EZİDİLER
“Kürtlerin
Yok Gösterilmeye Çalışılan Öteki Tarafı”
Bu
konu, özel tarihi bir çerçeve içinde toplumsal ve siyasal olarak inşa edilen
Iraklı cemaat kimliklerinin incelenmesine bir katkıdır, özel olarak, ülkenin kuzeyinde yaşayan heterodoks bir
Kürt cemaati olan Ezidiler arasındaki siyasal, sosyo-ekonomik ve kültürel
dayanışmanın İngiltere mandası döneminde (1920-1932) nasıl geliştiğini
incelemektedir.
[Heterodoks
sözcüğü, "farklı" anlamına gelen Yunanca heteros ve "öğreti,
düşünce" anlamındaki doxa sözcüklerinden oluşur. Ana akımdan sapmış olan
anlamına gelir. Bu kavram, dini gruplar arasında kendilerini kutsal metne ve
din kurucusunun gösterdiği yola en uygun davranan gruplar tarafından azınlıkta
kalan gruplar için kullanılmıştır. Ancak heterodoks kabul edilen gruplar
kendilerini heterodoks değil aksine ortodoks (Sahih) görürler.]
Aynı
zamanda grup dinamiklerini belirleyen sosyo-ekonomik ve siyasal süreçlerin
devamlılığını vurgulamak için geç Osmanlı dönemi üzerinde durmaktadır. Belirli
bir etnik topluluğun incelenmesi, Irak toplumunun karmaşık ve çok katmanlı
doğasının geniş bir şekilde anlaşılmasında bir sınırlama teşkil etmemelidir.
Dahası, Irak'ın genelde kabul gören parçalanmış toplumsal yapısını vurgulamaya
hizmet eden bir başka çaba olarak düşünülmemelidir. İnsanların dayanışma
çerçevesini yeniden kurdukları bir süreç olarak toplumsal kimliklerin inşası,
grupları çevrelerinden ayrılmaya teşvik etmekten ziyade, bu çevreyle sürekli
etkileşimi sağlayan önemli bir eylem alanı olarak görülür. Aslında dayanışma,
gruplar ile grup üyelerinin içinde eylediği kültürel, sosyo-ekonomik ve siyasal
alanlar arasındaki sürekli alışveriş ve "stratejik" müzakerelerin yan
ürünüdür. Bu bağlamda, Irak'taki Ezidi
Kürtler, çoğu zaman birbiriyle örtüşen birçok referans çerçevesi içerisinde
faaliyette bulundukları için son derece ilginç bir vaka incelemesidir. Iraklı
Ezidiler ve özellikle bu çalışmanın üzerinde durduğu Cebel Sincar'daki Ezidiler, akrabalık ideolojisini büyük ölçüde
sürdürürler; fakat kendilerini farklı Ezidi aşiretlerinden kesimleri de içeren
ve tarım ve hayvancılıkla uğraşan köy cemaatlerinin üyeleri olarak da görürler.
Ayrıca, kendilerini heterodoks inançlarıyla doğrudan ilişkili ahlaki ve toplumsal
değerlerle tanımlıyor olsalar da Ezidiler, ele alınan bu dönemde Sünni İslam
kimliğiyle özdeşleştirilen, daha büyük bir etnik grup olarak ırk ve dil
bakımından Kürt olarak nitelendirilirler. Bir aşiret, dinsel bir cemaat ve
ortak sosyo-ekonomik uzmanlaşma alanları ile ırksal bağlara sahip bir grup
olarak Irak'taki Ezidi Kürtler, farklı eylemlere hizmet eden aile, klan,
aşiret, dini yönetim, daha geniş bir etnik topluluk gibi çeşitli bağlamlarda iş
görebiliyorlardı.
Ezidiler, diğer köklü gruplar gibi, çoğu
zaman birbirine sıkı sıkıya bağlı, bağımsız ve içe dönük cemaatler olarak
algılanırlar. Bu sebeple, yapılan az sayıda incelemede, genellikle Ezidileri
heterodoks inanç sistemleri yüzünden kemikleşmiş ve katı bir toplumsal ve
kültürel varlığa sahipmiş gibi gösterme eğilimi vardır. Bir
yere kadar bu eğilim, cemaat hakkında 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başlarında
Batılı bilginler, gezginler, gazeteciler ve amatörler tarafından üretilen
bilginin yarattığı klişelerin açık bir yeniden üretimi olarak kabul edilebilir.
Dönemin yazını, ya betimleyiciydi ve Ezidi ritüelleri ile inançları üzerine
yoğunlaşıyordu ya da tutarlı ve kitaplı bir inanç sistemi olarak yaklaştığı
Ezidi dininin kökenini açıklamaya çalışıyordu. Bu da farklı Ezidi cemaatler
üzerine yapılan incelemelerin, bu cemaatlerin içine gömülü oldukları
sosyo-ekonomik ve siyasal yapıların oluşturduğu bağlamı ihmal etmesine neden
oldu. Dahası, Ezidi dinsel dayanışmasının yüzyıllar boyu varlığını sürdürmesi
ve yeniden üretilmesi için merkezi öneme sahip farklı kültürel çevrelere pek
önem verilmedi. Bunun bir sonucu, cemaate tarihsel bir anlayışla yaklaşmanın
önemini teslim etmenin genelde zora girmesi oldu. Bugünün bakış açısıyla bu
anlayış, Ezidi dayanışmasının zaman içinde nasıl oluştuğunu göstermek açısından
merkezi bir öneme sahiptir.
Ezidi
dininin dayanışmacı yönü, ortak inançlar, ibadet şekilleri ve dinsel kurumların
çatısı altındaki bireyler arasında bağ kurulmasını sağlayarak hiç şüphesiz
Ezidi kimliğinin temel taşlarından birini oluşturur. Bu, Ezidiliğin öğretisel
yönlerine öncelik veren yaklaşım nedeniyle bugüne kadar ihmal edildi. Dinin
sözlü aktarımı ve İçinde geliştiği kırsal çevre göz önüne alındığında, Ezidi
öğretisi tek başına, daha geniş ritüeller çerçevesinde bir bağlama oturtulmadığı
taktirde inananlara sağlam bir referans çerçevesi sunmamıştır. Dinsel yapılı
kurumların ayakta kalması ve faaliyetlerine devam edebilmesi -kitapta, 19.
yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında Irak'ta Ezidi yönetiminin temeli olarak
belirtilmiştir. Dinsel metinlerce kutsallaştırılan
"resmi” geleneğin bir işlevi olarak değerlendirilemez. Pratik, resmileşmiş
inançların aksine, zaman içinde Ezidi yönetiminin temelini oluşturan emirlik
sistemini desteklemiştir. Bu yönetim, yüzyıllardır yeniden üretilen Melek
Tavus (Tavvus Geran) alayları ve yıllık olarak Ezidiliğin
aziz kurucusu Şeyh Adi’nin Şeyhan ilçesindeki türbesine yapılan hac ziyaretleri
gibi ritüeller etrafında yapılanmıştır. Aynı şekilde, yiyecek tabuları ve ritüelin
saflık kavramına bağlı yasaklamalar gibi dini âdetler, Ezidilerin
toplumsal-dinsel alanını şekillendirmede merkezi öneme sahiptir. Öte yandan
büyük ölçüde Ezidi ahlakını Ortodoksluktan ziyade ortoprakslık [İmandan
ziyade tutuma vurgu yapan din anlayışı, ] belirler ve bu nedenle cemaat kendisini
saran çevredeki inançlara ve pratiklere bir hayli açıktır. Bu da, Kuzey Irak'ta
Ezidi yerleşim bölgelerinin kültürel heterojenliğinde karşılığını bulan 20.
yüzyıl Ezidiliğindeki karmaşık öğretisel ve ritüel senkretizmi" [Farklı dinler, kültürler ve öğretilerin
ilkeleri ve uygulamalarını tek bir inanç sistemi içerisinde birleştirme
girişimi, ] büyük ölçüde açıklar.
Ezidi
toplum yapısı ve siyasal otorite arasındaki bağlar, Ezidi kimliğini bir bağlama
oturtma faaliyetinin önemli bir parçasıdır. Cemaat dayanışmalarının yeni bir
çerçeveye kavuşturulması zorunlu olarak, grup seferberliği için çok önemli bir
ortam sağlayan devlet egemenliğinin gelişimiyle iç içe geçmiştir. Roger Owen, Hanna Batatu'nun Social
Classes and Revolutionary Movements of Iraq (Irak'ın Toplumsal Sınıfları ve Devrimci Hareketleri) kitabına yaptığı
değerlendirmeye gönderme yaparak bu süreci "devleti geri getirmek"
olarak adlandırdı. Bu
incelemenin önemli bir bölümü, özgül tarihsel bir çerçeveye sahip manda
yönetimi altındaki Irak’ta sömürgecilik ve etnik bilincin gelişmesi arasındaki
karmaşık ilişki üzerineydi. Iraklı
Ezidilerin yaşadığı eski Osmanlı vilayeti Musul, 1920'de Irak'taki modern devletin sınırları içine alındı ve 1932'ye
kadar İngiltere manda yönetimi altında kaldı. Uluslararası sınırlarla
tanımlanan sömürge devleti yeni bir bölgesel birim olarak, devlet ve toplum
arasındaki yeni mücadele alanı haline geldi. Aynı zamanda, merkezileştirilen
yasama ve yürütme mekanizmalarının aşamalı gelişimine zemin oluşturdu. Bu
bağlamda gruplar ya tanınma, siyasal meşruiyet, toplumsal saygınlık ve ekonomik
güç için ya da basitçe statükonun devamı için uğraş verdiler. Bölgede siyasi
modernleşmenin başlıca aktörü olan sömürge yönetimi, toplumsal yapı ve siyasal
otorite arasında yeni iç gerilimlerin meydana gelmesine neden olan koşulları
yarattı. İngiltere yönetimi altında, Ezidi Kürtler gibi köklü topluluklar yeni
siyasi yapının getirdiği dayatmalara uygun bir şekilde cemaat içi dayanışmayı
yeniden kurmak için uğraştılar. Özellikle din ve aşiret kimlikleri, Iraklı
Ezidilerin yeni devlet düzenine yanıt verirken kullandıkları temel insani
sermayeydik
Önceki
yüzyıllardaki Osmanlı yönetimiyle karşılaştırıldığında, 1920’lerde ulus
inşasının geliştiği sıradışı koşulları kabul eder. Bununla birlikte, sömürge
döneminin Ezidi Kürtlerde ve daha genelde Kuzey Irak’taki kırsal cemaatlerde
nasıl çarpıcı değişimlere yol açtığına da gönderme yapmaktadır.
Başka bir deyişle, 1920’lerde gerçekleşen
tarzdaki bir grup seferberliği, geçmişten ani bir kopuşu mu temsil ediyordu?
Eğer öyleyse, bu kopuşun sömürge
yönetiminin hayata geçirdiği siyasi modernleşmeyle ilişkisi nasıl kuruldu?
Manda
yönetiminin kendine özgü doğası, özellikle Hıristiyanlar, Ezidiler ve Kürtler
gibi dinsel ve etnik gruplar söz konusu olduğunda, devlet ile toplum arasında
yepyeni etkileşim biçimleri yarattı. 1920'lerin sonunda, yeni edindikleri
azınlık statüsünün örneklediği gibi, devlete karşı pozisyonları önceki yıllara
göre büyük ölçüde değişti. Fakat hem İngiltere manda otoriteleri hem de Iraklı
yöneticilerden oluşan sömürge devleti hiçbir şekilde hegemonik [Bir
devletin başka bir devlet üzerindeki siyasi üstünlüğü ve baskısı]
değildi. Osmanlı hâkimiyetinde olduğu gibi, grup dayanışmaları, değişen siyasal
koşullara uyarlanırken, iktidar sahipleri de toplumsal yapı karşısında
konumlarını tekrar tekrar müzakere etmek zorunda kalıyorlardı. 1920’lerde, eski ve yeni grupların
(İngiltere, kral ve maiyeti, aşiret şeyhleri, toprak sahibi sınıflar, etnik
topluluklar) parçalı karşıtlığından, Iraklı ulus inşası doğmaya başladı. Bu
gruplar, Bağdat'ta yeni yaratılan ulusal siyaset arenasında dolaylı ya da
dolaysız güçlenme ve tanınma arayışındaydılar. Bu bağlamda, İngiltere yerel
iktidar politikalarında kritik rol oynamakla birlikte, ana aktörlerden sadece
birisiydiler. Öte yandan, büyük ölçüde mandacı gücün temsilcileri olarak
edindikleri imtiyazlı statü, sömürgeci ve emperyalist çıkarlarına uygun olarak
karşıtlıkları beceriyle kullanmalarını ve dengelemelerini sağladı.
Bağımsızlıktan sonra, İngiltere hâkimiyetinin Irak siyasetine damgasını vurduğu
açıkça görüldü. Bu hâkimiyet, siyasal ve toplumsal fraksiyonlar arasında aracı
rol üstlenerek, sömürge sonrası dönemde büyük ölçüde devam edecek bir
istikrarsızlık modeli yaratmıştı. 1920'lerde, mandacı gücün varlığı sömürge
devletin iktidar yapısının değişik seviyelerindeki çatışmaların giderek
büyümesini ve yeniden üretimini teşvik etti. Bu çatışmaların çoğunun kökeni,
Osmanlı dönemine, özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısındaki siyasal, toplumsal
ve kültürel gerçekliklere uzanıyordu.
Yeni
devletin kurmuş olduğu siyasal merkez ile coğrafi ve siyasi olarak
marjinalleştirilmiş çevrelerinden birinin ilişkilerindeki gelişim, Irak
Ezidileri üzerine yapılmış bu çalışmada geniş bir yer tutar. Bu bağlamda,
umarım bu çalışma manda döneminin toplumsal ve siyasal dinamiklerine ille de
Bağdat merkezli bir yaklaşım benimsenmeden de bakılabileceğini gösterir.
Yerelci bir bakış açısı, insanları ve cemaatleri Irak'ın ulusal gelişiminin
bağrına taşıma konusunda da fayda sağlar. Sömürge döneminin en ayırt edici
özelliklerinden biri de devlet iktidarının giderek daha merkezi ve şehre dayalı
hale gelmesiydi. O halde siyasal merkezin kaynaklık ettiği modernleştirici
güçler, neredeyse tecrit halinde kırsal alanlarda yaşayan Ezidilerin cemaat
dayanışmasını nasıl etkiledi?
Kırsalda
güçlü otorite temellerine sahip çıkar gruplarının kullanıldığı açıktır; aşiret
bölgelerinin tamamında 1958 devrimine kadar etkinliğini sürdüren ayrı yargı
düzeninin İngiltere tarafından muhafaza edilmiş olması bunu gösterir. Öyle ki,
İngiltere yukarıda belirttiğim gibi dengeli karşıtlık mekanizmalarını harekete
geçirerek şehrin ve şehirli seçkinlerin artan etkisine karşı primordializmi
kullandı.
Primordializm, ulusların eski
ve doğal fenomenler olduğunu iddia eden görüştür. Clifford Geertz primordial
bağlılıkları şöyle tanımlar: ’...temelde birinci dereceden yakınlık ve akraba
bağlantıları, ancak bunların ötesinde belirli bir dinsel topluluk içinde doğmuş
olmak, belirli bir dili ve hatta bir dilin diyalektini konuşmak ve belirli
toplumsal uygulamaları takip etmekten kaynaklanan toplumsal varoluşun
verilerinden’ -veya daha doğrusu kültür bu tür konularda kaçınılmaz olarak işin
içine girdiği için doğruluğu kabul edilmiş 'veriler'denkaynaklanan bağlılıklar" (Geertz, 1994).
İngiltere
yerelde ileri gelenler, aşiret ve cemaat liderleri arasından seçtikleri
kişilerin, sömürge devletin yeni çerçevesi içerisinde eski toplumsal ve
ekonomik düzeni yeniden üretmelerine izin verdiler. Yerel (özellikle aşiretlerdeki)
iktidar yapılarının yeni sistem içerisinde bir araya getirilmesi ve kurumsallaştırılması
birçok grupta geçmişle süreklilik hissiyatı uyandırdı. Var olan toplumsal ve
siyasal kimliklere ve himaye ağlarına bağlı olarak işleyen bu süreç, bir
sınıfın ya da geniş bir ulusal topluluğun üyesi olmak gibi daha modern
temellere sahip birliklerin oluşmasını kısıtlamakla birlikte buna engel
olamadı. Öte yandan, manda döneminde özellikle kırsal alanlardaki dayanışmanın
yeni bir çerçeve edinmesi, öncelikle geçmişle süreklilik göz önüne alındığında
anlaşılabilir. Kırsal kalkınmanın tek biçimli modellerinin ilk defa sömürge
devlet tarafından devreye sokulduğunu inkâr edemesek de açık ki bu, kısmen ulus
inşası için primordializmi araçsallaştırmanın bir sonucudur. Arazi kayıtlarının
sistemli olarak yapılmasını takiben, 1932'de yerleşimlerle ilgili bir yasa
yürürlüğe girdi. Dahası, hükümet gelir elde etmeyi ve hesaplamayı kolaylaştırmak
için 1920’lerde birçok kere, tektip vergi sistemi getirme girişiminde bulundu.
Tüm bunlar, Irak kırsalında yaşayan aşiret ve din gruplarından biri olarak
Ezidileri büyük ölçüde etkiledi. Manda döneminde, primordializm devlet
iktidarının oluşumunu sadece yerel düzeyde etkileyen toplumsal bir gerçeklik
değildi. Aynı zamanda kamu yönetimi alanına yöneliyordu; örneğin siyasal
seçkinler giderek aşiret çevrelerinin hizmetine girmeye başladılar. Ayrıca,
manda yıllarında, dini alanı doğrudan düzenleyen vakıf sistemi ve millet
örgütlenmesine sahip Osmanlı kurumlan temelde değişmeden kaldı.
Devletle toplum
arasındaki ilişkilerin gelişmesi ve Osmanlı’nın son dönemindeki süreklilik
meselesi modernleşme kavramı ışığında da tartışılabilir Irak toplumunun büyük
kesimleri açısından bakıldığında,
manda döneminde uygulanan siyasal modernleşme hiçbir şekilde evrimsel ve tek
yönlü bir süreç olmadığı gibi, ''geleneksel'' cemaatlerin parçalanması ve
dayanışma temellerinin dönüşüm geçirmesiyle de sonuçlanmamıştır. Sömürge
sonrası dönemin büyük kısmı için de aynısı söylenebilir. İngiltere bölgeye geldiklerinde, modernleştirici güçler, Türk
egemenliğinin son yüzyılında, özellikle Tanzimat (1839-76) olarak bilinen ve
Sultan Abdülhamid'in (1876-1909) Panislam siyaseti altında devam eden reformcu
dönemde geliştirilen politikaların bir sonucu olarak zaten devreye girmişti.
Bu
dönemde, Osmanlı hükümeti üç Osmanlı eyaletini -Bağdat, Basra ve Musul-merkeze
bağlamak ve yönetimlerini çağa uydurmak için tutarlı çabalar harcadı. Tanzimat reformları, Osmanlı’nın
emperyalist egemenliğinin doğasını değiştirmek yerine var olan siyasal sistemi
güçlendirmeyi amaçlasa da, devlet tarafından uygulanan yeni ölçülere yanıt
olarak etkin ve araçsal hale gelen grup dayanışmaları üzerinde çarpıcı etkiler
yarattı. Bu şekilde bakıldığında 1920'ler, geçmişten köklü bir kopuşun
yaşandığı bir dönem olmaktan ziyade, daha hızlı ve daha eksiksiz yürütülen
reformlara uyarlanma sürecidir. 19. yüzyıl sonları Iraklı Ezidiler için kritik
bir siyasal ve ekonomik değişim dönemi oldu. Bu dönemde, dayanışmanın yeni bir
çerçeve kazanması öncelikle aşiret ve dinsel cemaat düzeyinde gerçekleşti;
fakat bu, Ezidilerin devlet karşısındaki konumunu çok da değiştirmedi. Yine de
bu değişim manda dönemi boyunca Ezidi cemaatçiliğini etkileyen gelişmeleri
anlamak açısından merkezi bir öneme sahiptir.
Cemaatçilik:
Toplumun genelinden ziyade belli bir azınlığın ya da etnik grubun çıkarlarına
bağlılık ve adanmışlık.
Ezidi
Kürtlere odaklanan bir yaklaşım, kaçınılmaz olarak Irak'taki siyasal
gelişmelere cemaatçilik’ gözlükleriyle bakar. Ayrıca bu inceleme, özellikle
cemaatçiliğin siyasal alana özel bir şekilde eklemlenmesi ve devlet iktidarının
merkezi ile çevre arasındaki ilişkilerin gelişimiyle ilgilenmektedir. Bu
yaklaşım, sık sık sömürgeci kurgularla yakından bağlantılı oryantalist tarih
yazımının bir yansıması olarak mimlenen bir kavramsal karşıtlıklar kümesine
(Ezidi/Kürt, Kürt/Arap, şehir/taşra, aşiret/devlet) yönelebilir.
Iraklı
Ezidi Kürtleri ele alan geleneksel tarih yazımında, cemaatin, coğrafi
kopukluğuyla da desteklenen devlet iktidarından yalıtılmışımı ve güçlü cemaat
bağları vurgulanır. Devlete karşı aşiret teması Cebel Sincar
değerlendirmelerinde de öne çıkmaktadır; çünkü bölgedeki Ezidilerin tarihi
yazılırken Osmanlı devleti ve sömürge devletiyle savaş içinde oldukları
dönemler esas alınır. Sömürge dönemiyle ilgilenen benim gibi tarihçiler bir
açmazla karşı karşıya kalmaktadırlar: Sömürge arşivinden kaynaklar, sömürge ya
da Batı klişelerini yeniden üretmekle suçlanmaksızın nasıl yorumlanabilir? Bu
kaynaklar, onları üreten insanların inanç sistemleri ve varsayımları temelinde
yorumlanmış siyasal ve toplumsal gerçekleri yansıtır. Sömürge egemenliğinin
doğası bu gözlemcileri siyasal olarak yönlendirmiştir. Öte yandan, sömürge
kaynakları etnik sorunlarla ilgilenen araştırmacılar için zayıflığı değil gücü
temsil edebilir. Aslında bu kaynaklar, modern devleti inşa ederken merkezi bir
öneme sahip olduğu için, özellikle kültürel çeşitlilik bakımından
aydınlatıcıdır. Hanna Batatu'nun daha önceki dönemler için vurguladığı sömürge
yönetimi altında Irak toplumunun bölünme biçimi, bir kurgu olarak değil,
sömürge devleti tarafından yaratılan özgül koşulların doğurduğu eski
diyalektik karşıtlıkların yeni bir sentezi olarak görülmektedir.
1920'lerde bölünmeler yeni baştan
yaratılmadı. Örneğin, İngiltere yönetimi altındaki Cebel Sincar’la ilgili
birincil kaynakları büyük ölçüde şekillendiren Ezidi Kürtler ve Müslüman
Araplar arasındaki karşıtlık, hiçbir şekilde sömürge güçleri tarafından icat
edilmedi. Bu karşıtlık, heterodoksi ile İslam arasında uzun
süredir var olan, Osmanlı döneminde Ezidilerle Müslümanlar arasındaki çatışmayı
İslamcı bir devletin dayattığı gerçeklerle tutarlı bir şekilde dışa-vuran
gerilimi de içinde barındırıyordu. Dolayısıyla bu incelemede etnik bölünme
kavramı kabul edilse de, Ezidi cemaatçiliğinin içerilme süreçleriyle
tanımlandığı düşünülmektedir. İngiltere kaynaklarının çoğu zaman yakalamayı
başardığı karşıtlığa dayalı dinamikler, Kuzey Irak'ın parçalı toplumunda Ezidi
cemaatinin yüzyıllara yayılan entegrasyonuna işaret eder.
Bu
nedenle yüzyıllar boyu Ezidi cemaatçiliğini tanımlayan dinsel kavramlar ve
toplumsal-dinsel kurumlar ele alınmalıdır. Ayrıca devlet, geç Osmanlı döneminde
cemaatçi eylemin içinde gerçekleştiği bir bağlam olarak gösterilmektedir.
Bu
meyanda Cebel Sincar’daki Ezidi yerleşimi ve aşiretçilik, cemaatçilik, toprak,
nüfus yapısı ve ekonomik gelişmeler arasındaki karmaşık ilişkiler tartışılmalı;
Manda
döneminde İngiltere tarafından Ezidi aşiret bölgelerine dayatılan devlet
kontrol mekanizmaları İncelenmeli;
Bu
mekanizmaların Ezidi aşiret seçkinleri ve daha genelde aşiret seferberliği
üzerindeki etkilerine özel olarak dikkat çekilmeli;
Ve
Cebel Sincar’daki Ezidilerin, İngiltere’nın emperyal politikaları ve yeni
ortaya çıkan bölgesel devlet sisteminin istikrarı bağlamında devlet oluşumuna
nasıl doğrudan dahil oldukları ele alınıp, İngiltere mandası nihayete erdiğinde
Kuzey Irak’ta cemaatçilik şiddetli bir şekilde siyasallaşırken Ezidi dinsel ve
siyasal dayanışmasını etkileyen gelişmeler incelenmesi gerekmektedir. Sh: 19-28
Ezidiler
kökenleri 12-13. yüzyıllara dayanan heterodoks bir Kürt cemaatidir. Ezidiler
bugün Suriye, Türkiye, İran ve Sovyet Ermenistan'ına dağılmış olsalar da, Kuzey
Irak yaygın olarak Ezidiliğin tarihi merkezi kabul edilir. Ezidilik,
temelde sözlü olarak aktarılan bir din olmakla birlikte, Meshaf Reş ve Kitab-ı
Cilve' olarak bilinen metinler 19. yüzyıldan beri araştırmacıların dikkatini
çekmektedir.
Meshaf Reş (Kara Kitap) ve Kitab-ı Cilve
(Tanrısal izahat), Ezidilerin kutsal kitaplarıdır. Kürtçeleri Mishefa Reş ve
Kitebe Cilvve'dir. Kitab-ı Cilve beş bölümden oluşur; içinde bu kitabın sadece
Ezidiler tarafından okunması ve yabancıların eline geçmemesi gerektiği bildirilmiştir.
Ezidilik inancının birçok öğretisel
unsuru İslam, Hıristiyanlık, Zerdüştlük gibi kitaplı dinlerle bağlantılıdır. Fakat
Ezidiliğin baskın sözlü dinsel geleneği ve senkretizmindeki aşırılık gösteriyor
ki, Ezidilik popüler kültürün tezahürleriyle yakından bağlantılıdır. Bu
tezahürler açıkça Kürt çevrelerle ilintilidir; çünkü bütün Ezidiler Kürttür ve
birinci dil olarak Kürtçeyi kullanırlar. Kuzey
Irak'ın özgül sahnesinde Ezidi din geleneği, yüzyıllardır çok sayıda Arapça
sözcüğü de içine katarak Kurmanci lehçesini kullanmaktadır. Ezidilik,
içevlilik inancına dayanan bir dindir: Dinden çıkmak, din değiştirmek, başka
dinden grupların üyeleriyle evlenmek kesinlikle yasaktır. Fakat
bugün, özellikle Batı Avrupa'da yaşayan diaspora cemaatleri [sürgünden
sonra dağılmış yahudi, yahudilerin sürgünden sonra dünyaya yayılması ] bağlamında,
farklı grup üyeleriyle evlenme eğiliminin ve daha sekülarist yönelimlerin
olduğu çıkarımı yapılabilir.
Paylaşılan
bir inanç ve dinsel pratikler kümesi olarak Ezidiliğin tarihsel gelişimi ile
Kürt toplumunun siyasal ve sosyo-ekonomik yapısı, sıkı bir şekilde iç içe
geçer. Bu bağlamda, Kürt aşiretçiliği, yüzyıllardır Ezidi emirliği şemsiyesi
altında işlev gören özgül Ezidi toplumsal-dinsel örgütlenmesinin
desteklenmesinde merkezi öneme sahip oldu. Aşiret kimliği, Kuzey Irak'ta ortaya
çıkan Ezidi hareketini takip eden yüzyıllarda, güçlü dinsel ve etnik
dayanışmaların yeniden üretilmesi ve sağlamlaştırılmasına büyük katkı sağladı.
13. ve 15. yüzyıllar arasında Ezidilik, büyük ihtimalle Kürt aşiret toplumunun
büyük kısmını etkileyen din değiştirme eğiliminin sonucu olarak Kürt aşiret
çevrelerinde gözle görülür şekilde yayıldı. Bu yayılma görece hızlı oldu: 14.
yüzyılda Ezidilik, bugün Türkiye'nin doğusunda yer alan Cizre dolaylarında
kurulmuş özerk bir Kürt siyasal birimi olan Cezire vilayetinin resmi dini oldu.
Aynı dönemde, Kürdistan'daki en güçlü aşiretlerin yedisi de Ezidiydi. Açıkça
görülüyor ki, Ezidiliğin altın çağı 11. ve 15. yüzyıllar arasındaki Atabey ve
Moğol hükümdarlıkları döneminde bölgede etkili olan siyasi istikrarsızlıktan
beslendik
Ezidilik
dininin Kürt aşiretleri arasında hızla yayılması, özellikle 19. ve 20.
yüzyıllardaki en önemli Ezidi "dogmalarından" birini oluşturan
içevlilik pratiği düşünüldüğünde, birçok soruyu da beraberinde getirir. Tarihi
belgelerin eksikliğine rağmen, Ezidi inanç ve pratiklerinin, Ezidiliğe geçen
aşiretlerin esnek siyasal, sosyo-ekonomik ve dinsel sınırlarına uyum
sağladığını tahmin edebiliriz. Ezidi dinsel geleneğinin yüzyıllar boyu sözlü
olarak aktarılması Ezidiliğin Kürt çevrelerinde hızla yayılmasına olanak
sağladı; çünkü dinsel inanış ve pratikler, göçebe bir aşiret toplumunun katı
olmaktan uzak yapısına kolaylıkla "uyarlanabiliyordu". Kuzey
Suriye'deki küçük bir Ezidi aşiret cemaatini betimleyen 17. yüzyılda yazılmış
gezi anlatısı, Ezidiliğin toplumsal-dinsel yapısı ile Kürt kırsal göçebeliği
arasındaki ilişkiye dair ipuçları veren elimizdeki tek kaynak. Her ne kadar 17.
yüzyılda Ezidiliğin genelde kır göçebeliği ile özdeşleştirilmesi sona ermiş
olsa da bu anlatı, Ezidiliğin aşiret çevrelerindeki genişlemesine mim koyan
daha önceki eğilimlerin bir örneği olarak kabul edilebilir. Kuzey Suriye’deki
Ezidi aşiret cemaati, rahiplerin atanma usulüne ilişkin kuralları belirlemişti.
Fakat din adamları, daha sonraki dönemlerde gelenekselleştiği gibi, statü
gruplan olarak katı bir şekilde örgütlenmemişlerdi.
Ezidi kutsal soy silsilesinin yokluğu,
özellikle üyeliğe kabul törenleriyle halk tabakasından insanların dini
kurumlara katılımını sağladı. Üyelik Ezidilere açıktı; fakat öyle görünüyor ki
aşiret mensupları arasında yeni taraftarlar oluşturmak amacıyla Ezidi
olmayanlara da açıktı. Bu da açıkça içevlilik ilkesini ihlal ediyordu.
Bu
aşiret biriminde çalışan Ezidi rahipleri, Sufi tarikatlara çok benzeyen yerel
düzeyde resmi dinsel bir organizasyonun üyesiydiler. Öte yandan, Irak'ta
Ezidiliğin merkezi olan Şeyhan havalisindeki dinsel hiyerarşiden bağımsız
olarak çalışıyorlardı. Görünüşe göre, bu aşiret cemaatinin göçebe yaşam tarzı
onu yöneten dinsel kurumun yapısına biçim vermişti. Özellikle Ezidi rahipliğinin
daha "gayri resmi" doğası, bölgesel aşiret toplumunda Ezidi inanç ve
pratiklerini hızla yaymanın bir yolu olarak görülebilir.
16.
yüzyılın başında, Safevi ve Osmanlı hanedanlarının İran ve Anadolu’da yükselişe
geçmeleri ve aynı zamanda Ezidi yerleşim alanlarındaki genişlemeleri ve
etkileri sonucunda, Ezidiliğin Kürt aşiretleri arasında popülerliği çarpıcı bir
düşüş yaşadı. Birçok Kürt aşireti, Osmanlı ve Safevilerin hüküm sürdüğü
dönemlerde devlet dini haline gelen Sünni ya da Şii İslam’a geçti. Aşiret
çevrelerinde Ezidilik, 18. yüzyıl sonlarından itibaren varlıkları belgelenen
Milli ya da Heverkan gibi karma aşiret yapılarına bağlı aşiret mensuplarının
oluşturduğu küçük gruplarla sınırlı kaldı. Daha
da önemlisi, Osmanlı dinsel baskısının artması sonucunda, Ezidi dininin marjinalleşmesi
Kuzey Irak'taki iki büyük Ezidi yerleşim yerinden biri olan Cebel Sincar’ın
çarpıcı bir şekilde büyümesine neden oldu. Cezire platosunun ortasında
yükselen bu dağlık bölge, Osmanlı döneminin başından itibaren ayrı bir diaspora
yerleşimi olarak gelişti ve belirgin bir aşiret karakteri edindi. Öteki
büyük Ezidi yerleşimi, Musul şehrinin kuzeyinde yer alan Şeyhan havalisiydi ve
Ezidi emirliğinin merkeziydi. Bugüne
kadar Şeyhan, cemaatin dinsel merkezi olarak işlev gördü. Zamanla
Irak'taki iki Ezidi yerleşimi birbirlerinden oldukça farklı kimlikler
geliştirdiler. Bu farklılık, Şeyhan emirliğinin Cebel Sincar’da gevşek bir
çerçevede iş görmesi ve merkezi bir dinsel gelenekten yoksunluğu ile kendini
belli etti.
Ezidiliğin
gelişimini sağlayan toplumsal-dinsel ortamın anlaşılması, Ezidilerin zaman
içinde ortodoks İslam karşısındaki konumlarını belirleyen birçok dinsel temayı
anlamada merkezi öneme sahiptir. Ezidi hareketinin toplumsal ve dinsel kökenleri
genelde eleştirilmeden kabul edilmiştir ve bu durum muhtemelen tarihsel kanıt
olarak kullanılan kaynakların özel doğasının bir sonucudur. Öncelikle Müslüman
ve Doğu Hıristiyan (Süryani) geleneğinden gelen bu kaynaklar, Hıristiyanlık ve
İslam’ın ideolojik düzeni içinde Ezidiliğin işgal ettiği yerin anlaşılmasını
kolaylaştırsalar da, tarihsel belgeler olarak değerleri sorgulanabilir.
1930’larda
Ezidilere ilişkin Müslüman gelenekleri, Irak Şeyhan’ında cemaatin ortaya
çıkışının tarihsel yorumu için bir temel sağladı. Bu gelenekler arasında
Ezidiliğin gelişmesi ile Kürt çevrelerde Sufi pratiklerin ve kurumların varlığı
arasında güçlü bir bağ olduğuna dair genel bir kabul vardır. Sufizm,
Kürdistan'ın Müslümanlarca fethi sonrasında aşiretlerin İslamiyet’e geçişi
sırasında çok önemli bir rol oynadı. 10.
ve 11. yüzyıllara gelindiğinde, Kuzey lrak'taki Kürt nüfusunun çoğunluğu şu ya
da bu düzeyde Sufi ustaların etkisi altına girmiş görünmektedir.
14. yüzyıl
Müslüman din bilgini İbn-i Teymiye, Ezidi hareketinin (el-Ezidiye) gelişimini
tartışırken onu, Emevi soyundan geldiğini söyleyen Arap mutasavvıf ve sofu Şeyh
Adi bin Musafir el-Hakkari tarafından kurulan Sufi kardeşliğinin (Adaviye
tarikatı') kuruluşu ve genişlemesi ile ilişkilendirir. Şeyh
Adi, 1162’de Lübnan'da Baalbek yakınlarında doğmuş, dinsel eğitimini birçok
Sufi ustadan almıştır. Bu ustalar arasında, Kürt bölgelerinde çok büyük bir
yayılma gösteren Kadiri tarikatının kurucusu ünlü Abdülkadir Geylani de vardır.
Şeyh Adi 12. yüzyılın başlarında, Kuzey Irak’a yerleşir ve Adaviye tarikatını
kurar. İbn-i Teymiye, Şeyh Adi’nin ölümünden
iki nesil sonra, Adaviye'nin bazı üyelerinin Şeyh Adi'nin ilahi özelliklerini
vurgulamaya başladıklarını ve akrabalık bağı olduğuna inandıkları Emevi halife
Yezid bin Muaviye’ye ibadet etmeye başladıklarını hatırlatır.
İbn-i
Teymiye'nin sözleriyle, Kuzey lrak’taki Adaviler gulüv (abartı) yaratmaya
başlamışlardır. "Gulüv" Müslüman Ortodoksluğundan sapan inançları
tanımlayan teknik bir terimdir. Adavilerin, Adi ve Yezid’e gösterdikleri büyük
saygının, onları İslam’ın doğru yolunu "terk eden” gruplar arasına
yerleştirdiği açıktır. Adi ve Yezid bin Muaviye’ye yönelik gulüvün 13. yüzyıl
Kuzey Irak’ında İbn-i Teymiye'nin söz etmediği başka etkileri de oldu.
Başlangıçta Ezidiliğin belirgin bir siyasi karakterle ortaya çıkıp çıkmadığı
açık olmasa da, bölgedeki Abbasi halifeliğinin destekçileri bu gulüve şüpheyle
bakmış olmalılar; çünkü hareket Emevi taraftarı sempatinin bir görünümünü
temsil ediyordu. "Yezidiler" ya da "Yezid
bin Muaviye’nin müritleri" ismi, Müslüman çevrelerde yaygınlık kazandı ve
gulüv yapanları Irak Adaviliğinin ortodoks üyelerinden ayırmak için
kullanılmaya başlandı. Abbasi döneminin sonuna gelindiğinde,
Ezidilere dönük siyasi kaygı yok olabilirdi; fakat Müslümanlar, Ezidi ismini
kullanmaya devam ettiler ve cemaat 19. yüzyıldan itibaren Avrupa'da bu şekilde
bilinir oldu.
Ezidilerin
ilk nüvesini ele alan Müslüman kaynakların geneli, özelde cemaatin Müslüman
geçmişi ile ilgiliydi, ilk Ezidiliğin Kuzey Irak’ta ortaya çıktığı karmaşık ve
çok katmanlı ortamdan hiç söz edilmiyordu. İbn-i Teymiye, Adavi tarikatı içinde
gelişen bu muhalif hareketten söz ederken, bu yeni heterodoksluğun genelde bağlamdan
çıkarılması gereken sosyo-ekonomik temelleri hakkında hiç ipucu vermez. Adaviye kardeşliği gibi dinsel kurumlar,
kırsal nüfus için hakiki bir sosyo-ekonomik ve dinsel referans noktası işlevi
gördü. Irak’ın etnik ve dinsel bileşimi çok büyük bir çeşitlilik arz ettiği
için, önemli ekonomik süreçlerin, bilhassa göçebe/yarı göçebe cemaatler ile
tarım cemaatleri arasındaki mübadelenin gelişmesinde oynadıkları merkezi rol
düşünüldüğünde, kardeşlik kurumları kültürel ve dinsel geçişim açısından ideal
bir alanı temsil ediyordu. Adaviye’nin tarihine ve Kürt özgül
karakterine sahip yeni bir muhalif cemaatin ortaya çıkışına bu şekilde bakmak
gerekir. Adaviye’nin Kürt üyelerinin heterodoks inanışları benimseme eğilimine
dair ipuçları Ortaçağ'daki birçok tarihsel kayıtta bulunabilir. Özelde,
Müslüman kaynaklarda esasen Arap kurumu gibi çizilen Adavi tarikatına Kürt
grupların katkıları, Hıristiyan Süryani gelenekler külliyatı içinde
vurgulanır. Bunlar, Kürtlerin erken dönem Ezidiliğin gelişimine sunduğu
katkılara dair ilginç görüşler ortaya koyar. Ayrıca, bu süreçte bölgedeki
Hıristiyanların daha etkin bir rol oynadığını vurgular. Irak'ın kuzeyinde yaşayan en büyük ikinci dinsel grup Hıristiyanlardı.
Ramişo adındaki yerel Nasturi rahibin derlediği 15. yüzyıla ait bir inceleme,
Ezidilerin bölgede ortaya çıkışını ele alır. Ramişo bunu, Ezidiliğin dinsel
merkezi haline gelecek olan Şeyh Adi’nin mabedinin eski bir Hıristiyan
manastırı olmasına bağlar.
Adi
kardeşliğinin kontrol ettiği bu bölgenin daha önce yüzyıllar boyu Hıristiyan
yerleşim bölgesi olduğu düşünüldüğünde, İbn-i Teymiye'nin Sufi Adavilerin
merkezi olarak belirlediği bu kutsal mekânın daha önceki dönemlerde Hıristiyan
rahiplere ev sahipliği yapmış olması muhtemeldir. Ramişo’nun metni manastırın
faaliyetlerini ayrıntılı bir şekilde betimler.
Manastır, başta bölgedeki yerleşik
Hıristiyanlar olmak üzere, Hıristiyan rahiplerin sahip olduğu sığırlara
çobanlık yapan göçebe Kürtlerin gereksinimlerini karşılıyordu. Bölgeye
Ezidilerin yerleşmesi, 12. yüzyılda göçebe Kürtlerin manastırı kanlı bir
şekilde ele geçirmeleriyle ilişkilidir. İlginç olan şu ki anlatının başkarakteri,
güçlü Tayrahitler aşiretinin lideri Şeyh Adi adında bir Kürt eşkıyasıdır.
Ramişo’nun değerlendirmesinden, açıkça bu aşiretin henüz tam Müslümanlaşmadığı
ve güçlü bir Emevi taraftarlığı eğilimi sergilediği sonucu çıkmaktadır; başka
bir Süryani kaynağa göre de Batı İran kökenli güçlü Zerdüşt inançlarını
muhafaza etmektedir.
Ramişo'nun
anlatısı, tarihsel olarak Adi bin Musafir’le özdeşleştirilemeyecek bir Kürt
Adi hikâyesinin kurmaca karakterine açık bir şekilde işaret eder; belki bu
kişi, 13. yüzyılda yaşamış ve Adaviye’ye liderlik eden haleflerinden biri olan
Adi bin Ebu’l Bereket le özdeşleştirilebilir. Öte yandan, Ezidiliğin
gelişiminde ortodoks dinsel kurumsallaşmanın merkeziliğine ve Adi tarafından
kurulan Sufi kardeşlikle ilişkili Müslüman geleneğine göndermede bulunur.
Yerleşik grupları göçebe gruplara ve kitaplı dini, halk dinine bağlayan resmi
dinsel kurumların düşünceleri hakkında da fikir verir. Ayrıca Ramişo’nun
geleneği, şüpheye yer bırakmayacak şekilde
Ezidi
dinsel inançlarının oluşumuna katkı sunmuş diğer önemli faktörlerin altını
çizer: Farsi dinsel etkilerin araçları olarak göçebe unsurların oynadığı
merkezi rol ve Ezidiliğin farklı dinsel ve kültürel temaların aşamalı üst
dayatmasından doğduğu düşüncesi. 19. yüzyıldan itibaren Avrupa'da bilinmeye
başlandığı haliyle Ezidi inanç sistemi, gerçekten de oldukça senkretiktir
(telfik-muhtelif din karışımı): İslam
öncesi Hint-lran geleneğinden, Zerdüştlükten, Düalizm' ve Sufi İslam’dan
öğretisel unsurlar içerir. [Düalizm: Kâinatın karşı karşıya
getirilmiş dengeli eşitler olarak görülen iyi ve kötü güçleri içerdiğini öne
süren dini doktrin]
Ayrıca,
belirgin bir şekilde Müslümanlığın ve Hıristiyanlığın izlerini taşır;
özellikle cemaatin üyeleri tarafından icra edilen vaftiz, sünnet ve oruç gibi
pratikler ve ritüellerde bu açıkça görülür. Bu bakış açısıyla, 19. yüzyılın ortalarına kadar
Ezidiler üzerine incelemeleri büyük ölçüde yönlendiren Ezidiliğin özgün olarak
Müslüman mı, Zerdüşt mü, yoksa Hıristiyan mı olduğu tartışması anlamını yitirir. Ezidilik,
Kuzey Irak’ın çok parçalı toplumsal yapısında iç içe geçmiş farklı
kültürel/dinsel unsurların karşılaşmasının özgün bir ürünüdür. Yakın dönemlerde, Ezidilerin Müslüman ve
Zerdüşt geçmişiyle ilgili tarihsel mitler, cemaatin siyasal bağlılığını
artırmak için kullanılmıştır. 1960'larda, cemaatin Emevi geçmişi, Irak
hükümetince halka duyuruldu. 1970’lerde Zerdüştlükle kurulan bağlantı,
Ezidiliği Kürtlerin özgün dini olarak takdim eden Kürt milliyetçi
propagandasına hizmet etti.
Ezidi
öğretisinin gelişmesinde Hint-lran dini temalarının etkisi, Ezidilerin
toplumsal bağlılığı ve dinsel kimliğinin en önemli sembolü olan Melek Tavus'ta ya da Tavus Kuşu Meleği'nde
görülmektedir. Tavus kültü, Ezidi emirliğine uzun süre canlılık kazandırdı. Bu
kült, zekât toplanması ve şeyhlerden oluşan dinsel sınıf sistemi olan Mirlik
gibi önemli kurumlan destekleyerek Ezidi yönetimini meşrulaştırdı. Melekler
kültü, Aleviler ve Ehl-i Hak gibi öteki Kürt Herodoks cemaatlerini de etkilemiş
eski bir İran dinsel pratiğidir. Birçok kaynağa göre, Melek Tavus inancı, Adi
bin Musafir'den çok ılrtlıa önce vardıysa da ancak 15. yüzyıldan sonra, Ezidi
heterodoksluğu Müslüman kurumsallaşma karşısında açıkça tanımlanır hale
eridiğinde bronz bir tavus kuşu heykeliyle maddeleştirildi. Ezidi inancına göre
Tavus, Tanrı’nın melekleri arasında en güzeli ve onun yer yüzündeki
temsilcisidir. İslam’dan önce İran’ın dinsel ortamına nüfuz eden düalist bir
evren anlayışının parçası olsa da, Ezidilikteki Tanrı ile Tavus Kuşu Meleği
arasındaki ilişki Zerdüştlükte Ahura Muzda ile Ehriman arasındaki çatışmayla
gösterilen iyi/kötü karşıtlığından farklıdır. Tavus, Tanrı’nın düşmanından
ziyade, ikinci benliğidir. Tavus Kuşu Meleği’nin kaynağı Tanrı’dır; fakat o
kendisine bağımsız bir hareket alanı oluşturmuştur. İnsan türüne yaşam ve
hareket bahşeden etkin, canlı ve pozitif bir güçtür. Kutsal Ezidi metinlerinden
biri olan Meshaf Reş’te şöyle geçer:
Bunun üzerine Melek
Tavus Tanrıya sordu-. "Eğer buğday yemesi yasaksa, Âdem nasıl çoğalacak ve
çocuklara sahip olacak?” Tanrı cevap verdi: "Her şeyi senin ellerine
bıraktım." Bunun üzerine Melek Tavus, Âdem'i ziyaret etti ve "buğday
yedin mi?" diye sordu. Âdem cevap verdi: "Hayır, Tanrı bana buğdayı
yasakladı." Melek Tavus şöyle dedi: "Buğdayı ye, senin için her şey
daha güzel olacak.” Sonra Âdem buğdayı yedi ve bir anda karnı şişti. Melek
Tavus onu bahçeden dışarı çıkarıp bırakarak cennete yükseldi. Artık Âdem
sıkıntı içindeydi, bir çıkış yolu olmadığı için karnı şişmişti. Bu sebeple
Tanrı, ona bir kuş gönderdi. Kuş Âdem'in makatını gagaladı ve bir çıkış yolu
açtı. Âdem rahatladı."
Melek
Tavus ve Âdem hikâyesi, açıkça İncil’deki insanın yaratılışı hikâyesini
hatırlatıyor. Ayrıca hikâye Melek Tavus’un, Tanrı'nın ilk oğluna fizyolojik
işlevler kazandırarak, insanın hayata ve acı çekmeye başlamasında oynadığı
roldeki olumlu eylemi vurgular. Ezidi inancında Melek Tavus, açıkça insan ve
Tanrı arasında etkin bir aracıdır. Zaman içinde oynadığı rol, ilk Ezidilik
döneminde Şeyh Adi bin Musafir’in Irak Şeyhan’da oynadığı rolle
özdeşleştirilmiştir; bu, zamansal ve mekânsal göndermeleri görmezden gelen
sözlü aktarımlara özgü bireysel kimliklerin üst üste konulması süreciyle mümkün
olmuştur. Şeyh Adi'nin ilk Ezidilikte
"abartılı" bir kült haline gelmesi, Sufi müritlerin Tanrı ile mümin
arasında doğrudan bağ kuracak aracıya duydukları ihtiyacın bir sonucudur. Nihayetinde Adi, ilahi özelliklerle
donatılmış ve Melek Tavus’un yeryüzündeki temsilcisi olarak görülmüştür.
En
azından 18. yüzyıldan itibaren, Melek Tavus'un bronz imgesi etrafındaki Ezidi
kültü, Ezidiliğin İslam'dan ayrışmasının ve cemaatin gizli pagan ve putperest
pratiklerle bağlarının en açık simgesi oldu. Müslüman çevrelerde Tavus imgesi
şeytan imgesiyle ilişkilendirilir hale geldi. Bu, belki de Ezidi dinsel mitolojisinde
Tavus’un temsilinin düalist doğasına bağlanabilecek özdeşleştirme süreçleriyle
gerçekleşti. Sonuç olarak Ezidiler, şeytana tapanlar
olarak etiketlendiler ve bu adlandırma, Müslüman komşuları arasında onları
tanımlar oldu. 19.
yüzyılda Şeyhan’ın Ezidi miri, yani cemaat liderinin iktidarı, pek çok kopyası
olan bronz Melek Tavus heykelinde cisimleştirilmekteydi. Ezidiler, Avrupalı ve
Müslüman gözlemcilerin iddialarının aksine, bu heykellerin put olmadığını
belirtirler. Bunlar, Melek Tavus’un hakiki ruhunun ne zaman çağırılsa içine
girebileceği simgelerdir sadece. Ezidi mirlerinin Ezidiliğe inananlar
karşısında otoritesi, tavus kuşu imgeleri olan sanâcığa sahip olmasıyla
meşrulaşıyor ve sancaklara yapılan bağışlar, mirlerin ana gelir kaynağını oluşturuyordu.
Aslında sancaklar Ezidi cemaat üyelerinin yaşadığı her yerde sergilenmekteydi;
buna Irak dışında Ezidilerin en yeni yerleşim bölgesi olan Kafkasya da dahildi.
Dün olduğu gibi bugün de, tavus kuşu alayı Irak’taki Ezidi köylerinin en önemli
dinsel olayıdır; diğer yerel festivallerden ya da yılda bir Şeyh Adi'nin
türbesinin ziyaret edildiği Sonbahar festivalinden daha önemlidir. 1920’lerde
Şeyhan'da, mirin Baadri’deki sarayında muhafaza edilen yedi sancak vardı. Her
biri Irak'ta ya da Irak dışında Ezidilerin yaşadığı yerlere aitti. Sh: 29-39
Manda
döneminde Ezidi dayanışmalarının gelişimi, dönemin cemaat/devlet dinamiklerinin
çoğuna damgasını vuran yerelcilik ve primordializmin sürmesi bağlamında
anlaşılmalıdır. Irak devletinin siyasal ve kurumsal gelişimi, ülkenin kuzey ve
batı sınırlarının yükselen bölgesel bir devlet sistemi içerisinde istikrara
kavuşturulması zorunluluğu, devlet iktidarının Ezidi yerleşiminin olduğu
bölgelerde işlemesinde merkezi öneme sahipti.
Mandacılık
bağlamında Ezidilerin yerel dayanışmalara bağlılık, siyasal merkez ve kırsal
çevre arasında gerilimle sonuçlandı. Hıı gerilim, yerel cemaatler ve devlet
arasındaki ilişkilerde yeni bir gelişmeyi temsil etmese de 1920'lerde modern
bir devlet yönetiminin kurulmasına çalışılan bu bölgenin siyasal, toplumsal ve
kurum, sal gelişimini önemli şekilde etkiledi. Iraklı Ezidiler arasında yerelciliğin komünal alanı da etkilemesi
ilginçtir. 1930'da yerelci dayanışmalara
bağlılıkları, özellikle de Cebel Sincar’daki yerleşim bölgesinde, dinsel
tikelciliğin dili ve sembolleriyle ifade edilmeye başlandı. Bu tikelcilik, dini
yönetimin nüvesi olan Ezidi emirliğine yönelikti. Emirliğin
meşruiyetine, doğrudan devlet müdahalesinden ziyade, kendi yönetimindeki dini
çevrelerce karşı çıkıldı. Bununla birlikte, 1920’lerde Iraklı Ezidiler arasında
dini gruplaşmanın gelişimi, ulus-devlet inşasının Ezidilerin dinsel
bağlılıklarına olan etkisinin bir göstergesidir. Türk yönetimi altında,
özellikle de 19. yüzyılın ikinci yarısında Şeyhan, cemaat karşısında devlet
politikılarının tanımında merkezi öneme sahipti. Bu politikalar din üzerinde
yoğunlaştı; çünkü dini kimlikler, yerel güçler ve emperyal yönetim arasındaki
karşılıklı etkileşimi kritik biçimde belirliyordu. 1920’lerde Cebel Sincar,
sömürgeci gücün ve büyük çapta da devletin ilgisini tekeline aldı; çünkü esas
olarak, yerel aşiretlerin kontrolü hem yerel hem de bölgesel düzeylerde ulus
inşasının çıkarlarına hizmet ediyordu. Bu bağlamda, Ezidiliğin iki ana yerleşim
bölgesini etkileyen gelişmeler, devlet iktidarının kırsal çevrede yayılma
biçimlerinin tektip olmadığına dikkat çeker. Cebel Sincar ve Şeyhan’da gelişme
gösteren bir yerel yönetimin kurulması ve sömürge devleti açısından tutarsız
Ezidi politikaları, meşru otoritenin iki kaynağı olan İngiltere sömürge
yönetimi ve Irak hükümeti arasındaki gerilimin göstergesidir. Bu iki otoritenin
karşılıklı etkileşiminin Ezidi komünal seferberliği üzerinde açık bir etkisi
oldu. Ulusal siyaset sahnesinde mandacı yönetim tarafından empoze edilen tuhaf
formüle, kral ve İngiltere yüksek komiseri tarafından temsil edilen ikili yetki
sistemi içerisinde kutsal bir önem atfedildi. Bu formül, ayrılıkçılığı ve
parçalanmayı destekleyerek Ezidi cemaatçiliğini etkiledi. Ezidilerin durumu
belki de, İncelenmekte olan dönemin daha genel eğilimlerinin bir
göstergesidir; İngiltere'nın böl ve yönet politikalarının genellikle
zannedildiği kadar hegemonyacı olmadığını gösterir. Modern Irak’ın ilk dönemlerinde,
etnik cemaatlerin siyasal bağlılıklarının belirginleşmesi çoğu kez, sömürgeci
devletin kurumsal çerçevesi dâhilinde faaliyet gösteren iki meşru otorite
merkezi arasındaki karşılıklı etkileşimin bir sonucuydu.
Ezidi
komünal eylemi, dini pratikler ve sosyo-ekonomik yapılar üstünde duran kolektif
kimlik biçimlerinin sürekliliğine dayanıyordu. Örneğin, emirliğe karşı çıkışın
gelişimi süresince Melek Tavus'un bronz imgesi, içeriden bir mücadele için bir
odak noktasıydı ve devlete karşı gelişen komünal direnişin sembolü oldu. Yerel
düzey de ulusun inşası sürecinde Ezidi kimliğini içeren belirli yapıların
oynadığı roller vardı; manda sürecinin siyasal modernizasyonu bağlamında
primordializmin sürekliliği de işte bu roller ışığında anlaşılmalıdır. Diğer
bir deyişle, en azından şu an için görünen o ki komünal yapılar, özellikle de
aşiretler ve dini yönetim, gelişen devlet uygulamalarına uyum sağladıkları ve
böylelikle bu uygulamalara dâhil edildikleri sürece yaşamaya devam etmiştir. Sincar'daki sömürge politikaları,
İngiltere’nin bölgedeki çıkarları için merkez olan çok sayıdaki yerel aşiretin
desteğine bel bağladı. İngiltere politikaları, Sincar aşiretçiliğinin
kendine has doğasına uyum sağlamak zorundaydı ve genellikle kapsamlı bir süreç
olan "yeniden aşiretleşmeyi"’ destekledi. Bu durum bilhassa
1920'lerin ikimi yarısında İngiltere’nin, Sincar'ı tek bir güç altında
birleştirme arzularının ardından, yerel muhalefeti dengelemek için çok sayıda
yerel liderle uğraşmak zorunda bırakıldığı dönemde belirginleşir, Manda
boyunca, toprak politikaları, aşiret dayanışmasının pekiştirilmesine katkıda
bulundu. Kürt çiftçilerine nadiren mülkiyet hakkı verilmiş olmasına rağmen,
çiftçiler ekip biçtikleri toprakla aralarındaki sıkı ilişkileri korudular.
Bunun sebebi kısmen, Ezidi aşiret reislerinin, bağlılıkları esas olarak toprak
mülkiyetine dayanan bir çıkar grubuna dönüşmemeleridir. Geniş toprak
arazilerine sahip olmadılar; çünkü devlet nadiren idari sorumluluklar
karşılığında toprak imtiyazları veriyordu. Dahası manda dönemi boyunca, Güney
Irak’taki çok sayıda aşiret şeyhinin ekonomik gücünün tesisinde merkezi öneme
sahip gelir toplama işi, Ezidi bölgelerinde hükümet görevlilerinin elindeydi.
Bu, güneyde yaşayan birçok aşiret cemaatinin deneyimlediğine benzer bir köylü
istismarının önüne geçti Bu anlamda İngiltere’nin aşiret politikaları, bu çalışmada
kapsamlı bir şekilde vurgulanan ve 19. yüzyılda var olan Ezidi aşiretçiliğinin
hayli eşitlikçi doğasını canlı tuttu. 1930’ların ikinci yarısından itibaren
Suriye'ye göçler, zorunlu askerlik uygulamasının tetiklemesiyle oluştuğu için
ekonomik olmaktan ziyade siyasal amaçlıydı. Ayrıca, çiftçiler ve aşiret mensubu
bireyler kendi liderlerinin baskıcı uygulamasından kaçmadılar. Aksine, aşiret
bölümlerinin üyeleri olarak, Sincar'ı liderleriyle birlikte terk ettiler.
Cemaatin
bölümleri arasında geniş çaplı bir uzlaşı yaratan dini reform hareketinin
gelişimi, Ezidilerin devlet otoritesine karşı tepkilerinde dinin süreklilik arz
ettiğini gösterir. Ezidilerin yönetim biçiminin yeniden düzenlenmesine yönelik
girişimler, Ezidi ahlak kavramları üzerinde yoğunlaştı. Hareketin öncüleri,
mirin davranışını ve Irak yetkililerinin emirlikteki çıkarını, dini cemaatin
bütünlüğüne karşı yenilenen bir tehdit olarak değerlendirdi. Ezidi dini
komisyonunun kurulmasına yönelik teklifler Sincarlı liderler açısından bir
ihtiyacı yansıtıyordu: Dini cemaatteki meşruiyetlerinden ödün vermeden sömürge
devleti karşısındaki konumlarını görüşmeleri gerekiyordu. Ruhani Konseyler,
halihazırda Hıristiyan ve Yahudiler için var olan cemaat kurumlarına benzer bir
dini yönetim biçiminin yeniden düzenlenmesine yönelik uygulanabilir bir model
sundu. Ezidi dini komisyonunun kurulması, Ezidi ibadetlerinin
kurumsallaşmasının yolunu açarken harekete öncülük eden liderlere, çok ciddi
ekonomik mükâfat ve dini saygınlık sağlayacaktı.
Ezidi
yerleşiminin olduğu bölgelerdeki cemaatler arası dayanışmalarının
işleyebilmesi, bölgeyi yüzyıllardır etkisi altına alan siyasal y.ıpılara ve
sosyo-ekonomik ilişki kalıplarına dayanıyordu. Cebel Sincar'da, 1920'lerde
cemaatler arası ilişkiler yerel gerçeklikleri ve tarihsel süreklilikleri
yansıtıyordu. Sincar’daki aşiretlerin, Sincar'ın Ezidi nüfusu arasında Kürtlük
hissiyatının sürdürülmesine büyük oranda katkısı oldu. Bunun sebebi,
aşiretlerin tamamen Kürtlerden oluşan çok mezhepli birimler olmasıydı. Osmanlı
döneminde din kaynaklı anlaşmazlıklar, Sincar dışında yaşayan Sünni Kürtler ve
Ezidiler arasındaki ilişkileri belirledi. Manda boyunca tarihsel hafızadan
ziyade aşiret gerçeklikleri ve dil birliği, Ezidilerin genişletilmiş bir Kürt
cemaatine üyeliğini güçlendirdi. Cebel Sincar ın 19. yüzyıldan itibaren
başlayan, pazara bağımlı ekonomiye aşamalı entegrasyonu, Dağ’ın Kürt nüfusuyla
Bedevi topluluklar ve Arap tüccarlar ile bölgede faaliyet gösteren girişimci
kesimler arasında ki ilişkileri daha da ilerletti. Salt Kürtler tarafından
iskân edilmiş bölgeler, özellikle de Sincar’ın kuzeyi, ticaret sermayesinin
nüfuzuna daha az maruz kaldı. Şehirsel yatırımlar sadece nüfusun genellikle
karma olduğu güneydeki köylerde ciddi olarak görüldü 1920'lerde Sincar'ın
güneyi, toplulukların azımsanamayacak dere cede siyasal ve ekonomik değişim
geçirdikleri bir alan oldu. Cebel
Sincar’da cemaatçiliğin siyasallaşması, Balad’da devlet yönetiminin
kurulmasıyla ve aktif bir Hıristiyan ticaret cemaatinin varlığıyla alakalıydı
ki bu cemaat, 1920'ler boyunca yerel aşiret liderlerine yeni bir kendi kaderini
tayin dilini aktarıyordu. Bir taraftan, herkesi kapsayan "Hıristiyan"
dayanışmalarının Ezidilere dayatılmasına yönelik girişimler, iki grup
arasındaki yakın tarihi ve ekonomik bağları doğruluyor. Diğer taraftansa,
bölgede modern ulusal bilincin erken gelişimine damgasını vuran aşırı
pragmatizmin çarpıcı bir örneğini oluşturuyor. Ezidi aşiret liderleri hiçbir
ulusal mesajı kabul eder bir durumda olmasalar da, bunun 1920’ler sonu siyasal
atmosferindeki öneminin farkındaydılar. Cemaatler arası ilişkiler, sömürge
devleti ve yerel toplum arasında gelişen belirli mücadele alanlarında yer
aldığı vakit artan bir siyasi anlam kazanıyordu. Sincar yönetiminin tabiatına
Hıristiyan sorununun eklemlenmesiyle bu durum ifade edilmekteydi. Büyük ölçüde,
Sincar’daki ve daha genel olarak Kuzey Irak'taki sömürge politikaları, Ezidi ve
Hıristiyan çıkarlarının mandacı yönetim çerçevesinde bir noktada birleşmesine
müsaade etti. Buna karşılık, bu politikalar Iraklı Ezidilerin ortaya çıkan
"Kürt ulusuna” yabancılaşmasına açıkça katkıda bulundu. 1930'da hükümet
Kürt bölgelerine yerel özerklik verilmesini tartışırken, Sincarda ayrı bir
Hıristiyan yönetim biriminin kurulmasına yönelik teklif, bu genel eğilimin
açık bir göstergesidir.
Iraklı
Ezidilerin, bağımsızlıktan 1990 sonrasının dramatik olaylarına kadarki tarihi,
gönülsüz de olsa, cemaatin giderek modern devlete entegrasyonunu gösterir.
1992’de Kuzey Irak’ta güvenli bir sığınağın oluşturulmasıyla Sincar, Irak idaresinde
kalırken; Şeyhan Kürt idaresindeki bölgeler arasına katıldı. Her ne kadar
cemaatin geniş kesimleri kendi kaderini tayin etme noktasında Kürtlerin
istekleriyle özdeşleşiyor olsa da, Kürt cemaati ile Ezidiler arasında bir
dayanışmanın var olduğuna kesin gözüyle bakılamaz. Irak hükümetinin, 1991 yılında Kürdistan’da yürüttüğü kitlesel askeri
operasyona (Enfal), Sincarlı Ezidilerin de dahil olduğuna dair söylentilerin
muhtemelen bazı dayanakları vardır. Ezidilerin kendi özgüllüklerini sürdürme
mücadelesi hâlâ onların devletle kurdukları karmaşık ilişki yapılarına göre
açıklanmakta. Tarih, belirsiz Ezidi kimliklerinin geçmişini tanımlamaya ve
şimdiki zamanla ilişkilendirmeye yardım eder. Eğer
şimdiki zaman, etnik terimlerle tanımlanan siyasal zıtlıkların sonucunda inşa
ediliyorsa, bu belirsiz kimliklerin Kürt ve Iraklı olmak arasında gidip geldiği
söylenebilir mi? Sh:
212-217
Kaynak: Nelida Fuccaro, Öteki Kürtler
Sömürge Irak'ında Ezidiler, Özgün Adı:
"The Other Kurds: Yazidis in Colonial Iraq", Türkçesi: Şerif
Derince, Onur Günay, Ayça Günaydın, Ömer F. Kurhan, Ömer Ongun, Gülsen Özbekar,
Sinem Şekercan, bgst Yayınları, Birinci BasımKasım 2010 İstanbul,
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar