YEZİDİLER/EZİDİLER, Tarih-İbadet-Örf Ve Adetleri
Yayına Hazırlayanın
Önsözü
Türkiye’deki
Yezidiler konulu çalışmalara bir yenisinin katılması, gösterilen ilgisizlik ve yapılan
çalışmaların azlığı göz önüne alındığında anlamlı ve önemlidir. Özellikle
Yezidilerin yaşadıkları Güneydoğu Anadolu Bölgesi göz önüne alındığında bu
çalışma daha da önemli hale gelmektedir. Çünkü Yezidiler konulu bu çalışma
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde müftü olarak görev yapmış olan Cizreli bir din
adamı tarafından hazırlanmıştır.
Eser, Mahmut
Bilge’nin izah ettiği gibi kendisinden Yezidiler hakkında bilgi almak
isteyenlerin çokluğu nedeniyle kaleme alınmıştır. Bu konuda kendisinden o kadar
çok talep olmuş ki hatta bir keresinde Ağrı hakimlerinden birisi kendisinden
bilgi isteyince ona uzunca bir mektupla cevap vermiş. Topladığı bilgiler ve
konuşma imkanı bulduğu Yezidiler’den elde ettiği bilgilerden de yararlanarak bu
eseri hazırlamıştır.
Mahmut Bilge’nin
Yezidiler isimli eseri hakkındaki ilk bilgiye Abdullah Yaşin’in (Bütün
Yönleriyle Cizre) adlı eserinde rastladık. (Abdullah Yaşin, Bütün Yönleriyle
Cizre, Cizre: 1983, s 160-162. ) Abdullah Yaşin, adı geçen eserinde Cizre’nin
Meşhurları başlığı altında Mahmut Bilge’den bahsetmektedir. Hayatı ve eserleri
hakkında kısa bilgi vermektedir. Haklarında bilgi verilen bu eserler arasında
Yezidiler adlı eser de mevcut idi. Bilahare Abdullah Beyle irtibata geçerek
yazan ve eser hakkında bilgi aldık. Aynı zamanda eğer varisleri elinde bu eser
mevcut ise üzerinde çalışmamız hususunda yardımcı olmalarını da talep ettik.
Bunun üzerine eseri
görmek için Mahmut Bilge’nin torunu Salih Bilge ve Mahmut Bilge’nin kızı ve
Salih Beyin annesi Behiye Hanım ile görüştük. Müteaddit defalar görüşmemiz
neticesinde eserin bir nüshasını yayına hazırlanmak üzere aldık. Eser üzerinde
çalışmaya başladık. Bu esnada Mahmut Bilge’nin sayılı öğrencilerinden
Abdülkerim Özervarlı Hocaefendi ile görüştük ve hocası hakkında kendisinden bilgi
talep ettik.
Yazar hakkındaki
bilgilerimize ailesi, öğrencileri, dostları, yazılı kaynaklar ve Diyanet İşleri
Başkanlığı personel dosyasını ve Hürriyet Gazetesi’nde hakkında yayınlanan
bilgileri de ekledik.
Bizim araştırmamızın
bu şekilde devam etmesi Mahmut Bilge’nin akrabalarını, öğrencilerini ve
dostlarını son derece sevindirdi ve heyecanlandırdı. Çünkü yazar hayattayken
yayınlanmak üzere bu eseri hazırlamıştı ve yayınlayamamıştı. Ayrıca kendisi
hayattayken yine üç eserini yayınlamıştı. Böylece bu çalışma ile hem onun yarım
bıraktığı bir çalışmasını yayınlamış olacağız hem de uzun zaman sonra
eserlerinin dördüncüsü de yayınlanmış olacaktır.
Kısa zamanda eser
üzerinde çalışmaya başlayarak yazarın kullandığı kaynaklan gözden geçirdik.
Tespit edilen kaynaklardan kütüphanemizde olmayan eserlerin temini yoluna
gittik. Bunlardan özellikle kütüphanemizde olmayan bir tanesini belirtmek
istiyoruz. Çünkü yazarın bahsettiği kaynaklardan birinin tek nüshası Viyana
Devlet Kütüphanesi’nde idi. Adı geçen eserin temini yolunda gerekli
girişimlerde bulunduk ve Viyana’da din görevlisi olarak bulunan Değerli Hasan
Çağlar Beye ulaştık. Hasan Bey, binbir zahmete katlanarak istediğimiz kısmın
mikrofilmi ve fotokopisini gönderdi. Bu anlamlı ve unutulmaz erdemli tavrından
ve yardımseverliğinden dolayı kendisine teşekkür ederiz.
Yazarın kullandığı
dipnotların dışında dipnotların bir kısım tarafımızdan konuldu. Bunu yazarın
dipnotundan ayrıştırmak iyin (A T) şeklinde gösterdik. Yazarın metin içerisinde
verdiği bazı kaynaklan olduğu gibi dipnota indirdik. Bununla beraber yazarın
özellikle kaynaklan yazar ve eser adı şeklinde verdiği dipnotlarına cilt ve
sayla numarası ekledik. Ayrıca kullandığı kaynaklan arasında Türkçe’ye
çevirileri olanlarını vermeyi tercih ettik. Türkçe olmayanlar da ise elimizde
olan eserlerin ilgili sayfalarını tespit edip verdik. Böylece dolaylı da olsa
özellikle ilk kaynaklar bakımından Türkçe'de neler olup olmadığı hususunda
ilgililere bilgi vermiş olduk.
Yine yazarın eser
içerisinde kullandığı kısaltmalar için ayrıca kısaltmalar listesi koyduk.
Bunların dışında yazarın eserde göstermiş olduğu kaynakların tam metin
çevirilerini EK’ler bölümünde verdik. Çünkü ülkemizde Yezidiler konusunda
yapılan çalışmalarda kaynak olarak daha çok Batı dillerinde yapılan araştırmalar
ve Doğu dillerinde yazılmış olan eserler kullanılamamaktadır. Kullanılamayan bu
eserlerin bir kısmında, dilinin Arapça olması münasebetiyle araştırmacılar
tarafından istifade edilememekteydi. Bu nedenle Arapça olan bu eserlerdeki
ilgili bölümleri çevirip araştırmacıların istifadesine sunduk. İstifadeye
sunulan bu eserlerin her biri aynı zamanda Yezidilik konulu bütün eserlerin
temel kaynaklarıdır. Bu eserlerin bazılarının kullanımı ise daha çok Batı
kaynaklarından aktarma veya tahkik ve neşr şeklinde Batı dillerine
aktarılanlar, çevrilenler şeklinde olmasından dolayı yararlarıılmıştır. Bu
ikinci elden ulaşmayı bir nebze olsun azaltmak maksadıyla çevirilerini vermeyi
uygun bulduk.
Aynca yukarıda
belirttiğimiz hususu göz önüne alarak İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Doğu Dilleri Araştırma Görevlisi Eyyüp Tanrıverdi ile birlikte bir proje
kapsamında Arap dünyasında Yezidiler ile ilgili ve konunun başvuru
kaynaklarından kabul edilen eserleri Türkçe'ye kazandırmaya karar verdik.
Şimdilik Ahmet Teymur Paşa’nın El-Yezidiyye adlı eseri üzerinde çalışmaya
başladık ve son düzeltmeleri yapmaktayız. İkinci sırada olan İsmail Bek Çöl'ün
El-Yezidiyye adlı eserinin çevirisini de bitirmek üzereyiz.
Yazarın özellikle
çevreden gelen talep üzerine hazırladığı eserinin önemli kaynakları arasında
bizatihi görüşüp konuştuğu, hatta bazı duaları dahi kendisinden yazdığı
Kavallar da vardır. Kavallardan bin bir güçlüklerle yazdığı bu dualar da eserin
kıymetini bir kat daha artırmaktadır.
Yazıldığı dönem,
yazarın tarafsız olma isteği ve Yezidileri olduğu gibi anlatma gayreti dikkate
alındığında eserin önemi bir kat daha artmaktadır. Bir de Diyanet Teşkilatı
mensubu bir görevlinin çevresindeki farklı inançlara sahip olan kişilerle olan
ilişkileri, onları tanıma, tanıtma gayreti ve bu gayretine de objektiflik
kazandırması ülkemizin hem muhtaç olduğu hem de arzuladığı amaçlarından
biridir.
Dolayısıyla bu
çalışmanın belirgin sonucu iki noktada ortaya çıkmıştır. Bunlardan birisi,
Yezidiler konulu yeni bir çalışmanın su yüzüne çıkarılması, diğeri de Mahmut
Bilge gibi önemli bir şahsiyetin tanıtılmış olmasıdır. Bizim bu çabamız,
yazarın görüşlerine katılıyoruz anlamına gelmiyor. Bilakis hem eseri, hem de
yazarını gün ışığına çıkarmış olduk. Tabii Yezidiler konusu ülkemizde hemen hiç
çalışılmayan konulardan birisidir. Ayriyeten bu çalışmaların bir kısmı istisna
edilirse, yeterli olmayışı gayretimizi daha da anlamlı kılmaktadır.
Mahmut Bilge’ye ait
bu eserin yayına hazırlama aşamalarında birçok kişinin yardımlarım gördük.
Bunların çoğunun adını burada yazmam mümkün olmayacak. Fakat bazılarının
isimlerini velimden edemeyeceğim. Bunlardan özellikle Abdullah Yaşin, Salih
Bilge, Behiye Bilge, Abdlilkerim Özervarlı, Lokman Özervarlı ve Doç. Dr. Sait
Özervarlı’ya eserin incelenmesi ve yayınlanması hususundaki yardımları, Prof.
Dr. Hulusi Kılıç Beyi ve Sevgili Eyyüp Tanrıverdi’ye eserin hazırlarıması
hususundaki yardım ve cesaretlendirici tavırları ile göstermiş oldukları
yakınlıktan dolayı teşekkürü bir borç biliriz.
Uzun süre önce
yayına hazırlanan bu eser, maddi yetersizlik nedeniyle yayınlanamamıştı. Eserin
yayınlanması için maddi katkı sağlayan vefakâr, fedakâr ve bilim aşığı Sayın
Suat Öğül Beyefendiye şükran ve minnet borçluyuz.
Eserin katkı
sağlayacağı umudu ile...
MAHMUT BİLGE’NİN HAYATI VE ESERLERİ
Mahmut Bilge 1904’te
Cizre’de dünyaya geldi. Bilge ailesi bireyleri arasında alim, müderris
ve-müftüler bulunmakta idi. İlmi bir havanın teneffüs edildiği bir ailede
doğmuş olmanın bir sonucu olarak ailenin geleneğine uyup ilmiye sınıfına dahil
olmuş.
Babası müderris
Abdurrahman Efendi’den dini ilimleri okumuştur. Özellikle Arabi ve Farisi
tahsilini babasından görmüş ve 1922 yılında babası Abdurrahman Efendi’den
icazet almış.
İlkokulu, 1919
yılında Cizre’de pekiyi derece ile tamamlamış. Ortaokulu, 1961 yılında Trabzon
İmam Hatip Lisesi’nin orta kısmını tamamlamış.
1962 yılında Trabzon İmam Hatip Lisesi’nden
pekiyi derece ile mezun olmuş.
1962 yılında Hac’ca
gitmiştir.
Uzun süren memuriyet
hayatında:
On yıl kadar ilkokul
öğretmenliği,
Bir yıl kadar
Belediye Başkatipliği ve Muhasebeciliği,
On iki yıl kadar
Nüfus memurluğu, (1934 yılından 1946 yılma kadar altı yıl Nusaybin, üçer yılda
Kızıltepe ve Cizre’de, 1946 yılından 1948 yılına kadar da Mardin’de Nüfus
Başkatipliği) yapmıştır.
1948 yılından itibaren
Cizre, Birecik ve Silopi’de yirmi üç yıl müftü olarak görev yapmıştır.
Mahmut Bilge,
5.4.1974 yılında Cizre’de vefat etmiş ve aile mezarlığına defnedilmiştir.
Eserleri:
Mahmut Bilge
hayattayken eserlerinden üç tanesini bastırmışın Bunlar:
1- Ay Risalesi, Ankara: 1963.
2- Resulü Ekrem
Muhammed Mustafa’nın Nüfus Hüviyet (’Uz dam, Ankara: 1965.
3- Nuh aleyhisselâm ve Tufan, Ankara:
1965.
Basılı olan
eserlerinden Ay Risalesi’nde dile getirdiği düşüncelerinden dolayı “Cizre
Müftüsü İnsanların Aya Gitmeleri An Meselesi Diyor” başlığı altında
Hürriyet Gazetesinin 21 Mayıs 1961 yılındaki nüshasında haber olmasından dolayı
önemli tepkiler almıştır. Geleneksel halk inançlarına göre aya gitmenin mümkün
olamayacağı gibi güçlü bir inanç yaygınken Mahmut Bilge bu inancın Kuran’a
aykırı olduğunu ve bilakis Kuran’da dahi aya gidilebileceğini delilleriyle
anlatıyor. Bunun üzerine birçok müftüden kendisini destekler mektuplar alıyor.
Rasûlüllâh
sallallâhü aleyhi ve sellem Muhammed Mustafa’nın Nüfus Hüviyet Cüzdanı adlı eserinde
ise, uzun süre nüfus memurluğu yaptığı için Hazreti Muhammed için de bir nüfus
cüzdanı hazırlamaya karar verir. Bu eser Hazreti Muhammed’in soy kütüğü
mesabesindedir.
Nuh Tufanı isimli
esere gelince, Cizre’nin Hazreti Nuh’un tufanı ve tufandan sonra gemisinin
Cizre’ye yani Cudi Dağında durduğu ve izlerinin ise hâlâ var olduğunu ispat
etmeye çalışmaktadır.
Basılı olan bu
eserlerin dışında risale ve kitap halinde hazırlanmış birçok eseri daha vardır.
Bunlardan bazılan ise:
1- Tefsir İlminde
2- Hadis İlminde
3- Siyer ve
Şemail İlminde
4- Akait ve
Kelam İlminde
5- Maani İlminde
6- Edebiyat ve Şiir
7- Nahiv ve Sarf İlminde
8- Tarih ve
Teracim-i Ahval
9- Ahlak İlminde
10- Mantık İlminde
11- Rüya İlmi
ve Fal
12- Sosyoloji İlminde
şeklinde konu başlıklarıyla verilmiştir. Mahmut Bilge’nin öğrencisi Abdülkerim
Özervarlı’nın hocası hakkında anlattıkları ise şöyledir: ‘Hocam, çok vakur,
alicenap ve heybetli idi. Bununla beraber pek mütevazi ve cana yakındı.
Yürürken herkese tebessümle selam verirdi. Hastalan ziyaret ederdi. Cenazelere
katılır ve cenaze alayına mezara kadar eşlik ederdi. Ekser zaman biz
öğrencileriyle gezerdi. İki parmak bizden önde giderdi. Yolda hep ilmi meşeleri
konuşurduk. Nükte, muamma çözerdi, sual sormayı çok severdi ve sorduğu sorulara
kendisi hemen cevap verirdi. Hocam, aynı zamanda kuvvetli bir şair idi. Pekçok
kaside ve manzumeleri mevcuttur. ’
Yazarın Önsözü
Bölgemizde ve
yakınlarımızdaki yerlerde (Yezidi-Şimdilerde Ezidi olarak anılmak
isteniyorlar.) denilen bir millet yaşamaktadır. Kendilerine göre bir dine
mensupturlar. Hatta kendilerini Müslüman sanırlar. Fakat İslamlıktan uzaklaşmış
bir duruma girmişlerdir. İnançları, ibadetleri, gelenekleri, dini hükümleri
bambaşkadır. Mensuplarının çoğu dahi kendi dinlerini bilmezler. Çok defa bunlarla
konuşup görüştüm. Kavalların dahi dinleri hakkındaki bilgileri kıttır. Ya
bilmezler, ya da saklarlar. Bunları çok inceledim. Sordum, hulul ettim. Az
şeyler kaptım. Yezidiler hakkında yazılan birçok eserleri gözden geçirdim.
Nihayet şu birkaç sayfalık eseri. Yezidiler hakkında az fakat öz bir bilgi
toplayarak risale halinde bastırdım. Yezidiler hakkında bana zaman zaman
sorular geliyordu. Bildiğim kadar cevap verir, yazar gönderirdim. [Yazarın
bahsettiği bu mektup kendi arşivinde mevcuttur.]
Mesela: Bu konuda,
Ağrı ili Hukuk Hakimi Ali Haydar Semercioğlu Beye 5-6 sayfa bir yazı yazarak
isteği üzerine gönderdim’. Yezidiler
hakkında hayli bilgi verdim.
Hülasa birçok
yerlerden böyle mektuplar aldım. Kimisine bilgi verdim. Kimisine mazeret beyan
ettim. Bu kere bu risaleyi yazmakla bu konuya merak saran arkadaşlara genel bir
cevap vermiş oluyorum, ayrıca arzularını yerine getirmekle sevinç duyuyorum.
Bilhassa dinleri hakkında hiç bilgisi olmayan veya pek az bilgisi bulunan
Yezidilerin kendilerine de tam bir malumat vermeğe çalışıyorum. Onlar da
dinlerine muttali olduktan sonra kendi nefisleri ile muhasebeye geçerler. Bu
risaleyi yazmakla her halde büyük bir mükâfata ve sevaba nail olacağımı ümit
ederim. Bu kere Allah'ın yardımı ile konuya geçiyorum.
Cizre 1969
Tarihçilerin bir
kısmı Yezidileri, Emevi halifelerinden Muaviye oğlu Yezid'e, diğer bir kısmı da
Farsça Allah demek olan Yezdan’a veya yine Allah demek olan İzzet’e, diğer bir
kısmı da İran'da bulunan Yezdücerd şehrine, diğer bir kısmı da Üneyse oğlu
Yezidi Hariciye nispet ederler. Bunu da Yezidi kelimesinden delalet ederler.
Yezdan’a nispet edenler bu dini ayrı bir din olarak kabul ederler. Lâkin mühim
bir tarihçiler, bu dini Müslümanlıktan bozulmuş bir din olarak kabul ederler.
Yezd şehrine nispetleri sebebi ise Yezidilerin orada çokça bulunmaları veya bu
dinin oradan zuhuru olarak tevil edilir.
Bunlar Şam dan bu
havaliye gelmişlerdir. Ve dinlerini yaymaya başlamışlardır.
Bunlar, Müsafir oğlu Şeyh Adi’nin tebası
ve müritleri olduklarını iddia ederler.
Semavi kitapları inkâr ederler ve
şeriatları tanımazlar; bu şeriatların, âlemin nizamı için insanlar tarafından
yazılmış olduğunu iddia ederler.
Yezidiler içkiyi helal bilirler.
Onlarda İslam’daki namaz ve oruç
haramdır.
Bunların şeyhlerine Fakir denir.
Fakirler hep Şeyh Adi'nin kardeşi Berakat’ın sülalesindendirler. Şeyhlerine her
şeyleri mubahtır.
Onlara göre Cenâb-ı Hakk yer, içer,
uyur.
Hıristiyanları severler ve bazı
itikatlarını beğenirler.
Yezidiler şer ve fitnenin defi için
Kelime-i Şahadet getirmekte bir beis görmezler.
Şeyh Adi’yi bütün nebilere tercih
ederler.
Hakk Teâla’nın azametine, Rasûlüllâh
sallallâhü aleyhi ve sellemin şerefine aykırı bazı hikayeleri vardır.
İblisi bütün meleklerden üstün görürler.
İblis hakkında kötü söz söyleyeni kafir bilirler.
Muaviye oğlu Yezid'i nebilerden üstün
görürler. Hazreti Hasan, Hüseyin ve sülalelerini sevmedikleri gibi âlimleri de
sevmezler. Şeyhleri, erenleri, müritleri severler.
Kutsal kabul edilen yerlere ve adlara
secde ederler.
Yezidiler inançları bakımından dört bölümde
ele alınabilir:
Birincisi: Şeyh Adi’yi Yezid’e tercih
ederler.
İkincisi: Yezid’i, Şeyh Adi’ye tercih
ederler.
Üçüncüsü: Şeyh Adi’nin Allah olduğuna
inanırlar.
Dördüncüsü: Şeyh Adi’nin, Allah’ın,
peygamberi, veziri, müşaviri olduğuna ve Şeyh Adi olmaksızın hiç bir şey
yapamadığına inanırlar.
Şeyh Adi'yi, Şeyh Hadi şeklinde telaffuz
ederler.
Hakkari dağlarında Musul ili dahilinde, Dicle nehrinin sol kıyısında
otururlar. Musul ili yakınlarında Laleş isminde bir köy vardır. Ayrıca Laleş
ise Yezidilerin Kabe’si sayılır. Çünkü Şeyh Adi'nin mezan buradadır. Laleş’deki
Akpınar adındaki su ise Yezidiler tarafından Zemzem olarak kabul edilmektedir.
Laleş’te daima
yüksek rütbeli bilginleri vardır. Her zencin Yezidinin, yılda bir kere bu din
adamlarını ziyaret etmesi lüzumlu bu bilginlerine saygı göstermeyen, onlara
para toplamayan ve seçtir etmeyen kafirdir.
Rasûlüllâh
sallallâhü aleyhi ve sellem: ‘Ümmetim yetmiş üç kısma ayrılacaktır. Birisi
hidayettedir. Diğerleri hep ateştedir’ buyurmuştur’*
(*) Abdüsselam Efendi,
Ümmü’l-lber, Varak, 117a-117b, 118a. Abdüsselam Efendinin, Ümmü’l-lber isimli
eserinden ilk defa Mehmet Şerafettin bahsetmiştir. Mehmet Şerafettin,
Daru’l-Fünun ilahiyat Fakültesi Mecmuasının dördüncü sayısında Yezidilerle
ilgili kısmı çevirerek mecmuada yayınlamıştır. Yayınladığı bu bilgiyi ise daha
önce üçüncü sayıda Yezidiler hakkında verdiği bilgiye ilave olarak
neşretmiştir. Abdülselam Efendinin eserinin bilinen iki nüshası vardır. Mehmet
Şerafettin’in yukarıda adı geçen çevirisine esas aldığı nüshasının dışında,
bilinen diğer nüshası da Mardin Müzesindedir. Mardin İl Halk Kütüphanesinde
bulunan yazma eserlerin bölge yazma kütüphanesine aktarımı esnasında
kütüphanede bulunan diğer nüsha Mardin Müzesine devredilmiştir. Daha sonra
eserin Mardin Tarihi bölümü, yüksek lisans tezi olarak hazırlarımıştır:
Süleyman Baybara, Abdüsselam Efendi, Hayatı, Eserleri, Ümmü’lIber incelenmesi
ve Dil Yönünden incelenmesi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Yüksek Lisans Tezi, Kayseri, 1994. (A.T.)
İslamiyet
başlangıcından itibaren eski dinlerden arta kalan inançların etkileri, hurafe
ve batıl inançları yok ettiyse de bazı küçük topluluklarda (Müslüman illeri
dahilinde) bu tip hurafe ve kötü geleneklerin geçerli olduğunu görmekteyiz.
İşte o zamandan beri mevcut olan, bir takım sahte mezhep ve batıl inançlar,
kavimden kavime intikal suretiyle, asırlar sonra kendilerini yeniden göstermeğe
başlamışlardır. Asrı Saadetten ve bilhassa ilk dört halife döneminden sonra dal
budak salan ve birçok adlarla anılan mezhep ve görüşlerden faydalanarak kendi
sakat inançlarını da o arada tam bir serkeşlik ile su yüzüne çıkarmağa muvaffak
olan bazı kitlelere rastlamaktayız.
Yezidiler de bu
şekilde ve yukarda bahsettiğimiz sebeplerden dolayı ancak son zamanlarda tarih
sahnesine çıkabilmiş, bulundukları yerlerde ise azınlık olagelmişlerdir.
Yezidilerin şimdi
bulundukları topraklarda eski zamanlarda “Tirhaya” denilen Mecusi bir millet
otururdu. [Tirhaya ile ilgili daha geniş bilgi için bakınız: lbni Kesir,
El-Bidaye ve’n-Nihaye (İslam Tarihi), c. 12, Çev., Ahmet Ağırakça Abdülkerim
Özaydın, İstanbul: Bahar Yayınları, 1987, s. 177-178. (A.T.)]
Bunların, İran’ı
Müslümanların fethinden sonra kaçarak Hulvan dağlarında saklanan kavimler
oldukları sanılmaktadır. Fakat bunlar, yukarda belirttiğimiz gibi kuvvetli
Müslüman oluşları ve onlardan korktuklarından İslam'ı kabul etmiş gibi
görünmeye mecbur kalmışlardı! . Hatta bu gün de Yezidilerde İslam
akidelerinin büyük bir kısmı bozulmuş şekliyle vardır. Zaman geçtikçe yeni
yetişen nesil, eski Mecusiliğini unutarak İslamiyet ile karışık gördükleri dini
kabul etmeye başladılar.
Eskiden, kavimlerin
hidayet, tenvir ve talimleri için birçok kimseler mürşit sıfatıyla bu
kavimlerin arasına girer, gezer yeni bir tarikat ile çalışır çok defada orada
ölür giderdi. Fakat geride birçok halifeler bırakırdı. Müritler ve halifeler
pirlerinin merasimine devam ederlerdi. Bazen milli dinin kaideleri İslam
kaidelerine karışarak tuhaf bir şekil alırdı. Yezidi tarihinde Müsafır oğlu
Adi de bu büyük mürşitlerden birisidir. Bu mürşitler, insanlardan ayrılarak
ücra bir yere giderek orada bulunan iptidai ve cahil insanları irşada
başlarlardı. O yerde bulunan kimselerde bu mürşitlerin salahlarına inanarak
kendilerine saygı gösterirler ve onlara itaat ederlerdi. Bazen müritlerin
şeyhleri hakkındaki itikatları ifrat derecesine vararak aklın, dinin kabul
etmeyeceği bir sonuca varırdı. Mürşit de tenvir ve irşatta vaaz ve hutbelerle
iyi bir tesir yapardı. O öldükten sonra halifeleri aynı şekilde hareket
ederlerdi. Lâkin o kavim asıl ve doğru yoldan saparlardı. İşte Yezidilerin
ataları olan Tirhayalar, tevhitten uzak bir inanca mensup idiler. İslamlık
aralarına girmesine rağmen bu eski inançları hala ruhlarında mevcuttu.
Abbasoğulları, Emevileri
katlettiler. Bu katliamdan kurtulanlar her tarafa kaçtılar. Müsafır oğlu Adi'de
Şam’dan kaçarak Irak’ın kuzeyinde bulunan ŞENGAL
DAĞLARI [Sincar dağları. (A.T.)] ile çevrilmiş Laleş vadisine sığındı ve burada bir
tekke yaparak Adeviye, tarikatını kurdu. [Adeviye tarikatı adını, Adi b.
Müsafır’e nispetle almıştır. (A.T.) ] Bu tarikat sonradan Yezidilik adı ile
şöhret buldu. Tarikata birçok Arap ve Kürt intisap ederek tarikatın bunlar
arasında revaç bulmasını sağladılar. Şeyh Adi,
muttaki iyi bir insandı. Hiç evlenmedi. Hicri 550 tarihinde öldüğünde 90
yaşlarında idi. Vefatından sonra kardeşi Şeyh Berakat'ın oğlu ikinci Adi
tarikatın başına geçti. Onun zamanında Yezidilik, Anadolu sınırına kadar yayıldı. İkinci Adi’den
sonra yerine oğlu Şeyh Hasan geçti. Yezidilik Şeyh Hasan zamanında en parlak
dönemine ulaştı. Müritlerinin sayısı 80.000 ulaştı. Endişe yaratan bu kuvvete
karşı Musul emiri Zengi Umadettin savaş açtı. Umadettin’in veziri
Bedrettin Lü’lü komutasındaki ordu Şeyh Hasan’ı büyük bir hezimete uğrattı.
Öyle ki Bedrettin Lü’lü, Şeyh Adi’nin mezarını kazarak kemiklerini yaktı’. [İbn Fuvati,
Havadisü’l-Camia, Beyrut: Daru'l-Garbi’l-lslami, 1997, s.315; Bedrüddin
el-Ayni, Ikdü’l-Cüman, Tahkik, Muhammet Emin, c.,2, Kahire: 1988, s. 331.
(A.T.)
Bütün tarihçilerle
neseplere dair yazılan kitap sahipleri, Şeyh Adi’nin dindar, zahit ve iyi bir
adam olduğunda birleşmişlerdir. Tarihçilerin
büyük bir kısmı Şeyh Adi’nin Mervan’ül Hakem’in sülalesinden olduğunu kayıt
etmişlerdir. Bu zat, Adeviye tarikatının mucidi ve Piridir. Şeyh Adi, Suriye’nin
Baalbek kasabasına bağlı Beytifar adındaki köyde doğmuştur. Doksan
yaşlarında vefat etmiştir. Bütün hayatını züht ve takvada geçirmiştir. Babası
olan Müsafir de çok iyi bir zattı. Allah’a ibadet etmek üzere insanlardan
ilgisini keserek bir ormanlıkta tam kırk yıl kalmıştır.[Tadifi,
Kalaidü’l-Cevahir (Cevherden Gerdanlıklar), Çev., Naim Erdoğan, İstanbul: Sinan
Yayınevi, 1972, s. 315. (A.T.)]
Kırk yıldan sonra
şöyle bir rüya görmüş: ‘Gaybtan
bir ses kendisine demiş ki: ‘Bu ormandan çık, evine git, karınla temasta bulun.
Allah hazretleri sana bir oğlan verecek, bütün dünyaya şan salacak ve adı
yayılacaktır.’ Müsafır, bu rüyadan sonra ormanlığı bırakarak evine gelmiş ve karısı ile
temasta bulunmak istemiş ise de karısı ona: ‘Minareye çık geldiğini halka ilan
et, ondan sonra’ demiştir. Bunun üzerine Müsafir, minareye çıkmış ve: ‘Ey
halk! Ben Müsafır’im, evime geldim. Kısrağıma binmek için emir aldım. Her kim
bu gece kısrağına binerse Allah ona veli bir oğlan verecektir’, diye
bağırmıştır. Birçok kimse onun sözüne riayet etmiştir. O gece üç yüz on üç
velinin dünyaya geldiği söylenmektedir’.[ Tadifi, age.. s. 312-313.]
Kalaidü’l-Cevahir
adlı kitabın müellifinin deyişine göre: ‘Şeyh Adi’nin doğumu sırasında bir çok
olağanüstü olaylar olmuştur. Ezcümle: Şeyh Adi, anasının karnında iken veliler
kendisine selam vermişlerdir. Kendisi de doğduktan sonra selamlarının cevabını
vermiştir. Daha yeni doğduğu halde konuşmuştur'. [ Tadifi, age., s. 313.]
Şeyh Adi, çok iyi
yetişmiş o zamanın en büyük bilginlerinden ilim almış, o zaman bir ilim merkezi
olan Bağdat'a gitmiş, ilim tahsil etmiştir. Seyit Ahmet Rufai (kaddesallâhu
sırrahülazîz), Şeyh Abdülkadir Geylani (kaddesallâhu sırrahülazîz), Ali Hiti
gibi büyük zatlarla temasta bulunmuştur. Daha tahsilde iken büyük bir şöhret sahibi
olmuştur. En son Hakkari dağlarında inzivaya çekilmiştir. [‘Musul illerinden
Hakkari’nin, birçok kaleleri ve köyleri vardır’, Ibni’lEsir, El-Llibab, c. 3,
Beyrut: Daru Sadr, s. 390.]
Adi, Hakkâri’nin
dağlarında bulunan ormanlarda, mağaralarda yalnız başına yaşamaya uzun zaman
devam etmiştir. O bölgedeki insanlar, kendisine tabi olmuşlardır. Hülasa birçok
kimseler, Şeyh Adi’nin zühdünden, takvasından bahsetmişlerdir’.[ Şatanufi. Behcetirl-Esrar,
Kahire: Matbaati’l-Meymeniyye, 1304, s. 150.]
"O Ahali, Şeyh
Adi’ye fazla iltifat ettiler. Bunun üzerine inzivadan çıkarak halkı irşat ve
tenvire başladı. Git gide müritleri çoğaldı. Her şeye hatta Şeytana bile lanet
etmenin haram olduğunu söyledi. Çünkü oradaki halkın herkese sık sık lanet
okuduklarını görünce lanet etme itiyadını kaldırmak için, bu kelimeyi Şeytan
hakkında dahi olsa ağızlarına almayı yasak eyledi. Bilahare, Yezidiler bu sözü
mesnet alarak Şeytana lanet okumanın haram olduğunu dini inanç olarak kabul
ettiler. Şeyh Adi’den hayli zaman sonra artık Şeytanın tekvin ve yaratma işinde
Allah ile ortak olduğuna inandılar"[ Abdürrezzak El-Haseni, El-Yezidiyyun,
Bağdat: Mektebeti’l-Yekzati’l Arabiyye, 1370, s. 22.]
Müsafır oğlu Adi’yi bize tanıtan ve hal tercümesini yazan İbni Hallikan ise: ‘Şeyh Adi bin
Müsafir bin İsmail bin Musa bin Mervan bin Hasan bin Mervan Hakkari’de
otururdu. İyi bir zattı, Adeviye tarikatının kurucusuydu. Ünü her tarafa
yayıldı. Birçok insan ona tabi oldu. Onların onun hakkındaki hüsnü itikatları
haddi aştı. O kadar ki o. kendisine doğru namaz kıldıkları kıbleleri ve
Ahirette güvenecekleri azıkları oldu.
Meşhur Salihlerden
ve ileri gelen Meşayihten birçoğunun sohbetinde bulundu. Mesela: Akil
El-Menahi, Hammad Ed-Debbas, Şehrizorlu Ebu'n-Necib Abdülkadir, Abdülkadir
Geylani ve Ebu'l Vefa El-Hulvani gibi zatlarla temasta bulundu.
Sonra Musul
köylerinden olan Hakkari dağlarına çekildi. Orada kendisine bir zaviye yaptı. O
havalide hiçbir zaviye sahibine nasip olmamış bir şöhret, rağbet ve sevgiye
mazhar oldu.
Baalbek köylerinden
Beytifar’da doğmuştur. İçinde doğduğu ev, bu güne kadar ziyaret edilmektedir.
557 (555 olduğunu söyleyenler de var.) yılında Hakkari’deki köyünde vefat etmiş
ve yaptırdığı zaviyesine gömülmüştür. Allah ona rahmet etsin’.
[‘Onlara göre; kabri
onlar tarafından saygı gösterilen belli başlı ziyaret yerlerindendir. Onun
yerine geçen torunları, ilkelerini korumaya ve izinden gitmeye çalışıyorlar.
Halk, Şeyhin onlara karşı ( yani torunlarına ) hüsnü itikat ve büyük bir hürmet
beslemektedirler.
Ebu’l-Berekat
İbnü’l-Müstevta, Tarihü’l-Erbil [Bu eser hakkında daha fazla bilgi için Ek-I
bakınız. ] adlı kitabında ondan söz etmiş ve Erbil’e gelenler arasında
zikretmiştir.
Erbil Beyi
Muzafferiddin, Allah ona rahmet etsin, derdi: Ben küçükken Şeyh Adi b.
Müsafir’i Musul’da gördüm. O, orta boylu esmer bir adamdı. Onu hayırla yad
ederdi. Şeyh Adi doksan yıl yaşadı, Allah ona rahmet etsin."
İbn Hallikan,
Vefayatü’l-Ayan, Tahkik: İhsan Abbas, c.3, Beyrut: Daru's Sadr, 1978,s.254-255.
(A.T.) ]
Bir çok tarihçi Şeyh
Adi'nin hal tercümesini yazmıştır. Ezcümle: İbnü' l-Verdî*, İbnü’l-Esir**, İbn
Fırat***, Ebu’l-Fida****.vs Bu saydığımız zatlar İbni Hallikan’ın verdiği
malumata bir şey katmayıp, hepsi de Şeyh Adi'nin salih, iyi, muttaki, mürşit,
dindar ve büyük zatlarla temasta bulunduğunda ve bir çok insanların kendisine
tabi olduğunda müttefiktirler.
Not: *İbnü’l-Verdi,
Tetimmeti’l-Muhasar, Tahkik, Ahmet Rıfat Bedravi, c.2, Beyrut: Daru’l-Marife,
1970, s.l(X>-103. Daha fazla bilgi için Ek II bakınız. (A.T.)
** ‘Şeyh Adi b.
Müsafir Ez-Zahit de bu senede (557 H.) öldü. Musul’a bağlı Hakkari'de ikamet
ederdi. Aslen Suriye’deki Baalbek şehrindendi, sonra Musul’a gitti, yöredeki
halk da ona tabi olup, itikatlarını sundu. Onun hakkında hüsnü zanda
bulundular. Gerçekten meşhur bir zat idi.’
lbnü’l-Esir,
El-Kamil (İslam Tarihi), Çev., Abdülkerim Özaydın, c. 11, İstanbul: Bahar
Yayınları, 1987, s.236. (A.T.)
***Ibnü Fırat,
Tarihu İbn Fırat, Viyana Devlet Kütüphanesi, No: 814, 160a161b. Eserin bilinen
tek yazma nüshası Viyana Devlet Kütüphanesinde bulunmaktadır. Eserin ilgili
bölümlerini, büyük zahmetlere katlanarak büyük bir fedakarlık örneği göstererek
fotokopilerini bize ulaştıran Hasan Çağlar Beyefendiye teşekkür ederiz. Eser hakkında
daha fazla bilgi için EK III bakınız. (A.T.)
****Zahit, Şeyh Adi
b. Müsafır Muharrem ayında 557 yılında vefat etti. Musul’a bağlı şehirlerden
Hakkari'de yerleşmişti. Şeyh Adi, aslen Şam’ın Baalbek şehrindendi. Daha sonra
Musul’a göçtü. Bu şehrin dağlarda ve ovalarda yaşayan halkı ona tabi oldu. Ona
itaat etti ve onun hakkında iyi niyet sahibi oldular.’
Ebü’l-Fida, Muhtasar
fi Ahbari’l-Beşer, Tahkik, Mahmut Deyyub, c.2, Beyrut: Daru’l-Kütübü’l-Ilmiye,
1997, s, 114. (A.T.)
Amerikan nüshası ve
aynı zamanda kutsal kitaplarından olan Cilve adlı kitabın önsözünde Şeyh Adi
hakkında şöyle deniliyor: ‘El-Muktedir Billah zamanında 290 H. tarihinde
Hallacı Mansur ve Abdülkadir Geylani'nin sağ oldukları bir sırada Hakkari
dağlarında bir zat meydana çıktı. Aslen Halepli ve Baalbekli idi. Hakkari
dağlarına geldi. Laleş adlı mabedi yaptırdı'. [Ahmet Teymur, El-Yezidiyyetti ve
Menşeü Nihletihim, Kahire: Matbaatü’s-Selefiyye, 1352, s 29.]
Bazı tarihçiler de:
‘Şeyh Adi’nin Harranlı ve Hakem oğlu Mervan’nın sülalesinden olduğunu, adının
Müsafir bin İsmail bin Musa bin Mervan bin Hasan bin Mervan olduğuna ve 558
tarihinde vefat ettiğini ve kabrinin Baadr’da olduğunu iddia ederler. İşte
Yezidiler, bu Şeyh Adi'nin müritleri olan insanların torunlarıdır demişlerdir.
Bazıları da
Yezidileri, Yezid’e, bazıları da Hasan el Basri'ye nispet ederler."'[Ahmet
Teymur, age., s 30.]
‘Musul’un Hulvan
dağlarında kalabalık bir Yezidi kitlesine rastladım. Oradaki köylerde züht
ediyorlardı. Kat denilen ve sofuların, şeyhlerin, zahitlerin yedikleri otu
yerlerdi. İnzivaya çekilmiş bu kitle Muaviye oğlu Yezidi'n emin ve hak üzerinde
olduğuna inanırlardı.
El-Edip El-Hasen
demiş ki, ‘Sincar’a gittim. Onlara mahsus bir mescide girdim. Yezidilerden
birisi bana sordu: ‘Yezit hakkında fikriniz nedir?’ ‘Allah’ın kitabının birçok
yerlerde adını zikrettiği zat hakkında daha ne diyeyim’ diyerek (Yezidü
fl’l-halkı ma-yeşa’)‘ [ ‘O, yaratmada dilediğini artırır.’ 35 Fatır 1.] ve (Yezidullahullezinehtedev huden) [‘Allah, yola gelenlerin hidayetini artırır.’
19 Meryem 76.] ayetlerini okudum. Bunun üzerine, bana çok saygı gösterdiler,
yemek verdiler’. [Sem’ani, Kitabu'l-Ensab, Tahkik, Abdullah Ömer El-Barudi, c.
5, Beyrut: Daru’l-Fikr, 1988, s. 693.]
Şeyh Adi’nin
mezarının bulunduğu yer hakkında araştırma yapan Yezidiler, mumaileyhin
kabrinin bulunduğu yer hakkında ihtilafa düşmüşlerdir.
Nesturi
rahiplerinden ‘Ramişu’nun 1452 M. yılında Keldani dili ile yazdığı gayri matbu
ve çok eski olan eserinde; Şimdi Musul’un bir köyü olan Ayinsifni adlı köyde
bulunan Adi’nin makamı, evvelce Kilise olduğunu ve bu kilise miladın 7.
yüzyılında Mar Yuhanna ve İşu’ Sabran adlı iki rahip
tarafından inşa edildiğini Şeyh Adi’nin babası olan Kürt Şeyh Müsafır, bu
kilisenin koyun çobanı bulunduğunu ve Şeyh Müsafır öldükten sonra koyun
çobanlığının oğlu Şeyh Adi’ye geçtiğini, fakat sonra Adi bu kilisenin rahibine
galebe çalarak kiliseyi gasbettiğini ve kilisenin reisi, Kudüs ziyaretinden
dönerken o sırada Horasan’da bulunan Moğol Komutanına Adi’yi şikâyet ettiğini
ve bu Komutandan kafi kuvvet alarak kiliseyi tekrar aldığını ve Kürt olan
Adi’yi 1223 M. yılında öldürdüğünü ve lâkin birkaç yıl sonra öldürülen şeyhin
varisleri tekrar kıyam ederek ikinci defa olarak kiliseyi rahiplerinden
aldıklarını ve ebediyen ellerinde kaldığını kayıt etmiştir. Fakat bu rivayet
iki cepheden merduttur.(kabul edilemez)
1) Eğer bu rivayet doğru dahi olsa Yuhanna
ve İşu’ Sabran adlı iki rahip tarafından inşa edilen kiliseyi gasp eden Adi,
Baalbek'in Beytifar köyünden Hakkari dağlarına mürşit ve mübeşşir olarak gelen
Şeyh Adi olmadığı muhakkaktır. Çünkü bu Şeyh Adi'nin salah ve takvasında bütün
müverrihler ittifak etmişlerdir. Böyle tarikat kumcusu, dindar, mürşit ve
muttaki bir zatın kiliseye ait koyun çobanı olması makul ve muhtemel değildir.
2) Bu el yazısıyla ve Keldani dili ile
telif edilen eserde: Kiliseyi işgal eden Şeyh Adi'nin Kürt ve Tirhayi olduğu ve
1223 M. (620 H) yılında öldürüldüğü, tasrih ediliyor. Halbuki Arap ve muttaki
olan Şeyh Adi’nin oturduğu zaviyenin sonradan Kürt olan Şeyh Adi tarafından
makam ittihaz edildiği ihtimal dahilindedir. Çünkü bu zaviye eski kilise tarzı
mimarisine benzemektedir. Yezidiler ise, Şeyh Adi’nin burada gömüldüğüne
inanmazlar. Çünkü Yezidiler, ‘Şeyh Adi’nin vefatından sonra kutsal bir şekle
girerek göklere çıktığına ve vasiyetlerini yerde bıraktığına ve kendisinden
sonra dindar bir melek zuhur ederek kabrini kendilerine göstermiş olduğuna
inanırlar. İşte Yezidiler bu kabri ziyaret ederler. Belki de haklarındaki
takibat ve tenkitler dolayısıyla cesedi, kemikleri çıkarılıp yakılmasın diye bu
göklere çıkış meselesi ileri sürülmüştür’ [Abdürrezzak El-Haseni, age., s.
28-32.]
Hatta Bedrettin
Lü’lü, Müsafır oğlu Adi’nin kabrini açarak kemiklerini Ayinsifni'de 652 H. 1255
M. tarihinde yaktı, bu Bedrettin Lü’lü, Şeyh Adi’nin bir halifesi olan
Şemsettin’in nüfuzundan korkarak kendisini tuttu, hapsetti. Ve 644 H. tarihinde
Musul kalesinde iple boğdu.[ Ahmet Teymur Paşa, age., s. 19-20.]
Bedrettin, Kürtlerin ansızın Musul’u basarak Şeyhin emri ile o havaliyi ellerinden
alacağından korkuyordu. O havalideki Kürtler Şeyh Şemsettin’in döneceğine
inanırlardı. Yezidiler ona adak ve zekat toplarlar’ [Tirahi mezhebi,
Zerdeştidir. İbni Esir tarihinin 12. cilt 87 sayfasında yazıyor ki: Tirahiler
kafirdirler. Dinleri, mezhepleri yoktur. Şihabettin’e karşı gelerek fesat
çıkaranlardır. Tacettin, haklarında takibat yaparak birçoklarını öldürdü. İbni
Esir bunların daha bazı inançlarından bahsetmiştir]
Bilindiği gibi,
herhangi bir din veya mezhebin mahiyetini, aslını, esasını adından, unvanından
veya şöhretinden anlamak çok zordur. Çünkü bu ad ve tabirlerde birçok
değişikler, yanlışlıklar, tahrifler olmuştur. Kelimenin iştikakından dinin
aslını bilmeye imkân yoktur. Bu şekilde kelime iştikakından Yezidiliği anlamak
isteyenler de bir noktada birleşmemişlerdir. Bazıları, Yezidilerin Hariciye
partisinin bir hizbi olduğunu ileri sürmüşlerdir. Çünkü bazı Haricilerde de
acayip inanışlar vardır. Fakat, İslam inanışlarına istinat eden Haricilik ile
birçok dinlerden derli toplu olan Yezidilik arasında pek büyük farklar vardır.
Onun için bu iddia şayanı kabul görülmemiştir.
‘Yaptığım
incelemelere göre bu tarifeye ilkin Adeviye denilirdi ve aralarında yaşayan,
şeyhleri ve mürşitleri olan ve Adeviye tarikatının piri bulunan Müsafır oğlu
Şeyh Adi’ye nispet edilirdi. Şeyh Adi de Muaviye oğlu Yezid'in iyi bir kimse ve
hilafetinin sahih olduğuna kail idi’. [Ahmet Teymur Paşa, age., s. 57.]
Ahmet Teymur, bundan
sonra Şeyh Adi'nin itikada dair yazdığı bir kitabından şöyle bir ibare
nakletmiştir: ‘Muaviye oğlu Yezid halifedir ve halife oğludur. Halife olunca Allah
yolunda çalıştı. Hadis ve diğer kutsal bilimler kendisinden rivayet edilmiştir.
Hazreti Hüseyin'in alehisselâmın katli yüzünden Rafızilerin kendisi hakkında
söyledikleri her fenalıktan uzaktır. Hakkında uydurulan sözler makbul değildir
ve bu sözlere önem verilmez’ [Ahmet Teymur Paşa, age., s. 58.]
Şeyh Adi'nin, Yezid'in iyi olduğuna ait inanışından müritleri olan
Adeviyelerin inanışları türedi. Lâkin zamanla bu inanış ifrat derecesine vardı.
O derece ki, Yezid’i Allah saydılar. Bu şekilde delalete ve evhama kapıldılar.
Hatta Şeyh Adi’nin de bizzat Allah olduğuna inandılar. Yezid’in iyi adam
olduğunu ilk söyleyen Şeyh Adi değildir. Sünnet ve cemaat bilginlerinden
bazıları da bu fikirde bulunmuşlardır. İşte Yezid’in iyi bir adam olduğu fikri,
Allah olduğu fikrine döndükten sonra bunlara Yezidi denilmeye başlanmıştır. Bu
inkılabın Şeyh Şemsettin zamanında olduğu kuvvetle muhtemeldir deniliyor.
Şemsettin’in asıl adı Hasan’dır.
Yukarıda yazdığımız
gibi Müsafır oğlu şeyh Adi, Hakkari dağlarındaki inziva yerinden çıkınca ve
müritleri etrafına toplanınca, bu çevrede çok yaygın olan lanet getirme, kötü
söz söyleme ve sövme adetlerini yok etmek üzere, Şeytana dahi lanet getirmemek
fikrini ortaya atmıştır. Bu fikir bazı İslam bilginleri arasında özellikle
mutasavvıflar arasında yaygındı.
Meşhur Muhammed bin Muhammed Gazali’nin
kardeşi Ahmet de İblise lanet getirene kızardı ve: "İblis muvahhitlerin başkanıdır’ derdi. Hatta Ahmet, bir gün minberde: ‘İblisten tevhit öğrenmeyen zındıktır. Allah’tan başkasına secde edilmesi
emir edildiği zaman, niçin kabul etmedi? Demiştir’.
[lbn Ebi’l-Hadid, Şerhu Nehcü’l-Belağa,
Tahkik, Muhammed Ebu’l-Fazl İbrahim, e. 1-2, Kahire: Daru İhyai’l-
Kütüb’ül-Arabiyye, 1965, s. 107. (A .T.)]
Fakat maalesef
Adi’nin bu yasağını zamanla o kadar ileri götürmüşlerdir ki, Şeytana lanet
okumanın haram olduğuna inanmışlardır. Nitekim Muaviye oğlu Yezid’in iyi adam
olduğu itikadı da o derece ileri götürülmüştür ki, haşa ilah olduğu itikadına
varılmıştır. Fakat bu fikri ilk ortaya atan Adi değildir.
İşte bu şekilde
Yezidiler şeytana kıymet verdiler, hatta bazı kelamcıların: ‘Allah, kötülüğü
yapmaz, ancak kötülüğü yaratan İblistir, tarzındaki inanışları, Yezidilerin
bazı tarikat mümessillerinin fikirlerinde yer tutmuş ve onlardan da Yezidi
cahillerine geçmiştir. Yezidilerin, inançları ve dinlerinin temel faslında, bu
husus daha iyi bir şekilde açıklanacaktır.
Yezidiler, bilhassa
Irak’ın kuzeyinde, Ermenistan’da , Kafkasya’da ve Doğu Anadolu’nun bazı
yerlerinde otururlar. Lâkin kutsal yerleri ve türedikleri yerler Musul mutasarrıflığının iki kazası olan Şeyhan ve Sincar’dır. Baadri köyü merkezleridir.
Yezidilerin bu havalide nüfusları yaklaşık olarak 27-30 bin kadardır.
Vaktiyle nüfusları bu miktardan çok fazla idi. Fakat siyasal olaylar, genel
katiller ve evlenmedeki din inanışları ve diğer uluslarla evlenmeleri ve
karışmaları gibi görenekleri gittikçe nüfuslarını azaltmaktadır. Yapılan
istatistiklere göre yeryüzünde takriben on milyon altı yüz bin Yezidi
yaşamaktadır.*
* Yezidilerin halen
reisi olan Muaviye Emeviye’nin Türkiye’yi ziyaretinde yaptığı konuşmadan
nakledilmiştir. Muaviye Emeviye halen Yezidilerin başkanı olup Irak-Musul’da
ikamet etmektedir. 1930’da Irak’ta doğmuştur. Emir Şeyhan ailesine mensuptur.
Yezidhan, Beyazıt ve Göküs adında üç kardeşi vardır. Emrinde on beş bin
adamının olduğu ve İrak Hükümetinden yılda altmış bin dolar aldığı
söylenmektedir. Erol Erk, ‘Yezidiler Arasında’, Hürriyet 13 Mart 1966, s. 4.
Dünya üzerindeki
dağılımları şöyle sıralanabilir:
Rusya : Üç milyon
Hindistan : Üç
milyon
İran : Bir milyon
Irak : Bir milyon
Yemen : Bir milyon
Himalayalar: Bir milyon
Azerbaycan: Beş yüz
bin
Türkiye: Elli bin
Suriye: Elli bindir.
Türkiye’deki Yezidiler Midyat, Nusaybin, İdil, Derik, Viranşehir, Bismil,
Çınar, Beşiri ve Batman ilçelerinde kalabalık kitleler halinde yaşamaktadırlar
*
* Bugün itibariyle Türkiye’de Yezidilerin bulundukları yerler:
Diyarbakır ili merkeze bağlı bir köy;
Mardin ili: Midyat ilçesi yedi köy,
Nusaybin ilçesi sekiz köy;
Şanlıurfa ili Viranşehir ilçesi on bir köy;
Batman ili merkeze bağlı bir köy,
Beşiri ilçesi beş köy ve Oğuz beldesi;
Gaziantep ili Nizip ilçesi bir köy:
Ayrıca Güneydoğu Anadolu Bölgesi dışında muhtelif şehirlere göçler
münasebetiyle yayılmışlardır. Yezidilerin hemen tamamı Batı ülkelerine göç
etmişlerdir. Daha fazla bilgi için bakınız; Ahmet Taşğm, ‘Anadolu’da Yok Olmaya
Yüz Tutan Dini Topluluklardan: Yezidiler’, Uluslararası Anadolu İnançları
Kongresi Bildirileri 23-28 Ekim 2000 Ürgüp/Nevşehir, ERVAK Yayınları,
Ankara-2001, ss. 731-752.
Yukarıda Yezidilerin
tarihinden ve Yezidilerin Pir bildikleri Şeyh Adi’nin hal tercümesinden
bahsettik. Şimdi de Yezidilerin inanışlarından Hilkat, Yaratılış, İyilik ve
Kötülük hususundaki itikatlarından, Kutsal Kitaplarından, Kahinlerinden, Dini
Adamlarının derece ve mertebelerinden bahsedeceğiz.' [Abdürrezzak El-Haseni,
age., s. 32-40.]
a-Alemin Yaradılışı
Âlemin yaradılışı
hususunda Yezidiler ikiye bölünmüşlerdir. Bir bölümü ilk yaratıcı kuvvetten ve
bu kuvvetin vasıflarından bahsediyor, diğer bir bölümü ise yalnız insanlardan
ve insan türeyişinden söz açıyorlardı. Fakat netice itibariyle ikisinin de
birbirinden farklı olmayan inanış ve duyuşları vardır. Yani sureten bu iki
inanış ayrı ise de, hakikatte arasında bir fark yoktur, hatta diğer milletlerin
ve diğer dinlerin dini kitaplarındaki yaradılışı hakkındaki telakkilerden hemen
hemen ayrı bir şey değildir. İlerde bahis konusu edilecek olan, bu dinin kutsal
kitaplarının incelenmesinden anlaşılacağı üzere Yezidilerin itikatlarına göre: Bu
kainatı yaratan el güzel dizmemiş, iyi kuramamış, karışık ve mütenakızdır.
Şöyle ki:
Yaratılış: Güya
Allah, önce kendi esrarından bir beyaz inci ve Fakir denilen bir kuş yarattı.
Bu inci tam 40 yıl bu kuşun sırtında durdu. Sonra Tanrı yedi melek yaratmaya
başladı.
Pazar gününde Azrail
adlı meleği yarattı. Bu Azrail, meleklerin tavusu ve başkanıdır.
Pazartesi günü ise
Derdail’i yarattı. Bu da Şeyh Hasan Basri’dir.
Salı gününde
İsrafil’i yarattı. Bu da Şemsettin’dir.
Çarşamba günü
Mikail’i yarattı. Bu da Kadibü’l-Ban'dır.
Perşembe günü
Secaattin’i ve Cuma günü de Semail’i yarattı, bu da Nasirüttin’dir.
Cumartesi gününde de
(Şeyh Adi)’yi yarattı.
Sonra yedi kat gök
ve yedi kat yeri suretlendirmek fikriyle insanları, kuşları ve vahşi hayvanları
yarattı ve yaratan da, bütün bu süre içinde sözü geçen incinin içinde idi.
Yedinci günde bu inciden çıktı. Yedi melek tehlil ve tespihler okuyarak
etrafını sardılar. İşte bu yedi melek, gökleri ve yerleri yaratmışlardır. Bu
yedi melek, Tanrı zatının ruhları ve nurunun şahaplarıdır. Ezelidirler. Kutsal
kitaplarında açıklanacağı gibi, bu yedi melek nöbetleşe her bin yılda bir
kanunlar yaparlar, resuller kurarlar ve bunun için yere inerler. Sonra mezkur
inci yarılarak yedi burç vücuda geldi. Bunlardan su akmaya başladı, denizler
meydana geldi. Dünya kürelileşti ve bu sular üzerinde yüzmeğe başladı. Bunun
üzerine Tanrı elini uzatarak dört yönü tayin etti. Bu inciden büyük iki parça
ve küçük birçok zerreler aldı. Büyük iki parçadan birisini güneş ve diğerini ay
yaptı. Küçük parçalan da saçtı ve gökler için süs yaptı. Bunlar da
yıldızlardır. Dağlan, ovalan, ot ve meyveleri, ağaçları yetiştirdi. Sonra da
Nurani olan Laleş dağı üstünde bir felek yarattı. Bu felek, tam otuz bin yıl bu dağ
üzerinde kaldı.
b-Beşer
Tanrı, kainatı
yaratmak isterken meleklerine ilan etti, dedi ki: ‘Ben Adem ve Havva’yı
yaratacağım, bütün insanları da onlardan türeteceğim. Adem ve evladının sırları
açıklanacak. Sonra ben Melek-i Tavusu ve yahut Yezidi milletini yaratırım.
Ayrıca, Şam’da ve kutsal yerlerde bulunan Laleş dağında Tanrının tecelli
ettiğine dört taraftan bir takım zerreler toplamak için Cibril’e emir verdi.
Tanrı bu zerrelerden 4 unsur olan su, hava, ateş ve toprağı yarattı. Bunlara
ruh üfledi. Böylece Âdem vücuda geldi. Tanrı, Âdem’i cennete götürdü. Buğday
ağacından başka cennetin her nimetinin ve ağaçlarının her meyvesinin kendisine
mubah olduğunu bildirmek için Cibril’e emir verdi. Yüz yıl sonra Melek Tavus,
Tanrıdan sordu: ‘Beşer nasıl Adem’den türeyecek? Nesli nerededir?’ Bunun
üzerine Tanrı Melek-i Tavus’a: ‘Bu işi sana tevdi ettim bu işle seni
görevlendirdim’ dedi. Bu kere Melek Tavus Âdem’in yanına gitti ve ‘sen buğday
ağacından yedin mi diye?’ Sordu. Adem cevaben: ‘Hayır, çünkü Tanrı bana o
ağaçtan yememi yasak etti’ dedi. Bunun üzerine Melek Tavus, Adem’e: ‘Sen bu
ağaçtan ye! Sana iyi şeyler verilecektir’ dedi. Adem de ağaçtan yedi. Karnı
şişti. Melek Tavus, Âdem’i cennetten çıkardı ve yere indirdi. Sonra da göklere
çıktı. Âdem’in oturacağı delik olmadığı için sıkıştı, ağlamaya başladı, Tanrı,
Cibril’e emir verdi. Cibril bir kuş gönderdi. Adem’in oturacağını didikledi ve
bir delik açtı. Âdem’de rahat etti. Yüz yıl tek başına kaldı. Canı sıkıldı.
Ağladı, tövbe etti, Tanrı Cibril’e emir verdi. Cibril yere indi. Adem’in
böğründen Havva’yı yarattı. Âdem ve Havva beşer neslinin ikisinin arasında
müşterek olmamasını ve ayrı ayrı olmasını istediler. Hayvanlar gibi olsun
istediler. Bunun üzerine her birisi, menisini birer testiye bıraktı, ağızlarını
kapattılar. Dokuz aydan sonra testileri açtılar. Âdem’in testisinde, biri
erkek ve diğeri kız olmak üzere iki çocuk vardı. Havva’nın testisinde ise kurt
ve haşereler vardı. Âdem’in testisinde doğan kız ve erkekten yalnız Yezidiler
türedi. Bu iki çocuğa süt vermek için Tanrı Âdem’in göğsünde iki meme
yarattı. İşte o günden beri erkeklerde de meme hâsıl oldu. Sonra Adem ile Havva, Arafat dağında buluştular ve barıştılar. Ondan sonra
artık bütün insanlık ikisinden türedi. Şu hale göre Yezidiler yalnız Âdem’den
ve diğer bütün insanlar ise Adem ile Havva’dan dünyaya gelmişlerdir.
c-Tufan
Yezidilerce iki
tufan olmuştur. Birinci tufan Musul şehri yakınında ve Yezidilerin kutsal bir
köyü olan Ayinsifni’den çıkmıştır. Gemi de Sincar dağı üzerinde idi. Gemi Zap
suyu üzerinde bulunan Sen kasabasında bir taşa çarptı bu çarpıştan bir yılan çıktı.
Gemi Cudi dağı üzerinde durdu. Yılanın nesli çoğaldı. Nuh yılanları tutup
yaktı. Külünü havaya verdi. Bu külden pireler türedi. Bu tufandan sonra
Yezidilere karşı gelenleri boğmak üzere ikinci bir tufan olmuştur. Birinci
tufanda Yezidilerin babası yalnız Nuh'tu. Diğer insanlar ise Nuh oğlu Ham'dan
teşaüp etmiştir. [Şubelenme. Ayrılıp kol kol olma. Çatallaşma. Kısımlara
ayrılma ] İkinci Tufanda ise Yezidilerin babası ölü melek Selam (Meyvan) dır.
Tanrı, Şam toprağından, Şeyh Adi’yi Yezidi dininin öğretmek ve yaymak üzere
kutsal ve nurani olan (Laleş) dağına gönderdi.
d-Fedâi
Yezidilerin
inanışına göre: Tanrı, meleklerden birisini yere gönderdi. Bu melek, cehennemi
yarattı. Bu meleğin (Erif) adında bir oğlu vardı. Melek, Yezidileri ateşten
kurtarmak için bu oğlunu fidye yaptı. Cesedi üzerine dökülen göz yaşlan kum
gibiydi. Beş yıl üzerinde kaldı. Cesedi şişti. Tanrı, bu cesedi ateşe attı ve
bu göz yaşlan ile ateşi söndürerek insanları bu azaptan kurtardı.
e-Sancaklar
Yezidilerin
inanışlarına göre: âlemi yaratmakta hizmetleri geçen yedi meleğin her birisine
ait bir sancak var. Melekler, bu bayrakları filozof
Süleyman’a emanet olarak teslim ettiler. Süleyman’ dan sonra sancaklar Yezidi
meliklerine geçti. Bu sancaklar da Halep. Sincar, Tikrit, Şirkat, Samira, Urfa,
Şam, Siirt, Nusaybin, Beyazıt, Van ve Hakkari sancaklarıdır. Yezidiler, kutsal
kabirleri ziyaret ederlerken bu sancakları kaldırırlar. Adakları toplamak üzere
de bu sancakları kaldırarak köy köy gezerler. Melek-i Tavusun timsalini de
beraber alırlar. Bir köye yaklaştıkları zaman bunlardan birisi yüksek bir yere
çıkarak: ‘Ey Yezidiler, Meleklerin timsali size geliyor. Saygı ile
karşılayanız’ diye bağırıyor. Bunun üzerine köy halkı hususi bir düzenle
bulunanları, çiçekleri, güzel kokulan kaldırarak ve adakları beraber götürerek
sancakları karşılamaya çıkarlar. Büyük bir sahavetle sadakaları sancakların
sandığına koyarlar.
İnsanlarda hayır ve
şer inanışı ezelidir. Hatta bir takım fîlozofların görüşüne göre: İnsanları, din ve imana süren
biricik amil bu inanıştır. Tabii olaylar, insan maneviyatına büyük etkiler
yapmıştır ve ruhunda türlü türlü inanışlar yaratmıştır. Bu olaylar insanlarda
başlıca iki türlü tesir göstermiştir. Bir kısmı faydalıdır. İnsanları
sevindirir, ram eder. Diğer bir kısmı da zararlıdır, insanları korkutur. En
basit inanışlı insanlar bile bu iki tesirden kurtulamamıştır. Eski insanlar, bu
hadiselerin doğrudan doğruya dünyadan ve zahiri olaylardan geldiğine
inanırlardı.
Yezidiler de
kötülüğe şeytan mefhumu altında inanmışlar ve şeytanı Tanrı Kuşu şeklinde
tasvir etmişlerdir.
[ Tavus, horoza
benzer, yüksek bir göğsü, küçük bir kafası, geniş ve renkli bir kuyruğu
vardır. Gagası altında hafif bir eğrilik bulunur. Bu eğrilik tavus kuşunun
gagası altındaki etçiği tasvir eder.]
Yezidiler, Tavusu şu hurafeden çıkarmışlardır.
Güya, Tanrı bir gün
Melek Tavusa kızdı. Onu cennetten kovdu. Şimdi Melek Tavus cennet dışında
yaşıyor. Lâkin kıyamet gününde Tanrı melek tavus ile barışacak. Melek tavus,
İlliyyine, cennete, yüksek makamlara dönecektir. Eskisi gibi hak ve hakikat
köprüsü üzerinden geçecektir. O sırada etrafındaki veliler ve mukaddes melekler
ona saygı gösterecekler ve emirlerini yerine getireceklerdir.
İşte Yezidilerce
Şeytan, bu Melek Tavus’tur. [Tavus kelimesinin Yunanca manası Tanrı
demektir. Tios’tan muharreftir.]
Bu Meleği, Tavus
kuşu şeklinde temsil etmişlerdir. Yezidiler bu meleğin Tanrı ile beraber
kainatı yarattıklarına inanırlar. Çünkü Yezidilerce kainat iki kuvvetten vücuda
gelmiştir. Birisi Hayır, diğeri ise Şer kuvvetidir. Hayır kuvvetine Tanrı; Şer
kuvvetine de Şeytan derler. Tanrı, Şeytana galebe etmiştir. Onu melekuttan
çıkarmıştır.
İşte görülüyor ki,
Yezidiler nazarında şeytan tart edildikten sonra tekrar iade edilmiş eski bir
melektir. Kötülüğü yaratan ve her fenalığa sebebiyet veren odur. Onun için
Yezidiler, onun adını getirmekten çekinirler. Tevrat’ta zikredilen Âdem, yılan
ve tavus hikâyesini ona atıf ederler. Ve cennetten kovulan Tavusun Şeytan
olduğunu bilirler.
Yezidiler Tanrıya şükran
ve minnet duygulan ile taparlar. Şeytana ise, korktuklarından yalvarma duygulan
ile ibadet ederler. Şeytanı sevdiklerinden değil, gazabından emin kalmak için
ona saygı gösterirler.
Şeytanın adını dillerine getiremezler. Ona lanet okuyamazlar, hatta Şeytan
kelimesinden müştak kelimeleri bile ağızlarına getiremezler. Lanet, nial gibi
kelimeleri ve Şeytan kelimesi vezninde bulunan: ‘Seretan’, ‘Hitan’, ‘Bostan’,
‘Şat’, ‘Bat’, ‘Nat’ gibi kelimeleri dillerine alamazlar. Çünkü bu kelimeleri
telaffuz etmekle Şeytanı gücendirdiklerini sanırlar.
Yezidiler, şeytandan
o kadar korkarlar ki, artık iyilik ve salah yaratan ve hiç bir kimseye kötülük
yapmayan Tanrı ibadetinden yüz çevirmişler ve şerrinden fenalığından korunmak
için Şeytana ibadet etmeye başlamışlardır. Onlarca saadete varmak için Tanrının
ibadetini bırakmak ve Şeytana bütün varlıkları ile tapmak gerektir.
Kur’an-ı Kerim’deki ‘Taavvuz’, ‘Şeytan’, ‘Lanet’ kelimelerin balmumu ile
kapattıklarını görenler çoktur.
Bundan anlaşılıyor
ki: Yezidilik inançlarında, Manilik (İyilik ve kötülük fikri) dehşetli bir
tesir yapmıştır. Bu şekliyle Mecusilikle kuvvetli ilgisi olduğu anlaşılıyor.
Yezidilerin iki
kutsal kitapları var. Birisi, Mushaf-ı Reş diğeri de Cilve’dir. Mushaf-ı Reş,
Şeyh Adi tarafından ceylan derisine yazılmış dini düsturlardır. Cilve ise, Şeyh
Hasan tarafından yazılmış ve Mushaf-ı Reş’in şerh ve tefsiridir.
Yezidilerde okuma,
yazma haram olduğu için iki kitap da çoğaltılmamıştır. Cilve’den iki nüsha
mevcuttur. Birisi de Şengal dağındaki bir mabette ve diğeri ise Irak’ın Şeyhan
köyündedir.
Yezidilerin Mushaf-ı
Reş hakkında fazla malumatları yoktur. Ancak bir ilim arama heyeti Musul’un
Esiya köyünde bu kitabı görmüş ve beraberlerinde alıp götürmüşlerdir.
Muaviye Emeviye’nın deyişine nazaran: Bu kitap
şimdi Almanya’nın Kooper kitapevindedir. Kendisi
Almanya’ya gidecek ve bu kitabı elde edecektir. Bu kitap 1917 yılında
çalınmıştır. Almanya’da Kooper kitapevinde olduğunu Yezidilere bildiren Iraklı
olup Almanya’da tıp tahsili yapan Nasır el-Gafıki adında bir gençtir. Bu genç,
Mushaf-ı Reş’in fotoğrafını da almıştır. Takriben iki bin sayfadır. Yezidiliğe
ait çok meçhul cihetlerin bu kitaptan öğrenileceği kanaati mevcuttur ’
Yezidilere göre;
Cilve, Tanrının kullarına hitabıdır. Cilve'de, Tanrının kadim olduğuna, bera ve
kudret sıfatlarına, Tanrının vaidlerine, ruhların tenasühüne, dair sözler ve
hükümler vardır. Cilve’ye göre: ‘Yezidi olmayanların ellerinde bulunan kutsal
kitaplar hep tahrif edilmiştir. Yezidi sünnetine uyan kısım makbuldür.
Uymayanlar ise değiştirilmiştir. Mushaf-ı Reş ise: Göklerin, yerin, denizlerin,
ağaçların, dağların, melek, arş, Adem ve Havva’nın yaradılışlarından, Müsafır
oğlu Şeyh Adi’nin Şam’daki Beytifar köyünden Irak’taki Musul’un kuzeyinde
bulunan Laleş’e gelişinden Melek Tavus (Yani Şeytanın) yere inişinden ve Yezidi
hükümdarlarını tayin ve düşman olan milletlere galebe çaldırmak için yaptığı
yardımdan bahseder.
Mushaf-ı Reş göre:
Bütün insanlar Adem ve Havva’dan türemişler. Şu kadar ki, Yezidiler, babalan
olan Şit, Nuh ve Enuş vasıtasıyla yalnız Âdem’den dünyaya gelmişlerdir ve bir
mucize olarak Âdem bunları vücuda getirmiştir. Bu itibarla Yezidiler, diğer
bütün milletlerden üstündürler.
Yezidilerce bütün
milletlerden üstünlüklerini gerektiren olaylardan birisi de şudur: Güya Nuh
tufanından başka yedi bin yıl önce bir tufan daha olmuştur. Bu yedi bin yıl
içinde ve her bin yılbaşında şeriatlarını zamana göre tanzim etmek üzere,
gökten bir müceddid inmiş, güya en son bin yılda inen müceddit Yezid’tir. Bunun
için de dinlerine Yezidi denilmiştir.
Mushaf-ı Reşte buna
benzer birçok şeyler vardır. Kara kitap, Tanrı ve Tanrının derece ve
rütbelerinden bahsederek diyor ki: Şu geçen yedi bin yıl içinde ilk yere inen
müceddid ve ilah, Melek-i Tavus (Şeytan) dır. Fakat Şeytan da dâhil
olmak üzere bütün ilahlar kahhar ve faili muhtar olan büyük ilahtır. Ondan
başka Şeytan gelir. En sonuncusu da Yezid’dir. Yezidilerce şeriatlarını kuran
bizzat bu ilahlardır. Bunun için ve bu gayeyi hakkıyla tahakkuk ettirmek için
yere inerlermiş.
Bu kitapta helal,
haram, evlenme, fakirlere yardım, resmi ziyaretler, bayram merasimi ve bilhassa
yılbaşı bayramında Şeyh Adi’nin kabrini ziyaret törenleri, sadaka toplamak,
Sancakları dolaştırma, ölüleri ziyaret etmek, cenaze kaldırmak gibi konular
mevcuttur.
Cilve kitabından beş faslın tercümesini
buraya geçirelim. Bazı anlaşılmayan kelimeler çıkarılmıştır. [Abdürrezzak
El-Haseni, age., s. 52-55.]
Birinci Fasıl
Ben ezelden ben
mevcudum, ebede kadar da varım, benim için son yok, bütün yaratılışa hakimim.
İşleri çeviren tedbir eden benim. Bütün milletler emrimdedir. Herkes benden
imdat bekler, herkes beni kendine yakın görür. Her yerde mevcudum. Benden hali
bir yer yok. Ben her zamanı idare ederim. O, benim (Kişverim)’dir.[ Memleket,
ülke. * İklim. ] Her millet hatta
meleklerin başkanları bile benim hükmümdedir, durumları elimdedir. Onlara her
şeyi veren, zengin eden, kâinatı yaratan benim. Bana isyan eden melekler,
pişmanlık ateşiyle yanacaklardır. Hiç bir kimse idareme karışamaz, hariciler
(yani Yezidi olmayan milletler)’in ellerinde bulunan kitaplar da her ne kadar
Nebilere gönderilen kitaplar ise de tahrife uğramışlardır. Hariciler bunları
değiştirmişler ve yoldan sapmışlar ve birbirlerini yalanlamışlardır.
İkinci Fasıl
Doğruluğa gel, bil,
öğrettiklerimi öğren, zevk ve sevinç içinde yaşarsın. Size iyilikler verdim.
Yanımda mevki kazandınız. Bana isyan edenlere ancak benim bildiğim cezaları
veririm. Ben yer üstünde ve altında bulunan her şeyi bilirim. Bana muhalefet
edenleri tenkil ederim. Zarar veririm. Kendilerini denediğim ve emin
olduklarını anladığım kimselere işlerimi tevdi ederim. Dilediğim gibi onları
mükafatlarıdırırım. Türlü türlü nimetlerle onları sevindiririm. İşte esas
ümmetim ve şuram bunlardır. İnsanları zengin eden, fakir eyleyen benim. Onları
mesut ve şaki eden yine benim. Gereğine göre kimisine hastalık, açlık veririm.
Bana karşı gelenleri helak ederim. Takdir ettiğim süreden fazla hiç bir kimseyi
bu dünyada bırakmam. Dilediğimi de ikinci, üçüncü defa (ruhun tenasühü
suretiyle) tekrar dünyaya getiririm.
Üçüncü Fasıl
Dilersem kitapsız
olan kişiyi hidayete erdiririm. Dostlarımı sevdiklerimi doğru yola götürürüm.
Zamana ve icaba göre hükümler teşri ederim. Bu şeriatıma aykırı hareket edenleri
kıyamette cezalandırırım. Âdemoğlu ahvale muttali olmadığı için çok defalar
doğru yoldan sapıtır. Karada yaşayan hayvanlar, havada uçan kuşlar, denizde
yüzen balıklar hep emir ve irademin altındadırlar. Yer altında bulunan
defineleri bilirim. Mucizelerim olağanüstü olaylarım vakti geldiğinde benden
istenebilir. İsteyenlere gösteririm. İnsan, büyüklüğünün mahiyetini bilmez.
Onları aydınlatan benim. İyilikler, başarılar hep elimdedir. Zaman geçtikçe,
nesiller değiştikçe insanoğluna başarılar veren benim ve veririm.
Dördüncü Fasıl
İktidarımı hiç bir
kimseye vermem. Halkın ihtiyacı için dört unsur, dört zaman ve dört rükün
yarattım. Sınırlarımı, buyruklarımı muhafaza edenlere vaat ettiğim iyiliklerimi
ihsan ederim. Rızam için zahmetlere katlananları bu dünyada da
mükafatlarıdırırım. Bana karşı gelenlere, sözlerimi inkar eden, vasiyetlerimi
reddeden, tamimlerime kulak asmayan, adımı tenzih etmeyen, beni övmeyen
kimselerle cihat etmek ümmetime farzdır.
Beşinci Fasıl
Şahsıma, suretime
saygı gösteriniz. Bana itaat ediniz. Hizmet yapınız. Şahsımı ve suretimi
övünüz. Size gaybtan hakikatler öğretiyorlar, onlara inanınız vs.
Diğer milletlerin
olduğu gibi Yezidilerin de dini reisleri mevcuttur. Bunların hususi
imtiyazları, ruhi meziyetleri, özel mevkileri vardır. Bütün bu vasıflar da
irsidir. Babadan, dededen evlada, ahfada geçer.
a) Mir-i Şeyhan
Bütün Yezidilerin
ruhani ve maddi başkanları Mir-i Şeyhan denilen prenstir. Bir zamanlar bu görev Sait Bey, Bin Ali Bey, İbn’i Hüseyin Bey’de idi. Yezidilerin bu Bey’e
itaatleri mutlaktır. Bütün Yezidi kâhinleri bu Bey’e tam itaat ederler. Dini
hükümlerde yasa koyan, davaları hal ve fasleden, düşmanlıkları yatıştıran,
evlenmeleri akit eden hülasa bütün hükümleri tatbik eden bu Bey’dir. Helali haram
ve haramı helal eden de odur. Yezidilerce bu Bey tam bir nebi görevini yapar.
Yezidiler onu Şeyh Adi’nin vekili kabul ederler ve ona itaatin farz olduğunu
bilirler. Bu görev de muayyen bir familyaya mahsustur. [Abdürrezzak El-Haseni,
age., s. 63-73.]
b) Fakir
Mir-i Şeyhan
rütbesinden daha aşağı rütbeye Fakirlik denir. Bu fakir, Mir-i Şeyhan’ın mutlak
vekilidir. Onun adına dini emirleri tebliğ eder ve kendisinden sonra gelen dini
liderlere emir verir. En önemli görevi, oğlan ve kızları toplayarak def çaldırmak
ve dans ettirmek ve dini oyunları öğretmek, Şeyh Adi’nin kabrine dini
hizmetlerde bulundurmaktır.
c) Köçek
Fakirden sonra Köçek
gelir. Köçeğinde başlıca görevleri şunlardır: Ölüleri kefenlemek, gömmek,
telkin duasını yapmak ve ruhları keşfetmektir.
d) Pir
Pirler de ruhani bir
sınıftır. Cenaze ve namazlarda önderlik yaparlar. Bunlarda oruç, iftar gibi
işlerle görevlidirler.
e) Şeyh
Şeyhlere gelince
bunlar da ruhani kimselerdir. İki kısma ayrılırlar: Bir kısmı Edani diğeri de
Katanidir. Müritler bu şeyhlere zekat verirler ve emirlerini yerine getirirler.
Şeyhler Emirlere karşı sorumludurlar.
f) Kaval
Kaval def çalar,
şarkı söyler, tanrıyı, melekleri dini methiyelerle över.
g) İmam
Kavallardan sonra
İmam gelir. Bunların görevleri ise, çocuklara duaları ve dini konuları okutmak
ve belletmektir. Müritlere ise görevlerini anlatmaktır.
Bütün bu sınıflar
belirli ailelerden olmak zorundadır. Herhangi bir Yezidi çok üstün meziyetlere
de sahip olsa veya çok bilgili de olsa bu sınıflardan hiçbirine sahip ve dâhil
olamaz.
Varlığı yaratanın
rızasını kazanmak üzere her milletin kendisine göre bir takım ibadetleri,
kuralları, törenleri ve ihtifalleri vardır. Yezidilerde bu ibadet ve törenler,
mevcut milletlerin merasimlerinin heyeti mecmuasından alınmış muhtelif adet ve
taklitlerden müteşekkildir. Mesela: Mecusilikten, Yezidilere geçmiş birçok
törenler, Hıristiyanlıktan geçmiş bir çok adetler, İslam dininden geçmiş bir
çok ibadetler vardır. Şu halde Yezidiler karışık bir ibadet yapıyorlar. Bu çeşit
ibadet artık kedilerine has bir şekil almıştır. Bunlardan bir kısmını
zikredelim:
a) Namaz.
Kainatı yaratana
tazarru maksadıyla her milletin kendisine göre bir namazı vardır. Yezidilerin
de kendilerine göre her gün muayyen vakitlerde hususi törenlerle kıldıkları
namazları vardır. Yezidiler güneş doğarken doğuya yüzlerini çevirerek secde
ederler ve namazlarını secde ederek kılarlar.
Yezidiler bazen
namazlarında aşağıdaki duayı okurlar:
[Bu duayı bir Yezidi
Kaval’dan aldım. Duayı yazıya geçirinceye kadar Kaval belki elli kere
okumuştur. Çünkü O çok hızlı okurdu. Ben bir iki kelime yazıncaya kadar duayı
bitirirdi ve tekrar baştan başlardı. Ancak bu şekilde duayı yazabildim.]
Amin! Amin! Allah
dinin bereketidir. Şemsettin, Fahrettin, Nasirinin, Sadrettin, Umadettin,
Bahaattin’in himmetlerini dilerim.
Sultan Şeyh Hadi
(Adi) evvel ve ahir bir taçtır, iyilikleri o verir. Kötülükleri de o giderir.
Elhamdülillahi rabbilalemin.
Sabah oldu, güneş
doğdu. Nurdan nur söktü. Melek Hamram rastladı. Ne kadar büyüksün ey yaratan.
Evden eve kadar Şişim tasfiye sahibidir, cezalandırır. Şişim’i hatırımdan hiç
uzaklaştırmam. Sütundan sütuna definenin içinde kırk anahtar var. Bilgi ve
marifet sahibinin elindedir. Dereceden dereceye Şişim feraç sahibidir. Zemzemi,
Kabe’i şerifi ve Haccı tavaf ediyorum. Gözümden ayağıma kadar Şişim beni
süsledi ve yolların ağzına koydu. Ey Şişim sen rahmansın, sen halikı geyansın.
Talaat aleyye’ş-şemsü ve cae aleyye isnani mine’l-celladin. Fe ya miskimi
kum veşhed şehadettin ve hiye innellaha vahidun. Ve’l melek eş-şeyh hüve
habibullah ve sellim selamen ala eş-şeyh Adi ve ala ümmetihi
ve’l-kubbeti’l-kebir el-mevcudeti tahteha. Ve ala kubbeti turis ala Fahrettin
ve ala eş'şeyhi ve’l-piri ve ala mezarı dirisurveşhed bi ennehu bi kuvveti
zirai’ş-şeyhi elleti refeaha sarennasu yezidiyyeten.
Güneş üzerime doğdu, Çellolardan ikisi geldi. Ey zavallı kalk, din
şahadetiyle şahadet getir. Dinin şahadeti şudur ki: Tanrı birdir. Melek Şeyh
ise tanrının sevgilisidir. Şeyh Adi'ye, ümmetime altında bulunan büyük kubbeye,
Turis'in kubbesine, Fahrettin'e* Şeyhe, Pire Derasor mezarına selam söyle.
Bilirim ki, Şeyhin kaldırdığı ** kolun kuvvetiyle insanlar Yezidileşmişlerdir.
* Yezidi inançlarına
göre Fahrettin güneşi temsil etmektedir.
** Şeyh Adi kastedilmiş
olsa gerek.
[Bu duanın metni Bağdat'ın tanınmış şahsiyetlerinden Yakup Serkis’in eski
bir yazmadan fotoğraf ile naklettiği yazıdan alınarak tercümesi ile
verilmiştir.]
Amin! Amin! Tebarekeddin’il-evvelin
el-ibneyni’l-hadimeyn. Ya Allah, ya daim, ya gafur, ya mevcud, ya fettah, ya
rezzak, ya müdebbire kevni, ya sair, ya emdin, ya Şemseddin, ya Fahreddin, ya
Şecaaddin, ya Azrail, ya Cebrail, ya Semnesail, ya Mikail, Ya Derdail, ya
İsrafil, ya rabbi ente tebarekettin, ya rabbi ala şe’nike, ala mekanike, ala
sultanike, ala azametike ed’u ve escudu ma lena gayruke, ya kaimu kayyim,
terrahham, terrahhamni, ente kerimi, ente daimiyyun, ente mevcudun, ente
mabudun, ente huday, nurun nurullah, verdim, mendim, tu hudayi, bi suci, bi
günahi, hayri, mabudike, ruhi, maliki mülki, cihali, halik.
Duanın tercümesi
oldukça zor. Çünkü birçok kelimeler anlaşılmamakta ve cümlelerde birbirini
tutmamaktadır. Mümkün mertebe tercüme etmeye çalıştım:
Amin! Amin! Din kutludur. Evveller, iki oğlan ve iki hizmetçi. Ya Allah, ya
daim, ya gafur, ya mevcut, ya fettah, ya rezzak, ey kainatı idare eden. Ya
Sair, ya emdin, ya Şemseddin, ya Fahreddin, ya Azrail, ya Cebrail, ya Mikail,
ya İsrafil, ya Şecaaddin, ya Semnasail, ya Derdail, ya rabbi sen dinin
kutlususun. Ya rabbi, senin mevkiin, saltanatın ve büyüklüğün ile dua ediyorum
ve secdeye kapanırım. Senden bizim başka bir kimsemiz, yok. Sen kaimsim. Bizi
düzelt. Merhamet et bize merhamet eyle. Sen kerimsin. Sen daimsin. Sen varsın,
sen mabutsun, sen hüdasın, suçun, günahın yok. İyisin, sana taparız.. Sen
ruhumsun, malikü'l-mülksün. Cehali. Halik.
b) Oruç
Yezidiler her yıl
Ocak ayında fasılasız üç gün oruç tutarlar. Yezidilerce bütün din ve şeriatların asıl
kaynağı olan kutsal kitapta oruç için nazil olan hüküm, Kürtçe se ruz yani
üç gündür. Müslümanlar ise sih ruz yani otuz gün tuttular. Bazı
Yezidiler ise Kur’anı Kerim’de ‘men cae bil-hasenatı felehu aşru emsaliha”
[En’am 160.(A.T.)] yani kim ki bir iyilik yaparsa Hak Teala yaptığı iyiliğe
karşı on iyilik verir, mealindeki ayete müsteniden üç gün oruç tutmakla otuz
gün sevabını kazanırlarmış, orucun başlama ve sonu, iftar zamanı, orucu bozan
şeyler gibi hususlar hemen hemen İslam dinindekilerin aynısıdır. Yalnız
Yezidilerde tuza batırılmış bir parça ekmekle iftar etmek farzdır. Yahudilerin
de Cumartesi orucunun iftarında bu şekil hareket ettikleri malumdur. Yezidiler
bunu Yahudilerden almışlardır. Yezidiler, Ramazan aylarında Müslümanlar oruçlu
iken onların gözleri önünde yiyip içmezler ve Müslümanlara saygılarından dolayı
gizli bir şekilde yiyip içerler.
c) Hac
Yezidilerin Kabesi,
Laleş’te Baazra (Baadri) köyünde bulunan Şeyh Adi’nin mezarı veya makamıdır.
Yezidiler, her yıl özel törenlerle burayı tavaf ederler. Burada toplanırlar.
Bir de Yezidiler erenlerinin ve başkanlarının mezarlarını ziyaret ederler.
Yılbaşı bayramı
(Sersal) ise, Nisan ayının ilk Çarşamba günüdür. Bu bayram
yaklaşınca yukarıda zikrettiğimiz yedi kutsal sancağı kaldırarak davul
eşliğinde Şeyh Adi’nin makamına giderler. Oraya vardıklarında kadın erkek
kendilerine has bir şekilde dans ederler ve oynarlar. Sonra hazırlanmış yemek
sofrasına oturarak hep beraber yemek yerler. Bütün bu yemekler, Şeyh Adi’nin
mülk ve gelirinden yapılır. Hiçbir misafir kendi yemez ve kendi cebinden bir
şey harcamaz. Yezidilerce, bugün, bu yer kutsal kızıl bir nur ile çevrilmiş
dolayısıyla bugün o çevreye girmiş her Yezidinin günahı affolunurmuş. Bayramın
birinci günü olan Çarşamba bu şekilde geçer. Sonra Musul’a bağlı Başıka
denilen köye giderler. Perşembe ve Cuma günlerini burada geçirirler. Burada
bulunan Şeyh Mehmed’in makamında, bir gün önce Şeyh Adi’nin makamında
yaptıkları merasimi aynen icra ederler. Oynarlar, dans ederler, yemek yerler.
İkinci Cuma gününde ise Şeyh Hasan Farduş’un kabrini ziyaret etmek üzere
Deraviş köyüne giderler. Haccın son günü olan üçüncü Cuma günü de Bahzani
köyüne yakın olan Şeyh Ebi Bekir’in kabrini ziyaret ederler. Burada oynarlar,
cirit yaparlar, def çalarlar. Gerçekleştirilen bu dini törenler iki gün devam
eder. Artık bundan sonra hac merasimi bitmiş olur.
Yezidiler, başka
zamanlarda da bazı ölülerini özel törenlerle (oyun ve danslarla) ziyaret
ederler.
Yılbaşı bayramında
hacca giden Yezidiler Şeyh Adi’nin makamından bir miktar toprak alırlar ve bu
topraklan hap (küçük fındık şekline) haline getirirler. Memleketlerine
döndüklerinde mübarektir diye herkese verirler. Hatta bazı din adamları
topraktan yaptıkları bu hapları hastalara satarak geçimlerini bu şekilde temin
ederler. Bu hapların hastalara şifa verdiğine inanılır.
Yezidiler,
ziyaretlerden önce dini bir şekilde yıkanmakla mükelleftirler. Oysa başka
zamanlarda Yezidiler el ve yüzlerini bile yıkamazlar. Çünkü inanışlarına göre:
dini bir gusül yaptıktan sonra artık vücudu yıkamaya lüzum yok.[ Bu hususiyetin
aynısına H ıristiyanlıkta rastlamaktayız.]
a) Evlenmek
Yezidilerde evlenme
birkaç aşamada olmaktadır: [Abdürrezzak El-Haseni, age., s. 83-89.]
Birinci aşama: Erkek, sevdiği ve
istediği kıza evlenme teklifinde bulunur. Aralarında önce şahsi bir sözleşme ve
anlaşma olur. Bu da en çok hac mevsiminde yapılır. Çünkü bu mevsim ve bu yerde
herkes rahat, birbiri ile konuşabilir ve birbirine karışabilir. Erkeğin
vereceği başlık ve çeyiz aralarında tayin edilir. Kızla evlendikten sonra
Yezidi olmayanlarla temastan çekinmesi şart koşulur. Bu durum Mecusilik gibi
eski dinlerde de İbahicilikte mevcuttur.
İkinci aşama: Kendi aralarında
anlaşan kız ve oğlan durumlarını kız, anasına ve oğlan da babasına bildirerek
evlenmelerinin gerçekleştirilmesini isterler. Bunun üzerine isteme törenleri
yapılır, şartlar koşulur, başlık miktarı ilan edilir. ( Bu başlık Yezidilerde
bir miktar gümüşten ibarettir. Başka bir şey olamaz.)
Anne ve baba bu
evliliği uygun bulmaz ise erkek kızı kaçırır. Büyük bir zata sığınıp yardım
talep eder. Bu zat araya girer, onları barıştırır ve böylece evlenme törenleri
yapılır.
Üçüncü aşama: Bu aşama da dini
evlenme akdi yapılır. Şöyle ki: Kahinlerden birisinden bir parça ekmek
getirilir. İkiye bölünür. Bir parçası erkeğe, diğer parçası ise kıza verilir.
Ekmek bulunmadığı takdirde Şeyh Adi’nin türbesinden getirilen bir parça toprak,
gelin ve damat arasında savrulur ve merasime son verilir.
Yezidilerde birden
fazla kadınla evlilik caizdir. Erkek için evlenme yaşı 20-30, kızlar için de
15-20 yaşları arasındadır. Yılın ilk ayı olan Nisan ayı ki Sersal
bayramıdır, evlilik caiz değildir.
Evlenen kızın
babasıyla ilgisi tamamen kesilir. Hatta babasına varis bile olamaz.
Her Yezidi ancak her
bakımdan kendi dengi ile evlenebilir. Başkası ile evlenemez. Mesela bir Şeyhin
oğlu ancak bir şeyhin kızı ile ve bir şeyhin kızı ancak bir şeyhin oğlu ile
evlenebilir. Aynı şekilde şeyhin oğlu veya kızı bir köçeğin oğlu veya kızıyla
evlenemez.
Yezidi olabilmek
için Yezidi anne veya babadan doğmuş olmak gerekir. Kardeş ve amca kızlarıyla
evlenme caiz değildir. Ayrıca Yezidilerin, Yezidi olmayanlarla evlenmeleri
yasaktır. Yezidi kanına başkalarının kanı karışmaz. İşte Yezidilerin neslini
inkıraza sürükleyen sebeplerden en önemlisi budur. Birçok araştırmacı
Yezidilerin böyle devam ederse soylarının bitebileceğim ve tarih sahnesine
gömüleceklerini düşünmektedirler.
Bir Yezidi, Yezidi
olmayan biriyle zina ederse cezası ölümdür.
b) Boşanma
Kadının zina
yapması, çocuk dünyaya getirememesi veya taraflardan birinin evi üç yıldan
fazla terk ederek geri dönmemesi halinde boşanma için gerekçelerdir. Boşanan
kadın ömrünün sonuna kadar başkası ile evlenemez. Fakat aynı kural erkekler
için geçerli değildir.
c) Sünnet
Yezidiler
çocuklarını bir yaşını doldurur doldurmaz sünnet ettirirler. Ayrıca çocuk
doğduğunda yıkanarak vaftiz edilir.
d) Kirve
Yezidiler
çocuklarını sünnet ettirirken bir Müslüman’ı Kirve yaparlar. Sünnet yapılırken
çocuğun bir damla kanı Müslüman kirvenin üzerine damlatılır. Bu münasebetle
aralarında akrabalık tesis edilmiş olur ve sürekli olarak her türlü konuda
birbirlerine yardım ederler.
e) Ahiret Kardeşliği
Her Yezidinin ruhani
sınıftan Ahiret Kardeşi vardır. Ahirette kendisine yardım erecektir ve
kardeşlik farzdır. Bu kardeş, Ahiret kardeşi olan Şeyh veya Pire yılda belirli
bir vergi verir. Dünyaya geri dönecek olan ruh fanidir.
[Abdürrezzak
El-Haseni, age., s. 93-96 .]
a) Yiyecekler
Marul, lahana ve insan
pisliği ile yetişmiş sebzelerin yenmesi yasaktır. Anlatılana göre, Şeyh Adi
Bağdat’tan memleketi olan Hakkariye gelirken yolda pislik içinde yetişmiş bir
marul görmüş, marula pislikten çıkmasını emretmiş ise de marul çıkmamış. Bunun
üzerine Şeyh Adi marulun üzerine tükürmüş ve ‘marul yemeyi Yezidiler için
haram kıldım demiştir. Yezidi şeyhleri ise marula kıyasla diğer pislikte
yetişmiş sebzeleri de haram kılmışlardır.
b) Giyecek
Yezidilerde mavi
elbise giymek yasaktır. Beyaz renkli elbise giymek sevaptır.
c) Saç-Sakal Tıraşı
Yezidiler de
bıyıklan tıraş etmek veya yolmak haramdır. Yalnız makasla biraz alınabilir.
Sakalın tıraş edilmesi müstehaptır. Fakat dini liderlerin sakal tıraş etmesi
haramdır.
d) Okuma-Yazma
Bir kasaba veya
şehirde yaşayan Yezidilerden sadece bir kişiden başka diğerlerinin okuma yazma
öğrenmesi haramdır. Bunun sebebi şu: güya Yezidi halkı Yezidiliğe muttali
olursa dini, felsefi bir takım nazariyeler meydana çıkacak ve dolayısıyla türlü
türlü mezheplere ayrılacak ve Yezidilik zaafa uğrayacaktır. Bu ihtimali önlemek
için halkın okuma yazma öğrenmesi yasak edilmiştir.
e) Mekânlar
Yezidilerce hela ve
hamamlar Şeytan’ın yeridir. Onun için helaya girmek, hamama gitmek yasaktır.
Herhangi bir yere kaza-i hacet yaparlar. Bu durumu edebe aykırı görmedikleri
gibi hoş karşılarlar.
f) Söylenilmesi Yasak Olan
Kelimeler
Genel anlamda
Yezidiler Ş, L ve H harfiyle başlayan kelimeleri kullanmazlar'' [Yasak olan
yiyecekler ve giyecekler ve kullanılması yasak kelimelerde dahil olmak üzere
hepsinin ortak özelliği Ş, L, H harfleriyle başlıyor olmasıdır].Bunların
dışında at ve kısraklara yük yüklemek, cünüplükten yıkanmak haramdır.
Yezidilerde özel bir
cenaze töreni vardır. Yezidilerden birisinin ölümünde Şeyhlerden birisinin
oraya gelmesi şarttır. Def ve saz çalınır. Yanık seslerle mersiyeler söylenir.
Kadınlar elleri ile göğüslerine vururlar. Kadın, erkek ağlaşırken Kaval gelir.
Cenaze alayının önüne düşerek def, saz, mersiyeler eşliğinde cenaze mezarlığa
götürülür. Herkes suskun bir vaziyette bekler. Topluluktan birisi ölen kişinin
iyiliklerinden ve meziyetlerinden bahseder. Ölünün vücudu Şeyh Adi’nin
kabrinden getirilmiş toprakla (kafur yerine) tahnit edilir. Cenaze
defnedildikten sonra Şeyh telkin duası yapar. Yezidilerin kabirlerinin şekli Müslümanların
mezarlarından farklı değildir. Yalnız mezara cas [Tahıl yığını, hububat ]
koymazlar ama kabri süslemekle ve geceleyin sabaha kadar kabri başında ateş
yakmakla yükümlüdürler. Taziye üç gün devam eder. Kadınlar bu üç gün zarfında
sabah ve akşam olmak üzere her gün kabri ziyaret ederler. Hatta öğle vaktinde
giderlerken yol boyunca def ve saz çalarlar. Kabre yaklaştıklarında ise
elleriyle yüzlerine vurmaya başlarlar. Taziyenin üçüncü günü akşamında yemek
yaparlar. Bu yemeği ölünün mezarının başına bırakırlar. Ölünün o gece bu
yemekleri yiyeceğine inanırlar.
Yezidiler, ruhların
tenasühüne inanırlar. Onlara göre ruhlar iyi ve kötü olmak üzere iki türlüdür.
Kötü ruhlar, kötü olduğuna inanılan hayvanların mesela domuz, köpek, eşek gibi
benzeri hayvanların vücuduna girerler ve bu şekilde azap görmüş olurlar.
Bunlara ervah-ı habise (kötü ruhlar) denir. İyi ruhlara da ervah-ı tayibe
denir. İyi ruhlar hep havada uçarlar. Hayatta olanlara gayptan haber ve gizli
sırları bildirirler. Dolayısıyla iyi ruhların gayp alemiyle bağlantılan vardır.
Onun içindir ki Yezidi din adamları Yezidilerden birisi ölünce onu rüyada
görmeye çalışarak akıbetini bu şekilde anlamak isterler. Ölen kişinin ruhunun
dönüşünü, durumunu ve ruhunun nereye gittiğini keşfetmeye çalışırlar. İyi
ruhların hayatta olanlara verdikleri bilgiler ise cennetlik ve cehennemlik
ruhları bildirmekten ibarettir.
İşte ruhların göçü
inancı esas inançlardan birini teşkil etmektedir. Ruhların göçü ile ilgili
keşifler ancak din adamlarına mahsustur.
Yezidilerin sosyal
hayatta yerleri yoktur. Herkes onları hakir görür. Çok iptidai, cahil ve vahşi
bilirler. Her müstevli hükümet, onları istila etmiş ve imhalarına çalışmıştır. Müslümanlarca,
Mecusiler gibi Yezidiler de kafirdirler. Osmanlı Devleti zamanında
Yezidilerden çok kimseler öldürülmüştür. Hele Kuran-ı Kerimdeki taviz ve şeytan
kelimelerini balmumu ile kapatmaları Müslümanları büsbütün aleyhlerine
kışkırtmıştır. Özellikle Musul’a giden her vali bunları tenkil etmiştir. 1260
hicri yılında Osmanlı ordusu Musul Vilayeti içinde yaşayan Yezidilerin katlini
emretmiştir. Bu genel katillerde Yezidilerin dörtte üçü öldürülmüştür. Bu
olaylar Yezidiler arasında, mersiyelerle, şarkılarla her zaman canlı tutulmakta
ve bu vakıalar nazmen ve mufassal olarak yad edilmektedir.
1311 hicri yılında
Osmanlı Devleti Ruslarla savaşırken her tarafta olduğu gibi Yezidilerden de
asker toplamak üzere Tahir Bey zamanında bir komutan Yezidiler arasına girdi.
Fakat Yezidiler, dini bir takım mahzurlar ileri sürerek askere
gidemeyeceklerini gösterir bir layiha yazarak askeri albaya sundular. Özürleri
hükümetçe kabul edildi, nakdi bedel alınmakla yetinindi. O gün Yezidilerce
bayram yapıldı ve her yıl da bu bayram şenliklerle yapılır. Layihada gösterilen
özürler şunlardır:
1) Kadın, erkek her Yezidi her yıl üç defa
Melek-i Tavusu ziyaret etmekle mükelleftir.
2) Her Yezidi her yıl 15-20 Eylül
tarihleri arasında Şeyh Adi’nin kabrini ziyaret etmek zorundadır.
3) Her Yezidi her sabah güneşin ilk ışıklandırdığı
yeri (Müslim, Gayrimüslim) hiç bir kimse onu görmeden ziyaret etmekle
mükelleftir.
4) Her Yezidi her sabah, kendisine en
yakın olan en büyük din adamının ellerini öpmekle görevlidir.
5) Bir Yezidi namaz kılarken Müslüman
birinin görmesi haramdır. Tesadüfen onu gören Müslüman’ı ya öldürecek ya da
kendisi intihar edecektir. Bu iki şıktan birisini yapamaz ise yedi gün oruç
tutacak ve Melek-i Tavus için kurban kesecektir. [ Yezidi inancına göre,
Müslümanların namazlarında küfür sayılan hususlar var imiş]
Bir Yezidi öldükten
sonra günahlarının affı için ona telkin yapmak üzere Şeyhin onun yanına gelmesi
gerekir.
Her Yezidi, her gün
aralarında bulunan en büyük din balkanının Şeyh Dükani denilen yerde, kurulan
sofrada yemek yemekle ödevlidir.
Her Yezidi kendi
evinde oruç tutmakla, aile efradının yediğinden, içtiğinden yemek ve içmekle,
oruçlu olduğu her günün sabahında dini başkanın huzuruna ve her akşam da oruç
olduğunu ispat etmek için ruhani başkanın yanına gidip ispatı vücut etmekle
vazifelidir.
Bir Yezidi bütün bir
yıl müddetle gurbette kalsa ve karısının yanından ayrılsa karısı kendisinden
boşanmış olur.
Her Yezidi yeni bir
gömlek yaptığı zaman Şeyh Adi’nin mezarı yanındaki zemzem suyu ile yıkamakla
mükelleftir.
Her Yezidi yeni bir
gömlek yaptığı zaman kardeşi, bu gömleğin cebini açacaktır.
Müslüman veya Yahudi
veyahut Hıristiyanların sürmeleri ile sürme çekmek ve tarakları ile taranmak
Yezidiler için haramdır. Usturaları ile tıraş olmak onlar için yasaktır.
Zaruret halinde yapılırsa Zemzem suyu ile yıkamak lazımdır.
Helaya, hamama
girmek ve ölmüş hayvanların etini yemek Yezidilerce haramdır.
İnsan pisliğinde
yetişen sebzeleri yemek haramdır. Bazı Yezidiler ise balığın yenilmesini de
haram kılarlar. İşte bu yasaklan isteyerek ve hatta istemeyerek yapan Yezidi
dinden çıkar.
Yezidilerin Mushaf-ı
Reş isimli mukaddes kitaplarına göre okuma yazma öğrenmeleri haramdır. Daha
öncede bahsedildiği gibi okuma yazma hakkı sadece sayıları çok az olan din
büyüklerine tanınmıştır. Mushaf-ı Reş ise Yezidiliğin kurucusu kabul edilen
Şeyh Adi tarafından yazıldığına inanılmaktadır.
Emir İsmail’in oğlu Muaviye Emeviye Yezidi inancına göre yenilmesi haram
olan marul, lahana ve ıspanak gibi sebzelerin yenmesini helal kıldığı gibi
okuma ve yazmaya fetva vererek serbest bıraktı. [Erol Erk, ‘Yezidiler Arasında’, 18 Mart
1966, s. 4.]
Irak’ta Yezidilere
ait beş yüzden fazla medrese vardır. Bu medreselerde yirmi bin Yezidi
okumaktadır. Emeviye’nin kardeşi Yezidhan halen Bağdat’ta hukuk tahsili
yapmaktadır. Son zamanlarda Yezidilerin çocuklarını okullara göndermeye rıza
göstermeleri onlarda müspet bir uyanmanın işaretleri sayılabilir.
************************
Ünlü ve meşhur bir
şeyhtir. Birçok insan onun yolunu izlemiştir. Bu insanlar ona o kadar çok
bağlanmışlardır ki nihayet onu namazlarında kıble, ahirette dayanak konumuna
yükseltmişlerdir. Seçkin münevverlerin hiçbiri onun seviyesine ulaşamaz.
Şeyhin; Akil El-Menbici, Hammad Ed-Dabbas, Ebu’n-Necib Abdulkadir, Ebu’l-Vefa
El-Hulvani ve Ebu Muhammed Eş-Şünbiki ile dostluk ilişkileri vardı. Şeyh,
Erbil’e gitmiş sonra Kerhini’ye yerleşmiş, Hakkari’deki zaviyesine çekilinceye
kadar da burada yaşamıştır.
Ebu’l-Fereü
Abdurrahman b. Necm b. Abdulvahhab El-Hanbeli El Vaiz ilaveten şöyle demiştir:
Hakkari’de züht hayatı yaşayan Şeyh Adi’nin kardeşinin oğlu Şeyh Adi b.
El-Berekat, Şeyh Adi’nin doksan yıl yaşadığını ve 557 yılında öldüğünü söyledi.
Şeyh Hammad b. Muhammed b. Cessas şöyle demiştir: ‘Adi’den daha güzel yaşayan,
ondan daha heybetli daha mütevazı ve daha duygusal kimse görmedim. Sözü edilen
bu Hammad, Şeyh Adi’nin bir dostudur. Hammad aynca şöyle demiştir: ‘Adi bir
küheylâna bindi; ölünceye kadar ondan inmedi. Gündüzleri bir lokma yutmadı,
geceleri uyumadı. Kimsenin ne yiyeceğini yedi, ne de içeceğini içti. Hiç kimse
onu kötü bir huy ile itham etmemiştir.
Amcam Ebu’l-Hasen
Ali b. El-Mübarek dedi ki: ‘Ömer b. El-Mella şöyle dedi: Adi bir gün şöyle
dedi: Amire! Dün gece seni dergâhta göremedim?’ Dedim ki: ‘Sen içeri
girdiğinde, ben kapının arkasında idim veya bu anlamda bir şey söyledim.'
Ebu Said Kökböri b.
Ali b. Bektegin bana şunu anlattı: Tarif El-Belhasi’yi şöyle derken işittim:
Ama bir adam Şeyh Adi’yi ziyarete geldi. Ona; her adım için sevap vardır dedim.
Adi dedi ki: ‘Bilakis her adım bir hacc (a bedel )dir. Allah selamet versin o,
bu sözleri, şeyhi inkar sadedinde zikrederek alimleri methetti, cahilleri
zemmetti.
Ahmed b. Şuca b.
Menan’ın beyanına göre El-Hıdr b. Abdullah El-Kalanisi şöyle demiştir: Şeyh
Adi’nin huzurunda Erbil Kalesinden söz etmiştik. Şeyh şöyle dedi: ‘Orada iki
tane veli vardır. Biri batı diğeri doğu kapısında her ikisi de surlardadır.
Batı kapısında adak sunulan bir yer vardı. Nasraniler, bunun günümüzde Halebi
Hapishanesi denilen kale hapishanesinde bulunan şehit olduğunu iddia ederler.
Adi’nin kastettiği şahıs budur. Bu düşünce daha tutarlıdır. Daran yolundaki
kabre dikkat çeken de yine Adi’dir.
Ebu Said Kökböri
şöyle dedi: ‘Küçüklüğümde Adi’yi Musul'da gördüm, kısa boylu, esmer bir adamdı.
Hasan b. Adi, Adi’nin 555 yılında öldüğünü ifade etti.
[Şerefüddin b.
Berakat El-Mübarek b. Ahmed El-Lahmi El-Erdebili, Tarihli Erbil, Tahkik, Sami
b. Es-Seyyid Hamas Es-Sakar. Kısmu’l-Evvel, Bağdat: Kültür Bakanlığı Yayınları,
1980, s. 116-117.]
Zahit, Şeyh Adi b.
Müsafir Musul’un bir vilayeti olan Hakkari’de 557 vefat etti. Baalbek asıllıdır
ve daha sonra Musul’a göç etmiştir. Banliyö ve taşra halkı kendisine tabi oldu
ve saygı gösterdi.
Bunu da ilave etmek
gerekir ki:
İmanı Nureddin
Ebu’l-Hasen Ali b. Yusuf b. Cerir b. Midad b. Fazl El Lahmi Rahimehullahi Teala
Behçetü’l-Esrar ve Madinü’l-Envar isimli eserinde şöyle der: ‘Şeyhülislam Muhyiddin
Abdülkadir El-Cili, Adi’yi çokça metheder ve överdi. Onun otorite olduğunu
kabul ederek şöyle demiştir: Eğer peygamberlik mücahede ile elde edilmiş
olsaydı Adi b. Müsafir onu elde ederdi.’
Şeyh Ebu Muhammed
Abdullah El-Batayili’nin şöyle dediği nakledilmektedir:
‘Şeyh Adi secde
ettiğinde beyninden; mücahedenin şiddetinden çakıl taşlarının kuru toprağa
düşerken çıkardığı ses gibi bir ses çıkardı. Adi işin başında çöllerde,
dağlarda, sahralarda ikamet etmiş, insanlardan uzak kalmış, sürekli dolaşmış ve
muhtelif mücahedeler yaşamıştır. Dağlar ona alışkındı, çöller ona aşinaydı,
yabani hayvanlar onu tanırdı. Ve doğu illerinde, sadık müritlerin terbiyesi
için gönderilen, süluklarının ve problemlerinin çözümlerinin kendisinde son
bulduğu kişilerden biridir. Ve ayrıca (O) gençken Tacü’l-Arifin Ebü’l-Vefa
Rahimehullahi Aleyhin (vefat ettiğinde) cenazesini yıkamış birisidir.
Şeyh Ebu Muhammed
Abdullah b. Kamil El-Hüseyni El-Beysani’nin şöyle dediği nakledilmiştir:
Halife Bağdat’ta bir
ziyafet verdi ve bütün Irak ileri gelenlerine ve âlimlerini davet etti. Şeyh Abdülkadir, Şeyh Adi ve Ahmed b. Er-Rufai, Allah cümlesine rahmet
eylesin, dışında herkes, bu davete icabet etti Davetliler gidince, vezir, Halifeye: Şeyh
Abdulkadir. Şeyh Adi ve Şeyh Ahmet! gelmediler dedi. Halife: ‘Benim nazarımda
sanki hiç kimse gelmemiş demektir.’ karşılığını verdi ve sonra kapı muhafızına
Şeyh Abdulkadiri çağırmasını ve Şeyh Adi ile Şeyh Ahmed’i getirmek üzere
Hakkari Dağına ve Ümmü Ubeyde’ye gitmesini emreder. Dedi ki: Daha kapı muhafızı
Halife’nin huzurundan ayrılmadan ve daha emirnameler yazılmadan. Şeyh
Abdulkadir bana şöyle dedi: Şavir, Halbe Kapısının dışındaki mescide git, orada
Şeyh Adi’yi ve yanında iki kişi daha göreceksin, onları buraya çağır. Sonra
Şuniziyye Mezarlığına git. Orada da Şeyh Ahmet b. Er-Rufai’yi ve yanında iki
kişi daha göreceksin onları da buraya çağır. Dedi ki, ‘Halbe Kapısının
dışındaki mescide gittim. Orada Şeyh Adi’yi gördüm, yanında iki kişi vardı.
Dedim ki: ‘Efendim! Şeyh Abdulkadir sizi istiyor.’ ‘Memnuniyetle’, dedi ve
kalktılar. Ben de onlarla beraber yürüdüm. Şeyh Adi bana: ‘Şavir, Şeyhin sana
emrettiği üzere, Şeyh Ahmed’e gitmeyecek misin?’ Dedi. Ben de; ‘Gideceğim’
dedim ve Şuniziyye Mezarlığına vardım. Şeyh Ahmed’i buldum, yanında iki kişi
vardı. Dedim ki: ‘Efendim, Şeyh Abdulkadir sizi istiyor.’ ‘Memnuniyetle1, dedi.
Hemen kalktılar, iki
Şeyh akşam vakti Şeyh Abdulkadir’in evinde buluştular. Şeyh onları karşıladı.
Çok geçmeden kapı muhafızı Şeyhin evine geldi ve ikisinin de orada olduğunu
gördü. Hemen Halifeye giderek, onların orada olduğunu bildirdi. Halife bizzat
kendi eliyle bir yazı yazıp oğlu ve kapı muhafızıyla onlara göndererek
gelmelerini istedi. Onlar da bu isteği yerine getirip oraya doğru yola
koyuldular. Şeyh, benim de onlara katılmamı emretti.
Kıyı boyunca Şeyh
Ali b. El-Hili, Allah ona rahmet etsin ile karşılaştık. Şeyhler onunla
görüştüler. O da onlarla beraber yürümeye başladı. Güzel bir eve vardığımızda;
Halife kemerini kuşanmış ayakla bekliyordu. Yanında iki tane de hizmetçi vardı.
Evde onlardan başka kimse yoktu. Halife onları karşılayarak: ‘Efendiler,
krallar tebaasını davet ettiğinde, yollarına ipek sererler’, dedi ve elbisesini
yollarına serdi ve yürümelerini istedi onlar da yürüdüler. Bizi, hazırlanmış
bir sofranın olduğu bir mekana götürdü. Herkes oturdu ve yemeğe başladılar.
Onlarla beraber ben de yedim.
Sonra çıktılar İmam
Ahmed h. Hanbel (rahmetüllâhı aleyh)’nın mezarını ziyaret etmeğe gittiler. Çok
karanlık bir gece idi. Şeyh Abdulkadir, önünden geçtikleri her kaya, kütük, duvar
ve mezarı eliyle işaret ediyor, o da ay ışığı gibi ışık saçıyordu. Onlar da bu
ışıkta yürüyorlardı. Bu ışık bitince, Abdulkadir başka bir şeye işaret ediyor
bu defada o ışık saçıyordu. Böylece ışıkla yürümeye devam ederler. İmam
Ahmed’in mezarına kadar hiç kimse Şeyh Abdulkadir’in önüne geçmedi. Dört şeyh
ziyaret için mezarlığa girdiler. Onlar dönünceye kadar biz, mezarlığın
kapısında bekledik. Ayrılık vakti geldiğinde, Şeyh Adi,
Şeyh Abdulkadir’e: Bana ne tavsiye edersin? Dedi. Şeyh Abdulkadir; ‘Kitap ve
Sünneti tavsiye ediyorum’ dedi ve ayrıldılar.
Şeyh Adi’nin
hizmetçisinden şöyle nakledilir:
Ona yedi yıl hizmet
ettim. Birçok kerametini gördüm. Bunlardan bir tanesi şudur: Bir gün eline su
döküyordum. Bana: ‘Dileğin nedir? Dedi. Ben de: ‘Kuran okumak istiyorum. Fakat
Fatiha ve İhlâs surelerinden başka bir şey ezberleyemedim, ezber bana çok zor
geliyor’ dedim. Eliyle göğsüme dokundu, aynı anda Kur’ân-ı Kerim’in tamamını
ezberleyiverdim.
Bir gün ona:
‘Efendim, bana gayb vakası göster’ dedim. Mendilini bana verdi ve: ‘Bununla
yüzünü ört’ dedi. Ben de mendil ile yüzümü örttüm, sonra: ‘Kaldır’ dedi. Ben de
mendili kaldırdım: Yazıcı melekleri gördüm; insanların amellerini yazıyorlardı.
Üç gün bu hal üzere kaldım; hayat bana ağır gelmeye başladı. Ondan yardım
istedim. Aynı mendil ile yüzümü örttü. Sonra mendili kaldırdım ve bütün bunları
görmez oldum.
Bir gün bana Şeyh
Akil El-Membeci’yi anlatıyordu. Bu zat, Şeyh Adi’nin şeyhidir. Ona dedim ki:
Onu bana gösterebilir misin? Bana bir ayna verdi ve ona bakmamı emretti. Aynada
kendime baktım. Sonra ben kayboldum ve aynada bir şahıs belirdi. Onun yüzünü
ayrıntılarına kadar hatırlıyorum. Şeyh Adi bana: ‘Saygılı ol, zira o, Şeyh
Ukayl'dır.’ Uzun bir süre öylece ona baktım. Sonra bu zat kayboldu ve aynada
ben belirdim.
Bu zat, Şeyh
Şerefüddin Ebu’l-Eedail Adi b. Müsafir b. İsmail b. Musa b. Mervan b. El-Hasen
b. Mervan b. El-Hakem b. Mervan El-Emevi’dir.
[İbnü’l-Verdi,
Tetimmeti’l-Muhtasar, Tahkik, Ahmet Rıtat Bedravi, c.2, Beyrut: Daru’l-Marife,
1970, s. 100-103. ]
Adeviye Taifesinin
kendisine nispet edildiği, ünü her tarafa yayılmış ve pek çok kimsenin
kendisine tabi olduğu salih ve meşhur bir kimsedir. Bağlıları haddi aşacak bir
inanca sahip oldular. Hatta onu namazları için bir kıble ve ahiretleri için
yegane azık addettiler. Adi, birçok Şeyh, Salih ve Meşhur kimselerle arkadaşlık
ettikten sonra Musul nahiyelerinden olan Hakkari dağlarına [ 160a ] çekildi.
Orada bir zaviye inşa etti. Daha önce benzeri görülmemiş bir şekilde çevredeki
insanların teveccühüne mazhar oldu.
Ebu’l-Berakat
İbnü’l-Mustevfi, Tarihü’l-Erbil adlı eserinde Şeyh Adi’yi zikredip, onu Erbil’i
ziyaret edenler arasında sayar. Erbil Meliki Muzaffereddin şöyle der: ‘Çocukken
Musul’da Adi b. Müsafir’i gördüm. Adi orta boylu, esmer biriydi.’
Adi’nin salih bir
kimse oluşu ile ilgili birçok rivayet anlatılırdı. Rivayete göre Adi, Baalbck
nahiyelerinden Beytifar denen bir köyde doğmuştur. Adi bin Müsafir’in doğduğu
ev hala ziyaretgahtır.
Adi 557 yılında bir
görüşe göre de 555 yılında kendi şehrinde vefat etmiş ve kendi zaviyesinde
defnedilmiştir.
Adi’nin kabri
kendisine teveccüh edilen sayılı türbelerdendir. Şu vakte kadar da onun
izlerinin hatırasını ayakta tutup yolunu takip etmektedirler. İnsanlar, Adi’nin
dönemindeki insanların ona gösterdiği saygı ve inancı hala korumaktadırlar. 90
yıl yaşamıştır [160b ].
[İbn Furat.
Nasuriddin Muhammed Bin Abdurrahim Ali El-Mısri, Tarih’ud-Düvel ve'l-Muluk
(Tarih-u Furat), Cilt 3, 160a-160b, Viyana Devlet Kütüphanesi, No: AF. 119. (Bu
yazmanın ilgili bölümlerinin fotokopisini bize ulaştıran Hasan Çağlar
Beyefendiye teşekkür ederiz.)]
ABDÜRREZZAK EL-HASENİ, El-Yezidiyyun, Bağdat:
Mektebeti’lYekzati’l-Arabiyye, 1370.
ABDÜSSELAM EFENDİ, Ümmü’l-İber, Varak, 117a-117b, 118a.
AHMET TEYMUR PAŞA, El-Yezidiyyetü ve Menşeli Nihletihim, Kahire:
Matbaatü’s-Selefiyye, 1352.
BAYBARA Süleyman, Abdüsselam Efendi, Hayatı, Eserleri, Ümmü’lİber’in
Tercemesi ve Dil Yönünden İncelenmesi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Kayseri, 1994.
BEDRÜDDÎN EL-AYNÎ, Ikdü’l-Cüman, Tahkik, Muhammet Emin, c.,2. Kahire: 1988.
EBÜ’L-FİDA, Muhtasar fi Ahbari’l-Beşer, Tahkik, Mahmut Deyyub, c.2, Beyrut:
Daru’l-Kütübü’l-İlmiye, 1997.
ERK Erol, ‘Yezidiler Arasında, Hürriyet 13-19 Mart 1966, s. 4.
İBN EBİ’L-HADÎD, Şerhu Nehcü’l-Bclağa, Tahkik, Munammed Ebu’lFazl İbrahim,
c.1-2, Kahire: Dam İhyai’lKütüb’ül-Arabiyye, 1965.
İBN FURAT, Nasuriddin Muhammed Bin Abdurrahim Ali El-Mısri, Tarih’ud-Düvel
ve’l-Muluk (Tarih-u Furat), Cilt 3, 160a160b, Viyana Devlet Kütüphanesi, No:
AF. 119.
İBN FUVATİ, Havadisü’l-Camia, Beyrut: Daru’l-Garbi’l-İslami, 1997.
İBN HALLİKAN, Vefayatü’l-Ayan, Talıkik: İhsan Abbas, c.3. Beyrut:
Daru’s-Sadr, 1978.
İBNİ KESİR, El-Bidaye ve’n-Nihaye (İslam Tarihi), c. 12, Çcv., Ahmet
Ağırakça-Abdlilkerim Özaydın, İstanbul: Bahar Yayınları, 1987.
İBNİ’L-ESİR, El-Lübab, c. 3, Beyrut: Daru Sadr.
İBNÜ’L-VERDİ, Tetimmeti’l-Muhtasar, Tahkik, Ahmet Rıfat Bedravi, c.2,
Beyrut: Daru’l-Marife, 1970.
MEHMET ŞERAFETTİN, ‘İlave’, Sayı 4, Daru’l-Fünuıı İlahiyat Fakültesi
Mecmuası, 1926, ss, 273-275.
MEHMET ŞERAFETTİN, ‘Yezidiler’, Sayı 3, Daru’l-Fünun İlahiyat Fakültesi
Mecmuası, 1926, ss, 1-29.
SEM’ANİ, Kitabu’l-Eıısab, Tahkik, Abdullah Ömer El-Barudi, c. 5, Beyrut:
Daru’l-Fikr. 1988.
ŞATANUFİ, Behcetü’l-Esrar, Kahire: Matbaati’l-Meymeniyye, 1304.
ŞEREFÜDDİN B. BERAKAT El-Mübarek b. Ahmed El-Lahmi El-Erdebili. Tarihü
Erbil, Tahkik, Sami b. Es-Seyyid Hamas Es-Sakar, Kısmu’l-Evvel, Bağdat: Kültür
Bakanlığı Yayınları. 1980.
TADİFİ, Kalaidü’l-Cevahir (Cevherden Gerdanlıklar), Çev., Namı Erdoğan,
İstanbul: Sinan Yayınevi, 1972.
TAŞGIN Ahmet, 'Anadolu’da Yok Olmaya Yüz Tutan Dini Topluluklardan:
Yezidiler’, Uluslararası Anadolu İnançları Kongresi Bildirileri 23-28 Ekim 2000
Ürgüp/Nevşehir, ERVAK Yayınları, Ankara-2001. ss.731-752.
Kaynak: Mahmut BİLGE,
YEZİDİLER/EZİDİLER, Tarih-İbadet-Örf ve Adetler, Yayına Hazırlayan: Ahmet
Taşğın, Kalan Basım, Yayın, Dağıtım, Birinci Basım: Temmuz 2002, Ankara
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar