Print Friendly and PDF

Yayınlar


İlber Ortaylı Hoca’nın Görüşleri

Bunlarada Bakarsınız

 

Türk Milleti

I. Temel Karakteristikler ve Tarihsel Rol

Türk milletinin özelliklerini (İlber Ortaylı'nın tarihsel ve kültürel analizleri odağında) derin bir tarihsel süreklilik, askerî teşkilatçılık, kültürel zenginlik ve bazı sosyo-kültürel zayıflıklar bağlamında değerlendirmektedir.

Türk milleti, tarih yapma yeteneği yüksek, coğrafyasının zorluklarına adapte olmuş, köklü bir geleneğe sahip bir millettir.

1. Askerî Kimlik, Teşkilatçılık ve Dayanıklılık:

  • Türkler "asker toplumdur". Devletin ayırt edici özelliği, askerî sistemi ve teşkilatıdır.
  • Türklerin dünya tarihine en büyük katkısı askerlik, teşkilatçılık ve idari mekanizma alanında yoğunlaşır.
  • Göçebe Türkler dahi müthiş bir örgütlenmeye dayanır. Türklerin askerlik mesleği ve organizasyon biçimi tarih boyunca devam etmiştir, bunu çok iyi bilirler.
  • Türk ordusu son derece kanaatkâr, dayanıklı ve inatçı bir askerle savunmayı yapmaktadır.
  • Türkler, askerî tekniği, örgütü ve terminolojisi açısından İslamiyet öncesi dönemin mirasını taşımaktadır; ordunun komuta dili her zaman Türkçeydi.

2. Kültürel Kimlik ve Sanatsal Yatkınlık:

  • Türk milliyetçiliği, kan bağına dikkat etmeyen, doğrudan doğruya kültüre bağlı bir Türkçülüktür.
  • Türkler, şiirin her türüne karşı derin bir ilgi ve sevgi duyarlar. Manzum kitabelerle (yapıların yapılış tarihlerini manzum olarak gösteren yazıtlar) gelenekleri yalnızca Türklerde vardır.
  • Mezar taşlarına dahi, ölümlerden duyulan derin acıyı manzum olarak duyurma isteği, Türkün bu yanını ve milletçe şair olma özelliğini gösterir.
  • Türk destan ve efsanelerinin bu kadar zengin olmasının esas sebebi, yazılı materyalin (papirüs, kil tablet) eksikliği nedeniyle bilginin sözel olarak aktarılmasıdır.

3. Demografik ve Fiziksel Özellikler:

  • Türkler nüfusları çabuk artan, çoğalan bir millettir.
  • 1950'lerden bu yana şehirleşme ve göçmen dalgaları sebebiyle farklı ırkların karışması sonucunda, uzun boylu ve güzel bir ırk ortaya çıkmıştır. Türkler her zaman güzel bir millettir, ancak şimdiki gençler dışarıdan bakanın hayran kalacağı kadar iyi giyimli ve gelişmiştir (yeter ki ağızlarını açmasınlar).

II. Sosyal ve Etik Davranışlar

1. Hoşgörü ve Mülteci Kabulü:

  • Türkler, yabancılara karşı "nuhuset" (aksi) davranışlı değillerdir. Aksine, kendinden olmayanlara karşı çok hoşgörülü ve toleranslıydılar.
  • Türkiye İmparatorluğu (Osmanlı), Avrupa'dan, İran'dan ve Orta Asya'dan gelen mültecileri kabul etmiş ve bunların topluma çok katkısı olmuştur.
  • Bugün Türkiye, Birleşmiş Milletler'in rakamlarına göre, dünyada en çok mülteci alan ikinci ülkedir.

2. Çalışma Disiplini ve Zayıflıklar:

  • Türkiye çalışkan insanların yaşadığı bir ülkedir. Hatta Türk milleti, hastalık derecesinde endüstri düşkünü (industriamanisi) olan bir millettir ve ticaretten anlamadığı söylemi hatalıdır.
  • İş disiplini zafiyeti: Türkler işi başta çok güzel götürür, ancak sonra tamamlamaz; son noktayı koyamaz ve işi teslim etmekte güçlük çekerler.
  • Adalet ve Hak Arayışı: Türk halkı maalesef hak etmediği şeyleri de isteyen bir toplumdur; bir memuriyet sınavına girerken dahi torpil arayışına başlarlar.

III. Eleştirilen Zayıf Yönler (Kusurlar)

Kaynaklar, Türk toplumunun özellikle entelektüel ve ahlaki konularda bazı eksiklikleri olduğunu vurgular:

1. Tarih Bilinci ve Entelektüel Eksiklik:

  • Tarih Yazar ama Bilmez: Türkler tarih yapan ancak tarih yazmayan bir millettir. Türkiye'nin tarih bilimine gerekli özeni gösteren bir ülke olduğunu söyleyemeyiz.
  • Coğrafya Bilgisizliği: Türklerin genel bir zaafı coğrafyayı (harita düzeyinde dahi) bilmemeleridir; bu üniversite düzeyine kadar sürer. Coğrafya bilmeyen bir tarihçi bile "ümmîdir".
  • Yalnız Kalma Becerisi: Türklerin en büyük eksikliği yalnız kalamamalarıdır. Yalnız kalmayı bilmeyen milletlerden iyi düşünür çıkmaz. Yalnız olmamanın getirdiği garantiye güvenmek, yaratıcılığı öldürür.

2. Sosyal ve Ahlaki Kusurlar:

  • Dedikodu ve İlkel Ahlak: Türkler dedikodu yapmayı severler, ancak dedikodu ahlakları çok ilkeldir ve bütün olayları ve unsurları birbirine karıştırarak rivayet kurarlar.
  • Özel Hayatlara İlgi: Türkler tarihte ve özel hayatlarında önemli ile önemsizi birbirine karıştırırlar.
  • Korunmaya Muhtaç Çocuklara İlgisizlik: Kusurların başında, kendimizin olmayan çocuklara karşı gösterdiğimiz ilgisizlik gelir (sokakta yüz binin üstünde çocuk vardır).
  • Görgüsüzlük: Tıpkı güzel Osmanlı sedirlerini atıp yerine koltuk koymak gibi, Türk milleti güzelim Osmanlı işini bırakıp, Manchester dokumalarını beğenme gibi bir görgüsüzlüğe düşmektedir.

IV. Türk Kimliğinin Oluşumu ve Tanımı

Türk kimliği coğrafi ve kültürel bir sentezin ürünüdür, tek bir ırka dayanmaz:

  • Coğrafya ve Din: Kimlik, savaşlar, göçler ve yaşanan olayların bıraktığı izlerle oluşan dil, din ve coğrafyanın bize sunduğu bir realitedir. Türkler kadar din değiştiren ve farklı mesleklere mensup başka bir millet bulunmaz.
  • Türk Adının Kökeni: Türk ismini büyük ölçüde komşuları vermiştir. Anadolu'ya da İtalyanlar ve Cenevizliler, her yer Türk dolu olduğu için "Turchia" (Türkiye) adını vermişlerdir.
  • Müslümanlık Şemsiyesi: Türkiye'nin Türklüğü, bilhassa Müslümanlığın şemsiyesi altında kendini Türk diye ortaya koyan çeşitli etnik grupları kapsar. Karamanlı Türk Hristiyanları bile mübadele ile gönderilmiştir, bu da genel Türk kafasında gayrimüslimin dışlandığını gösterir.
  • Osmanlı Kimliği: Osmanlı, kendini Müslüman ve Türk olarak görür. Osmanlı ordusu millî bir ordudur, komuta dili Türkçedir ve hakim unsur Türk aşiretidir.

Türklerin tarihsel misyonu ve kimliği, bir yanda saldırganlık gibi keskin bir özelliğe sahipken, diğer yanda merhamet, tolerans ve kültürel derinliği bir arada barındıran, zaman içinde evrimleşen karmaşık bir yapıya işaret eder. Bu durum, ülkenin çok renkli bir coğrafya ve derin bir tarihe sahip olmasından kaynaklanır.

 

Osmanlı Devleti

Osmanlı Devleti hakkındaki görüşler, eleştiriler, kaçınılması gereken durumlar ve dönüm noktaları, kaynaklarda hem kurumsal yapısı hem de tarihsel hataları bağlamında kapsamlı bir şekilde incelenmektedir.

I. Osmanlı Devleti’nin Genel Konumu ve İyi Yönleri

Osmanlı İmparatorluğu, Türk tarihinin bir zirvesini temsil eden altı asırlık dönemidir. Kendisi bir fetih devleti olmaktan ziyade bir kurtarıcı, bir düzenleyici ve reformcu olarak geliyordu.

1. Devletin Sürekliliği ve Kimliği:

  • Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti'nin anavatanı üzerine kurulmuştur; diliyle, diniyle, toprağıyla ve insanlarıyla Osmanlı'nın halefiyiz ve bir "reddi miras" hakkına sahip değiliz.
  • Osmanlı Devleti yıkılmamıştır; devlet devam etmekte, sadece rejimin adı değişmiştir. Cumhuriyet, devleti kuran ve yöneten eski Osmanlı generalleri tarafından kurulduğundan, Hanedan dahi rejimle çatışmaya girmemiştir.
  • Osmanlı, hukuken büyük devlettir.
  • Hanedan: Osmanlı hanedanının üst üste bir düzine başarılı mareşal yetiştirdiği, ilk dokuz padişahının çok önemli mareşaller olduğu ve hatta Kanuni dâhil bütün padişahların birinci sınıf mareşal olduğu belirtilir.
  • Adalet ve Eşitlik Anlayışı: Klasik Osmanlı düşüncesine göre reayanın adalet içinde yaşaması temel ilkelerdendi. Osmanlı, dağdaki köylünün çocuğunu bile veziriazam yapabilen bir toplumdu ve iyi aile çocuklarını özellikle aramazdı. Devşirme paşaların, yerli köklü ailelerden gelenlere kıyasla devlete çok daha sadık oldukları görülmüştür.

2. Askeri ve İdari Başarılar:

  • Osmanlı Devleti’nin sosyo-ekonomik gelişiminin yüzyıllar boyu askeri yapısına sımsıkı bağımlı kalmış olduğu söylenebilir.
  • Osmanlı, Batı'daki imparatorlukların aksine aristokrasi sevmez ve tek soyluluk hükümdar için önemlidir.
  • Bürokrasi ve Merkezileşme: Osmanlı, toplumu düzenleyen, tanzim eden, güçlü bir merkeziyetçi devletti. Devlet, mali ve idari işlemleri kağıda geçirme ve kayıtları saklama eğilimiyle bir kanun düzeninin gereğini yerine getirirdi. Ancak yoğun bir kontrol mekanizması yürütecek durumda değildi, bu yüzden "bürokrasi" ve "merkeziyetçilik" kavramlarının dikkatle kullanılması gerekir.
  • Tolerans: Osmanlılık, farklı dinlere ve dillere saygı gösterip, gerektiğinde bunların birbirine karşı kullanılması demektir. Gayrimüslimlere karşı İslam devlet anlayışına göre aman müessesesi uygulanırdı. Gayrimüslimlerin malları ve canları güvence altındadır ve İslam devletinde bu haklara tecavüz söz konusu olamaz.

II. Eleştirilen Yönler ve Tarihsel Hatalar (Keşke Olmasaydı)

Kaynaklarda Osmanlı'nın zayıflaması, yozlaşması ve özellikle imparatorluğun sonunu getiren hatalı kararlar açıkça eleştirilmiştir.

A. Siyasi ve Askeri Hatalar (Dönüm Noktaları)

1. I. Dünya Savaşı'na Girme Kararı (En Büyük Hata):

  • İmparatorluğun genç neslini felakete götüren sorumsuzluğu ifade eden "Enver Paşa Gayretkeşliği" denilen bir hastalık olduğu belirtilmiştir.
  • I. Dünya Savaşı'na girmek, imparatorluğun cenaze namazının kılınmasına ve büyük insan kaybına sebep olmuştur.
  • Bu kadar büyük bir ordunun komutanının Genelkurmay Başkanı olan Enver Paşa'nın bilgili, hırslı ve cesur; ancak bir o kadar da genç birisi olması ve bu yetkiyle ordunun başına getirilmesi anormal olarak nitelendirilir.

2. Toprak Kayıpları ve Antlaşmalar:

  • Siyasi tarihte Karlofça Antlaşması, hakikaten bir dönüm noktası olarak görülür, çünkü bu antlaşmayla büyük toprak kaybı yaşanmıştır.
  • Cevdet Paşa, Osmanlı Devleti'nin Rusya'dan yediği ilk önemli darbe olan Küçük Kaynarca'dan itibaren devletin tarihini yazmakla görevlendirilmiştir.

3. Hanedan İçi Yapısal Hatalar:

  • Veraset Sistemi: Hanedanın son temsilcilerinin bile mübarezeye (devletle çatışmaya) girmemesi bir gelenek olsa da, veraset sisteminde I. Ahmed'ten sonra "ekber evlat" (senioritas) sistemine geçilmesiyle birlikte, şehzadeler sancakta staj göremez olmuş, devlet tecrübeleri mahdut kalmıştır ve bu durum devlet için pek de iyi neticeler doğurmamıştır.
  • Kardeş Katli: Cem Sultan olayı gibi trajik hadiseler, Osmanlı tahtında tek bir hükümdar olması gerektiği fikrini kuvvetlendirmiştir. Kardeş katli, toplumsal müesseseler dengeye oturmadığı sürece kaçınılmazdı. Bu uygulama, devletin bekasını sağlamak, yani Devlet-i Ebed Müddet idealini sürdürmek amacıyla Fatih döneminde yasalaştırılmıştı.

B. Ekonomik ve Kurumsal Zayıflıklar

  • Zayıflama ve Yozlaşma: Osmanlı Devleti'nin gittikçe zayıflaması üzerine ova köylerinin halkı dağılmış, en verimli topraklar yüzyıllar boyunca ekilmekten alıkonulmuştur.
  • Osmanlı'nın inhitatının (uzviyetin ihtiyarlayıp erimesi) veya yozlaşmasının (sapkınlıktan ileri gelen çürüme) farkına 17. yüzyıldan beri varıldığı söylenebilir.
  • Merkeziyetçilik Güçsüzlüğü: Geleneksel devletin teşkilat ve bütçe yönünden gücünün ötesinde olan kentsel hizmetler, esnaf ve mahalle sakinleri tarafından yerine getirilirdi. Merkezi örgütün güçsüzlüğünden dolayı vergilerin mukataa yoluyla mültezimlere verilmesi yoluna gidilmiştir.
  • Borç Yükü: 19. yüzyılda ordu ve donanmanın modernleşmesi çok pahalıydı ve bu ıslahatın sınırlarını aşan bir reform ve masraf silsilesi getirmiştir. Bu borçlar, Cumhuriyet döneminde de ödenmeye devam etmiştir.

III. Varsayımsal Durumlar (Olsaydı/Olmasaydı)

Kaynaklar, Osmanlı'nın varlığını ve gücünü sürdürmesini sağlayan kilit unsurlara dikkat çekerek dolaylı olarak "olmasaydı" senaryolarını işaret eder:

1. Keşke Olmasaydı:

  • I. Dünya Savaşı: Kaynaklar, savaşa girme kararını (Enver Paşa Gayretkeşliği) felaket ve imparatorluğun cenaze namazı olarak nitelendirdiği için, bu savaşa girilmemesi en çok arzu edilen durumdur.
  • Timur'la Savaş: Ankara Savaşı'nda (1402) Osmanlı ordusu Timur'unkinin üçte biri kadardı. Eğer Osmanlı bir Anadolu devleti olsaydı, Timur çekildikten sonra hâk ile yeksan olur, unutulur ve tarihe sadece bir beylik olarak geçerdi. Bu durum, Rumeli toprağının ve Balkanlar'da tutunmanın Osmanlı'nın bekası için ne kadar hayati olduğunu gösterir.

2. Keşke Olsaydı (Düzeltilmesi Gerekenler):

  • Kanuni Devri Modeli: Osmanlı Devleti'nin inhitatının (gerilemesinin) farkına varıldığında, düzeltmenin ilacı olarak Kanuni devrinin model olarak alınmasından söz edilmiştir. Bu, kuruluş dönemindeki kurumların ve değerlerin korunması gerektiği anlamına gelir.
  • Eğitimde Eşitlik: Osmanlı İmparatorluğu'nda ve Cumhuriyet'in ilk yıllarında eğitimde eşitlik vardı, Kastamonu'daki lise ile İstanbul'daki lise arasında bir fark bulunmazdı. Bu eşitliğin bozulmaması/devam etmesi önemlidir.
  • Yerel Yönetimde Devamlılık: 19. yüzyılda belediye örgütünün merkezileşme baskısıyla merkeze daha bağımlı hale getirilmesi, İmparatorluktan Cumhuriyete miras kalmış bir hatadır. Bu uyumsuz yapının olmaması ve yerel idarelerin daha özerk olması istenir.
  • Sanayi ve Ekonomi: İngiltere'nin çok gerisinde bir sanayileşme olmasına rağmen, Sanayi Medeniyeti'ne bir yerinden adım atmaya çalışılıyordu. Ekonomik yapının loncaların iflas etmesi gibi sorunlarla toparlanmasının zor olduğu görülmüştür. Daha güçlü bir ekonomik kalkınma sağlanmalıydı.

Osmanlı, tıpkı bir strateji dehası gibi, coğrafi avantajlarını kullanarak (Rumeli'de tutunarak) ve organizasyonel gücü sayesinde Timur gibi büyük bir tehlikeye karşı bile varlığını sürdürebilmiştir; ancak 20. yüzyıl başındaki hırslı askeri kararlar, devleti tarihin en büyük zararına uğratmıştır.

Tarihin Akışını Değiştiren Olaylar

İşte Osmanlı İmparatorluğu içinde tarihin akışını değiştiren büyük olaylar ve dönemeçler:

I. Kuruluş ve Yükseliş Dönemi (Yeni Bir İmparatorluğun Doğuşu)

1. İstanbul'un Fethi (1453) Fatih Sultan Mehmed'in Konstantinopolis'i fethetmesi, hem Avrupa tarihi hem de Osmanlı tarihi için Orta Çağ'ı kapatan bir olay olarak nitelendirilir.

  • İstanbul gibi bir kentin (Doğu İslam milletlerinin deyişiyle Kostantiniyye'nin) fethinden sonra, Osmanlı'nın gerçek imparatorluk çağı başlamıştır. Bu dönem aynı zamanda Osmanlı'nın yeni çağıdır.
  • Fatih, bu fetihten sonra Ortodoks Kilisesi’ne ve Ermeni Kilisesi'ne statü ve rütbeler vererek, bu kiliseleri kendi egemenliği altına almayı amaçlamış; bu, Katolik ve Ortodoksların birleşmesini imkânsızlaştırmıştır.
  • Fatih'ten itibaren yasalaşan kardeş katli (tahtta tek bir varis olması gerektiği fikri) Cem Sultan olayı gibi trajik hadiselerle birlikte kuvvetlenmiş ve bir asır kadar yerleşen bir müessese haline gelmiştir.

2. Askerî ve İdari Yapısal Değişimler (16. ve 17. Yüzyıl)

  • Sipahiliğin Kaldırılması: Devlet, gözden düşmekte olan sipahiliğin yerine (askerî nizamı daha rasyonel biçimde karşılamak üzere) yeniçeri ocağı ve "altı bölük halkı" birliklerinin mevcudunu hızla artırmıştır.
  • İmparatorluğun birçok bölgesinde sipahiliğin kaldırılması ve eski sipahi dirliklerinin uçsuz bucaksız saltanat haslarına katılması; merkez idaresinin toprak yapısında yeni düzenlemelere gitmesine neden olmuştur. Bu durum, Osmanlı feodal sınıfının iktisadi mevziilerini güçlendirmiş ve feodal devlet ile özel sermaye arasında bir birlik yaratmıştır.

3. Kültürel Kimlikte Bölgesel Kayma

  • Osmanlı İmparatorluğu, 15. yüzyıl sonuna kadar bir Balkan İmparatorluğuydu.
  • 16. yüzyıldan itibaren ise Ortadoğu kültür bölgesine girmiş ve Kanuni devri ile cihan imparatorluğu olarak en son aşamasına ulaşmıştır.

II. Gerileme ve Modernleşme Dönemi (Çöküş Süreci)

4. 17. Yüzyıl İnhitatın Farkına Varılması

  • Selaniki, Koçi Bey ve Kâtip Çelebi gibi yazarların tahlil ve sızlanmalarına bakılırsa, Osmanlı'nın 'inhitat' (çöküş) ya da 'yozlaşma' sürecinin farkına 17. yüzyıldan beri varıldığı söylenebilir. Bu durum, Kanunî devrinin model olarak alınması gerektiği yönünde bir tartışmayı da başlatmıştır.
  • Bu dönemde İstanbul'daki sarraf ve esnaf oligarşisinin yeniçeri isyanlarının arkasında çok ciddi bir tesiri olduğu da görülmüştür.

5. Tanzimat ve Merkezileşme Hareketleri

  • II. Mahmud döneminde merkezî otorite tesis edildikten sonra mahallî derebeyleri (lordlar) birer birer ortadan kaldırılmış, Tanzimat ise merkezîyetçilik olayını daha da hızlandırmıştır.
  • Tanzimat Fermanı, bürokratların otoriteyi tekrar ele almasına vesile olmuştur.
  • Tanzimat döneminde getirilen bütün tebanın can ve mal güvenliği ve özellikle gayrimüslim Osmanlı tebası için hukuki eşitlik ilkesi, yeni bir Osmanlılık siyasetiydi.

6. İmparatorluğun Yıkılışı ve Rumeli'nin Kaybı

  • Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanması, o dönemin şartlarında kaçınılmaz görünüyordu.
  • İmparatorluk yıkılırken maalesef içindeki ana unsur olan Türk unsurun Rumeli'deki vatanını kaybetmesi çok önemli bir kayıptır.
  • Türk (Osmanlı) İmparatorluğu'nun üç günde yıkılması, ne Türklerin ne Arapların ne de Yahudilerin bu yıkıma hazırlıklı olmaması nedeniyle bugünün sorunlarının da kalıntısı olmuştur. Bu yıkım, sorunların doğuş biçimini değiştirmiştir.

Bu olaylar, Osmanlı İmparatorluğu'nun idari, askerî, kültürel ve coğrafi yapısında geri dönülmez değişikliklere neden olarak tarihin akışını derinden etkilemiştir.

İstanbul'a Duyduğu Derin Sevgi  

I. İstanbul'u Sevme Sebepleri

İstanbul, bir imparatorluk bakiyesi olarak büyük bir sevgi ve hayranlıkla anılırken, bu sevgi çoğunlukla şehrin benzersiz coğrafi konumu, tarihî derinliği ve eskiden sahip olduğu kültürel doku üzerinden ifade edilmektedir.

  1. Eşsiz Güzellik ve Coğrafi Konum:
    • İstanbul, dünyanın en güzel şehridir.
    • Şehir, üç tarafı suyla kuşatılmış yarımadası, iki yakası ve Boğaziçi ile muhteşemdir.
    • Büyük sultan Fatih'in basiretinin ispatı olarak, Türk tarihinin en büyük sarayının (Topkapı) şehrin en gözde mekânında kurulmuş olması önemlidir.
    • Şehir, bir atılım ve yeni bir umuttur ve Birinci Harp'ten sonra dirençle eş anlamlıdır.
    • Sultan Abdülmecid dahi, İstanbul'un hoş noktalarından, deryayı seyretmeye bayılırdı.
  2. Kişisel ve Duygusal Bağ:
    • İstanbul, vazgeçilmez bir sevgili olarak tanımlanır, zira Gazi ve etrafı çok hoşlanmasa da yine de vazgeçilmezdir.
    • Yıllar sonra Kadıköy'den İstanbul'un siluetini görmek bir aşk belirtisidir.
    • Çocukluk döneminde dahi, şehrin ahşap dünyası bir samimiyet ve sıcaklık duygusu veriyordu; insan buradan taa oraya kadar benim evim gibi hissederdi.
    • Asya kültürünü anlamak için İstanbul başta gelir ve sınıf üstü tutulması teklif edilir. Ayrıca burası, bütün Doğunun merkezi ve herkesin gözbebeğidir.
  3. Kaybolan Güzelliklere Özlem:
    • Kaynaklar, şehrin şu anki hali nedeniyle büyük hüzün duyulduğunu belirtir. Şehir yıkılıp gitmiş, görgüsüzce bitirilmiş ve doğal güzellikleri (erguvanlar, serviler, çamlar) kaybolmuştur.
    • Yıkımdan önce, İstanbul'un eski hali bir medeniyet ve yaşam tarzı barındırıyordu (Örn: Kadıköy).

II. Topkapı Sarayı Müzesi Hakkındaki Düşünceler

Topkapı Sarayı, imparatorluğun kalbi ve Türk tarihinin oluşumunun düğümlendiği mekân olarak eşsiz bir öneme sahiptir.

  1. Mimari ve Amaç:
    • Topkapı, yeryüzünün en özgün hükümdar evidir.
    • Sarayı inşa edenler, İstanbul gibi bir şehirde en büyük güzelliğin yine İstanbul’un kendisi olduğunu anlamışlar ve şehrin tabiatını kullanmışlardır.
    • Saray mütevazı ama çarpıcı ve her şeyden önce çok güzeldir. Amacı hem ihtişamı hem de tevazuu bir araya getirmektir.
    • Mimar Sinan bile bu sarayda sadece bir bölümü inşa etmiştir. Sarayın planı, Fatih Sultan Mehmed Han tarafından özenle tasarlanmıştır ve sonraki ilaveler bu plana uygun olmuştur.
    • Topkapı Sarayı, dönemin Rönesans ve Şark mimarisini birlikte aksettiren bir yapıdır.
  2. Tarihi ve Kültürel Kimliği:
    • Saray, Osmanlı Devleti'nin yönetim merkezi olması ve Mukaddes Emanetler’i (Kutsal Emanetler) barındırması nedeniyle en çok ziyaret edilen müzemizdir.
    • Osmanlı tarihi için bir anane (gelenek), bir baba ocağı gibidir.
    • Topkapı'da, Bizans Sarayı’ndan kalan taşların ve sütunların kullanıldığı bilinir; bu durum, Osmanlılarda tarihî miras takıntısı olmadığının güzel bir misalidir ve büyük bir medeniyetin delilidir.
    • Sarayın mutfak bölümündeki dev sütun başlıkları, daha evvel Ayasofya’nın önünde bulunan Yustinianus anıtını taşıyan dikilitaşın sütun başlıklarıdır.
  3. Müze Olarak Zorlukları:
    • Topkapı Sarayı, aslında bir saray olduğu için bir müze olarak zorlanıyor.
    • Saray, turizmin tahaccümü (aşırı yükü) altında bunalmaktadır. Müze Günü'nde 30 binden fazla ziyaretçi girmiş, bu kalabalıkta kimsenin bir şey görmesi mümkün değildir ve sarayın dinlenmeye ihtiyacı vardır.
    • Topkapı'daki eserlerin (özellikle çini, kumaş, madeni eşya ve arşiv) acilen kurulacak millî bir müzeye nakledilmesi ve sarayın ritüel, uhrevî bir merkez olarak korunması gerekmektedir.

III. Ayasofya Hakkındaki Düşünceler

Ayasofya, fetih sembolü ve mimari dehanın zirvesi olarak görülmektedir.

  1. Tarihsel ve Dini Önemi:
    • Ayasofya, kentin en önemli camiidir ve fethin sembolüdür.
    • O vakte kadar yeryüzünün en büyük, en parlak, en şöhretli mabedidir.
    • Ayasofya, yüzyıllarca benzeri yapılamayan bir eserdir.
    • Fatih Sultan Mehmed, insanlık mirasına duyduğu Osmanlı saygısı gereği caminin adını veya ana yapısını değiştirmemiştir.
    • Ayasofya'nın günümüze kadar muhafaza edilmesi, Osmanlı tarafından bütün imparatorluğun hatta bütün İslâm âleminin protokolde birinci camii olmasına borçludur.
  2. Mimari Dehası:
    • Ayasofya, kubbeyi sütunlar ve kemerler üzerine bina etme becerisinin bir örneğidir.
    • Rönesans'ta yapılan büyük kiliselere kadar Ayasofya bütün Hristiyan milletlerin hayalini süslemiştir.
    • Ayasofya'nın iki mimarından birinin Miletoslu İsidoros olduğu ve bu yapıdan alınan ilhamla mimarinin geliştiği belirtilir.
  3. Modern Statüsü:
    • Cumhuriyet Türkiye'sinin, insanlığın kavgasına neden olan bu büyük mabedi müzeye çevirmesi de çok anlamlı bir siyasi kültürel tasarruftur.
    • Papa'nın bile İstanbul'a geldiğinde Sultanahmet'e, Ayasofya'ya şaşırdığı görülmüştür, zira Batı, Doğu Hristiyanlarının ve Doğu'nun ne olduğunu bilmemektedir.
    • Bazı çevreler hala, "Türkler burada niye oturuyor?" derdindedir.

IV. Mimar Sinan Hakkındaki Hayretler

Mimar Sinan, kaynaklarda sadece bir mimar değil, şehrin ruhunu anlayan ve onu koruyan bir şehircilik dehası olarak mutlak bir hayranlıkla anılmaktadır.

  1. Ustalığı ve Efsaneleşmesi:
    • Sinan, 16. yüzyılın ünlü mimarıdır.
    • Halk arasında, Şehzadebaşı'nın çıraklık, Süleymaniye'nin kalfalık, Edirne Selimiye'nin ise ustalık eseri olduğu yönünde bir söylem yaygındır.
    • Sinan’ın Süleymaniye Külliyesi, büyük şairlerin ne bir beyit ne bir kelime çıkartılıp, eklenemeyecek şiirlerine benzer.
  2. Şehircilik ve Çevreye Saygı:
    • Çok övündüğümüz Mimar Sinan’ı iyi anlamamız lazım, çünkü o sadece bir mimar değil, şehercidir de.
    • Sinan, çevreyle bağını kuran nadir mimarlardandır ve çevreye saygılıdır. O, eserlerini doğayı tahrif ederek ortaya çıkarmaz. İstanbul'un tepeleri ve silueti onun eseridir, ancak bunu yaparken kendinden evvelki büyük eserlere hürmet etmiştir.
    • Sinan'ın şehircilik yaklaşımında çevre önemlidir; onun zamanındaki İstanbul'da konutlar, önemli yapıları rahatsız etmiyor, hadlerini biliyorlardı.
  3. Hayretler ve Eleştiriler:
    • Mimar Sinan'ın, Süleymaniye'de, Selimiye'de ve Sultanahmet'te bir ekosistemi (yankı/akustik sistemi) vardır.
    • Mimar Sinan'ın eserlerine gösterdiği hürmeti, biz ona göstermedik. Yaptığı camilerin çoğu (örneğin Piyale Paşa ve Molla Çelebi Camii) günümüzde çevrelerindeki yapılarla boğuluyor.
    • Mimar Sinan'ın etnik menşei çok abartılıyor; o, bütün yerelliklerin ve etnik özelliklerin üzerine çıkmış bir Osmanlı'dır.
    • Mihrimah Sultan’a olan aşkı ve karşılıklı cami yapması hikayesi edebi bir kurgudur ve tarihî gerçeklik değildir.

Mimar Sinan'a duyulan bu hayranlık, onun eserlerini sadece mimari başarı olarak değil, bir şehre nasıl sahip çıkılması gerektiğinin manifestosu olarak görmekten kaynaklanır. İstanbul'u berbat eden, Mimar Sinan'ın yaklaşımındaki bir eserle yarışacak kadar şuursuz, küstah ve tarihe tamamen düşman olan modern yapıcılara karşı bir duruş sergilenir.

1. Sultan II. Abdülhamid'in Siyasi Dehası ve Kişiliği

Sultan II. Abdülhamid dönemi, Osmanlı İmparatorluğu'nun (Ortadoğu-Akdeniz imparatorluklarının üçüncüsü ve sonuncusunun) altı asırlık hayatının son otuz yılını kapsamaktadır. Bu dönem, imparatorluğun modernleşme arayışları ile otoriter yönetim (istibdad) günlerini bir arada barındırır.

Sultan II. Abdülhamid, kaynaklarda, tarihî ve kişisel özellikleri nedeniyle son derece kayda değer bir şahsiyet olarak nitelendirilmektedir.

Liderlik ve Misyon Bilinci

  • Abdülhamid Han, kendinden önceki hükümdarların aksine, ulusu kimin taşıyacağının farkına varmış ve Türk hükümdarı (Türk Hakanı) olmanın bilincinde olmuştur.
  • Aynı zamanda Müslüman değerlerini sahiplenir ve Araplara ve Kürtlere iltifat etmek, Arnavut ve Boşnaklara değer vermek gibi geniş bir sorumluluk bilinciyle hareket eder.
  • Kendisi, cihanşümul (evrensel) imparatorlukların son hükümdarıdır ve tarihî, hukukî, kurumsal olarak son Roma imparatoru kabul edilir.
  • Eğer I. Abdülhamid döneminde yaşasaydı, Osmanlı İmparatorluğu'nun Şark dünyasındaki kaderi değişmiş olurdu. O, içtimai ve dünya şartlarının ötesinde kişisel rolü olan en kayda değer şahsiyettir.
  • Harbe girmeme özelliğiyle bilinir. Abdülhamid, I. Dünya Savaşı'ndan önce dahi, cihad silahının kullanılmaması gerektiğini söylemiştir, zira kullanılmamasının daha etkili olduğunu düşünüyordu.

Modernleşme ve Yönetim

  • Hilafet Kurumu: Yeryüzü Müslümanlarının yaklaşık %80'inin yabancı bayrak altında yaşadığı bir dönemde, hilafet müessesesini oldukça iyi kullanan son kişidir. Hatta yazışmalarda Panislamist ve mutlak monarşi görüşünü yansıtan "zât-ı kudsiyet-i tacidar" gibi cesaro-papist (dünyevi ve dinî otoriteyi birleştiren) unvanlar kullanmıştır.
  • Eğitim ve Altyapı: Anadolu'da en güçlü liseleri kuran ve Tıbbiye ile Harbiye'de yabancı dil eğitimini geliştiren (en iyi Rusça lügat ve gramer kitapları bu devirde yazılmıştır) hükümdardır. Sadece medeniyet bağlamında değil, kolaylık açısından da hizmet etmiş, örneğin demiryolu atılımı sayesinde asker sevkiyatını hızlandırmıştır. Hicaz Demiryolu, İslam dünyasının her yerinden toplanan bağışlara dayanan öz mühendislik başarısı sayılır.
  • Sanat ve Zanaat: Kendisi, karikatürlerde çizildiği gibi bir "harem hükümdarı" değildir. Çok meşgul ve çalışkan bir padişahtır. Sınıflar üstü, yaratıcı bir marangozdu. Örneğin, İstanbul Müftülüğü'ndeki (eski Şeyhülislamlık) Şeriyye Sicilleri Arşivi'ndeki dolapları II. Abdülhamid Han yapmıştır.

2. İttihatçıların Oyunları (ve İstibdat Tartışmaları)

İttihatçılar ve diğer Genç Osmanlı subayları, Abdülhamid'in istibdad (mutlakiyet) günlerine karşı isyan edip hürriyet arayan kişiler olarak ortaya çıkmıştır.

  • İstibdad Kavramı: "İstibdat" (baskı/despotizm) kelimesinin olumsuz (pejoratif) anlamda kullanılması, bir İttihatçı icadıdır. Romalılarda olduğu gibi, İslam'da da "istibdad" ve "müstebit", beceri barındıran bir yönetim tarzı olarak görüldüğünden, II. Abdülhamid'in hal' fetvasında istibdattan bahsedilmemiştir.
  • Yetki Sınırlaması: Despot olduğu iddia edilmesine rağmen, II. Abdülhamid, kendisinden önceki II. Mahmud'a göre çok sınırlı bir iktidara sahipti. Kanun yapma tekniği, bürokrasinin etkisi ve parlamentonun varlığı (feshedilmiş olsa bile) onun iktidarını sınırlandırmıştı.
  • Meclisin Feshi: Abdülhamid, Kanun-ı Esasi'yi ilan etme şartıyla tahta çıkmış. Ancak kısa süre sonra Meclis'in kendi iradesine ortak olacağını görmüş ve Meclis-i Mebusan'ı feshetmiştir. Ancak Kanun-ı Esasi'yi tamamen kaldırmamıştır.
  • Gizli Mücadele: Meşrutiyetçi düşünceyi önlemek gibi "ham hayalin peşinde koştu". Siyasetle uğraşan gruplar ya Paris'e ya da Kahire'ye kaçarak yayın yoluyla mücadele etmişlerdir. Hükümet istese, Paris'e kaçan bu aydınları suikast ile ortadan kaldırabilirdi, ancak onların yaşadıkları yerlerde ne kadar tanındıkları bile tartışmalıdır.
  • İstihbarat: II. Abdülhamid, jurnal (iç istihbarat) olarak düşünülürse, akla gelir; ancak dış istihbaratta pek aktif değildir. Yıldız Sarayı asrı başlamış, kararların alındığı organ saray olmuştu. Saray, nazırların ve yüksek memurların arasının iyi olmasını benimsemeyen bir tutum sergilemiştir.

3. Toprak Kayıpları ve Kıbrıs Meselesi

Sultan II. Abdülhamid'in harbe girmeme politikasına rağmen, toprak kayıpları kaçınılmaz olmuştur.

  • Kıbrıs ve Tunus: Kaynaklar, Kıbrıs'ın ve Tunus'un II. Abdülhamid döneminde elden çıkarıldığını ve hatta İran'a bile toprak verildiğini belirtmektedir.
  • Balkanlar: Abdülhamid'den sonraki on yılda imparatorluk, Balkanlar'daki hâkimiyetini kaybedip, Akdeniz adalarından çekilmeye başlamıştır.

4. Yahudilerin Filistin Meselesi

II. Abdülhamid dönemi, Yahudi göçünün ve Siyonist hareketlenmenin başladığı, ancak Padişah'ın bu duruma ihtiyatla yaklaştığı bir dönemdir.

  • Göçün Başlangıcı ve Abdülhamid'in Rolü: Filistin topraklarına göç, bu zamanda başlamıştır. Abdülhamid Han, bu sınırsız göçü önleyen bir hükümdar olarak kutsanmaktadır.
  • Yahudi Milliyetçiliği ve Osmanlı Sadakati: Osmanlı Yahudilerinin önde gelen münevverleri Siyonist ideallere yüz vermezlerdi; kendilerini Osmanlı olarak görürlerdi. Hatta Haydarpaşa'daki sinagoga "Hemdet İsrail" (İsrail'in Hamdı/Hamidi) adını vermişlerdir.
  • Dış Etkiler (Almanya ve Siyonizm): Filistin'e Yahudi göçü ve yerleşmesinde en büyük rolü Alman İmparatorluğu oynamıştır. Resmi Alman görüşü, Siyonist kolonilerin Alman kültürü ve çıkarlarını Filistin'de en iyi koruyacak unsurlar olduğuna inanıyordu.
  • Yahudi İskanına İzin: Bazı araştırmalara göre, Herzl'in Alman Dışişleri'ne verdiği raporun tersine, Sultan Abdülhamid'in hayırsever duygularla Filistin'deki Yahudi iskanına izin verdiği belirtilir; ancak bu durum ancak bir göz yumma olabilir.
  • Siyasi Kışkırtma Örneği: Alman İmparatoru II. Wilhelm, Abdülhamid'i Kuveyt'e saldırması için kışkırtmış, Padişah da kendi sadık taraftarı olan Necid Emiri İbnurreşid'e Kuveyt'e saldırmasını emretmiştir. Ancak İngiltere'nin tepkisi sert olunca, Kayzer Abdülhamid'den kıtalarını geri çekmesini istemiş ve Kuveyt'teki İngiliz nüfuzu dokunulmazlık kazanmıştır. Bu olay, Osmanlı İmparatorluğu'nun Alman güdümüne girerken ne kadar güç durumlara düşeceğinin ilk habercisiydi.
  • Filistin'de Kalkınma: Abdülhamid döneminde Kudüs-i Şerif Sancağı'nda Bierşeba (Yedipınar) kurulup gelişmiş, Yafa Limanı iyileştirilmiş ve Kudüs'le doğrudan demiryolu bağlantısı kurulmuştur, bu da Filistin'in tarihî yapısını değiştirmiştir. Ayrıca, yabancı uyruklu Hristiyan Almanlar da Filistin'e göç etmiş ve Türk idaresinin kurduğu Berşava civarında koloniler kurmuşlardır.

İngilizlerin Osmanlı İmparatorluğu'na Yönelik Eylemleri Ve Komploları

Kaynaklarda, İngilizlerin Osmanlı İmparatorluğu'na karşı yürüttüğü entrikalar, komplolar ve düşmanca politikalar özellikle I. Dünya Savaşı öncesinde ve sırasında diplomatik, askerî ve ekonomik alanlarda yoğunlaşmaktadır. Bu eylemler, imparatorluğun yıkım sürecini hızlandıran ve milli sınırları dahi olumsuz etkileyen kritik olaylara yol açmıştır.

İngilizlerin Osmanlı İmparatorluğu'na yönelik eylemleri ve komploları başlıca şu başlıklar altında incelenmektedir:

I. I. Dünya Savaşı Öncesindeki Büyük İhanet ve Komplolar

Osmanlı İmparatorluğu'nun savaş öncesindeki en kritik diplomatik ve askerî felaketlerinden biri, ödemesi yapılmış olan savaş gemilerinin İngilizler tarafından gasp edilmesidir.

1. Zırhlı Gemilerin Teslim Edilmemesi

  • İttihatçıların, savaşa girmeden hemen önce İngiltere'ye parasını verip yaptırdığı iki gemi (Sultan Osman ve Reşadiye) vardı.
  • İngiltere, parasını aldığı halde, bu zırhlıları "savaşta kullanırız" diyerek Osmanlı İmparatorluğu'na vermemiştir.
  • Bu olay, savaşın Osmanlı'nın aleyhine sonuçlanmasının nedenlerinden biri olarak gösterilmiştir.
  • Buna karşılık Almanya'nın Goeben ve Breslau gemilerini göndermesi, Osmanlı'nın Almanya'ya yanaşmasında etkili olmuştur.

2. Savaş ve İttifak Hataları

  • Osmanlı İmparatorluğu, Birinci Dünya Savaşı'na girerken basiretsiz politikalar ve ani kararlarla yok edilmiş.
  • Savaş sonunda içindeki ana unsurun (Türk unsurun) Rumeli'deki vatanını da kaybetmesi çok önemli bir kayıptır.
  • Kaynaklar, bu savaşın "bizim olmayan bir savaş" olduğunu belirtmektedir.

II. Jeopolitik Çekişme ve Gizli Destekli İntrikalar

İngilizler, Osmanlı topraklarında kendi nüfuz alanlarını korumak ve Alman yayılmacılığını engellemek amacıyla çeşitli siyasi ve askerî entrikalara girişmişlerdir.

1. Basra Körfezi ve Kuveyt Krizi

  •  
    1. yüzyılın sonuna kadar Basra Körfezi bölgesi, Osmanlı mülküne bazen harita üzerinde ait olsa da, bu bölgenin ticaret ve ulaşımı İngiltere tarafından gayri resmi şekilde yönetiliyordu.
  • İngiltere, özellikle Kuveyt gibi stratejik bir noktada fiili protektorasını (himayesini) kurmuştu.
  • Bu durum, Alman-İngiliz rekabeti ve çatışmasının nedeni olmuş ve Osmanlı devleti bu çatışmaya bulaştırılmıştır.
  • Kuvaeyt Komplosu Örneği: Alman İmparatoru II. Wilhelm, İngiliz himayesindeki Kuveyt'i hazmedemeyerek, Sultan II. Abdülhamid'i kışkırtmış; Sultan da kendi sadık taraftarı olan Necid Emiri İbnurreşid'e Kuveyt’e saldırmasını emretmiştir.
  • İbnurreşid saldırınca İngiltere'nin tepkisi sert oldu ve hatta Kaiser, Sultan Abdülhamid'e kıtalarını geri çekmesi yönünde müracaat etmek zorunda kaldı.
  • Bu skandal, Kuveyt ve Britanya nüfuzunun adeta dokunulmazlık kazanmasına neden olmuş ve Almanya'nın güdümüne girmekte olan Osmanlı İmparatorluğu'nun ne kadar güç durumlara düşeceğinin ilk habercisiydi.

2. Arap Milliyetçiliğinin Kışkırtılması

  • I. Dünya Savaşı sırasında ortaya çıkan Arap ulusalcı akımları ve fikirleri, büyük oranda İngilizlerin harp içindeki tutumlarından ve İttihatçıların sert politikalarından rahatsız olanların çabasından kaynaklanmıştır.
  • Bu fikirlerin ciddi bir temelinin olmadığı ve Ortadoğu'daki bütün Arabistan'ın bu fikirleri takip ettiği söylenemezken, bu işi yapanların bıraktığı tarihi kalıntının çok etkili olduğu belirtilmiştir.

III. Ekonomik Kontrol ve Borç Mekanizmaları

İngiltere'nin, demiryolu projeleri ve borç verme aracılığıyla Osmanlı ekonomisi üzerindeki kontrolü, imparatorluğun kararlarını manipüle etme aracıydı.

  • Borç veren büyük devletler (İngiltere gibi), demiryollarını kendilerine yaptırma şartını koşar ve kendisine karşı kullanılacak zırhlıya (gemiye) müsaade etmezdi.
  • Demiryolları şirketleşme halinde olmasına rağmen, Afyon'da olduğu gibi, İngilizlerin ve Almanların uzattığı istasyonların bile birbiriyle bağlantısı yoktu. Bu durum, Batılı devletlerin ekonomik nüfuz alanlarını ayrıştırma ve kontrol etme stratejisini göstermektedir.
  • Birinci Dünya Savaşı öncesinde Britanya donanması, Almanlara göz açtırmamıştır. İngiliz donanmasının üstünlüğü, Osmanlı'yı Kara Denizi kontrol eden Almanya'ya mecbur bırakmıştır.

Bu tarihsel olaylar zinciri, Osmanlı İmparatorluğu'nun 19. yüzyıldan itibaren büyük devletlerin (başta İngiltere ve Almanya) askerî-malî ittifaklar sistemiyle iktisadi yönden az gelişmiş bir ülkeye yerleşme sisteminin kurbanı olduğunu göstermektedir. İmparatorluk, büyük güçlerin rekabet sahası haline gelmiş, sonuç olarak basiretsiz politikalarla çok erken ve çok pahalı bir biçimde yok edilmiştir.

 

Mustafa Kemal Atatürk

Mustafa Kemal Atatürk hakkındaki görüşleri, eleştirileri, iyi yönleri ve eksik/zayıf yönleri, kaynaklarda geniş ve detaylı bir şekilde ele alınmıştır. Kendisi, Türk tarihini ve toplumunu değiştiren bir başbuğ, 20. yüzyılın büyük devlet adamı ve Türkiye'nin Ebedi Başkomutanı olarak kabul edilen Kurucu Önder'dir.

Genel Değerlendirme ve İyi Yönleri (Güçlü Yönler)

Atatürk, tarihin akışını değiştiren, ona mührünü vuran veya büyük tehlikelere engel olan, nadiren görülen bütünleyici bir yönetici ve dehadır.

Liderlik ve Askerlik Dehası:

  • Atatürk, devlet reisi olmasının yanı sıra, yeni Türkiye'nin ilk mareşali ve bir komutandır. Kendisi deha sahibi bir kişiliktir.
  • Çap olarak büyük ve yaratıcı bir adam olduğundan sivil hayata geçişleri kolaylıkla yapmıştır.
  • Askerlikte ileri görüşlü olduğu (Çanakkale'deki başarısı ve Misak-ı Millî sınırlarına yönelik savaş hedefi) ve nerede atılıma geçeceğini, nerede duracağını çok iyi bildiği belirtilmiştir.
  • Gerçek bir şövalye olarak tanımlanır; İzmir'in kurtuluşundan sonra merdivenlere serilen Yunan bayrağını kaldırtıp, "Bayrak bir milletin namusudur, ayaklar altına alınamaz" demiştir.
  • Büyük Taarruz'un başlangıç tarihini 26 Ağustos olarak belirlemesi, Malazgirt Meydan Muharebesi'nin tarihiyle aynıdır ve bu, onun derin tarih bilgisini gösterir.
  • O bir organizatördür. Sorumluluğu ve yükü üzerine alır, ancak başkasına yaptırmayı da bilir.
  • Askerî ananeyi devam ettirmiş, hatta eskisinden daha şiddetli bir şekilde sürdürmüştür.
  • Büyük Mareşal olarak anılır; çünkü hem başka mareşalleri takdir etmeyi bilmiş hem de sivil hayata geçebilmiştir.
  • Türk tarihinde yeni bir cephe açmış, ricat etmeyi bilmiştir ("Savunulacak satıh bütün vatandır" sözü).

Siyasi Durumu ve Reformları:

  • Monarşiyi Cumhuriyete dönüştürmesi gerçek bir İnkılaptır.
  • Doğuştan Cumhuriyetçi olduğu, otorite karşısındaki duruşu ve cemiyet hayatına bakış tarzıyla cumhuriyetçi olduğu ifade edilir.
  • Hukuka daima saygılı olmuş, meşruiyete önem vermiş ve kanun ile nizama son derece dikkat etmiştir. Hatta darbe yapılsa bile derhal hukuki istinat önem kazanmıştır.
  • Devletçilik anlayışında özel sektörün gelişmesini istemiştir.
  • Hatay meselesinin ısrarlı takipçisi olmuş ve bu sayede 1939'da Hatay'ın ana vatana katılmasını sağlamıştır.
  • Eğitim ve Kültür alanında büyük atılımlar yapmıştır. Bozkırın ortasında, o imkânsızlıklar içinde Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'ni kurmayı akıl etmiştir ki bu, onun bir mareşal olmasına rağmen bir deha olarak bu ihtiyacı hissetmesinden kaynaklanır.
  • Türk Tarihini anlamak için dünya tarihini bilmek gerektiğini anlamış, bu yüzden Sümeroloji, Hititoloji, Hindoloji gibi bölümleri kurmuştur.
  • Yurt dışına öğrenci göndermeye çok önem vermiştir; sadece teknik dallarda değil, arkeoloji, filoloji ve Bizans tetkikleri için de öğrenciler yollamıştır.
  • Türkiye'de tarıma öncülük eden Atatürk Orman Çiftliği onun önemli projelerinden biriydi.
  • Cumhuriyet, Osmanlı'dan kalan devasa dış ve iç borcu bile üstlenmiş ve son kuruşuna kadar ödemiştir.

Kişisel Özellikleri:

  • Kendisi karizmatik diye tavsif edilebilecek bir şahsiyettir (Osmanlıcadaki karşılığı "sahibkıran"dır).
  • İyi eğitim görmüş bir askerdir. Kitap kenarlarına notlar düşecek kadar okumaya düşkün, iyi bir okuyucuydu.
  • Çok iyi derecede Fransızca ve yeterli düzeyde Almanca bilirdi; ayrıca Rumca ve Bulgarcaya da aşina olduğu biliniyor.
  • Giyimi mükemmel, duruşu çok iyi ve son derece çekicidir.
  • Çok disiplinli, işini seven ve çalışkan bir askerdi.
  • Dini konulara yaklaşımı realisttir; dine karşı olacak, pozitivizm uygulayacak biri değildir. Kur'an kültürüne çok vakıf bir insandır, hatta Kur'an meali huzurunda okunurken yapılan hatayı tespit edebilecek kadar hakimdir. Dini, siyasete ve ticarete alet eden insanlarla kavga etmiştir.

Eleştiriler ve Eksik Görülen Yönler

Atatürk'ün liderliği ve reformları bazı eleştirilere maruz kalmış veya bazı konularda eksiklikler görülmüştür.

Eleştirilen Kararlar ve Politikalar:

  • Musul, Halep, Akdeniz adaları, Batı Trakya ve tazminat konularında eleştirilmektedir. Ancak kaynaklar, bu eleştirilerin tarih bilmeyenlerin sözleri olduğunu ve o günün şartlarında (Boğazların bile tam tutulamadığı 1922 Mudanya şartları, donanma yetersizliği) bu yerleri almanın mümkün olmadığını savunur.
  • Mustafa Kemal, şartlar dolayısıyla diktatördür, ancak teorisinde diktatörlük yoktur. Kendisi otoriterdir (Kayzer Almanya'sı gibi).
  • Özellikle Çankaya sofralarında 1929'dan sonraki uygulamalardan rahatsız olduğunu ve görüntünün diktatörlüğe dönmesinden hoşlanmadığını belirtmiştir.

Kültürel ve Kurumsal Eksiklikler/Aksaklıklar:

  • Bazı konularda (özellikle kültürel atılımlar) yakın çevresi tarafından dahi tam olarak anlaşılamamıştır ve bu atılımlar kendisinden sonra hakkıyla sürdürülememiştir.
  • Harf Devrimi gibi radikal kararlar almış olsa da, bu kararın arkasından gelenlerin (arkadaşları ve milletin çocukları) kurumsal yapılanmayı (DTCF gibi) gereğince anlayamadığı ve aynı hızda sürdüremediği eleştirisi yapılır.
  • Atatürk, İsmet İnönü’nün Recep Peker’e hazırlattığı bir raporu görünce, "Bu düpedüz İtalya faşizmidir!" diyerek sert bir tepki göstermiştir. Bu, aralarındaki görüş ayrılığının bir göstergesidir.
  • İsmet İnönü, Atatürk'ü bazı kültürel konularda anlamamış, atılımları ve cesareti olmamıştır; kültürel konularda daha kaba ve basit yorumludur.

İttihatçılık ve Ordu-Siyaset İlişkisi:

  • Bütün genç subaylar gibi Atatürk de vakti zamanında İttihatçı idi. Ancak çok erkenden bu zümreden soğumuş, bırakmış ve İttihatçıların menfi taraflarından nefret ederek kenara çekilmiştir.
  • Orduyu siyasetten ayırma konusundaki fikirleri nettir; Balkan Harbi'nde askerin siyaset yapmasının kötü tezahürlerini görmüş ve yaşamıştır.

Özel Hayatına Yönelik Görüşler

  • Atatürk'ün özel hayatını çok konuşmanın yersiz olduğu, bunun yanlış bir tutum olduğu belirtilir.
  • Alkolle olan ilişkisi uç derecede değildir; sarhoş olup kendinden geçtiği görülmemiştir. Sofrası, bazı önemli meselelerin görüşüldüğü, kitapların incelendiği ve tartışmaların yapıldığı bir 'fikir sofrası' idi.
  • Yemek alışkanlığı açısından az yiyen bir insandı ve kuru fasulye ile pilavı çok severdi, bu yönüyle tam bir halk adamıdır.
  • Ailesi, hem anne hem de baba tarafından soy ağacı belgelerle belli olan bir Türkmen grubuna mensuptu ve ailesinin soyu devam etmektedir. Akrabalarının devletle olan ilişkilerinde kendisine yakınlıklarını kullanarak menfaat temin etmeleri konusunda çok dikkatliydi.
  • Liderlik vasfıyla doğmuş ve "karizmatik" bir şahsiyettir.

  Türkçenin Modernleşme Süreci

I. Latin Alfabesi ve Münif Paşa'nın Gayretleri

Latin alfabesinin kabulü, uzun süredir devam eden bir reform ihtiyacının ve tartışmaların sonucudur.

Latin Harflerinin Teknik Uygunluğu

Latin harfleri, alfabe tarihine bakıldığında, yazımın gelişiminin doruk noktası olarak karşımıza çıkar. Fonetik açıdan en mütekâmil alfabe olduğu için, seslilerin (vokal) önemli olduğu Türk dili için en uygun alfabe olarak görülmüştür.

Türkçede sekiz sesli harf bulunmasına rağmen, mevcut Arap harflerinin modern bürokraside ve yaygın eğitimde kullanılabilecek bir araç olmadığı açıktı. Bu nedenle, 1920'lerde Latin harflerinin kabulü konusu Türkiye içinde ve dışında tekrar canlılık kazanmıştır. Yeni Türk alfabesi, Türk fonetiğinin özellikleri iyice düşünülerek hazırlanmıştır ve günümüzdeki Türk alfabesi sayesinde Türkçe, imla sorunu en az olan dillerdendir.

Osmanlı Dönemindeki Tartışmalar ve Münif Paşa

Latin harflerinin kabulü sorunu, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde ciddi olarak tartışılmaya başlanmıştır.

  • Sultan II. Abdülhamid'in Görüşü: Sultan II. Abdülhamid dahi, Latin harflerinin kendini gizleyen bir taraftarı gibi görünmektedir. Padişah, halkın büyük cehaletine sebep olarak okuma yazma öğrenimindeki güçlüklüğü ve bunun nedeni olarak da harfleri göstermiş, bu işi kolaylaştırmak için Latin alfabesinin kabulünü yerinde olabileceğini ifade etmiştir.
  • Münif Paşa'nın Gayretleri: Latin harflerine taraftar olduğu için işinden atılan bir kişi olan Hafız Ali Efendi, Manastır Valisi Ali Münif Paşa'nın ricasıyla 1911 (4 Kasım 1327) tarihinde yeniden işe alınmıştır. Bu durum, Münif Paşa'nın bu konudaki destekleyici tavrını göstermektedir.
  • Cesaretsizlik: Ancak Latin harflerinin kabulü sorunu, taraftarların artmasına rağmen, uygulamada cesaretsizlik nedeniyle hasıraltı edilmiştir.

II. Cumhuriyet Dönemindeki Uygulamalar ve Hatalar

Harf Devrimi, Mustafa Kemal Atatürk'ün tek başına aldığı cesur ve radikal bir kararla üç ay gibi kısa bir sürede 1928 yılının Kasım ayındaki kanunla gerçekleşmiştir.

Uygulamadaki Hatalar ve Eleştiriler

Kaynaklar, Harf Devrimi'nin kendisinin olumsuz bir sonuç yaratmadığını, ancak değişim sonrasında beklenen entelektüel atılımın gerçekleşmemesini eleştirmektedir:

  1. Mirasın Reddi Söylentisi: Yeni kuşakların eski mirası Harf Devrimi'nden dolayı tanıyamadığı yakınması, Osmanlıca bilmeyenlere özgü bir dedikodudur. Harf Devrimi'nin böyle bir olumsuz sonuç yarattığı düşünülmez.
  2. Batı Kültürüne İnememe: Latin harflerinin kabulüyle Batı kültürünün kaynaklarına kolayca inileceği savı pek geçerli görünmemektedir. Türk aydını, Arap harfleri kullanılmaya devam edilseydi bile, Tanzimat'tan beri olduğu gibi Batı literatürüne yönelecekti. Önemli olan bilimsel bir tavırla yönelmek ve doğru tercüme yapmaktır.
  3. Toplumsal Engeller: Latin harflerinin kabulüyle okur-yazarların artmasına yardımcı olunmuş ve okuma alışkanlığı yerleşmeye başlamıştır. Ancak, daha fazla bir gelişme olmamasının nedeni, toplumsal yapıdaki çetin engellerdir.
  4. Eğitimdeki Nitelik Kaybı (Gramer Sorunu): Günümüz Türk yazarlarının en büyük sorunu kendi lisanını bilmemek. Yazarların çoğu cümle kurmayı bilmiyorlar, gramerleri yok. Türkiye'nin aydınları, yabancı okula veya yurt dışına gitse bile, uzun zamandan beri gramer denen dalla ve zenginlikle ilgi kuramamıştır.

Tartışmalar ve Muhafazakâr Tepkiler

Latin harflerinin kabulüne yönelik direniş ve endişeler, Cumhuriyet'in ilk yıllarından itibaren mevcuttu:

  • İzmir İktisat Kongresi (1923): Kongre reisi Kâzım Paşa (Karabekir), Latin harflerinin kabulü meselesini, Avrupalılarca bizi bölmek ve İslam âleminden koparmak için ortaya atılan bir nifak tohumu olarak görmüş ve Arnavutlarla Azerbaycanlıların bu yüzden pişman olduğunu ileri sürerek tartışmaları önlemiştir.
  • Kültürel Kopuş Endişesi: Latin harflerini savunanlara karşıt olarak, Ali Seydî Bey 1926'da Arapça kelimelerin Latin harfleriyle yazılamayacağı itirazıyla bir risale yayımlamıştır.

III. Öztürkçe Konusundaki Hatalar

Öztürkçe (dilde sadeleşme) hareketinin kendisi, Latin harflerinin kabulünden hemen sonra başlayan ve Arapça kelimelerin Latin harfleriyle yazımı konusundaki itirazlara cevap teşkil eden köklü bir girişimdi.

Kaynaklarda, sadeleşme hareketinin yönteminden veya amacından kaynaklanan doğrudan bir "hata"dan çok, dilin kültürel zenginliğinin yanlış yorumlanmasından kaynaklanan hatalara dikkat çekilmektedir:

  • "Kültür" Kavramının Yanlış Çevirisi: Ziya Gökalp'in kültürü 'hars' (Arapça bir kelime) ve daha sonraki ilericilerin 'ekin' diye çevirmesi gülünç bir hatadır.
    • Bu çevirilerin hatalı olmasının sebebi, Latincede kültür kelimesinin kökeninin 'toprağı sürmek'ten (ekin) gelmesine rağmen, 'tapınma' (cult) anlamını da içermesidir. Hars ve ekin kelimeleri bu anlam zenginliğini vermez.
  • Dilin Zenginliğinin Reddi: Türk aydınları arasında hâlâ yaygın olan bir sorun, eski ve yeni lügatleri içeren kendi lisanını bilmemek ve klasik şark dünyasıyla ilgilenmekten çok Batı tercümelerini dinlemeyi tercih etmektir.
  • Yüzeysellik: Hem Osmanlı aydınının hem de bugünkü Türk aydınının Batı karşısındaki hastalığının aynı olduğu, her ikisinin de yüzeysel kaldığı belirtilir. Aydınlar Batı dillerini bilseler de, Batı medeniyetinin temeli olan Yunan ve Latin kültürüne inememişlerdir.

Bu durum, dil devriminin sadece harf değiştirmekle kalmadığını, aynı zamanda kültürel kimlik ve entelektüel donanım konusunda yapısal zorlukları beraberinde getirdiğini veya mevcut zorlukları aşmakta yetersiz kaldığını göstermektedir.

Kadının Konumu ve Rolü

I. Osmanlı İmparatorluğu'nda Kadının Konumu ve Rolü

Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti dönemlerinde kadınların konumu ve kendilerine sağlanan imkânlar, imparatorluktaki geleneksel rol, eğitim ve aile yapısı ile Cumhuriyet dönemindeki radikal yasal kazanımlar ve sosyal değişimler bağlamında ele alınmaktadır.

Osmanlı İmparatorluğu'nda kadınlar, özellikle hanedan çevresi ve yönetici sınıflar için bir eğitim ve devamlılık aracı olan Harem kurumunda merkezi bir rol oynamıştır.

1. Harem ve Eğitim İmkanları

  • Harem, bir manada, Enderun'da yetiştirilen yönetici sınıf için kızların eğitildiği bir yerdir.
  • Harem mensupları sadece padişahın eşleri veya müstefrişesi (gözdesi) olmak için değil, aynı zamanda bir ölçekte Enderun'dan çıkan yönetici sınıf için yetiştirilmiştir. Bu, Osmanlı Devleti'nin yönetici kadrolarının eşlerinin eğitimi ve kültür seviyesi açısından kritikti.
  • Padişahların kız kardeşleri ve kızları (Sultanlar), münasip devlet adamlarıyla evlendirilmiştir.
  •  
    1. yüzyıla kadar Osmanlı hanedanı yabancı (Müslüman veya gayrimüslim) kadınlarla evlenirken, bu yüzyıldan sonra yerli ve yabancı hanedanlardan ne kız alınır ne de verilirdi.

2. Sosyal Yapı ve Dini Hayat

  • Aile Yapısı: Cumhuriyet'in ilanından sonra bile uzun yıllar Osmanlı aile yapısının yansıması görülmüştür. Aile, çeşitli kurumsal yapılanmaları beraberinde getirdiği için çok önemli bir sosyal kurumdur.
  • Bölgeler Arası Farklılık: Klasik dönemde (17. asır) Ankara'da köle alım-satımı ve evlere cariye alıp çalıştırmak neredeyse hiç görülmezken, Bursa, Edirne veya İstanbul gibi şehirlerde durum farklıydı. Ankara'da çok zengin olsalar bile erkeklerin nadiren ikinci eş aldığı görülür.
  • Kültürel Yapı: Osmanlı toplumunda, kadınların daha serbest bir cinsel hayat ve seksüel hürriyet isteme gibi tartışmaları ortaya çıktığında, buna karşı bir Osmanlı mirasından söz edildiği görülmektedir.

3. Modernleşme Döneminde Eğitim (19. Yüzyıl)

  •  
    1. yüzyılda, Osmanlı insanı değişen bir dünyada kendisinin de değişmesi gerektiğini ve bu nedenle ön planda çocuğun eğitimine eğilmek gerektiğini anlamıştır.
  • Bu sorun, muhafazakârlar kadar, modern İslamcıları ve Batıcıları da meşgul etmiştir.
  • Bu dönemde risalelerin ve giderek çocuk dergisi ve gazetelerinin yayın hayatına girdiği gözlemlenirken, bu yayınların odak noktası daha çok çocuklar ve kadınlar içindi.

II. Türkiye Cumhuriyeti'nde Sağlanan İmkanlar

Türkiye Cumhuriyeti, kadınlara yönelik hakları Batı toplumlarından dahi önce, tepeden inme ve radikal bir eğilimle sağlamıştır.

1. Yasal ve Siyasi Kazanımlar

  • Gelişmemiş ve kapitalizme ulaşmamış Türkiye'de, biraz da radikal bir eğilimle, kadınlar haklar elde etmişlerdir.
  • Bu haklar kadınlara erkeklerce verilmiştir; çünkü kadınların kendi haklarını alacak örgütlenmeleri ve kanuni güvenceleri yoktu.
  • Cumhuriyet, daha önce var olan kadın hareketlerini yönlendirmeyi, kanunlaştırmayı ve sistemleştirmeyi başarmıştır.
  • Kadınlara seçme ve seçilme hakkının birçok Batı toplumundan önce verilmesi, Cumhuriyet'in en önemli kazanımlarından biridir ve kadının toplum hayatındaki yerini sağlamlaştırmıştır.
  • Cumhuriyet'in, laik düzen ve hukuk reformuyla modern toplumlara özgü siyasal yapıya, yönetim sistemine ve hukuki düzenin mükemmelleşmesine geçişi hızlandırdığı belirtilmiştir.

2. Sosyal ve Ekonomik Eşitlik Durumu

  • Eğitim: Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş yıllarında sağlık ve eğitim alanında önemli atılımlar yapılmıştır. Cumhuriyet'in ilk yıllarında eğitimde eşitlik vardı; Kastamonu'daki, Konya'daki lise ile Ankara ya da İstanbul'daki lise arasında bir fark bulunmazdı, eğitim düzeyi aynıydı.
  • Sosyal Eşitlikteki Sınırlamalar: Türkiye'de cinsiyetler arasında bazı konularda eşitlik sağlanmış olsa da, okumuş, belli bir mali düzeye erişmiş kadınla erkeğin arasındaki fark çok azalmışken, büyük kitle için aynı durum söz konusu değildir.
  • Kırsal Alanda Kadın: Özellikle ziraat alanında, kadınlar kaba iş gücü olarak görülmeye devam ettiği için eşitlikten söz edilememektedir.
  • Hak Kazanımı: Haklar esasen mücadeleyle kazanılır; Türkiye'de işçi sınıfı, 19. yüzyıl Avrupa işçi sınıfının çektiği ızdırapları çekmediği için, sanayileşmeye rağmen muhafazakârdır ve hak ve özgürlük arayışına Batı'dakiler kadar girmemiştir.
  • Toplumsal Dinamizm: Türk toplumu dinamik ve akıllı bir cemiyete sahiptir ve zamanın gereklerini anlamıştır. Yaşadığı büyük değişim için büyük bir kan diyeti ödememiştir.

Analojik Özet: Kadınların Osmanlı'daki durumu, bir zanaat okuluna benzetilebilir; saray (Harem), imparatorluğun yöneticilerini yetiştiren Enderun'a uygun eşler yetiştirerek toplumun zirvesinde kültürel sürekliliği sağlıyordu. Buna karşın, Türkiye Cumhuriyeti'nde sağlanan imkanlar ise, bir anayasayı değiştiren kanun gibidir; haklar, tabandan gelen bir mücadele yerine, radikal bir üst yapı kararıyla erken dönemde bahşedilmiş ve bu durum, Türkiye'yi birçok Batı ülkesinden önce kadınlara siyasi haklar tanıyan bir konuma yükseltmiştir. Ancak yasal eşitlik, özellikle kırsal kesimde, tam anlamıyla sosyal ve ekonomik eşitliğe dönüşme mücadelesini halen sürdürmektedir.

Şeriat Kanunlarının Uygulanışı

Osmanlı İmparatorluğu'ndaki şeriat kanunlarının uygulanışı, cezaları ve devletin bu uygulamalardaki hataları konusundaki mütalaalar, bu sistemin merkeziyetçi örfi (geleneksel) hukuk ile sürekli bir denge ve çatışma içinde olduğunu göstermektedir. Kaynaklar, Osmanlı Devleti'nin hukuki yapısının karmaşıklığı nedeniyle salt bir şeriat devleti olarak nitelendirilemeyeceğini, uygulamadaki asıl hataların ise yolsuzluk, merkezin zafiyeti ve yerel sömürü mekanizmalarından kaynaklandığını vurgulamaktadır.

I. Şeriat Kanunlarının Uygulanışı (Uygulamalar)

Osmanlı Devleti'nin yönetim ve yargı sistemi, şer'î hükümlere dayanmakla birlikte, dünyevi otoritenin kuralları ve yerel örf ve adetler tarafından biçimlendirilmiştir.

1. Hukuki Yapının İkiliği (Şer'î ve Örfî Hukuk)

  • Bazı yazarlar Osmanlı Devleti'ni, yönetim ve yargıda şer'î hükümlerin egemen olduğu ve kanunların İslam Dini'nin kaynakları olduğu bir sistem olarak tanımlasa da, uygulamadaki durum farklıdır.
  • Önde gelen tarihçilerin görüşüne göre, uygulamada (tatbikatta) şer'î mevzuattan çok, dünyevi otorite tarafından konan kuralların (örf-i sultanî), örfün ve âdetin hâkim olduğu belirtilir.
  • Osmanlı idaresi, toprak düzenini ve maliyeyi tayin eden kanunnameleri şer'î hukukla uyum içinde değildir; devlet hayatının temel kurum ve ilişkilerini şer'î mevzuattan çok örfî kanunlarla düzenlemeyi tercih etmiştir.

2. Kadı'nın Rolü ve Yetkileri

  • Kadı, Osmanlı'da hem adliye hem de mülkiye görevlisi olup, diğer İslam devletlerindeki meslektaşlarına göre daha geniş yetkilere sahipti.
  • Kadı, sadece adli işleri değil; aynı zamanda mülkî, beledî, malî ve askerî sahaları kapsayan görevlere de sahipti.
  • Osmanlı kadısı, toprak düzeni, maliye gibi konularda ve hatta bazen aile hukukuna ilişkin sorunlarda dahi, şeriattan çok örf ve âdet hukukuna başvurmayı tercih etmiştir.

3. Gayrimüslimlerin Yargı Özerkliği

  • Osmanlı toplumu içinde gayrimüslim gruplara tolerans gösterilmekteydi.
  • Gayrimüslimlerin kendi aralarındaki davalar, kendi dinlerine göre cemaatlerinin yargı kurulları tarafından görülürdü. Kadı, sadece cemaatler arası davalarda hakemlik (arbitration) yapardı.

4. Şeyhülislamlık ve Fetva

  • Padişahın mutlak otoritesi, ulemanın reyi (fetva) ve kurulu düzen tarafından sınırlandırılmıştı.
  • Ancak ulemanın fetvaları özerk bir muhalif organ olmaktan ziyade, devletin siyasetini temellendiren bir organ olarak işlerdi.
  • Ulema, bazı konularda dünyevî otoritenin koyduğu kanunları (ulu’l-emr) esas alan fetvalar verebiliyordu ("şer’î maslahat değildir, Ulu’l-emr ne ise öyle olsa...").

II. Cezalar ve Yaptırımlar

Şer'î ve örfî hukukun kesişim noktasında uygulanan cezalar, devlet otoritesini ve nizam-ı âlemi (düzen) korumayı amaçlıyordu.

  • Asayiş ve Askerî Nizam: Ordunun sefere çıktığı zaman tarlaya zarar veren askerin başı vurulurdu. Bu, ilahî adalet duygusundan çok, ordunun ertesi yıl geçeceği yerlerde boş ve ekilmemiş tarlalar kalmaması içindi.
  • İsyan ve Başkaldırı: İslam'ın Ehl-i Sünnet versiyonunda ve Osmanlı'da devlete karşı isyan men edilmiştir; isyancı (asi) ölüm cezasına çarptırılır.
  • Beledî Yaptırımlar: Kadı, kentlerde narh tespiti (fiyat belirleme) ve temizlik kontrolü gibi beledî görevleri de yürütürdü ve bu yaptırımların uygulanmasındaki başlıca yardımcısı muhtesib idi.
  • Lonca İnfaz Yetkisi: Loncalar, devlet kapısından önce bazı sorunları çözme ve cezaları vermeye yetkili idi. Osmanlı'nın ilk zamanlarında bu yetki daha genişti; hatta dericiler (debbağ esnafı) gibi bazı kalabalık gruplar, aralarına aldıkları katl zanlılarını bile yönetime teslim etmeyerek infaz yetkilerini korumuşlardır.
  • Radikal Fetvalar: Kadızadeliler gibi katı din yorumu yapan gruplar, tütünün haram olduğu konusunda fetva vermiş, hatta tütün kullananların katli yolunda fetva dahi verip sert tedbirler almaya çalışmışlardır.

III. Devlet Tarafından Uygulanmasındaki Hatalar

Kaynaklar, şeriat hükümlerinden kaynaklanan sistematik hatalardan ziyade, merkezi devlet otoritesinin zayıflaması sonucu ortaya çıkan ve uygulamayı yozlaştıran yönetim hataları ve sömürü mekanizmalarını ele almaktadır:

  1. Yerel Sömürünün Artması:
    • Mukataa ve Malikâneler: Vergi toplama işinin iltizam yoluyla mültezimlere (vergi toplayanlara) devredilmesi, Osmanlı feodallerine üreticiyi soymak, tefecilikle ve zirai ürünler ticaretinde vurgunculukla üreticiyi soğup soğana çevirmek için iyi fırsatlar yaratmıştır.
    • Muhtarların Yolsuzluğu: Köylerde muhasebe becerisi ve bürokratik bilginin olmaması nedeniyle, muhtarlar vergi konusunda kolayca yolsuzluk ve soygunculuk yapabilmekteydi.
  2. Merkezî Otorite Zafiyeti:
    • Devletin, yoğun bir kontrol mekanizmasını yürütecek durumda olmadığı açıkça belirtilmiştir.
    • Merkezî devletin yeteneksiz ve imkânsız kaldığı durumlarda köyleri başıboş bırakması, soygun ve asayiş bozukluğu demektir.
    • Kadılar bile zaman zaman mülkî kadroların veya nüfuzlu eşrafın etkisi altına girebiliyordu.
    • Merkezî yönetim, bürokratik yeteneği el verdiği ölçüde her alana otoriter bir tutumla el atmış, karışmaması gereken yer ve konuda ise kırtasiyecilik ve engelleme ile mahallî atılımı önlemiştir.
  3. Hukukun Adetlere Bağlı Kalması:
    • Türkiye'de modern dönemde hukuk normları adetlerin önünde giderken, Osmanlı döneminde ve sonrasında dahi toplumun büyük bir kısmı, hukuk normlarının içtimaî hayatı, âdetleri, örfü ve gelenekleri takip etmesini bekliyordu. Bu durum, köklü toplumsal değişimleri yavaşlatmıştır.
  4. Entelektüel Baskı:
    • Feodal düzenle merkeziyetçi dinsel örgütün içiçe girmesiyle oluşan baskı, bütün kültür hayatına egemen olmuş, bu da bilim ve teknolojide atılım yapılmasını engellemiştir. Osmanlı tarih yazıcılığı da genellikle mevcut düzeni savunmuş ve eleştiriyi sınırlı tutmuştur.

Sonuç olarak, şeriat kanunları Osmanlı'da, örfi hukuk ve yerel adetlerle birlikte işleyen bir sistemin parçasıydı. Uygulamadaki asıl hatalar, yasaların kendisinden çok, zayıflayan merkezi otoritenin ve yozlaşan yerel idarecilerin, sistemi sömürü (vergiden soymak) ve adaletsizlik (eşrafın etkisi) için kullanmalarından kaynaklanıyordu.

Vergi Sistemi Düzenlemeleri

Kaynaklarınız, Osmanlı İmparatorluğu'nda vergi sisteminin ve düzenlemelerinin, devletin askerî nizamına ve merkeziyetçi kontrol kapasitesine sıkı sıkıya bağlı olarak kurulduğunu ve tarihsel süreç içinde bu yapının Batılılaşma baskıları ve ekonomik çöküntüler nedeniyle köklü reformlara uğradığını göstermektedir.

İşte vergi sistemi düzenlemeleri hakkındaki temel fikirler ve örnekler:

I. Osmanlı İmparatorluğu'nda Vergi Sisteminin Temelleri

Osmanlı mali ve vergi sistemi, devlete süreklilik kazandıran büyük bir ordunun bakımı ve askerî-idarî aygıtın işleyişi ihtiyaçları göz önünde bulundurularak oluşturulmuştur.

1. Vergi Türleri ve Sınıflamalar

Reayanın (vergi mükellefi halkın) yükümlülükleri genellikle üç ana grupta toplanırdı:

  1. Şer'i Vergiler: İslam dininin kaynaklarına dayanan vergilerdir.
  2. Örfi Vergiler (Tekâlif-i Örfiyye): Şeriatın emri dışında, dünyevi otorite (Sultan fermanları) aracılığıyla konan yükümlülüklerdir. Toprak ve vergi meselelerinde, örf-i sultanî'nin (Sultan örfü) şeriatten önce geldiği ve örfî hukukun bu alana müdahale etmediği belirtilmiştir.
  3. Tekâlif-i Şakka (Avarız-ı Divaniye): Sonradan ortaya çıkan, şeriatte veya örfî kanunlarda yer almayan olağanüstü vergilerdir.

2. Arazi ve Vergi Mükellefiyeti

  • Devlet, fethedilen bölgenin tahririni (envanterini) yaparak vergi matrahlarını ve mükelleflerini acilen belirlerdi.
  • Vergiler ve araziler, reayanın dinî-toplumsal durumlarına göre belirli kategorilere ayrılırdı.
  • Tımar Sistemi: Vergi gelirlerinin tamamının veya bir kısmının dirlik olarak bir görevliye devredildiği bir sistemdi. Tımar, sadece arazi gelirlerini değil, aynı zamanda cizye, cerime ve resm-i arus gibi başka vergi kalemlerini de içerirdi. Bu sistemde örfî vergiler doğrudan sipahiye ödenirdi.
  • Vergiden Muafiyet: Saray, divan ve merkezî hükümet memurları ile ulema sınıfı gibi askerî sınıfa girenler, şer'î ve örfî vergiler ile diğer yükümlülüklerden muaftı. Stratejik hizmetlerde bulunan köylüler (derbentçiler, suyolcular, tuzla işçileri, çeltik tarımıyla uğraşanlar) de avarız vergisinden muaftı.

II. Klasik Sistemdeki Bozulma ve İltizam Sistemi

  1. yüzyıldan itibaren imparatorlukta meydana gelen askerî harcamaların büyümesi, lord bürokrasisinin tüketim eğiliminin artması ve merkezileşme eğilimi nedeniyle vergiler artırılmıştır.
  • Vergi Artışı ve Yükümlülükler: Osmanlı feodal sistemi, devletin mukataa ve malikâne’lere bitmez tükenmez bir gelir kaynağı gözüyle bakması ve vergileri artırması nedeniyle reaya için iki kat fazla bir yük olmaya başlamıştır.
  • Merkezin Zayıflığı: Merkezî mali örgütün teknik yönden yetersizliği ve belirli bir gelir elde etme isteği yüzünden, vergiler iltizam (vergi mültezimlere ihale edilerek) sistemiyle toplanıyordu. Bu sistem, imparatorlukta tarım, ticaret ve sanayi gelişmediği için yıkıcı ve fakirleştirici bir şekilde devam etmiştir.
  • Mali Kontrol Eksikliği: Osmanlı maliyesinin 19. yüzyıla kadar geleneksel bir sistem içinde yaşadığının en belirgin kanıtı, bütçe cetvellerinin tüm gelir ve masrafları değil, sadece merkezî hükümet kasasına giren gelirleri ve harcamaları göstermesiydi. Eyaletlerin kendi malî işlemleri ve gelir/giderleri, yerel büroların ve yöneticilerin inisiyatifi dahilindeydi.

III. Tanzimat ve Modern Maliye Reformları

  1. yüzyılda, Osmanlı Devleti'nin en büyük sorunu, vergi kaynaklarını iyi tespit edip sağlıklı vergilendirme yapamamasıydı. Klasik mali sistem, modernleşme gerekliliklerini (eğitim, sağlık, daimi modern ordu) karşılayamıyordu.

1. Tanzimat Fermanı'nın Hükümleri

  • Islahat Zorunluluğu: Kırım Savaşı sonrası artan askerî masraflar nedeniyle devlet klasik yönetimi değiştirmek zorunda kalmış ve üretimle karşılayamayacağı bir tüketim içine girmiştir.
  • Mali Islahat: Gülhane Fermanı (Tanzimat), tebaanın hukukî eşitliği ve güvencesi ile birlikte adilî ve malî ıslahatı yeni düzenin en önemli iki ilkesi olarak belirlemiştir. Bu, malî sistem ile hukukî mevzuatın ıslahı anlamına gelmekteydi.
  • Vergi Düzenlemeleri: Tanzimat döneminde, modernleşen bir mali sistemin gereği olarak zamanı ve miktarı belirsiz vergiler (tekâlif-i şakka gibi) kaldırılmış. Ancak ülkenin ilkel sosyo-ekonomik yapısı ve bürokratik yetersizlikler nedeniyle merkezîyetçi malî denetimin sağlanması suya düşmüştür.
  • İltizamın Devamı ve Aşar: Merkezî devlet, gelir kaynaklarını sağlıklı bir biçimde saptayacak bürokratik kadroyu yetiştiremediği için iltizam sistemi devam etti. Özellikle zirai yapıda gerçek bir modernleşme görülmediği için aşar vergisinin (öşür) alınmasına devam edilmiştir.

2. Düyun-u Umumiye'nin Paradoksal Rolü

  • Maliyenin iflas etmesi ve dış borçlanma sonrasında, alacaklı devletler adına kurulan Düyun-u Umumiye (1881), bazı gelir kalemlerine el koyarak bu gelirlerin tahsilini üstlenmiştir.
  • Bu yabancı kuruluş, bir nevi hacizci olmasına rağmen, Türk maliye bürokrasisine modern vergilendirmenin gereği olan tespit, toplama ve kaydetme gibi hususları öğretmiştir.
  • Ancak yabancı kurumun bazı gelirleri kontrol etmesi, devletin bağımsızlığını ve merkeziyetçi malî teşkilatlanma usulünün yerleşmesini zedelemiştir.

IV. Türkiye Cumhuriyeti Dönemindeki Düzenlemeler

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra, iktisadi sistemin ıslahı çerçevesinde kritik bir vergi reformu yapılmıştır:

  • Aşar Vergisinin Kaldırılması: Mustafa Kemal Paşa döneminde, iktisadi sistemin ıslahına geçilmiş ve köyden aşar vergisi (öşür) kaldırılmıştır. Bu, Türkiye tarihinin gerçek anlamda reformatör bir adımıdır.

Osmanlı İmparatorluğu'nun vergi sistemi düzenlemeleri, imparatorluğun askerî ve idarî zorunlulukları ile iç içe geçmiş; klasik dönemde mükemmel bir kayıt sistemi (tahrir) ile ilerlemiş, ancak 17. yüzyıldan itibaren ekonomik durgunluk ve modernleşme baskısı altında çöküşe geçmiştir. Cumhuriyet döneminde ise en köklü vergi reformu, aşarın kaldırılmasıyla gerçekleştirilmiştir.


Kıyaslama yapmak gerekirse, Osmanlı'daki vergi sistemi, bir ailenin tüm ihtiyaçlarını karşılamak üzere geleneksel yöntemlerle yürüttüğü, sürekli yama yapılan bir bütçe gibidir. Bu sistemde gelirler (vergiler) sabit ve garantili olmadığından, her yeni harcama (modernleşme) bir borçlanma krizine yol açmış ve bu da Düyun-u Umumiye gibi harici bir "muhasebecinin" gelip, devlete modern mali kayıt tutmayı öğretmesi gibi paradoksal bir duruma neden olmuştur.

En İyi Vergi Sistemine Dair Genel Görüşler

Kaynaklar, "en iyi" vergi sisteminden ziyade, bir devletin ayakta kalmasını sağlayan adil, düzenli ve merkeziyetçi mali kontrol sağlayabilen bir sistemin özelliklerini vurgulamaktadır.

A. Sistemin Başarısının Temel Şartları

  1. Kaynak Tespiti ve Sağlıklı Vergilendirme: Bir devletin varlığını sürdürebilmesinin en önemli şartı, vergi kaynaklarını iyi tespit edip bunları sağlıklı vergilendirebilmesidir. Osmanlı Devleti'nin 19. asırdaki en büyük sorunu bu yeteneği kaybetmesiydi.
  2. Adil Bölüşüm ve Sürdürülebilirlik: Bir sistemin tıkanmasının temel nedeni, gelirlerin (varidat) adil bir şekilde dağıtılamamasıdır. Çalışan ve üreten insanların adalet ölçüsü içinde paylarına düşeni alamamaları sistemi çökertir.
  3. Hukuk ve Kültürel Yapının Önceliği: Bir millet iktisadi bir krizle değil, hukukî ve kültürel yapıdaki derbederlikle düşer. Vergi sisteminin sağlığı, aynı zamanda kültürel yapıdaki istikrarla da ilişkilidir.
  4. Modern İhtiyaçların Karşılanması: Vergi sisteminin modern bir devlette eğitim, sağlık, daimi modern ordu gibi modern tekniklere dayalı harcamaları karşılayabilecek yapıda olması gerekir.
  5. Standart ve Belirli Olma: Modern bir mali sistemde zamanı ve miktarı belirsiz vergiler kaldırılır ve daha sabit vergilere dönüştürülür. Örneğin, Tanzimat döneminde bu amaçla Tekâlif-i Şakka türü olağanüstü vergiler kaldırılmıştır.

B. Uygulamadaki Hatalar ve Merkezileşme Sorunu

  • Merkezîyetçilik ve Tekelcilik: Merkeziyetçi siyaset, idare ve iktisadi hayata aşırı müdahale ettiğinde sorunlar ortaya çıkar. Özellikle devlet tekelciliği, öngörülen anayasal sistemle bağdaşmaz.
  • İltizam Sistemi: İltizam (vergi toplama işinin ihale edilmesi) sistemi, Avrupa krallıklarında (Fransa gibi) tarımsal üretim ve ticarette zenginleşme olduğu için yıkım yaratmamış, devletlerin güçlenmesini sağlamıştır. Ancak Osmanlı ülkesinde tarım, ticaret ve sanayi gelişemediği için iltizam, yıkıcı ve fakirleştirici bir sistem olarak çok uzun sürmüş ve tasfiye edilememiştir.

II. En İyi Vergi Sistemleri Hakkındaki Görüşlere Örnek Ülkeler

Tarihsel örnekler, güçlü devletlerin mali disiplinini göstermek için kullanılmıştır:

1. Kadim İmparatorluklar

  • Mısır ve Roma: İnsanlık tarihinde Eski Mısır, vergilendirme konusunda oldukça iyi olduğu için büyük bir devletti. Roma İmparatorluğu da Mısır'ı ele geçirdiğinde bu sistemi kavramıştı.
  • Roma’nın Çöküşü: Roma’nın hukuku ve ordusu çağının çok ilerisinde olmasına rağmen, gelirleri (varidatı) adil dağıtamadığı için sistem çökmüştür. Çalışan ve üreten askerlerin ve vatandaşların güvencesi kalmadığı zaman sistem tıkanmıştır.

2. Osmanlı İmparatorluğu

  • Tımar Sistemi: Osmanlı toprak sisteminin temeli, fethedilen bölgede hemen yapılan tahrir (sayım) işlemiyle vergilerin matrahının ve gelirlerinin belirlenmesine dayanıyordu. Bu sistem, askerî-idarî kontrolü sağlamış ve reayayı (vergi mükelleflerini) çift-hane sistemine (bir çift öküz ve bir çiftlik) tabi tutarak tarımsal üretimi denetlemiştir.
  • Mali Zafiyet: 19. yüzyılda maliyenin iflas etmesi üzerine kurulan Düyun-u Umumiye (Genel Borç İdaresi) sayesinde, Türkiye modern maliye sistemini kavramış ve modern vergilendirmenin gereği olan tespit, toplama ve kaydetme hususlarını bu yabancı kuruluştan öğrenmiştir.

3. Tarihsel Devletler

  • Altın Orda: Altın Orda Hanlığı, makul gelen vergi sistemi sayesinde sağlam bir imparatorluk kurmuştu. Rusya tarihinde tıyuş (haraç), aşar, tamga ve sapanlık gibi ziraî vergiler ile Yam ve Vlak gibi posta vergileri, Altın Orda ile birlikte ortaya çıkmıştır ve bu sistem Rus devletine de örnek olmuştur.
  • Sasaniler: Sasani İmparatorluğu'nda arazi vergisi "haraç" adını alıyordu ve ürünün hasılat miktarına göre 1/3 ile 1/6 arasında değişiyordu. Yahudi ve Hristiyanlardan ayrıca gezît (cizye) denen baş vergisi alınırdı.

III. Para Konusundaki Görüşler

Kaynaklar, doğrudan para teorilerinden bahsetmek yerine, paranın uluslararası dolaşımı, sermayenin istikrarı ve ekonomik dengesizliklerin paraya etkileri üzerinde durmaktadır.

  1. Sermayenin İstikrarsızlığı: Türkiye'de paranın, sermayenin 3-4 defa el değiştirdiği görülmüştür. Bu durum, sadece gelişme açısından değil, kültürel yapılanma açısından da hazin olarak nitelendirilmektedir.
  2. Uluslararası Para Birimleri: Orta Çağ'da, Arap sikkeleri 9. ve 10. yüzyıllarda her yerde geçerliydi. 10. yüzyıldan itibaren ise Venedik Dukası ve Floransa Florini uluslararası sikke haline gelmiştir.
  3. Yerel Para Birimlerinin Kökeni: Rusça'daki para karşılığı olan deneg kelimesi, Altın Orda'nın tenge kelimesinden gelmektedir.
  4. Kamu Kurumlarında Gelir Akışı: Müzeler gibi kamu kurumları bilet gelirlerini keser ancak bu gelirler doğrudan kuruma geri dönmez; başka bir yere gider. Kurum, ihtiyacı olan parayı geri almak için prosedürlere tabi olur, bu da çok vakit alır ve yorar.
  5. Eşitliksiz Sistem: Günümüzde dahi çok zengin bir azınlık ve zenginlikten pay alamayan kitlelerin var olduğu sistemlerde, eşitsizlik devam etmektedir. Bu ayarsızlık, üretimi kimlerin yaptığı ve bu üretimden ne kadar pay aldığı sorusuna cevap verilemediği sürece sürecektir.

Sonuç olarak: Kaynaklar, mükemmel bir vergi sistemi tanımı yapmaktan kaçınmakla birlikte, başarılı bir mali sistemin; adaleti (özellikle gelir dağılımında), güçlü kaynak tespitini (Osmanlı'daki tahrir sistemi gibi) ve merkeziyetçi kontrol kapasitesini birleştirmesi gerektiğini vurgular. Aksi takdirde, Roma İmparatorluğu örneğinde olduğu gibi, sistemin iç çelişkiler nedeniyle çöküşü kaçınılmazdır. Türkiye’nin sermaye alanındaki istikrarsızlığı da bu dengesizliğin kültürel ve ekonomik bir yansıması olarak görülmektedir.

 

Atatürk ve Çevresindekiler Kurmayların Karşılaştırılması

  • Atatürk, kurmay arkadaşları ve dönemin diğer dünya liderlerinden dehası ile ayrılır.
  • Enver Paşa, yetenekli ve cesur bir adam olmasına rağmen, zamansız bir atılımla hatalar içine düşmüştür (I. Dünya Savaşı'na girme kararı). Atatürk ise savaşa girmemeyi savunanların başında geliyordu.
  • Atatürk, Enver Paşa'yı bir tehlike olarak görüyordu. Enver Paşa, monarşistti ve Kayzer Wilhelm'in karşısında hazır olda dururdu, oysa Atatürk doğuştan cumhuriyetçiydi.
  • İsmet Paşa, tipik bir kurmaydı ve daha temkinli giden, bilgili bir kimseydi. Atatürk'ün yakın silah arkadaşı ve en güvendiği arkadaşıydı, ancak Atatürk'ün yaptığı atılımları ve cesareti gösteremediği ve kültürel konularda daha kaba yorumlu olduğu belirtilir.
  • Atatürk'ün vazgeçilmez bir iradesi (Rumeli inadı) vardı ve "Olmalı" dediği an, "olabilir" seçeneği ortadan kalkıyordu.

Atatürk'ün karakteri, Birinci Dünya Savaşı'nın büyük hatalarından ve hayal kırıklıklarından ders çıkarmış, aşırı ihtiyata kaçınan komuta kademelerinden farklı olarak, atılım yapılması gereken yerde bunu yapacak cesaret ve geniş ufka sahip olmasıyla özetlenebilir. Bu, onun en kritik konularda ileri görüşlülüğünü göstermiştir.

Atatürk'ün eleştirilen kararlarının çoğu, tarihsel koşullar göz önüne alındığında, gerçekçi bir liderin sınırlarını bilme yeteneğinden kaynaklanıyordu; adeta bir strateji dehası, ülkenin sınırlarını bir nakkaş gibi hassasiyetle çizmiş, nerede duracağını bilen bir sanatçıydı.

I. Önde Gelen Silah ve Dava Arkadaşları

Mustafa Kemal Atatürk'ün kurmayları ve yakın çevresindeki önemli isimler, Türkiye Cumhuriyeti'nin hem askerî zaferlerini hem de kurumsal yapısını inşa eden kilit kadroyu oluşturmaktadır. Bu subayların çoğu Erkân-ı Harp Mektebi'nden (Osmanlı Kurmay Akademisi) yetişmiş, dil ve matematiği iyi, konuşması ve yazması başarılı, nitelikli komutanlardı.

İşte Atatürk'ün kurmaylarının ve yakın arkadaşlarının temel görevleri ve rolleri:

İsmet İnönü

İsmet Paşa, Atatürk'ün yakın silah arkadaşı ve kendisiyle en iyi anlaşan, hatta en güvendiği arkadaşıdır. Aralarındaki hukuk Harbiye Akademisi'nden beri eskiye uzanır.

  • Askerî Görevler: Birinci Dünya Savaşı sırasında Doğu Anadolu'daki 2. Ordu kumandanıyken yolları kesişmiştir. Millî Mücadele döneminde önemli bir yakınlık söz konusudur. Kumandanlık vasıfları nedeniyle aranan bir kurmaydı. Rütbe olarak müsait olmadığı halde Genelkurmay Başkanı olmuştur.
  • Siyasi Görevler: Cumhuriyet döneminde tercih edilen bir Hükûmet Başkanı (Başbakan) idi. Kanuna bağlılığı ve bürokratik örgütlenmeyi ciddiyetle ele alışını Atatürk kabul etmiştir. O, çok çalışkan bir kurmaydır. Atatürk'ün vefatından sonra Cumhurbaşkanı olarak görev yapmıştır.

Mareşal Fevzi Çakmak Paşa

Fevzi Paşa, sıradan bir kumandan olmayan, çok bilgili ve belirgin ilkeleri olan bir askerdir.

  • Askerî Görevler: 1920 yılında Harbiye Nazırı idi. Millî Mücadele sırasında beklemede kalanlar arasında olsa da, devlete ve şartların getirdiği noktaya itaat ederek cumhuriyetçi olmuştur.
  • Siyasi Durumu: Fevzi Paşa'nın, Meclis'i tercih etmediği için Atatürk'ün yakın arkadaşlarına "Hepiniz Meclis’e!" dediğinde, üniformasını çıkarmamış ve görevinde bırakıldığı açıktır. Atatürk'ün vefatı sırasında İsmet Paşa için ağırlığını koymuştur.

Kazım Karabekir Paşa

Kâzım Karabekir, Millî Mücadele'nin başlangıcında direniş konusunda Ali Fuat Paşa ve Mustafa Kemal Paşa ile bir araya gelmiştir.

  • Askerî ve Entelektüel Görevler: Doğu Cephesi'ndeki karışıklıkları yatıştıran ve sınırlarımızı berkiten antlaşmaları zaferleri ile sağlayan kuvvetin başındaydı. İstanbul Hükûmeti'nin emirlerine rağmen Mustafa Kemal Paşa'nın emrine girmiştir. Çocuk şarkıları bestelemekten piyes yazmaya kadar işi götürmüş, tarih ve edebiyat bilgisi sonsuz, çok lisan bilen aydın bir subaydır.
  • Siyasi Muhalefet: Dürüst ve samimiyetle muhalif olan Terakkiperver Fırka'nın liderlerindendi.

Ali Fuat Cebesoy Paşa

Ali Fuat Cebesoy, Millî Mücadele'nin başlangıcında direnişin ilk kadrosunu oluşturan, bilgili kumandanlardandır.

Rauf Orbay

Rauf Orbay, Millî Mücadele kahramanlarından ve Atatürk'ün arkadaşlarındandır. Daha sonra Terakkiperver Fırka liderleri arasında yer almış ve muhafazakâr bir tavır sergilemiştir.

II. Uzman Kadrolar ve Kişisel Maiyet

Dr. Refik Saydam

Refik Saydam, örgütçü bir askeri hekimdir.

  • Askerî ve Bilimsel Görevler: Bakteriyoloji Enstitüsü'nü örgütlemiş ve tifüs aşısını Birinci Dünya Savaşı sırasında hazırlayarak literatüre geçirmiştir. Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Samsun'a çıkmıştır.
  • Siyasi Görevler: 1920'den itibaren TBMM üyesi ve Türkiye'nin ilk sağlık bakanıydı. Büyük illerdeki devlet hastaneleri, doğumevleri ve Ankara'daki "Hıfzıssıhha Enstitüsü" onun eseridir.

Salih Bozok

Salih Bozok, Atatürk'ün çocukluk arkadaşı, kadim dostu ve başyaveridir.

  • Görevleri: Mustafa Kemal Paşa, Suriye Cephesi'nde bulunduğu dönemde onu başyaverliğe atayarak yanına çağırmıştır. Büyük Harb'te, Balkan Savaşları ve Millî Mücadele'de bulunmuştur.

Celal Bayar

Celal Bayar, İttihatçı kökenli olmasına rağmen işlerini doğru şekilde yürüten ve Atatürk'ün güvendiği bir isimdi.

  • Siyasi Görevler: Başbakanlık görevini üstlenmiştir. Atatürk, her konuda hem sırdaş olarak hem de başarı noktasında ona itimat etmiştir.

Adnan Menderes

Adnan Menderes, genç yaşta Serbest Fırka'nın Aydın il başkanıydı.

  • Görevleri: Atatürk, kendisini çağırtarak, memleketin zenginlik ve iktisadi girişim hürriyeti istediğini anlatan görüşlerini yazmasını istemiş ve onu bir sonraki dönemde mebus olarak Meclis'e sokmuştur.

III. Kurmayların Ortak Özellikleri ve Atatürk'e Bağlılıkları

Atatürk ve çevresindeki komuta kademesi, imparatorluğun zorlu şartlarında yetişmiştir.

  • Tecrübe: Bu insanlar, Balkan Harbi (1912) ile başlayarak, Birinci Cihan Harbi ve İstiklâl Harbi'nde çarpışmış, çok tecrübeli bir ordu kadrosunu temsil ediyorlardı. Tanıdıkları coğrafyanın ve insan simasının haddi hesabı yoktu.
  • Hukuka Saygı: Fevzi Paşa, Kâzım Karabekir ve İsmet İnönü gibi isimler, şahsi muhalefetleri olsa bile, devletin bekası ve şartların gerektirdiği noktaya itaat ederek kanunlara sıkıca bağlı kalmışlardır. Atatürk'ün kendisi de, kurmaylarının terfi sıralarına son derece dikkat etmiştir.
  • İdeolojik Farklar: Atatürk, etrafındaki kadronun (İsmet Paşa dahil) kültürel atılımlarını ve dehasını tam olarak anlamadığı ve bu kadronun çoğunun (Atatürk ve bir ölçüde İsmet Paşa hariç) İnkılaplara gönülden taraftar olmadığı görülmektedir. Ancak Atatürk, uyum sağlama ve ikna yeteneği sayesinde bu kadroyu davasına katabilmiştir.

İsmet Paşa’nın (İsmet İnönü) Varlık Vergisi

I. Varlık Vergisi Hakkındaki Görüşler

Varlık Vergisi, İkinci Dünya Savaşı döneminde zorunlu ekonomik şartlar altında çıkarılan ve uygulamadaki sonuçları itibarıyla tartışmalı hale gelen bir kanundur.

1. Verginin Amacı ve Devlet Tavrı

Varlık Vergisi, kaynaklara göre, üzerine ezbere konuşulan bir konu olsa da, kanunun esas gerekçesi (devlet tavrı) ağır basan bir bakış açısıyla açıklanmaktadır:

  • Devletin Zor Durumu: Devlet, "Zor günler yaşıyoruz" gerekçesiyle, savaş masraflarını karşılamak için bu vergiyi getirmiştir.
  • Yükün Karşılanması: Verginin temel hedefi, savaş masrafını ve yükünü köylülerin kaldıramadığı (ve hatta üretimin dışına çekilip cephede olduğu) için, devlet gücü ve düzeni sayesinde zengin olan insanların bu yükü karşılaması gerektiği yönündeydi.
  • İleri Okuma Önerisi: Kaynaklar, Varlık Vergisi’ni koyan ve kabul eden yüksek heyetten hayatta kalan tek kişi olan Cahit Kayra’nın Savaş-Türkiye-Varlık Vergisi adlı kitabının okunması gerektiğini tavsiye etmektedir.

2. Uygulamadaki Sorunlar ve Irkçı Hınzırlıklar

Verginin uygulanmasında yaşanan büyük sorunlar ve suiistimaller, özellikle alt bürokrasideki kötü niyetli uygulamalara bağlanmaktadır:

  • Irkçı Uygulamalar: Verginin uygulanması sırasında, özellikle alt kademelerde bürokrasinin ırkçı hınzırlıklara giriştiği görülmüştür.
  • Azınlıklar Üzerindeki Baskı: 1930’lardan sonra Türk hükümetlerinin azınlıklar konusunda daha zecrî (zorlayıcı) uygulamalara gittiği belirtilir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, gayrimüslim sermaye de diğer sermaye gruplarıyla birlikte kontrol altına alınmıştır.
  • Hıristiyan Olmayanlara da Uygulanması: Varlık Vergisi'nin sırf Hıristiyanlara uygulanmış bir şey olmadığı belirtilmiş, Bartın’da Yirmibeşoğlu ailesinin belinin bu vergiyle kırıldığı örneği verilmiştir.
  • Belge Sorunu: Bu uygulamalara dair evrakın hala yayınlanmadığı veya açılamadığı ifade edilmiştir.

II. İsmet İnönü’nün Yönetim Tarzı ve Tartışmalı Tutumları

İsmet İnönü, savaş komutanı ve devlet adamı olarak, devletin bekasını ön planda tutan bir lider olarak tanımlanır.

1. Radikal Kararlara Karşı İhtiyatlılık

İsmet Paşa’nın reform ve devrimler karşısındaki ilk tavrı, kararlara uyum sağlamakla birlikte, uygulamaların aceleci olmaması yönündeydi:

  • Harf Devrimi Karşıtlığı: İnönü, Harf Devrimi’ne muhalifti. Ancak, devrim yapıldıktan ve kanun yürürlüğe girdikten sonra bu kararı kabul etmiş ve Arap harfleriyle hiçbir not tutmamıştır. Bu durum, devletin bekası ve şartların getirdiği noktaya itaat etme prensibini gösterir.
  • Gerekçe: İnönü’nün devrime karşı çekincesi, "buna çabucak geçemezsin" düşüncesinden kaynaklanıyordu.

2. Siyasi Konumu

  • İsmet İnönü, Kurtuluş Savaşı’nın komutanları arasında yer almıştı ve siyasi tavırları sonraları Mustafa Kemal Paşa tarafından her zaman onaylanmış değildir.
  • Atatürk’ün ölümünden sonra siyasi ortamda çekişmeler olmasına rağmen, Mareşal Fevzi Çakmak arkadaşı İsmet Paşa için ağırlığını koymuştur.
  • Celal Bayar, İnönü’ye saygılı davranmış ve Cumhurbaşkanı seçilince hiçbir karşı tavır almadan istifasını vermiştir.

3. Yönetimde Eleştirel Yaklaşıma Dair Uyarılar

Kaynaklar, modern dönem tarih yazımında, İstiklal Savaşı kumandanları ve devlet adamları arasında uydurulmuş belge ve dedikodularla bir nevi satranç turnuvası (bir nevi satranç turnuvası tertipleniyor) oluşturulmasına karşı uyarmaktadır. Bu bağlamda, İsmet İnönü üzerinden yapılan tarih dedikodularının ciddiyetten uzak olduğu ima edilmektedir.


Sonuç: Kaynaklar, İsmet İnönü'ye doğrudan yönetim hatası atfetmekten ziyade, Varlık Vergisi gibi İkinci Dünya Savaşı'nın zorunlu politikalarının, alt kademelerde ırkçı uygulamalara maruz kaldığını ve bir devlet tavrının sonucu olduğunu vurgular. İnönü'nün reformlara yaklaşımında ise, Harf Devrimi örneğinde olduğu gibi, temkinli bir başlangıç sergilediği ancak devletin bekası gereği yasal kararlara tam uyum gösterdiği belirtilir.

 

Hayal Ettiği Devlet Sistemi

Kaynaklarınız, hayal edilen devlet sistemi, ideal eğitim sistemi ve kişisel hayat felsefesi konularında, çoğunlukla İlber Ortaylı'nın tarihsel deneyimlerden yola çıkarak geliştirdiği derin ve eleştirel görüşleri yansıtmaktadır.

Hayal Edilen Devlet Sistemi ve Yönetim Anlayışı

İdeal bir devlet sistemi, tarihsel sürekliliği, güçlü merkeziyetçiliği ve hukuki standardizasyonu esas almalıdır.

1. Merkeziyetçilik ve Hukuk Devleti:

  • Cumhuriyet devleti, tam anlamıyla Fransa gibi merkeziyetçi bir devlet olmalıdır. Ancak bu sistemin tamamıyla Fransa'dan kopyalanarak alınmadığı, Osmanlı'nın "merkezî devlet" ananesinin devamı olduğu vurgulanır.
  • Geleneksel imparatorluklarda teknolojik yetersizlikler (ulaşım, haberleşme, bürokrasi) nedeniyle tam bir merkeziyetçilik teknik olarak var olamamıştır. Ancak modern devlet, merkezi bürokratik yapıyı güçlendirmeli ve hukukun standardizasyonunu sağlamalıdır.
  • Merkeziyetçi mutlak idare, kanun devleti anlamına gelir. Hukuk, dinî kural ve adetlerin getirdiği mekanizmalar halinde işleyebilir.
  • İdeal toplum düzeni, tüm toplumsal sınıflar için aynı hukuki mevzuatın uygulanmasını ve kimseye dinsel ayrıcalık tanınmamasını gerektirir (laiklik). Laiklik ilkesinin, Batı'daki gibi din ve devletin tamamen ayrılması yerine, devletin içinde olması gereken bize özgü bir modelle işletilmesi gerektiği ifade edilir.

2. Yerel Yönetim ve Siyasi Yapı:

  • Merkezi bürokrasi ve iktidardan şikâyet edilmesine rağmen, merkezden gelen müdahaleler ve devlet tekeli gibi aşırılıklar devam etmektedir.
  • Taşralarda kuvvetli politikacı yetiştirecek mekanizmalar yoktur. Üretken olmayan bölgelerde sağlıklı çıkar grupları oluşmadığından, mahalli demokrasi gelişimi zordur.
  • Parlamenter sistemde bile siyasetçilerin sendika ve meslek birlikleri gibi ikincil baskı gruplarıyla bağlantısının zayıf olması, hesap vermeyen ve kendi yolunu bulamayan bir politikacı tipi yaratmıştır.
  • Siyasi partiler, totaliter veya çoğulcu sistemlerde olması gerektiği gibi, okul sistemi kurmalı ve üyelerini yetiştirmelidir. Türkiye'de okulu, kursu ve semineri olan parti görmek mümkün değildir.

3. Bürokratik ve Kurumsal Kimlik:

  • Devletin devamlılığı (istikrarı) esastır. Yeni devlet (Cumhuriyet), Osmanlı'dan kalan devasa iç ve dış borcu bile üstlenerek devletin halefiyetini sürdürmüştür.
  • Devletin aygıtı olan bürokrasi ve ordu, insan ve toplum hayatının vazgeçilmez unsurlarıdır.

İdeal Eğitim Sistemi

Eğitim, bir toplumun geleceğini kurtaracak ve bireyleri elit düzeyde yetiştirecek sistemli bir yapıya sahip olmalıdır.

1. Eğitimin Temel Bileşenleri:

  • Eğitimin iyisi müzikle, matematik ve filolojiyle (dil bilimi), bir de sporla olur.
  • Eğitim sisteminin, teknisyen yetiştiren ama aydın yetiştirmeyen yapısından kurtulması gerekir.
  • Eğitimde sistematik düşünmeyi öğretmek esastır; renksiz ve yüzeysel ders kitaplarından kaçınılmalıdır.

2. Öğretmen ve Kurumsal Yapı:

  • Eğitimin temeli iyi öğretmendir. İyi öğretmen yetiştirecek sistem elimizde vardı: Mustafa Necati’nin sistemi.
  • Köy Enstitüleri’nin lüzumsuz yere kapatılması ve Eğitim Enstitüleri’nin batırılması, büyük öğretmen tipine veda etmemize neden olan iki önemli sorundur.
  • Çocukların yedi yaşından sonra eğitime başlaması (özellikle dil eğitimi için) çok geçtir.
  • Yurtdışına öğrenci gönderme sistemi, teknik dallarla sınırlı kalmamalı; Dil ve Tarih-Coğrafya gibi kültür ve bilim alanlarında da devam etmelidir.

3. Seçkinci Eğitim ve Yetenek:

  • Elitizmden (seçkinci eğitimden) katiyen uzaklaşmamalıyız. Türkiye eğitiminin en büyük sorunu elitizmden uzaklaşmaktır.
  • Kabiliyetleri tespit eden, çocukları ona göre yetiştiren bir sistem kurulmalıdır. Üstün zekâlı, üstün yetenekli çocukları kullanamayan ve eğitemeyen bir ülkeyiz.
  • Osmanlı’daki Enderun sistemi gibi dağdan, köyden çocuk toplayıp onları en rafine adamlar olarak yetiştiren modeller, seçkinci eğitimin en özgün örnekleridir. Bu, herkesin bir şeyler görüp öğrenebildiği okul sistemi gibi bir ortam kurulmasını salık verir.
  • Yüksek tahsilin, eğitimi yukarı tırmanmak için bir araç olarak görme eğilimi, sistemdeki temel bir yanılgıdır.

Arzulanan Hayat Tarzı ve Kişisel Gelişim

İdeal hayat tarzı, sistematik çalışma, yalnız kalma becerisi ve kültürel donanım etrafında şekillenir.

1. Yalnız Kalma Becerisi ve Düşünme:

  • Türklerin en büyük eksikliği yalnız kalamamalarıdır. Yalnız kalmayı bilmeyen milletlerden iyi düşünür çıkmaz.
  • İyi düşünmek için yalnız kalmak temel şarttır. Tren gibi ritmik ve akıp giden ortamlar, düşünmek için idealdir.
  • Türkler, yalnız olmamanın getirdiği garantiye güvenir ama bu durum yaratıcılığı öldürür.

2. Hedef Koyma ve Çalışma Düzeni:

  • Hayatta pişman olmamak için önüne bir hedef koymak ve buna göre yaşamak gerekir. Hayattaki gaye, hedef bulmak, yol açmak ve aynı yoldan geri dönmemektir.
  • İnsan genç yaşta zenginlikle uğraşmak yerine ihtisas edinmelidir.
  • Çalışan insanlar bir araya gelince daha iyiyi yakalar; işbirliği ve ürün ortaya koymanın hazzı önemlidir. İnsanların işlerini zevkle yapmaları, şöhret ve parayı ikinci plana atmaları gerekir.
  • Çocuklar hayatın zorluklarına realist bir şekilde hazırlanmalıdır; yokluk ve zorluğu bilmelidir.

3. Kültür, Sanat ve Seyahat:

  • Seyahat, hayatın en ucuz ve büyüleyici meşguliyetlerinden biridir ve herkes tarafından yapılabilir.
  • Okuma, rastgele değil, sistematik bir iş olarak yapılmalıdır. Tarihi, edebiyatı ve mimariyi kaynaklardan ve çapraz okumayla öğrenmek gerekir.
  • Estetik anlayışın gelişmesi önemlidir.

4. Yaşamın Devamlılığı:

  • Dostluk, insan hayatının olmazsa olmazıdır.
  • Yaşam (süre), hayatı (o süreyi) nasıl kullandığınızdır; bu iki kavramın ayrımı önemlidir.
  • Tarih bilmek önemlidir, çünkü tarih isteseniz de istemeseniz de sizin hücrenizde duruyor. Tarihi reddetmek, sosyal düşünceye ve realiteye uymayan bir reddi mirastır.

Şark (Doğu) ve Garp (Batı) arasındaki ayrım

İlber Ortaylı'nın tarihsel analizlerinde, Şark (Doğu) ve Garp (Batı) arasındaki ayrım, katı ve değişmez bir kültürel çatışmadan ziyade, 19. yüzyılda ortaya çıkan ekonomik ve teknik farklılaşmanın yarattığı, bilinçli bir kıyaslama ve ideolojik kutuplaşma meselesidir. Klasik Osmanlı dönemi için "Doğu toplumu" veya "Batılılaşan toplum" gibi betimlemeler kullanmak temelde anlamsızlıktır.

Kaynaklara göre, Şark ve Garp arasındaki ayrımı ve bu konudaki fikirleri örneklerle birlikte şu başlıklar altında inceleyebiliriz:

I. Osmanlı İmparatorluğu'nun Konumu (Ayırımın Anlamsızlığı)

Osmanlı İmparatorluğu'nun konumu, tarihsel evrimi ve coğrafi çevresi nedeniyle, basit bir Doğu/Batı kategorisine sığdırılamaz.

  • Akdeniz Medeniyetinin Parçası Olmak: Osmanlı İmparatorluğu, eski Akdeniz dünyasının üçüncü ve son imparatorluğudur (ilki Roma, ikincisi Bizans'tı). Akdeniz, uygarlığın ve şehirleşmenin ana yurdudur ve eski dünya insanları bu denizi uygar dünyanın ortası olarak düşünürlerdi.
  • Kültürel Referans Çevresinin Değişimi: Osmanlı tarihi boyunca "Doğululuk-Batılılık kavgası" yapılmadan, tedrici bir kültürel değişim süregelmekteydi.
    • 15. yüzyıl sonuna kadar Osmanlı İmparatorluğu bir Balkan İmparatorluğuydu ve egemen kültürü de Balkan kültürüydü.
    • 16. yüzyıldan itibaren ise Ortadoğu kültür bölgesine girmiştir.
    • 18. yüzyılda Avrupa kültürü evlere ve konaklara kadar girmeye başlamıştır.

II. 19. Yüzyıl: Bilinçli Ayrım ve Batı'nın Üstünlüğü

Doğu-Batı kutuplaşması, ancak 19. yüzyılda söz konusu olmuştur, çünkü Osmanlılar bu dönemde Batı'ya karşı kuşku duysalar da, artık onu bilinçli olarak izlemeye ve üzerinde düşünmeye başlamışlardır.

  • Üstünlüğün Kabulü: 19. yüzyıl Osmanlısı'na göre, Batı Doğuya göre üstündü. Doğulular, top tüfeğinin dışında (yani askeri teknolojiden başka), Batı uygarlığının hukuk ve idare kurumlarını da zorunlu olarak almak durumunda kalıyorlardı.
  • Çatışmanın Kaynağı: Bu olay, bir Hristiyan-İslam veya Doğu-Batı kültürü çatışmasına dönüşmüş gibi görünse de, gerçekte endüstri uygarlığının getirdiği iktisadi-teknik altyapının yarattığı sarsıntıdır.

III. Şark'ın Yapısal ve Kültürel Özellikleri (Örnekler ile)

Şark, özellikle Osmanlı geleneğinde, sadece dinî değil, aynı zamanda çok kültürlü bir yaşam tarzını temsil ediyordu:

  • Kültürel Sentez ve Loncalar: Osmanlı İmparatorluğu'nda loncalar ve esnaf, bütün ülkenin çeşitli dil, din, töre ve gelenekleriyle diyalog kuran ve bu renkliliği özünde toplayıp yaşatan tabakadır. Esnaf, Batı endüstrisinin pazarlama çabalarına ve kapitülasyonlara karşı direnen çarşı esnafı ve dokumacılıkla geçinen lonca üyeleriydi.
  • İran Etkisi: 11. yüzyıldan beri Fars kültürü, Türk unsurun okumuşları tarafından sevecenlikle benimsenmiştir. Farsça, bir kavmin değil, kavimlerin ortak kültürü haline gelmiş ve Türkmenistan'dan Azerbaycan'a kadar geniş bir alanda üst kimlik ve uzlaşma biçimi olmuştur.
  • Durağanlık ve Emek Ucuzluğu: Osmanlılarda toplumsal yapı, kendine özgü durağan ilişkiler içinde olduğundan, bilim ve teknolojide bir atılım yapılamıyordu. Halk tevekkül içinde idi ve emek ucuzdu. Bu durum, Batı'daki sanayileşme hareketinin aksine bir ilerleme kısıtlaması yaratmıştır.
  • Eğitimdeki Geri Kalış: Bilim ve felsefe üretmek için ya Arapça'yı ya da Batı dillerini iyi bilmek gerekirken, Osmanlıca Arapça ve Farsça sözcük ve kavramların baskısı altındaydı. Arapça ve Farsça'dan kurtulma eğilimi ve Batı dillerine ilgi ancak 19. yüzyılın yarısından sonra başlayabilmiştir.

IV. Garp'ın Karakteristikleri (Örnekler ile)

Batı, sadece bilimsel ve teknik üstünlüğüyle değil, aynı zamanda ulus-devletlerin yükselişi ve kültürel karakteristikleriyle de Şark'tan ayrılıyordu.

  • Avrupa Milletlerinin Karakterleri (18. Yüzyıl): 18. yüzyıl Avusturya halk resminde, Avrupa milletlerinin özellikleri şöyle tasvir edilmiştir:
    • İspanyol: Gururlu (Hali/Tavrı), Harika (Karakteri).
    • Fransız: Hoppa, Sevimli ve Kıskanç (Karakteri).
    • İngiliz: Kalıbı yerinde, Kadınsı (Özelliklerin Kazanılması).
    • Alman: Açıkkalpli, Neşesiz zekâlı (Zekâsı).
  • Sömürgeci Yaklaşım: Batılı büyük devletler, hükmettikleri yerlere "vilayet" olarak değil, modern deniz aşırı sömürge devletleri olarak bakmışlardır (Rusya'nın aksine).
  • Hukuki Yapı: Batı'daki şehir yöneticisi (ruhânî veya dünyevî), imparator veya papa adına hem yürütme hem de yargı erkini temsil etmekteydi. Ticari kurallar çok sert uygulanırdı; örneğin, Viyana şehir hakimi, kusurlu satıcıyı demir kafes içinde nehre daldırır veya teşhir ederdi.

V. Doğu-Batı Sentezi Örneği

Tarihte, iki kültürün kaynaşması görülmektedir. Batı tarihçiliğindeki kalıpları tekrarlamak gerekmemektedir.

  • Persepolis Sentezi: İranlıların Taht-ı Cemşid'i (Persepolis), M.Ö. beşinci asırdan kalma beynelmilel bir sentezdir. Klasik Yunanistan'ın tesiri Persepolis mimarisinde görülürken, İran sanatının etkileri de İyonya ve Karya (bugünkü Türkiye'deki Helen bölgeleri) gibi yerlerde derin olmuştur.

Özetle, Şark ve Garp arasındaki ayrım, bir zamanlar Akdeniz dünyasının ortak kültüründen beslenen Osmanlı için 19. yüzyıla kadar büyük bir kültürel kutuplaşma yaratmamıştır. Asıl büyük ayrım, Batı'nın endüstriyel ve idari üstünlüğünü Osmanlı'nın kabul etmesiyle zorunlu hale gelmiştir.

 

Batılılaşma Yolunda

 Osmanlı İmparatorluğu'ndan Türkiye Cumhuriyeti'ne uzanan Batılılaşma/Modernleşme serüveninde atılması gereken adımları ve bu süreçte yapılan temel hataları kapsamaktadır. Kaynaklar, modernleşmenin büyük ölçüde askerî zaruret ve dış baskılar sonucu başladığını, ancak yapısal ve entelektüel eksiklikler nedeniyle sancılı bir süreç olarak devam ettiğini göstermektedir.

İşte Batılılaşma yolunda yapılması gerekenler ve bu süreçte yapılan hatalar hakkındaki görüşler:

I. Batılılaşma Yolunda Atılması Gereken Temel Adımlar (Gereklilikler)

Modernleşme, sosyal ve ekonomik gelişimin siyasal dönüşümü tetiklemesiyle mümkündür.

1. Sosyal ve Ekonomik Yapısal Gelişim

  • Tarihsel gelişim içinde, siyasal modernleşmenin ön şartı sosyal ve ekonomik gelişmedir.
  • Ekonomik ve sosyal gelişme yeterli olmasa da, siyasal modernleşmeyi sağlamak için gereklidir. Örneğin, Türkiye kadar eski ekonomik modernleşmeye girişi olan Mısır ve İran gibi bazı Ortadoğu ülkelerinde siyasal kurumlaşmalar ve ideolojinin, Türkiye'ye göre çok daha geri düzeyde olduğu göz önüne alınmalıdır.
  • Toplumsal değişim sürecinde, ahlaklı insanların yaşamını güçleştirecek yolsuzluk, irtikâp ve rüşvet düzeninin hâkim olmasına izin verilmemelidir. Aksi takdirde büyük bir sosyal patlama yaşanabilir veya çok kuvvetli bir diktatorya gelebilir.

2. Laik Düzen ve Hukuk Reformu

  • Laik düzene geçiş, son Osmanlı asrındaki modernleşmenin yarattığı ihtiyaçlardan doğan yeni kurumların eskileriyle çatışmasının yarattığı kargaşayı ortadan kaldırmayı hızlandırmıştır.
  • Laik dünya görüşü ve devlet düzeniyle modern toplumlara özgü siyasal yapıya, yönetim sistemine ve hukuki düzenin mükemmelleşmesine geçiş mümkün olmuştur.
  • Aynı dili konuşan ve aynı kültürel mirasa sahip bir halkın mezhep ayrılıkları ve çatışması içinde yaşamasına son verilmek istenmiştir.
  • Türkiye'de siyasal modernleşmenin Batı toplumlarındaki gibi gelişebilmesi ve demokratik bir toplumsal mücadelenin varlığında laik ideolojinin önemli payı vardır.

3. Bilimsel ve Entelektüel Atılım

  • Osmanlı aydını, çağdaş dünyada var olmak için değişmek ve olaylara yön vermek gerektiğini anlamıştı.
  • Gelenek korunmak isteniyorsa, öncelikle onun bilincinde olmak gerekir.
  • Batı’nın hayat görüşü, kültür ve sanatı Batılılaşan toplumlarda daha parlak ürünlerle gelmediği için bu konunun üzerinde durulması gereklidir.
  • Türkçe'deki kelime zenginliği övünülecek bir özellik olmasına rağmen, yazarların ve aydınların kendi dillerini bilmemeleri ve gramer eksiklikleri büyük bir sorundur.

II. Batılılaşma Yolunda Yapılan Hatalar ve Başarısızlıklar

Osmanlı modernleşme süreci, genellikle iç dinamikler yerine dış baskılarla ilerlediği için köklü ve sağlıklı bir değişim yaratmakta zorlanmıştır.

1. Yapısal ve Ekonomik Hatalar

  • İç Dinamiklerin Zayıflığı: Türkiye yeniçağ dünyasına iç dinamiklerle değil, dış dünyanın itmeleriyle giriyordu. Bu, kalkınmanın önündeki en büyük engeldi.
  • Burjuvazinin Gelişememesi: Türkiye'de bir burjuvazinin gelişemeyecek olması nedeniyle, tarımsal fazlanın büyümediği ülkede imalat (manifaktür) girişimleri yüzeysel ve iflâsa mahkûm teşebbüslerdi.
  • Nitelikli İnsan Kaynağı Eksikliği: Çok uzun zaman Türkiye, çağdaş mâliyenin, iktisadın teknik ve bilgilerine sahip insanları yetiştirememiştir. Bu eksiklik maalesef bugün de devam etmektedir.
  • Geleneksel Lonca Kültürünün Kaybı: Batı'da kentsoylu sınıfının temelini feodal bir kurum olan lonca kültürü hazırlarken, Türkiye'de loncaların bütün ülkenin kültürel renkliliğini yaşatan tabaka olmasına rağmen, bir kentsoylu sınıfı ve kültürü doğamamıştır.
  • Yanlış Modernleşme Yöntemi: Modernleşmeye girilirken, zirai reformlara veya sınaî reformlara gidilmediği, sadece askerî ve idari modernleşme safhasında kalındığı için borçlar artarak gitmiştir.

2. Entelektüel ve Kültürel Hatalar

  • Bilime Hayati Zorunluluk Olarak Bakılmaması: Osmanlılarda bilim, genellikle hayati bir zorunluluk olmamıştır. Zorunluluk ortaya çıkınca (coğrafya veya tıp gibi alanlarda) bilimsel çalışmalar başlamıştır, ancak bunlar çağının gerisinde kalmıştır.
  • Baskı ve Durağanlık: Osmanlılarda toplumsal yapıdaki kendine özgü durağan ilişkiler ve feodal düzenle merkeziyetçi dinsel örgütün içiçe girmesiyle oluşan baskı, bilim ve teknolojide atılım yapmayı engellemiştir. Halk tevekkül içindeydi ve emek ucuzdu.
  • Yanlış Tarih Bilinci: Türkiye'de aydınlar, Batı'daki gibi iyi yetişmiş tarih bilgisine sahip değillerdir ve söze genellikle "Tarihçi değilim ama..." diye başlarlar. Bu durum, Batılılaşma çabalarının tarihsel kökenlerinin yanlış anlaşılmasına neden olmuştur.
  • Dil ve Eğitimdeki Kopukluk: Atatürk'ün yüksek iddia ve heyecanını anlayamayan sonraki nesiller, Batı dilleri, eski diller ve filoloji konularında gerekli donanımı edinememiştir. Türkiye'nin aydınları uzun zamandan beri gramer denen dalla ve zenginlikle ilgi kuramamıştır.

3. Batılılaşmanın Yorumlanmasındaki Hatalar

  • Batılılaşmayı savunan radikal girişimler karşılarında, "kaide-i tedric" (tutuculuk prensibi) denen tutuculuk prensibini ve tutucu grubu bulmuşlardır. Tutucu grubun suçlamaları, siyasal ve kültürel hayata "Avrupa taklitçiliği" ve "Şark cemiyeti" gibi kavramların yerleşmesine neden olmuştur.
  • Küstahlık ve Mesnetsiz İddiacılık: Batı medeniyetinde ilerlemeci görüşün en önemli mahzurlarından biri küstahlık ve mesnetsiz iddiacılıktır. Bu, Türkiye'de de yeni nesil arasında "Tevazu gösterme, aptal ve cahil zannederler" gibi yanlış bir yaklaşımla zuhur etmeye başlamıştır. Bu durum, usta ve hiyerarşiye saygıyı gerektiren işlerin elden kayıp gitmesine yol açar.
  • Geleneğin Reddi: Kendini "geleneklere bağlı" diye tanımlayan kesimlerin gelenekle hiçbir alakası yoktur ve bu kesimlerden gelenekleri korumak gerekir.

Modernleşme süreci, kaynakların işaret ettiği gibi, Türkiye'de genellikle bir yaranın pansumanı gibi ilerlemiştir: Askerî gereklilik (yaralanma) üzerine zorunlu Batı teknikleri (pansuman) alınmıştır, ancak bu, vücudun genel sağlık sistemini (sosyal ve ekonomik gelişimi) iyileştirecek derinlemesine yapısal reformlarla desteklenmemiştir. Bu durum, siyasal başarının ötesinde, kültürel ve ekonomik kırılmaların da sürmesine neden olmuştur.

 

İlber Ortaylı'nın (kaynakların çoğunluğu Ortaylı'nın görüşlerini yansıtmaktadır) bir insana değer verirken kullandığı kriterler, hayranlık duyulan yazarlar ve temel eserler, kişinin disiplin, derinlik, kültürel donanım ve etik duruş sahibi olmasına odaklanmaktadır.

I. Bir İnsana Değer Verilirken Esas Alınan Kriterler

Bir kişinin (özellikle bir aydının, tarihçinin veya yöneticinin) niteliği değerlendirilirken dikkate alınan temel özellikler, kişinin yeteneklerini geliştirme, doğru hedefler belirleme ve ahlaki sorumlulukları ile ilişkilidir.

1. Entelektüel Donanım ve Yetenekler

  • Hafıza ve Lisan: Tarihçi olmak için hafızanın iyi olması esastır. Hafızayı sağlamanın yöntemleri olarak müzik ve lisan (dil) öğrenmek tavsiye edilir. Tarihçinin en temel vasfı iyi bir hafızadır.
  • Merak ve Keşif: Birinci şart meraklı olmaktır. Merak, okumakla da bağlantılıdır. İnsan, merakını ve yeteneklerini keşfetmeli, sonra da eksiklerini görerek kendine lazım olan konuları öğrenmelidir.
  • Disiplinli Çalışma ve İhtisas: Hayatta pişman olmamak için önüne bir hedef koymak ve buna göre yaşamak gerekir. Genç yaşta zenginlikle uğraşmak yerine ihtisas edinmek (uzmanlaşmak) çok önemli bir nasihattir. İnsanlar işlerini zevkle yapmalı, şöhret ve parayı ikinci plana atmalıdır.
  • Tefekkür ve Yalnız Kalma Becerisi: İyi düşünmek için esasen yalnız kalmak gerekir. Yalnız kalmayı bilmeyen milletlerden iyi düşünür çıkmaz.
  • Rafinelik ve Yaşanmışlık: Kişinin yüzüne yansıyan rafinelik, hayatta düşünmek, üzülmek, sevilmek, güzel şeyler görüp heyecanlanmak, felaket görerek heyecanlanmak, okumak ve okuduğundan etkilenmek gibi yaşanmışlıklarla oluşur.

2. Ahlaki ve Sosyal Kriterler

  • Güvenilirlik ve Ahlak: Güvenilir insanlar, sağlam bir ahlakla davranırlar ve iş disiplinleri vardır (bir işi yapmayı ve teslim etmeyi bilirler).
  • Aile Bağları: Aile bağları kopmaz, silinmezdir; çünkü aile bir ilişkilenme biçimi değil, varoluşsal bir bulunuş durumudur. Arkadaşlıklar ve gönül bağları ise geçicidir.
  • İhtiraslardan Uzak Durma: Kişi, kendisini ruhen huzurlu tutmalı ve lüzumsuz ihtiraslara kapılmaktan vazgeçmelidir.
  • Denge ve Üslup: İyi konuşmak ve anlattığını dinletebilmek önemlidir, ancak bu, sözleri dengeli bir şekilde sarf etmeyi ve başkalarını dinlemeyi gerektirir.
  • Yardımseverlik (Sadaka): Muhtaç insana istemeden vermeyi sever.
  • Kin Tutma: Kin tutma meselesi kişisel bir özellik olarak ele alınır; Ortaylı, biriyle çatıştığını pek unutmadığını (kin tuttuğunu) belirtir.

3. Hayat Felsefesi

  • Seyahat Hürriyeti: Seyahat hürriyeti, Ortaylı'nın taviz vermeyeceği "bamteli" olarak nitelendirdiği kişisel bir özelliktir.
  • Sır Paylaşmama: Kimseyle sır paylaşılmaz, çünkü sır paylaşıldığı an sır olmaktan çıkar.
  • Cesaret ve Bedel: Cesaret bir anda olup biten bir hal değildir, bir muhakeme neticesinde ortaya çıkar; kişi, bir hedef doğrultusunda hareket ederken neleri kaybedebileceğini, ödeyebileceği bedeli bilir.

II. Hayranlık Duyulan Yazar ve Kitaplar

Kaynaklarda, tarihsel ve edebi anlamda önemli görülen, özellikle İlber Ortaylı'nın ufkunu açan veya hayranlıkla bahsettiği yazarlar ve eserler şunlardır:

1. Hayran Olunan ve Örnek Alınan Yazarlar/Tarihçiler

  • Halil İnalcık: Ortaylı'nın hocası olarak anılır ve akademik camianın önemli bir ismi, dünya tarihi konusunda bilgi sahibi olan bir örnektir.
  • Yılmaz Öztuna: Yakın tarihin mütearifelerini değiştirmekte payı olan, popüler tarihçi olarak görülür ve dünya tarihi bilgisi bakımından takdir edilir.
  • İbn Haldun: Eserlerini (özellikle Mukaddime ve Kitabu'l-Iber) Orta Çağ'da ortaya koyabilmiş olması takdire şayandır.
  • Seneca: Yaşamın kısa olduğunu, ancak insanların bunu yanlış yönlere çağırılan gürültüde tükettiğini düşünen bir yazar olarak, felsefi görüşleri önemsenir.
  • Yusuf Has Hacib: Kutadgu Bilig gibi eserleri, Hasan Ali Yücel'in Milli Eğitim Bakanlığı döneminde Türkçeye kazandırılmış ve yeni ufuklar açmıştır.
  • Fuad Köprülü: Edebi üslubu olan bir tarihçi olarak anılır ve bu üslubun öğrencilerine de geçtiği belirtilir.
  • Amin Maalouf: Romanları müthiş ilgi duyulan ve beğenilen bir yazardır.
  • Diğerleri: Hafız, Sadi ve Firdevsi gibi büyük şairlerin büyüsüne kapılmamak mümkün değildir, zira onların derin ve anlamlı şiirler yazdığı dönemde Avrupa halklarının çoğu kayda değer bir edebiyat üretemiyordu.

2. Önemli Görülen Kitaplar ve Eserler

  • İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı: İlber Ortaylı'nın en çok uğraştığı kitabı olarak belirtilir.
  • Kadı: Çok teknik bir kitaptır ve pek okunmadığı söylenir.
  • Fikrimin İnce Gülü (Adalet Ağaoğlu): Almanya'ya işçi gitme sırasını kapmak gibi ahlaki sorunları anlatan bir romandır.
  • Kendine Ait Bir Oda (Virginia Woolf): Üniversite yıllarında okunan, "Bir kadın yazmak istiyorsa şayet, kendi kazandığı parası ve kendine ait bir odası olmalı" fikrini vurgulayan eserdir.
  • Tanios Kayası (Amin Maalouf): "Nefis" olarak nitelendirilir ve Ortadoğu'daki yabancı okullar (Fransız/İngiliz) etrafındaki gülünç konseptleri işlemesi açısından önemlidir.
  • Çapraz Okuma Tavsiyesi: Cumhuriyet tarihinin belli noktaları üzerinde merakı olanların, Kemalist karşıtı çevrelerin uydurduğu hikayeler ve mitomanların hatıratları sebebiyle çapraz okuma yapmaları ve bir konu üzerinde birkaç kitaba başvurmaları gerektiği vurgulanır.

Bir insanın karakterinin ve bilgeliğinin derinliği, tıpkı iyi bir kütüphanenin düzeni gibidir: Sadece çok sayıda kitap (bilgi) bulundurmak yetmez, aynı zamanda bu kitapları (deneyimleri) sistematik olarak okumalı, onları anlamlandırmalı (tefekkür etmeli) ve bu bilgeliği etik bir duruşla (lüzumsuz ihtiraslardan kaçınarak) hayata yansıtabilmelidir.

Para ve İktisadi Ekonomi Üzerine Görüşler

Kaynaklarda, para, iktisadi sistemler, refah ve -izmler hakkındaki görüşler genellikle Osmanlı ve Cumhuriyet tarihinin sosyo-ekonomik yapıları üzerinden ele alınmış, özellikle İlber Ortaylı'nın tarihsel analizleri ve kişisel yaşam felsefesi çerçevesinde şekillenmiştir.

1. Kişisel ve Finansal Öncelikler

  • Gençlere verilen önemli bir nasihat, zenginlik ve mevkiyle uğraşmak yerine (iş edin, zenginlik ve mevkiyle uğraşma) ihtisas edinmeye (uzmanlaşmaya) odaklanmaları gerektiğidir.
  • Parayla ilişkide uç noktalardan kaçınılmalıdır; kişi, harcar, harcamadığı kalır felsefesiyle hareket edebilir.
  • Genel olarak, verimli bir tarımsal faaliyete ve imalatçılığa dayanmayan ticaret faaliyetinin sönmeye mahkûm olduğu belirtilmiştir. (İnşaat sektörü tüketim sektörüdür.)

2. Ekonomik Yönetim Modelleri ve Eleştiriler

  • Vergilendirme ve Mali Kontrol: Osmanlı Devleti'nin en büyük sorunu, vergi kaynaklarını iyi tespit edip bunları sağlıklı vergilendirememesiydi. Bu, insanlık tarihinde de asıl problem olarak görülür (Örn: Eski Mısır'ın vergilendirmede iyi olması imparatorluğunun gücünü artırmıştır). Osmanlı maliyesinin bu gerilemiş, mali kontrol kuramayan sistemi 19. yüzyılda değişmek zorunda kalmıştır.
  • Geleneksel (Lonca) Ekonomisi: Orta Çağ'ın feodal düzeninde belirli bir aşamayı temsil eden lonca ekonomisi, üretimin ve tüketimin sınırlandırılmasına yönelik bir ekonomik düzendi. Loncaların temel amacı, rekabeti, olası işsizliği ve iflası önlemekti. Bu sistemde narh (fiyat tespiti) uygulanırdı. Ancak bu sistem, Atlantik ekonomilerinin hegemonyası arttıkça sosyal ve iktisadi hayattaki yerini kaybetmeye başlamıştır.
  • Erken Cumhuriyet Ekonomisi (Devletçilik): Yeni Türkiye devleti iktisadi hayatı düzenleme cihetine gidecekti. Devlet, ağır sanayi atılımlarına girişmiştir; bu, bir ideolojiden ziyade, Pera Palas'ı bile işletecek yerli iş adamının olmaması gibi bir olay sebebiyle gerçekleşmiştir.

3. İzmler ve İdeolojiler

  • Kapitalizm ve Tekelcilik: Almanya’nın 19. yüzyıldaki sanayi atılımlarında, bankacılık faaliyetlerinin hızla endüstriye yönelmesi ve devletin gümrük himayesi ile sübvansiyon politikası sayesinde tekelci bir kapitalizm gelişmiştir.
  • Sosyalizm Eleştirisi: Yıkılan sosyalizm, silahlanma harcamalarına tahammül edememiştir.
  • Laiklik ve Modernleşme: Tarihsel gelişimde, siyasal modernleşmenin ön şartı sosyal ve ekonomik gelişmedir. Türkiye'nin değişmekte olan sosyal yapısı, 20. yüzyıl başındaki laik devrimlerden etkilenmiş ve yönlenmiştir. Laik bir milliyetçilik ve modernleşme, Türkiye modelinin unsurları arasında sayılır.

Refah Seviyesi ve Ekonomik Tercih Edilen Model

1. Refah ve Huzur Anlayışı

  • Refah seviyesi ve mutluluk, yaşanılan çağ veya şartlar tarafından ancak bir ölçüde tayin edilir. Kişinin mutlu olup olmaması, hayatı sübjektif olarak kabul edip edememesi ve şartlara intibak edip edememesi ile ilgilidir.
  • Yunanistan örneği, hayatın farkında olmak ve tadını çıkarmaya çalışmak açısından olumlu görülür. Yunanistan'ın, Türkiye'ye göre içtimai dengesinin ve gelir dağılımının daha iyi olduğu düşünülmektedir, ekonomik kriz içinde olmasına rağmen.
  • Geniş aile tipinin, iki neslin çalışanın geliriyle ortak tencere kaynatarak yaşayabileceği, torunların bakımını sağlayacağı yapısının kaybolmasının, ekonomik krizde olumsuz bir unsur olduğu belirtilmiştir.

2. En Beğenilen Ekonomik Yaklaşım (Pragmatizm ve Strateji)

Kaynaklarda kesin olarak tek bir ideolojik modele (liberalizm veya sosyalizm) hayranlık belirtilmemekle birlikte, pragmatik ve stratejik yaklaşımlar takdir edilmiştir:

  • Stratejik Üretim: Cumhuriyet döneminde şeker fabrikalarının kurulması gibi adımlar, o dönemde devleti yönetenler için stratejik bir madde olduğu ve onsuz yaşanamayacağı düşüncesiyle atılmıştır, bu nedenle bu tür stratejik kararlar önemlidir.
  • Denge ve Kontrol: Atatürk'ün laiklik modelinin, Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla devletin içinde olması gerektiği görüşü savunulur. Bu model, Diyanet'in serbest bırakılması halinde ortaya çıkacak yanlış ve tehlikeli sonuçlardan kaçınmak için doğru bir adım ve ehven (daha az kötü) bir çözümdür.
  • "Türk Modeli" Tartışması: Günümüzde "Türkiye modeli" lafı megalomaniyi ifade eder ve henüz böyle bir model koymak için erken olduğu tartışılır. Türkiye, kendine özgü laikliği, sosyalizmi, liberalizmi ve darbeleriyle 150 yıldır dar ve uzun köprüyü onurla geçmektedir. Ancak Türkiye'nin İslam âleminde modernleşme ve laik milliyetçilik yoluyla öncülük rolünü üstlenmesi gerektiği belirtilir.

3. Yanlış Uygulamalar ve Eleştirilen Kararlar

  • Varlık Vergisi: 1942 yılında çıkarılan bu vergi, modern devlete yakışmayacak bir uygulama olarak görülmektedir. Bu, savaş ekonomisinin yarattığı zorluklar nedeniyle, maliye bürokrasisinin yeni kaynak yaratma yetersizliği karşısında başvurulan bir kurtuluş yolu olarak değerlendirilmiştir.
  • Mübadele ve Ticari Tecrübe: Mübadele (nüfus değişimi), asla akıllı bir ekonomik tedbir değildir, çünkü kuyumculuk, terzilik, tütüncülük gibi belli sektörler belli etnik gruplara aittir ve bu gruplar ihraç edildiğinde sektörler çöker.
  • Kıbrıs'ta İskân Hatası: Kıbrıs'a yerleştirilen unsurların, Bulgaristan Türkleri kadar çalışkan olmayan Şarklılar olması, Kıbrıs ekonomisinin kalkınması açısından kötü bir duruma düşülmesine neden olmuştur. Kıbrıs, Doğuluların doyacağı bir yer değil, çalışılarak kalkındırılacak bir ekonomidir.

İktisadi sistemler üzerine görüşler, tarihsel olarak geleneksel ekonominin kıtlık korkusu nedeniyle fiyatı, üretimi ve rekabeti sınırlayan lonca/narh mekanizmasına dayanmasından, modernleşme sürecinde ise sosyal ve ekonomik gelişmenin siyasal modernleşmenin ön şartı olduğu gerçeğine odaklanmıştır. Bu bağlamda, teknik bilgiyi ve bürokratik geleneği koruyan bir devlet yapısının, Türkiye'nin kendine özgü rolünü sürdürmesindeki en güçlü dayanağı olduğu kabul edilir.

Türk Dili Hakkındaki Görüşler

I. Türkçenin Tarihsel Önemi ve Sürekliliği

Türk Dili hakkındaki görüşler, dilin tarihsel sürekliliği, kültürel önemi, diğer dillerle olan ilişkisi ve günümüzdeki kullanımı ve eğitimi üzerine yapılan eleştiriler etrafında yoğunlaşmaktadır.

Türkçe, yüzyıllar boyunca devlet kurumu ve askerî teşkilatın ana taşıyıcısı olmuştur ve Türk kimliğinin temel unsurlarından biridir.

1. Devlet ve Ordu Dili Olarak Türkçe:

  • Türkçe, Türk beyninin devam ettiren çok özgün bir dildir. Türkler her şeyi taklit etseler bile kaybolmazlar, çünkü dilleri çok özgündür.
  • Osmanlı İmparatorluğu'nun esas aktörü Türklerdir ve dilinin Türkçe olduğu belirtilir.
  • Türklerin İslamiyet öncesi dönemden beri taşıdığı mirasın en kesin olduğu alan askerî tarihtir; öyle ki, Türkçenin kançılarya dili olmadığı zaman ve ortamlarda dahi (İran Selçukluları dönemi gibi) ordunun komuta dili ve askerî deyimler her zaman Türkçeydi.
  • Karaman Beyliği gibi bazı beyliklerde, göçebe Türkmen gelenek ve nüfuzu hakim olduğundan devlet dili Türkçe oldu. Böylece Türkçe, devlet dili olarak azımsanmayacak bir maziye sahip olmuştur.

2. Kültürel Alanlarda Kullanımı:

  • Harem ve Cariyelerin Eğitimi: Harem-i Hümâyûn'da okuma yazma faaliyetinin yüksekliği söz konusuydu; cariyeler ve harem halkı bilhassa Türkçeyi ve hitabeti öğrenerek okumalarını geliştiriyordu. Hürrem Sultan'ın çok iyi Türkçe öğrendiği ve güzel şiirler yazdığı belirtilir.
  • Kent Hayatındaki Rolü: Eski Halep'te çarşısından ücra sokaklarına kadar Türkçe konuşuluyordu.
  • Gelişen Dil: 17. yüzyıldaki Türkçe, bize o kadar uzak değildir ve birtakım metinlerden dilin değiştiği anlaşılmaktadır.

II. Türkçenin Zenginliği ve Şiir Tutkusu

Türkçe, çok sayıda kültürü üzerinde barındırması ve milletçe nazma (şiire) olan tutku nedeniyle büyük bir zenginliğe sahiptir.

1. Kelime Hazinesi ve Kültürel Birliktelik:

  • Türkçemizde Arap, İran, Yunan, Slav gibi kültürlerin üzerinde yerleşmiş olmamızın sonucu olarak, birçok dilden kalabalık bir kelime hazinesi vardır.
  • Türkçedeki bu renklilik, utanılacak değil, övünülecek bir özelliktir ve tarih dile bu renkliliği bağışlamıştır.
  • Dilimizin yüzde otuzunun Farsçadan oluştuğu, ve Arapça kelimelerin dilimize Farsça üzerinden geldiği belirtilir.
  • Farsçadaki kelimelerin yüzde on bin kadarının Türkçe olduğu bilinmekle birlikte, Fars dilinin bir kavmin değil, kavimlerin ortak kültürü haline geldiği, ancak birinin Farsçayı kabul etmekle Fars olmayacağı vurgulanır.

2. Şiir ve Edebiyatın Yaygınlığı:

  • Tarihçe bilinen devirlerden başlayarak, şiir Türklerde milletçe bir tutkudur; bu tutku saray, devlet erkanı, bilginler, askerler, esnaf ve halkın her tabakasında ortaktır.
  • Manzum kitabelerle (yapıların ve tarihlerinin manzum olarak gösterilmesi) gelenek yalnız Türklerde vardır. Divan edebiyatı da Türklerin şiirin her türüne karşı duydukları ilginin en belirgin tanıklarından biridir.
  • Ayrıca, 16. yüzyılda Edirneli Nazmi gibi şairlerin, yalnızca arı sözcükleri kullanarak (saf Türkçe) tam iki yüz seksen altı tane manzume yazdığı bilinmektedir.

III. Dil Devrimi ve Modern Türkçenin Sorunları

Cumhuriyet döneminde dil eğitimi ve yazımında önemli atılımlar yapılsa da, modern Türkçe'nin kullanımında ciddi eksiklikler olduğu belirtilmektedir.

1. Harf Devrimi ve Sadeleşme:

  • Latin harfleri, kültürel yaşamımızda yerini sağlamca almıştır. Sadeleşen ve konuşulduğu gibi yazılmaya bağlanan Türkçe için bu harflerden başkası düşünülemezdi.
  • Harf devriminin, yeni kuşakların eski mirası tanıyamaması gibi olumsuz bir sonuç yaratmadığı. Yeni kuşakların eski mirası tanıyamadığı yakınması, Osmanlıca bilmeyenlere özgü bir dedikodudur.
  • Türkçenin sekiz seslisini de kullanabildiğimiz bir alfabemiz vardır.

2. Güncel Gramer ve Kullanım Eleştirileri:

  • Türkçeyi etkin kullanmak için bol bol yazmak gerekir ve insan yazarak dilini geliştirir.
  • Günümüz Türk yazarlarının en büyük sorunu kendi lisanını bilmemektir. Bu yazarlar cümle kurmayı bilmiyorlar, gramerleri yok.
  • Türkiye'nin aydınları, yabancı okula veya yurt dışına gitse bile, uzun zamandan beri gramer denen dalla ve zenginlikle ilgi kuramamıştır.
  • Radyo ve televizyon sunucuları/spikerleri tarafından telaffuzun berbat edilerek diş arkasından konuşulması kabul edilemez ve bu, zavallı Türkçe için büyük bir sorundur. RTÜK'ün siyasetle uğraşacağına, Türkçeyi yanlış kullanana ceza vermesi gerektiği önerilmiştir.
  • Gramerin gelişmediği bir ortamda, Türk tarihi alanında filoloji ve fonetik tetkikleri yapılmamakta ve bu alanda bir kör döğüşü yaşanmaktadır.

IV. Osmanlıca Eğitimi Üzerine Görüşler

Osmanlıcanın öğretilmesi, günümüzdeki imkânlar ve kadro yetersizliği nedeniyle eleştirilmektedir.

  • Nitelikli Öğretim İhtiyacı: Osmanlıca öğretmek ciddi bir iş olmasına rağmen, günümüzde bu yönde yapılan hamlelerin bir gösteri olduğu düşünülmektedir.
  • Kadro Kısıtlılığı: Türkiye’de Osmanlıca öğretecek insan sayısı şu anda sınırlıdır.
  • Seçkinci Yaklaşım: Seçkinci bir öğretimle, az sayıda okulda, Arapça, Farsça, Latince ve bir Avrupa dili ile birlikte Osmanlıca'nın en iyisinin öğretilmesiyle bir gelişme sağlanabileceği savunulur.
  • Bilimsel Gereklilik: Bir münevverin Osmanlıca okumayı bilmesi lazım ve bu "ada deve" (zor) bir iş değildir. Ancak her Osmanlıca okuyan kişinin Osmanlı tarihi söküp atamayacağı, her devrin kendine has dil özelliklerinin bilinmesi gerektiği de vurgulanır.
  • Çocukların Soğutulması Riski: "Binlerce çocuğa Osmanlıca öğreteceğim" demenin, öğretmen kıtlığından dolayı onları her türlü edebiyat ve dil öğretiminden soğutmak anlamına geleceği ifade edilmiştir.

Talebiniz doğrultusunda, kaynaklarda yer alan Hz. Muhammed hakkındaki mütalaaları ve İslam dininin diğer dinler ve siyasi akımlar arasındaki yeri hakkındaki görüşler aşağıda sunulmuştur.

Hz. Muhammed (salla'llâhu aleyhi ve sellem) Hakkındaki Mütalaalar

1. Hz. Muhammed'in Konumu ve Nitelikleri

  • Hz. Muhammed, Müslümanların peygamberi olarak anılır.
  • İslam inancına göre, peygamberin söylediği şeylerin ilahi bir kaynağı (ilahi mebdei) olduğuna inanılır ve kendisi bir devlet adamı değildir.
  • Hilafet kurumu, kelime anlamıyla "ardıl" veya "izleyen" demek olup, İslam cemaatinde Müslümanların peygamberinin vekili (temsilcisi) olarak kullanılır. Ancak bu makam, Hristiyanlık'taki gibi tanrısal iradenin temsilcisi değildir. İlk halife Ebubekir, "Ancak hazır olmayana halife olunur" diyerek 'Allah'ın halifesi' unvanını reddetmiştir.
  • Bazı dini yapılanmalar, özellikle Batıni/İsmaili akımlar, Kur'an'ın açık (zahiri) anlamlarının Peygamberler için var olduğunu, ancak gizli (batıni) anlamlarının ancak masum imamlar aracılığıyla bilinebileceğini savunurlar.

2. Hz. Ali'nin Özel Konumu

  • Hz. Ali, Hz. Peygamber'e en yakın kişilerden biridir; damadı, amcasının oğlu ve evinde büyüttüğü birisidir.
  • İslam inancına göre her insan İslam fıtratı üzerine doğar ve Hz. Ali, Müslüman olduğunun söylendiği zamanda dahi sekiz yaşındaydı, yani zaten Müslümandı.
  • Hz. Ali'nin hayatı boyunca putlara hiç tapmadığı ve başka bir inancı tanımadığı belirtilir. Bu nedenle Hz. Ali, adeta İslam'ın ilk çocuğu olarak kabul edilir. Hatta bir rivayete göre, Kâbe'nin içinde doğan ilk ve tek insanoğlu Hz. Ali'dir.

3. Tarihsel ve Kültürel Miras (Mukaddes Emanetler)

  • Osmanlı Sarayında Kutsal İzler: Topkapı Sarayı'ndaki Has Oda'nın (Taht Odası) kapısının üst tarafında celi sülüs ile “Esselamu aleyke ya Resulullah” (Ey Allah’ın Elçisi, Selam Üzerine Olsun) ifadesi yazılıdır.
  • Mukaddes Emanetler: Mukaddes Emanetlerin bir kısmı, günümüzde Arz Odası'nda (Arzhâne) sergilenmekte olup, özellikle Hz. Peygamber’in ayak izi ve Sakal-ı Şerifi bu odada bulunmaktadır.
  • Hırka-i Saadet: Has Oda'da Cenab-ı Fahrü’l Enbiya Efendimizin Hırka-i Şerif’ine mahsus astarın tamir edildiği bilgisi yer alır.
  • Sultan Abdülhamid'in Vasiyeti: Sultan II. Abdülhamid'in naaşı tabuta indirilirken, vasiyeti üzerine göğsüne ahidnâme duası konmuş ve yüzüne Hırka-i Saadet destimali ve siyah Kâbe örtüsü örtülmüştür.
  • https://www.manevihayat.com/attachments/ahidname-duasi-arapcasi-jpg.3849/


  • Topkapı Yazıtları: Harem'deki Yemiş Odası'nda, Hünkâr Sofası'ndaki çini kitabelerde ve Has Oda'da Hz. Peygamber’in ismi ve Cennet’le müjdelenen on sahabenin adları (Aşere-i Mübeşşere) levhaları bulunur.
  • Siyer Edebiyatı: Şair Veysi Efendi'nin Hz. Muhammed'in hayatını anlatan ve konusu ile menkıbelerinin çekiciliği nedeniyle geniş ün kazanan eseri Durretu't-Tac fi Sâhibu'I-Mirac (Siyer-i Veysi) mevcuttur.
  • Medine'nin İmarı: Sultan I. Abdülhamid'e ait kitabede, padişahın devrinde Kâbe'nin tamir edildiği ve Ravza-i Peygamber'in (Peygamber’in ravzası/türbesi) yapıldığı duası yer almaktadır.

II. İslam'ın Diğer Dinler Arasındaki Yeri

İslam, diğer semavi dinlerle birlikte Ortadoğu coğrafyasını şekillendiren üç ana dinî unsurdan biridir.

1. Diğer Semavi Dinlerle Karşılaştırma

  • Ortadoğu ve Dinler: Ortadoğu, dilleri ve etnik grupları yutarken, üç semavi din (İslam, Hristiyanlık ve Yahudilik) bütün mezhepleri ve ibadet biçimlerine rağmen farklılık duvarını korumaktadır. Kudüs'te bu üç dinin mensupları her zaman sürtüşme içinde olmuştur.
  • Ruhaniyet Eksikliği: İslam’da ruhani teşkilat, yani bir kilise yoktur.
  • Hukuk Mezhepleri: İslam’da mezhep olmamasına rağmen, Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli gibi fıkıh mezhepleri mevcuttur ve bunlar farklı yaşam tarzlarını beraberinde getirir. Bunlar, itikadi açıdan bölünmeler değildir.
  • Hristiyanlık ve Risalet: Hristiyanlıkta vahyin oluşması İslam'daki ile aynı değildir; Hz. İsa'nın çok tanrılı dinlerin anlayışı içine oturtulmasıyla risalet mahiyet değiştirmiştir. Hristiyanlıkta Kilise, uyulması gereken naslar getirirken, ilk iki dinde (İslam ve Yahudilik) takipçiler öğretmenlerin vahye dayalı yorumlarını ve açıklamalarını takip eder.
  • Yahudilik ve Kilise: Kilise, Yahudileri nakıs (eksik) ve yanlış olarak görmüştür.

2. İslam ve Devlet Yapısı

  • Şeriat ve Siyaset: Bazı yazarlar Osmanlı Devleti'ni, yönetim ve yargıda şer'i hükümlerin egemen olduğu bir sistem olarak tanımlar ve kanunların İslam Dini'nin kaynakları olduğunu savunur.
    • Modern Savunma: Güncel siyasette, İslam'ın hayata dair kurallarının bütününü temsil eden şeriata düşmanlığın, esasında dinin bizatihi kendisine husumet olduğu görüşü ileri sürülmüştür.
  • Devlet Otoritesi: Osmanlı'da devlet otoritesi neredeyse her şeyin önünde gelir ve bu duruma, aklıselim ulemanın da gerçekçi bir yaklaşımla fetva verdiği belirtilir.
  • Vahhabilik: 18. yüzyıl sonunda ortaya çıkan Vahhabi hareketi, "Atalar Kültü" ve "kutsal mezar" gibi olgulara karşı sertti ve Asr-ı Saadet'ten sonraki her âdet ve kurumu din dışı saydığı için Hicaz'da tahrifata yol açmıştır. Suudi yönetimi de mezara tapılmaması inancına sığınarak Hz. Hatice'nin mezarı dahil, Hz. Muhammed devrinden hiçbir izin kalmadığı bir muhiti yaratmıştır.
  • Atatürk ve Din: Atatürk'ün isteğiyle Kur'an-ı Kerim'in Türkçe tefsiri ve Kur'an meali çalışmaları yapılmış olup, bunlar günümüzde dahi en güvenilir eserler olarak kabul edilmektedir.

 

Bu durum, dinin, Ortadoğu coğrafyasında sadece manevi bir inanç sistemi olarak değil, aynı zamanda kültürel kimliğin, siyasi otoritenin ve toplumsal düzenin temelini oluşturan, zaman zaman farklı mezhepler ve akımlar aracılığıyla kendini ifade eden karmaşık bir yapıya sahip olduğunu göstermektedir. İslam, bu bölgede diğer dinlerle birlikte varlığını sürdürürken, kendi içindeki hukuki yorum farklılıkları (fıkıh mezhepleri) dahi yaşam tarzlarını derinden etkilemektedir.

 

Dini Grupların Tarihsel Sürekliliği ve Eleştirisi

Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki tarikatlar, cemaatler, dinî örgütlenmeler ve bunların toplum ve eğitim üzerindeki etkileri, özellikle İlber Ortaylı'nın tarihsel analizleri ve eleştirel yaklaşımları çerçevesinde ele alınmaktadır.

Kaynaklar, dinî yapılanmaların ve muhafazakâr akımların tarihsel olarak sürekliliğini koruduğunu, ancak bunların modern devletin temel ilkeleriyle ve nitelikli aydın yetiştirme hedefiyle çatıştığını vurgular.

1. Dinî Kurumların Devamlılığı

  • Tarikatlar dahi baba-oğul, usta-çırak, mürşid-mürid ilişkisi içinde devam etmiştir.
  • Doğu’daki gizli köy medreselerinde yetişenlerden ileride yazarlar ve hatta Diyânet İşleri Başkanı (Örn. Turan Dursun) gibi isimler çıkmıştır.
  • Osmanlı Beyliği'nin kuruluşunda dahi, Ahi örgütü merkezi otorite ile elele vermiş, Osman Bey'in Şeyh Edebalı'nın nüfuzundan faydalanışı romanda işlenmiştir. Bu örgüt, devletin güçlenme gereğini anlıyordu.
  • Her mesleğin bir pîri bulunur ve meslekler bir pîre bağlanarak dinî bir hava oluşturulur.

2. Otorite ve Yozlaşma Eleştirisi

  • Osmanlılarda bilimde geri kalışın nedenlerinden biri, feodal düzenle merkeziyetçi dinsel örgütün içiçe girmesi ve bunun bütün kültür hayatına egemen olan bir baskı yaratmasıdır.
  • Medreseler gittikçe bozulmuş ve eski İslam bilimi geleneği ile bağlar kopmuştur. Ciddi bilim adamlarının yerine, tafra satan yalancı bilim adamlarının geçtiği belirtilmiştir (Kâtip Çelebi'nin Mizan-ül Hak'ından alıntı).
  • Menfaat ve Gruplaşma: Lüzumsuz ihtiraslarla bir yerlere gelme hevesiyle partilerin ve tarikatların içine doluşmalar, birtakım başka yollara başvurmaların temelidir. FETÖ'cülük de bu yüzden çok tutunmuştur.
  • Günümüzde Türkiye'de din, tamamen kırsal kesimin elinde kalmıştır.

II. Tarihsel Örnekler: Kadızadeliler ve Vahhabiler

Osmanlı döneminde dinî saflık ve otorite mücadelesi veren gruplar, merkezî otorite ve mevcut kültürel yapı ile çatışmıştır:

1. Kadızadeliler

  • Üstüvani Mehmed Efendi'nin adamları (Kadızadelilerin uzantısı) Fatih Camii'nde makamla kamet getiren müezzinleri ve cemaati dövmüşlerdir.
  • Mevcut Osmanlı Türk kültürünün bu tür taassuba tahammül etmesi mümkün değildi.
  • Köprülü Mehmet Paşa, bu taifeye karşı harekete geçmiştir. Osmanlı idaresi, nizam-ı âlem (düzen) çok önemli olduğu için, yobazı kılıçla bir anda da kaldırmayı bilendir.

2. Vahhabi Hareketi

  • Vahhabi hareketi, 18. yüzyılda Necd'de ortaya çıktı ve İbn Suud ailesinin öncülüğünü yaptı. Kökü İbn Teymiyye'ye kadar uzanır.
  • Vahhabiler, "Atalar Kültü" ve "kutsal mezar" gibi olgulara karşı sertti.
  • Bu akım, Osmanlı merkezi otoritesini sarsan taassubuna rağmen yeni bir sosyal ve siyasal yapılanma öneriyordu.

3. Modernist İslamcı Akımlar (Senusilik)

  • Cezayir’deki Senusiler, Kuran'ı okumak ve yorumlamak her Müslüman’ın vazifesidir ve ona göre içtihat yapmak da görevidir görüşünü savunuyordu.
  • Bu yaklaşım, modernist bir yaklaşımdır ve çölden beklenmeyecek bir fikirdir.

III. Dini Kimlik ve Modern Eğitimin Karşıtlığı

Atatürk'ün hedeflediği hür düşünceli gençlik ile dinî grupların etkisi altına girmiş bir eğitim sistemi arasındaki fark vurgulanmaktadır:

  • Atatürk'ün Vasiyeti: Cumhuriyet, gençliği fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür yetiştirecek öğretmenlere emanet etmiştir.
  • Laiklik ve Eğitim: Laik bir yaklaşımla, eğitim kurumlarının yeniden düzenlenmesi ve ilmiyenin statü kaybı modernleşmenin bir sonucudur. Osmanlı'da bile menasıb-ı ilmiye (bilimsel makamlar) hatır gönülle değil, ilme göre verilmelidir ilkesi vardı.
  • Günümüzdeki Eleştiri: Kaynak başlıklarından birinde yer alan eleştirel ifade, Atatürk'ün yeni nesli öğretmenlere emanet ettiği halde, modern dönemde imamlara emanet edildiği yönündedir. Bu, eğitimdeki nitelik kaybını ve dinî grupların artan etkisini dolaylı olarak eleştiren bir bakış açısını yansıtmaktadır.
  • Hanedan ve Dinî Hareketler: Sürgündeki hanedan üyeleri hiçbir zaman devlet aleyhinde siyasi hareketler veya örgütlenmeler göstermemişlerdir.

Bu tarihsel ve sosyal analizler, dinî ve tarikat yapılanmalarının, Osmanlı'da merkeziyetçi otorite tarafından kontrol altında tutulmaya çalışıldığını ve Cumhuriyet'in kurucu iradesinin, eğitimi ve nesil yetiştirme sorumluluğunu tamamen laik, hür düşünceli öğretmenlere bıraktığını göstermektedir. Dini grupların siyasette ve toplumsal yapıda artan etkisi, modernleşmenin önündeki bir tıkanıklık ve entelektüel yozlaşma olarak görülmektedir.

 

Terör

Terör, kaynaklarda doğrudan modern anlamıyla bir ideoloji veya eylem olarak sıkça geçmese de, örgütlü şiddet, isyan, mukatele (karşılıklı boğazlaşma) ve otoritenin tehdit edilmesi bağlamında Osmanlı İmparatorluğu, Türkiye Cumhuriyeti ve diğer ülkeler mukayeseli olarak ele alınmıştır.

I. Genel Yaklaşım ve Kavramsal Çerçeve

Kaynaklar, Ortadoğu gibi büyük imparatorlukların ülkesi olan bölgelerde küçük toplum kültürlerinin yaşama şansı olmadığını ve küçük devletlerden birinin diğerleri üzerinde egemenlik kurduğunu belirtmektedir. Bu durum, bölgenin tarihsel olarak büyük sorunların yaşandığı bir ülkeler bütünü olmasını beraberinde getirmiştir.

Büyük Devletler ve Çatışmayı Kışkırtma:

  • Büyük devletler, etnik veya bölgesel sorunlarda bir yerde bir kıvılcım olduğu zaman onu alevlendirir.
  • Bir ısınma, kaşınma veya çatışma varsa, büyük devletler bunu kışkırtırlar.

Soykırım (Genocide) Kavramına Bakış:

  • Soykırım (genocide) suçu son derecede yaralayıcı ve damgalayıcı bir suç olarak nitelendirilir.
  • Türkiye tarihinde hiç kimsenin böyle bir suçu hak etmediği, bu tür eylemlerin katliam, kitle katliamı veya mukatele (karşılıklı boğazlaşma) gibi olaylarla mukayese edilemeyeceği vurgulanır.

II. Osmanlı İmparatorluğu ve Şiddet/İsyan

Osmanlı Devleti, güçlü bir merkezi otorite ve askeri nizam ile asayişi sağlamayı temel görevi olarak görmüştür, ancak iç ve dış unsurlardan kaynaklanan tehditlerle karşı karşıya kalmıştır.

1. İsyanlar ve Otoriteye Başkaldırı:

  • Klasik Osmanlı isyanlarının çoğunun arkasında ekonomik sebepler vardı.
  • Osmanlı'nın 'Şark Meselesi' haline geldiği son devirde, isyanlara dış hesaplar ve ecnebi desteği girmeye başlamıştır; örneğin Kabakçı Mustafa isyanında Rusya'nın manipülesi olduğu belirtilir.
  • Göçebe aşiretlerin tahrip ve yağması, Ortadoğu kırsal toplumunun tarih boyu en büyük derdi olmuştur. Özellikle Toroslar'daki aşiretler tahrir memurlarını katletmiş ve birbirleriyle kavga etmişlerdir.
  • Yol güvenliğini sağlamak, merkezi devletin tümüyle başarabileceği bir iş değildi. Bu nedenle eşkıya soygununun mümkün olduğu geçitler civarındaki köylülerin korunmasına bırakılırdı.

2. Otoriter Yapı ve Hukuki Kontrol:

  • Osmanlı yönetiminde, nizam-ı âlem (düzen) çok önemlidir ve devlet otoritesi neredeyse her şeyin önünde gelir.
  • Osmanlı Devleti, yerel yöneticileri gizlice teftiş (hufyeten tecessüs) etmekten sık sık söz etmiş ve bu gizli teftişi yaptırmıştır.
  • Sancak beyleri ve diğer mahalli idarecilerin halka zulmettiği konusundaki şikâyetler üzerine merkezin, durumun teftişi için güvenilir kadıları mehayif müfettişi adıyla gönderdiği bilinmektedir.

III. Türkiye Cumhuriyeti ve Yakın Tarihteki Çatışmalar

Türkiye Cumhuriyeti, Birinci Dünya Savaşı mağlubiyetinden sonra bir direniş gösteren ve konumunu hak eden hareketle kurulmuştur. Ancak kuruluş ve modernleşme süreci gerilimleri barındırmıştır.

1. Millî Mücadele ve Çete Unsurları:

  • İzmir'in işgali sırasında (15 Mayıs) Yunan kıtaatının askerî teamül ve disiplinden yoksunluğu dolayısıyla katledilen asker ve siviller olduğu belirtilir.
  • Millî Mücadele döneminde, Giresunlu Osman Ağa (Topal Osman) ve Ethem gibi yarı eğitimli ama kuvvetli ikna gücü olan liderlerin çeteleri vardı. Ethem'in siyasi hayatında fevkalade işler başardığı ancak bilinçsiz teşviklerle Ankara'daki kumandanlarla karşı karşıya gelerek nizami orduya katılmakta tereddüde ve başkaldırmaya itildiği ifade edilir.
  • Buna karşılık, ordunun bu başkaldıran unsurları bastırmış olması gerektiği belirtilir.

2. Siyasi Terör ve İç Çatışma Riski (TC Dönemi):

  • Yakın tarihin bir döneminde, hükûmet güçsüz olmasına rağmen, siyasî partileri ve Meclis dışı grupları terörize etmeyi amaçlayan ve vahim hukuk hataları içeren tehditlerin olduğu görülmüştür.
  • Toplumun dinamik olmasına rağmen, Türkiye'yi iç harbe götürecek eğilimlerin karşısında durulması gerektiği uyarısı yapılmaktadır, zira büyük bir kan diyeti ödetmemek önemlidir.
  • Toplumsal değişim sürecinde, insanların menfaat sağlama hevesiyle partilere, tarikatlara gruplaşmaların, FETÖ'cülük gibi oluşumların çok tutunmasının temelini oluşturduğu ve bu durumun toplumdaki yozlaşmayı artırdığı belirtilir.

IV. Diğer Ülkelerle Karşılaştırmalar

1. Timur ve Asyai Terör Taktikleri:

  • Timur'un askerî uygulamaları ile Osmanlı savaş ve fetih usulü arasında belirgin farklar olduğu görülmektedir.
  • Timur'un, direnen şehirleri ve kaleleri terörle korkutup ele geçirmek için kaygı taşımaması, Asyai, Cengiz Han'dan kalma bir âdettir. Moğol ordularının istilasının gaddarca tahrip edici, şiddetli, süratli ve karşı konulmaz olduğu belirtilir.

2. Balkan ve Orta Doğu Örgütlenmeleri:

  • Osmanlı İmparatorluğu’nda Türklerin siyasi muhalif örgütlenmesi (İttihat ve Terakki) en son gelirken, Yunan ayaklanması için Odessa’da Filiki Eterya’nın kurulduğu ve Bulgarların birtakım komitelerinin olduğu görülmüştür.
  • İttihat ve Terakki'nin modelinin, bu Balkan tipi komitelerin tarzına benzediği düşünülür.

3. Güncel İstikrarsızlık Örnekleri:

  • Ortadoğu dünyası büyük sorunların yaşandığı bir coğrafyadır.
  • Lübnan'daki durum (Maruniler, Dürziler, Şiiler, Sünniler arasındaki ayrışmalar), Orta Doğu haritasının kabul edilemeyecek bir gelişmesi olsa da, olayların bu yönde yakınlaştığını ve "olur mu olur" şeklinde değerlendirilebilecek istikrarsızlıkları gösterir.

Sonuç: Tarihsel süreçler boyunca Osmanlı Devleti, ordunun ve hukukun gücüne dayanarak iç ve dış isyanları kontrol altında tutmaya çalışmıştır. Türkiye Cumhuriyeti ise bu zorlu geleneği devam ettirirken, yakın tarihte otoriter eğilimlerin muhalif grupları terörize etmeye çalıştığı dönemler görmüştür. Ancak Türkiye, diğer Asyai kökenli devletlerin (Timur/Cengiz Han) kullandığı askeri terör taktiklerinden farklı bir yol izlemiştir. Günümüzde Türkiye, bölgedeki iç harbe götürecek eğilimlerin karşısında durması gereken, dinamik ama karmaşık bir sosyo-politik yapıya sahiptir.

Bu durum, adeta bir kazan kaynaması gibidir: Isı (ihtiraslar ve çıkar çatışmaları) ve dış müdahale sürekli olarak çatlaklardan sızarak toplumu huzursuz eder, ancak köklü devlet geleneği ve halkın direnci sayesinde bu kaynama büyük bir patlamaya dönüşmeden kontrol altında tutulmaya çalışılır.

Kürt Sorunu

Kürt sorunu, Kürtlerin ayrılma düşüncesi ve bu konudaki tarihsel isyanlar (Şeyh Sait ve Dersim) hakkındaki görüşler, kaynaklarda Osmanlı İmparatorluğu'nun etnik yapısı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş dönemi içindeki dinamikler bağlamında ele alınmaktadır.

I. Tarihsel Kürt-Türk İlişkileri ve Osmanlı Dönemi

Osmanlı İmparatorluğu, Türklerin imparatorluğuydu, ancak pek çok kavmi ve milleti içinde barındırıyordu. Bu imparatorlukta kültürel Türklüğe dikkat ediliyordu, kan Türklüğüne değil.

Selçuklu ve Osmanlı Kuruluş Dönemi:

  • Selçuklular döneminde, bölgedeki Kürtlerle olan ilişkinin ne kadar yakın olduğu tam olarak bilinmemektedir.
  • Eski Orta Çağ şehirlerinde belirgin bir Türk-Kürt beraberliğine (simbiyozis) dair kanıt yoktur; Kürtler o zamanlar ziraattan çok göçebelikle uğraşmışlardır.
  • Osmanlı İmparatorluğu'nda, Yavuz Sultan Selim döneminde en önemli konulardan biri Sünni Kürtlerin topluma entegrasyonu olmuştur. Bu entegrasyon, aşiretlerin kendi mali ve özerk yapısı içinde gerçekleşmiş ve aşiretlerin devlete karşı belirli görevleri olmuştur.

Etnik Kimlik ve Ayrımcılık Düşüncesi:

  • Kaynaklar, Kürt-Türk çatışmasının ırkçı anlamda yaratılmaya çalışıldığını, ancak Türkiye'de klasik anlamda Batı'da ve Balkanlar'da görülen türden ırkçılıktan söz etmenin mümkün olmadığını belirtir. Batılıların bu konuda ileri tahminlerde bulunduğu, ancak provokasyona gelinmediği, zira böyle bir havanın olmadığı ifade edilir. Bu durum, Osmanlı'dan kalan önemli bir miras olarak değerlendirilir.
  • Türkiye'nin Türklüğü, Müslümanlığın şemsiyesi altında kendini Türk diye ortaya koyan çeşitli etnik grupları kapsar.

II. Cumhuriyet Dönemi İsyanları

Cumhuriyetin kuruluşunda, otoriter yapıyla belirli kabiliyetteki dar bir grubun teşkilatlandığı bir tarz-ı idare söz konusuydu. Bu dönemde Doğu'da çıkan isyanlar farklı niteliklerde ele alınmıştır:

A. Şeyh Sait İsyanı (1925)

Şeyh Sait İsyanı'nda, olayın temelinde sadece yerel itaat meselesi bulunmaz.

  • Bu isyanda, Kürtçülük yapan grup ve görüşler ile bunlardan destekçi ve akıl verenler de vardır.
  • Bazı Kürtlerin, kendilerine başta özerklik sözü verildiği ancak bu sözün tutulmadığı iddiası bulunmaktadır.

B. Dersim İsyanı (1937–1938)

Dersim olaylarında ise motivasyon farklıydı.

  • Dersim olaylarında hâkim olan unsur Kürtçülük değil, yerel isyandır.
  • Burada söz konusu olan, yerel bir grubun itaatsizliğidir.
  • İsyan, vergi meselesinden çıkıp büyüyen bir direnişe karşı genç Cumhuriyet'in gösterdiği tahammülsüzlükten kaynaklanmıştır.

III. Günümüzde Kürt Sorunu ve Ayrılma Düşüncesi

Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu'nun devamıdır. Bu devamlılık, Türkiye'nin kendine özgü sorunlarını ve dinamizmini beraberinde getirir.

1. Ayrılma Düşüncesi ve Etnik Ayrılık Noktaları:

  • Ülkede esas olarak kendi sorunlarımızla ilgilenmemiz gerekiyor.
  • Türkiye'de etnik bölünmenin yanı sıra, çok kesin ayrılık noktaları mevcuttur. Örneğin, İslam'da ruhani bir teşkilat (kilise) olmamasına rağmen, var olan fıkıh mezhepleri farklı yaşam tarzlarını beraberinde getirmektedir.
  • Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılışında dahi içindeki ana unsurun (Türk unsurun) Rumeli'deki vatanını kaybetmesi çok önemli bir kayıptı. İmparatorluklar yıkılır, ancak doğru dürüst tasfiye edilen bir imparatorluk anavatanı kurtarır.
  • Türkiye'nin dinamik bir toplum olduğu ve çok şeyler başaracağı inancı mevcuttur. Ancak ülkeyi iç harbe götürecek eğilimlerin karşısında durulması gerekmektedir.

2. Köken ve Kimlik:

  • Türkiye, hâkim etnik gruba göre, başkalarının verdiği bir isimdir (Turchia). Cumhuriyet, Türk adını, Türk kimliğini herkes için ortak olarak kullanma eğilimindedir.
  • Türkiye'de Kemalist milliyetçilik modern, kan bağına dikkat etmeyen, doğrudan doğruya kültüre bağlı bir Türkçülüktür. Buna uyum sağlamayan bir Türk vatandaşını Cumhuriyet kabul etmez. Lozan'da tespit edilen gayrimüslimler ise istisnadır; onların kendi din ve kültürlerine devam etmelerine müsaade edilmiştir.

3. Coğrafi ve Tarihsel Sorumluluk:

  • Türkiye, bir imparatorluğun bakiyesi üzerinde bulunduğu için kabuğuna çekilemez. Burası Lüksemburg Dükalığı değil, bazı sorumluluklarımız vardır.
  • Ortadoğu'nun küçük devletlerin yaşama şansı olmayan kurak topraklarında, bir küçük devletin diğerleri üzerinde egemenlik kurduğu karmaşık bir yapısı vardır. Türkiye, bu sorunlu coğrafyanın bir parçasıdır.

4. Eski ve Yeni Durumların Karşılaştırılması:

  • Eski Durum: Loncalar ve esnaf, Osmanlı İmparatorluğu'nda ülkenin çeşitli dil, din, töre ve gelenekleriyle diyalog kuran ve bu renkliliği özünde toplayıp yaşatan tabakaydı. Lonca kültürü, kentsoylu sınıfının ulusal temelini hazırlayabilirdi.
  • Yeni Durum: Günümüzde, etnik bölünmenin yanı sıra, din birliğinden de söz edilememektedir. Birleştirici olmaktan ziyade, çok kesin ayrılık noktaları mevcuttur. Toplum, bu büyük değişimin getirdiği sancıları hâlâ yaşamaktadır.

Sonuç olarak, kaynaklar Kürt sorununu tarihsel bir entegrasyon meselesi olarak ele almakta; Şeyh Sait İsyanı'nın Kürtçülük fikriyle bağlantılı olduğunu, Dersim İsyanı'nın ise daha çok yerel itaatsizlik ve vergi meselesinden kaynaklandığını vurgulamaktadır. Ayrılma düşüncesine karşı ise Türkiye'nin köklü devlet geleneği ve kültürel milliyetçiliğe dayanan bütünleştirici yapısı öne sürülmektedir.

1. 1947 Üniversite Olayları ("Büyük Darbe")

Kaynaklar, bu iki dönemi, özellikle Atatürk'ün kültürel atılımlarının halefleri tarafından anlaşılamaması ve nitelikli eğitimin siyasete kurban edilmesi bağlamında ele almaktadır.

Kaynaklar, 1947'deki üniversite olaylarını, Atatürk'ün kurduğu eğitim kurumlarına vurulan en ağır darbelerden biri olarak nitelendirmekte ve bu durumu dönemin iktidar çevrelerinin Kemalist atılımları anlayamamasının bir sonucu olarak görmektedir.

Olayların Niteliği ve Etkileri:

  • Kemalizm’in kurduğu üniversiteler, 1947’de CHP yönetiminden büyük darbe yemiştir.
  • 1947 yılının meşum üniversite olayları (Tan olayları ile birlikte anılmaktadır), Türkiye'de iktidar çevrelerinin Atatürk'ün büyük iddia ve heyecanını anlayamadığını göstermiştir.
  • Bu olaylar nedeniyle üniversiteler çok ağır sarsıntılar geçirmiş ve kurumlaşmış sağ-sol çatışması bu noktada başlamıştır.
  • Yaşananlar, hazin üniversite olayları ve Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde (DTCF) bir sarsıntı yaratmıştır. Bu olaylar neticesinde, üniversitelerin sarsıntı geçirmesiyle birlikte gelen yabancıların büyük ölçekte geri döndüğü ve o müesseselerin günümüzde bile nasıl doğduğunu anlamadan eriyip gitmeye başladığı belirtilmiştir.
  • Edebiyat Fakültelerinin (DTCF) bugünkü hali, bu erimeyi gösteren bir sonuçtur.

Uzaklaştırılan Akademisyenler ve Sorumluluk:

  • 1947 olayları, Atatürk’ün kurduğu partinin [CHP’nin] ve hükümetin kusurudur.
  • O dönemde DTCF'yi sarsan olaylar sonucunda Landsberger, Walter Ruben, Wolfram Eberhard gibi Alman hocalar ile Muzaffer Şerif, Pertev Naili Boratav, Behice Boran ve Niyazi Berkes gibi yerli akademisyenler uzaklaşmak zorunda kalmışlardır.
  • 1947 Türkiyesi'ndeki CHP'nin, 1933 Atatürk Türkiyesi’nden kopuk ve bağnaz bir zihniyete girdiği ifade edilmiştir.
  • Olayların, sağ-sol meselesi değil, daha çok muhafazakâr kanat hocalarının (örneğin hukukçu Vasfi Raşid Sevig’in "görülmemiş edepsizlik" olarak vasıflandırdığı) baskıları ve yöneticilerin gereken cesareti gösterememesi sonucu yaşandığı belirtilir.

2. 1970'lerde Eğitim Enstitülerinin Kapatılması/Dejenere Edilmesi

Kaynaklarda Bülent Ecevit'in genel liseleri kapattığına dair doğrudan bir ifade bulunmamaktadır. Ancak 1970’li yıllarda Türkiye’nin eğitim sisteminde nitelikli öğretmen yetiştirme programlarının sona erdirildiği ve bu durumun politikacılar tarafından gerçekleştirilen yanlış ve dar politikalar sonucu olduğu eleştirisi güçlü bir şekilde yer almaktadır.

  • Eğitim Enstitülerinin Dejenere Edilmesi: Gazi Eğitim Enstitüsü, Çapa Eğitim Enstitüsü gibi önemli öğretmen okullarının 1970’lerde tamamen yanlış ve dar politikalar yüzünden mefluç hale getirildiği (işlevsizleştiği) belirtilmiştir.
  • Yanlış Politikaların Sonuçları: Atatürk'ün ilk dönemlerinde çok önem verilen teknik öğretmen yetiştirme programları 1970’lerde kesintiye uğramıştır. Türk sanayii, yardımcı teknik elemana sahip olamamıştır.
  • Mustafa Necati Bey’in Sistemi: Cumhuriyet’te maarifin bir numaralı ismi olan Mustafa Necati Bey’in getirdiği eğitim enstitüleri, 1970’lere kadar dayanmıştır. Ancak bir an geldiğinde sistem dejenere olmuş, öğretmenler üç ayda mezun edilmeye başlanmıştır. Bu durum, çarıklı erkânıharp tipinin üst makamdaki icraatının bir sonucu olarak görülür.
  • Kurnaz Politikacılar: Eğitim enstitüleri 1970’lerde kurnaz politikacılar yüzünden laçkalaşınca bu fırsat kaçmış ve sistem ortadan kalkmıştır.
  • Nitelik Kaybı: Bu durum, eğitimin kalitesini düşürmüş ve ehliyetsiz bir elitin ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Bülent Ecevit Bağlamı: Bülent Ecevit, 1970’li yıllarda siyasi muhalefeti CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’ye ve askerlerle işbirliği yapan diğer siyasilere karşı yürütmüştür. Ecevit, 1974’te Erbakan ile birlikte Kıbrıs Çıkartması gibi maliyetli ve radikal kararı alan liderlerdendi. Ayrıca Ecevit hükümeti sayesinde 1974 affıyla Osmanlı Hanedanı üyeleri Türkiye’ye dönme hakkı elde etmişlerdir. Ancak 1970'lerdeki eğitim enstitülerini dejenere eden politikacılar arasında, Ecevit'in eğitim kurumlarını kapatma gibi spesifik bir eylemine kaynaklarda değinilmemiştir; genel olarak bu dönemdeki eğitim kurumlarının tahribi, yanlış ve dar politikalar ve kurnaz politikacılar yüzünden gerçekleşen bir felaket olarak eleştirilmiştir.

 

Bu iki olay, Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki kültürel alandaki eski atılım ve heyecanın ve nitelikli öğretmen yetiştirme geleneğinin sona erdiği, yerine ehliyetsiz bir elit ve siyasete alet edilmiş kurumların geldiği dönemler olarak görülür. Bu, adeta bir kuyudan su çekme sisteminin bozulması gibidir: Atatürk döneminde kurulan modern kuyular (üniversiteler ve enstitüler) suyu (nitelikli insanı) yukarı taşıyordu, ancak 1947'de ve 1970'lerde atılan yanlış adımlarla bu kuyuların mekanizması paslanmış ve kurumlar işlevsizleşmiştir.

Adnan Menderes Dönemi

Adnan Menderes dönemi, 27 Mayıs 1960 Darbesi (İhtilali), bu olayların eleştirisi, sorgulanması ve 12 Eylül 1980 Darbesi hakkındaki görüşleri kaynaklara dayanarak sunuyorum.

I. Adnan Menderes ve Siyasi Hayattaki Yükselişi

Adnan Menderes, Atatürk’ün gençlik döneminde dikkatini çekmiş, ekonomik görüşleriyle öne çıkmış ve Anadolu’daki çiftçi kitlelerinin desteğini kazanmış bir siyasetçidir.

Atatürk ile Tanışması ve İlk Kariyeri

  • Atatürk, İttihatçıların menfi (olumsuz) taraflarından nefret ederdi ve bu hizipçilikten çatışarak kenara çekilmişti.
  • Serbest Fırka'nın kapatılmasından sonra Aydın’a gelen Atatürk'e, o zamanlar sadece Adnan Bey olarak bilinen muhalif bir gençten şikâyet edenler olmuştur.
  • Adnan Bey, boş bir insan değildi; yedek subay olarak askerlik yapmış, İstiklâl Madalyası almış ve Amerikan Koleji'nde okumuştu.
  • Menderes, memleketin halini, çiftçinin durumunu, ihmali ve bürokrasinin tutumunu anlatmaya başlayınca Atatürk'ün tavrı değişmiş. Atatürk, Menderes'in görüşlerini bir layiha (yazılı rapor) halinde istemiş ve sonraki dönemde onu Aydın'dan mebus listesine koydurmuştur. Bu, Atatürk’ün toleranslı bir tavrı ve iş bilir insan arayan bir zihniyeti gösterir.

Ekonomik İcraatları ve Karakteri

  • Menderes, Aydın’ın çiftlik ağası olarak bilinen, Anadolu elitinin ilklerindendir.
  • Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu tartışmalarında, Menderes arazi bölüştürmenin mantığını sorgulamış ve zirai makineleşmeyi teşvik etme gereğini savunmuştur.
  • Menderes döneminde yol vergileri kaldırılmış ve bu durum insanların ne kadar rahatladığını gösterdiği için köylüler Menderes'i karşılamak üzere yollara akın etmişlerdir.
  • Toprak Mahsulleri Ofisi'nin yaygın olarak kurulması ve yol ağının şose ve asfalt olarak genişlemesi Menderes’in icraatıdır. Bu, Anadolu’yu karanlıktan, toprağı çatlamaktan kurtaran bir rol olarak görülür.
  • Menderes, Türkiye'yi seven, çalışkan ama bazı konularda eksikleri olan  bir adamdı.
  • Menderes'in etik duruşu önemlidir: Başbakan olduğu dönemde oğullarından birinin yurtdışında hesap açtırmak istemesi üzerine onu azarlamış ve "Bir başvekilin çocuğunun yabancı bankada hesabı olamaz!" demiştir.

İstanbul Eleştirileri

  • Menderes, İstanbul için bir kâbus idi.
  • Kendisi, geleneksel Anadolu'dan destek alan ama o Anadolu’nun siluetini görmek istemeyen bir başbakandır.
  • İstanbul'da Vatan ve Millet caddeleri açılırken yapılan yıkımlar (konaklar ve bahçeler) sırasında insanlar üzüntü yaşamış. Menderes döneminde eserler yıkılırken bazıları "Aferin, şehir açılıyor" diyerek desteklemiş olsa da, bu yıkımlar sırasında yıkılan mescitlerin fotoğrafını bile çekme gereği duyulmamıştır.

II. 27 Mayıs 1960 İhtilali (Darbesi) ve Sorgulamaları

27 Mayıs Darbesi, ordunun bir hizbi tarafından gerçekleştirilmiş, hukuki ve toplumsal açıdan ağır eleştirilere maruz kalmış bir olaydır.

Darbenin Koşulları ve Hukukî Durumu

  • Eğer hükümet içinde bazı konularda anlaşmazlık olmasaydı, Ali Fuat Başgil gibi akil bir hocanın mütalaası dinlenseydi, erken seçime gidilseydi ve seçim kanununda düzeltme yapılsaydı, bu iş (darbe) olmazdı.
  • 27 Mayıs sabahı radyolarda Albay Alparslan Türkeş'in sesinden "NATO’ya bağlıyız ve inanıyoruz. CENTO’ya bağlıyız ve inanıyoruz" bildirisi tekrarlanmıştır. Darbenin ilk bildirisi solculuktan çok uzaktı, hatta karşıydı.
  • Yassıada duruşmaları, hiçbir hukukçunun onaylayamayacağı biçimde yürüyordu.
  • Darbe öncesinde hükûmet güçsüz olmasına rağmen, siyasî partileri ve Meclis dışı grupları terörize etmeyi amaçlayan ve vahim hukuk hataları içeren tehditlerin olduğu görülmüştür.
  • 1961 Anayasası'nın girişi, 27 Mayıs harekâtını ve onu yapanları meşrulaştıran şiirsel bir metin içeriyordu.
  • Cumhuriyet'in kurulduğu dönemden itibaren var olan eski memurları ayıklayan tensikat komisyonları (27 Mayıs ve 12 Eylül'de olduğu gibi) bu süreçte de kullanılmıştır.
  • Bir başvekilin (sadrazamın) idam edilmesi durumu, Prof. Reşad Kaynar tarafından tarihsel süreklilik bağlamında ele alınmış ve idam edilen son sadrazamın bir anlamda Menderes olduğu söylenmiştir.

Darbenin Eleştirisi ve Sonuçları

  • 27 Mayıs, bazı yönleriyle abartılı ve haksız bir hareket olarak görülmüş, darbeciler kadar kışkırtılmış kitlenin tavırları da benimsenmemiştir.
  • Darbenin hemen ardından muhalefet partisi kapatılmış ve bir hafta sonra patlayan Menemen olayı, muhalefetin susturulmasına taraftar olan gerici akımın kuvvetinden korkan yöneticilerin işine yaramıştır.
  • Darbe, ekonomik olarak zor durumda kalan Menderes'in Amerikan kredisi alamadığı için Rusya’ya yanaştığı yönündeki söylentilerle ilişkilendirilmiştir, ancak bunun tarihi hakikati Amerikan arşivlerinden çıkana kadar spekülasyon olarak kalmıştır.

III. 12 Eylül 1980 Darbesi ve Askerin Durumu

12 Eylül 1980 Darbesi, 27 Mayıs'tan farklı olarak komuta zinciri içinde gerçekleşmiş ve kaotik bir toplumsal durumun sonucu olarak görülmüştür.

Darbe Ortamı ve Gerekliliği

  • 12 Eylül harekâtı, Türkiye tarihindeki dördüncü askerî darbedir.
  • 1980 darbesinden çok kimse hoşlanmasa da, darbeden önce sokakları kan götürmeye başlamıştı ve birçok kişi (sağcı, solcu veya orta yolcu) ölüm listelerindeydi.
  • Darbe, Batı ittifakı ve ordunun iç terfi düzeni nedeniyle çok partili hayata geçişi sağlamıştır.
  • Avrupa televizyonları dahi 12 Eylül sabahı bu darbeyi beklenilen müspet bir müdahale olarak vermiş, oradaki vatandaş kitlesi "Geç bile kaldılar" ifadesini kullanmıştır.
  • 12 Eylül harekâtı tasvip edilmese de, Türkiye’nin zaafları dolayısıyla kaçınılmaz bir tarihi olay olduğunu kabul etmek zorundayız.

Askerî Yönetim ve Halkın Tepkisi

  • 12 Eylül, emir ve komuta zinciri içinde yapılmış bir harekâttır.
  • Askerî rejim, çok açıktır ki sağı da solu da hizaya getirmek niyetindeydi.
  • Darbe sonrasında halk, pek tasvip edilmeyen bir anayasa metni olmasına rağmen, Anayasayı reddetmenin daha büyük sorunlar yaratacağını görerek yüzde 92 oranında "evet" demiştir. Bu oran, 1961 Anayasası'na verilen oylardan daha yüksekti.
  • 12 Eylül sonrasında Türkiye'de münevver takımı, her darbede "toptan sopa" yediğini görerek bir diyalog ve yakınlaşma sürecine girmiştir. Bu, aydınların bilgi ve zenginleşmeye yönelmesini sağlamıştır.

Askerin Genel Durumu

  • Osmanlı İmparatorluğu'ndan Türkiye Cumhuriyeti'ne kalan en büyük özellik, eski bir imparatorluğun askerî ve bürokratik geleneğine dayanıyor olmasıdır.
  • Atatürk döneminde, askerî müdahaleleri önlemek için askerlikle idari görevler arasına kesin sınırlar çekilmişti (askerlerin mebus olamaması gibi).
  • Ancak 1908'den beri, Türkiye'nin modernleşmesini teşkil eden her hareketin arkasında askerî darbeyi görüyoruz. Bu, sağlıklı bir vatandaş değerlendirmesiyle bağdaşmayan bir tutarsızlık olarak da nitelenir.
  • Darbelerden önceki siyasal sistem tıkanmaları, sivil yönetimin ne kadar ham ve hazırlıksız olduğunu göstermektedir.

Bu darbeler zinciri, tıpkı Osmanlı askeri nizamının toprak rejimine gösterdiği etkinin modern bir yansıması gibidir; ordu, idari mekanizmanın ve toprak rejiminin (siyasi sistemin) düzenini korumak için vazgeçilmez bir güç olarak kabul edilse de, zaman zaman bu gücün sivil hayata müdahalesi (27 Mayıs'ın hukuki hataları ve 12 Eylül'ün zorunluluğu) ile siyasi sistemde kalıcı kırılmalar yaratılmıştır.

Prof. Dr. Celal Şengör

İlber Ortaylı'nın Celal Şengör ile olan entelektüel etkileşiminin sınırlarına dair net bir bilgi sunmaktadır. İlber Ortaylı, kendisinin uzmanlık alanı olmayan konularda tartışmaktan kaçınma ve haddini bilme ilkesine sahiptir.

Bu bağlamda, Ortaylı kendi cehaletini kabul ettiği konulara örnek verirken şunu belirtmiştir:

  • "Benim cahil olduğumu kimse anlamıyor. Karışmıyorum çünkü. Sen hiç benim tıp üzerinde konuştuğumu duydun mu? Ya da icra/iflas meselelerinde. Böyle şeyler yapmam. Ya da Celal Şengör’le jeoloji tartıştığımı ... Ancak soru sorarım ben ona".

Bu ifade, Ortaylı'nın, Şengör'ün uzmanlık alanı olan jeoloji gibi konularda onunla tartışmak yerine, sadece soru sormayı tercih ettiğini göstererek, aralarındaki saygıya dayalı uzmanlık ayrımını ortaya koymaktadır.

 

Cemil Meriç

Kaynaklarda, Cemil Meriç'in adından özellikle tesamuh (hoşgörü) kavramını ele alış biçimi bağlamında bahsedilmektedir.

Cemil Meriç'in bu konudaki yaklaşımına dair sunulan düşünceler şunlardır:

  • Meriç, tesamuh kavramını "bayağı yeni bir müessese olarak geliştirmektedir".
  • Bu yaklaşım, yani geniş bir birlikte varoluş (coexistence), geniş karşılıklı anlayış ve karşılıklı bir arada olma durumunun adının tesamuh olarak konması, aslında merhum Cemil Meriç'in bir temennisinden ibarettir.
  • Bu geniş bir arada olma halinin adının tesamuh olarak konulması, merhum Cemil Meriç'in kafasında vardır.
  • Ancak kaynaklar, geçmişte (tarihte) bu olayın adının tesamuh diye ifade edilmediğini de belirtmektedir.
  • Ayrıca, Cemil Meriç'in bu konudaki yorumları, toleransın hoşgörü olmadığını söyleyen başka düşünürlerin (örneğin Hüseyin Batuhan) görüşleriyle aynı bağlamda değerlendirilmektedir.

 

Kadir Mısıroğlu

Ayrıca, tarihî roman ve kurgu eserlerde yapılan hatalara dair somut örnekler ve metodolojik değerlendirmeler mevcuttur.

I. Kadir Mısıroğlu ve Benzeri Tarihçiler Hakkındaki Görüşler

Kaynaklar, resmî ideolojik veya popülist olsun, olayları tek bir kalıba sığdırmaya çalışan ve bilimsel metodolojiden uzaklaşan tarih yazımını eleştirmektedir.

1. İdeolojik ve Yanıltıcı Tarih Yazımına Yönelik Eleştiriler

  • Türk tarih yazımını belirli bir ulusalcı iklimin etkisi altına aldığı, bunun bazı kalemlerde aşırı ölçülere varan bir moda olduğu gerçektir.
  • Türk tarihi üzerine yapılan yorum çabalarında, yakın geçmişin haksızca karalandığı cumhuriyetçi bir anlayışa ya da romantik bir yaklaşımla Asya bozkırlarına uzanıldığı ve efsanevî açıklamalara başvurulduğu tekrarlana gelmiştir.
  • Tarihçinin, tezini mesnetsiz laflarla, vesikasız iddialarla veyahut yanlış, saptırılmış vesika kullanımlarıyla desteklememesi gerekir; bu büyük bir tehlikedir.
  • Tarih yazımında karşılaşılan bu iki zıt eğilim (belge fetişizmi ve sapkın tarih yazımı) işi zorlaştırmaktadır.
  • Toplumdaki hakikat dışı yakıştırmalar ve sapkın tarih yazımı merakı, halkta bir tepki yaratmış ve bu durum, özellikle gençlerin Atatürk’ün Nutuk’u gibi eserlere yönelmesine neden olmuştur.

2. Bilgi ve Denetim Eksikliği

  • Bazı tarihçiler, dünya tarihi ya da imparatorluğun ne olduğu bilgisine sahip değildir; örneğin, bazıları Roma’yı "Romalı Perihan" zannetmektedir.
  • Tarihçi olmayan bazı kimseler, tarihi yorumlarken olaylara sadece yüzeyden bakıp, gülünç yorumlar yapmışlardır.
  • Toplumun dinamizm kazanmasıyla birlikte, bir tarihî oyun veya roman ortaya çıktığında insanlar artık o kadar safdil değildir ve "Bu doğru mu?" diye sormaya başlamışlardır. Bu sorgulama, toplumda bir hareketliliğe neden olmuştur.
  • Türkiye'nin yakın tarihini, uygulanmış belge ve dedikodularla bir satranç turnuvasına çeviren tarih dedikodularının ciddiyetten uzak olduğu ima edilir.

II. Tarihî Romanlarda Yapılan Hatalar

Tarihi romanlar, okuyucunun merakını artırsa ve toplumsal dinamizmi tetiklese de, kaynaklar bu tür eserlerde sıkça rastlanan kurgusal hatalara ve bilimsel gerçeklere aykırı durumlara dikkat çekmektedir.

1. Kurgusal Yanılgılar ve Romantizm Hataları

  • Kür Şad Meselesi: Kür Şad ismi, bir romandaki kahramanın adıdır. Tarihi gerçeklikte bu kişinin adı Jie-shı-şuay yahut Chie-shih-shuai olarak geçer. Nihal Atsız, romanı yazarken bu ismi Kül Tegin’den ‘Kür’ ve Bilge Kağan’ın ilk unvanı olan ‘Şad’ kelimelerini birleştirerek türetmiştir.
  • II. Murad ve İstanbul Kehaneti: II. Murad’ın, hocası Hacı Bayram-ı Veli’ye İstanbul’un fethini sorduğu ve onun da cevaben "Bu, bize nasip olmayacak ama şu beşikteki bebeye ve şu eşikteki köseye nasip olacak" (Fatih ve Akşemseddin'i kastederek) dediği hikâyesi tamamen tarihî romantizmin kurgularıdır ve kronolojik olarak alakası yoktur.
  • Aynı Hocadan Ders Alan Üçlü: Nizamülmülk, Ömer Hayyam ve Hasan Sabbah'ın aynı dönemde, aynı hocadan ders almış oldukları iddiası tarihi gerçeğe aykırıdır ve bir roman kurgusudur.
  • Yanlış Tasvirler: Osmanlı Kuruluş Devri ile ilgili yazılan romanlarda, yazarın bilgiyi eksik hatırlaması veya abartması sonucu hatalı tasvirler ortaya çıkabilmektedir. Örneğin, erken Osmanlı kaynaklarında "öküz artı ağaç eşittir Rumeli fütûhatı" gibi romantik bir hikâye geçmez; bu tür hikâyeler, kaynaklardaki kayıtsızlık sorununa vurgu yapılırken abartılarak sunulabilir.
  • Karakter Yanılgıları: Namık Kemal’in Cezmi romanına ilham veren Adil Giray’ın, Şah’ın karısı ve kız kardeşleriyle zina yaptığı iddiası (Safevî sarayında esirken) dönemin saray pratikleri ve âdetleri içinde gelişebilecek bir durum değildir ve doğruluğunun araştırılması gerekir.

2. Metodolojik ve Niteliksel Eksiklikler

  • Yüzeysel Bilgi: Tarihî roman yazmak için oturup birkaç ansiklopedi maddesi yahut bir iki kitap/makale okuyup hemen bir tarihî roman yazmak, eserin satmasına neden olabilir, ancak istikbalde bir şey yazılamamasına yol açar.
  • Sınırlı Sosyal Bilgi: Tarihi romanlarda, özellikle kadının ve erkeğin toplum içinde nasıl karşılaştığı ve konuştuğu (diyalog ortamı) gibi unsurların eksik olduğu görülür, zira yazarın bu sosyal bilgiden yoksun olduğu anlaşılmaktadır. Bu eksiklik, romanın zengin anlatım ortamından yoksun kalmasına neden olur.
  • Redaksiyon Sorunları: Yüksek hacimli eserlerde (örneğin Yaşar Kemal’in eserlerinde olduğu gibi) folklorik unsurların ve gereksiz terimlerin okumayı zorlaştırması gibi sorunlar, edebi denetim (redaksiyon) yoluyla giderilmeye çalışılır.
  • Kalitesizlik: Türkiye’de yazılan tarihî roman türü fazla gelişkin değildir ve yayımlanan eserlerin arasında çok kötülerinin olduğu belirtilmiştir.

Osmanlı Arşivleri

Osmanlı ve Cumhuriyet dönemindeki arşiv ve kültür mirası yönetimine dair kritik sorunları, idari aksaklıkları ve uluslararası karşılaştırmaları kapsamaktadır. Kaynaklar, bu konularda özellikle envanter ve tasnif eksiklikleri, bürokratik ihmaller ve saray arazisi üzerindeki baskılar hakkında ayrıntılı bilgiler sunmaktadır.

I. Osmanlı Arşivlerinin Durumu ve İngiltere ile Karşılaştırma

Kaynaklar, Osmanlı arşivlerinin satılması veya geri getirilmesi konusunda doğrudan bir olaydan bahsetmemektedir; ancak, arşivcilik şuurundaki noksanlık ve Batılı devletlerin arşiv yönetimine dair üstünlüğü ima edilmektedir.

1. Arşiv Şuurundaki Noksanlık

  • Devlet evrakının muhafazası konusunda tarihçi bir şuur noksanlığı, sadece Cumhuriyetçilere veya yeni harf nesillerine mahsus değildir.
  • Osmanlı bürokrasisi, devlet evrakını mali ve idari işlemin gereği olarak saklamış olsa da, bunun tarih malzemesi olacağı bilinci bazı kimseler dışında pek yaygın görünmüyordu.
  • Arşivlerin tarihî değeri üzerinde durmak ve Hazine-i Evrak'ı ve Topkapı arşivlerini derleyip taşımaya teşebbüs, son Osmanlı asrına özgü bir eğilimdir.

2. İngiltere ve Batı ile Karşılaştırma

  • Kaynaklar, özellikle İngiltere'de değil, Almanya'daki dışişleri bakanlığı arşivlerinin açık ve düzenlenmiş olduğunu belirtirken, Osmanlı Hariciye Arşivi'nin hala yeni tanzim edildiğini vurgulamaktadır.
  • Yurtdışındaki Osmanlı çalışmalarındaki en büyük eleştiri, Anglo-Sakson dünyasının Türkçe okumamasıdır. Bu durum, Türkçe birincil ve ikincil kaynakların kullanılmamasını getirir.
  • Dış dünyada tarihçiliğimizin saygınlığını artırmak için, hiçbir Avusturya veya Macar tarihçi delegasyonunda rastlanmayacağı şekilde, Türkiye'de arşivcilerin yayın yapmalarının yasaklanması gibi garip tedbirlere son verilmesi gerektiği belirtilmiştir.

II. Arşivlerin Tasnifinde Gelinen Nokta

Arşivlerin tasnifinde önemli adımlar atılmış, özellikle bazı kritik olayların bu süreci hızlandırdığı belirtilmiştir.

  • Uzman Kadro Yetiştirme: Başbakanlık Arşivleri, Mithat Sertoğlu zamanından beri kendi uzmanını yetiştiren nadir millî kurumlarımızdan biridir ve bu yapısı gittikçe kuvvetlenmektedir.
  • Arşivcilerin Rolü: Ankara'daki bürokrasi bu gerçeği geç de olsa anlamış; arşivciler arşiv belgelerinin tasnifi ve korunması ile görevlendirilmiştir.
  • Yayın Faaliyetleri: Korunmaya, şüphesiz belgelerin neşri de girer. Neşredilen orijinal belgelere okuyucunun eli değemez, bu orijinal vesikanın tahribini önler. Ayrıca çok müracaat edilen belgelerin basım ve neşriyatıyla her yerde tetkikçilere ulaşması sağlanır, bu da belgenin daha sağlıklı olarak tetkikini sağlar.
  • Katalizör Olaylar: Türkiye arşivlerindeki atılım, Hasan Celal Güzel’in müsteşarlığı dönemine rastlar. Ayrıca Ermenilerin suikastlerinden sonra arşivlere ilgi artmıştır ve Ermeni tartışmalarına cevap vermek uğruna arşivler bir bakıma önem kazanmıştır.
  • Şer'iyye Sicilleri: İstanbul ve civarının şer'iyye mahkemesi sicilleri, Sultan Abdülhamid'in kendisinin yaptığı dolapların içinde durur. Bu siciller, Osmanlı tetkiklerinin filolojik yönden en çetrefilli malzemesidir.

III. Topkapı Sarayından Çalınan Eserler ve Envanterin Gecikmesi

Topkapı Sarayı, içindeki hazinelerin ve arşivlerin zenginliğiyle eski imparatorluğun evi ve en büyük sarayıdır. Çalınan eserlere dair kesin bir bilgi olmamakla birlikte, Saray'ın karşılaştığı yönetimsel zorluklar ve arazi gaspı envanter ve korunma sorunlarının temelini oluşturur.

1. Envanter Çıkarma ve Gecikme Nedenleri

  • Mekân Darlığı: Topkapı Sarayı bir müze olarak zorlanmaktadır, çünkü sayısız malzemenin teşhiri ve depolanması için yeni yerlere ihtiyaç vardır.
  • Arazi Gaspı ve Bürokratik Engeller: Milli varlığını ve eski eserlerinin kapasitesini tanımayan birtakım gruplar ve kamu kuruluşları hâlâ saray arazisinden yer almak peşinden koşuyorlar.
    • Sarayın elinden alınan binalar vardır, Darphâne gibi. Darphane binası şu anda hiçbir şey yapılmadığı hâlde bir vakfa aittir. Bu durum, Saray'ın yer sıkıntısı çekerken, Darphane'nin yer almak isteyen Tarih Vakfı tarafından kullanılması gibi mahkemelik sorunlara yol açmıştır.
    • Kütüphane sorunu: Sarayda yazmaların saklanacağı başka bir yer olmadığı için, kütüphane için uygun yer olan Enderun Ağaları Camii'nin kubbesindeki çatlağın tamiri bile (cami olarak kullanılması şartıyla onarım izni gibi) bürokratik engellere takılmıştır. Yazmaların geçici olarak Darphane'de saklanması en uygun olsa da, Tarih Vakfı buradan çıkmamaktadır.
  • Nakil Zorunluluğu: Osmanlı Sarayı'ndaki bazı eserlerin bir an evvel kurulacak millî bir müzeye nakledilmesi gerekiyor. Kumaş koleksiyonları da dâhil olmak üzere, teşhir ve depolama için ayrı binalara taşınması gereken koleksiyonlar vardır.
  • Saray Arazisinin Yağmalanması: Saray arazisinin, Sirkeci Demiryolu İstasyonu'nu içeren tüm alanı kapsadığı ve bu arsaların daha önce yeterince yağmalanmış olduğu belirtilmiştir. Demiryolunun kaldırılmasıyla bu alana Topkapı Sarayı adına el konması gerektiği savunulmuştur.

2. Çalınan Eserler ve Güvenlik

  • Kaynaklarda Topkapı Sarayı'ndan eser çalındığına dair kesin bilgi bulunmamaktadır. Ancak Saray Müdürü'nün (İlber Ortaylı), basında çıkan güvenlik sorunu haberlerini ve çizilen krokilerin hırsızı fena tökezleteceğini söylemesi, güvenlik kaygılarının varlığını göstermektedir.
  • Sarayın güvenliği için para ve çok sayıda eğitimli insan gerektiği belirtilmiştir.

IV. Sansürlenen Belgeler ve Cumhuriyet Arşivleri

1. Sansür ve Engellemeler

  • Arşivcilerin arşiv belgeleri üzerinde yayın yapmalarının yasaklanması ve kendilerine en sonda söz verilmesi gibi uygulamalar eleştirilmiştir.
  • Bazı tarihî eserlerin (Kantimir’in Osmanlı tarihi gibi), Diyanet İşleri Kurulu'nun kararıyla Kültür Bakanlığına müdahale edilerek halkın okumasının engellenmeye çalışılması onaylanmayacak bir hareket olarak görülmüştür.

2. Cumhuriyet Arşivleri

  • Cumhuriyet arşivi ve evrakının muhafazası konusunda tarihçi şuur noksanlığının devam ettiği ima edilmiştir.
  • Önemli Kayıplar: Çırağan Sarayı’nın geçirdiği yangından sonra, içinde hizmet verdiği I. Meclis-i Mebusan’ın faaliyetleriyle ilgili bütün arşivin de kül olduğu belirtilmiştir.
  • Dışişleri Arşivi: Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’nın, hala Alman Dışişleri Bakanlığı’nınki gibi açık ve düzenlenmiş bir arşivi olmadığı ve Osmanlı Hariciye Arşivi'nin hala tanzim edildiği belirtilmiştir.
  • Borç Belgesi: Cumhuriyet'in Osmanlı'dan kalan devasa borcu üstlenip son kuruşuna kadar ödemesi, devletin devamlılığı açısından üzerinde durulması gereken olaylardır.
  • Yakın Tarih Belgeleri: İkinci Dünya Savaşı yıllarını yaşamış bürokratların ve subayların anılarını ve belgelerini yazmaları gerektiği ancak Genelkurmay’ın izin vermeyeceği gibi bir engel olabileceği düşünülmemesine rağmen bu kişilerin bunları yazmakta gönüllü olmadığı belirtilmiştir.

Metot Metaforu: Türk arşivlerinin durumu, değerli hazinelerle dolu, ancak hem depo sıkıntısı çeken hem de kapıları yabancıların elinde kalmış eski bir depoya benzer. Envanter çıkarma süreci, deponun etrafındaki herkesin içeri girmeye çalıştığı, kaynakların (arazi ve binaların) gasp edildiği bir kargaşa ortamında, sabırlı ve fedakâr arşivciler (zanaatkârlar) tarafından ağır aksak yürütülmektedir. Bu durum, bilgi birikimini koruma ve gelecek nesillere aktarma misyonunu zorlaştırmaktadır..

Tarihî Analizlerinde Merkezi Bir Rol Oynayan Olaylar

Kaynaklarınızda sıklıkla ele alınan ve yazarın (İlber Ortaylı'nın) tarihî analizlerinde merkezi bir rol oynayan olaylar, hikâyeler ve karşılaştırmalı tarihî süreçler aşağıda listelenmiştir:

I. Osmanlı İmparatorluğu'nun Kuruluşu, Yapısı ve Mirası

Yazarın en çok odaklandığı ve "Üçüncü Roma" teorisi üzerinden değerlendirdiği konular, Osmanlı devletinin kurumsal ve kültürel temelleridir:

  1. Üçüncü Roma (Pax Ottomana): Osmanlı İmparatorluğu'nun, eski Roma ve Bizans İmparatorluğu'nun mirasını devralan üçüncü ve son Roma olduğu görüşü sıklıkla vurgulanır. Bu, bir abartma tabir değil, Batılı tarihçilerce de kullanılan bir deyimdir.
    • Osmanlı Barışı (Pax Ottomana): Çok fazla sömürünün olmadığı, dengeli bir idare sayesinde Balkanlar ve Ortadoğu'da huzurun sağlandığı dönemdir.
  2. İstanbul'un Fethi (1453) ve Fatih Sultan Mehmed: Fetih, Orta Çağ'ı kapatan uzun ve önemli bir savaş olarak görülür.
    • Teknolojik Üstünlük: Fethin en sarsıcı olaylarından biri gemilerin karadan taşınmasıdır. Fatih'in fetihten sonra Ortodoks ve Ermeni kiliselerine yetki vererek bu grupları kendi sistemi içine dâhil etmesi (Millet Sistemi).
    • Roma İdeali: Fatih'in bu seferi, Roma İmparatorluğu idealinin bir tezahürü olarak yorumlanmıştır, zira doğrudan Puglia'ya, Napoli'ye ve Roma'ya yürümek istenmiştir.
    • Çandarlı Olayı: Fatih'in çocuk yaşta tahta geçtiği ve babasının geri gelmesi üzerine "Evvelen fikir, ahiren amel gerekmez miydi?" sözüyle dönemin otorite sorununu ve Çandarlı Halil Paşa'nın zaafını sorgulaması, önemli bir anekdot olarak geçer.
  3. Osmanlı'nın Kuruluş Kaynakları ve Eksiklikler:
    • Erken Dönem Kronikleri: 1300'den 1440'lara kadar olan dönemin olayları günü gününe yazan vakayinamesi (kronik) yoktur. Bu dönemi anlatan kronikler, II. Murad ve Fatih devrine ait olup, Yahşi Fakih'ten şifahî olarak duyduklarına dayanır.
    • Ahi Cumhuriyeti (Ankara): Ankara'nın erken dönemde Ahi Cumhuriyeti olarak anılması, şehir savunmasının (Ankara Kalesi) Ahiler tarafından yönetilmesi ve Timur'un dahi burayı alamaması bir başarı hikayesi olarak anlatılır.
  4. Toplumsal Kurumlar:
    • Enderun ve Harem: Bu kurumların kan asaletine değil, liyakat ve tırmanmaya yeteneği olan insanları yetiştirmesi, Osmanlı'nın toplumsal mobilite özelliğini gösterir. Enderun'da insanların rütbeye göre "siz" diye konuşması ve laubaliliğin yasak olması da kurumsal disiplini gösterir.
    • Kardeş Katli: Monarşilerde toplumsal müesseseler dengeye oturmadığı sürece (ordusu, sermayedarı, kilisesi oturmayan toplumlarda), kardeş katli gibi uygulamalar kaçınılmazdır.

II. Savaşlar, Bozgunlar ve Diplomasi

Askeri olaylar, özellikle geri çekilme beceriksizlikleri ve savaşların kültürel sonuçları üzerinden sıkça tartışılır.

  1. Ordunun Ricat Sorunu: Roma ordusunun aksine, Osmanlı ordularının muntazaman çekilmeyi (ricat etmeyi) iyi bilmemesi büyük bir farktır.
    • Örnekler: İzladi Derbendi'ndeki kayıptan sonra Varna'da soluğu almak, II. Viyana Muhasarası'ndan çekilirken yaşanan bozgun.
  2. Mohac ve Popüler Efsaneler: Kanuni Sultan Süleyman’ın hacı kılığındaki Buda şehrine girdiği hikayesi, popüler edebiyatın tarihî realitenin üstüne oturtulmuş bir örneği olarak geçer.
  3. İstiklal Harbi ve Savaşın Yıkımı: Türkiye'nin on yılı geçen bir süre harp ettiği (Balkan, I. Dünya ve İstiklal Savaşları) gerçeği. Savaşın getirdiği yokluk, babaların harpte ölmesi ve yüzlerce öksüz/yetim çocuğa (Himaye-i Etfal Cemiyeti / Çocuk Esirgeme Kurumu) kimin bakacağı sorunu.
    • Savaş Koşulları: Asker sevkiyatının İnebolu İskelesi üzerinden kağnı ile yapılması. Askerden kaçmaların olması ve donanımı sağlanan askerin önemli bir kısmının birliklerde bulunmaması.
  4. Kıbrıs Harekâtı (1974): Türkiye'nin uluslararası arenada "50 senedir bunlar bir şey yapmadılar" düşüncesini yıktığı ve bir koordinasyon gösterebildiği önemli bir dönüm noktasıdır.

III. Antik ve Orta Çağ Tarihinden Karşılaştırmalı Örnekler

Karşılaştırmalı tarihçilik çerçevesinde, farklı medeniyetlerden pek çok olay ve figür analize konu olur:

  1. Roma ve Bizans Mirası: Ankara Kalesi'nin inşasında Bizans'ın topladığı her taşı ve hatta eski sanat eseri parçalarını (spolye) kullandığı. Roma’nın devletleşmesini ve maliyesini Mısır’ın mali sistemini öğrenerek tamamlaması. Romalıların geri kalmış kavimleri (İngiltere, Fransa) tarih sahnesine çıkarması.
  2. Orta Çağ Tarihçiliği: Orta Çağ tarihçiliğinin, efsane ve rivayetle karışık (Titus Livius'un Res Gestae'si gibi) ve Nasihatname motifi etrafında şekillenen bir yapıya sahip olması.
  3. Göçler ve Kültürel Sentez: Türkler, Araplar ve Moğollar'ın Ortadoğu-Akdeniz imparatorluklarında yeni bir dirilmeye ve kültürel senteze sebep olduğu. Altın Orda'nın Türkmen ve Kıpçak unsurlarıyla birleşerek Türkleşmesi.
  4. Memluklar ve Ateşli Silahlar: Osmanlı'nın, Memluklar ve Safeviler gibi kendisi kadar savaşçı kuvvetleri yenmesinin nedeninin askerî bilgi ve teknolojide (konvansiyonel silahlara geçiş) üstünlüğü sayesinde gerçekleşmesi.
  5. Kerbela Olayı ve Dini Oyunlar: Orta Çağlarda tarihî tiyatro oyunlarının, Batı'da İsa'nın ve azizlerin hayatlarına, Doğu'da ise Kerbela olayını ve Hz. Ali evladının şehit edilmesini canlandıran şebih veya taziye denen dînî hikâyelere dayanması.

 

 Kırk Ambar Sohbetleri

"Kırk Ambar Sohbetleri" başlıklı eser, temelde yazarın (İlber Ortaylı) Milliyet Gazetesi Pazar ekinde beş yıl boyunca yayımladığı makaleleri ve daha önceki gazete yazılarını bir araya getirme teklifi üzerine oluşturulmuştur. Bu makalelerin konuları, genellikle yazarın Ankara'daki farklı disiplinlerden (ekserisi hekim) oluşan arkadaş çevresiyle yaptığı tartışmalardan çıkmaktadır.

Bu sohbetler ve makaleler, genellikle Türkiye'nin yakın tarihi, kültürel mirası, sosyal değişimleri ve uluslararası ilişkileri gibi geniş yelpazedeki konuları ele almıştır:

Kırk Ambar Sohbetlerindeki Genel Konular

1. Savaş Yılları ve Toplumsal Dayanıklılık

Sohbetlerin önemli bir bölümü, Türkiye'nin zorlu savaş yıllarının (özellikle I. Dünya Savaşı ve sonrasının) getirdiği sıkıntılar ve ulusun bu duruma tepkisi üzerinedir:

  • Askerî Durum ve Sıkıntılar: Savaş yıllarında ordunun sıkıntıları (mühimmat, silah, giyim kuşam derdi) ele alınmıştır.
  • Sosyal Adaptasyon ve Düzen: Uzun savaş yıllarının sıkıntıları, halkta düzen ve kuyruk alışkanlığını geliştirmiş. Halkın, imparatorluğun son 40 yılını savaşlar ve yıkımla geçiren tecrübeli bir ulus olarak nefes almasını ve kendine gelmesini sağladığı belirtilmiştir.
  • Eğlence ve Sosyal Hayat: Savaş yıllarında civarda gemisi batan veya uçağı düşen müttefik ve mihver devletlerin ordularına mensup asker ve subaylar, büyük şehirlerin hayatına karışır ve eğlence yerlerine devam ederlerdi (Ankara'daki Baba Karpiç örneği).

2. Siyasi Gelişmeler ve Yönetim

  • Demokratikleşme Süreçleri: Uzun savaş yıllarının sıkıntıları, demokratik gelişmeleri hızlandırmıştır.
  • 12 Eylül Darbesi: 12 Eylül darbesinin kaçınılmaz bir tarihî olay olduğu kabul edilmek zorundadır, ancak tasvip görmediği belirtilmiştir. Bu dönemde sağ ve sol aydınlar bir diyaloğa girmişlerdir.
  • İktisadi Politikalar: Turgut Özal'ın başbakanlığı dönemindeki iktisadî politikanın acılı kısmı (banker iflasları) bu döneme rastlar.

3. Kültürel Miras, Eğitim ve Şehirleşme Sorunları

  • Kültürel Mirasın Kaybı: İstanbul'un, kültürel mirasa sahip olmadan maddi imkânlar edinmekten kaynaklanan yanlış kararlar ve uygulamalarla acı bir şekilde yaşayan bir dünya başkenti olduğu vurgulanmıştır.
  • Eski Gelenekler: Lonca alayları, peştemal kuşatma gibi, toplumsal dengeyi sağlayan ve şeref payeleri içeren geleneklerin tarihe karıştığına değinilmiştir.
  • Harem'in Algılanışı: Harem'in eğlencelik bir yer olmadığı, öncelikle bir ev olduğu ve burada yaşanan çetin hayatın ve kültürel ortamın anlaşılamaması nedeniyle saygısızlık edildiği belirtilmiştir.
  • Eğitim Sistemindeki Yaralar: Ankara ve İstanbul üniversitelerinin hayli yara alan ve terk edilen ananelerine geri dönmesi gerektiği, bazı üniversitelerin inanılmaz kalabalıklar içerdiği belirtilmiştir.

4. Uluslararası İlişkiler ve Tarih Yazımına Eleştiriler

  • Avrupa Birliği (AB) ve Yanılgılar: AB'nin, beşeriyetin nihai ve ebedi bir hedefi gibi görülmesinin hayal kırıklığı yaratacağı ve Batı Avrupa'nın yönetimiyle yapılan birleşmelerin komşuların inisiyatifiyle yapılmadığı görüşü yer alır.
  • Tarih Kitaplarının Dayatılması: Avrupa Konseyi gibi organlarda bu işleri yürüten memurların tarih bilgisi sahibi olmaması ve tarih kitaplarının içeriğinin AB ve Avrupa Konseyi yoluyla dayatılması ve herkesin bu üslup ve görüşe uygun yazmasının ısrarla telkin edilmesi eleştirilmiştir.
  • Misyonerlik ve Din Eğitimi: Yeni kuşaklarla ve ruhen mustarip insanlarla iletişim kuramayan bir toplum olduğumuz, laiklerimizin ve din görevlilerinin bu hizmeti vermekten uzak olduğu ve eğer onlarda donanım yoksa başkalarının (misyonerlerin) onların yerini alacağı konuları tartışılmıştır.
  • Edebiyat ve Toplumsal Bilinç: Kültürlü milletlerin edebiyat ve tarihi sadece uzmanlara bırakmadığı, yöneticilerin, askerlerin, hekimlerin, hocaların da Mehmet Akif gibi büyük adamları ve onların mirasını bilmesi gerektiği vurgulanmıştır.

Bu sohbetler ve makaleler, yazarın farklı zamanlarda kaleme aldığı ve hayat deneyimlerini (doktor dostlarıyla, üniversitelerle, müzelerle, ailesi ve kızıyla olan ilişkileri) harmanlayarak toplumsal ve tarihsel konulara uyguladığı bir perspektifi sunar.

Aile

I. Ailenin Tanımı ve Toplumsal Önemi

Aile, bireysel ve toplumsal hayatın temelini oluşturan kritik bir yapıdır:

  • Tanım ve Bütünlük: Aile, aynı değer yargıları ve koşullar içinde yetişmiş bireylerle yaşanan bir yapıdır. İnsan, ömrünün yarısında kurtulmaya, geri kalan yarısında da geri dönmeye çalıştığı bir bütünlüktür.
  • Kurumsal Rolü: Aile, çeşitli kurumsal yapılanmaları beraberinde getirdiği için çok önemli bir sosyal kurumdur. Toplumun genel yapısının anlaşılması için bu alandaki gelişmelerin kavranması elzemdir.
  • Devlet Karşısındaki Yapı: Osmanlı toplumunda birey, öncelikle ailenin ve sülalenin üyesidir. Aile ile devlet arasında; mahalle, lonca ve dergâh gibi hiyerarşiler (köprüler) bulunurdu. Modern toplum olarak Türkiye'de bu dağılan hiyerarşilerin yerine bir şey konulamamıştır.

II. Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Aile Yapısındaki Değişim

Türk toplumu, Cumhuriyet'in ilanından sonra bile uzun yıllar Osmanlı aile yapısının yansımasını göstermiştir.

  • Modernleşmenin Gecikmesi: İçtimai hayattaki modernleşme ve değişim, esas olarak 1950'lerden sonra yaygınlaşmıştır.
  • Çekirdek Aileye Geçiş: Türk toplumunda çekirdek aile yapısı giderek küçülmeye başlamış ve İkinci Dünya Savaşı yıllarında göçün başlamasıyla birlikte farklılaşmalar görülmüştür.

III. Aile, Eğitim ve Toplumsal Yükseliş

Aile, bireyin eğitimi ve hayattaki yönelimi konusunda belirleyici bir rol oynar:

  • Eğitim Amacı: Türk halkı, eğitimi, yukarı tırmanmak için bir araç olarak görmektedir. Bu algı, köylüden şehirdeki bürokrata kadar yaygındır.
  • Çocukların Gelecek Planı: Her erkek çocuğunun ev bakmayı, her kız çocuğunun ise gelin olup çocuk yapmayı planladığı (İşin özünün bu olduğu) belirtilmiştir.
  • Yetenek ve Aile: Mesleklerin daha çocuklukta oluştuğu düşünülmektedir. Eğer aile, çocuğun bir işte yetenekli olduğunu fark eder ve onu yönlendirirse, o kişi sevdiği işin erbabı olmaya aday çıkar. Aksi takdirde, yetenek körelip gider.
  • Eğitim ve Uyum Zorluğu: İyi eğitim alan ilk kuşak, bütün aile yapısını aniden kendine uyduramaz. Aile ile uyum içinde olmaya çalışmak ve yalnızca kendinden genç birkaç üyeye yön vermek mümkündür.

IV. Hanedan ve Aile Kavramları

Osmanlı hanedan mensupları hakkında da ayrım yapılmıştır:

  • Hanedan vs. Aile: Neslişah Sultan'ın ölümü üzerine, "Hanedan bitti ama aile devam ediyor" gibi bir kavram ortaya çıkmıştır.
  • Hanedanın Yaşam Tarzı: Osmanlı Hanedanı, kendi içinde yaşamaya çalışmış, dinini, adetlerini ve dilini korumayı amaçlamıştır.

Benzetme: Aile yapısı, bir toplumun gövdesini inşa eden taşıyıcı kirişler gibidir. Osmanlı döneminde bu kirişler kalın ve geniş bir kütük (Osmanlı aile yapısı) iken, modernleşme ve göçle birlikte bu kütük incelmiş ve daha küçük, bağımsız kirişlere (çekirdek aile) dönüşmeye başlamıştır. Bu kirişler hâlâ mevcuttur ve toplumun ayakta kalması için temel sağlamlığı sağlamak zorundadır..

 Osmanlının Barış Hayatı

"Osmanlı Barışı" (Pax Ottomana) kavramı, Osmanlı İmparatorluğu'nun geniş coğrafyasında uzun süre devam eden siyasi, sosyal ve kültürel istikrar dönemini tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Kaynaklar, bu kavramı abartılı bir ifade değil, Roma Barışı (Pax Romana) gibi çok kullanılan ve Osmanlı düzeninin uyumunu izah etmek için kullanılan bir deyim olarak görmektedir.

İşte Osmanlı Barışı hakkındaki temel görüşler ve özellikleri:

I. Osmanlı Barışının Tanımı ve Niteliği

  • Üçüncü Roma İmparatorluğu: Pax Ottomana, eski Roma ve Bizans İmparatorluğu'nun topraklarında 15. ve 17. yüzyıllar boyunca parlak devrini yaşayan siyasal birliğin adıdır. Osmanlı İmparatorluğu; müesseseleri, üniveraslist hâkimiyet anlayışı ve coğrafyası itibarıyla bir Üçüncü Roma olarak nitelendirilmiştir.
  • Kültürel ve Sosyal Birlik: Pax Ottomana, birçok din ve etnik gruba mensup halkların bir arada yaşamalarından ileri gelen bir durumdur. Bu, kozmopolit nitelikli, geleneksel bir imparatorluktur.
  • Abartı Olmama: Çağdaş tarihçilik tarafından kullanılan Pax Ottomana terimi, bir abartma tabir değildir.

II. Barışın Temel Unsurları ve Yönetim Modeli

Osmanlı Barışı, Türk'ün kendi kimliğini aşırı vurgulamadan, diğer kültür ve inanç gruplarının varlığını sürdürmesine olanak tanıyan dengeli bir yönetim üzerine kurulmuştur.

1. Etnik ve Dini Hoşgörü (Millet Sistemi)

  • Osmanlı yönetimi, her cemaati kendi kilisesinin örgütü altında toplayarak; dinî, hukukî ve malî birçok konunun onlar tarafından yürütülmesini sağlamıştır.
  • Pax Ottomana'nın en önemli vasfı, Müslümanların yanında Helen (Rum)-Hıristiyan unsura bir öncelik, hatta diğerlerine göre üstünlük sağlamasıdır. Fatih Sultan Mehmed'in idaresiyle bu barışın temelleri atılmıştır.
  • Farklı halklar ve kavimler, gündelik hayat ve yaşam kültürü açısından birbirlerinden çok fazla şey almışlardır. Bu durum, hiçbir zorlamanın olmadığını gösterir ve Osmanlı evreninin asıl önemi bu ortaklıklar üzerine kuruludur.

2. Sömürü Eksikliği ve Refah

  • Osmanlı Barışı, dengeli bir idare ve çok fazla sömürünün olmaması sayesinde mümkün olmuştur.
  • Fethedilen ülkelerde Osmanlı egemenliği, vergi ve angarya gibi konularda köylü yığınlarının maruz kaldığı ağır sömürü şartlarını hafifletmiş ve küçük toprak beylerine güvenlik sağlamıştır.
  • Balkanlar'da bu dönemde görülen dinî çatışma ve baskılar, Osmanlı'nın din serbestîsi tanıyan politikasıyla ortadan kaldırılmıştır.
  • Pax Romana'dan sonra Bizans dönemindeki karmaşanın bu devirde durduğu ve Anadolu'da refah ve güvenliğin sağlandığı belirtilmiştir.

3. Kültürel Bütünleşme

  • Osmanlı düzeni, Türk mutfağını bir Balkan-Ortadoğu sentezi haline getirmiştir; Macarların gulaşını, Rumeli'nin sebze yemeklerini Mezopotamya'nın sıcak vilayetlerine taşımıştır.
  • Yunan (Helen) kültürü ve dili, barış ve artan refah sayesinde Osmanlı devrine çok şey borçludur.

III. Barışın Sonu ve Gerilemesi

  • Pax Ottomana döneminde kurulan sükûnetin ve geleneksel sistemin restorasyonunun Balkanlar'da süren toplumsal değişme sancılarını durdurduğu, ancak Osmanlı gücünün 17. yüzyılda zirveye ulaşmasıyla birlikte iktisadi-sosyal değişme sancıları ve hoşnutsuzlukla yüz yüze gelindiği belirtilmiştir.
  • Osmanlı Barışı sisteminin çürümeye başlaması ve sonunun gelmesi, II. Meşrutiyet yıllarında hızlanmıştır.
  • Özellikle Balkan Savaşları ile Rumeli'deki vatanın kaybı, bu sistemin sonu olmuştur.
  • Sistem, Tanzimat'ta Helenlerin önceliklerinin kalkması ve Gayrimüslim milletlerin (Yahudiler hariç) kulüpler halinde teşkilatlanması gibi gelişmelerle zayıflamıştır.

Özetle: Pax Ottomana, Akdeniz-Ortadoğu dünyasının son büyük imparatorluğunun kurduğu, etnik ve dinsel grupların uyum içinde yaşadığı, nispeten adil bir vergilendirme ve yönetimle desteklenen, ancak ulusçuluk akımları ve merkezin zayıflamasıyla 19. yüzyılın sonlarında çözülen "Türk düzeni" veya "Osmanlı birliği" modelidir.

Osmanlı Mirasının Tanımı ve Sürekliliği

Osmanlı mirası, kaynaklarda yalnızca tarihsel bir dönem değil, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti'nin siyasi, hukuki, kültürel ve coğrafi yapısının kaçınılmaz temeli olarak tanımlanmaktadır. Bu mirasın reddi (redd-i miras), sosyal gerçekliğe aykırı ve tarih I. Osmanlı Mirasının Tanımı ve Sürekliliği

Osmanlı İmparatorluğu'nun ardında bıraktığı miras, Balkanlar'dan Orta Doğu'ya kadar geniş bir coğrafyada yaşayan bir tarih olarak varlığını sürdürmektedir.

  • Hukuki Devamlılık: Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti’nin halefidir. Cumhuriyet, Osmanlı’dan kalan hukuki varlığına inkılâp eden insanlar tarafından kurulmuştur.
  • Borçların Üstlenilmesi: Devletin devamlılığına en bariz örneklerden biri, Genç Cumhuriyet'in Osmanlı'dan kalan devasa borcu bile sırtına yük olarak alması ve son kuruşuna kadar ödemesidir.
  • Kaçınılmazlık: İstenilse de istenilmese de, bilinse de bilinmese de "hepimiz Osmanlı'yız" (Volendo e non volendo, sapendo e non sapendo; siamo tutti Osmanisti) ifadesiyle bu mirasın kaçınılmazlığı vurgulanır.

II. Kurumsal ve İdari Miras

Osmanlı İmparatorluğu'nun bürokratik geleneği ve son iki asırlık modernleşme çabaları, Cumhuriyet'in kurumlarının köklerini oluşturur.

  • Devlet Geleneği: Modern Türkiye idaresinin oluşumu, altı yüzyıllık ömrü olan bu imparatorluğun tarihini incelemekle anlaşılabilir. Cumhuriyet'i kuranlar, Osmanlı Paşaları ve Osmanlı Erkân-ı Harbiyesi'dir.
  • Hukuki Yapı: Türk Medeni Hukuku'nda (İsviçre'den alınmasına rağmen), İslami Hukuktan gelen birtakım müesseseler hala yürürlüktedir. Örneğin, karı-koca mal ayrılığı rejimi çok eski ve oturmuş bir İslami müessesedir.
  • Mali ve İdari Yapı: Osmanlı mali örgütü üzerinde Bizans, Abbasi, İran ve İlhanlı etkileri vardı. Merkezileşen orduyu besleyecek, modern idareyi ve yeni maliye sistemini yürütecek bürokratların yetiştiği askeri okullar ve mühendishaneler (Mühendishane-i Berrî-i Hümayun ve Bahrî-i Hümayun) yeni Türkiye devletine bir miras olarak geçmiştir.
  • Devletin Kimliği: Osmanlı İmparatorluğu, tarihteki üçüncü ve son Roma İmparatorluğu'dur (Müslüman Roma) ve bu nedenle kozmopolit bir yapıya sahiptir.

III. Kültürel, Sanatsal ve Sosyal Miras

Osmanlı mirası sadece siyasi kurumlarda değil, günlük yaşamdan, mimariye ve dile kadar toplumun her katmanında kendini göstermektedir.

1. Coğrafi ve Mimarî Miras

  • Coğrafi Etki: Osmanlı mirası, Balkanlar'da ve Orta Doğu'da hem kültürel, siyasi izleriyle hem de bölgedeki kan ve barutla hissedilen bir tarih olarak devam etmektedir.
  • Dil Mirası: Türkiye Türkçesindeki pek çok kelime (anahtar, kilit, temel gibi Rumca; çatı gibi Farsça kelimeler) bu mirastan gelmektedir.
  • Mimarî ve Sanat: Osmanlı mimarisi, Ortadoğu ve Balkanlar'ın imparatorluğudur ve bütün bu halkların tarihî mirasının bir simgesidir. Mimar Sinan'ın eserleri, bütün yerelliklerin ve etnik özelliklerin üzerine çıkarak bu sentezi en iyi temsil eden yapılardır.
  • Önceki Uygarlıklara Saygı: Osmanlılar, Mısır’ın piramitlerini ve ardındaki kadim medeniyeti bilmedikleri halde, kendinden evvelki mirasa karşı saygı duymuşlardır. Ayasofya, Osmanlı tarafından bütün imparatorluğun protokolde birinci camii olmasına borçludur ve günümüze kadar muhafaza edilmiştir.

2. Toplumsal ve Etnik Yapı

  • Çok Etnikli Yapı: Osmanlı İmparatorluğu, üç kıtada ve üç denizde yaşayan çok dilli ve çok dinli bir topluma sahipti.
  • Millet Sistemi: Osmanlı'daki dinî grupların millet tipinde örgütlenmesi, toplumsal ve idari yapının esas unsuru olarak devam etmiş; gayrimüslim cemaatlerin iktisadî, adlî ve maarife ilişkin işleri kendilerine bırakılmıştır. Bu sistem, imparatorluğun özgün, kendine özgü (sui generis) bir olayıdır.
  • Sosyal Mobilite: Osmanlı İmparatorluğu, iyi aile çocuğu aramaz; dağdaki köylünün çocuğunu bile veziriazam yapabilen bir toplumdu. Enderun da dağdan ve köyden çocuk toplayarak aristokrasinin en rafine adamlarını yetiştirmiştir.
  • Aile Hukuku: Osmanlı aile yaşamında farklılıklar dinden çok bölgeseldir, hatta etnik olmaktan çok coğrafidir. Miras taksiminde ise İslami kurallar geçerliydi. Anadolu kentlerindeki bazı gayrimüslimler bile miras taksimi için şer’î mahkemeye başvuruyordu, ki bu durum sosyoekonomik şartların İslami miras taksimini makul kıldığını gösterir.

IV. Mirası Reddetme Tartışması ve Cehalet

Kaynaklar, Osmanlı mirasını reddetme eğiliminin, entelektüel bir temele değil, tarihi bilmemeye dayandığını iddia etmektedir.

  • Redd-i Miras Yanılgısı: "Osmanlı'yı reddederim" diyenlerin, tarihi pasta keser gibi yapabileceğini zannettiği, ancak bunun sosyal gerçekliğe uymayan büyük bir saçmalık olduğu belirtilir.
  • Bilgisizlik: Tarih bilmemekten dolayı bir tarih reddetme vardır. Bu, bilgisizlikten ileri gelen bir itme ve bilgisizliği meşrulaştırma çabasıdır.
  • Siyasi Tepki: Cumhuriyet'in "Biz Osmanlı'yı reddederiz" şeklindeki yorumlanması, Osmanlılığı belirli bir dinle, mezheple veya etnisiteyle aşırı derecede aynileştirmeye tepki olarak ortaya çıkan siyasi ve içtimai bir görüştür, ancak Cumhuriyet'in kurucuları bu derece Osmanlı düşmanı değillerdi.
  • Uluslararası Karşılaştırma: Fransa'daki monarşi karşıtı bir solcunun bile "Biz bu mirası reddediyoruz" demeyeceği, Sovyet Rusya'da dahi bu derece bir redd-i miras hevesi görülmediği belirtilerek, Türkiye'deki bu tavrın gayr-ı ilmî olduğu vurgulanır.

Metafor: Osmanlı mirası, üzerine modern Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulduğu devasa ve katmanlı bir tarihi temel gibidir. Bu temelde, Bizans'tan miras kalan kelimelerden tutun, modern devlet bürokrasisinin köklerine kadar her şey iç içe geçmiş durumdadır. Bu temeli reddettiğini söylemek, bir binanın, temelini görmezden gelerek sadece boyasını ve çatısını yeni yaptığını iddia etmesine benzer, ki bu, binanın gerçek yapısını ve dayanıklılığını yadsımaktır.

 

 

  Sosyal Medya Hakkındaki Düşünceler Ve Gözlemleri

Kaynaklarınız, sosyal medya ve dijital iletişim araçlarının modern toplum üzerindeki etkileri, iletişim kalitesindeki düşüş ve bu alanlara yönelik net eleştirel görüşler içermektedir.

I. Sosyal Medyaya Yönelik Keskin Tanımlar ve Eleştiriler

Sosyal medya alanında çalışmayı tanımlayan çarpıcı bir ifade bulunmaktadır.

  • "Sosyal medyada çalışıyorum demek, kaldırım mühendisiyim gibi bir laftır".

Sosyal medya ortamı, eski dünya forumlarının tuhaf bir benzeri olarak görülmekle birlikte, buradaki iletişim biçimi eleştirilmektedir:

  • Antik dünya forumlarının tuhaf da olsa bir benzerinde sosyal medyada epey vakit geçirildiğinden bahsedilir.
  • Bu ortamlarda "daha çok bağıranın sesinin duyulduğunun da farkında olunduğu" belirtilir.

II. Davranışsal Etkileri ve Dikkat Dağınıklığı

Sosyal medya, insanların dikkatini dağıtma ve yaşam alışkanlıklarını kökten değiştirme gücü nedeniyle eleştirilmektedir:

  • İnsanlar, bir kitabın her sayfası için yirmi dakikalık bir sosyal medya arası vermektedir.
  • Kitap okurken, her sayfadan sonra ekranda parmaklar ortalama on kez kaydırılmaktadır.
  • Yedi dakikalık bir video artık çok uzun olarak kabul edilmektedir.
  • Markette kasa sırasını, tost makinesinin ısınmasını ve trafikte kırmızı ışığı beklerken bir refleks hareketle telefona uzanılmaktadır.

III. İletişim ve Yöntem Değişiklikleri

Dijital araçların yaygınlaşması, dil ve düşünme biçiminde olumsuz değişikliklere yol açmıştır.

  • Sosyal medyada kelimeler kaybolmakta, emojiler art arda gelmektedir. Örneğin, "Mutluyum" demek resmi dururken, sarı kafalı bir gülücüğün daha samimi ve içten olduğu düşünülmektedir.
  • Günümüzde el yazısının kalmadığı, kimsenin eliyle yazı yazamadığı; klavyeyle ve telefonla yazıldığı, yakında gözle yazılacağı ifade edilmiştir.
  • Bu alışkanlıkların değişmesiyle çok şeyin değiştiği vurgulanmıştır. Zira, yazarak düşünmeye alışkın olan insanlar için bu durum, düşünme biçimini etkilemektedir.

IV. Bireysel Yaklaşım (İlber Ortaylı'nın Sosyal Medya Kullanımı)

Kaynaklarda, İlber Ortaylı’nın sosyal medya ve teknoloji kullanımı konusundaki kişisel tavrı net bir şekilde belirtilmiştir:

  • İlber Ortaylı’nın bilgisayar ve İnternet kullanmayı sevmediği ifade edilmiştir.
  • Herhangi bir sosyal medya sitesinde adına açılmış hesapların hiçbirinin kendisine ait olmadığı açıkça belirtilmektedir.
  • Ayrıca, Ortaylı'nın anılarını anlattığı bir eserde, kızıyla ilgili olarak sosyal medya platformlarında organize edilen bir söyleşiden bahsedilmiştir.

Sosyal medya, kaynaklara göre, Antik çağlardaki hitabet sanatının yerini alan, ancak bilginin derinlemesine tartışılmasından çok gürültünün ve hızlı tüketimin ön plana çıktığı, insanların düşünme ve yazma alışkanlıklarını değiştiren bir platformdur. Bu durum, bireyin kendi üzerine odaklanması ve bilgi edinmesi gereken zamanı bölerek, kişisel gelişime engel teşkil eden sürekli bir dikkatsizlik hali yaratmaktadır.

Zaman

Kaynaklarınız, zamanın değerlendirilmesi konusunu hem felsefi bir bakış açısıyla hem de bireysel disiplin ve verimlilik (zaman mühendisliği) bağlamında ele almaktadır. Zamanın kısıtlı bir kaynak olduğu ve planlı bir yaşam sürmenin toplumsal ve kişisel başarı için şart olduğu vurgulanmaktadır.

I. Zamanın Felsefi Niteliği ve Hayat Kavramı

Zaman, basit bir süre olmaktan ziyade, insanın kendini inşa etmesi gereken temel bir alandır.

  • Hayat ve Yaşam Farkı: "Hayat dediğimiz bir süredir. Yaşam ise o süreyi nasıl kullandığınızdır.". Bu iki sözcüğün birbirinin yerine kullanılmasının yanlış olduğu belirtilmiştir.
  • İnsanın Durumu: İnsan, öleceğini bilerek yaşayan tek varlık olduğu için, geçmişi bilir ve geleceğe dair merak duyar; bu da tarihi (zihinsel faaliyeti) ortaya çıkarır.
  • Zamanın Kısa Oluşu: İnsan bu dünyada çok az yaşar, özellikle geçmiş çağlarda ortalama ömür beklentisinin düşük olması nedeniyle zaman daha da azdı.
  • Görecelilik: Zamanın, herkese ve her şeye göre bir göreceliliğinin ("göreli" oluşu) olduğu söylenir.

II. Etkili Zaman Yönetimi ve Planlama (Zaman Mühendisliği)

Verimli bir yaşam sürmek, bireyin zamanı nasıl düzenli, enerjik ve planlı kullandığına bağlıdır.

  • Zaman Mühendisliği: Kişinin işleri birbirine geçirmeden, karıştırmadan, düzenli bir şekilde, enerjik ve tez canlı olarak gününü doldurması önem taşır. İyi bir zaman mühendisliği uygulandığında, altından kalkılamayacak bir iş yoktur.
  • Hedef Belirleme: Bireyin öncelikle bir hedef belirleyip, o hedefe inanması ve ona göre çalışması gerekir. Hedefini belirleyip ona göre yaşamayan insanlar, hayatlarının kısa olduğunu düşünmeye devam ederler.
  • Erteleme ve Düzen: Yapılması gereken şeylerin ertelenmesinin bütün düzeni bozacağı ifade edilmiştir.
  • Söz ve Toplantılar: İş hayatında verilen sözleri yerine getirmek, toplantıları vaktinde ve uzatmadan yapmak gerekir.

III. Verimlilik ve Hızın Önemi

Yazar, zamanın gereksiz yere harcanmasına karşı çıkar ve bazı durumlarda paranın, zamanı kazanmak için harcanması gerektiğini belirtir.

  • Seyahat ve Vakit Kaybı: Seyahat ederken zaman çok önemlidir. Mesela, kongreye yetişmek için taksi tutarak dünya kadar para harcamak, zaman kaybını önlediği için doğrudur.
  • İş Ahlakı ve Tembellik: Akademik çevrede kantinde bir saat oturan hocaların tembel (dalgacı) olduğu eleştirilmiştir. Tembellik bir-iki defa olursa sorun olmaz ancak tekrarlanırsa kişinin o işi yapmak istemediğini gösterir.
  • Erken Başlama: Özellikle dil eğitimi için yedi yaşın beklenmesi çok geçtir. Tarihçilik gibi ciddi bilimlerin ve hukuk eğitiminin de belirli bir yaştan sonra verilmesi gerekir, aksi takdirde erken yaşta başlatmak "cinayettir".
  • Çalışma Ortamı: Eve iş götürmek hayatı dağıtır ve sıhhate aykırıdır. Evde dahi çalışılacaksa, çalışılmayan yarıda yaşamın başka yönleriyle meşgul olunmalı, kitap okunacaksa iş üzerine okunmamalıdır.

IV. Kişisel Gelişimde Zaman ve İnziva

Zamanı iyi kullanmanın bir parçası da kendine yatırım yapmak ve düşünmek için uygun ortamı yaratmaktır.

  • Erken Kalkma: Yazar, kendisinin çok erken kalktığını (sabah 6 gibi), oturup okuduğunu, sonra bir saat kadar sızıp tekrar uyandığını belirtir. Az uyuyanların çoğunlukla çok iş yapanlar olduğu gözlemlenmiştir.
  • İnziva (Yalnız Kalma): İnsanın kendini izole etmeye ve yalnız kalıp düşünmeye her zaman ihtiyacı vardır. Çok yalnız kalıp çok düşünmek akıl kârı olmasa da, toplumumuz gibi hep bir arada durmak daha büyük zarardır.
  • Trenin Rolü: Yazar, insanın en güzel trende düşündüğünü söyler ve trenin, ritmi ve akıp giden manzarası sayesinde insana bir tür yalnızlık vererek düşünmek için ideal ortamı sağladığını belirtir.

V. Pişmanlık ve Değerlendirme

  • Pişmanlık: İnsanların çoğu, hayatlarının sonuna doğru "Hayatımı yanlış yaşadım" diye hayıflanmayı sever. Bu, aynı zamanda "keşke" dememek için hedef koymanın önemini gösterir.
  • Yaşlılık Dönemi: İleri yaşlara gelen bir insanın artık topluma karşı bir döküm yapmaya başladığı ve toplumsal sorumluluğunu yerine getirdiği bir döneme girdiği belirtilmiştir. Bu çağ, daha verimli bir çağ olarak görülür ve kişi bu dönemde otorite olur.
  • Hayatın Kontrolü: İnsan, hayatı boyunca deneme-yanılma yöntemiyle devam edemez. Hayat, size fazla deneme-yanılma imkânı vermez. Deneme-yanılma şansı olmayabilir. Bu nedenle kendine çok dikkat etmek gerekir.

Aforizma, Özdeyiş Ve Belirgin İfade (Epigraf)ları

İlber Ortaylı'nın eserlerinde ve konuşmalarında, hem tarihî olayları yorumlamak hem de bireysel yaşam felsefesini aktarmak amacıyla sıklıkla kullandığı veya kitaplarında vurgulanan pek çok aforizma, özdeyiş ve belirgin ifade (epigraf) bulunmaktadır.

Aşağıda, kaynaklarınızda geçen, bu tür felsefi veya tarihsel derinliği olan ifadeler ve mottolar listelenmiştir:

I. Hayat ve Zaman Üzerine Felsefi Özdeyişler

Yazar, özellikle zamanın kıymeti, insanın kendini inşa etmesi ve yaşamın zorluklarıyla başa çıkması konularında net ve yol gösterici ifadeler kullanır:

  • Hayat dediğimiz bir süredir. Yaşam ise o süreyi nasıl kullandığınızdır.
  • İnsan, yaptıklarından değil, en çok yapmadıklarından pişman olur.
  • Hayatta seni bir yere getiren kaybettiklerin değil, muhafaza edebildiklerindir.
  • Zenginlikle uğraşma, ihtisas edin.
  • İş edin, zenginlik ve mevkiyle uğraşma.
  • Cesur olun. Kendinizi rahat hissettiğiniz alanın dışında pencereler açın. Farklı dünyalarla ancak böyle tanışırsınız.
  • İnsan, konforundan vazgeçmeyi göze almalıdır. Kendi dünyasını yerinden kendi oynatmalıdır.
  • Hayat dar bir köprüdür. İmkânlar varsa da geçeceksin, yoksa da geçeceksin.
  • Gelenek ölü bir geçmiş, bir mezar değil; yaşayan, diri, canlı bir olgudur.
  • İnsan en güzel trende düşünür.
  • Herkes kendi talihinin mimarıdır.
  • Hayatta bilinen ve istenen; insanların işini zevkle yapmaları, şöhret ve parayı ikinci plana atmalarıdır.
  • Ahlaklı insanların yaşamı güçleştikçe toplumdaki buhran da artacak. Bunun sonucunda büyük bir sosyal patlama yaşanır.

II. Eğitim, Bilgi ve Tarihçilik Üzerine

Bilgi edinme yöntemleri ve iyi bir aydının sahip olması gereken temel özellikler de aforizmatik şekilde sunulmuştur:

  • Aydın olmak için şu üç şey muhakkak gerekir: Yabancı dil, hukuk bilgisi, mukayese becerisi.
  • Ezber ve tekrar öğretimin temelidir. Lisan da matematik de coğrafya da ezberleyerek öğrenilir. Gençlere tavsiyem, bunlara kanıp ezberi bırakmamalarıdır.
  • Tarihçilik sanattır. Bir ilmi tarafı vardır. Ondan sonra 'ilmin üstünde' bir tarafı gelir.
  • Okumuş insanın görmesi gereken beş şehir: Petra, Antakya, Palmira, Efes ve İskenderiye.
  • Kütüphanelere sadece okumak için gidilmez. Girip oturun, havasını teneffüs edin. İnsana esenlik verir kütüphaneler.
  • Öğrenmek yetmez, toplum içinde öğrenmek/öğretmek gerekir.
  • Toplum bilimlerinde, niceliksel araştırmalar yetersiz kalınca, sorunun çözümü yazarların sezgilerinde veya güçlü gözlemlerinde aranır.

III. Kitap Başlıkları ve Tarihsel Kavramlar

Yazarın kitap adları ve bazı tarihsel figürler için kullanılan tanımlayıcı ifadeler, genellikle eserin özünü yansıtan aforizmalardır:

  • Bana göre Türk toplumunun tarihî bellekten çok kimlik sorunu bulunuyor. Bütün anlaşmazlıklar da buradan kaynaklanıyor.
  • "Cumhuriyet muhabbetleri"nden oluşan kitap.
  • "Tarih bizim kör noktamız. Ondan kurtulmaya çalıştıkça, sanki garip bir istihza ile bizi yeniden kendisine çağırıyor. Redd-i miras, aslında tarihten kopmayı getirmiyor. Tersine, tarihe daha fazla dönmeyi gerektiriyor".
  • Fatih Sultan Mehmed için kitap başlığı: "Doğunun Batının Efendisi".
  • Topkapı Sarayı'ndaki Enderun ve Harem için: Osmanlı, Enderun ve Harem’de kan asaletine değil liyakat ve tırmanmaya yeteneği olan insanları yetiştirmiştir.
  • Topkapı Sarayı'nda, Dört bölümden müteşekkil Helvahâne’nin giriş kapısı üzerinde Kelime-i Tevhid yazılıdır. Bu ifade, Harem'deki yatak odası üzerinde ve Sultan IV. Murad Odası’nın tac kapısı üzerinde de yer alır.
  • Kırım hanedanı (Giraylar) Osmanlı devlet kayıtlarında "Sülale-i Cengiziyye" olarak geçmektedir.
  • Toplumsal yapıyı ve aileyi anlatan eserde: "Kapalılık, açıklıktan daha çok ahlaksızlık ve iffetsizlik sebebidir".

 

NOT: SORACAĞINIZ BİR KONU OLURSA YAZIN HAZIRLAMAYA ÇALIŞIRIM…

Daha önceki konuşmalarımızda ve son sorgunuzla birlikte sunduğunuz tüm kaynaklar, yazar (İlber Ortaylı) ve eser bilgileriyle birlikte aşağıda listelenmiştir.

Bu liste, hem daha önce adını andığımız eserleri hem de son olarak eklenen makale ve kitap bölümlerini içermektedir.

Kapsamlı Kaynakça Dökümanı

Yazar(lar) / Derleyenler

Eser Adı

Notlar ve Yayın Bilgileri

İlber Ortaylı

Avrupa ve Biz (Seçme Eserleri, #1)

Kitap Adı (Daha önceki alıntılarda kullanılmıştır)

İlber Ortaylı

Batılılaşma yolunda

2007, Merkez Kitap

İlber Ortaylı & Şermin Yaşar

Cumhuriyet'in İlk Sabahı

Kronik Kitap, 4. baskı, İstanbul, 2023

İlber Ortaylı & İsmail Küçükkaya

Cumhuriyet'in İlk Yüzyılı (1923-2023)

Kaynak Yayınları, 2012

İlber Ortaylı

Dakikalar İçinde Atatürk ve Dünyası (Askeri, Siyasi ve Özel Hayatı)

Kronik Kitap, 1. Baskı, Şubat 2023

İlber Ortaylı

Eski Dünya Seyahatnamesi

2013, Aşina Kitaplar

İlber Ortaylı

Fatih Sultan Mehmed

Kitap Adı (Alıntı listesinde geçmiştir)

İlber Ortaylı

Gazi Mustafa Kemal Atatürk (Turkish Edition)

Kronik Kitap, 1. baskı, İstanbul, 2018

İlber Ortaylı

Gel Dünyayı Keşfedelim - Gezgin Bir Tarihçinin Seyahat Defteri

Kronik Kitap, 1. Baskı, Mayıs 2024

İlber Ortaylı

Gelenekten Geleceğe

Timaş Yayınları, Alkım Basın Yayın (Farklı baskılar)

İlber Ortaylı

Gezi Rehberi - Mekanlar ve Olaylariyla Topkapı Sarayı

Kaynak Yayınları/Gezi Rehberi (2010)

İlber Ortaylı

Hukuk Ve İdare Adamı Olarak Osmanlı Devletinde Kadı Osmanlı

Bilimsel Araştırmalar Dizisi / Turhan Kitabevi

İlber Ortaylı

İlber Ortaylı - El-Kitap

Genel başlık (İçerikteki popüler eserlere atıf yapar)

İlber Ortaylı

İlber Ortaylı - İstanbuldan Sayfalar

Alkım Basın Yayın, 9. Genişletilmiş Yeni Baskı, 2007

İlber Ortaylı

İlber Ortaylı - Son İmparatorluk Osmanlı

Kitap Adı

İlber Ortaylı

İlber Ortaylı ile Tarihin Sınırlarına Yolculuk

Ufuk Kitapları, Tarih Dizisi, 6

İlber Ortaylı

İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı

Timaş Yayınları (2016)

İlber Ortaylı & Yenal Bilgici

İnsan geleceğini nasıl kurar? (kendini inşa etmenin yolları)

Kronik Kitap, 1. Baskı, İstanbul, 2022

İlber Ortaylı & Erol Şadi Erdinç

İttihat ve Terakki

Newtokrasi (2026)

İlber Ortaylı

Kafa Bi Dünya Sayı 36

Dergi/Sayı

İlber Ortaylı & Şermin Yaşar

Kınalı Serçe

Kitap Adı (Alıntı listesinde geçmiştir)

İlber Ortaylı

Osmanlı Barışı

Timaş Yayınları (2010)

İlber Ortaylı

Osmanlı Düşünce Dünyası ve Tarihyazımı

İş Bankası Kültür Yayınları

İlber Ortaylı

Osmanlı İmparatorluğu'nda Alman Nüfuzu

Kronik Kitap, 2018

İlber Ortaylı

Osmanlı Toplumunda Aile

Timaş Yayınları, 1. baskı, İstanbul, 2009

İlber Ortaylı

Osmanlı'da Değişim ve Anayasal Rejim Sorunu

İş Bankası Kültür Yayınları

İlber Ortaylı

Osmanlı'yı Yeniden Keşfetmek

Timaş Yayınları, 2006

İlber Ortaylı

Osmanlıda Milletler ve Diplomasi

İş Bankası Kültür Yayınları, 2011

Taha Akyol & İlber Ortaylı

Osmanlı Mirası

Yayına Hazırlayan Emre Barca

İlber Ortaylı

Tarihin İzinde

Timaş Yayınları

İlber Ortaylı

Tarihin Işığında İlber Ortaylı

Profil Kitap Yayınları (Röportajlar ve Makaleler)

İlber Ortaylı

Türkiye Teşkilat ve İdare Tarihi

Cedit Neşriyat, 3. Baskı, 2010

İlber Ortaylı

Türklerin Altın Çağı

Kronik Kitap, 1. Baskı Mart 2017

İlber Ortaylı

Türklerin Tarihi (Cilt 1 ve 2)

Timaş Yayınları (2015, 2018)

İlber Ortaylı

Üç Kıtada Osmanlılar (Osmanlı'yı Yeniden Keşfetmek, #3)

Timaş Basım, 2014

İlber Ortaylı

Yakın Tarihin Gerçekleri

Timaş Yayınları

İlber Ortaylı & Nilgün Uysal

Zaman Kaybolmaz - İlber Ortaylı Kitabı

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 3. Baskı, 2013

İlber Ortaylı & Yenal Bilgici

Bir Ömür Nasıl Yaşanır? (Hayatta Doğru Seçimler İçin Öneriler)

Kronik Kitap

Çeşitli Yazarlar

CiÉpo ComitÉ International D'Études Pré-ottomanes Et...

Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu

Çeşitli Yazarlar

Türklerin Serüveni: Metehan’dan Attila’ya, Fatih’ten...

Kronik Kitap, 3. Baskı, 2017

Diğer Yayın Organları, Makaleler ve Söyleşiler:

Tür/Platform

Başlık/Kaynak

Haber Makalesi

"İlber Ortaylı kalp krizi mi geçirdi, sağlık durumu nasıl?..."

Haber Makalesi

"Prof. Dr. İlber Ortaylı: İstanbul çok kalabalıklaştı"

İnternet İçeriği

"İlber Ortaylı - Tüm Köşe Yazıları - Sayfa 1 - Hürriyet"

İnternet İçeriği

"İlber Ortaylı - Vikipedi"

İnternet İçeriği

"İlber Ortaylı kitapları pdf - kitap-yolu.com"

İnternet İçeriği

"İlber Ortaylı'nın Tarihçiliği Hakkında Az Bilinen Gerçekler - Kelâmbaz"

İnternet İçeriği

"İlber ortaylı ve yayınları hakkında : r/TarihiSeyler - Reddit"

İnternet İçeriği

"www_eskikitaplarim_com.pdf"

Notlar/Döküman

"Tüm notlar 21.11.2025"

Makale Başlığı

"İlber Ortaylı'nın Okunmasını Tavsiye Ettiği 25 Kitap - Ekşi Şeyler"

Kitap Başlığı (Genel)

"İlber Ortaylı «Türkiye'nin Yakın Tarihi»"

 

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar