapıda artan
etkisi, modernleşmenin önündeki bir tıkanıklık ve entelektüel yozlaşma olarak
görülmektedir.
Terör
Terör, kaynaklarda doğrudan modern anlamıyla bir
ideoloji veya eylem olarak sıkça geçmese de, örgütlü şiddet, isyan, mukatele
(karşılıklı boğazlaşma) ve otoritenin tehdit edilmesi bağlamında
Osmanlı İmparatorluğu, Türkiye Cumhuriyeti ve diğer ülkeler mukayeseli olarak
ele alınmıştır.
I. Genel Yaklaşım ve Kavramsal Çerçeve
Kaynaklar, Ortadoğu gibi büyük imparatorlukların
ülkesi olan bölgelerde küçük toplum kültürlerinin yaşama şansı olmadığını ve
küçük devletlerden birinin diğerleri üzerinde egemenlik kurduğunu
belirtmektedir. Bu durum, bölgenin tarihsel olarak büyük sorunların yaşandığı
bir ülkeler bütünü olmasını beraberinde getirmiştir.
Büyük Devletler ve Çatışmayı Kışkırtma:
- Büyük devletler, etnik
veya bölgesel sorunlarda bir yerde bir kıvılcım olduğu zaman onu
alevlendirir.
- Bir ısınma, kaşınma veya çatışma
varsa, büyük devletler bunu kışkırtırlar.
Soykırım (Genocide) Kavramına Bakış:
- Soykırım (genocide) suçu son derecede yaralayıcı ve damgalayıcı
bir suç olarak nitelendirilir.
- Türkiye tarihinde hiç kimsenin böyle bir suçu hak etmediği, bu tür
eylemlerin katliam, kitle katliamı veya mukatele (karşılıklı
boğazlaşma) gibi olaylarla mukayese edilemeyeceği vurgulanır.
II. Osmanlı İmparatorluğu ve Şiddet/İsyan
Osmanlı Devleti, güçlü bir merkezi otorite ve
askeri nizam ile asayişi sağlamayı temel görevi olarak görmüştür, ancak iç ve
dış unsurlardan kaynaklanan tehditlerle karşı karşıya kalmıştır.
1. İsyanlar ve Otoriteye Başkaldırı:
- Klasik Osmanlı isyanlarının çoğunun arkasında ekonomik sebepler
vardı.
- Osmanlı'nın 'Şark Meselesi' haline geldiği son devirde, isyanlara dış
hesaplar ve ecnebi desteği girmeye başlamıştır; örneğin Kabakçı Mustafa isyanında Rusya'nın
manipülesi olduğu belirtilir.
- Göçebe aşiretlerin tahrip ve yağması, Ortadoğu kırsal
toplumunun tarih boyu en büyük derdi olmuştur. Özellikle Toroslar'daki
aşiretler tahrir memurlarını katletmiş ve birbirleriyle kavga etmişlerdir.
- Yol güvenliğini sağlamak, merkezi devletin tümüyle başarabileceği bir
iş değildi. Bu nedenle eşkıya soygununun mümkün olduğu geçitler
civarındaki köylülerin korunmasına bırakılırdı.
2. Otoriter Yapı ve Hukuki Kontrol:
- Osmanlı yönetiminde, nizam-ı âlem (düzen) çok önemlidir ve devlet
otoritesi neredeyse her şeyin önünde gelir.
- Osmanlı Devleti, yerel yöneticileri gizlice teftiş (hufyeten
tecessüs) etmekten sık sık söz etmiş ve bu gizli teftişi yaptırmıştır.
- Sancak beyleri ve diğer
mahalli idarecilerin halka zulmettiği konusundaki şikâyetler
üzerine merkezin, durumun teftişi için güvenilir kadıları mehayif
müfettişi adıyla gönderdiği bilinmektedir.
III. Türkiye Cumhuriyeti ve Yakın Tarihteki
Çatışmalar
Türkiye Cumhuriyeti, Birinci Dünya Savaşı
mağlubiyetinden sonra bir direniş gösteren ve konumunu hak eden hareketle
kurulmuştur. Ancak kuruluş ve modernleşme süreci gerilimleri barındırmıştır.
1. Millî Mücadele ve Çete Unsurları:
- İzmir'in işgali sırasında (15 Mayıs) Yunan kıtaatının askerî teamül ve
disiplinden yoksunluğu dolayısıyla katledilen asker ve siviller
olduğu belirtilir.
- Millî Mücadele döneminde, Giresunlu Osman Ağa (Topal Osman) ve Ethem
gibi yarı eğitimli ama kuvvetli ikna gücü olan liderlerin çeteleri
vardı. Ethem'in siyasi hayatında fevkalade işler başardığı ancak bilinçsiz
teşviklerle Ankara'daki kumandanlarla karşı karşıya gelerek nizami
orduya katılmakta tereddüde ve başkaldırmaya itildiği ifade edilir.
- Buna karşılık, ordunun bu başkaldıran unsurları bastırmış olması
gerektiği belirtilir.
2. Siyasi Terör ve İç Çatışma Riski (TC Dönemi):
- Yakın tarihin bir döneminde, hükûmet güçsüz olmasına rağmen, siyasî
partileri ve Meclis dışı grupları terörize etmeyi amaçlayan ve vahim
hukuk hataları içeren tehditlerin olduğu görülmüştür.
- Toplumun dinamik olmasına rağmen, Türkiye'yi iç harbe götürecek
eğilimlerin karşısında durulması gerektiği uyarısı yapılmaktadır, zira
büyük bir kan diyeti ödetmemek önemlidir.
- Toplumsal değişim
sürecinde, insanların menfaat sağlama hevesiyle partilere, tarikatlara
gruplaşmaların, FETÖ'cülük gibi oluşumların çok tutunmasının
temelini oluşturduğu ve bu durumun toplumdaki yozlaşmayı artırdığı
belirtilir.
IV. Diğer Ülkelerle Karşılaştırmalar
1. Timur ve Asyai Terör Taktikleri:
- Timur'un askerî uygulamaları ile Osmanlı savaş ve fetih usulü arasında
belirgin farklar olduğu görülmektedir.
- Timur'un, direnen
şehirleri ve kaleleri terörle korkutup ele geçirmek için kaygı
taşımaması, Asyai, Cengiz Han'dan kalma bir âdettir. Moğol
ordularının istilasının gaddarca tahrip edici, şiddetli, süratli ve karşı
konulmaz olduğu belirtilir.
2. Balkan ve Orta Doğu Örgütlenmeleri:
- Osmanlı İmparatorluğu’nda Türklerin siyasi muhalif örgütlenmesi
(İttihat ve Terakki) en son gelirken, Yunan ayaklanması için Odessa’da
Filiki Eterya’nın kurulduğu ve Bulgarların birtakım komitelerinin
olduğu görülmüştür.
- İttihat ve Terakki'nin modelinin, bu Balkan tipi komitelerin
tarzına benzediği düşünülür.
3. Güncel İstikrarsızlık Örnekleri:
- Ortadoğu dünyası büyük sorunların yaşandığı bir coğrafyadır.
- Lübnan'daki durum (Maruniler, Dürziler, Şiiler, Sünniler arasındaki
ayrışmalar), Orta Doğu haritasının kabul edilemeyecek bir gelişmesi
olsa da, olayların bu yönde yakınlaştığını ve "olur mu olur"
şeklinde değerlendirilebilecek istikrarsızlıkları gösterir.
Sonuç: Tarihsel süreçler boyunca Osmanlı Devleti,
ordunun ve hukukun gücüne dayanarak iç ve dış isyanları kontrol altında tutmaya
çalışmıştır. Türkiye Cumhuriyeti ise bu zorlu geleneği devam ettirirken, yakın
tarihte otoriter eğilimlerin muhalif grupları terörize etmeye çalıştığı
dönemler görmüştür. Ancak
Türkiye, diğer Asyai kökenli devletlerin (Timur/Cengiz Han) kullandığı askeri
terör taktiklerinden farklı bir yol izlemiştir. Günümüzde Türkiye,
bölgedeki iç harbe götürecek eğilimlerin karşısında durması gereken, dinamik
ama karmaşık bir sosyo-politik yapıya sahiptir.
Bu durum, adeta bir kazan kaynaması
gibidir: Isı (ihtiraslar ve çıkar çatışmaları) ve dış müdahale sürekli olarak
çatlaklardan sızarak toplumu huzursuz eder, ancak köklü devlet geleneği ve
halkın direnci sayesinde bu kaynama büyük bir patlamaya dönüşmeden kontrol
altında tutulmaya çalışılır.
Kürt Sorunu
Kürt sorunu, Kürtlerin ayrılma düşüncesi ve bu
konudaki tarihsel isyanlar (Şeyh Sait ve Dersim) hakkındaki görüşler,
kaynaklarda Osmanlı İmparatorluğu'nun etnik yapısı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin
kuruluş dönemi içindeki dinamikler bağlamında ele alınmaktadır.
I. Tarihsel Kürt-Türk İlişkileri ve Osmanlı
Dönemi
Osmanlı İmparatorluğu, Türklerin
imparatorluğuydu, ancak pek çok kavmi ve milleti içinde barındırıyordu. Bu
imparatorlukta kültürel Türklüğe dikkat ediliyordu, kan Türklüğüne değil.
Selçuklu ve Osmanlı Kuruluş Dönemi:
- Selçuklular döneminde,
bölgedeki Kürtlerle olan ilişkinin ne kadar yakın olduğu tam olarak
bilinmemektedir.
- Eski Orta Çağ şehirlerinde
belirgin bir Türk-Kürt beraberliğine (simbiyozis) dair kanıt yoktur;
Kürtler o zamanlar ziraattan çok göçebelikle uğraşmışlardır.
- Osmanlı İmparatorluğu'nda,
Yavuz Sultan Selim döneminde en önemli konulardan biri Sünni Kürtlerin
topluma entegrasyonu olmuştur. Bu entegrasyon, aşiretlerin kendi
mali ve özerk yapısı içinde gerçekleşmiş ve aşiretlerin devlete karşı
belirli görevleri olmuştur.
Etnik Kimlik ve Ayrımcılık Düşüncesi:
- Kaynaklar, Kürt-Türk çatışmasının ırkçı anlamda yaratılmaya
çalışıldığını, ancak Türkiye'de klasik anlamda Batı'da ve Balkanlar'da
görülen türden ırkçılıktan söz etmenin mümkün olmadığını belirtir.
Batılıların bu konuda ileri tahminlerde bulunduğu, ancak provokasyona
gelinmediği, zira böyle bir havanın olmadığı ifade edilir. Bu
durum, Osmanlı'dan kalan önemli bir miras olarak değerlendirilir.
- Türkiye'nin Türklüğü, Müslümanlığın şemsiyesi altında kendini Türk
diye ortaya koyan çeşitli etnik grupları kapsar.
II. Cumhuriyet Dönemi İsyanları
Cumhuriyetin kuruluşunda, otoriter yapıyla
belirli kabiliyetteki dar bir grubun teşkilatlandığı bir tarz-ı idare söz
konusuydu. Bu dönemde Doğu'da çıkan isyanlar farklı niteliklerde ele
alınmıştır:
A. Şeyh Sait İsyanı (1925)
Şeyh Sait İsyanı'nda, olayın temelinde sadece
yerel itaat meselesi bulunmaz.
- Bu isyanda, Kürtçülük yapan grup ve görüşler ile bunlardan
destekçi ve akıl verenler de vardır.
- Bazı Kürtlerin, kendilerine başta özerklik sözü verildiği ancak
bu sözün tutulmadığı iddiası bulunmaktadır.
B. Dersim İsyanı (1937–1938)
Dersim olaylarında ise motivasyon farklıydı.
- Dersim olaylarında hâkim olan unsur Kürtçülük değil, yerel isyandır.
- Burada söz konusu olan, yerel bir grubun itaatsizliğidir.
- İsyan, vergi
meselesinden çıkıp büyüyen bir direnişe karşı genç Cumhuriyet'in
gösterdiği tahammülsüzlükten kaynaklanmıştır.
III. Günümüzde Kürt Sorunu ve Ayrılma Düşüncesi
Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu'nun
devamıdır. Bu devamlılık, Türkiye'nin kendine özgü sorunlarını ve dinamizmini
beraberinde getirir.
1. Ayrılma Düşüncesi ve Etnik Ayrılık Noktaları:
- Ülkede esas olarak kendi
sorunlarımızla ilgilenmemiz gerekiyor.
- Türkiye'de etnik bölünmenin yanı sıra, çok kesin ayrılık noktaları
mevcuttur. Örneğin, İslam'da ruhani bir teşkilat (kilise) olmamasına
rağmen, var olan fıkıh mezhepleri farklı yaşam tarzlarını
beraberinde getirmektedir.
- Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılışında dahi içindeki ana unsurun
(Türk unsurun) Rumeli'deki vatanını kaybetmesi çok önemli bir kayıptı.
İmparatorluklar yıkılır, ancak doğru dürüst tasfiye edilen bir
imparatorluk anavatanı kurtarır.
- Türkiye'nin dinamik bir toplum olduğu ve çok şeyler başaracağı
inancı mevcuttur. Ancak ülkeyi iç harbe götürecek eğilimlerin karşısında
durulması gerekmektedir.
2. Köken ve Kimlik:
- Türkiye, hâkim etnik gruba göre, başkalarının verdiği bir isimdir
(Turchia). Cumhuriyet, Türk adını, Türk kimliğini herkes için ortak
olarak kullanma eğilimindedir.
- Türkiye'de Kemalist
milliyetçilik modern, kan bağına dikkat etmeyen, doğrudan doğruya
kültüre bağlı bir Türkçülüktür. Buna uyum sağlamayan bir Türk vatandaşını
Cumhuriyet kabul etmez. Lozan'da tespit edilen gayrimüslimler ise
istisnadır; onların kendi din ve kültürlerine devam etmelerine müsaade
edilmiştir.
3. Coğrafi ve Tarihsel Sorumluluk:
- Türkiye, bir imparatorluğun bakiyesi üzerinde bulunduğu için kabuğuna
çekilemez. Burası Lüksemburg Dükalığı değil, bazı sorumluluklarımız
vardır.
- Ortadoğu'nun küçük devletlerin yaşama şansı olmayan kurak
topraklarında, bir küçük devletin diğerleri üzerinde egemenlik kurduğu
karmaşık bir yapısı vardır. Türkiye, bu sorunlu coğrafyanın bir
parçasıdır.
4. Eski ve Yeni Durumların Karşılaştırılması:
- Eski Durum: Loncalar
ve esnaf, Osmanlı İmparatorluğu'nda ülkenin çeşitli dil, din, töre ve
gelenekleriyle diyalog kuran ve bu renkliliği özünde toplayıp
yaşatan tabakaydı. Lonca kültürü, kentsoylu sınıfının ulusal temelini
hazırlayabilirdi.
- Yeni Durum:
Günümüzde, etnik bölünmenin yanı sıra, din birliğinden de söz
edilememektedir. Birleştirici olmaktan ziyade, çok kesin ayrılık noktaları
mevcuttur. Toplum, bu büyük değişimin getirdiği sancıları hâlâ
yaşamaktadır.
Sonuç olarak, kaynaklar Kürt sorununu tarihsel
bir entegrasyon meselesi olarak ele almakta; Şeyh Sait İsyanı'nın Kürtçülük
fikriyle bağlantılı olduğunu, Dersim İsyanı'nın ise daha çok yerel itaatsizlik
ve vergi meselesinden kaynaklandığını vurgulamaktadır. Ayrılma düşüncesine
karşı ise Türkiye'nin köklü devlet geleneği ve kültürel
milliyetçiliğe dayanan bütünleştirici yapısı öne sürülmektedir.
1. 1947 Üniversite Olayları ("Büyük
Darbe")
Kaynaklar, bu iki dönemi, özellikle Atatürk'ün
kültürel atılımlarının halefleri tarafından anlaşılamaması ve nitelikli
eğitimin siyasete kurban edilmesi bağlamında ele almaktadır.
Kaynaklar,
1947'deki üniversite olaylarını, Atatürk'ün kurduğu eğitim kurumlarına vurulan en
ağır darbelerden biri olarak nitelendirmekte ve bu durumu dönemin iktidar
çevrelerinin Kemalist atılımları anlayamamasının bir sonucu olarak görmektedir.
Olayların Niteliği ve Etkileri:
- Kemalizm’in kurduğu üniversiteler, 1947’de CHP yönetiminden büyük
darbe yemiştir.
- 1947 yılının meşum üniversite olayları (Tan olayları ile
birlikte anılmaktadır), Türkiye'de iktidar çevrelerinin Atatürk'ün büyük
iddia ve heyecanını anlayamadığını göstermiştir.
- Bu olaylar nedeniyle üniversiteler çok ağır sarsıntılar geçirmiş
ve kurumlaşmış sağ-sol çatışması bu noktada başlamıştır.
- Yaşananlar, hazin üniversite olayları ve Ankara Üniversitesi
Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde (DTCF) bir sarsıntı
yaratmıştır. Bu olaylar neticesinde, üniversitelerin sarsıntı geçirmesiyle
birlikte gelen yabancıların büyük ölçekte geri döndüğü ve o
müesseselerin günümüzde bile nasıl doğduğunu anlamadan eriyip gitmeye
başladığı belirtilmiştir.
- Edebiyat Fakültelerinin (DTCF) bugünkü hali, bu erimeyi gösteren bir
sonuçtur.
Uzaklaştırılan Akademisyenler ve Sorumluluk:
- 1947 olayları, Atatürk’ün
kurduğu partinin [CHP’nin] ve hükümetin kusurudur.
- O dönemde DTCF'yi sarsan
olaylar sonucunda Landsberger, Walter Ruben, Wolfram Eberhard gibi
Alman hocalar ile Muzaffer Şerif, Pertev Naili Boratav, Behice Boran ve
Niyazi Berkes gibi yerli akademisyenler uzaklaşmak zorunda
kalmışlardır.
- 1947 Türkiyesi'ndeki
CHP'nin, 1933 Atatürk Türkiyesi’nden kopuk ve bağnaz bir zihniyete
girdiği ifade edilmiştir.
- Olayların, sağ-sol meselesi değil, daha çok muhafazakâr
kanat hocalarının (örneğin hukukçu Vasfi Raşid Sevig’in
"görülmemiş edepsizlik" olarak vasıflandırdığı) baskıları ve
yöneticilerin gereken cesareti gösterememesi sonucu yaşandığı belirtilir.
2. 1970'lerde Eğitim Enstitülerinin
Kapatılması/Dejenere Edilmesi
Kaynaklarda Bülent Ecevit'in genel liseleri
kapattığına dair doğrudan bir ifade bulunmamaktadır. Ancak 1970’li yıllarda
Türkiye’nin eğitim sisteminde nitelikli öğretmen yetiştirme programlarının
sona erdirildiği ve bu durumun politikacılar tarafından gerçekleştirilen yanlış
ve dar politikalar sonucu olduğu eleştirisi güçlü bir şekilde yer
almaktadır.
- Eğitim Enstitülerinin Dejenere Edilmesi: Gazi Eğitim Enstitüsü, Çapa Eğitim
Enstitüsü gibi önemli öğretmen okullarının 1970’lerde tamamen yanlış ve
dar politikalar yüzünden mefluç hale getirildiği (işlevsizleştiği)
belirtilmiştir.
- Yanlış Politikaların Sonuçları:
Atatürk'ün ilk dönemlerinde çok önem verilen teknik öğretmen yetiştirme
programları 1970’lerde kesintiye uğramıştır. Türk sanayii, yardımcı
teknik elemana sahip olamamıştır.
- Mustafa Necati Bey’in Sistemi:
Cumhuriyet’te maarifin bir numaralı ismi olan Mustafa Necati Bey’in
getirdiği eğitim enstitüleri, 1970’lere kadar dayanmıştır. Ancak bir
an geldiğinde sistem dejenere olmuş, öğretmenler üç ayda mezun edilmeye başlanmıştır.
Bu durum, çarıklı erkânıharp tipinin üst makamdaki icraatının bir
sonucu olarak görülür.
- Kurnaz Politikacılar: Eğitim
enstitüleri 1970’lerde kurnaz politikacılar yüzünden laçkalaşınca
bu fırsat kaçmış ve sistem ortadan kalkmıştır.
- Nitelik Kaybı: Bu
durum, eğitimin kalitesini düşürmüş ve ehliyetsiz bir elitin ortaya
çıkmasına neden olmuştur.
Bülent Ecevit Bağlamı: Bülent
Ecevit, 1970’li yıllarda siyasi muhalefeti CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’ye ve
askerlerle işbirliği yapan diğer siyasilere karşı yürütmüştür. Ecevit, 1974’te Erbakan ile
birlikte Kıbrıs Çıkartması gibi maliyetli ve radikal kararı alan
liderlerdendi. Ayrıca
Ecevit hükümeti sayesinde 1974 affıyla Osmanlı Hanedanı üyeleri
Türkiye’ye dönme hakkı elde etmişlerdir. Ancak 1970'lerdeki eğitim
enstitülerini dejenere eden politikacılar arasında, Ecevit'in eğitim
kurumlarını kapatma gibi spesifik bir eylemine kaynaklarda değinilmemiştir;
genel olarak bu dönemdeki eğitim kurumlarının tahribi, yanlış ve dar
politikalar ve kurnaz politikacılar yüzünden gerçekleşen bir felaket
olarak eleştirilmiştir.
Bu iki olay, Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki kültürel alandaki eski
atılım ve heyecanın ve nitelikli öğretmen yetiştirme geleneğinin sona
erdiği, yerine ehliyetsiz bir elit ve siyasete alet edilmiş kurumların geldiği
dönemler olarak görülür. Bu, adeta bir kuyudan su çekme sisteminin
bozulması gibidir: Atatürk döneminde kurulan modern kuyular (üniversiteler ve
enstitüler) suyu (nitelikli insanı) yukarı taşıyordu, ancak 1947'de ve
1970'lerde atılan yanlış adımlarla bu kuyuların mekanizması paslanmış ve
kurumlar işlevsizleşmiştir.
Adnan Menderes Dönemi
Adnan Menderes dönemi, 27 Mayıs 1960 Darbesi
(İhtilali), bu olayların eleştirisi, sorgulanması ve 12 Eylül 1980 Darbesi
hakkındaki görüşleri kaynaklara dayanarak sunuyorum.
I. Adnan Menderes ve Siyasi Hayattaki Yükselişi
Adnan Menderes, Atatürk’ün gençlik döneminde
dikkatini çekmiş, ekonomik görüşleriyle öne çıkmış ve Anadolu’daki çiftçi
kitlelerinin desteğini kazanmış bir siyasetçidir.
Atatürk ile
Tanışması ve İlk Kariyeri
- Atatürk, İttihatçıların menfi (olumsuz) taraflarından nefret ederdi ve
bu hizipçilikten çatışarak kenara çekilmişti.
- Serbest Fırka'nın kapatılmasından sonra Aydın’a gelen Atatürk'e, o
zamanlar sadece Adnan Bey olarak bilinen muhalif bir gençten
şikâyet edenler olmuştur.
- Adnan Bey, boş bir insan
değildi; yedek subay olarak askerlik yapmış, İstiklâl Madalyası almış
ve Amerikan Koleji'nde okumuştu.
- Menderes, memleketin
halini, çiftçinin durumunu, ihmali ve bürokrasinin tutumunu
anlatmaya başlayınca Atatürk'ün tavrı değişmiş. Atatürk, Menderes'in
görüşlerini bir layiha (yazılı rapor) halinde istemiş ve sonraki dönemde
onu Aydın'dan mebus listesine koydurmuştur. Bu,
Atatürk’ün toleranslı bir tavrı ve iş bilir insan arayan bir zihniyeti
gösterir.
Ekonomik İcraatları ve Karakteri
- Menderes, Aydın’ın
çiftlik ağası olarak bilinen, Anadolu elitinin ilklerindendir.
- Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu tartışmalarında, Menderes arazi
bölüştürmenin mantığını sorgulamış ve zirai makineleşmeyi teşvik etme
gereğini savunmuştur.
- Menderes döneminde yol vergileri kaldırılmış ve bu durum
insanların ne kadar rahatladığını gösterdiği için köylüler Menderes'i
karşılamak üzere yollara akın etmişlerdir.
- Toprak Mahsulleri
Ofisi'nin yaygın olarak kurulması ve yol ağının şose ve asfalt olarak
genişlemesi Menderes’in icraatıdır. Bu, Anadolu’yu karanlıktan,
toprağı çatlamaktan kurtaran bir rol olarak görülür.
- Menderes, Türkiye'yi seven, çalışkan ama bazı konularda eksikleri
olan bir adamdı.
- Menderes'in etik duruşu
önemlidir: Başbakan olduğu dönemde oğullarından birinin yurtdışında hesap
açtırmak istemesi üzerine onu azarlamış ve "Bir başvekilin
çocuğunun yabancı bankada hesabı olamaz!" demiştir.
İstanbul Eleştirileri
- Menderes, İstanbul için
bir kâbus idi.
- Kendisi, geleneksel Anadolu'dan destek alan ama o Anadolu’nun
siluetini görmek istemeyen bir başbakandır.
- İstanbul'da Vatan ve
Millet caddeleri açılırken yapılan yıkımlar (konaklar ve bahçeler)
sırasında insanlar üzüntü yaşamış. Menderes döneminde eserler yıkılırken
bazıları "Aferin, şehir açılıyor" diyerek desteklemiş olsa da,
bu yıkımlar sırasında yıkılan mescitlerin fotoğrafını bile çekme
gereği duyulmamıştır.
II. 27 Mayıs 1960 İhtilali (Darbesi) ve
Sorgulamaları
27 Mayıs Darbesi, ordunun bir hizbi tarafından
gerçekleştirilmiş, hukuki ve toplumsal açıdan ağır eleştirilere maruz kalmış
bir olaydır.
Darbenin Koşulları ve Hukukî Durumu
- Eğer hükümet içinde bazı
konularda anlaşmazlık olmasaydı, Ali Fuat Başgil gibi akil bir hocanın
mütalaası dinlenseydi, erken seçime gidilseydi ve seçim kanununda düzeltme
yapılsaydı, bu iş (darbe) olmazdı.
- 27 Mayıs sabahı radyolarda
Albay Alparslan Türkeş'in sesinden "NATO’ya bağlıyız ve
inanıyoruz. CENTO’ya bağlıyız ve inanıyoruz" bildirisi
tekrarlanmıştır. Darbenin ilk bildirisi solculuktan çok
uzaktı, hatta karşıydı.
- Yassıada duruşmaları, hiçbir
hukukçunun onaylayamayacağı biçimde yürüyordu.
- Darbe öncesinde hükûmet güçsüz olmasına rağmen, siyasî partileri ve
Meclis dışı grupları terörize etmeyi amaçlayan ve vahim hukuk
hataları içeren tehditlerin olduğu görülmüştür.
- 1961 Anayasası'nın girişi,
27 Mayıs harekâtını ve onu yapanları meşrulaştıran şiirsel bir metin
içeriyordu.
- Cumhuriyet'in kurulduğu dönemden itibaren var olan eski memurları
ayıklayan tensikat komisyonları (27 Mayıs ve 12 Eylül'de olduğu
gibi) bu süreçte de kullanılmıştır.
- Bir başvekilin (sadrazamın) idam edilmesi durumu, Prof. Reşad Kaynar
tarafından tarihsel süreklilik bağlamında ele alınmış ve idam
edilen son sadrazamın bir anlamda Menderes olduğu söylenmiştir.
Darbenin Eleştirisi ve Sonuçları
- 27 Mayıs, bazı yönleriyle abartılı ve haksız bir hareket olarak
görülmüş, darbeciler kadar kışkırtılmış kitlenin tavırları da
benimsenmemiştir.
- Darbenin hemen ardından
muhalefet partisi kapatılmış ve bir hafta sonra patlayan Menemen olayı,
muhalefetin susturulmasına taraftar olan gerici akımın kuvvetinden korkan
yöneticilerin işine yaramıştır.
- Darbe, ekonomik olarak zor
durumda kalan Menderes'in Amerikan kredisi alamadığı için Rusya’ya
yanaştığı yönündeki söylentilerle ilişkilendirilmiştir, ancak bunun
tarihi hakikati Amerikan arşivlerinden çıkana kadar spekülasyon olarak
kalmıştır.
III. 12 Eylül 1980 Darbesi ve Askerin Durumu
12 Eylül 1980 Darbesi, 27 Mayıs'tan farklı olarak
komuta zinciri içinde gerçekleşmiş ve kaotik bir toplumsal durumun sonucu
olarak görülmüştür.
Darbe Ortamı ve Gerekliliği
- 12 Eylül harekâtı, Türkiye tarihindeki dördüncü askerî darbedir.
- 1980 darbesinden çok kimse hoşlanmasa da, darbeden önce sokakları
kan götürmeye başlamıştı ve birçok kişi (sağcı, solcu veya orta yolcu)
ölüm listelerindeydi.
- Darbe, Batı ittifakı ve ordunun iç terfi düzeni nedeniyle çok partili
hayata geçişi sağlamıştır.
- Avrupa televizyonları dahi 12 Eylül sabahı bu darbeyi beklenilen
müspet bir müdahale olarak vermiş, oradaki vatandaş kitlesi "Geç
bile kaldılar" ifadesini kullanmıştır.
- 12 Eylül harekâtı tasvip edilmese de, Türkiye’nin zaafları
dolayısıyla kaçınılmaz bir tarihi olay olduğunu kabul etmek
zorundayız.
Askerî Yönetim ve Halkın Tepkisi
- 12 Eylül, emir ve komuta zinciri içinde yapılmış bir
harekâttır.
- Askerî rejim, çok açıktır ki sağı da solu da hizaya getirmek
niyetindeydi.
- Darbe sonrasında halk, pek tasvip edilmeyen bir anayasa metni olmasına
rağmen, Anayasayı reddetmenin daha büyük sorunlar yaratacağını
görerek yüzde 92 oranında "evet" demiştir. Bu oran, 1961
Anayasası'na verilen oylardan daha yüksekti.
- 12 Eylül sonrasında Türkiye'de münevver takımı, her darbede "toptan
sopa" yediğini görerek bir diyalog ve yakınlaşma sürecine
girmiştir. Bu, aydınların bilgi ve zenginleşmeye yönelmesini
sağlamıştır.
Askerin Genel Durumu
- Osmanlı İmparatorluğu'ndan Türkiye Cumhuriyeti'ne kalan en büyük
özellik, eski bir imparatorluğun askerî ve bürokratik geleneğine
dayanıyor olmasıdır.
- Atatürk döneminde, askerî müdahaleleri önlemek için askerlikle idari
görevler arasına kesin sınırlar çekilmişti (askerlerin mebus olamaması
gibi).
- Ancak 1908'den beri,
Türkiye'nin modernleşmesini teşkil eden her hareketin arkasında askerî
darbeyi görüyoruz. Bu, sağlıklı bir vatandaş değerlendirmesiyle
bağdaşmayan bir tutarsızlık olarak da nitelenir.
- Darbelerden önceki siyasal sistem tıkanmaları, sivil yönetimin ne
kadar ham ve hazırlıksız olduğunu göstermektedir.
Bu darbeler zinciri, tıpkı Osmanlı askeri
nizamının toprak rejimine gösterdiği etkinin modern bir yansıması gibidir;
ordu, idari mekanizmanın ve toprak rejiminin (siyasi sistemin) düzenini korumak
için vazgeçilmez bir güç olarak kabul edilse de, zaman zaman bu gücün sivil
hayata müdahalesi (27 Mayıs'ın hukuki hataları ve 12 Eylül'ün zorunluluğu) ile
siyasi sistemde kalıcı kırılmalar yaratılmıştır.
Prof. Dr. Celal Şengör
İlber Ortaylı'nın Celal Şengör ile olan
entelektüel etkileşiminin sınırlarına dair net bir bilgi sunmaktadır. İlber
Ortaylı, kendisinin uzmanlık alanı olmayan konularda tartışmaktan kaçınma ve
haddini bilme ilkesine sahiptir.
Bu bağlamda, Ortaylı kendi cehaletini kabul
ettiği konulara örnek verirken şunu belirtmiştir:
- "Benim cahil olduğumu kimse anlamıyor.
Karışmıyorum çünkü. Sen hiç benim tıp üzerinde konuştuğumu duydun mu? Ya
da icra/iflas meselelerinde. Böyle şeyler yapmam. Ya da Celal Şengör’le
jeoloji tartıştığımı ... Ancak soru sorarım ben ona".
Bu ifade, Ortaylı'nın, Şengör'ün uzmanlık alanı
olan jeoloji gibi konularda onunla tartışmak yerine, sadece soru sormayı
tercih ettiğini göstererek, aralarındaki saygıya dayalı uzmanlık ayrımını
ortaya koymaktadır.
Cemil Meriç
Kaynaklarda, Cemil Meriç'in adından özellikle tesamuh
(hoşgörü) kavramını ele alış biçimi bağlamında bahsedilmektedir.
Cemil Meriç'in bu konudaki yaklaşımına dair
sunulan düşünceler şunlardır:
- Meriç, tesamuh kavramını "bayağı yeni bir müessese
olarak geliştirmektedir".
- Bu yaklaşım, yani geniş bir birlikte varoluş (coexistence),
geniş karşılıklı anlayış ve karşılıklı bir arada olma
durumunun adının tesamuh olarak konması, aslında merhum Cemil
Meriç'in bir temennisinden ibarettir.
- Bu geniş bir arada olma halinin adının tesamuh olarak
konulması, merhum Cemil Meriç'in kafasında vardır.
- Ancak kaynaklar, geçmişte (tarihte) bu olayın adının tesamuh
diye ifade edilmediğini de belirtmektedir.
- Ayrıca, Cemil Meriç'in bu konudaki yorumları, toleransın hoşgörü
olmadığını söyleyen başka düşünürlerin (örneğin Hüseyin Batuhan)
görüşleriyle aynı bağlamda değerlendirilmektedir.
Kadir Mısıroğlu
Ayrıca, tarihî roman ve kurgu eserlerde yapılan
hatalara dair somut örnekler ve metodolojik değerlendirmeler mevcuttur.
I. Kadir Mısıroğlu ve Benzeri Tarihçiler
Hakkındaki Görüşler
Kaynaklar, resmî ideolojik veya popülist olsun,
olayları tek bir kalıba sığdırmaya çalışan ve bilimsel metodolojiden uzaklaşan
tarih yazımını eleştirmektedir.
1. İdeolojik ve Yanıltıcı Tarih Yazımına Yönelik
Eleştiriler
- Türk tarih yazımını belirli bir ulusalcı
iklimin etkisi altına aldığı, bunun bazı kalemlerde aşırı ölçülere
varan bir moda olduğu gerçektir.
- Türk tarihi üzerine yapılan yorum
çabalarında, yakın geçmişin haksızca karalandığı cumhuriyetçi bir
anlayışa ya da romantik bir yaklaşımla Asya bozkırlarına uzanıldığı
ve efsanevî açıklamalara başvurulduğu tekrarlana gelmiştir.
- Tarihçinin,
tezini mesnetsiz laflarla, vesikasız iddialarla veyahut yanlış,
saptırılmış vesika kullanımlarıyla desteklememesi gerekir; bu büyük
bir tehlikedir.
- Tarih yazımında karşılaşılan bu iki zıt
eğilim (belge fetişizmi ve sapkın tarih yazımı) işi zorlaştırmaktadır.
- Toplumdaki hakikat dışı yakıştırmalar ve
sapkın tarih yazımı merakı, halkta bir tepki yaratmış ve bu durum,
özellikle gençlerin Atatürk’ün Nutuk’u gibi eserlere
yönelmesine neden olmuştur.
2. Bilgi ve Denetim Eksikliği
- Bazı tarihçiler, dünya tarihi ya da imparatorluğun ne olduğu
bilgisine sahip değildir; örneğin, bazıları Roma’yı "Romalı
Perihan" zannetmektedir.
- Tarihçi olmayan bazı kimseler, tarihi yorumlarken olaylara sadece yüzeyden
bakıp, gülünç yorumlar yapmışlardır.
- Toplumun dinamizm kazanmasıyla birlikte, bir tarihî oyun veya roman
ortaya çıktığında insanlar artık o kadar safdil değildir ve
"Bu doğru mu?" diye sormaya başlamışlardır. Bu sorgulama,
toplumda bir hareketliliğe neden olmuştur.
- Türkiye'nin yakın tarihini, uygulanmış belge ve dedikodularla
bir satranç turnuvasına çeviren tarih dedikodularının ciddiyetten uzak
olduğu ima edilir.
II. Tarihî Romanlarda Yapılan Hatalar
Tarihi romanlar, okuyucunun merakını artırsa ve
toplumsal dinamizmi tetiklese de, kaynaklar bu tür eserlerde sıkça rastlanan kurgusal
hatalara ve bilimsel gerçeklere aykırı durumlara dikkat çekmektedir.
1. Kurgusal Yanılgılar ve Romantizm Hataları
- Kür Şad Meselesi: Kür Şad ismi, bir romandaki
kahramanın adıdır. Tarihi gerçeklikte bu kişinin adı Jie-shı-şuay
yahut Chie-shih-shuai olarak geçer. Nihal Atsız, romanı yazarken bu ismi Kül
Tegin’den ‘Kür’ ve Bilge Kağan’ın ilk unvanı olan ‘Şad’
kelimelerini birleştirerek türetmiştir.
- II. Murad ve İstanbul Kehaneti: II. Murad’ın, hocası Hacı
Bayram-ı Veli’ye İstanbul’un fethini sorduğu ve onun da cevaben "Bu,
bize nasip olmayacak ama şu beşikteki bebeye ve şu eşikteki köseye nasip
olacak" (Fatih ve Akşemseddin'i kastederek) dediği hikâyesi tamamen
tarihî romantizmin kurgularıdır ve kronolojik olarak alakası yoktur.
- Aynı Hocadan Ders Alan Üçlü: Nizamülmülk, Ömer Hayyam ve
Hasan Sabbah'ın aynı dönemde, aynı hocadan ders almış oldukları iddiası tarihi
gerçeğe aykırıdır ve bir roman kurgusudur.
- Yanlış Tasvirler: Osmanlı
Kuruluş Devri ile ilgili yazılan romanlarda, yazarın bilgiyi eksik
hatırlaması veya abartması sonucu hatalı tasvirler ortaya çıkabilmektedir.
Örneğin, erken Osmanlı kaynaklarında "öküz artı ağaç eşittir
Rumeli fütûhatı" gibi romantik bir hikâye geçmez; bu tür
hikâyeler, kaynaklardaki kayıtsızlık sorununa vurgu yapılırken abartılarak
sunulabilir.
- Karakter Yanılgıları: Namık
Kemal’in Cezmi romanına ilham veren Adil Giray’ın, Şah’ın
karısı ve kız kardeşleriyle zina yaptığı iddiası (Safevî sarayında
esirken) dönemin saray pratikleri ve âdetleri içinde gelişebilecek bir
durum değildir ve doğruluğunun araştırılması gerekir.
2. Metodolojik ve Niteliksel Eksiklikler
- Yüzeysel Bilgi:
Tarihî roman yazmak için oturup birkaç ansiklopedi maddesi yahut bir iki
kitap/makale okuyup hemen bir tarihî roman yazmak, eserin satmasına neden
olabilir, ancak istikbalde bir şey yazılamamasına yol açar.
- Sınırlı Sosyal Bilgi: Tarihi
romanlarda, özellikle kadının ve erkeğin toplum içinde nasıl karşılaştığı
ve konuştuğu (diyalog ortamı) gibi unsurların eksik olduğu görülür, zira
yazarın bu sosyal bilgiden yoksun olduğu anlaşılmaktadır. Bu eksiklik,
romanın zengin anlatım ortamından yoksun kalmasına neden olur.
- Redaksiyon Sorunları: Yüksek hacimli eserlerde
(örneğin Yaşar Kemal’in eserlerinde olduğu gibi) folklorik unsurların
ve gereksiz terimlerin okumayı zorlaştırması gibi sorunlar, edebi
denetim (redaksiyon) yoluyla giderilmeye çalışılır.
- Kalitesizlik:
Türkiye’de yazılan tarihî roman türü fazla gelişkin değildir ve
yayımlanan eserlerin arasında çok kötülerinin olduğu
belirtilmiştir.
Osmanlı Arşivleri
Osmanlı ve Cumhuriyet dönemindeki arşiv ve kültür
mirası yönetimine dair kritik sorunları, idari aksaklıkları ve uluslararası
karşılaştırmaları kapsamaktadır. Kaynaklar, bu konularda özellikle envanter ve
tasnif eksiklikleri, bürokratik ihmaller ve saray arazisi üzerindeki baskılar
hakkında ayrıntılı bilgiler sunmaktadır.
I. Osmanlı Arşivlerinin Durumu ve İngiltere ile
Karşılaştırma
Kaynaklar, Osmanlı arşivlerinin satılması veya
geri getirilmesi konusunda doğrudan bir olaydan bahsetmemektedir; ancak, arşivcilik
şuurundaki noksanlık ve Batılı devletlerin arşiv yönetimine dair üstünlüğü
ima edilmektedir.
1. Arşiv Şuurundaki Noksanlık
- Devlet evrakının muhafazası konusunda
tarihçi bir şuur noksanlığı, sadece Cumhuriyetçilere veya yeni harf
nesillerine mahsus değildir.
- Osmanlı bürokrasisi, devlet evrakını mali ve
idari işlemin gereği olarak saklamış olsa da, bunun tarih malzemesi
olacağı bilinci bazı kimseler dışında pek yaygın görünmüyordu.
- Arşivlerin tarihî değeri üzerinde durmak ve Hazine-i
Evrak'ı ve Topkapı arşivlerini derleyip taşımaya teşebbüs, son Osmanlı
asrına özgü bir eğilimdir.
2. İngiltere ve Batı ile Karşılaştırma
- Kaynaklar, özellikle İngiltere'de değil,
Almanya'daki dışişleri bakanlığı arşivlerinin açık ve düzenlenmiş
olduğunu belirtirken, Osmanlı Hariciye Arşivi'nin hala yeni tanzim
edildiğini vurgulamaktadır.
- Yurtdışındaki Osmanlı çalışmalarındaki en
büyük eleştiri, Anglo-Sakson dünyasının Türkçe okumamasıdır. Bu durum,
Türkçe birincil ve ikincil kaynakların kullanılmamasını getirir.
- Dış
dünyada tarihçiliğimizin saygınlığını artırmak için, hiçbir Avusturya veya
Macar tarihçi delegasyonunda rastlanmayacağı şekilde, Türkiye'de arşivcilerin
yayın yapmalarının yasaklanması gibi garip tedbirlere son verilmesi
gerektiği belirtilmiştir.
II. Arşivlerin Tasnifinde Gelinen Nokta
Arşivlerin tasnifinde önemli adımlar atılmış,
özellikle bazı kritik olayların bu süreci hızlandırdığı belirtilmiştir.
- Uzman Kadro Yetiştirme: Başbakanlık
Arşivleri, Mithat
Sertoğlu zamanından beri kendi uzmanını yetiştiren nadir millî
kurumlarımızdan biridir ve bu yapısı gittikçe kuvvetlenmektedir.
- Arşivcilerin Rolü:
Ankara'daki bürokrasi bu gerçeği geç de olsa anlamış; arşivciler arşiv
belgelerinin tasnifi ve korunması ile görevlendirilmiştir.
- Yayın Faaliyetleri:
Korunmaya, şüphesiz belgelerin neşri de girer. Neşredilen orijinal
belgelere okuyucunun eli değemez, bu orijinal vesikanın tahribini önler.
Ayrıca çok müracaat edilen belgelerin basım ve neşriyatıyla her yerde
tetkikçilere ulaşması sağlanır, bu da belgenin daha sağlıklı olarak
tetkikini sağlar.
- Katalizör Olaylar: Türkiye arşivlerindeki atılım,
Hasan Celal Güzel’in müsteşarlığı dönemine rastlar. Ayrıca Ermenilerin
suikastlerinden sonra arşivlere ilgi artmıştır ve Ermeni
tartışmalarına cevap vermek uğruna arşivler bir bakıma önem kazanmıştır.
- Şer'iyye Sicilleri: İstanbul
ve civarının şer'iyye mahkemesi sicilleri, Sultan Abdülhamid'in
kendisinin yaptığı dolapların içinde durur. Bu siciller, Osmanlı
tetkiklerinin filolojik yönden en çetrefilli malzemesidir.
III. Topkapı Sarayından Çalınan Eserler ve
Envanterin Gecikmesi
Topkapı Sarayı, içindeki hazinelerin ve
arşivlerin zenginliğiyle eski imparatorluğun evi ve en büyük sarayıdır.
Çalınan eserlere dair kesin bir bilgi olmamakla birlikte, Saray'ın karşılaştığı
yönetimsel zorluklar ve arazi gaspı envanter ve korunma sorunlarının temelini
oluşturur.
1. Envanter Çıkarma ve Gecikme Nedenleri
- Mekân Darlığı: Topkapı
Sarayı bir müze olarak zorlanmaktadır, çünkü sayısız malzemenin teşhiri
ve depolanması için yeni yerlere ihtiyaç vardır.
- Arazi Gaspı ve Bürokratik Engeller: Milli varlığını ve eski
eserlerinin kapasitesini tanımayan birtakım gruplar ve kamu kuruluşları
hâlâ saray arazisinden yer almak peşinden koşuyorlar.
- Sarayın
elinden alınan binalar vardır, Darphâne gibi. Darphane binası şu
anda hiçbir şey yapılmadığı hâlde bir vakfa aittir. Bu
durum, Saray'ın yer sıkıntısı çekerken, Darphane'nin yer almak isteyen Tarih
Vakfı tarafından kullanılması gibi mahkemelik sorunlara yol açmıştır.
- Kütüphane
sorunu:
Sarayda yazmaların saklanacağı başka bir yer olmadığı için, kütüphane
için uygun yer olan Enderun Ağaları Camii'nin kubbesindeki çatlağın
tamiri bile (cami olarak kullanılması şartıyla onarım izni gibi)
bürokratik engellere takılmıştır. Yazmaların geçici olarak Darphane'de
saklanması en uygun olsa da, Tarih Vakfı buradan çıkmamaktadır.
- Nakil Zorunluluğu: Osmanlı
Sarayı'ndaki bazı eserlerin bir an evvel kurulacak millî bir müzeye
nakledilmesi gerekiyor. Kumaş koleksiyonları da dâhil olmak üzere,
teşhir ve depolama için ayrı binalara taşınması gereken koleksiyonlar
vardır.
- Saray Arazisinin Yağmalanması: Saray
arazisinin, Sirkeci Demiryolu İstasyonu'nu içeren tüm alanı kapsadığı ve
bu arsaların daha önce yeterince yağmalanmış olduğu belirtilmiştir.
Demiryolunun kaldırılmasıyla bu alana Topkapı Sarayı adına el konması
gerektiği savunulmuştur.
2. Çalınan Eserler ve Güvenlik
- Kaynaklarda Topkapı Sarayı'ndan eser çalındığına dair kesin bilgi
bulunmamaktadır. Ancak Saray Müdürü'nün (İlber Ortaylı), basında çıkan
güvenlik sorunu haberlerini ve çizilen krokilerin hırsızı fena
tökezleteceğini söylemesi, güvenlik kaygılarının varlığını
göstermektedir.
- Sarayın güvenliği için para ve çok sayıda eğitimli insan
gerektiği belirtilmiştir.
IV. Sansürlenen Belgeler ve Cumhuriyet Arşivleri
1. Sansür ve Engellemeler
- Arşivcilerin arşiv
belgeleri üzerinde yayın yapmalarının yasaklanması ve kendilerine en sonda
söz verilmesi gibi uygulamalar eleştirilmiştir.
- Bazı tarihî eserlerin (Kantimir’in
Osmanlı tarihi gibi), Diyanet İşleri Kurulu'nun kararıyla Kültür
Bakanlığına müdahale edilerek halkın okumasının engellenmeye
çalışılması onaylanmayacak bir hareket olarak görülmüştür.
2. Cumhuriyet Arşivleri
- Cumhuriyet arşivi ve evrakının muhafazası konusunda tarihçi şuur
noksanlığının devam ettiği ima edilmiştir.
- Önemli Kayıplar: Çırağan
Sarayı’nın geçirdiği yangından sonra, içinde hizmet verdiği I. Meclis-i
Mebusan’ın faaliyetleriyle ilgili bütün arşivin de kül olduğu
belirtilmiştir.
- Dışişleri Arşivi: Türkiye
Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’nın, hala Alman Dışişleri Bakanlığı’nınki
gibi açık ve düzenlenmiş bir arşivi olmadığı ve Osmanlı Hariciye
Arşivi'nin hala tanzim edildiği belirtilmiştir.
- Borç Belgesi: Cumhuriyet'in
Osmanlı'dan kalan devasa borcu üstlenip son kuruşuna kadar ödemesi,
devletin devamlılığı açısından üzerinde durulması gereken olaylardır.
- Yakın Tarih Belgeleri: İkinci Dünya Savaşı yıllarını
yaşamış bürokratların ve subayların anılarını ve belgelerini yazmaları
gerektiği ancak Genelkurmay’ın izin vermeyeceği gibi bir engel
olabileceği düşünülmemesine rağmen bu kişilerin bunları yazmakta
gönüllü olmadığı belirtilmiştir.
Metot Metaforu: Türk arşivlerinin durumu,
değerli hazinelerle dolu, ancak hem depo sıkıntısı çeken hem de kapıları
yabancıların elinde kalmış eski bir depoya benzer. Envanter çıkarma süreci,
deponun etrafındaki herkesin içeri girmeye çalıştığı, kaynakların (arazi ve
binaların) gasp edildiği bir kargaşa ortamında, sabırlı ve fedakâr arşivciler
(zanaatkârlar) tarafından ağır aksak yürütülmektedir. Bu durum, bilgi
birikimini koruma ve gelecek nesillere aktarma misyonunu zorlaştırmaktadır..
Tarihî Analizlerinde Merkezi Bir Rol Oynayan Olaylar
Kaynaklarınızda sıklıkla ele alınan ve yazarın
(İlber Ortaylı'nın) tarihî analizlerinde merkezi bir rol oynayan olaylar,
hikâyeler ve karşılaştırmalı tarihî süreçler aşağıda listelenmiştir:
I. Osmanlı İmparatorluğu'nun Kuruluşu, Yapısı ve
Mirası
Yazarın en çok
odaklandığı ve "Üçüncü Roma" teorisi üzerinden değerlendirdiği
konular, Osmanlı devletinin kurumsal ve kültürel temelleridir:
- Üçüncü Roma (Pax Ottomana): Osmanlı
İmparatorluğu'nun, eski Roma ve Bizans İmparatorluğu'nun mirasını
devralan üçüncü ve son Roma olduğu görüşü sıklıkla vurgulanır. Bu, bir
abartma tabir değil, Batılı tarihçilerce de kullanılan bir deyimdir.
- Osmanlı Barışı (Pax
Ottomana): Çok fazla sömürünün
olmadığı, dengeli bir idare sayesinde Balkanlar ve Ortadoğu'da
huzurun sağlandığı dönemdir.
- İstanbul'un Fethi (1453) ve Fatih Sultan
Mehmed: Fetih, Orta Çağ'ı kapatan uzun ve önemli
bir savaş olarak görülür.
- Teknolojik Üstünlük: Fethin
en sarsıcı olaylarından biri gemilerin karadan taşınmasıdır. Fatih'in fetihten sonra
Ortodoks ve Ermeni kiliselerine yetki vererek bu grupları kendi sistemi
içine dâhil etmesi (Millet Sistemi).
- Roma İdeali:
Fatih'in bu seferi, Roma İmparatorluğu idealinin bir tezahürü olarak
yorumlanmıştır, zira doğrudan Puglia'ya, Napoli'ye ve Roma'ya yürümek
istenmiştir.
- Çandarlı Olayı: Fatih'in çocuk yaşta tahta
geçtiği ve babasının geri gelmesi üzerine "Evvelen fikir, ahiren
amel gerekmez miydi?" sözüyle dönemin otorite sorununu ve
Çandarlı Halil Paşa'nın zaafını sorgulaması, önemli bir anekdot olarak
geçer.
- Osmanlı'nın Kuruluş Kaynakları ve
Eksiklikler:
- Erken Dönem Kronikleri:
1300'den 1440'lara kadar olan dönemin olayları günü gününe yazan
vakayinamesi (kronik) yoktur. Bu dönemi anlatan kronikler, II. Murad ve Fatih devrine
ait olup, Yahşi Fakih'ten şifahî olarak duyduklarına dayanır.
- Ahi
Cumhuriyeti (Ankara):
Ankara'nın erken dönemde Ahi Cumhuriyeti olarak anılması, şehir
savunmasının (Ankara Kalesi) Ahiler tarafından yönetilmesi ve
Timur'un dahi burayı alamaması bir başarı hikayesi olarak anlatılır.
- Toplumsal Kurumlar:
- Enderun ve Harem: Bu
kurumların kan asaletine değil, liyakat ve tırmanmaya yeteneği olan
insanları yetiştirmesi, Osmanlı'nın toplumsal mobilite özelliğini
gösterir. Enderun'da insanların rütbeye göre "siz" diye
konuşması ve laubaliliğin yasak olması da kurumsal disiplini gösterir.
- Kardeş Katli:
Monarşilerde toplumsal müesseseler dengeye oturmadığı sürece (ordusu,
sermayedarı, kilisesi oturmayan toplumlarda), kardeş katli gibi
uygulamalar kaçınılmazdır.
II. Savaşlar, Bozgunlar ve Diplomasi
Askeri olaylar, özellikle geri çekilme
beceriksizlikleri ve savaşların kültürel sonuçları üzerinden sıkça tartışılır.
- Ordunun Ricat Sorunu: Roma
ordusunun aksine, Osmanlı ordularının muntazaman çekilmeyi (ricat
etmeyi) iyi bilmemesi büyük bir farktır.
- Örnekler: İzladi
Derbendi'ndeki kayıptan sonra Varna'da soluğu almak, II. Viyana
Muhasarası'ndan çekilirken yaşanan bozgun.
- Mohac ve Popüler Efsaneler: Kanuni
Sultan Süleyman’ın hacı kılığındaki Buda şehrine girdiği hikayesi,
popüler edebiyatın tarihî realitenin üstüne oturtulmuş bir örneği olarak
geçer.
- İstiklal Harbi ve Savaşın Yıkımı: Türkiye'nin on yılı geçen bir süre harp
ettiği (Balkan, I. Dünya ve İstiklal Savaşları) gerçeği. Savaşın getirdiği
yokluk, babaların harpte ölmesi ve yüzlerce öksüz/yetim çocuğa
(Himaye-i Etfal Cemiyeti / Çocuk Esirgeme Kurumu) kimin bakacağı sorunu.
- Savaş Koşulları: Asker
sevkiyatının İnebolu İskelesi üzerinden kağnı ile yapılması.
Askerden kaçmaların olması ve donanımı sağlanan askerin önemli bir
kısmının birliklerde bulunmaması.
- Kıbrıs
Harekâtı (1974):
Türkiye'nin uluslararası arenada "50 senedir bunlar bir şey
yapmadılar" düşüncesini yıktığı ve bir koordinasyon
gösterebildiği önemli bir dönüm noktasıdır.
III. Antik ve Orta Çağ Tarihinden Karşılaştırmalı
Örnekler
Karşılaştırmalı tarihçilik çerçevesinde, farklı
medeniyetlerden pek çok olay ve figür analize konu olur:
- Roma ve Bizans Mirası: Ankara
Kalesi'nin inşasında Bizans'ın topladığı her taşı ve hatta eski sanat
eseri parçalarını (spolye) kullandığı. Roma’nın devletleşmesini ve maliyesini Mısır’ın
mali sistemini öğrenerek tamamlaması. Romalıların geri kalmış
kavimleri (İngiltere, Fransa) tarih sahnesine çıkarması.
- Orta Çağ Tarihçiliği: Orta Çağ
tarihçiliğinin, efsane ve rivayetle karışık (Titus Livius'un
Res Gestae'si gibi) ve Nasihatname motifi etrafında
şekillenen bir yapıya sahip olması.
- Göçler ve Kültürel Sentez: Türkler,
Araplar ve Moğollar'ın Ortadoğu-Akdeniz imparatorluklarında yeni bir
dirilmeye ve kültürel senteze sebep olduğu. Altın Orda'nın Türkmen ve Kıpçak unsurlarıyla
birleşerek Türkleşmesi.
- Memluklar ve Ateşli Silahlar:
Osmanlı'nın, Memluklar ve Safeviler gibi kendisi kadar savaşçı kuvvetleri
yenmesinin nedeninin askerî bilgi ve teknolojide (konvansiyonel
silahlara geçiş) üstünlüğü sayesinde gerçekleşmesi.
- Kerbela Olayı ve Dini Oyunlar: Orta
Çağlarda tarihî tiyatro oyunlarının, Batı'da İsa'nın ve azizlerin
hayatlarına, Doğu'da ise Kerbela olayını ve Hz. Ali evladının şehit
edilmesini canlandıran şebih veya taziye denen dînî hikâyelere
dayanması.
Kırk Ambar
Sohbetleri
"Kırk Ambar Sohbetleri" başlıklı eser,
temelde yazarın (İlber Ortaylı) Milliyet Gazetesi Pazar ekinde beş yıl
boyunca yayımladığı makaleleri ve daha önceki gazete yazılarını bir araya
getirme teklifi üzerine oluşturulmuştur. Bu makalelerin konuları, genellikle
yazarın Ankara'daki farklı disiplinlerden (ekserisi hekim) oluşan
arkadaş çevresiyle yaptığı tartışmalardan çıkmaktadır.
Bu sohbetler ve makaleler, genellikle Türkiye'nin
yakın tarihi, kültürel mirası, sosyal değişimleri ve uluslararası ilişkileri
gibi geniş yelpazedeki konuları ele almıştır:
Kırk Ambar Sohbetlerindeki Genel Konular
1. Savaş Yılları ve Toplumsal Dayanıklılık
Sohbetlerin önemli bir bölümü, Türkiye'nin zorlu
savaş yıllarının (özellikle I. Dünya Savaşı ve sonrasının) getirdiği sıkıntılar
ve ulusun bu duruma tepkisi üzerinedir:
- Askerî Durum ve Sıkıntılar: Savaş
yıllarında ordunun sıkıntıları (mühimmat, silah, giyim kuşam derdi)
ele alınmıştır.
- Sosyal Adaptasyon ve Düzen: Uzun
savaş yıllarının sıkıntıları, halkta düzen ve kuyruk alışkanlığını
geliştirmiş. Halkın, imparatorluğun son 40 yılını savaşlar ve yıkımla
geçiren tecrübeli bir ulus olarak nefes almasını ve kendine
gelmesini sağladığı belirtilmiştir.
- Eğlence ve Sosyal Hayat: Savaş
yıllarında civarda gemisi batan veya uçağı düşen müttefik ve mihver
devletlerin ordularına mensup asker ve subaylar, büyük şehirlerin hayatına
karışır ve eğlence yerlerine devam ederlerdi (Ankara'daki Baba
Karpiç örneği).
2. Siyasi Gelişmeler ve Yönetim
- Demokratikleşme Süreçleri: Uzun
savaş yıllarının sıkıntıları, demokratik gelişmeleri hızlandırmıştır.
- 12 Eylül Darbesi: 12
Eylül darbesinin kaçınılmaz bir tarihî olay olduğu kabul edilmek
zorundadır, ancak tasvip görmediği belirtilmiştir. Bu dönemde sağ
ve sol aydınlar bir diyaloğa girmişlerdir.
- İktisadi Politikalar: Turgut Özal'ın başbakanlığı
dönemindeki iktisadî politikanın acılı kısmı (banker iflasları) bu
döneme rastlar.
3. Kültürel Miras, Eğitim ve Şehirleşme Sorunları
- Kültürel Mirasın Kaybı:
İstanbul'un, kültürel mirasa sahip olmadan maddi imkânlar edinmekten
kaynaklanan yanlış kararlar ve uygulamalarla acı bir şekilde yaşayan bir
dünya başkenti olduğu vurgulanmıştır.
- Eski Gelenekler: Lonca
alayları, peştemal kuşatma gibi, toplumsal dengeyi sağlayan ve şeref
payeleri içeren geleneklerin tarihe karıştığına değinilmiştir.
- Harem'in Algılanışı: Harem'in eğlencelik bir
yer olmadığı, öncelikle bir ev olduğu ve burada yaşanan çetin
hayatın ve kültürel ortamın anlaşılamaması nedeniyle saygısızlık
edildiği belirtilmiştir.
- Eğitim Sistemindeki Yaralar: Ankara
ve İstanbul üniversitelerinin hayli yara alan ve terk edilen
ananelerine geri dönmesi gerektiği, bazı üniversitelerin inanılmaz
kalabalıklar içerdiği belirtilmiştir.
4. Uluslararası İlişkiler ve Tarih Yazımına
Eleştiriler
- Avrupa Birliği (AB) ve Yanılgılar: AB'nin, beşeriyetin
nihai ve ebedi bir hedefi gibi görülmesinin hayal kırıklığı yaratacağı
ve Batı Avrupa'nın yönetimiyle yapılan birleşmelerin komşuların
inisiyatifiyle yapılmadığı görüşü yer alır.
- Tarih Kitaplarının Dayatılması: Avrupa
Konseyi gibi organlarda bu işleri yürüten memurların tarih bilgisi
sahibi olmaması ve tarih kitaplarının içeriğinin AB ve Avrupa Konseyi
yoluyla dayatılması ve herkesin bu üslup ve görüşe uygun yazmasının
ısrarla telkin edilmesi eleştirilmiştir.
- Misyonerlik ve Din Eğitimi: Yeni kuşaklarla ve ruhen
mustarip insanlarla iletişim kuramayan bir toplum olduğumuz, laiklerimizin
ve din görevlilerinin bu hizmeti vermekten uzak olduğu ve eğer onlarda
donanım yoksa başkalarının (misyonerlerin) onların yerini alacağı konuları
tartışılmıştır.
- Edebiyat ve Toplumsal Bilinç: Kültürlü
milletlerin edebiyat ve tarihi sadece uzmanlara bırakmadığı,
yöneticilerin, askerlerin, hekimlerin, hocaların da Mehmet Akif
gibi büyük adamları ve onların mirasını bilmesi gerektiği vurgulanmıştır.
Bu sohbetler ve makaleler, yazarın farklı
zamanlarda kaleme aldığı ve hayat deneyimlerini (doktor dostlarıyla,
üniversitelerle, müzelerle, ailesi ve kızıyla olan ilişkileri) harmanlayarak
toplumsal ve tarihsel konulara uyguladığı bir perspektifi sunar.
Aile
I. Ailenin Tanımı ve Toplumsal Önemi
Aile, bireysel ve toplumsal hayatın temelini
oluşturan kritik bir yapıdır:
- Tanım ve Bütünlük: Aile,
aynı değer yargıları ve koşullar içinde yetişmiş bireylerle yaşanan bir
yapıdır. İnsan, ömrünün yarısında kurtulmaya, geri kalan yarısında da
geri dönmeye çalıştığı bir bütünlüktür.
- Kurumsal Rolü: Aile,
çeşitli kurumsal yapılanmaları beraberinde getirdiği için çok önemli
bir sosyal kurumdur. Toplumun genel yapısının anlaşılması için bu alandaki
gelişmelerin kavranması elzemdir.
- Devlet Karşısındaki Yapı: Osmanlı
toplumunda birey, öncelikle ailenin ve sülalenin üyesidir. Aile ile
devlet arasında; mahalle, lonca ve dergâh gibi hiyerarşiler (köprüler)
bulunurdu. Modern toplum olarak Türkiye'de bu dağılan hiyerarşilerin
yerine bir şey konulamamıştır.
II. Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Aile Yapısındaki
Değişim
Türk toplumu, Cumhuriyet'in ilanından sonra bile
uzun yıllar Osmanlı aile yapısının yansımasını göstermiştir.
- Modernleşmenin Gecikmesi: İçtimai
hayattaki modernleşme ve değişim, esas olarak 1950'lerden sonra
yaygınlaşmıştır.
- Çekirdek Aileye Geçiş: Türk
toplumunda çekirdek aile yapısı giderek küçülmeye başlamış ve
İkinci Dünya Savaşı yıllarında göçün başlamasıyla birlikte
farklılaşmalar görülmüştür.
III. Aile, Eğitim ve Toplumsal Yükseliş
Aile, bireyin eğitimi ve hayattaki yönelimi
konusunda belirleyici bir rol oynar:
- Eğitim Amacı: Türk
halkı, eğitimi, yukarı tırmanmak için bir araç olarak görmektedir.
Bu algı, köylüden şehirdeki bürokrata kadar yaygındır.
- Çocukların Gelecek Planı: Her
erkek çocuğunun ev bakmayı, her kız çocuğunun ise gelin olup
çocuk yapmayı planladığı (İşin özünün bu olduğu) belirtilmiştir.
- Yetenek ve Aile:
Mesleklerin daha çocuklukta oluştuğu düşünülmektedir. Eğer aile,
çocuğun bir işte yetenekli olduğunu fark eder ve onu yönlendirirse, o kişi
sevdiği işin erbabı olmaya aday çıkar. Aksi takdirde, yetenek körelip
gider.
- Eğitim ve Uyum Zorluğu: İyi
eğitim alan ilk kuşak, bütün aile yapısını aniden kendine uyduramaz. Aile
ile uyum içinde olmaya çalışmak ve yalnızca kendinden genç birkaç üyeye
yön vermek mümkündür.
IV. Hanedan ve Aile Kavramları
Osmanlı hanedan mensupları hakkında da ayrım
yapılmıştır:
- Hanedan vs. Aile: Neslişah Sultan'ın ölümü
üzerine, "Hanedan bitti ama aile devam ediyor" gibi bir kavram
ortaya çıkmıştır.
- Hanedanın Yaşam Tarzı: Osmanlı
Hanedanı, kendi içinde yaşamaya çalışmış, dinini, adetlerini ve
dilini korumayı amaçlamıştır.
Benzetme: Aile yapısı, bir toplumun gövdesini
inşa eden taşıyıcı kirişler gibidir. Osmanlı döneminde bu kirişler kalın
ve geniş bir kütük (Osmanlı aile yapısı) iken, modernleşme ve göçle birlikte bu
kütük incelmiş ve daha küçük, bağımsız kirişlere (çekirdek aile) dönüşmeye
başlamıştır. Bu kirişler hâlâ mevcuttur ve toplumun ayakta kalması için temel
sağlamlığı sağlamak zorundadır..
Osmanlının
Barış Hayatı
"Osmanlı Barışı" (Pax Ottomana)
kavramı, Osmanlı İmparatorluğu'nun geniş coğrafyasında uzun süre devam eden
siyasi, sosyal ve kültürel istikrar dönemini tanımlamak için kullanılan bir
terimdir. Kaynaklar, bu kavramı abartılı bir ifade değil, Roma Barışı (Pax
Romana) gibi çok kullanılan ve Osmanlı düzeninin uyumunu izah etmek
için kullanılan bir deyim olarak görmektedir.
İşte Osmanlı Barışı hakkındaki temel
görüşler ve özellikleri:
I. Osmanlı Barışının Tanımı ve Niteliği
- Üçüncü Roma İmparatorluğu: Pax
Ottomana, eski Roma ve Bizans İmparatorluğu'nun topraklarında 15.
ve 17. yüzyıllar boyunca parlak devrini yaşayan siyasal birliğin
adıdır. Osmanlı İmparatorluğu; müesseseleri, üniveraslist hâkimiyet
anlayışı ve coğrafyası itibarıyla bir Üçüncü Roma olarak
nitelendirilmiştir.
- Kültürel ve Sosyal Birlik: Pax
Ottomana, birçok din ve etnik gruba mensup halkların bir arada
yaşamalarından ileri gelen bir durumdur. Bu, kozmopolit nitelikli,
geleneksel bir imparatorluktur.
- Abartı Olmama: Çağdaş
tarihçilik tarafından kullanılan Pax Ottomana terimi, bir abartma
tabir değildir.
II. Barışın Temel Unsurları ve Yönetim Modeli
Osmanlı Barışı, Türk'ün kendi kimliğini aşırı
vurgulamadan, diğer kültür ve inanç gruplarının varlığını sürdürmesine olanak
tanıyan dengeli bir yönetim üzerine kurulmuştur.
1. Etnik ve Dini Hoşgörü (Millet Sistemi)
- Osmanlı yönetimi, her cemaati kendi
kilisesinin örgütü altında toplayarak; dinî, hukukî ve malî birçok
konunun onlar tarafından yürütülmesini sağlamıştır.
- Pax Ottomana'nın en
önemli vasfı, Müslümanların yanında Helen (Rum)-Hıristiyan unsura bir
öncelik, hatta diğerlerine göre üstünlük sağlamasıdır. Fatih Sultan
Mehmed'in idaresiyle bu barışın temelleri atılmıştır.
- Farklı
halklar ve kavimler, gündelik hayat ve yaşam kültürü açısından
birbirlerinden çok fazla şey almışlardır. Bu durum, hiçbir zorlamanın
olmadığını gösterir ve Osmanlı evreninin asıl önemi bu ortaklıklar
üzerine kuruludur.
2. Sömürü Eksikliği ve Refah
- Osmanlı Barışı, dengeli bir idare ve çok
fazla sömürünün olmaması sayesinde mümkün olmuştur.
- Fethedilen ülkelerde Osmanlı egemenliği,
vergi ve angarya gibi konularda köylü yığınlarının maruz kaldığı ağır
sömürü şartlarını hafifletmiş ve küçük toprak beylerine güvenlik
sağlamıştır.
- Balkanlar'da
bu dönemde görülen dinî çatışma ve baskılar, Osmanlı'nın din serbestîsi
tanıyan politikasıyla ortadan kaldırılmıştır.
- Pax Romana'dan
sonra Bizans dönemindeki karmaşanın bu devirde durduğu ve Anadolu'da refah
ve güvenliğin sağlandığı belirtilmiştir.
3. Kültürel Bütünleşme
- Osmanlı düzeni, Türk mutfağını bir Balkan-Ortadoğu
sentezi haline getirmiştir; Macarların gulaşını, Rumeli'nin sebze
yemeklerini Mezopotamya'nın sıcak vilayetlerine taşımıştır.
- Yunan (Helen) kültürü ve dili,
barış ve artan refah sayesinde Osmanlı devrine çok şey borçludur.
III. Barışın Sonu ve Gerilemesi
- Pax Ottomana
döneminde kurulan sükûnetin ve geleneksel sistemin restorasyonunun
Balkanlar'da süren toplumsal değişme sancılarını durdurduğu, ancak Osmanlı
gücünün 17. yüzyılda zirveye ulaşmasıyla birlikte iktisadi-sosyal
değişme sancıları ve hoşnutsuzlukla yüz yüze gelindiği belirtilmiştir.
- Osmanlı Barışı
sisteminin çürümeye başlaması ve sonunun gelmesi, II. Meşrutiyet
yıllarında hızlanmıştır.
- Özellikle Balkan Savaşları ile
Rumeli'deki vatanın kaybı, bu sistemin sonu olmuştur.
- Sistem,
Tanzimat'ta Helenlerin önceliklerinin kalkması ve Gayrimüslim
milletlerin (Yahudiler hariç) kulüpler halinde teşkilatlanması gibi
gelişmelerle zayıflamıştır.
Özetle: Pax Ottomana, Akdeniz-Ortadoğu dünyasının
son büyük imparatorluğunun kurduğu, etnik ve dinsel grupların uyum içinde
yaşadığı, nispeten adil bir vergilendirme ve yönetimle desteklenen, ancak
ulusçuluk akımları ve merkezin zayıflamasıyla 19. yüzyılın sonlarında çözülen "Türk
düzeni" veya "Osmanlı birliği" modelidir.
Osmanlı Mirasının Tanımı ve Sürekliliği
Osmanlı mirası, kaynaklarda yalnızca tarihsel bir
dönem değil, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti'nin siyasi, hukuki, kültürel ve
coğrafi yapısının kaçınılmaz temeli olarak tanımlanmaktadır. Bu mirasın
reddi (redd-i miras), sosyal gerçekliğe aykırı ve tarih I. Osmanlı
Mirasının Tanımı ve Sürekliliği
Osmanlı İmparatorluğu'nun ardında bıraktığı
miras, Balkanlar'dan Orta Doğu'ya kadar geniş bir coğrafyada yaşayan bir
tarih olarak varlığını sürdürmektedir.
- Hukuki Devamlılık: Türkiye
Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti’nin halefidir. Cumhuriyet, Osmanlı’dan
kalan hukuki varlığına inkılâp eden insanlar tarafından kurulmuştur.
- Borçların Üstlenilmesi: Devletin devamlılığına en bariz
örneklerden biri, Genç Cumhuriyet'in Osmanlı'dan kalan devasa borcu
bile sırtına yük olarak alması ve son kuruşuna kadar ödemesidir.
- Kaçınılmazlık:
İstenilse de istenilmese de, bilinse de bilinmese de "hepimiz
Osmanlı'yız" (Volendo
e non volendo, sapendo e non sapendo; siamo tutti Osmanisti)
ifadesiyle bu mirasın kaçınılmazlığı vurgulanır.
II. Kurumsal ve İdari Miras
Osmanlı İmparatorluğu'nun bürokratik geleneği ve
son iki asırlık modernleşme çabaları, Cumhuriyet'in kurumlarının köklerini
oluşturur.
- Devlet Geleneği: Modern
Türkiye idaresinin oluşumu, altı yüzyıllık ömrü olan bu imparatorluğun
tarihini incelemekle anlaşılabilir. Cumhuriyet'i kuranlar, Osmanlı
Paşaları ve Osmanlı Erkân-ı Harbiyesi'dir.
- Hukuki Yapı: Türk
Medeni Hukuku'nda (İsviçre'den alınmasına rağmen), İslami Hukuktan
gelen birtakım müesseseler hala yürürlüktedir. Örneğin, karı-koca mal ayrılığı rejimi
çok eski ve oturmuş bir İslami müessesedir.
- Mali ve İdari Yapı: Osmanlı
mali örgütü üzerinde Bizans, Abbasi, İran ve İlhanlı etkileri vardı.
Merkezileşen orduyu besleyecek, modern idareyi ve yeni maliye sistemini
yürütecek bürokratların yetiştiği askeri okullar ve mühendishaneler
(Mühendishane-i Berrî-i Hümayun ve Bahrî-i Hümayun) yeni Türkiye devletine
bir miras olarak geçmiştir.
- Devletin Kimliği: Osmanlı
İmparatorluğu, tarihteki üçüncü ve son Roma İmparatorluğu'dur
(Müslüman Roma) ve bu nedenle kozmopolit bir yapıya sahiptir.
III. Kültürel, Sanatsal ve Sosyal Miras
Osmanlı mirası sadece siyasi kurumlarda değil,
günlük yaşamdan, mimariye ve dile kadar toplumun her katmanında kendini
göstermektedir.
1. Coğrafi ve Mimarî Miras
- Coğrafi Etki: Osmanlı
mirası, Balkanlar'da ve Orta Doğu'da hem kültürel, siyasi izleriyle
hem de bölgedeki kan ve barutla hissedilen bir tarih olarak devam
etmektedir.
- Dil Mirası: Türkiye Türkçesindeki pek
çok kelime (anahtar, kilit, temel gibi Rumca; çatı gibi Farsça
kelimeler) bu mirastan gelmektedir.
- Mimarî ve Sanat: Osmanlı
mimarisi, Ortadoğu ve Balkanlar'ın imparatorluğudur ve bütün bu
halkların tarihî mirasının bir simgesidir. Mimar Sinan'ın eserleri,
bütün yerelliklerin ve etnik özelliklerin üzerine çıkarak bu sentezi en
iyi temsil eden yapılardır.
- Önceki Uygarlıklara Saygı:
Osmanlılar, Mısır’ın piramitlerini ve ardındaki kadim medeniyeti
bilmedikleri halde, kendinden evvelki mirasa karşı saygı
duymuşlardır. Ayasofya, Osmanlı tarafından bütün imparatorluğun protokolde
birinci camii olmasına borçludur ve günümüze kadar muhafaza edilmiştir.
2. Toplumsal ve Etnik Yapı
- Çok Etnikli Yapı: Osmanlı
İmparatorluğu, üç kıtada ve üç denizde yaşayan çok dilli ve çok dinli bir
topluma sahipti.
- Millet Sistemi:
Osmanlı'daki dinî grupların millet tipinde örgütlenmesi, toplumsal
ve idari yapının esas unsuru olarak devam etmiş; gayrimüslim cemaatlerin
iktisadî, adlî ve maarife ilişkin işleri kendilerine bırakılmıştır. Bu
sistem, imparatorluğun özgün, kendine özgü (sui generis) bir
olayıdır.
- Sosyal Mobilite: Osmanlı
İmparatorluğu, iyi aile çocuğu aramaz; dağdaki köylünün çocuğunu
bile veziriazam yapabilen bir toplumdu. Enderun da dağdan ve köyden
çocuk toplayarak aristokrasinin en rafine adamlarını yetiştirmiştir.
- Aile Hukuku: Osmanlı
aile yaşamında farklılıklar dinden çok bölgeseldir, hatta etnik
olmaktan çok coğrafidir. Miras taksiminde ise İslami kurallar geçerliydi.
Anadolu kentlerindeki bazı gayrimüslimler bile miras taksimi için şer’î
mahkemeye başvuruyordu, ki bu durum sosyoekonomik şartların İslami
miras taksimini makul kıldığını gösterir.
IV. Mirası Reddetme Tartışması ve Cehalet
Kaynaklar, Osmanlı mirasını reddetme eğiliminin,
entelektüel bir temele değil, tarihi bilmemeye dayandığını iddia
etmektedir.
- Redd-i
Miras Yanılgısı:
"Osmanlı'yı reddederim" diyenlerin, tarihi pasta keser gibi
yapabileceğini zannettiği, ancak bunun sosyal gerçekliğe uymayan
büyük bir saçmalık olduğu belirtilir.
- Bilgisizlik: Tarih
bilmemekten dolayı bir tarih reddetme vardır. Bu, bilgisizlikten
ileri gelen bir itme ve bilgisizliği meşrulaştırma çabasıdır.
- Siyasi Tepki:
Cumhuriyet'in "Biz Osmanlı'yı reddederiz" şeklindeki
yorumlanması, Osmanlılığı belirli bir dinle, mezheple veya etnisiteyle
aşırı derecede aynileştirmeye tepki olarak ortaya çıkan siyasi ve
içtimai bir görüştür, ancak Cumhuriyet'in kurucuları bu derece Osmanlı
düşmanı değillerdi.
- Uluslararası Karşılaştırma:
Fransa'daki monarşi karşıtı bir solcunun bile "Biz bu mirası
reddediyoruz" demeyeceği, Sovyet Rusya'da dahi bu derece bir redd-i
miras hevesi görülmediği belirtilerek, Türkiye'deki bu tavrın gayr-ı
ilmî olduğu vurgulanır.
Metafor: Osmanlı mirası, üzerine modern Türkiye
Cumhuriyeti'nin kurulduğu devasa ve katmanlı bir tarihi temel gibidir.
Bu temelde, Bizans'tan miras kalan kelimelerden tutun, modern devlet
bürokrasisinin köklerine kadar her şey iç içe geçmiş durumdadır. Bu temeli
reddettiğini söylemek, bir binanın, temelini görmezden gelerek sadece boyasını
ve çatısını yeni yaptığını iddia etmesine benzer, ki bu, binanın gerçek
yapısını ve dayanıklılığını yadsımaktır.
Sosyal Medya Hakkındaki Düşünceler Ve
Gözlemleri
Kaynaklarınız, sosyal medya ve dijital iletişim
araçlarının modern toplum üzerindeki etkileri, iletişim kalitesindeki düşüş ve
bu alanlara yönelik net eleştirel görüşler içermektedir.
I. Sosyal Medyaya Yönelik Keskin Tanımlar ve
Eleştiriler
Sosyal medya alanında çalışmayı tanımlayan
çarpıcı bir ifade bulunmaktadır.
- "Sosyal medyada
çalışıyorum demek, kaldırım mühendisiyim gibi bir laftır".
Sosyal medya ortamı, eski dünya forumlarının
tuhaf bir benzeri olarak görülmekle birlikte, buradaki iletişim biçimi
eleştirilmektedir:
- Antik dünya forumlarının tuhaf da olsa bir benzerinde sosyal
medyada epey vakit geçirildiğinden bahsedilir.
- Bu ortamlarda "daha çok bağıranın sesinin duyulduğunun da
farkında olunduğu" belirtilir.
II. Davranışsal Etkileri ve Dikkat Dağınıklığı
Sosyal medya, insanların dikkatini dağıtma ve
yaşam alışkanlıklarını kökten değiştirme gücü nedeniyle eleştirilmektedir:
- İnsanlar, bir kitabın her
sayfası için yirmi dakikalık bir sosyal medya arası vermektedir.
- Kitap okurken, her sayfadan sonra ekranda parmaklar ortalama on kez
kaydırılmaktadır.
- Yedi dakikalık bir video
artık çok uzun olarak kabul edilmektedir.
- Markette kasa sırasını, tost makinesinin ısınmasını ve trafikte
kırmızı ışığı beklerken bir refleks hareketle telefona uzanılmaktadır.
III. İletişim ve Yöntem Değişiklikleri
Dijital araçların yaygınlaşması, dil ve düşünme
biçiminde olumsuz değişikliklere yol açmıştır.
- Sosyal medyada kelimeler
kaybolmakta, emojiler art arda gelmektedir. Örneğin,
"Mutluyum" demek resmi dururken, sarı kafalı bir gülücüğün daha
samimi ve içten olduğu düşünülmektedir.
- Günümüzde el yazısının kalmadığı, kimsenin eliyle yazı yazamadığı;
klavyeyle ve telefonla yazıldığı, yakında gözle yazılacağı ifade
edilmiştir.
- Bu alışkanlıkların değişmesiyle çok şeyin değiştiği
vurgulanmıştır. Zira, yazarak düşünmeye alışkın olan insanlar için bu
durum, düşünme biçimini etkilemektedir.
IV. Bireysel Yaklaşım (İlber Ortaylı'nın Sosyal
Medya Kullanımı)
Kaynaklarda, İlber Ortaylı’nın sosyal medya ve
teknoloji kullanımı konusundaki kişisel tavrı net bir şekilde belirtilmiştir:
- İlber Ortaylı’nın bilgisayar ve İnternet kullanmayı sevmediği
ifade edilmiştir.
- Herhangi bir sosyal medya
sitesinde adına açılmış hesapların hiçbirinin kendisine ait olmadığı
açıkça belirtilmektedir.
- Ayrıca, Ortaylı'nın anılarını anlattığı bir eserde, kızıyla ilgili
olarak sosyal medya platformlarında organize edilen bir söyleşiden
bahsedilmiştir.
Sosyal medya, kaynaklara göre, Antik çağlardaki
hitabet sanatının yerini alan, ancak bilginin derinlemesine tartışılmasından
çok gürültünün ve hızlı tüketimin ön plana çıktığı, insanların
düşünme ve yazma alışkanlıklarını değiştiren bir platformdur. Bu durum, bireyin
kendi üzerine odaklanması ve bilgi edinmesi gereken zamanı bölerek, kişisel
gelişime engel teşkil eden sürekli bir dikkatsizlik hali yaratmaktadır.
Zaman
Kaynaklarınız, zamanın değerlendirilmesi konusunu
hem felsefi bir bakış açısıyla hem de bireysel disiplin ve verimlilik (zaman
mühendisliği) bağlamında ele almaktadır. Zamanın kısıtlı bir kaynak olduğu ve
planlı bir yaşam sürmenin toplumsal ve kişisel başarı için şart olduğu
vurgulanmaktadır.
I. Zamanın Felsefi Niteliği ve Hayat Kavramı
Zaman, basit bir süre olmaktan ziyade, insanın
kendini inşa etmesi gereken temel bir alandır.
- Hayat ve Yaşam Farkı: "Hayat
dediğimiz bir süredir. Yaşam ise o süreyi nasıl kullandığınızdır.".
Bu iki sözcüğün birbirinin yerine kullanılmasının yanlış olduğu
belirtilmiştir.
- İnsanın Durumu: İnsan,
öleceğini bilerek yaşayan tek varlık olduğu için, geçmişi bilir ve
geleceğe dair merak duyar; bu da tarihi (zihinsel faaliyeti) ortaya
çıkarır.
- Zamanın Kısa Oluşu: İnsan bu
dünyada çok az yaşar, özellikle geçmiş çağlarda ortalama ömür
beklentisinin düşük olması nedeniyle zaman daha da azdı.
- Görecelilik: Zamanın,
herkese ve her şeye göre bir göreceliliğinin ("göreli" oluşu)
olduğu söylenir.
II. Etkili Zaman Yönetimi ve Planlama (Zaman
Mühendisliği)
Verimli bir yaşam sürmek, bireyin zamanı nasıl düzenli,
enerjik ve planlı kullandığına bağlıdır.
- Zaman Mühendisliği: Kişinin işleri
birbirine geçirmeden, karıştırmadan, düzenli bir şekilde, enerjik ve tez
canlı olarak gününü doldurması önem taşır. İyi bir zaman mühendisliği
uygulandığında, altından kalkılamayacak bir iş yoktur.
- Hedef Belirleme: Bireyin
öncelikle bir hedef belirleyip, o hedefe inanması ve ona göre çalışması
gerekir. Hedefini belirleyip ona göre yaşamayan insanlar, hayatlarının
kısa olduğunu düşünmeye devam ederler.
- Erteleme ve Düzen:
Yapılması gereken şeylerin ertelenmesinin bütün düzeni bozacağı
ifade edilmiştir.
- Söz ve Toplantılar: İş
hayatında verilen sözleri yerine getirmek, toplantıları vaktinde ve
uzatmadan yapmak gerekir.
III. Verimlilik ve Hızın Önemi
Yazar, zamanın gereksiz yere harcanmasına karşı
çıkar ve bazı durumlarda paranın, zamanı kazanmak için harcanması gerektiğini
belirtir.
- Seyahat ve Vakit Kaybı: Seyahat
ederken zaman çok önemlidir. Mesela, kongreye yetişmek için taksi
tutarak dünya kadar para harcamak, zaman kaybını önlediği için doğrudur.
- İş Ahlakı ve Tembellik: Akademik
çevrede kantinde bir saat oturan hocaların tembel (dalgacı) olduğu
eleştirilmiştir. Tembellik bir-iki defa olursa sorun olmaz ancak
tekrarlanırsa kişinin o işi yapmak istemediğini gösterir.
- Erken Başlama:
Özellikle dil eğitimi için yedi yaşın beklenmesi çok geçtir.
Tarihçilik gibi ciddi bilimlerin ve hukuk eğitiminin de belirli bir yaştan
sonra verilmesi gerekir, aksi takdirde erken yaşta başlatmak
"cinayettir".
- Çalışma Ortamı: Eve
iş götürmek hayatı dağıtır ve sıhhate aykırıdır. Evde dahi
çalışılacaksa, çalışılmayan yarıda yaşamın başka yönleriyle meşgul
olunmalı, kitap okunacaksa iş üzerine okunmamalıdır.
IV. Kişisel Gelişimde Zaman ve İnziva
Zamanı iyi kullanmanın bir parçası da kendine
yatırım yapmak ve düşünmek için uygun ortamı yaratmaktır.
- Erken Kalkma: Yazar,
kendisinin çok erken kalktığını (sabah 6 gibi), oturup okuduğunu, sonra
bir saat kadar sızıp tekrar uyandığını belirtir. Az uyuyanların çoğunlukla
çok iş yapanlar olduğu gözlemlenmiştir.
- İnziva (Yalnız Kalma): İnsanın
kendini izole etmeye ve yalnız kalıp düşünmeye her zaman ihtiyacı
vardır. Çok yalnız kalıp çok düşünmek akıl kârı olmasa da, toplumumuz gibi
hep bir arada durmak daha büyük zarardır.
- Trenin Rolü: Yazar, insanın
en güzel trende düşündüğünü söyler ve trenin, ritmi ve akıp giden
manzarası sayesinde insana bir tür yalnızlık vererek düşünmek için ideal
ortamı sağladığını belirtir.
V. Pişmanlık ve Değerlendirme
- Pişmanlık:
İnsanların çoğu, hayatlarının sonuna doğru "Hayatımı yanlış
yaşadım" diye hayıflanmayı sever. Bu, aynı zamanda "keşke"
dememek için hedef koymanın önemini gösterir.
- Yaşlılık Dönemi: İleri
yaşlara gelen bir insanın artık topluma karşı bir döküm yapmaya
başladığı ve toplumsal sorumluluğunu yerine getirdiği bir döneme
girdiği belirtilmiştir. Bu çağ, daha verimli bir çağ olarak görülür ve
kişi bu dönemde otorite olur.
- Hayatın Kontrolü: İnsan,
hayatı boyunca deneme-yanılma yöntemiyle devam edemez. Hayat, size fazla
deneme-yanılma imkânı vermez. Deneme-yanılma şansı olmayabilir. Bu nedenle
kendine çok dikkat etmek gerekir.
Aforizma, Özdeyiş Ve Belirgin İfade (Epigraf)ları
İlber Ortaylı'nın eserlerinde ve konuşmalarında,
hem tarihî olayları yorumlamak hem de bireysel yaşam felsefesini aktarmak
amacıyla sıklıkla kullandığı veya kitaplarında vurgulanan pek çok aforizma,
özdeyiş ve belirgin ifade (epigraf) bulunmaktadır.
Aşağıda, kaynaklarınızda geçen, bu tür felsefi
veya tarihsel derinliği olan ifadeler ve mottolar listelenmiştir:
I. Hayat ve Zaman Üzerine Felsefi Özdeyişler
Yazar, özellikle zamanın kıymeti, insanın kendini
inşa etmesi ve yaşamın zorluklarıyla başa çıkması konularında net ve yol
gösterici ifadeler kullanır:
- Hayat dediğimiz bir süredir. Yaşam ise o
süreyi nasıl kullandığınızdır.
- İnsan,
yaptıklarından değil, en çok yapmadıklarından pişman olur.
- Hayatta seni bir yere getiren kaybettiklerin
değil, muhafaza edebildiklerindir.
- Zenginlikle uğraşma, ihtisas edin.
- İş edin, zenginlik ve mevkiyle uğraşma.
- Cesur
olun. Kendinizi rahat hissettiğiniz alanın dışında pencereler açın. Farklı
dünyalarla ancak böyle tanışırsınız.
- İnsan, konforundan vazgeçmeyi göze
almalıdır. Kendi dünyasını yerinden kendi oynatmalıdır.
- Hayat dar bir köprüdür. İmkânlar varsa da
geçeceksin, yoksa da geçeceksin.
- Gelenek ölü bir geçmiş, bir mezar değil;
yaşayan, diri, canlı bir olgudur.
- İnsan
en güzel trende düşünür.
- Herkes
kendi talihinin mimarıdır.
- Hayatta
bilinen ve istenen; insanların işini zevkle yapmaları, şöhret ve parayı
ikinci plana atmalarıdır.
- Ahlaklı insanların yaşamı güçleştikçe
toplumdaki buhran da artacak. Bunun sonucunda büyük bir sosyal patlama
yaşanır.
II. Eğitim, Bilgi ve Tarihçilik Üzerine
Bilgi edinme yöntemleri ve iyi bir aydının sahip
olması gereken temel özellikler de aforizmatik şekilde sunulmuştur:
- Aydın olmak için şu üç şey muhakkak gerekir: Yabancı dil, hukuk bilgisi,
mukayese becerisi.
- Ezber ve tekrar öğretimin temelidir. Lisan da
matematik de coğrafya da ezberleyerek öğrenilir. Gençlere tavsiyem,
bunlara kanıp ezberi bırakmamalarıdır.
- Tarihçilik sanattır. Bir ilmi tarafı vardır.
Ondan sonra 'ilmin üstünde' bir tarafı gelir.
- Okumuş insanın görmesi gereken beş şehir: Petra,
Antakya, Palmira, Efes ve İskenderiye.
- Kütüphanelere sadece okumak için gidilmez.
Girip oturun, havasını teneffüs edin. İnsana esenlik verir kütüphaneler.
- Öğrenmek
yetmez, toplum içinde öğrenmek/öğretmek gerekir.
- Toplum bilimlerinde, niceliksel araştırmalar
yetersiz kalınca, sorunun çözümü yazarların sezgilerinde veya güçlü
gözlemlerinde aranır.
III. Kitap Başlıkları ve Tarihsel Kavramlar
Yazarın kitap adları ve bazı tarihsel figürler
için kullanılan tanımlayıcı ifadeler, genellikle eserin özünü yansıtan
aforizmalardır:
- Bana
göre Türk toplumunun tarihî bellekten çok kimlik sorunu bulunuyor. Bütün
anlaşmazlıklar da buradan kaynaklanıyor.
- "Cumhuriyet muhabbetleri"nden oluşan kitap.
- "Tarih bizim kör
noktamız. Ondan kurtulmaya çalıştıkça, sanki garip bir istihza ile bizi
yeniden kendisine çağırıyor. Redd-i miras, aslında tarihten kopmayı
getirmiyor. Tersine, tarihe daha fazla dönmeyi gerektiriyor".
- Fatih Sultan Mehmed için
kitap başlığı: "Doğunun Batının Efendisi".
- Topkapı Sarayı'ndaki Enderun ve Harem için: Osmanlı, Enderun ve
Harem’de kan asaletine değil liyakat ve tırmanmaya yeteneği olan
insanları yetiştirmiştir.
- Topkapı Sarayı'nda, Dört bölümden müteşekkil Helvahâne’nin giriş
kapısı üzerinde Kelime-i Tevhid yazılıdır. Bu ifade, Harem'deki
yatak odası üzerinde ve Sultan IV. Murad Odası’nın tac kapısı üzerinde de
yer alır.
- Kırım hanedanı (Giraylar) Osmanlı devlet kayıtlarında "Sülale-i
Cengiziyye" olarak geçmektedir.
- Toplumsal yapıyı ve aileyi anlatan eserde: "Kapalılık,
açıklıktan daha çok ahlaksızlık ve iffetsizlik sebebidir".
NOT:
SORACAĞINIZ BİR KONU OLURSA YAZIN HAZIRLAMAYA ÇALIŞIRIM…
Daha önceki konuşmalarımızda ve son sorgunuzla
birlikte sunduğunuz tüm kaynaklar, yazar (İlber Ortaylı) ve eser bilgileriyle
birlikte aşağıda listelenmiştir.
Bu liste, hem daha önce adını andığımız eserleri
hem de son olarak eklenen makale ve kitap bölümlerini içermektedir.
Kapsamlı
Kaynakça Dökümanı
|
Yazar(lar) /
Derleyenler |
Eser Adı |
Notlar ve
Yayın Bilgileri |
|
İlber
Ortaylı |
Avrupa ve
Biz (Seçme Eserleri, #1) |
Kitap Adı
(Daha önceki alıntılarda kullanılmıştır) |
|
İlber
Ortaylı |
Batılılaşma
yolunda |
2007, Merkez
Kitap |
|
İlber
Ortaylı & Şermin Yaşar |
Cumhuriyet'in
İlk Sabahı |
Kronik
Kitap, 4. baskı, İstanbul, 2023 |
|
İlber
Ortaylı & İsmail Küçükkaya |
Cumhuriyet'in
İlk Yüzyılı (1923-2023) |
Kaynak
Yayınları, 2012 |
|
İlber
Ortaylı |
Dakikalar
İçinde Atatürk ve Dünyası (Askeri, Siyasi ve Özel Hayatı) |
Kronik
Kitap, 1. Baskı, Şubat 2023 |
|
İlber
Ortaylı |
Eski Dünya
Seyahatnamesi |
2013, Aşina
Kitaplar |
|
İlber
Ortaylı |
Fatih Sultan
Mehmed |
Kitap Adı
(Alıntı listesinde geçmiştir) |
|
İlber
Ortaylı |
Gazi Mustafa
Kemal Atatürk (Turkish Edition) |
Kronik
Kitap, 1. baskı, İstanbul, 2018 |
|
İlber
Ortaylı |
Gel Dünyayı
Keşfedelim - Gezgin Bir Tarihçinin Seyahat Defteri |
Kronik
Kitap, 1. Baskı, Mayıs 2024 |
|
İlber
Ortaylı |
Gelenekten
Geleceğe |
Timaş
Yayınları, Alkım Basın Yayın (Farklı baskılar) |
|
İlber
Ortaylı |
Gezi Rehberi
- Mekanlar ve Olaylariyla Topkapı Sarayı |
Kaynak
Yayınları/Gezi Rehberi (2010) |
|
İlber
Ortaylı |
Hukuk Ve
İdare Adamı Olarak Osmanlı Devletinde Kadı Osmanlı |
Bilimsel
Araştırmalar Dizisi / Turhan Kitabevi |
|
İlber
Ortaylı |
İlber
Ortaylı - El-Kitap |
Genel başlık
(İçerikteki popüler eserlere atıf yapar) |
|
İlber
Ortaylı |
İlber
Ortaylı - İstanbuldan Sayfalar |
Alkım Basın
Yayın, 9. Genişletilmiş Yeni Baskı, 2007 |
|
İlber
Ortaylı |
İlber
Ortaylı - Son İmparatorluk Osmanlı |
Kitap Adı |
|
İlber
Ortaylı |
İlber
Ortaylı ile Tarihin Sınırlarına Yolculuk |
Ufuk
Kitapları, Tarih Dizisi, 6 |
|
İlber
Ortaylı |
İmparatorluğun
En Uzun Yüzyılı |
Timaş
Yayınları (2016) |
|
İlber
Ortaylı & Yenal Bilgici |
İnsan
geleceğini nasıl kurar? (kendini inşa etmenin yolları) |
Kronik
Kitap, 1. Baskı, İstanbul, 2022 |
|
İlber
Ortaylı & Erol Şadi Erdinç |
İttihat ve
Terakki |
Newtokrasi
(2026) |
|
İlber
Ortaylı |
Kafa Bi
Dünya Sayı 36 |
Dergi/Sayı |
|
İlber
Ortaylı & Şermin Yaşar |
Kınalı Serçe |
Kitap Adı
(Alıntı listesinde geçmiştir) |
|
İlber
Ortaylı |
Osmanlı
Barışı |
Timaş
Yayınları (2010) |
|
İlber
Ortaylı |
Osmanlı
Düşünce Dünyası ve Tarihyazımı |
İş Bankası
Kültür Yayınları |
|
İlber
Ortaylı |
Osmanlı
İmparatorluğu'nda Alman Nüfuzu |
Kronik
Kitap, 2018 |
|
İlber
Ortaylı |
Osmanlı
Toplumunda Aile |
Timaş
Yayınları, 1. baskı, İstanbul, 2009 |
|
İlber
Ortaylı |
Osmanlı'da
Değişim ve Anayasal Rejim Sorunu |
İş Bankası
Kültür Yayınları |
|
İlber
Ortaylı |
Osmanlı'yı
Yeniden Keşfetmek |
Timaş
Yayınları, 2006 |
|
İlber
Ortaylı |
Osmanlıda
Milletler ve Diplomasi |
İş Bankası
Kültür Yayınları, 2011 |
|
Taha Akyol
& İlber Ortaylı |
Osmanlı
Mirası |
Yayına
Hazırlayan Emre Barca |
|
İlber
Ortaylı |
Tarihin
İzinde |
Timaş
Yayınları |
|
İlber
Ortaylı |
Tarihin
Işığında İlber Ortaylı |
Profil Kitap
Yayınları (Röportajlar ve Makaleler) |
|
İlber
Ortaylı |
Türkiye
Teşkilat ve İdare Tarihi |
Cedit
Neşriyat, 3. Baskı, 2010 |
|
İlber
Ortaylı |
Türklerin
Altın Çağı |
Kronik
Kitap, 1. Baskı Mart 2017 |
|
İlber
Ortaylı |
Türklerin
Tarihi (Cilt 1 ve 2) |
Timaş
Yayınları (2015, 2018) |
|
İlber
Ortaylı |
Üç Kıtada
Osmanlılar (Osmanlı'yı Yeniden Keşfetmek, #3) |
Timaş Basım,
2014 |
|
İlber
Ortaylı |
Yakın
Tarihin Gerçekleri |
Timaş
Yayınları |
|
İlber
Ortaylı & Nilgün Uysal |
Zaman
Kaybolmaz - İlber Ortaylı Kitabı |
Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları, 3. Baskı, 2013 |
|
İlber
Ortaylı & Yenal Bilgici |
Bir Ömür
Nasıl Yaşanır? (Hayatta Doğru Seçimler İçin Öneriler) |
Kronik Kitap |
|
Çeşitli
Yazarlar |
CiÉpo ComitÉ
International D'Études Pré-ottomanes Et... |
Atatürk
Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu |
|
Çeşitli
Yazarlar |
Türklerin
Serüveni: Metehan’dan Attila’ya, Fatih’ten... |
Kronik
Kitap, 3. Baskı, 2017 |
Diğer Yayın Organları, Makaleler ve Söyleşiler:
|
Tür/Platform |
Başlık/Kaynak |
|
Haber
Makalesi |
"İlber
Ortaylı kalp krizi mi geçirdi, sağlık durumu nasıl?..." |
|
Haber
Makalesi |
"Prof.
Dr. İlber Ortaylı: İstanbul çok kalabalıklaştı" |
|
İnternet
İçeriği |
"İlber
Ortaylı - Tüm Köşe Yazıları - Sayfa 1 - Hürriyet" |
|
İnternet
İçeriği |
"İlber
Ortaylı - Vikipedi" |
|
İnternet
İçeriği |
"İlber
Ortaylı kitapları pdf - kitap-yolu.com" |
|
İnternet
İçeriği |
"İlber
Ortaylı'nın Tarihçiliği Hakkında Az Bilinen Gerçekler - Kelâmbaz" |
|
İnternet
İçeriği |
"İlber
ortaylı ve yayınları hakkında : r/TarihiSeyler - Reddit" |
|
İnternet
İçeriği |
"www_eskikitaplarim_com.pdf" |
|
Notlar/Döküman |
"Tüm
notlar 21.11.2025" |
|
Makale
Başlığı |
"İlber
Ortaylı'nın Okunmasını Tavsiye Ettiği 25 Kitap - Ekşi Şeyler" |
|
Kitap
Başlığı (Genel) |
"İlber
Ortaylı «Türkiye'nin Yakın Tarihi»" |
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.


Yorumlar
Yorum Gönder