Print Friendly and PDF

BÜTÜNE BAKARKEN KÖRLÜĞÜN GİDERİLMESİ



“Çoğunluk” diyebileceğimiz bir kesim olarak, olgularda seçiciliğimizde baktıklarımız ve gördüklerimizde farklılık olduğunu bilmeden yaşamaya devam ediyoruz. Aynı şeyi, duyuyoruz,  bakıyoruz veya görüyoruz. Ancak Başka başka ve farklıyız. Beynimiz dahi birçok arizi faktörler ile algılamasında, bulunduğumuz halin etkilemesi ile farklılaşmış duyumlara ve illüzyonlara düşerek yargılarını tam oluşturamıyor. Aldanıyoruz veya aldatılıyoruz. Gerçekliği oluşturamıyoruz.
Aşağıdaki sitelerde bu illüzyonlarla karşılaştığımızda çok şeyde aldanma paydamız her gün biraz daha artırıldığını düşünmekteyiz. Bu nedenle geç kalmadan, yargılarımızda bütüne bakmayı şimdiden öğrenmeye başlayalım. Yargılarımızda diyorum. Çünkü bütün resme bakmak her kişinin kârı değildir.
 İncelemeniz gereken site
Ayrıca bu linklerde faydalı olabilir.
Bir olayın tümü yada bir bölümü üzerinde zihin gücünün toplanmasıdırOrganizmaya aynı anda bir çok uyarıcı etki eder. Ancak organizma bunlardan bazılarını seçer algılar,bazılarını algılamazBu duruma algıda seçicilik(dikkat) diyoruz.
Algıda seçicilik(Dikkat) ikiye ayrılır. Etkin dikkat ve Edilgin dikkat
Etkin Dikkat(Seçici dikkat):İrade ile gerçekleştirilen ve bireyin kendi çabasının ürünü olan dikkattir. Örneğin bir çok uyarıcının etki ettiği gürültülü bir ortamda öğrencinin kendi çabası ile dikkatini psikoloji kitabında toplaması
Edilgin(İrade dışı) Dikkat :Dış etmenlerin doğrudan etkisi ile oluşturulan dikkattir. Örneğin Yoldan geçenlerin dikkatini siren çalan itfaiye arabasına çevirmesi
Dikkatle ilgili kavramlar
1-Dikkat toplaşımı (konsantrasyon): Dikkatin belirli bir çaba sonucu tek bir nokta üzerinde toplanmasıdır
2-Dikkatte kayma: Dikkatin bir konudan başka bir konuya geçmesi(atlaması)dir
3-Dikkatsizlik: Dikkatin kesik ve oynak oluşudur. Zihin belli bir konu üzerinde sürekli olarak toplanamaz
4-Dalgınlık:Dikkatin sadece belli bir konuya fazlasıyla verilmesi,ilginin dışındaki konulara dikkat edilmemesidir
Algıda seçiciliği(dikkati) etkileyen iç faktörler Bireyin kendisinde kaynaklanan özellikler faktörlerdir
-Duygu düşünce ve ihtiyaçlar
Örneğin aç olan birinin dikkatini pastanedeki yiyecekler,susuz olan birinin olan birinin dikkatini içecekler çeker (ihtiyaçlara örnek)
-İlgi istek ve beklentiler
(Örneğin kitaplara ilgi duyan kişi kitaplarla doktor olmak isteyen kişi tıpla, müziğe ilgisi olan kişi müzikle ilgili haberlere yoğunlaşır)
-Önceden öğrenilenler
-Kişilik özellikleri ve meslekler
( Örneğin bir doktorun hastasını muayene ederken bizim gözümüzden kaçan birçok şeyi görmesi)
Algıda seçiciliği(dikkati) etkileyen dış faktörler:Algılanan uyarıcıdan kaynaklanan dış(çevresel) faktörlerdir
-Uyarıcınnı şiddetli ve büyük olması
(Örneğin güçlü bir ışık,ses,koku dikkatimizi çeker)
-Aşırı zıtlıklar
(Örneğin zıt renklerden oluşan giysiler daha çok dikkat çeker)
-Uyarıcının alışılmışın dışında ve yeni olması
(Örneğin çok uzun ve ya çok kısa biri, sınıfa yeni gelmiş bir öğrenci)
-Hareket eden uyarıcılar
( Örneğin tiyatroda oturanların arasından birisinin ayağa kalkması)
-Sürekli tekrar eden uyarıcılar
tekrarlar (yinelemeler);tekrarlar(yinelemeler); dikkatimizi çeker
ALGI YANILMALARI:
Algılarımızın düzensiz ve eksik olmasıdırBaşlıca iki türü vardır. İllüzyon ve Halüsinasyon
a-)İllüzyon(Yanılsama): Varolan bir nesne yada uyarıcının yanlış algılanmasıdır. Başka bir deyişle de duyumların yanlış algılanmasıdırİki türü vardırFiziksel ve psikolojik illüzyon
Fiziksel illüzyon;Varolan uyarıcıların herkes tarafından yanlış algılanmasıdır. Fiziksel illüzyon fiziksel(çevresel faktörlerden) yada fizyolojik nedenlerden (duyu organlarının algılamada yetersiz kalması gibi) kaynaklanır.  Örn:Su bardağındaki kaşığın kırık görülmesi vb
Psikolojik illüzyon ise;Bireyin psikolojik durumunun etkisi ile varolan uyarıcıları yanlış algılamasıdırHerkes aynı şekilde yanılmaz. Kişiden kişiye değişir. Örn:Bahçedeki hortumu yılan zannetmek. Geceleyin rüzgarın sesini gece bekçisini düdüğünün sesi olarak algılamak
b-)Sanrı(Halüsinasyon):Hiçbir dış uyarıcı yada nesne olmadığı halde gerçekleşen yanlış algılamadır. Sanrı nesnesiz algıdır ve daha çok ruh hastalarında görülür. Halüsinasyon tamamıyla zihnin yarattığı imgelerden oluşur. Örn:Hiç sebep yokken cinler ,periler görmekOrtalık sessiz olmasına rağmen kişinin kulağına seslerin geldiğini bildirmesi vb
İllüzyon ile Halüsinasyon arasındaki farklar;
 *İllüzyonda mutlaka bir dış uyarıcıya gerek vardır. Halüsinasyon dış uyarıcı olmadan gerçekleşir
*İllüzyon normal her insanda görülebilen bir durumdur. Halüsinasyon ise akıl hastalarında bazen de ateşli hastalık geçirenlerde görülür.
*Normal insanda aynı durum aynı yanılsamayı meydana getirirken(fiziksel illüzyonda), halüsinasyonda ise kişiler farklı şeyler görürler ve işitirler
10-)Algıyı etkileyen etmenler
Algıyı etkileyen iç etmenler:
*Duygularımız algılarımızı etkilerSevdiğimiz birinin iyi yönlerini gözümüzde büyüterek algılarız
*İhtiyaçlarımız(gereksinmelerimiz)algılarımızı etkiler. Karnımız aç olduğunda yemekleri daha lezzetli algılarız
*Zihinsel tutumumuzdaalgımızı etkiler. Benimsediğimiz düşüncelere uygun olan şeyleri kolayca algılarız. Benimsemediklerimizi görmezden geliriz
*Zihinsel Kurulum(Hazır olma):Neyi algılamaya hazırsak onu algılarızBize suçlu olduğu söylenen birinin fotoğrafı gösterildiğinde onu suçlu olarak algılarız
*Korku ,öfke,kaygı gibi durumlaralgılarımızı etkiler. Örn:Tehdit edilen bir kişinin yolda gördüğü tüm insanlardan şüphelenmesi
*Hipnoz ve telkinde algılarımızı etkiler. Örneğin rakamlar bir malın iyi,ucuz olduğunu telkin eder öyle algılarız
Algıyı etkileyen dış etmenler:
Dış etmenler fiziksel ve toplumsal kaynaklı olmak üzere ikiye ayrılır
Fiziksel etmenler: hem nesnenin,hem olayın hem de algının olduğu ortamın etkisi vardır. Örn:bir bardak soğuk suyun soğuk havada algılanışı ile sıcak havada algılanışı bir değildir. Gri renk beyaz zeminde koyu,siyah zeminde açık algılanır
Toplumsal etmenler:Uyarıcıları toplumsal, kültürel bir çevre içerisinde algılarızÖrn:müzik parçaları kültürlere göre farklı algılanır. Bir kültürde beğenilen müzik parçaları diğer kültürde beğenilmeyebilir.
http://www.gecekahvesi.org/felsefe-ve-psikoloji/157759-algida-secicilik.html

Bir yaz mevsiminde, bulundukları yerde aç kalan fareler bir balıkçı teknesi vasıtasıyla bir adaya çıkarak orayı istila etmişler. Adada bulunan hindistan cevizine fareler musallat olmaya başlamış. Ancak adada bulunanlar bu farelerden kurtulmak için çeşitli çareler aramışlar. Bir benzin bidonu bulup bunu kapana çevirip hindistan cevizine iple bağlamışlar. Fareler hindistan cevizini almaya geldiklerinde kapana düşerek yakalanıp yok olmaya başlamışlar. Bir müddet sonra adadakiler kuvvetli tüm fareleri yakalamışlar. Sadece kıyıda köşede birkaç zayıf fareden başka hiç fare kalmamış. Adadakiler fare sorunu bitti zannedip, kapanı okyanusa mı atalım yoksa imha mı edelim diye düşünmüşler. Sonra vaz geçip kapanı öylece bırakmışlar. Kalan birkaç zayıf fare ise ağaçlara saklanıp hayatlarını sürdürmeyi başarmışlar.
Zayıf fareler yine çoğalmış ve acıkmaya başlayınca etrafa saldırmaya başlamışlar.  Bu sefer fareler hindistan cevizi yemeyi unuttuklarından birer birer birbirlerini yemeye başlamışlar. Saldırmayı iyi öğrenenlerden iki tane fare sadece hayatta kalmış. Yine tekrar çoğalmışlar. Bu seferki  çoğalan fareler insanlara saldırmaya başlamışlar.
Hikâyeden çıkan sonuç şudur. Her yok etme hareketine maruz kalan gurubun bir şekilde son kalan tarafı bir sonraki nesilde devamını sağlarken, dönüşüme ve değişime uğrayarak daha kuvvetli karakterlere sahip olarak gelişme göstermektedirler. Bu nedenle insanların fareleri yok etmede sınırları aştığında  karşılaşılan sonuç tabiatlarını değiştirmekten başka bir şeye yaramadığından beraber yaşamayı öğrenmeleri gerekmekte olduğu  veya fareleri müsbet yönde ehlileştirmelerinden başka çareleri  olmadığı anlaşılmaktadır.
Skyfall 007 Ajan James Bond [2012] filmindeki hikâyeden uyarlanmıştır.




 Nurullah AYDIN
11 Ocak 2013-ANKARA
İç ve dış şer güçler arası işbirliği, ittifakı devam ediyor. Bazıları hala gerçeği söylemiyor, anlatmıyor, yazmıyor. Korkuyorlar çünkü korkutuluyorlar.
Toplum ayrışmaya devam ediyor. Devleti tasfiye operasyonu, ekonomik kaynakların el değiştirmesi ile kimliksizleştirme ile milli güçleri etkisizleştirme ile devam ediyor.
Bunun için kullandıkları yöntem ise yalan. Oluşturulan yandaş medya gerçekleri olduğu gibi vermek yerine hikayelendirmekte ve böylece gerçekleri deforme etmektedir.
Medya ile insanların beyinlerinde yeni mitler oluşturulmaktadır. Buna bağlı olarak belli bir yaşam tarzı tüm dünyaya empoze edilmeye çalışılmaktadır. Bu hedefe ulaşmada kendine karşı olanları ötekileştirerek onları düşman olarak lanse etmektedir. Bireyin direniş azmini kırarak, moral değerlerini elinden alarak, manevi çöküntüye uğratıp baştan yenilgiyi kabul etmesine çalışmaktadır.
Bunu, en iyi gerçekleştirme aracı propagandadır. Propagandanın cephanesi söz ye kelimelerdir. Üzerinde çok düşünülmüş, zaman ve zemini iyi hesaplanmış hedef kitlesi tayin edilmiş bir faaliyettir. Propagandanın beyaz, gri ve siyah olmak üzere üç farklı türü vardır.
Beyaz Propaganda: Kaynağı belli, açık, şeffaf bir propaganda türüdür. Doğru haberlerin sadece kendileri tarafından verildiğine ikna ederler.
Gri propaganda ise bulanık bir propaganda türüdür. Burada kaynak belli değildir. Doğru ya da yalan olduğu ispatlanamaz. Gri propagandanın ana malzemesi rivayetlerdir. Çalışma tarzı açık propaganda gibi değildir. Güçlü yönü muhatapları tarafından iyi kabul görmesidir. İnsan üzerinde propaganda hissi uyandırmaz. Senaryo iyi yazılmışsa rivayetler dilden dile dolaşır.
Kara propagandada kaynak saptırılır ve gizlidir. Hile, yalan ve iftira gibi metotlar kullanılır.
Beyaz, Gri ve Kara propagandanın her türü ile toplumlar şekillendirilir. Propagandalarının etkisizleştirilmesi için, önce kafalardaki gücün yenilmezliği imajı yıkılmalıdır.
Bilinçaltını ve bilinç üstünü etkilemeye dönük faaliyetlerin temelinde; eski düşünce kalıplarını şoklar yaratarak sıfırlayıp sonra yeni düşüncenin yerleştirilmesi gerekmektedir.
Güç odakları; insanları yanıltırken en fazla insan hakları, demokrasi ve özgürlük kavramlarını kullanırlar. Davranış şekli, yalakalıktır, yalancılıktır.
Dünyevi arzuları hiçbir engel tanımayan güruh her dönem farklı kimlikle halkın karşısında yer alır. Her söz ve uygulamalarına kılıf uydururlar.
Uygulanan taktiklerle:
Bilgiyi o kadar ufak parçalara ayırıyorlar ki parçalar birbiriyle buluşamıyor.
Tarih kavramını bozarak bin yıllık birlikteliği parçalıyorlar. Halklar oluşturulmak isteniyor.
Hem yatay hem de dikey olarak asimetriler yaratılarak tarihi gerçekler algılanamıyor.
Değişik tarihlerde yaşanmış olayları aynı zaman diliminde olmuş gibi anlatarak zaman mefhumunu ortadan kaldırıyorlar.
Bunun için de; Türkiye’nin sosyal değerleri aleyhinde kampanya başlatılarak genel kabul görecek sloganlar seçilir. Yıkılacak bu imiş gibi bir imaj yaratılır.
Zamanda sınırsızlık beyni dağıtır. Böylece geçmişe ait şoklar yaratarak kazanılmış değerler yok edilmektedir.
Dili bozup parçalayıp özelliğinin kaybettirilmesi, yazının ise, parçalanarak bütünlüğünün kaldırılması sağlanır. Dil beynin zihinsel faaliyet aracıdır.
İnsanın beynindeki doğru tarih bilgileri param parça edilir. Hafızasını yok etmek üzere geliştirilmiş bir psikolojik hareket yürütülmektedir. Bu psikolojik savaş sonucu parçalara ayrılan zihinde hafıza kayıtları otomatik olarak dağıtılır.
Günün Sözü: Zihinleri bozularak etki altına alınan insanları uyandırmak; aydınların, sanatçıların asıl görevidir.


CİA: ‘İhvan’ı Nasır’a karşı kullandık! İz bırakmadık!’
“Robert Baer, eski bir CIA örtülü operasyon uzmanı.. ‘Şeytanla Uyumak’ adlı kitabında CIA’nin Müslüman Kardeşler’i Nasır iktidarına karşı nasıl kullandığını anlatıyor:
‘Washington Müslüman Kardeşler örgütüne gizli müttefiki olarak destek verdi. İhvan, Washington’un ‘gizli silahı’ idi. Örtülü operasyon 1950’lerde Dulles kardeşlerin öncülüğünde başladı.. Suudi Arabistan Mısır’da Nasır’a karşı İhvan’ı fonlayacaktı. Washington bu kararı aldığında, Allen Dulles CIA’deydi, John Foster Dulles ABD Dışişlerinde!
‘Baer, ‘Eğer Allah bizden yanaysa harika’ diyor. ‘Eğer Allah siyasi suikastlere izin vermişse o da harika! Yeterki bu gizlice yapılsın!’ Diğer tüm örtülü operasyonlar gibi, Mısır’da da ‘iş’ iz bırakılmadan gerçekleşti. CIA kayıtlarında da, Kongre kayıtlarında da bundan bahis olmadı. Beyaz Saray sadece Müslüman Kardeşler Örgütünü destekleyen Suudlara ve Ürdün’e göz kırptı… .’”
Global Research: (Robert Dreyfuss, “How the United States Helped to Unleash Fundamentalist Islam”)
http://istihbaratalani.wordpress.com/2013/01/21/islami-kullanmak/

Bissel, CIA’ nin Gizli hizmetler Direktörüydü. 1968 de yazdığı gizli raporda, toplumlara ‘sızma’ tekniğinden sözediyordu. Rapora göre, hedef ülkelerde,
‘1) Hükümetlere siyasal tavsiye ve danışmanlık,
2) Tek tek şahıslarla temas, kişisel yardım uygulaması,
3) Siyasal partilere maddi ve teknik yardım,
4) İşçi sendikaları kooperativler ve özel örgütlenmeleri desteklemek,
5) Kişilerin özel olarak eğitilmesi, EĞİTİM TAKASLARI,
6) Ekonomik operasyonlar,
7) Gizli propaganda,
8 ) Bir rejimi desteklemek ya da devirmek için askeri ya da siyasal operasyonlar’ yapılacaktı.
Bissel raporunda yeralan aşamalar, Türkiye’de yıllardır adım adım uygulanmıştır. Toplumlara çeşitli yollarla SIZILMAKTADIR. ‘Sızma tekniği’ , Oltadaki Balık Türkiye (M. Emin Değer) adlı kitapta şöyle özetlenir:
‘Tıb dilinde ‘infiltrasyon/Sızma’, bir mikrobun ya da kanser hücresinin, vücudun en yaşamsal bölgesinin tüm hücrelerine girmesini, mikrobun bünyenin her tarafına yayılmasını gösterir.. İşte Amerika’nın uyguladığı yöntem de budur!’
Amerikalı sosyologlar bu yöntemi ‘Görünmez faktör’ olarak tanımlarlar. Görünmez faktör, ‘kontrol mekanizmalarının toplamı’dır. ve ‘Görünmezlik, zihinlerin sömürgeleştirilmesi yoluyla başarılmaktadır.’
Bu yolda en etkili araç ‘eğitimin ele geçirilmesi’dir.
Amerikalı uzman Max Von Thornburg, 1947 Ekim ayında The Fortune dergisindeki ‘Türkiye’ye niçin yardım etmeli?’ başlıklı raporunda ‘İdeolojik taarruzun Amerikan Ulusal Güvenlik Stratejisi için, atom bombası kadar önemli olduğunun’ altını çizmiştir.
‘Yalnız sermayemizi değil, hizmetlerimizi, geleneklerimizi, kültürümüzü ve ideallerimizi de Türkiye’ye konuşlandıracağız!’ demiştir.
İşte bu nedenle, ekonomik yardımı, eğitim/kültür anlaşmaları takip etmiştir. Ülkenin ‘aydın adayları’nın beynini ‘iğdiş’ etme operasyonudur bu!

Gültekin AVCI
gavci
Yıl 2004.

Cumhuriyet Savcısı olarak görev yaparken, saygı duyduğum 50 yaşlarında siyasal menşeli bir istihbaratçı ağabeyimle bir mevkide hasbıhal ediyordum.
Konuşurken ona "Bir kitap yazma hazırlığı içindeyim" dedim. (Bu kitaptan sevenlerimin yoğun ısrarları üzerine vazgeçtim.)
İnfialle bana dedi ki:
-"Sakın ağabeycim, böyle bir şey yapma!"
Israrla sebebini sorduğumda fevkalade müteessir bir şekilde şöyle dedi:
-"Yapma! Bak sen savcısın. Farklısın. Seni bir gece görev yaptığın yerden bir ekip alır. İl merkezinde ….. mevkiinde bir yapı var. Oraya götürürler."
(Orayı hatırladım.)
-İşte orası Batı Çalışma Grubu’nun sorgu merkezidir. Seni sorgularlar. Sonra da diğer kimyasalları bir tarafa bırak en basitinden ….. dedi ve sustu.
Yüzünde "bunu söylemeli miyim" kararsızlığını izhar eden derin çizgiler belirmişti.
Et haşlama suyu
Heyecanla "Evet ağabey" diyerek devam etmesini istedim.
-"Et haşlama suyunu bilir misin" dedi.
Şaşırmıştım.
"Evet" dedim.
Devam etti.
-"Sorguladıktan sonra beline et haşlama suyu şırınga ederler. 50 tane savcı ve adli tabip gelse ölüm sebebini bulamaz!"
Şoke olmuştum.
"Böyle mi ve hâlâ mı" diye sordum.
Başını öne eğdi.
4-5 yıl önce yayınlanan Genelkurmay Cumhuriyeti isimli kitabımda mevcut bir hatıraydı bu.
Yüzlerce ölüm şekli ve ceset inceleyen birisi olarak "otopside bulgu vermeyen" böyle farmakolojik bir tasfiye operasyonunu hiç duymamıştım.
Et haşlama suyu bele veya omuriliğe enjekte edildiğinde böyle bir etki doğurur mu bilmiyorum doğrusu.
Ama kesin olan şu ki, öldürme teknolojileri bilimin ve istihbaratın gelişmesine paralel ilerliyor.
Adli mekanizma istihbarattan geridedir
Şunu unutmayın.
Teknolojik bir gelişme halkla paylaşılıyorsa, istihbarat teknolojisi onun en az 10 yıl ilerisindedir.
Bilimsel alanlardaki tüm teknolojiler öncelikle askeri ve istihbari tezgâhtan geçerler.
Derin yapıların tümü de istihbarat teknolojisiyle kucak kucağadır.
Merhum Prof. Haluk Nurbaki, faks cihazının icadıyla halkın kullanımına sunulması arasında insan ömrü kadar bir zaman dilimi vardır diyordu.
Komplo teorisi falan değil.
1974 yılında bilim adamı Kaznacheyev, ölümün uzak bir mesafeden ultraviyole ışınlarının nakledilmesiyle gerçekleştirilebildiğini ispatladı.
Yine aynı yıl Çek mühendis Robert Pavlita, böcekleri uzak bir mesafeden (1000 km) psikotronik cihazlarla öldürebildiğini gösterdi.
CIA, Pavlita’nın çalışmalarıyla ilgili rapor da hazırladı.
Dikkatinizi çekerim yıl 1974.
Bunları anlatırken Kozinoğlu bu şekilde bir operasyona maruz kaldı demiyorum.
Ama otopside bulgu vermeyen kimyasal maddelerin varlığı bir hakikatse, Özal ve Kozinoğlu’nun ölümü kaçınılmaz olarak farmakolojik tasfiye operasyonunu düşündürür.
Gerek elektromanyetik dalga harekâtı, gerekse ileri seviyede farmakolojik operasyonlarla yapılan tasfiyeleri çözebilecek bir adli teknolojimiz yok.
Kozinoğlu, özel harp geçmişiyle, MİT’teki ve devletteki Ergenekon/mafya networkunu çok yakından tanımasıyla Oda soruşturmasının en kilit adamıydı.
Yalçın Küçük ve Soner Yalçın’dan çok daha önemli bir adam.
Taşıdığı derin sırlarla Balyozcular’dan da kritik bir adam.
Bunlara bir de duruşmaya 10 gün kala ölmesini eklediğinizde şüphelerin yoğunlaşması kaçınılmaz oluyor.
Kozinoğlu’nun konuşması, en az 1, belki 2 Ergenekon iddianamesi daha demekti.
En önemlisi Ergenekon’un hâlâ diri olan askeri istihbarat ayağının çökmesi demekti.
Ama ileri yaşlarda psikolojik çöküntüyle ağır ve uzun süreli spor faaliyeti birleştiğinde enfarktüsün gelişebileceği adli tıbbın gerçeklerinden biri.
Hatırlarsanız Ergenekon tutuklusu Levent Ersöz’ün kanında, ‘et yiyen virüs’ün tespit edilmesini önleyen ve kalp krizine neden olan ilaç kalıntıları bulunduğu belirtilmişti.
Bu en azından bulgu veren bir kimyasal.
Sonuçta klasik otopsi sonucu yapılan organ analizlerinde bir şey çıkmazsa, Kozinoğlu’nun ölümü de "acaba" sorularıyla tarihteki yerini alacaktır.

“ TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu tarafından 12 Eylül Askeri darbesine ilişkin yargılamayı yapan mahkemeye gönderilen belgelerde çarpıcı detaylar yer aldı. „
TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu tarafından 12 Eylül Askeri darbesine ilişkin yargılamayı yapan mahkemeye gönderilen belgelerde çarpıcı detaylar yer aldı.
Gönderilen belgeler arasında darbe öncesinde yapılan "Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantılarının" teyp kaydı ile Abdullah Öcalan tarafından kurulan PKK’nın ilk dönemine ilişkin şeması da var. Belgeler arasında, Özel Harp Dairesinin faaliyetlerine ilişkin bir bilgi notu da yer aldı.
TBMM Darbe ve Muhtıraları araştırma komisyonun, Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’yı yargılayan Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesine gönderdiği belgeler arasında, darbe öncesinde yapılan "Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantılarının Teyp Band Metinlerini" de gönderdi. 19 Ocak 1979 tarihinde yapılan toplantıya Kenan Evren dönemin Genelkurmay Başkanı sıfatıyla katılırken, Bülent Ecevit de Başbakan sıfatıyla katılıyor. Toplantıda polis teşkilatındaki Pol-Der ve Pol-Bir adı altında yapılan farklı gruplara ilişkin olarak Evren, derneklerin kapatılması önerisinde bulunuyor. Evren ayrıca, Trbazon Bölgesine dikkat etmek gerektiğini belirterek şunları söylüyor: "Bölge halkı çok ateşlidir. Anında hemen feveran eder. O yönü ile şimdi Of’u seçmişlerdir. O bölge halkı dindardır, dinine çok bağlıdır doğuya yaklaştıkça. Of’tan sonra oralarda sıkıyönetim bölgesi de değil."
HINÇLA HAREKET EDİYORLAR
Aynı toplantıda Ecevit ise Emniyet görevlilerin kişisel hınçla hareket ettiğini belirterek "Sıkıyönetim bölgelerinde polis sırtını sıkı yönetime dayayarak yetkilerini çok aşan tabiri mazur görürseniz şımarıkça davranmaktadır. Sıkıyönetim yarattığı ortamdan yararlanarak eylemleri giriyorlar. Aynı zamanda sıkıyönetim komutanlarının da emniyet mensuplarını bu konuda uyarmalarında büyük yarar vardır. Kişisel hınç almak heveslerini, filen bu dönemi uygulama yoluna gidiyorlar" diyor.
DEMİREL’İN APO UYARISI
16 Nisan 1980 tarihinde yapılan Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantısına ise Süleyman Demirel Başbakan sıfatıyla katılıyor. Toplantıda Demirel, o dönemde APO’cular olarak faaliyet gösteren PKK üyelerinin büyük bir bölümünün tutuklanmış olmasına rağmen hala etkili olduğunu anlatarak şunları kaydediyor: "Bölücü örgütlerin içerisinde en tesirlisi Apo’dur. Yüzde 40 ile yüzde 45 civarında mensuplarının tutuklanmış olmasına rağmen Apo hala seyrini, tesirliliğini sürdürüyor. Sıkıyönetim tedbirlerimizin tedbirleri var ama Siverek yangını söndürülebilmiş değildir."
Komünistler cehenneme
Demirel, konuşmasında siyasi faaliyetler nedeniyle verilecek bir idam kararını hemen infazını gerçekleştirmek için harekete geçeceğini de anlatarak şu çarpıcı ifadeleri kullanıyor: "Yargıtay’dan geçsin kararı kaptığımız gün Meclisin huzuruna gidip Mecliste bunu tasdik etmeye mecbursunuz. Aksi halde vebal sizindir diyebiliyim. Her gün soruyorum ne zaman bu geçibilir diye. Ama sıkıyönetim suçlarından dolayı bir tane karar elime geçse meclislerin karşısına gidip dikileceğim. (…) 1 Mayıs meselesi herhalde devletin gücüne gidecek, devletin ağrına gidecek bir şeyin yapılmasına kesinlikle buna mani oluruz. Her ne şekilde olursa olsun yani orak-çekiç bayraklarla Lenin’i-Stalin’i bir takım adamları bu sokaklarda dolaştırmayız. Yani herkes komünistse cehennemin dibine kadar yolu var."
Mahkemeye gönderilen belgeler arasında Fahri Korutürk Arşivinde PKK yapılanması ilişkin dikkat çekici belgeler yer aldı. Korutürk arşivinde "APOCULAR" isimli bir şemada PKK’nın ilk yöneticileri ve görevleri ve sorumlu olduğu bölgeler bulunuyor. Arşivde Abdullah Öcalan ile ilgili bir rapor da yer aldı. Söz konusu raporda Öcalan doğup büyüdüğü yer, eğitimi durumu anlatıldıktan sonra şöyle deniliyor: "Apocular adı bu gurubu oluşturan kişinin adından gelmektedir. 1974 yılında kurulan AYÖD yönetim kurulunda yer alan Öcalan dernek içerisinde doğul gençleri kendi çevresinde toplamak istemesinden dolayı dernek yönetimiyle ihtilafa düşmüş bilahare dernekten uzaklaşmıştır. Abdullah Öcalan AYÖD’den ayrıldıktan sonra doğu ve güneydoğu illerini gezerek kendisine taraftar toplamış ve örgütün ilk çekirdeğini oluşturarak bölge sorunlarını tespit etmiştir."
KONTGERİLLA YAPILANMASI YOKTUR
TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’nun mahkemeye gönderdiği belgeler arasında Özel Harp Dairesinin yapısı ve görevlerine ilişkin belgelerde yer aldı. Komisyonu’nun Özel Harp Dairesinin faaliyetleri hakkındaki bilgi talebine, Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz tarafından gönderilen bir bilgi notuyla yanıt verildi. Gizli ibareli yazıda Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın 27 Eylül 1982 tarihinde "Hususi ve Yardımcı Muharip Birlikler" ismiyle kurulduğunu daha sonra "Seferberlik Tetkik Kurul Başkanlığı" adını aldığı belirtilerek şöyle denildi: "14 Aralık 1970 tarihinde Özel Harp Daire Başkanlığı adını almıştır. Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın kontgerilla yapılanması yoktur."
Komisyona gönderilen yazıda Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın görevleri ise şöyle sıralandı:"Harekat Ortamında müstakil ve birleşik Özel Kuvvetler Harekatı icra etmek. Yurt içi ve yurt dışında icra edilecek terörle mücadele harekâtında destek vermek. Emirle Gayri Nizami Harp Harekâtını planlamak ve icra etmek. Seferde düşman derinliklerine bilgi toplamak hedef profili yapmak, taktik, akın/pusu icra etmek ve düşman işgaline uğramış bölgelerde harekat başlatmak."
Haber: MESUT HASAN BENLİ / Arşivi – Radikal

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar