Print Friendly and PDF

Yayınlar


İlber Ortaylı: Bir Tarihçinin Portresi – Fikir Dünyası, Eleştirileri ve Mirası

Bunlarada Bakarsınız

 


Giriş

İlber Ortaylı, Türkiye'nin entelektüel sahnesinde kendine özgü bir yer işgal eden, yalnızca akademik kürsülerde değil, kamusal alanda da derin bir etki bırakmış bir tarihçidir. Onu benzerlerinden ayıran en temel özellik, popüler kültürdeki görünürlüğü ile akademik ciddiyeti, birbiriyle çelişir gibi görünen bu iki dünyayı ustalıkla birleştirebilmesidir. Tarih disiplinine olan sarsılmaz tutkusu, eserlerinin ve konuşmalarının her satırına sinmiştir; bu tutku, geçmişi sadece bir olaylar dizisi olarak değil, bugünü şekillendiren canlı ve dinamik bir güç olarak görmesinden kaynaklanır. Ortaylı için tarih, bir medeniyetin hafızası, bir toplumun kimliğinin temel taşıdır. Bu rapor, onun zengin düşünce dünyasını, tarih, medeniyet ve imparatorluk üzerine geliştirdiği temel tezleri, Türkiye'nin eğitim ve kültür hayatına yönelik keskin eleştirilerini ve entelektüel mirasını, kendi eserleri ve beyanları ışığında kapsamlı bir şekilde analiz etmeyi amaçlamaktadır.

--------------------------------------------------------------------------------

1. Bölüm: Tarihçi Kimliği ve Üslubu

İlber Ortaylı'nın tarihçilik anlayışı, stratejik bir öneme sahiptir. O, tarih yazımını geçmişi kuru bir şekilde aktarma eylemi olarak değil, aksine bir zihniyet, bir dünya görüşü ve bir medeniyet bilinci inşa etme aracı olarak görür. Bu nedenle onun metodolojisi, üslubu ve tarih bilincine yaptığı vurgu, düşünce sisteminin temel direklerini oluşturur.

1.1. Tarih Bilincinin Önemi

Ortaylı'ya göre Türk toplumunun temel sorunlarından biri, tarih bilmemektir. Bu eksikliği, basit bir bilgi yoksunluğunun ötesinde, tehlikeli bir sorumsuzluk olarak tanımlar. Ona göre, "Tarih bilmemekten dolayı tarih reddetme vardır." Bu durum, toplumun geçmişiyle bağını koparmasına ve geleceğe dair sağlıklı bir vizyon oluşturamamasına yol açar. Tarihî gerçeklerle yüzleşmek yerine desteksiz ve sorumsuzca konuşmanın bir özgürlük olmadığını, aksine toplumsal bir zaaf olduğunu ısrarla belirtir.

Bu bilinç eksikliğinin bir diğer yansımasını, tarihi aktaracak "araçların" zayıflığında görür:

"Bu milletin yapmış olduğu tarihi aktaracak ana ve ara araçları yoktur. Bu araçlar, Avrupa tarihinde tarihî tiyatrodur, tarihî romandır. Mesela birtakım şairler tarihçidir, Schiller gibi, Goethe gibi, Puşkin gibi, Corneille gibi."

Ortaylı için bu eksiklik yalnızca edebi bir başarısızlık değil, aynı zamanda medeniyete dair bir zaaftır. Zira bu durum, kamusal bilinci kendi geçmişinden kopuk bırakmakta ve onu basitleştirilmiş anlatılara karşı savunmasız kılmaktadır.

1.2. Akademik Metodoloji ve Kaynak Kullanımı

Ortaylı'nın akademik çalışmalarının temelinde, kaynaklara dayalı titiz bir araştırma metodolojisi yatar. Özellikle Türkiye tarihinin uluslararası bağlamını anlamak için yabancı arşivlerin önemini sıkça vurgular. Kendi çalışmaları bu yaklaşımın en somut örnekleridir. Osmanlı İmparatorluğu'nda Alman Nüfuzu adlı eserine yazdığı önsözde bu metodolojik hedefi açıkça belirtir:

"Bu çalışmaya başlarken bizim arşivlerimizin yanında Avrupa devletlerinin arşivlerini kullanmak gibi yöntemsel bir hedef, itiraf etmeliyim, bana konunun içeriğinden daha cazip görünmüştü."

Bu yaklaşım, ona Osmanlı tarihini yalnızca içeriden değil, aynı zamanda Avusturya, Rusya, Almanya gibi güçlerin perspektifinden de okuma imkânı tanımıştır. Bununla birlikte, tarihçilikte "pekin (exact)" olarak nitelediği araştırma yöntemlerine büyük değer verir. Nümizmatik (sikke bilimi), paleografi (eski yazı bilimi), seramik tarihlendirme ve eski belgelerin fiziki özelliklerinin analizi gibi teknikler, onun için tarihsel gerçeğe ulaşmada vazgeçilmez araçlardır. Ortaylı için tarihsel iddiaları bu türden somut ve maddi kanıtlara dayandırmak, kamusal hayatta eleştirdiği "desteksiz ve sorumsuzca konuşma" alışkanlığına karşı bir panzehirdir; onun metodolojisi, Türk entelektüel yaşamında eksikliğini hissettiği zihinsel disipline doğrudan bir yanıttır.

1.3. Ayırt Edici Üslubu ve Konuşma Tarzı

İlber Ortaylı'yı kamusal bir figür haline getiren en önemli unsurlardan biri, yazılı ve sözlü anlatımındaki kendine has üslubudur. Dilin yaşayan, nefes alan bir varlık olduğuna inanır ve bu inancını sık sık halkın dilindeki zenginliğe dikkat çekerek gösterir. Safranbolu'daki bir hamamcıyla yaşadığı anı, bu konudaki hassasiyetini çarpıcı bir şekilde ortaya koyar:

"Hamamcı dedikodu yapıyor. (...) Orman şefini falan çekiştiriyor. 'Efendim' diyor, 'oradan keresteyi kamyonlara hamlederler, rüşvet desen, badehu . . .' Kim demiş, 'Halk Osmanlıca'yı anlamaz' diye... Senden benden iyi kullanıyor."

Bu tür gözlemleriyle Ortaylı, dilin sadece aydınların tekelinde olmadığını, halkın gündelik konuşmalarında tarihsel derinliğin ve kültürel sürekliliğin izlerini taşıdığını kanıtlar.

Ortaylı'nın tarihçilik anlayışı, sadece akademik bir çaba olmanın ötesinde, kökleri derinlerde olan bir medeniyet ve kimlik meselesidir. Onun için tarihi doğru anlamak, bir imparatorluğun entelektüel ve kurumsal mirasını bütüncül bir şekilde kavramaktan geçer.

--------------------------------------------------------------------------------

2. Bölüm: Entelektüel Çerçeve: Tarih, Medeniyet ve İmparatorluk Anlayışı

İlber Ortaylı'nın entelektüel çerçevesi, büyük tarihsel anlatılar, medeniyetler arası karşılaştırmalar ve süreklilik analizleri üzerine kuruludur. Dünya tarihini belirli dönüm noktalarına ayırarak, bu dönemler arasındaki geçişleri, kopuşları ve devamlılıkları kendine özgü bir sentezle yorumlar. Onun düşünce dünyası, olayların ve figürlerin ötesinde, yapıların ve zihniyetlerin tarihini anlama çabasıdır.

2.1. Temel Tezler ve Kavramlar

Aşağıdaki kavramlar, Ortaylı'nın tarih ve medeniyet anlayışının temel taşlarını oluşturur:

  • Üçüncü Roma Olarak Osmanlı: Ortaylı'nın en bilinen tezlerinden biri, "Osmanlı İmparatorluğu tarihte üçüncü Roma'dır, bir dördüncüsü de yoktur" ifadesidir. Bu tez, Moskova'nın "Üçüncü Roma" iddiasına karşı İstanbul merkezli bir tarih okumasıdır. Ona göre Osmanlı'yı diğer imparatorluklardan ayıran temel özellik, Roma gibi kozmopolit ve çok hukuklu bir yapıya sahip olmasıdır. Çarlık Rusyası ve Avusturya-Macaristan gibi yapıları, belirli bir milliyetçi karaktere sahip olmaları ve dini faktörün ağır basması nedeniyle bu kategoride görmez. Osmanlı ise, evrensel iddiası ve farklı unsurları bir arada tutabilme kapasitesiyle Roma mirasının gerçek devamıdır.
  • Doğu-Batı Ayrımında Süreklilik ve Kopuş: Ortaylı, Doğu ile Batı arasındaki tarihsel ayrımı, klasik dünya ile kurulan ilişki üzerinden tanımlar. Doğu Roma'nın (Bizans), Yunanca aracılığıyla eski dünyanın zengin felsefi ve kültürel mirasıyla bağını hiç koparmadığını savunur. Buna karşılık Batı, Roma İmparatorluğu'nun yıkılışıyla birlikte bu gelenekten kopmuş ve Latince aracılığıyla daha sınırlı bir kültürel evrende yaşamıştır. Bu analize göre Doğu'da "eski dünya büyük sarsıntı ve yıkıntı geçirmeden tarih yoluna devam etti" iken, Batı'daki kopuş daha derindir. Ancak Ortaylı, Batı’nın bu durumu "kendi azgelişmişliğini kendi bilinci ve cehdi ve kültür değişimi ile sonraki asırlarda" telafi ettiğini ekleyerek, basit bir Doğu üstünlüğü argümanından ziyade, iki farklı gelişim yolunu ortaya koyan daha karmaşık bir analiz sunar.
  • Hellenizm'in Rolü: Hellenizm devri, Ortaylı için Doğu Akdeniz medeniyetlerinin birbiriyle bütünleştiği kritik bir dönemdir. Bu dönem, farklı kültürleri birbirine bağlamanın yanı sıra, tarih yazımında önemli bir metodolojik geleneği başlatmıştır: kendinden önceki ve yabancı kaynakları kullanma alışkanlığı. Mısır tarihinin Manethon'a yazdırılması gibi örnekler, bu geleneğin İslam tarihçiliğine de miras kaldığını gösterir.
  • Oksidentalizm Gerekliliği: Ortaylı, Oryantalizme yönelik eleştirilerin tek taraflı kalmaması gerektiğini savunur ve Doğululara bir çağrı yapar: Batı'yı, kendi kaynaklarından ve kendi metodolojisiyle öğrenmek. "Oksidentalist" (Batı-bilimci) olmanın gerekliliğini vurgularken, bunun entelektüel bir denge ve stratejik bir zorunluluk olduğunu belirtir: "Doğu ile Batının birbirini aynı derecede tanıması en etkili silahlanmadır."

2.2. İmparatorluk Tanımı ve Kriterleri

Ortaylı, Türkiye'de "imparatorluk" kelimesinin bir tabu olarak görülmesini ve olumsuz bir anlamla yüklenmesini eleştirir. Bir yapıyı imparatorluk olarak tanımlamak için belirli kriterler kullanır:

  1. Kozmopolitizm: Farklı etnik, dini ve kültürel grupları bir arada barındırması.
  2. Çok Hukukluluk: Tek bir hukuk sistemini dayatmak yerine, farklı cemaatlerin kendi hukuklarını uygulayabildiği bir yapıya sahip olması.
  3. Evrensel İddia: Sadece belirli bir ulusa veya coğrafyaya değil, tüm dünyaya nizam verme iddiası taşıması.

Bu kriterler ışığında Osmanlı ve Roma imparatorluklarını bu tanımın ideal örnekleri olarak görürken, modern dönemdeki sömürgeci imparatorlukları bu kategorinin dışında tutar.

2.3. Cengiz Han ve Timur Üzerine Değerlendirmeler

Ortaylı, Timur'un 1402 Ankara Savaşı'ndaki zaferine ilişkin yaygın kanıları sorgular. Bir kongrede kendisine "Timur gibi Osmanlı’yı durduran hükümdar, sizi en azından 50 sene yıkılıp, batmaktan kurtardı" diyen "resmi Özbek tarihçisine" verdiği cevap, onun analizinin özgünlüğünü gösterir. Ortaylı'ya göre bu olay, Osmanlı için bir yıkım olmamış, tam aksine 12 yıllık Fetret Devri'nin ardından devletin "daha iyi toparlanmasına" ve daha sağlam temeller üzerinde yeniden yükselmesine olanak tanımıştır.

Kaynaklarda Cengiz Han hakkında doğrudan kapsamlı bir yorum bulunmasa da, Ortaylı'nın Altın Ordu, Kırım Hanlığı ve Timur Devleti gibi göçebe Türk-Moğol devlet geleneğine yaptığı atıflar, bu yapıları Osmanlı'dan ayıran temel özelliklere odaklandığını gösterir. Bu devletlerde Cengiz Han soyundan gelmenin meşruiyet için önemini vurgularken, Osmanlı'nın daha başlangıçtan itibaren yerleşik Sasani, Abbasi ve Bizans yönetim geleneklerini benimsediğini belirtir.

Ortaylı için bu görkemli ve karşılaştırmalı çerçeve yalnızca akademik bir egzersiz değil; modern Türkiye'nin eğitim ve kültür politikalarındaki patolojileri teşhis etmek için kullandığı merceğin ta kendisidir. Bu politikaları, söz konusu tarihsel yörüngeden bir sapma olarak görmektedir.

--------------------------------------------------------------------------------

3. Bölüm: Bir Eğitim ve Kültür Eleştirisi: Türkiye'nin Maarif Davası

Eğitim, İlber Ortaylı'nın düşünce dünyasının merkezinde yer alır ve Türkiye'nin geleceği için en stratejik mesele olarak görülür. Onun eğitim felsefesinin temelinde, kaliteyi ve liyakati önceliklendiren, "elitist olmak zorunda" olduğuna inandığı bir anlayış yatar. Bu yaklaşımı, Türkiye'nin eğitim sistemine yönelik köklü ve sert eleştirilerinin de çıkış noktasını oluşturur.

3.1. Türk Eğitim Sistemine Yönelik Eleştiriler

Ortaylı'nın Türk eğitim sistemine yönelik eleştirileri, yapısal ve tarihsel sorunlara odaklanır:

  • Kalite ve Eşitlik Sorunu: Kitle eğitiminin kaliteyi düşürdüğünü savunan Ortaylı, seçkinci bir eğitim modelini savunmaktan çekinmez. Ona göre, toplumun ilerlemesi, yetenekli bireylerin özel olarak yetiştirilmesine bağlıdır:
  • Tarihsel Hatalar: 1970'lerde Bülent Ecevit döneminde genel liselerin kaldırılmasını "büyük facia" olarak nitelendirir. Bu kararın, Ecevit'e "telkin edilmiş" yanlış fikirlere dayandığını ve Türkiye'nin kaliteli ortaöğretiminin sonunu getirdiğini belirtir. Bu dönemde uygulanan "sıkılaştırılmış eğitim" modelinin, kasabalardaki eğitim altyapısını çökerttiğini ve öğretmen kalitesini düşürdüğünü savunur.
  • Üniversite Politikası: Türkiye'de "açılmayacak yerlerde açılmış" üniversiteleri sert bir dille eleştirir. Bir gencin, ilkokuldan doktoraya kadar aynı şehirde kalmasının "ufkunu kaçırdığını" ve bunun büyük bir hata olduğunu söyler. Eğitimin evrensel bir macera olduğunu, öğrencinin dünyayı görmek için "baba ocağından ayrılması" gerektiğini Fatih Sultan Mehmed, Ebussuud Efendi, Aziz Sancar ve Gazi Yaşargil gibi tarihsel ve modern örneklerle destekler.
  • Özel Okullar: Özel okullardaki durumu da endişeyle karşılar. Bu okullardaki öğretmenlerin, okul sahipleri ile "çoğu gayet edepsiz, müdahaleyi kendine iş edinmiş veliler" arasında sıkışıp kaldığını belirtir. Özel okulların "zincir haline gelmesinin" eğitim için "iyi bir hal olmadığı" yönündeki görüşünü dile getirir.

3.2. Hayranlık Duyduğu Eğitim Modelleri: Japonya Örneği

Ortaylı, eleştirilerinin yanı sıra başarılı bulduğu tarihsel modellere de dikkat çeker. Özellikle 18. yüzyıl Japonya'sının eğitimdeki başarısına hayranlık duyar. Bu dönemde Japonya'nın, halkın öğretmeni olarak görev yapan samuraylar ve Budist rahipler aracılığıyla, kadınlarda %33, erkeklerde ise %40 gibi bir okuryazarlık oranına ulaşmasını bir "devrim" olarak tanımlar. Kendi eğitim hayatından hareketle, klasik dillere ve beşeri bilimlere önem veren Avusturya lise sistemine de olumlu atıflarda bulunur.

3.3. Bir Kurumun Trajedisi: Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi

Atatürk'ün kurduğu Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi (DTCF), Ortaylı için hem büyük bir vizyonun hem de trajik bir düşüşün simgesidir. Atatürk'ün Sümeroloji, Hititoloji, Sinoloji gibi bölümlerle "bambaşka" bir ufuk çizdiğini, amacının sadece Türk tarihini değil, dünya tarihini ve medeniyetlerini anlayan bir nesil yetiştirmek olduğunu belirtir. Ancak bu vizyonun o dönemde anlaşılamadığını ve fakültenin 1947 olaylarıyla "büyük darbe yediğini" üzüntüyle anlatır. Bu olaylar sırasındaki "görülmemiş edepsizliği" ve sonrasında kurumun liyakatli hocalarını kaybederek "can çekişen hale" gelmesini, Türkiye'nin entelektüel hayatındaki büyük bir kayıp olarak görür.

3.4. Türkiye İçin Eğitim Tavsiyeleri

Ortaylı, mevcut sorunlara karşı somut öneriler de sunar. Bu öneriler, kalite ve uzmanlaşma odaklı bir yeniden yapılanmayı hedefler:

  • Model Okullar: Her alanda örnek teşkil edecek, yüksek standartlı "model okullar" kurulmalıdır.
  • "Ümanist Gimnazyum": Batı'daki "humanist gymnasium" modeline benzer, dil, tarih ve edebiyat ağırlıklı "sosyal bilimler/edebiyat liseleri" açılmalıdır.
  • Dil Eğitimi: Başta Osmanlıca olmak üzere, klasik ve modern dillerin öğretimine hassaten önem verilmelidir.
  • Teknik ve Sanat Okulları: "Lüzumsuz" üniversiteler açmak yerine, ülkenin ihtiyacı olan kalifiyeli elemanları yetiştirecek teknik okullar, sanat okulları ve konservatuvarlar güçlendirilmelidir.

Ortaylı için eğitimdeki bu köklü sorunlar, esasen Türkiye'nin tarihsel serüvenindeki daha geniş çaplı problemlerin ve kimlik krizinin bir yansımasıdır.

--------------------------------------------------------------------------------

4. Bölüm: Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Türkiye Meseleleri

İlber Ortaylı, Osmanlı modernleşmesinden günümüz Türkiye'sine uzanan siyasi ve toplumsal tarihi, bir kopuş değil, bir süreklilik ve dönüşüm diyalektiği içinde ele alır. Ona göre, Cumhuriyet'in kodlarını anlamak için Tanzimat'ı, bugünkü sorunları kavramak için ise İttihat ve Terakki'den başlayan süreci derinlemesine bilmek gerekir.

4.1. Osmanlı Modernleşmesi: Tanzimat ve Sonrası

Ortaylı, 1839 Tanzimat Fermanı'nı, tebaanın haklarını güvence altına alması ve kanun üstünlüğü ilkesini getirmesi nedeniyle önemli bir "anayasal gelişme" olarak değerlendirir. Bu dönemin yönetici kadrosunu, yani "Babıâli diktatörleri" olarak anılan bürokratları, "yakın tarihin en becerikli, yaratıcı kadroları" olarak niteler. Onların geliştirdiği "Osmanlıcılık" ideolojisini, Fransız Devrimi'nin getirdiği milliyetçilik akımına karşı, imparatorluğu bir arada tutmayı amaçlayan bilinçli ve rasyonel bir tepki olarak yorumlar.

Tanzimat dönemi, aynı zamanda toplumsal yapıda önemli dönüşümlerin yaşandığı bir süreçtir. Kadının eğitim görmeye başlaması ve kamusal hayata adım atması bu dönemde hız kazanmıştır. Ortaylı, 1858 Arazi Kanunnamesi'nin, kız evlatlara da erkeklerle eşit miras hakkı tanımasını ve kırsal kesimdeki büyük aileyi parçalayacak bir süreci başlatmasını, bu toplumsal modernleşmenin önemli bir adımı olarak görür.

4.2. İttihat ve Terakki ve Birinci Dünya Savaşı

İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin (İTC) "ezoterik bir cemiyet gibi" anlatılmasının yanlışlığına dikkat çeker. İTC'yi, modern Türkiye'nin kuruluşundaki rolüyle birlikte, devleti maceracı bir şekilde savaşa sokan bir "üçlü yönetim" (Talât, Enver, Cemal Paşalar) olarak analiz eder. Birinci Dünya Savaşı'na girişi ve özellikle Sarıkamış Harekâtı'nı, "acemi komutanlık ve yanlış politikanın yarattığı en büyük facia" olarak tanımlar ve bu olayın kendi fikir dünyasını ve tarih bilgisini derinden sarstığını ifade eder. Ancak Ortaylı için bu noktanın özü, yaşanan felaketin ve halkın düştüğü bitkinliğin, Türk milletinin Kurtuluş Savaşı'nı başlatmasını engelleyememiş olmasıdır. Bu karşıtlık, onun hayranlık duyduğu bir direnci ve döneme bakışını anlamak için esastır.

Ermeni Tehciri konusunda ise, İngilizlerin "bunu Almanların yaptırdığı" yönündeki iddiasının "doğru" olduğunu belirtir. Almanların, Osmanlı idarecilerinin tereddüt ettiği anlarda "devam edin" diyerek tehciri teşvik ettiğini ve bu politikanın arkasındaki Alman rolünün altını çizer.

4.3. Atatürk ve Kemalizm'in Mirası

Ortaylı, Atatürk'ü, "Yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesiyle barıştan yana olan, "gerçekçi ama cesur" ve evrensel bir lider olarak portreler. Atatürk'ün, 20. yüzyıl liderleri içinde fonksiyonunu yitirmeyen iki figürden biri olduğunu ileri sürer; diğeri ise devlet kurucusu Atatürk'ün tam zıddı bir konumda, devleti yönetmemiş romantik bir devrimci sembolü olarak kalan Che Guevara'dır.

Kemalizm'in mirasını ise karmaşık bir süreç olarak değerlendirir. Kemalizm'in, 1940'lardan itibaren savaş ekonomisi ve yetersiz bürokrasi nedeniyle kendi içinde erimeye başladığını belirtir. Bu erozyonu, CHP hükümetinin 1947'de üniversitelere vurduğu "büyük darbe" gibi bizzat rejimin kendi eylemlerine bağlayarak, sürecin iç çelişkilerine dikkat çeker. Ancak tüm bu erozyona rağmen, "Türkiye'de her buhranda Kemalizm tekrar bir umut ışığı olarak her yaştaki insan, her sınıftaki kitleler tarafından benimsenmektedir."

4.4. Çok Partili Hayat ve Askerî Darbeler

Demokrat Parti'nin (DP) 1950'de iktidara gelişini, sadece sağ kesimlerin değil, baskı gören solcuların dahi desteğini alan geniş bir toplumsal tepkinin sonucu olarak görür. Bu, tek parti rejimine karşı biriken bir hoşnutsuzluğun sandığa yansımasıdır.

Askerî darbeler konusunda ise, özellikle 12 Eylül 1980 darbesine dair kişisel gözlemlerini aktarır. Darbenin ilk anlarında, Avrupa'daki Türklerin dahi anarşiden bunaldıkları için "Geç bile kaldılar" diyerek darbeyi hoş karşıladığını, ancak rejimin "çok ustaca yapılmadığını" ve toplumda derin bir bunalım yarattığını belirtir. Darbelerin ardından Türkiye'nin her seferinde demokratik hayata dönebilmesini ise iki temel faktöre bağlar: Batı ile olan ittifakların getirdiği zorlamalar ve ordunun kendi iç hiyerarşisi ve terfi düzeninin uzun süreli bir cunta rejimine izin vermemesi.

Ortaylı için Türkiye'nin iç meseleleri, her zaman küresel dinamikler ve tarihsel süreklilikler bağlamında şekillenmiştir ve bu karmaşık ilişkiyi anlamadan bugünü çözmek mümkün değildir.

--------------------------------------------------------------------------------

5. Bölüm: Küresel Perspektifler: Milletler, Coğrafyalar ve Dinler Üzerine Düşünceler

Bir "gezgin tarihçi" kimliğiyle İlber Ortaylı, dünya meselelerine yalnızca arşiv belgeleri üzerinden değil, aynı zamanda coğrafyaları bizzat deneyimleyerek yaklaşır. Onun küresel perspektifi, farklı kültürler, siyasi gelenekler ve dini yapılar arasındaki girift ilişkileri derinlemesine anlama ve analiz etme çabasıyla şekillenir.

5.1. İslam Dünyası: Araplar ve İran

Ortaylı'nın Arap dünyasına bakışı eleştirel ve çok katmanlıdır. Birinci Dünya Savaşı sonrası dönemi analiz ederken, Arapların 1917'de İngiliz desteğiyle beklediği bağımsızlığın, Yahudi yurdunu müjdeleyen "Balfour" bildirgesiyle sonuçlandığını belirtir. 30 yıllık Britanya manda yönetimini, "beceriksizlik, ikiyüzlülük ve merhametsizliklerle dolu bir kötü yönetim örneği" olarak tanımlar.

İran'a ise büyük bir kültürel hayranlık duyar. İran halkını, "dünyanın en ilginç ve renkli halklarından biri" olarak niteler. Bu hayranlığını, Şiraz'da, ünlü şair Hafız'ın kabri başında, grubuna Yahya Kemal'in "Rindlerin Ölümü" şiirini okuduğu anı gibi kişisel ve entelektüel deneyimleriyle somutlaştırır.

5.2. Avrasya'nın Devleri: Rusya, Çin ve Türk Dünyası

Rusya, Ortaylı'nın akademik kariyerinde özel bir yer tutar. Rus tarihine ve diline olan derin hakimiyeti, analizlerine farklı bir boyut katar. Rusların, yurtdışında yaşarken dillerini ve kültürlerini nesiller boyu koruma yeteneğini, "Kulturvolk" (kültürüne bilinçle bağlı millet) olmayan Türklerle karşılaştırarak, bu alandaki toplumsal zaaflara dikkat çeker.

Türk dünyasındaki gelişmeleri de yakından takip eder. Kazakistan'ın Latin harflerine geçiş kararını "kaçınılmaz" bir gelişme olarak görür, çünkü Kiril alfabesinin Türk dillerinin yapısına uygun olmadığını savunur. Öte yandan, Sovyet sonrası dönemde Kırım'ın, özellikle Yalta gibi kıyı şehirlerinin, "zevksiz ve çevreyi bozan" bir mimari dönüşüme uğramasından duyduğu üzüntüyü dile getirir.

Not: Kaynak metinlerde, Çin ve Amerika Birleşik Devletleri hakkındaki düşüncelerine dair sınırlı bilgi bulunmaktadır. Ortaylı, bu güçleri daha çok Osmanlı coğrafyası ve modern Türkiye üzerindeki tarihsel ve güncel etkileri bağlamında analiz etmektedir.

5.3. Avrupa Güçleri: Almanya ve Vatikan

Almanya, Ortaylı'nın akademik çalışmalarının merkezinde yer alan bir diğer ülkedir. Özellikle 19. yüzyılın son çeyreğinde Alman İmparatorluğu'nun, Osmanlı ordusunun modernizasyonu, demiryolu projeleri ve bankacılık gibi alanlardaki artan askeri, ekonomik ve siyasi nüfuzunu detaylı bir şekilde inceler.

Vatikan'ı, "büyük uygarlık merkezi" olarak tanımlarken, Katolik dünyanın zaaflarına da işaret etmekten geri durmaz. 19. yüzyılda ortaya atılan "Papanın yanılmazlığı" doktrininin modern dünyada kiliseye muhalif akımları güçlendirdiğini ve Katolik kitlenin kan kaybettiğini belirtir. Bu duruma örnek olarak, Katolik Kilisesi'nden ayrılarak Ermeni Gregoryen Kilisesi'ne geçen bilgili Patrik Ormanyan Efendi'yi gösterir.

5.4. İstihbarat ve Coğrafya Üzerine Görüşler

Ortaylı, tarihsel olayları analiz ederken, aktörlerin ve ideolojilerin yanı sıra, istihbarat faaliyetlerinin ve coğrafi koşulların belirleyici rolüne de büyük önem verir. Devletlerin stratejilerini, yayılma politikalarını veya savunma mekanizmalarını anlamada bu iki unsurun vazgeçilmez olduğunu sık sık ima eder. Ona göre tarih, sadece metinlerin değil, aynı zamanda haritaların, iklimin ve gizli operasyonların da şekillendirdiği bir süreçtir.

İlber Ortaylı'nın küresel analizlerinin temelinde, her zaman derin bir tarihsel ve kültürel birikim yatar. Bu birikim, onun bir akademisyen olarak titizliği ile bir gezgin olarak edindiği zengin kişisel deneyimlerin eşsiz bir sentezidir.

--------------------------------------------------------------------------------

6. Bölüm: Kişisel Dünyası ve Mirası

İlber Ortaylı'nın akademik kimliğinin ardında, entelektüel merakları, yaşam tecrübeleri ve hayata dair gözlemleriyle şekillenen zengin bir kişisel dünya bulunur. Bu dünya, onun tarih anlatısını besleyen, renklendiren ve daha insani kılan temel unsurları barındırır.

6.1. Yaşamından Kesitler ve İlgi Alanları

  • Ailesi ve Yetişmesi: Kaynaklarda aile yaşamına dair detaylı bilgiler yer almamaktadır. Ancak Ortaylı, Türkiye'de "aile ağaçları" ve şecere geleneğinin, Batı'daki gibi tasdikli ve sürekli bir yapıya sahip olmadığını, bu nedenle soy geçmişini takip etmenin zorluklarına işaret eder. Bu durum, Türk toplumunun sözlü kültüre dayalı hafıza yapısına dair bir tespittir.
  • Entelektüel Merakları: Okunmasını tavsiye ettiği kitap listesi, onun entelektüel haritasını çizer. Hafız ve Fuzuli'den Yaşar Kemal'e, Tolstoy ve Puşkin'den Shakespeare ve Çehov'a uzanan bu liste, Doğu ve Batı klasiklerine olan derin ve dengeli ilgisini ortaya koyar. Onun için edebiyat, tarihin ruhunu anlamanın en vazgeçilmez yollarından biridir.
  • Seyahat Tutkusu: Seyahat, Ortaylı için bir yaşam biçimidir. "Deniz çocuğu denizsiz duramaz, denize açılmadan duramaz, denizi ister. Çöl çocuğu da öyledir. Çölünü ister," benzetmesiyle, farklı coğrafyalara duyduğu aidiyet ve merakı dile getirir. Mısır, Arnavutluk, İran gibi ülkelerdeki gözlemleri, sadece turistik bir gezinin değil, "o anın kıymetini bilerek" yapılan derinlemesine bir keşfin ürünleridir.
  • Dostlukları: Sosyal ve entelektüel yaşamında dostlukların önemli bir yeri vardır. Sevgi Gönül gibi dostlarıyla paylaştığı anılar, onun hem esprili hem de entelektüel derinliğe sahip kişiliğini yansıtan kesitler sunar.

6.2. Kütüphaneleri ve Kurumsal Faaliyetleri

Kitaplara ve kütüphanelere olan tutkusu, "kitaplar, uygarlığa yol gösteren ışıklardır" sözüyle özetlenebilir. Bu tutku, sadece kişisel bir birikim arzusundan ibaret değildir; aynı zamanda kurumsal bir sorumluluk bilincini de içerir. Uluslararası Osmanlı Etüdleri Komitesi (CIEPO) gibi bilimsel kurullardaki üyeliği ve uzun yıllar sürdürdüğü Topkapı Sarayı Müzesi başkanlığı görevi, onun bilgi mirasını koruma ve gelecek nesillere aktarma yönündeki çabalarının somut göstergeleridir.

6.3. Teknoloji, Ütopya ve Distopya

Ortaylı, eserlerinde biçimsel bir ütopya spekülasyonuna girişmese de, çalışmaları örtük olarak hem bir toplumsal çürüme vizyonu hem de bir ulusal yeniden doğuş projesi inşa eder. Onun düşünce dünyasında bu kavramların izlerini sürmek mümkündür:

  • Distopya Projeksiyonu: Eğitim ve kültürdeki yozlaşma ("dekadans"), tarih bilincinin kaybolması ve liyakatsizliğin egemen olması hakkındaki endişeleri, Türkiye için karamsar bir gelecek, yani bir distopya projeksiyonu olarak okunabilir.
  • Ütopyası: Seçkinci ve liyakate dayalı bir eğitimle yetişmiş, tarihine, diline ve kültürüne sahip çıkan, Doğu ile Batı arasında köprü kurabilen bir Türkiye vizyonu ise onun ütopyası olarak yorumlanabilir.

6.4. Mirası ve Kendinden Sonrası

Kaynaklarda, öldükten sonra kendisi için düşündüklerine dair doğrudan bir ifade yer almamaktadır. Ancak eserleri, kamusal kişiliği ve tarih anlayışı üzerinden mirasının ne olacağına dair bir çıkarım yapılabilir. Onun mirası, Türkiye'nin entelektüel tartışmalarında kalıcı bir referans noktası olarak kalacaktır. Fikirleri ve eleştirileri, gelip geçici bir "hoş seda"dan çok daha fazlasını ifade eder. Ortaylı’nın entelektüel mirası, Türkiye’nin geleceğinde yankılanmaya devam edecek uyarıcı bir seste saklıdır ve bu miras en iyi kendi sözleriyle özetlenebilir:

"Tarihin sedası hoş olmaktan çok gök gürültüsü gibi hacimlidir ve bitmeyen bir yankıyı andırır."

Onun kişisel dünyası, akademik çalışmalarından ve kamusal duruşundan ayrılamayacak bir bütünlük arz eder.

--------------------------------------------------------------------------------

Sonuç: Gelenekten Geleceğe Bir Aydının Sentezi

İlber Ortaylı, modern Türkiye'nin entelektüel tarihinde, Osmanlı mirasını reddetmeden modern Cumhuriyeti savunan, Doğu'yu küçümsemeden Batı'yı eleştirebilen ve popülerlikle akademik derinliği birleştirebilen nadir aydınlardan biridir. Onu çağdaşlarından ayıran ve Türkiye için vazgeçilmez kılan, tarihsel sürekliliği modern bir vizyonla harmanlama yeteneğidir. Ortaylı’nın "Üçüncü Roma" tezi, medeniyet devamlılığı için bir çerçeve sunarken, "Oksidentalizm" gerekliliği çağrısı entelektüel bir öz savunma manifestosu niteliğindedir. Türkiye’nin "Maarif Davası"na yaptığı ısrarlı vurgu ise ülkenin geleceği için en kritik savaş alanını işaret etmektedir. Bu kavramlar etrafında şekillenen düşünce dünyası, onun sadece bir tarihçi değil, aynı zamanda Türkiye’nin geleceğine dair temel endişeleri ve umutları dile getiren bir kamusal aydın olduğunu kanıtlar. Mirası, sadece yazdığı eserlerde değil, aynı zamanda gelecek nesillere bıraktığı eleştirel düşünme ve geçmişle cesurca yüzleşme çağrısında yatmaktadır.

 

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar