ENVÂRU'L ÂŞIKÎN Âşıkların Nurları
Tercüman
1001 TEMEL ESER
48
AHMED BİCAN
1. cilt
Tercüman gazetesinde hazırlanan bu eser Kervan Kitapçılık A. Ş.
ofset tesislerinde basılmıştır
I. G İ R İ
Ş
KİTABI SUNARKEN
Tarihin en mes’ûd hadisesi, Milâdın sekizinci asrında meydana
geldi. Bu asırda, yüce fikirlere zihnen hazır, asil ve büyük bir millet, Türk
milleti İslâm’ı ka- bûl etmişti.
Bundan sonra kan - îman birleşimi hâline gelen Türkler, onbirinci
asırda, (1071) Malazgirt zaferi ile Anadolu kapılarını açmışlar ve büyük bir
fetih hareketine girişmişlerdir. Ordunun bu fetih hareketini toplu göçler
takip etmiş, Anadolu artık Türkün ebedî yurdu olmuştur.
XIII. Asırda Anadoluda, çeşitli tarihî ve sosyal sebeplerin tesiri
ile meydana gelen buhranlı hayat, zengin ve hareketli bir imân hayatının,
Tasavvuf akımının doğmasını ve gelişmesini sağlamıştır. Tarikatlar kurulmuş,
halk okulları olan tekke hayatı başlamıştır. Böy- lece Anadoluda, imân ve irfan
hayatının mana mimarları olan büyük mutasavvıflar yetişmiştir. Bu imân insanları,
büyük halk kitlelerine, sâde ve vecidli bir Türkçe ile hitap etmişler, halk
tasavvuf edebiyatını kurmuşlar ve çok değerli halk ve imân eserleri ortaya
koymuşlardır.
10
Envâru’l—Âşıkîn, bu eserlerden biridir. Eser XV. asırda
yazılmıştır. Müellifi Yazıcı - oğlu Ahmed Bican, bir ilim adamından çok, bir
imân ve mana insanıdır. Vecidli bir derviş ve halk terbiyecisidir. Bu kitap,
beş asırdan beri, Türk halkı arasında en çok okunan, halka dini - ahlâkî
terbiye ve kültür veren kitaplardan biridir.
Envâru’l - Âşıkîn'in halkın ruh yapısına uygun bir karekteri
vardır. Müellif, tekrarlar yaparak ve en ağır meseleleri basitleştirerek,
modern bir öğretim metodu kullanmıştır. Kitabı okuyanlar, manen törpülenmekte
ve din ve ahlâk disiplini altına girmekte, aynı zamanda büyük bir zevk
duymaktadır.
Kitabın (1261, 1291) de İst. da, (1300) de Bulak’da, (1816) de
Kazan da baskıları yapılmıştır.
Baskıya hazırladığımız nüsha ise, İst. Devlet Matbaası (1267)
baskısıdır.
İlk Türk harfleri ile baskısı, İst. Ülkü Kitap Yurdu tarafından,
(1972) de tek cilt hâlinde yapılmıştır.
Bu baskıda, ayetlerdeki eksiklikler aynen alınmış, bu itibarla
manalar da noksan kalmıştır. Ayetler ve bazı hadis metinleri, yeni harflerle
ve yanlış yazılmıştır. Ayrıca bazı kısımlar, bilhassa Arapça metinler yâ aynen
alınmış, ya da atlanmıştır. Bir kısım yerlerde yanlış okunmuştur. Ayet
numaralarında da yanlışlar vardır. Bolca raslanan dizgi yanlışlıkları da
kitaptaki hataları çoğaltmıştır. Bu yanlışlıklara, nüsha farkları da sebep
olmuş olabilir. Bütün bunlarla beraber bir hizmettir.
11
Biz bu çalışmamızda, ayetlerin meâllerini, tefsir ve tercemelerden
tam olarak naklettik. Ayetleri ve izaha muhtaç bazı hususları, dip notları ile
tespit ettik. Kısa notlarla açıklanamayan noktaları, girişte ayrıca belirttik.
Kitabın dili ve devrindeki dil hususiyetlerini koruduk. Eserin çatısını
bozmadan, bugünki halk kitlelerinin anlayabileceği biçimde aktarmaya çalıştık.
Anlaşılması imkânsız hâle gelen ifâdelerin, ilk şekliyle kalmasında isrâr
etmedik.
Hatalarımız olmuştur sanırım. Hedefimiz, bu değerli eseri, eski
değeri ve alâkası ile, halka ve büyük milletimize maletmek ve yeni neslin
manevî hayatına hizmettir. İnancımız budur ve mutluluğumuz da buradadır.
Allahın rahmeti ve Rasûlünün şefaati Yazıcı - oğullarının üzerine
olsun.
Bu hizmete emeği geçen bizler de, Allahın rahmetini ve Hz.
Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem'ın şefaatini umarız.
Herşeyin en doğrusunu bilen yalnız Allahtır.
AHMET
KAHRAMAN
İST.
1973
AHMED BÎCAN
1) HAYATI:
Müellifin hayatı hakkında kaynaklarda verilen bilgi çok kısadır.
Sâlih yahut Salâhu’d-Dîn El-Kâtip adında bir zatın oğludur. Büyük
kardeşi Mehmed efendi gibi o da Yazıcı-zâde, Yazıcı-oğlu diye tanınmıştır.
Bunlara Yazıcıoğlu denmesinin sebebi, babalarının kâtip olmasından
dolayıdır. Gelibolu’da doğmuş ve gene Gelibolu’da (1454) veya (1455) tarihinde
vefat etmiştir.
XV. Asır Türk müellif ve mutasavvıflarındandır. Muhammediye adlı
meşhûr eserin sâhibi büyük kardeşi Mehmed efendi gibi Ahmed Bîcan da Bayrâmiye
tarikatının kurucusu Hacı Bayram Velînin müridi idi.
Bayrâmiye, 15. Asır Türk mutasavvıf ve Şâiri Hacı Bayram Velî
tarafından kurulmuş olan tarikatın adıdır. Bu tarikat, Halveti ve Nakşibendî
tarikatlarının başka bir açıdan yorumlanması neticesinde doğmuştur.
Temel görüşü zikirdir. Zikir: Her yaratılmış eşyada ilâhî varlığı
görmek ve gönülde Allah nûrunun ışıldaması için tutulan manevî bir yoldur.
Zikir, Açık ve Gizli olmak üzere ikiye ayrılır.
Hacı Bayram Velînin vefatından sonra, açık zikir
14
tarafını tutanlar, Akşemseddin tarafından kurulan «Şemsiye»
tarikatına bağlanmışlar; gizli zikir taraflısı olanlar da Bursalı Ömer dede’nin
kurduğu «Melâmiye» tarikatına bağlanmışlardır.
Daha sonraları bu iki koldan, başka kollar da doğmuştur. Ancak, bu
kolların Bayrâmiye ile aralarında pek büyük fark yoktur.
Bayrâmiye tarikatının gayesi, insanı dünyadaki sûflî alâkalardan
alıkoymak, gönülde Allah nûrunun kandilini yakarak mü’mini yüce âleme yöneltmek
sûreti ile kemâle erdirmek, tam olgunluk seviyesine çıkarmaktır.
Bu da Allahı çok anmak ve çile çekmekle elde edilir.
Bu itibarla kendini ibâdet ve riyâzat’a veren Ah- med Bîcan, çok
zayıflamış ve adetâ cansız hale gelmiştir. Onu görenler cansız sanırlardı.
Onun için Ahmed ef.’ye Bîcan (Cansız) takma adı verilmiştir.
Bu yaşayışından dolayı müellif, edebî faaliyetini tasavvufa
hasretmiştir.
En büyük eseri tasavvufa ait olan «Envâru’l-Âşı- kîn» (Aşıkların
Nurları) adlı tek cilt hâlindeki bu meşhur kitabıdır.
2) ESERLERİ:
a) Envâru’l-Âşıkîn
(Âşıkların Nurları),
b) Acâibü'l-Mahlûkât
(Acâib yaratıklar).
İlmi değeri olmamakla beraber güzeldir. Zaman ölçüleri içinde
değerlendirmek gerekir.
Kazvini tarafından yazılmış arapça eserin özeti şek-, lindedir.
Kozmoğrafya, gök bilgilerini ve garib yaratık-
15
ları tasvir etmektedir. İçinde zayıf ve şüpheli rivâyet- ler
vardır.
c) Dürr-i Meknûn
(Dizilmiş İnci — Gizli İnci).
Eser,
canlılarla cansızlar âleminin husûsiyetlerin- den, yaratıkların
acâibliklerinden bahseder. Onsekiz bab (bölüm) üzerine tertib edilmiştir.
Türkçedir. Bu eserde de zayıf rivâyetler vardır.
d) Müntehâ: Tasavvuf
ve kelâm konuları işlenmiştir.
e) Ravhul-Ervâh
(Ruhların Rahatı).
Bu eser Kısas-ı Enbiyâ mâhiyetindedir.
f) Ahmediye: Anadolu
da, halk arasında en çok okunan kitaplardan biri olan bu eserin, Yazıcı-oğlu
Ah- med Bîcan’a ait olduğu sanılmış, hattâ sonuna da öyle yazılmış olmasına
rağmen, Kitabın Diyarbakırlı Şâir Ahmedî’nin olduğu kaynaklarca ileri sürülmüş
bulunmaktadır.
Müellifimiz Ahmed Bîcan Efendinin (1453) tarihinde İstanbul'un
fethi sırasında sağ olduğu sanılmaktadır. Ölüm tarihi de bunu ispat ediyor.
Kabri Gelibolu'da kardeşinin yanındadır.
Evliyâ Çelebinin Sofyada olduğuna dâir verdiği bilgi yerinde
görülmemiştir.
ENVÂRUL—ÂŞIKÎN
KİTABININ TANITILMASI:
Envâru’l-Âşıkîn (Aşıkların Nurları) demektir. Bu, Allah
âşıklarıdır. Büyük kardeşi Mehmed Efendinin arapça olarak yazdığı
Megâribü'z-Zamân (Zaman Grub- ları) adlı eserin tercemesidir.
16
Ahmed Bîcan kitabın yazılma sebebinden bahsederken şöyle diyor:
Evvelâ, bu ulu kitabı ve güzel hitabı toplayıp terce- me edenin
Yazıcı-oğlu Ahmed Bican olduğu bilinmelidir.
Benim bir kardeşim vardı. Alim, ârif, fâzıl, Tanrı taâla
hazretlerinin has kulu, erenlerin ileri geleni ve ci- hânın kutbu Şeyh Hacı
Bayram Velînin sırdaşı idi. Ben derviş Ahmed Bîcan her zaman ona derdim ki.
— «Ey gözlerimin nûru
kardeşim! Dünyanın bekâsı ve rüzgârın vefâsı yoktur. Bir yâdigâr düz (bir kitap
yaz) ki, bütün âlemlerde okunsun.»
Benim sözümle o da «Megâribû'z-Zaman» adlı bir kitap yazdı.
Alemlerde zâhir-Bâtın (gizli-âşikâr) ne türlü tefsir ve tahkik (inceleme ve
araştırma) varsa, Elhâsıl on iki ilmin sonuçlarını onda bir yere topladı.
Ondan sonra bana şöyle dedi:
— «Ey Ahmed Bîcan! İşte
ben senin sözünle bütün âlimlerin şeriat ve hakikatla ilgili bilgilerini bir
yere top ladım. Şimdi sen de gel, Megâribûz-Zaman adlı bu kitabı Türk diline
terceme et. Tâ ki bu bizim ilin insanları mana bilgilerinden ve ilmin
nurlarından fayda görsünler."
Ben miskin de adı Envâru’l-Âşıkîn olan bu kitabı, onun mübarek sözü
ile, Geliboluda tamamladım.
Ey İlâhî sırlara ermek isteyen kimse! Bu kitap, kudsî hadis,
mukaddes vahiy ve esrâr ilminden ilâhî sırdır ve Nurlar âleminin nurundan
Allahın nurudur.
Bütün kudsî hadisleri ve sözleri naklettim. Tev- rât’da, Zebur’da.
İncil'de, Kur’an’da ne kadar ilâhî söz varsa; diğer peygamberlerin
sâhifelerinde ne kadar Allah kelâmı mevcutsa, ilâhî âlemlere, Mahşer günü olan
17
Arasat’a, döneceğimiz yer olan Ahiret’e ve ebedî olan cennetlere
varıncaya kadar, ne türlü beyan varsa hepsini bu kitapta topladım.
Arab ve Acem, bunun benzeri kitabı düzmediler.
1 KİTABIN
MUHTEVİYATI VE İLMİ YÖNÜ:
Envâru’l-Âşıkîn bir önsöz, kitabın yazılma sebebi, beş bâb ve bir
hâtime (kitabın sonun) dan ibarettir.
Birinci Babda: Mevcûdâtın tertib ve nizâmından, yerlerin ve
göklerin yaratılmasından, yerde ve gökte olan yaratılmış varlıklardan, bunların
yaratılış şekillerinden ve bu yaratılıştaki ilâhî sırlardan bahsedilmektedir.
İkinci Babda: Ademin yaratılışından, Ruh üfürme- den, insanlardan
ilâhî söz almadan, peygamberlerin hayat hikâyelerinden, ilâhî kitaplardan ve bu
kitapların içindekilerden, Allahın Peygamberlere vahiylerinden, vahyin
sırlarından, peygamberlerin karşılaştıkları güçlüklerden, ibret verici
hadiselerden, Rasûlûllahın örnek ahlâkından, Allahın kullarına öğütlerinden
bahsedilmektedir.
Üçüncü Babda: Allahın nûranî varlıkları olan meleklerden, büyük
meleklerin vazifelerinden, Ruhlardan, görünmeyen varlıklardan ve ruhların
makamlarından bahsedilmektedir.
Dördüncü Babda: İnanış şekillerinden, farklı inanışlardan,
ibâdetlerden, iyi ve kötü amelden, ilim ve cehâletten, mübarek gün ve
gecelerden, duâ ve niyazdan, zikir ve tesbih’den, tövbe ve istiğfardan ölümden,
F: 2
18
kıyametden, Ahiret ve Mahşerden, Cennet ve Cehennemden, Dünyanın
boşluğundan, hesaptan, şefaat'dan, Sırât ve mizandan, öbür âlemdeki Allahın
hitaplarından ve diğer garib hadiselerden bahsedilmektedir.
Beşinci Babda: Cennet nimetlerinden, Cehennem azaplarından, oradaki
acâib ve garib hadiselerden, ilâhî makamlara erenlerin durumlarından ve Allahı
görmekten bahsedilmektedir.
Kitabın sonunda ise, eserin nasıl yazıldığı, niçin yazıldığı ve
nelerden meydana geldiği tekrar anlatılmıştır.
Kitab, müellifin Allaha münâcâtı, yakarışı ile son bulur.
Kitapta Kur’an ayetlerinden, Kudsî Hadislerden, Nebevî Hadislerden,
Peygamberlere ait sözlerden, hikâyelerden, rivayetlerden, tefsirlerden,
Kısas-ı Enbiyâdan, siyer kitaplarından, tarih kitaplarından bolca nakilde
bulunulmuştur. Bu nakillerin sağlamlık derecelerini değerlendirebilmek için,
bunlar üzeride biraz durmak gerekmektedir.
a) Tefsirler:
Kur’an tefsirleri üç bölüme ayrılır:
Rivayet tefsirleri. Dirayet tefsirleri. İşaret tefsirleri.
Rivayet tefsirleri eski rivayet ve nakillere dayanan
açıklamalardır. Bunlarda sağlam nakiller bulunduğu gibi, zayıf nakiller ve bazı
hurafeler de bulunmaktadır. Bu hurafelerin kaynağı, sonradan İslâm’a giren
Yahudi ve Hıristiyanlardır. Bu meyanda Ka'bü’l-Ahbâr ile Vehb bin Münebbihi
zikredebiliriz. Kitapda müellif, bu zatlardan bolca nakillerde bulunmuştur. Bu
şahıslar, eski peygamberlerden duyduklarını nakletmişlerdir.
19
Kâinatın yaratılması, yer ve gökler, madenlerle ilgili nakiller,
İsrâiliyyat zamanında hatırlarında kalan hikâye ve haberlerdir. Bagavî, İbni
Kesîr, Vâhıdî.. gibi tefsirler bunlardandır.
Dirayet tefsirleri ilmî yönü tam olan ve her türlü nakil ve
rivâyetleri süzgeçten geçiren, ilmî esaslara bağlı kalınarak yapılan
açıklamalardır.
İşaret tefsirleri, mutasavvıfların manevî yöne ve keşfe dayanarak
ileri sürdükleri açıklamalardır. Bu itibarla bâtınî adı verilen gizli mana ve
açıklamalar, gönül ehlince hoş görülmekte, ilim yönünden ise pek iyi
karşılanmamaktadır. Ancak tasavvuf kitaplarında bu tip nakil ve açıklamalara
çokça yer verilmiş bulunulmaktadır.
b) Hadis ve Kudsî Hadis:
Kudsî Hadis, meşhur ve bilinen yönü ile, manası Allahtan, sözü
peygamber efendimize ait olan hadislerdir. Bu hadisler nakledilirken: «Allah
buyurdu» ifâdesi kullanılır.
Nebevi Hadis; Peygamberimizin, söz, iş ve takrir olarak meydana
gelen sünnetinin tespit şeklidir.
Hadis Usûlü adı verilen bir ilim, kendine has metodu ile,
peygamber efendimize isnâd edilen sözlerin doğru ve yanlış olanlarını ortaya
koymuştur.
Eğer hadis diye söylenen bir söz:
Akla, ilme, Kur’an-a ve bilinenin aksine ise, dil ve mana hatası
varsa şüphelidir.
Zira çeşitli gayelerle çok sayıda hadis uydurulmuştur. Hadis
bilginleri, bütün hadisleri tarayarak, bunları tek tek bulmuşlar ve müstakil
eserlerle tespit etmişlerdir.
20
Hadis, ihtisas isteyen bir mesele olduğu için, bazı bilginler
şüpheli ve zayıf rivayetleri eserlerine almışlardır. Hattâ uydurma sözler
dahi, bir kısım din kitaplarımıza girmiş bulunmaktadır. Bu hususta da gerekli
tedbirler alınmış ve bunlar sonradan ortaya konmuştur.
İhyâ'u Ulûmiddin, Futûhu'ş-Şâm, Kısas-ı Enbiya (Sa’lebî), İbni
Abbâs Tefsiri ... gibi kitaplarda menzû hadisler vardır.
Hz. Ali, Hz. Aişe için (Hümeyrâ) kelimesi kullanılarak nakledilen
hadislerle, şehirler, günler, aylar ve Mehdi hakkındaki hadisler de zayıftır.
Bu hadisleri, bazı dindar ve derviş meşrep kimselerin, halkı
ibâdete ısındırmak için uydurdukları da bilinmektedir.
Nitekim Envâru'l-Aşıkîn'de bu hava vardır. Ayrıca Kısas-ı
Enbiyadan, Begavî tefsirinden, İbni Abbâs tefsirinden, Mukâtil, Sûddi ve Kelbî
gibi zatlardan hayli nakilde bulunulmuştur.
Tevrat, Zebûr ve İncil’in artık Hak yönleri kalmamıştır.
Kur’ana ve Peygamberimizin sünnetine uyan bu tip nakiller kabul
edilebilir.
İşte kitabı bu ölçülere göre okumak, dinin, aklın ve ilmin yoludur.
Hepsini doğru kabûl edip ona göre hüküm vermek İslâm’a haksızlık olur. Ayrıca,
kitabın gözettiği gaye de ortadan kalkacağından, kitaba ve müellife de
haksızlık edilmiş olur.
c) Envâru’l-Aşıkînde yanlış anlaşılan
noktalar:
Burada zikre değer en önemli nokta, dünya’nın öküz üzerinde durması
ile ilgili açıklamadır. Müellif ese-
21
rinin birinci babında yeryüzü ile ilgili bölümde dünyanın
başlangıçta rastgele hareket halinde iken, daha sonra bir öküz (Boğa) ile bir
balığın üstünde, dengeli hâle geldiğini beyan etmektedir.
Bunu duyan ve bilen bazı kimseler, son gök bilimi karşısında,
İslâm’a haksız ithamlarda bulunmuşlar ve bunu bildiğimiz hayvan olan öküz
sanmışlardır. Dini küçümsemeleri de bu anlayıştan ileri gelmiştir. Müellifin
açıklaması yanlış değil, doğrudur ve ilme de tıpatıp uymaktadır. Ancak,
ifâdede bir kapalılık vardır. Ah- med Bîcan, bu bilgiyi eski tefsir ve
rivâyetlerden nakl- etmiştir. Eski müfessirler bu hususu kapalı bırakmışlardır.
Böylece eserde yer almış bulunmaktadır.
Bu öküz, eskilerin Sevir diye isimlendirdikleri Boğa burcudur.
Balık da bir burc’dur.
Burc’lar hakkında Kur’anda şu ayet ve açıklamaları okuyoruz:
—«Gökte burc’lar yaratan, onların içinde bir çerağ (güneş) ve nurlu
bir ay barındıran (Allah)’ın şanı ne yücedir!» (Furkân sûresi, ayet: 61)
«And olsun burc’lara mâlik olan göğe» (Burûc sûresi, ayet: 1.)
«Güneş de (ilâhi bir alâmettir ki) kendi karargâhında
(yörüngesinde devamlı olarak seyr ve) cereyân etmektedir...» (yâ-sin sûresi,
ayet: 38.)
Göğün mâlik olduğu burçlar, sâbit duran on iki takım yıldızıdır.
Güneşin karargâhı, burçlar bölgesindeki yörüngesinden, hiç
sapmamak üzere hareketini ifâde etmektedir.
Bilindiği gibi dünyamız güneş sistemine bağlı bir gezegendir. Kendi
etrafında döndüğü gibi, güneşin et-
22
rafında da döner. Güneş bu devrini (365) günde tamamlar. Bundan
mevsimler meydana gelir. Güneş her ay on iki burcun birinde bulunur. Güneşin
mevsime göre geçtiği burc’lar şöyledir:
İlkbaharda: Koç, Boğa ve İkizler.
Yaz mevsiminde: Yengeç, Aslan ve Başak.
Sonbaharda: Terazi, Akrep ve Yay.
Kış mevsiminde: Oğlak, Kova ve Balık.
Meydan
Larus C. , 2 S. 646)
Bunlardan Boğa, Başak ve Oğlak Arz ile (Dünya ile) ilgilidir. (Ö.
N. Bilmen Tefsiri, C. 5. S. 2429).
Burç, lugatte: Yüksek yer, kuvvetli dayanak, kaleyi tutan istinad
duvarı ve korunma yeri demektir.
Gök ilminde, boşluktaki on iki yüksek ve sabit nokta, on iki
yıldız demektir.
İşte kitaptaki ifâde, güneşin Boğa ve Balık burcundan geçerken,
dünyanın, karşılıklı çekim sistemi içinde, yörüngesinde bu sabit burc’lar
sayesinde denge kurduğunu anlatmak istemektedir ki, bu da bilinenlere aykırı
değil uygundur.
d) Diğer ifâde şekilleri:
Müellif eserinde, bazı şeylerin büyüklüğünü, uzunluğunu veya
şiddet ve dehşetini anlatmak için:
Bin yıllık yoldur, Dünyanın on mislidir, falan dağın beş mislidir,
altmışbin şehir vardır, şu kadar bin kanadı vardır...» gibi ifâdeleri
kullanmıştır. Eser halk için düşünüldüğü için, saniye bulmak gayesile, halk
muhayyilesine göre; çok normal ve psikolojiktir. İlkel ve dağınık bir anlatış
değildir.
23
Ayrıca: Nakledildiğine göre, bazıları derler ki, rivayet
edilmiştir ki...» gibi ifâdeler de bunlara bağlı olarak anlatılanların zayıf
olduğunu gösterir.
2) Kitabın Dili ve Değeri:
Kitap 13. asırda yazılmıştır. İçindeki ayetler, bazı hadisler ve
münâcât şeklindeki bazı cümleler hariç, saf ve temiz bir türkçe ile
yazılmıştır. Devrin özelliği olarak yer alan bir kısım ifâde şekillerinin
yanında, her zaman, Türkçe bilen herkes tarafından okunup anlaşılacak
sadeliktedir. Beş asırdanberi Anadolunun en ücrâ köşelerine kadar girmesi ve
elden düşmemesi, onun dil husûsiyeti, Türkçe oluşu ile de ilgilidir. Müellifin,
aile ismi olan Kâtipzâde yerine, Yazıcı-oğlu Türkçe ifâdesini seçmesi, eserin
dili hakkında fikir vermeye kâfidir.
Envâru’l-Aşıkîn, 15. yüzyıldan beri, Türk halkı arasında, en çok
okunan, halka dînî - ahlâkî terbiye ve kültür veren kitaplardan biridir.
Bugün de bu böyledir. Her zaman aranmakta ve elden ele gezmektedir.
Halk üzerindeki beş asırlık tesiri devam etmektedir. (*)
( *) Giriş kısmında müracaat edilen kaynaklar
şunlardır:
(1) Türk
Ansiklopedisi C. 1 (A) harfi.
(2) İslâm
Ansiklopedisi C. 1, S. 181 — 182.
(3) Osmanlı
Müellifleri. Bursa’lı M. Tahir Ef. C. 1, S. 32.
(4) Meydan
Larus C. 1, S. 170; C. 5, S. 494; C. 2, S. 646.
(5) Keşfiz
- zunûn, Kâtip Çelebi, C. 2, S. 1746.
(6) Çantay
Terc. C. 3, S. 752, Not. 46.
(7) Ö. N.
Bilmen Tefsiri, C, 5, S. 2429.
(8) Tefsir
Dersleri. Mehmed Sofuoğlu, C. 2, S. 6 — 7.
(9) Hadis
Usûlü. H. Karaman, S. 113 — 125.
(10) Resimli Türk Edebiyatı Tarihi. N. Sami
Banarlı. İst.
Fasikül: 4. S. 285 — 286.
BU, ENVÂRU'L — ÂŞIKÎN KİTABIDIR
Bismillâhirrahmânirrahîm
(Esirgeyen, Bağışlayan Allahın adıyle)
En üstün ilâhî
delillerle, zâtında ve işlerinde «BİR» olduğunu «TEVHİD» le tespit eden
kâinatın hükümdarı Allaha hamd olsun.
O, çeşitli
ilâhı deliller ve kemâlâtın en yücesi ile kendini emsâlsiz kıldı ve her şeye
sinmiş varlığının bilinmesini diledi. (1)
Bundan sonra
mahlûkatı yarattı ve onlara, sonsuz varlık delilleri ile, kendini bulma ve
bilme imkânı verdi.
Bedenler,
ruhlar, akıllar ve nefislerle şeriatlar ve hakikatlar içindeki yücelikler,
bunların hepsinin en güzel şekilleri ile meydana gelişleri, Allahın sarsılmaz
delilidir.
Tâ ki, Onun
bütün lûtfunun rahmeti, sonsuz keremi ile âlemlere yetişsin ve herkes onun
noksansız- lıklarını yekinen görmüş olsun.
Muhammed Mustafâ (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hazretlerine,
âlemlere «Beşîr» ve «Nezîr" olsun diye en açık işâretlerle kitabı
(Kur’anı) indiren; hidâyet etmek için en anlaşılır ilâhî metinlerle kullarına
beyân, Bedi’ ve meânîyi (her türlü
(1) Kemâl:
Allah için, bütün noksanlıklardan uzak ve hâriç olmayı, insanlar için de,
beşer ölçüsünde olgunluğu ve mükemmelliği ifade eder.
26
manâyı)
bildiren Allah Teâlâ’ya gene minnet borçluyuz.. (2)
İnsanları, en yüce müşâhedelerle, mukaddes zatının ilâhî katına
hidâyet etti ve onları nefis mücâdeleleri ile de kendi nûr âlemine irşâd
eyledi. (3)
Peygamber efendimize mu'cizeler göstererek, gayb- dan bilgiler
vahyetti ve rahmet etmek için onu insanlara davetçi kıldı. (4)
O da bütün mahlûkatı Allah Teâlâ'ya davet etti. Bütün insanlar
dalâlet (sapıklık) içinde kalmış iken, en büyük hidâyetle, İslâm kandilini
yakıp onlara doğru yolu gösterdi.
Allah da, Arasât’da en büyük tecellî ile Cemâlini
(2) Beşîr:
Müjdeliyici, Nezir de, korkutucu demektir.
Kur’anı Kerim’de, peygamberler için bu tabirler
kullanılmıştır. Allah’a bağlı kimselere iyilikleri müjdeleyen; Allah’dan yüz
çevirenlere de O’nun azabını haber veren yüce şahsiyetler, Allah'ın sevgili
kulları peygamberler demektir. Beyân, Bedi ve Meâni belâ- gât san’atıdır.
Burada ilâhî san'atı ifâde etmektedir ki, Kur’an bunun örnekleri ile doludur.
Bu âlem, en güzel ilâhî san’atın eseridir.
(3) Hidâyet:
İnsanlara doğru yolu göstermek; îrşâd da,
ilâhî gayeyi işaret etmek ve onlara bu yolda
rehber olmaktır.
(4) Mu'cize:
Dâvalarını ispat için peygamberlere, Allah
tarafından verilen ve insanların gücünü aşan
üstün hadisedir. Hz. Mûsâ’nın Asâ,sı, Hz. îsâ’nın tıbbî müdâhaleleri ve
Peygamberimizin Kur’an mu'cizesi gibi. Vahiy: Allah Teâlânın emir ve
yasaklarını, ilâhî kanunu, peygamberlerine bildirme yollarıdır. Çeşitli şe killeri
Kur'an ve Hadîs’te bildirilmiştir.
27
keşf için, peygamberinin diğerlerine üstünlüğünü diledi. (5)
Kullarına da Naîym Cennetler ve Cennet bahçeleri ile Adn Cennetini
verdi. (6) Müminleri Cennette sonsuz güzelliklerle ebedî kıldı. Hem bizim
ölümümüz hayattır (Ebedî âlemde yaşamaktır). Namazımız duâ ve niyazdır,
peygamberimize en şerefli selâmdır. Selâmın en güzeli onun değerli ailesi ve
Ashabı üzerine olsun.
Bunlardan sonra bilinmesi gerekli husus şudur:
Şanı yüce olan Allah Teâlâ önce en büyük rûh ve birlik sırrı olan
Muhammed (aleyhisselâm) hazretlerini
yarattı. Böylece yüce ve ilâhî âlemde bir cevher meydana geldi. Ondan sonra
sırası ile diğer ruhları yarattı ve onları, bilinmeyen hakikatleri öğrenmek
için, ilâhî vahyin sırrına davet etti. Sonra da, kâinatın ilâhî çizgileri
belli olsun diye, temâşa sûretile varlık âleminin hakikatlerini bildirdi.
Bundan sonra, ilâhî cemâlini müşâhedeye davet etti. Ona kavuştular ki, ilim ve
hikmet mertebesine erdiler ve şöyle dediler:
—«Yalnız Allah vardır, başka Tanrı yoktur» Ondan sonra Allah Teâlâ
onların bedenlerini Tûr, ruhlarını Kitab-ı Mestûr, nefislerini Rakk-ı Menşur,
gönüllerini
(5) Arasât:
İnsanların kabirlerinden kalkıp huzura çıka
cakları yer, Meydan, Mahşer yeri. Ehl-i
Sünnetin gö rüşüne göre müminler burada Allah’ı niteliksiz olarak
göreceklerdir .
(6) Naiym
ve Adn, Allah’ın, müminere vaadettiği cen
netlerin adlarıdır. Kur'anda bu cennetler,
vasıfları ile birlikte anlatılmıştır.
28
Beyt-i Ma’mûr, akıllarını Sakfı Merfû ve ilimlerini Bahr-i Mescûr
misâli kıldı. (7)
Bundan sonra onlara ilâhi hakikatlerini gösterdi, açtı. Kendilerini
fâni kılıp beşerî perdelerini kaldırarak, hakikat âleminde ebedîleştirdi.
«Ne mutlu onlara! (Nihayet) dönüp gidilecek güzel yurd da
(onların). Ancak selîm» akılların sâhibidir ki, iyice düşünüp (idrâk eder)» (8)
(7) Burada
«Et - Tûr» Sûresinin (1 - 6) âyetlerine işaret
edilmektedir. Bu âyetlerin mânâları şöyledir:
«And olsun (Tûr)’a, Neşredilmiş kâğıt (lar) içinde yazılı kitaba, Ma’mûr eve,
yükseltilmiş tavana, Dolan denize...» Tûr, Hz. Mûsâ (aleyhisselâm) ’a ilâhî
vahyin geldiği dağ, yazılı kitap Kur’andır. Beyt-i Ma’mûr, Kâbedir. Yahut
Kabe'nin üstüne gelen ve meleklerin ibâdet ettikleri ve tavâfta bulundukları
ilâhî bir makamdır. Veya Kabe'nin tepesine düşen 4. kat göktür. Yükseltilmiş
tavan: Semâ, Gökyüzüdür. Dolan deniz okyanustur. (Çantay Terc. C. 3, S. 941.)
Bu açıklamadan sonra yukarıdaki cümlenin mânâsı şöyledir: «Allah, onların
bedenlerini ilâhî tecellilerin belirdiği Tûr dağı, ruhlarını yazılı kitapla, Kur'anla
dolu hazine, nefislerini yazı yazılmış ince deri, gönüllerini ilâhi birliğin
muhteşem yurdu, akıllarını yüksek bir kubbe ve ilimlerini dolup - taşan engin
bir deniz misali kıldı. Beden, ruh, nefis, akıl ve ilmin vasıflarının nasıl olmasının
ve ne olduğunun bilinmesi yanında şunu da anlamak mümkündür: İnsan Tûr dağı
gibi vahiyle yüklüdür ve ilâhî tecellî yeridir. Kur’an insanlığın rehberidir.
Akıl kâinat kubbesi içinde hareket eder. Gönül birlik sırrının yurdudur. İnsan
rûhu çok ince ve narindir. İlim okyanus gibi engin ve sonsuzdur. Hepsi ilâhî
varlığın kudret eseridir.
(8) Ra’d
Sûresi, âyet: 19, 29.
29
Böylece onlar dünyâ ve ahirette kemâl ve olgunluk mertebesine
erdiler. Bu kemâl ve olgunlukla birlikte, her iki âlemde, dünya ve Ahirette
zâhir ve bâtın (görünen ve görünmeyen) ne varsa, Hz. Peygamber efendimiz
Muhammed Mustafa (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in sebebi ile var oldu. (9)
Allahın rahmet ve selâmeti onun üzerine olsun.
(9) (salla’llâhü
aleyhi ve sellem): (Sallellâhü aleyhi ve Sellem) demektir ki, (Allah’ın rahmet
ve selâmeti onun, Muhammed (aleyhisselâm) 'ın üzerine olsun) mânâsına gelir. (aleyhisselâm)
da: (Aleyhisselâm) demektir.
Peygamberler ve melekler için kullanılır. (Allah'ın selâmı - selâmeti onun üzerine
olsun) mânâsına gelir. Bunların her ikisi de dua yerinde kullanılır. Bizim
peygamberimiz, bu duâların kendisi için, anıldığı zaman mutlaka söylenmesini istemiştir
ki, bu Allah'ın isteğidir.
1. KİTAB'IN YAZILMA SEBEBİ
Evvelâ bu ulu kitabı ve güzel hitabı toplayıp terce- me edenin
Yazıcı-oğlu Ahmed Bicân olduğu bilinmelidir. İşte bu kitabı topladığı için Hak
taâlâ ona rahmet etsin. Şunun üzerine ki o, ariflerin gayesi ve erenlerin
nihâyetidir. Allaha hamd olsun bu kitap, Rasûlûllahın yüce devlet ve saâdetinde
Gelibolu da tamam oldu. Allahım! Onu âlemlere rahmet kıldın, onun kemâli hakkı
için beni onun şefâatinden mahrûm etme! Beni onun ayağının nûruna bağışla!
Bütün müminlerle birlikte benim ebeveynim ve evlâdlarımı onun yanında yakın ve
muhterem eyle!
İkinci sebep şudur:
Benim bir kardeşim vardı. Âlim, arif, fâzıl, kâmil (olgun), Tanrı
taâlâ hazretlerinin has kulu, erenlerin ileri geleni ve cihânın kutbu Şeyh
Hacı Bayram Velînin sırdaşı idi. Ben miskîn ve Derviş Ahmed Bîcân her zaman
ona derdim ki:
—Ey gözlerimin nûru kardeşim! Dünyanın bekâsı ve Rüzgârın vefası
yoktur. Bir yadigâr düz (bir kitap yaz) ki, bütün âlemde okunsun!
Benim sözümle o da «Magârib'üz-Zamân» (Zamânın Grûbları) adlı bir
kitap yazdı. Alemlerde zâhir-bâtın ne türlü tefsir ve tahkik (inceleme ve
araştırma) varsa, Elhasıl on iki ilmin sonuçlarını onda bir yere topladı.
32
Ondan sonra bana şöyle dedi:
—Ey Ahmed Bîcân! İşte ben senin sözünle, bütün aını şeriat ve
hakîkatla ilgili bilgilerini bir yere topladım. Şimdi sen de gel,
«Magârib’üz-Zamân" adlı bu kitabı Türk diline terceme et. Tâ ki bu bizim
ilin insanları mânâ bilgilerinden ve ilmin nurlarından fayda görsünler.
Ben miskin de adı «Envâr’ul-Âşıkîn (Âşıkların nurları) olan bu
kitabı, onun mübârek sözü ile, Gelibolu da tamamladım.
Şimdi benim «Envâr’ul-Âşıkîn» im ve kardeşimin nazım olarak (şiir
şeklinde) yazdığı «Muhammediyye» adlı kitabı; ikisi de Megâribü’z-zaman’dan,
batıdan çıkmıştır. Sanki Okyanus taşıp iki yandan aktı! Ne kadar cevheri varsa
ortaya çıktı.
Eğer gizli inci istersen Envâr’ul-Aşıkîn’i oku. Eğer Ahiret sevabı
istersen Muhammediyye’yi oku.
Allaha hamd olsun biz iki kardeş bu iki kitabı yazdık. Bu yolda
çok zahmetler çektik. Tâ ki aşıkların ruhları bu kitaplarla neş'e bulup şerefe
ersin ve: «Yazıcı- oğullarına rahmet olsun» diye hayırla yâdetsinler!
Tenbîh (uyarma):
Ey ilâhî sırlara ermek isteyen kimse! Bu kitap, Kudsi Hadis,
Mukaddes vahıy ve esrâr ilminden ilâhî sırdır, ve Nurlar âleminin nûrundan
Allahın nûrudur. (10).
Kudsî Hadisleri ve sözleri bir araya toplamada Allah Teâlâ bana yardım
edince; Hak taâlânın peygamber-
(10) Kudsî Hadîs: Mânâsı Allah’tan, sözü Peygamber
Efendimizden olan sözdür. Onun için bu tip Hadîs’e başlarken: «Allah Teâlâ
buyurdu» denir.
33
lerine hitaplarını zikrettim, saf ve temiz kullarına beyan ettiği
sözlerini burada topladım.
Bununla beraber büyük âlimler ilmin derecelerini, ariflere ait mânâ
bilgilerini beyan ettiler. Amma bu meydanda hiç kimse görünmedi ve bu burçlarda
kimse göz gezdirmedi. Bilakis maksada uygun delil getirmek ve murakabeye dalmak
için kemâl ve olgunluk istemekle yetindiler.
Ben miskin Ahmed Bicân öyle şeyden bahsettim ki, ve Acem bunun
benzeri kitabı düzmediler. Zira onlar bazı hükümler, yalan - yanlış sözler ve
hikâyeler naklettiler.
Ben miskin bütün kudsî hadisleri ve sözleri naklettim. Tevratda,
Zebûrda, İncilde, Kur’an'da ne kadar ilâhî hitap (söz) varsa diğer
peygamberlerin sahifelerinde ne kadar Allah kelâmı mevcutsa; ilâhi âlemlere,
Mahşer günü olan Arasât’a döneceğimiz yer olan Ahirete ve ebedî olan cennetlere
varıncaya kadar; ne türlü beyan varsa hepsini bu kitapta topladım:
— «Allah dilekleri
yerine getirir, her hükmü verir ve herşeyin sebebini de takdir edip yaratır»
ve:
«Allah kimi dilerse ona sayısız rızık verir» (11)
Kitabın yazılmasının üçüncü sebebi de şudur:
Allahın kullarından dindar bir cemaat bana gelerek:
— Bu zamanda bilgisizlik ve taklitçilik son derece çoğaldı.
İnsanların bir kısmı boş şeylerle meşgul olup:
— «Ben şeriata ve dine
uygun hareket ediyorum» demekte;
(11) Bakara
Sûresi, âyet: 212.
34
Bazıları da başka şeylerle meşgul olarak;
— «Ben muakkıkım,
araştırıcıyım» demek sûretile ayrı hareket etmektedirler.
Bunlar, şeriat ve hakikatin hüküm ve delillerini terk edip din'le
mezhep (kendi görüşleri) arasındaki farka dikkat etmeden:
— «İnsanların her kısmı
su içecekleri yeri iyice belledi...» (12) dediler.
Böylece kendileri azdılar ve halkı da hak yoldan azıttılar.
Hayaller peşinde koşmakla hakikatlardan mahrum kaldılar.
Bu itibarla bir kitabın yazılması ve onda yolunu şaşıranlara
peygamberlerin durumları ile şeriatın zâhir hükümlerinin beyan olunması,
araştırıcı ariflere keşf- olunan hakikat ve beyanların gizli taraflarının
mutlaka açıklanması gerekli oldu dediler.
Bunun üzerine ben özür beyan ettim ve:
— «Bu çok büyük ve zor
bir iştir, Allah kolaylık versin» dedim.
Ben zayıf Ahmed Bicân gördüm ki, zâhir ve bâtın ilimlerinde, zâhir
ve bâtın âlimleri bir çok kitaplar yazmışlar. Amma o kitapların kimi Arab
dilinde, kimi de Acem dilinde idi. Herkes onları okuyup istediği gibi güzelce
mânasını çıkaramazdı. O ibâre ve metinleri, ancak ehli yani dili bilenler
anlayabilirdi.
Bu miskin, zâhir ve bâtın ilimlerinde, Türk dilinde bir kitap
yazmak istedi ki, bizim ülkenin insanları da o ilimlerden faydalanıp âlimlerden
ve âriflerden olsunlar. Gönüllerine ve itikatlarına şeriat ve hakikat emrini
tutmak müslümanlık kaydını bilmek ve marifet
(12) A'râf Sûresi. âyet: 160.
hâsıl etmek
düşsün. Farz-ı ayın olan ilimlerde din âlimleri ihtilâf ettiler
Kelâmcılar:
— Asıl ilim, Hakk Teâlâ'nın zâtını ve sıfatlarını delil ile bilmektir
derler.
Fukahâ (Fıkıh ve hukuk âlimleri):
— Asıl ilim Fıkıhtır. Zira Helali, haramı, Farzı, Vacibi, Sünneti,
emir ve nehyi (yasağı) bilmek fıkıhla olur derler.
Müfessirlerle Hadisciler de:
— Asıl ilim, Kur'anın tefsirini ve Hadis’in mânâsını bilmektir.
Zira bütün ilimler Kur’an ile Hadis’den çıkmıştır. Öyle ise asıl ilim Kur’an
ile Hadistir, derler.
Sofiler:
— Asıl ilim, kişinin kendi hâlini ve makamını bilmesidir. Hakka ne
ile yakın olunur ve ne ile Hak’dan ırak düşülür? Onu bilmektir, derler.
İmam-ı A’zam Ebû Hanife de.
— Sofilerin ilim diye ileri sürdükleri asıl ilim ise ben biçâre bu
ilimlerin herbirinden nakilde bulundum. Tâ ki ilim peşinde koşan kimse çeşitli
ilimlerden faydalansın; der.
Bilmek gerektir ki ilmin ve amelin zahiri ve bâtını vardır. Bazı
ayet ve hadisler, zâhiri itibârile söylenmiş, bazıları da bâtını itibârile
söylenmiştir.
Zâhir olan fetvâ yeridir. Bâtın olanı ise takvâ, ileri kulluk
dayanağıdır.
Akıl ve anlayışları bazı şeyleri anlamaktan âciz bir kısım
kimseler, inanışlarına zararlı olacak şekilde, Peygamberlerin ve Velîlerin ilim
ve keşiflerini inkâr ederler.
36
Amma akıl ve anlayış sahibi olanlar. Her ayet ve ha- disden maksat
ne ise onu bilirler; zâhir ve bâtın ilimlerinden fayda görürler ve kemâl bulup
cemâle ererler.
Bu itibarla ilim öğrenmek vaciptir, herkes için gereklidir. Zira
ilimsiz ibâdet değme halde fesâd’dan kurtulamaz.
Şimdi, sırrıma şöyle zâhir oldu:
Şeyhlerin sultanı, dünya ve ahiretin mürşidi, hakikati arayanların
kutbu, Allaha yakın olanların en olgunu, insanların irşâdcısı Hacı Bayram Velî
hazretleri beni sır sâhibi kıldı. Şunun için ki, Peygamberlerin hallerinin
zâhirine uygun beyan olunsun ve velîlerin gizli makamlarına uygun açıklamalar
yapılsın. Hem de, tefsir ile tahkik arasında tatbiki mümkün olsun. Evvelkilerin
de sonrakilerin de ilmi burada araştırılıp incelensin.
Hal böyle olunca, bu kitapta hakikat ve şeriat incilerini saçtım
ve dizdim. Böylece o, nûr üstüne nûr, sü- rûr üstüne sürûr oldu. Bu kitabı,
gönlümün nûru, gözümün gözü ve rûhumun ruhu kıldım.
Hak taâlâ hazretlerinden dilerim ki bu kitabı, dünyâda yüce
kılsın, Ahirette bana, yazana ve okuyana şefaatçi eylesin. Cennette de yoldaş
etsin.
Bu kitaba «Envâr’ul-Âşıkîn» diye ad koydum. Çünkü bunda bütün
zâhir ve bâtın nurları toplandı.
Bu kitabı, beş vakit namaza işaret olsun diye, beş bâb (beş büyük
bölüm) üzerine kurdum:
BİRİNCİ BÖLÜM: Mevcudatın (varlıkların) Tertib ve nizamı.
31
İKİNCİ BÖLÜM: Allah Teâlâ’nın yüce peygamberlere ilâhi hitapları.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM. Melâike-i Kirâm.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM:
Allah Teâlâ’nın kıyâmet günündeki ilâhî hitapları.
BEŞİNCİ BÖLÜM:
Yüce makamda Allah Teâlâ’nın kelimeleri.
Doğruya ve
iyiye götüren Allahtır. Geliş ondandır, dönüş de gene onadır.
III. BİRİNCİ BÖLÜM
1. MEVCÛDÂTIN (VARLIKLARIN) TERTİB VE
NİZAMI
Nebiy (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
—(Allah Teâlâ’nın
onsekizbin âlemi vardır. Sizin dünyanız onlardan bir âlemdir).
Şimdi ey
Allahın ilâhî nurundan dolayı hayret içinde kalacak ve ilâhî güzelliğini görüp
seyre dalacak kimse!
Bilmek gerektir
ki, Hakk Teâlâ herşeyden evvel vardır, başlangıcı yoktur. Herşeyden sonra gene
var olacaktır, sonu yoktur.
Herşeyin sonu
vardır. O bakîdir, varlığının sonu yoktur. Her şeyde görünür yani herşeyin
üstündedir. Varlığın ondan başlaması yönünden evvel, onda sona ermesi yönünden
gene sondur. Kâinâtın görünen her yerinde sıfatları ile zâhir, görünmeyen esas
cevherinde ise zâtı ile gizlidir.
Bilinmelidir ki
varlığın iki yönü vardır. Biri esas varlıktır. O Hakkın kendisidir. Varlıklara
nisbet etmekten ve eşya arasında belirlemekten uzaktır. Vardır demek yalnız,
varlığını anlatmak içindir.
40
İkinci yön ise Allahın Âlim olmasıdır. O herşeyi bilir ve bütün
varlıkları kuşatmıştır. Kendi zatını ve zâtının gerekli kıldığı her şeyi
bilir.
Böyle olunca Hak ile yaratılan varlıklar arasında ilâhî yardımdan
başka nisbet, ilgi yoktur.
Varlıklar için bilmediğini bilmekten ulu hicâp yoktur. Varlığın
birinci yönüne göre:
— «Onun (benzeri olmak
şöyle dursun) benzeri gibisi (dahi) yoktur» (13)
İkinci yönüne göre ise:
— «O, hakkıyle işiten,
kemâliyle görendir» (14)
Muhtaç olmayışı kendindendir. Yani bütün varlıklardan beri
bulunması varlıklıkla ve ebedî oluşunda hiç kimseye muhtaç değildir. Bilâkis,
hiç birşey Allahın dışında var olmaz demektir.
Varlıkların da iki yönü vardır.
1) Yaratılanlar,
kendilerine göre yoktur, birşey değillerdir.
2) Allaha göre, Allahın
yaratması ile vardır.
Şeyh İmam Gazâlî (Allah sırrını yüce kılsın) «Muhabbet» adlı
eserinde şöyle der:
— Eğer Allahın lûtuf ve ihsanı insanlara ulaşmasa idi. Onun yaratmasından
sonra yok olurlardı.
Bu itibarla Hakk Teâlâ kendi kendine vardır. Ondan başkaları onun
yaratması ile var olmuştur.
Muhakkak ilâhî delil ile sâbit olmuştur ki, Allahdan başka bâkî ve
ezelî varlık yoktur. Başkaları onun yaratması ile vardır.
(13) Şûra
Sûresi, âyet: 11.
(14) Şûra
Sûresi, âyet: 11,
41
Peygamberimiz (aleyhisselâm) şöyle buyurdu:
— Hakk Teâlâ hazretleri bir kulunu sevdiği zaman onu kendisine âşık
kılar. Şeriat ve hakikat yolundan ayırmaz. O kul da güzel sıfatlar ve temiz
ahlâkla bezenir. Öyle olunca o kimseye ilâhi âlemin sırrı açılır ve ilâhi
kutsallık ona tecelli eder, görünür. Böylece meleklerin cevherleri,
peygamberlerin ve velîlerin ruhları güzel şekillerle ona zâhir olur. Onların
vasıtası ile bazı hakikatlar görünür. Misâl âlemini, insanın hakikatini ve
ruhlar âlemini müşahede eder. Böyle olunca da Hakk Teâlâ zatı ile bilinir.
Tanrı taâla hazretleri bu halkı iki kısım üzerine yarattı:
1) Allaha varmak
isteyenlerdir. Fakat onlar bilgilerinde kemâlden mahrumdurlar. Onların akılları
sapıklık içinde şaşkın ve ruhları cehâlet çölünde müte- reddiddir.
2) Gönül insanlarıdır.
Muhakkak onlar, nur sahasına dalmışlar, kıyamet meydanında nida etmişler ve
akılları ebedî hayranlık içinde ilâhi yücelik kapısında durmuşlardır. Böylece Allah
Teâlâ kendi nûrû ile tecelli etti. Onlar da Allahtan başka herşeyden yüz
çevirdiler, Allahın dışında hiçbir şeye iltifat etmediler.
Allah Teâlâ, Peygamberinin ağzından şöyle buyurdu:
— Ben, yere ve göğe sığmadım. Fakat mümin kulumun kalbine sığdım.
Yani, tecelli ile onun gönlüne sığdım demektir.
Şems-i Tebrizi (Allahın rahmeti üzerine olsun) şöyle demiştir.
— Hakk Teâlânın tecellî etmekle sızdığı gönül, Ra- sülûllah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem)'in gönlüdür. Hakk Teâlâ insanın gönlü
nü, bütün varlıklardan geniş yapınca, ona Hak’dan başka kimse
sığmaz.
Şüphe yok ki insanın gönlüne hâsıl olan bu ilâhi tecelli, Allahın
sıfatlarını ve isimlerini zikretmekten ileri gelmiştir. En üstün ibâdet zikir
olmuştur. Nitekim Hakk Teâlâ buyurur:
— «Şüphesiz Allah Teâlâ'yı zikretmek, en büyük ibadettir».
Hz. Ali (radiyallâhu anh) münâcâtında (Allaha yakarışında) şöyle
der:
— Ey Rabbim! Sana kul olmak, senin iyiliğin ve şeref olarak bana
yeter. Rabbim olman da bana övünmek için yeter.
İmam Gazâlî (Allahın rahmeti üzerine olsun) şöyle demiştir:
— Allaha kavuşmaktan başka yerde kurtuluş yoktur. Muhabbet ve
marifet ancak sevgiliyi zikretmekle hâsıl olur. Muhabbet, mânevi lezzet içinde
yok olmaktır. Marifet ise hayret içinde müşâhede etmektir.
Şeriat âlimleri yanında Hakk Teâlâ’nın kulunu sevmesi mecâzdır,
rahmetinden ibarettir. Kulun Allahı sevmesi de, ona ibâdet etmekten ibarettir.
Amma hakikat ehli yanında, Hakk Teâlâ’nın kulunu sevmesi, kendine
yakın etmesidir. Dünya sevgisinden gönlünü temizlemesi ve gönlünden perdelerini
gidermesidir. Kulun, Allah Teâlâ hazretlerini sevmesi işte bu yüceliklere
meyl etmesidir.
Ebû Tâlib-i Mekkî (Allah ona rahmet etsin) şöyle der:
— Bütün makamlar ancak muhabbetle hâsıl olur. Bu makamlarla ilgili
şeylerin yok olması, muhabbet
43
olunca, zarar etmez. Bir kimsenin muhabbeti yok olsa ona makam
fayda vermez.
Ebû Bekir (radiyallâhu anh) hazretleri şöyle demiştir:
— Kim Allahın İlâhi sevgisinden bir nebze tadarsa, artık dünyaya
ait işlerden ve ailesinden yüz çevirir ve onun sevgisi ile meşgul olur. Öyle
ise, Hakkı isteyen kimseye, Mâsivâdan (Allahın dışındaki alâkalardan) kendini
alıkoyması gerekir. Zira gönül, güzellikte ayna gibidir. Müminin gönlü Arş ve
Kürsî ile perdelenmez. (15) Bilâkis bu perdelerden Allahın İlâhî güzelliğini
seyreder. Onlar bu seyre mani olmaz. Gönül, Hakkın ma'- rifetine bir taht ve
Allahın yüce Arşı olursa, onun sevgisine lâyık en şerefli bir yer olmuştur.
Öyle ise nasıl Hakk Teâlânın tecellî ettiği, yüceliklerinin göründüğü yer
olmaz?
Bâyezid-i Bistami (Allahın rahmeti üzerine olsun) şöyle demiştir:
— Hakk Teâlâ gönül genişliği ile ilgili şu haberi verdi ve: «Eğer
arş ve yüzbin âlem ârif ve velî kimsenin gönlüne konsa haberi olmaz» buyurdu.
Cüneyd-i Bağdadî (Allahın rahmeti üzerine olsun) bu manada şöyle
der:
— Yaratılmış olan (insan) eğer ezelî olan Allaha yaklaşsa ondan
eser kalmaz. Şüphesiz Hakk Teâlâ bir kimsede, o kulun istidadına göre tecellî
eder O zaman kulun kalbinde dehşet hâsıl olur ve ruhuna hayret düşer. O da,
Allahın dışındaki bütün şeylerden yüz çevirir. Dilinde ve aklında Allahdan
başka bir şey kalmaz.
(15) Arş: 9. kat göktür, Kürsî de, Arş’ın altında
Levh-i Mahfûz'un bulunduğu yerdir. Bunların ikisi de Allah’ın yüce
makamlarıdır.
44
İmam Fahr-i Râzî şöyle der:
— (Lâilâhe illellâh) halkın tevhidi, (Lâ Hüve illâ Hû) ise okumuş
kimselerin tevhididir. Öyle ise (Lâ Hüve illâ Hû) zikrin en üstünüdür.
Nakledildiğine göre Hakk Teâlânn dört bin ismi vardır. Binbiri
Kur'anda, bini Tevratta, bini de İncildedir. Amma bunların doksan dokuzu meşhur
olanlarıdır. O isimlerin kimi zatının, kimi fiillerinin, kimi de sıfatlarının
ismidir. Bilmek gerektir ki, bütün ilimlerden maksat, Allah Teâlâ’yı bilmek ve
tanımaktır.
Anlaşılan şudur ki, bütün âlemi yaratan birdir ve herşeyi,
birliğine delil olsun diye, Allah Teâlâ hazretleri çifte olarak yaratmıştır.
Meselâ: Arş ile Kürsîyi, İnsan ile Cinni, Cennet ile Cehennemi,
gece ile gündüzü, kara ile denizi, levh ile kalemi, kavuşmakla ayrılığı, hayır
ile şerri, fayda ile zararı, ölüm ile hayatı ve aydınlık ile karanlığı ve daha
ne varsa hepsini çift yaratmıştır.
Beyit:
— Her şeyde «BİR» olan Allaha delâlet eden bir delil vardır.
2. MEVCÛDÂTIN TERTİBİ İLE
İLGİLİ BÖLÜM
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Allahın yarattığı ilk şey akıldır.
Ey ilâhî sırları öğrenmek isteyen kimse! Hakk Teâlâ aklı yarattı
ve:
— Gel dedi, geldi. Git dedi, gitti. Söyle dedi, söyledi. Sus dedi,
sustu.
45
Hakk Teâlâ buyurdu:
— Şanım hakkı için, kendime senden sevgili kul yaratmadım ve sana
sabırdan üstün bir şey vermedim.
Nakledildiğine göre Hz. Ali (radiyallâhu anh) şöyle demiştir:
— Allah Teâlâ aklı gizli nurdan yarattı. Evvelâ o mahzun idi. Sâbık
ilminde açığa çıkarılmasını diledi. Allah ilmi aklın kendinde koydu. Anlayışı
ruhunda koydu. Zühd ve takvâyı başında koydu. Hayayı (arı) gözlerinde koydu.
Hikmeti dilinde koydu. Hayrı kulağında koydu. Şefkati kalbinde koydu. Rahmeti
himmetinde koydu. Sabrı içinde, gönlünde koydu.
Allah bu şekil yücelikle aklı süsledi. Aklın nûru rû- hânidir.
Makamı gönüldedir. Sırrın yanında bulunur. Meyli devamlı yüceyedir. Fakat aklın
kendiliğinden yüceye meyli yoktur. Zaman olur dünyâya döner, zaman olur
Ahirete yönelir.
Nakledildiğine göre Allah Teâlâ akla hitap edip şöyle buyurmuştur:
— O göğe bak.
Akıl da baktı ve çok hoş bir şey gördü.
Akıl:
— Sen kimsin? dedi.
O güzel şey:
— Ben o şeyim ki, sen bensiz olamazsın, dedi.
Akıl:
— Senin adın nedir? dedi.
O:
— Ben Tevfikim, Allahın yardımıyım diye cevap verdi.
Nakledildiğine göre İbâde bin Sâmid şöyle demiştir:
— Hak taâlâ kalemi yarattı ve şöyle buyurdu:
— Ey kalem yaz? dedi.
Kalem:
— Ey Rabbim! ne yazayım? dedi.
Hakk Teâlâ:
— Ne olmuş ve ne olacaksa onları yaz! buyurdu.
Kalem de yazdı.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
— Hakk Teâlâ evvela kalemi bir cevherden yarattı, uzunluğu beşyüz
senelik yoldur ve yüz boğumu vardır. Ucu ikiye ayrılmıştır, yarıktır. İçinden
nur çıkar. Nitekim dünyâ kaleminden mürekkep çıkar. Başı Arşda bağlıdır. Bir
meleğin elindedir. Söylediklerine göre yazdığı her harfin büyüklüğü Kaf dağı
kadardır. (15)
Nakledildiğine göre İbni Abbâs (radiyallâhu anh) şöyle demiştir:
— Hakk Teâlâ Levh-i mahfuzu yarattı Kıyâmete kadar olmuş olacak ne
varsa hepsini onda tesbit ve hıfz etti. Levhi Mahfuz ak incidendir. Etrafı
kızıl yakut- dandır. Her gün üçyüzaltmış renge girer. (16)
Bazıları Levh iki türlüdür, dediler:
1) Üst ve yüce Levh,
2) Alt ve aşağı Levh.
İbni Abbâs (r.A.) der ki:
(15) Kalem:
Kur'an-ı Kerim'de (Nun) ve (Alak) sûrelerinde kalemden bahsedilmiştir. Kalem,
maddî ve manevi her türlü bilginin tespit vasıtasıdır. Buradaki kalem. Levh-i
Mahfûza Allah'ın kelimelerini yazan ilâhı kalemdir ki, mahiyetini Hakk Teâlâ
bilir.
(16) Levh-ı
Mahfuz: Arş'ın altında, kûrsî denilen ilâhî ma
kamda bulunan ve üzerine ilâhî sırların ve
ilâhî ilmin yazılmış olduğu kudsî ve manevî Levhanın (tahtanın) adıdır.
47
— Kalem, Levh- Mahfuz’a şunu yazdı: Benden başka Tanrı yoktur.
Muhammet benim Rasûlümdür. Kim benim verdiğim hükme râzi olur, belâlarıma
sabreder ve nimetlerime şükrederse ben onu bana yakın kullardan yazarım ve
kıyamet gününde yakın dostlarımla haşrederim. Kim de benim verdiğim hükme razı
olmaz, belâlarıma sabretmez ve nimetlerime şükretmezse o, kendine başka Tanrı
arasın.
Hz. Peygamberimiz (aleyhisselâm) buyurdu ki:
- Hakk Teâlâ kalemi yaratığında: «Yaz!» diye buyurdu.
Kalem:
— Ey Rabbim! Ne yazayım? dedi.
Hakk Teâlâ da:
— Şefaati Peygamberlere, kerâmeti velilere, ilâhi sevgiyi takvâ
sahiplerine (Allahdan sakınanlara) ve Cenneti cömert kimselere yaz, buyurdu.
Kalem:
— Ey Rabbim! Dervişler için ne yazayım? dedi.
Allah Teâlâ:
— Onlar benimdir, ben onlarla beraberim. Aramızda hiç bir perde ve
vasıta yoktur, buyurdu.
Hazinet'ül-Ulemâ da Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’ın
şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
— Hakk Teâlâ kaleme: (Bismillâhirrahmanirrahim)'i yaz! buyurdu.
Kalem de (Bismillâh)’ın (Bâ)'sını yazdı. (Bâ) dan bir nur çıktı. Arşdan ferş’e
kadar bütün ilâhi âlemi aydınlattı.
Kalem:
— Ey Rabbim! Bu ne biçim bir (Bâ) dır ki, bu şekilde nur çıktı?
diye sordu.
48
— Bu, Muhammed ümmeti için benim keremimin nurudur, buyurdu.
Sonra kalem (Sîn) harfini yazdı. (Sîn) den üç nur çıktı. Yani her
dişinden bir nur çıkmış oldu. Birisi uçtu, Arş'a gitti. Birisi Kürsî’ye gitti.
Birisi de Cennete gitti.
Kalem.
— Ey Rabbim! Bunlar nasıl nurlardır? dedi.
Hakk Teâlâ:
— Muhammed ümmetini üç bölüme ayırdım:
1) Hayra koşanlardır.
Yani içi dışından üstün olanlardır.
2) İçi ile dışı beraber
olanlardır.
3) Nefsine
zulmedenlerdir ki, zâhiri bâtınından, dışı içinden üstün olandır.
Arşa uçup giden nur ilk bölüğün nûrudur. Uçup Kûrsî'ye giden nûr,
ikinci bölüğe dâhil olanların nûru- dur. Cennete giden nûr ise kendi nefsine
zulmedenlerin nûrudur.
Hakk Teâlâ kaleme bir (Nûn) yazmasını emretti. Kalem bir (nûn)
yazdı. Bu nûndan bir nûr çıktı ve Arş’dan Ferş’e kadar her tarafı aydınlattı.
Kalem o nûru gördü, iki bin yıl hayrette kaldı ve:
— Ey Rabbim! Bu nasıl nurdur? dedi.
Hakk Teâlâ:
— Bu nûr, Muhammed (aleyhisselâm) ’ın nûrudur. Muham- -med benim
Habibimdir. O bütün yaratılmışların en hayırlısıdır. Bütün âlemi onun için
yarattım buyurdu.
Kalem bu sözü işitince, o nura selâm vermek için Hakk Teâlâ’dan
izin istedi. Allah da izin verdi.
49
Kalem:
— Ey Allahın Rasûlü! Allahın selâmı üzerine olsun! dedi.
Hakk Teâlâ:
— Ey Kalem! O selâmı kime verdin? buyurdu.
Kalem:
— Senin Habibin ve mahlûkatının en hayırlısına selâm verdim, dedi.
Hakk Teâlâ da:
— O henüz hazır değildir, yaratılmamıştır. Eğer olsa idi senin
selâmını alırdı. Şimdi onun yerine senin selâmını ben alıyorum, buyurdu.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Bu itibarla selâm vermek sünnet ve almak farz oldu, buyurdu.
Ondan sonra kalem, (Allah, Er-Rahmân ve Rahîym) kelimelerini yazdı
ve.
— Ey Rabbim! Bunlar nasıl isimlerdir? dedi.
Hakk Teâlâ:
— Ben sadıkların şanı yüce Allahıyım. Muhtesitlere Rahmanım.
Nefsine zulmedenlere de Rahiymim buyurdu.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu:
— Ey meleklerim! Şâhit olun! Kim (Bismillâhirrah- mânirrahim) derse
ben onu yarlığadım. Amellerini mübarek kıldım. İyiliklerini kabul ettim ve
günahlarını bağışladım.
Kalem: (Bismillâhirrahmanirrahim. El-Hamdü Lil- lâhi Rabbilâlemin -
Esirgeyen bağışlayan Allahın adiy-
50
le. Alemlerin Rabbi Allaha hamd olsun) diye yazdı (17). Bir nûr
meydana geldi ve o nûr ikiye bölündü. Hak taâ- la birinden (Rahmet) denizini,
diğerinden de (Mağfiret) denizini yarattı. Sonra Hakk Teâlâ, Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem)’in ruhuna o denizlere girmesini emretti. O da o denizlere
girdi ve alemlere rahmet oldu.
İlgili olarak Hakk Teâlâ şöyle buyurdu:
— «(Habibim! biz seni (başka bir hikmetle değil) ancak âlemlere rahmet
olarak gönderdik» (18).
Ondan sonra Kalem (Mâliki yevmiddîn = Din gününün tek sâhibi ve
mutasarrıfı) ayetini vazdı. (19)
Zulmetle karışık bir nûr meydana geldi, Nûr bir yana, zûlmet bir
yana gitti. Hakk Teâlâ nurdan saadet denizini, zulmetten de bahtsızlık
denizini yarattı ve:
— Kim (Mâliki yevmiddîn) derse kötülük denizinden kurtulur,
buyurdu.
Sonra Kalem (İyyâke Na’büdü ve İyyâke Nestâiyn = Yalnız sana ibâdet
(kulluk) ederiz, yalnız senden yardım dileriz) ayetini yazdı. (20)
Bir nur meydana geldi. Bu nûr ikiye ayrıldı. Hak taala birinden
(ilâhi yardım) denizini, diğerinden de (masûmiyet) denizini yarattı.
Hakk Teâlâ:
— Kim bu ayeti okursa, ben ona yardımla masumiyet denizini
veririm, buyurdu.
Ondan sonra kalem: (İhdina's - Sırât’al — Müstakim. Sırât’al —
Lezine en amte aleyhim, Gayr’il — Mağ-
(17) Fatihâ
Sûresi, âyet:1.
(18) Enbiyâ
Sûresi, âyet: 108
(19) Fatihâ
Sûresi, âyet: 3.
(20) Fatihâ
Sûresi, âyet: 4.
51
dübi aleyhim ve Leddallin. Bizi doğru yola, kendilerine nimet
verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların- kine, sapıklarınkine değil)
ayetini yazdı. (21)
Bir zulmet meydana geldi. O zulmet ikiye ayrıldı. Hakk Teâlâ
birinden gazâb, diğerinden nefret denizini yarattı.
Hakk Teâlâ:
— Kim bu ayetleri okursa onları gazâb ve nefret denizinden emin
kılarım, buyurdu.
Zehretür-Riyâd’da, Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’ın
şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
— Kalem (Bismillahirrahmânirrahim)’i yediyüz yılda yazdı. Hakk
Teâlâ; kim (Bismillahirrahmânirrahîm) derse, yediyüz yıl nafile ibâdet etmiş
gibi sevab veririm, buyurdu.
Abdullah bin Ömer (radiyallâhu anh) Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü
aleyhi ve sellem dan şu Hadisi nakletmiştir:
— Allah Teâlâ önce mahlûkatı zulmet içinde bıraktı. Sonra üstlerine
nûr saçtı. O nur kime ulaştı ise hidâyete erdi, kime ulaşmadı ise o da
sapıklık içinde kaldı.
Kısas-ı Enbiya’da şöyle nakledilmiştir:
— Ondan sonra Hakk Teâlâ bir beyaz inci yarattı. O, yedi kat yer
ile gökten büyüktü. O incinin yetmişbin dili vardı ve onlarla Hakk Teâlâyı
zikrederdi.
Kendisine sorulduğunda Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur:
— Hakk Teâlâ önce benim aklımı, canımı, nurumu; kalemi ve Levh-ı
Mahfûz’u yarattı.
Böyle olunca bunun izah yönü nedir?
(21) Fatihâ Sûresi, âyet: 5-7.
Alimler arasında bunun cevabı şudur:
— Söylenilenleri, bu husustaki sözü, bağdaştırmanın iki yönü
vardır:
1) Hakk Teâlâ bir cevher
yarattı. O cevher hayata sebep olduğu için ilk can oldu. Aleme nur olduğu için
ilk nur oldu. Alemi tedvir etmesi itibarile ilk akıl oldu. Kâ tip olması itibarile
ilk kalem oldu. Levh olması itibarile de ilk Levh oldu. Amma çeşitli şekillerde
isimlendirilen şey tekdir. Görüşlerin farklı oluşu, anlayışların değişik
olmasındandır.
2) Herbirinin ayrı ayrı
ilk olması doğrudur. Zira alemdekilerin, ayrı ayrı veya tek değer oluşu
yönünden incelenmesi gerekir. Yaratılanların ayrı ayrı oluşlarına göre ilk can,
ilk akıl ve ilk nûr ilâhi âlemde ayrı olarak yaratılmıştır. Tek değer oluşuna
göre de ilk kalem ve Levh, gene ilâhî âlemde yaratılmışlardır. İşlerini Allah
daha iyi bilir.
Ondan sonra Hakk Teâlâ, yeşil cevherden yüce Arşı yarattı yetmişbin
dili vardır. Allah Teâlâ’yı çeşitli dillerde zikreder.
İmam Fahr-i Râzi (Allahın rahmeti üzerine olsun) şöyle demiştir:
— Arşın nurdan atıyüzbin perdesi vardır. Her perdenin büyüklüğü
yedi kat yer ve gökten büyüktür.
Ka’bûl-Ahbâr (radiyallâhu anh) da:
— Allah Teâlâ Arşı yeşil bir cevherden yarattı. O cevhere heybetle
bir defa nazar etli, baktı. Su oldu. Hakk Teâlâ yeli yarattı. Suyu yelin
üzerine bıraktı. Arşa kendi hükmetti ve:
53
— O çok esirgeyici (Allahın emir ve hükmü) Arşı istilâ etti»
buyurdu. (22)
Arş bu sözü işitti ve kendi durumunu görüp hayret içinde kaldı.
Ondan sonra Hakk Teâlâ hazretleri bir yılan yarattı. O yılanın başı
inciden, bedeni altından ve gözleri yakuttandı. O yılanın yetmiş bin yüzü
vardır, her yüzünde de yetmiş bin ağzı ve dili vardır. Hakk Teâlâ’yı zikreder.
O yılan, Allahın emri ve yarısı ile Arşı kuşattı. Yarısı da aşağı sallanıp
durdu. Arşın bir ayağından diğer ayağına hemen gitse otuz bin yıllık yoldur.
Bütün mevcûdât Arşın yanında bir halka gibidir.
Nakledildiğine göre ondan sonra Hakk Teâlâ, Arşı taşıyan melekleri
yaratmıştır. Bunlar dört melektir. Kıyâ- met günü olunca bu dört melek, Arşın
şân ve şerefi için, sekiz olacaklardır.
Nitekim Hakk Teâlâ şöyle buyurur:
— «... O gün Rabbinin arşını (bucaklardakilerin) üstlerinde bulunan
sekiz melek yüklenir» (23)
İbni Abbâs (radiyallâhu anh)'ın naklettiğine göre Allah Teâlâ yüce
Arşı yaratmış ve o dört meleğe şöyle buyurmuştur:
— Arşı getirin!..
Onlar getirmek istediler, fakat güçleri yetmedi. Hakk Teâlâ
bunlara, yedi kat yer ve gökteki meleklerin kuvvetinde kuvvet verdi Arşı
getirmek istediler, gene getiremediler.
Hak taala:
— Yüce ve ulu Allahdan başka hiçbir güç ve kuvvet yoktur buyurdu.
(22) Tâ Hâ
Sûresi, âyet: 5.
(23) El-Hakka
Sûresi, âyet: 17.
Onlar da aynı sözü tekrar ettiler ve Arşı alıp getirdiler.
Hakk Teâlâ meleklere:
— Arşı geri götürün! buyurdu.
Onların başları Arşda, ayakları yedi kat yerden aşağıdadır.
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
— Arşın ayağında şöyle yazılmıştır: «Kim bana mutu olursa ben de
ona mutu olurum. Kim beni zikrederse ben de onu anarım. Kim benden bir şey
isterse veririm. Kim benden yarlığ dilerse yarlığarım. Kim şükrederse daha
çok veririm.»
Hz. Ali (radiyallâhu anh) şöyle der.
— Bir gün Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem’a Arşın
büyüklüğünü sordum. Şöyle buyurdu: Ey Ali! Arşın üçyüzaltmışbin ayağı vardır.
Her ayağında da üçyüzaltmışbin âlem vardır. Her âlemde üçyüzaltmışbin meydan vardır.
Her meydanda üç yüz altmış bin şehir vardır. Her şehirde binlerce mahlûk
vardır. Onları Allahdan başka kimse bilmez. Allah Teâlâ onlara istiğfar
etmelerini ve sevâbını da Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osmân ve Hz. Aliye (radiyallâhu
anh)ba- ğışlamalarını emretti. Her ayağın arasında üçyüzaltmış bin âlem vardır.
Her âlemde üçyüzaltmışbin meydan vardır. Her meydanda üçyüzaltmışbin şehir
vardır. Her şehirde binlerce mahlûk vardır. Onları Allahtan başka kimse bilmez.
Hakk Teâlâ onlara, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osmân ve Hz. Aliyi sevmeyenlere
lâ'net edeceğini bildirmiştir.
Ondan sonra Hakk Teâlâ Rûhu yarattı. Ruh hakkında sekiz ayrı görüş
vardır:
1) Ruhdan
maksat Cebrail (AS.) dır.
2) Keşşâfdaki
beyandır. Buna güre ruh, Allah taâ- la'nın katında muazzam ve muazzez bir
melektir ki, vasfını Allah bilir.
3) Hz.
Ali (radiyallâhu anh)’ın görüşüdür. Ruh bir melektir ki, yetmişbin yüzü vardır.
Her yüzünde yetmişbin ağzı vardır. Her ağzında yetmiş bin dili vardır. Her
dilinde yetmiş bin lügat (dil çeşidi) vardır. Bu diller, Hakk Teâlâ’yı o
lügatlerle zikrederler. Her tesbihinden Allah bir melek yaratır. O melekler
kıyamete kadar diğer meleklerle uçarlar.
4) Abdullah
bin Ömer (radiyallâhu anh)'ın şu sözüdür: Ruh bir melektir. Yüzbin kanadı
vardır. Eğer bir kanadını açsa idi doğudan batıya kadar kaplardı.
5) Ruh
Allahın yarattıklarından biridir. Şekli Adem oğluna benzer. Yeryüzüne inen her
melekle birde ruh iner.
6) Ebu Salibin
görüşüdür: Ruhun yapısı, insanın yapısına benzer. Fakat insandan değildir.
7) Mücâhit (radiyallâhu
anh)'ın şu görüşüdür: Ruh insanın şeklindedir. Eli ve ayağı varılır. Yer ve
içer. Elbise giyer. Fakat ne melektir, ne de insandır. Fakat başka bir
kavimdir.
8) Sa'd bin Cübeyr (radiyallâhu
anh)’ın görüşüdür: Hakk Teâlâ Arş’dan sonra, ruhdan ulu bir mahlûk yaratmadı.
Eğer o yerleri ve gökleri yemek istese idi bir lokma ederdi. Yaratılışı
meleklere, şekli ve Sureti insana benzer. Kıyamet günü Arşın sağında durur.
Bütün melekler bir sâf olur, o yalnız başına durur. Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü
aleyhi ve sellem'ın ümmetine şe- fâat eder.
Bütün bu söylediğim görüşler Hadis-i şeriflere dayanır. İnsandaki
ruh, bu dediğimin dışındadır.
56
Kâ-zî Tefsirinde şöyle beyan olunmuştur:
— Ruh bir cevherdir. Bulunduğu bedenin yok olması ile rûh yok
olmaz. Onun için ruh, İlâhî zatın bir delilidir. O ruha (Hayâtul-Kul ve
Rûh’ul-Ervâh = Kulun hayatı ve ruhların rûhu) derler. Öyle ise rûh ebedîdir.
Nitekim Hakk Teâlâ kitabında şöyle buyurur:
— «Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bil’akis onlar
Rableri katında diridirler.» (24)
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) de şöyle buyurmuştur:
— Siz ebediyet için yaratıldınız. Ancak bir yerden başka bir yere
nakledilirsiniz.
Ey ilâhı sırları arayan kimse! İlâhi bilgi hususunda mahlûkatın
aczi, din âlimlerince, ittifak halinde kabul edilmiştir. İnsanlar ruhun
hakikati ve bilinmesi husû- sunda gene acizdirler. Ruhun mâhiyetinin
bilinemiyece- ği bildirilmiştir. Zira hayal ve hayreti doğurur.
İmam Gazâli (Allahın rahmeti üzerine olsun) şöyle demiştir:
— İnsanın rûhu cismi şeklindedir. Son derece güzeldir.
Ehl-i sünnet şöyle der:
— İnsan ruh ile
cisimden meydana gelmiştir. Kıyâ- mette dirilme, sevâb ve azâb her ikisi ile
olacaktır. Fakat insanın en üstün kısmı rûhudur. Kalb ona tâbidir.
Ehl-i Keşf (Sofiyye) söyle demiştir:
— Ruh çok hoş ve ince bir cevherdir, bölünmez Belki dine ait bir
alemdir.
Ruh iki kısmıdır:
1) Ulvi (yüce) ruh,
2) Süflî (aşağı) ruh.
(24) Al - i îmrân Sûresi, âyet: 169.
İnsanların ve meleklerin ruhları yücedir. Cinlerin ve şeytanların
ruhları süflidir. Fakat hayvanlar, nebatlar ve mâdenler tabiattan meydana
gelirler, tekrar tabiata karışırlar.
Hakk Teâlâ ruh'dan sonra (İLLİYYÛN)'u zeberced- den yarattı. Bir
levhadır ki Arşın altında bulunur. Hayır ve şer, bütün mahlûkatın amelleri
onda yazılmıştır.
Ondan sonra Hakk Teâlâ çok hoş bir cevherden Kür- si’yi yarattı.
Rasülûllâh (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
— Yedi kat yer ve gök, Kûrsî'nin yanında bir sahrada bir halka
kadardır. Kürsî de Arşın yanında bir halka gibidir. Öyle olunca Kürsî kendini
gördü. Hakk Teâlâ Kürsî’yi bir kandil gibi Arşa astı. Şimdi o Arşda asılıdır.
Mesâbîh şerhinde nakledildiğine göre Mûsâ (aleyhisselâm) şöyle demiştir.
Ey Rabbim Arş ile Kürsî arasında ne kadar yol vardır?
Hakk Teâlâ buyurdu:
— Ey Mûsâ! On bin kere doğu ile batı arası kadardır.
Nitekim Hakk Teâlâ şöyle buyurur:
— «Demek, her şeyin mülk ve tasarrufu (kudreti) kendi elinde
bulunan (Allah)’ın şânı ne kadar yücedir, münezzehdir! Siz ancak O’na döndürül
(üb götürül) ecek siniz.» (25)
(25) Yâ Sin Sûresi, âyet: 83.
3. YERYÜZÜ, İSİMLERİ VE YARATILANLAR
HAKKINDA SÖYLENENLER
Ondan sonra Hakk Teâlâ hazretleri yele:
— Es! diye buyurdu.
O yelin
kanatları vardır. Adedini Allah Teâlâ’dan başkası bilmez. Sonra yel suya
dokundu. Su hemen dalgalanıp köpüklendi ve dumanı çıktı. Allah Teâlâ o köpüğe
emretti, hemen dondu. Allah Teâlâ donmuş köpükten yeri, dalgalardan dağları
yarattı. Alemde yetmiş altı bin altı yüz yetmiş üç dağ vardır. Hakk Teâlâ
hazretleri bütün bu dağları damarlarla Kâf dağına rapdetti. O Kaf dağına bir de
melek vazifelendirdi. (26) Allah Teâlâ hazretleri bir kavmi helâk etmek istese
bu meleğe bildirir. O melek hemen yerin damarını tutar, çeker. O yer sallanır,
veya aşağı geçer.
İbni Abbâs (radiyallâhu
anh):
— Kaf dağı
yeşil zebercedden yaratılmıştır. Bütün yeryüzünü kaplamıştır. Gökyüzünün
yeşilliği Kaf dağının yeşilliğindendir.
Kısas-ı
Enbiyâda peygamber efendimizin şöyle buyurduğu nakledilmiştir;
— Kaf dağının
arkasında kâfûr’dan yetmiş dağ vardır. Onun arkasında Anber'den yetmiş dağ
vardır. Onun ardında altından yetmiş dağ vardır. Onun ardında gümüşten yetmiş
dağ vardır. Onun ardında demirden yetmiş dağ vardır.
(26) İslâm mitolojisinde anka veya siburg denen
büyük kuşun yaşadığı yer olmak üzere, masallarda geçen bir dağın ismidir. Kaf
Dağı'nın Kafkas Sıradağlarında olduğuna da inanılmıştır.
Onun ardında yetmiş bin âlem vardır. Her âlemde binlerce melek
vardır. Adedini Hakk Teâlâ hazretleri bilir. O melekler, Adem ve İblîs nedir?
bilemezler. Tesbih- leri yedi kelimedir. Yani (Lâ ilâhe illellâh Muhamme- dün
Rasûlûllah) kelimeleridir.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) efendimizin şöyle
buyurduğu nakledilmiştir:
— Hakk Teâlâ, Kaf dağının ardında ak bir yer yarattı. Bu dünyâ’nın
otuz büyüklüğündedir. İçi yaratılmışlarla doludur. Allah Teâlâ’ya ibâdet
ederler.
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) şöyle dedi:
— Allah Teâlâ yedi kat yeri yarattı:
İlk yerin adı (Demkâ) dır. Onun altında kuru rüzgâr vardır. Allah
Teâlâ (Ad) kavmini o rüzgârla helâk etmiştir. Orada bir kavim vardır, adı
(Buşim) dir. Onların üzerine Sevâb ve Ikâb vardır.
İkinci yerin adı (Hulde)'dir. Orada kâfirlere azâb için çeşitli
aletler vardır. Orada bulunan kavmin adı (Tames)’dir. Birbirlerini yerler.
Üçüncü yerin adı (Guraf)’dır. Orada katırlar gibi akrepler vardır.
Kuyrukları süngü gibidir. Eğer onlardan biri yer halkından birini soksa, bütün
halk helâk olurdu.
Dördüncü yerin adı. (Cerbâ)'dır. Orada yılanlar vardır. Bir de
kavim vardır ki adı (Celhâm)'dır. Kanatları vardır, uçarlar. Fakat gözleri
yoktur.
Beşinci yerin adı (Mülsâ)’dır. O yerde kâfirler için kibrit dağları
vardır. Orada bulunan kavme (Mathât) denir. Onlar da birbirlerini yerler.
Altıncı yerin adı (Siccîn)’dir. Cehennem ehlinin amellerinin
defterleri oradadır. Orada da bir kavim var
dır. O kavme (Katât) derler. Kuşlar suretinde ibâdet ederler.
Yedinci yerin adı (Ucbâ)’dır. Orada bir kavim vardır. Adına
(Cüsûm) derler. Ahir zamanda Ye'cûc ve Me'- cûc çıktıktan sonra yer altından
bunlar çıkacaktır. Bunlar, Ye'cûc ve Me'cûc’u yok edecektir. Hâlen Şeytan orada
hapsedilmiştir.
Ebu’l-Leys şöyle demiştir:
— Hakk Teâlâ önce yeri yarattı. Kâbenin yerinde bir kızıl eltaşı
kadardı. Ondan sonra gökleri yarattı ve su üzerine döşedi.
Müfessirler şöyle derler:
— İlk zamanlarda su üzerinde idi. Bir gemi gibi sal- lanırdı. Sâbit
değildi. Ondan sonra Hakk Teâlâ, Arş’dan bir melek indirdi ve ona yeri
getirmesini emretti. Melek de, bir eli ile doğudan bir eli ile de batıdan
tuttu ve yeri omuzu üzerinde getirdi. Fakat ayakları tutmadı. Hakk Teâlâ
Firdevs’den dört köşeli yakutdan bir taş çıkardı. Kalınlığı beşyüz yıllık
yoldu. O taşın üstünde yedi bin çukur vardı. Her çukur içinde de bir deniz
vardı. Vasfını Allahtan başka kimse bilmez. Hakk Teâlâ o taşa meleğin ayakları
altına girmesini emretti. O melek de bu sâyede karar tuttu. Bu defa, melek
sabit oldu, taş kararsız kaldı, sallandı. Hakk Teâlâ Firdevs’den bir Öküz
çıkardı. Kırkbin boynuzu vardı. O kadar uzundu ki, yerin kenarından Arşın
altına erişmiş idi. Başı ile kuyruğu arası beşyüz yıllık yoldur. Hakk Teâlâ o
öküze taşın altına girmesini emretti. Girdi ve getirdi. O öküzün adı
(Lebusan)'dır. Bu sefer de o öküz karar tutmadı. Hakk Teâlâ bir taş yarattı.
Kalınlığı yedi kat yer ve gök kadardı. Öküzün altına girdi. Öküz durdu, fakat
bu taş dur
madı. Bunun üzerine Allah Teâlâ büyük bir balık yarattı. O balığın
kırk bin kanadı ve kırk bin ayağı vardı. Adı da (Yehmûd) idi. Eğer bütün
denizler o balığın burnundan konsa gene dolduramaz.dı.
Ka'bûl-Ahbâr der ki:
— Bu sefer o balık karar tutmadı. Hakk Teâlâ balığın altında bir
deniz yarattı. Öylece balık sâbit kaldı. Suyun altında yeli yarattı.
Bu yaratılıştaki sıra şöyledir:
— Bütün yer bir meleğin üzerindedir. Melek taş üzerindedir. Taş
öküzün üstündedir. Öküz de bir başka taş üzerindedir. O taş bir balığın
üzerindedir. Balık Suyun üzerindedir. Su hava üzerindedir. Hava da zulmet,
karanlık üzerindedir. Bütün mahlûkatın ilmi bunda tamam oldu. İnsanın ondan
öte bilgisi yoktur.
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Bütün yer bir balığın üzerindedir. Balık su üzerindedir. Balığın
başı ile kuyruğu Arş’da birleşmiştir. O balığın esas vasfını Allahdan başka
kimse bilmez. Allahın herşeye gücü yeter. (27)
4. GÖKLER VE İÇİNDEKİLER HAKKINDA SÖYLENENLER
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) şöyle demiştir:
— Hakk Teâlâ buhara sudan çıkmasını ve havaya git-
(27) Buradaki Öküz Boğa burcudur. Burçlar,
gökyüzünde sâbit oniki takım yıldızdır. Güneş her ay bunlardan geçer. Dünyamız,
güneş sistemine dahil bir gezegendir. Bu ifade, güneş Boğa burcundan geçerken,
dün yamızın cazibe ile dengelendiğini anlatır. Eski mü- fessirler bunu kapalı
bırakmışlardır.
mesini buyurdu.
Buhar sudan çıktı. Allah Teâlâ o buhardan gökleri yarattı. O önce bir kat idi.
Sonra yedi kat yaptı. İlk gök yeşil zebercedden idi. Adı Berkiâ'dır. Re- fîâ’da
derler. Onun melekleri öküz sûretindedir. Hakk Teâlâ bir melek yarattı. O melek
bu göğün vekilidir. Adı İsmail’dir.
İkinci kat gök sarı yakutdandır ve adı (Kayzûm)'- dur. Onun
melekleri (Ankâ) sûretindedir. (28) Bir melek o gökle vazifelidir. Adı
Mikâil'dir.
Üçüncü kat gök Kızıl yakuttandır. Adı (Mâûn)'dur. Onun melekleri
akbaba sûretindedir. Bir vazifeli meleği vardır. Adı (Sa'dâi)'dir.
Dördüncü kat gök gümüştendir. Adı (Erkalûn)’dur. Onun melekleri
insan sûretindedir. Vazifeli meleği (Sal- sâil)’dir.
Beşinci kat gök kızıl altundandır. Adı (Retkâ)’dır. Melekleri
Cennet Hurisi şeklindedir. Vazifeli meleği (Kelkâil)’dir.
Altıncı kat gök beyaz incidendir. Adı (Refâ)’dır. Onun melekleri de
insanlar sûretindedir. Vazifeli meleği (Şemhâil)'dir.
Yedinci kat gök açık nurdandır. Adı (Garibâ)’dır. Melekleri
insanlara benzer. Vazifeli meleği (Efrâil)'dir.
Her göğün kalınlığı beşyüz yıllık yoldur. Beşyüz yıllık aralıkları
vardır, içi ve dışı meleklerle doludur.
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) gene şöyle der:
— Arşın sağında nurdan ırmaklar vardır. Yedi kat gök ve yer kadar
büyüktür. Cebrail (aleyhisselâm) her
sabah ona girer, çıkar. Nuru üzerinde nur, güzelliği üzerinde gü-
(28) Ankâ. İslâm mitolojisinde Kaf dağında bulunduğu
kabul edilen bir masal kuşudur.
63
zellik meydana gelir. O ırmaktan çıkar, silkinir. Dökülen her
damlasından bu melek yaratılır. O meleklerden yetmişbini hergün Kâbeye gelirler
ve Kâbeyi tavâf ederler. Kıyâmete kadar, tavaf etmek için, onlara sıra gelmez.
Ka'bûl-Ahbâr şövle der.
— Ondan sonra Hakk Teâlâ İsrâfil’i yarattı. Allahın buyruğunu
Levh-ı Mahfuz'a İsrafil indirir. Ondan sonra sıra ile Cebrâil’e, Cebrail
Mikâil’e, Mikâil de Azrail'e indirir.
İsrâfil'in dört kanadı vardır. Bir kanadını doğuya, bir kanadını
batıya, bir kanadını yerle gök arasına sermiş; bir kanadını da, Allahdan
korktuğu için yüzüne kapamıştır. Arşın bir köşesini omuzuna almış olup başı
Arş'da ve ayakları yedi kat yerin aşağısındadır. Gayet güzel sesi vardır.
Melekler içinde, ondan daha güzel seslisi yoktur. Nitekim, insanlar arasında Davûd
(aleyhisselâm) ’dan güzel sesli kimse yoktur.
Beş yüz yıldan sonra Hakk Teâlâ Cebrail (aleyhisselâm) 'ı yarattı.
Fakat Cebrail, meleklerin en üstünüdür. Allahın da sevgilisidir. Ona
(Rûh-ul-Emin) derler. Peygamberlere (vahiy) getiren melek Cebrail'dir. Onun,
çeşitli cevherden altı yüz kanadı vardır. Şayet Allah Teâlâ bir şehri veya
bir kavmi helak etmek isterse, Cebrail (aleyhisselâm) gidip helak eder.
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) 'ın nakline göre Rasul (aleyhisselâm) şöyle buyurmuştur:
— Bir gün gök yüzünde Cebrâil’in şeklini görmek istedim, görmeyi
diledim. Cebrail şöyle buyurdu:
-Ey Allahın Rasulü! Beni görmeye gücün yetmez.
Ben görmekle isrâr ettim. Bir gün Arafat'a çıktım Cebrail geldi.
Gördüm ki doğuyu ve batıyı kaplamış
Başı gökte ve ayakları yerde idi. Bu manzarayı görünce heybetinden
düştüm. Cebrail insan suretine girdi. Beni göğsüne bastı ve:
— Korkma ey Muhammed! dedi.
Beşyüz yıldan sonra Hakk Teâlâ, zebercedden ve iki çeşit cevâhirden
Mîkâili yarattı. İki kanadı vardır, bin de yüzü vardır. Her yüzünde bin ağzı
vardır. Müminler için Allahı zikrederler. Bin gözü vardır. Günahkârlar için
ağlarlar, Allahtan rahmet ve mağfiret isterler. Gözlerinin her damlasından Hakk
Teâlâ bir melek yaratır. O da müminler için Allahı zikreder.
Beş yüz yıldan sonra Hakk Teâlâ hazretleri Azrâil (aleyhisselâm) ’ı
yarattı. Birinci kat göktedir.
Bazı kimseler:
—Yer ile gök arasında bir makam vardır. Azrâil oradadır. Yüzü
Levh-ı Mahfûz'a dönüktür. Sağ eli ile müminlerin ruhlarını alır, Illiyyûn’a
gönderir; sol eli ile de kâfirlerin ruhlarını alır, Siccîn'e gönderir, demişlerdir.
Kirâmen - Kâtibin melekleri, Allaha yakın ve sevilen meleklerdir. Allah
Teâlâ onları, insanları hayır ve şer (iyi ve kötü) işlerini yazsınlar diye,
yaratmıştır. Sağ taraftaki melek hayır ve iyilikleri, sol taraftaki ise şer ve
kötülükleri yazar. Eğer bir insan yürüse, biri önünden, biri de ardından yürür.
Ne işler ve ne söylerse, sevâb ve günahını yazarlar. İkisi sabah namazında
gelir, ikisi de akşam namazında gelirler. Her insan için her gün dört melek
vazifelidir. Yüz altmış tanıkları vardır. Onlar kıyâmet gününde tanıklık için
gelirler.
Beyt-i Ma’mura gelince, bu hususta dört görüş vardır:
65
1) Yedinci kat göktedir.
Arşın karşısında ve Kâbe- nin üstüne düşen göktedir. Hürmeti, yerdeki Kâbenin
hürmeti gibidir. Hergün yetmişbin melek gelir, onda namaz kılarlar ve tavaf
edip giderler. Onlara tavaf için bir daha sıra gelmez.
2) Beyt-i Ma'mur
yakutdan bir evdir. Allah onu, Adem (aleyhisselâm) zamanında Cennetden Kâbenin yerine indirmiştir.
Nuh tufanına kadar yeryüzünde kalmış, tufanda ortadan kalkmıştır. O zaman
melekler onu göğe çıkarmışlardır. Uzunluğu beşyüz yıllık yoldur. Allah onun
üzerinde insan suretinde bir melek yaratmıştır. O melek yeri ve gökleri yemek
istese idi bir lokma olurdu. Onun adı (Ruh)’dur
3) Beyt-i Ma’mûru Adem (aleyhisselâm)
Kâbenin yerine yapmıştır.
4) Allah Teâlâ meleklere
emretmiş ve onu Hz. Adem'den önce onlar yapmışlardır.
Bahr-i Mescûr (dolup taşan deniz)’e gelince:
O, yedinci kat göktedir Bazılarına göre bir denizin adıdır. Allah
Teâlâ kıyamet gününde bütün mahlûkata o denizden hayat verir. O denizde Allah
Teâlâ melekler yaratmıştır. Ellerinde harbeler (mızraklar) vardır. Her
harbenin uzunluğu beş yüz senelik yoldur. Allah Teâlâ o deniz için bir melek
vazifelendirmiştir. Vasfını Allahdan başka kimse bilmez.
Hz. Enes (radiyallâhu anh) şöyle demiştir:
— Hakk Teâlâ, alemi yaratmazdan önce Arş su üzerinde idi.
Nitekim Hakk Teâlâ şöyle buyurur:
—«(Bundan evvel ise) Arş'ı su üstünde idi.» (29)
(29) Hûd Sûresi, âyet; 7.
O suyu iki kısma ayırdı. Birinden Arşın altındaki Bahr-i Mescûru
yarattı. Diğerinden de balığın yüzdüğü bildiğimiz denizi yarattı.
Sonra da Allah, Arşın nurundan güneşi, hicabından da ayı yarattı.
Mücâhid (radiyallâhu anh) şöyle der:
— İlk zamanlarda bir güneş gündüzü, bir güneş de geceyi
aydınlatırdı. Gece ve gündüz ayırt edilemezdi. İkisinin aydınlığı aynı idi.
Halk rahatsız oldular. Hakk Teâlâ Cebrail’e emretti. Cebrâil de ayın yüzünden
nuru alıp güneşe verdi. Ayın yüzündeki karanlık, Cebrâil’in kanadının eseridir.
Matematik ilminde ve Tefsirlerde de bu böyledir. (30)
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) der ki:
— Güneşin altmış fersah uzunluğu ve altmış fersah enliliği vardır.
Ayın da kırk fersah eni, kırk fersah da uzunluğu vardır.
Hz. Mukâtil (radiyallâhu anh) da:
— Güneşle ay beraberdir. Seksen fersah eni ve uzunluğu vardır.
Tefsir ilmindeki sahih ve doğru görüş budur der. (31)
Ondan sonra da Hakk Teâlâ Cenneti yarattı. İbni Abbâs (radiyallâhu
anh) şöyle der:
— Cennet, Arşın altında yüce bir makamdır. Nitekim Peygamber
efendimiz şöyle buyurmuştur:
(30) Bugün ayın yüzeyindeki bu bölgeye (karanlık
bölge) adı verilmektedir. Son ay seyahatları sırasında bu bölge astronotlarca
görülmüş ve ay aracı buradan geçerken, yeryüzü ile irtibatın kesildiği uzay merkezine
bildirilmiştir.
(31) Bu rakamlar, o zamana göre bilinen itibari
ölçülerdir.
— Cennetin tavanı (damı) Allahın Arşıdır.
İnşallah Cenneti beşinci babda beyan edeceğiz.
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) gene şöyle demiştir:
— Hakk Teâlâ (Adn) Cennetini yarattı ve ona: (Kendini süsle!)
buyurdu. Adn Cenneti de kendini süsledi. Irmaklarını da meydana çıkardı. Yani
kâfûr, selsebîl, tesnim, şarab, bal, süt ve su ırmaklarını gösterdi. Tahtlarını,
kürsîlerini, Cennet elbiselerini ve Cennet Hurilerini de ortaya koydu. Ondan
sonra Allah Teâlâ.
— Konuş! dedi.
Adn Cenneti de konuştu ve:
— Ne mutlu bana girene! dedi.
Hakk Teâlâ:
— Şanım hakkı için sekiz bölük kimseyi sana koymam, sende
oturtmam, buyurdu:
1) Ölmeden önce tövbe
etmeyen içki içenleri.
2) Zinâ edenleri,
3) Gammâzları (lâf
taşıyanları),
4) Zâlimleri,
5) Eğlenceye ve
sefahata düşkün olanları,
6) Hısım - akrabasını
terk edenleri,
7) Gayretsizleri,
8) Sözünde durmayan
vefasızları.
Hz. Vehb (radiyallâhu anh) şu Hadisi rivayet etmiştir:
— Ey Allahın Rasûlü! Hakk Teâlâ Cenneti neden yarattı? diye
sorduk. Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: Sudan
yarattı. Bir kerpici altından, bir kerpici gümüştendir. Harcı miskten ve
toprağı zağferândandır. Taşları inci ile yakuttandır. Kim ona girerse çeşitli
lezzetlerle ni- metlenir. Ona giren ölmez. Yiğitliği asla bozulmaz. Ebedî
olarak kalır.
Zehret'ür-Rıyâd'daki
müfessirlerin beyanlarına göre, Cennetten sonra, Hakk Teâlâ Cehennemi
yaratmıştır.
Cehenemin yedi
kapısı vardır. Bir kapıdan bir kapıya beşyüz yıllık yoldur. Her kapıda
yetmişbin dağ vardır. Her dağda yetmiş bin dere vardır. Her derede yetmiş bin
ev vardır. Her evde yetmiş bin azâb âleti vardır. Azâb âletleri:
1) Ekyâd (Bukağılar),
2) Enkâl (ayağa
giyilen ateş pabuçları)
3) Selâsil (ayak zincirleri)
4) Ağlâl (boyun
halkaları)
5) Semim (Ağular)
6) Hamîm (kaynar su)
7) Zakkum gibi
şeylerdir. Hepsi de ateştendir. Cehennemin ilk kapısı, bu ümmetin tövbesiz
dünyâ’dan giden büyük günah işleyenleri içindir.
İkinci kapı (Cahîm)’dir. O, puta tapanlar içindir. Hıristiyanlar
ondan girerler.
Üçüncü kapısı (Hutame)’dir. Ye'cûc ve Me’cûc ile Yahudiler oradan
girerler.
Dördüncü kapısı (Saiyr)dir. Şeytanlar ve yıldızlara tapanlar
oradan girer.
Beşinci kapısı (Sakır )’dır. Ateşe tapanlar ondan girerler.
Altıncı kapısı (Lezâ)’dır. Müşrikler ondan girerıer.
Yedinci kapısı (Hâviye)’dir. Münafıklar ondan girerler.
Nitekim Hakk Teâlâ şöyle buyurur:
— «Onun yedi kapısı, her kapının da onlara ayrılmış birer nasibi
vardır.» (32)
(32) Hicr Sûresi, âyet: 44.
Tefsirlerde nakledildiğine göre, Hakk Teâlâ Cehennemi yarattığı
zaman, melekler feryâd edip ağladılar. Allah Adem(aleyhisselâm) 'ı yaratınca:
— Bizim için değilmiş! diye sevindiler.
Ebû Hüreyre (radiyallâhu anh) şu rivayeti nakleder:
— Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
Yeryüzündeki ateş, Cehennem ateşinin yetmiş bölüğünden bir bölüğüdür.
Ashâb:
— Ey Allahın Rasûlü! Bu kadarı yetmez mi idi? diye sordular.
Rasûlûllah buyurdu:
— Kâfirlere şiddetli azâb etmek içindir. Zebaniler Cehennemi bin sene
yaktılar, ak oldu. Bin yıl daha yaktılar. Kızıl oldu. Bin yıl daha yaktılar,
kara oldu. Halen karadır. O, suçlular ve günahkârlar için hazırlanmıştır.
Hz. Vehb (radiyallâhu anh) şu rivayette bulunmuştur.
— Ondan sonra Hakk Teâlâ Nâr-ı Semûm’u (zehirli ateşi) yarattı. O
Nâr-ı Semûm’dan (Cânn) kavmini yarattı. Nitekim şöyle buyurur:
— «Cânnı da daha önce çok zehirli ateşten yarattık.» (33)
Hakk Teâlâ ateşin yalabından evvelâ bir erkek yarattı. Adı (Mâric)
idi. Mâric'den sonra bir kadın yarattı. Adı (Mârice) idi. Bunlardan bir oğlan
doğdu. (Cin) diye ad koydular. Bütün Cinnîler ondan meydana geldi. İblîs
(33)Hicr Sûresi, âyet: 27.
(Ç. Terc. C. 2, S. 446)
Âyet’te geçen Cânn, Cinnin babası, iblisdir. Allah
Teâlâ Cânn'ı. iliklere kadar işleyen çok şiddetli bir ateşten yaratmıştır.
Anlaşıldığına göre, insan yara- tılmazdan önce, Cânn’ın yaratıldığı zaman arz
dehşetli ateşler saçmakta imiş.
70
(lânet olsun) onlardandır. İblîs’in Cânn kavminden bir karısı
vardı. Adı (Lehyâ)’dır. Hakk Teâlâ Cânn kavmini, dünyâ göğünde ve yerde
yerleştirdi. Uzun zaman ibâdetle meşgul oldular. Bir zamandan sonra Hakk Teâlâ
hazretlerine âsî oldular. Yeryüzü bunların şerrinden feryâd edip:
— Ey Rabbim! Beni yarattın ve üzerimde sana âsî olanları
barındırdın, diye şikâyette bulundu.
Hakk Teâlâ:
— Ey yer! Ben onlara kendi cinslerinden Peygamberler göndereceğim
buyurdu.
Allah, sekiz yüz Peygamber gönderdi. Hepsini de şe- hid ettiler.
Ondan sonra Hakk Teâlâ gökten yere ateş gönderip onları yaktı. İblîs ve Cin'in
çocukları yerde oturdular. Burada uzun zaman ibâdetle meşgûl oldular. Hakk
Teâlâ İblisi birinci kat göğe çıkardı. Bin senede orada ibâdet etti. Hakk
Teâlâ Hz. Adem (aleyhisselâm) ’ı yarattığı zaman, bütün meleklere Ademe secde
etmelerini emretti. Onlar da Hz. Adem'e secde ettiler. Fakat İblîs secde
etmedi. O vakit kovuldu ve ilâhî huzurdan sürüldü.
Hasan-ı Basri (Allahın rahmeti üzerine olsun) şöyle der:
— İblîs, yedinci kat gökte yedi bin yetmiş sene ibâdet etti. Bin
sene de Cennetin Hazinedârı oldu. Cennetin kapısında şu yazıyı gördü:
— Hakk Teâlâ’ya yakın bir kul var ki, Hakk Teâlâ ona emreder. O
yakın kul da Hakkın emrini tutmayıp asî olur. Hakk Teâlâ da o kulu kapısından
kovar ve ona lâ- net eder.
İblis bu yazıyı gördü ve:
— Ey Rabbim! Bana izin ver, ona lânet edeyim, dedi. Hakk Teâlâ
izin verdi. İblis o kula bin yıl lânet etti. Bilmedi ki o kovulmuş olan kul
kendisi idi. Kendine lânet etti.
Müfessirler, İblis hususunda ihtilâf ettiler. Bazıları:
— O meleklerdendir, dediler. Fakat sahih olan şudur ki o Cinnîdir.
Nitekim Hakk Teâlâ buyurur:
— «O ise, cinden olduğu
için, Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı.» (34)
Fakat ibâdet ettiği ve göğe çıktığı için melek sıfatını
kazanmıştır. Onun için ona da secde için emrolun- muştur.
5. YÜCE ALLAHIN BİLDİRDİĞİ KELİMELERİN
BEYANI
Bilmek gerektir ki, Allah Teâlâ'nın, bütün mevcûdata söylediği
kelime ve sözleri zikretmek için tekrar geriye döndük.
Hakk Teâlâ şu sıraya göre evvelâ Aklı yarattı. Rûh’u yarattı. Nûru
yarattı. Kalemi yarattı. Levh-ı Mahfûzu yarattı. Cânn kavmini ve Cin'i
yarattı. Yerleri, gökleri ve yıldızları yarattı.
Ondan sonra, son mahluk olarak, Adem (aleyhisselâm) ’ı yaratmayı
diledi.
Nitekim Hakk Teâlâ şöyle buyurur:
— «Hani Rabbin
meleklere: Muhakkak ben yeryüzünde (benim emirlerimi tebliğ ve yerine
getirmekle va-
(34) Kehf Sûresi, âyet: 50.
zifeli) bir
halife (bir insan - Adem) yaratacağım demişti...» (35)
Melekler de:
— «Ey Rabbim!
Yeryüzünde fesâd çıkaran ve kan döken birini yaratır mısın? Biz seni tesbîh ve
takdis ederiz» dediler. (36)
Hakk Teâlâ da:
— «Sizin
bilemeyeceğinizi herhalde ben bilirim» buyurdu. (37)
Melekler bu sözü işitince, ilâhî azâmetten korkup yedi kerre Arşı
tavâf ettiler. Bu sebeptendir ki, Kâbeyi yedi kerre tavaf etmek sünnet oldu.
Ondan sonra Hakk Teâlâ, Hz. Adem (aleyhisselâm) ’ı yaratmayı
diledi ve yere:
— Ey yer! Ben senden bir halk, bir insan yaratmayı isterim ki,
onların bir kısmı bana bağlı olsun, Cennete koyayım Bir kısmı da âsî olsun,
Cehenneme koyayım, buyurdu.
Hakk Teâlâ bundan sonra da Cebrail’e:
— Ey Cebrail! Yere in ve yerden toprak al! Ondan en üstün varlığı
yaratayım buyurdu.
İblîs bunu öğrendi ve yere inip bunu haber verdi.
Ondan sonra Cebrâil (aleyhisselâm) toprak almak için yere indi. Yer Cebrâil (aleyhisselâm)
’a:
— Ey Cebrâil! Benden toprak alma! diye and verdi.
Cebrâil (aleyhisselâm) da
almadı ve tekrâr göğe çıktı.
Ondan sonra Hakk Teâlâ Mikâîl (aleyhisselâm) ’a emretti. Yer ona da
and verdi. O da bir şey almadı, yine döndü.
(35) Bakara Sûresi, âyet:30.
(36) Bakara Sûresi, âyet:30.
(37) Bakara Sûresi, âyet:30.
Ondan sonra Hakk
Teâlâ Azrail (aleyhisselâm) ’a emretti. Yer ona da and verdi. Fakat Azrâil (aleyhisselâm)
kulak asmadı. Bir avuç toprak alıp
yerine gitti.
Hakk Teâlâ:
— Ey ölüm
meleği! Ne yaptın? diye sordu.
Azrâil (aleyhisselâm)
yerin and verdiğini söyleyince Hakk
Teâlâ:
— Senin
getirdiğin topraktan bir insan yarattım. Sende esirgemek az olduğu için,
onların canını almayı sana verdim buyurdu.
Bunun üzerine Hakk
Teâlâ o bir avuç toprağı, kudret elile kırk sabah yoğurdu. Ondan sonra ikiye
böldü. Birini Cennete attı, birini Cehenneme attı. Ondan sonra şöyle buyurdu:
— Ben kadir-ı
mutlak Allahım. Herşeye ben hükmederim. Benden başka hiç kimse bir başkasına
hükmedemez. Eğer Allah:
— «Her diri
şeyi sudan yarattığımızı o küfr (ve in
kâr) edenler
görmedi (ler) mi?» (38) buyurdu. Halbuki, melekler ve cinler gibi, bazı
yaratıklar sudan değildir.
Adem de
topraktandır. Bunlar nasıl izah edilir? di
ye sorulacak
olursa cevabı şudur:
— Hakk Teâlâ
melekleri yelden yarattı. Öyle yelden
ki, o yeli
Allah sudan yaratmıştı.
Cinleri ateşten
yarattı. Öyle ateşten ki, Allah o ateşi sudan yaratmıştı.
Adem (aleyhisselâm)
’ı topraktan yarattı. Öyle topraktan ki,
Allah o toprağı
sudan yaratmıştı.
(38) Enbiyâ
Sûresi, âyet: 30.
74
Böylece Hakk Teâlâ her şeyi sudan yaratmıştır.
Anla ki o harika bir şeydir.
Nakledildiğine göre, Hakk Teâlâ insanın rûhunu yarattığı zaman:
— Ben kimim? diye suâlde bulundu.
Ruh da:
— Ya ben kimim? diye karşılık verdi.
Ondan sonra Hakk Teâlâ meleklere emretti. Onlar bin sene ruhu aç
bıraktılar.
Allah Teâlâ:
— Ben kimim? diye buyurdu.
Rûh:
— Sen, kendisinden başka Hak ma'bûd olmayan yüce Allahsın! dedi.
Nefis, Hakk Teâlânın birliğini, yüceliğini ve her şeyin hâkimi
olduğunu ancak açlık ile kabûl etti.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Allah ruhları, bedenlerden dört bin yıl evvel yarattı, buyurdu.
IV.
İKİNCİ BÖLÜM
1 .
ALLAH TAÂLA’NIN PEYGAMBERLERE SÖZLERİ Allah Teâlâ buyurdu:
— «Hani
Rabbin meleklere: Muhakkak ben yeryüzünde (benim emirlerimi tebliğ ve yerine
getirmekle vazifeli) bir halife (bir insan - Adem) yaratacağım demişti.»
(39) . a
Zira Ademin
İlâhî sıfat'dan nasibi vardı. Eğer öyle olmasa idi Allah bu kemâlatla onu âleme
getirmezdi. Ve Hakk Teâlânın niyâbet ve hilâfetine lâyık olmazdı. Me
lekler bu sırrı
bilemediler ve:
—«Yeryüzünde
fesâd çıkaran ve kan döken kimseleri yaratır mısın? Biz seni tesbih ve takdis
ederiz»
dediler. (40)
Hakk Teâlâ da:
— «Sizin
bilemeyeceğinizi herhalde ben bilirim» bu
yurdu. (41)
Kâdîoğlu
(Allahın rahmeti üzerine olsun) Misbâh'ül-
Üns’de şöyle
demiştir:
— Halife
olmak, Allahın vekili olmak meleklerin elinden gelmez. Zira onların yukarıdaki
ayetde geçen sözlerinde on yönden kusurları vardır:
(39) BakaraSûresi, âyet:30.
(40) BakaraSûresi, âyet:30.
(41) BakaraSûresi, âyet:30.
76
1) Adem'i kınadılar.
2) Adem’i görmeden
iftirada bulundular.
3) Adem'i görmeden
tanıklık ettiler.
4) Sâlih (iyi) bir
kişiye fâsık dediler.
5) Arkalayı hüküm
verdiler.
6) Adem'i şehvete ve
gazaba hamlettiler.
7) Adem'in faziletine
hased ettiler.
8) Adem’in hilâfetine
haris oldular.
9) Nefislerine kibir
ettiler ve amellerini gördüler.
10) Rablerine itiraz ettiler.
Müfessirler şöyle dediler:
-Hakk Teâlâ hazretleri; yeri, göğü, melekleri ve cîn’i yarattığı
zaman,melekleri göklerde sâkin kıldı. Cinleri de yerde koydu. Uzun zaman yerde
ibâdet ettiler. Ondan sonra aralarında fesâd belirdi. Hattâ birbirlerini öldürdüler.
Hakk Teâlâ onlara melâike askerlerini gönderdi. Onlar Cennetin hazinedarları
idiler. İblîs de reisleri idi. O İblîs’in adı (Azâzil) idi. Süryânice ve Arapça
adı (Hâris) idi. Ne zaman ki âsî oldu, Hakk Teâlâ ismini ve sûretini
değiştirdi. Onun için İblîs dediler. Allahın rahmetinden ümidini kesti. O
asker yeryüzüne indi. Cinleri dağlara ve adalara sürdü.
Ondan sonra Hakk Teâlâ İblîs’e, yerde, gökte ve Cennette ibâdet
etmek için izin verdi. Sonra kendine kibir geldi ve:
— Hakk Teâlâ beni yarattığı zaman meleklerden üstün yarattı. Bana
bunca mülk verdi, ibâdet ettim, dedi.
Hakk Teâlâ da.
— «Sizin bilmeyeceğinizi herhalde ben bilirim» (42)
(42) Bakara Sûresi, âyet: 30.
77
Hakk Teâlâ böyle buyurunca melekler Allahın gazabından korktular.
Her gün üç saat Kâbeyi tavâf ettiler ve sızlandılar. Haktan rahmet istediler.
Hakk Teâlâ buyurdu:
— Benim Arşımın altında bir nehrim vardır. Ona Bahr-i Hayvân (Hayal
Denizi) derler. Ondan üç kerre elinizi, yüzünüzü ve ayaklarınızı yuyun. Onlar
da üç kerre yudular. Hakk Teâlâ:
— Bütün günahlarınızı yarlığadım, buyurdu.
Müfessirler şöyle demişlerdir:
— Hakk Teâlâ Azrâil (aleyhisselâm) 'a buyurdu. Yerin dört tarafından
toprak aldı. Onun için Adem oğullarının renkleri ve suretleri değişik oldu.
Hak taala o toprağı balçık yapmalarını emretti. Acı, tatlı ve tuzlu su ile
onlar da onu balçık hâline koydular.
Ondan sonra Hakk Teâlâ Cebrâil (aleyhisselâm) ’a, Muham- med
Mustafayı yaratmak için, yerin kalbinden toprak almasını emretti. Cebrâil (aleyhisselâm)
, Allaha yakın melekler ve kerûbiyyîn, Hz. Rasûlün kabriden birer avuç toprak
aldılar. Ve onu Tesnîm, Rahîk ve Selsebîl suyu ile karıştırdılar. Bir ak
inciye döndü. Ondan sonra Cebrâil (aleyhisselâm) o balçığı bütün Cennet ırmaklarına daldırıp
yine çıkardı. Melekler anladılar ki, Muhammed Mustafâ (S. A.V.) budur. Ondan
sonra Adem öylece kırk yıl balçıkta yattı.
Nitekim Hakk Teâlâ buyurdu:
— İnsan üzerine uzun devirden öyle bir zaman gel- (ib geç) di ki o
vakit o, anılmaya değer bir şey bile değildi.» (43)
(43) Dehr Sûresi, âyet: 1.
İblis, Ademin bu şekilde kemâlâtını görünce son derece hased etti.
Adem (aleyhisselâm) balçıkta yatarken
eli ile göğsüne vurdu. Gördü ki içi boştur. Ağzından girdi, gene çıktı.
Dostlarına:
— Bunun içi boştur, bu âlemde bir şeye mâlik olamaz. Eğer Allah
Teâlâ bunu sizden ulu kılarsa ne dersiniz? dedi.
Onlar:
— Allah Teâlâ hazretlerine itaat ederiz dediler.
İblîs:
— Eğer benden ulu olursa ben ona âsî olurum, eğer ben bundan ulu
olursam helâk ederim, diye and içti.
2. ÂDEM (aleyhisselâm) ’A RUH ÜFÜRME DURUMU
Alimler şöyle dediler:
— Hakk Teâlâ hazretleri Adem’e ruh vermeyi diledi ve rûha bütün
nurların içine girmesini; sonra da Adem'in cesedine girmesini emretti. Ruh
Adem’in cesedine girmek istediği zaman, onun dar ve karanlık bir yer olduğunu
gördü ve:
— Bu bir karanlık yerdir, nasıl gireyim? dedi.
Hakk Teâlâ da:
— Güçlükle gir ve güçlükle çık, buyurdu.
Ruh cesede girdi. Önce dimağına vardı ve iki yüz yıl dolaştı. Ondan
sonra gözlerine geldi. Bundaki hikmet, Ademin bedeninin aslını görmesidir ve
topraktan olduğunu bilmesidir ki, Kerâmet ve Peygamberlik verildiğinde,
kendine gurur ve kibir gelmesin.
Ne zaman ki ruh genzine geldi; aksırdı ve (El-Ham- dü lillah =
Allaha hamd olsun) dedi. Ademden ilk çıkan söz bu oldu. Hakk Teâlâ hazretleri
cevâp verdi. Allahın Adem’e ilk sözü şu oldu:
79
— (Ey Adem! Rabbin sana rahmet eder. Ben seni rahmet için
yarattım.)
Ondan sonra Hakk Teâlâ. Ademin Hamdinden, Livâ'- ül-Hamdi (Hamd
Sancağını) yarattı.
Ondan sonra ruh, Adem'in bütün cesedine yayıldı. Sonra da Allah
Ademe nurdan libâs (elbise) giydirdi. Her gün güzelliği ve hoşluğu artmakta
idi.
Nakledildiğine göre Hakk Teâlâ Cebrail (aleyhisselâm) ’ı, Akıl,
imân ve hayâ ile Adem'e gönderdi.
Cebrail (aleyhisselâm) :
— Hangisini dilersen onu al dedi.
Adem aklı seçli.
İman hayâ’ya:
— Hakk Teâlâ hazretleri bana akıl nerede olursa benim de orada
olmamı emretti dedi.
Ademin yaratılışı tamam olunca Hakk Teâlâ Cennetten çeşitli
güzelliklerle süslenmiş elbiseler gönderdi. Ademin ağzından güneş nûru gibi nur
çıkardı. Muham- med Mustafâ'nın nuru, iki kaşı arasında ay gibi parlardı.
Ondan sonra Hakk Teâlâ, meleklere Ademin huzurunda toplanmalarını
ve Adem’in onlara hutbe okuyacağını, bildirdi. Bütün göklerin melekleri
toplanıp yirmi bin sâf oldular. Hakk Teâlâ Adem’e güzel bir ses verdi. Adem (aleyhisselâm)
minbere çıktı. O minberin yedi ayağı
vardı. Adem (aleyhisselâm) yeşil
Sündüsten elbise giydi. İki bölük saçı vardı. Cevherlerle süslü idi. Başında
altından bir taç vardı. O taç'ın dört köşesi vardı. Her köşesinde büyük bir
inci vardı. Güneşin nurundan parlaktı. Belinde nurdan bir kuşak vardı. Adem (aleyhisselâm)
minbere çıktı ve hutbe okudu. Hakk Teâlâ
Adem’e bütün isimleri öğretti. Nitekim şöyle buyurur.
80
«— (Adem)'e bütün isimleri öğretmişti. Sonra onları (onların
gösterdikleri âlemleri, eşyayı) meleklere gösterip: Doğrucular iseniz
(herşeyin içyüzünü biliyorsanız) bunları adlarıyla bana haber verin demişti.»
(44)
Adem (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Benden başka bir mahlûk yarattın mı? dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Ey Adem! Senden başka bir mahlûk yaratmadım, buyurdu.
Ondan sonra Adem (aleyhisselâm) meleklere selâm verdi. Melekler de Hz. Ademin
selâmını aldılar ve onu tâ’zîm ettiler.
Ondan sonra da Hakk Teâlâ, bütün meleklere Adem'e secde etmelerini
emretti. Bütün melekler Adem’e secde ettiler. Yalnız İblîs etmedi. Kibirlendi
ve kâfir oldu.
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) şöyle demiştir:
— Meleklerden bir cemaat, Adem (aleyhisselâm) ’a secde etmediler. Hakk
Teâlâ onların üzerlerine ateş göndererek yaktı ve helak etti.
Bagavî, tefsirinde şöyle der:
— Adem (aleyhisselâm) ’a ilk secde eden İsrâfîl (aleyhisselâm) idi. Zira o, Ademin yüzünde Kur'an nûrunu
gördü ve derhal o nura secde etti.
Ondan sonra Adem (aleyhisselâm) minberden indi. Cennetten bir salkım ak üzüm
geldi. Adem’in Cennet yiyeceklerinden yediği ilk şey üzüm idi. (El-Hamdü
Lillâh) dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Ey Adem! Ben seni, nimetlerimi yiyesin de şükredesin diye
yarattım. Şimdi nimetimi yiyip kıyâmete ka-
(44) Bakara Sûresi, âyet: 31.
81
dar şükretmek senin evlâtlarının sünneti, yolu oldu.
Kısâs-ı Enbiyâ’da denir ki:
—Hakk Teâlâ Ademi yarattığı zaman ona ruh üfledi, Cennet elbisesi
giydirdi. Adem bir taht üzerine oturdu. Melekler omuzları üzerinde alıp
götürdüler.
O zaman Hakk Teâlâ:
— Adem benim göklerimi görsün. Ta ki yakınlığı artsın, buyurdu.
Sonra meleklere buyurdu. Onlar da Ademi göğe getirdiler. Yüz yıl
gökleri tavâf ettiler.
Ondan sonra Hakk Teâlâ misk’den bir at yarattı. İnciden ve
mercandan iki kanadı vardı. Adem (aleyhisselâm) o ata bindi. Cebrâil (aleyhisselâm) yularını tuttu. Mikâil (aleyhisselâm) sağ yanında, İsrâfil (aleyhisselâm) sol yanında bütün gökleri dolaştılar.
Müfessirler şöyle naklederler:
— Hz. Adem Cennette olduğu zaman yalnız dolaşırdı. Gönlü sâkin
değildi. Hakk Teâlâ Adem'e uyku verdi. Adem (aleyhisselâm) da uyudu. Hakk Teâlâ Ademin sol iyeği
kemiğinden Hz. Havvâ’yı yarattı. Ona Cennet elbiselerini giydirdi. Hz. Havvâ,
Ademin başı ucuna oturdu. Adem (aleyhisselâm) uykudan uyandığı zaman başında bir kadının
oturduğunu gördü
Melekler imtihan için:
Bu kimdir ? diye sordular.
Adem (aleyhisselâm) :
— Kadındır, dedi.
Melekler:
— İsmi nedir? dediler.
Adem (aleyhisselâm) :
— Havvâ’dır, dedi.
Melekler:
— Niçin Havva'dır? dediler.
Adem:
— Diri yaratıldığı için, dedi.
Melekler:
— Niçin yaratıldı? diye sordular.
Adem:
— Ben onda ve o bende sakin olmak (huzur bulmak) için yaratıldı,
dedi.
Nitekim Hakk Teâlâ buyurdu:
— «Sizi bir candan (Ademden) yaratan, bundan da, gönlü kendisine
yatıp ısınsın diye, eşini yapan O’dur (Allahtır). (45)
Bedâyi-i Ahbâr'dan yapılan nakle göre, Adem (aleyhisselâm) Cennete girince, Allah Teâlâ Hz. Havvâyı
yarattı ve:
— Benim Cennetimde oturun, yemişlerinden yeyin, fakat şu ağaca
yaklaşmayın. Benim selâmetim ve rahmetim sizin üzerinize olsun! dedi. Ve
kendisini Hamd ve Senâ ile anıp:
— Hamd benim övüncümdür, Azamet benim örtüm, Ululuk elbisem ve
bütün mahlûkât benim kulum- dur, buyurdu.
Melekler, Adem (aleyhisselâm) ’a verilen bu şerefi görünce. Cennet
halkı ile birlikte, onların üstlerine inciden saçu saçlılar. Adem (aleyhisselâm)
’a ve Hz. Havva'ya selâm verdiler.
Hakk Teâlâ hazretleri şöyle buyurdu:
— Ey Adem! Benim nimetlerime şükret. Seni son nerece güzel
yarattım. Seni ayağın üzerinde yürüttüm. Sana ruhumu üfledim. Melekleri sana
secde ettirdim. İblis sana secde etmediği için ona lânet ettim. Sana olan
(45) A'râf Sûresi, âyet: 189.
iyilikleri
tamamladım. Cenneti iki bin yıl evvel, Havvâ ile senin için, yarattım. Eğer bana
itaat ederseniz benim Cennetimde kalırsınız. Eğer bana verdiğiniz sözü terk
ederseniz Cennetten çıkarır, ateşle azâb ederim.
Adem (aleyhisselâm) bunun
üzerine:
— Ey Rabbim! Ahdini ve emânetini kabul ettim, dedi.
Hakk Teâlâ:
— Eğer bu ağaca yaklaşırsanız, zâlim olursunuz, buyurdu.
Eb’ul-Leys İbni Abbâs (radiyallâhu anh)’dan şu rivâyeti nakleder:
— O zaman İblîs, Adem (aleyhisselâm) ’ın, Allahtan bu şekilde
yücelik bulduğunu görünce hased elti. Cennetten çıkarmak istedi. Yılan
suretine girip Cennetin kapısına geldi ve ağladı. Adem (aleyhisselâm) ve Havvâ Şeytanı tanımadılar ve:
— Neden ağlıyorsun? dediler.
Şeytan:
— Sizin için ağlıyorum, birbirinize hasret kalacaksınız. Fakat,
size tavsiye ederim ki, bu ağaçtan yerseniz Cennette ebedî kalırsınız, dedi:
Havvâ bu söze mağrur oldu. Oradan gitti, Adem (aleyhisselâm) ’ın
yanına geldi ve:
— Bu ağaçtan yiyelim ve Cennette ebedî kalalım, dedi.
Adem (aleyhisselâm) :
— Hakk Teâlâ bizi bu ağaçtan men etti, dedi.
Havvâ bin türlü nâz ve lütuf ile:
— Beni seversen bu ağaçtan yiyelim ve Cennete ebedî kalalım, dedi.
84
Adem (aleyhisselâm) :
— Ey Havvâ! Böyle yapma! Ben Allahın hışmından korkarım, dedi.
Hz. Havva:
— Allahın rahmeti çoktur deyip o ağaçtan bir yemiş aldı, yedi ve:
— Ey Adem! Ben yedim, bir şey olmadı, dedi. Zira, o meyveyi yemekle
Havva’ya bir hâl olmadı. Çünki Havvâ başkasına uyan, Ademin himâyesinde
bulunan kimse, Adem ise kendine uyulan, Havvâ’nın kendisine uyduğu kimse idi.
Madem ki uyulan Adem’de bir hal yoktur, uyan Havvâ da da bir hal olmaz. Bunun
aksi de böyledir.
Ondan sonra Havvâ bir yemiş alıp Adem’e verdi. Ne zaman ki Adem (aleyhisselâm)
o meyveden yedi, giydiği güzel
elbiseler arkasından düştü, çıplak kaldı. Adem (aleyhisselâm) utancından kaçıp gizlendi.
Allah Teâlâ:
— Ey Adem! Benden mi kaçıyorsun? buyurdu.
Bir incir ağacından yaprak alıp kendini örttü.
Saîyd bin Müseyyeb dedi ki:
— Adem (aleyhisselâm) o
ağaçtan yemeyeceğim diye Hakk Teâlâ’la ahd etmişti. Halbuki aklı vardı. Peki,
niçin yedi? Cevâbı şudur:
— Havvâ çeşitli yollarla sarhoş etmişti. Bundan dolayı ahdi unutup
o meyveden yedi.
Bagavî tefsirinde, nakledildiğine göre Muhammed bin Kays şöyle
demiştir:
— Hakk Teâlâ Adem (aleyhisselâm) ’a: Benim yasak ettiğimi niçin
yedin? diye buyurdu.
Adem (aleyhisselâm) :
— Havvâ yedirdi, dedi.
Hakk Teâlâ Havvâ’ya:
— Niçin yedirdin? buyurdu.
Havvâ:
— Bana yılan. «Ye!» dedi, yedim diye cevap verdi.
Hakk Teâlâ yılana:
— Niçin yedirdin? buyurdu.
Yılan:
— Bana İblis öğretti, dedi.
Hakk Teâlâ Havva’ya:
— Ayda bir kerre kan gör! buyurdu.
Yılanın ayakları vardı ve kendi de deve gibi idi.
Hakk Teâlâ yılana.
— Ayaklarını kestim, bundan sonra sen yüzün üzerine yürü! buyurdu.
Ondan sonra da İblîs’e:
— Bunları sen azıttığın için melun ol, sana lânet olsun! buyurdu.
Hakk Teâlâ bundan sonra yine Adem’e:
— Ey Adem! Ben seni şükredesin diye yarattım. Sen ise nimetlerimi
inkâr eden bir kul olmak istersin, buyurdu.
Adem (aleyhisselâm) :
— Ey Allahım! Beni toprak et, tek azâb etme! diye yalvardı.
Hakk Teâlâ da:
— Ben seni niçin toprak edeyim? Cennet ve Cehennemi senin
çocuklarınla, senden türeyecek insanlarla dolduracağım, buyurdu.
Adem bu sözü işitince, sevinip sustu.
Ondan sonra Hakk Teâlâ, Adem (aleyhisselâm) ’ı Serendip dağına
indirdi ve şunları ona verdi:
1) Allah
onu yeryüzüne indirdi.
2) Onu
sıkıntıya düşürdü.
3) Rengini
değiştirdi.
4) Komşuluktan
uzaklaştırdı.
5) Hz.
Havva’yı ondan ayırdı.
6) Adem
(aleyhisselâm) ile İblîs arasında tekrar
düşman
lık meydana
geldi.
7) Allahın
nehyini çiğnedi.
8) İblîs’i
Adem (aleyhisselâm) 'ın oğullarına havale etti,
gönderdi.
9) Dünyayı Adem
oğullarına zindân kıldı.
10) Adem (aleyhisselâm)
ı Cennet havasından mahrûm bıraktı.
Ondan sonra Hakk
Teâlâ Havva’ya:
— Ey Havvâ!
Nasılsın? diye buyurdu.
Havva da:
— Ey Rabbim!
Benim zînetlerim ve elbiselerim gitti, dedi.
Hakk Teâlâ:
— Bu elbiseleri
senden kim giderdi? buyurdu.
Hz. Havvâ:
— Ettiğim hata
giderdi. Beni düşmanım İblis kandırıp aldattı. Sana and içti, ben de aldandım,
dedi.
Hakk Teâlâ
hazretleri:
— Ey Havvâ, seni şu on beş şeye müptelâ ettim, buyurdu:
1) Hayız
görmek.
2) Karnında
çocuk taşımak.
3) Çocuk
doğurmak,
4) Din
noksanlığı,
5) Akıl
noksanlığı,
87
6) İddet (belirli
bekleme zamanı) bitmeyince ev
lenmemek.
7) Mirâs noksanlığı.
8) Erkeğin emrinde ve
hükmü altında olmak.
9) Talak (boşanma)
senin elinde olmamak.
10) Harbe gitmemek.
11) Kadından Peygamber
olmamak.
12) Halîfe ve Sultan
(Devlet Reisi) olmamak.
13) Erkeklerinden
izinsiz üç günlük yere gitme
mek.
14) Bütün Cemaat kadın
olsa Cuma namazı kıl
mamak.
15) Genç kadınlara
erkekler selâm vermemek.
Şimdi ey Havvâ! Cennetten çık! Sana: aklı, dinî, mirası ve
tanıklığı eksik kıldım.
Havvâ:
— Ey Rabbim! Cennetten nasıl çıkayım? Bütün yücelikleri benden
giderdin! dedi.
Hakk Teâlâ.
— Cennetten çık! Senin neslinden nice Peygamberler, Velîler ve
Şehitler gelecek ki, Cenneti onlarla dolduracağım, buyurdu.
Ne zaman ki Adem (A S.) Cennetten çıktı, Cebrâil (aleyhisselâm) Adem'i
Serendib'e; Havvâ’yı da Cidde’ye indirdi.
Melekler Adem (aleyhisselâm) ’ı gördüler. Çıplak dolaşırdı. Onu
esirgediler ve:
— Ey Rabbim! Ademi utandırma! dediler. Adem (aleyhisselâm) Cennetten çıktıktan sonra ellerini başının
üzerine koyup gözlerinden akan yaş yanaklarından akardı.
Bazı melekler Adem (aleyhisselâm) ’ı kınadılar. Hakk Teâlânın (aleyhisselâm)
’a verdiği nimetlerden ve ahdinden bahsettiler.
88
Adem (aleyhisselâm) :
— Allahın takdiri böyle idi ki beni yere indirdi, dedi,
Hakk Teâlâ Adem (aleyhisselâm) a:
— Ben şöyle takdir ettim ki, tövbe olmayınca asîleri kabul etmem.
Seni topraktan yarattım. Hiç bir melek, şekil ve mükemmellikte sana benzemez.
Ruhumdan sana ruh üfledim. Melekleri sana secde ettirdim. Hav- vâyı sana
verdim. Sana bütün isimleri öğrettim. Meleklerime seni hatip kıldım, Nihâyet
sen benim ahdimi unuttun ve Şeytana uydun, buyurdu.
Adem (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Bu nimetlerin hepsini sen verdin. Ben senin şükründen
ve verdiklerini dile getirmekten acizim. Ey Rabbim! Beni Muhammed muhabbeti
için esirge. Zira bütün mevcudatı onun için yarattın, dedi.
Hakk Teâlâ:
— Ey Adem! Muhammed kimdir? Sen ne bilirsin? buyurdu.
Adem (A.S ):
— Cennetin her yerinde: (Lâilâhe illellâh Muham- medün Rasûlûllâh)
kelimesinin yazılmış olduğunu gördüm. Onun ismini Arşda ve Levh-i Mahfuzda
yazılı gördüm. Bunlardan anladım ki, sana ondan daha sevgili kul yoktur, dedi.
Hakk Teâlâ:
— Ey Adem! Eğer (Besmele) ile başlarsan, mescid- leri sana mesken
kıldım. Yiyeceklerimi sana helâl kıldım. Yeryüzünde senin için sular akıttım.
Ye, iç! Benim zikrimle meşgul ol! buyurdu.
Adem (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Fazlalaştır, dedi.
Hakk Teâlâ:
- Bir
hayırına on veririm. Bir şerrine de bir yazarım buyurdu.
Adem (aleyhisselâm)
:
— Ey Rabbim!
Fazlalaştır, dedi.
Hakk Teâlâ.
— Tövbeni kabul
ettim, buyurdu.
Adem (aleyhisselâm)
:
— Ey Rabbim!
Fazlalaştır, dedi.
Hakk Teâlâ:
— Seni ve
çocuklarını yarlığarım, buyurdu.
Adem (aleyhisselâm)
:
— Ey Rabbim!
İşim tamam oldu dedi.
Ondan sonra
İblis (Lanet olsun):
— Ey Rabbim!
Böyle olmak senin ilminde vardı. Şimdi bana da kıyamete kadar fırsat ver, dedi.
Hakk Teâlâ:
— Emân (fırsat)
verdim. Ne gerekse işle! buyurdu.
İblis:
— Ey Rabbim!
Beni yeryüzüne indiriyorsun. Hani bana mesken? dedi.
Hakk Teâlâ:
—
Mezbelelikleri sana mesken kıldım, buyurdu.
İblis:
- Ey
Rabbim! Onlara Peygamberler ve kitaplar verdin. Bana da kitap gerek, dedi.
Hakk Teâlâ:
— Boş ve
lüzumsuz şiir ve hicivleri sana Kur'an olarak verdim, buyurdu.
İblis:
— Hani benim
Peygamberlerim? dedi.
Hakk Teâlâ:
— Cadılar ve
kâhinler senin peygamberlerindir, buyurdu.
İblis:
— Hani benim
evim dedi.
Hakk Teâlâ:
— Hamam senin
evindir, buyurdu.
İblîs:
— Hani benim
müezzinlerim? dedi.
Hakk Teâlâ.
— Saksağanlar
sana müezzin olsunlar, buyurdu.
İblîs:
— Hani benim
yiyeceğim? dedi.
Hakk Teâlâ:
— Benim adımla
başlanmayan taam senin yiyeceğin olsun, buyurdu.
İblis:
— Hani benim
şarabım? dedi.
Allah taala:
— Sarhoş eden
herşey senin şarabın olsun, buyurdu.
İblis:
— Hani benim
meclisim? dedi.
Hakk Teâlâ:
— Sokaklar,
çarşılar ve pazarlar senin meclisin olsun, buyurdu.
İblis:
91
— Ey Rabbim! Hani benim işaretim? dedi.
Hakk Teâlâ:
— Benim lanetim ve gazabım senin üzerine olsun, buyurdu. Ve onu on
şeye müptelâ kıldı:
1) Huzurundan kovdu.
2) Cennetten çıkardı.
3) Sûretini
değiştirdi.
4) İsmini değiştirdi.
5) Câhillere imam
kıldı.
6) Ona lânet etti.
7) Ma’rifetinden
mahrum etti.
8) Tövbesini aslâ
kabul etmedi.
9) Rahmetinden mahrum
kıldı.
10) Cehennem halkının hâtibi yaptı.
Adem (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim!
İblîs’e kıyamete kadar fırsat verdin. Sana evlâtlarımı azdırmak için and verdi.
Ben onun hilesinden emin olamam, dedi.
Hakk Teâlâ:
— Ey Adem! Ben sana üç şey verdim ki, bütün âlem seni azdıramaz,
buyurdu.
1) Benim için banâ
ibâdet et ve bana şirk koşma.
2) İşlediğin
her hayır için yerine on veririm. Eğer günah işlersen bir yerine bir yazarım.
Eğer istiğfar edersen kabûl edip yarlığarım. Nitekim Hakk Teâlâ buyurur:
— «İşte ben
muhakkak yakınımdır. Bana duâ edince ben o duâ edenin dâvetine icâbet
ederim...» (46)
İblis Adem (aleyhisselâm)
’ı gene kıskandı ve:
— Ey Rabbim!
Öyle olunca ben onun çocuklarını nasıl aldatayım? dedi.
Hakk Teâlâ:
— Damarlarında ve göğüslerinde yer bul ve dilediğin şekilde onları
aldat, buyurdu.
İblîs:
— Ey Rabbim! Beni yere mi indiriyorsun? dedi.
Hakk Teâlâ.
— Benden ümidini kesenleri Cehenneme indiririm, dedi ve:
— «Yemin ederim ki, onlardan kim sana uyarsa Cehennemi bütün sizden
dolduracağım» buyurdu. (47)
Hz. Adem (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Yılan benim düşmanıma yardım etti, ben onunla dünyâda
ne ederim? dedi.
Hakk Teâlâ:
— Ey Adem! Onun yerini yerin altı ve yiyeceğini toprak kıldım.
Dışarda gördüğün zaman başını parçala! buyurdu.
Hakk Teâlâ Tavûs'a da:
— Seni sularda eğleştirdim ve rızkını da yerden verdim, buyurdu.
Hz. Havvâ:
— Ey Rabbim! Beni eğri kemikten yarattın. Aklımı, dinimi,
tanıklığımı ve mirasımı eksik kıldın. Senden dilerim ki, erenlere verdiğin
sevâptan bana da ver, dedi.
Hakk Teâlâ:
— Ey Havvâ! Hayayı, merhameti ve anlaşmayı sana verdim. Kızların
çocuk doğururken ölseler, onlara şehitlik mertebesi verdim, buyurdu.
Ondan sonra Hakk Teâlâ Ademi tövbe kapısından
(47) A'râf Sûresi, âyet: 18.
93
Hindistandaki Serendibe indirdi. Hz. Havva’yı Rahmet kapısından
Ciddeye indirdi. İblîs’i de lânet kapısından çöllere bıraktı. Yılanı Azab
kapısından çıkarıp çöllere bıraktı. Yılanı Azab kapısından çıkarıp İsfehân
memleketine sürdü. Bunların Cennetten çıkması ikindi vaktinde oldu.
Hz. Adem ayağa kalktığı zaman başı göklere varırdı ve meleklerin
zikrini işitirdi. Sonra sakalı çıktı. Önce genç oğlandı. Bundan sonra Adem (aleyhisselâm)
meleklerin sesini işitmez oldu, son
derece yalnızlık çekti ve:
— Ey Rabbim! Ne oldu ki, meleklerin sesini işitmez oldum? dedi.
Hakk Teâlâ:
— Hatâ işledin, araya perde çekildi ve onların sesini duymaz
oldun, buyurdu.
Müfessirler şöyle derler:
— Adem (aleyhisselâm) yeryüzüne indiği zaman Hakk Teâlâ, göklere
yere ve dağlara emânet arz etti: «Bu emâneti içindeki ile taşır mısınız? diye
buyurdu.
Onlar..
— Ey Rabbîm! İçindeki nedir? dedi.
Hakk Teâlâ:
— Eğer bana itaatli olursanız sevap bulursunuz ve eğer âsî
olursanız azâb’a uğrarsınız, buyurdu.
Onlar:
—Ey Rabbim! Biz sana itaatliyiz. Fakat bize ne se- vâb ve ne de
azab gerek dediler.
Allahın bunlara emaneti teklif etmesinden gaye imtihan etmektir.
Ondan sonra Allah Teâlâ emâneti Adem (aleyhisselâm) ’a teklit etti.
Bagavî, tefsirinde şöyle der:
94
— O emânet dört köşeli bir taş idi. Hakk Teâlâ onu göklere, yere ve
dağlara arz etti. Kimsenin gücü yetmedi. Fakat Adem (aleyhisselâm) kimse buyurmadan o taşı aldı ve getirdi. Yere
koymak istedi. Allah Teâlâ hazretleri:
— Ey Adem! Yerinde dursun. Senin ve evlâdlarının Kıyamete kadar
boynunda kalsın, buyurdu.
İmam Muhammed Şehristanî Tefsîr-i Kebîrinde, Tevrât'dan şu nakilde
bulundu:
İblîs (Allahın laneti üzerine olsun).
— Hakk Teâlâ benim ve mahlûkatın ilâhıdır. Ve her şeye kadirdir.
Nitekim Hakk Teâlâ şöyle buyurur:
— «(Fakat) Allah ne
dilerse yaratır» (48)
— «O, yapacağından
mes’ûl olmaz, fakat onlar mes’ûl olurlar» (49)
Fakat hikmet iktizasınca benden Hakk Teâlâ tarafına yedi suâl
yönelmiştir:
1) Hakk Teâlâ her şeyi
bilir. Benden ne geleceğini bilirdi. Öyle ise beni niçin yarattı ve yaratmaktan
hikmeti nedir?
2) Ezelî ilminde nasıl
ise beni öyle yarattı ve bana kendini tanımayı ve itaat etmeyi teklif etti.
İbâdet edersen faydan yok, isyan edersem zararı yok olduğuna göre, bana
teklifindeki hikmet nedir?
3) Bana ibâdeti teklif
etti, Adem (aleyhisselâm) ’a secde etmemi emretti. Niçin benim ibâdetimi
çoğaltmadı ki, Adem (aleyhisselâm) ’a secde edeyim?
4) Beni, sözümle lânet
etti. Ben: «Senden başkası-
(48) Âli
îmran Sûresi, ayet: 47.
(49) Enbiyâ
Sûresi, âyet: 23.
na secde etmem»
dedim. Beni bu sözümden dolayı red etmesindeki hikmet nedir?
5) Bana lanet ettiği
halde beni niçin Adem ile Cennette buluşturdu? Ben onu mağrur ettim, o da o
yasak ağacın meyvesinden yedi. Eğer beni Cennetten men etse idi Adem Cennette
ebedi kalırdı. Bundan hikmet nedir?
6) Beni Adem ile düşman
etti. Niçin oğullarına da musallat etti. Eğer onları ibâdet ve mağfiret üzerine
yaratsa idi iyi olmaz mı idi. Bundaki hikmet nedir?
7) Hakk Teâlâ bunların
hepsini kendi takdiri ile işledi ve:
— Bana kıyamete kadar fırsat ver, halkı kötülüğe ve fitneye
götüreyim dedim, bana imkân verdi. Eğer beni ortadan kaldırsa idi bütün âlem
hayır üzerine olurdu. Bundan hikmet nedir?
Hak taala meleklere şöyle buyurdu:
— Gidin İblis’e: «Senin söylediğin şey Hakka teslim olmadığın için
oldu, diye söyleyin» Ben onun ve bütün mahlûkatın hâlikiyim. Bana karşı böyle
mi davranır? Bana hükmetmek ve emrime itiraz etmek küfürdür.
Hz. Vehb bin Münebbih (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Hakk Teâlâ Adem'i yaratınca onu yeryüzüne indirdi. Adem (aleyhisselâm)
mahzun olup ağlardı. Hakk Teâlâ:
— Ey Adem! Niçin ağlarsın? buyurdu.
Adem (aleyhisselâm) :
— Hatam beni kapladı. İsyanım büyüktür. Saadet evinden meşakkat
evine, Rahmet evinden mihnet evine, karar evinden zevâl evine ve Beka evinden
fenâ evine geldim. Hatam için neden ağlamayayım? dedi.
96
Hakk Teâlâ:
— Ey Adem! Ben seni kendim için seçtim. Cenneti sana helâl kıldım.
Ruhumu sana üfledim. Meleklerimi sana secde ettirdim. Benim emrime âsî oldun.
Ahdimi unuttun. Şanım hakkı için, eğer bütün yer yüzü insanla dolu olsa ve bana
ibâdet etseler, sonra da bana âsî olsalar, hepsini asî olanların seviyesine
indiririm, buyurdu.
Adem (aleyhisselâm) bunu
işitince üç yüz yıl ağladı.
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) şöyle demiştir:
— Adem (aleyhisselâm) ve Hz.
Havvâ, Cennetten çıktıktan sonra kırk yıl bir şey yemediler. Hayalarından
göklere dahi bakmadılar. Eğer bütün âlemlerdeki göz yaşlarını toplasalar, Davûd
Peygamberin göz yaşı ondan çok olurdu. O hatasından dolayı ağlamıştı. Davûd
Peygamberin göz yaşı ile bütün halkın göz yaşlarını toplasalar, Adem (aleyhisselâm)
’ın göz yaşı fazla olurdu.
Nakledildiğine göre Adem (aleyhisselâm) Cennetten çıktıktan sonra karnı acıktı.
Cebrâil (aleyhisselâm) Cennetten buğday
getirdi ve Ademe ekip biçmesini öğretti. Adem (aleyhisselâm) onu öküz, ile ekti. Buğday bitti ve olgunlaştı.
Adem onu öğütüp eledi. Kepeğinden arpa bitti. Bir fırın yaptı. Onda pişirdi ve
yediler. Ondan sonra su istedi. Cebrâil (aleyhisselâm) :
— Adem! Yeri kaz! dedi. Kazdı. Su çıktı, içtiler. Adem (aleyhisselâm)
yorulduğunu anladı. Hakk Teâlâ bir melek
gönderdi. O melek Adem ile Havvâ’nın su yolunu deldi. Daha önce yiyecek
çıkarılacak bir yer yoktu. Evvelâ öküzün gözünden darı bitti. Öküz kaşındı
nohut bitti Kurusundan mercimek bitti.
Nakledildiğine göre bir gün Adem ile İblîs yeryüzünde buluştular.
İblis Adem (aleyhisselâm) 'a sitem etti.
Adem (aleyhisselâm) :
— Ey mel'un! Beni mağrur ettin, o ağaçtan yedim. Beni cennetten
çıkardın. Ben ne yaptımsa senin sözünle yaptım, dedi.
İblîs ağladı ve:
— Ey Adem! Sana bu işi ben yaptım ve bu yere seni ben getirdim.
Peki bana kim yaptı? dedi.
3. ÂDEM (aleyhisselâm) ’IN TÖVBESİ
Ne zaman ki Hakk Teâlâ hazretleri Adem (aleyhisselâm) ’a rahmet
etmek istedi, Cebrail (aleyhisselâm) ’a şöyle buyurdu.
— Adem benim yaratış san’atımdır. Hem gökler ve yerler halkınca
ağladı. Benden başkasını anmadı. Benden başkasından korkmadı ve günâh onun
yüreğini yaktı. Halbûki ilk önce benim isimlerimi o zikretti ve bana ilk hamd
eden de odur. Ben de onu yeryüzüne halife kıldım. Emsâlsiz Cennet verdim.
Bütün isimleri (eşyayı) ona öğrettim. Melekleri ona secde ettirdim. İblise onun
için lânet ettim. Bana ilk şükreden ve ilk tövbe eden odur. Ben de onu
yarlığadım. Kim günâh işlese ve dönüp istiğfar etse ben onu yarlığarım.
Ondan sonra Cebrâil (aleyhisselâm) ’ı Adem'e gönderdi ve şu kelimeleri
öğretti:
— «Derken Adem Rabbinden kelimeler belleyip aldı (ona yalvardı) O
da tövbesini kabûl etti. Çünki tövbeyi ençok kabûl eden, asıl esirgeyen
O'dur.» (50)
(50) Bakara Sûresi, âyet: 37.
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Adem (A.Ş ): Ey Rabbim! Beni kudret elinle yarattın. Bana kendi
rûhundan üfledin ve beni Cennete koydun. Şimdi tövbe ederim. Beni yine Cennete
koyar mısın? dedi.
Hakk Teâlâ da:
— Ey Adem! Sen velî kulumsun. Dile benden ne dilersen? buyurdu.
Adem (aleyhisselâm) .
— Ey Rabbim! Benim evlâtlarımdan bir kul günah işlese ve sana
şükretmese onu yarlığa! dedi.
Adem (aleyhisselâm) duasını
bitirdiği zaman Cebrâil (aleyhisselâm) geldi ve:
— Ey Adem! Allah Teâlâ tövbeni kabûl etti, dedi.
Sonra Cebrâil (aleyhisselâm) kanadını yere vurdu, su çıktı. Miskden güzel
kokusu vardı. Adem (aleyhisselâm) o suya
girdi, boy abdesti aldı. Vücûdu beyaz oldu. Ve:
— Ey Rabbim! Beni temizle ve günahımdan arıt! dedi.
Cebrâil (aleyhisselâm) Cennetten, atlas ve süslü işlemeli kalın
ipekten bir elbise getirdi. Adem (aleyhisselâm) 'a giydirdi. Ondan sonra Hakk
Teâlâ hazretleri Mîkâil (aleyhisselâm) ’ı Hz. Havvâ’ya gönderdi. Mîkâil (aleyhisselâm)
:
— Allah, Adem (aleyhisselâm) ’ın tövbesini kabûl etti, dedi.
Havvâ’ya Cennetten libâslar getirdi ve giydirdi. Hz. Hav- vâ bu sözü işitince,
Adem'i son derece özlediği için, ağladı. Gözlerinden damla damla yaş aktı. O
yaşlar inci
99
ve mercan olurdu. Adem (aleyhisselâm) da Cennetten ayrıldığı için ağlamakta idi.
Zencebîl ve sıcak otlar biterdi.
Hakk Teâlâ Cennetten kızıl bir yakut gönderdi. Kâbenin yerine
koydular. Kâbenin zümrüdden iki kapısı vardı. Biri doğuya, biri de batıya
açılırdı. O evde nurdan kandiller vardı. Ondan sonra Hakk Teâlâ:
— O evi (Kâbeyi) tavâf et. Nitekim melekler de Arşı tavâf
etmektedir, buyurdu.
Tufan olunca Hakk Teâlâ o kızıl yakuttan olan beyti dördüncü kat
göğe çıkardı. Bu keşşâfdaki beyandır. Sahih olanı yedinci kat gökte olmasıdır.
Peygamber (S.A. V.) onu Mirâc gecesinde orada görmüştür. Ondan sonra Hakk Teâlâ
Adem (aleyhisselâm) :
— Havvâ ile buluş! Ona karşı iyi davran. Ben onu senin oğlanlarının
ve kızlarının anası kıldım, buyurdu.
Adem (aleyhisselâm) bu sözü
işitince sevindi ve secde etti.
Bundan sonra Hakk Teâlâ:
— Havvâ Merve, Adem de Safâ tepesinde dursun. Adem Havvâ'ya baksın
ve Haccın şartlarını yerine getirmeden ona yapışmasın, buyurdu.
Sonra Adem (aleyhisselâm) Arafât’a vardı. Havvâ da Ciddeden, Adem'e
kavuşmak istediğinden, Arafât'a geldi. Arafat’da buluştular. O güne (Arafât)
diye isim koydular. Ondan sonra Mînâ’ya geldiler. Adem (aleyhisselâm) Hakk Teâlâ’dan rahmet mağfiret diledi. Bundan
sonra oraya (Minâ) diye isim verdiler. Bundan sonra Adem (aleyhisselâm) Hindistan’dan kırk kerre yayan Kâbeye gel-
100
di, Hac etti. Onun her adımı üç günlük yol idi. Ayağının bastığı
her yer mamûrelik oldu. (51)
4. ALLAH’IN İNSANLARDAN SÖZ ALMASININ
BEYANI
Allah Teâlâ buyurdu,
—«Hani Rabbin Adem oğullarından, onların sırtından zürriyetlerini
çıkarıp kendilerini kendilerine şâhit tutmuş Ben sizin Rabbiniz değil miyim?
(demişti). Onlar da: Evet (Rabbimizsin), şâhid olduk demişlerdi. (İşte bu
şâhidlendirme) kıyâmet günü: Bizim bundan haberimiz yoktu, dememeniz içindi.»
(52)
Hakk Teâlâ Ademi yaratıp Cennetten çıkardıktan sonra, henüz
yeryüzüne inmeden, kudret eli ile arkasını sığadı. Sağ yanından karıncalar gibi
zürriyetler (insan dölleri) göründü. Onlar da inciler gibi idi. Sol yanından
çıkanlar ise kara karıncalar gibi idi.
Hakk Teâlâ sağ taraftan çıkanlara:
(51) Safâ
ve Merve: Mekke’de, Kabe’nin karşısına düşen iki küçük tepenin adıdır. Hz.
Hacer de bu iki tepe arasında, oğlu İsmail’e su bulmak için koşmuştur. İslâmî
Hac’da burada gidip - gelinir, Sa'y edilir. Arafât, Mekke’ye otuz kilometre
mesafede bir yerdir. Arefe günü bütün hacılar orada topluca dururlar. Bu duruşa
(Vakfe) adı verilir. Bu, Hac’ın şartlarından- dır. Peygamber Efendimiz meşhur
(Vedâ Hutbesini) burada irâd buyurmuştur. Minâ da, Arafat yolu üzerinde
bulunur. Hac’da buradaki erkânı yerine getirmek de bir vazifedir.
(52) A'râf
Sûresi, âyet: 172.
— Benim rahmetimle Cennete girin buyurdu.
Soldakilere de:
— Benim adâletimle siz de Cehenneme girin, buyurdu.
Nakledildiğine göre Adem (aleyhisselâm) bunların içinde, nurlu birini gördü ve.
— Ey Rabbim Bu kimdir? diye sordu.!
Hakk Teâlâ:
— Senin oğlun Davûd'dur, buyurdu.
Adem (aleyhisselâm) :
— Onun ömrü ne kadardır ya Rabbi! diye sordu.
Hakk Teâlâ:
— Altmış yıldır, buyurdu.
Adem (aleyhisselâm) :
— Ömrünü uzat, dedi.
Hakk Teâlâ:
— Ömrü yazılıdır, sen kendi ömründen ilâve et, buyurdu.
Adem ömründen kırk yıl bağışladı. Hakk Teâlâ meleklere:
— Adem ömründen kırk yıl bağışladı, tanık olun, buyurdu.
Ondan sonra Adem (aleyhisselâm) sağına baktı güldü, soluna baktı ağladı.
Ebû Saydî El-Hudri şöyle demiştir:
— Hz. Ömer ile bir kaç kerre Haccettim. Bir gün Hacer’ul-Esved'in
karşısına geldi ve:
— Bilirim ki sen faydası - zararı olmayan bir taşsın. Fakat gördüm
ki, Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) sana hürmet etti. Ben de onun için
sana hürmet ediyorum, dedi.
Hz. Ali ileri gelerek:
102
— Yâ Ömer! Niçin öyle dersin? Hakk Teâlâ, Adem oğullarının ikrarını
(verdikleri imân sözünü) bir deriye yazdı. Ondan sonra da Hacer’ul - Esved’e:
— Sen eminsin, işte bu yazı (söz) sende emânet kalsın. Kıyâmete
kadar Hacca gelip seni ziyaret eden herkese tanıklık edersin buyurdu, dedi.
Kitâb-ı Müzekkirîn’de şöyle denir:
— Hacer’ul-Esved, Allahın Hz. Ademle o ağaçtan yememesi için ahd
yaptığı vakitte bir melekti. O melek o zaman Adem (aleyhisselâm) ’dan
uzaklaştı. Adem (aleyhisselâm) yasak
ağaçtan yedi. Libasları ve süslü Cennet elbiseleri gitti. Allah Ademi Cennetten
çıkardı, yere indirdi. Ondan sonra o melek geldi, Adem (aleyhisselâm) ’ı
Cennette bulamadı.
Adem (aleyhisselâm) 'in, Allahın ahdinden sapmış ve Cennetten
çıkarılmış olduğunu anladı. Ondan sonra Hakk Teâlâ o meleği yakuttan bir taş
yaptı. (53)
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) efendimiz şöyle buyurur:
— Hakk Teâlâ Adem’in belinden zürriyetini çıkardığı zaman melekler
sayısız insanın meydana geldiğini gördüler ve:
— Bunlar dünya’ya nasıl sığarlar ve nasıl istifade ederler? dediler.
(53) Hacer’ul-Esved, Karataş demektir. Kâbenin sol
köşesinde bulunur. Hz. Ömer’in buyurduğu gibi bir hatıradan ibarettir. Fakat
saygı gösterilmiştir. Tavafa buradan başlanır. Güzel bir kokusu vardır. Tarihî
kayıtlara bakılırsa İbrahim (aleyhisselâm) bunu koymuştur. Peygamberimiz, henüz Nebî
değilken, bir tamir sırasında, ihtilâf üzerine hakemlik yapmış ve bugünkü
yerine koydurmuştur.
103
Hakk Teâlâ buyurdu ki:
— Ben bunları dört bölük ederim.
1) Bir bölüğü ata
belinde olur.
2) Bir bölüğü ana
rahminde olur.
3) Bir bölüğü
yeryüzünde yaşar.
4) Bir bölüğü de yer
altında (kabir de) bulunur.
Hakk Teâlâ Adem (aleyhisselâm) ’a:
— Ey Adem! Eğer sen Kâbeyi yapmazsan çocuklarından kimse onu
yapmaz, buyurdu.
Sonra Adem (aleyhisselâm) Kâbeyi yaptı. Havva ile onda oturdular. Ondan
sonra Cebrâil (aleyhisselâm) Cennetten
iki öküz getirdi. Cehennemden ateş getirdi. O ateşi, Cennet ırmaklarında yetmiş
kere yıkadı. O henüz ele almağa yaramaz idi. Ondan sonra da yedi kere denize
düştü, gene çıkardı. Adem (aleyhisselâm) ’a getirdi. Adem (aleyhisselâm) onu aldı, yeryüzüne koydu. O ateş yeri ve dağı
yaktı, uçtu tekrar Cehenneme gitti. O ateşin yeryüzünde izi kaldı.
Bu Tevratta nakledilmiştir.
İbni Addâs (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Adem (aleyhisselâm) : Ey Rabbim! Günlerden hangi gün, sözlerden
hangi söz ve aylardan hangi ay sana daha sevgilidir? dedi.
Hak Taâlâ:
— Bana günlerden Cuma günü sevgilidir. Zira o gün kullarımın
günahını affederim. Sözlerden (Lâilâhe illallâh) kelimesi sevgilidir. Bir kimse
(Lâilâhe illallâh) dese Cehennem’den azâd ederim. Aylardan bana sevgili Ramazan
ayıdır. Zira o ayda kullarıma mağfiret ve Rahmetle nazar ederim, buyurdu.
Zehret’ür-Riyâd’da nakledildiğine göre Hz. Câfer Sâdık şöyle
demiştir:
104
— Adem (aleyhisselâm) ile
Havvâ Cennette oturmakta idiler. Hak Taâla Cebrail (aleyhisselâm) ’ı gönderdi
ve:
— Adem'in elini tut ve Cenneti tavaf et, buyurdu. Cebrail (aleyhisselâm)
Adem'le birlikte Cenneti tavaf ettiler.
Güzel bir saraya geldiler. Bir kerpici altın, bir kerpici gümüştendi. Şerefesi
yeşil Zebercedden idi. O sarayda yakuttan bir taht vardı. O tahtın üzerinde
nurdan bir kubbe bulunuyordu. O kubbede çok hoş bir sûret vardı. Başında
nurdan bir taç, kulağında inciden iki küpe ve belinde nurdan bir kemer vardı.
Adem (aleyhisselâm) onu gördü. Hayret
içinde kaldı. Havva’nın güzelliğini unuttu ve:
— Ey Rabbim! Bu ne suretidir! dedi.
Hak Taâla:
— Bu Fâtıma'nın suretidir. Başındaki taç Muham- med Mustafa (S.A.V)
dir. Belindeki kemer Ali’dir. İki küpe de Hasan ile Hüseyin’dir, buyurdu.
Adem (aleyhisselâm) bu
kubbede beş kapı gördü. Her kapıda nurdan bir söz yazılı idi:
Birinci kapıda, Bu Muhammed'dir.
İkinci kapıda Bu Ali'dir.
Üçüncü kapıda, Bu Fâtımatüz-Zehrâ’dır.
Dördüncü kapıda, Bu Hasan'dır.
Beşinci kapıda, Bu Hüseyin’dir.
Cebrail (aleyhisselâm)
:
— Ey Adem! Bu isimleri sakla. Birgün bunlara muhtaç olursun, dedi.
Adem (aleyhisselâm) dünyaya
indiği zaman üçyüz yıl ağladı.
Nidâ geldi ki:
— Ey Adem! Kâbe’ye bak!
105
Adem (aleyhisselâm) baktı ve
bu beş ismin orada yazılı olduğunu gördü.
Adem (aleyhisselâm) secde
etti ve:
— Ey Rabbim! Muhammed, Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin'in hakkı için
beni yarlığa ve benim tövbemi kabûl et, diye niyazda bulundu.
Hak Taâla:
— Ey Adem! Eğer bütün zürriyetini benden dile- sen, bu isimlerin
hürmeti hakkı için, hepsini yarlığar idim, buyurdu.
Nakledildiğine göre Adem (aleyhisselâm) Cennetten çıktığı zaman dünyâya indi ve:
— Ey Rabbim! Beni kudret elinle yarattın. Beni Cennette oturttun.
Meleklere bana secde ettirdin. Sonunda nefsime uyup emrine âsî oldum. Şimdi
tövbe ediyorum, kabûl eder misin? dedi.
Hak Taâla:
— Ey Adem! yerleri ve gökleri yaratmazdan önce şöyle yazdım:
— «(Bununla beraber) Şüphesiz ki ben tövbe ve iman edenleri, iyi
amel (ve hareket)de bulunanları, sonra da doğru yolda (ölünceye kadar) sebat
gösterenleri elbette çok yarlığayıcıyımdır.» (54)
Bundan sonra senin günahın için (Gâffâr) ismimi mahvedeyim mi? Bil
ki, seni yarlığadım. Fazlım ve rahmetimle seni Cennete koyacağım, buyurdu.
Nakledildiğine göre Hak Taâla Adem’i Cennetten çıkarınca bütün
gövdesini kapkara etti. İbret için yal-
(54) Tâ-hâ Sûresi, âyet: 82.
106
nız tırnağı beyaz kaldı. Melekler Adem (aleyhisselâm) için ağlaştılar ve:
—Ey Rabbimiz! Adem’i kudret elinle yarattın. Havva’yı ona verdin.
Cennete koydun. Melekleri ona secde ettirdin. Bu günah için yine onu Cennetten
çıkardın. Ak iken kara ettin, dediler.
Hak Taâla Adem’e:
— Ayın önüçüncü, ondördüncü ve onbeşinci günü oruç tut! buyurdu.
Adem (aleyhisselâm) o
günlerde oruç tuttu. Bütün gövdesi ağardı. Ondan dolayı o günlere (Eyyâm-ı
Bîyz—Beyaz günler) adı verildi
Nakledildiğine, göre Adem (aleyhisselâm) Arş’a baktı ve orada (Muhammed Mustafâ)
ismini yazılı gördü. Adem onu tam görmek istedi. Hak Taâla:
— Ey Adem! O gördüğün Ahirzaman'da gelir. Fakat onun nurunu gör!
buyurdu.
Adem (aleyhisselâm) 'ın alnında Muhammed Mustafâ’nın nuru parlayıp
dururdu. O nur Adem (aleyhisselâm) ’ın alnından şahadet parmağına geldi. Adem (aleyhisselâm)
o nuru gördü.
Parmağını kaldırdı, şahâdet getirdi. Ondan dolayı Şahâdet parmağını
kaldırmak sünnet oldu. Ondan sonra Cebrâil (aleyhisselâm) bir yüzük getirdi. Adem (aleyhisselâm) ’a
verdi. Adem (aleyhisselâm) Şahâdet
parmağına takmak istedi.
Cebrâil (aleyhisselâm)
— Onu serçe parmağına tak! dedi.
Adem (aleyhisselâm) :
— O zayıftır, dedi.
Cebrâil (aleyhisselâm) :
— O Şahâdet parmağıdır, Şahâdet içindir. O devlet ona yeter, dedi.
Hak Taâla:
107
— Ben zayıfları esirgerim. Yüzük ona gerek, buyurdu.
Ondan sonra Adem (aleyhisselâm) yüzüğü serçe parmağına geçirdi.
Nakledildiğine göre Hz, Ali (radiyallâhu anh) şöyle demiştir:
— Adem (aleyhisselâm) buğdaydan yediği ve yere indiği zaman kustu ve
kusmuktan ağu ağacı bitti. O ağaçtan yılan geldi yedi. O sebepten yılanın
ağzında ağû oldu, kıyamete kadar gitmedi.
Nakledildiğine göre bir gün Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) efendimiz Hz. Ali ile Fâtıma’nın yanına geldi. Ali’nin, Fâtıma’nın başı
üzerinde durduğunu gördü ve:
— Ey Allahım! Aralarını düzelt! buyurdu. Hz. Ali (radiyallâhu anh):
— Ey Allahın Rasûlü (Allâhümme)’deki (M) ne (M) sidir? diye sordu.
Rasülüllah da:
— Hak Taâla Adem (aleyhisselâm) ’ı yarattığı zaman ona yerini
gösterdi. Adem (aleyhisselâm) :
— Allahım! Beni yarlığa! dedi.
Hak Taâla hazretleri:
— Ey Adem! Dünya kadar ömrün olsa beni bu şekilde zikretsen
melekler gibi zikredemezsin. Sana bir harf öğreteyim. Bütün evvellerin ve
ahirlerin (gelmiş gelecek herşeyin) ismi onda bir araya gelmiştir.
Adem (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Öğret, dedi.
Allah Taâla:
— Ey Adem! (Allahümme) diye duâ et ki îsm-i A’zam (Allahın en büyük
ismi) budur. Zira bütün ya-
108
rattığım ve yaratacağım şeylerin ismi (Mim) dir, buyurdu.
Hakk Teâlâ buyurdu ki:
— Kim bir kerre (Allahümme Lek’el-Hamd = Allahım sana hamd olsun)
dese, her harfine on sevâb veririm, günahlarını yarlığarım ve derecesini ulu
ederim, buyurdu.
Adem (aleyhisselâm) onu
işitdi, şükredip secde etti Hakk Teâlâ Adem (aleyhisselâm) 'ı yarlığadı. Bir
harf ile ki, Allâhüm- medeki (mim) dir.
Nakledildiğine göre Atâ şöyle der:
— Hakk Teâlâ Ademi Cennetten çıkardığı zaman başı gökte, ayağı
yerde idi. Meleklerin tesbihini, Allahı zikirlerini işitirdi. Ona alışmıştı.
Fakat devamlı olarak ağlardı. Melekler, Adem (aleyhisselâm) ’ın ağlamasından
dolayı Allaha şikâyette bulundu. Ondan sonra Hakk Teâlâ Adem (aleyhisselâm) ’ın
boyunu altmış arşına indirdi.
Nakledildiğine göre Hakk Teâlâ hazretleri Adem (aleyhisselâm) ’ı
Cennetten çıkarırken dört şeyle berâber çıkardı:
1 — Asâ,
2 — İncir yaprağı,
3 —
Yüzük,
4 — Ağlamak (gözyaşı).
Sonra Asâ Mûsâ (aleyhisselâm) ’a ulaşıp ona mu’cize oldu. Yüzük
Süleyman (aleyhisselâm) ’a varıp onun mülkü kuvvet buldu. Göz yaşı âsîlere
miras olup onunla rahmet buldular.
Adem (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Muhammed ümmetine dört iyilik verdin, bana vermedin:
109
1— Benim tövbemi
Kâbe’den başka yerde kabûl etmedin. Onların tövbesini her yerde kabûl ettin.
2— Benim libâsım vardı.
Ne zaman ki benden hatâ sâdır oldu, libâsım gitti. Çıplak kaldım. Muhammed
ümmeti, çıplak günah işlese onlara tövbe libâsını verirsin
3— Ne zaman ki, benden
hatâ sâdır oldu, eşimi benden ayırdın. Dünyaya getirdin. Muhammed ümmeti günâh
işlerler, yine Cennete koyarsın.
4— Hatâ sâdır olduğu
için, eşimi benden ayırdın. Onların kadınlarını ayırmadın. Suçlarını affettin.
Nakledildiğine göre Havvâ yüzyirmi oğlan doğurdu. Bazıları seksen
oğlan doğurdu dediler. Her biri, bir kız bir oğlan olarak ikiz doğardı.
Eb’ul-Leys tefsirinde Mukâtilden şöyle nakledilmiştir:
— Hakk Teâlâ Adem ile Havvâ'dan bin zürriyet yarattı. İlki (Kâbil)
idi. Kızkardeşi (İklime) ile doğmuştu. Ondan sonra Hâbili bir kızkardeşle
yarattı. Kâbile, kız kardeşini Hâbile vermesini emretti. Kâbil razı olmayıp
Allaha âsî oldu. Kâbili öldürdü. İlk puta tapan Kâbil idi. Ne zaman ki Kâbil
Hâbili öldürdü. Yer yedi gün kanını içmedi. Yedi günden sonra içti.
Adem (aleyhisselâm) Kâbile:
— Hani kardeşin Hâbil? diye sordu.
Kâbil:
— Bilmiyorum, dedi
Adem:
— Yer bana haber verdi ki, kardeşini öldürdün; dedi.
110
Kabil:
— Eğer ben öldürdüm ise kanı hani? dedi.
Bunun üzerine Hakk Teâlâ, o gündenberi kanı yeryüzüne haram kıldı.
Kâbil Hâbili öldürünce Ademe son derece ayrılık düştü.
Hakk Teâlâ Adem
(aleyhisselâm) 'a:
— Yeri sana itaatkâr kıldım, buyurdu.
Adem (aleyhisselâm) :
— Ey yer! Kabili yakala! dedi. Yer Kâbili tuttu.
Kâbil:
— Ey yer! Hakk Teâlâ hakkı için bana mühlet ver! dedi. Yer mühlet
verdi.
Kâbil:
— Ey Rabbim! Benim babam sana âsî oldu. Niçin yer onu yutmadı?
dedi.
Hakk Teâlâ.
— O benim bir emrimi tutmadı. Sen iki emrimi tutmadın buyurdu.
Onlar:
1— Benim emrim,
2— Baban Ademin emri.
Adem (aleyhisselâm) bu sefer
yine:
— Ey yer tut! dedi. Yer tekrar tuttu.
Ey Rabbim! Senin doksan dokuz ismin vardır. Eğer beni helâk
edersen. Rahmân ve, Rahîm ismini ortadan kaldır, dedi.
Dehhâk (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Adem (aleyhisselâm) ’ın zamanında bütün ağaçların yemişi var
idi. Denizlerin suyu tatlı idi. Aslan öküze, kurt da koyuna düşman gözü ile
bakmazlardı. Ne zaman ki Kâbil Habili öldürdü, yeryüzünde zelzele oldu. Bazı
111
ağaçlar yemiş vermez oldu. Denizlerin suyu acı oldu. Hayvanlar
birbirlerine düşmân oldular. (55)
Adem (aleyhisselâm) 'ın evlâtları çoğalınca, Hakk Teâlâ onu kendi
çocuklarına peygamber olarak gönderdi. Adem (aleyhisselâm) onları Hakka davet etti. Hakk Teâlâ Adem (aleyhisselâm)
'a on (Suhuf = İlâhî risâle) indirdi. Ondan sonra Ramazan ayında oruç tuttu.
Ne zaman ki bayram oldu, Adem (aleyhisselâm) :
—Ey Rabbim! Beni yarlığa. Evlâdlarımdan kim oruç tuttu ise onları
da yarlığa, dedi.
Hakk Teâlâ Adem (aleyhisselâm) ’ın dileğini kabûl etti.
Nakledildiğine göre Adem (aleyhisselâm) , oğlu (Şît)’e beş
nasihatte bulunmuş ve: «Sen de oğullarına vasiyet edersin» demiştir.
Bu nasihatler şunlardır:
1— Fâni olan dünyaya
inanma. Ben ebedî olan Cennete inandım, mağrûr olup hatâ işledim.
2— Kadın sözüne uyma. Ben
kadın sözüne uydum, pişman oldum.
3— Ne yaparsan sonunu
düşün, ondan sonra yap. Eğer ben işin sonunu düşünse idim böyle olmazdı.
4 — Gönül her neye meylederse mâni ol. Eğer ben
(55) Kurân-ı Kerimin beyanına göre. Kabilin, Hâbili
öldürmesi, bir kadın kıskançlığı yüzünden değildir. Allah Taâlâ’ya takdim
edilen bir takdime (kurban) yüzün- dendir. Hak Taâlâ, Hâbilin kurbanını kabul
etmiş, bunu kıskanan Kâbil, kardeşi Hâbili öldürmüştür. Kâbil böylece
yeryüzünde ilk cinayeti, kardeşini öldürmekle işleyen insan olmuştur, Bu
cinayetin teferruatı ve Hz. Adem (aleyhisselâm) ’ın, bir baba olarak, hüznü
uzun uzadıya Kur’ânda anlatılmıştır.
112
gönlümü buğday yemekten men etseydim pişman olmazdım.
5— Ne yaparsan danışıp yap. Eğer ben
meleklere danışsa idim başıma böyle şeyler gelmezdi.
Hz. Vehb (radiyallâhu anh) şöyle der:
—Adem (aleyhisselâm) ’ın ömrü tamam olmaya yakın olunca Allah
Teâlâ Adem (aleyhisselâm) ’a:
—Senin rûhunu Cuma günü alacağım, buyurdu. Sonra Adem (aleyhisselâm)
ağlayarak Havvâ'nın yanına geldi.
Hz. Havvâ:
—Ey Adem! Sana ne oldu ki böyle feryad edersin? dedi. Adem (aleyhisselâm)
Havvâ’ya ölüm haberini verdi.
Havvâ:
—Vah, yazık! Hakk Teâlâ dünyâ'dan hayatımızı kesti. Cennetten
çıkardı. Ölünce biz nereye gideriz? diye sızlandı.
Adem (aleyhisselâm)
—Toprağa gideriz, dedi. Havvâ ağlayıp feryâd eyledi.
Adem (aleyhisselâm) :
—Ey Havvâ! Ağlama! Ölüm şaraptır. Ben, sen ve oğulların o şaraptan
içerler. Ey Havvâ! Ölümü sen mi- râs koydun. Beni Cennetten çıkardın, dedi ve
derhâl ölüm meleği gelip şu âyeti okudu:
—«Her ümmetin (mukadder) bir eceli vardır. Binâenaleyh o
müddetleri gelince bir saat ne geri bırakabilirler, ne öne alabilirler.» (56)
(56) A’râf Sûresi, âyet: 34.
113
Bunun üzerine Adem (aleyhisselâm) öyle feryâd etti ki, eğer sesini bütün
mahlûklar işitselerdi ölürlerdi.
Ondan sonra Adem (aleyhisselâm) :
— Ey ölüm meleği! Oğullarınım rûhunu da böyle alır mısın? Yoksa bu,
hata işlediğim için, bana mı mahsustur? dedi.
Ölüm meleği:
— Ey Adem! Hakk Teâlâ ölümü sana kolay kıldı, dedi.
Adem (aleyhisselâm) başını
göğe kaldırdı ve:
— Ey Rabbim! Son nefeste can vermeyi benim mümin çocuklarıma kolay
eyle! dedi.
Nakledildiğine göre Adem (aleyhisselâm) 'ın ömrü dokuz yüz altmış
yıl olduğu zaman, ölüm meleği rûhunu almaya geldi ve.
— Ey ölüm meleği! Acele ettin, dedi.
Cebrâil:
— Ecelin geldi, rûhunu almak gerek, dedi.
Adem (aleyhisselâm) :
— Kırk yıl daha vardır, dedi.
Ölüm meleği:
— Sen onu oğlun Davud’a bağışladın, dedi.
Adem (A.S ):
— Bağışlamadım, dedi.
Hakk Teâlâ şâhid gönderdi. Melekler, bağışladın, diye tanıklık
ettiler.
Hakk Teâlâ. Ademi esirgeyip ve şefkat edip ömrünü bin yıl yaptı. Davud
(aleyhisselâm) ’ınkini de yüz yıl etti.
F: 8
114
5 ÂDEM İLE HAVVÂ’NIN VEFATLARI
İbni Abbâs (R A.) şöyle der:
— Âdem'in ömrü tamam olunca Hakk Teâlâ Adem (aleyhisselâm) ’a:
"Ecelin yaklaştı, oğlun Şît’e vasiyyet et" buyurdu
O zaman Şît dört yüz yaşında idi.
Adem (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Ölüm nedir? dedi.
Hakk Teâlâ:
— Ey Adem! Ölüm, acısı ağudan acıdır. Kişinin yüzünden nuru gider,
toprak onun etini ve kemiğini yer. Yine toprak olur. Ondan sonra seni ve
oğullarını yine yaratırım. Sana ve onlara, amellerine göre hesap sorarım,
buyurdu.
Adem (aleyhisselâm) o sözü
işitti. Feryâd edip ağladı, Ondan sonra yer:
— Ey Adem! Hakk Teâlâ, benden senin toprağını alıp sonra tekrar
bana göndermek için, benimle sözleşti, dedi.
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) der ki:
— Bütün peygamberler ölüm şarabını içmeğe razı olmadılar. Yalnız
Muhammed Mustafâ râzı oldu. Ve:
— Hakk Teâlâka varmak ne güzeldir, dedi.
Allah Teâlâ, ölümü Adem (aleyhisselâm) 'a göstermek istedi. Bir
koç şekline koyup Adem (aleyhisselâm) ’a indirdi. Adem (aleyhisselâm) ölümün sûretini görünce aklı başından gidip
düştü. Melekler tuttular, yüzüne âb-ı hayat (hayat suyu) serptiler. Aklı
yerine geldi.
115
Adem (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Bu ölüm yalnız benim için mi? dedi.
Hakk Teâlâ:
— Bütün mevcudât'a ölümü tattırmam gerektir. Müminlerin canı
Illiyyûn’da, kâfirlerin canı ise Siccîn'- dedir, buyurdu.
Ka’bûl-Ahbâr şöyle nakleder:
— Hakk Teâlâ Azıâil’e, Adem A.S.)’a inmesini emretti. Azrâil, çok
güzel ve hoş bir sûret ile geldi ki, hiç kimseye öyle güzel şekilde inmedi.
Aynını Muhammed Mustafâ (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’e de yaptı.
Hakk Teâlâ Azrail'e:
— Ölüm şarabını al, Adem (aleyhisselâm) 'a ver, içsin. Ondan sonra
rûhunu kabzet, canını al diye emretti.
Ölüm meleği Adem (aleyhisselâm) ’a geldi ve:
— Allahın selâmı üzerine olsun ey beşeriyetin babası! Sen beni
bilir misin? dedi.
Adem (aleyhisselâm) :
— Bilirim, niçin geldin? dedi.
Ölüm meleği:
— Bu şarabın hepsini iç, ondan sonra ölümü tattırayım, dedi.
Adem (aleyhisselâm) :
— Ben Rabbime itaatkârım, dedi.
Ölüm meleği ölüm şarabını içirdi, Adem (aleyhisselâm) dün- yâ’dan gitti. Bütün melekler toplandılar.
Hakk Teâlâ Cennetten kefen verdi. Melekler onu üç defa su ile yıkadı lar, üç
kefen sardılar. Şît (aleyhisselâm) Hz.
Adem’in namazını kıldırdı. Yerle gök arası meleklerle doldu - taştı, Şît
116
otuz kerre tekbir getirdi. Beşi, beş vakit namaz oldu. Yirmi beşi
ululamak içindi.
Bazıları:
— Adem (A S.)’ın kabri Serendiptedir, dediler.
Adem (aleyhisselâm) Cuma
günü zevalden sonra vefat etti.
Bundan sonra Havvâ kırk gün yemedi, içmedi. O da vefat etti.
Bazıları: «Ademden sonra bir yıl daha yaşadı ondan sonra vefat etti, Adem (aleyhisselâm)
ile aynı yere defnettiler» dediler.
— «Onun zatından başka
herşey helâk olucudur» (57)
Bu zikrolunan hadiselerin hepsi tefsirlerden alınmıştır.
Kitabımız, Hakk Teâlânın kelimelerini zikretmek içindir. Hikâyeleri beyan etmek
için değildir. Ancak, yeri ve zamanı geldikçe sözü söze makamı, nizâma
rabtedmek içindir.
— «Allah kimi dilerse
onu doğru yola iletir.» (58)
6. ŞÎT (aleyhisselâm) IN PEYGAMBERLİĞİ
Kâbil, Hâbili öldürdüğü zaman Adem ile Havvâ kırk gün ağlaştılar.
Yemediler, içmediler. Son derece mah- zûn olup kederlendiler.
Hakk Teâlâ Adem (aleyhisselâm) 'a:
— Ey Adem! Yeter ağladığın. Ben sana Hâbil’in benzeri bir oğlan
bağışladım. O velîlerin ve peygamberlerin atası olacak.
(57) Kasas
Sûresi, âyet: 88.
(58) Bakara
Sûresi, âyet:142.
117
Sonra o Habile benzeyen oğlan doğdu. Adem (aleyhisselâm) ismini Şît koydu. Şît demek bahşiş demektir.
Yani Hâ- bil'e karşılıktır. Şît'in yüzünde Muhammed Mustafâ’nın nûru
parlamakta idi.
Ondan sonra Hakk Teâlâ Şît’i Peygamber yaptı ve Ona elli (Suhuf)
indirdi.
Şît (aleyhisselâm) da
kavmini Allaha dâvet etti. Nice halk ona tabi oldu. Şît (aleyhisselâm) bundan sonra bin şehir yaptı. Her şehir'e bir
minâre inşâ etti. O minâreye çıkıp: (Lâ- ilâhe illellah Muhammedün Rasûlûllah)
diye seslenirdi. Şît (aleyhisselâm) yediyüz yirmi yıl yaşadı. Ondan sonra vefat
etti ve yerine İdrîs (aleyhisselâm) halife oldu.
7 İDRÎS (aleyhisselâm) ’IN
PEYGAMBERLİĞİ
Ka'bûl-Ahbâr şöyle der:
— İdrîs (aleyhisselâm) ’ın sûreti babası Şît (aleyhisselâm) 'a
benzer idi. Alem’de ilk önce yazıyı İdrîs (aleyhisselâm) yazdı. Zira o, yıldızlarla, hesap ve
rakamlarla ve Allaha ibâdetle son derece meşgûl idi. Asıl adı (Ahnûh) idi.
İlimle ve dersle çok uğraştığı için (İdrîs) denilmiştir.
Daha sonra Hakk Teâlâ İdrîs (aleyhisselâm) ’a Peygamberlik verdi.
Ona otuz (Suhuf) indirdi. Adem (aleyhisselâm) 'ın ve Şît 'in suhufunu ona
verdi.
Terzilik san'atını icâd edip kaftan - elbise dikti. Onu giydiler.
Ondan önce halk dikişsiz hayvan derisi giymekte idi.
Hakk Teâlâ İdrîs (aleyhisselâm) ’a:
— Dünya bir denizdir. Eğer sen bir gemi yapıp ona
118
binersen, bedenin zayıf düştüğü zaman kurtuluş bulursun. Eğer öyle
yapmazsan o denizde boğulup helâk olursun, buyurdu.
İdrîs o sözü
işitince dünyadan ve dünyâ halkından yüz çevirdi.
Sonra da Îdrîs (aleyhisselâm)
Cenneti görmeyi ve ona girmeyi diledi.
Bunun üzerine ibâdetini her gün artırdı. O kadar ki, yeryüzündeki halkın ibâdetince
ibâdet etti. Melekler onun ibâdetine hayret ettiler. Hakk Teâlâ'dan, İdrîs’i
ziyaret etmek için izin istediler. Allah izin verdi. Onu ziyârete geldiler.
Ölüm meleği de insan şekline girip geldi. İdrîs (aleyhisselâm) onu görünce:
— Kimsin sen?
diye sordu.
Azrâil:
— Ölüm meleği
benim, dedi.
İdrîs (aleyhisselâm)
:
— Benim rûhumu
almaya mı geldin? dedi.
Azrâil.
— Yok, bilâkis
seninle sohbet etmeye geldim dedi.
İdrîs (aleyhisselâm)
:
— Ey ölüm
meleği! Benim rûhumu almanı dilerim, dedi.
Ölüm meleği:
— Ölmekten
muradın nedir? Ben Allah izin vermeden senin ruhunu almam dedi.
Hakk Teâlâ:
— Ey ölüm
meleği! İdrîs’in ruhunu kabzet, canını al. Ben onun gönlündekini bilirim,
buyurdu.
Ölüm meleği
İdrîs’in rûhunu kabzetti. Hakk Teâlâ İdrîs (aleyhisselâm) ’ı o anda tekrar
diriltti. Ondan sonra Cehennemi görmeyi diledi.
119
Hakk Teâlâ:
— Götür İdrîs'i Cehennemi görsün! buyurdu.
İdrîs (aleyhisselâm) Cehennemi gördü. Bundan sonra Cenneti görmek
istedi. Rıdvân:
— Allah’dan izin almadan olmaz, dedi.
Hakk Teâlâ Rıdvân’a:
— Ey Rıdvân! Benim kulum ne istiyor? ben biliyorum. O Cennete
girsin buyurdu.
İdrîs (aleyhisselâm) Cennete
girip biraz yürüdü. Oradaki bir ağaca yapıştı ve sarılıp durdu. Ölüm meleği:
— Ey İdrîs! Gel, çık dedi.
İdrîs (aleyhisselâm) :
— Buradan çıkmam, dedi.
Hakk Teâlâ bir meleğe:
— Aralarında hakem ol! buyurdu.
O melek gelip:
— Ey İdrîs! Niçin çıkmıyorsun? dedi.
İdrîs (aleyhisselâm) o
meleğe:
— Hakk Teâlâ; «Her can ölümü tadıcıdır» (59) buyurmuştur. Öyle ise
ben ölümü taddım:
Hakk Teâlâ yine: "Sizden hiç biriniz müstesna olmamak üzere
ille oraya (Cehenneme) uğrayacaktır» (60) buyurdu. Öyle ise ben Cehennemi
geçtim;
Allah Teâlâ tekrar: «Oradan bunlar çıkarılacak da değillerdir» (61)
buyurdu. Öyle ise ben Cennete girdim, çıkmam diye cevap verdi.
Hakk Teâlâ meleğe.
(59) Enbiyâ Sûresi, âyet: 35.
(60) Meryem Sûresi, âyet: 71.
(61) Hicr
Sûresi, âyet: 48.
120
— İdrîs benim sözümle Cennete girdi ve yine benim sözümle
Cennetten çıkmayacaktır. Ona bir şey deme, Cennette ebediyyen kalsın, buyurdu.
İdrîs Cennette ebedî olarak kaldı.
Nitekim Hakk Teâlâ hazretleri Kur’anında şöyle buyurdu:
— «Kitapda İdrîs'i de an. Çünki o çok sâdık bir peygamberdi. Biz
onu pek yüce bir yere yükselttik» (62)
İşte İdrîs (aleyhisselâm) 'a bu kemâlât verildi. Hepsi Allah Teâlâ'nın
yüce inayetidir. Ondan sonra kendisi de ilim, riyazât ve takvâ ile meşgul oldu.
Hattâ, altı sene yemedi, içmedi, uyumadı, Hakka ibâdette bulundu.
Hasen (radiyallâhu anh) şöyle nakleder:
— Hakk Teâlâ İdrîs (aleyhisselâm) 'ı Cennete yüceltti. Nitekim:
«Yüce bir mekân» diye buyurmuştur. Evet, Cennetten yüce makam yoktur.
Eğer:
— Rasulûllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) İdrîs (aleyhisselâm) ’ı
Mi’râc Gecesinde dördüncü kat gökte gördü. Böyle olunca buna uygun görüş
nedir? diye sorulacak olursa:
Çeşitli rivâyetler arasındaki sahih cevap şudur:
— İdrîs (aleyhisselâm) Cennettedir. İdrîs (aleyhisselâm) ’a Cennetin
dördüncü kat gökte veya altıncı kat gökte arz edilmesi câizdir.
Peygamber Efendimizin Mi'râc’da İdrîs (aleyhisselâm) 'ı dördüncü
kat gökte görmesinin sebebi de şudur:
Ruhlar mertebelerine göre Peygamberimize Mîrac gecesinde arzolundu.
İdrîs (aleyhisselâm) Miraç gecesinde
Pey-
(62) Meryem Sûresi, âyet: 56—57.
121
gamberimize dördüncü kat gökte göründü ve mertebesi orada arz
olundu.
Hz. İdrîs (aleyhisselâm) dünyâ’dan Ahirete gittiği vakit üç yüz altmış
yaşında idi.
8. NÛH (aleyhisselâm) ’IN PEYGAMBERLİĞİ
Allah Teâlâ buyurdu ki:
— «And olsun ki biz Nûh’u vaktiyle kavmine (peygamber olarak)
göndermişizdir. (O, öyle demişti:) Şüphesiz ki ben sizi Allahın azabından
apaçık korkutanım. Allahtan başkasına ibâdet etmeyin. Hakikat ben sizin
başınıza acıklı bir günün azâbı (gelip çatması)’ndan endişe ediyorum.» (63)
Ka’bûl - Ahbâr (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Hakk Teâlâ İdrîs (aleyhisselâm) 'dan sonra Nûh (aleyhisselâm) ’a
Peygamberlik verdi. Nûh (aleyhisselâm) ’da kavmini Hakka davet etti. Kavmi
inkâr edip kâfir oldular. Bundan sonra Hakk Teâlâ Nûh (aleyhisselâm) ’a bir
gemi yapmasını Bildirdi. Nuh (aleyhisselâm) Hakk Teâlâ'ınn, kavmini suya gark edip helâk
edeceğini anladı. Kavminin imana gelip helâk olmamalarını diledi.
Hakk Teâlâ şöyle buyurdu:
— Ey Nuh! Benim ezel ilmimde, yeri ve gökleri yaratmazdan iki bin
yıl evvel, yerde yaşayan halkın suda boğulup yok olmasına dair ilâhî takdir
vardır.
(63) Hûd Sûresi. Ayet: 25—26.
122
Nûh (aleyhisselâm) bunu
işitince kavmi için feryâd etti. Onun için adı Nûh oldu. Evvelce ismi Şakirdi.
Ondan sonra Cebrail (aleyhisselâm) kuş göğsü getirdi ve onun biçiminde bir gemi
yapmasını Nûh (aleyhisselâm) 'a öğretti. Nuh (aleyhisselâm) gemiyi Recep ayının ilk gününde tamamladı.
Yedinci gün ocağından su çıktı. Yerden ve gökten sular fışkırmaya başladı.
Bundan sonra kadın - erkek seksen kişi Nuh (aleyhisselâm) ile birlikte gemiye bindiler.
Hz. Adem (aleyhisselâm) yeryüzüne indikten iki bin iki yüz yıl sonra
Tûfan oldu. Oğlu Ken’ân suda boğuldu. Üç oğlunu gemiye aldı. Bunlar:
1— Hâm,
2— Sâm,
3— Yafes idi.
Hâm gemide eşi, ile birleşti. Nuh (aleyhisselâm) ona bedduâ etti. Hakk Teâlâ onun soyunu kara
(siyah) ırk yaptı. Bu çeşit siyah renkliler Hâm neslindendir.
Su içinde altı ay seyrettiler. Recep ayında girdiler, Zilhiccede
karaya çıktılar. Nihayet gemi (Cûdî) dağında durdu. Gemiden bir kapı açıldı.
Nuh (aleyhisselâm) oradan yeryüzüne
baktı. Yerin ak olduğunu gördü.
Nuh (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Bu ak şeyler nedir? diye sordu.
Hakk Teâlâ:
— Senin kavminin kemikleridir, buyurdu.
Nuh (aleyhisselâm) .
— Ey Rabbim! Onlara üzüldüm, dedi.
Hz. Katâde (radiyallâhu anh) Tevratta şöyle okudum, der:
— Hakk Teâlâ Nuh (aleyhisselâm) ’a bir gemi yapmasını vahy- etti. O
geminin başı Bednos, göğsü kuş göğsü, kuyruğu da gene Bednos kuyruğu gibi idi.
Nuh (aleyhisselâm) , eşi ve oğul-
123
ları gemiye girdiler. Canlılar da, erkek - dişi ikişer ikişer
gemiye bindiler. İblis eşeğin kuyruğuna yapışıp gemiye girdi. Nuh (aleyhisselâm)
’ın gemisi altı ay suda yüzdü.
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Geminin içi sıçanla doldu. Gemiyi deler diye korktular.
Hakk Teâlâ Nuh (aleyhisselâm) 'a:
— Aslanın arkasını sığa, diye buyurdu.
Sığadı. Arslan aksırdı. Burnundan kedi düştü. Sıçanları yedi. Bu
sefer de canlıların pisliğinden gemi berbat oldu. Oradakiler Nûh (aleyhisselâm)
’a şikâyette bulundular.
— Duâ edip filin arkasını sığa, diye emrolundu. Sığadı. Domuz
düştü. Bütün pislikleri yedi. Halk da kurtuldu.
Nakledildiğine göre Nûh (aleyhisselâm) gemide giderken bir koca adam, yaşlı bir pîr
gördü. Ve:
— Kimsin sen? Seni gemiye kim koydu? diye sordu.
İblîs:
— Ben kendim girdim ki, senin ashâbının bedenleri seninle ve
gönülleri benimle olsun, dedi.
Nuh (aleyhisselâm) onu
tanıdı ve:
— Seni İblîs seni! dedi.
İblîs:
— Ey Nûh! Bu halkı (senin kavmini) helâk eden beş şeydir. Üçünü
haber vereyim, ikisini söylemem, dedi.
Hakk Teâlâ Nûh (aleyhisselâm) ’a:
— Üçüne ihtiyaç yok. Önce ikisini söylesin, buyurdu.
124
İblis:
— Bütün insanları o iki şeyle helâk ederim. Biri hased, diğeri de
hırsdır. Ben Adem (aleyhisselâm) ’a hased ettiğim için hasedle lânet’e
uğradım. Hırs ile de Adem Cennetten çıktı, dedi.
Nakledildiğine göre Begavî, tefsirinde şöyle demiştir:
— Nûh (A.S ) karaya çıkmak istediği zaman, gidip gelsin ve yerin
durumundan haber versin diye, kargayı gönderdi.
Karga yolda giderken leş gördü. Aç idi. Onu yemeye daldı; gelmedi.
Ondan sonra güvercini gönderdi. Güvercin gitti ve gördü ki, su çekilmiş.
Hemen, ağzı ile zeytin yaprağını aldı, ayağı ile de balçık alıp gemiye geldi.
Nûh (aleyhisselâm) kargaya bedduâ etti.
Yüzü kara oldu.
Güvercine iyi duâ etti. Adem oğullarından herkese mûnîs oldu. (64)
Hz. Vehb bin Münebbih (radiyallâhu anh) şöyle der:
— O geminin üç kapısı vardı. Gemi de üç katlı idi. Üst katta
insanlar, orta katta kuşlar ve diğer canlılar, en alt katta ise Arslanlarla
diğer yırtıcı hayvanlar var idi.
Keşşâf’da:
— Yeryüzü su ile doldu ve gemi bu suda bir balık gibi yüzerdi,
denilmiştir.
(64) Bu anlatış, Kur'ân âyetlerinin ifadeleri ile
dile getirilen Nûh Tufanından farklıdır. Bir efsane havası göstermektedir.
Din Tarihinde, eski Ön Asya dinlerindeki mitoloji’ye, oradan Filistine geçen ve
eski Ahid’e (Tevrat’a) sinen Talmûd zihniyetine uygun bir anlatış şeklidir.
125
Kâzî Beyzâvi'de şöyle anlatır:
— Su kırk arşın kadardı.Kâfirler suda boğuldular. Avc bin Unuk
kaldı. Su ancak onun topuğuna çıkabildi.
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Avc'ın uzunluğu üçbin üçyüz otuzüç arşındı. Her parmağının
uzunluğu üç arşındı. Her parmağında iki tırnağı vardı.
Avc bin Unuk’un boğulmayışının sebebi: O, Nûh (aleyhisselâm) gemi yapmak istediği vakit, Şamdan ağaç getirmiş,
Nûh (aleyhisselâm) da gemiyi o ağaçlarla
yapmıştı.
Hakk Teâlâ, Nûh (aleyhisselâm) ’ın kavmini suda boğmak istediği
vakit Nûh (aleyhisselâm) 'a:
— (Bismillah) ile gemiye gir. (Er-Rahmânirrahîm) deme. Zira gark,
boğma ve helâk vaktidir. (Errâhmânir- rahîm) deme zamanı değildir, buyurdu.
Sonra Nûh (aleyhisselâm) ve
kavmi gemiden çıktılar. İlk gün (Aşûre) günü idi. Hakk Teâlâ Nûh (aleyhisselâm)
’a:
— İlk çıktığın yere köy yap, buyurdu.
Bundan sonra gemiden çıkan seksen kişi orada evler yaptılar ve o
köye (Semânîn - Seksenler) köyü diye ad verdiler.
Nakledildiğine göre, Nûh (aleyhisselâm) gemiden çıktığı zaman onun bir kızı, bir
eşeği ve bir de köpeği vardı. Bir kimse Nûh (aleyhisselâm) ’ın kızını nikâhla
almak istedi. Nûh (aleyhisselâm) vereceğini vaadetti. Bir kişi daha istedi. Ona
da veririm, dedi. Ondan sonra bir başka kimse de kızını almak istediğini beyan
etti. Ona da verme vaadinde bulundu Sonra da hangisine vereceğini şaşırdı ve:
— Ey Rabbim! Üçüne de vereceğimi vaadettim, dedi.
Derhal Cebrâil geldi ve:
126
— Allah taala sana selâm eder. Kızını köpeğini ve eşeğini bir yere
kapatmanı ister ve: «Benim kudretimi görsün» buyuruyor, dedi.
Nûh (aleyhisselâm) Allahın
emrine uyarak öyle yaptı. Sonra da bulundukları yerin kapısını açtı ve
birbirine benzer üç kızın oturduğunu gördü. Kendi kızının hangisi olduğunu
bilemedi. Üç kızı da çeyizleyip üç erkeğe verdi. Bundan sonra bazı kadınların
bu hayvanlardan birine benzemeleri o vakitten kalmadır.
Tefsirciler Nuh (aleyhisselâm) ’ın ömrü hakkında ihtilâf ederler.
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Nûh (aleyhisselâm) gemi
yaptığı vakit dörtyüz seksen yaşında idi. Gemiye girdiği vakit altıyüz yaşında
idi. Kav- mi suda boğulduktan, yeri su bastıktan sonra üçyüz elli yıl yaşadı.
Böylece Nûh (aleyhisselâm) 'ın yaşı dokuz yüz elli yıl oldu. Bazıları:
— Nûh (aleyhisselâm) ’in gemisi Kâf dağındadır, derler.
Kûtül-Kulûb'da Ebu Talib-i Mekkî şu hadiseyi nakletmiştir:
— Bir gün Sehl bin Abdullah En-Nesterî huzurda bulunduğu bir sırada
vecde geldi. Gayb âlemine daldı. Ayağını uzattı, Kaf dağına bastı. Nûh (aleyhisselâm)
’ın gemisini orada gördü. Oradakiler:
— Bir nişan gerek, dediler. Derhal bir parça tahta ortaya geldi.
Görüp inandılar. Bu haber meşhûrdur.
Nakledildiğine göre, Nûh (aleyhisselâm) , ölümü yaklaştığı vakit
büyük oğlu Sâm’ı çağırdı. Onu yerine halife tayin etti. Biraz sonra Azrâil
geldi. Nûh (aleyhisselâm) ölüm meleğini
görünce feryâd etti. Ölüm meleği:
127
— Ey Nûh! Bu kadar uzun ömürle dünyâ’ya doymadın mı? buyurdu.
Nûh (aleyhisselâm) :
— Bu dünyâ iki kapısı olan bir eve benzer. Birinden girip birinden
çıktım, deyip vefat etti.
Ondan sonra büyük oğlu Sâm ve çocukları: Yemen de, Hicaz'da ve
Hindistan'da yerleştiler. Yâfes ve çocukları: İrân, Türkistan ve Anadoluda
yerleştiler. Hâm ve çocukları Mısırda ve Afrikada yerleştiler yeryüzü bunların
çocukları ile doldu.
Bazıları:
— Nûh (aleyhisselâm) 'ı Kûfe'de defnettiler, demişlerdir.
Bazı kimseler de:
— Kerkük'te defnettiler, derler.
Bir kısımları ise.
— İbrâhim (aleyhisselâm) 'ın mağarasında defnettiler, demişlerdir.
Şeyh Muhammed Mağribî şöyle der:
— Bütün peygamberlerin kabirleri bilinmemektedir. Ancak İbrâhim
peygamberin kabri bellidir ki, o da mağaradadır.
Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Medînede medfûndur.
«Bütün âlemler içinde (bizden) Nûh’a selâm» (65)
(65) Sâffât Sûresi, âyet: 79.
128
9. HÛD (aleyhisselâm) ’IN PEYGAMBERLİĞİ
Ka’bûl-Ahbâr şöyle der:
— Hûd (aleyhisselâm) Yemende, kavmi içinde kırk sene onları dine
davet etti. Onlara puta tapmanın bâtıl olduğunu söyledi.
Hakk Teâlâ Hûd (aleyhisselâm) ’ı (Ad) kavmine peygamber gönderdi.
Nitekim Hakk Teâlâ şöyle buyurur:
— «Ad (kavmine) de kardeşleri Hûd’ü (gönderdik). (66)
Onlara:
— Allah'ın verdiği rızkı yersiniz, kuvvet verdi, onunla iş
görürsünüz. Size zenginlik verip uzun ömürlü kıldı. Niçin Allahın verdiği
nimetlere küfredersiniz? Şimdi gelin, Allahtan başka Tanrı olmadığına ve benim
onun peygamberi olduğuma tanıklık edin, dedi.
Ondan sonra Hûd. (aleyhisselâm) gidip onları imana davet etti. Onlardan bir
cemaat imana geldiler, kalanları ise kâfir oldular. Hakk Teâlâ onları kuru
yelle helâk etti.
Nakledildiğine göre kâfir olanlara:
Hakk Teâlâ size yeli verir ve sizi helâk eder. dedi. Onlar
inanmadılar. Hakk Teâlâ o kuru yelin bekçilerine halka kadar yel çıkarmalarını
ve bu halkı helâk etmelerini emretti.
Süddî (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Hakk Teâlâ onlara yel gönderdi. Ne zaman ki o yel yaklaştı,
develerle insanları gökle yer arasında sa-
(66) A’râf Sûresi, âyet: 65.
129
vurduğunu gördüler ve kaçtılar, mağaralara girdiler. Kapılarını
bekittiler. Yel geldi. Onları evlerinden çıkarıp helâk etti. Ondan sonra Hakk
Teâlâ kara kuşlar gönderdi. Onların leşlerini kaptılar ve denize attılar.
Onlar Tabiat'ın ilâhî yönlerini bilemedikleri için Hûd (aleyhisselâm)
’ı inkâr ettiler ve bu yüzden helâk oldular.
Hûd (aleyhisselâm) yüz elli
yıl yaşadı, ondan sonra bekâ yurduna göçtü. Mekke’de, İbrâhim (aleyhisselâm) 'ın
makamının yanına defnettiler.
Allah doğruyu söyler ve dilediğini doğru yola iletir.
10. SÂLİH (aleyhisselâm) ’IN PEYGAMBERLİĞİ
Allah taâlâ buyurdu:
— «Semûd’a da birâderleri sâlihi (gönderdik). (67)
Ka’bûl-Ahbâr şöyle nakleder:
— Hakk Teâlâ Ad kavmini yel ile helâk edince, Se- mûd kavmi
yeryüzünü yeniden mamûr hâle getirdi. O kadar çoğaldılar ki, on kabile oldular.
Her kabile yetmiş bin kişi idi. Şam ile Hicaz arasında mağaralar yapıp içine
girdiler. Sâlih peygamber kırk yaşma girdi.
Hakk Teâlâ Cebrâil (aleyhisselâm) 'ı Sâlih (aleyhisselâm) ’a
gönderdi ve:
— Hakk Teâlâ seni peygamber yaptı. Git Semûd kav- mini imana davet
et. (Allahtan başka Tanrı yoktur ve Sâlih onun peygamberi ve kuludur) desinler
de, buyurdu.
Sonra Cebrâil (aleyhisselâm) Salih (aleyhisselâm) ’ın yanına geldi. Hakk
Teâlânın kendisini peygamber yaptığını ve kavmi- ne davetçi gönderdiğini
bildirdi. Cennetten:
(67)) Hûd Sûresi, âyet: 61.
F : 9
130
1 — Yeşil bir elbise,
2 — Peygamberlik
yüzüğünü,
3 — Adem (aleyhisselâm)
'ın Asâ'sını getirdi ve:
— Bil ki ey Sâlih! Hakk Teâlânın kudretini ve şaşılacak işlerini
göreceksin. Öyle ki. Nûh (aleyhisselâm) zamanında bile böyle acâiplikler olmadı,
dedi.
Hûd (aleyhisselâm) kavmine
gelip imana dâvet etti. İnkâr ettiler ve:
— Eğer sen hak peygamber isen şu taştan bir deve çıkar. Gövdesi
altından, ayakları gümüşten, başı zebercetten, gözleri yakuttan ve kuyruğu
mercandan olsun Hörgücünde inciden bir kubbe bulunsun ve dört köşeli çeşitli yakutlarla
süslenmiş olsun. Bu taştan bu şekilde bir deve çıkarırsan sana iman ederiz,
dediler.
Sâlih (aleyhisselâm) bu sözü
işitince hayretler içinde kaldı.
Cebrâil (aleyhisselâm) Sâlih
(aleyhisselâm) ’ın yanına gelip:
— Hakk Teâlâ şöyle buyurdu dedi: Niçin şaşırırsın? Benim gayb
ilmimde şöyledir: «Bu kavim senden bu vasıfta bir deve isteyecekler.» Şanım
hakkı için kırk sene önce o deveyi bu taşın içinde yarattım, durur. Hiç
hayrete düşme ey Sâlih! Kavmin senden ne isterse, göz oynatacak zaman içinde, hepsini
verdim.
Şüphesiz Allah herşey’e kemâliyle kadirdir.
Ondan sonra bayram günü sahrâ’ya çıktılar. Sâlih (aleyhisselâm) iki rekât namaz kıldı. Ve duâ etti.
Hakk Teâlâ duâsını kabûl etti. O taş harekete geldi. Gebe kadın
inler gibi inleyip hemen bir deve çıkardı ki, istediklerinden daha güzel ve
daha hoştu. Nur’dan gözleri vardı. Boynu ile kuyruğu arası yediyüz arşın idi.
İki ayakları arası beşyüz arşın idi. Ayaklarının uzunluğu yüzelli arşın idi. O
deve.
131
— Allahtan başka Tanrı yoktur ve Sâlih (AS.) Allahın
peygamberidir, diye tanıklık etti.
Ondan sonra Cebrâil (aleyhisselâm) o devenin karnına vurdu. Karnından bir yavru
çıktı. Anasına benziyordu. Altından, gümüşten ve inciden rengi vardı. Ondan
sonra o deve:
— Ne güzel, mukaddes ve münezzeh Allah ki, beni yarattı ve beni ulu
ve yüce bir nişan kıldı, dedi.
O kavmin hükümdarı o deveyi görünce tahtından kalkıp Sâlih (A
S.)’ın yanına geldi ve şöyle dedi:
— Ey Semûd kavmi! Hakk Teâlâ doğru yolu gösterdikten sonra artık
kör olmayın. Tanıklık ederim ki, Allahtan başka Tanrı yoktur ve Sâlih onun
peygamberidir, diye iman getirdi. Onunla bir çok insan iman getirdiler. Geri
kalanlar kâfir olup o deveyi öldürdüler. O yavru da kaçtı, tekrar taşın içine
girdi.
Sâlih (aleyhisselâm) :
— Bana önceden imana geldiğinize dâir söz verdiniz. Madem ki
gelmediniz. Şimdi üç gün katlanınız. Nasıl azâb gelir görürsünüz! dedi.
Kâfirler:
— O azabın nişanı nedir? dediler.
Sâlih (aleyhisselâm) :
— İlk gün yüzünüz sararacaktır.
İkinci gün kızıl olacaktır.
Üçüncü gün kara olacaktır, dedi.
Ondan sonra Hakk Teâlâ Cebrâil (aleyhisselâm) 'a şöyle buyurdu:
— Semud kavmi benim nimetime karşı geldiler ve benim Tanrılığımı
inkâr ettiler. Benim peygamberimi
132
yalanladılar. Var Cehennemin bekçisine söyle! Cehennemden ateş
çıkarsın, onların üzerine saçsın ve evlerini başaşağı edip helak etsin.
O melek de onları ateş ile helâk etti.
Bazıları:
— Onlar, Cebrâil (aleyhisselâm) ’ın çığlığı ile helâk oldular,
demişlerdir.
Sâlih (aleyhisselâm) oradan
Mekke’ye gitti. Dünyâ’da iki yüz yıl yaşadı. Ondan sonra vefat etti. Kâbede,
Rûkün ile Makâm arasına da defnettiler.
11. İBRAHİM (aleyhisselâm) ’IN
PEYGAMBERLİĞİ
Tûfandan İbrahim (aleyhisselâm) ’ın doğduğu güne kadar bin yüz
altmış yıl geçmiş idi. Adem (aleyhisselâm) ’dan İbrahim (aleyhisselâm) ’a kadar
üç bin üç yüz otuz yıl oldu.
Vehb bin Münebbih (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Allah Teâlâ, Nûh kavmini su ile, Âd kavmini yel ile, Semûd
kavmini ateşle, yahut Cebrâil’in sesi ile he- lâk ettikten sonra, Sâm’ın
oğullarından dünyâ’ya bir kavim daha getirdi. Bu kavmin hükümdarı (Nemrûd) idi.
Nemrûd Adem (aleyhisselâm) ’dan sonra üç bin üç yüz otuz yedi yıl sonra âleme
hükümdâr oldu. Altından bir taç yaptırdı. Dünya’da ilk taç giyen Nemrûd’dur.
Halkı kendine tapmaya davet etti. Onun kâhinleri vardı. Onlar bir gün:
— Bu yıl senin şehrinde bir oğlan doğacak, senin sonun onun elinde
olacak ve o bütün dini değiştirecek dediler.
Bazıları şöyle der:
— Nemrûd düşünde bir yıldızın doğduğunu gördü. O yıldız güneş ve
ayın, nurunu belirsiz hale getirmekte idi. Bu düşünü müneccimlere anlattı.
Onlar.
— Bir oğlan doğacak ve senin helakine sebep olacak, dediler. Bunun
üzerine Nemrûd, doğacak bütün çocukların boğazlanmasını emretti. Nitekim öyle
yaptılar.
Yer ve gök, ay ve güneş Hakk Teâlâ hazretlerine şikâyet ettiler
ve:
— Ey Allahım! Bunları sen yarattın, senin verdiğin rızkı yerler,
fakat başkasına taparlar. Ey Rabbim! Bunları helak et, dediler.
Hakk Teâlâ bunlara:
— Siz sabredin. Benim hükmüm bunlara erişecek, buyurdu.
Ondan sonra İbrâhim (aleyhisselâm) ’ın babası eşi ile birleşti.
Eşi gebe kaldı. Bir mağara vardı. Ona vardı. O mağara öyle bir mağaradır ki,
İdris ve Nûh da o mağarada doğmuşlardı. İçinde döşek ve kandil vardı. Çocuk
oyuncakları da vardı. İbrâhim’in annesi onları görüp korktu. Derhâl bir melek geldi
ve:
— Korkma! Sana yoldaş olmak için geldim. Senin karnında bir çocuk
var, ona hürmet etmek ve ikrâm etmek için geldim, dedi.
İbrâhim (aleyhisselâm) Cuma
gecesi dünyâ’ya geldi. Ayağa kalkıp:
—Allah’dan başka Tanrı yoktur. Tekdir O. Eşi ve dengi yoktur. Mülk
ve hamd ona mahsûsdur. Beni yaratan ve yardımı bana ulaşan Allah’a hamd olsun,
dedi.
Hakk Teâlâ onun bu sesini, şarka—garba ve bütün hayvanlara
işittirdi. Ondan sonra Cebrâil (aleyhisselâm) geldi ve İbrâhim (aleyhisselâm) ’ın göbeğini
kesti. Kulağına ezan okudu. İbrâhim (aleyhisselâm) 'ın parmaklarından çeşitli
yiyecek şey-
134
ler aktı. Onları emerdi. Birinden su, birinden süt, birinden bal
ve birinden yağ emerdi. Bir günde bir ay kadar, bir ayda da bir yıl kadar
büyürdü. Onbeş ay mağarada kaldı. Bazıları onyedi yıl kaldı derler.
Bir gün anasına:
— Beni mağaradan çıkar, dedi.
Bir gece anası İbrâhim (aleyhisselâm) ’ı mağaradan çıkardı, İbrahim
(aleyhisselâm) mağaradan çıktı. Hakk
Teâlâ yerleri ve gökleri, acâiblerini ve kendi mülk âlemini İbrâhim (aleyhisselâm)
'a gösterdi.
Nitekim Hakk Teâlâ hazretleri şöyle buyurur:
— «Biz İbrâhim’e (hakikati nasıl öğretdiysek, is- tidlâlde
bulunması ve) kesin ilme erenlerden olması için göklerin ve yerin büyük mülkünü
de öylece gösteriyorduk.» (68)
Melekût âlemi, ruhlar âlemidir. Hem de gayb âlemidir. Hattâ
Cennette yerini de gördü. Melekût, mülkün mübâlağasıdır, diyenler olmuştur.
Dünyâ’da iken Cennette yerini görmek İbrâhim (aleyhisselâm) ’a ve
Hz. Muhammed Mustafâ’ya nasip olmuştur.
Bazıları şöyle derler:
— İbrâhim (aleyhisselâm) göğe baktı, bir yıldız gördü: «Bu benim
Tanrımdır» dedi. Bir zaman sonra o yıldız dolandı.
Güneş doğdu.
— Bu onlardan yeğdir, Tanrım budur, dedi. Bir zaman sonra güneş de
dolandı, baktı. O zaman:
— Benim Rabbim Allah’dır, dedi.
(68) Enâm Sûresi, âyet: 75.
135
Bu sözlerinden dolayı İbrahim (aleyhisselâm) ’a hata yok idi. Zira
Allah'ı bulmak için delil aramakta idi. Sonra Hakkı kabûl etti.
Nakledildiğine göre, İbrahim (aleyhisselâm) göklerin mele- kûtunu gördüğü zaman, bütün Muhammed
ümmetinin nurunu orada topluca gördü. Güneş ışığı gibi onların nurları vardı.
Hz. İbrâhim:
— Ey Rabbim! Bunlar kimlerdir? dedi.
Hakk Teâlâ:
— Muhammed ümmetidir, buyurdu.
İbrahim (aleyhisselâm) :
— Bunların iyilikleri nedir? diye sordu.
Hakk Teâlâ:
— Benim rahmetim ve mağrifetimdir, buyurdu.
İbrâhim (aleyhisselâm) âsîlerden de bir kavim gördü ve onlara iyi
duada bulunmayı diledi.
Hakk Teâlâ:
— Ey İbrâhim! Onların benim yanımda dört durumları vardır:
Ya hata edenleri, iyilik edenlere bağışlarım. Ya bazısını bazısına
şefaatçi ederim.
Ya Muhammed Mustafâ onlara şefâat eder, ya da acıyanların acıyanı
Hâkim-i mutlak olan ben onlara rahmet ederim, buyurdu.
Hz. İbrâhim:
— Ey Rabbim! Beni Muhammed ümmetinden kıl, diye duâ etti. Hakk
Teâlâ onun duasını kabûl edip Mu- hammed ümmetinden eyledi.
Nakledildiğine göre, bir gün İbrâhim (aleyhisselâm) kabir-
136
lerin arasından geçer idi. Bir Habeşînin deve güttüğünü gördü. Son
derece susamıştı. İbrahim (A S.):
— Senin yanında içmek için su var mıdır? diye sordu.
O Habeşî:
— Sütü mü, yoksa suyu mu seversin? dedi.
İbrahim (A.S):
— Suyu severim, dedi.
O Habeşî ayağını yere vurdu. Yerden çok hoş su çıktı. İbrahim (aleyhisselâm)
içti ve hayretler içinde kaldı.
Hakk Teâlâ:
— Ey İbrâhim! Habeşînin bu işini neden hayretle karşılarsın? Zira
onun dünyâ ve Ahirette benden başka bir muradı yoktur, buyurdu.
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) şöyle der:
— İbrahim (aleyhisselâm) kırk yaşına vardığı zaman Cebrail (aleyhisselâm)
onun yanına gelip şöyle dedi: Hakk Teâlâ
sana selâm söyler ve şunu emreder:
— Bu sefer seni Nemrûd’a gönderiyorum. Var onunla mücâdele et.
Ondan korkma. Ben seni saklarım ve onun üzerine gâlip getiririm.
İbrâhim (aleyhisselâm) Nemrûd’un kavmine geldi, onları Hakka davet
etti ve:
— Neden Hakdan başkasına taparsınız? Bilirsiniz ki, Haktan başka
Tanrı yoktur. Bu itibarla niçin başkasına taparsınız? dedi. Putları kırdı.
Kâfirler:
— İbrahim’i ateşe atmak gerektir, dediler.
Bunun üzerine Nemrûd İbrâhim (aleyhisselâm) ’ı zindana attı.
Ayaklarına demirden zincir vurdular. İbrâhim (aleyhisselâm) zindanda namaz kılmak istedi. Demir zincirden
dolayı kılamadı. Son derece üzüldü.
137
Derhâl Cebrâil (aleyhisselâm) geldi:
— Hakk Teâlâ sana selâm eder ve: Sabretsin, onu zindandan
çıkaracağım ve yardım edeceğim. Onların üzerine gâlip getireceğim buyurdu,
dedi.
Cebrâil (aleyhisselâm) Cennetten döşek getirdi ve:
— Ey Allah’ın Peygamberi! Sabret. Nitekim senden önceki
peygamberler de sabrettiler. Fakat sana olan ilâhî kerem hiçbir peygambere
olmadı, dedi. Sonra da gitti.
Bir gün Nemrûd (lânet olsun) İbrahim (aleyhisselâm) ’ı ateşe
atmaları için emir verdi. Bir ay odun getirdiler ve bir yere yığdılar. Hiçbir
hayvan odun getirmeye razı olmadı, kaçtı. Sadece katır râzı oldu ve odun
taşıdı. O sebepten dolayı katır doğurmaz olup kısır kaldı. Ondan sonra o odunu
yedi gün yaktılar. Fakat İbrâhim (aleyhisselâm) ’ı bu ateşe nasıl atacaklarını
bilmiyorlardı. Derhâl İblîs gelip onlara mancınığı öğretti, İbrâhim (aleyhisselâm)
’ı o mancınığa koyup, eli ve ayağı bağlı, ateşe attılar. Bütün yerler, gökler
ve melekler feryâd edip:
— Ey Allahım! İbrahim senin kulun ve Resûlün- dür. Onu ateşe
attılar. Yeryüzünde sana ibâdet eden kimse kalmadı, dediler.
Hakk Teâlâ:
— İbrahim benim kulum ve Halîlimdir, dostumdur. Benim ondan başka
Halîlim yok ve ben onun Tanrı- sıyım. Onun benden başka Tanrısı yoktur. Eğer
sizden yardım isterse yardım edin. Eğer benden yardım isterse ben feryâd
edenlere yardım ederim, buyurdu.
Ondan sonra İbrâhim (aleyhisselâm) Hakk Teâlâ’ya yüz tuttu ve.
138
— Ey Rabbim! Bana yardım et, düşmanım üzerine gâlib olayım, dedi:
İbrahim (aleyhisselâm) ’ı ateşe attıkları zaman su hazine- dârı
gelip:
— Ey İbrahim! Eğer istersen bütün ateşi söndüreyim, dedi.
Ondan sonra da yel hazinedarı gelip:
- Ey "İbrâhim!
Eğer istersen ateşi havaya dağıtayım, dedi.
İbrâhim (A.S):
— Benim size ihtiyacım yok. Allah bana yeter. O ne güzel
koruyucudur! dedi.
Ateş İbrâhim (aleyhisselâm) ’a yakın olunca Hakk Teâlâ ateş’e:
— «Ey ateş! İbrahim’e
karşı serin ve selâmet ol» buyurdu. (69)
Hz. Abdullah bin Abbâs (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Eğer Hakk Teâlâ (Benden—serin ol) demeseydi İbrâhim (aleyhisselâm)
sıcaktan ölürdü. Eğer (selâmen—selâ- met
ol) demeseydi soğuktan ölürdü.
Sûddî şöyle der:
— İbrâhim (aleyhisselâm) ’ı ateşe attıkları zaman, o ateşin içinden
su çıktı. Kırmızı gül ve Nergis bitti. İbrahim (aleyhisselâm) üç ay yedi gün orada kaldı. Hakk Teâlâ İbrahim
(aleyhisselâm) ’a bir ipek gömlek gönderdi ve:
— Ey İbrâhim! Ateşin, Hakk Teâlâ’nın dostlarını yakmayacağını
anladın mı? buyurdu.
Hakk Teâlâ Cebrâil (aleyhisselâm) ’ı gönderdi. Cebrâil:
— Ey İbrâhim! Sen hiç dostuna ateş ile azâb edecek bir dost gördün
mü? dedi.
(89) Enbiyâ Sûresi, âyet: 69.
139
Zehret’ür-Rıyâd’da
şöyle nakledilir:
— Nemrûd (lânet
olsun) İbrâhim (aleyhisselâm) ’ı ateşe attığı zaman Cebrâil gelip:
— Bana
ihtiyacın var mı? diye sordu.
İbrahim (aleyhisselâm) :
— Sana
ihtiyacım yoktur, dedi.
Cebrâil (aleyhisselâm) :
— Allah Teâlâ’dan
nefsini dilesen olur, dedi.
İbrâhim (aleyhisselâm) :
— Nefis
kusurludur. Münezzeh olan Allah’dan onu istemem, dedi.
Cebrâil (aleyhisselâm) :
— Rûhunu iste, dedi.
İbrâhim (aleyhisselâm) :
— Rûh
emanettir. Emanet olan sey geri verilir dedi.
Cebrâil (aleyhisselâm) :
— Kalbini iste,
dedi.
İbrâhim (aleyhisselâm) :
— Ateşi kim
yaktı? dedi.
Cebrâil (aleyhisselâm) :
— Nemrûd yaktı,
dedi.
İbrâhim (aleyhisselâm)
:
— Ona kim
yaktırdı, dedi.
Cebrâil (aleyhisselâm) .
— Ulu ve
herşeye hükmeden Allah, diye cevap verdi.
İbrâhim (aleyhisselâm)
— Halil râzıdır
Celîl’den dedi.
Hakk Teâlâ
ateşe.
— Benim
Halîlime serin ol! Zira Habîbim Mu-
140
hammed Mustafâ İbrahim'in temiz sulbündendir, buyurdu.
Hakk Teâlâ ateşe nidâ ettiği zaman İbrahim (aleyhisselâm) ağladı ve:
— Ey Rabbim! Ben ne yaptım? Bana söylemezsin. Eğer söyleyip de ateş
ile azâb etsen o bana sevgili idi, dedi.
İbrâhim (aleyhisselâm) ateşe
atıldığı zaman ateş:
— Ey Allah’ın Halîli! Selâm sana, dedi.
İbrâhim (aleyhisselâm) o
zaman onaltı yaşında idi. Kuşlar İbrâhim (aleyhisselâm) ’ın üstünde saf
tuttular. O kuşların içinde zayıf bir kuş vardı. Kendini ateşe attı. İbrahim (aleyhisselâm)
’a katıldı.
Hakk Teâlâ:
— Ey Cebrâil! O zayıf kuş kendini helâk etti. O Halîlime uydu.
Benim katımda bir haceti varsa vereyim, buyurdu.
Cebrâil (A.S ) Sidret’ül-Müntehâdan bir anda indi. (70)
O kuşu aldı, yere koydu ve Hakk Teâlâ’nın sözlerini ona söyledi. O
kuş:
— İşittim ki Hakk Teâlâ’nın bin bir ismi vardır. Yüzünü öğrendim.
Dilerim ki dokuz yüzünü de öğreneyim. Böylece bin olur, dedi.
Hakk Teâlâ o kuş’a dokuz yüzünü de öğretti, bin oldu. İşte o kuş
(Bülbül) idi. Bir melek geldi. İbrâhim (aleyhisselâm) ile oturdu. O gölge meleği idi.
(70) Sidret’ül-Müntehâ, yedinci kat gökte ilâhî
bir makamdır. Allahın zat kapısı ve sınırıdır. Peygamber Efendimizin dışında
bu sınırı geçen başka bir sevgili yaratık yoktur.
141
Hakk Teâlâ o meleği İbrahim (aleyhisselâm) ’ın sûretinde gönderdi.
Nemrûd sarayından, İbrahim (aleyhisselâm) 'ın yanında bir kişinin
oturduğunu gördü ve:
— Ey İbrâhim! Senin Tanrın Ulu Tanrıdır. Ben senin kadrini gördüm.
Ateşten çıkabilir misin? dedi.
İbrâhim (aleyhisselâm) derhâl ateşten çıktı. Nemrûd:
— Ey İbrâhim! Senin yanında bir kişi gördüm. Sana benziyordu. O
kimdir? dedi.
İbrâhim (aleyhisselâm) :
— Melekdir, geldi, bana ateşte yoldaş oldu, dedi
Nemrûd:
— Ey İbrâhim! Ben senin Tanrın katındaki hürmetini gördüm. Tanrın
çok büyüktür. Senin Tanrına kurban etmeyi dilerim, dedi ve dört bin öküz, kırk
bin koyun boğazladı.
İbrâhim (aleyhisselâm) :
— Hakk Teâlâ onu senden kabûl etmez. Bil ki kendini terk edip
benim dinime girmen gerektir, dedi.
Müfessirler şöyle derler:
— Ondan sonra Nemrûd, göğe uzanan büyük bir saray yaptı. O sarayın
beş mil büyüklüğü ve altı mil yüksekliği vardı.
Hakk Teâlâ bir yel verdi. Onu üç bölük etti. Bir bölüğünü denize
attı. İki bölüğü orada harâb kaldı. Her bir bölüğü ayrı dilde söz söylediler.
Ondan sonra Hakk Teâlâ sinek sürülerini üzerlerine gönderdi.
Etlerini yediler ve kanlarını içtiler. Hattâ
142
bir zayıf sinek Nemrûd’un burnuna girdi. Onu öldürdü. (71)
İbrâhim (aleyhisselâm) 'ın anası imana geldi. Fakat babası gelmedi.
Ondan sonra İbrâhim (aleyhisselâm) Şam
diyarına geldi. Orada dört oğlu dünyâ'ya geldi.
Birisi Medyen, birisi Medâyin, birisi İsmâil ve birisi de İshâk
idi.
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) şöyle der:
—İbrâhim (aleyhisselâm) doksandokuz yaşında iken İsmail doğdu. Yüz
oniki yaşında iken de İshâk doğdu.
12. KABE’NİN’ YAPILMASI İLE
İLGİLİ BÖLÜM
Nakledildiğine göre Kabe’nin temeli var idi. İbrâhim (aleyhisselâm)
Kâbe’yi o temel üzerine yaptı.
Gene rivayet edildiğine göre Hakk Teâlâ, Kâbe’nin yerine, Cennet
yakutlarından bir yakut indirdi. Onun zümrüdden iki kapısı vardı. Biri doğu’ya,
biri batıya açılırdı.
Hakk Teâlâ Adem (aleyhisselâm) ’a:
(71) Nemrûd, Mezopotamya'da kurulmuş olan Bâbil
şehrinin hükümdarıdır. Zulmü ve gaddarlığı ile meşhurdur. M.Ö. 2600 yıllarında
yaşadığı kaydedilmektedir. İbrahim (aleyhisselâm) ’ın Peygamberliği, Onun
hükümdarlığına rastlar. Tarih kayıtlarına göre İbrahim (aleyhisselâm) Batıya göç etmiş, bir ara Mısır’a da geçerek,
sonra tekrar dönmüştür. İbrani sözü de İbrahim (aleyhisselâm) ’ın bu göçü ile
ilgili görülmektedir. Hz. İbrahim daha sonra Mek- keye gitmiştir. Kâbenin
binası, bir yapı olarak ona is- nâd edilmektedir.
143
— Melekler Arşını tavaf ederler. İnsanlar da, onlar gibi bunu
tavâf etsinler, buyurdu.
Ondan dolayı, Adem (aleyhisselâm) Hindistan’dan yayan Kâbe’ye geldi. Melekler
Adem (aleyhisselâm) ile buluştular ve:
— Ey Adem! Haccın makbûl olsun. Senden bir yıl önce biz bu Beyti
tavâf ettik, dediler.
Ondan sonra Nûh Tûfanı’nda Hakk Teâlâ o yakut’u yedinci kat göğe
çıkardı. Adı (Beyt-i ma’mûr) idi.
Daha sonra Hakk Teâlâ İbrâhim, (aleyhisselâm) ’a Kâbe’yi yapmasını
emretti. Cebrâil (aleyhisselâm) ona
nasıl yapması gerektiğini öğretecekti. Bunun üzerine dört dağdan taş alıp
Kâbe’yi yaptılar: Biri Tür-i Sinâ, biri Tûr-i Zeytâ biri Cûdi Dağı ve diğeri de
Hırâ Dağı idi. Cebrâil Ha- cer’ul-Esvedi getirdi.
Bazıları.
— Ebû Kubeys Dağı yarıldı. Hacer'ul-Esved içinden çıktı. Ak yakut
idi. Hayız görmüş kadınlar ve müşrikler yapıştı da kapkara oldu, derler.
Bazıları da şöyle demişlerdir:
— İbrâhim (aleyhisselâm) yapar, İsmâil (aleyhisselâm) ise taş taşırdı.
Kâbe tamam olunca Hakk Teâlâ:
— Ey İbrâhim! Halkı Kâbe’yi ziyarete çağır, buyurdu.
İbrâhim (aleyhisselâm) :
— Ey Allahım! Benim sesimi onlara kim işittirir? dedi.
Hakk Teâlâ:
— Senden çağırmak, benden işittirmek, buyurdu.
Fezâil-i A’mâlde belirtildiğine göre Ebû Zer (radiyallâhu anh) şu
rivâyeti nakletmiştir:
144
— Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’dan Hakk Teâlâ’nın
İbrahim (aleyhisselâm) ’a şöyle buyurduğunu işittim: «Halkı Hacc’a çağır!
Bunun üzerine İbrahim (aleyhisselâm) Ebû Kubeys Dağı'- na çıktı ve:
— Ey Adem oğulları! Hakk Teâlâ Beytini ziyareti, Hacc etmeyi size
farz kıldı. Gelin Hacc edin, dedi.
Hakk Teâlâ İbrahim (aleyhisselâm) ’a:
— Yerleri ve gökleri yaratmazdan önce şöyle yazdım: Kim evinden
Kâbe’yi ziyaret niyeti ile çıksa her adımına on iyilik veririm. On günahını
bağlarım. Eğer bu yolculukta ölse. "Cennetliktir» diye hükmederim. Eğer
ben onların günahlarını affedip rahmet etmeyecek olursam, onlara kim rahmet eder,
buyurdu.
Hz. Ali (radiyallâhu anh) şöyle der:
— İbrahim (aleyhisselâm) 'dan sonra Kâbe üç defâ yıkıldı. Ondan
sonra Kureyş ile Muhammed Mustafâ (salla’llâhü aleyhi ve sellem) tekrar
yaptılar. Kureyş kabilesi Hacer’ul-Esvedi kaldırıp yerine koymak istedi.
Aralarında ihtilâf çıktı.
Taraflar:
— Ey Muhammed! Gel bizim aramızda hakem ol! dediler.
Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Bir örtü getirin! dedi. Getirdiler.
Rasûlüllâh (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— O taşı örtünün içine koyun! dedi. Koydular
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
— Kaldırın, dedi. Kaldırdılar. Peygamber efendimiz örtü içinden
Hacer’ul-Esvedi alıp yerine koydu. Hepsi sevindiler ve gönülleri hoş oldu.
145
Nakledildiğine göre İbrâhim (aleyhisselâm) ’a on (suhuf) indi. İbrahim
(aleyhisselâm) ’ın suhufunda şöyle yazılı idi:
— Asılsız söz etmemek oruçtur. İnsanlardan ümidini kesmek
namazdır. Gözünü ve kulağını sakınmak ibâdettir. Arzularını terk etmek
kurtuluştur. Elini serden alıkoymak sadakadır.
Nakledildiğine göre İbrahim (aleyhisselâm) ümmeti Muhammedi ve bütün insanları
konuklamak istedi.
Hakk Teâlâ.
— Onları konuklamağa gücün yetmez, buyurdu.
İbrâhim (aleyhisselâm) :
— Ey Allahım! Sen bütün yaratılmışları konuklamağa kâdirsin, dedi.
Hakk Teâlâ İbrâhim (aleyhisselâm) ’ın duâ- sını kabûl etti ve Cebrâil (aleyhisselâm)
’a:
— Cennetten bir avuç (Kâfûr) getir, diye buyurdu. O da getirip
İbrâhim (aleyhisselâm) ’ın eline verdi. İbrâhim (aleyhisselâm) onu Ebû Kubeys Dağına saçtı. Bütün yeryüzüne
erişti. Allah’ın izni ile tuz oldu. Bu sebepten dolayı tuz İbrâhim (aleyhisselâm)
’ın ziyâfeti oldu.
Ne zaman ki İbrâhim (aleyhisselâm) yeryüzünde oturup vatan tuttu, Hakk Teâlâ onu
zengin kıldı. İbrâhim (aleyhisselâm) bir
ev yaptı. Ateş yaktı ve fakirlere taâm (yemek) yedirdi. Bir gün bir mecûsî
(ateşe tapan bir İranlı) İbrâhim (aleyhisselâm) ’a konuk oldu. İbrâhim (aleyhisselâm)
:
— Eğer müslüman olursan seni konukluğa alırım, dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Ey İbrâhim! Bu ne cimriliktir ki, bir kerre yemek yedirmek için,
«dinini değiştir» dersin. Ben yetmiş yıldır o kâfire rızık veririm, «müslüman
ol, yoksa sana yiyecek, vermem» demedim, buyurdu.
F:
10
146
Nakledildiğine göre Hakk Teâlâ İbrâhim (aleyhisselâm) ’a şöyle
buyurmuştur:
— Ben seni yarattım. Kendime Halîl, yakın dost kıldım. Nemrûd’un
ateşi ile mübtelâ eyledim. Eğer seni derviş etseydim ne olurdu?
İbrâhim (aleyhisselâm) :
— (Fakirlik, yoksulluk Nemrûd’un ateşinden daha şiddetli daha
kötüdür,) dedi.
Hakk Teâlâ:
— Ey İbrâhim! Şanım hakkı için yerle gök arasında fakirlikten daha
kötü bir şey yaratmadım, buyurdu.
Nakledildiğine göre bir gün İbrâhim (aleyhisselâm) ’ın sakalı
ağardı. Sebebi şu idi: İshâk (aleyhisselâm) İbrâhim (aleyhisselâm) ’a benzerdi. Bir gün
uyuyordu. Uyandığında saçının ve sakalının ağardığını gördü:
— Ey Rabbim! Bu nedir? dedi.
Hakk Teâlâ:
— Nûr ve Vekârdır, buyurdu.
İbrâhim (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Nûrum’u ve Vekârımı artır, dedi.
Böylece bütün sakalı bembeyaz oldu. İshâk (aleyhisselâm) ile kendi arasında fark meydana geldi.
Nakledildiğine göre İbrâhim (aleyhisselâm) hatasını andığı zaman utanır ve kalbi
çarpardı.
Cebrâil (aleyhisselâm) :
— Ey İbrâhim! Sen Hakkın Halîli (yakîni)sin Niçin üzülürsün? dedi.
İbrâhim (aleyhisselâm) :
— Ne zaman hatamı ansam Allah’a yakînliğimi unutuyorum, dedi.
147
Hakk Teâlâ:
— Ey İbrâhim! Bu ne üzüntüdür? buyurdu.
İbrâhim (aleyhisselâm) .
— Ey Rabbim! Adem (aleyhisselâm) ’ı kudret elinle yarattın. Ona
kendi rûhundan üfledin. Meleklere emrettin, ona secde ettiler. Nihayet onu bir
hata ve günah yüzünden Cennetten çıkardın, dedi.
Hakk Teâlâ :
— Ey İbrahim! Sen bilmez misin? (Şüphesiz sevgilinin işlediği suç
ve günah, sevgiliye ağır gelir) buyurdu.
Saîyd bin Cûbeyr (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Hakk Teâlâ İbrahim (aleyhisselâm) ’ı kendisine Halîl edindiği zaman
Azrâil, İbrâhim (aleyhisselâm) ’a müjde vermek için Allah Teâlâ'dan izin
istedi. Hakk Teâlâ izin verdi. Azrâil İbrâhim (aleyhisselâm) ’a geldi. Fakat
onu evde bulamadı. Ölüm meleği eve girdi. İbrâhim (aleyhisselâm) eve geldiği zaman bir kişinin içeride
oturduğunu gördü ve:
— Sana kim izin verdi de bu eve girdin? dedi.
— Evin Rabbi izin verdi, dedi.
İbrâhim (aleyhisselâm) onun
ölüm meleği olduğunu anladı ve:
— Neye geldin? dedi.
Ölüm meleği:
— Sana müjde vermek için geldim. Hakk Teâlâ seni kendine (Halîl)
edindi, dedi.
İbrâhim (aleyhisselâm) Allah’a hamd etti ve:
— Onun alâmeti nedir? dedi.
Ölüm meleği:
— Allah’dan ne dilersen olur, dedi.
148
İbrâhim (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Ölüyü diri görmek nasıl olur? Bana göster de göreyim,
dedi.
Hakk Teâlâ :
— Ey İbrâhim! İnanmaz mısın? buyurdu.
Hz. İbrâhim:
— İnanırım, fakat gönlümü tatmin için görmek istiyorum, dedi.
Hakk Teâlâ:
— Bir yeşil ördek, bir ak güvercin, bir kızıl Bed- nos ve bir de
kuzgun al. Bunları boğazla. Tüylerini yol. Birbirine karıştır. Etlerini de
parça parça et, buyurdu. Hz. İbrâhim aynı şeyi yaptı ve kuşların başlarını
yanında sakladı. Ondan sonra o kuşları çağırdı. Hakk Teâlâ yellere emretti.
Dört türlü yel esti. O kuşların tüylerini ve parçalarını dağıttı, tekrar
topladı. Kuşlar geldiler. Herbirine başını geri verdi. Uçup gittiler. Bu
olanları İbrâhim (aleyhisselâm) gözü ile
gördü, şaşırdı ve:
— Bildim ki, Hakk Teâlâ Aziz ve Hakimdir, dedi.
Hz. Câbir (radiyallâhu anh) :
— Allah Teâlâ İbrâhim (aleyhisselâm) ’ı üç şeyden dolayı Halil eyledi,
der.
1. Fakirlere ve
konuklara yemek yedirdiği,
2. Selâm verdiği,
3. Gece namazı kıldığı
için.
Rasûlûllâh (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
— Hakk Teâlâ
İbrahim (aleyhisselâm) ’a: Sen benim Ha- lîlimsin. Halkına güzel davran. Kâfir olsa
da böyle yap. Benim ilmimde şöyle tespit edilmiştir: «Kim halka iyi davranırsa
Arşımızın gölgesinde olur ve onu meleklerime yakin ederim.
149
Nakledildiğine göre Allah Teâlâ İbrâhim (aleyhisselâm) ’ı Halil
eylediği zaman melekler şöyle dediler:
— Ey Allahım! İbrâhim’in nefsi, ha’tunu, çocukları ve malı vardır.
Nasıl Halil olur?
Hakk Teâlâ:
— İbrâhim’in kalbinde benim muhabbetimden başka birşey yoktur,
buyurdu.
Abdullah bin Abbâs (radiyallâhu anh) şöyle der:
— İbrâhim (aleyhisselâm) 'ın şeriatında on haslet farz idi.
Muhammet Mustafâ (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in şeriatında
sünnet oldu. Beşi baştadır, beşi de bedendedir.
Başta olan beş farz şunlardır:
1. Mazmaza (Ağzı su
ile yıkamak).
2. İstinşâk (Burnu su
ile temizlemek).
3. Başı tıraş etmek.
4. Bıyık kesmek.
5. Mîsvâk (fırça) ile
dişlerini temizlemek.
Bedende olan beş tarz da şunlardır:
1. Sünnet olmak.
2. Eteğini yülümek,
traş etmek.
3. Koltuğunu yülümek.
4. Tırnağını kesmek
5. İstincâ (tahâret
almak).
Ebû Hûreyre (radiyallâhu anh)’den şu rivâyet nakledilmiştir:
— İbrâhim (aleyhisselâm) evvelâ kendisi sünnet oldu. Yüz- yirmi yaşında
idi. İlk sakalı ağaran odur. İlk defâ elbise giyen, bıyığını ve tırnağını
kesen, koltuğunu ve eteğini yülüyen gene odur. Tanrı dostu, müminlerin imamı,
türlü belâya uğrayan, ahdine vefa eden, ilk ayakkabı giyen, ilk kılıç vuran,
ilk ateşe atılan, ilk mîsvâk kullanan, saçını ikiye ayırıp tarayan ve su ile
ilk tahâret alan O’dur.
150
Hakk Teâlâ şöyle buyurdu:
— «Hatırlayın o zamanı
ki Rabbi, İbrahim'i birtakım kelimeleriyle (emirleriyle) imtihan etmişti.»
(72)
Hakk Teâlâ hazretleri İbrâhim (aleyhisselâm) 'ı dokuz şey ile
mübtelâ etti, denedi:
1. Güneş
2. Ay.
3. Yıldız.
4. Hıtân (sünnet).
5. Nemrûd'un ateşi.
6. İsmail’i kurban
etmesi.
7. Hicret (göç).
8. Bereket.
9. Cömertlik
İbrâhim (aleyhisselâm) bunların hepsini işledi.
Nitekim Hakk Teâlâ şöyle buyurur:
— «Yoksa Mûsâ’nın ve
(Allah'dan aldığı emri ve) vazifesini tastamam ifâ eden İbrâhim’in
sahîfelerinde olan (şun) lardan haberdâr mı edilmedi? (73)
Nakledildiğine göre İbrâhim (aleyhisselâm) ondan sonra Kudüs'e geldi. Orada uzun zaman
kaldı. Yüz doksan- dört yıl ömür sürdü. Orada Ahiret'e intikal etti.
13. İBRAHİM (aleyhisselâm) ’ın VEFATI
Bir gün İbrâhim (aleyhisselâm) evinin önünde oturmakta idi. Azrâil güzel bir
kılık ve kıyâfetle geldi. İbrâhim (aleyhisselâm) ’a selâm verdi. İbrâhim (aleyhisselâm)
selâmını aldı ve:
(72) Bakara Sûresi, âyet: 124.
(73) Necm Sûresi, âyet: 36—37.
151
— Sen nasıl bir kimsesin? Hiç ben senin gibi gökçek bir kimse
gördüğüm yok, dedi.
O şahıs:
— Ben ölüm meleğiyim, dedi.
İbrâhim (aleyhisselâm) :
— Ölümden kaçan kimselere şaşarım. Senin böyle güzel sûretin
varmış, dedi.
Ölüm meleği:
— Ey Allah’ın Halîli! Peygamberlere ve Rasûllere bu şekilde gökçek
sûret ile gelirim, dedi.
İbrâhim (aleyhisselâm) :
— Ey ölüm meleği! Kâfirlere göründüğün şeklinle gözüksen de görsem?
dedi. Ölüm meleği o sûretten çıkıp başka sûrete girdi. İbrâhim (aleyhisselâm) onu görünce aklı başından gitti. Az kaldı
düşecekti.
İbrâhim (aleyhisselâm) :
— Ey ölüm meleği! Evvelki gibi ol, dedi. Ölüm meleği evvelki gibi
oldu.
Hakk Teâlâ ölüm meleğine:
— İbrâhim’in canını al, diye emretti. Bunun üzerine Ölüm meleği
İbrâhim (aleyhisselâm) ’a geldi. İbrahim (aleyhisselâm) :
— Ey Ölüm meleği! Ben sana âşık oldum. Bugün bir ihtiyar geldi.
Onun, ihtiyarlığından dolayı, aczimi gördüm. Benim rûhumu al, dedi.
Cebrâil (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Dostunu öldüren hiçbir dost gördün mü? dedi.
Hakk Teâlâ Cebrâil (aleyhisselâm) ’a:
(Bir dost gördün mü ki dostunu görmek istemesin?) buyurdu.
152
İbrahim (aleyhisselâm)
secde etti ve ölüm meleği rûhunu
kabzetti, canını aldı. Ne zaman ki İbrâhim (aleyhisselâm) yakınlık şişesinden beraberlik şarabını içti,
rûhu uçup Illiyyûn’uıı en yüce yerine gitti:
Tanrı taâla :
— Ey benim
Halîlim! Ölüm şarabını nasıl içtin? Halin nasıldı, buyurdu.
İbrâhim (aleyhisselâm)
:
— Nemrûd beni
habsetti ve ateşe attı. Ölüm şarabını ondan acı gördüm, dedi.
Hakk Teâlâ:
— Ey benim
Halîlim, yakın dostum! Ölüm meleği, senin canını aldığı gibi, daha önce hiç
kimsenin canını yumuşaklıkla almış değildir, buyurdu.
Bazıları:
— İbrâhim
(Â.S.) ikiyüz yıl yaşadı, demişlerdir.
Eb’ul-Leys
şöyle der:
— Hz. Nuh ile
İbrâhim (aleyhisselâm) 'ın arası bin yıldır, Bazıları da:
—İki biri altı
yüz kırk yıl yaşadı, derler.
Doğrusunu Allah
bilir.
14. İSMÂİL (aleyhisselâm) ’IN
PEYGAMBERLİĞİ
Hakk Teâlâ
buyurdu ki.
— «Kitapda
İsmâil’i de yad et. Çünkü o, sözünde sâdıkdı, rasûl bir peygamberdi.» (74)
Acaba: «İsmâil (aleyhisselâm)
doğru sözlüdür» demek ne
(74) Meryem
Sûresi, âyet: 54.
153
demektir? Hakikat şudur ki, kalan peygamberler de doğru sözlüdür,
diye sorulduğunda cevabı şudur:
— «İsmâil (aleyhisselâm) 'a bu, ikrâm ve izâz içindir. Zira onun
neslinden söz söyleyenlerin en sâdıkı Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
gelmiştir.
Hakk Teâlâkın: "O peygamberdir» buyurması şundandır:
Hakk Teâlâ hazretleri onu (cürhüm) kabilesine peygamber
göndermiştir. «Haberci» denmesi de, Hak ta- âla’dan haber vermesinden
dolayıdır. Yakınlarını namaza ve zekâta çağırdı.
Bilmek gerektir ki, İsmâil (aleyhisselâm) kitaplarda zikredilmiştir. Biz kitabımızı
onlarla uzatmayalım. Fakat Kurban olan kimse hakkında ihtilâf vardır.
Bazıları:
— İsmâil'dir, derler.
Kimileri de:
— İshâk’dır, demişlerdir.
Sahih olanı İsmâil (aleyhisselâm) 'ın olduğudur.
Nakledildiğine göre, İbrâhim (aleyhisselâm) bir gece düş gördü.
Düşünde:
— Oğlunu boğazla! dediler.
Sabah olunca İbrâhim (aleyhisselâm) :
— Bu şeytandan mıdır, yoksa Rahmândan mıdır? diye düşündü. Ertesi
gece gene aynı şeyi söylediler. Bunun üzerine Rahmândan olduğunu anladı.
Bazıları o vakit İbrâhim (aleyhisselâm) 'a:
— Halîm bir oğlun doğacak, diye müjde verdiler.
Nihayet İsmail (aleyhisselâm) dünyâ’ya geldi. İbrahim
(aleyhisselâm) İsmâîl (aleyhisselâm)
’a:
154
— Ey yavrum! Düşümde seni boğazladığımı gördüm, dedi.
İsmâîl (aleyhisselâm) :
— Ey Babacığım! Sana buyurulanı yap, dedi.
İbrâhim (aleyhisselâm) :
— Ey oğlum! Haydi ip ve bıçak al da şu dağa odun kesmeye gidelim
dedi.
Vaktâ ki gittiler, o dağa vardılar. İbrahim (aleyhisselâm) Hz. İsmâîl’i koyun gibi boğazlamak için
yatırdı. Bu hâdise sonbaharın ortalarında oldu.
İbni Abbâs (radiyallâhu anh)'ın naklettiğine göre İsmâîl (aleyhisselâm)
:
— Ey babacığım! Ayaklarımı bağla sana dokunmasın ve kanım
sıçramasın. Böylece sevabım eksik olmasın. Hem anam görüp üzülmesin. Bıçağı
iyi bile ki ölüm bana kolay olsun. Anama benden selâm söyle gömleğimi ona ver.
O da görsün. Gönlü çok mahzun olmasın, dedi.
İbrahim (aleyhisselâm) :
— Sen bana Allah’ın emrini yerine getirmem için gökçek yardım
ediyorsun, dedi.
Ondan sonra İbrâhim (aleyhisselâm) , Hz. İsmâil’in yüzünü kıbleye
çevirdi. İbrâhim (aleyhisselâm) ağladı
ve oğlu İsmâil’in ayaklarını iple bağladı. Sonra da bıçağı Hz. İsmâil'in
boğazına koyup çaldı. Fakat kesmedi.
Sûddî:
— Hakk Teâlâ ilâhî kereminden, bir parça bakır tahtasını boğazına
koydu, bıçak onun için kesmedi, der.
Bazıları:
155
— Muhammed Mustafâ (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in, İsmail (aleyhisselâm)
’ın sulbünden geleceği için bıçak kesmedi, derler.
İsmâil (aleyhisselâm) bu
durumu görünce babasına:
— Benim yüzüme bakıp merhamet ettiğin için bıçak kesmiyor. Beni
yüzün üzerine çevir, merhamet etme, dedi.
İbrâhim (aleyhisselâm) Hz.
İsmail’i yüzü üzerine çevirdi. Bıçağı ensesine çaldı. Fakat gene kesmedi. Bir
defa bıçağın yüzü döndü.
Nakledildiğine göre İbrâhim (aleyhisselâm) bıçağı Hz. İs- mâil’in boğazına koyduğu zaman,
İsmâil (aleyhisselâm) :
— Ey baba! Ben mi cömerdim, yoksa sen mi cö- merdsin? dedi.
İbrahim (aleyhisselâm) .
— Ben cömerdim, oğluma kıyarım, dedi.
İsmâil (aleyhisselâm) :
— Ben cömerdim. Zira senin bir oğlun daha vardır, onunla
avunursun. Benim bir canım daha yok ki onunla hayat bulayım, dedi.
Hakk Teâlâ:
— Ben ikinizden de cömerdim. Ey İbrâhim! bu koçu oğlunun yerine
boğazla! buyurdu.
Nakledildiğine göre İbrâhim (aleyhisselâm) , oğlu İsmâil’i boğazlamak
için bıçağı boğazına koyduğu zaman, Hakk Teâlâ:
— Ey
meleklerim! Siz: «Adem (aleyhisselâm) ’ı yaratma, yeryüzünde fesâd çıkarırlar,
biz sana mutî oluruz, demiştiniz. Şimdi babasına ve oğluna bakın! Bana nasıl
itaât ediyorlar, buyurdu.
Sonra gene Hakk Teâlâ:
— Ey Cebrail! Melekler o koçu omuzları üzerinde
156
getirsinler, İbrahim (aleyhisselâm) ’a iletsinler, İsmail'in yerine
kurban etsin, buyurdu.
İşte bu koç, Hâbîl’in kurban ettiği koç idi. Cennette beslenmekte
idi. Hakk Teâlâ onu İbrâhim (aleyhisselâm) ’a gönderdi.
Cebrâil (aleyhisselâm)
— Ey Rabbim! Bu büyük iyiliktir, dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Şanım hakkı için, eğer bütün melekler onu omuzları üzerinde
getirseler, gene ona karşılık olamazdılar, buyurdu.
Zira İsmâil (aleyhisselâm) :
— «(Oğlu—İsmâil) dedi. Babacığım, sana verilen emir ne ise yap.
İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın.» (75)
Ka'bûl-Ahbâr şöyle der:
— O vakit şeytan bir insan sûretine girdi. İsmâil (aleyhisselâm) ’ın
annesi Hâcer’in yanına geldi ve:
—Hâcer! İbrâhim (aleyhisselâm) ’ın nereye gittiğini biliyor musun?
dedi.
Hâcer:
— Odun kesmeye gittiler, dedi.
Şeytân:
— Vallahi İsmail’i boğazlamaya gitti, dedi.
Hâcer:
— İbrâhim (aleyhisselâm) merhametli bir kimsedir, onu esirger. Sen
yalan söylüyorsun, dedi.
Şeytân:
(75) Sâffât
Suresi, âyet: 102.
157
— Hakk Teâlâ düşünde ona İsmail’i boğazlamasını emretmiş, dedi.
Hâcer:
— Eğer Hakk Teâlâ buyurdu ise İbrâhim (aleyhisselâm) doğruya ulaşmış ve Hakka boyun eğmiştir,
dedi.
Bunun üzerine Şeytan yüz bulamayıp Hâcer’in yanından gitti. İsmâil
(aleyhisselâm) 'a geldi ve:
— Ey çocuk! Baban nereye gidiyor, biliyor musun? dedi.
İsmâil (aleyhisselâm) :
— Odun kesmeye gidiyor, dedi.
Şeytân:
— Yok! Vallâhi bil ki seni boğazlamaya gidiyor, dedi.
İsmâil (aleyhisselâm) :
— Niçin böyle yapar? dedi.
Şeytân:
— İbrâhim (aleyhisselâm) düşünde, Allahın, seni kurban etmesini,
boğazlamasını emrettiğini zannediyor, dedi.
İsmâil (aleyhisselâm) :
— Yapsın! Zira emrolundu, Ben Allah Teâlâ’ya muti ve mahkûmum,
dedi.
Şeytân gördü ki çâre yok. Onun yanından da gitti. İbrâhim (aleyhisselâm)
’a geldi ve:
— Ey İbrâhim! Nereye gidiyorsun? dedi.
İbrâhim (aleyhisselâm) :
— Odun kesmeye gidiyorum, dedi.
Şeytân:
— Vallâhi ben Şeytânı gördüm. Geldi, senin düşüne girdi: «Oğlun
İsmail’i boğazla» dedi, şeklinde konuştu.
İbrâhim (A.S):
— Ey Allahın düşmanı! Elbette Allahın buyurduğunu işlerim, dedi.
İbnî Abbâs (radiyallâhu anh) şöyle der.
— Ne zaman ki İbrâhim (aleyhisselâm) Şeytânı kovdu, (Cemret’ül-Akabe)ye geldi.
Şeytân orada da gözüktü. İbrâhim (aleyhisselâm) ona yedi taş attı. Şeytân kayboldu. (76)
Sonra Cebrâil (aleyhisselâm) ile melekler bir koç getirdiler.
Cebrâil (aleyhisselâm) :
— Allahü Ekber, Allahü Ekber, dedi.
İsmâil (aleyhisselâm) :
— Lâilâhe illellâhüvellâhü Ekber, dedi.
İbrâhim (aleyhisselâm) :
— Allâhü Ekber ve lillâhil hamd, dedi.
Bunun üzerine, o vakittenberi kurban keserken böyle tekbir almak
sünnet oldu.
Ondan sonra Hakk Teâlâ:
— Ey İsmâil! Beni sınık gönüllerde iste, buyurdu.
İsmâil (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim: Sınık gönüllü kimdir? dedi.
Hakk Teâlâ:
—Gerçek dervişlerdir, buyurdu.
İsmail (aleyhisselâm) yüz
otuz yıl yaşadı. Ondan sonra vefat etti.
(76) Cemret'ül—Akabe, Mekke yakınında, Minâ denilen
yerde bir mahaldir. Hac eden Müslümanlar, burada şeytan taşlarlar. Bu, yukarıda
anlatılan hadisenin hatırası olarak yapılan sembolik bir davranıştır.
15. İSHÂK (aleyhisselâm) ’IN
PEYGAMBERLİĞİ
Allah Teâlâ
buyurdu:
«— ... Biz de
ona İshâk'ı, İshâk'ın ardından da (torunu) Yakûb’u müjdeledik.» (77)
Nakledildiğine
göre, Hakk Teâlâ Cebrâil (aleyhisselâm) 'ı on- bir melek ile Lût kavmini helâk
etmeye gönderdi. Hepsi güzel delikanlılar sûretinde idi. İbrâhim (aleyhisselâm)
'a geldiler. Selâm verdiler. İbrâhim (aleyhisselâm) bunların selâmını aldı ve önlerine yiyecek
getirdi. Yemediler. İbrâhim (aleyhisselâm) korktu, Hırsızlardan sandı.
Melekler:
— Korkma! Biz meleğiz. Lût kavmini helak etmeye gidiyoruz,
dediler.
Sûddî şöyle der:
— Melekler yemeği yemedikleri zaman İbrâhim (aleyhisselâm) : Niçin
yemiyorsunuz? diye sordu.
Melekler:
— Biz bir kavimiz ki, bedelini vermeyince yemeyiz dediler.
İbrâhim (aleyhisselâm) :
— Benim yemeğimin bedeli vardır, dedi.
Melekler:
— Bedeli nedir? dediler.
İbrâhim (aleyhisselâm) :
— Evvelinde: «Bismillah» deyin, sonunda. «El-Ham dülillâh» deyin,
yemeğin bedeli budur, dedi.
(77) Hûd
Sûresi, âyet : 71.
160
Cebrail (aleyhisselâm)
Mîkâil (aleyhisselâm) ’a:
— Hakk Teâlâ’nın
buna Halîlim (yakın dostum) dediği kadar vardır, dedi.
Tanrı taâla
İbrahim (aleyhisselâm) ’ın eşi Sâre'ye:
— Sana İshâk'ı
verdim, ondan sonra da Yakûb’u verdim, diye müjdelemişti.
Sâre hâtun
hayretle gülmüş ve:
— Ben ihtiyar
bir kadınım, demişti.
İbrahim (aleyhisselâm)
o zaman doksan yaşında idi. Başka bir
görüşe göre de yüzyirmi yaşında bulunuyordu.
Müfessirler:
— Bütün
peygamberler, İshâk (aleyhisselâm) neslindendir, derler. Muhammed Mustafâ (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) İsmâil (aleyhisselâm) nes- lindendir.
İshâk peygamber
yüzaltmış yaşında dünyâ’dan göç etti.
16. YAKÛB VE YÛSUF (aleyhisselâm) ’IN
PEYGAMBERLİĞİ
Vehb bin
Münebbih (R. A.) şöyle der:
— Hakk Teâlâ
İbrahim (aleyhisselâm) ’ın ruhunu aldıktan sonra İsmail (aleyhisselâm) Harem-i Şerîfde (Mekkede) ikamet etti. Ondan
sonra İshâk (aleyhisselâm) ’dan iki oğlan çocuk doğdu. Birinin adı (İys),
birinin adı Yakûb idi. Bunlar anasının karnında çekiştiler. İys, Yakûb (aleyhisselâm)
’a:
— Sen benden
önce doğarsan ayaklarımı aykırı tutarım, sen, ben ve anamız helâk oluruz,
ölürüz, dedi.
Yakûb (aleyhisselâm)
:
— Sen evvel
doğ, dedi. Böylece İys önce doğdu.
161 Ardından Yakûb (aleyhisselâm) doğdu. Onun için (Yakûb) denildi. İys’in
akabinden, ardından doğduğu için böyle dendi.
İys’in bir oğlu dünyâ'ya geldi. Adı (Rûmâ) idi, (Rûm) ondan sonra
yayıldı.
Nakledildiğine göre Hakk Teâlâ Yakûb (aleyhisselâm) ’ı Ken'-
anlılara peygamber gönderdi. Daha sonra Yakûb (aleyhisselâm) '- ın on iki oğlan
çocuğu doğdu.
Biri Yûsuf (aleyhisselâm) idi. Yûsuf (aleyhisselâm) on iki yaşında düş gördü. Bir Cuma gecesi
gördüğü düşünde onbir yıldız, ay ve güneş kendisine secde etmekte idiler. Nitekim
Hakk Teâlâ şöyle buyurur:
— «Bir vakit Yûsuf babasına: Babacığım, demişti, gerçek ben rü’yada
onbir yıldızla güneşi ve ayı gördüm. Gördüm ki onlar bana secde edicilerdi.»
(78)
Ömer Nesefi (Allahın rahmeti üzerine olsun) şöyle der:
—Bir gün Şeytan ihtiyar bir adam şeklinde Yûsuf (aleyhisselâm) ’ın
kardeşlerine gelip: «Yûsuf (aleyhisselâm) sizin kendisine tapmanızı istiyor» dedi.
Onlar:
— Öyle yaparsak Tanrı taâla’ya ve babamıza âsi olmuş oluruz,
dediler.
Şeytan:
— Sonra tövbe edersiniz, dedi.
Bir gün kardeşleri Yûsuf (aleyhisselâm) 'ı kıra gidiyormuş gibi
alıp götürmek için anlaştılar. Sonra Yûsuf (aleyhisselâm) 'ı babalarından
istediler. Babaları izin vermedi ve:
(78) Yûsuf Sûresi, âyet : 4.
162
— Korkarım ki, farkında olmazsınız, kurt gelip Yûsuf'u yer, dedi.
Onlar:
— Kurt Yûsuf'u nasıl yer? Biz kalabalığız. Yûsuf’u saklarız,
dediler.
Yakûb (aleyhisselâm) önceden
rüya gördüğü için kurt yer, demişti.
Yakûb (aleyhisselâm) rüyasında şöyle gördü:
— Yûsuf (aleyhisselâm) bir
dağın üstünde dururken on kurt ona saldırıyor bir kurt Yûsuf (aleyhisselâm) 'ı
ötekilerden koruyordu. Orada yer yarılıyor, Yûsuf (aleyhisselâm) içine girip çıkıyordu. Onun için: «Kurt yer»
demiştir.
Yakûb (aleyhisselâm) :
— Ben Yûsuf’u size vermem, dedi.
Ondan sonra kardeşleri Yûsuf (aleyhisselâm) 'a gelip:
— Bizimle kıra gitmek için babandan izin iste, dediler.
Bunun üzerine Yûsuf (aleyhisselâm) babasına kardeşleri ile kıra gitmek istediğini
söyledi. Yakûb (aleyhisselâm) izin verdi.
Şehirden üç fersah dışarıda bir kuyu vardı. Yûsuf (aleyhisselâm) ’ı öldürmek için
oraya gittiler. Yûsuf (aleyhisselâm) ’ın kardeşlerinden biri:
— Babamız sizinle öldürmememiz için sözleşti dedi.
Ondan sonra Yûsuf (aleyhisselâm) ’ı bağlayıp o kuyuya attılar.
Sonra da gelip:
— Yûsuf (aleyhisselâm) ’ı kurt yedi, dediler ve kanlı gömleğini
Yakûb (aleyhisselâm) ’a getirdiler.
Yakûb (aleyhisselâm) o
gömleği görünce o kadar ağladı ki dağ—taş onunla beraber ağladı.
Nakledildiğine göre gömleğini alarak terk edip
163
gittikleri zaman Yûsuf (aleyhisselâm) son derece mahzûn oldu ve çok ağladı. Derhâl
Cebrâil (aleyhisselâm) geldi. Cennetten,
bir gömlek gelirdi ve Yûsuf (aleyhisselâm) ’a giydirdi. O gömlek, Nemrûd,
İbrâhim (aleyhisselâm) 'ı ateşe attığı zaman, Cebrâil (aleyhisselâm) ’ın
getirdiği Cennet ipeklerinden yapılmış olan gömlek idi.
Nakledildiğine göre bir gün Yûsuf (aleyhisselâm) ’ın atıldığı
kuyunun bulunduğu yere bir kafile geldi. O kâfileden biri su çıkarmak için o
kuyuya bir kova bıraktı. Yûsuf (aleyhisselâm) kovaya yapışıp dışarı çıktı. Hemen o şahıs Yûsuf
(aleyhisselâm) 'ı alıp kafileye getirdi. Hikâyeyi onlara anlattı. Ondan sonra
kardeşleri gelip:
— Bu bizim uşağımızdır. Bizden kaçtı, dediler. Ve Yûsuf (aleyhisselâm)
’ı çok az bir para ile kafile başına sattılar. O kafile başı, Mısır sultanının
hazinedârı, mâliye vekili idi. O günkü Mısır Sultanı (Reyyân) idi. Onun bir
veziri vardı. Adı (Itlir) idi. O vezîr Yûsuf (aleyhisselâm) ’ı ağırlığınca
misk’e, ağırlığınca altuna ve ağırlığınca ipeğe satın aldı. Yûsuf (aleyhisselâm)
'ı eve götürünce türlü türlü ipekten elbiseler giydirdi, vezirin eşi (Zelîhâ)
idi. Yûsuf (aleyhisselâm) ’ın güzelliğini gördü. Hemen ona aşık oldu.
Nakledildiğine göre İbnî Abbâs (radiyallâhu anh) şöyle demiştir:
— Yûsuf (aleyhisselâm) kırk
yaşına girince Hakk Teâlâ ona peygamberlik verdi. Güzelliği ile kemâli
birleşti. Bir gün (Zelîhâ) gelip Yûsuf (aleyhisselâm) ’a:
— Ey Yûsuf! Ne güzel gözlerin vardır, dedi.
Yûsuf (aleyhisselâm) :
— Öldüğümde, ilk defa gözüm yere akacaktır, dedi.
Zelîhâ:
164
— Ne güzel yüzün vardır, dedi.
Yusuf (aleyhisselâm) :
- Kabirde kurt yiyecektir, dedi.
Zelihâ:
— Ne güzel zülfün vardır, dedi.
Yûsuf (aleyhisselâm) :
— Bir gün olacak, kabirde toprağa dökülecek, dedi.
Zelîhâ:
— İşte ipek döşek! Gel beri oturalım. Benim teklifimi kabûl et,
dedi.
Yûsuf (aleyhisselâm) :
— Benim Cennetteki değerim eksilir, dedi.
Zelîhâ:
— Mutlakâ gelmen gerektir, dedi.
Nakledildiğine göre Zelîhâ, gönlü kendisine meyletsin diye, Yûsuf (aleyhisselâm)
ın karşısında altun leğen içinde suya girmiştir.
Vehb bin Münebbih (radiyallâhu anh) şöyle der:
—Zelîhâ Yûsuf (aleyhisselâm) ’a son derece bağlandı. Hattâ Yûsuf (aleyhisselâm)
’la birlikte döşeğe girdiler.
Bazıları şöyle demiştir;
— O saatte duvar yarıldı. Yakûb (aleyhisselâm) gelip: Ey Yûsuf! Câhillerin yaptığını yapma!
Peygamberler defterinde yazılmış bulunuyorsun, dedi. O da hemen döşeğin dışına
çıktı.
Bazıları da şöyle der:
— Cebrâil (aleyhisselâm) Yûsuf (aleyhisselâm) ’ın belinden yapıştı.
Belinden şehvet koptu. Fakat dışarı çıkmadı, derler.
Kessâfda şöyle beyân edilmiştir:
165
— Yakûb (aleyhisselâm) ın bütün oğullarından on ikişer oğlan doğdu.
Yûsuf (aleyhisselâm) ’dan on bir oğlan doğdu. Ze lîhâ’ya niyetlendiği zaman
belinden şehvet eksildi. On dan dolayı bir oğlan eksik oldu. (79)
Bunları görünce Yusuf (aleyhisselâm) kapıya doğru kaçtı Zelihâ ardından koşup
arkasından yakaladı, gömleğini yırttı.
Ka’bûl-Ahbâr şöyle der:
— Yûsuf (aleyhisselâm) Zelîhâ’dan kaçıp onun teklifine razı
olmayınca hemen Zelîhâ eşine: «Yûsuf bana şöyle kötülük etti» der. Yûsuf (aleyhisselâm)
bu sözü işitince çok üzüldü. Beşikte
yatan bir çocuk vardı. Hakk Teâlâ ona dil verip şöylece konuştu:
— Eğer Yûsuf 'un ön eteği yırtılmış ise Yûsuf haklıdır, dedi.
Gördüler ki Yûsuf'un arka eteği yırtılmış.
Zelîhâ'nın erkeği:
— Bu iş
Zelihâ’dandır. Ey Yûsuf affet! dedi.
Ondan sonra bu haber Mısır’a yayıldı. Hattâ onse-
kiz kadın Zelîhâ’nın yanına gelip:
— Senin bir kölen varmış, sen onu severmişsin, dediler. Zelihâ bu
sözü işitince onların ellerine birer turunç verdi. Kesmek için birer de bıçak
verdi. Sonrada Yûsuf (aleyhisselâm) ’a:
(79) Kur’anın beyanına göre Yûsuf (aleyhisselâm) Zeliha'nın bütün tekliflerini reddetmiş ve
efendisine hürmet ederek aslâ böyle bir vaziyete düşmemiştir. Adı geçen
hadisede Yûsuf (aleyhisselâm) ’ın hareket noktası Allah korkusu ve Ona sonsuz
bağlılığı olmuştur. Müellif, Yûsuf (aleyhisselâm) 'ın iffetini ve sebatını
halka bu şekilde anlat maya çalışmıştır.
166
— Güzel elbiselerini giy, dedi.
Yûsuf (aleyhisselâm) da
süslenip o kadınların yanına geldi, Onlar Yûsuf (aleyhisselâm) ’ı görünce
gözlerini ayıramadılar ve şaşkınlıklarından ellerini kestiler ve:
— Hâşâ! Bu insan değildir, belki melektir, dediler.
Nitekim Hakk Teâlâ şöyle buyurur:
— «Allah'ı tenzih ederiz. Bu, bir beşer değildir. Bu, çok şerefli
bir melekden başka (bir şey) değildir.» (80)
Ka’bûl-Ahbâr şöyle der.
— Yûsuf (aleyhisselâm) ’ın misk gibi kokusu vardı. İri gözlü,
çatık kaşlı ve küçük ağızlı idi. Güldüğü zaman dişlerinden nur saçılırdı.
Yûsuf (aleyhisselâm) 'ın öteki güzellikleri de şöyle idi: Sokakta yürürken
yüzünün nuru duvarlara vurur, güneş gibi ışık verirdi.
Derler ki:
— Güzellik ona
ilâhî bir bağıştır. Âlemin yaratanı, ilâhı güzelliğinin yarısını Yûsuf (aleyhisselâm)
'a, yarısını da diğer yaratılmışlara vermiştir. yüzünü gören onu melek
sanırdı.
Bir gün Zelîhâ erkeğine:
— Bu çocuk benden ayrılmıyor, bunu zindana at, dedi. Efendisi Yûsuf
(aleyhisselâm) ’ı zindana attı. Yûsuf (aleyhisselâm) ’la birlikte aynı gün iki
kişiyi daha zindana attılar. O iki kişinin suçları, Mısır sultanını öldürmek
istemeleri idi.
Hükümdârın bir sâkîsı, bir de ahçısı vardı. Onlara:
— Size çok para ve mal vereceğiz. Yemeğe ve şaraba ağu (zehir)
katın, hükümdâra yedirin, ölsün dediler. Sâkî kendi kendine:
(80) Yûsuf
Sûresi, âyet: 31.
167
— Ben ekmeğini yediğim kimseye bu kötülüğü yapamam, dedi.
Ahçı parayı aldı ve yemeğe zehir katıp hükümdâ- rın önüne getirdi.
Sâkî:
— Ey Sultânım! O yemekten yeme. Zehir katılmıştır, dedi.
Ahçı:
— Sultanım! O şarab'dan içme! Zehir katılmıştır dedi.
Hükümdar Sâkîye şarabdan içmesini, ahçıya da yemekten yemesini
emretti.
Sâkî şarabdan içti, fakat bir şey olmadı. Ahçı yemekten yemedi.
Yemeği hayvanlara verdiler, hayvanlar öldü. Hükümdâr ikisini de zindana
atılmasını emretti. Yûsuf (aleyhisselâm) ile zindanda buluştular. Gece onlar rüyâ
gördüler. Sâkî şarap sıktığını, ahçı da başı üstünde ekmek taşıdığını gördü
Kuşlar gelip o ekmeği, yiyorlardı.
Bunlar Yusuf (aleyhisselâm) ’a:
— Bizim rüyâmızı tâbir et! dediler.
Yûsuf (aleyhisselâm) Sâkîye:
— Hükümdâr seni zindandan çıkaracak, ona şarab içireceksin, dedi.
Ahçıya da:
— Hükümdâr seni de çıkaracak, asacak. Kuşlar gelip beynini
yiyecekler, dedi.
Sâkî çıkarken Yûsuf (aleyhisselâm) :
— Hükümdârın yanında benden bahset. Olur ki acır, dedi. Ancak
Şeytan, Yûsuf (aleyhisselâm) ’ı Sâkîye unut-
168
turdu ve zindanda yedi sene kaldı. Cebrail (aleyhisselâm) Yûsuf (aleyhisselâm) ’a gelip:
— Ey Yûsuf! Seni güzel yaratan kimdir? dedi.
Yûsuf (aleyhisselâm) :
— Hakk Teâlâ hazretleri dedi.
Cebrâil (aleyhisselâm) :
— Yakûb (aleyhisselâm) ’a seni kim sevdirdi? dedi.
Yûsuf (aleyhisselâm) :
— Hakk Teâlâ diye cevap verdi:
Cebrâil (aleyhisselâm) :
— Zindana kim attı? dedi.
Yûsuf (aleyhisselâm) :
— Hakk Teâlâ dedi.
Cebrâil (aleyhisselâm)
— Hakk Teâlâ, benim nimetlerimi ve babanın vasiyetlerini unuttun.
Sana bir musibet gelirse halka şikâyet etme buyuruyor dedi.
Yûsuf (aleyhisselâm) :
— Suçum nedir? dedi.
Cebrâil (aleyhisselâm) :
— Niçin sâkiye beni hükümdârın yanında an dedin? Halbuki onlar
kâfirdir. Allahın nimetlerini yer ler, puta taparlar. Bu itibarla senin
dileğini nasıl yerine getirirler? dedi.
Yûsuf (aleyhisselâm) feryad
edip.
— Ey Esirgeyen! İmdat, bana yetiş! Hz. İbrahim Hz. İsmâil ve babam
Hz. Yakûb hakkı için beni esirge, bana rahmet et, diyerek çok istiğfar etti.
Hakk Teâlâ:
— Ey Yûsuf! Suçunu bağışladım, buyurdu.
169
Nakledildiğine göre bir gün hükümdâr (Reyyân) bir rüyâ gördü. Nil
nehri kurumuştu. Yedi semiz öküzü yedi arık öküz, yedi yaş başağı yedi kuru
başak yakalamıştı, Hükümdâr uykudan uyanınca tabircilerini topladı ve:
— Benim rüyâmı tâbir edin, dedi.
Tabirciler:
Bu karışık bir rüyadır, bunu tâbir edemeyiz, dediler.
Sâkî:
— Zindanda bir kişi var. o bilir, dedi ve Yûsuf (aleyhisselâm) ’ın
durumunu anlattı. Hükümdâr Reyyân Sâkî'yi zindana gönderdi. Sâkî zindana
gelince Yûsuf (aleyhisselâm) ' dan özür diledi ve önceden verdiği sözü
unuttuğunu söyledi. Hükümdarın rüyasını Yûsuf (aleyhisselâm) 'a anlattı.
Hz. Yûsuf (aleyhisselâm) :
— Yedi sene ekin ekin, sapını koparmayın, dursun Az yeyin. Ondan
sonra kıtlık olacak elinizdekini yersiniz. Sonra da ucuzluk olacak zahmetten
kurtulacaksınız, dedi.
Sâkî hükümdarın huzuruna geldi. Yûsuf (aleyhisselâm) ’ın tâbirini
anlattı. Hükümdâr durumu anlayınca Yûsuf (aleyhisselâm) ’ı zindandan çıkardı.
Hz. Yûsuf zindandan çıkınca oradakilere şöyle duâ etti:
— Allahım! Bunlara sâlihler gönlünü ver. Hem hiç bir haber bunlara
gizli kalmasın.
Bundan dolayı her haberi ilk önce zindanda bulunanlar işitir ve
bilir:
Ey ilâhî sırların öğrenmek isteyen kimse! Gör, ne hayret verici
hikmettir bu! Yusuf (aleyhisselâm) 'ın belâya ve
170
mihnete uğramasına sebep rüyadır. Sonra zindandan çıkmasına sebep
gene rüyâ oldu.
Zindandan çıkınca Yûsuf (aleyhisselâm) hükümdârın yanına geldi. Hükümdâr ona yetmiş
çeşit dille hitap etti. Yûsuf (aleyhisselâm) hepsine cevap verdi. Yûsuf (aleyhisselâm) hükümdâr Reyyân’a İmrânca (İbrânice) söz
söyledi. Hüküm- dâr bilemedi.
Hükümdâr:
— Bu nasıl dildir? dedi.
Yûsuf (aleyhisselâm) :
— Atam İbrâhim’in, İshâk’ın ve Yakûb'un dilidir, dedi.
Yûsuf (aleyhisselâm) bundan
sonra da Arapça konuştu. Hü- kümdâr:
— Ey Yûsuf! Bu nasıl dildir? dedi.
Yûsuf (aleyhisselâm) :
— Amcam İsmâil’in dilidir, dedi.
O zaman Yûsuf (aleyhisselâm) otuz yaşında idi. Hükümdâr:
— Rüyâmın
tâbirini söylemeni istiyorum, dedi.
Yûsuf (aleyhisselâm) :
— Bütün Mısır halkı gelsin, mallarını sana versinler, hâzinen zengin
olur. dedi.
Hükümdâr:
— Bu mala kim nezâret edecek? dedi.
Yûsuf (aleyhisselâm) :
— Beni hazinedâr yap, dedi. Hükümdâr Yûsuf (aleyhisselâm) ’ı hazine
veziri tayin etti.
Nakedildiğine göre hükümdâr ölünce Yûsuf (aleyhisselâm) yerine tahta geçti. Mısır azîzi oldu. Bir gün
at ile yoldan geçerken Zelîhâ, Yûsuf (aleyhisselâm) ’ı gördü ve:
171
— Kendine bağlı kaldığı için Yûsuf’u azîz yapan ve nefsine uyduğu
için de azîzi kul eden Allaha hamd olsun, dedi.
Ondan sonra Yûsuf (aleyhisselâm) Zelîhâ ile evlendi ve iki çocuğu dünyâ'ya
geldi. Birinin adı (Efrâim), birinin adı da (Mîşâ) idi.
Yûsuf (aleyhisselâm) Zelîhâ'yı aldığı zaman Zelîhâ ihtiyar idi.
Yûsuf (aleyhisselâm) ’ın derdinden ağlamakta idi.
Bir gün putlarını toplayıp:
— Ey putlar! Bana Yûsuf'u verin, dedi. Çok yalvardı. Gördü ki çâre
yok. Sonra yüzünü göğe kaldırıp
— Ey Allahım! Yûsuf'u bana ver, dedi.
Hakk Teâlâ derhâl Cebrâil’e emir verdi. Cebrâil geldi ve Zelîha’yı
sığadı. Tekrar kızoğlan kız oldu. Bunun üzerine Yûsuf (aleyhisselâm) onu almak istedi ve aldı. Evlenince döşeğe
girdiler. Yûsuf (aleyhisselâm) :
— Helâllik hoş değil midir? dedi.
Zelîhâ:
— Sakın ayıplama. Sen çok güzeldin. Ben de kız- oğlan kız idim.
Kocam ise zayıf bünyeli idi. Onun için sana meylettim, dedi.
Nakledildiğine göre Yakûb (aleyhisselâm) durmadan:
— Yûsuf! Yûsuf! diye sızlanırdı.
Cebrâil (aleyhisselâm) geldi
ve:
— Ey Yakûb! Sana ne oldu? dedi. Durmadan Yûsuf için ağlıyorsun. Hakk
Teâlâ sana selâm söyler ve şöyle buyurur:
— Seni gözlerinden eden bir kimseyi anarsın. Fakat sana, gören göz
vereni anmazsın. Eğer üçyüz defa Yûsuf desen, bir kerre cevâb vermez. Şayet bir
defa
172
«Ey Allahım!» deseydin ben on sefer cevab verirdim ve Yusuf'u da
sana getirirdim. Bu ne haldir ki Yûsuf’un derdinden gözlerin görmez oldu.
Yakûb (aleyhisselâm) :
—Hata ettim, dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Affettim, buyurdu.
Rivayete göre, bir gün Azrâil, Yakûb (aleyhisselâm) 'ı ziyarete
geldi. Yakûb (aleyhisselâm) :
— Ey kokusu hoş ve sesi güzel melek! Neye geldin? diye sordu.
Azrail:
— Seni ziyaret etmeye geldim, dedi.
Yakûb (aleyhisselâm) :
— Oğlum Yûsuf'un ruhunu kabzettin mi, aldın mı? dedi.
Azrâil:
— Yok almadım, dedi.
Yakûb (aleyhisselâm) ’ın gönlü sükûn buldu. Bu sefer Mısır’da
kıtlık oldu. Yûsuf (aleyhisselâm) ’ın kardeşleri Mısır’a buğday satın almaya
geldiler. Yûsuf (aleyhisselâm) 'ı tanıyamadılar.
Yûsuf (aleyhisselâm) :
— Sizden ve Yûsuf (aleyhisselâm) 'dan bahsediniz, dedi. Onlar da
bilgi verdiler.
Yûsuf (aleyhisselâm) :
— Yakûb (aleyhisselâm) Yûsufdan sonra kimle avunuyor? diye sordu.
Kardeşleri:
— Bir küçük oğlu daha var, onunla avunuyor, dediler.
173
Yûsuf (aleyhisselâm) :
— O küçük çocuğun adı nedir? dedi. Onlar:
— Bünyâmin’dir, dediler.
Yûsuf (aleyhisselâm) :
— Varın o küçük çocuğu getirin, size çok ikrâmda bulunacağım, dedi.
Bunun üzerine onlar Yakub (aleyhisselâm) 'ın yanına geldiler ve:
— Melik bize Bünyâmin'i getirin, daha çok size ihsanda bulunacağım
dedi, dediler.
Yakûb (aleyhisselâm) .
— Ben size inanmam. Bundan önce Yûsuf nasıl oldu ise, bu da onun
gibi olur, dedi. And içtiler ve.
— Biz onu koruyacağız, dediler.
Yakûb (aleyhisselâm) Bünyâmin’i bunlara kattı ve:
— «Allah en hayırlı koruyucudur. O, esirgeyicilerin de
esirgeyicisidir» dedi. (81)
Ka’bûl-Ahbâr şöyle der:
— Yakûb (aleyhisselâm) : "Allah korur» deyince Allah Teâlâ
hazretleri:
Şanım hakkı için, Yûsuf’u bana emânet ettiğinden dolayı sana
kavuşturacağım ve sen onu göreceksin, buyurdu.
Yakûb (aleyhisselâm) bunları
gönderirken:
— Ey çocuklarım! Hepiniz birden kapıdan girmeyin, ikişer ikişer
girin diye tenbihte bulundu.
Yûsuf (aleyhisselâm) 'ın kardeşleri Mısır’a varınca ikişer ikişer
onun huzuruna girdiler. Bünyâmin yalnız kalıp ağladı ve:
(81) Yusuf Sûresi, âyet: 64.
174
— Eğer benim kardeşim sağ olsa idi ben de onunla girerdim, dedi.
Sonra onları yemek yemek için içeri çağırdılar. İkişer ikişer oturdular. Yûsuf (aleyhisselâm)
:
— Kardeşiniz yalnız kaldı, ben de onunla beraber yiyeyim, dedi.
Yemeği yeyince onlara izin verdi, Bünyâmin'i yanında alıkoydu.
Yûsuf (aleyhisselâm) :
— Adın nedir? diye sordu.
O:
— Bünyâmin,
dedi.
Yûsuf (aleyhisselâm)
:
— O kaybolmuş
kardeşinin yerine sana ben arkadaş olayım, dedi.
Yûsuf (aleyhisselâm)
kalktı, Bünyâmin elinden tuttu, saraya
girdi ve:
— Ben senin
kardeşin Yûsuf'um, dedi.
Yûsuf (aleyhisselâm)
onlara buğday, çok mal ve eşya verdi.
Onun kızıl bir altun tası vardı. Onu gizlice eşyanın içine koydurdu ve.
— Ey kafile!
Benim altun tasım kayboldu, siz almış olabilirsiniz! dedi ve onları bırakmadı.
Tas, Bün- yâmin'in çuvalına konmuş idi. Evvelâ ötekilerin çuvallarını aradı,
bulamadı. Sonra Bünyâmin'in çuvalını aradı, onun içinde buldu. Bunun üzerine
hırsız diye Bünyâmin’i alıkoydu, diğerlerini salıverdi.
Onlar babalarına vardılar ve:
— Bünyâmin Mısır azizinin tasını çaldı, onu alıkoydular, dediler
ve hikâyeyi olduğu gibi anlattılar.
Yakub (aleyhisselâm) ağladı
ve çok üzüldü. Yûsuf (aleyhisselâm) ’a
175
bir mektup yazdı ve mektubunda şöyle diyordu:
— «Rahman ve Rahîm olan
Allah’ın adiyle. Yakûb’- dan Mısır azizine. Allah'ın selâmı üzerine olsun: Biliniz
ki belâlar bana haddinden fazla gelmiştir. Ceddim İbrahim (aleyhisselâm) ’ı
Nemrûd ateşe attı. Hakk Teâlâ ona ateşi serin ve selâmet eyledi. Ayrıca O,
amcam İsmâil’i boğazlamak istedi. Allah bir koç gönderdi. Onu kurban ettiler.
Fakat benim bir oğlum vardı. Onunla avunurdum. İşittim ki, hırsız diye tutmuş,
alıkoymuşsun. Allah'a yemin ederim ki, O hırsız değildir ve benim hırsız
oğlum yoktur. Bunu böyle bilesin.»
Yûsuf (aleyhisselâm) ’ın kardeşleri, Yakûb (aleyhisselâm) 'ın mektubuna
kendisine getirdiler. Yûsuf (aleyhisselâm) mektubu görünce ağladı. Şöyle cevab yazdı:
— «Allahın selâmı üzerine
olsun. Mısır azizinden. Malûm olsun ki, mektub göndermişsiniz, geldi. Halinizi
bildirmişsiniz, anladım. Sabredin! Nitekim peygamberler belâlara sabrettiler.
Son üçü zafer buldu. Siz de zafer bulacaksınız.»
Bu mektubu Yakûb (aleyhisselâm) ’a getirdiler. Mektubu görünce
gönlü hoş oldu ve rızâ içinde gönlü sükûn buldu.
Hakk Teâlâ nihâyet bunları bir yere topladı, ilâhî şerbetle tedâvî
etti.
Nakledildiğine göre Yakûb (aleyhisselâm) :
— Ey Allahım! Yûsuf’u ve gönlümün gülünü aldın. Onun kokusunu bana
eriştir, ondan sonra bana ne gerekse yap, dedi.
Gene nakledilmiştir ki, Yakûb (aleyhisselâm) Hz. Yûsuf’dan ayrı kalınca âh edip ağladı.
Cebrail (aleyhisselâm) geldi ve:
176
— Hakk Teâlâ bundan sonra artık Yûsuf'u anmasın! Yoksa peygamberler
defterinden adını silerim buyuruyor, dedi.
Bunun üzerine Yakûb (aleyhisselâm) korktu ve sabretti.
Bir gece Yûsuf (aleyhisselâm) ’ı rüyâsıııda gördü ve âh edip,
ağladı. Uyandığında Cebrâil (aleyhisselâm) geldi ve:
— Hakk Teâlâ hazretleri. Ey Yakûb! Rüyânda Yûsuf’un ayrılığından
dolayı âh ettin, buyuruyor dedi.
Yakûb (aleyhisselâm) Yûsuf’u
hiç anmamak ve ayrılık ve hasretinden dolayı âh etmemek için tövbe etti.
Nakledildiğine göre Hakk Teâlâ Yakûb (aleyhisselâm) ’a:
— Ey Yakûb! Yûsuf'u senden niçin ayırdığımı biliyor musun? buyurdu.
Yakûb (aleyhisselâm) :
— Yok, bilmiyorum ya Rabbi! dedi.
Hakk Teâlâ şöyle buyurdu:
— Senin sözünle ayırdım. Kardeşleri: «Kıra gidelim, Yûsuf’u bize
ver» dedikleri zaman sen: «Kurt yer diye korkuyorum» dedin. Kurt’dan korktun,
bana ümid bağlamadın. Eğer bana ümid bağlasan Yûsuf’u ve Bün- yâmin’i ölseler
dahi, bir araya getirirdim ve gözlerini gene sana verirdim.
Yakûb (aleyhisselâm) Hakk Teâlâkın
bu sözlerini işitince gönlü sâkin oldu.
Bazıları da şöyle demiştir:
— Bir gün bir aç geldi. Yakûb (aleyhisselâm) ona bakmadı. Onu ikramdan mahrum bıraktı.
Allah da onu Yûsuf (aleyhisselâm) 'ın güzel yüzünden mahrûm etti.
Nakledildiğine göre kardeşleri Yûsuf (aleyhisselâm) ’a geldikleri
zaman, kendini sattıkları vakit, kardeşi Yehûdâ
177 tarafından yazılan kağıdı Yehûda'nın eline verdi. Ye hûda görünce
yazısını tanıdı ve:
— Bu çocuğu biz sattık, dedi.
Yûsuf (aleyhisselâm) :
— Zulmettiniz dedi ve hepsinin boynunu vurmak için cellâd getirmelerini
emretti, getirdiler.
Kardeşleri feryâd edip ağlaştılar ve:
— Babamızı esirge. Bir oğlan için bunca zamandır ağlar. Eğer bizi
öldürürsen atamız helak olur, dediler.
Yûsuf (aleyhisselâm) :
— Siz Yûsuf’a ne ettiğinizi bilir misiniz? Yoksa bilmez misiniz?
dedi.
Kardeşleri:
— Yoksa sen Yûsufmusun? dediler.
Yûsuf (aleyhisselâm) :
— Evet ben Yûsuf'um, Bünyâmin'de kardeşimdir. Hakk Teâlâ bize kerem
kıldı. Nihayet gene buluştuk. Allah iyilik edenlerin iyiliğini boşa çıkarmaz,
dedi.
Kardeşleri Yûsuf (aleyhisselâm) 'dan özür dileyip:
— Allah Teâlâ bize hükmetmen için seni seçti, muhakkak biz hata
ettik, dediler.
Yûsuf (aleyhisselâm) :
— Hakk Teâlâ kerem sahibidir, sizi yarlığar, dedi.
Ondan sonra Hz.
Yûsuf: «Babamın hâli nasıldır?» diye sordu.
Onlar:
— Senin hasretinden dolayı gözsüz oldu, dediler.
Yûsuf (aleyhisselâm) :
— Benim gömleğimi babama götürün, dedi.
Bu gömlek, Cebrail’in Yûsuf (aleyhisselâm) zindanda iken
F: 12
178
getirdiği gömlektir. Daha önce de o gömleği, ateşe atıldığı zaman,
İbrâhim (aleyhisselâm) 'a getirmişti.
Nakledildiğine göre sabah yeli, Yûsuf (aleyhisselâm) 'ın kokusunu
Hz. Yakûb’a götürmek için, Hakk Teâlâ’dan izin istedi. Allah Teâlâ da izin
verdi. Onun kokusunu sekiz günlük yoldan getirdi.
Yakûb (aleyhisselâm) :
— Henüz kendinden haber gelmeden Yûsuf’un kokusu geldi, dedi.
Sonra Yûsuf A.S.)'ın kardeşleri Yâkûb (aleyhisselâm) 'a geldiler.
Yehûdâ geldi, Yakûb (aleyhisselâm) ’a durumu bildirdi. Zira evvelce yalan kan
ile Yûsuf'un gömleğini o getirmiş idi. Yine o evvel geldi.
Yûsuf (aleyhisselâm) ’ın gömleğini Yakûb (aleyhisselâm) gözlerine sürünce gözler açıldı. Ondan sonra
Yakûb (aleyhisselâm) yakınlarından
yetmişüç kişi ile Mısır’a vardı. Yûsuf (aleyhisselâm) onları karşıladı. Babasını alıp tahta çıkardı.
Ya- kûb (aleyhisselâm) tahta çıkınca,
oğulları ile Yûsuf (aleyhisselâm) ’a selâm secdesi ettiler.
Yûsuf (aleyhisselâm) :
— Ey babacığım! Rüyâmın yorumu budur, dedi.
Yûsuf (aleyhisselâm) ’ı secde etmek tapma secdesi değildir.
Teşekkür hareketidir.
Nakledildiğine göre Yûsuf (aleyhisselâm) babasına:
— Ey babacığım! Benîm için ne çok ağladın. Bunu sen bilirdin ki
Ahirette benimle buluşurdun, dedi.
Yakûb (aleyhisselâm) :
— Ey Yûsuf! Dünyâ’dan imansız gidersin de Ahi- retde bulaşamayız
diye ağlardım, dedi.
Hz. Yûsuf babasının elinden tutup bütün hazine-
174
lerini gezdirdi. Yakûb (aleyhisselâm) kırk yıl Mısır'da kaldı. Ba zıları: Yirmi dört
yıl kaldı, dediler.
Hasen (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Yûsuf (aleyhisselâm) kuyuya atıldığı zaman on yedi yaşında idi.
Seksen yıl babasından ayrı kaldı. Bazıları: «Kırk yıl, bazıları da; «Yirmi iki
yıl ayrı kaldı» derler
Sözün kısası, babasının vefâtından sonra yirmi üç yıl yaşadı. Yûsuf
(aleyhisselâm) ’ın bütün ömrü yüzyirmi yıl oldu. Tevratta yüzon yıl yasadı
denir.
17. YAKÛB VE YÛSUF (aleyhisselâm) 'IN
VEFATLARI
Hakk Teâlâ buyurdu ki:
— Ey Yakûb! Mısır'dan geri git! Babanın kabrine var. Senin vefatın
orada olacak.
Ondan sonra Yakûb (aleyhisselâm) Mısır'dan gitti. Kudüs’te bulunan İbrâhim ve
İshâk (aleyhisselâm) ’ın kabrine geldi. O vakit Yakûb (aleyhisselâm) yüzaltmış yaşında idi. Bazıları:
— Yüzkırkbeş yaşında idi, derler.
Yakûb (aleyhisselâm) Hz.
İbrahim'in kabrine geldiği zaman gördü ki, melekler bir kabir üzerinde
dururlar. Yakûb (aleyhisselâm) o kabrin
içini gördü. Çeşitli döşekler vardı. Hz. Yakûb:
— Ey melekler! Bu kimin kabridir? diye sordu.
Onlar:
— İyi bir kulun kabridir, dediler.
Yakûb (aleyhisselâm) o
kabrin içinde bazı makamlar gördü. Üzerlerinde bazı azizler yatmakta idi.
Yakûb (aleyhisselâm) :
— Ey melekler! Bunlar kimlerdir? dedi.
Melekler:
— Halîl peygamberin çocuklarıdır, dediler.
180
Yakûb (aleyhisselâm) kabre
girmek ve onlara selâm vermek istedi.
Melekler:
— Girme! dediler.
Yakûb (aleyhisselâm) :
— Niçin? diye sordu.
Melekler:
— Ayrılık şarabını iç, ondan sonra gir! dediler. Yakûb (aleyhisselâm)
o ayrılık ve ölüm şarabını içti, derhâl
vefat etti. Melekler yudular ve Cennetten kefen getirdiler, kefenlediler.
Ondan sonra namazını kıldılar. Babası İshâk Peygamberin yanına defnettiler.
Ondan sonra Yûsuf (aleyhisselâm) ’ın kardeşleri kendisine geldiler,
Yakûb (aleyhisselâm) ’ın vefatını haber verdiler. Hz. Yûsuf çok üzüldü, çok
ağladı ve;
— Ey Allahım! Bana Mısır’ın hükümdarlığını verdin. Rüyâ tabirini
nasip ettin. Benim artık senden başka kimsem yok. Allahım! Benim de canımı al
ve beni sâlihlerle beraber kıl, dedi.
Nakledildiğine göre, Yûsuf (aleyhisselâm) ’ın yaşı yüz kırk- dört
yıl olunca Mısır’da vefat etti. Bazıları.
— Yüz yirmi yaşında vefat etti, derler.
Mısır halkı, mermer bir tabût içine koyup, bereketi Nil nehrine
erişsin diye, Nil’in ortasına bıraktılar.
Mûsâ (aleyhisselâm) zamanı
olunca Hakk Teâlâ Mûsâ (aleyhisselâm) ’a:
— Yûsuf (aleyhisselâm) ’ın tabûtunu Nil’den çıkar, Yakûb (aleyhisselâm)
'ın yanına getir ve oraya defnet, diye bildirdi.
Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Yûsuf (aleyhisselâm) ’ın tabûtunu kim biliyor? diye dellâl
çağırttı.
181
Bir kadın:
— Ben biliyorum. Fakat ben Cennete girince seninle beraber olmama
razı olursan söylerim, dedi.
Mûsa (aleyhisselâm) buna
râzı oldu. O kadın:
— Yûsuf (aleyhisselâm) ’ın tabût'u Nil'de, işte şuradadır, dedi.
Mûsâ (aleyhisselâm) emir verdi. Tabût’u
bulup oradan çıkardılar. Aldılar. Kudüs'e getirdiler. Oraya gömdüler.
Ey ilâhı sırları öğrenmek isteyen kimse! Yûsuf (aleyhisselâm) ’ın
hikâyesi çoktur. Tefsirlerde anlatılmıştır. Zira o kıssaların en güzelidir.
Onun için Hakk Teâlâ: Peygamberlerin, sâlihlerin, rüyâ tabir edenlerin,
siyâset edenlerin ve bunlara benzer ne varsa hepsini bu kıssa içinde yâd
etmiştir.
Mûfessirler şöyle derler:
— Hakk Teâlâ Yûsuf Süresi için (Kıssaların en güzeli) buyurmuştur.
Onun için Yûsuf (A.S)'a. bazan vuslat, bazan mihnet, bazan rahat, bazan vefâ,
bazan da cefâ erişti. Önce kul, sonunda ise pâdişâh oldu. Bu itibarla o,
kıssaların en güzeli oldu. Güzelliğinden dolayı habse girdi. Güzel ahlâkından
dolayı da tahta oturdu.
Bizim gayemiz Allahın ilâhî kelimelerini ve ibretlerini beyan
etmektir.
İşin aslını Allah bilir.
18. EYYÛB (aleyhisselâm) 'IN PEYGAMBERLİĞİ
Ka'bûl-Ahbâr şöyle der:
— Yusuf (aleyhisselâm) 'dan sonra Eyyûb (aleyhisselâm) peygamber oldu. Eyyûb (aleyhisselâm) İys’in oğlunun çocuklarındandır. İys, İshâk (aleyhisselâm)
’ın oğludur.
Vehb bin Münebbih (radiyallâhu anh) der ki:
—Eyyûb (aleyhisselâm) Benî
Rûm’dan (Anadoludan) idi. Uzun boylu, kıvırcık saçlı, güzel yüzlü, güzel ahlâklı;
akıllı, güzel sözlü, yumuşak huylu ve zengin bir kimse idi. Şam'da bulunurdu.
Bir gün:
—Ey Allahım! Dünyâ böyle azâmetlidir. Acaba iyiler için
hazırlanmış olan Cennet nasıldır? dedi.
Hz. Vehb devamla:
—Eyyûb (aleyhisselâm) ’ın develeri, koyunları ve malı çok idi.
Fakat kendi çok derviş kişi idi. Geceleri ibâdet için yatmaz ve gündüzleri oruç
tutardı. Onun bir sarayı vardı. O sarayın dört kapısı vardı.
Birinden öksüzlere yemek verirdi.
Birinden gariblere yemek yedirirdi.
Birinden fakirleri doyururdu.
Birinden de dul kadınlara yemek ikrâm ederdi.
İblîs ona hased etti, fakat çâresini bulamadı. İblis bir gün göğe
çıktı. Ona:
—Ey melûn! Nereye gidiyorsun? Gönlünde ne vardır? diye nidâ
olundu.
İblîs:
—Yeryüzünde ne kadar halk varsa onları kendime bağladım. Fakat sana
son derece bağlı kullarını azdı- ramadım, dedi.
Tekrâr:
—Ey melûn! Benim Eyyûb kulumu nasıl buldun? İbâdetinde hiç onun
hatasını gafletini gördün mü ki onu azdırasın! diye nidâ olundu.
İblîs:
183
—Ey Allahım! Sen Eyyûb (aleyhisselâm) 'ı hayır ile anıyorsun ve
ona meleklerini gönderiyorsun. Eğer sen onu uyarırsan kabûl eder. Eğer bir
rızık verirsen şükreder. Şimdi onu belâ ile sınamak gerektir. Eğer beni onun
malına, çocuklarına ve koyunlarına musallat edersen seni unutur, dedi.
Yeniden şöyle nidâ olundu:
—Ey melun! Seni onu malına ve çocuklarına musallat kıldım.
İblîs, Eyyûb (aleyhisselâm) 'ın evini yıktı. Hakk Teâlâ yere:
— Eyyûb (aleyhisselâm) ’ın çocuklarını sakla, buyurdu.
Yer de sakladı, helâk olmadılar. Îblîs, Eyyûb (aleyhisselâm) ’a gelip
haber verdi. Eyyûb (aleyhisselâm) bunu
duyunca secde ederek istiğfar etti. İblîs gene yerine vardı. Ona tekrar:
—Ey lânete uğramış bahtsız! Benim Eyyûb kulumu nasıl buldun?
Tövbesi, istiğfarı ve ağlaması nasıldır? diye nîdâ olundu.
İblîs:
—Onun çocuklarından ve malından ne derdi var? Zira bedeni
sağlamdır. Eğer beni onun bedenine musal- lât etseydin belki çâre bulurdum;
dedi.
Hak taala:
—Gözlerinden, kulağından, dilinden ve gönlünden başka yerine seni
musallat ettim, buyurdu.
Ondan sonra İblîs, Eyyûb (aleyhisselâm) ’a tekrâr geldi. Onu
mescidde duâ, şükür ve belâlara sabır üzerinde buldu.
Eyyûb (aleyhisselâm) :
—Ey Rabbim! Şanın hakkı için, eğer bana bütün âlemlerin belâlarını
musallat etsen, sabrımı ve şükrümü artırırım, diye yakarışta bulunurdu.
184
İblis, Eyyûb (aleyhisselâm) ın sabrını ve şükrünü işitince, ona bir
şey yapmayı düşündü. Eyyûb (aleyhisselâm) ’ın burnu altından üfürdü. Hemen
bütün bedeni şişti. İkinci gün verem oldu. Üçüncü gün zayıfladı. Dördüncü gün
kapkara oldu. Beşinci gün bedeninden sarı su aktı. Altıncı gün irin hâline
geldi. Yedinci gün vucûduna kurtlar üşüştü.
Eyyûb (aleyhisselâm) :
—Ey Allahım! Sağlığı bana haram kılsan ve beni kurtlara yedirsen
senden şükrümü kesmem, bilâkis artırırım. Allahım! Düşmanım İblisi bana
güldürme!dedi.
Nakledildiğine göre Eyyûb (aleyhisselâm) hasta olduğu zaman kavmi onu şehrin dışına
çıkardı. O da köyden köye gezerdi.
Onun bir hanımı vardı. Rahîme derlerdi. Yûsuf (aleyhisselâm) 'ın
oğlu Efrâyim'in kızı idi. Eyyûb (aleyhisselâm) ’a hizmet ederdi. Eyyûb (aleyhisselâm)
kalkmak isteyince Rahîme’nin saçlarına
tutunup kalkardı.
Bazan o, Eyyûb (aleyhisselâm) için birşeyler ister, dilenirdi.
Birgün İblis bir erkek kılığna girip Eyyûb (AS.)’ın kavmine geldi
ve.
—Bu kadın, bir cüzzamlının eşidir. Kapınızdan onu kovun, artık
gelmesin. Hem bir şey de vermeyin. Hattâ saçını kesin, ondan sonra birşeyler
verin, dedi.
Bir gün Rahîme Eyyûb (aleyhisselâm) için bir şeyler istemeye geldi. Bir kadın:
—Saçını kesip bize verirsen sana bir şey veririz, dedi. Rahîme
çâresiz buna razı oldu. Saçını kestiler. Ondan sonra da birşeyler verdiler.
Hemen İblis, gene bir erkek kıyafetine girdi. Eyyûb (aleyhisselâm)
'a geldi ve:
—Ey Eyyûb! Eşin zina etti. Tuttular, saçlarını kestiler, dedi.
Eyyûb (aleyhisselâm) :
— İyi olursam Rahîme'ye yüz değnek vurayım, dedi.
Neden sonra Rahîme geldi. Eyyûb (aleyhisselâm) saçına tutunup kalkmak istedi. Gördü ki
saçını kesmişler. Bunun üzerine:
—Ey Rahîme! Bu yiyeceği sana kim verdi? diye sordu Rahîme hadiseyi
anlattı. Eyyûb (aleyhisselâm) :
— Ey Rahîme: İşittim ki zinâ etmişsin, onun için saçını kesmişler.
And içtim ki, eğer iyi olursam sana yüz değnek vuracağım, dedi.
Rahîme:
—Ey Eyyûb! Sen iyi ol da bana yüz değnek vurursan vur, fakat ben
zinâ etmedim. Allah Teâlâ hazretleri bilir, dedi.
Eyyûb:
—Ey Allahım! Ne günah işledim ki, senden uzak düştüm. İlâhî! Beni
öldür. Bana ölmek yaşamaktan yeğdir. Bana bunca belâlar ulaştı. Sen en
merhametli padişahsın, dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri şöyle buyurdu:
—Ey Eyyûb! Senin sözlerini işittim. Eğer seni bu hale müptelâ
etmesem ve sen de o belâya sabretmesey- din ecir ve sevaptan sana bir şey
vermezdim. Şunu da bil ki, Hani o vakit:
—Benim hâlimi Allah bilir dediği için ben Rahî- me'den razıyım, o
Cennetliktir.
Eyyûb (aleyhisselâm) bunu
işitince rahatladı.
Ondan sonra bir gün dostları, hasta olduğu için Ey- yub (aleyhisselâm)
’ı kınadılar. Eyyûb (aleyhisselâm) başını göğe kaldırıp:
186
—Ey Allahım! Bir saat dahi olsa beni iyi et. Zira benim düşmanlarım
beni kınıyorlar. Ey Rabbim! Benden yüzünü döndürme! Ben belâlardan dolayı
senden yüzümü döndürmüyorum. Bütün kemiklerimin eti döküldü. Rengim değişti.
Yüzüm kara oldu. Karnımdan sarı su irin akar oldu. Bana ikrâm eden kimseler bu
sefer benimle alay eder oldular. Ailem benden yüz çevirdi. Eğer benim
dertlerimi dağlara yükleselerdi dayanamazlardı, deyip katıla katıla ağladı.
Eyyûb (aleyhisselâm) 'ın sözü bitince kara bir bulut geldi. O
buluttan yıldırım ve şimşek sesi gibi on binden fazla sesle bir nidâ geldi ki, Hakk
Teâlâ hazretleri şöyle buyuruyordu:
—Ey Eyyûb! Bir Ulu ben, bir ulu da sen. Gel cenk edelim. Ey Eyyûb!
Hastalığını daha da artırmamı ister misin? Beni böyle kendin için bir kuvvet
delili sayar- mısın? Ey Eyyûb Yarattığım yerlerin ve göklerin eni ve uzunluğu
ne kadardır, bilir misin? Göklerden ne kadar yağmur damlası düşer bilir misin?
Ey Eyyûb! Gökleri direksiz yarattım. Güneşi, ayı ve yıldızlan
yarattım. Halkı yarattım, yine öldürdüm. Tekrar dirilteceğim. Hiç bunların
nasıl olduğunu bilir misin? Aklı, Levhi ve Kûrsî’yi yarattım. Bunların nasıl
olduklarını bilir misin? Gece ve gündüzün hazînelerini, Rahmet ve azâb
hâzinelerini, Cennetin ululuğunu. Cehennemin derelerini, ömrünün ve rızkının
ne kadar olduğunu hiç bilir misin?
Eyyûb (aleyhisselâm) :
—Ey Allahım! Söylediğin her şeye kadirsin. Hiç kimse seni acze
düşüremez. Hiç birşey sana gizli kal-
187
maz. Allahım!
Belâlar beni çok âciz bıraktı. Onun için bu kadar söyledim. Şimdi İlâhî!
İstiğfâr ediyorum. Beni esirge ve yarlığa, dedi.
Hakk Teâlâ şöyle buyurdu:
— Ey Eyyüb! Benim rahmetim gazabımdan çoktur. Şüphesiz senden
gazabımı giderdim. Bildim ki gönlüne, benim kudret ve azâmetim hakkında, aslâ
şüphe gelmemiştir. Şunu şöyle bil ki, hiç kimse benim emrimden ve bana itaat
hudutlarından dışarı çıkamaz. Var kavmine söyle! Günahlarından tövbe etsinler.
Yoksa üzerlerine azâb indiririm.
Zehret’ür-Riyâdda şöyle nakledilmiştir:
—Eyyûb (aleyhisselâm) 'dan yiyecek et istediler. Fakat et
bulamadılar. Ancak dili, gözü, kulağı ve yüreği kalmıştı. Geri kalanını
kurtlar yemişlerdi. O kurdlardan biri yemek için Eyyûb (aleyhisselâm) ’ın
kalbine, biri de diline geldi.
Eyyûb (aleyhisselâm) .
—Ey Rabbim! Bana belâlar ulaştı. Sadece dilim kaldı, onunla sana
zikrediyorum. Kalbim kaldı, onunla da seni seviyorum, dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri:
—Ey Eyyûb! Dilin benimdir. Gönlün benimdir Kurd ve belâ da
benimdir. Öyle olunca bunca şikâyet nedir? buyurdu.
Eyyûb (aleyhisselâm) ’da şöyle yalvardı:
—Eyyûbu (hatırla). Hani o, Rabbine: Hakikat, bana (bu) derd
(gelib) çatdı. Sen esirgeyicilerin esirgeyicisin, diye niyâz etmişti.» (82)
(82)
Enbiyâ Sûresi, âyet: 83.
188
Eyyûb (aleyhisselâm) böyle
niyâz edince Hakk Teâlâ hazretleri bedenindeki kurtları giderdi. Dilini yiyen
kurdu suya bıraktı. O kurdcağız sülük oldu. Kalbini yiyen kurdu da karaya
bıraktı. O da arı oldu. Öyleyse insanlar ikisinden de faydalandılar.
Bazıları şöyle demişlerdir:
Eyyûb (aleyhisselâm) : Ey Allahım! Garibin evi yok. Düşkünün
kararı yok. Öksüzün kimsesi yok. Dul kadınların eri yok. Allahım! Ben bunlardan
daha perişan oldum, Eğer ihsân edip verirsen şükrederim. Eğer azâb edersen
artık fermân senindir. Allahım! Beni esirge! dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri:
—Ey Eyyûb seni esirgedim ve yarlığadım. Aileni ve malını yine sana
verdim. Bu sana verdiğim belâlar, senden sonra gelenlere ibret olsun. Bir kimseyi
belâlara müptelâ kılarsam ve o kimse sabrederse onu tekrar iyi ederim ve
günahlarını yarlığarım, buyurdu.
Ne zaman ki Eyyûb (aleyhisselâm) 'ın belâları bitti, Hak taâ- la
keremi ile bir sahrâda hâlini sordu ve:
—Ey sevgilim Eyyûb! Başına gelen belâlardan dolayı nasılsın?
buyurdu.
Eyyûb (aleyhisselâm) bu sözü
işitince öyle bir zevk ve tad buldu ki:
— Ondan büyük lezzet yok! diye karşılık verdi.
Nakledildiğine göre, bir Cuma günü öğleden sonra Cebrâil (aleyhisselâm)
Hz. Eyyûb’a gelip:
— Ayağa kalk! dedi.
Eyyûb (aleyhisselâm) Allahın
izni ile kalktı. Cebrâil (aleyhisselâm) :
—Bu yere ayağını vur! dedi. Eyyûb (aleyhisselâm) hemen yere vurdu ve yerden iki çeşme çıktı.
Biri sıcak, biri
soğuk idi. Kardan ak, baldan tatlı ve kokusu misk'den hoş ve
güzeldi.
Cebrail (aleyhisselâm) .
—Ey Eyyûb! Bu sudan iç ve guslet, yıkan, dedi. İçti ve gusletti.
Sudan çıktığı zaman yüzü ay gibi olmuştu. Aydan da parlaktı.
Ondan sonra Cebrail (aleyhisselâm) Cennetten iki Hulle (Cennet elbisesi) ve
altundan nâlin getirdi. Bir de ayva getirip Eyyûb (aleyhisselâm) 'a verdi.
Ayvayı yedi. Gayet güzel ve hoş idi.
Eyyûb (aleyhisselâm) 'ın hastalığının ne kadar devam ettiği
hususunda müfessirler ihtilâf ederler.
Hz. Enes bin Mâlik (radiyallâhu anh):
— Onsekiz yıl belâ çekti, der.
Hz. Vehb bin Münebbih (radiyallâhu anh) ise:
— Üç sene belâ çekti demiştir.
Bazıları da:
—Yedi sene, yedi ay, yedi gün, yedi saat belâ çekti. Bir yanından
bir yanına dönemedi. Benî İsrâil çöplüğünde bu şekilde yattı, derler.
Ondan sonra Hakk Teâlâ:
— Ey Eyyûb! Ayağa kalk, buyurdu.
— Eyyûb (aleyhisselâm) hemen
ayağa kalktı. Namaz kılıp oturdu. Biraz sonra eşi Rahîme, kapılardan kovulmuş
olarak geldi. Eyyûb (aleyhisselâm) ’ı yerinde bulamadı. Şaşırdı ve çok üzüldü.
Orada başka güzel bir kimsenin oturduğunu gördü.
Rahime.
— Ey Allahın kulu! Hastalıklı Eyyûb ne oldu, bili- yormusun? diye
sordu.
190
Eyyûb (aleyhisselâm) :
— Onu görsen tanır mısın? dedi.
Rahîme:
— Evet tanırım. Hasta olmadan sana benzerdi, dedi.
Eyyûb (aleyhisselâm) gülerek:
— Eyyûb benim, dedi.
Rahîme hemen tanıdı ve ferahladı. Eyyûb (aleyhisselâm) ’ın boynuna
sarılıp ağladı. Yüzünü Hz. Eyyûb’un yüzüne koydu. O kadar ağladılar ki,
ayaklarının altı yaşla doldu.
Ondan sonra Cebrâil (A.S) geldi. Bir ayva getirdi ve Rahîme'ye
verdi.
Rahîme de o ayvayı yedi. Eyyûb (aleyhisselâm) iyileşti. Fakat Rahîme’nin cezası hususunda
kararsız kaldı. Zira, iyileşince Rahîme'ye yüz değnek vuracağım diye and
içmişti.
Hakk Teâlâ hazretleri:
—Ey Eyyûb! Yüz buğday sapını bir araya topla, Rahîme'ye bir defa
vur, ahdin yerine gelsin, buyurdu.
Eyyûb (aleyhisselâm) öyle
yaptı, sözü yerine geldi.
Bazılarına göre, Eyyûb (aleyhisselâm) ’ın malı ve oğulları tekrar
yerine gelince, Hakk Teâlâ üzerine gökten altun çekirge yağdırdı. Eyyûb (aleyhisselâm)
o çekirgeleri eteğine toplardı.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Ey Eyyûb! Doymadın mı? buyurdu.
Eyyûb (aleyhisselâm) :
—Ey Allahım! Senin rahmetine ve bereketine kim doyar? dedi.
Böylece Eyyûb (aleyhisselâm) ikiyüz doksan sene yaşadı.
191
Bazıları:
—Doksan üç yıl yaşadı ondan sonra Ahirete göç etti, derler.
19. ŞUAYB (aleyhisselâm) 'IN PEYGAMBERLİĞİ
Hakk Teâlâ hazretleri Kelâm-ı Kadîminde şöyle buyurmuştur:
—«Medyen (evlâdlarına) da kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik). (83)
Ka’bûl-Ahbâr şöyle der:
—Ne zaman ki Medyen kavmi kâfir oldular. Hakk Teâlâ Cebrâil (aleyhisselâm)
'ı Hz. Şuayb’a gönderdi.
Şuayb (aleyhisselâm) ’a, aşk yolunda şube olduğu için, Şuayb
dediler.
Hz. Şuayb (Milkâ)'nın oğludur. Milkâ Yüscer’in oğludur. Yüscer de
İbrâhim (aleyhisselâm) ’ın oğludur.
Hakk Teâlâ hazretleri Cebrâil (aleyhisselâm) ’ı Hz. Şuayb'a
gönderdi. Hz. Şuayb Cebrâili görünce:
— Bu Cemâl ve Kemâl ile sen kimsin? dedi.
Cebrâil (aleyhisselâm) :
—Hakk Teâlâ’nın elçisiyim, sana geldim. Hakk Teâlâ sana şöyle
buyuruyor, dedi: Ey Şuayb! Gönlüne nazar ettim. Seni Medyen kavmine ve başka
kavme peygamber gönderdim. Onlar puta tapıyorlar. Sen onları küfürden imana
davet et. Bana itaata döndür. Onları azabımla korkut. Onları puta tapmaktan
men et. O kav- min beylerinin adı: (Ebîced, Hevvez, Hottî, Kelemen ve Karişat)
idi. Müneccimler, bu,isimlerin tabiatına bakarak sonra husûsî sayıları ortaya
koydular.
(83) A'râf Sûresi, âyet: 85.
192
Bazılarına göre:
—Şuayb (aleyhisselâm) Medyen
kavmine elçi geldi ve onları Hakka davet etmiştir.
Bazılarına göre Şuayb (aleyhisselâm) 'a «Peygamberlerin Hatibi»
derlerdi. Kavmini güzel ve hoş sözlerle dine davet ettiği için bu isim
verilmiştir. Sonra Şuayb (aleyhisselâm) kavmini imana davet etti. İmana gelmediler.
İnkârları son haddine vardı.
Hakk Teâlâ hazretleri:
—Bu kavmi helâk ederim. Bunların yerlerini sana ve ashabına
veririm. Sen kavminle kâfirlerin arasından çık. Benim azabıma bak. Onlara nasıl
azâb ederim? buyurdu.
Sonra Şuayb (aleyhisselâm) ’ın kavmi kâfirlerin arasından çıktılar.
Hakk Teâlâ hazretleri Cebrâil (aleyhisselâm) 'a.
—Medyen kavminin üzerine bir gölge getir, buyurdu. Cebrâil (aleyhisselâm)
getirdi. Şuayb (aleyhisselâm) onu görüp kav- mine haber verdi ve:
—Üzerinize azâb iniyor; imana gelin, dedi. Şuayb (aleyhisselâm) 'a
inanmadılar. Şuayb (aleyhisselâm) ve
ashâbı bunların arasından çıkıp gittiler.
Ondan sonra çok sıcak bir yel geldi. Bunlar kaçıp bir meşeliğe
vardılar.
İbni Abbâs ve diğer müfessirler şöyle naklederler:
—Hakk Teâlâ Cehennemden bir kapı açtı. Onların üstüne ateş
gönderdi. Onlar kaçıp mağaralara girdiler. Gördüler ki mağaralar dışarıdan daha
sıcak, bu sefer Sahrâ’ya kaçtılar.
Allah Teâlâ bunlara bir bulut indirdi. Onlar bu bu-
193 luttan azıcık ferahladılar. Hepsi oraya toplandılar. Hakk Teâlâ
hazretleri bunlara bu sefer bir ateş yalığı verdi. Hepsini yaktı, helâk etti.
Bazılarına göre dört yakadan şu sesi işittiler:
—Ey Ashâb-ı Eyke! Bugün Tanrınızdan elîm azabı tadın. Zira
Tanrınızın peygamberini yalanladınız. Putlarınıza da söyleyiniz! Eğer sizin
tanrınız iseler gelip sizi azabtan kurtarsınlar! diyerek hepsini helâk etti.
Bunu gören müminler Hakk Teâlâ’ya şükrettiler Şuayb (aleyhisselâm) kâfirlerin mallarını müminlere taksim etti.
Nakledildiğine göre Şuayb (aleyhisselâm) Hakk Teâlâkın aşkından ve şevkinden üç yüz
yıl ağlamıştır. Her yüz yılda bir kerre gözsüz kalmıştır. Hakk Teâlâ ona gene
göz verdi.
Şuayb (aleyhisselâm) :
—Ya Rabbi! Ululuğun hakkı için, seninle benim aramda bir deniz olsa
idi, benim aşkımdan ve hararetimden dolayı kurur idi, dedi.
Hakk Teâlâ Şuayb (aleyhisselâm) 'a:
—Niçin ağlıyorsun? Eğer Cennet istersen vereyim, Eğer Cehennem’den
korkarsan seni emin kılayım, buyurdu.
Şuayb (aleyhisselâm) :
—Ey Rabbim! Ne Cennet isterim, ne de Cehennem korkusundan dolayı
ağlarım? Allahım! Ben sâdece sana âşıkım, dedi.
Bunun üzerine Hakk Teâlâ:
F: 13
—Sen beni böyle sevdiğin için ben de seni aynı şekilde severim ki,
Musâ kelîmime senin on yıl koyunla- rını güttürdüm, buyurdu.
Bagavî, tefsirinde şöyle der:
—Hakk Teâlâ Şuayb (aleyhisselâm) ’a: Şanım hakkı için sana Cennette
ak inciden bir saray yaptım. Dışından içi görünür. İçinden de dışı görünür. O
saray Arş’a karşıdır. Onun kapısı benim Likâma, benim İlâhî cemâlimi temâ- şaya
açılır ve ebedî olarak kapanmaz, buyurdu.
Şuayb (aleyhisselâm) ’ın üçyüz yıl ömrü oldu. Ondan sonra Kâbe’ye
vardı. Orada vefat etti. Rûkûn ile Makâm arasına defnettiler.
20. MİŞA OĞLU MUSA (aleyhisselâm) ’İN
PEYGAMBERLİĞİ
Hz. Vehb (radiyallâhu anh) der ki:
—Yûsuf peygamberin iki oğlu vardı. Birinin adı Efrâyimdir. O Yûşâ
peygamberin Ceddi idi. Birinin adı da Mîşâ’dır. Bu, Mûsâ (aleyhisselâm) 'ın
babasıdır. Yani Hz. Mû- sâ Mîşâ’nın oğludur.
Hakk Teâlâ Mûsâ Peygambere şöyle buyurdu:
—Kavmine söyle! Biz sihir ve hile yapanları sevmeyiz. Eğer bana
inandılarsa bana sığınsınlar. Benden yüz çeviren ve benden başkasına yüz
tutanlar belâya ve fitneye hâzır olsunlar. Kim benden başkasına kulluk ederse
ve benden ırak olmak isterse, ben ondan ırak olmak isterim. Ey Mûsâ! Benden
ırak olanlara söyle! Benim kudretimi ansınlar. Benim emrime boyun eğmeyip karşı
gelenler ecellerini beklesinler. Ölüncek ben onlara ne ettiğimi görürler.
Acaba benden nasıl emin oluyorlar da bunca günahlar işleyip
hatalar ediyorlar? Ben bolca onlara veri-
195
rim. Onlar eğlenirler, ben yumuşak davranırım. Onlar zayıf
düşerler, kuvvet veririm. Onlar yoksul olurlar, ben zengin ederim.
Benden ümidini kesmeyenleri mahrum koymam ve ümitlerine erken
ulaştırırım.
Ey Mûsâ! Kötülüklerden sakınanlara söyle! Amellerine mağrûr
olmasınlar. Dilersem azâb ederim, dilersem, rahmet ederim. Sakın benim
rahmetimden ümid kesmesinler. Benim rahmetim onların amelinden yeğdir. Ey
Mûsâ! Müminlere söyle! Çok günah işleyip kendilerini tehlikeye bırakmasınlar.
Bilâkis bana tövbe edip ibâdetle meşgul olsunlar. Nefislerini eritsinler.
Ey Mûsâ! Benî İsrâil’in zenginlerine de söyle! Emir- lerindekilere
iyi muamele etsinler. Ben zâlimleri sevmem. Adalet etsinler. Onların adâletini
ve zulmünü sorarım. Ona göre karşılık ve ceza veririm. Eğer benim de diğimi
yaparlarsa, dünya ve ahirette hoş tutarım. Şayet benim dediklerimi tutmazlarsa
helâk ederim.
Ey Mûsâ! Halka da söyle! Bana kendilerini idâre edenlere itaat
etsinler. Yoksa dünya ve ahirette türlü türlü belâlara uğratırım. Eğer
kendilerini ulu tutarlarsa hor ederim. Eğer kendilerini zayıf görürlerse çok
ulu ederim. Öyle ise gece ve gündüz benim zikrimle meşgûl olsunlar. Eğer:
—Gece ve gündüz Allahı nasıl zikredelim? diye sorarlarsa şöyle
söyle: Nefsinizden razı olmayın, Hak’dan razı olun. Nefsinizi, dünyayı
istemekle. Allahın yanında hor etmeyin. Bilâkis Cennet isteyip Hakk Teâlâ’nın
rızası ile meşgûl olun. Eğer:
—Nefsimiz ve gönlümüz arzularla meşgûldür, nasıl hareket edelim?
diye sorarlarsa şöyle söyle: Hakkı çok
196
zikredin ve ölümü çok anın. Muhakkak ölümü hatırlamak arzuları
öldürür.
Mûsâ bin Mişâ bu sözleri Benî İsrail kavmine söyleyince kabul
ettiler. Ondan sonra Hakk Teâlâ Hz. Mû- sâ’nın rûhunu kabzetti.
21. MÛSÂ VE HÂRÛN (aleyhisselâm) IN
PEYGAMBERLİKLERİ
Allah Teâlâ buyurdu.
—«Kitapta Mûsâyı da an. Çünkü o, ihlâsa erdirilmiş (bir zât) idi,
Rasûl bir peygamberdi.» (84)
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) şöyle der:
—Mısır hükümdarı Melik Reyyân ölünce yerine (Mus’ab) hükümdar oldu.
Onun bir oğlu vardı. Adını (Velîd) koydular. Babası onu dülgerliğe (marangozluğa)
verdi. Fakat o, bir gün ustasından habersiz kaçtı. Ondan sonra o çocuğa: (Ferre
an nefsihî = kendiliğinden kaçtı) dediler. Bu münâsebetle (Firavn) diye ad
koydular. Yani firavn, kaçtı demektir. Ondan sonra Fi- ravn diye lâkabı kaldı.
Firavn, bir gün bir şahsa seyis oldu. Mısırın kapısında
oturuyordu. Ölülerden dolayı yapılan merasimlerde bir şeyler ister ve alırdı.
Bir gün Mısır hükümdârının eşi öldü. Kabre defnetmeğe getirdiler.
Firavn bir şeyler istedi. Verdiler, fakat durumu hükümdara bildirdiler.
Hükümdar onu öldürmek istedi. Firavn, ölülerden dolayı aldığı şeyleri
(84) Meryem Sûresi, âyet: 51.
197
hükümdara verdi. Hükümdar da onu serbest bıraktı, onu şehre gece
bekçisi yaptı ve:
— Gece kimi tutarsan öldür, diye emir verdi.
Bir gece hükümdar:
— Firavn şehri nasıl bekler? diye görmek için vezirleri ile
birlikte şehirde gezmekte idi. Askerler hükümdarı yakaladılar ve Firavn’a
getirdiler. Firavn hemen emir verdi, hükümdarı öldürdüler.
Firavn tahta geçip Mısır hükümdarı oldu ve emir verdi, üç yüz kürsü
(taht) yaptılar. Beyler onların üzerlerine oturdular. Yüzbin kul edindi.
Herbirinin atının boynunda altundan bir zincir vardı. Firavn, kulları ve bütün
halk kâfir idiler. Firavn'ın yedi karış boyu ve sekiz karış sakalı vardı. Bu,
İmrân oğlu Mûsâ zamanında idi.
Mûsâ iki kelimedir. Biri (Mû) dur. Su demektir. Diğeri ise (Sâ)
dır. Ağaç demektir. Böylece Mûsâ, «su ile ağaç arasından geldi» demektir.
Nakledildiğine göre Firavn bir gece şöyle bir rüya gördü: Kudüsten
çıkan bir ateş gelip Mısırı kaplıyor Bütün kâfirleri yakıyor, fakat Benî
İsrâil'e bir şey yapmıyor.
Firavn uyandı. Rüyasını müneccimlere sordu. Müneccimler:
—Benî İsrail'den bir çocuk doğacak ve senin helâ- kin onun elinde
olacak, dediler.
Bunun üzerine Firavn, Benî İsrail’den yeni doğacak bütün çocukların
öldürülmelerini emretti.
Vehb bin Münebbihin bildirdiğine göre, öldürülen çocuklar doksan
bindir.
198
Firavnın uluları toplanıp huzuruna geldiler ve:
—Benî İsrail çocuklarını bir yıl öldürelim, bir yıl bırakalım.
Yoksa hiç erkek kalmaz, dediler.
Firavn böyle emir verdi. O yıl çocukları öldürmediler. O sene
Hârûn (aleyhisselâm) doğdu. Çocukları
öldürdükleri senenin birinde de Mûsâ (aleyhisselâm) doğdu.
Mûsâ (aleyhisselâm) doğunca
anası casuslardan korktuğu için onu hemen ateşe attı. Allahın izni ile ateş
Mûsâ (aleyhisselâm) ’ı yakmadı. Mûsâ (aleyhisselâm) ’ın anası bu durumu gördü.
Bu sefer bir sandık yaptı. Hz. Mûsâ’yı onun içine koydu, Nil nehrine bıraktı.
Nil o sandığı aldı, gitti. Firavnın evi içinden, Nil’den bir kol geçerdi. Su
sandığı onun evine getirdi. Firavnın ailesi Mûsâ (aleyhisselâm) ’ı buldu.
Sandıktan çıkardı. Onu çok sevdi.
Mûsâ (aleyhisselâm) otuz
yaşına erişince bir kâfiri vurup öldürdü. Fakat pişman oldu ve:
— Allahım! Nefsime zulmettim, beni yarlığa dedi.
Hakk Teâlâ özrünü kabûl edip yarlığadı. Ama Mûsâ (aleyhisselâm) gene de korktu. Ondan sonra peygamberlik
geldi.
Hakk Teâlâ:
—Ey İmrân oğlu Mûsâ! Şu kimseler benim dostla- rımdır: Bunlar
dünyâ’da takvâ'yı azık edindiler. İlmi cemâl, benden sakınmayı ziynet
edindiler. Gece ve gündüz benim ilmimle meşgûl oldular. Eğer onlar şimdi dünyada
mahzûn iseler, Ahiıet’de ferah içindedirler, buyurdu.
Şuayb (aleyhisselâm)
’ın bir kızı vardı. Adı Safûre idi. Şu- ayb (aleyhisselâm) ona çeyiz verdi ve Mûsâ peygambere nikâh-
ladı. Şuayb (aleyhisselâm) Hz. Mûsâ’ya
da bir (Asa) verdi. Ondan sonra Mûsâ (aleyhisselâm) on yıl onun koyunlarını güttü.
199
Hz. Şuayb Mûsâ (aleyhisselâm) ’a:
— Bu asâ Cennet ağacındandır, Hakk Teâlâ onu Adem Peygambere verdi.
Ondan Şît (aleyhisselâm) ’a değdi. Ondan İdrîs (aleyhisselâm) ’a, ondan Nûh (aleyhisselâm)
’a, ondan Hûd (aleyhisselâm) ’a, ondan Sâlih (aleyhisselâm) ’a, ondan İbrahim (aleyhisselâm)
’a ondan İsmail (aleyhisselâm) ’a, ondan İshâk (aleyhisselâm) ’a, ondan Yakûb (aleyhisselâm)
’a, ondan Şuayb (aleyhisselâm) ’a, ondan sonra da Mûsâ (aleyhisselâm) ’a değdi.
Bir gün Şuayb (aleyhisselâm) duâ etti. Mûsâ (aleyhisselâm) da âmîn dedi. Hakk Teâlâ Şuayb (aleyhisselâm) ’a
tekrar gözlerini verdi.
Müfessirlerin bildirdiklerine göre, Mûsâ (aleyhisselâm) annesini ve kardeşi Hârûn’u görmek için,
Mısıra gitmek üzere Hz. Şuayb’dan izin istedi. Hz. Mûsâ’ya Şuayb (aleyhisselâm)
izin verdi. Ailesi ile birlikte Mısıra
gitti. Çok sert kış günleri idi. Şam melikinden korktular, başka bir yoldan
gittiler. Ailesi hasta idi. Oğlan doğuracaktı. Çölde yollarına öylece koyulmuş
giderlerdi. Mûsâ (aleyhisselâm) düşünceli,
dalgın bir vaziyette yürümekte idi.
Nihayet karanlık bir gecede ve eşi doğum yaptığı bir sırada Tûr’a
geldiler. Mûsâ (aleyhisselâm) ateş
yakmak istedi, yanmadı. Tûr'da ilâhî nûru gördü. Ateş sandı. Oraya geldiğinde
onun yeşil bir ağaç olduğunu gördü. O ağacı aşağıdan yukarıya kadar bir ak nûr
kaplamıştı. Hayret içinde durakaldı. Hemen meleklerin tesbihini işitti. Gönlü
hoş oldu. Mûsâ (aleyhisselâm) şu sesi
duydu:
— Ey Mûsâ! Ben senin Tanrınım.
Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Ben seni işitiyorum. Fakat seni göremiyorum,
neredesin? dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri:
200
— Ben seninleyim, sana senden yakınım, buyurdu.
Mûsâ (aleyhisselâm) hemen
anladı ki, söz söyleyen Hak'dır, Mûsâ (aleyhisselâm) 'ın yakîni, kesin bilgisi
ziyâde oldu.
Hakk Teâlâ hazretleri.
— Ey Mûsâ! Seni seçtim ve peygamber yaptım. Benim vahyimi işit.
Benden başka Allah yoktur. Bana ibâdet et, dedi ve:
— «Şüphe yok ki benim,
ben Allahım. Benden başka hiç bir Tanrı yoktur. Öyleyse bana ibâdet et, beni
hatırlamak ve anmak için namaz kıl.» buyurdu. (85)
Sonra gene Mûsâ (aleyhisselâm) 'a:
— «Mûsâ, o sağ elindeki
ne?» buyurdu. (86)
Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Asâ’dır, ona dayanırım ve koyunlarımı onunla güderim, ona çok
ihtiyacım vardır, dedi.
O asâ’nın başı çatal idi. Ucunda demiri vardı. Peygamberlerden
birbirine miras kalmış idi.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Ey Mûsâ! O asâ'yı yere bırak, buyurdu. O da yere bıraktı. Bir
sarı yılan olup karnı üzerinde yürüdü, O iki çatalı iki yanak oldu. Gözleri
ateş gibi yanıyordu Dişlerinden ses çıkardı. Mûsâ (aleyhisselâm) onu görünce korkup kaçtı.
Hakk Teâlâ şöyle nidâ buyurdu:
— Ey Mûsâ! Dön geri korkma. Elinle onu tut, buyurdu. Bunun üzerine
tuttu. Evvelki gibi asâ oldu. Tek- râr:
— Elini koltuğuna sok. Bembeyaz çıksın, buyurdu.
(85) Tâ-hâ
Sûresi, âyet: 14.
(86) Tâ-hâ
Sûresi, âyet: 17.
201
Sonra elini koynuna sokup çıkardı. Güneş gibi bir nûr parçası
çıktı.
Ondan sonra Hakk Teâlâ Mûsâ Peygamberi Firavn’a ve kavmine risâlet
vazifesiyle gönderdi. Mûsâ (aleyhisselâm) o zaman seksen yaşında idi.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Ey Mûsâ! Seni kullarımdan bir kuluma gönderiyorum. Benim
nimetimi unuttu, adımı kendine ad koydu ve benim kullarımı kendine taptırdı.
Eğer benim merhametim olmasa idi, bir anda helâk ederdim. Eğer göklere izin
versem üstüne yıkılırlardı. Eğer yerlere izin verseydim onu yutarlardı. Eğer
denizlere izin versem boğardı. Fakat onun küfründen bana zarar gelmez. Şimdi
ben ona mühlet verdim. Ey Mûsâ! Var, benim davetimi ona bildir. Bana ibâdet
etsin, buyurdu.
Mûsâ (aleyhisselâm) Allahın
kelâmını işitince Tûr’dan döndü.
Ondan sonra Allah Cebrâil (aleyhisselâm) ’a:
— Git, benim Hârûn kuluma: Allah Teâlâ kardeşin Mûsâ’yı peygamber
kıldı, seni de peygamber yaptı. Fi- ravna gönderdi de, buyurdu.
O zaman Hârûn (aleyhisselâm) Firavn’ın beylerinden idi.
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Mûsâ (aleyhisselâm) yiyecek istediği zaman asâ’sını yere vurur,
yerden bir günlük azık çıkardı. Bir daha vurur, yerden su çıkardı. Ne zaman
yemiş istese, asâ’yı yere diker, o asâ hemen yemiş verirdi. Gece olunca kandil
gibi yanar, ışık verirdi. Düşmanla karşılaştığında onunla cenk ederdi.
202
Ondan sonra Firavn’a çok mucizeler gösterdi. Fakat Firavn imâna
gelmedi.
Nakledildiğine göre Firavn bir gün bütün sihirbaz ve falcılarını,
Mûsâ (aleyhisselâm) ile karşılaştırmak
için, bir araya topladı. Onlar bir vadiye, bir mil uzunluğunda, urganlar
bıraktılar. O urganlar yılan oldu. O vâdi yılanlarla doldu.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Ey Mûsâ! Sen de asâ’nı yere bırak! buyurdu.
Ne zaman ki Mûsâ (aleyhisselâm) asâsını yere bıraktı. Koskoca bir ejderhâ
oldu. Bütün yılanları yuttu. Sihirbazların yaptıkları bir işe yaramadı.
Falcılar bu hali görünce aczlerini kabûl edip secde ettiler ve:
— Alemlerin Rabbi olan Mûsâ ve Hârûn’un Rab- bine iman getirdik,
dediler.
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) şöyle der:
— O falcılar üç binden fazla idi. Bu hâdise İskenderiye'de oldu.
Mûsâ (aleyhisselâm) asâsını yere
bırakınca seksen arşın genişliğinde ağzını açtı ve Firavn’a hücûm etti.
Firavn onu görüp sarayına kaçtı.
Saiyd bin Cûbeyr (radiyallâhu anh) da şöyle der:
— Firavn dört yüz yıl hükümdarlık yaptı. Bütün ömrü altı yüz yirmi
yıldır. Hayatında hiç hasta olmadı. Eğer bir gün aç kalsa, yahut bir saat
zahmet çekse idi tanrılık iddiasında bulunmazdı.
İmam Fahr-i Râzî, Tefsir-i Kebîrinde şöyle der:
— İblîs bir gün gelip Firavnın kapısını çaldı.
Firavn:
— Sen kimsin? dedi.
İblîs:
203
— Eğer sen tanrı olmuş olsan beni bilirdin. Fakat câhil imişsin,
dedi.
Firavn:
— Acaba benden ve senden kötü kimse var mıdır? dedi.
İblîs:
— Evet, hasedci vardır. O kötülükte benden ve senden üstündür. Zira
işte ben bu hased ile mihnete düştüm, dedi.
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Falcılar Mûsâ (aleyhisselâm) ’a iman ettikleri zaman, Firavn
bunu görüp, mahzûn ve eli boş olduğu halde, kav- mi ile birlik küfür üzerinde
döndü, gitti. Mûsâ (aleyhisselâm) o
zaman dört mu’cize gösterdi:
1 — Şiddetli kıtlık.
2 — Bolluk,
3 — Bütün ağaçların
yemiş vermesi,
4 — Yed-i Beyzâ. Mûsâ (aleyhisselâm)
’ın güneş gibi parlayan eli mucizesi.
Firavn ve kavmi iman etmedikleri vakit Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Ey Allahım! Firavn yeryüzünde fesâdla meşgûl olup halkı azıttı.
Şimdi onlara belâlar gönder ki, benim kavmime nasihat ve benden sonra da ibret
olsun, dedi.
Hakk Teâlâ onlara Tûfan gönderdi. Çekirge, bit ve kurbağa
yağdırdı. Nil’i kan haline getirdi. Bu beş mucizeden sonra da Tâûn hastalığı
verdi. Hattâ onlardan yetmiş bin kişi öldü. Mûsâ (aleyhisselâm) 'a gelip
ağladılar, yalvararak aman dilediler.
Nakledildiğine göre Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Firavna mühlet verdin Bundaki
204
hikmet nedir? dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Firavn’da güzel sıfatlar vardır, ben o sıfatları severim. Onun
için Firavnı hemen helâk etmiyorum, buyurdu.
Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! O sıfatlar nelerdir? dedi.
Allah Teâlâ hazretleri:
— Benim şehirlerimi adaletle imâr etti ve kullarım arasında
adaletle hükmeyledi. Onun yalan iddiasından bana ne ziyan vardır? buyurdu.
Bir gün Cebrail (aleyhisselâm) insan kıyâfetinde Firavna geldi.
Firavn:
— Sen kimsin? dedi.
Cebrâil (aleyhisselâm) :
— Benim bir kulum vardır. Bana zûlmetti. Ben ona çok iyilik ettim.
Sonunda bana karşı geldi. Benim adımı kendine ad koydu ve kullarımı kendine
taptırdı, dedi.
Firavn:
— O ne yaramaz kuldur? dedi.
Cebrâil:
— Onun cezâsı nedir? dedi.
Firavn:
— Suda boğmak gerektir, dedi.
Cebrâil.
— Dilerim ki bir nâme yazıp veresin de elimde delil olsun, dedi.
205
Firavn bir hüccet (delil belgesi) verdi, Cebrâil (aleyhisselâm) alıp gitti.
Nakledildiğine göre, Hakk Teâlâ Mûsâ ve Hârûn (aleyhisselâm) ’a
şöyle buyurdu:
— Ey Firavn! Dört yüz yıl ömür sürdün. Hükümdar oldun. Şimdi de
ben sizin en büyük rabbinizim diyorsun. Evvelki kâfirler böyle dememişlerdi.
Fakat şunu bil ki, eceline tam kırk yıl kaldı. Eğer bir defa Hakk Teâlâ’ya (Sen
benim en büyük Rabbimsin) desen o dört yüz yıl içinde ne türlü günâh işledinse
hepsini affeder. Ömrünü de bin sene yapar. Yeryüzünde ne kadar maden varsa
hepsini sana bildirir. Seni şarka ve garba hükümdâr yapar.
Firavn onlardan bu sözleri işitince, lütuf ve ikrâm- da bulundu.
Tatlı söz söyledi ve:
—Vezirim Hâmân ile istişâre edeyim, ona danışayım, dedi. Firavn
Mûsâ (aleyhisselâm) ne söyledi ise
Hâmân’a anlattı.
Hâmân:
—Ey Firavn! Şimdiki halde âlemin rabbı sensin, sana tapıyorlar,
ister misin ki kul olasın, dedi.
Firavn’ı imândan men etdi. O da küfür ve dalâlet üzerinde öylece
kaldı.
Nakledildiğine göre Firavn, ömrü tamam olmaya az kalınca halka
zülmetmeye başladı.
Hakk Teâlâ hazretleri Firavn’ı ve kavmini helâk etmek isteyince,
Mûsâ (aleyhisselâm) ’a:
— Bir gece Benî İsrâil ile şehirden çık, git buyurdu. Mûsâ (aleyhisselâm)
da bir gece çıkıp gitdi.
Keşşâfda beyan edildiğine göre Yakûb (aleyhisselâm) er- kek—dişi yetmiş iki evlâdı ve ailesi ile
Mısır’a gitmiş
206
ti. Sonra
altıyüz binden fazla kişi ile Mısır’dan çıktılar. Firavn on kerre yüzbin ve
beşyüz kişi ile bunların ardına düştü. Cebrâil (aleyhisselâm) Firavn'ın önünden alnı sakar bir kısrak ile
yürüdü. O kısrağa (Feres’ûl Hayat = Hayat atı) derlerdi. Mikâil (aleyhisselâm) askerin ardından Firavn’ı sürerdi.
İsrail oğulları
onları görünce:
— Firavn ve
askerleri bizim ardımıza düşmüş işte geliyorlar. Biz nereye gidelim? dediler.
Allah Teâlâ
Mûsâ (aleyhisselâm) 'a:
— Asâ’nı suya
vur! buyurdu.
Mûsâ (aleyhisselâm)
asâ'sını suya vurunca su on iki yol
oldu. İsrâil oğulları suya girib karşıya geçtiler. Birbirlerini göremediler.
Suda boğulacaklarından korktular, öyle sandılar.
Hakk Teâlâ suya:
— Senden kapılar ve pencereler açılsın, oradan birbirlerini
görsünler, buyurdu.
Hemen su delik delik oldu. Hattâ birbirlerini görüp söyleştiler.
Sağ ve selâmet suyu geçtiler.
Nitekim Hakk Teâlâ şöyle buyurdu:
— «Hem hatırlayın o demleri ki sizin sebebinize denizi yarıp da
hepinizi kurtarmış, Fravn’ın hanedanını ise, kendiniz de gözlerinizle bakıp
dururken, (suda) boğmuşduk.) (87)
Tefsîr-i kebîr’de şöyle anlatılır:
— Firavn ve kavmi denizin kenarına geldikleri vakit, suyun yol yol
olduğunu gördüler. Firavn kavmine:
(87) Bakara Sûresi, âyet: 50.
207
— Su benim için on iki yol oldu, dedi. Kavmi de Firavn’ı doğrulayıp
geçmek istediler.
İblis men edip:
— Girmeyin! dedi.
Hemen Cebrail (aleyhisselâm)
geldi ve İblîs’in atının yularından
tutup suya getirdi. Mikâil (aleyhisselâm) da ardından sürdü.
Suya
girdiklerinde o su yer yer yıkılıp bunları boğdu.
İbnî Abbâs (radiyallâhu
anh) şöyle der:
— Ne zaman ki
Firavn’ın askeri boğuldu, Firavn onları gördü ve: «Beni İsrâil kavminin imân
ettiği Tanrıya ben de imân ettim» dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Sen daha önce müfsidlerdendin, senin imânını kabul etmem,
buyurdu.
Bazıları.
— Firavn Cebıâil (aleyhisselâm) 'dan yetmiş defa yardım istedi,
fakat Cebrail yardım etmedi, derler.
Nakledildiğine
göre Hakk Teâlâ Cebrâil (A’.S.)’a:
— Firavn yetmiş kere sana feryâd edip yardım istedi, sen kulak
asmadın. Şanım hakkı için, eğer bana bir kerre feryâd isteseydi ben yardım
ederdim, buyurmuştur.
Ne zaman ki Firavn, Cebrail’den yardım diledi, Ccbrâil Firavn'ın
kendi elile verdiği delil belgesini gösterdi.
Hakk Teâlâ
Firavn'ı ve kavmini helâk edince, Mû- sâ (aleyhisselâm) kendi kavmine haber verdi. Benî İsrâil:
— Firavn helâk olmadı, ölmedi dediler.
208
Hakk Teâlâ suya emir verdi, su Firavn’ı şişmiş kızıl öküz gibi
kenara attı. İsrail oğulları onu görünce sevindiler ve memnun oldular. O
vakitdenberi su ölüyü kabul etmeyip dışarı atar.
22. TEVRAT’IN İNİŞİ VE ALLAH’I GÖRME
DİLEĞİ İLE İLGİLİ BAHİS
Allah Teâlâ buyurdu:
— «And olsun ki biz Mûsâ ile Hârûna bir ziyâ, takvâ sahipleri için
de bir şeref olan o fürkânı (Hak ile bâtılı ayıran Tevrâtı) vermişizdir.
«(Öyle takva sahipleri) ki onlar tenhada da Rable- rine candan
saygı gösterirler. Onlar kıyametten korkanlardır.» (88)
Müfessirlerin beyanına göre Mûsâ (aleyhisselâm) kavmi ile şu şekilde vaadleşti:
— Eğer Firavn helâk olursa ben size bir kitap getireceğim. Onda
Allah’ın emir ve nehyi vardır.
Ne zaman ki Allah Teâlâ düşmanları, yok etti ve aralarında birtakım
hâdiseler oldu, Mûsâ (aleyhisselâm) ’dan o kitabı istediler. Mûsâ (aleyhisselâm)
’da Allah’dan onu diledi, Allah Teâlâ Mûsâ (aleyhisselâm) ’a:
— Otuz gün oruç tut, diye buyurdu.
Mûsâ (aleyhisselâm) otuz gün
oruç tuttu. Fakat açlıktan ağzı koktu. Mîsvâk tutundu, kullandı. O koku gitti.
Hakk Teâlâ:
— Ey Mûsâ! Benim yanımda, oruç tutan kimse-
(88) Enbiyâ Sûresi, ayet: 48, 49.
209 nin ağzının
kokusu, misk kokusundan yeğdir, buyurdu.
Mûsâ (aleyhisselâm) on gün
daha oruç tuttu.
Kâzî Beyzâvi tefsirinde beyan edildiğine göre, Hakk Teâlâ Mûsâ (aleyhisselâm)
'a ilâhî hitabda bulundu. Hz. Mûsâ:
— Kimdir konuşan? dedi.
Hakk Teâlâ:
— «Şüphesi yok ki benim, ben
Allahım. Benden başka hiç bir Tanrı yokdur »
buyurdu. (89)
Derhâl Îblîs gelip:
— Ey Mûsâ! Kimdir sana söz söyleyen? dedi.
Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Hakk Teâlâ hazretleridir, dedi.
Şeytân:
— Hayır, İblîs’dir, dedi.
Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Bilirim ki, söyleyen Allah’dır. Zira her tarafdan bütün âzâm ile
işitdim, dedi.
Bu, Mûsâ (aleyhisselâm) ’ın, Tanrı taâla’ya rûhânî bir kavrayış
ile kavuşduğuna işâretdir. Ondan sonra ilâhî söz kendisine intikâl etmiştir.
Nakledildiğine göre Mûsâ (aleyhisselâm) münâcât için Tûr dağına çıktığı zaman, yerine
kardeşi Hz. Hârûn’u vekil bıraktı. Hakk Teâlâ bir gölge indirdi. Yedi fersah
uzunluğu vardı. Oradan şeytânı kovdu ve göklerin perdesini giderdi. Mûsâ (aleyhisselâm)
melekleri ve Arşı gördü. Ona Cebrâil (aleyhisselâm)
söz söyledi. Mûsâ (aleyhisselâm) .
— Efendim, sen kimsin? dedi.
(89) Tâ-hâ Sûresi, ayet: 14.
F: 14
210
Cebrâil (aleyhisselâm) :
— Hakk Teâlâ beni sana ikrâm için gönderdi. Benim inci ve mercanla
süslü kanadıma bin, senden önce hiç kimse benim kanadıma binmedi, dedi.
Mûsâ (aleyhisselâm) Hz.
Cebrail’in kanadına bindi. Cebrâil (aleyhisselâm) onu öyle bir yere götürdü ki, orada Hakk Teâlâ
Mûsâ (aleyhisselâm) ’a ilâhî hitabda bulundu. Hz. Mûsâ onu işitti. Fakat
Cebrâil (aleyhisselâm) işitmedi.
Ondan sonra Hakk Teâlâ Cebrâil (aleyhisselâm) ’dan, Hz. Musa'ya, Adn
Cennetinden Levh-i Mahfûz'u getirmesini emretti. O, yeşil zebercedden, yahut
kızıl yakutdan bir tahta üzerinde yazılmış idi. Hakk Teâlâ kudret elile ona on
kelime yazdı. Mûsâ (aleyhisselâm) ’ın kalemin sesini işitti. Levh’ın uzunluğu
Mûsâ (aleyhisselâm) 'ın on misli idi. Hakk Teâlâ şöyle buyurdu.
— Ey Mûsâ! Benden başka Allah yoktur. Bana kulluk et ve bana eş
tutma! Kim bana denk tanrı tanırsa onu Cehenneme atarım.
Ey Mûsâ! Bana, ana ve babana şükret.
Ey Mûsâ! Şunu Hakk Teâlâ haram kıldı: «Boş yere kan dökme ve
kimsenin malına hased etme.
Ey Mûsâ! Zînâ etmek benim katımda büyük gü- nahdır.
Ey Mûsâ! Kendini razı ettiğin gibi halkı da râzı et.
Ey Mûsâ! Benim ismimi anmaksızın hiç bir hayvanı boğazlama. Eğer
boğazlarsan o bana ulaşmaz.
Ey Mûsâ! Kendini ve aileni Cumartesi av avlamak- dan men et. O gün,
meleklerim arasında, gayet şerefli bir gündür.
Mûsâ (aleyhisselâm) Allah’ın
kelâmını işitince, can gönlü ile onu görmeyi arzû etti.
211
Eğer, Hakk Teâlâkı dünyâda görmek imkânsızdır, Öyle ise Mûsâ (aleyhisselâm)
niçin görmek istedi? diye sorarlarsa
cevabı şudur:
Mûsâ (aleyhisselâm) dünyâ’da
gözükmediğinden bir an gâfil olarak, aşırı sevgi ve muhabbetinden dolayı görmek
istemiştir.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Ey Mûsâ! Öyle bir şey istedin ki, senden önce meleklerden,
cinlerden ve insanlardan hiç kimse böyle bir dilekte bulunmadı. Hem niçin beni
görmek islersin? Buna nasıl dayanırsın? Kim beni dünyâ’da görse aklı başından
gider ve kendisi helâk olur, buyurdu.
Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Seni görmeye kim dayanabilir? Sensiz yaşa- makdan seni görüp
ölmek yeğdir, dedi.
Hakk Teâlâ:
— Şu dağa bak! Eğer onu görüp helâk olmazsan beni de görebilirsin,
buyurdu.
Ondan sonra Mûsâ (aleyhisselâm) 'ın bulunduğu dağı, yerden dört
fersâh bulut, şimşek ve yıldırım kapladı. Mûsâ (aleyhisselâm) bunları görünce şaşırdı. Korktu, canından
ümidini kesti ve.
— Ey Rabbim! Eğer durursan yanarım, gidersen ölürüm. Allahım! Bana
yardım nazarını uzat, dedi.
Sonra Hakk Teâlâ Arşın nûrundan bir nûr gösterdi, Ve o nûr yetmiş
bin perdeyi aradan kaldırdı. O dağda nûr belirince dağ yedi parçaya ayrıldı.
Üçü Mekke’de, üçü Medine'dedir, biri de yer ile gök arasında gezer derler.
Bazıları da yere geçti demişlerdir.
212
O gün Perşembe ve Arâfe günü idi. Hakk Teâlâ Tev- râtı Cuma günü
verdi.
Mûsâ (aleyhisselâm) o
dağların parça parça olduğunu görünce aklı başından gidip baygın düştü.
Cebrâil (aleyhisselâm) Hz. Mûsâ’yı
korudu. Yoksa Mûsâ (aleyhisselâm) yanardı.
Mûsâ (aleyhisselâm) kendine
gelince tekrar (Tûr) dağına geldi ve:
— Tövbe ederim yâ Rabbi! Senin ortağın yok. Sonu olmayan bir
sultan ve tahtından inmeyen bir padişahsın. Fakat şuna inandım ki, Sen
dünyâ’da kimseye görünmezsin, dedi.
Ondan sonra Hakk Teâlâ Mûsâ (aleyhisselâm) ’a Tevrâtı indirdi.
Yetmiş deve yükü idi.
Bazıları Tevrat'ın (İbranî) dilinden alındığını söylemişlerdir.
Manâsı: (Şeriat) demektir.
Bazıları da:
— Bâtından zâhire gelmeye, içten dışa çıkmaya denir, demişlerdir.
Muhammed Mustafâ (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
— Hakk Teâlâ dört şeyi kudret eli ile ortaya koydu:
1. Tevrâtı kudret eli
ile yazdı.
2. Adem’i kudret eli
ile yarattı.
3. Tübâ ağacını kudret
eli ile dikti.
4. Adn Cennetini kudret
eli ile yarattı.
Mûsâ (aleyhisselâm) Tevrât’a
baktı. Levha üzerine kalem ile yazılan emirlerin, Tevrat’ın baş kısmında
yazılmış olduğunu gördü.
Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! İnsanların hayırlısını bildim. Hal-
213
ka iyiliği emrederler ve kötülüklerden sakındırırlar, Evvel ve âhir
kitaplara inanırlar ve Deccâlı onlar öldürürler.
Allahım! Onları benim ümmetim kıl, dedi.
Hakk Teâlâ:
— Ey Mûsâ! Onlar Muhammed ümmetidir, buyurdu.
Mûsâ (aleyhisselâm) :
—Ey Rabbim! Bir kavim gördüm. Şayet bir hayır amel işlerlerse, bir
yerine on ecir verirsin. Yahud yediyüz, yahud birine hesapsız ecir verirsin.
Eğer bir yaramaz amel işlerlerse birine bir yazarsın. O kavmin mushafları
gönüllerindedir. Namazda melekler gibi saf tutarlar. Mescidde sesleri arı
sesine benzer. Onlar cehenneme girmezler. Onları bana ümmet eyle, dedi.
Hakk Teâlâ:
— Onlar Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ümmetidir, buyurdu.
Mûsâ (aleyhisselâm) Muhammed
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)’yı ve ümmetine verilen İlâhî atıyyelerden
dolayı âciz kaldı ve.
— Allahım! Beni Muhammed ümmetinden kıl, dedi.
— Ey Mûsâ! Seni rîsâletim ve kelâmım ile azîz kıldım. Sana ne verdimse
onunla amel et ve şükre- denlerden ol. Tevrât’ı elimle yazdım. Bütün nasihat ve
öğütleri onda açıkladım. Onu sana verdim. Kavmine söyle, sâlihlerden olsunlar.
Senin kavmin benim ilâhî yardımımla doğru yolu bulmuştur, buyurdu.
Mûsâ (aleyhisselâm) bunu
işitince gönü hoş oldu. Sonra da:
—Ey Rabbim! Muhammed (aleyhisselâm) 'ı görmek isterim, dedi.
214
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Sen o zamana kalmazsın. Eğer dilersen ümmetine nidâ edeyim.
Onların seslerini sana işittireyim, buyurdu.
Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Evet, işittir, dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Ey ümmeti Muhammed! buyurdu.
Onlar atalarının belinden şöyle cevab verdiler:
— Buyur ey Rabbim buyur! Hamd, nimet ve mülk senindir ve senin
ortağın yoktur, dediler.
Hakk Teâlâ:
— Ey Muhammed ümmeti! Benim rahmetim ga- zâbımı geride bırakmıştır.
Siz benden birşey istemeden ben size verdim. Siz günâh işlemeden ben sizi
yarlığadım, buyurdu.
213
23. BÖLÜM
Bilmek gerektir ki, Hakk Teâlâ hazretleri Mûsâ (aleyhisselâm) ’a
kırk bin sekizyüz kelime vahyetmiştir.
Bazıları:
— Yüz ondört bin kelime söyledi, derler.
Hepsi vasiyet idi. Onlardan birisi şudur:
— Mûsâ (aleyhisselâm) münâcâtında: Ey Rabbim! Seni nerede arayım?
dedi. Hakk Teâlâ:
— Beni zayıf ve dünyâ'yı terk etmiş kulumun gönlünde ara, buyurdu.
Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Hangi kulun senin yanında şereflidir? dedi.
Hakk Teâlâ:
— Bir şey yapmaya gücü yettiği halde af eden kulumdur, buyurdu.
Hakk Teâlâ.
— Ey Mûsâ! Bir kimseyi helâk etmek için bütün yer ve gök ehli bir
araya gelseler, şayet ben o kulumun helâkini istemesem, kimse o kulu helâk
edemez, buyurdu.
Hakk Teâlâ tekrar:
— Ey Mûsâ! Eğer bir sultandan korkar isen ab- dest al. Onun şerri
sana dokunmaz. Zîra abdestli olan benim emânetimdedir. Kimseden ona ziyan
gelmez, buyurdu.
216
Vehb bin Münebbih şöyle der:
— Tevrât’ta, birbirini takiben, dört satır buldum.
Biri şudur.
— Bir kimse Hakk Teâlâ’nın kitabını okusa ve kendisine rahmet
olmadı zannetse, muhakkak o kişi Tanrının adını alaya almıştır.
İkincisi:
— Bir kimseye bir musibet erişse, o musibetten halka şikâyet etse
Tanrı taâla’dan şikâyet etmiştir.
Üçüncüsü:
— Bir kimsenin bir şeyi kaybolmuş olsa, o kimse üzülüp kızsa,
Tanrı'nın taktirine karşı gelmiş olur.
Dördüncüsü:
— Bir kimse, zengin bir kimseye mal için eğilse, dinin üç
nimetinden ikisi gider. Yani makamından iki nimet eksilir.
Mûsâ (aleyhisselâm)
:
— Allahım! Bir kimse bir hastayı ziyarete varsa sevâbı nedir? dedi.
Allah Teâlâ:
— Onun bütün
günahını bağışlarım, buyurdu.
Nakledildiğine
göre, Şeyh Sadrettîn Konevî şu beyanda bulunmuştur:
— Mûsâ (aleyhisselâm)
, Ey Rabbim! Cennet ehlinin en aşağı derecesinde olanlarının yeri ne
şekildedir? dedi.
Allah Teâlâ:
— Bütün Cennet
ehli Cennete girince bir kişi gelip: Allahım! Bütün halk yerlerine girmişler
ve mu- radlarına ermişler, der.
217
Allah Teâlâ:
— Bütün
dünyânın hükümdarlığı kadar sana hükümdarlık versem razı mısın? buyurur.
O kul:
— Razıyım
Allahım, der.
Hakk Teâlâ:
— On bu kadar
mülk senin olsun, buyurur.
Mûsâ (aleyhisselâm)
:
— Ey Rabbim! En
üstününün yeri ne şekildedir dedi:
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Ben onlara
gözler görmedik, kulaklar işitmedik ve gönüllerden geçmedik şeyler veririm,
buyurdu.
Nakedildığine
göre Allah Teâlâ Mûsâ (aleyhisselâm) ’a şöyle buyurmuştur.
— Ey Mûsâ! Eğer
beni zikredersen ben de seni anarım. Beni zikrettiğin zaman gönlünden zikreyle.
Benim huzurumda hakir ve düşkün bir kul gibi dur. Bana aşık gönül ve sâdık
dil ile yakarışta bulun. Tâ ki dileğini kabûl edeyim.
Nakledildiğine
göre Allah Teâlâ Mûsâ (aleyhisselâm) ’a gene şöyle buyurmuştur:
— Ey Mûsâ!
Muhakkak ben Adem oğullarının içinde nûrdan bir ev yaptım ve o evi emânet
koydum. Ona gönül diye ad verdim. O evin yeri marifettir. Göğü îmandır. Güneşi
şevktir. Ayı muhabbet’tir. Yıldızları doğruluktur. Dağları yakîn’dir. Bağları
himmettir. Gök gürültüsü korkudur. Şimşeği ümittir. Bulutları fazilettir.
Yağmuru rahmettir. Ağaçları vefâ- dır. Yemişleri hikmettir. Irmakları ilimdir.
Gündüzü ferasettir. Gecesi musibettir. O evin dört temeli vardır.
218
1. Ünsiyet (Hoş
geçinme)'dir.
2. Yakîn (İlâhî kesin
bilgi)’dir.
3. Tevekkül (Allah'a
sığınma)’dır.
4. Rahmet (Allah'ın
sonsuz keremi)'dir.
O evin dört de kapısı vardır:
1. İlim kapısı.
2. Hilim (güzel ahlâk)
kapısı.
3. Sabır kapısı.
4. Şükür kapısı.
Tenbîh'ül-Gâfilînde
Ebu’l-Leys şöyle der:
— Mûsâ (aleyhisselâm) : Ey Allahım! Senin sevdiğin veya sevmediğin
kulunu nasıl bileyim? dedi.
Hakk Teâlâa hazretleri:
— Ey Mûsâ! Ben bir kulumu seversem, onun himmeti beni
zikretmesidir. Ben de yerlerde ve göklerde onu anarım. Onu müsîbetten saklarım
ve azabımı ona haram ederim. Ey Mûsâ! Ne zaman bir kuluma gazâb edersem beni
zikretmesini ona unuttururum Musibet işletirim. Ona hışmederim ve azâbımı ona
helâl ederim, buyurdu.
Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Gazâb ettiğin kimsenin nişanı nedir? dedi.
Hakk Teâlâ:
— Gönlü kibirli ve dili ağır sözlü olur. Gözü şerre, kötülüğe
bakar ve eli cimri olur, buyurdu.
Nakledildiğine göre Hakk Teâlâ Firavn'ı suda helâk ettiği zaman
Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Bana bir amel göster ki o bana verdiğin nimetlerin
şükrü olsun, dedi.
219
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Allah'dan başka Tanrı yoktur de, buyurdu.
Mûsâ (aleyhisselâm) daha
fazlasını istedi. O zaman Hakk Teâlâ:
— Ey Mûsâ! Yerleri ve gökleri terâzinin bir kefesine koysalar, bir
kefesine de bu (Lâilâhe illellâh) kelimesini koysalar bu daha ağır gelirdi,
buyurdu.
Kût'ul-Kulûb’da nakledildiğine göre Hakk Teâlâ şöyle buyurmuştur:
— Ey Mûsâ! Benim kullarıma söyle. Kimin içi dışından hayırlı ve
iyi olursa o benim velîlerimdendir. Kimin içi dışından kötü olursa o benim
düşmanlarım- dandır.
Katâde (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Mûsâ (aleyhisselâm) Hakk
Teâlâkın hitabına muhâtab olduğu zaman Mûsâ (aleyhisselâm) : Ey Rabbim! Bana
kerâmetler verdin. Üzerime gölge gönderdin. Bana bıldırcın eti ve kudret
helvası indirdin. Benim için taştan su çıkardın. Firavn’ı ve kavmini benim
için helâk edip suda boğdun. Benden kerâmetli hiç başka kulun var mıdır? dedi.
Hakk Teâlâ:
— Ey Mûsâ: Benim bir peygamberim vardır. O bana bütün
yaratılmışlardan kerâmetlidir, buyurdu.
Mûsâ (aleyhisselâm) bunu
işitti, hayret etti ve:
— Ey Rabbim! Senin için benim ümmetimden daha kerâmetli bir ümmet
var mıdır? dedi.
Hakk Teâlâ:
— Ey Mûsâ! Muhammed ümmetinin fazlı, benim yanımda, bütün
ümmetlerin fazlından üstündür, buyurdu.
220
Nakledildiğine
göre Musâ (aleyhisselâm) :
— Benim Rabbim
uyur mu? diye sordu.
Hakk Teâlâ,
Mûsâ (aleyhisselâm) ’a:
— Eline iki
şişe al ve sakla, buyurdu.
Mûsâ (aleyhisselâm) o iki
şişeyi eline alınca Hakk Teâlâ hazretleri ona uyku verdi. Mûsâ (aleyhisselâm) uyuyunca elindeki şişeler düşüp parça parça
oldu.
Hakk Teâlâ:
— Ey Mûsâ! Eğer ben uyusa idim, yerler ve gökler bu şişeler gibi
parça parça olurdu, buyurdu.
Nakledildiğine
göre Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Hangi yer sana göre şerefli ve değerlidir? dedi.
Allah Teâlâ:
— Cennette Hazîretül-Kudûs denilen bir yer vardır. Orası bana her
yerden değerlidir, buyurdu.
Mûsâ (aleyhisselâm)
:
— Ey Rabbim!
Orada kimler olur? diye sordu.
Hakk Teâlâ:
— Üç taife, üç
bölük kimse oraya girer.
Biri şudur: Ben
ona hastalık veririm, o sabreder. İkincisi:
— Kendisine
nimet veririm, o şükreder.
Üçüncüsü;
— Ben ölüm
veririm, o razı olur, buyurdu.
Hakk Teâlâ Mûsâ
(aleyhisselâm) ’a:
— Beş şey
senden, beş şey benden buyurdu.
1. Tanrılık
benden, kulluk senden.
2. Vermek
benden, şükretmek senden.
3. Kabûl
etmek benden, duâ etmek senden.
221
4. Hüküm vermek benden,
sabretmek senden.
5. Cennet benden, boyun
eğmek senden.
Nakledildiğine göre Hakk Teâlâ şöyle buyurmuştur:
— Ey Mûsâ! Beş şeyi, beş şeyin içine koydum. Halk bunları başka
yerde arar. Peki nasıl bulurlar?
Bu beş şey şunlardır:
1. Ben ilmi açlıkta
bıraktım, halk onu toklukta arar.
2. Rızamı arzuları terk
etmekte koydum. Halk onu arzularda arar.
3. Şerefi bana itaatta
koydum. Halk onu büyüklerin kapısında arar.
4. Zenginliği kanaatta
koydum. Halk onu mal toplamakta arar.
5. Rahatı Ahiret’e
bıraktım. Halk onu dünyâ'da ister Peki nasıl bulurlar?
Nakledildiğine göre Hakk Teâlâ hazretleri:
— Ey Mûsâ! Kim gıybet ederse ve tövbekâr olursa Cennete herkesten
sonra girer. Eğer gıybet edip tövbesiz ölecek olursa, cehenneme ilk giren o
olur, buyurmuştur.
Gene nakledildiğine göre Hakk Teâlâ hazretleri, şöyle buyurmuştur:
— Ey Mûsâ! Kim babasına ve anasına itaatkâr olup iyilik ederse,
fakat bana karşı âsî olsa, ben onu tövbekârlardan yazarım. Kim bana itaat etse
ve iyilik yapsa. Fakat babasına ve anasına karşı gelse ben onu asîlerden
yazarım.
Nakledilmiştir ki İblîs, Mûsâ (aleyhisselâm) ile buluşmuştur.
222
İblis:
— Ey Mûsâ! Hakk Teâlâ peygamberlik için ve kokuşmak için seni
seçti. Beni de o yarattı. Fakat günah işleyip âsî oldum. Rabbimden tövbe
etmeyi dilerim. Beni yarlığasın ve tövbemi kabul etsin, dedi.
Hz. Mûsâ.
— Ey Rabbim! İblis'in tövbesini kabûl et, dedi.
Hakk Teâlâ:
— Varsın Adem'in kabrine secde etsin. O zaman tövbesini kabûl
edeyim, buyurdu.
İblîs bu sözü işitince:
— Ben Adem’e hayatta iken secde etmedim. Şimdi ise öldü. Onun
kabirine mi secde edeceğim? dedi ve secde etmedi.
Nakledildiğini göre Hakk Teâlâ şöyle buyurmuştur:
— Ey Mûsâ! Benim keremimin ve rızamın sana yakın olmasını ister
misin? O kadar ki, sözünden diline yakın olayım, gözünün karasından akına
yakın olayım.
Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Onu isterim, dedi.
Hakk Teâlâ:
— Muhammed Mustafâ'ya çok salavât getir, buyurdu.
Nakledildiğine göre Musa (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Bana yakın isen yakarayım, ırak isen çağırayım, dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri.
— Kim beni zikrederse ben onunla beraber olurum. Kim bana itaat
ederse ben de ona bağlı kalırım.
213
Kim beni
severse ben de onu severim. Kulum beni ne zaman ararsa ben onu bulurum,
buyurdu.
Risale-i
Kuşeyrî’de şöyle söylendiği nakledilir:
— Mûsâ (aleyhisselâm) : Ey Rabbim! Sen Adem (aleyhisselâm) 'ı kudret
elinle yarattın ve ona türlü türlü kerametler verdin. Onun sana şükrü nasıl
idi? dedi.
Hakk Teâlâ:
— Her şeyi benden bildi, buyurdu.
Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Ey Allahım! Bana bir amel göster ki onu işleyeyim ve benden razı
olasın, dedi.
Hakk Teâlâ.
— Ey Mûsâ!
Benim rızan senin rızandır, yani benim hükmüme razı olursan, ben de senden
râzı olurum, buyurdu.
Nakledildiğine
göre Hakk Teâlâ hazretleri.
— Ey Mûsâ! Ne zaman
dervişleri görürsen onlara ilim öğret. Nitekim zenginlere öğretirsin. Eğer öyle
etmezsen, o sana öğrettiğim ilmi toprağa gömekoy, buyurdu.
Gene Allah Teâlâ:
— Ey Mûsâ!
Diler misin ki, kıyâmet gününde senin hasenâtnı bütün halkın hasenâtı gibi
yapayım mı? buyurdu.
Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim!
İsterim, dedi.
Hakk Teâlâ:
— Öyle ise hastaların hatırını sor ve dervişlerin kaftanım bitle.
Ondan sonra Mûsâ (aleyhisselâm) ayda bir kere hastaların hatırını sorar ve
dervişlerin kaftanını bitler idi.
224
Mâlik Dinâr (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Hakk Teâlâ Mûsâ (aleyhisselâm) 'a. Ey Mûsâ! Demirden bir na’lın
(ayakkabı) edin. Bir de asâ edin. Ondan sonra, ayakkabın ve asân parça parça
oluncaya kadar cihanı gez, benim ibretlerimi gör ve öğren, buyurdu.
Mesâbîh Şerhinde şöyle nakledilmiştir:
— Mûsâ (aleyhisselâm) : Ey Rabbim: Arş ile Kûrsî arası ne kadardır?
dedi.
Hakk Teâlâ:
— On bin kerre şark ile garb arası kadardır, buyurdu.
Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Bana Tevrat verdin. Söz söyledin Bunlardan sonra dört
şeyden korkarım, bir şeye de ümid tutarım, dedi.
Hakk Teâlâ:
— O korktuğun dört şeyle ümid etliğin bir şey nedir? buyurdu.
Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim!
1. Fakirlikten,
2. Ölümün şiddetinden,
3. Kıyâmetin
dehşetinden,
4. Kabir azabından korkarım.
Ümid ettiğimse senin bana verdiğin hâlis ve karışıksız
muhabbettir, dedi.
Hakk Teâlâ bunun üzerine şöyle buyurdu:
— Ey Mûsâ! Fakirlikten korkarsan kuşluk namazı kıl, fakirlikten
kurtulursun. Ölüm sarhoşluğundan korkarsan akşamla yatsı arasında namaz kıl.
Kabir
2 25 azabından korkarsan gece iki veya dört rekât namaz kıl. Kıyâmetten
korkarsan Recep ayında oruç tut.
Ey Mûsâ! Üç şeyi sakla ki sana üç şey vereyim:
1. Dilini yalandan ve
gıybetden sakla, sana cenneti vereyim.
2. Yaramaz yoldaşdan
kesil, sana iyi kimseleri yoldaş edeyim.
3. Karnını haramdan ve
şüpheli şeylerden sakla ki, sana hikmet vereyim.
Ey Mûsâ! Benden dört şeyi isteme. Senden evvelkilere vermediğim
gibi sana da vermem:
1. Benden zenginlik
isteme. Görüyorsun ki bütün halk bana, muhtaçtır. Ben çok zengin Rab’im. Siz
ise fakirlersiniz.
2. Benden gayb ilmini
isteme. Onu benden başka kimse bilmez. Meğer ki, ben bildireyim.
3. Halkın dilini senden
kesmemi isteme. Ben onları yarattım, rızıklarını da verdim, öldürürüm, yine
diriltirim. Ya cennete, yahut cehenneme koyarım. Böyle olduğu halde onlar beni
yaramaz şeyle anarlar. Dillerini benden kesmedim, senden de kesmem.
4. Benden dünyâ'da bekâ
isteme, bulamazsın. Zira dâim ve bâkî olan benim. Bütün mahlûkât ise fânidir.
Nakledildiğine göre Hakk Teâlâ şöyle buyurmuştur:
— Ey Mûsâ! Eğer yedi denizler mürekkep olsa ve bütün ağaçlar kalem
olsa; insanlar, cinler ve melekler de yazıcı olsalar ve yetmişbin bu kadar
gelseler, cehennemin derinliğinin vasıflarını yazamazlar.
Mûsâ (aleyhisselâm) :
226
— Ey Allahım! Cehennemin derinliği ne şekildedir? dedi.
Hakk Teâlâ:
— Dört bin yıllık yoldur. Bir yılı dörtbin aydır. Bir ayı dört bin
gündür. Bir günü yetmiş bir saattir ve her saat bin yıllık zaman kadardır.
Ey Mûsâ! Kavmine söyle! Birbirini memnun etsinler. Onları Cennete
koyayım, buyurdu.
Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Eğer memnun edemezlerse? dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Şu dört şeyle beni memnun etsinler, buyurdu:
1. İşledikleri
kötülüklere gönülleri ile pişmân olsunlar.
2. Dilleri ile
istiğfar etsinler, yarlığ dilesinler.
3. Göz yaşı döksünler.
4. Bütün uzuvları ile
bana hizmet etsinler.
Gene Allah şöyle buyurdu:
— Ey Mûsâ! Kurtuluş dilediğin zaman kendi boyuna bak, benim
ululuğuma bak. Kendi yerine bak. Kabrini hatırla. Kabir benim zindanımdır.
Sağına bakıp Cenneti hatırla ki o benim sevâbımdır. Soluna bakıp cehennemi gör
ki o benim azâbımdır. Önüne bakıp ölüm meleğini hatırla ki, o benim rasûlümdür.
Nakledildiğine göre Mûsâ (aleyhisselâm) zamanında çok böbürlenen bir kimse vardı.
Hattâ:
— Dokuz soya kadar ulular oğluyum, derdi.
Hakk Teâlâ:
— Ey Mûsâ! Söyle o kimseye. O dokuz kişi cehennemliktir, onunla on
olur, buyurdu.
227
Nakledildiğie göre Hakk Teâlâ şöyle buyurmuştur:
— Ey Mûsâ iki şeyi bil, iki şeyi de bilme:
Bil ki ben tekim. Keyfiyetimi bilmek isteme. Zira keyfiyetim yok.
Rızkı benim verdiğimi bil, nereden verdiğimi bilme.
— Ey Mûsâ! Zâlimlerin evlerine varma. Dünyâ'ya bağlı olanları aslâ
sevme ve onlardan ayrıl. Hasta olsalar hatırlarını sorma. Cenâzelerinde
bulunma. Zira onlar benim düşmanımdır.
Sehl bin Abdullah Et-Tüsdûri şöyle der:
— Mûsâ (aleyhisselâm) : Ey Rabbim! Muhammed ümmetinin bazı
derecelerini bana göster, dedi.
Hakk Teâlâ:
— Ey Mûsâ! Sen onların hepsini görmeye doya- mazsın. Fakat onların
yerlerinden bazılarını göstereyim, buyurdu.
Bunun üzerine gökleri açıp ilâhî mülkünden bir yer gösterdi. Mûsâ (aleyhisselâm)
o yere baktı. Onun nûrun- den şaşkına
döndü ve:
— Ey Rabbim! Bunlar bu yere hangi sebeple eriştiler, dedi. Hakk
Teâlâ:
— Dünyâ'yı ve onu sevenleri terk etmekle eriştiler, buyurdu.
24. TEVRÂT’DA YAZILI SÖZLERLE
İLGİLİ BÖLÜM
Nakledildiğine göre, Hakk Teâlâ hazretleri, efendimiz Muhammed
Mustafâ (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'i, Tevrât’ın ilk satırında şöylece
vasfetmiştir:
228
— Muhammed Allah’ın Rasûlüdür ve sevgili ku- lumdur. Doğumu
Mekkede’dir. Oradan Medine'ye hicret edecek ve orada kalacaktır.
Tevrât bin sûredir. Her sûresi bin ayettir. Eğer sefere gitselerdi
yetmiş deve taşır idi.
Hz. Câbir İbni Abdullah şu rivâyeti nakletmiştir:
— Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: Hakk Teâlâ
Mûsâ (aleyhisselâm) ’a Levha verdi. O Levhada şöyle yazılı idi:
— Ey Mûsâ! Bana kimseyi ortak tutma. Ben, bana ortak tanıyanları
Cehennem ateşinde yakarım. Bana her halde şükret. Anne ve babana da şükret.
Benim adıma yalan yere and içme. Kimseye hâsed etme. Hâsedci benim nimetlerime
düşmandır. Kısmet ettiğim nimete râzı ol. Kim benim kısmetime razı olmazsa
benim kulum değildir. Gönlünü benden başkasına verme. Kendini süsleme ve
hırsızlık etme. Halkı, kendi nefsini sevdiğin gibi sev. Cumartesi günü benim
için işini bırak. Bundan dolayı peygamber efendimiz: «Cumartesi günü Mûsâ (aleyhisselâm)
'ın bayramıdır. Cuma günü de benim için seçildi» buyurdu.
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Ben Tevrat’ta şunu gördüm: Fakir sâlih, zengin sâlihden; sabırlı
fakir, şükreden zenginden üstündür.
Hz. Abdullah bin Selâm (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Hakk Teâlâ Tevrat’ta buyurdu ki, İsmail oğullarından bir
peygamber yaratacağım. Onun adı Ah- med’dir. Kim ona inanırsa doğru yolu bulur.
Kim de ona inanmazsa Allah’ın lanetine uğramışdır.
Nakledildiğine göre Eb’üd-Derdâ Ka'bûl-Ahbâr’a:
229
— Bana Tevrat içindeki has ayetden haber ver, dedi.
Ka'bûl-Ahbâr:
— Allah Teâlâ şöyle buyurdu dedi: Bilin ki Allah aşıklarının bana
kavuşmaları uzayınca, ben de onlara kavuşmak için can atarım. Kim beni ararsa
bulur. Kim benden başkasını isterse beni bulamaz.
Allah Teâlâ kudsî hadîsde:
— Beni arayan bulur. Başkasını arayan beni bulamaz, buyurdu.
Eb'üd-Derdi dedi ki:
— Bu sözü peygamberden de işittim. Tevrât’ta da:
— Muhammed Mustafâ Safvetûllâh (ilâhî kudretin özü)’dür,
yazılmıştır.
Mûsâ (aleyhisselâm) Muhammed
ümmetinin vasıflarını Tevrât’ta görünce:
— Ey Allahım! Onların hâlini bana beyân et, dedi.
Hakk Teâlâ:
— Ey Mûsâ! Benim rahmetim onlarındır. Kabirlerinde ölü olsalar
nûrum onlarındır. Kabirlerinden kalktıkları zaman beşâretim onlarındır.
Makamıma gelseler Cemâlim onlarındır, buyurdu.
Nakledildiğine göre Firavn suda boğulunca Mûsâ (aleyhisselâm) halka çok tesirli vaaz etti. Ağlaştılar. Bir
kişi Mûsâ (aleyhisselâm) ’a:
— Halkın ulu âlimi kimdir? dedi.
Hz. Mûsâ:
— Halk içinde benden âlim yoktur, dedi.
230
Bunun üzerine Allah Teâlâ, Allah bilir demediği için, onu uyardı
ve:
— İki denizin birleştiği yerde bir kulum vardır. O, senden daha
âlimdir, buyurdu.
Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Ben onunla nasıl buluşurum? dedi.
Allah Teâlâ:
— Bir balık al, zenbiline koy. Balık nerede kaybolursa o âlim
kulum oradadır, buyurdu.
Bunun üzerine Hz. Mûsâ (aleyhisselâm) balığı aldı. Yûşâ bin Nûn ile berâber gitti.
Bir kayanın dibine geldiler. O kayanın yanında Ab-ı hayat (hayat suyu) vardı. O
su kime dokunsa diri olurdu. Mûsâ (aleyhisselâm) ile Yûşâ o kayanın dibinde uyudular. O su
balığa ulaştı, balık dirildi ve denize atlayıp gitti. Denizde onun gittiği
yerde su kemer gibi yol oldu. Uyandıktan sonra oradan kalktılar, bir gün bir
gece gittiler. Yoldaşı Mûsâ (aleyhisselâm) ’a haber vermeyi unuttu. Ertesi gün
olunca Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Zahmet çekmedik. Bu, Allah Teâlâ’nın buyurduğu yerden geçtiğimiz
için olacak! dedi. Bunun üzerine arkadaşı:
— Yattığımız taşın dibinde balık denize girmişti. Şeytan bana
unutturdu, sana söylemedim, dedi.
Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Aradığımız şahıs oradadır. Gel geri dönelim, dedi.
Geri döndüler. O taşın yanına geldiler. Bir kişinin elbisesine
bürünmüş durduğunu gördüler. Mûsâ (aleyhisselâm) ona selâm verdi. Hızır (aleyhisselâm) :
— Sen kimsin? diye sordu.
231
Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Ben Mûsâ'yım,
dedi
Hızır:
— Benî İsrâil
Mûsâ'sı sen misin? dedi.
Hz. Mûsâ (aleyhisselâm)
:
— Evet, sana
verilen ilimden öğretmen için geldim, dedi.
Hızır (aleyhisselâm)
:
— Senin benimle
berâber olmaya ve işime sabretmeye gücün yetmez. Ey Mûsâ! Ben Allahın
öğrettiği bir ilim üzerindeyim. Sen onu bilmezsin. Sen de Allahın verdiği bir
ilim üzerinesin. Ben de onu bilmem, dedi.
Mûsâ (aleyhisselâm) :
— İnşallah beni sabırlı bulursun ve hiçbir işinde sana karışmam,
dedi.
Hızır (aleyhisselâm)
:
— Eğer bana uyarsan, ben haber vermeyince bana bir şey sorma, dedi.
Bundan sonra deniz kenarı boyunca yürüdüler. Bir gemiye rastladılar
ve gemi halkına:
— Bizi de
götürün, dediler.
Onlar Hızın iyi
kişi bildiler. Gemi kirası almadılar. Hızır ile Mûsâ (aleyhisselâm) ’ı gemiye
aldılar. Gemiye binip giderken Hızır (aleyhisselâm) geminin tahtalarından bir tahta kopardı.
Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Bizi, bir şey
almadan gemilerine bindiren bu insanların boğulmalarına sebep olacak şekilde
gemilerini deliyorsun. Çok büyük iş yaparsın, dedi.
232
Hızır (aleyhisselâm) :
— Sana demedim mi ki sabredemezsin söylersin, dedi.
Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Unuttum da söyledim, mazûr gör dedi.
Bir serçe geldi. Geminin kenarına kondu ve burnunu denize batırdı.
Hızır (aleyhisselâm) :
— Ey Mûsâ! Benim ve senin ilmin Allahın ilminden, bu serçenin
denizden aldığı su kadardır, dedi.
Ondan sonra gemiden indiler. Ve deniz kenarı boyunca yürüdüler.
Hızır (aleyhisselâm) çocuklarla oynayan
bir erkek çocuk gördü. Tutup başını kesti.
Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Bir mâsûmu günahsız olarak öldürdün. Kötülük işledin, dedi.
Hızır (aleyhisselâm) :
— Sana sabretmeye gücün yetmez demiştim. Eğer bir daha karışırsan
bana arkadaş olamazsın, dedi.
Yollarına devam ettiler. Antakya’ya geldiler. Oradaki kavim
bunları konukluğa almadılar. Yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar gördüler. Hızır (aleyhisselâm)
ona elini sürdü, duvar doğruldu ve
düzeldi.
Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Bize yemek vermeyen ve bizi konukluğa almayan bir kavmin
duvarını düzelttin. Eğer istesen sana bunu yapmak için ücret verirlerdi, dedi.
Hızır (aleyhisselâm) :
— Üçüncü defa sorarsan senden ayrılırım diye seninle sözleşmiştik.
Şimdi sabredemeyip sorduğun şeyleri anlatayım, dedi.
233
Gemiyi şunun için deldim:
— Bizden ücret almayan gemiciler fakir kimselerdi. Onunla para
kazanırlardı. İlerde bir bey vardır ki ayıbı olmayan gemileri gasbeder. Onlara
iyilik yapmak için ben o gemiyi deldim. Tahtasını koparıp kusurlu hâle
getirdim. Böylece o bey gemiyi almasın ve iyilikleri yerine gelsin istedim,
dedi.
Öldürdüğüm çocuğa gelince:
— Onun annesi ve babası inanmış kişilerdi. O çocuğun onları
kötülüğe ve küfre sürüklemesinden korktum. Hakk Teâlânın onlara daha hayırlı
bir kız çocuk vermesini istediğim için öldürdüm.
Nakledildiğine göre çocuğu öldürülen şahsın bir kız çocuğu doğmuş
ve onun neslinden yetmiş peygamber gelmiştir.
Düzelttiğim duvar ise öksüzlerindi. Duvarın altında bir hazîne
vardı. O öksüzlerin babaları iyi bir insandı. Hakk Teâlâ o çocukların
büyümelerini, o hazîneyi çıkarmalarını, böylece onlara rahmet edip nimet
vermeyi diledi ve bunu böyle buyurdu. Ben kendiliğimden yapmadım. Fakat sen
sabretmedin. Bunların açıklaması budur, dedi. Birbirinden ayrıldılar. Mûsâ (aleyhisselâm)
geri dönüp kendi memleketine geldi. Bu
hadiseleri kavmine anlattı. Onlar da bundan haberdar oldular. (90)
(90) Bu hâdise, Kur'an-ı Kerîmde, Kehf
Sûresinin (60 — 80). ayetlerinde anlatılan hikâyenin meâlen tekrarıdır.
Hızır (aleyhisselâm) , Allah tarafından
kendisine Gayb ve Le- dün ilmi denilen ilâhi gizli bilgilerin, sırlarının
verildiği bir zattır. Kur'anın beyanından bu zata peygamberlik verildiği de
anlaşılmaktadır.
Yûşâ bin Nûn ise, Mûsâ (aleyhisselâm) ’a yakın
bir âlimdir. Peygamberliği de kabûl edilmektedir ki kitabımızda ayrıca
anlatılmıştır.
234
Müfessirlere göre bu duvarın altında altından bir levha vardı ki,
üzerinde şu ibâre yazılıydı:
— (Bismillâhirrahmânirrahîm
— Esirgeyip bağışlayan Allahın adiyle.)
Şaşarım o kimseye ki!
— Ölümü bildiği halde onu nasıl hatırlamaz?
Kadere inandığı halde nasıl kederlenir?
Rızkını bildiği halde nasıl zahmet çeker?
Hesaba inandığı halde nasıl gafil olur?
Dünyanın sonunu ve içindekilerin buradan gideceklerini bildiği
halde ona nasıl bağlanır?
O levhanın bir yanında da:
— (Lâilâhe illellâh
Muhammedün Resûlûllah — Allahtan başka Tanrı yoktur. Muhammed (aleyhisselâm) onun Ra sûlüdür.)
Ben o Allahım ki yalnızım, ortağım yoktur. Hayırı ve şerri ben
yarattım. Saadet, hayır için yarattığım ve elinden hayır işlettiğim kimsenin
başınadır. Şer için yarattığım ve şer işlettiğim kimseye yazıklar olsun!
Tekrar Mûsâ (aleyhisselâm) ’un haberlerine dönelim, dinleyiniz!
Nakledildiğine göre Hakk Teâlâ:
— Ey Mûsâ! Hiç benim için bir amel işledin mi? buyurdu.
Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Namaz kıldım, oruç tutum. Seni zikrettim ve sadaka verdim, dedi.
Hakk Teâlâ:
— Namaz senin delilindir. Oruç sana Cennettir. Sadaka gölgedir.
Zikir sana nurdur, buyurdu ve:
235
— Hangi ameli benim için işledin? buyurdu.
Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Beni bir amele kılavuzla ki, senin için olsun, dedi.
Hakk Teâlâ:
— Kimi seversen benim için sev. Kimi sevmezsen benim için sevme,
buyurdu.
Mekhûl-ü Şâmi peygamberimizden şu rivayeti nakleder:
— Hakk Teâlâ Mûsâ (aleyhisselâm) ’a şöyle buyurdu: Kim namazdan
sonra Ayet'el - Kûrsî’yi (Allahûlayı) okusa ben ona rahmet ederim.
Şükredenlerin sevâbını veririm ve rahmetimin gölgesini üzerinden eksik etmem.
Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Allahım! Kim ona devam eder? dedi.
Hakk Teâlâ:
— Peygamberler, Allah dostları ve şehitler devâm eder, buyurdu.
— Ey Mûsâ! Kullarıma beni sevdir ve benim nimetlerimi kullarıma
bildir. Öyle olunca onlar da beni severler.
Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Ey Allahım! Bir kimse halk uyurken o namaz kılsa onun sevabı
nedir? dedi.
Hakk Teâlâ.
— Rahmetimi onun üzerine saçarım. Kalbini aydınlatırım. Duasını
kabûl ederim. Gece kıldığı namazın bir rekâtını gündüz kıldığı namazın yüz
rekâtı yerine yazarım. Onun için Cennette bir saray yaparım, buyurdu.
Nakledildiğine göre Hakk Teâlâ Mûsâ (aleyhisselâm) ’a:
236
— Ey Mûsâ! Muhammed ümmetini üç isimle mü- kerrem kıldım. Hiç
kimseyi onlar gibi mükerrem kılmadım. Eğer o isimlerle benden dilekte
bulunsalar ka- bûl ederim, buyurdu.
Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! O isimler hangileridir? dedi.
Hakk Teâlâ:
— Bismillâhirrahmânirrahim’dir ki, üç isimdir, buyurdu.
Mûsâ (aleyhisselâm) 'ın yanında gözü görmeyen bir kimse vardı. Bu
sözü işitince:
— Ey Rabbim! Bu isimler hakkı için benim gözümü bağışla dedi. Hakk
Teâlâ gözünü bağışladı.
Müfessirler:
— Hakk Teâlâ Mûsâ (aleyhisselâm) ’a Tîh yazusunda kırk yıl
Bıldırcın eti ve kudret helvası verdi. Sabah olunca Hakk Teâlâ kuşlar verirdi.
Gelirler, o kuşlar ağaçların başında güzel seslerle öterlerdi. Güneşin doğması
yaklaştığı zaman bir yel çıkar, bunların tüylerini alıp giderdi. Güneş doğunca
Hakk Teâlâ'nın kudreti ile o kuşlar pişerlerdi. Önlerine pişmiş olarak
düşerler, onlar da yerlerdi şeklinde açıklamada bulunmuşlardır.
Nakledildiğine göre Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Beni kelîm kıldın. Muhammed (aleyhisselâm) ‘ı Habib
yaptın. Öyle ise kelîm ile Habîb arasında fark nedir? dedi.
Hakk Teâlâ:
— Ey Mûsâ! Kelîm, bütün işi Allah rızası için olandır. Habîb ise,
Allahın bütün işi onun rızası için olandır.
237
Ey Mûsâ! Buna göre Kelîm Allahı seven, Habîb de Allahın sevdiği
kimselerdir, buyurdu.
Nakledildiğine göre Mûsâ (aleyhisselâm) bir gün sahrâ'ya çıktı. Bir kimsenin koyun
güttüğünü gördü. Mûsâ (aleyhisselâm) ona:
— Yiyecek bir şeyin var mı? dedi.
O kimse de:
— Allah kerim ve ganîdir, herşeyi boldur, dedi.
Bunun üzerine asâ’sını yere vurdu. Yer ikiye yarıldı. Birinden su,
diğerinden süt çıktı. Mûsâ (aleyhisselâm) onlardan içti ve yüzünü göğe çevirerek:
— Ey Rabbim! Bu kerâmeti bu şahıs benden buldu, dedi.
Hakk Teâlâ:
— Ey Mûsâ! Onun gönlünde beş haslet vardır. O sebepten bu kerâmeti
buldu, buyurdu:
1 — Gönlü benim
zikrimden boş kalmaz,
2 — Gönlünde kimseye
hasedî yoktur.
3 — Günah üzerinde
değildir.
4 — Rızık için kederlenmez.
5 — Her durumda benden
korkar. İşte bunlar için bu kerâmeti ona verdim.
Nakledildiğine göre Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Ey Allahım! Hiç başkasına benim gibi ikrâm edip kendisine söz
söyledin mi? dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri de şöyle buyurdu:
— Ey Mûsâ Ahir zamanda benim öyle kullarım var ki, onlara ben,
Ramazan ile ikrâmda bulunurum. Ben onlara senden yakınım. Zira sana yetmişbin
perde arkasından söz söyledim. Muhammed Mustafâ’nın ümmeti oruç tutsa ve
benizleri açlıktan sararsa o perde-
238
leri aradan kaldırırım. Ne mutlu o kimseye ki yüreğini açlık ve
susuzluktan yakmıştır. Bundan dolayı Cemâlimi ben onlara arz ederim.
Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Bana Ramazan ile ikrâm eyle, dedi.
Hakk Teâlâ.
— Ey Mûsa! Ramazan, Muhammed ümmetinindir; buyurdu.
Nakledildiğine göre Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Kardeşim Hârûn vefat etti, onu yarlığa, dedi.
Tanrı taâla:
— Ey Mûsâ! Gelmiş - gelecek herkesi benden dile- sen veririm,
bağışlarım. Ancak Ali oğlu Hüseyni öldüreni, intikam almadıkça, bağışlamam. Ey
Mûsâ! Benim kapımda dur. Ben lütfeden uluyum. Benden iste, ben zenginim. Bana
yalvar, ben yakînim. Benimle sabahla, ben kerîmim buyurdu.
Hz. Muâz bin Cebel (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Hakk Teâlâ Mûsâ (aleyhisselâm) 'a üç bin beşyüz kelime söyledi:
Mûsâ (aleyhisselâm) son
sözünde: Ey Rabbîm! Bana tavsiyede bulun, dedi.
Hakk Teâlâ:
— Anana ve babana muti ol, buyurdu.
Hattâ Mûsâ (aleyhisselâm) dokuz kerre: «Bana tavsiyede bulun» dedi.
Tanrı taâla buyurdu ki:
— Ey Mûsâ! Benim söylediğim Hakkın kendisidir. Eğer bir kimse
babasına ve anasına iyilik ederse, onun adını dünyâ’da veliler arasına yazarım.
Kabirde ona ya-
239
kin olurum.
Mahşerde ona rahmet ederim. Sırat üzerinde ona kılavuz olurum ve Cennette
onunla vasıtasız konuşurum. Ey Mûsâ! Onların rızası benim rızamdır. Onların
gazabı benim azabımdır. Eğer bir kimse, peygamberin ameli gibi iyi harekette
bulunsa, sonra dönüp ana ve babasına âsî olsa onun ibâdetini kabûl etmem.
Bilâkis onu Cehenneme atarım.
Nakledildiğine göre Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Ey Allahım! Ben garibim, fakirim ve hastayım, dedi.
Hakk Teâlâ:
— Ey Mûsâ! Garib, benim gibi dostu olmayandır. Hasta benim gibi
tabîbî olmayandır. Fakir, benim nimetimden nasibi olmayandır, buyurdu.
Nakledildiğine göre Vehb bin Münebbih (radiyallâhu anh) der ki:
— Tevrât-ı Şerifde on dört kelime buldum. Bütün Benî İsrâilin iyi
kişileri bir yere toplanıp bu kelimeleri okudular ve halka onları bildirdiler.
O kelimeler şunlardır:
1 — İlimden yeğ hazine
yoktur.
2 — Cahillikten kötü
yoldaş yoktur.
3 — Takvâ’dan aziz ve
şerefli bir şey yoktur.
4 — Arzuları terk
etmekten ulu kerem yoktur.
5 — Fikirden, doğru
düşünmeden üstün amel yok
tur.
6 — Kibirden büyük
küçüklük yoktur.
7 — Sabırdan üstün
iyilik yoktur.
8 — Hakikatten üstün
mürşid (rehber) yoktur.
9 — Aç gözlülükten
kötü yoksulluk yoktıır.
10 — Sağlıktan üstün nimet yoktur.
240
11 —
Tanrıdan korkmaktan üstün ibâdet yoktur.
12 -
Kanaattan yeğ zühd yoktur.
13 — Dili tutmaktan yeğ
seni saklayan şey yoktur,
14 — Dünyâ ile ıraklıktan
yeğ yakîn yoktur.
Nakledildiğine göre Hasen-i Basri (radiyallâhu anh), Tevrât-ı
Şerifte şu beş kelime yazılmıştır, der!
1 —
Zenginlik kanaatkar olmaktır.
2 —
Selâmet şereftedir.
3 —
Azâdelik arzulardan geçmektir.
4 —
Hoş kazanç elde etmek çok günlerdedir.
5 —
Sabretmek az günlerdedir.
Hakk Teâlâ
hazretleri:
— Ey Mûsâ!
Bütün hataların büyüğü şu dokuz şeydir:
1 —
Kibirdir.
2 —
Hırsdır.
3 —
Haseddir.
4 —
Çok sevilmektir.
5 —
Çok yemektir.
6 —
Çok uyumaktır.
7 —
Mal sevmektir.
8 —
Kendini medhedeni sevmektir.
9 —
Şükretmemektir.
Nakledildiğine
göre İbni Mesûd (radiyallâhu anh):
— Tebâreke
(Mülk) sûresi Tevratda gelmiştir, demiştir.
Hakk Teâlâ:
— Ey Mûsâ! Kim
Tebâreke sûresini geceleyin okursa, kabir azabından emîn olur, buyurdu.
Nakledildiğine
göre Hakk Teâlâ:
241
Ey Mûsâ! Şayet sana mal verilirse hesâbını düşün. Dünya verilse
ölümü hatırla. Sana belâ gelse duâ et. Yemeğe oturursan açları düşün. Bir
günaha niyet edersen Cehennemi hatırla. Hasta olursan sadaka ver, ilâç yap.
Zengin olursan halkı da zengin et, buyurdu.
Tevrâtın sonu şöyledir ki Hakk Teâlâ orada şu şekilde buyurur:
— Ey Mûsâ! Mâdem kî hazînelerimi bildin, halktan aşırı ilgini kes.
Mâdem ki benim mülkümü gördün, kapımdan kesilme. Düşmanlarını ölmüş görmedikçe
emin olma. Kendi ayıbından kurtulmadıkça halkın ayıbı ile meşgûl olma. Cennete
girmeden benden emîn olma.
Azrâil (aleyhisselâm) , Mûsâ (aleyhisselâm) 'ın rûhunu kabzetmeğe
geldi. Mûsâ Azrâilin vurup bir gözünü çıkardı. Hakk Teâlâ hazretleri derhal
yine göz verdi. Mûsâ (aleyhisselâm) yüz
yirmi sene ömür sürüp, nihâyet Ahirete teşrif etti.
Malûm olsun ki Mûsâ (aleyhisselâm) ’ın haberleri çoktur. Fakat biz
kısalttık. Hakk Teâlâ’nın kendisi ile söyleştiği haberleri yazdık. Onun da
bazılarını yazdık. Tâ ki kitap kısa olsun. Allah herşeyi bilir.
25. YÛŞÂ BİN NÛN (aleyhisselâm) ’IN
PEYGAMBERLİĞİ
Hz. Vehb bin Münebbih (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Yûşâ (aleyhisselâm) Mûsâ (aleyhisselâm)
’dan sonra yerine halife olup kâfirlerle çok cenk etti. Hattâ kâfirlerden otuz
adet şehir aldı. Şamı da fethetti. Nice adaları aldı. Mallarını topladı. Kâfirleri
esir etti. Ondan sonra Cebbârin
F: 16
242
şehrine geldi. O gün Cuma idi. Gün sonu ermiş, güneş batmaya az
kalmıştı. Benî İsrail kavmi Cebbârin şehrini gördüler. Ferah oldular.
Fakat:
— Cumartesi günü cenk yoktur, dediler.
Yûşâ (aleyhisselâm) elini kaldırıp
duâ etti ve:
— Ey Rabbim! İsrail oğulları peygamber çocuklarıdır. Bunlara
rahmet et, dedi.
Zira müminlerin askerleri, kâfirlerin askerleri yanında bir
sahrada bir halka gibi idi. Yûşâ (aleyhisselâm) :
— Allahım! Güneş dolanmağa az kaldı. Güneşi tut dolanmasın. Tâ ki
biz Eriha kavmi ile cenk edelim, dedi.
Bir rivâyete göre Yûşâ (aleyhisselâm) güneşe:
— Ey güneş! Dur yerinde! Sen de emir kulusun, ben de emir kuluyum,
dedi.
Bunun üzerine güneş yerinde durdu. Ondan sonra
Hakk Teâlâ hazretleri bir melek gönderdi. Melek:
— Ey Yûşâ! Güneşi tuttum, dolanmasın diye. Sana onların üzerine
yardım ettim, dedi.
Sonra Yûşâ (aleyhisselâm) kâfirlerle, cenk etti ve kâfirleri yendi.
Ondan sonra güneş dolandı.
Nakledildiğine göre Hakk Teâlâ Yûşâ (aleyhisselâm) ’a:
— Ey Yûşâ! Senin kavminin kırk bin ulusunu ve altmış bin kötülerini
helâk edeceğim, buyurdu.
Yûşâ (aleyhisselâm) :
— Ey Allahım! Ulular ne ettiler ki, helâk ediyorsun? dedi.
Hakk Teâlâ:
— Benim için kâfirlere düşman olmadılar. Onlarla yerler ve içerler.
343
— Ben de onlarla berâber helak edeceğim, buyurdu ve helak etti.
Yûşâ (aleyhisselâm) Mûsâ (aleyhisselâm)
’dan sonra yedi yıl hayatta kaldı. Nihâyet dünyâdan Ahirete teşrif etti.
26. NURİ
OĞLU HIZKIYAL (aleyhisselâm) 'IN
PEYGAMBERLİĞİ
Vehb (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Hakk Teâlâ
Hızkıyal (aleyhisselâm) 'a: Kim benim velîlerimi hor görürse benimle cenk
etmiş gibidir. Ben velîlerimi aziz kılıp yarlığayacağım. Düşmanlarımı hor edip
mağlûp edeceğim. Eğer dünyâ'yi isteseler veririm. Fakat Ahirette nasiplerini
keserim. Eğer bir kul beni severse ben de onu severim. O kimse benim nûrumla
görür, benim nûrumla işitir ve benim nûrumla konuşur. Gönlü benim nûrumla
idrâk eder. Bana duâ etse kabûl ederim. Benden bir şey istese veririm, buyurdu.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
— Kim beni sevdiği iddiasında bulunsa, sonra da dönse uyusa yalan
söyler.
Bir kul belâlara sabretmese ve kendini öldürse Cennet ona haram
olur.
Bir kul beni cenk günlerinde ansa, ben onu cenk günlerinde
saklarım.
Ne zaman bir kulum benden korksa, bütün halk o kimseden korkar.
Ey Adem
oğulları! Eğer benim verdiğim rızka razı olursanız dünyâ’yı sizin emrinize
amade kılarım. Eğer
244
benim verdiğime razı olmazsanız, önceden size takdir ettiğimden
fazlasını vermem. Fakat ondan dolayı sizi hor ve hakir ederim.
Ben sizi isterim, fakat siz benden kaçarsınız. Benim size olan
hakkım sizi sevmektir.
Sizin bana karşı olan hakkınız beni sevmektir.
Eğer bana muti olursanız rızkınızı fazlalaştırırım.
Eğer âsî olursanız rızkınızı kesmem, fakat mutîle- ri severim.
Eğer verdiğim nimetlerden fakirlere ihsân ederseniz hayırdır. Eğer
ihsân etmezseniz sîze ziyandır. Zira sadaka, isteyenlerden çok verenlerindir.
Onun için dün- yâ’yı kabûl edenlerden onu terk edenler yeğdir. Mâdem ki benim
hâzinelerim doludur, öyle ise rızık yok olur diye korkmayın. Mâdem ki benim
sultanlığım bâkîdir, öyle ise sultandan korkmayın.
Cehennemi çok pahalı alırsınız, fakat Cenneti az pahaya
almazsınız.
Benden ırak olmayınız ki, gönlünüzü fakirlik ile ve elinizi
nimetlerle doldurayım.
Cennette (Hazîret’ül - Küds) denilen yerde, peygamberlerle ve
şehidlerle olmayı dilerseniz; çanaksız öksüzleri ataları gibi esirgeyici olun,
dul kadınlara şefkatli erkekler gibi olun. Bana da benden korkan kul gibi olun.
Beni zikredin, ben de sizi anayım. Nefsinize insaf edin, ben ondan
gafil değilim.
245
27. ALLAH'IN KULLARINA ÖĞÜTLERİ
Hakk Teâlâ hazretleri şöyle buyurdu:
— Şu kişiye şaşarım ki, ölümün var olduğunu bildiği halde kendinde
huzur bulur, içi rahat eder. (İlâhî huzurda) hesâp vereceğini bildiği halde mal
- mülk peşinde koşar. Kabrin var olduğunu bildiği halde güler, neşelenir.
Ahiret'in varlığını bilip inandığı halde rahat eder. Dünya’nın sonsuzluğunu
bildiği halde gönlü emin olur, kendini emniyette hisseder.
Hakk Teâlâ hazretleri yine şöyle buyurdu:
— Şaşarım şu kimseye ki, dili âlimdir, gönlü câhildir. Su ile
tenini, bedenini yıkar, fakat gönlü temiz değildir. Halkın (insanların)
ayıbını, kusurunu görür, kendi ayıbını ve eksiğini görmez. Yalnız öleceğini,
kabirde yalnız kalacağını ve Ahiret’de yalnız hesâp vereceğini bildiği halde
halkla nasıl kaynaşır?
Hak taâlâ buyurdu:
«Ben kendime tanıklık veririm ki şerikim, ortağım yoktur ve
Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) benim kulum ve Rasû- lümdür.»
— Her kim sabahleyin kalksa, dünyâ için gussa çekse (tasalansa)
bana isyân etmiş (karşı gelmiş) gibidir.
— Her kim dîninde hergün ileri adım atmasa eksiklik içindedir,
ziyandadır. Ona ölüm, dirilikten (yaşamaktan) yeğdir.
— Her kim bildiği ilimle amel etse (ilmi ile âmil olsa) ona
bilmediği ilmi öğretirim.
Hakk Teâlâ buyurdu:
— Ey Adem oğulları! Ben sizi namazda sınadım
(denedim). Tenbel ve gayretsizsiniz. Zekâtta sınadım, cimrisiniz.
Oruç'da sınadım, usanmış ve üzüntülüsünüz. Hastalık ile sınadım,
şikâyetçisiniz. Hayırda sınadım, onu yasak edici, önüne geçicisiniz. Mescid'de
sınadım, esir gibisiniz. Pazarda sınadım, emîr gibisiniz. Nefîs’de sınadım,
kavi (kuvvetli) siniz. Akıl’da sınadım, zayıfsınız. Meğer ki ben size
keremimden rahmet edeyim Yoksa hiç biriniz bu dirlikle rahmete lâyık değilsiniz.
Hak’ taâla buyurdu:
— Kanaat edin, zengin olun. Hasedi (kıskançlığı) bırakın, rahat
edin, huzura kavuşun. Kim haramdan sakınırsa dini tertemiz olur. Gıybeti,
başkalarını çekiştirmeyi terkeden Allah sevgisini elde eder. Kim halktan uzak
bulunursa, halkın şerrinden, kötülüklerinden emîn olur. Kim halkla az konuşursa
aklı çok olur.
Hakk Teâlâ buyurdu:
— Ey Adem oğlu! Dünya işlerini ölmeyecek gibi yaparsın ve ebedî
kalacakmış gibi dünyâ malını toplar durursun.
— Ey Adem oğlu! Her gün ömrün eksilir, sen bilmezsin. Her gün
rızkın gelir, verilir sen hamd etmezsin. Az şeye kanaat etmez, çok şeyle
doymazsın. Hergün benden sana rızık gelir, senden bana kötü ve çirkin amel
gelir. Şaşılacak şey şudur ki, benim rızkımı yersin, bana âsi olursun, karşı
gelirsin. Ben ne gökçek Allahım, sen ne yaramaz kulsun. Ben senden utanırım,
fakat sen benden utanmazsın. Beni unutursun, halkı anar, unutmazsın. Halk’dan
korkarsın, benden emîn olursun, korkmazsın.
Hakk Teâlâ buyurdu:
— Ey Adem oğulları! Şunlardan olmayın: Onlar
tövbe etmekle kıısur ederler, büyük endişe duyarlar ve Ahiret'i
unuturlar. Allaha kulluk edenler gibi konuşurlar, bozguncular gibi hareket
ederler. Eğer verirsem kanaat etmezler, vermezsem sabretmezler. Hayrı
emrederler, hayırı gösterirler, kendileri hayır yapmazlar. Şerden (kötülükten)
halkı sakındırırlar, kendileri sakınmazlar, İyi insanların sözünü naklederler,
fakat onlardan değillerdir. Halktan vefâ isterler, takat kendileri hiç vefâ
etmezler.
Hakk Teâlâ buyurdu:
— Bana itaata sabretmek size günah işlemekten daha kolaydır.
Günahı terketmek Cehennem ateşinden kolaydır. Dünyâ’nın sıkıntısı, Ahîret
azâbından kolaydır. Hepiniz azgınsınız Meğerki ben hidâyet edeyim, doğru yolu
göstereyim. Hepiniz helâk olup durursunuz. Meğer ki ben kurtarayım. Allahın
yarattıklarına lanet ederseniz siz lânete uğrarsınız. Gökler havada (boşlukta)
bir isimle direksiz durur dersiniz, fakat sizin gönlünüz bin nasihatle durmaz.
Kuluz diye tanıklık verirsiniz. Niçin âsi olursunuz? Ölüm hakdır dersiniz.
Niçin ölümü kötü ve çirkin görürsünüz? Size iyilik etmedikçe kimseye iyilik
etmezsiniz. Yardım etmedikçe kimseye yardım etmezsiniz. Size söylemeyince
kimseye söylemez, ağzınızı açmazsınız. Size ikrâm etmedikçe kimseye ikramda bulunmazsınız.
Size yiyecek vermedikçe kimseye yiyecek vermezsiniz. Bu durumda, Allaha ve
Allahın rasûlüne iman eden tam mümin, gerçek imân sahibi: Kötülük edene iyilik
eden, kendinden uzaklaşana yaklaşan, kendisine bir şey vermeyene birşeyler
veren, kendisine «Hâindir» diyene, «o emin ve güvenilir kişidir» diyen ve
kendisine hor bakana ikram eden kimsedir.
248
Hakk Teâlâ buyurdu:
— Evi olmayan kimsenin dünyâ, evidir. Malı olmayan kimsenin dünyâ,
malıdır. Dünyâ malını toplayıp yığan kimsenin aklı yoktur. Dünyâ ile rahat ve
huzur bulan kimsenin anlayışı kıttır. Dünya malına düşkün kimse bilgisizdir.
Hakk Teâlâ buyurdu:
— Bana verdiğiniz sözde durun, ben de size olan sözümü yerine
getireyim. Sâlih ve makbûl amelden başka cennete yol yoktur. Cennete ancak
sabretmekle girilebilir. Nafile (fazla) namaz kılmakla bana yakın olun, bana
yaklaşın. Muhtaçları razı ederek benim rızâmı ve hoşnutluğumu kazanın.
Âlimlerle bir arada bulunmak ve onlardan faydalanmakla benim rahmetime rağbet
edin, aşırı alâka gösterin. Göz açıp yumunca- ya kadar olan zaman içinde benim rahmetim
âlimlerden ayrılmaz. Kim bir fakire kibirli davransa onu kı- yâmette karınca
biçiminde diriltirim. Bir fakire ikram etse onu dünyâ ve ahiret’de ulu ederim,
yükseltirim. Kim bir fakirin ayıbını açığa vursa ben onun yetmiş ayıbını
açıklarım. Kim bir fakiri horlarsa benimle cenk etmiş gibidir.
Hakk Teâlâ hazretleri şöyle buyurdu:
— Nasıl kandildir ki, yel onu söndürür. Nice ibâdet edenler vardır
ki, şaşkınlık onu fesada götürür. Nice zengin vardır ki, zenginlik onu
şaşırtır. Nice fakirlik vardır ki, yoksulluk onu kötülüğe sevkeder. Nice âlim
vardır ki ilmi onu saptırır. Nice câhil vardır ki, bilgisizliği onu felâkete
götürür. Şimdi eğer beli bükülmüş ihtiyarlar, benden korkan yiğitler, süt emen
ma- sûm yavrular olmasaydı, gökleri demir, yeri tunç ya-
249
par; gökden bir damla yağmur yağdırmaz ve yerden bir çekirdek
bitirmezdim. Hem de onlara devamlı azâb ederdim.
Hak Sübhânehü hazretleri buyurdu:
— Hacetiniz olduğu müddetçe bana itaat edin. Cehennem ateşine
sabredeceğiniz kadar bana âsî olun. Rızkınızı hazır görüb (rızkınıza bakıb)
ölümünüzü uzak görmeyin. Dininizi, malınızı ve etinizi (bedeninizi) ıslâh
edin. Eğer dininizi ıslâh ederseniz etiniz ve kanınız, ıslâh olur.
Çırağ, kandil, mum gibi olmayın. Zîra kendi yanar, halk onun nûru
ile aydınlanır. Dünya muhabbetini gönlünüzden çıkarın, muhakkak dünya sevgisi
ile benim muhabbetimi ebediyen bir araya getirmem. Rızık toplamakta nefsinizi
yumuşak tutun, çünkü rızık kısmet olunmuştur. Haris (arzularına düşkün) kimse
mahrum, cimri (elisıkı) kimse ise kınanmıştır. Ecel vâcib- dir ve Hak
bilinmektedir. Bütün hikmetin, yücelmenin başı Tanrıdan korkmaktır. Zenginliğin
hayırlısı kanaattir. Rızkın hayırlısı takvadır, Allaha yakın olmaktır.
Gönüllerin hayırlısı yakîni (kesin imanı ve bilgisi) çok olandır. Nimetlerin
hayırlısı sağlıktır. Amellerin kötüsü yalan söylemektir. [(yoksa) Rabbin
kullarına (zerrece) zulmedici değildir] (91)
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu:
— Ey iman ettiğini söyleyip, imanın gereğini işlemeyenler! Yoksa
sizde ölümden emin olma, korkmama gibi bir durum mu vardır? Cehennem ateşinden
kurtuluş mu vardır? Eceliniz belirlidir. Nefisleriniz,
(91) Fussilet Sûresi,
âyet: 46.
250
canlarınız yok olacaktır. Gizli şeyleriniz açığa çıkacaktır. Her
gün ömrünüz eksilir, kabre yaklaşırsınız. (Onun için, ey selîm akıl sahipleri!
Allahtan korkun. Olur ki kurtuluşa erersiniz.) (92)
Şânı olan Allah Teâlâ hazretleri buyurdu:
— Ey Ademoğlu! Sabırlı ve alçak gönüllü ol, seni yücelteyim.
İstiğfar et (yarlığ dile) seni yarlığayayım. Benden iste vereyim. Bana tövbe
et, kabûl edeyim. Sadaka ver, bereket vereyim. Kavmine ulaş, yakınlarını
ziyaret et, ömrünü uzatayım. Benden âfiyet iste, sana sağlık vereyim. Bilki
selâmet, kurtuluş tenhâda tek başına ibâdetle meşgûl olmaktadır. İhlâs (samimiyet
ve saflık) haramdan sakınmaktadır. Rağbet (iyiye ulaşmayı istemek) tövbededir.
Zenginlik kanaattadır.
Toklukta nasıl ibâdet, kulluk istersin? Dünyayı sevmekle nasıl Allah
Teâlâ'nın muhabbetini, sevgisini istersin? Devamlı uyumakla nasıl gönül
cilâsı, parlaklığı istersin? Miskinleri (biçâreleri) sevmemekle nasıl Allah
rızasını istersin? Cimrilikle nasıl Allahın rahmetini istersin? Nasıl Cennet
istersin? Dünyâyı sevmekle, Az ilim ve bilgi ile nasıl saadet mutluluk
istersin? Dervişleri sevmediğin halde ne biçim korkarsın?
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu:
— Tedbir (temkinli olmak) gibi maişet (geçim) yok. Halkı incitmemek
gibi yücelik, büyüklük yok. Tövbe gibi şefaatçi yok. İlim gibi ibâdet yok.
Korkmak gibi saadet yok. Allah, ölüm sırlarını açıklar. Kıyâmet haberini ortaya
çıkarır, gösterir. Eğer küçük bir günâh iş-
(92) Mâide Sûresi, âyet :
100.
251
lesen ona bakma. Onunla kime isyân ettiğine dikkat et. Sana azık
verilmezse ona bakma, bilâkis sana o rızkı veren (Allaha) bak. Benim cezamdan
emin olma, zira benim cezam çok gizlidir. Ben sizin şeklinize ve malınıza
itibar etmem, bakmam. Fakat ilminize ve gönlünüze (kalbinize) bakarım.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu:
— Ey Ademoğulları! Nefsinize, tövbe etmekle iyilik edin, güzel ve
makbul amelle onu yüceltin. Kıyamet günü olmadan Allah’dan korkun. Onun sayısı
elli bin yıldır. O uzun günlerden sakının. İşitiriz dedikleri halde
işitmeyen, kulakları tıkalı hissiz kavim ve kimselerden olmayın.
Şanı yüce olan Allah Teâlâ hazretleri buyurdu:
— Fâiz (verdiğinin fazlasını) yiyen kimselere, Râh- ıııân olan
Allah’ın gazab edeceğini bildirmek iyi bir haber mi olur?
Ne zaman gönlünde kasavet, darlık bulsan, bedeninde durgunluk ve
gevşeklik hissetsen, rızkında ve malında mahrumiyet ve ziyan görsen bilki
bunlar hep boş ve lüzumsuz sözlerden ileri gelmektedir. Dilin doğru olmayınca
dinin tamam olmaz. Rabbinden utanmayınca dilinle birlikte dinin tamam olmaz.
Eğer halkın ayıbına baksan ve kendi ayıbını görmesen şeytânı razı edersin,
Allah’ı incitirsin.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu:
— Şeytan sizin düşmanmızdır, ondan sakının ve bölük bölük toplanıp
sevk edileceğiniz gün için güzel ve makbul amel işleyin. Hakk Teâlâ’nın
huzurunda durursunuz saf sâf, kitabınızı (amel defterinizi) okursunuz harf
harf. Gizli ve açık işlediklerinizden soru-
252
lursunuz. Ben öyle bir hükümdarım ki, bana benzer başka bir
hükümdar yoktur. Kim gündüz oruç tutarsa ona çeşitli nimetler veririm. Kim
günahlarına tövbe ederse benim azâbımdan emin olur. Bana şükredin, vereyim.
Benden yarlığ dileyin rahmet edeyim, yarlı- ğayayım. Ben ibâdete lâyık tek
Allahım, bana ibâdet edin. Ben istenilenim, benden isteyin. Ben bağış dağıtanım,
benden bağış dileyin. Her şeyi hakkı ile bilen benim, benden ilim isteyin.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu:
— Ben kendime ve melekler bana tanıklık ederler ki, benden başka
Hak ma’bûd (Allah) yoktur. Benim katımda din, İslâm dinidir. Kim iyilik etse ve
ihsanda bulunsa ona Cenneti veririm. Kim bana âsî olsa, karşı gelse ona
Cehennem ateşi ile azâb ederim. Kim benim rahmetimden ümidini keserse onu helâk
ederim. Kim Allahı bilir ve O'na itaat ederse İlâhî azâbdan kurtulmuştur. Kim
şeytanı bilir ve ona uymazsa emin olmuş ve saadeti bulmuştur. Kim Ahireti bilir
ve onun için amel işlerse hidâyeti, doğru yolu bulmuştur. Rızkı benim
verdiğimi bilene zahmet ne? Şeytanı bilene, ondan gâfil olmak ne? Cehennem
ateşinden korkana rahat ne? Cenneti bilen kimseye günâh işlemek ne? Bütün
işlerin benden olduğunu bilene feryâd etmek ne? Benim yüceliğimi ve büyüklüğü
bildiği halde halka karşı böbürlenip kibirlenmek ne?
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu:
— Azığınızı çok yapın, yol uzaktır. Geminizi iyi onarın, deniz
derindir Bana niçin âsî olursunuz? Böyle güneş ısısından çok zahmet çekersiniz.
Şaşıla-
253
cak şey şudur ki. Cehennem yedi tabakadır. Her tabakada yetmiş bin
çukur vardır. Her çukurda yetmiş bin avlu vardır. Her avluda yetmiş bin tabut
vardır. Her tabutta yetmiş bin akreb vardır. Her akrebin bin kuyruğu vardır.
Her tabutun üstünde Zakkûmdan yetmiş bin ağaç vardır. Her ağacın altında yetmiş
bin bukağı (köstek) vardır. Her bukağı’nın başında yetmiş bin melek vardır. Her
meleğin elinde yetmiş bin yılan vardır. Her yılanın uzunluğu yetmiş arşındır
ve her yılanın ağzı zehir ile doludur.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu:
— İzzetim, ululuğum hakkı için ben o Cehennemi kâfirler, onu hak
edenler, günâh işleyenler, babasına ve anasına âsî olanlar, içki içenler,
riyâkârlar zekât vermeyenler, zinâ edenler, fâiz yiyenler ve öksüzlere zulüm ve
hazsızlık edenler için yarattım, iman edip güzel ve makbûl amel işleyenlerin
kötü davranışlarını iyiliğe çeviririm. Şimdi, ey benim kullarım! Bedenler
zayıftır ve sefer (yolculuk) uzundur. Yük ağırdır, sırât köprüsü ise incedir.
Hüküm veren (Hâkim) âlemlerin rabbı olan Allah'dır.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu:
— Ey Adem oğulları! Dünyâ’ya niçin fazlaca bağlanırsınız? Halbuki
o fânidir, nimetleri yok olur ve hayatı kesiktir, belirli yerde biter. Doğrusu
bana itaat edenler, ibâdet edenler Cennete girerler. İtaat etmeyenler ve
ibâdet etmeyenler ise Cehenneme girerler. Cennetin de sekiz kapısı vardır. Her
Cennette yetmiş bin bahçe vardır. Her bahçede yetmiş bin yakuttan köşk vardır.
Her köşkte yetmiş bin zümrütten avlu vardır. Her avluda yetmiş bin kızıl
altundan ev vardır. Her
254
evde ak gümüşten yetmiş bin maksûre (parmaklıklı ve süslü köşe)
vardır. Her köşede Anberden yetmiş bin sofra vardır. Her sofrada Cevherden
yetmiş bin çanak vardır. Her çanakta yetmiş bin türlü yiyecek vardır. Her
maksurenin etrafında kızıl altundan nice tahtlar vardır. Her tahtın çevresinde,
âb-ı hayat (hayat suyu), süt, bal ve tatlı şarab’dan nice ırmaklar vardır ki
akar. Her ırmağın ortasında nice çeşit yemiş vardır. Her evde kızıl ipekten
nice çadırlar vardır. Her çadırda nice türlü döşekler vardır. Her döşeğin
üzerin, de de bir huri vardır. Her hûrî’nin ak inciler gibi câ- riyeleri
vardır. Her köşkün üzerinde yetmiş bin kubbe vardır. Her kubbede Allah
tarafından yetmiş bin hediye vardır. Gözler onu görmüş değil, kulaklar işitmiş
değil ve gönüllerden geçmiş değildir. Nasıl isterseniz hertürlü yemiş vardır.
Arzu ettiğiniz her çeşit kuş mevcuttur. Ölmek ve hasta olmak yoktur.
Gam—kasâvet, namaz, oruç ve hacc yoktur. Muharebe yoktur. Bey yok. Beye boyun
eğenler yoktur. Hâkim, nâib ve davacılar yoktur. Oradan çıkmak yoktur. (Artık
onlar için, işlemekte oldukları bir mükâfat olarak gözlerin aydın olacağı
(nimetlerden) neler gizlenmiş bulunduğunu kimse bilmez. (93)
Hakk Teâlâ hazretleri şöyle buyurdu:
— Ey Ademoğlu? Seninle benim aramda üç şey vardır.
Biri benim için, biri senin içindir. Diğeri ise seninle benim
aramdadır.
Seninle benim aramda olan, senin istemen, benim
(93) Secde Sûresi, âyet ;
17
vermemdir. Fakat
benim olan senin canındır, Sana ait olanı ise o senin amelindir. Şimdi aç ol
beni gör. Bana ibâdet et ve bana ulaş. Beni iste ve bul. Şunu da şöyle bil:
Nice beyler zulüm işlediklerinden ve bozgunculuk yaptıklarından cehenneme
girerler. Nice âlimler hased etmekle Cehenneme girerler. Nice alış—veriş yapan
tacirler hâinlikleri yüzünden Cehenneme girerler. Nice ibâdet edenler,
riyakârlıklarından dolayı Cehenneme girerler. Nice baylar, kibirli olmalarından
Cehenneme girerler. Nice dervişler yalan söylemekle Cehennemi girerler.
Bilgisiz âlîm yağmursuz buluta benzer. İlim siz amel, yemişsiz ağaca benzer.
Zekâtı verilmeyen mal tozlu yere tahıl (tohum) etmeye benzer. Câhilin yanında
ilim hayvanın boynuna asılmış mücevher gibidir Ölmüş, sönmüş gönüller, suya
düşmüş taş gibidir Gönülsüz vâizler (öğütçüler), kabirlerde ağıt okuyan
sağucular gibidir. Haramdan sadaka vermek, bevl (sidik) ile abdest almak gibidir.
Zekâtsız mal cansız ve ruhsuz tene, bedene benzer. Tövbesiz âlim, binasız kapı
gibidir. Sözün en doğrusunu yüce ve büyük Allah söylemiştir.
28. İLYÂS (aleyhisselâm) ’IN
PEYGAMBERLİĞİ
Nakledildiğine göre, Hakk Teâlâ hazretleri, Hezekiel peygamber (aleyhisselâm)
ın canını alınca, İsrail oğulları arasında şirk (Allaha eş koşma, ortak
tanıma) ve fesâd (bozgunculuk) çoğaldı. Hak Celle ve alâ hazretleri İl- yâs (aleyhisselâm)
’ı onlara peygamber olarak gönderdi.
Muhammed bin İshâk (Allah ona rahmet etsin) şöyle der:
256
«İlyâs (aleyhisselâm) Hârûn
peygamberin oğullarındandır. Hakk Teâlâ hazretleri Mûsâ (aleyhisselâm) 'dan
sonra Tevrât unutulmasın diye bir biri ardınca peygamberler gönderdi. O
peygamberler Tevrâtı saklarlar, muhâfaza ederlerdi. İlyâs (aleyhisselâm) kırk yaşına geldiğinde Mûsâ (aleyhisselâm) ’a
benzerdi.
Cebrâil (aleyhisselâm) İlyâs
(aleyhisselâm) 'a geldi, İlyâs (aleyhisselâm) Cebrail'e:
— Sen kimsin? dedi.
Cebrâil (aleyhisselâm) da:
— Cebrail’im! diye karşılık verdi.
İlyâs (aleyhisselâm) :
— Rahmet etmeye mi, yoksa azâb etmeye mi geldin? dedi.
Cebâri! (aleyhisselâm) :
— Sana peygamberlik müjdesi vermeye geldim. Şüphesiz Allah Teâlâ
hazretleri seni İsrâil oğullarının beylerine davete gönderdi. Onlar puta
taparlar. Git onları Allah’a ibâdete, O’na kulluk etmeye davet et. O beylere
seninle bu davete katılmalarını söyle, dedi.
İlyâs (aleyhisselâm) :
— Ben onlara nasıl gideyim? Onların ordusu var, bense yalnızım,
dedi.
Cebrâil (aleyhisselâm) :
— Kuvvet ve üstün gelmek ordu ve asker ile değildir. Allah Teâlâ
kime dilerse ona verir. Eğer dağlara ve ateşlere emredersen, sana itaat
ederler, boyun eğerler. Zira Allah sana yetmiş peygamber kuvveti verdi. Var
git, kavmine yumuşak söyle ve onları Allah dinine davet et, dedi.
. 257
Bunun üzerine İlyâs (aleyhisselâm) kavmine gitti ve onları dine, çağırdı. İtaat
etmediler ve daveti kabul etmediler, İlyâs (aleyhisselâm) iki rekât namaz kıldı ve secde ederek şöyle
niyaz etti:
— Ey Allahım! Bu kavmi dine çağırdım. Kâr etmedi. İmana
gelmediler. Bilâkis küfürleri arttı. Ey Rabbim! Benim hakkımı onlardan almadan
beni dünyâ’dan çıkarma.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu:
— Ey İlyâs! Senin hacetini, dileğini kabul ettim. Benden iste! Ne
dilersen vereyim.
İlyâs (aleyhisselâm) dedi:
— Onlara kıtlık ver ve yağmur yağdırma. Otlar bitmesin. Kıtlıktan
helâk olsunlar.
Ondan sonra Hakk Teâlâ hazretleri onlara kıtlık verdi. Hattâ
leşlerini yediler. O zaman kuşlar:
— Ey Allahın peygamberleri! Hakk Teâlâ hazretleri onların rızkını
senin eline verdi. İşte onlar açlıktan helâk oldular. Onları esirgemez misin?
İlyâs (aleyhisselâm) :
— Hakk Teâlâ hazretleri onlara gazâb etti. Eğer imana gelmezlerse
yok olurlar, dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu:
— Ey İlyâs! Gökler ve yerler onlar için ağlar. Sen onları
esirgemedin. Benim kullarımdan binlerce kişi açlıktan yok oldular, öldüler.
Melekler ve kuşlar senden bağışlanmalarını dilediler, sen kabul etmedin: Benim
kullarıma insafsızlık değil midir bu? Şâyet onların isyânı bana ise ben
onların rızıklarını kesmem.
İlyâs (aleyhisselâm) şöyle
dedi:
— Ey Rabbim! Ben onlara senin için gazâb ede-
F: 17
rim, kızarım.
Sen kullarının durumlarını bilirsin. Eğer benim onlara ettiğim yaramaz, yersiz
ise tövbe ederim. Ey Rabbim! Beni bu işte esirge!
Nakledildiğine göre İlyâs (aleyhisselâm) kavmine geldi Yûnus (aleyhisselâm) küçük çocuktu. Öldü. Annesi yas tuttu İlyâs (aleyhisselâm)
'a geldi ve:
— Hakk Teâlâ hazretlerine yalvar ve iste. Oğlum Yûnus yine diri
olsun, dedi.
Bunun iizerine İlyâs (aleyhisselâm) Allah'a niyazda bulundu. On beş günden sonra
Yûnus (aleyhisselâm) yine sağ oldu
hayata kavuştu. Hakk Teâlâ hazretlerinin kudreti ile İlyâs (aleyhisselâm) ’ın
kavmi onu gördüler. Yine boyun eğmediler. İnkârları daha da arttı.
İlyâs (aleyhisselâm) .
— Ey Allahım! Senin risâletini, peygamberlik vazifesini bunlara
eriştirdim. İtaat etmediler, boyun eğmediler. Beni bunların arasından çıkar ve
bunlara azâb et, dedi.
Müfessirler şu bilgiyi naklederler: O vakit Yûşâ (aleyhisselâm) Şam'ı aldı ve Ba'lebek'e geldi. Onun (Ecib)
adlı bir beyi vardı. Onun bir hatunu vardı. Yetmiş bey öldürmüştü. Yedi oğlu
vardı. Yahyâ peygamberi de o kadın şehid etmiştir. Öyle ise Hakk Teâlâ İlyâs
peygamberi o beye ve kavmine pevgamber göndermişti. O kavim imana gelmedi ve
İlyâs peygamberin peygamberliğini kabul etmedi. Hattâ o bey İlyâs peygamberi
öldürmek istedi. İlyâs (aleyhisselâm) kötülüğe başladıklarını görünce ulu bir dağa
çıktı. Onun adı Cebel-i Lübnân (Lübnân dağı)’dır. Yedi yıl bu dağda kaldı. Ağaç
ve yaprak yedi. Bir gün o beyin oğlu hasta oldu. O bey puta çok yalvardı ve
şifâ istedi.
259
Hakk Teâlâ hazretleri İlyâs (aleyhisselâm) 'a:
— Dağdan in! Git o beyi imana davet et, çağır! Onlardan korkma! Ben
onların kötülüğünü senden men ettim, buyurdu.
Hakk Teâlâ hazretleri o beyin gönlüne korku bıraktı. Ondan sonra
İlyâs (aleyhisselâm) dağdan indi ve
onlara:
— Hakk Teâlâ hazretleri beni size peygamber gönderdi. Şimdi imana
gelin! Allahın önünde eğilin! dedi. Sonra:
— Hakk Teâlâ hazretleri şöyle buyuruyor: Ey Melik! Benden başka
tanrı yoktur. Bütün âlemi, herşeyi ben yarattım. Onlara rızık verdim. Onu
dirilttim, yine öldürdüm ve yine dirilttim. Sen Allaha şirk koşarsın, eş ve
ortak tanırsın. Oğluna puttan şifâ istersin. Halbuki o putlar bir şeye sâhip
değildirler. Başkalarına nasıl şifâ verirler dedi.
Bu sözü işittiler. O beyin kavminden elli kişi hile ve tuzak
hazırladılar. Dağa çıktılar ve:
— Senin rabbine iman ettik, dediler.
İlyâs (aleyhisselâm) :
— Ey Allahım! Eğer bunlar doğru söylüyorlarsa izin ver, onlara
gideyim. Eğer bunlar yalan söylüyorlarsa ateş ver, onları yaksın, dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri bunlara ateş verdi, yaktı. Bu haber O (Ecib)
adlı hükümdara ulaştı. O kavim başka hile ve tuzak kurdular. Hakk Teâlâ da
onlara tekrar ateş verip yaktı.
Ondan sonra o hükümdar İlyâs (aleyhisselâm) ’ın ailesine «İlyâs (aleyhisselâm)
’a îmân ettim» diye yazıcısını gönderdi. Yazıcı bir cemaat (topluluk) ile o
dağa çıktı. Ondan sonra İlyâs (aleyhisselâm) halkı dine davet etti. Onu sesinden ta-
260
nıdılar. Son derece görmeyi arzu ettiler. Daha sonra Ecib’in oğlu
öldü. İlyâs (aleyhisselâm) dağdan geri
döndü Tekrar yerine geldi. Yedi yıl üzüntü içinde kaldı.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu:
— Ey İlyâs! Bu ne üzüntüdür? Ululuğun hakkı için dile benden ne
dilersen veririm. Zira benim rahmetim geniştir ve fazlım büyüktür.
İlyâs (aleyhisselâm) :
— Beni öldürmeni, anneme ve babama kavuşturmanı dilerim. İsrâil
oğullarının elinden son derece usandım ve üzüldüm, dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu:
— Ne dilersen dile?
İlyâs (aleyhisselâm) :
— Yedi yıl, benim şefaatim olmadan, gökden yağmur yağmasın dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu:
— Ey İlyâs! Zâlim olsalar bile ben kullarımı esirgerim. Fakat üç
yıl yağmur hâzinesini senin eline veriyorum.
İlyâs (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Ben o kıtlıkta nasıl dirlik edeyim, geçineyim? dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu:
— Kuşları senin emrine verdim. Başka yerden sana azık getirsinler.
İlyâs (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Razı oldum, dedi.
Sonra Hakk Teâlâ hazretleri yağmuru tuttu. Hattâ kıtlıktan dolayı
nice hayvanlar açlıktan öldü.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu.
— Ey İlyâs! Muhakkak çok kişileri helâk ettin,
ölümlerine sebep oldun. Halbuki onlar bana âsî olmadılar.
İlyâs (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Gidip onları ben îmana çağırayım. Olur ki senden
başkasına tapmaktan vaz geçerler, dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri huyurdu:
— Onları davet et! îmana çağır!
İlyâs (aleyhisselâm) tekrar
o kavme gitti ve:
— Ben sizi açlık ile helâk ettim, yok olmanıza sebep oldum. Sizin
yüzünüzden bunca canlılar ve kuşlar bile yok oldular. Zîra siz bâtıl (asılsız
bir inanış) üzerindesiniz. Eğer dininizin bâtıl ve asılsız olduğunu bilmek ve
görmek isterseniz, putlarınızla çıkın yağmur isteyin. Şâyet yağmur yağmazsa
bilin ki putlarınız bâtıldır, asılsızdır. O kavim putları ile sahrâya
çıktılar, yalvardılar, çare bulamadılar. Yağmur yağmadı. Sözlerinin
geçmediğini gördüler. Tekrar îlyâs (aleyhisselâm) 'ın yanına geldiler ve:
— Sen Allah'a yalvar! Olur ki çare bulunur? dediler.
İlyâs (aleyhisselâm) duâ
etti, Allah’a yalvardı. Allah Teâlâ kendi keremi ile bunların duâsını kabul
buyurdu. Bir kalkan gibi deniz üzerinden bulutun çıktığını gördüler. Ondan
sonra o bulut her tarafı kapladı ve yağmur yağdırdı. Bunların şehri ve
kendileri hayat buldular. O belâ bunların üzerinden gidince, yine verdikleri
sözü unuttular, âsî oldular, İlyâs (aleyhisselâm) bunların bu hâlini görünce, Allah’tan,
aralarından çıkıp gitmeyi diledi.
Allah Teâlâ hazretleri buyurdu:
— Ey İlyâs! Risâleti, peygamberlik görevini yerine getirdin. Para
etmedi. Şimdi Elyesa’ı yerine halife, vekil koy. Ben onu İsrâil oğullarına
halife kıldım. Gör- ki ben onlara nasıl azab ederim. Ondan sonra İlyâs (aleyhisselâm)
onların arasından çıktı gitti.
Tanrı taâla hazretleri buyurdu:
— Sana (başına) ne gelirse korkma!
Râviler şöyle rivayet ettiler. İlyâs (aleyhisselâm) oradan gidince bir yere vardı. Orada dururken
bir at geldi. Yüzünde nur vardı. Kanatları vardı. O at İlyâs (aleyhisselâm) :
— Ey Allahın Peygamberi! Benim üzerime bin. Muhakkak Hakk Teâlâ
hazretleri beni senin için yarattı dedi.
İlyâs (aleyhisselâm) bu sözü
işitince o atın üstüne bindi.
Elyesa şöyle dedi:
— Ey İlyâs! Bana ne buyurursun?
İlyâs (aleyhisselâm) arkasından bir kaftan çıkardı. Elyesa (aleyhisselâm)
'a giydirdi. İlyâs (aleyhisselâm) ’ın halîfesi olduğuna o kaftan, İsrâil
oğulları için, nişan oldu.
Ondan sonra Cebrail (aleyhisselâm) İlyâs Peygambere gelip:
— Ey İlyâs! Şimdiden sonra ister yeryüzünde, ister göklerde,
nerede istersen melekler gibi uç dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri ona melekler gibi elbise giydirdi. Ondan yemek,
içmek isteğini ve lezzetini kaldırdı. İlyâs (aleyhisselâm) şimdi nerde dilerse orada uçar.
Vehb bin Münebbih (radiyallâhu anh) şöyle der: İlyâs (aleyhisselâm)
karadadır. Hızır (aleyhisselâm) ise denizdedir.
Kûtü'l-Kulubda Ebu Talib-i Mekki taralından şöy
le nakledilmiştir:
263
— İlyâs (aleyhisselâm) bir
gün oturuyordu. Ruhunu kab- zetmek, canını almak için Azrail (aleyhisselâm) geldi. İlyâs (aleyhisselâm) çok ağlayıp sızlandı.
Hakk Teâlâ hazretleri Azrail (aleyhisselâm) ’a:
— Benim kuluma sor! Niçin böyle ağlayıp sızlar? Dünyâ için mi
ağlıyor? Yoksa benden korktuğu için mi ağlamaktadır? buyurdu:
İlyâs (aleyhisselâm) :
— Öldükten sonra Hakkı (Allah'ı) zikredemeye- ceğim, O’na kulluk
edemeyeceğim için ağlarım. Benim bazı kavmim Allah’ı zikrederler. Ben ise
bundan mahrum kalıyorum diye ağlıyorum dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri ölüm meleği Azrail'e:
— İlyâs'ın cannı alma, bana zikretmek için yaşamak ister, kendisi
için istemez. Bırak onu kıyamete kadar yürüsün, gezip dolaşsın, buyurdu.
Hızır ve İlyâs (aleyhisselâm) Doğuda ve batıda, karada ve denizde seyr
ederler, gezip dolaşırlar. Nerede Allah’ı zikir varsa orada buluşurlar.
Allah'ın salât ve selâmı (Rahmet ve selâmeti) onların üzerine olsun,
29 DAVÛD (aleyhisselâm) ’IN PEYGAMBERLİĞİ
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) şöyle demiştir:
İlyâs (aleyhisselâm) 'dan sonra İsrail oğulları kavmi bölük bölük
oldular. Hakk Teâlâ hazretleri Dâvud (aleyhisselâm) ’ı onlara davetci,
peygamber gönderdi. Dâvud (aleyhisselâm) İsâ'- nın oğludur. İsâ Yahûdâ'nin oğludur, Yahûdâ
da Yakûb (aleyhisselâm) 'ın oğludur. Yani Dâvud (aleyhisselâm) Yakûb (aleyhisselâm) 'ın as- lındandır.
İsrail oğulları kavmi fesâdla (bozgunculukla) meş-
264
gul olup
şeytanın kandırıcı sözlerine (vesvesesine) uyunca, Hakk Teâlâ hazretleri Dâvud (aleyhisselâm)
’a Zebûr'u verdi. Zebûr yüzelli sûre idi. Tamamı dua ve Allah'a sena (övgü)
şeklinde idi. Helâl ve haram, farzlar ve hu- dûd (cezâlar) gibi hükümler onda
yoktu. Zebûr’un evvelinde: «Hikmetin (ilim ve irfânın) başı Allah'dan
korkmaktır» ibaresi yazılmış idi. Sonunda ise şu ibare yazılıydı:«Hakk Teâlâ
hazretleri buyurdu: İlmi ile amel etmeyen her âlim şeytan ile beraberdir. Dünya
için zenginlerin önünde eğilen her derviş köpek ile beraberdir. Malından zekât
ve sadaka vermeyen her zengin domuzla beraberdir« Allah'a sığınırız.
Nakledildiğine göre Dâvud (aleyhisselâm) 'ın çok hatunu var idi. Hakk
Teâlâ hazretleri ona öyle bir kuvvet verdi ki, bir gecede hepsine erişirdi. Bir
gün İsrâil oğulları:
— Ey Allahın peygamberi! Faziletinden, Allah katındaki üstün
derecenden bize bilgi vermeni dileriz- dediler.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Beniın
faziletim şudur dedi: Hakk Teâlâ hazretleri, kardeşlerim arasından beni
peygamber seçti. Benim elimle Calût'u öldürdü. Ve bana Zebûr'u gönderdi. (94)
Bir gün Dâvut (aleyhisselâm)
mihraba (mâbeddeki özel yere) girdi.
Secde ve rükû edip çok ağladı. Ondan sonra başını göğe kaldırıp İbrahim, İshâk
ve Yakûb (aleyhisselâm) ’ın keramet ve mucizelerini bir bir sayıp şöyle dedi:
— Ey Rabbim!
Bütün hayırların benden önce babam ve dedemle gitmiş olduğunu gördüm. Allahım!
(94) Câlut, İsrail oğullarını mağlûp eden Filistin
kralıdır. Kur’an'da beyan edildiği gibi Dâvud (aleyhisselâm) tarafından öldürülmüştür.
265
İbrahim'i Halil etmekle, ateşi ona soğuk ve selâmet yapmakla,
ayrıca Nemrûd’u kahretmekle ulu ve yüce ettin. Ondan sonra İsmâil’i gerçeklikle
kemâle erdirdin. İshâk (aleyhisselâm) ’ı yalnızlıkla kemâle ulaştırdın. Ya-
kûb (aleyhisselâm) ’ı oğulları ile aynı mertebeye çıkardın. Mû- sâ (aleyhisselâm)
’ı Nebî ve Kelim eyledin. Onunla yüzyüze konuştun. Hârûn (aleyhisselâm) ’ı
ilimle yücelttin. İlyâs (aleyhisselâm) 'a kavmine karşı yardım etmekle, yerde
ve göklerde kuş gibi uçmakla yardım ettin. Ondan sonra devamla:
— Ey Allahım! Onlara yaptığın gibi, beni de keramet sahibi kılmanı
dilerim dedi.
Bunun üzerine Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu:
— Ey Dâvud! Senin ululuğun, büyüklüğün şudur: Hem peygamber, hem
halife sana benzer hiç bir peygamber yaratmadım. Aynı zamanda babanı
yarattığımda dağlara: «Sen okuduğun zaman sana ahenk (tempo) tutsunlar» diye
emir verdim. Demiri senin elinde hamur gibi yaptım ve sana demir gömlek (zırh)
yapmayı öğrettim. Kuşlar senin üstünde saf tutup uçarlar, seni gölgelerler.
Sen tesbih ettiğin, Allahı andığın zaman onlar da anarlar. Ey Dâvud! İbrâhim’i
ateşe mübtelâ kıldım, kimseye şikâyette bulunmadı. Her halini bana bildirdi.
Oğlunu kurban etmesini emrettim, sabredip boğazlamak için yatırdı. Ben yerine
koç gönderdim. Yakûb’u, Yûsuf’un hüznü ve gözsüzlük ile mübtelâ ettim,
sabretti. Musa’yı küçükken annesi ateşe attı ve sandığa koyup nehire bıraktı. O
sabretti. Ben de yakmadım, merhamet ettim. Ey Dâvud. Seni bütün belâlardan
sakladım.
Dâvud (aleyhisselâm) bu sözü
işitince secde etti ve çok şükreyledi. Ondan sonra başını kaldırdı:
266
— Ey Rabbim! Anladım. Diğer peygamberler gibi şimdi bana da belâlar
ver, ben de sabredeyim dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu:
— Ey Dâvud! Belâya ve fitneye hazır ol ve sabret! Falan ay ve falan
günde belâya uğrayacaksın.
O gün olunca Dâvud (aleyhisselâm) Mihrâba girdi, kapıyı kapadı. Namaz kıldı ve
Zebûr’u okudu. O gün şeytan altundan bir güvercin suretine girip geldi. İnciden
ve Zebercedden kanatları vardı. Hemen Dâvud (aleyhisselâm) 'ın önüne kondu.
Dâvud (aleyhisselâm) onun güzelliğini
gördü ve çok hoşuna gitti. İsrail oğullarına göstermek için onu tutmak istedi. Hakk
Teâlâ hazretlerinin kudretini görsünler diye. Tutmak isteyince güvercin kaçtı.
Dâvud (aleyhisselâm) onu tutmak için
ardına düştü. O güvercin bir yere kondu. Tekrar tutmak istedi. Gitti bir
bostana kondu. O bostanın içinde bir kadın vardı. Onu görüp hemen, farkında
olmadan o kadına âşık oldu. O kadını almak istedi. O kadın Ûriyâ adlı birinin
hanımı idi.
Dâvud (aleyhisselâm) ’ın zellesi (hatası) hususunda âlimler ihtilâf
etmişlerdir. Bazılarına göre: «Dâvud (aleyhisselâm) Ey- yüb (aleyhisselâm) ’ın kardeşi oğluna
Ûriyâ’yı bir yere göndermesi ve kutsal Tabut'un önünde yürümesi için mektup
yazmıştır. Öyle yaptılar. Ûriyâ şehid oldu. Hanımını Dâvud (aleyhisselâm) aldı. Süleyman (aleyhisselâm) o hanımdan dünyâ’- ya teşrif elti.
Dâvud (aleyhisselâm) o
hanımı alıp ona zifaf etti (onunla gerdeğe girdi) Henüz yapışmadan, Hakk Teâlâ
hazretleri Cebrail ve Mikâil (aleyhisselâm) ’ı Dâvud (aleyhisselâm) ’a
gönderdi. İki erkek suretinde, Dâvud (aleyhisselâm) mihrabda, namaz kılmakta iken geldiler.
Mihrabın bir yanına Cebrail
267
(aleyhisselâm) , bir yanına da Mikâil (aleyhisselâm) durdu. (Dâvud (aleyhisselâm) onları gördü, korktu. Bunlar.
— Korkma! Bizim davamız var. Bir dava için geldik dediler.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Nasıl bir davanız vardır? dedi.
Onlardan biri şöyle söyledi:
— Bu benim kardeşimdir. Onun doksandokuz (di şi) koyunu var. Benim
de bir (dişi) koyunum var. Bu o (dişi) koyunu da: «Bana ver» diyor.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Senin koyunu istemekle sana zulmeder, haksızlık eder dedi.
Âlimlere göre Dâvud (aleyhisselâm) ’ın hatası, şâhid istemeden
«zulüm etti» diye hemen aralarında hüküm vermiş olmasıdır.
Süddî (Allahın rahmeti üzerine olsun) şöyle nak- letmiştir:
— O iki kişi biri diğerine: Bu benim kardeşimdir. Fakat benim
doksandokuz hanımım vardır. Bunun ise bir hanımı vardır. Onların sayısını yüze
çıkarmak istiyorum dedi. Dâvud (aleyhisselâm) :
— Öyle yapma, yoksa seni döverim, dedi.
O kişi:
— Öyle ise sen nasıl lâyık gördün? Ûriyâ’nın bir hanımı, senin
doksandokuz hanımın vardı dedi ve kayboldular.
Dâvud (aleyhisselâm) ortada
kimseyi göremedi. Onların melek olduklarını anladı. Kendi halini kendisine
bildirmişlerdi. Hemen Secde’ye kapandı. Kırk gece başını kaldırmadı. Göz
yaşlarından otlar bitti. Yer, yüzün-
268
de iz yaptı. O halinde o yine Allah'ı zikreder, takdis eder ve
feryâd ederdi. Bütün hayvanlar ve kuşlar onunla birlikte ağlaştılar. Melekler
esirgeyip:
— Ey Allahım! Dâvud senin peygamberin ve hali- fendir. Ağlamaktan
gözleri çeşmeler gibi oldu, diye niyazda bulundular.
Hakk Teâlâ hazretleri onlara:
— Sesinizi kesin! Ben merhamet edenlerin en merhametlisi Allahım.
Onu biliyorum. Benim kapım tövbe edenlere açıktır buyurdu. Dâvud (aleyhisselâm)
secdesinde:
— Ey Allahım! Günahımı bana bağışla. Eğer bağışlamazsan hatam
duyulur ve halk arasında yayılır dedi.
Cebrâil (aleyhisselâm) kırk
geceden sonra Dâvud (aleyhisselâm) 'a gelip:
— Ey Dâvud! Hakk Teâlâ hazretleri seni yarlığadı Nitekim Allah
kitabında şöyle buyurur: «Biz de onu sâlih (bir zat olarak seçtik) yanımızda
onun muhakkak bir yakınlığı ve bir akibet güzelliği vardır.» (95)
Dâvud (aleyhisselâm) .
— Ey Rabbim! Sen affetmeye ve azâb etmeye kadirsin. Kıyâmet günü
gelince o şahıs (Ûriyâ): «Benim bunda kanım var» derse ben ne ederim? Ey
Allahım! dedi. Ve tekrar secdeye kapandı. Cebrâil (aleyhisselâm) gidip tekrar geldi ve:
— Hakk Teâlâ hazretleri sana selâm eder. Kıyamet gününde ben onu
bir yerde alıkoyar ve o kişiye: «Davud’un kanını bağışla» derim. O kişi de:
«Ey Rabbim!
(95) Sâd Sûresi, âyet: 25.
269
Bağışladım» der buyurdu, dedi. Yine Hakk Teâlâ hazretleri: «Seni
Cennete koydum. İstediğin yerde dolaş ve istediğini ye, iç» buyurdu, diye müjde
verdi.
Nakledildiğine göre, İbni Abbâs (radiyallâhu anh) şöyle demiştir:
— O iki melek gidince. Dâvud (aleyhisselâm) secde'ye kapandı. Hiç başını kaldırmadı.
Namaz vakti gelince namaz kılardı. Tekrar secdeye varırdı. Kırk gün kırk gece
yemedi, içmedi ve uyumadı. Durmadan ağlardı ve Hak- dan tövbesinin kabulünü
niyaz ederdi. Secdede:
— Allahım beni düşmanım İblisden (şeytandan) kurtar! Allahım beni
yarattın ve böyle etmemi takdir buyurdun. Ey Allahım! Kıyamet gününde sana
hangi gözle bakayım? Ey Rabbim! Ben güneşin hararetine dayanamıyorum. Cehennem
ateşine nasıl dayanayım? Allahım! Senin gök gürültüsü ve şimşek çakmanın gürültüsüne
tahammül edemiyorum. Cehennemin gürültüsüne nasıl tahammül ederim? Ey Allahım!
Benim gizli, âşikâr herşeyimi Sen bilirsin. Benim özürümü kabul et. Ey Rabbim!
Rahmetinle beni yarlığa. Beni rahmetinden ırak etme. Allahım! Günahımı dilimle
sana arzettim. Beni hor ve hâkir etme, dedi.
Vehb (radiyallâhu anh) şöyle demiştir: Dâvud (aleyhisselâm) dedi ki:
— Ey Allahım! Sen şânı yüce Allah kimseye zulmet- mezsin. Benim
halim nasıl olur?
Hak Taâlâ Hazretleri buyurdu:
— Ey Dâvud! Var git Ûriyâ’nın kabrine. Ondan helallik dile. Ben
ona işittiririm.
Dâvud (aleyhisselâm) Ûriyâ
nın kabrine varıp:
— Ey Ûriyâ! dedi. Ûriyâ:
270
— Buyur efendim! Sen kimsin? Beni uyardın, huzurumu ve manevî
zevkimi bozdun, diye cevap verdi.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Ben Dâvudum,
dedi.
Ûriyâ:
— Ey Allahın
Peygamberi! Niçin geldin? dedi.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Sana ettiğimden dolayı helallik diliyorum, dedi.
Ûriyâ:
— Bana ne yaptın? dedi.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Seni Tabut
önünde yürüttüm. Şehit oldun, dedi.
Ûriyâ:
— Sana hakkım helâl olsun. Beni cennete koydular, dedi.
Hak Taâla
Hazretleri buyurdu:
— Ey Dâvud! Bilmez misinki, ben âdil bir hükümdarım. Sen Ûriyâ'ya
"Senin hanımını aldım" de.
Dâvud (aleyhisselâm)
tekrar gidip Ûriyâ’ya söyledi. Ûriyâ:
— Sen kimsin?
dedi. Dâvud (aleyhisselâm) :
— Ben Dâvudum,
dedi Ûriyâ:
— Niçin geldin?
Ben seni affettim, dedi.
Dâvud (aleyhisselâm)
:
— Senin
hanımını aldım, dedi. Ûriyâ bu sözü işitince:
— Ey Allahın
Peygamberi! Peygamberler böyle işler yaparlar mı? Ben seninle kıyamet gününde
Allahın huzurunda hesaplaşırım, dedi, Dâvud (aleyhisselâm) bu sözü işitince oradan döndü ve başına
toprak saçtı:
— Yazıklar
olsun Davud'a diyerek çok ağladı. Nidâ geldi ki.
— Ey Dâvud! Seni yarlığadım. Senin gözlerini esirgedim. Duanı
kabul ettim.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Ûriyâ beni bağışlamadı, dedi.
Hak Taâlâ Hazretleri:
— Ey Dâvud! ben şanı yüce kıyamet gününde Ûri- yâ’ya öyle şeyler
veririm ki, onları gözler görmedi ve kulaklar işitmedi. Üriyâ ona razı olur ve:
«Ey Rabbim! Ben bunu hak edecek ameli işlemedim» der buyurdu.
Hakk Teâlâ yine buyurdu:
— Sen eğer Davud'un hatasını bağışlarsan karşılık olarak sana
veririm.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Ey Allahım! Bildim ki beni yarlığadın, dedi.
Vehb (radiyallâhu anh) nakletmiştir ki:
— Dâvud (aleyhisselâm) tövbe
ettikten sonra, otuz sene gece ve gündüz ağladı. Hatayı işlediği vakit yetmiş
yaşında idi. Hatasından sonra günlerini (zamanını) dörde ayırırdı. Bir gün
İsrâil Oğulları arasında hükmederdi. Bir gün hanımları ile bir arada bulunurdu.
Bir gün dağlarda ve su kenarlarında ağlardı. Bir gün de evinde yalnız başına
kalırdı. Memleketinde dörtbin mihrâp (ibâdet yeri) vardı. Dörtbin âbid ve
zâhid (ibâdet ve dervişlikle meşgul olan kişi) bir araya gelip Dâvud (aleyhisselâm)
için onunla beraber ağlarlardı.
Dâvud (aleyhisselâm) gezme
günlerinde sahraya çıkardı. Güzel ve tatlı sesle okur ve ağlardı. Dağlar,
taşlar, kuşlar ve canavarlar da onunla birlikle ağlarlardı. Eğer bütün âlemin
göz yaşlarını toplasalar, Dâvud (aleyhisselâm) 'ın gözyaşına ancak denk olurdu.
Şayet yemek yese ve su
272
içse gözlerinin yaşını o yemeğe ve suya karıştırıp ondan yer ve
içerdi.
Nakledildiğine göre Dâvud (aleyhisselâm) bir gün va'z ediyordu. Halka nasihat
veriyordu. Hakk Teâlâ'nın kereminden ve korkularından bahsetti. Kırkbin kişi
onu dinliyordu. Çok kişi o gün onun va’zından öldü.
Hakk Teâlâ Hazretleri, Dâvud (aleyhisselâm) ’ı yarlığadı ve:
— «Ey Dâvud, biz seni yeryüzünde bir halife yaptık. O halde
insanlar arasında hak (ve adalet)le hükmet. (Hükmünde) hevâ (ve heves)e
(hissiyatına) tâbi olma ki bu, seni Allah yolundan saptırır.» (96)
Nakledildiğine göre bir gün Dâvud (aleyhisselâm) 'a bir zincir
indi.
Hakk Teâlâ Hazretleri buyurdu:
— Ey Dâvud! Halk arasında bununla hükmet. Bir kişi dâva etse, o
zincire yapışsın. Eğer dâvası doğru ise o zincire erişsin. Yalansa erişemesin.
Bir kişi başka bir kişiye çok inci emanet etmişti. Ondan sonra o
kişi emanetini istedi. Hemen o kişi o incileri bir asânın içine koyup gizledi.
Dâvud (aleyhisselâm) 'a geldiler. Birisi:
— Ey Allahın Rasûlü! Ben bu şahsa inci emanet ettim. Şimdi inkâr
ediyor. Ben sözümde sadıkım dedi ve gelip o zincire yapıştı. Ondan sonra öbürü
gelip elindeki asâsını inci sahibine «tut» diye verdi. Ondan sonra:
— Ben buna incisini verdim. Sözüm doğrudur dedi ve zincire yapıştı.
Dâvud (aleyhisselâm) hayret içinde
kaldı. Ve zincir geri göklere gitti. Ondan sonra Hak Taâla Hazretleri, Dâvud (aleyhisselâm)
’a:
(96) Secde Sûresi, âyet: 26.
. 273
— İki kişi dâva getirseler şahitlerle hükmet. Ey Dâvud! Senden
sonra yerine halife olacak sana bir oğlan verdim. Ey Dâvud! Şüphesiz hikmet
doksan bölüktür. Yetmişini oğlun Süleyman’a verdim. Yirmisini geri kalan
halka verdim buyurdu. Ondan sonra Dâvud (aleyhisselâm) :
— Ey oğlum Süleyman! Sana üç öğüt vereyim. Eline geçmeyen şeye
tevekkül et. Elde ettiğine razı ol. Elinden kaçana sabret.
Vehb bin Münebbih (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Süleyman (aleyhisselâm) yirmi yaşına girince Cebrâil (aleyhisselâm) Dâvud (aleyhisselâm) ’a geldi. Altından bir
sayfa getirdi ve:
— Ey Dâvud! Hak Taâla sana selâm söyler ve şunu buyurur: Oğullarını
bir yere topla. Bu sayfada ne varsa onlara oku. Onlardan hangisi okuduklarına
cevap verirse onu kendi yerine halife (vekil) koy, dedi.
Dâvud (aleyhisselâm) öyle
yaptı. İçlerinden Süleyman (aleyhisselâm) hepsine cevap verdi. Dâvud (aleyhisselâm) ,
Süleyman (aleyhisselâm) 'ı yerine halife koydu.
Nakledildiğine göre Dâvud (aleyhisselâm) , Beytü’l-Mâlden
(Hâzineden) yerdi. Hak Taâla Hazretleri, demiri onun elinde hamur gibi etti ve
demirden gömlek (zırh) yapmayı ona öğretti. Günde bir gömlek yabıp altıbin
akçeye satardı. İkibin akçesini kendinin ve ailesinin geçimi için ayırır,
dörtbinini İsrâil Oğullarının fakirlerine sadaka verirdi.
F: 18
30. DAVUD (aleyhisselâm) IN MÜNÂCÂTI
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Ey Allahını! Bir kimse bir hastanın hatırını sormaya, onu
ziyarete gitse sevabı nedir? dedi.
Hak Taâla Hazretleri:
— Ey Dâvud! Melekler onun için gökde istiğfar ederler, benden
yarlığ dilerler ve benim rahmetimi onun üzerine saçarlar, buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Bir kimse bir ölüyü yusa sevabı nedir? dedi.
Hakk Teâlâ Hazretleri:
— Onu günahından arıdırırım. Anasından doğmuş gibi olur, buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Allahım! Bir kimse cenazeye kefen sarsa onun sevabı nedir? dedi.
Hak Taâla Hazretleri:
— Ben ona cennette sündüs ve istibraktan (ipek ve atlastan) süslü
elbiseler indiririm, buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Bir kimse cenaze namazı kılsa onun sevabı nedir? dedi
Hak Taâla' Hazretleri:
— Melekler onun ruhuna, canına salavatta bulunurlar ve namazını
kılarlar buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Ey Allahım! Bir kimse kederli kişinin hatırını sormaya varsa onun
sevabı nedir? dedi.
Hak Taâla Hazretleri:
— Ona iman ve takva, dervişlik elbisesini giydiririm, buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Allahım! Bir kişi senin korkundan ağlasa onun ecri, karşılığı
nedir? dedi.
Hakk Teâlâ Hazretleri:
— Onu en büyük korkudan ve cehennemden emin kılarım, buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Tanrım! Bir kimsenin başına bir bela gelse ona sabretse onun
ecri, karşılığı nedir? dedi.
Hakk Teâlâ Hazretleri:
— O kimseye cennette üçyüz derece veririm, buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Rabbim! Bir kimse karanlık bir gecede camiye gitse onun ecri
nedir? dedi.
Hakk Teâlâ Hazretleri:
— Kıyamet gününde ona öyle bir nur, ışık ve aydınlık veririm ki,
onunla dilediği yerde yürür, dolaşır buyurdu.
Davud (aleyhisselâm) :
— Ey Allahım! Bir kimse başka birine karşı gelse, kızsa öç almaya
gücü yettiği halde, dönüp onu affetse bağışlasa o kimsenin ecri nedir? dedi.
Hakk Teâlâ Hazretleri:
— Gönlünü, kalbini iman, yakınlığım ve rahmetimle doldururum
buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Tanrım! Bir zalim, bir kimseye zulüm ve hak-
276
sızlık etse, o zulmedilen kimse hakkını o zalime bağış- lasa bunun
ecri nedir? dedi.
Hakk Teâlâ Hazretleri:
— Kıyamet gününde ben o kimseye büyüklük gösteririm ve suçunu
bağışlarım, buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Allahım: Bir kimse, kolaylık olsun diye, müslümanların yolunu
düzeltse onun ecri nedir? dedi.
Hakk Teâlâ Hazretleri:
— O yoldan ne kadar taş atmışsa o taşlar sayısınca onun
yakınlarından bir kulu cehennemden çıkarırım, kurtarırım buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Bir kimse müslümanların ayıbını söylese onun cezası
nedir? dedi.
Hakk Teâlâ Hazretleri:
— Eğer tövbe ederse cennete herkesden sonra girer. Tövbe etmezse
ilk önce cehenneme girer, buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Ey Allahım! Bir kimse, kendini ve kazancını arıtmak için malının
zekâtını verse onun ecri nedir? dedi.
Hakk Teâlâ Hazretleri.
— Kıyamet gününde dilediğine şefaat etmesine müsaade ettim,
buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Bir kimse yoksulu giydirse onun ecri nedir? dedi.
Hakk Teâlâ Hazretleri:
— Benim
komşuluğumda olur, buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Allahım! Bir kişi itikâfa girse, zikir için bir yere kapansa onun
ecri nedir? dedi.
277
Hak Taâla Hazretleri:
— Bütün suçlarını yarlığarım, buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Bir kimse
kâfiri imana çağırsa onun ecri nedir? dedi.
Hakk Teâlâ Hazretleri:
— Ona şefkat ve
merhamet ederim buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim!
Bir kimse anne ve babasına iyilik etse onun ecri nedir? dedi.
Hakk Teâlâ Hazretleri:
— Ben o kimseyi
cennette saklarım ve memnun olacağı kadar ona sevâp veririm, buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Tanrım! Anne
ve babasına itaat etmeyen kimsenin cezası nedir? dedi.
Hakk Teâlâ Hazretleri:
— Onun yeri
cehennemdir, buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Allahım! Bir
kimse hısım ve akrabasından ayrı düşse, sonra tekrar onlara gitse onun ecri
nedir? dedi.
Hakk Teâlâ Hazretleri:
— Ömrünü
uzatırım ve malını çoğaltırım, buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) :
Ey Allahım! Bir
kimse dili ve kalbi ile seni zik- retse, samimiyetle seni ansa onun ecri nedir?
dedi.
Hakk Teâlâ Hazretleri:
— Kıyamet
gününde benimle beraber olur, buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) :
278
— Tanrım! Bir kimse kendi eli altında olanlara güzel davransa onun
ecri nedir? dedi.
Hak Taâlâ Hazretleri:
— Onun hasenatını, iyiliklerini kabul ederim. Günahını geçerim ve
hesabını kolay ederim, buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm)
.
— Allahım! Bir kimse günah işlese, dönse tövbe etse onun ecri
nedir? dedi.
Hakk Teâlâ Hazretleri:
— O günahı işlememiş gibi olur, buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Rabbim! Bir kimse nafile namaz kılmak, fazladan ibadetle sana
yakın olsa onun ecri nedir? dedi.
Hakk Teâlâ Hazretleri:
— O benim sevgilimdir. Onu halka güzel gösteririm ve onu halka
sevdiririm, buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Tanrım! Bir kimse günah işlese ve tövbe etmese onun cezası nedir?
dedi.
Hakk Teâlâ Hazretleri:
— Duâ edince kabul etmem. Kullarıma rahmet edince ona etmem. Benden
birşey istese veririm, buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Ey Allahım! Bir kimse faiz yese ve tövbe etmese onun cezası
nedir? dedi.
Hakk Teâlâ Hazretleri:
— Kıyamet gününde ona zakkum yediririm, bu yurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) :
279
— Allahım! Bir kimse harama baksa, gözünü ondan ayırmasa onun
cezası nedir? dedi.
Hakk Teâlâ Hazretleri:
— Veli bile olsa onu ağlatırım, buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Bir kimse, bir başkasına emanet bıraksa, sefere gitse ve
döndüğünde emanetini verse onun ecri nedir? dedi.
Hakk Teâlâ Hazretleri:
— Benim azabımdan emin olmaktır, buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Ey Allahım! Bir kimse Allaha kulluk edenlere alâka gösterse ve
kendi de kötülükten sakınsa onun ecri nedir? dedi.
Hakk Teâlâ Hazretleri:
— Benim azabımdan emin olur ve yarın kıyamet gününde Peygamberlerle
beraber ederim, buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Bir kişi namaz vaktinde güzelce ab- dest alsa ecri ne
olur? dedi.
Hakk Teâlâ Hazretleri:
- Beni görür ve benimle beraber olur, buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Allahım, bir kimse oruç tutsa ve çok susasa onun ecri nedir?
dedi,
Hakk Teâlâ Hazretleri:
— Yarın kıyamet gününde susuzluktan emin olur, buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Allahım! Bir kimse (Lâilâhe illellah — Allahtan başka ibâdete
lâyık Tanrı yoktur) dese onun ecri nedir? dedi.
280
Hakk Teâlâ
Hazretleri:
— Ona o kadar
sevap veririm ki, gözler görmüş değildir, buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Rabbim! Hangi
kulun cimridir? dedi.
Hakk Teâlâ:
— Halka
(insanlara) selâm vermeyen kimse cimridir, buyurdu.
Dâvud (A.Ş.):
— Hangi kulun
sevgilidir? dedi.
Allah Taalâ
Hazretleri:
— Benim için
halka karşı alçak gönüllü olan mümin kulumdur, buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Allahım! Sana
şirk koşmayan, sana denk başka bir Tanrı tanımayan kulun ecri nedir? dedi.
Hakk Teâlâ
Hazretleri:
— Cehennemi ona
haram ederim, buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— İlâhî! Hangi
kulların acizdir? dedi.
Hakk Teâlâ
Hazretleri:
— Benim
fazlımdan birşey istemeyenlerdir, buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm)
:
— Allahım!
Hangi kula çok azap edersin? dedi.
Hakk Teâlâ
Hazretleri:
— Benim
takdirime, hükmüme razı olmayana buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Hangi kulun
akıllıdır? dedi.
Hakk Teâlâ
Hazretleri:
281
— Hüküm verdiği zaman Hakka dayanan, hevâya (hissiyatına)
uymayandır, buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) .
— Ey Allahım! Hangi kulun âlimdir? dedi.
Hakk Teâlâ Hazretleri:
— Bir kimse, ilmi olduğu halde halktan ilim öğrenmek istese âlim o
kimsedir, buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Rabbim! Hangi kulun kanaat sahibidir? dedi.
Hak Taâlâ Hazretleri:
— Az rızık verdiğim halde ona kanaat eden kimsedir, buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Hangi kulun hayırlıdır? dedi.
Hakk Teâlâ Hazretleri:
— Yaptığı amel (iş)le insanları kendinden memnun bırakan fakat
kendi hoşnutluğunu düşünmeyen kimsedir, buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Allahım! İbrahim, İsmail ve İshâk (aleyhisselâm) 'ın hürmeti
için benim hatalarımı bağışla!
Rabbim! Kabul olunmayan duadan, makbul olmayan namazdan ve
yarlığanmayan günahdan sana sığınırım! dedi.
Hakk Teâlâ Hazretleri buyurdu:
— Ey Dâvud! Ademi kudret elimle yarattım. Ruhumdan üfledim, ruh
verdim. Melekleri ona secde ettirdim. Keramet elbisesini giydirdim. Onu
cennete koydum. Vakar tacını onun başına giydirdim. Bana yalnızlıktan şikâyet
etti. Havva'yı ona hanım, eş olarak ver-
282
dim. Ondan sonra bana âsi oldu. Ben de cennetten çıkardım.
Ey Dâvud! İyi dinle bu söylediklerim Hakkın kendisidir. Bana mutî
olursan ben de sana mutî olurum. Birşey istersen veririm. Eğer asî olursan sana
fırsat vermem. Tövbe edersen tövbeni kabul ederim.
31.
ALLAHIN DÂVUD (aleyhisselâm) ’A VAHİYLERİ
Allah Taalâ şöyle buyurdu: «Dâvud'a Zebûru verdik» (97) Ey ilâhî
sırları arayan kimse! Şöyle bilki, Zebur, Allah'ın kitabıdır. Allah onu Dâvud (aleyhisselâm)
’a indirdi. Vakit oldukça İsrail Oğulları ile sahra'ya (kıra) çıkıp okurdu.
İsrail Oğullarının âlimleri Dâvud (aleyhisselâm) 'ın arkasında dururlardı.
Diğer halk âlimlerin ardında cinler de onların ardında dururlardı. Kuşlar gelip
başı üzerinde uçarlar, yel esmez ve su akmaz hepsi Dâvud (aleyhisselâm) 'ı
dinlerlerdi.
Nakledildiğine göre, Vehb bin El-Yemâni şöyle demiştir.
— Allah, Dâvud (aleyhisselâm) 'a vahy edip: «İsrail Oğullarına
deki: Şüphesiz ben onların namazlarına ve oruçlarına bakmam. Fakat birşeyden
şüphe etseler ve onu benim için terketseler, onlara yardım edip rahmet ederim»
buyurdu.
Hakk Teâlâ Hazretleri buyurdu:
— Ey Dâvud! Beni isteyen, beni dileyen bir kimse görürsen ona
hizmetkâr gibi ol.
— Ey Dâvud! Dünya ile sarhoş olmuş âlimleri ben-
(97 ) Nisâ Sûresi, âyet : 163.
283
den isteme. Onlar benim muhabbetimden çıkmışlar ve benim halis
(samimi ve has) kullarımın yollarını benden kesmişlerdir. Onlar yol
kesicilerdir.
Hakk Teâlâ Hazretleri yine buyurdu:
— Ey Dâvud! Beni sev ve beni seveni sev! Beni halka sevdir!
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Seni severim ve seni seveni de severim. Seni halka
nasıl sevdireyim? dedi.
Allah Taalâ Hazretleri buyurdu:
— Ey Dâvud! Onların yanında beni ilâhi vasıflarımla anlat. Benim
nimetlerimi ve ihsanlarımı onlara bildir ki, beni cömert, çok merhametli ve
lâtif zat olarak bilsinler. Ey Dâvud! Fakirler benim ıyâlim (yakınlarım) dır.
Şanım hakkı için, eğer zenginler benim fakirlerime yardımda bulunurlarsa
onların malını çoğaltırım ve onları cennetime koyarım. Eğer zenginler fakir
kullarıma cimrilik ederlerse mallarını çoğaltmam ve kendilerini de cennetimde
barındırmam. Ey Dâvud! Bu insanlar, fasıkların amelini işlerler, fakat iyilerin
ve sâlihlerin makamını isterler «Tehdit oluna geldiğiniz o şey (hesap
görmeniz) ne kadar uzak, ne kadar uzak!» (98)
— Ey Dâvud! Benim velilerim dünya için asla gam çekmediler. Zira
kim dünya için gam yese ben onun gönlünden münâcâtımın, bana yalvarışın zevkini
ve tadını gideririm. Ey Dâvud! Benim velilerim mânâ insanlarıdır, dünya için
bir dertleri olmaz.
Hak Taâla yine buyurdu:
— Ey Dâvud! Kapıma kim geldi de ona kapı açma-
(98) Mü'minûn Sûresi, ayet : 36.
284
dım? Kim benden birşey istedi de vermedim? Kim dua etti de kabul
etmedim? Kim beni andı da ben onu anmadım?
Nakledildiğine göre Dâvud (aleyhisselâm) şöyle demiştir:
— Ey Tanrım! Dünyayı yaratmazdan önce ne yarattın?
Hak Taâla Hazretleri buyurdu ki:
— Kırkbin şehir yarattım. Her şehirde kırkbin köşk yarattım. Her
köşkde kırkbin avlu (bahçe) yarattım. Her avluda kırkbin ev yarattım. Her evde
de onsekizbin hardal hâzinesi yarattım. Ondan sonra bir kuş yarattım. Ona
onikibin yılda bir hardal tanesi rızık verdim. Hattâ o kuş hepsini yedi.
(Hepsini yiyinceye kadar yaşadı). Sonra da o kuşa ölümü takdir ettim, yazdım. O
kuş: «Allahım! Dünya bana iki kapılı bir ev gibi geldi, bir kapısından çıktım»
dedi.
Ka’bü’l-Ahbâr (radiyallâhu anh) derki:
— Hak Taâla Hazretleri buyurdu: «Ey Dâvud! Günahkârlara müjdele ve
iyilere korku ver.» Dâvud (aleyhisselâm) :
— Ey Allahım! Nasıl müjdeleyim ve nasıl korkutayım? dedi.
Hak Taâla Hazretleri buyurdu:
— Ey Dâvud! Günahkârlara söyle! Tövbe etsinler ve benden ümitlerini
kesmesinler. İyi kullarıma da söyle! Onlar da ibadetlerine mağrur olmasınlar.
Yine buyurdu ki:
— Ey Dâvud! Zâlimleri beni anmaktan menet! Mescidime gelmesinler.
Şüphesiz kim beni anarsa ben de onu anarım. Ancak, zâlimler beni anarsa ben
onlara lâ- net ederim ve rahmetle anmam. Ey Dâvud! Kim bana muti olursa ben
onun itaatini kabul ederim. Kim beni
severse beni bilir, tanır. Kim beni tanırsa bana gelmek ister. Kim
bana gelmek istese beni ister. Beni isteyense beni bilir ve tanır.
— Ey Dâvud! Ne mutlu o kimseye ki, benim için şehvet arzusunu
terketmiştir. Kim cennetim ve cehennemim için bana tapar, ibadet ederse
kendine zulmetmiştir. Zira onun ibadeti benim için değildir.
— Ey Dâvud! Kim beni severse ben de onu severim. Kim benimle
beraber olursa, ben de onunla beraber olurum. Kim beni zikrederse ben de ona
yakın olurum Kim beni seçerse ben de onu seçerim. Kim bana itaat ederse ben de
ona muti olurum. Kim beni talep ederse, ararsa ben de onu ararım. Kim başkasını
ararsa asla beni bulamaz.
— Ey Dâvud! Dostlarımın toprağını, İbrahim, Musa ve Muhammed
Mustafa’nın toprağından yarattım. Aşıklarımın gönlünü nûrumdan yarattım.
— Ey Dâvud! Sen benden başkasından ayrıldığını ve benim aşkımı
istediğini sanırsın. Eğer bunda samimi isen benim sevgimden ayrılma. Zira benim
kullarıma sevgim manevidir.
— Ey Dâvud! Eğer benim sevgimi istersen dünyayı gönlünden çıkar at.
Benim sevgimle dünya sevgisi bir gönülde beraber bulunmaz.
— Ey Dâvud! Benim zikrim zikredenler içindir. Cennetim bana bağlı
olanlar içindir. Beni çok zikretmek aşıklara mahsustur. Ben de beni sevenler
içinim. Kim beni sevenle arkadaş olur ve ona son derece bağlanırsa onun
ardından gitsin, yolunda yürüsün.
286
32. DÂVUD (aleyhisselâm)
'I ALLAHIN TEŞVİKİ
Kûtu'l-Kulûb'da Ebu Tâlib-i Mekkinin şöyle dediği nakledilmiştir:
— Hak Taâla Hazretleri, Dâvud (aleyhisselâm) 'a buyurdu. Ey Dâvud!
Bana aşkla ve sıdk ile sarılmadan nasıl cennetten söz edersin?
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim. Sana âşık olanlar kimdir? dedi
Hak Taâla Hazretleri buyurdu:
— Bana aşık olanlar, gönülleri saf (duru) olanlarla benim
muhabbetimle yananlardır. Ben de onların gönüllerini kudret elimle dilediğim
tarafa döndürürüm.
— Ey Dâvud! Aşıklarımın gönlünü rızam’dan yarattım. Onların yolunu
benden başkasından kestim.
Dâvud (aleyhisselâm) ,
— Ey Allahım! Muhabbet ehlini, seni çok sevenleri bana göster,
dedi.
Hak Taâla Hazretleri:
— Ey Dâvud! Lübnan dağına git. Orada bana âşık ondört kimse var.
Onlara selâm söyle ve: «Rabbiniz size selâm söyler ve siz benim dostumsunuz ve
velilerim- siniz diyor» de buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) onlara
gelip gözlerinin yaşının çeşmeler gibi aktığını gördü. Onlar Dâvud (aleyhisselâm)
’ı gördüler ve kaçtılar. Dâvud (aleyhisselâm) onlara «Ben Rabbimizin Peygamberiyim. Size
selâmı var. Herhangi bir dileğiniz var mıdır?» dedi. Dâvud (aleyhisselâm) 'dan
bu sözü işittikleri zaman gözlerinin yaşı yüzleri ve yanaklarına doğru akmaya
başladı.
287
Birisi şöyle yalvardı: Allahım! Seni tesbih ederim. Biz senin has
kulunuzuz. Gönlümüz seni zikirden, seni anmaktan kesilmiş, uzak kalmıştı. İşte
o kaybolan zamandan dolayı bizi yarlığa!
İkincisi: Allahım! Bize minnet eyle. Seninle bizim aramızda, bize
güzel ve hoş nazarla bak! dedi.
Üçüncüsü: Ey Rabbim! Sen bilirsin ki, bizim senden başka hiç
dileğimiz yok. Bizi yolunda daim eyle dedi.
Dördüncüsü: Ey Allahım! Biz senin rızanı istemekle kusur ettik.
Bize kerem eyle, yardım et, dedi.
Beşincisi: Allahım! Bizi nutfeden (bel suyundan) yarattın, sana
yakın olalım, diye dedi.
Altıncısı. Ey Allahım! Sen ulu hakandan istemekten dilimiz tutuldu,
dedi.
Yedincisi: Rabbim! Seni zikretmekle gönlümüze hidâyet verdin.
Şükründeki kusurlarımızdan dolayı bizi yarlığa, dedi.
Sekizincisi: Ey Allahım. Kereminden bize nur bağışla. O nurla
karanlıkta yürümeye yol bulalım, dedi.
Dokuzuncusu, Allahım! Bizim duamızı kabul etmeni ve keremini
çoğaltmanı dileriz, dedi.
Onuncusu: Rabbim! Bize verdiğin nimetleri tamamlamanı dileriz,
dedi.
Onbirincisi: İlâhi! Benim gözlerim al ki, dünyayı ve dünyadakileri
görmeyeyim. Gönlüme nur ver ki, ahi- retle meşgul olayım, dedi.
Onikincisi: Ey Rabbim! Evliya hakkı için benim gönlümü senden
başkasından kes ve yalnız seninle meşgul olayım, dedi.
288
Onüçüncüsü: Tanrım! Evliyanın sırlarından bana keşfet, onların
sırlarını bana açıkla, dedi.
Ondördüncüsü: Allahım! Peygamberlerine olan keşiflerden bizi
mahrum etme, dedi.
Hak Taâla Hazretleri, Dâvud (aleyhisselâm) ’a buyurdu.
— Söyle onlara, sözünüzü işittim, her dileğinizi kabul ettim. Bir
yere toplandınız. Artık ayrılın, tek başınıza kalın. Aramızdaki perdeyi
kaldıracağım. Benim cemâlimi temâşa edin, seyredin. Bana iyi zan besleyin.
Dünya’dan ve insanlardan kesilin. Tek başınıza bana münâcât (yakarış)la meşgul
olun. Benden başkasına gönül vermeyin. Benden başka kimseden korkmayın ve
muhtaç olmayın. Ben size Firdevs Cennetinde yer vereyim, devamlı benim
cemâlimle müşerref olun.
33. BÖLÜM
Bir gün Dâvud (aleyhisselâm) mescide girdi. Fakat yolda biraz salınarak
yürümüştü.
Hak Taâla Hazretleri; Ey Dâvud! Bu şekilde salınarak kulunun evine
mi gidersin? buyurdu.
Dâvud (A.S ) ondan sonra Allahın azametinden, ululuğundan korkup
asâsına yapıştı.
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) der ki:
— Dâvud (A.S ): «Ey Allahım! Senin evinde kimler oturur?» dedi.
Hak Taâla Hazretleri:
— Ey Dâvud! Onlar benim azametim için halka karşı alçak
gönüllüdürler. Şehvetlerini benim için terk- ederler. Açları benim için
doyururlar. Çıplaklara elbise giydirirler. Garipleri hoş tutarlar. Belâya
uğramış kimseleri korurlar.
289
— Ey Dâvud! Dünya kendisini sarhoş etmiş olan âlimi benden isteme.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Her hükümdarın bir hâzinesi vardır. Senin hâzinen
nedir? Nasıldır? dedi.
Hak Taâla Hazretleri:
— Benim hâzinem
Arş’dan yüksek, Kursî’den büyük ve geniştir. Göklerden daha süslüdür.
Cennetten zengindir, buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Ey Allahım! O nerededir? dedi.
Hak Taâla Hazretleri buyurdu:
— Ey Dâvud! Benim hâzinem ezik ve yaralı gönüllerdedir.
Ey Dâvud! Nefsine düşman ol! Benimle dostluk kur.
Ey Dâvud! İyi bilki, benim iyi kullarımın bana olan arzuları son
derece arttı. Ben de onlara çok düşkünüm, Ey Dâvud! Benimle ferah bul. Benim
zikrimle nimet- len. Ey Dâvud! Amelsiz kimse, yağmursuz buluta benzer. Ey
Dâvud! Bir kimsenin dört saat ömrü olsa bir saat münâcatta bulunması gerekir.
Geri kalan bir saat da nefsini islâh etmekle meşgul olması, bir saat dostlarını
görmek için gitmesi, bir saatta da helâlinden kazanıp nafaka edinmesi icap
eder.
Dâvud (aleyhisselâm) : Allahım! Mizanı (Mahşerdeki ilâhî teraziyi)
bana göster dedi Hak Taâla gösterdi. Dâvud (aleyhisselâm) gördü ve o anda aklı başından gitti ve:
— Allahım! Bunu doldurmaya kimin gücü yeter? dedi.
Hak Taâla Hazretleri:
290
— Ey Dâvud! Eğer ben bir kulumdan razı olursam o mizânı bir hurma
ile doldururum, buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Sıratı görmek isterim, dedi. Hak Taâla Sıratı
gösterdi. Dâvud (aleyhisselâm) :
— Rabbim! Sırat’tan geçmeye kimin gücü yeter? dedi.
Hak Taâla Hazretleri:
— Ey Dâvud! Eğer bir kimse ömründe bir defa (Lailâhe illellah
Muhammedün Rasûlûllah = Allahtan başka Tanrı yoktur ve Muhammed (aleyhisselâm) Allahın elçisidir) dese Sıratı çakan, kayan
şimşek gibi geçer. Ey Dâvud! Bir kimse, kaçmış bir kulumu benim huzuruma
getirse ben onu âlimlerden sayar ve yazarım. Kimi âlimlerden yazarsam ona azap
etmem, buyurdu.
Nakledildiğine göre İsrâil Oğulları arasında bir âlim vardı ki,
seksen sandık tutarında ilmî eser ortaya koymuştu, yazmıştı. Hak Taâla, Dâvud (aleyhisselâm)
’a:
— O âlime söyle! Bir o kadar daha kitap yazsa şu üç şeyi yapmadıkça
ona fayda vermez.
Biri. Dünyayı ve dünyada olanları sevmesin ki dünya müminlerin evi
değildir.
İkincisi: Şeytanla arkadaş olmasın. Şeytan mü'- minlerin yoldaşı
değildir.
Üçüncüsu: Müminleri incitmesin. Bu müminlerin işi değildir.
34. DAVÛD (aleyhisselâm)
’IN VEFATI
Ebû Hüreyre (radiyallâhu anh) hazretleri şöyle demiştir:
Dâvûd (aleyhisselâm) gayretli bir kimse idi. Bir gün dışarı çıktı
ve tekrar evine girdi. Girdiğinde bir kişinin otur
makta olduğunu gördü. Sen Kimsin? dedi.
Oturan kimse:
— Ben o kişiyim
kî benim elimden hiç kimse kurtulamaz, dedi. Dâvûd (Â.S.)'ın yüksek bir yeri
vardı. Oraya çıkıp namaz kılar, ibâdet ederdi. Ölüm meleği onun canını almaya
gelmişti.
Dâvud (aleyhisselâm)
:
— Bana mühlet
ver, aşağı yere ineyim dedi. Azrail müsâde etmedi ve minberde, o yüksek yerde
Dâvûd (aleyhisselâm) 'ın canını aldı.
Nakledildiğine
göre Dâvûd (aleyhisselâm) bir gün
çocuklarını toplayıp:
— Eğer bir kimse
suçlu ise ne yaparsınız? dedi Süleyman (aleyhisselâm) ’dan başka hepsi: Suçuna
göre cezâ veririz» dediler. Süleyman (aleyhisselâm) :
— Ben onun
suçunu affederim dedi. Dâvûd (aleyhisselâm) :
— Tekrar suç işlerse ne yaparsın? dedi. Süleyman (aleyhisselâm) :
— Gene
affederim dedi. Dâvûd (aleyhisselâm) :
— Üçüncü defa suç işlerse nasıl yaparsın? dedi. Süleyman (aleyhisselâm)
:
— Ona o kadar kerem gösteririm ki ondan sonra utanır, bir daha suç
işlemez, dedi. Dâvûd (aleyhisselâm) :
— Tahtıma
sultan olmaya lâyık olan sensin dedi.
Hz. Vehb bin
Münebbih (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Dâvûd (aleyhisselâm) Ölüm
meleğine: «Benden sonra İs- râil oğullarına yerime kim halîfe olacak» diye
sordu.
Ölüm meleği:
— Senin halifen
oğlun Süleymandır, dedi. Dâvûd (aleyhisselâm) :
292
-Şimdi gönlüm razı oldu, ruhumu kabzet, canımı al dedi.
Ölüm meleği Dâvûd (aleyhisselâm) 'ın canını aldı. Minberden vefat
etmiş olduğu halde indirdiler.
Bu olay yaz (Haziran) ayının yirmi altıncı gününde olmuştu.
Dâvûd (aleyhisselâm) dünyâ'dan Ahirete teşrif etti. Kuşlar Süleyman
(aleyhisselâm) 'a haber verdiler. Süleyman (aleyhisselâm) geldi, babasını yıkadı ve Cennet bezlerinden
kefene sardı. Beni İsrâilden kırk bin kişi Dâvûd (aleyhisselâm) 'ın namazını
kıldılar. İbrahim (aleyhisselâm) 'ın. mağarasına defnettiler, gömdüler.
Peygamberimiz Muhammed Mustafa (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hazretleri
buyurdu: «Dâvûd (aleyhisselâm) yüz yıl
ömür sürüp, ondan sonra bir Cuma ertesi günü Ahîret'e teşrif etti» Allahın
salat ve selâmı üzerine olsun.
35. SÜLEYMAN (aleyhisselâm) ’IN PEYGAMBERLİĞİ
Hz. Vehb bin Münebbih (radiyallâhu anh), der ki:
— Hakk Teâlâ hazretleri Dâvûd (aleyhisselâm) ’ın ruhunu kab-
zedince Cebrâil (aleyhisselâm) Süleyman
Peygambere tazîye (başsağlığı) için geldi ve: Hakk Teâlâ seni İsrâil oğullarına
halîfe seçti dedi. Süleyman (aleyhisselâm) bu sözü işitince Dâvûd (aleyhisselâm) ’ın
kabrinden kalkıp geldi. Babasının mihrabına, ibâdet yerine girdi. Halifelik
sarığını, tacını başına koydu. Mûsâ (aleyhisselâm) ’ın asâsını eline aldı.
Yûsuf (aleyhisselâm) ın sancağını
getirip kutsal tabutu önüne koydu. Ondan sonra Cebrâil (aleyhisselâm) gelip:
— Hakk Teâlâ hazretleri sana selâm eder ve der ki: Padişahlık mı
ister, yoksa âlimlik mi?
293
Süleyman (aleyhisselâm) yüzünü yere koyup secde etti ve: Bana padişah
olmaktan ilim üstündür, dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Ey Süleyman! Alçak gönüllülük ettin. Padişahlık istemedin. Ben
alçak gönüllü olanı çok severim. Sen padişahlık üzerine ilmi seçtin. Ben de
ilmi, padişahlığı (hükümdarlığı), aklı ve güzel ahlâkı sana verdim. Senden
kibri ve kendini beğenmeyi giderdim. Bütün dünyayı sana verdim. Dolaş ve benim
insanlara şaşkınlık veren eserlerimi gör, buyurdu.
Süleyman (aleyhisselâm) yine
secde etti. O gün akşama kadar başını secdeden kaldırmadı. Hakk Teâlâ
hazretleri Cebrâil (aleyhisselâm) ’a:
— Cennete git! Hilâfet yüzüğünü getir ve Süleyma- na ver, buyurdu.
Derhal Cebrâil (aleyhisselâm) Cennete gitti. Yüzüğü alıp Süleyman (aleyhisselâm)
’a getirdi. Misk gibi kokusu vardı. Yıldız gibi parlaktı. Ayrıca dört köşeli
kaşı vardı. Birinde şu yazılmıştı: (Lâilâhe illellah Muhammedün Rasûlûllah —
Allah'dan başka Tanrı yoktur ve Muhammed (aleyhisselâm) onun Rasûlüdür).
Bir köşesinde. (Allahtan başka Tanrı yoktur. Ondan başka her şey
yok olmaya mahkûmdur. Hüküm onundur ve dönüş onadır).
Diğer köşesinde: (Mülk, büyüklük, yücelik ve saltanat ona aittir).
Dördüncü köşede ise: (Yaratanların en güzeli olan Allahın şanı ne
yücedir!) ibâreleri yazılmış bulunmakta idi.
Vehb bin Münebbih der:
— O yüzük, Cennette İken, Adem (aleyhisselâm) ’ın parma-
294
ğında idi. Cennetten çıktıktan sonra o yüzük parmağından uçtu ve
gitti Arşın bir tarafında durdu.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu:
— Ey şeref ve yücelik yüzüğü! Adem (aleyhisselâm) bizim ahdimizi unuttu ise, bu sefer seni bizim
ahdimizi unutmayan bir kimseye veriyorum.
Hakk Teâlâ hazretleri Süleyman (aleyhisselâm) ’a Peygamberlik
verince Cebrâil (aleyhisselâm) o yüzüğü
Aşûre günü, Cuma günü Süleyman (aleyhisselâm) ’a getirip:
— Hakk Teâlâ hazretleri bu mübârek yüzüğü sana armağan verdi, dedi.
Süleyman (aleyhisselâm) o
yüzüğü aldı ve parmağına taktı. Ondan sonra Cebrâil (aleyhisselâm) (Bismillahirrahmânirrahim)i indirdi ve bütün
insanları, cinleri, kuşları, canavarları (yırtıcı hayvanları) ve yeli Süleyman (aleyhisselâm)
’ın emrine verdi.
Allah Teâlâ buyurdu:
— «Bunun üzerine biz de ona rüzgârı amâde kıldık ki bu, onun
emriyle, onun dilediği yere yumuşacık akar giderdi.» (99)
Müfessirlerin naklettiklerine göre Allah Teâlâ Süleyman (aleyhisselâm)
'a kuşların dilini öğretmiştir. Bir gün Bed- nos öttü. Süleyman (aleyhisselâm) :
— Biliyor musunuz ne der? Derki. Ey «gafiller Allahı zikreyleyin»
der dedi. Ondan sonra Bülbül öttü. Süleyman (aleyhisselâm) :
— Bülbül: «Ben de bu dünyada yarım hurma yedim» der, dedi.
Daha sonra Tâvus öttü. Süleyman (aleyhisselâm) :
(99) Sâd Sûresi, âyet : 36.
295
— Tâvûs diyor ki: Nasıl diriltilirseniz öyle ölürsünüz»!
Sonra Hüd—hüd kuşu öttü.
Süleyman (aleyhisselâm) :
— Hüd—hüd: Yaratılanı esirgemeyeni kimse esirgemez diyor dedi.
Ondan sonra Tûtî kuşu öttü:
— «Hayır işleyin, hayır
bulun» dedi.
Ondan sonra Üveyik (kumru): «Keşki bu halk, yaratılanlar
yaratılmayaydı»! diye öttü.
Ondan sonra güvercin:
— «Sübhâne
Rabbiye'l—A'lâ = En yüce Rabbimi bütün varlığımla anarım» diye öttü.
Ondan sonra kuzgun öttü ve:
— «Kim susarsa
kurtulur» dedi.
Nihâyet Akbaba öttü ve:
— «Ne kadar yaşarsan
yaşa, sonun ölümdür» dedi.
Bütün kuşlar bu şekilde öttüler. Süleyman (aleyhisselâm) onların dilini, söylediklerini halka bildirdi.
Nakledildiğine göre Süleyman (aleyhisselâm) savaş için hâzır olan atları seyrederken,
ikindi vakti, namaz kaçtı. Süleyman (aleyhisselâm) :
— Bu atların boyunlarını vurun! Benim namazımı kaza’ya kodular,
dedi. Hemen boyunlarını vurdular.
Hz. Ali (radiyallâhu anh) nakletti ki:
— Hakk Teâlâ hazretleri güneşle vazifeli meleğe emir verdi. Güneş
yeniden çıktı. Süleyman (aleyhisselâm) ikindi namazını kıldı. Güneş tekrar dolandı,
battı.
Nakledildiğine göre Süleyman (aleyhisselâm) bir gün Mek- keye geldi ve.
— Burası Ahirzaman Peygamberi Muhammed (S.A.
296
V.)'in dünyaya teşrif edeceği, doğacağı yerdir. Ona inanan
kimse'ye ne mutlu, ona inanan ne mutlu ve mesud kimsedir, dedi.
Kâbe’yi gördü. İçinde putlar vardı. Ona girmedi, Kâbe ağladı. Hakk
Teâlâ hazretleri:
— Niçin ağlarsın? buyurdu.
Kâbe:
— Nasıl ağlamam? Süleyman (aleyhisselâm) senin peygamberin, kavmi de sana yakın
kullarındır. Üzerimden geçtiler ve namaz kılmadılar, dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri
— Ağlama! Nice yüzler sende secde ederler. Ahir zaman peygamberi
Muhammed Mustafâ (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'i sende meydana çıkaracağım.
Seni tavaf etmeyi ve ziyareti farz kılacağım. Herkes sana âşık olacak, sana
varmak için can atacak. Seni putlardan ve Şeytana tapmaktan temizleyeceğim,
buyurdu.
Ebû Hüreyre (radiyallâhu anh) Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve
sellem)'den naklen bildirmiştir ki Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
— And olsun biz, Süleymanı imtihan da ettik: Tahtının üstünde bir
cesed bırakıverdik. (Nice günlerden) sonra o, yine (eski hâline döndü.) (100)
Süleyman (aleyhisselâm) ’ın imtihanı şu idi: Hz. Süleymanın zayıf
ve eksik bir oğlu oldu. Şeytanlar (cinler):
— Eğer Süleyman (aleyhisselâm) 'ın oğlu diri olur, yaşarsa biz emir
altında olmaktan ve işten kurtulamayız. Onu ya öldürelim, ya da deliye
çevirelim, dediler.
Yel Süleyman Peygambere bu haberi bildirdi. Süleyman (aleyhisselâm)
yele onu bulutların üstüne çıkarmasını
(100) Sâd Sûresi, âyet: 34.
297
emretti. Yel o çocuğu getirip bulut üstüne koydu. Bir gün o çocuk
bulut üzerinde ölüp Taht üzerine düştü, kondu. Süleyman (aleyhisselâm) hatasını anladı. Çünki o Allaha dayanmayıp
çocuğu bulutlar içinde saklamayı tercih etmişti. Pişman oldu. Tövbe ve
istiğfar edip secdeye kapandı. Üç gün halkın huzuruna çıkmadı.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Üç gündür halkın karşısına çıkmadın. Kullarımın işine bakmadın,
diye Hz. Süleyman (aleyhisselâm) 'ı hafifçe ikaz etti.
Nakledildiğine göre Süleyman (aleyhisselâm) oğluna çok üzüldü. Zira başka oğlu yoktu.
İki melek insan sûretinde Süleyman Peygambere geldiler.
Birisi: Bu şahıs benim ekinimin içine girdi ve ekinimi bozdu,
çiğnedi dedi.
Süleyman (aleyhisselâm) :
— Niçin bunun ekini içine girdin? dedi.
Öteki şahıs:
— Bu şahıs halkın yolu üzerine ekin ekmiş, geçecek yol bulamadım
ve üstünden geçtim, dedi.
Süleyman (aleyhisselâm) davacı olan şahsa:
Niçin halkın yolu üzerine ekin ektin? Halkın yolu üstü olduğunu
bilmez mî idin? dedi.
İlk konuşan şahıs:
— Ey Süleyman! Niçin ölüm yolu üzerinde oğlan doğurttun, İnsanların
ölüm yolu üzerinden geçtiğini bilmez mi idin? dedi ve kayboldular.
Süleyman (A S.) durumu anladı. İstiğfâr etti ve.
— «Dedi ki: "Ey Rabbim, beni yarlığa. Bana öyle bir mülk (—ü
saltanat) ver ki o, benden başka hiç bir
298
kimseye lâyık olmasın. Şüphesiz bütün muradları ihsan eden sensin,
sen» dedi. (101)
Saîd bin Cübeyb (radiyallâhu anh) derki:
— Süleyman (aleyhisselâm) : Ey Allahım! Bana bir mülk ver ki benden
sonra kimseye verilmesin! dedi ki bu. Bana bir mülk ver, benden sonra alınmasın
demektir. Bazıları derki:
— Süleyman Peygamberin: Allahım bana bir mülk ver ki benden sonra
kimseye verilmesin! demesi Peygamberliğine nişandır. Yahut, başka bir kimsenin
ilâhi hükmü başaramayacağından korktuğu için böyle demiştir.
Nakledildiğine göre Süleyman (aleyhisselâm) Saydun ilinde Firengistan beyini öldürdü.
Kızını aldı, hâtûn edindi. O kadın, Süleyman (aleyhisselâm) ’dan izin alıp
babasının resmîni yaptı. Gizlice ona tapardı. Bir gün, Süleyman Peygamberin
veziri (Berhîyâ oğlu) Asaf iyitti ve Süleyman Peygambere:
— Ey Allahın Peygamberi! Emir buyur bir kürsü hazırlasınlar. Üzerine
çıkıp halka va’z edeyim dedi.
Hazırladılar Asaf çıktı ve Adem (aleyhisselâm) ’dan Süleyman (aleyhisselâm)
’a kadar her peygamberin sağlığında ve peygamberliğindeki hallerini dile
getirdi. Süleyman Peygambere gelince:
— Süleyman (aleyhisselâm) ’ın küçükken durumu iyi idi dedi ve
büyüklükteki durumundan bahsetmedi.
Meclisten ayrılınca Süleyman (aleyhisselâm) :
— Niçin bizi böyle andın? dedi.
Asâf:
(101) Sâd Sûresi, âyet: 35.
299
— Evvelki halin şimdikinden üstün idi, onun için dedi.
Süleyman (A S.):
— Nasıl? dedi.
Asâf:
— Kırk gündür evinde puta tapılıyor. Bu doğru mudur, uygun mudur?
dedi. Süleyman (aleyhisselâm) :
— Haberim yoktu, bilmiyordum, dedi.
Süleyman (aleyhisselâm) durumu öğrenince Hakk Teâlâ hazretleri:
— Ey Süleyman! Sana kim izin verdi? Puta tapan kadını alıp evinde
alıkoymaya, belâya hazır ol! buyurdu.
Birgün Sahir adlı bir cinni, Süleyman (aleyhisselâm) helâya girerken istedi ve parmağındaki mübarek
yüzüğü aldı,
Süleyman Peygamberin yerine geçti. Hükümdarlık etti. Kırk gün Hz.
Süleyman tahtından ayrı kaldı. Hiç yemedi ve içmedi. Bir gün deniz kenarında
dolaşırken, balıkçıların balık avladıklarını gördü. Onların yanına geldi. Sen
kimsin? diye sordular. O da: Ben Süleyma- nım dedi. Birisi, yalan söylüyorsun
diye Süleyman (aleyhisselâm) ’a sopa ile vurdu. Süleyman (aleyhisselâm) ağladı. Hattâ melekler bile ağlaştılar.
Hakk Teâlâ:
— Bu ona rahmetdir, azâb değildir. Ben onun mülkünü (saltanatını)
gene ona vereceğim.
Süleyman (aleyhisselâm) bu
durumda iken, yanlış hüküm verdiğinden dolayı. Sahir’i tanıdılar ve yakalamak
istediler. Kaçıp gitti ve kale duvarına çıktı. Yüzüğüde denize attı. Hakk
Teâlâ hazretleri emretti ve onu bir balık yuttu. O balıkçıların ağına gidip
takıldı. Balıkçılar çok balık tutmuşlardı. Bu balığı Süleyman (aleyhisselâm) 'a
verdiler.
300
Süleyman (aleyhisselâm) balığın karnını yardı ve yüzüğü içinden
çıkardı. Son derece rahatladı ve sevindi. Kendine geldi. Tekrar tahtına geçip
oturdu. Bu rivayetin mesûliyeti raviye aittir. (102)
36. BEYT—İ MUKADDESİN YAPILMASI
Dâvud (aleyhisselâm) Beyt—ı
Mukaddesi Mûsâ (aleyhisselâm) ’ın çadırı büyüklüğünde aynı yerde yapmak
istedi. Mûsâ (A. S.) namaz kıldığı, ibâdet ettiği zaman o taşa dönerdi. Zira
melekler o taşta ilahi nûr'a şahit olmuşlardı. Da- vud (aleyhisselâm) onu yapmak istedi ise de yaptıktan sonra yıkıldı.
Dâvud (aleyhisselâm) Hakk
Teâlâ hazretlerine durumu arzet- ti, şikâyette bulundu.
Hakk Teâlâ
hazretleri:
— Ey Dâvud!
Elinden kan çıkmış, kan dökmüş kimse benim evimi yapamaz, buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim!
Ben gazâ yolunda kâfirleri öldürdüm, dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Evet gâzâda idi. Fakat onlar benim kulum değil midir? buyurdu.
- Dâvud (aleyhisselâm) :
- Allahım!
Öyle ise onu kim yapacaktır? dedi.
(102) Müellifin de işaret
ettiği gibi bu rivayetin mesûliyeti rivayet edene ait olmak icabeder. Zira bu
ve
benzeri rivâyetler, Kur’an
zihniyetin ve peygam
berlik müessesesine aykırı
düşmekte ve Ehli Kitap düzmesi olarak tavsif edilmektedir. Sağlam tefsirlerde
bu rivâyet alâka görmemiştir.
301
— Allah Teâlâ
— Oğlun Süleyman! buyurdu.
Dâvud (aleyhisselâm) dünya'dan göçtü. Yerine oğlu Süleyman halife
oldu. Hakk Teâlâ Mescidi mukaddes kayanın üzerine, Mûsâ (aleyhisselâm) 'ın
çadırının bulunduğu yere yapmasını emretti.
Süleyman (aleyhisselâm) emretti: Cinler, insanlar ve devler
toplandılar. İnşaat işini aralarında taksim etti. Cinleri ve Şeytanları mermer
ve ak mermer getirmeye gönderdi. Gittiler ve Beyt-i Mukaddesin harem dairesini
mermer ve ak mermerle yaptılar. Bu sefer mescid bölümünü yapmalarını emretti.
Cinleri ve Şeytanları üç bölüme ayırdı:
Bir bölüğü denizlerdeki altun, gümüş madeni ile inci ve yakut
getirdiler.
Bir bölüğü cevher ve kıymetli taşları getirdiler.
Diğer bölüğü ise, misk ve anber getirdiler. Ondan sonra ustaları
bir araya topladı. Ak, sarı ve yeşil mermerle mescidi yaptılar. Tavanını
(kubbesini) inci ye cevherlerle, duvarlarını da yakut ve incilerle süslediler.
Zemine, tabanına firûze denilen kıymetli bir taş döşediler. Geceleri aydınlık,
verirdi. Yeryüzünde ona benzeyen güzel ve şerefli-bir mescîd yok idi.
İbni Abbâs şöyle der:
— Hakk Teâlâ
cinlerin başına bir melek vazifelendirdi. Elinde ateşten bir kamçı vardı.
Onlar Süleyman (aleyhisselâm) ' ın emrini tutmadıkları zaman onlara vurur ve
yakardı.
Süleyman (aleyhisselâm) Allah'dan üç şey istedi:
Biri: Kendinden sonra Allah'ın kimseye vermeyeceği bir mülk ülke
idi.
302
İkincisi: Hikmet istedi. Verdi.
Üçüncüsü: Kim bu mescidde iki rekât namaz kılsa onun affını diledi.
Hakk Teâlâ hazretleri hepsini verdi. Beyt—i Mukaddes bir bayram
günü tamam oldu.
37. BELKIS KISSASI
Müfessirler şöyle nakilde bulunurlar:
— Süleyman (aleyhisselâm) Beyt-i Mukaddesi tamamladıktan sonra Hacc
için Mekkeye gitme hazırlığına başladı. Hacca gitti. Orada beşbin deve, beşbin
sığır ve yirmi bin koyun kurban etti. Oradan Yemene, Sanâ'ya gitti. Mekke ile
Sânâ arası bir aylık yol idi. Fakat o öğleyin Sânâ’ya vardı. Güzel bir yer
olduğunu gördü. Orada yemek yemek ve namaz kılmak istedi. Garib bir Hüd Hüd
kuşu gördü. Adı Ayferdi. (103) O Hüd - Hüd Belkı- sın mülkünü, yurdunu Süleyman
(aleyhisselâm) ’ın Hüd-Hüd'üne anlattı.
Belkısın on iki beyi, veziri ve komutanı vardı. Her beyin de
binlerce askeri vardı.
Hüd-Hüd bu haberi işitince, O Hüd-Hüd'le gidip yerinde gördüler ve
geri döndüler. Fakat eğlendiler. Süleyman (aleyhisselâm) bu arada Hüd-Hüdü araştırdı. Bulamadı. Fena
halde öfkelendi. Hüd-Hüd gelince kuyruğunu ve kanatlarını yere vurdu. Başından
tutup çekti.
Hüd-Hüd.
(103) Hûd-Hûd: Serçe
cinsinden, tepelikli ve kara tavuk iriliğinde bir kuştur. Çavuş kuşu diye tanınır
ve bilinir. Kur’an-ı Kerim’de ismen anılmıştır.
303
— Ey Süleyman Allahın huzurunda duracağın günü hatırla dedi.
O sözü işitti affetti.
Nakledildiğine göre, Süleyman (aleyhisselâm) mektup yazdı. Belkıs'a iletmesi için
Hüd-Hüd’e verdi. Belkıs, Sebe şehrinin kraliçesi (Melikesi) idi. O mektup şöyle
başlıyordu: «Şüphesiz o Süleymandandır» Sonra: (Bismilla- hirrahmanirrahim —
Esirgeyip, bağışlayan Allahın adıy- le) ibaresi (Besmele) yazılı idi. Zira
Peygamberler evvelâ Allah sözü ile başlarlardı. Süleyman (aleyhisselâm) ’da
öyle yaptı: Mektubu mühürledi ve Hüd-Hüd’e verdi. Hüd-Hüd mektubu Belkıs’a
getirdi. Belkıs Hüd-Hüd’ü görünce kapılarını kilitledi ve saraylarının
anahtarlarını başının altına koyup yattı. Hüd-Hüd pencereden girdi. Mektubu
uyumakta olan Belkıs’ın göğsü üzerine koydu. Belkıs uyanınca o mektubu ve
mektuptaki mühürü gördü Korktu. Kavmine, yakınlarına:
— Bana Süleyman (aleyhisselâm) 'dan mektup geldi, dedi. Gayet
büyük (şerefli) ve güzel bir mektuptur. Bu mektupta şöyle buyurmuş:
— «Bu mektup Süleyman (aleyhisselâm) ’dandır. Bana itaat edin ve
karşı gelmeyin.»
Etrafındakiler:
— Askerimiz çokdur. Eğer ferman buyurursanız onunla cenk edelim,
savaşalım dediler.
Belkıs:
— Ey cemaatım! Bana hazır olun. Benden ayrılmayın. Bir hükümdar bir
yere gelirse o yerleri harâb eder.
İleri gelenleri perişan eder. Fakat ben Süleymana bir mektup ve
değerli armağan gönderip durumu öğrenmek istiyorum, dedi.
304
Belkis, Süleyman (aleyhisselâm) 'a elleri kınalı beşyüz oğlan,
delikanlı gönderdi. Hepsine kız kıyafeti giydirilmiş ve süslenmişti. Ayrıca
beşyüz de, erkek kıyafetinde, taze cariye göndedi. İki tane kerpiç büyüklüğünde
altın, inci ve yakuttan yapılmış bir taç, bir hokka içinde iri bir inci
gönderdi ki deliği eğri delinmişti.
Şöyle dedi:
— Bu inciye iplik geçirsinler. Fakat insanlar ve cinler değil,
başkaları geçirsin.
Bir de taş gönderdi ve:
— Onu da insan ve cin delmesin, fakat delinsin dedi.
Belkıs:
— Eğer Peygamberse bu kızlarla bu oğlanları fark eder, birbirinden
ayırır. Eğer size öfke ile bakarsa Peygamber değil bir padişahdır, dedi.
Hüd Hüd bu sözü işitince derhal döndü ve Süleyman (aleyhisselâm) ’a
geldi Süleyman (aleyhisselâm) bu haberi
alınca cinlere emretti. Altından ve gümüşten kerpiçler yaptılar. Meydan içinde
yirmi mil kadar yeri döşediler. Yeryüzünde ne kadar çeşit canavar varsa o
meydanın çevresine durdular. Cinler de Süleyman (A S.)’ın sağ ve soluna el
bağlayıp divan durdular. Ondan sonra Süleyman (aleyhisselâm) tahtına çıktı. Çevresindeki kürsülere de peygamberler
oturdular. Canavarlar o kerpiçlerin üzerine terslediler, pislediler. Acaip bir
şekilde yatarlardı. Bel- kıs'ın cemaatı, Süleyman (aleyhisselâm) 'ın yanına
yaklaşınca hayvanların kerpiçler üzerine terslediklerini gördüler ve
getirdikleri armağan kerpiçleri bir yere bırakıp geldiler.
diler.
Süleyman (aleyhisselâm) ile
görüştüler ve mektubu ver-
305
Süleyman (aleyhisselâm) :
— İçinde iri inci bulunan hokka hani? dedi.
Belkısın elçisi onu getirip:
— Bu inciye iplik geçirsinler, fakat insan ve cin olmasın, dedi.
Süleyman (aleyhisselâm) O
inciye iplik geçirmesi için ağaç kurduna emir verdi. Küçük kurt ağzına bir kıl
aldı, inciye girdi ve bir tarafından çıktı. Yine Süleyman (aleyhisselâm) - ın
emri ile ağaç delen o kurt taşı da deldi.
Ondan sonra Süleyman (aleyhisselâm) kızların ve oğlanların ellerini ve yüzlerini
yıkamaları için su getirilmesini emretti. Getirdiler. Cariyeler sağ elleri ile
su alıp ellerine koydular ve yüzlerini yudular. Oğlanlar ise sol elleriyle
sağ ellerine koydular ve yüzlerini yıkadılar. Süleyman (aleyhisselâm) kızlarla, oğlanların hangileri olduğunu
anladı.
Süleyman (aleyhisselâm) o
armağanları almadı ve Belkısın elçisine:
— Dön! Melikenin yanına git, dedi.
Geldi. Melikeye durumu bildirdi. Belkıs:
— Peygamberdir, Melik, hükümdar değildir, dedi.
Nakledildiğine göre Süleyman (aleyhisselâm) :
— Ey askerlerim! Hanginiz. Belkısın tahtını hemen buraya getirir?
dedi. Cinlerden ifrit:
— Sen yerinden kalkmadan ben getiririm, dedi.
Süleyman (aleyhisselâm) :
— Daha çabuk istiyorum, dedi.
Asaf bin Berhıyâ:
— Gözünü açıp kapayıncaya kadar ben getiririm dedi ve anında
getirdi.
F :
20
306
Süleyman (aleyhisselâm) o
tahtı görünce: «Hazâ min fadlı Rabbî = Bu Rabbimin fazlındandır» diyerek
şükretti.
Ondan sonra Belkıs geldi. Bazıları. Cebrâil (aleyhisselâm) getirdi derler. Bazılarına göre de, mucize
göstermek için Süleyman (aleyhisselâm) getirmiştir.
Nakledildiğine göre, Süleyman (aleyhisselâm) , Belkıs'ı eş olarak
almak istediği zaman cinler çok üzüldüler. Onlara göre; Belkıs’ın babası
insan, annesi ise cinnî idi. Süleyman (aleyhisselâm) ’ın bir oğlu olacağından
ve insan ve cinlerin gücü ve kuvveti ona geçeceğinden, dolayısiyle onları
başka bir ülkeye süreceğinden korktular ve:
— Ey Süleyman! Belkıs’ın aklında eksiklik vardır, baldırı kıllıdır
ve ayağı eşek ayağına benzer, dediler.
Süleyman (aleyhisselâm) bir
suyun üzerine sırça döşemelerini emretti. Belkıs onun üzerinden geçtiğinde
ayağı kıllı mıdır ve nasıldır? Görsün diye.
Belkıs gelince:
— Gördüğün bu taht senin tahtın mıdır? dediler.
Belkıs:
— Hemen hemen odur, ona benzer, dedi.
Süleyman (aleyhisselâm) aklının tam olduğunu anladı ve:
— Sudan beri gel dedi. Sırçayı su sanıp ayağını açtı girdi. Ayna
olduğunu anladı ve utanıp elbisesi ile örtündü ve sırçanın (aynanın) üzerinden
geçti. Süleyman oldu. Süleyman (aleyhisselâm) nikahlayıp aldı. Süleyman (aleyhisselâm) '
Belkısı imana davet etti. Belkıs imana gelip Müslüman oldu. Süleyman (aleyhisselâm)
nikahlayıp aldı. Süleyman (aleyhisselâm)
’ ın Belkıs’dan bir oğlu oldu. Adını Dâvud koydu.
Nakledildiğine göre, Allah Taâla, Süleyman (aleyhisselâm) ’a öyle
bir saltanat vermiştir ki ne ondan önce ve ne de sonra öylesi gelmemiş ve
gelmeyecektir.
307
Adem oğlu (insanlar), cinler, şeytanlar, hayvanlar, kuşlar ve
yeller, maşrıktan mağribe (Doğudan Batıya), Onun emrinde ve fermanında mahkûm
ve amade idi. Nitekim, C.Hak buyurur:
— «Süleymanın cinlerden, insanlardan, kuşlardan orduları toplandı.
İşte bütün bunlar (onun tarafından) zapt ve idare ediliyorlardı.» (104)
Süleyman (aleyhisselâm) insanların işlerini Asâf bin Berhı- yâ'ya
vermişti. (105)
Nice cihan pehlivanı yiğitler onun defterinde idi ki onlar da,
binlerce kişiye hüküm etmekte idiler.
Devleri Demiryata havale etmişti. Kimi insan sû- retinde, kaplan
gövdeli, öküz başlı, yılan şekilli îdi. Kimi ejderhâ başlı, doğan gövdeli idi.
Kimi maymun yüzlü, eşek ayaklı; kimi arslan sûretli fil gövdeli, kimi de dört
ayaklı, başı böğründe ve ağzından ateş fışkırırdı. Gıdaları sıcak esen rüzgâr,
içecekleri ise kaynar su idi Hepsi Demiryatın önünde toplanırlar idi.
Kuşlara, masalkuşu Sömürg'ü, baş tayin etmişti. Akbaba beylerbeylik
yapıyordu.
Yırtıcı hayvanlara hükümdar olarak Arslanı seçti. Zira o cihan
pehlivanı idi.
Geri kalan hayvanlara fili seçti.
Yılanların başı ise Ejderha idi.
İnsanlar, cinler, hayvanlar ve kuşlar, saf saf her an hizmete
gelirlerdi.
Süleyman (aleyhisselâm) cinlere:
(104) Nemil Sûresi,
âyet: 17.
(105) Asâf bin Berhiyâ:
Hz. Süleyman’ın Başveziridir. İlâhî mertebesi çok yüksek bir zattır. Nemil
Sûresinde buna işaret edilmiştir.
308
— Bana bir döşek dokuyun. Üzerinde bir ovada bir geyik koşar halde
görünsün. Bir ipliği altından, bir ipliği de ibrişimden olsun, dedi.
Cinler de çeşitli resim, şekil suretler ve çizgiler yaptılar ki
renklerini hiç kimse birbirinden ayıramaz ve içinden çıkamazdı. Uzunluğu ve eni
üç mil, sekiz kilometre idi. Üzerine bir kûrsi (taht) yaptılar ki sayısız
cevherler onda pırıl pırıl parlıyordu.
Sağ tarafına altın ve gümüşten onikibin taht kurdular. Onlarda
Peygamberler ve Veliler otururlardı. Sol tarafına da onikibin taht yaptılar.
Onların her biri sandal ağacından yapılmıştı. Onlarda da İsrail Oğullarının
âlimleri otururlardı.
Süleyman (aleyhisselâm) 'ın kursisi (tahtı) hepsinden dört arşın
yüksek idi. O tahtın üzerinde altın ve gümüşten yetmiş mihrâp (ibadet yeri)
vardı. Her birinde bir velî otururdu. Onikibin müderrisi vardı. Tevrat ve Zebûr
ile meşgul olurlar idi. Hepsinin sesini yel Süleyman (aleyhisselâm) 'a
ulaştırırdı. Hem o tahtı yel götürürdü. Günde bir aylık yol giderdi.
Süleyman (aleyhisselâm) ’ın üçyüz nikâhlı hanımı, yediyüz câriyesi
vardı. Hepsine yakınlık gösterirdi.
Tahtın yanında gözleri gevherden başlarında zeber- cedden taç
bulunan, iki arslan heykeli yapılmıştı. Kursi- ler (tahtlar) bunların üzerine
oturtulmuş bulunuyordu. Tahtın yetmiş ayağı vardı. Her ayağında kızıl altından
bir aslan otururdu. Bunlar ellerile birbirlerine gevher (cevher) sunarlardı.
Her arslan bir ejderhanın üzerinde bulunmakta idi. Onların yukarısında
altından tâ- vuslar ve akbabalar yer almakta idi. Süleyman (aleyhisselâm) ne zaman o tahta çıksa gevher gözlü ve güneş
yüzlü gü-
309
zeller, Süleyman (aleyhisselâm) 'ın karşısında dururlar ve ona inci
saçarlar idi. Her ne türlü insan orada otursa, her birinin ardında bir dev,
ayağı üzerinde durur idi. Her devin ardında da bir yırtıcı hayvan pençesini
açmış beklerdi.
Havada kuşlar
kanatlarını vurup üzerine gölge yaparlardı. Sağ tarafta bir melek yalın kılıç
beklerdi. Asi devlere o kılıcı vururdu.
Ka’bü’l-Ahbâr (radiyallâhu anh) derki:
— O tahtın adı
(Kevkebü'l-Cennet = Cennet yıldızı) idi. Süleyman (aleyhisselâm) bu heybet ve kuvvetle ecelden kurtulamayıp
atmış yaşında dünya'dan ahirete teşrif etti. Fakat kabrinin nerede olduğunu
doğru olarak kimse bilmez.
Bazıları şöyle der:
— Kızıl Denizin yanındadır. Elli yaşında ilkbahar ortalarında vefat
etmiştir. On yaşından kırk yaşına kadar hükümdarlık etmiştir.
Bazılarına göre de:
— Öldüğü zaman ellibeş yaşında idi. Fakat bilmek gerektir ki,
Süleyman (aleyhisselâm) 'a peygamberlik, risalet ve halifelik sıfatları
verildiği halde O alt âleme, dünyaya sultanlık etmiştir. Ancak ulvî, yüce âleme
de sultanlık etmiş olması gereklidir. Zira süfli âleme hükmetmek yüce âlemin
kuvvet ve kudreti ile mümkün olur.
Süleyman (aleyhisselâm) sultan olup cinlere, insanlara ve her çeşit
âleme hükmetti.
Halk Taalâ hazretleri isimleri ve sıfatları itibârile her zaman
tecelli etmekte kendini ve kudretini belli etmektedir. O isimlerin bazıları,
mucit (icat eden, yoktan var eden) ve muhyi (hayat veren, dirilten)
310
gibi varlık
âleminin varlığını bildirirler. Bazısı da, mu- îd (gözeten) ve mümit (öldüren)
gibi âlemin yokluğunu, sona ereceğini bildiren sıfatlardır.
Hakk Teâlâ
hazretleri, vakit olur, bir şeyi icad etmekle eşyada tecelli eder. Vakit olur,
bir şeyi yok etmekle gene onda tecelli eder. Kendi gücünü belli eder
Nitekim
Kur'an-ı Kerim’inde şöyle buyurmuştur:
— «O her gün (her an) bir iştedir» (106). Yani o her an, en kısa
zamanda bile bir işle meşguldür ve akıllıların akıllarını şaşırtacak her türlü
icada kadirdir her şeyi yapmaya gücü yeter. Celâli yüce, bağışı boldur.
Süleyman (aleyhisselâm) ’ın âleme hükmetmesinin sebebi, mülkün
(sultanatın) ona «Hibetullah = İlâhi armağan» olmasıdır. Hakk Teâlâ hazretleri
onu babası Dâvud (A.S)’a vermişti. Nitekim Kur’an’da şöyle buyurulur: "Biz
Davud'a (oğlu) Süleyman’ı ihsan ettik." (107)
İhsan ve Hibe, nimet yolu ile ihsan ve hibe edenin armağanıdır.
Süleyman (aleyhisselâm) ’ın kalbinin cemiyetinden ve feleklerdeki ruhların
yardımları ile değildir. Hattâ çalışmanın sonucu da değildir. Bilâkis o, Allah
vergisidir. İlâhî armağandır.
Fakat Süleyman (aleyhisselâm) dünya makamında ve yüce göklerde hüküm sahibi
olunca âlemdeki her şey ona boyun eğdi:
Belkıs'ın tahtını göz açıp kapayıncaya kadar, hattâ daha kısa bir
zamanda Hz. Süleyman'ın huzuruna getiren vezir Berhıyâoğlu Asaf hakkında
müfessirler şu görüşü, beyan etmişlerdir:
(106) Rahmân Sûresi,
âyet: 29.
(107) Sâd Sûresi, âyet:
29.
311
— «Vezir Belkıs'ın tahtını, iki aylık yoldan ve yeraltından
getirmiştir.»
Şeyh Muhyiddin (Allahın rahmeti üzerine olsun) şöyle dedi:
—«Şu iyi bilinmelidir ki, bir zaman hareketi, zamana bağlı, onunla
sınırlı bir hareket vardır. Ancak Bel- kıs'ın tahtı göz açıp kapayıncaya kadar
geçen zamandan daha çabuk olunca, bunda bir zamana bağlı hareket yoktur.
Hareket olmayınca hareket eden şey de olmaz. Bu taht Belkıs’ın tahtı olmasa
gerek. Belki de Yemendeki Belkıs’ın tahtı, Allahın izni ile yok olmuş ve aynı
anda Süleymanın huzurunda icad edilmiştir.
Onun için Belkıs’a:
— Bu senin tahtın mıdır? diye sorduklarında O:
— Sanki odur. Ona benzer, şeklinde cevap vermiştir.
Bundan bize malûm olan şudur:
— Bütün eşya, herşey göz açıp kapayıncaya kadar, Allahın yüce ve
ulu kudreti ile yok olur veya meydana gelebilir.
Allah Taalâ buyurdu:
—«... Hayır, onlar bu yeni yaratıştan bir şüphe içindedirler.»
(108)
Bize malûm oldu ki, bütün eşya, yaratılanların hepsi icadın,
yaratmanın eseridir. Gerçek mevcud değildir. Zira vücud yok olmaz. Yok olan da
vücud olmaz. Hakiki vücud, gerçek varlık Allah Taalâ hazretleridir. Her an
bakidir. Sonu olmayan hükümdar odur. Allahtan başka bütün varlıklar yok olmaya
mahkûmdur. Çünkü
(108) Kâf Sûresi, âyet: 15.
312
bunlar Allahın eseridir. Eser vücud hükmünde değildir. Bu güzel
esasa iyi riayet gerekmektedir. Ta ki, Hak Ta- lâ hazretlerinin noksansız
kudreti ve yüce ululuğu hatırdan çıkmasın ve iman ve marifet son derece kuvvet
bulsun. (109)
38. LUKMÂN (aleyhisselâm) BAHSİ
Vehb bin Münebbih (radiyallâhu anh) der ki;
— Lukman (aleyhisselâm) Eyyûb (aleyhisselâm) ’ın kızkardeşi oğlu,
yeğenidir.
Hz. İkrime:
— Lukmân (aleyhisselâm) Peygamberdir, der.
Süddi (radiyallâhu anh) ise:
— Hz. Lukmân (aleyhisselâm) peygamber değildir, demiştir.
Bazıları şöyle dediler:
— Hakk Teâlâ hazretleri Lukmân (aleyhisselâm) 'a: «Peygamberlik
mi, yoksa hikmet mi istersin?» diye sordu.
O hemen hikmeti kabul etti. Kendisine:
— Niçin hikmeti seçtin? dediler.
Şöyle cevap verdi:
— Hakk Teâlâ peygamberlik vermek istediği hiçbir peygamberi serbest
bırakmamıştır. Onun için hikmeti seçtim.
Nitekim Allah şöyle buyurur:
—«And olsun ki biz Lukmâna, Allaha şükret diye (rek), hikmet
verdik. Kim şükrederse ancak kendi fai- desi için şükreder ..» (110)
(109) Belkıs kıssası
Kur’an-ı Kerimde Nemil Sûresinde teferruatıyla anlatılmıştır. Bugün sahne ve
sinemada ele alınan Süleyman — Belkıs hikâyesi kitab-ı mukaddes zihniyetinin
Peygamberlere iftira yönü ile ilgilidir.
(110) Lukmân Sûresi,
âyet: 12.
313
Nakledildiğine göre Lukmân (aleyhisselâm) bir gün rüya gördü. Dediler ki:
— Ey Lukman! Sana yeryüzünde peygamber ve halife olup hükmetmen
gerekli midir?
Lukmân (aleyhisselâm) :
— Bana belâlardan afiyet üstündür. Bilirim ki bana peygamberlik
gelince belâlarla gelir, dedi.
Melekler:
— Peygamberliği görmedin, belâların geldiğini nereden bildin?
dediler.
Lukmân (aleyhisselâm) :
— Ben bilirim ki, hükmeden son derece müşkülât içindedir. Eğer
doğru hüküm verirse iyidir. Şayet zulmederse gideceği yer Cehennemdir. Dünyada
şerefli olmaktan hor olmak üstündür. Ahirette hor olmaktan aziz (şerefli)
olmak üstündür. Kim dünyayı tercih edip Ahireti terk ederse dünyada fitneye uğrar
ve Ahirette ilahi lûtuflardan mahrum kalır, dedi.
Melekler onun sözlerini-işittiler, hayret ettiler.
Lukmân uykudan uyanınca Hakk Teâlâ hazretleri derhâl ona hikmet
verdi.
Bazılarına göre:
— Lukmân peygamber değildir. Fakat hâkim ve melik (hükümdar) olmuş
ve halka adaletle hükmetmiştir.
Vehb (radiyallâhu anh) der ki:
— Lukmân (aleyhisselâm) Habeşli bir köle idi. Marangozluk yapardı.
Fakat temiz ve iyi insandı. Sonra Hakk Teâlâ hazretleri onu azatlığa, hürriyete
kavuşturdu.
Bir kişi Lukmân (aleyhisselâm) 'a şöyle dedi:
314
— Sen falan şahsın kölesi idin. Bu mertebeyi ne ile buldun?
Lukmân (aleyhisselâm) :
— Doğru sözle ve emaneti sahibine vermekle buldum, dedi.
Mücâhid (radiyallâhu anh) der ki;
— Hakk Teâlâ hazretleri Lukmân (aleyhisselâm) 'a hikmet verdi
demek. Tam, olgun ve kâmil akıl; Allah bilgisi, Allahı tanımak ve sıdk.
doğruluk verdi demektir. Şimdi hikmet, ilim ile amel etmek mânâsına gelir.
Bazılarına göre:
— Hikmet, bütün eşyanın hakikatini, evsâfını (durumlarını) ve
özelliklerini bilmektir. (111)
Bir gün Lukmân (aleyhisselâm) sefere giderken yolda bir çocukla karşılaştı.
Lukmân (aleyhisselâm) o çocuğa:
— Benim babam ve annem nasıl oldular? diye sordu.
Çocuk:
— Öldüler! dedi.
Lukmân (aleyhisselâm) :
— Benim işim bitti ve kederim gitti dedi ve tekrar:
— Kardeşim nasıl oldu? dedi.
O çocuk:
— Öldü kardeşin, dedi.
Lukmân (A.S):
— Kanatlarım kırıldı, dedi.
(111) Başka bir ifade ile
Hikmet: îlim, dindarlık ve fikir isabeti demektir.
315
Lukmân (aleyhisselâm) tekrar:
— Oğlum nasıl oldu? diye sordu.
O çocuk:
— Oğlun öldü, dedi.
Lukmân (aleyhisselâm) :
— Gönlümün rahatı gitti, dedi.
Nakledildiğine göre Lukmân (aleyhisselâm) şöyle demiştir:
— Kim yalan söylerse yüzünün suyu, nûru gider. Edeb nesebden,
soydan üstündür. Amel maldan üstündür. İlim dünyadan ve dünyadakilerden
üstündür. Saadetin nişanı dörttür:
1. Gerçekliktir,
doğruluktur.
2. Edeb, terbiyedir.
3. Hilimdir, ahlâk
güzelliğidir.
4. Emâneti ıssına,
sahibine vermektir.
Lukmân (aleyhisselâm) Dâvud (aleyhisselâm)
'ın veziri idi. Tam bin yıl ömür sürdü, yaşadı.
Şimdi Lukmân; peygamberdir, değildir şeklinde münakaşaya lüzum
yoktur. Onun en doğrusunu Allah bilir.
Bazıları der ki:
— Kime hikmet ve Kur’an verildi ise, ona evvelki kitapların
hepsinden fazilet verilmiştir.
Bu durumda, kendine hikmet ve Kur’an verilen kimse kendini iyi
bilmelidir. Dünyası için dünyadakilerin önünde eğilmemelidir.
Onun için âlimlere verilenler, dünyâ ehline verilen-
316
lerden üstündür. Nitekim Hak Taala hazretleri. «Dünyanın faidesi
pek azdır...» buyurur. (112)
Yani Hak Taâl: «Dünyaya az mal ve ilme çok hayır» der. (113)
39. ZÜLKARNEYN KISSASI
Vehb (R.A ) nakleder:
Zülkarneyn Rûmdan idi. Bazı görüşte de Yemen krallıklarından
Tebâbı'ndan olup ismi Sa’b’dır.
Hak Taala hazretleri buna inayet edip salih bir kişi olunca ona
buyurdu:
— Seni dilleri ayrı bir kavme davete gönderiyorum. Onlar dört
kavimdir:
1. Meşrıktadır adı
Nasik'dir.
2. Mağribtedir, adı
Mensek'dir.
3. Cenubdadır, adı
Hâvil'dir.
4. Şimaldedir, ona
Te’vâl derler.
Onların ortasında iki kavim vardır. İnsanlar ve cinlerdir.
Zülkarneyn:
— Ey Rabbim! Hangi kuvvetle onlarla mücadele edeyim, savaşayım.
Hangi dil ile onlara söz söyleyeyim, dedi.
Hak Taala hazretleri:
(112) Nisâ Sûresi,
âyet: 77.
(113) Lukmân hakkında
değişik görüşler ileri sürülmüştür Peygamberdir diyenler olduğu gibi bir hakim
(filozof) olduğunu söyleyenler de vardır. Kur'an’da. Lukmân Sûresinde oğluna
hitabeti hikmetli öğütleri sitayişle anlatılmıştır.
317
— Nuru ve zulmeti (aydınlığı ve karanlığı) senin emrine verdim.
Önünden nur, ardından zulmet yürüsün ve sana itaat etsinler, buyurdu.
Alimler peygamberliğinde ihtilâf ettiler:
Bazıları şöyle derler:
Hükümdardır. Adil ve salih kişidir. Ona Zülkarneyn dediler. Zira
biri sağında ve biri solunda iki boynuzu var idi.
Peygamber (A S.)'a:
— İskender bir peygamber midir? Yoksa değil midir? diye sordular
— Hükümdar idi, yeryüzünü dolaştı, buyurdu.
Zülkarneyn (aleyhisselâm) peygamber midir? Değil midir?
diye Lukmân (aleyhisselâm) gibi tartışmaya girilmemelidir. Hakk Teâlâ
hazretleri bilir denmelidir.
Mücâhid şöyle demiştir:
— Yeryüzüne tam dört kişi hükümdar oldu. İkisi mümindir, ikisi
kâfirdir. İlk ikisi mümindirler. Birisi Süleyman; Peygamberdir, diğeri ise
İskenderdir. Kâfir olanlardan biri Nemrûd, biride Buhtunnasır'dır.
Nakledildiğine göre Nuh (aleyhisselâm) 'ın üç oğlu var idi:
Birinin adı Sâm idi ki, Arabın ve Acemin atasıdır. Birinin adı
Hâm’dır. Habeşin ve zencilerin atasıdır. Üçüncünün adı Yâfes'tir. Türklerin,
Slavların, Rumların, Ye’cûc ve Me'cûc'un atasıdır. Uc (cûc) sözü lügatte ateş yalığı
mânâsına gelir. Bunlar ziyanda, zarar vermekte ateşe benzerler.
Huzeyfe (radiyallâhu anh) şöyle nakletmiştir:
— Ye'cûc ve Me'cûc birer kavimdir. Bunların her bir bölüğü
dörtyüzbin bölüktür. Bunlardan bir erkek, bin oğlu olmayınca ölmez. Bunlar ahir
zamanda çıkar-
318
lar, dünyayı harab etmek isterler. Üç yılda bütün âlemi işgal
ederler. Yalnız dört yere giremezler: Mekke, Medine, Kudüs ve Tûr-i Sinâ.
Nihayet Allah onları helâk eder, leşlerini denize döker. Böylece, müminler de
kurtulurlar.
Nakledildiğine göre, Zülkarneyn Meşrika, Batıya varınca bir kavimle
karşılaştı. Onlar.
— Ye’cûc ve Me’cûc elinden halimiz perişandır, bize yardım et,
dediler.
Sonra Zülkarneyn emretti. Demir, tunç ve madenler getirdiler.
Üçyüz millik iki dağın arasını su çıkıncaya kadar kazdırdı. Ağaçlan döktüler.
Ondan sonra oraya demir parçaları ve kömür döktüler. Emretti, körük kurdular.
Hattâ o demir eridi. Ateş gibi oldu. Ondan sonra demir ve bakır getirdiler. Bir
dağ gibi oldu. Elli arşın eni vardı. Yüksekliği üçyüz arşın idi. Uzunluğu üçyüz
mil idi.
Zülkarneyn bu şekilde demirden ve bakırdan bir sed yaptı, meydana
getirdi.
Ye'cûc ve Me’cûc, kıyamete yakın, Deccâldan sonra çıkarlar,
cihanı, âlemi harabeye çevirirler. İsâ (aleyhisselâm) ’ı muhasara altına
alırlar. İsa (aleyhisselâm) dua edecek
ve Hakk Teâlâ hazretleri onları helâk edecektir. O seti yaptı ve karanlıklar
içine daldı. Karanlıktan çıktığı zaman Zor şehrine geldi.
Zülkarneyn’in vefatı yaklaşınca, bir kişi ona sordu:
— Atanı mı çok seversin? Yoksa üstâdını, hocanı mı çok seversin?
Zülkarneyn:
— Üstâdımı çok severim. Zira atam fani hayatıma sebep, üstadım ise,
baki (devamlı) hayatıma sebeptir.
319
Zülkarneyn şöyle vasiyet etti:
— Ölünce benim sağ elimi tabuttan dışarı çıkarın, elime altından
yuvarlak bir top verin. O, benim dünyayı bir top gibi elime aldığımın
nişanıdır.
Sol elimi de dışarı çıkarın, boş bırakın. Bu da dünyayı elime
aldığım halde ahirete boş gittiğimin nişanıdır.
Anasına da
ağlamaması için vasiyette bulundu:
— Benim için ağlamayasın. Eğer ağlarsan, dünyada hiç kimsesi
olmayan bir kişiye ağla dedi.
Yani, benim için ağlama demek istemiştir.
Zülkarneyn otuzbir yaşında öldü derler. Bazıları da binyediyüz
yaşında öldüğünü ileri sürerler. Bir kısım müellif ise otuzaltı yaşında öldüğü
kanaatındadırlar. Onyedi yıl hükümdarlık etmiş ve Zor şehrinde ölmüştür. Hz.
Zülkarneyni o şehirde defnetmişlerdir. (114)
(114) Zülkarneyn, çift
boynuzlu mânâsına alındığı gibi, şarka ve garba hâkim, ayrıca zahir ve bâtın
ilmine sahip mânâlarında da kullanılmıştır.
Bu ismin, İran hükümdarı
Afrîduna verilmiş olduğu bilinmektedir. Tarihçiler arasında İskender’e ait
olduğu hususu meşhûr olmuştur. Zülkarneyn’in adı yemendeki Te- babiâ denilen
Himyer meliklerinden Sa’b olduğu kanaati hâkimdir. İttifak edilen husus:
Zülkarneyn'in Allahın sevgili kulu ve iyi bir insan olduğudur. En uygun yol
onu, Kur'anda anıldığı şekilde kabûl etmektir. Peygamber mi yoksa iyi bir
hükümdar mı? olduğu münakaşa konusudur. Ehl-i Sünnet’in görüşü de bu yoldadır.
Bölümünde anlatılan şekliyle
veya ona yakın bir tarzdan Zülkarneyn ile Ye'cüc ve Me'cüc adı verilen
kavimler- den: Kur’an-ı kerimde kehf sûresinin 83. ayetinden 100. ayetine
kadar (17) ayetde bahsedilmiştir. (Bak. Elmalı Tefsiri Cilt 4. sh. 3275-3279
ve Çantay Terc. cilt. 2 sh. 515-517)
ENVÂRU’L ÂŞltâN
■" ■
AHMED BİCAN
kütüphaneci
a eskikitaplarim-com,
>
' * * ' >■
KjW
TEMEL ESER -v
Tereiiman
1001 TEMEL ESER
AHMED BİCAN
ENVÂRU’L ASIKIN
aşıkların nurları
Z.cilt
Tercüman gazetesinde hazırlanan bu eser Kervan Kitapçılık A. Ş.
ofset tesislerinde basılmıştır
1001 Temel Eser i iftiharla
sunuyoruz
Tarihimize mânâ, millî benliğimize güç katan kütüphaneler dolusu
birbirinden seçme eserlere sahip bulunuyoruz. Edebiyat, tarih, sosyoloji,
felsefe, folklor gibi millî ruhu geliştiren,ona yön veren konularda
"Gerçek eserler" elimizin altındadır. Ne var ki, elimizin altındaki
bu eserlerden çoğunlukla istifade edemeyiz. Çünkü devirler değişmelere yol
açmış, dil değişmiş, yazı değişmiştir.
Gözden ve gönülden uzak kalmış unutulmaya yüz tutmuş -Ama
değerinden hiçbir şey kaybetmemiş, çoğunluğu daha da önem kazanmış- binlerce
cilt eser, bir süre daha el atılmazsa, tarihin derinliklerinde kaybolup
gideceklerdir. Çünkü onları derleyip - toparlayacak ve günümüzün türkçesi ile
baskıya hazırlayacak değerdeki kalemler, gün geçtikçe azalmaktadır.
Bin yıllık tarihimizin içinden süzülüp gelen ve bizi biz yapan,
kültürümüzde "Köşetaşı" vazifesi gören bu eserleri, tozlu raflardan
kurtarıp, nesillere ulaştırmayı plânladık.
Sevinçle karşılayıp, ümitle alkışladığımız "1000 Temel
Eser" serisi, Millî Eğitim Bakanlığınca durdurulunca, bugüne kadar
yayınlanan 66 esere yüzlerce ek yapmayı düşündük ve "Tercüman 1001 Temel
Eser" dizisini yayınlamaya karar verdik. "1000 Temel Eser"
serisini hazırlayan çok değerli bilginler heyetini, yeni üyelerle genişlettik.
Ayrıca 200 ilim adamımızdan yardım vaadi aldık. Tercüman'ın yayın hayatındaki
geniş imkânlarını 1001 Temel Eser için daha da güçlendirdik. Artık karşınıza gururla,
cesaretle çıkmamız, eserlerimizi gözlere ve gönüllere sergilememiz zamanı
gelmiş bulunuyor. Millî değer ve mânâda her kitap ve her yazar bu serimizde
yerini bulacak, hiç bir art düşünce ile değerli değersiz, değersiz de değerli
gibi ortaya konmayacaktır. Çünkü esas gaye bin yıllık tarihimizin temelini,
mayasını gözler
önüne sermek, onları lâyık oldukları yere oturtmaktır.
Bu bakımdan
1001 Temel Eser'den maddî hiç bir kâr beklemiyoruz. Kârımız sadece gurur,
iftihar, hizmet zevki olacaktır.
KEMAL ILICAK
Tercüman Gazetesi Sahibi
40. EŞIYÂ VE ERMİYÂ (aleyhisselâm) 'IN
PEYGAMBERLİKLERİ (115)
Bagavî tefsirinde şu bilgiyi vermiştir:
— İsrail oğulları arasında fesad çoğalınca Hak Ta- alâ hazretleri
onlara bir kral verdi. Adı Sadûkıyâ idi. Onlara bir de peygamber gönderdi. Onun
adı da Şaıyâ (Eşıyâ) idi. Allaha inanmaları için, Tevrat’a uyarak on, lan,
âlemlerin Rabbine irşâd edecek, yöneltecekti. Bun-, dan sonra bunlar.n içinde
çok hadiseler oldu. Hak Ta- alâ hazretleri onların üzerlerine Bâbil hükümdarlan
Scncâribı (Senahribi) allıyüzbin askerle gönderdi. Sa- dûkıyâ hasta oldu.
Eşıyâ:
— Sencârîb allıyüzbin askerle üzerine geldi, dedi.
Sadûkıyâ:
— Ey Allahın peygamberi! Hakdan hiç vahiy gelmedi mi? dedi.
Eşıyâ (aleyhisselâm) .
— Gelmedi dedi.
Ondan sonra Hakk Teâlâ Eşıyâ’ya şöyle vahyetti:
— İsrail oğullan kralına söyle! Kimi isterse yerine halife koysun.
Hz. Eşıyâ Sadûkıyâ’ya durumu haber verdi.
Sadûkıyâ:
— Ey Eşıyâ! Sen yerime halife ol! dedi.
(15) Tevratta bunların adı: İşaya ve Yeremya'dır. Din Tarihi
kitaplarında Eşiyâ ve Yeremiya şekillerinde de kaydedilmiştir. Kur’anda adı
geçen peygamberler arasında bunlar yoktur. Ancak biz Hakk Teâlâkın gönderdiği
peygamberlerin hepsini ismen bilemiyoruz. Fakat hepsine inanıyoruz.
F :
21
330
Sadûkıyâ, Eşıyâ’dan o sözü işitince kıbleye döndü namaz kıldı, çok
ağladı ve:
— Ey Allahım! Benim gizli aşikâr her şeyimi sen bilirsin. Allahım!
Benim halka güzel hükmettiğimi sen İsrail oğullarına bildir, dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Ey Eşiyâ! Sadûkıyâ'ya haber ver; duasını kabul ettim ve
adaletinden dolayı ömrünü uzattım, buyurdu.
Eşiyâ (aleyhisselâm) Sadûkıyâ’ya geldi. Haber verdi. Sadûkı- yâ onu
işitince çok sevindi, secde etti ve:
— Ey Rabbim! Sen öyle bir hükümdarsın ki, mülkü kime dilersen ona
verirsin, kimden dilersen alırsın. Kimi dilersen şerefli edersin, kimi dilersen
hor kılarsın. Gaybı ve şahadeti (görünen — görünmeyen herşeyi) bilirsin.
Suçlan bağışlayıp, duaları kabul eden sultansın sen. Benden bu hastalığı defet,
gider diye yalvardı.
Hakk Teâlâ hazretleri Eşiyâ (aleyhisselâm) ’a buyurdu.
— Ey Eşiyâ! Ona söyle! încir suyu getirsin, o hastalığın bulunduğu
yere döksün, iyi olur.
Sadûkıyâ öyle yaptı ve iyileşti. Sonra:
— Ey Eşiyâ! Rabbinden iste! Bize ilim ve zafer versin, dedi.
Bundan sonra Allah Taalâ, Eşiyâ
(A.Ş.)'a şöyle buyurdu: •'
— Sadûkıyâ’ya söyle! Bu sabah Sencârible beş yazıcısı hariç
diğerlerini belâk edeceğim.
Sabah olunca Sencârîb’in bütün askeri helâk oldu. Sadûkıyâ
Sencârib’i yakalayıp zindana attırdı.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu:
— Ey Eşiyâ! İsrail oğulları kralına söyle: Sencârîb ve onun
beraberinde kim varsa onları serbest bıraksın
331
ve onlara ikramda bulunsun. Hattâ onları memleketlerine göndersin,
gidip kendi kavmini korkutsun.
Eşıyâ Sadûkıyâ’ya bu haberi ulaştırdı. Sadûkıyâ Sencârîbi
koyuverdi. Yedi yıl sonra Sencârîb öldü. Buh- tunnasır onun yerine hükümdar oldu.
Ondan sonra Sadûkıyâ da öldü ve İsrail oğullan arasında çok cenk
oldu. Hakk Teâlâ hazretleri Eşıyâ (aleyhisselâm) ’ı kavmini imana davete
gönderdi ve:
— Onlara şunu söyle!: Hakkın nimetini yersiniz ve nefsinize itaat
edersiniz. Eğer hasta olursanız, ben iyi ederim. Şayet asî olursanız bana tövbe
edersiniz, affederim. Niçin benim Tanrılığımı inkâr edersiniz? Ve yine onlara
söyle!:
— Dünyayı nasıl görürsünüz?
Onlar:
— Harâb bir yerdir. Hâkim olan Allah onu imar etmiştin Eğer harâb
ederse kimse mani olamaz, önüne geçemez. Yeryüzünde denizleri o yarattı ve
ırmakları o akıttı. Çeşitli yemişler bitirdi.
— Bu dünya ne yaramaz, ne boş bir yerdir. Dirilerimiz ölür,
evlerimiz yıkılır, dediler.
Hakk Teâlâ hazretleri Eşıyâ (aleyhisselâm) ’a:
— Söyle onlara! Muhakkak onların duvarları benim dinimdir.
Sarayları şeriatımdır. Irmakları kitabimdir. Uygulayıcıları peygamberlerde
velilerimdir. Bana yakın olmak takvâ (ibadeti iledir, buyurdu.
Onlar şöyle dediler:
— Allaha zikir ve tesbihde bulunuruz, fakat gönlü, müz aydınlığa
kavuşmaz. Oruç tutarız, namaz kılarız ama nefsimiz temizlenmez, duamız kabul
olmaz.
Allah Taalâ hazretleri şöyle buyurdu:
332
— Ey Eşıyâ! Onlara şöyle söyle: Ben onların oruçlarını nasıl kabul
edeyim? Haram yerler ve yalan söylerler.
Namazlarını nasıl kabul edeyim? Benden başkasına sevgi duyarlar.
Sadakalarını nasıl kabul edeyim? Başkalarının malından sadaka
verirler. Dualarını nasıl kabul edeyim? Sözleri bir türlü, işleri bir başka
türlü. Söyledikleri ile yaptıkları birbirine uymuyor.
Benim sözlerimi işitirler. «Nakledilmiş sözlerdir» derler.
Eğer sözlerinde samimi iseler, gayıb âlemini bilsinler.
Şimdi benim rızam yoksullaradır. İzzet ve şerefim gözden
düşmüşleredir. Kuvvetim zayıflaradır. Zenginliğim dervişleredir. İlmim
cahilleredir.
Bu dünyaya bir peygamber göndereceğim ki O, üm- midir, anadan doğma
okumamıştır.
Yalan söylemez. Sokaklarda gezmez ve halka cefâ etmez. Kendisi
güzel, sıfatı merhametli oluşudur. Tab’- an sakindir. Affetmek ve iyiliği
tavsiye etmek ahlâkıdır. Adalet onun işidir. Hak onun şeriatıdır. Hidayet onun
rehberidir. İslâm onun milliyetidir. Ahmçd adıdır. İnsanları sapıklıktan doğru
yola onun vasıtası ile iletirim. Cehaletten sonra hakikatları onunla
bildiririm. Az şeyi onunla çok ederim. Yoksulluğu onunla zenginliğe çeviririm.
Dağılmış halkı onunla bir araya toplarım. Değişik gönülleri onunla zabt altına
alırım. Onun ümmetini bütün ümmetlerden üstün kılarım. Zira onlar Emir bil-
ma’rûf, Nehiy ani’l-Münkeri (İyiliği tavsiye, kötülükten alıkoymayı) vazife
bilirler. Bana iman edip Tevhid'e sa-
333
nlırlar. Bana samimiyet ve ihlâs ile namaz kılarlar. Benim için
savaş ederler. Gece ve gündüz ibadet ederler. Ben de onlardan rahmetimi
esirgemem. Zira ben fazlı büyük hükümdarım.
Bu sözleri Eşıyâ (aleyhisselâm) kavmine söyleyince onu öldürmek istediler.
Eşıvâ (aleyhisselâm) kaçtı. Dağda bir
ağaç vardı. O ağaç Allahın izni ile yarıldı .Eşıyâ (aleyhisselâm) ona girdi.
Şeytan (lanet olsun) Eşıyâ (aleyhisselâm) ’ın cübbesine yapıştı ve
onlara saklandığı yeri gösterdi. Bıçkı ile ağacı biçtiler ve Eşıyâ (aleyhisselâm)
şehid oldu.
Ondan sonra Hakk Teâlâ hazretleri, Ermiyâ (aleyhisselâm) 'a'.
— Git kavmine haber ver! Benim nimetlerimi onlara bildir, dedi.
Ermiyâ:
— Ey Allahım! Ben zayıfım, nasıl kavi olayım? dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Gönüller benim elimdedir. İstediğini şekle döndürürüm. Hem ben
seninle beraberim. Sana zarar do künmaz, buyurdu.
Ermiyâ bu sözü işitince yerinden kalktı. Fakat onlara haber vermek
için hiçbir şey bilmiyordu.
Hakk Teâlâ hazretleri, Ermiyâ’ya:
— Git hutbe oku! buyurdu.
Ermiyâ (aleyhisselâm) hutbe
okurken Allah Teâlâ ona itaatin sevabını ve isyânm cezasını bildirdi. Hutbenin
sonunda şöyle dedi:
— Hakk Teâlâ hazretleri şöyle yemin eder: İzzetim hakkı için onlara
bir fitne vereceğim ki, âlemde misli yoktur. Evvel onlara kalbi katı ve
heybetli bir zâlim ve-
334
reccğim. Ardında kara bulut gibi yürüyen asker vereceğim. Helâk
olacaklar.
Ermiyâ bu sözleri gelip onlara söyledi. Onu dövdüler ve hapse
atular.
Ondan sonra Hakk Teâlâ hazretleri aitıyüzbin askeri ile
Buhtunnasırı onlara musallat etti.
Geldi. Kudüsü yıktı, harap etti. Halkın çoğunu kuyulara attı;
üstlerini toprakla örttü. Buhtunnasır tekrar memleketine döndü. Hükümdar oldu.
Bir gün düş gördü. Fakat unutıu. Dört peygamberi de esir edip alıp gitmişti.
Biri Daniyel Peygamber idi. Bunları çağırdı o düşü sordu. Eğer bilemezseniz
sizi öldürürüm, dedi. Bunlar Daniyel ile çıkıp gittiler, gizli bir yere
vardılar. Zarlanıp dua ettiler ve ağladılar.
Hakk Teâlâ hazretleri o düşü bunlara bildirdi. Dönüp geldiler ve:
— Sen acaip bırşey gördün, ayakları ve incikleri bakırdandır.
Karnı gümüştendir, Arkası altından, başı demirdendir. Gökten bir taş indi. Onu
parça parça etti dediler.
Buhtunnasır:
' — Doğru söylüyorsunuz, dedi ve bunları koyuverdi
Nakledildiğin,: göre, İsrail Oğulları fesâd‘çıkarınca Hakk Teâlâ,
Buhtunnasırı aitıyüzbin askeri ile üzerlerine musallat kıldı. Onları helâk
etti. Yine âsî oldular. Hakk Teâlâ bu kere Rûm (Anadolu) hükümdarlarından bir
hükümdar üzerlerine gönderdi. Geldi. O da yüz seksenbin kişi öldürdü ve Beyt-i
Mukaddesi yıktı. Beyt-i Mukaddes Hz. Ömer zamanına kadar harap kaldı. Hz. Ömer (radiyallâhu
anh) Kudüsü fethettikten sonra Ashâbı ile bera-
335
ber Beyt-i Mukaddesi yeniden yaptı.
Keşşaf sahibi allâme Zemahşeri şöyle der:
— Kudüs kavmi iki defa fesâd çıkardılar. İlk fe- sâdları, Ernıiyâ (aleyhisselâm)
’ı şehid etmeleridir. Diğeri de Ze- kcriyâ ve Yahyâ (aleyhisselâm) ’ı şehid
etmeleridir. Meryem oğ, lu İsa'yı ise şehid etmek istemeleridir. Hakk Teâlâ
haz. retleri onları bu azgınlıkları dolayısiyle helâk etmiştir
41. UZEYİR (aleyhisselâm) TN PEYGAMBERLİĞİ
Müfessirler şöyle derler:
— Hakk Teâlâ hazretleri, Buhtunnasırı helâk etti, fakat Uzeyir (aleyhisselâm)
Tevrât için gece gündüz ağladı ve halkın
içinden çıkıp gitti.
Bir gün bir kimse Uzeyir (aleyhisselâm) ’a:
— Niçin ağlıyorsun? dedi.
Uzeyir (aleyhisselâm) :
— Tevrâtı ateşte yaktılar, dedi.
O kimse:
— Tevrâtm eline geçmesini ister misin? dedi.
Uzeyir (aleyhisselâm) :
— Evet, isterim, dedi.
O şahıs:
— Git! Oruç tut ve cübbeni yu, temizle. Ondan son- ra da yarın
seninle yine burada buluşalım, dedi.
Uzeyir (aleyhisselâm) oruç
tutup cübbesini yudu; yine o yere, geldi. Biraz sonra o şahıs da geldi Elinde
bir çanak su vardı. O şahıs bir melekti. Hakk Teâlâ onu Uzeyir (aleyhisselâm)
’a gönderdi. Sonra Uzeyir (aleyhisselâm) o sudan içti. Tevrât’ın bütün sûreleri
hatırına geldi. Uzeyir (aleyhisselâm) kalkıp İsrail Oğullarına geldi Tevrâtı okudu
ve kaleme
alıp yazdı. Ondan sonra Tevrâtı bir yerde gömülü buldular.
Gördüler ki. tamam Tevrâttır. Uzeyir (aleyhisselâm) ı aşırı şekilde sevdiler. Hattâ Uzeyiı; (aleyhisselâm)
Tanrının oğludur dediler. Fakat: -O,
bunların eş tutageldikleri herşey- den münezzehtir.» (116)
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) derki:
— Buhtunnasır ölünce Uzeyir (aleyhisselâm) bir ağacın altına oturdu. Eşeğini de o ağaca
bağladı. Oradan memleketin yerle bir olduğunu gördü ve:
— Bu harap olmuş şehir nasıl yeniden yapılıp mâ- mûr hale gelir?
dedi.
Hakk Teâlâ, Uzeyir (aleyhisselâm) 'ın ruhunu alıp yüzyıl orada
yattı. Sonra Hakk Teâlâ hazretleri onu tekrar diriltti ve Uzeyir (aleyhisselâm)
’a:
—- Ne kadar yattın, Ey Uzeyir? diye nidâ buyurdu.
Uzeyir (aleyhisselâm) :
— Bir veya birkaç gün yattım, diye cevap verdi.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Bil ki, yüz sene yattın, buyurdu.
Ondan sonra Uzeyir (aleyhisselâm) eşeğine baktı. Ölmüş olduğunu ve kemiklerinin
dağılmış olduğunu gördü.
O nidâ eden, seslenen.
— Ey kemikler! Bir yere toplanın diye seslendi.
Hemen bir araya geldiler. Ondan sonra da derisi tamamlanıp cam
geldi: Tekrar hayata kavuştu. Eşek ayağa kalktı.
Ondan sonra Hakk Teâlâ hazretleri, Uzeyir (aleyhisselâm) ’a
Tevrâtın tamamını öğretti ve ona peygamberlik verdi.
Uzeyir (aleyhisselâm) :
(116) Tevbe Sûresi, ayet: 31
337
— Allahım! Hayın. ve şerri sen takdir ettin. Şer işleyene ceza
verirsin, azâp edersin. Halbuki onu sen yazmıştın, dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Eğer bu sözünden dönmezsen adım Peygamberler defterinden
çıkarırım, buyurdu.
Nakledildiğine göre, Hakk Teâlâ hazretleri, Uzeyir (aleyhisselâm) 'a
şöyle buyurdu:
— Ey Uzeyir! Sen küçük günaha bakma! Onun işlediğinden dolayı kime
karşı âsî olduğuna dikkat et. Azıcık rızka bakma! Onu verene bak. Şâyet bir
belâ gelirse kimseye şikâyet etme. Eğer sen şikâyet edersen ben de senin
günahından meleklere şikâyet ederim. Ondan sonra Uzeyir (aleyhisselâm) dünyâ'dan âhirete teşrif etti.
42. METTÂ OĞLU YÛNUS (aleyhisselâm) 'IN
PEYGAMBERLİĞİ
Vehb bin Münebbih (radiyallâhu anh) şöyle der:
Hakk Teâlâ hazretleri, Yûnus (aleyhisselâm) 'ı Isrâil Oğullarına
peygamber olarak gönderdi ve:
— Git onları imana davet et! buyurdu.
Yûnus (aleyhisselâm) geldi
ve onları imana davet etti, Allah dinine çağırdı. Oniar inkâr ettiler, imana
gelmeyi ka- bul etmediler.
Yûnus (aleyhisselâm) onlara:
— Üç günden sonra size azâp gelecek, dedi. Habersiz bunların
içinden çıkıp gitti.
Sabah olunca gökten kara bir bulut indi. Onu görünce helâk
olacaklarını anladılar. Allah bunların gönüllerine tövbe verdi. Bir yüksek
yere çıktılar, tövbe edip imana geldiler ve: «Yûnusun getirdiği şeylere
F :
22
338
inandık» dediler. Allah bunları esirgedi ve üstlerinden azabı
kaldırdı. O gün Aşûre günü idi. Yûnus (aleyhisselâm) o kavmin helâk olmadıklarını gördü. Yalancı
çıktığını zannederek son derece üzüldü. Oradan gitti. Bir deniz kenarına geldi.
Bir gemiye binip uzaklaştı.
Nakledildiğine göre Yûnus (aleyhisselâm) şehirden gidince eşi de iki oğlu ile gitti.
Yolda giderken küçük oğlu denizde boğuldu. Büyük oğlunu kurt yedi. Eşi de
Yûnus (aleyhisselâm) ’la buluşamadı. Böyle olunca Yûnus (aleyhisselâm) çok üzülüp ağladı.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Ey Yûnus! Sen eşinden ve çocuklarından şikâyet ettin, ben de
onları ortadan kaldırdım. Eğer istersen tekrar kavmine dön. Çocuklarını, eşini
ve malını iade edeyim. Zira ben herşcye gücü yeten kâinatın hükümdarıyım,
buyurdu.
Yûnus (aleyhisselâm) bunların arasından çıkıp gittiğinde bir gemiye
binmişti. Gemiciler:
— Köle misin, yoksa azatlı mısın? dediler.
Gemicilerin âdetlerine göre köle olanlar gemiye alınmazlardı.
Denizde giderken gemi durdu ve:
— İçimizde kaşkın köle var, kur’a çekelim, kime çıkarsa onu denize
atsın, biz de emin olalım dediler.
Kur’a çektiler. Üç defasındp da Yûnus (aleyhisselâm) ’a çıktı. Hakk
Teâlâ hazretleri büyük bir balığa, gemiye gitmesini bildirdi. Yûnus (aleyhisselâm)
o balığı görünce kendini denize
bıraktı. O balık Yûnus (aleyhisselâm) ’ı yuttu.
Hakk Teâlâ o balığa:
— Yûnus’un etine ve kılına zarar verme. Yûnus’u
338
ben sana rızık verdim. Zindana koyduğumu kabul et. O sende emanet
olarak dursun, buyurdu.
îbni Abbâs (radiyallâhu anh).
Hakk Teâlâ o balığa. Karnını Yûnus'a mescid ettim. Orada ibadet
etsin, buyurdu, der.
Yûnus (aleyhisselâm) balığın
karnında kırk gün yattı ve balığın karnında:
— «Senden başka hak ma'bud yoktur. Sen herşey den münezzehsin.
Bense zulmedenlerdenim» diye niyazda bulundu.
Yûnus (aleyhisselâm) 'ın balığın karnında: «Yedi gün, üç gün yirmi
gün» kaldığı şeklinde değişik görüşler ileri sü- rülmüştür.
Sabahleyin bank onu yuttu, gece tekrar dışarı bıraktı» diyenler de
vardır. En doğrusunu Allah bilir.
Nakledildiğine göre Yûnus (aleyhisselâm) 'ı yutan balık denize
dalıp gitmemiştir. Bilâkis başı suyun üstünde olduğu halde gemi ile beraber
yürümüştür ki, bu sayede Yûnus (aleyhisselâm) hem nefes alsın, hem de Allahı zikretsin,
diye.
Hattâ kenara gelince o bahk denize batmadı. Yûnus (aleyhisselâm) 'ı
getirip kenara çıkardı. Bunu gören gemicilerin hepsi imana geldiler.
Yûnus (aleyhisselâm) karaya
çıkınca, kenarda bitmiş bulunan, bir kabağın yapraklarının gölgesinde oturdu.
Onun vücudu yumuşacık et haline gelmişti. Kabak yaprağına sinek konmadığı için
onun altında oturdu. Bir geyik gelip onu emzirirdi. Ondan sonra hemen iki melek
geldi. İki giyecek getirdiler. Yûnus( A.S.) birini alt tarafına tutundu,
birini d? üstüne giydi.
Ondan sonra gitti. Ağaçhk bir köye geldi. Köylü-
340
lerin bu ağaçların yemişlerini ziyan ettiklerini gördü ve onlara:
— Niçin bu yemişleri helak edersiniz? diye sordu.
Hakk Teâlâ hazretleri:
■— Ey Yûnus1 O yemişlere acırsın, kendi kavmine niçin
acımazsın? diye buyurdu.
Hz. Yûnus (aleyhisselâm) oradan da gitti. Kavmine geldi.
Yûnus (aleyhisselâm) ’m geldiğini kavmi duyunca hepsi onu şehrin
kapısında karşıladılar ve şehre getirdiler. On- dan sonra Hakk Teâlâ oğlunu,
eşini ve malım tekrar verdi.
Nakledildiğine göre bir gün Yûnus (aleyhisselâm) ’m evine bazı şahıslar
geldiler ve eşinin onu incittiğini gördüler. Kadın ona karşı söyleniyordu.
Yûnus (aleyhisselâm) ise ona bir şey
demiyordu. Onlar bu durumu görüp şaşırdılar ve Yûnus (aleyhisselâm) ’dan
sebebini sordular:
— Bu gördüğümüz ne hikmettir? dediler.
Yûnus (aleyhisselâm) onlara:
— Şaşırmayın! Ben Tanrıdan istedim ve: Eğer bana azap edeceksen
dünyada et dedim. «Falanın kızı çok yaramaz ve huysuzdur. Onu hatunluğa al»
diye emrolun- dum. Ben de o k’zı aldım. Şimdi azabımdır çekerim, elimden ne
gelir? dedi.
Hz. Ali (radiyallâhu anh):
— «Dünya azabı huysuz kötü kadındır, Ahiret azabı ise Cehennemdir»
demiştir.
Ondan sonra Yûnus (aleyhisselâm) «Ninova, şehrinde yerleşti. Ölünceye kadar
orada kaldı ve orada öldü.
341
43. ZEKERİYYÂ VE YAHYA (aleyhisselâm) 'IN
PEYGAMBERLİĞİ
Ka’bû’l-Ahbâr (R A.) şöyle der:
Süleyman (aleyhisselâm) ın iki oğlu var idi. Birinin adı «Ra-
hibaam» ve birinin adı da «îmrân» idi.
Zekeriyyâ (aleyhisselâm) Rahibaam neslindendir. Yani Süleyman (aleyhisselâm)
’ın oğlunun çocuklarındandır. Zekeriyyâ (aleyhisselâm) 'm eşinin adı «Elyesâ»,
İmrân’m eşinin adı ise «Hanne»dir.
Zekeriya (aleyhisselâm) , Peygamberlik gelmezden önce dülgerlik
(marangozluk) ederdi ve Beyt-i Mukaddeste ibâdetle meşgul olurdu.
Bir gün Cebrâil (aleyhisselâm) gelip Zekeriyyâ (aleyhisselâm) 'a selâm verdi.
Zekeriyyâ (aleyhisselâm) selâmını aldı
ve:
— Sen kimsin? dedi.
Cebrâil (aleyhisselâm) :
— Ben Cebrâilim. Tanrı taâla selâm söyledi. Seni İsrâil Oğullan
kavmine Peygamber olarak davete gönderdi ve buyurdu ki: Onları bana ibâdete ve
beni zikretmeye davet et, çağır. Beni sen de her zaman zikret, unutma. Kim
beni unutursa ben de onu rahmetimden uzak tutarım. Kim beni anarsa ben de onu
rahmetimle anarım.
Zekeriya (aleyhisselâm) bu
sözleri işitince secde etti, sonra çıktı, tsrâil Oğullarına vardı. Onları dine
davet etti. Bir kısmı iman ettiler. Zekeriyyâ (aleyhisselâm) onların arasında bir süre durdu.
Şimdi bilmek gerektir ki-, İmrân’ın eşi Hanne'den
342
Meryem nasıl doğdu? Ve Zekeriyyâ (aleyhisselâm) , Hz. Meryeml kendi
yanım» nasıî a’dı?
Müfessirler şöyle naklederler:
— Zekeriya (aleyhisselâm) bir mihrâp (namazgah) yaptırdı. Kapısını
yüksekten koydu. Hz. Meryem hücresine girer, çıkmazdı. Hayız görünceye kadar
orada kalırdı. Hayız görünce Zekeriyyâ (aleyhisselâm) Hz. Meryemi hücresinden alır, hanımı olan
teyzesinin yanına getirirdi.
Mukâtil (radiyallâhu anh) derki.
— Hz. Meryem lıaytzdan temizlenince gusletti, boy abdesti aldı.
Tekrar hücresine girip oturdu.
Zekeriyyâ (aleyhisselâm) ne
zaman Hz. Meryem’in hücresine varsa, yazın kış yemişleri, kışın da yaz
yemişleri bulur idi. Bir gün Zekeriyyâ (aleyhisselâm) , Hz. Merheme sordu:
— Bu yemişler neredendir? dedi.
Hz. Meryem (radiyallâhu anh):
— Şânı yüce olan Allah Teâlâ hazretlcrindendir. Kime dilerse
hesapsız yiyecekler verir, diye cevap verdi.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurur:
— «...Allah
kimi dilerse ona sayısız rızık verir.>ı (117)
Hz. Hasen (radiyallâhu anh) nakleder:
— Zekeriyyâ (aleyhisselâm) : Allahım! Bdna kocalığımda bir oğlan
ver, nasip et dedi ve vardı ınihrâbına girdi. Biraz sonra bir melek gelip:
— Ey Zekeriyyâ' Hakk Teâlâ hazretleri sana bir oğlan müjdeler ki,
adı, Yahyâ’dır, dedi.
Nitekim Allah Teâlâ buyurur:
— «O
mikrapıa durup namaz kılarken hemen me-
<117) Âl-i İmrân Süresi, ayet: 37
343
lekler ona (şöyle) nida elti: «Gerçek, Allah sana kendisinden
(gelen) bir kelimeyi (Hz. îsâ'yı) tasdik edici, bir efendi, nefsine hâkim ve
sâlihlerden bir peygamber olmak üzere Yahya'yı müjdeler.» (118)
Bazıları şöyle der:
— Yahya (aleyhisselâm) ’a şunun için Yahya denildi ki, o ölmedi.
Allah onu şehîd etti. Ebedî ölmemiş oldu. Veya Allah onu, sonsuz itaati
sayesinde, yaşattı; kulluğu ve itaati ile o yaşamaktadır. Çünkü aslâ günah
işlememiş, işlemeyi de hiç düşünmemiştir.
Peygamberimiz Muhammed Mustafa (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz
de şöyle buyurmuştur:
— Yahyâ (aleyhisselâm) hiç
günah işlemedi ve işlemeyi de akimdan geçirmedi. Bu itibarla o, hasür (nefsine
hâkim iffetli) oldu. Elinden geldiği kadar kadınlardan sakınır- dı.
Zekeriyyâ (aleyhisselâm) ’a gelince o:
— Ben bir pîıim, ihtiyarım. Eşim de kocadır. Bizden nasıl oğlan
doğar? diye hayretini ifade etti.
O vakit Zekeriyyâ (aleyhisselâm) doksandokuz yaşında idi. Hanımı da doksansekiz
yaşında bulunuyordu.
Nakledildiğine göre Yahyâ (aleyhisselâm) ilk yaz ayının yir- mibeşinci günü dünyaya
geldi. Otuz yaşına girdi. Hakk Teâlâ Ona vahyedip buyurdu:
— «Ey
Yahyâ! Kitabı kuvvetle tut» yani: Tevratı kuvvetinle tut ve devamlı onunla
meşgul ol.
— «Henüz
sabî iken ona hikmet verdik» yani: Yah-
f !2S) Al-i İmrân Sûresi, ayet: 39
(119) Meryem Sûresi, ayet: 12
T120) Meryem Sûresi, ayet: 12
344
yâ (aleyhisselâm) küçükken
onun diline hikmeti zâhir ettik, Tev- râtı öğrettik, demektir.
Hz. Hasen (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Bir gün Yahya (aleyhisselâm) , îsâ (aleyhisselâm) ’a: Sen benden
üstünsün, dedi.
îsâ (aleyhisselâm) :
— Bilâkis sen benden üstünsün. Nitekirn Hakk Teâlâ hazretleri sana
selâm verir. Ben kendime selâm veririm. Böyle olunca sen benden üstünsün, dedi.
Nakledildiğine göre Yahya (aleyhisselâm) o kadar ağlardı ki, gözlerinin yaşı yüzlerinde
iz bırakmıştı. Hakk Teâlâ’dan öyle korkardı.
Nakledildiğine göre Zekeriyyâ (aleyhisselâm) va’z ettiği zaman, eğer o vakit Yahyâ (aleyhisselâm)
'ı orada görmezse Cehennemden bahsederdi. Eğer orada görürse Cennetten söz
ederdi.
Bir gün Zekeriyyâ (aleyhisselâm) nasihatte bulunurken halka baktı, gördü ki,
Yahyâ (aleyhisselâm) orada değildir.
Halbuki Yahyâ (aleyhisselâm) başını
yakasının içine çekip dinlemekte idi. Bunun üzerine Zekeriyyâ (aleyhisselâm) ,
Yahyâ (aleyhisselâm) ’ı orada görmeyip Cehennemden haber verdi, ağladı ve
şöyle dedi:
— Cebrâıl (aleyhisselâm) bana haber verdi. Cehennemde bir dağ vardır.
Ona «Sekrân» derler. O dağın içinde bir dere vardır. Adı «Gadbân»dır. O derede
ateşten bin kuyu vardır. Her kuyunun derinliği ikiyüz yıllık yoldur. O kuyuların
içinde ateşten tabûtlar vardır. O tabûtun içinde ateşten kaftanlar (uzun
elbiseler) ve zincirler vardır.
Yahyâ (A.SJ.4?u sözü işitince doğruldu:
— Vâh! Sekrân’dan, vâh Gadbân’dan diyerek dağlara kaçtı.
345
Zekeriyyâ (aleyhisselâm) ve
eşi ardına düştüler. Koyun gü- den bir şahsı gördüler ve:
— Hiç ağlayan bir yiğit gördün mü? dediler.
Çoban:
— Falan geçitle öyle birisini gördüm:
— Yerim Cennet midir, yoksa Cehennem mi? Olduğunu öğreninceye
kadar yemem ve içmem diye, ağlıyordu, dedi.
Babası ve anası varıp buldular. Anası:
— Seni karnımda taşıdığım ve verdiğim sütün hakkı için şu arpa
ekmeğini ye ve benimle beraber eve dön, dedi.
Yahya (aleyhisselâm) anasının sözünü işitince durdu ve ana. sı ile
beraber gitti.
Zekeriyyâ (A S.):
— Benim de dileğim şu cübbeyi giymendir, dedi.
Yahyâ (aleyhisselâm) r.’dı,
giydi. Anası mercimekten yemek pişirdi. Yahyâ (aleyhisselâm) yedi ve uyudu.
Düşünde şöyle dediler:
— Ey Yahyâ! Benim evimden yeğ (iyi) ev mi buldun? Benim
komşuluğumdan daha iyi komşu mu buldun? Ey Yahyâ! İzzetim hakkı için, eğer
Firdevs Cennetini götsen arzudan etin ve yağın erirdi. Eğer Cehennemi görsen
etin ve yağın erirdi. Gözünden yaş yerine kan ve sarı su akardı.
Yahyâ (aleyhisselâm) uyanınca ağladı. Anasına ve babasına:
— Benim hırkamı verin, cübbenizi alın, dedi.
Yahyâ (aleyhisselâm) 'ın gözyaşı ve sızlanması son haddine varınca Hakk
Teâlâ hazretleri Onu esirgeyip-
— Cehennemi size haram ettim, buyurdu.
346
Gönülleri emin olup ibadeti çoğalttılar. Hakk Teâlâ- nın cemâlini
görmek için çok şükrettiler.
Hâris-i Eşarî Peygamberimizden şöyle nakletmiştir:
— Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurur: «Bir gün Yahya (aleyhisselâm)
şeytan ile buluştu.
Yahyâ (aleyhisselâm) :
— Ey İblis! Bana haber ver, söyle: Senin en çok sevdiğin kimdir? En
büyük düşmanın kimdir? dedi.
Şeytan:
— Benim en çok sevdiğim kimse, mümin olduğu halde cimri olandır. En
büyük düşmanım da fâsık olduğu halde cömert olan kimsedir, dedi.
Yahyâ (aleyhisselâm) :
— Yani nasıl? dedi.
(^»tan:
— Mümin ki, cimridir, onun cimriliği bana yeter, dedi. Fâsık ki
cömerttir, korkarım bir gün tövbe eder de Hakk Teâlâ hazretleri onu kabul eder
ve veliliğe yükseltebilir. Eğer sen bunu sormamış olsaydın bu haberi kimseye
söylemezdim dedi.
44. ZEKERİYYÂ VE YAHYA (aleyhisselâm) ’IN VEFATLARI
:
ZEKERİYYÂ (aleyhisselâm) TN VEFATI :
Bir gün Zekeriyvâ (aleyhisselâm) Yahudiler’den kağtı. Yahu- diler ardına
düştüler. Yaklaştıkları zaman Zekeriyvâ (aleyhisselâm) yolda bir ağaç gördü ve o ağaca:
— Beni sakla, dedi.
O ağaç yarıldı. Zekeriyyâ (aleyhisselâm) içine girip gizlendi. Fakat eteğinin ucu
dışarıda kaldı. O Yahudiler geldiler. Bulamadılar. Şeytan onlara:
347
— İşte bu ağaca girdi, dedi. Bıçkı getirdiler. O ağacı
parçaladılar. Hattâ bıçkı Zekeriyyâ (aleyhisselâm) 'ın başına geldi. Zekeriyyâ
(A.S.i Ah! dedi. Yerler ve gökler Zekeriyyâ (aleyhisselâm) için harekele geldiler. O saat Cebrâil (aleyhisselâm)
:
— Ey Zekeriyyâ! Hak taalâ hazretleri sana: Bir kere daha ah ederse
adını peygamberlik defterinden çıkarırım, buyurdu.
Ondan sonra Zekeriyyâ (aleyhisselâm) acıya katlandı, ah et medi. Şehîd ettiler. Güz
ayının beşinci gününde Zekeriyyâ (aleyhisselâm) şehid oldu.
YAHYA (aleyhisselâm)
TN VEFATI :
Nakledildiğine göre, İsrâil Oğulları arasında bir kral var idi.
Onun bir hanımı vardı. O kadının başka erkekten bir kız: vardı. O kızı krala
vermeyi istedi. Baş' ka yerden kız almasından korkardı. Düğün yaptı. Yah- yâ (aleyhisselâm)
’ı düğüne çağırdı. Yahyâ (aleyhisselâm) geldi. Kadın, kızını kral olan kocasına vermek
için izin istedi. Yahyâ (aleyhisselâm) :
— îslâm dininde (Allşh Kanununda) bu haramdır. Bunun üzerine Yahyâ (aleyhisselâm)
o düğünden çıktı, gitti.
Kralın karısı, Yahyâ (aleyhisselâm) ’a son derece kızdı. Onu
öldürmek için hile düşündü. Krala şarap içirdi. Sarhoş etti. Kral sarhoş olunca
o kadın kızını süsledi. Erkeğinin huzuruna çıkardı ve:
— Yahyâ <A.S.) buraya geldi: < Bu kızımı sana vereyim»
dedim. «Haramdır» dedi. Senden onu çağırıp öldürmeni istiyorum, dedi.
Kral, Yahyâ (aleyhisselâm) ’ı çağırdı ve:
— Sen böyle mi dedin? dedi.
348
Yahyâ (aleyhisselâm) :
— Evet, o sana haramdır, dedi.
O kral emretti. Yahyâ (aleyhisselâm) ’ı koç boğazlar gibi boğazladılar.
Yaz ayının yirmidokuzuncu günü Yahyâ (aleyhisselâm) şe- hıd oldu. O gün göklerin ve yerlerin
melekleri Yahyâ (aleyhisselâm) için
ağlaştılar ve:
— Ey Allahını! Hangi günah için Yahyâ (aleyhisselâm) ’ı öldürdüler?
dediler.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Yahyâ kulumun aslâ günahı yoktur. Günahı hiç düşünmemiştir. Fakat
beni severdi. Ben de onu severim. Onun için öldürdüm. Çünkü sevenlere sevgi
içinde ölmek gerektir, buyurdu.
Müfessirler:
— Yahyâ Peygamberi, Zekeriyyâ (aleyhisselâm) ’dan önce şe- hid
^ttiler, derler.
Nakledildiğine göre Yahyâ (aleyhisselâm) ’ı şehid ettiler. İsâ (aleyhisselâm)
onların arasından çıktı, gitti.
Hakk Teâlâ hazretleri o kavmin üzerine bir kral gönderdi. Ona
«Hirodos» derlerdi. O kral:
— Eğer Kudüs'ü alırsam bütün halkını öldüreceğim, hattâ onların
kanı benim askerimin içinden su gibi akacak, dedi.
Kudüsü aldı, ama Yahyâ Peygamberi öldüren kralı bulamadı. O, ölüler
arasına gizlenmişti.
O gün Yahyâ (aleyhisselâm) ’ın kanı üzerine yetmişbin Ya^ hudi
boğazlandı.
Hükümdar »ununla da yatışmadı. Yediyüz oğlan getirdiler ve Yahyâ (aleyhisselâm)
’ın kanı üzerine boğazladılar Fakat o gene sükûn bulmadı.
34y
Kalanlarını da ateşte yakmak istedi.
— Yahyâ Peygamberin kanı için bizi affet diye yalvardılar. Affedip
Müslüman oldu.
45. İSÂ (aleyhisselâm) ’IN PEYGAMBERLİĞİ
Allah Teâlâ buyurdu:
— «Hani (İmrân)’ın karısı: Rabbim, kamundakini azatlı bir kul
olarak adadım. Benden olan bu (adağ)’ı hemen kabul et. Şüphesiz (niyazımı)
hakkiyle işiten, (niyetimi) kemaliyle bilen sensin, sen» demişti. (121)
Mukâtil (radiyallâhu anh) derki:
— Hz. Meryemin annesi «Hanne», «îmran»ın eşi ve «Fakuza»nm kızı
idi. Hz. Meryem «İmrân»ın kızıdır. İmrân «Mâsân»m oğludur. Mâsân, Hz.
Süleyman’ın ev- lallarındandır.
Hanne, tmrân'dan gebe kalınca şöyle dedi:
— Hakk Teâlâ hazretleri, beni karnımdakinden kurtarırsa onu azadl.
kılacağım, diye nezretti. Yani asla dünya işlerini yaptırmayacağım. Beyt-i
Mukaddese hizmet etsin ve mihraba kapanıp ibâdet etsin, dedi.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurur:
— Annesinden doğan her çocuğa şeytan yapışır. Ancak Hz. Meryem ile
Hz. îsâ (aleyhisselâm) ’a yapışamadı
Nakledildiğine göre bir gün İmrân eşine şöyle dedi:
— Eğer o karnındaki kız olursa nasıl yaparsın?
Hanne bu söze üzüldü. Hz. Meryem doğunca ona «Meryem» adını koydu.
(121) Al-i İmrân Sûresi, ayet: 35
350
Meryem: Tanrfya kulluk eden demektir. Kundağa sarıp Beyt-i
Mukaddes'in mihrâbına koydu ve gitti.
Kudüs'ün ileri gelenleri toplandılar ve onlardan heı biri:
— «Ben
üzerime alıp terbiye ederim, büyütürüm» , dedi.
Zekeriyyâ (aleyhisselâm) :
— «Bana
yakışır, hak benimdir. Zira teyzesi benim eşimdir» dedi.
Bunlar:
— «Kur'a
çekelim, bakalım kime çıkar?» dediler.
Zekeriyyâ (aleyhisselâm) 'ın şeriatına göre suya birer kalem
bırakırlardı. Hangisinin kalemi suya batmazsa o doğrudur derlerdi ve hak onun
olurdu. Bunlar ve Zekeriyyâ (aleyhisselâm) (Ayn-ı Silvân’a = Silvân suyuna) vardılar.
Ürdün ırmağına kalemlerini attılar. Onların kalemi battı. Zekeriyyâ (aleyhisselâm)
'ın kalemi su üzerinde kaldı, batmadı. Hakkın Zekeriyyâ (aleyhisselâm) ’a ait
olduğunu anladılar ve ona verdiler.
Nitekim Kur’an-ı Kerimde Hakk Teâlâ buyurur:
— «Bunun
üzerine Rabbi onu, iyi bir rızâ ile kabul etti. Onu güzel bir nebât gibi
büyüttü. (Zekeriyyâ)'yı da ona (bakmaya) memur etti ..» (122)
Bunun üzerine Zekeriyyâ (aleyhisselâm) Hz. Meryemi yanına aldı. Büyüdüğünde onu,
ibâdet için ma’bede kapattı. Hakk Teâlâ Ona Cennetten yemişler verdi. Bir gün
Cebrail (aleyhisselâm) geldi ve şöyle
dedi:
— Ey Meryem! Allaha muti ol. Gece ibâdet ederken ayak üzerinde çok
dur. Namazı uzun et, uzat.
122) Al-i İmran Sûresi, ayet: 100
351
Hz. Meryem o sözü işitince, geceleyin ibâdeti o kadar uzatırdı ki,
ayağı üzerinde duramaz oldu. Verem olacaktı.
Müfessirler detler ki:
— Bir gün Cebrâil (aleyhisselâm) Hz. Meryem'in yanına geldi. Ve:
— Tanrı taâla hazretleri seni temiz kıldı. Senin karnında bir oğlan
vardır kı, babasız meydana gelecektir. "Ey Meryem! Hakk Teâlâ hazretleri
sana bir kelime müjdeler. Adı İsâ'dır. Dünyada ve Ahirette makbuldür. Beşikte
iken konuşur. Büyüyünce de konuşacaktır, dedi ve ayrılıp gitti.
Ondan sonra Hz. Meryem bir gün hayız gördü. Ha yızdan arındı.
Doğuya dönüp gusletti, boy abdesti aldı Ondan doiayı hıristıyanlar, Hz. Meryem
Şark’a döndü diye şarkı (doğuyu, kıble olarak kabul ettiler.
Hz. Meryem guslederken, Cebrâil (aleyhisselâm) güzel bi» delikanlı kıyafetine girip, yüzü
parlak ve uzun boylu yakışıklı bir biçimde geldi. Hz. Meryeme gözüktü. Hz
Meryem onu görüp korktu. Cebrâil (aleyhisselâm) ’ı uzaktan gö ren Hz. Meryem
hemen:
— Senden Allaha sığınırım, dedi.
Cebrâil (aleyhisselâm) :
— Ben elçiyim, Allahtan geliyorum. Hakk Teâlâ hazretleri sana bir
oğian bağışladı, dedi.
Hz. Meryem:
— Ben Allahtan korkan iffetli ve namuslu bir kimseyim, kimseden
para ahp zinâ etmedim ve bana kimse yapışmadı. Benden nasıl oğlan doğar? dedi.
Cebrâil (aleyhisselâm) :
— Haklısın! Fakat Hakk Teâlâ hazretleri: Ona bir
352
oğlan vermek benim için çok kolaydır. O oğlanı halka ibret, rahmet
ve ayet (İlâhî kudret delili) edeceğim, buyuruyor, dedi.
Bazıları şöyle dediler:
—- Cebrâıl (A S.)’ın üflemesinden bir kimsenin yaratılması,
yaratılanın bir kısmı melekten, bir kısmı insandan olacağı için, caiz
değildir.
Ancak, Cebrâil (aleyhisselâm) , İsâ (aleyhisselâm) 'ın
yaratılmasına sebep olmuştur.
Hakk Teâlâ hazretleri, Âdem (aleyhisselâm) ’ı yarattığı zaman
ziirriyetinden İlâhî ahd (kendi için söz) aldı. Bundan sonra bazı suyu
babaların belinde, bazı suyu da annelerin rahminde bıraktı. Bir kısmı
babasından, bir kısmı da annesinden olmak üzere Hz. Meryem'in rahminde iki su
kaldı. Cebrâil (aleyhisselâm) üfleyince,
Onun üflemesi ile Hz. Meryem’in kadınlığı harekete geçti ve o iki su (zür-
riyet) birleşerek Hz. Meryem gebe kaldı. (123)
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Hz. Meryem gebe kalınca kaçıp bir dereye girdi.
(123) İlâhi ahd'le ilgili olarak Kur’an-ı Kerimde A’râf Sûresinin
172 ve 173. ayetlerinde bilgi verilmektedir. r.Elest Bezmi» denilen İlâhi
meclisde Allah insan zürriye- tinden kendini tanıyacaklarına dâir söz almış ve
bu ahid nesilden nesile devam edegelmiştir. Ancak bu ayet: Kâinattaki İlâhi
delillere bakarak akl-ı selim’le Allahı bulma mânâsında da izâh edilmiştir. Hz.
Meryem'in erkeksiz gebe kalışı bazı biyolojik açıkamalarla birlikte, İlâhi
kudretin bir eseri olarak, Rûhû ve mânâyı inkâr eden Yahudi- lere ibret olsun
diye ,Hakk Teâlâkin İlâhî müdâhelesi ve onun sonsuz gücünün delili ve
isbâtıdır. Nitekim Kur’anda Allah Teâlâ- Hz. Ademi anasız ve babasız yarattığı
gibi, İsa’yı da babasız olarak yarattığını beyan buyurmuştur.
353
Gebelik müddeti tamam olunca îsâ (aleyhisselâm) doğdu. Doğum kış ortasının başında oldu. Hz.
Meryem on yaşında idi. Gebe olması ile doğurması bir saat içinde oldu
Nakledildiğine göre, Allah; Hz. Meryem'e muallim- siz hikmet verdi.
Hiçbir şey yapmadan kısmet verdi. Yanında kimse olmadan Ona yardım etti ve
erkeksiz oğlan verdi.
Mücâhid (radiyallâhu anh) der ki:
— Hz. Meryem: Hz. îsâ (aleyhisselâm) karnımda tespih (Allahı zikr) -ederken ben
işitirdim. Doğurduğum zaman benimle konuştu, ben de onunla konuştum, demiştir.
Nitekim Hak laâla hazretleri buyurur:
— «Melekler:
Ey Meryem, Allah, kendinden bir kelimeyi sana müjdeliyor...» (124)
Bazıları da şöyle derler:
— Hakk Teâlâ kelâmında: Babasız bir peygamber yaratacağını beyan
buyurmuştur. Bu itibarla îsâ (aleyhisselâm) ’a kelime demiştir. Zira O C.Hakkın
İlâhî va’di (sözü) ile meydana gelmiştir.
Bazıları da:
— Kün = Ol kelimesi ile meydana geldiği için «kelime» denilmiştir,
dediler.
Hz. Meryem doğurmak istediği zaman, kırda kuru bir ağaç vardı ve
mevsim kıştı. Hz. Meryem o ağaca dayandı, arkasını verdi ve şöyle dedi:
— «Keşke
ben bu hale gelmezden evvel öleydim Unutulup giderdim. Bu hal başıma
gelmeseydi.
(t?4) AL-i İmrân Sûresi, ayet: 45
>54
Hz. Meryem, İsâ (aleyhisselâm) 'ı doğurunca, Hz. Isâ, Meryem'in
ayağı altında şöyle konuştu:
— Ben Allahın kuluyum, benim için üzülme. Ben Allahın
Peygamberiyim. Bu kuru ağacı salla, ondan yaş hurmalar bilsin ve üstüne
dökülsün.
' Hz. Meryem:
— Ben halkla konuşmamayı, ancak işâretle anlaşmayı nezrettim,
dedi. İik zamanlarda böyle söz için nezretmek âdetti.
Nakledildiğine gere, Yûsuf-u Neccâr (Marangoz Yûsûf) adlı bir şahıs
vardı. O şahıs onları bulundukları yerden alıp, civardaki bir mağaraya bıraktı.
Kırk gün ana-oğul c mağarada kaldılar.
Hz. Meryem lohusalığı sona erince temizlendi. Yû- sufu, Neccâr
gelip Hz. Meryem’i kavmine getirdi. Kav- mi onu görüp ağlaştılar ve:
— Ey Meryem! Bu babasız çocuğu nerede buldun? dediler.
Hz. Meryem:
— Bana sormayın, bu çocuğa sorun, diye işâret etti.
Onlar:
— Henüz beşikte olan bir sabiye biz ne soralım, ona ne diyelim?
dediler.
İsâ (aleyhisselâm) bunlara
şöyle dedi:
— «Şüphesiz
ben Allahın kuluyum.»
İsâ (aleyhisselâm) bu sözü
söylemekle Allahın kulu ve peygamberi olduğunu dili ile ifâde etmiş oldu.
Hz. Hasen (radiyallâhu anh) şöyle der:
— «Bana
kitap verdi» demesinden murâd: «Allah, anamın karnında iken bana Tevrat'ı
öğretti» demektir.
355
«Beni peygamber kıldı*- demek «Hak taâk?. beni peygamber ettiğine
dair ievhi mahfuzdan bana haber v~t- di» demektir.
— «Beni
mübarek kıldı» (125) demek beni halka muallim kıldı demektir. Ve Hak taalâ
hazretleri bana sağ oldukça namaz kılmamı ve zekât vermemi emretti.»
— «Beni
anneme hiirmetkâr kıldı. Beni bir zorba, bir bedbaht olarak yaratmadı» (126)
yani âsî ve zorba olmadım. Doğduğum gün şeytandan, öleceğim gün şek ve şüpheden
Allah beni selâmette kıldı ve kabirden kaldırılacağım gün de, kıyâmet sâhiplerinden,
beni sakladı, demektir. îsâ (aleyhisselâm) bu sözleri söyleyince tekrar sustu, konuşmadı.
Nakledildiğine göre, Îsâ (aleyhisselâm) üç yaşında iken Hz. Yahya onu doğru'adı.
İsrail oğulları hayret ettiler. Yah- yâ (aleyhisselâm) İsâ (aleyhisselâm) 'dan üç yaş büyüktü.
Bazıları:
— Altı yaş büjüktü, derler.
Müfessirler de:
— Yahya (aleyhisselâm) İsâ (aleyhisselâm)
’ı, ona küçük yaşta (Sa- biy) iken İncil geldiğinden dolay doğrulamıştır.
Hakk Teâlâ hazretleri İsâ (aleyhisselâm) ’ı İsrâil oğullarına da-
vetçi, peygamber olarak gönderdiği zaman, İsâ (aleyhisselâm) onlara çeşit çeşit alâmetler ve İlâhî deliller
gösterdi.
Hattâ şöyle dedi:
— Ben size balçıktan bir şey yapayım da Allahın izniyle diri
olsun, ona can gelsin.
Onlar inatla:
(125) Meryem Sûresi, ayet: 31.
(126) Meryem Sûresi, ayet: 32
356
— Bize yarasa kuşu yap, görelim dediler. Ve İsrarla İsâ (aleyhisselâm)
’dan yarasa kuşu istediler.
Yarasa kuşu canlılar içinde en acayip bir canlıdır Zira o,;
deridir, kandır ve kemikleri yoktur. Uçar, ka natları tüysüzdür. Diğer kuşlar
gibi yumurtlamaz, yav rusunu doğurur. Memesi vardır, yavrusuna süt emdirir
İnsanın gülüşüne benzer gülüşü vardır. Kadınlar gibi hayız görür.
İsâ (aleyhisselâm) 'dan bir yarasa kuşu yapmasını istediler, İsâ (aleyhisselâm)
balçıktan bir yarasa yaptı ve ağzından
üfledi O yarasa diri olup uçtu. Üflemek İsâ (aleyhisselâm) 'dan ve yaratmak,
hayat vermek Allahtan’dır.
Nitekim Hz. Meryeme üflemek Cebrâil (aleyhisselâm) ’dan, yaratmak
Allahtan olduğu gibi.
Vehb (radiyallâhu anh) şöyle nakleder:
— Ondan sonra İsâ (aleyhisselâm) : «Anasından gözsüz olanlar,
anadan doğma körler gelsin, tedâvî edeyim, iyi olsunlar» dedi.
Onlar bir gözsüz, bir de alaca hastalığına tutulmuş bir kişi
getirdiler.
İsâ (aleyhisselâm) eli ile
dokundu, sıvazladı. Kör gördü ve öbürü de iyi oldu.
Ondan sonra İsâ (aleyhisselâm) :
— Allahın izni ile ölüyü diriltirim, dedi.
Câlinos’a gidip:
— İsâ (aleyhisselâm) ölüyü
diriltirim diyor, ne dersin? dediler.
Câlinos:
— Ölüyü ilâçla kimse diriltemez, eğer diriltirse Hak peygamberdir,
doktor değildir, dedi.
Bu sefer onlar:
357
— Ölüyü dirilt, görelim, dediler.
Keşşâf’da beyan edilir ki:
— İsâ (aleyhisselâm) beş
kişiyi diriltti:
Biri şudur: Gökten îsâ (aleyhisselâm) ’a sofra gelirdi. Bir gün
pişmiş balık geldi. İsâ (aleyhisselâm) duâ etti ve o balık dirildi.
İkincisi Azâr adlı bir şahıstır ki, o İsâ (aleyhisselâm) 'a hemen
imân etti.
Üçüncüsü: Bir kadının ölmüş bir küçük oğlu vardı. Tabût içinde
yatmakta iken İsâ (aleyhisselâm) ona duâ
etti. O çocuk dirildi, tabûtu alıp anasına geldi.
Dördüncüsü; Bir şahsın kızları vardı. Biri öidü. îsâ (aleyhisselâm)
ona duâ etti. O kız dirildi.
Bunlar x>u seter:
— Eğer peygambersen Nûh’un oğlu Şam’ı dirilt görelim dediler.
İsâ (aleyhisselâm) Şam’ın
kabrine geldi. Duâ etti. Nûh’un oğlu Sam dirildi. Dört yüz yıldan fazla
toprakta yatmakta idi.
Bazıları:
— Nûh’un oğlu Ken’anı diriltti. Ona Nûh’un gemisini sordu o da:
— Tûfan’dan sonra yel aldı ve Kaf dağına bıraktı dedi, derler.
İsâ (aleyhisselâm) kavminin
küfürde devam ettiklerini görünce.
— Hak için bana kim yardım eder? dedi.
Havârîler:
— Biz yardım ederiz, Allahın yardımcıları biziz dediler. Onlar on
iki kişi idiler.
Mukâtil (radiyallâhu anh) şöyle der:
558
— O on iki Havâri Kassâr idiler. Bez ağartırlardı.
Isâ (aleyhisselâm) bir gün
onlarla yolda giderken:
— «Allaha
doğru (giden yolda) bana yardım edecekler kim?» dedi.
Havâriler:
— «Biziz
Allahın yardımcıları» dediler. (127)
Isâ (aleyhisselâm) bumara:
— Ne iş yaparsınız? dedi.
Onlaı:
— Bez ağartırız, dediler.
Isâ (aleyhisselâm) :
— Gelin! Günahtan nefsimizi ağartalım, dedi.
Onlar îsâ (aleyhisselâm) ’dan bu sözü işitince, Ona tâbi oldular,
inanıp bağlandılar.
Allah Teâlâ şöyie buyurur:
— «Gerçek,
Allah Ademi, Nûh’u, İbrahim hanedanını, İmrân ailesini —hepsi de birbirinden
(gelme) tek bir zürriyet olarak— âlemlerin üzerine mümtaz kıldı. Allah hakkıyle
işitici, kemâliyle bilicidir.» (128)
Hakk Teâlâ hazretleri Adem (aleyhisselâm) ’ı beş şey ile diğerlerinden
ayırdı-
1. Adem
(A S.) en güzel biçimde idi.
2. Allah
melekleri Adem (aleyhisselâm) ’a secde ettirdi
3. Allah
Adem (aleyhisselâm) ’ı seçti.
4. Hakk
Teâlâ Adem (aleyhisselâm) ’ı Cennette oturttu.
5. Hakk
Teâlâ Adem (aleyhisselâm) ’ı Ebûl—Beşer —Bütün insanların babası yaptı.
Hakk Teâlâ hazretleri Nûh (aleyhisselâm) ’ı da beş şeyle ayırdı-
(127) Al-i İmrân Sûresi, ayet: 33, 34
(128) Al-i İmrân Sûresi, ayet, 34
359
1. Hakk
Teâlâ Nûh (aleyhisselâm) ’ı, Ademden sonra ikinci olarak, insanların atası
yaptı. Zira Hakk Teâlâ, bütün insanları suda boğdu, Nûh (aleyhisselâm) 'ın zürri-
. yetini korudu.
2. Nûh
(aleyhisselâm) ’ın ömrünü uzun kıldı. Ömrü ve ameli uzun olana ne mutlu.
J. Hakk Teâlâ Nûh (aleyhisselâm) ’m duâ’smı müminler ve kâfirler
üzerine kabul etti.
4. Hakk
Teâlâ bütün halkı suda boğdu, Nûh (aleyhisselâm) gemiye binip kurtuldu.
5. Şeriatı
Nûh (aleyhisselâm) kurdu. Zira o
peygamberdir.
Fakat Hakk Teâlâ İbrahim (aleyhisselâm) ’ı Ebu’l—Enbiyâ =
Peygamberlerin babası kıldı. Ibrâhim (aleyhisselâm) ’dan bizim peygamberimiz’e
kadar ne kadar peygamber geldi ise hepsi tbrâhîm (aleyhisselâm) ’ın sulbünden
gelmiştir.
İkincisi: Allah, İbrahim (aleyhisselâm) ’ı Nemrûd'un ateşinden
kurtardı ve ateş ona selâmet oldu.
Üçüncüsü: Hakk Teâlâ hazretleri, İbrahim peygamberi Halil etti.
Dördüncüsü: Allah Ibrâhim (aleyhisselâm) ’ı kelimelerle müptelâ
kıldı.
Beşincisi: Allah Teâlâ Ibrâhim Peygamberi halka imam etti.
Allah Teâlâ (Al-i Ibrâhim ve Al-i İmrân) buyurmuştur. Bu iki
hânedân aynı zürriyeitendir..Birbirinden önce gelmesi şu tertibe göredir;
Mûsâ ve Hârûn (aleyhisselâm) Imrân’ın oğludur, imrân Yasher’in oğludur.
Yasher Kâhîs’in oğludur. Kâhis Lâ- vî’nin oğludur. Lâvi Ya’kûb'un oğludur.
Ya’kûb tshâk’ıri oğludur.
Bunun gibi Isâ (aleyhisselâm) Meryemin oğludur. Meryem
360
îmrân’ın kızıdır, İmrân Mûsân'ın oğludur. Mûsân Sü leymân (aleyhisselâm)
'ın oğulları oğludur. Süleyman Dâvûd (aleyhisselâm) ’m oğludur. Dâvûd İşâ
oğludur. Işâ Yehudâ'nın oğ- ludur. Yehûdâ Ya’kûb (aleyhisselâm) 'ın oğludur.
Bu itibarla İsâ (aleyhisselâm) İbrâhim peygamberin âlidir Onun neslidir.
İsâ (aleyhisselâm) kızıl
yüzlü, ak bedenli ve uzun saçlı idi, ve bekârdı.
Nakledildiğine göre, bir gün sefere giderken yolda ulu bir dağ
gördü. Üzerinde bir ak taş vardı. îsâ (aleyhisselâm) o taşın güzelliğine hayrân oldu. Hakk Teâlâ
hazretleri:
— O hayran olduğun şeyi sana bildirmemi ister misin? buyurdu:
îsâ (aleyhisselâm) ;
— Evet ya Rabbi! İsterim, dedi.
Derhal o taş ikiye bölündü. İçinden güzel görünüşlü eski elbiseli
bir pîr çıktı. Yanında taze bitmiş bir üzüm ağacı (asma) vardı.
îsâ (aleyhisselâm) o pîr'in
namaz kıldığım gördü. Hayreti bir kat daha arttı. Ona:
— Ey ihtiyar! Bu ağaç nedir? dedi.
İhtiyar:
— Her gün onda benim için üzüm biter, nafaka edinirim, dedi.
İsâ (aleyhisselâm) :
— Ne zamandan beri burada ibâdet edersin? dedi.
O yaşlı zat:
— Dört yüz senedir burada ibâdet ederim, dedi.
İsâ (aleyhisselâm)
— Ey Allahım! Bu ihtiyardan üstün kul yaratmadığını zannederim'
dedi.
361
Hakk Teâlâ:
— Bu şahıs Muhaınmed ümmetinin birisi kadar, dır. Onlardan biri,
Şa’bân ayının onbeşinci gecesinde Berât namazım kılsa, benim katımda, dört yüz
sene ibâdet eden bu şahıs’dan üstündür, buyurdu.
Ka’bül—Ahbâr (radiyallâhu anh) der ki:
— Hakk Teâlâ şöyle buyurdu: Ey îsâ! «Bismillâh» ibâresini çok
söyle. Kim çok Bismillâh derse bana ve- fâ etmiş olur. Kim de bana vefâ ederse
ben onun hesabına yüz «Bismillâhirrahmânirrahim» sevabını yazarım. Cehennemden
kurtarır, Cennete koyarım.
Nakledildiğine göre îsâ (aleyhisselâm) göklere ref olunca, yükselince yedi gün gökte
durdu. Ondan sonra Hakk Teâlâ hazretleri:
— Ey îsâ tekrar yeryüzüne in! Annen Hz. Meryem ve Ashâbınla buluş.
Meryemin sana üzüntüsü ve aynlık hasreti bütün âlemlerden büyüktür, buyurdu.
Hemen îsâ (aleyhisselâm) gökten yeryüzüne indi. Hakk Teâlâ hazretleri
ona melekler gibi kanatlar verdi. Nurdan elbiseler giydirdi. îsâ (aleyhisselâm)
yeryüzüne inince Hz. Mer- yemle ve
ashâbı ile buluştu. Yedi gün yerde kahp tek- râr semâya çıktı. (129)
, Nakledildiğine göre îsâ (aleyhisselâm) ikinci kat göğe çıktığı zaman melekler
yanında toplandılar. Onu ziyaret et- tiler. Hırkasının üçyüz yerinde yama
vardı. Melekle* gördüler, ağlaştılar ve:
— Ey Allahım! îsâ kuluna dünyada bir gömlek bile vermedin,
dediler.
(129) İslâm’ın sağlam görüşüne göre
İsâ (A.S.j henüz yeryüzüne inmemiştir. Kıyâmetten önce ineceği haber verilmiştir.
362
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Eğer bütün dünyâ’yı şatsalar İsa'ya bir gömlek pahası olmaz,
buyurdu.
Fakat melekler onun üzerinde bir iğne buldular.
Hakk Teâlâ:
— Eğer o iğne olmasa idi ben onu sekizinci göğe çıkarırdım. İkinci
gökte bırakın, dursun buyurdu.
Nakledildiğine göre bir gün İsâ (aleyhisselâm) kabirleri dolaşırdı. Melekler bir şahsa azâb
ediyorlardı. Bir gün yine o kabre uğradı. Rahmet melekleri ellerinde nurdan
tabaklar tutuyorlar. İsâ (aleyhisselâm) onu gördü, hayret etti.
Hakk Teâlâ hazretlerine münâcât etti. Hakk Teâlâ:
— O şahıs âsî bir kimse idi. Kabirde azâba uğradı. Fakat o şahıs
öldüğünde gebe bir hanımı vardı. Ondan bir oğlan doğdu O çocuk büyüdü ve
hoca’ya verdiler Hoca ona: «Bismillâhirrâhmânirrahim» dedi. O çocuk da
«Bismillâhirrâhmânirrahim» dedi. O kulumu azâp etmeye utanırım. Zira oğlu
yeryüzünde «Bismillâ- hirrahmânirrahinv.. der. Ben onun yer altındaki babasına
nasıl azâb ederim? O şahsı oğluna bağışladım, buyurdu.
Ka'bül—Ahbâr (radiyallâhu anh) der ki:
— Hakk Teâlâ hazretleri İsâ (aleyhisselâm) ’a şöyle buyurdu:
Vekavâk şehrine git. Kavmini İslâm’a (Allah dinine) davet et. Benim verdiğim
rızkı yerler, benden başkasına taparlar. Onlara azâb ederim amma onlardaki beş
hasletten dolayı azâb etmem.
İsâ (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! O beş haslet nedir? dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu:
1 İhtiyarlara ve kadınlara hürmet ederler.
363
2. Kadınlar
erkeklerine sevgi gösterirler ve çocuk, larını güzel terbiye ederler.
3. Bir
kimse onlara emânet bıraksa hiyânet etmezler.
4. Sözleri
gerçektir, yalan söylemezler.
5. Bir
günlük rızka kanaat ederler, yarın için bir şey biriktirmezler.
İşte bu beş hasleti bir kimse işlerse dünyâ'dan imansız gitmesi opa
lâyık değildir. Git onları İslâm'a davet et. Bunu da kabul ederler.»
Kûtü’l—kulûb da nakledildiğine göre bir gün îsâ (aleyhisselâm) ile Yahya (aleyhisselâm) bir yerde buluştular. Îsâ (aleyhisselâm) ferah, Yahya (aleyhisselâm) ise kederli idi.
Yahyâ (aleyhisselâm) :
— Ey tsâ! Sen Hakk Teâlâkın azabından emin oldun mu? dedi.
îsâ (aleyhisselâm) :
— Ey Yahyâ! Sen Tanrı taâla’nın rahmetinden ümidini kestin mi?
dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— İkiniz de iyi söylersiniz. Amma en iyiniz: «Allahın lûtfu ve
keremi çoktur diyeninizdir» buyurdu
Yine Kûtü’l—Kulûb’da nakledilir:
— Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu ki: «Ey îsâ! Mu- hammed ümmetinin
âlimleri benim yanımda peygamberler gibidir. Zira onlar az şeye râzı
olurlar, ben de onların az bilgisine razı olurum. Ve onları Cennete ko yarım.
(Lâ ilahe illellâh Muhammedün Rasûlûllâh) dedikleri için Cennete daha çok onlar
gider.
Ey tsâ! Bir kulumun gönlünde bir şey bulmazsam ben onun gönlünü
kendi sevgimle doldururum.»
364
46. İNCİLİN VASIFLARI BÖLÜMÜ
Keşşaf sâhib: şöyle der:
— Tevrat ahkâm idi. Fakat çoğu nasihat ve öğütlerden ibaretti.
Tefsîr-i Kebîr’de beyân edilir:
— Incil'in evvelinde şu metin yazılmıştı: «Bismâlâ Rahrnânâ
Rahîmâ.»
Hakk Teâlâ hazretleri Incil’de buyurur:
— Bir kimseye zülüm etseler, o zülme Uğrayan kimse istiğfâr etse
(Allaha sığınsa) muhakkak o, Şeytanın askerini, şer kuvveti yenmiş, mağlûp
etmiştir.
Katâde (radiyallâhu anh) hazretleri derki.
— Incil’de Muhammed ümmetinin kıssası (hikâyesi) şu şekilde
yazılmıştır:
Ahir zamanda bir kavim gelecek. Onlar iyiliği tavsiye ederler,
kötülükten insanları ahkoyarlar. Evvelâ sayıca az olurlar. Sonra çoğalırlar.
Hakk Teâlâ bu kitapta beş şeyi buyurur:
0 Eğer
duâ edersen kabûl ederim.
0 Eğer
verdiğim nimetlere şükredersen daha çok veririm.
0 Eğer
sadaka vermekle bana yakın olursan, ben de rahmetimle sana’yakın olurum.
0 Eğer
tövbe ile bana yakın olursan, ben de mağfiret (af) ile sana yakın olurum.
0 Eğer
itikatla (îmanla) bana yakın olursan, ben de her durumda sana yardım ederim.
Nakledildiğine göre Incil’de Hakk Teâlâ hazretleri şöyle
buyurmuştur:
361
— tüm islemeyen kimseye yazıklar olsun! O kimse Cehennemde
Câhillerle berâberdir. îlmi isteyin ve öğrenin. Zira ilim sizi mesûd etmezse
bedbaht da etmez. Eğer sizi yüceltmezse, ayaklar altına da bırakmaz. Eğer sizi
zengin etmezse, yoksûl da etmez. Eğer size fayda vermezse, zarar da vermez.
Sakın, ilim öğrenmekten korkarız, zira amel edemeyiz demeyin.
Bilâkis; İlmî bilelim ve onunla amel edelim, deyin.
Mukâtii oğlu Süleyman şöyle der:
— İncilde şunu buldum. Hakk Teâlâ buyurdu: Ey İsâ! âlimlere hürmet
ve saygı göster. Onların değerlerini bil. Zira Peygamberlerden ve Rasûllerden
sonra âlimlerden üstün kimse yaratmadım. Alimlerin halka üstünlükleri, güneşin
yıldızlara üstünlüğü gibidir. Ahî- retin dünyâ’ya ve benim mahlûkâta üstünlüğüm
gibidir.
Hakk Teâlâ hazretleri yine buyurur:
— Büyüklere, adalet isteyene zûlmetmek gerekmez. Alimlere,
kendilerinden ahlâk isteyene sefillik ve ahlâksızlık yolunu gösterip câhillik
etmek gerekmez. Kim bir hasta için oruç tutsa, o hastayı sağlığa kavuştururum
ve ecrini büyük ederim. Halkı esirgeyeni ben de esirgerim.
Kuşeyrî (Allahın rahmeti üzerine olsun) şöyle demiştir:
.— Incil'in sonunda şöyle yazılmıştır: «Lâilâhe illel- lâh El
melikü’l — Hakkü’l Mübîn = Melik, Hak ve Mü- bîn olan Allahtan başka Hak ma’bûd
yoktur.)
366
47. BÖLÜM
Ebû Saîd El Hudrî (R A.) nakleder:
— tsâ (aleyhisselâm) Aba
giyerdi ve çok defa ağaç yaprağı yerdi.
Bir defasında altmış gün bir şey yemedi. Bir kerre hatırına yemek
geldi, o vakit de ibâdetin lezzetini bu' 3 inadı. Anası Hz. Isâ (aleyhisselâm) 'ı
mektebe verdi. Hocası:
— Bismillah = Allahın adiyle de» dedi.
İsâ (aleyhisselâm) :
— Mânâsı nedir? diye sordu.
Hocası:
■— (Bâ)
harftir. Allah Teâlâ’nın birliğine işarettir (Sîn) harftir. Yüceliğine
işârettir. (Mim) de harftir, o da Onun mülküne işârettir diye açıklamada
bulundu.
Nakledildiğine göre îsâ (aleyhisselâm) şöyle buyurdu:
— Ey din yolunda gafil âlimler! Buyurulmayanı yapmayın ve
bilmediğinizi halka söylemeyin.
Hakk Teâlâ da şöyle buyurmuştur-
— Benim yanımda sâlihlerin (iyi ve has kullarımın) gönlü gibi
sevimli hiç bir şey yoktur. Kim size zûlmetse ondan af dileyin. Size gelmeyen
kimseye siz gidin. Size ihsân etmeyen, iyilik yapmayan kimseye siz iyilik edin.
Size ödünç vermeyene siz ödünç verin, yardım edin.
îsâ (aleyhisselâm) dedi ki:
— İşe yaramayan alimin durumu bir taş gibidir. O taş su yolunu
tıkar, ne kendi içer, ne de o suyu bırakır ki, ondan halk içsin. Ve yine bir
kabre benzer ki dışı çok güzel, içi ise çürümüş kemiktir.
Bir gün Havariler İsâ (A S.)’a:
367
— Sen su üzerinde yürürsün, Biz niçin yürüyemi- yoruz? dediler.
îsâ (aleyhisselâm) :
— Sizin altun, gümüş ve mücevheriniz vardır. Dün- ya’ya değer
verirsiniz. Onun için su üzerinde yürüyemezsiniz. Benim yanımda taşla altın
aynıdır. Onun için ben yürürüm dedi.
îsâ (aleyhisselâm) devamla:
— Siz günahtan korkmazsınız. Hayret edilen husus şudur ki.
Peygamberler küfürden korkar gibi günah’dan korkarlar.
îsâ (aleyhisselâm) ;
— timi ile amel etmeyen âlim, kaçamak yolla zinâ yapıp gebe kalan
ve suçu gebeliği ile meydana çıkan kötü kadın gibidir. Tıpkı bunun gibi, ilmi
ile amel etmeyen alim de kıyamet gününde Allahın yanında fışkı (kötülüğü)
meydana çıkar ve rezîl olur, dedi.
îsâ (aleyhisselâm) yine:
— Ey Havârîler! Dünva’ya düşkün kimselerin malına bakmayın.
Onların mallarının ihtişamı, sizin imanınızın nûrunu giderir, dedi.
Bir gün Havariler:
— Ey îsâ! Yeryüzünde sana benzer kimse var mıdır? dediler.
Îsâ (aleyhisselâm) :
— Evet vardır, dedi. Sözü Allahı zikir, sükûtu (susması) fikir,
düşünmek ve bakması ibret almak olan kimse bana benzer.
îsâ (aleyhisselâm) şöylece
beyanda bulundu:
— Câhillerin yanında hikmet’ten bahsetmeyin,
56S
zulmedersiniz. Eğer hikmeti ehline söylemezseniz, ehline
zûlmedersiniz.
— İbâdet ondur. Dokuzu Allah için halvettir, zikre devamdır. Biri
bâtıldan yana susmaktır. Kimin gönlünde şehvet varsa o şehvet onun için
fitnedir.
Havârîler:
— Velîler kimlerdir. Ey Isâ! dediler.
Isâ (aleyhisselâm) :
— Şunlardır: Halk bu dünyâ’nm zâhirine (dış gö. rünüşüne) bakar,
onlar hakikatma bakarlar. Her an Allahı zikrederler ve ölümü unutmazlar.
Dünyayı ve dün- yâ’dakileri hattâ geçimlerini unuturlar.
— Dünyaya tapmayın, sizi kendine köle ve esir eder. Ona ibretle,
ders almak gayesiyle bakın, onu ma'muı etmek, ölümsüz görmek için bakmayın,
dedi.
Nakledildiğine göre îsâ (aleyhisselâm) dünyâyı ve insanları terkedip ibâdet etmek
için bir dağa çıktı. O dağda Allaha ibâdet eden bir şahıs gördü. îsâ (aleyhisselâm)
O şahsa:
— Ne zamandan beri burada ibâdet edersin? diye sordu.
O şahıs:
— Seksen senedir ben burada Allah için ibâdet ederim. Amma Ey İsâ! Allah
Teâlâ hazretlerinin bana muhabbetini vermesini diliyorum, dedi.
îsâ (aleyhisselâm) dua edip
gitti. Bir zaman sonra tekrar o dağa geldi. O şahsın gitmiş olduğunu gördü. îsâ
(aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim O şahıs ne oldu? dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu:
— Biz o şahsa, yağ ve su gibi yiyecek değil, muhabbetimizi verdik.
Eğer onu görmek istersen, falân derededir. Git ara.
369
îsâ (aleyhisselâm) o dereye
vardı. Üç kerre adı ile çağırdı, O zat ses ve cevap vermedi.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Ey îsâ! Eğer o şahsı kılıçla parça parça etsen beni koyup sana
cevap vermez, sana söz söylemez, buyurdu.
İsâ (aleyhisselâm) bu
iıurumu görünce ağladı ve:
— Ey Rabbiın’ Dilerim ki, bana da İlâhî muhabbetinden bir zerre
veresin, dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Sen neredesin benim muhabbetim nerededir? O kâmil ve tam İlâhî
muhabbet benim sevgili kulum vç Rasûlüm Muhammed Mustafâ'nın gönlündedir, buyurdu.
Ondan sonra İsâ (aleyhisselâm) bizim peygamberimiz (S.A. V.)’in kemâlini ve
yüksek derecesini Havârilerine müjdeledi ve şöyle dedi:
—«Benden evvelki Tevratı taşdîk edici, benden sonra gelecek bir
peygamberi de —ki' adı Ahmet'tir— müjdeleyici olaral (geldim) . » (130)
İsâ (aleyhisselâm) :
— Kuranı öğrenen ve onunla amel eden kimseye ne mutlu? dedi.
Yine o Havarilerine:
— Birçok bey ve insanlar ilim yolunu bıraktılar, siz ilim yolundan
ayrılmayın. Yine siz dünyâ’yı terk edin, onların olsun, ded:
Ey dünyâ’ya mağrur olanlar aldananlar! İsâ (aleyhisselâm) '
(/30) Sâf Sûresi, ayet: 6
F :
24
370
ın durumuna bir bakın! O Allah korkusundan nasıl hayat sürer?
Nasıl yaşar?
Nakledildiğine göre İsâ (aleyhisselâm) şöyle demiştir:
— Dünyâ’nm debdebesi Ahiretin ateşidir.
Bir gün İsâ (aleyhisselâm) yolda giderken toprak üzerinde yatan bir şahsı
gördü ve:
— Kalk! Hakk Teâlâ hazretlerine ibâdet et, dedi.
O yerde yatan şahıs:
— Allaha ibâdet ettim, ondan sonra yattım! dedi.
İsâ (aleyhisselâm) :
— Nasıl ibâdet ettin? dedi.
O şahıs:
— Dünyâ'yı ehline (ona gönül verenlere) terk ettim! dedi.
İsâ (aleyhisselâm) :
— Öyle ise yat! Çünki bütün ibâdeti yemişsin de di.
Nakledildiğine göre İsâ (aleyhisselâm) şöyle demiştir:
— Ey Dünyâ mahm toplayıp yığanlar! O malınızla iyilik edin. Ondan
daha iyi ivilik ise dünyâ’yı terk eb menizdir.
Havârîler:
— Ey Allahın Rasûlü! Bize izin ver. Bir ev yapalım ve o,evde ibâdet
edelim, dediler.
İsâ (aleyhisselâm) :
— Su üzerine yapın! dedi.
Havârîler:
— Ey îsâ! Su üzerinde bınâ durmaz, dediler.
İsâ (aleyhisselâm) :
— İşte onun gibi ibâdet de yeryüzünde durmaz, dedi.
371
Gökten Sofra İnmesi Olayı:
Nakledildiğine göre bir gün İsâ (A.S) kıra çıktı. Onunla beraber
beşbinden fazla halk da çıktı. Bir yerde beraberce otur?,ular.
Yiyecekleri yoktu. Acıktılar Havariler:
— İsâ (aleyhisselâm) ’a de! Duâ etsin ve bize gökten sofra insin,
dediler.
Arkadaşlarından Şemûn'u İsâ (A.SJ’ın yanına gönderdiler. Şemûn
geldi ve arkadaşlarının sofra istediklerini bildirdi.
İsâ (A.S.;.
— Ey Rabbim! Bize gökten sofra indir. O gün (bugün) bizim
evvelimiz ve sonramız için bayram olsun, dedi. O gün Pazar günü idi. O gün
onlara bayram oldu.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu:
— Kim bu vüce mu’cizeleri gördükten sonra gene kâfir olursa,
küfründe devam ederse, ben ona şimdiye kadar hiç kimseye yapmadığım bir azapla
azâp ederim.
Havariler İsâ (aleyhisselâm) 'dan sofra isteyince iki rekât namaz
kıldı. Ve:
— Rabbim! Bizıın üzerimize gökten sofra indir ve bizi
şükredenlerden et. Ona Rahmet kıl, Cezâ sebebi kılma, diye niyazda bulundu.
Sonra İsâ (aleyhisselâm) durdu. Abdest aldı. Namaz kıldı. Ağladı ve:
— «Bismillâhi Hayrü’r—Râzıkîn = Rızık verenlerin en hayırlısı olan
Allahın adiyle» dedi.
Gökten bir şeyin indiğini gördü. İçinde pişmiş balık vardı. Balığın
başında tuz, kuyruğunda sirke bulunmakta idi. Beş de çanak vardı. Birinde
zeytin, birinde bal, birinde yağ, birinde peynir ve birinde kuru üzüm vardı
372
Şem’ûn ouu görünce:
— Ey Allahın Rûhu! Bu dünyâ nimeti mi, yoksa Âhiret nimeti midir?
dedi.
Hz. îsâ:
— İkisinden de değil, bilâkis Allah kalındandır Şimdi yaratıldı.
Yemek ve Allaha şükretmek gerektir ki, daha fazla versin dedi.
Havârîler:
— Ey Allahın Rûhu! Balığın canlanmasını istiyoruz, dediler.
Hz. tsâ:
— Ey Balık! Allahın izni ile diril! dedi. Bahk dirildi.
Ondan sonra Hz. İsâ (aleyhisselâm) tekrar duâ etti ve balık evvelki pişmiş hâline
geldi. O sofra hergün inerdi. Hattâ zenginler bile ondan yemeye başladılar.
Ondan sonra sofra tekrar göğe giderdi.
I
Bunlar âsî oldular. Hakk Teâlâ hazretleri bunların yüzlerini maymun
ve domuz yüzü şekline soktu. Üç gün böyle dolaştılar. Üçyüzotuz kişi idiler.
Sonra da he- lâk oldular. Öldüler.
Ka'bül-Ahbâr şöyle der:
— Havârîler şöyle dediler: «Ey Allahın Rûhu! Bizden sonra bir
ümmet daha gelecek mi?» dediler.
Hz. îsâ:
— Evet Ahmed (Mumammed) ümmeti gelecek. On lar: Âlim, hâkîm ve
Allah’tan korkan kimselerdir. İlim içinde her biri bir İhın peygamberi gibidir.
O peygamberin adı, çok haınd ettiği için, Ahmet’tir. Diğer peygamberler dc
hatmi ederler, amma Muhammed Mustafa
373
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) onlardan lazladır. Ondan dolayı
Allah, O'na Ahmed adını verdi. (131)
48. İSÂ (aleyhisselâm) ’IN GÜCE KALDIRILMASI BAHSİ
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
«— (Yahudiler gizli) hileye saptılar, (İsâ’yı ansızın öldürmeye
adam tayin ettiler), Allah da onların o hi. lekârlıklanna (öldürmek isteyeni
îsâ’ya benzetmek, kendilerine onu öldürtmek, tsâ'yı yukarıya kaldırmak
suretiyle) mukâbele etti. Allah, bütün hilekârlıkları hakkıyla bilendir». (152)
Yahudiler hile hazırladılar ve:
— Hz. İsa’nın ölüleri diriltmesi ve yaptığı diğer şeylerin hepsi
sihirdir, kendi de sihirbazdır, dediler.
Hz. İsâ bunların bu sözlerini işitti, çok üzüldü ve:
— Allahım sen bilirsin! dedi ve onlara lânet okudu. «Bunları maymun
ve domuz yap» diye niyazda bulundu.
Yahudiler, Hz. İsa'nın bu sözünü krallarına şikâyet ettiler. Kral
korktu ve onu öldürmek istedi.
Sonra Yahudiler bir yere toplandılar. Hz. Isâ'nın üzerine
yürüdüler. Hz. İsâ, Kudüs’de idi. Bunları görünce kaçıp bir eve girdi.
Derhal Cebrail (aleyhisselâm) Allahın izni ile Hz. İsâ’nın yanına geldi.
Nitekim Allah kitabında şöyle buyurur:
(131) Mâide, sofra demektir. Bu hâdise ile ilgili olarak Kur'an-t
Kerim’de, Mâide Sûresinin 111 — 115. ayetlerinde Hakk Teâlâ ilâhi beyanda
bulunmuştur.
(132) Al-i İmrân Sûresi, ayet: 54.
374
— «...Ve
O’nu (İsâ)yı Rûhu’l-Kudüs (Cebrâil) ik destekledik...» (133).
Cebrâil (aleyhisselâm) , Hz. İsâ’yı aldı ve ikinci kat göğe çıkardı.
Yahudilerden bin Hz. îsâ'nın ardından o eve girdi. Adı Eşyû idi. Bazılarına
göre ise bu şahıs Taytûs’- dur. Hakk Teâlâ hazretleri o şahsı İsa'ya benzetti.
Hz İsâ’yı evde bulamadı, dışarı çıktı. Dışarıda olan arka: daşları
gördüler. Hz. İsâ sanıp onu öldürdüler ve ağaca astılar. Sonra da Eşyû'u arayıp
bulamadılar ve:
— Bu şahsın yüzü Hz. İsâ’nın yüzüne benzer, fakat gövdesi bizim
arkadaşımıza benziyor. Eğer bu Hz. İsâ ise bizim arkadaşımız nerede? Şayet
arkadaşımızsa Hz. İsâ nerede? dediler ve birbiriierine girdiler. Bu mücadelede
hayli insan öldü.
Müfessirler şöyle naklederler:
— Yahudiler, Eşyû’u ağaca astıkları zaman Hz. Meryem ile hanımı
ağlıyorlardı. Hz. İsâ geldi, anasına gözüktü ve:
— Neden ağlarsın? Hakk Teâlâ hazretleri Eşyû'u benim sûretime
koydu. Oniara gösteıdi. Ben ölmedim, diriyim, dedi.
Nitekim Kuranda C.Hak şöyle buyurur:
— «...Halbuki
onlar onu (Hz. İsâ’yı) öldürmediler, onu asmadılar da Fakat (öldürülen ve
asılan adam) kendilerine (İsâ) gibi gösterildi.» (134)
Nakledildiğine göre Hz. İsâ göğe Allah tarafından kaldırıldığı
zaman o kavim (Yahudiler) üçe ayrıldılar:
1133)
Bakara Sûresi, ayet: 254
(134) Nisâ Sûresi, ayet- 157.
375
1. Nastûriyye.
2. Ya’kûbiyye.
3. Mılkâiyye.
Nastûriyye:
— Hz. îsâ, Tanrının oğludur, dediler.
Yâkûbiyye:
— Hz. îsâ Allahtır. Gökten indi, Hz. Meryemin rah- mine girdi,
sonra yeryüzüne çıktı, dediler.
Mılkâiyye:
— Tanrı üçün üçüncüsüdür: Biri Hz. İsâ’dır. Biri Hz. Meryemdir.
Biri de Allahın kendidir, dediler.
Hak laâla şu beyanları ile hepsinin görüşlerini reddetti:
— «Ben
hakikat Allahın kuluyum.» (135)
— «İşte
hakkında şek (ve ihtilâf) etmekte oldukları Meryem oğlu Îsâ Hak kavlince
budur.» (136)
— «Allah
hakîkaten üçün (üç Tanrının) biridir, diyenler and olsun, kâfir olmuştur
Halbuki bir tek Tanrı’dan başka hiçbir Tanrı yoktur.» (137)
Nakledildiğine göre Hz. îsâ, Ahir zamanda, kıvâ- metten önce
Deccâlı öldürmek için Dımeşkta (Şam’da) ak minareye, ellerini iki meleğin
omuzlarına koymuş olarak, inecektir. Ondan sonra dünyayı dolaşacak, Dec- câh
Kudüs tarafında «Led» kapısında bulacak. Mücadele sonunda öldürecek ve
Deccâlın kanı Batıya doğru akacaktır. Fakat Deccâlın çıkması Mehdî'den sonradır
Hakk Teâlâ Muhanımed ümmetine ikrâm etmek için Hz. îsâ’yı âleme
hükümdar edecektir. Mehdi halka
(135) Meryem
Sûresi, ayet: 30
(136) Meryem Sûresi, ayet: 34
(137) Mâide Sûresi, ayet: 73
376
imam olacak. Ondan sonra Hz. İsâ Mekke'ye gidip oradan Medineye
geçecek. Araplardan bir kız alacak, ondan kız çocukları doğacak. Kırk yıldan
sonra Hz. İsâ eceli ile ölecektir. Hz. İsâ, Muhammed ümmetinden olmayı
dilemişti. Hakk Teâlâ duasını kabul edip ona ömür vermişti. Böylece arzusu
yerine gelmiş ve Hz. İsâ dün- ya’dan Ahirete teşrif etmiştir.
Abdullah bin Selâm şöyle beyanda bulunmuştur:
— «Tevrâtta Hz. İsa’nın, Hz. Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) ile aynı yere defnedilecekleri yazılmış bulunmaktadır.»
(138)
'138) Buhâri ve Müslim Ebû Hüreyre (radiyallâhu anh)'den şu mealde
bir hadis rivayet etmişlerdir: «Hayatım yedi (kudretin) de olan Allaha yemin
ederim ki, Muhakkak Meryem, oğlu İsâ yakında aranıza bir hâkim-i âdil olarak
(gökten yere) inecek, salibi (putu) kıracak, domuzu öldürecek- cizyeyi
kaldıracak, mal çoğalacak, hattâ kimse mal kabul etmez olacak» [S. Buhâri Tere. C. 6, S. 658 — 659 (1018). Müslim: C. 1. S. 203 — 204,
242 (155)1
Ebu Hüreyre (radiyallâhu anh) bundan sonra isterseniz şu ayet',
okuyunuz der:
«Ehl-i Kitaptan hiç biri hâriç olmamak üzere, ölümünden evvel, And
olsun ona (İsâ'ya* mutlaka imân edecek. O da kıyâmet günü kendileri aleyhine
bir şâhid olacaktır.» Nisa: 159.
2) Ehl-i
Sünnet inanışına göre Kıyametten önce olacak anormal durumlardan bazıları
şunlardır:
a) Deccâl
adında bir şahıs çıkacak, tanrılık iddiasında bulunacak, sonra da
öldürülecektir.
b) Ye’cûc
ve Me’cûc adlı iki kavim yeryüzünü birbirine katacak.
c) Hz.
İsa gökten inip bir müddet peygamberimizin şeriatiyle amel edecektir.
3) Ehl-i
Sünnet alimleri «Mehdi) meselesini kıyâ-
377
Tarihçiler şöyle derler:
— Hz. Meryem, îsâ’ya gebe kaldığı zaman onüç yaşında idi. Bu,
tsfendiyâr oğlu Dârânm, Filkos (Filip) oğlu îskeııdere Bâbil’de galip geldiği
zamandır.
Hakk Teâlâ hazretleri, Isâ (aleyhisselâm) 'ı otuzüç yaşında Kudüs’ten
göğe kaldırdı. Ramazan ayının Kadir gecesi idi
Dehhâk (radiyallâhu anh) derki:
— Hakk Teâlâ, Hz. İsa’yı Aşure günü iki namaz arasında göğe
kaldırdı.
Ebu'l-Leys (Allahın rahmeti üzerine olsun) şöyle der:
— Hz. Mûsâ’dan, Hz. İsa’ya kadar bin yıl geçmiştir Hz. Meryem de
oğlu İsâ göğe çekildikten sonra altı yıl yaşadı.
Bilinmelidir ki incelemelere göre Hz. İsâ hikâyesi şöyledir:
— Hakk Teâlâ hazretleri, Cebrail (aleyhisselâm) ’ı insan şeklinde
Hz. Meryem’e gönderdi ve ona rûh üfledi. Böylece onun ömrü uzun oldu. Yeri gök
oldu. Ölüleri diriltici oldu. Nereye basarsa orası diri oldu, hayata kavuştu.
Bu kadar hayat sürüp dolaştığı yere Lâhut (İlâhî ve ulvi âlem-gökler) derler.
Alem-i Şahadet, görünen âleme, dünyaya Nâsût derler. Rûh’fl-Emih (Emin rûh)
olan Cebrâil (aleyhisselâm) insan
şekline girdi de Hz. Meryem onu insan sandı. Ondan Allaha sığındı. O huzura
kavuşunca,
met alâmetleri arasında saymamışlardır. Bu hususta sahih
rivâyetler de yoktur. Sofiler keşfe dayanarak bu meşe leyi, kendilerine göre
doğru olarak, kitaplarında beyan et mışlerdir.
Abdullah bin Selâm, Müslüman olmuş, Tevrât’ı iyi bilen Yahûdi
alimlerinin ileri gelenlerindendir.
378
durumu anlayınca Cebrail (aleyhisselâm) kelimetullah = İlâhî kelime (Hz. îsâ) ona
intikâl etti. Nitekim Rasûlullâh (salla’llâhü aleyhi ve sellem) efendimiz Allah
kelâmını ümmetine nakletmişim Hz. Meryemdeki kadınlık harekete geldi ve
İsa’nın cismi Allah tarafından yaratıldı. Biri Hz. Meryem’de bulunan gerçek
su,, diğeri ise Cebrâilden üfleme ile geçtiği sanılan mânevi su.
Bu sefer Hz. îsâ doğar-doğmaz konuştu. Ölüleri diriltti. Zira o
rûh-u İlâhî idi. Diriltmek Allahtan, üflemek İsâ'dandı.
Nitekim üfürmek Cebrâil (aleyhisselâm) 'dan, Kelime (İsâ) Allah
laâla’dan olmuştur,
Hz. İsâ’nm öiüleri diriltmesi geçicidir ve bir mu cize olarak İlâhî
kudretin eseridir. Hakiki diriltme Allaha aittir.
Hz. İsâ, Cebrâil (aleyhisselâm) ’ın nefesinin eseri olduğu için,
ölüleri diriltmekte, göklere yükselmekte, uzun ömürde, gözsüzleri göze
kavuşturmada, hastalara şifâ vermede ve birçok mucizelerde de Cebrâil (aleyhisselâm)
’a benzemektedir.
Şimdi ey İlâhi sırları öğrenmek isteyen kimse! Peygamberlerin
hikâyelerini, Tefsır’de, Hadis'de, Tevrât’da, Zebûr’da, İncil de ve Kur'ândaki
en güzel ve en açık beyan şekilleri ile dile getirdim.
Peygamberlerin sonuncusu ve Rasûllerin efendisi Muhammed Mustafâ
dır Bu, Kur’ânın yüce âyetleri, parlak delilleri ve açık mucizelerle belli
olmuştur.
Bundan sonra Peygamberlerin şeriatlerine ait hükümleri ve buna
bağlı açıklamalarını beyan edelim. Ondan sdnra da kâinatın efendisi ve
mevcûdâtın özü olan
379
Muhammed Mustafânın şeriatından bahsedelim, inşâk lah.
Evvelâ şunu bilmek gerektir ki Adem (aleyhisselâm) ’ın şeriatı
(din hükümleri) şöyle idi:
— Kurban edip ateşe atarlardı. Kimin kurbanı ya narsa o Hak’tı.
Kiminki yanmazsa o batıldır, makbûl değildir, diye hüküm verirlerdi.
Nûh (aleyhisselâm) ’ın şeriatında:
— îki davacı geldikleri zaman ateşe atarlardı. Ateşte kim yanmazsa
o haklı idi. Yanan ise haksızdır diye hükmederlerdi.
Dâvûd (aleyhisselâm) 'm şeriatı da şu idi:
Bir zincir asılmış dururdu. Dâvacılardan kim ona erişirse o
haklıdır, kim erişemezse o da haksızdır, diye hüküm verirlerdi.
Süleyman (aleyhisselâm) 'in şeriatı şöyle idi:
Tapınağında bir çukur vardı. îki dâvacı geldiği zaman kimin ayağı
o çukura batarsa bilirlerdi ki haklıdır. O çukura batmazsa haksız olduğuna
hükmederlerdi.
Zekeriyyâ (aleyhisselâm) ’ın şeriatı.
Demirden iki kalem yapmıştı. Eğer.iki oâvacı gelse, adlarını o
kalemlerin üzerlerine yazıp suya atarlardı. Eğer o su kimin kalemini ahp
giderse bilirlerdi ki, o haklıdır. Eğer ahp götürmezse haksızdır, diye hüküm
verirlerdi.
Mûsâ (aleyhisselâm) 'm şeriatı:
Nasıl muvafıksa, Tevrat’a göre hükmederdi. Tev> rât’a göre hüküm
verirdi.
îsâ (aleyhisselâm) İncile
göre hükmederdi.
Bunlardan sonra sıra mevcudatın efdali ve mahlû- kâtın ekmeline
geldi.
380
Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdular:
«Davacıya deli) (vesika), inkâr edene de yemin gerekir.»
Öyle olunca bizim Peygamberimiz Rasûlû Ekrem (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) hazretlerinin şeıiatı daha üstün ye daha doğrudur.
Bizi, dinlerin en hayırlısı olan dinin (İslâm'ın) Peygamberi Hz.
Muhammed’in ümmetinden kılan Allaha hamd olsun ki O, Rahmân, Rahim ve Berr (en
iyi) isimleri ile anılmaya layık yücedir.
* * *
49. PEYGAMBERLERİN SIRASI İLE İLGİLİ BÖLÜM
(Ey İlâhî bilgiye erenler! Ey Allahı arayanlar! Ey Allaha
kavuşanlar) ve ey İlâhî sırlan öğrenmek isteyenler! Şunu iyi biliniz ki bu
kitapta bütün hakikat ilimlerini ve ilâhı bilgilerin aslını ve esasını beyan ettim.
Zira Hakk Teâlâ hazretleri kemâle ermiş kimselere, umûmi ve husûsi ieyizle, bu
bilgiyi keşfetmiştir, açmıştır. Ancak, Peygamberlerin birbirinden hangi yönden
önce geldiği hususu açık değildir. Bu, ya mânâ itibarile- dir, ya da başka bir
sebeptendir. Durumun hakikatini ve sözün inceliğini en iyi bilen ancak
Allahtır.
Fakat ben derviş Ahmed Bîcatı, bu hususta kararsız kaldım. Allahın
yardımına ve Hz. Muhammed Mustafâ (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in temiz
rûhuna sığındım. Hakk Teâlâ hazretleri o sebeple bana tefsirlerde yazılı
bulunanlardan bazısını keşfetti.
381
Şimdi şöyle bilmek gerektir ki, her peygamber Allahın sıfatından
bir sıfata mazhar olmuştur ve Onun güzel isimlerinden bir isim onda tecelli
etmiştir. Bu da katışıksız bir mânâ zevki ve tam bir keşif ve açılışla bilinir
haie geldi.
Böylece Adem (aleyhisselâm) C.Hakkın, sûret ve manâ itibariyle ve
kendindeki İlâhî tecellilerle, modeli oldu. Kendinde İlâhî sıfatları topladı.
Beşeriyetin atası olduğu için bu böyle oidu.
Bu itibarla Adem’in hakîkatı ve rûhu, Allahın zât isminin
nûrundandır, O Allahın ismidir. Aklı ve kalbi iki sıfatının nûrundândır. Biri
Rahm ve biri de Rah- mândır. Nitekim Allah:
— «Ey Adem! Ben seni Rahmet için yarattım» buyurmuştur.
Böylece Hz. Adem umûmî ve husûsî rahmete mazhar olmuştur.
Adem (aleyhisselâm) ’m nefsi, Allahın fiil isminin nûrun- dandır
ki, Bedî, ismidir. Yani: Hakk Teâlânın, Hz. Ademi hiçbir yaratılana benzetmemiş
olması itibariyle O, İlâhî yaratıştaki san’atın eseri, san'at örneği olmuştur.
Şît (aleyhisselâm) :
Şît (aleyhisselâm) ’ın Hibetullâh (İlâhî hibe, Allah armağanı)
olması itibariyle Adem (A.S.Va benzemesi yönündendir.
Şît (aleyhisselâm) 'ın hakikati ve rûhu, zat isminin nûrun- dandır,
Allahın isminin nûrundandır. O isim «Melik»dir. Zira Şît (aleyhisselâm) Atası Adem’den sonra âleme mâiik olmuştur.
Akiı ve kalbi sıfat isminin nûrundandır. O isim «El-Berr»dir. Şit (aleyhisselâm)
ana ve babasına son derece şefkatli
idi. Zira Allah onu Hz. Adem’e, Hâbile karşılık vermişti. Nefsi fiil isminin
ikisindendir. Bir cami, biri
Muğnidir. Çünkü Şit (aleyhisselâm) babasından sonra bütün beşerî kemâiatı
kendinde topladı. Allah Teâlâ’dan başka ne varsa onlardan da ganî idi.
İdris (aleyhisselâm) :
Îdrîs (aleyhisselâm) göklere
çıktığı, meleklere ve mücerred ruhlara karıştığı zaman onaltı yıl yemedi,
içmedi ve uyumadı. Hattâ mücerred akıl olup herşevinden kesildi, Hakka
yöneldi. Allahın mukaddes makamında. Nûh (aleyhisselâm) a tekaddüm etti. Ondan önce Peygamber oldu.
Böyle olunca hakikati ve rûhu zat isminin nûrundan- dır. Bu isim «Kuddûs»dur.
Aklı ve kalbi sıfat isminin nûrundandır. O da «Müteâl»dir. Bu İtibarla Hakk
Teâlâ ona yüce bir makam verdi. Nitekim Hakk Teâlâ hazretleri Kur'ân-ı
Keriminde şöyle buyurur:
«Biz onu pek yüce bir yere yükselttik.» (139)
Nefsi fiil isminin ikisindendir. Biri Râfi, diğeri ise Bâsît'dır.
Bu itibarla vüce âleme çıkıp, âlemi seyretmekle, münbesit oldu, ferahladı ve
huzur buldu.
Nûh (aleyhisselâm) :
Nûh (aleyhisselâm) ’ın kavmi ehl-i Teşbih olup (Allahı başka
birşeye benzetme yolunu tutup) putlara tapınca Hakk Teâlâ hazretleri Nûh
(A,S.)'1 onlara dâvetçi, peygamber gönderdi. Böylece onları, Allahın, her türlü
noksanlıklardan uzak olduğunu kabul etmeye çağırdı. Hakk Teâlâ hazreteri
zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde şekilden ve başka birşeye benzemekten
uzaktır. Onlar Allahı başka varlıklara benzetirlerdi. Nûh (aleyhisselâm) onları tenzih ile (Allahın noksan sıfatlardan
uzak olduğunu bildirmekle)
(139 ı Meryem Sûresi, ayet: 57
382
tedâvi etti, bu çarpık inanışlarını düzeltti. Böyle olunca onun
hakikati ve rûhu zat isminin nûrundandır. O isim «Selâm»dır. Zira onları
teşbihden ve boğulmaktan selâmete erdirdi. Nitekim Hakk Teâlâ hazretleri
Kur’ân-ı Keriminde şöyle buyurur: «Denildi ki: Nûh, sana ve (gemide)
beraberinde bulunanlardan (gelecek mü'min) ümmetlere bizden selâm (-ü selâmet)
ve bereketle in...
(140)
Kalbi ve rûhu sıfat isminin nûrundandır ki, o «Şe- kûr»dur. Nitekim
Kur anda C.Hak şöyle buyurmuştur: «...(şu) bir hakikattir ki (Nûh) pek şükreden
bir kuldu»
(141)
Nefsi fiil isminin ikisindendir. Biri «Müntekîm» diğeri
«Hâfız»dır. Zira Nûh (aleyhisselâm) Allah düşmanlarından intikam almıştır ve
onları alçaklıkların en aşağısına, Cehenneme indirmiştir.
Hûd (aleyhisselâm) :
İsrîs (aleyhisselâm) 'ın takdisinden ve Nûh (aleyhisselâm) ’tn
tenzihinden rubûbiyet mertebesi, Allahtık bilgisinin gerçek yeri tamamlanınca,
C.Hakkın birliği belli oldu. Bu şekilde Hûd (aleyhisselâm) kavmini Tevhide, Allahın birliğine imana davet
etti. Nitekim onun hakikati ve rûhu zât isminin nûrundandır. O isim de
«Mü’min»dir. Doğru yol ancak İmân ve İslâm’dır. Aklı ve kalbi sıfat isminin
nûrun- dandır. O isim «Kahhâr»dır. Bu itibarla Hûd (aleyhisselâm) kâfirleri kısırlık rüzgârı ile kahretmiştir.
Nefsi fiil isminin ikisinin nûrundandır. Bri «Hâdî»-
(14.0) Hûd
Sûresi, ayet- 48
(141) İsrâ Sûresi, ayet: 3
384
dir, diğeri ise Dârr (Zârr)dır. Çünkü Hûd (aleyhisselâm) halkı Allah yoluna hidâyet etti ve inât
edenlere Hakk Teâlâ zarar verdi, ebedî küfürde kaldılar.
Sâlih (A.S):
Takdis, Tenzih ve Tevhîd ile Rubûbiyet mertebesi tecelli edince,
gayb anahtarlarından icat etmeye bir sebebin zâhir olması münâsip oldu.
Hakikati ve rûhu zât isminin nûrundandır. Bu isim «Müheymin»dir. Mânâs»
«Şâhit»tir. Zira Hakk Teâlâ hazretleri bedi’, yaratma kud- retini Sâlih (aleyhisselâm)
’a gösterdi.
Aklı ve kalbi sıfat isminin nûrundandır. O isim «Muhsîodir. Zira
Sâlih (aleyhisselâm) kavminin üç günde
helâk olacaklarını saymıştı.
Nefsi fiil isminin ikisindendir. Biri «Fettâh», diğeri de «Kâbıd»
(Kâbız) idi. Fethetmesi, taştan bir deve çıkarmasıdır. Kâbız olması ise, kavmi
dünya lezzetine son derece düşkün ve onunla çok meşgul idiler, onlan bu lezzet
ve meşguliyetten alıkoydu. Helâk olup hepsin" den mahrum kaldılar.
İbrahim (A.S.h
Evvelki peygamberlerin Takdis, Tenzih, Tevhîd ve Tefrîdi ile
Allahlık makamı tamam olunca, ilâhı muhabbetten İbrâhim Halîlüllah ortaya
çıktı.
Nemrûd kendi nefsine uyarak, peygamber olup olmadığını tecrübe
etmek için îbrâhim (aleyhisselâm) ’la mücadele etti ve O’nu ateşe attırdı.
Nemrûd’un ateşi ibrâhim (aleyhisselâm) ’a nûr ve ravza (bahçe) oldu. Böylece
Onun haki kati ve rûhu zat isminin nûrundandır. O isim «Azîz»dir Zira Hakk Teâlâ,
kâfirlerin hakaretinden aziz kıldı. Allah
385 katında dahi izzete, şerefli mertebeye erişti. Bu, âlemi
melekûtu (İlâhî ve kudsî âlemi) ona göstermekle oldu.
Aklı ve kalbi sıfat isminin nûrundandır. O isim «Halîm»dir. Nitekim
Hakk Teâlâ Kur’ân-ı Kerimde şöyle buyurur:
«İbrâhîm cidden pek çok tazarrû, ve niyaz eden, (kalbi yufka ve
ezâya karşı) gerçekten sabırlı (bir zât) idi» (142)
Bu sebepten İbrahim (aleyhisselâm) herkese hilmedip lütfederdi.
Nefsi fiil isminin ikisindendir. Biri «Rezzâk» diğeri «Reşîd» tir.
Hakk Teâlâ hazretleri Ona rızık sebeplerini vermişti. Bu itibarla tbrâhim (aleyhisselâm)
rızka mazhar olmuştu. Reşîd olmasına
gelince, Hakk Teâlâ bu hususta şöyle buyurmuştur:
«And olsun ki biz daha evvel İbrahim’e de rüşdünü vermişizdir ve biz
onu (n buna ehil olduğunu) bilenlerdik.» (143)
İsmâîl (aleyhisselâm) :
Allah sevgisi tbrâhim (aleyhisselâm) da tezâhür edince, Hz, tbrâhim de rûhuııu
saçtı ve kendini İlâhî sevgi yolunda ateşe attı. Böylece Hz. İbrâhim’den iki
peygamberin meydana gelmesi Allahın emri gereği oldu. Biri rûhunu (canını)
cömertçe ortaya koyan tsmâil (aleyhisselâm) ’dır. Diğeri, nefsini kınp-döken
tshâk (aleyhisselâm) 'dır.
Böylece Onun hakikati ve ruhu zât isminin nûrun- dandır. O isim
«Cebbaradır. Zira o, Allah sevgisi için
(142) Tevbe Sûresi, ayet: 114
F : 25
1143) Enbiyâ Sûresi, ayet: 51
386
nefsini kırmış, terbiye etmiş ve Allah iradesine teslim olmak
içinde rûhunu cebretmiş, mecbûr kılmıştır. Bu itibarla Allah taâîa da onun
yerine ulu bir koç gönderdi.
Onun aklı ve kalbi sıfat isminin nûrundandır. O isimle «Halîm»diı.
Zira İbrahim (aleyhisselâm) ’m İlâhî hüküm karşısında geniş hiimi vardı.
Nitekim Hakk Teâlâ Kur’ân-ı Keriminde şöyle buyurmuştur'.
«Biz de ona çok uysal bir oğul müjdesini verdik»
(144)
Nefsi, Allahın fiil isminin üçünden, üç ismindendiı Biri «Mücîb»,
biri «Hasîb» biri de «Rakîb»’dir.
Hakk Teâlânın emrine icâbel etti, uydu. Babasının arzusuna boyun
eğdi ve nefsinin hesabını yaptı, nefis muhasebesinde bulundu.
İshâk (aleyhisselâm) :
İbrâhim (A.S ) sevgi ateşine atılınca, Onun nefsi bü, tün mukaddes
nefislere cevher maddesi oldu. Bundan dolayı:
— Mülk âlemine, dünya'ya İshâk (aleyhisselâm) ’ın neslin, den başka
hiç peygamber gelmedi, dediler.
Ancak, Muhammed Mustafâ (salla’llâhü aleyhi ve sellem), İsmail (aleyhisselâm)
neslinden gelmiştir. Bunun da sırrını
yalnız Allah Teâlâ bilir.
Amma şu kadar var ki, Hz. İbrahim’in rûhu vahdet (birlik)
sırrındandır. Nefsi de İlâhî ahkâm'ın sırrının çokluğundandır.
Öyle olunca, Hz. İsmâil, Vahdete mazhar oldu. Hz. İshâk ise
çokluğun menbaı, kaynağı oldu.
>144 / Es - Saffât Sûresi, ayet: 101
387
Hakikati ve rûhu zât isminin nörondandır. O isim ise «Mütekebbir»
dir.
Aklı ve kalbi sıfat isminin nûrundandır. O da «Raûf» ismidir. Onun
için müminlere karşı şefkatli idi
Nefsi fiil isminin ikisindendir. Biri «Vekil» ve biri de «Bâîs»
ismidir. Onun için mukaddes ruhların hâzinelerine vekil oldu.
Yalcûb (aleyhisselâm) :
Görünen âlemde, (dünyada) peygamberlerin ruhlan görünmeye
başlayınca, Allah yeniden peygamberler göndermeyi dileyince, ilk önce Hz. Yakup
(aleyhisselâm) geldi. Çünkü O, peygamber
ordusunun hükümlerine (işlerine) hazine oldu ve ondan oniki çocuk dünyaya
geldi.
Hakk Teâlâ hazretleri bunlardan birini İlâhî cemâlinin, güzellik
nûrunun aynası olarak yarattı. Hz. Yakûp o nûru görünce âşık oldu. İlâhî
güzellik karşısında şaşkınlık içinde kaldı. Ondan sonra İlâhî güzellik (oğlu
Yûsuf) gözünden kayboldu. Ayrı düştü. Devamlı üzüntü duydu.
Çünkü aşk sevginin meyvesidir. Üzüntü de onun gereklerindendir.
Onun için olgunluğa ermiş kimseler:
— Aşk, güzelliği gerektirir. Güzellik belâyı gerektirir. Belâ
üzüntüyü gerektirir, demişlerdir.
Hz. Yakûbun hakikati ve rûhu zat isminin nûrun- dandır. O isim
«Kebîr»dir. Çünkü O, peygamberlerin kaynağı ve fsrâil Oğullarının bu yönden
büyük hazînesi idi.
Akh ve kalbi sıfat isminin nûrundandır. İsmi «Ve-
388
dûd»dur. Onun için O, oğlu Yûsuf’da görünen İlâhî güzelliği sevdi,
İlâhî güzelliğe aşkla bağlandı.
Nefsi fiil isminin ikisinin nûrundandır. Biri «Hâ- lîk», biri de
«Bârî»dir. Onun için çocukları çok oldu.
Yûsuf (aleyhisselâm) :
Ya’kûb (aleyhisselâm) sevgisi İlâhî nûrun tecellisini gerekti,
rınce, Hz. Yûsuf en güzel bir görünüşte dünyaya geldi
Hakikati ve rûhu zat isminin nûrundandır. Onun için Hz. Yûsuf İlâhî
nûrun sûreti oldu. Hattâ kim ona bakarsa âşık olurdu. Nitekim babası, anası ve
kardeş leri onu görünce âşık oldular vt dayanamayıp ona secde ettiler.
Aklı ve kalbi sıfat isminin nûrundandır. O isim «Kâdir»dir. Onun
için Mısıra kâdir oldu.
Nefsi fiil isminin üçünün nûrundandır. Biri «Mu- savvir» ismidir.
Onun için en güzel şekilde zâhir oldu Biri «Hafîz» ismidir. Onun için Mısır'ın
hâzinelerini kıf- zetmiş, korumuştur. Üçüncüsü de «Afv» ismidir. Onun için
kardeşlerini affetti.
Eyyûb (aleyhisselâm) :
Hz. Yakûp’tan sevgi, Hz. Yûsuf'tan güzellik zuhûr edince, Allahın
hükmü irâdesi, başka bir peygamberin, üzüntü yolunda belâlara uğrayacak bir
peygamberin gelmesini gerektirdi. Zira muhabbete, sevgiye belâ ve üzüntü
lâzımdır.
Böylece Hz. Eyyûb dünyâ’ya teşrif etti ve başına çeşitli belâlar
geldi. Çünkü belâlar veliler içindir. Nitekim, peygamberimizden şöyle bir
rivâyet nakledilmiştir:
38?
«Belâ Allahın kamçılarından bir kamçıdır. Onunla kullarını kendine
yöneltir.»
Hakikati ve ruhu zat isminin nûrundandır. O isim «Ganiyy»dir. Bütün
malı ve çocukları elden çıkmıştı. Hakk Teâlâ hazretleri tekrar verdi ve Eyyûb (aleyhisselâm)
’ı iki defa gânîy-zengin etti.
Akh ve kalbi sıfat isminin nûrundandır ki, o «Sa- bûr»dur.
Nitekim, Hakk Teâlâ hazretleri şöyle buyurur:
— «Biz onu hakikaten sabırlı bulduk. O ne güzel
kuldu! Hakikat O, dâimâ (Allaha) dönen (bir zât) idi».
(145)
Nefsi fiil isminin ikisinin nûrundandır. Biri «Vâsi» ve biri
«Tevvâb»dır. Çünkü o, bunca belâları karşılamaya gücü yetti. Hakka döndüğü
için de Tevvâb ismine mazhar oldu.
Şuayb (aleyhisselâm) :
Sevgi yolunda, her türlü belâlara müptelâ olarak, Eyyûb (aleyhisselâm)
zâhir olunca, Hakk Teâlâ Likâ ve Visâle
âşık (Allahı görmeye ve ona kavuşmaya can atan) başka bir peygamberin gelmesini
diledi.
Böylece Şuayb (aleyhisselâm) dünyâ'ya geldi ve aşırı sevgisinden dolayı
üçyüz yıl ağladı. Üç kere gözsüz oldu. Her yüzyılda bir kere gözü açıldı.
Hakikati ve rûhu zat isminin nûrundandır. O isim «Mâcid»dir. Onun
için kavmine şerif oldu ve Peygamberin Hatibi unvanını aldı.
Akh ve kalbi sıfat isminin nûrundandır ki, o «Ke- rîm»dir. Zira
ümmeti için de onun keremi çok idi.
(145) Sâd
Sûresi, ayet: 44
390
Nefsi fiil isminin ikisinin nûrundandır. Biri «Hüküm», biri de
«Müskıt»dır. Çünkü O her vakit halka hükmederdi ve: «Teraziyi ve ölçüyü
(kileyi) iyi tartın» derdi.
Mûsâ (AJ5.):
Allah sevgisi, Halil'in dostluğu, Ya’kûb (aleyhisselâm) ’m aşkı,
Yûsuf (aleyhisselâm) ’ın güzelliği. Eyyûb (aleyhisselâm) ’m sabrı ve Şuayb (aleyhisselâm)
’m şevki ile tamam olunca; bunlardan sonra, Allahın irâdesi, kâmil, İlâhî
sıfata sâhip ve kâfirleri kahredecek bir peygamberin gelmesini gerekli kıldı.
Böylece Mûsâ (aleyhisselâm) dünyâ’ya geldi.
Hakikati ve rûhu zat isminin nûrundandır. O isim «Celîl» ve
«Aliyy»dir. Onun için düşmanlarını kahr ve helâk etti. Yüce olduğu şudur ki,
Firavnı ve kavmini helâk edip onların üzerine yüce oldu. Nitekim Allah Teâlâ
şöyle buyurmuştur:
«Şüphesiz sen (başkalarından) yücesin.»
Aklı ve kalbi sıfat isminin nûrundandır. O «Alîrn»- diı‘. Çünkü O,
Tevratı çok iyi bilirdi ve îsâ (aleyhisselâm) ’a gelinceye kadar bütün
peygamberler Tevrât ile hükmederlerdi.
Nefsi fiil isminin ikisinin nûrundandır. Biri «Muızz» ve biri
«Müzill»dir. Zira müminleri yüceltir, kâfirleri zelil kılardı.
Hârûn (aleyhisselâm) :
Celâli bir peygamber zuhûr edince, lutf-ı İlâhî, ondan sonra
Cemâli olan başka bir peygamberin gelmesini gerekli kıldı. Böylece Hârun (aleyhisselâm)
meydana gelip, Mûsâ (aleyhisselâm) ’a
vezir oldu. Nitekim Hakk Teâlâ hazretleri şöyle
391
buyurur: «Bana kendi ailenden bir de vezir ver. Biraderim
Hârûn’u.» (146)
Hakikati ve rûhu zat isminin ikisinin nûrundandır. Biri «Zahir» ve
biri de «Bâtm»dır. Lûtfu ile zahir, sırrı ile Bâtın oldu.
Aklı ve kalbi sıfat isminin nûrundandır. O isim «Gaffâr»dır. Onun
için Hakk Teâlâ hazretleri ümmetlerinin günahlarını yarlığadı.
Nefsi, fiil isminin ikisinin nûrundandır. Biri Gafûr, biri de
Latıyf’dir. Onun için ümmetlerinin hatasını gizleyip güzel lûtfeylerdi.
İlyâs (aleyhisselâm) :
Hakk Teâlâ hazretleri, Celâl ve Cenıâl'in tezâhürlerini Mûsâ \e
Hârûn (aleyhisselâm) da belli edince,
bunların eserlerini açıklamak için başka bir peygamberin dünyâ'ya gelme, sini
istedi.
Hakikati ve rûhu zat isminin nûrundandır. Onun için kavmi, çeşitli
bitkilerden kendilerine versin diye, muhtaç idiler.
Aklı ve kalbi sıfat isminin nûrundandır. O isim «Cemil »dir.
Nefsi, fiil isminin ikisinin nûrundandır. Biri «Veh- hâb» ve biri
«Muktedir»dir. Vehhâbâ mazhar olmasının sebebi, C.Hakkın, Lübnan dağına
çıkmasına izin verme- sindendir. (Ayrıca, Allah, îlyâs Peygambere melekler gibi
verde ve gökte seyretmesini bağışlamıştır.)
Dâvûd (aleyhisselâm) :
Celâl ve Cemâl sıfatları kendilerine görünen pey-
(146) Tâ—hâ Sûresi, ayet: 29 - 30
392
gamberlerin işi tamam olunca, bunlardan sonra, Allah sevgisi ile
yanan ve çeşitli belâlara uğrayan başka bir peygamberin ‘gelmesi İlâhî emre
uygun düştü. Böylece Dâvud (aleyhisselâm) dünyâ’ya geldi. Hakikati ve aklı zat isminin
nûrundandır ik, Hakîm’d’r. Nitekim Hakk Teâlâ haz- retleri şöyle buyurur: «Ona
hikmet ve fazl-ı hîtâp verdik.» (147)
Aklı ve kalbi sıfat isminin nûrundandır. O isim «Kavîy»dir. Onun
için mülk üzerinde kuvvetli idi. Nitekim Kur’ânda, Hakk Teâlâ buyurur ki:
«Onun mülkünü de kuvvetlendirdik.» (148)
Nefsi fiil isminin ikisinin nûrundandır. Biri «Mu- kaddim», diğeri
de «Müahhir»dir. Onun için Hz. Üriyâ- yı kutsal tabût önünde tuttu, kendini
geride bıraktı. İstiğfar edince de yeryüzüne halîfe oldu.
Süleyman (aleyhisselâm) :
Dâvûd (aleyhisselâm) , Allahın kudretinden garipliklere şâhit
olunca ve belâlar çekip kırk yıl ağlayınca, ondan sonra mülkü daha büyük ve
daha kuvvetli başka bir peygamberin gelmesi emr-i İlâhide gerekti. Böylece
mülk mertebesi tamam olacaktı. Bu sebepten dolayı Süleyman (aleyhisselâm) mülk âlemine, dünyâ’ya geldi.
Hakikati ve rûhu zat isminin nûrundandır. O isim «Azîm»dir. Onun
için dünyâ ehli üzerine muazzam oldu.
Aklı ve kalbi sıfat isminin nûrundandır. O «Metîn» dir. Onun için
saltanatı, hükmü ve ilmi muhkem, sağlam oldu.
(147) Sâd Sûresi, ayet: 20
(148) Sâd Sûresi, ayet: 20
Nefsi, fiil isminin dört tanesindendir. Biri Adi (Adalet), biri
Mâlikül-Mülk (Mülkün Mâliki), biri Hâfız, biri de «Râfî»dir. Herkese tam
adalette bulunduğu için âdil oldu. İnsanlardan ve cinlerden baş kaldıranların
hepsini aşağı oturttuğu, sindirdiği ve zararsız hale getirdiği için Hâfız oldu.
Tahta çıkıp yükseldiği için de Râfi’ oldu Allahın emri ile bütün halka
hükmettiği için ^fâlikül- Mülk oldu.
Uzeyir (aleyhisselâm) :
Süleyman (aleyhisselâm) ’ın hükmü ile Mülkün kemâlâtı tamam
olunca, ölmek ve dirilmek gibi Ahiret işlerinden çok şeyler gören, hem de çok
yakinen bunları gören bir peygamberin gelmesi gerekti. Nitekim Hakk Teâlâ
hazretleri şöyle buyurur: «(Böyle yapmamız) seni insanlara ibret nişanesi
kılmamız içindir.» (149)
Böylece Üzeyr (aleyhisselâm) dünyâ’ya geldi.
Hakikati ve ruhu zat isminin ikisinin nûrundandır. O isimlerden
biri Evvel, biri Ahir’dir. Onun için hayat ile, evvel kendi hâlini gördü. Ondan
sonra ölümünden sonra ikinci hayatını gördü ve Ahir oldu.
Aklı ve kalbi sıfat isminden ikisinin nûrundandır. Biri Semî'dir.
Biri Basîr'dir. Allahın kelâmını işittiği, duyduğu için Semî’dir. Ölümünden
sonra ikinci hayatını gördüğü için de Basîr oldu.
Nitekim, Hakk Teâlâ hazretleri Semi ile ilgili olarak şöyle
buyurur: «Hayır, yüzyıl (ölü) kaldın.» (150)
(149) Bakara Sûresi, ayet: 259
(150) Bakara Sûresi, ayet: 259
394
Nefsi, fiil isminin nûrundandır. O isim «Vâlî»dir. Çünkü Onun İlâhî
kudret kemâlini görmeye velâyetj vardır.
Yûnus (aleyhisselâm) :
Hak laâla hazretleri çeşitli kudretlerini, kudretinden örnekleri
Üzeyir (aleyhisselâm) 'a gösterince, bundan sonra korunan, deniz
karanlıklarında oturup balığın karnında vatan tutan başka bir peygamberin
gelmesi Allah makamında gerekli oldu.
Böylece Yûnus (aleyhisselâm) dünyâ'ya geldi.
Hakikati ve rûhu zat jsminin nûrundandır ki, o isim «Vâcid»dir.
Karanlıkların yok olmasında nûrâni vücud bulduğu içindir.
Aklı ve kalbi sıfat isminin nûrundandır. O isim
«Ga» fûr»dur. Tanrı taâla hazretlerinden ona gufran hâsıl oldu. Boğulmaktan
kurtuldu ve ayrılık zindanından kur» tuldu. Nitekim Hakk Teâlâ buyurur: «Bunun
üzerine biz de onun bu duâsını kabul ettik, kendisini gamdan selâmete
erdirdik. İşte biz iman edenleri böyle kurtarırız.»
(151) '
Nefsi fiil isminin ikisinin nûrundandır. Biri «Mu- kît», biri de
«Nâfi»dir. Balığın kamında ikâmet edip mânâ zevki ile beslendiği için mukit
oldu. Kavini ile buluşup, kavminm kendinden faydalanması ile de Nâfi' oldu.
Zekeriyyâ (aleyhisselâm) :
Emr-i İlâhî, Özcyir (aleyhisselâm) ’a Allahın fazlı ile dirilmek,
cömertliği ile de Hıfz tamam olunca; canlarım
(151/ Enbiya Sûresi, ayet- 88
395
Allaha kavuşma yolunda fedâ eden iki peygamberin gelmesini
gerektirdi. Böylece dünyâ’ya Zekeriyyâ ve Yahya (aleyhisselâm) 'lar geldiler.
Zekeriyyâ (aleyhisselâm) 'ın hakikati ve rûhu, zat isminin
nûrundandır. O isim Kayyûm’dur. Allah sevgisinde kâim, ve sâbit olup müstakim
olduğu için böyledir. Öyle ki, iki kısma ayırdıkları halde sabretti.
Aklı ve kalbi sıfat isminin nûrundandır. O «Hamîd»- dir. işlerinde
Mahmûd olduğu için rûhunu ve nefsini Hak yolunda harcadı.
Nefsi, Allahın zat isminden ikisinin nûrundandır. Biri «Muhyî»
(dirilten), diğeri se «Mecîd»dir. Şânı ve şerefi yücedir.
Hakk Teâlâ hazretleri Ona nidâ etti:
— Sana bir oğlan bağışladım, adını Velî koydum Hem babasının ilmine
vâris olsun, hem de onun ismini ihyâ etsin, yaşatsın, buyurdu.
Böylece O, Muhyî ve Mecîd ismine mazhar oldu.
Yahyâ (aleyhisselâm) :
Zekeriyyâ (aleyhisselâm) rûhunu (canını) ortaya atıp nefsini fedâ
edince, kemâl üzere olan bir peygamberin gelmesini emri İlâhî gerekli kıldı.
Böylece bu âleme, dünyâ’ya Yahyâ (aleyhisselâm) geldi.
Hakikati ve rûhu zat isminin nûrundandır. O isim «Hakk»dır. Dâvada
ve mânada sâbit olduğu için bu isim verildi.
Akh ve kalbi sıfat isminin üçünün nûrundandır ki, biri «Vâris»,
biri «Şehîd», biri de «Bâkî»dir. Babasının ilmine sahip olduğu için Vâris oldu.
Alem-i Gayb’da, hem de Allah yolunda şehîd olduğu için Şehîd oldu. Hak
taâla hazretleri tanıklık verdi ki: «Yahyâ (aleyhisselâm) hç günah işlemedi, fakat beni severdi. Ben de
onu severoim.»
Böylece sevene, sevgilisi yolunda öldürülüp, sevgiliye kavuşmakla
bakî olması mutlaka lâzımdır.
Nefsi, sıfat isminin nûrundandır ki, o Velî ismidir. Hattâ Yahyâ (aleyhisselâm)
’da nefsânî fiillerden hiçbir şey sâdır olmadı.
İsâ (aleyhisselâm) :
Îlâhî ve Kevnî (dünyevî) mertebe tam olgunluğa erince, İlâhî irâde,
bunlardan sonra ölüleri dirilten, birçok İlâhî delilleri mucize olarak
gösteren (Hattâ: akıl ve bilgi sahipleri, insanın ölüleri dirilttiğini
görsünler ve Allahın ölüleri dirilteceğini inkâr etmesinler diye), başka bir
peygamberin dünyâ’ya gelmesini gerekli kıldı.
Nitekim Allah Kur’ânda şöyle buyurur:
— «îşte Allah böylece ölüleri diriltir, size âyetlerini gösterir»
(152)
Böylece îsâ (aleyhisselâm) bu âleme, dünyâ’ya geldi.
Hakikati ve rûhu zât isminin nûrundandır ki, o isim «Ahad» dır.
Babasız yaratıldığı ve Allahın kudretine ve birliğine delîl olduğu için bu
isim ona verildi.
Aklı ve kalbi sıfat isminin nûrundandır. Biri «Vâ- hid» ve biri
«Habîyr» dir. Vâhid oluşu, Cismânî ve Rû- hânî alemde Vâhaâniyetıen dolayıdır.
Habîr oluşu ise zâhir ve bâtın ilimlerini bildiği içindir.
Nitekim Hakk Teâlâ hazretleri şöyle buyurur:
«Hani sana kitabı (yazı yazmayı), hikmeti, Tevrâtı, încîli
öğretmiştim.» (153)
(152) Bakara Sûresi, ayet: 73
(153) Mâide Sûresi, ayet: 110
397
Tevrât'dan murâd ilm-i zâhir, basit bilgidir. İncilden murad da
Bâtın ilmi, mânâ ilmidir.
Nefsi, fiil isminin üçünün nûrundandır. Biri «Muh- yî», biri
«Mümiyt*, biri de «Hâlık» dır.
ölüleri dirilttiği için Muhyî (dirilten), kâfirleri öldürdüğü için
Mûmiyt (öldüren) ve yarasa yapıp üfleyerek Allahın izni ile dirilttiği için de
Hâhk’dır.
İlâhî kemâl, insânî hakîkatlarda, gayb âleminin manasında ve
yeryüzünde tamam olunca, ilâhı irâde, bunlardan sonra bir peygamberin
gelmesini gerektirdi. O peygamber öyle bir peygamberdir ki, bütün kemâlatı,
olgunlukları toplamış ve Rasûl olup bütün ayetler kendinde bir arada
bulunmuştur. O, Muhammed Mustafâ (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’dir. Allahın
sevgilisidir. Dünyâda ve mânâ âleminde bütün mertebeleri topluca veya ayrı ayn
kendinde toplamıştır.
Hakikati ile bütün hakikatleri üzerinde toplamıştır. Alem-i mülkde,
dünyâ’da peygamber olduğu gibi İlâhî alemde ve ruhlar âleminde de peygamberdir.
îsâ (aleyhisselâm) 'm işi bittiği tarihten altı yüz yıl, yahut
beşyüz elli yıl, yahut beşyüz altmış yıl, yahut da altıyüz yirmi yıl geçince.
Hâtemiin—Nebiyyîn ve Seyyidül— Mürselîn (peygamberlerin sonuncusu ve Rasûllerin
efendisi) peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) dünyâya teşrif etti.
(154)
Nitekim Hakk Teâlâ hazretleri şöyle buyurur:
«Ey ehl-i kitap, size — kitaptan gizlemekte olduğumuz şeylerin bir
çoğunu meydana vuran, bir çoğundan da geçiveren — peygamberimiz gelmiştir. Size
Allahtan hakîkî bir nûr ve apaçık bir kitâp gelmiştir.
<154) Peygamberimizin doğumunun kati tarihi Milâdî Ni< san «571»
dir.
398
Ki Allah, rızasına uyanları onun sebebiyle selâmet yollarına
doğrultur, onları, irâdesiye karanlıklardan aydınlığa çıkanp kendilerini
dosdoğru bir yola iletir.» (155) Muhammed Mustafâ (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) hazretleri nûr olunca, Hakk Teâlâ katında mertebesi âlî (yüce) oldu.
Hakikati, hakikatların hakikatidir, ismi, ism-i A'zam'dır. İlâhi es- mâyı ve
sıfatları kendi isminde toplamıştır. Rûhu Allahın zatının nûrundandır. Akh
İlâhî zat isimlerinin Korundandır. Kalbi bütün sıfat isimlerinin
nûrlanndandır. Nefsi, fiil isimlerinin hepsinin nûrundandır.
Hakk Teâlâ hazretleri onu peygamberliğe gönderdi. Rasûllerin
efendisi yaptı. Alemlere rahmet olarak gönderdi. Nitekim Hakk Teâlâ şöyle
buyurdu: «Biz, seni (Habibim) âlemlere (başka bir şey için değil) ancak rahmet
için gönderdik» (156)
Hakk Teâlâ bütün peygamberlerin kıssasını, hikâyelerini ona haber
verdi.
Ondan sonra Hakk Teâlâ hazretleri O’na:
— Uluların sabrı gibi sabreyle! buyurdu. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de
ilgili olarak: «O halde (Habibim) azim sâhipleri olan Peygamberlerin
sabrettikleri gibi sen de sabret..» (157)
Ülûl—Azimden murad bazı ulu peygamberlerdir. Yani Nûh (aleyhisselâm)
kavminin ezâlanna sabretti. Hz. îbrâ-
him Nemrûd’un ateşine ve tsmâil (aleyhisselâm) 'ı kurban etmeye sabretti,
tsmâil (aleyhisselâm) kurban olmaya
sabretti. Ya” kûb (aleyhisselâm) Yûsuf (aleyhisselâm)
’m ayrılığına ve onun yüzünden
(155) Mâide Sûresi, ayet: 15, 16
(156) Enbiyâ Sûresi, ayet: 107
(157) Ahkâf Sûresi, ayet: 55
399
gözsüz kalmaya sabretti. Yûsuf (aleyhisselâm) kuyu’ya ve zindana sabretti. Eyvûb (aleyhisselâm)
çeşitli belâlara sabretti. Mû- sâ (aleyhisselâm)
kavminin eziyetlerine sabretti. Dâvûd (aleyhisselâm)
hatâsı yüzünden kırk yıl ağlamaya
sabretti. Yûnus (aleyhisselâm) Balığın
yutmasına sabretti. Zekeriyya (aleyhisselâm) bıçkı ile kesilmeye sabretti. Yahyâ (X.S.)
Allah yolunda şehit ol maya sabretti, tsâ (aleyhisselâm) bir kerpici bir kerpiç üzerine koymaya
sabretti ve;
— «Dünyâ bir köprüdür. Ondan geçiniz, onu onarmayınız» dedi.
Eğer:
— Bütün peygamberler Hakkı her mertebede gördükleri halde halkı
O’na nasıl davet edebilirler? diye sorulursa cevabı şöyledir:
— Hakk Teâlâ hazretleri kendi ile peygamberleri arasında bir
nûrânî perde koydu. O perdeler sebebi ile halkı davet ederler.
Bazıları derler ki:
— Hakk Teâlâ peygamberlere Ruhlar âleminde şöyle vasiyette bulundu'
Ben sizi dünyâ'da kullarıma peygamber olarak gönderdim. Onlara, bazı fiiller
isnâd ederek gazab etmeyin Benden bir perde arkasında bulununuz. Aynı şekilde
onların, bana isnâd ettikleri fiillerden dolayı da rızâ göstermeyin. Onlarla
da aranızda mânevi bir perde bulundurun. Siz, halkın içinde Hakkı ve Hak’da
halkı görmeniz gerekir. Ben size bunu tavsiye ederim.»
Şöyle bilin ki. Allahtan başka hiç kimse peygam herlerin sırrına
eremez, Onu bilemez.
Ey ilâhı esrarı arayan kilYıse! Baştan sona kadar inkâr ve bâtıla
sapmadan, insaf ve ibret yolu ile sana be-
400
yan ettiklerime dikkat et. Sonunda belki ulvî ve yüce hikmeti
anlamak ve en sonunda da Ma’rifet Şarabını içmek gerekecektir. Çünki
peygamberlerin şeriatlerini (dinî hükûmierini). hakikatlerini ve temsillerini
(örnek davranışlarını) beyan ettim. Güzel itibâr edip ibret al- mak gerektir:
«And olsun, onların kıssalarını açıklamakda sâlim akıl sahipleri
için birer ibret vardır» (158)
Şimdiden sonra bilgileri tamamlamaya, şeriatları ve hakîkatları
tekmil etmeye ve Hz. Muhammed Mustafâ’nın faziletlerini beyan etmekle meşgûl
olacağız inşallah.
50. MUHAMMED MUSTAFÂ (salla’llâhü aleyhi ve
sellem)’İN
PEYGAMBERLİĞİ
Şânı yüce ve herşeyi en iyi bilen Allaha hamd olsun O insanları
kendisi için yarattı ve âlem onundur.
Ey İlâhî sırları öğrenmek isteyen kimse! Şunu iyi bil ki, Hakk
Teâlâ hazretleri, peygamberlerin (selâm onlara olsun) binasına onunla
(Peygamber Efendimizle) başlamış ve onunia da bitirmiştir. Kitâb-ı Mecîd’i ona
indirmiştir .
Bütün hükümleri onda (Kur’anda) beyân etti. Onun sıfatlarını
Tevrât'da, Zebûr'da, Incil’de ve Fûrkân’da gösterdi. Onu Livâül—Hamd ve Makâm—ı
Mahmûd ile kemâle erdirdi. Böylece O, iki cihanın nûru, insanların ve cinlerin
rasûlü ve Kâabe kavseyn sırrına (İlâhî makama iki yay boyu yaklaşma sırrına)
erişip âlemlerin
(158) Yûsuf Sûresi, ayet: 111
401 sultânı oldu. Selâm ve duâ onun, günahtan sakınan ve faziletli
âilesine ve en doğruyu araştıran değerli arkadaşları (sahâbesi) üzerine olsun.
Şimdi Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
«Elif, Lâm, Mim. Allah o Allahtır ki, kendinden başka hiç bir
Tanrı yoktur, (o zâti, ezelî ve ebedî hayat ile) diridir. Zâtiyle, kemâliyle
kâimdir. (Yarattıklarının her an tedbîr-ü hıfzında yegâne hâkimdir, herşey
onunla kâimdir.)
(Habîbim) O, sana Kitâbı hak (ve) kendinden ev, velkileri (de)
tasdik edici olarak (tedricen^ indireli. Bundan evvel de Tevrât ve Incil’i
indirmişti (ki onlar) insanlar için birer hidâyetti. Hak ile bâtılı ayırt eden
(hüküm)leri de indirdi. Allahın (hak olan, mahz-ı hidâyet olan) ayetlerine
küfredenler (yok mu?) onlar için pek çetin bir azâb vardır. Allah cezâda
amansız bir gâ lib-i mutlaktır.» (159)
Allah Kudsî sözünde ise:
«Eğer sen olmasaydın ben âlemleri yaratmazdım.» buyurur,
Hz. Abdullah bin Abbâs (radiyallâhu anh) şu rivâyeti nakleder:
— Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: «Hakk
Teâlâ evvel benim ruhumu yarattı.»
Bir yerde de şöyle buyurmuştur:
— «Hakk
Teâlâ eve! benim aklımı yarattı.»
Bir başka yerde ise şöyle buyururlar:
— «Ben
Allahdanım, ve mü’minler bendendir.»
(159) Âl-i İmrân Sûresi, ayet: 1 •
4
F :
2«
402
Daha bunlar gibi nice deliller beyân etti ki, bütün mevcûdât
ondandır ve o bütün yaratılmışlardan efdal- dır, üstündür.
Kutb'ul—MuhakkiKîn Hz. Ali (radiyallâhu anh) der ki:
— Hakk Teâlâ hazretleri, Arşı ve Kürsî’yi, Cenneti ve Cehenemi,
yerleri ve gökleri yaratmazdan önce, Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) hazretlerinin nûrunu yarattı. O haz retin rûhûnu, Adem (aleyhisselâm) ’dan
üçyüz yirmi dört sene evvel yarattı. Ondan sonra Hak taâlâ on iki hicap
(perde) yarattı.
1 —
Kudret Perdesi,
2 —
Azâmet Perdesi,
3 —
Minnet Perdesi,
4 —
Rahmet Perdesi,
5 —
Saâdet Perdesi,
6 —
Keramet Perdesi,
7 —
Menzilci Perdesi,
8 —
Hidâyet Perdesi,
9 —
Nübüvvet Perdesi,
10 —
Rif’at Perdesi,
11 —
Heybet Perdesi.
12 —
Şefaat Perdesi.
Ondan sonra Rasûlüllah (S.A.VJ'in rûhu on iki bin sene Kudret
hicabında durdu.
On bir bin sene Azârnet hicabında (Perdesinde) durdu.
Onbin sene Minnet hicabında durdu.
Dokuz bin sene Rahmet hicabında durdu.
Sekiz bin sene Saâdet hicabında durdu.
Yedi bin sene Kcâmet hicabında durdu.
Altı bin sene Menzile', hicabında durdu.
403
Beş bin sene
Hidâyet hicabında durdu.
Dört bin sene
Nübüvvet hicâbında durdu, üç bin sene Rif’at hicabında durdu. İki bin sene
Heybet hicâbında durdu.
Bin sene Şefâat
hicâbında durdu.
Ondan sonra altı bin sene de Arş’da durdu. Sonra da Hak taâlâ
hazretleri onu Adem (aleyhisselâm) ’m sulbüne getirdi. Hz. Ademin sulbünden Şît
(aleyhisselâm) ’a geçirdi. Ondan sonra îdris (aleyhisselâm) ’a, ondan da Nûh (aleyhisselâm)
’a geçti. Ta Ab- dûl Muttalip oğlu Abdullah'a gelinceye kadar böyle nakletti.
Nihâyet Mekke'de bu âleme, dünyâ’ya geldi.
Nakledildiğine göre Hakk Teâlâ hazretleri fahr-i âlem (salla’llâhü
aleyhi ve sellem)’in nûrundan bir ağaç yarattı. Dört budağı (dalı) vardı. Ona
Şeceretü’l-Yekin derlerdi. Ondan sonra Mu- haınmed (salla’llâhü aleyhi ve
sellem)’in nûrunu ak inciden bir perde için de açığa vurdu. Tâvûs kuşu biçiminde
o ağacın üstüne kondu. Bin sene orada Allahı zikretti. Ondan .sonra Hakk Teâlâ
hayâ gözgüsünü (aynasını) yarattı. Tâvûs’un karşısına koydu. O Tâvûs o gözgüye
bakınca orada çok güzel bir yüz ve çok süslü bir şekil gördü. Utandı. Beş kerre
secde etti. Böylece o secde bize günde beş vakit namaz oldu. Hakk Teâlâ
hazretleri tekrâr o nûr’a nazar etti. O nûr, Hak’dan utanıp terledi. Böylece Hakk
Teâlâ başının terinden melekleri yarattı. Yüzünün terinden Arşı, Kûrsî’yi,
Levhı, Kalemi, Güneşi, Ayı ve yıldızlan yarattı. Göğsünün terinden Nebileri,
Rasûlleri, âlimleri, Şehitleri ve Sâlih (iyi) kimseleri yarattı.
O Tâvûs’un kuyruğunun terinden Yahûdileri, Hıris- tiyanları ve
münafıkları yarattı. Ayağının terinden yerleri ve içindekileri yaratt. Ta
Esfel-i Şâfilîne vanneaya
404
kadar Cehennemi ve içindekini yarattı. Ondan sonra Hakk Teâlâ
hazretleri şöyle buyurdu:
— Ey Muhammedi Önüne bak.
Muhammed Mustafâ (salla’llâhü aleyhi ve sellem) de önüne baktı ve
her tarafının nurla dolmuş olduğunu gördü.
Önündeki nûr Hz. Ebû Bekrin nûru idi. Ardındaki nûr Hz. Ömerin nûru
idi. Sağındaki nûr Hz .Osmân’ın nûru idi. Sol yanındaki nûr Ali’nin nûru idi.
Allah cümlesinden râzı olsun.
Ondan soma Muhammed Mustafa (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in nûru
yetmiş bin yıl Hakka teşbih etti. Sonra o riûrdan peygamberlerin canlarını
yarattı.
Hakk Teâlâ peygamberlerin canlarını yaratınca.:
— «Lâ ilâhe illellâh Muhammedün Rasûlûllâh (Allahtan başka Tanrı
yoktur ve Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) onun ■peygamberidir) dediler.
Ondan sonra Hakk Teâlâ bir kandil yarattı. Muhammed (aleyhisselâm)
’in rûhunu dünyâdaki biçiminde şekillendire? rek o kandile koydu. Namaz kılar
gibi idi.
Daha sonra peygamberlerin canlan (ruhları) Muhammed (aleyhisselâm)
’ın rûhunun çevresinde ikiyüz bin yıl ta- vâf ettiler, etrâfmda dolaştılar.
Ondan sonra Hakk Teâlâ ruhlara:
— Muhammed (aleyhisselâm) ’a bakınız, buyurdu.
Ruhlar O'na baktılar:
Kim başını gördü ise dünyâ’ya sultan oldu. Alnını gören Âdil oldu.
Göğsünü gören âlim oldu. Sözün kısa sı, kim o rûhu mükerrem (salla’llâhü aleyhi
ve sellem)’în mübârek bir uzvunu gördü ise, dünyâ’da ona münâsip bir san’at
buldu.
Ondan sonra Hakk Teâlâ hazretleri halkı «Ahmed» şekline göre namaza
çağırdı.
405
Yani namazın kıyamı, namazda ayakta durmak, Ahmedin (Elifine) benzer,
Rukûu (Hâ) harfine benzer Secdesi (Mîm)’e benzer. Tehiyyat da oturması (Dâl)'a
benzer.
Sonra da Allah Teâlâ peygamberlerin biçimlerini Muhammed lafzına
benzer yarattı. Başı yuvarlaktır, (Mîm)’e benzer, tki ellen (Hâ)’ya benzer.
Karnı (Mîm)'e benzer ve ayakları (dâl)'a benzer.
Şimdi ey İlâhî sırları öğrenmek isteyen kimse! Bundan sonra Hz.
Rasûlün velâyetini, Risâletini, Kur’an nazil olduğunu ve mukaddes kelimeleri
inşallah beyan edeceğim.
Hz. Rasûlden nakledilen sahih rivayette beyan olunduğuna göre:
— Hakk Teâlâ hazretleri Muhammed (aleyhisselâm) ’m nûrun- dan bir
cevher yarattı. O cevhere nazar etti. Eridi su oldu. O su hareket edip tam bin
yıl çırpındı, dalgalandı. Durmadı.
Ondan sonra Hakk Teâlâ hazretleri Muhammed (aleyhisselâm) ' ın
nûrunu on bölük yaptı. Birinden Arş'ı yarattı. Birinden kalemi yarattı.
Birinden Levhi yarattı. Birinden Güneşi yarattı .Birinden Ayı yarattı. Birinden
sabit yıldızları yarattı. Birinden gezegen yıldızları yarattı. Birinden
Kürsîyi yarattı. Birinden de Müminlerin nûrunu yarattı. Omıncusundan Muhammed
Mustafâ (salla’llâhü aleyhi ve sellem) in cismini yarattı.
Muhammed (aleyhisselâm) ’ın annesi O'na hâmile kalınca, Maşrik,
Mağrib ve denizler birbirlerine: «Hz. Rasûlün doğumu yaklaştı» diye
müjdelediler.
Müfessirler:
4Û6
— Hz. Rasûl doğunca secde etti ve secdesinde: Ümmetim! Ümmetim!
dedi, derler.
Kabe’nin dört duvarından sedâ geldi. Onlar: «Mu- hanımed
peygamberdir» diye tanıklık verdiler derhal Kabe peygamber (aleyhisselâm) ’a
secde etti.
Nakledildiğine göre Abdülmuttalip şöyle demiştir:
— O gün ben Kâbe'de idim. Kâbede putlar vardı. Yerlerinden
düştüler, secde ettiler.
Ondan sonra Cinler göğe çıkmaktan men olundular. Bunun üzerine
cinler toplanıp İblise geldiler:
— Bu gün göğe çıkmaktan bizi men ettiler, dediler.
İblis bunu işitince çağırdı, feryâd etti ve:
— Bugün âlemlere rahmet geldi. Siz onun için gökten men olundunuz.
Zira gök Muhammedin ve ümmetinin nazargâhıdır, dedi.
Nakledildiğine göre, annesi Hz. Rasûlü doğurunca ondan bir nûr
çıktı. Annesi Amine hâtûn o nûr ile Kâ- be’den Basrâ şehrinin saraylarını
gördü.
Enes (radiyallâhu anh) şunu nakleder:
— Rasûlü Ekrem çocuklarla oynadığı bir gün gezinti yapardı.
Cebrâil (aleyhisselâm) geldi, Peygamber
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)’ı aldı. Tenhâ bir yere götürdü. Göğsünü yardı.
İçinden biraz kara kan çıkarıp attı ve: «Bu Şeytan hazzıdır (nefsânî arzudur)»
dedi ve Cennetten bir altın tas getirdi ve Zemzem suyu ile göğsünü ve karnını
yudu. Tekrar dikti.
Enes (radiyallâhu anh) tekrâr nakleder.
— Ben iğnenin izini Rasûlün göğsünde gördüm.
401
51 BÖLÜM
Allahın sevgilisi cihâna, dünyâya gelince yedi kat gök ehlinin
cümlesi, hepsi onu görmeye geldiler. Cennet içinden âhû gözlü Hûrîler,
ellerinde altın tabaklarla geldiler. Muhammed (aleyhisselâm) 'ın üzerine saçu saçtılar,
Bütün putlar, yüzleri üzerine düştüler. O gün bin Kilisenin kubbesi yere
geçti. Kisrâ’nın Tâk’ı çatlayıp yarıldı Sâvc gölü kurudu. Ateşe tapan
Mecûsilerin ateşleri ilk defâ söndü.
O hazretin gölgesi yok idi. Zira baştan ayağa nûr idi. Nûrun ise gölges:
olmaz. Başı üzerinde bir parça bulut vardı. Nerede yürürse onunla berâber
yürürdü. Gözü ile önünde nasıl görüyor ise arkasından da aynı şekildu görürdü.
Bir kere baktımı Şark, vc Garbı görürdü. Kulağı uyanıkken nasıl işitirse
uyurken de aynı şekilde îsi- ıirdi. Burnundaki mu’cize su idi: Cebrâil (aleyhisselâm)
vahiy için ne zaman gökten ayrılsa onun
kokusunu alırdı. Dişlerinin nûrundan gece yollar görünürdü. Bir şey kaybet-
seler onun nûru ile bulunurdu. Arkasında güvercin yumurtası kadar Nübüvvet
(peygamberlik) mührü vardı Terlese, teri gül vc misk gibi kokardı. Bir avuç
toprak :1e oniki bin askeri perişan etti. Bir parmağı ile aya işâ- ret etti.
Gökten yere inip ikiye ayrıldı ve peygamberliğine şahâdet eyledi. Bir gün ay
gökten yere inip beşiğini ırgaladı. Parmağından çeşme aktı. Ağulu pişmiş kuzu
ona:
— Ey Allahın Rasûlü! Benden yeme, dedi.
Hurma fidanını yere dikti. Hemen meyve verdi, yediler.
Uğradığı her yerde taşlar ve ağaçlar ona selâm ve-
408
rirlerdi. Herkesi güzel ahlâkı ile hayran bıraktı. Hiç ri- yâ
işlemedi ve hiç bir an nefsine uymadı. Hüküm verir ken taraf tutmadı.
Fakirlikle övünürdü. Yoksulluktan aba giyerdi. Alçak gönüllülüğünden arpa
ekmeği yerdi. Yemek yemezdi. Dünyâya melûn derdi. Dünyâ’ya düşkün olanlara
sevgi göstermezdi.' İhtilâm olmadı ve ona sinek konmadı.
Bit ve pire ısırmazdı. Hakk Teâlâ onu bütün peygamberlerden üstün
kıldı. Onun için zatı halim idi. Ahlâkı, huyu güzeldi.
Belâgatı, fesahati (dili duru ve sözleri üstün mânâ- h) idi. Sabrı
ve rızası olgun bir seviyedeydi. Halka karşı şefkatli, Hakka da ınuhabbetli
idi. Bir kimse onu evine davet etse giderdi. Hasta olanların hallerini sorardı
Bir kimse seferde ölse arkasından namazını kılar dı. Eğer şehirde öise
namazında bulunurdu. Alimleri, câhillerden üstün hürmet ederdi. Kâfirlere ve
münâfık: lara hiç ikrâm etmezdi. Kimseye kötü söz söylemedi, kimseye küsmedi,
ve tükürmedi. Kötülük edene iyilik ederdi. Bir meclise varınca nere boşsa oraya
otururdu. Zenginleri zenginliğinden dolayı ağırlamadı. Dervişleri derviş olduğu
için horlamadı. Kaftanını, elbisesini kendi yamar idi. Hangi bineği bulsa ona
biner, ar etmez, utanmazdı. Düşkün bir kimse görse sırtına ahr taşırdı
Pazartesi Perşembe günleri ile Eyyâm-ı Bıyz da (Arabi ayların 13, 14 ve 15.
günlerinde), Aşûre gününde (Muharremin 9 ve 10. günlerinde) oruç tutardı.
Geceleri ibâdet ederdi. On rekât nâfile namaz kılardı. Sözün kısası her türlü
kemâl ile muttasıftı.
Böylece o Hazet’ten büyük kerâmetler zâhir olmaya başladı. Kırk
yaşına gelince çeşitli mu’cizeler göster-
409
di. Daha önce kendi halinde taat içinde kendi nefsi ile çok
mücadele etti. Ondan sonra Hırâ» dağına vardı. (160)
Geceleri orada ibâdet ederdi. Halveti severdi. Allah aşkı ve İlâhî
şevk onu bütün yakınlarından ayırdı. Hakiki sevgiliye kendini verdi. Herkes
onun aşkına muttali oldu, Onun durumunu gördü ve bildi. Hattâ amcası Hz Hamza
ve Kureyş kavmi toplanıp Hz. Atike’nin yanına vardılar ve:
— Muhammed-i Eminin mübârek yüzünün sarardığını görüyoruz. Halka
karışmaz, devamlı düşüncelidir Halvette, tenhâda ibâdetle meşgûldür, dediler.
Hz. Atike (radiyallâhu anh):
— Bilmiyorum, dedi.
Bir defasında dostları toplanıp:
— Ey Muhammedi Eğer bir yerinde bir rahatsızlık varsa bize söyle,
seni tedâvi edelim, dediler. Hz. Ra- sûl bunlara cevap vermedi.
Bunlar:
— Onun dostu Ebû Bekir'dir. Belki ona söyler, dediler.
Ebû Bekir’e geldiler ve Peygamberin halini sordular.
Ebû Bekir (radiyallâhu anh):
— Bilmiyorum, fakat gidip sorayım, dedi.
(160) Hırâ dağı Mekke yakınında bir dağdır. Peygamberimize ilk
vahiy buradaki mağarada ibâdet esnasında gelmiştir. Nûr dağı, Rahmet dağı da
denir. Bu dağdaki mağarada Mekke Hanîflerinee, İbrâhim (aleyhisselâm) dinine göre inzivâya çekilip ibâdet etmek
âdetti. Bunlar puta tapmayan insanlardı. Ebû Bekir gibi.
4)(J
Hz. Ebû Bekir Hz. Rasûle gidip:
— Ey Muhammedi Hâlin nedir dedi.
Hz.. Rasûl:
— Su getirin: dedi. Su getirdiler, suyu içti. Abdest aldı. Ve
ridâsını, cübbesini alıp Hıra dağına gitti. Hıra dağına varınca yere kapanıp
ağladı. Hakk Teâlâ’ya yakarışta bulundu. Gökteki melekler ve Cennetteki Hûri-
ler de onun için ağlaştılar. Ve:
— Yâ RabbH Biz bir âşıkm sesini duyuyoruz, O kimdir? dediler.
Hakk Teâlâ Cebrail (aleyhisselâm) ’a:
— Vahyin, Emrin ve Nehyin vakti geldi. İn! Benim sevgilime ve
halkın hayırlısına benden selâm söyle ve benim hediyemi, İlâhî armağanımı ona
ulaştır, buyurdu.
Cebrâil (aleyhisselâm) gökten yere inerken seslendi. Pey. gamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) yer ile gök arasında yeşil elbiseli bir kimsenin durduğunu
gördü. Cebrâil (aleyhisselâm) geldi:
— Oku! dedi.
Peygamberimizi S.A.V.):
— Okumak bilmeni dedi.
Cebrâil (aleyhisselâm) şöylece okudu:
— «Yaratan Rabbinın adiyle oku.
— O, insanı bir kan pıhtısından yarattı.
— Oku. Rabbin nihâyetsiz kerem sâhibidir.
— Ki kalemle (yazı yazmayı) öğreten O’dur.
— İnsana bilmediğini O öğretti. (161)
Hz. Abdullah bin Abbâs (R A.) şöyle der:
— İlk nâzil olan sûre İkrâ (Alak) sûresidir.
Ekseri Müfessirler:
'161) Alak Sûresi, ayet: 1 - S
411
— İlk önce râtiha Sûresi nazji oldu, sonra «Mâlem ya’leme» kadar
İkra’ (Alak) Suıesi nâzil oldu, derler.
Bazıları da:
— Fatıhâ sûresi namaz farz olduğu zaman önce Mekke’de, sonra Kıble
Kudüs’ten Kâbeye çevrilince ikinci defa Medine’de nâzil oldu, derler.
Sahih görüşe göre Fâtiha Sûresi Mekka'de nâzil oh muştur. Cebrail (aleyhisselâm)
geldi ve tekrar gayb olup gitti.
Ulemâ şöyle beyanda bulunurlar:
— Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hazretlerine ilk vahiy
geldiği vakit:
— Ey (elbisesine) bürünen (Habibim)! Ey bürünüp sarınan (Habibim) İ
(162) buyurulmuştu. Ondan sonra:
— Ey Allahın şeriatını tebliğle görevli elçi! buyuruldu.
Nakledildiğine göre bir gün Peygamber (S.A..) Efendimiz evinde
yatar idi. Cebrâil (aleyhisselâm) gelip:
— Ey bürünüp sarınan! dedi. Hz. Rasûl (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) korktu Cin zannetti. Hz. Hatice (radiyallâhu anh):
— Ey Muhammed! Sen hısım ve akrabayı ziyaret edersin, öksüzlere
şefkat gösterirsin. Güzel işleri seversin. Tatlı huylusun Hakk Teâlâ ile senin
aranda kötü bir şey olmaz. Allah sana kötülük etmez. Ola ki, bu gelip sana
seslenen Cebrâil (aleyhisselâm) ’dtr. Nitekim diğer peygam-
(162) Müzzemmil: 1, Müddessir- 1-2.
ayetleri.
Peygamber Efendimize ilk vahiy geldiği vakit, vahyin heybetinden
korkmuş, elbisesine bürünmüş ve sannmtştt. Yahut da evine dönünce eşi vâlidemiz
Hz. Hatice’ye ken dini örttürüp yatmıştı. Sonraki ayetde üre Hakk Teâlâ onu Peygamberlik görevine
davet etmiştir.
412
herlere de
gelmiştir, diye onu teselli etti. Peygamber Efendimiz biraz yattı. Cebrail (aleyhisselâm)
tekrar gelip:
— Ey bürünüp sarman! Kalk, artık (kâfirleri azâb ile) korkut, diye
İlâhî vahyi tekrarladı.
Peygamber (SA.V.);
— Ey Hatice! O çağıran budur, işte geldi dedi.
Hz. Hatice (radiyallâhu anh):
— Ey Muhammedi Saçımı açayım. Eğer Şeytan ise kaçmaz. Şayet melek
işe kaybolur, dedi. Saçım açtı ve Cebrâıl (aleyhisselâm) kayboldu.
Rasûlü Ekrem (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hazretleri.
— Ey Hatice! Kayboldu, dedi
Hz. Hatice (radiyallâhu anh):
— Ey Muhammedi Beni İslâm’a davet et. Sen Allahın Râsûlüsün. O
gelen Cebrâil’dir, dedi.
Hz. Peygâmber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Hz. Haticeyi İslâm'a
çağırdı. Böylece hanımlardan ilk Müslüman o oldu. Erkek lerden Hz. Ebû Bekir (radiyallâhu
anh), Çocuklardan da Hz. Ali (radiyallâhu anh)’dır. Kırkıncı Müslüman Hz. Ömer (radiyallâhu
anh)’dır. Hz Ömerle müslümanlar ortaya çıktılar.
Bazıları derki:
— Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) altı ay müslümanları
rü- yâda gördükleri ile İslâm'a davet etti.
Nitekim peygamberimiz şöyle buyurur:
— Sâdık rüya, Nübüvvet sûresinin kırk altısından biridir. Çünki
peygamberimiz yirmi üç sene davet etti. Altı ay rüyâ ile davet etti. Geri kalan
sürede Kur'an ile davet etti. (Böylece altı ay, yirmiüç yılın kırk altıda biri
olur.)
413
52. KUR ANIN NÜZÛLÜ BÖLÜMÜ
Hakk Teâlâ buyurdu:
— «(O sayılı günler) Ramazan ayıdır ki, Kur’an anda (ki Kadir gecesinde
Levh-ı mahfûzdan dünyâ semâ’ı- na) indirilmiştir. (O Kur’an ki)
insanlara (mahz-ı) hidâyettir, doğru yolun ve Hak ile bâtılı ayırt eden hükümlerin
nice açık delilleridir...» (141)
Bagavî tefsirinde şöyle der:
— Şüphesiz Ramazan bir ayın adıdır. O vakit oruç çok sıcak bir
zamana, mevsime gelmişti. Halk böyle bir mevsimde oruç tutardı. Taşlar
harâretten kızmıştı. Halka zahmet vermekte idi. Öyle olunca o ayın adı Ramazan
oldu. Kur'ana; sûreleri, ayetleri, kıssaları, Emir ve Nehyi, Va'd ve Vaidi topladığı
için Kur’an dendi. Zira asıl manası toplamaktır
tbni Abbâs (radiyallâhu anh) şöyle der-
— Kur'an-ı Kerîm Ramazan ayında Kadir gecesinde, Levh-ı mahfûzdan
dünyâ göğündeki Beyt-i İzzete birden ve toptan indi. Ondan sonra Cebrâil (aleyhisselâm)
ihtiyaç oldukça ayet ayet indirdi.
Böylece Peygamber Efendimiz yirmi üç yılda Kur’an ile davet etti.
Nakledildiğine göre tbrâhim (aleyhisselâm) ’ın Suhufu Ramazan
evvelinde indi. Mûsâ (aleyhisselâm) 'm Tevrâtı Ramazan ayının altıncı gününde
nâzil oldu. İsâ (aleyhisselâm) ’a Incil Ramazanın onüçünde geldi. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem)’e Kur’an- ı Kerîm Ramazanın yirmi dördünde geldi. (164)
(163) Bakara Süresi, ayet: 185
(164) Kur’anm Ramazanın hangi gününde indiği hususu Kadir gecesi ile
ilgilidir. Kadir Gecesi hangi gece itibar edilirse o tarih doğrudur. Doğruya en
yakını 27. gecesidir
414
Bilmek gerekir ki, Kur’anm Allahın sıfatı ve Allahın kelâmı
olduğunda ıcmâi ümmet ve tevatür vardır. Hakk Teâlâ müteke’ıimdir ve
Kelâmiillah bir sıfatıdır ki, onda fazlalık yoktur. Emir, Nehiy, hayır,
bunlarla ilgili hususlarda ve izafetlerde çoğaltılabilir. Zira Allahın birliğindeki
kemâle bu yakışır ki, Bir ve tek olsun. Bunun içindir ki, son zamanlarda gelen
bilginlerin yakînleri olmadığı halde lafız (söz) ve harfleri itibarile çokluk
vardır, derler.
Fakat ispat ederiz ki, kelâm’dan maksat nazm ile manadır. îkisi de
kadimdir. (165)
Mu’tezile, Eş’arîler ve Hanbelilere göre Kelâm, Kadîm değildir. O
cüzlerden, parçalardan meydana gelmiştir. Cüzlerden meydana gelen bir şey
hadistir, sonradan olmuştur.
Doğrusu şudur:
— Kelâm iki manaya gelir: Biri nefsidir, diğeri ise lafzîdir. Dil
ile söylenendir. Bizim kasdımız nefsî kelâm, kelâmın kendisidir ki onun hem
sözü, hem manası Allahın zatı ile kaimdir. Ondan ayrılmaz.
Allahın kelâmı mushaflarda yazılıdır. Dillerde okunmaktadır.
Gönülle» de saklıdır, ezberlenmiştir. Bunların hiçbirisi nefsî kelâmı bozmaz.
Yazı, okumak ve ezber bunlar hâdistir. Zirâ ilgili bulunduğu Allahın gayridir.
Okunan kadimdir. Okuma ise hâdistir.
Allahın Havd ın Hz. Mevlânâ şöyle der:
(Itû) İcmâ: İslâm din bilginlerinin ittifakıdır. Tevâtür; Yalan
söylemeyen toplulukların müşterek kanaatleridir Hazm tabiri: Veciz ve kısa,
mana yönünden zengin de mektir.
415
— Peygamberimiz M’.ıhammed Mustafâ (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
şöyle buyurmuştur: «Kur'ân Allahın kelâmıdır ve mah lûk, sonradan yaratılmış
değildir. Kim onun mahlûk olduğunu söylerse Allaha yemin ederim ki, kâfir olmuştur.»
Fahr-i İslâm (radiyallâhu anh) şöyle dedi:
— İmam A’zamla, İmam Ebû Yûsuf, Kur'ân hâdis midir, yoksa kadim
midir? dive altı ay araştırdılar. Sonunda İmam Ebû Yûsuf şöyle dedi: İmam
A'zam, Ebû Hanîfe ile benim bilgim şu neticeye bizi götürdü: «Kim Kur’ân
mahlûktur» derse kâfirdir, diye hadîse uygun cevap verdiler.
Bazı muhakkikler şöyle dediler:
— Kelâmullah (Allahın Kelâmı) kadîm olan manadır. Lâfız karşılığı
değildir. Belki Allahın diğer sıfatlarının aym karşılığındadır. Bu söz Hadise,
İmamların görüşlerine ve müfessirlere göre doğrudur.
— Kur’ân nazımdır, nazım ise hâdistir, diyen inanışa dikkat et ve
itibar etme.
Bazıları:
— Kur’ân ancak manadır, derler.
Şüphesiz bu söz bâtıldır, yanlıştır. Zira Hakk Teâlâ hazretleri
ezeli bir kelâmla mütekellimdir (konuşandır • söz söyleyendir.) Kelâm, nâzım ve
manasız olfnaz.
İmam Teftezânî ve ona tâbi olanlar hayret içinde kaldılar ve
Kur’ânın hakikatini idrâk edemediler. Bu mesele müşkildir, diye aczlerini
ortaya koydular.
Bilgisi az olanlar:
— Kur'ân «Okunmuş» manasına, nefsi kc'âm ile
416
lafzi kelâm arasında müşterektir, diye bozuk bir iddia ileri
sürdüler.
Sözün kısası: Kur'ân nazm ile mananın ismidir. Kelimeleri
mürekkeptir. Terkip Allaha aittir. İster Cebrâil (aleyhisselâm) okusun, ister peygamber efendimiz okusun, isterse
başka bir kimse okusun birdir: Yani kim okursa okusun netice değişmez. Kur’ân
lafız ve mânâ itibariyle kadîmdir).
Bazıları:
— Kur’ân nâzil oldu demek ne demektir? dediler. Kur’an levh-ı
mahfûzda zâhir oldu, belirdi, demektir. Onun için aslında nüzûl: Yukarıdan
aşağıya hareket etmek, inmek, demektir. Bu hareket manevîdir. Burada herkesçe
bilineni ve en münasip olanı İlâhî kitapların nâzil olmasıdır. Melek onu rûhânî
bir yolla almış, yahut onu Levh-ı Mahfûzdan, hıfz etmiştir, derler.
Bazıları şöyle dediler:
— Hakk Teâlâ hazretleri, Kur'ânın nüzûlünün şeklini Kur'ânda şu
şekilde anlatmıştır: «Onu Rûhu'l-Emîn (Cebrâil), inzâr edicilerden olasın diye,
senin kalbine manası açık Arapça bir dille indirmiştir.» (166)
Yani Kur’ânı sana şöyle bir yolla indirdik: Cebrâili indirdik,
onunla birlikte Kur’ân-ı da indirdik, demektir.
Muhakkikler şu beyanda bulundular:
•— Salih olan şudur: Hakk Teâlâ hazretleri Kur’ânı Levh-ı Mahfuz da
zâhir etti, belirledi. Ondan sonra evvelki gökte, Beyt-i İzzet de ortaya
çıkardı. Ondan sonra da Cebrâiie, nıahlûkâtın en hayırlısı, peygamberlerin
sonuncusu ve Rasûllerin efendisi olan peygamberi Hz, Muhammcd Mustafâ (salla’llâhü
aleyhi ve sellem)’e indirmesini emretti.
(166) Şuarâ
Sûresi, ayet: 193
417
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz, Kur’ânı,
Cebrail (aleyhisselâm) ’dan iki yolla alırdı:
Birisi: Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz insan
şeklinden melek şekline girerdi ve Kur’ân-ı Kerimi alırdı.
İkincisi: Cebrail. (aleyhisselâm) melek şeklinden insan şekline girerdi.
Sahâbiden bir zat vardı. Adı Dıhye idi. Ekseri onun şekline giretdi. Zira
peygamberimiz bu zatı çok severdi.
Kâzî, tefsirinde derki:
— Kur’ân, Cebrâil (aleyhisselâm) ’ın kalbinde, nazım ve manası ve
İlâhî yolla belirirdi. Bu ya Allahın ona söylemesi, ya da Levh-ı Mahfûzdan
alıp gelmesi ile olurdu. Rasûlüllaha okurdu. Onun da kalbinde şekillenir, nazmı
ve manası ile bilinirdi. Böylece söz şuna varır ki Kur’ân nazm ile manadan
ibarettir. Doğru olan budur Doğrusunu gene de Allah bilir, Sözün kısası Vahiy
iki çeşittir:
Biri zâhirdir. Diğeri bâtındır.
Zâhir olan üç çeşittir:
1. Cebrâil
(aleyhisselâm) ’m dilinde sâbit olması, onu söylemesi ve başkasının kulağında
meydana gelmesidir. îşte Kur’ân bu kabildendir.
2. Meleğin
işâreti ile hiç söz söylemeden maksat hâsıl olur. Bu şekil vahye Hâtır-ı Melek
adı verilir.
3. Bâtın
ile olan vahiydir. Vahy-i bâtın kıyasdır ve îctihaddır.
Şayet sana anlattığım Risâlet sırlarını ve Kur’ânm indirilmesini
öğrendinse, bundan sonra Allahın izni ve kudreti ile Mirâçla ilgili görüşleri
anlatacağım.
îlk önce mümine farz olan Allaha ve peygamberine inanmaktır. îkinci
larz namaz kılmaktır. Namaz Miraç-
F:
27
418
da farz kılınmıştır. Ondan sonra zekât farz oldu. Sonra oruç farz
oldu. Arkasından gazâ (Allah için harp) farz oldu. Daha sonra da Hacc farz
oldu.
53. Mİ’RÂÇ BAHSİ
Allah Teâlâ buyurdu;
«Kulunu (peygamber (aleyhisselâm) ı) bir gece Mescid-ı .... ramdan
(alıp) Mtscid-i Aksâ^a kadar götüren (Allah bütün noksanlıklardan) münezzehdir.
(O Mescid-i Aksâ ki) biz onun etrafına (feyz ve) bereket verdik (ve bu gece
yolculuğunu) Ona âyetlerimizden bazısını gösterelim, diye (yapardık). Şüphesiz
ki O, (asıl) O (herşeyi hakkiyle işiten, herşeyi) kemâliyle görendir.» (167)
Nakledildiğine göre Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
şöyle buyurmuştur:
— «Bir gece Kâbeyi şerifin hareminde, yahut Hâtûn denilen yerinde
uyuyordum. Amma gönlüm uyumuyordu. Ccbrâil (aleyhisselâm) ’m geldiğini gördüm.
O dedi ki: Ey Muhammedi Hakk Teâlâ seni okur, huzuruna çağırır. Bunu işitince
hemen kalktım. Abdest aldım. Dışarı çıktım. Burak’a bindim. O Burâk gözleri
nereyi görürse oraya basıyordu. Beyt-i Mukaddese geldim. İslâm Dini güzel bir
yiğit şeklinde geldi. Benimle görüşüp bana büyük ikrâmda bulundu. Bana namaz
kılmak emredildi. Ben:
(167) İsrâ
Sûresi, ayet: 1
Mescid-i Hardın: Kâbe ve civarına verilen isimdir. Geniş mânâsı
ile Melekedir. Mescidi Aksâ Kudüsteki Beyt-l mukaddestir.
419
— Hz. İbrahim İmam olsun, namaz kılalım, dedi n.
Cebrail (aleyhisselâm) :
— İmam olmaya sen evlâsın, dedi.
Peygamberlerin ruhları bana uydular, iki rekat na maz kıldım.
İmam Râzî ve İmam Şâfiî:
— Mi’râç Hz. Haticenin evinden başladı, dediler.
Ebu’l-Leys, Ebû Said El Hudrî (R-A.)'dan şu rivayeti nakleder:
— Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hazretlerine Mi’râç
da gördükerini sordum.
Rasûlüllah (S.A.V). şöyle buyurdu:
— «Giderken sağ yanımda bir ses işittim. Ey Mu- hammed diye! Sol
yanımda bir ses işittim, Ya Muham- med diye! önümde bir kadın çeşitli
zinetlerle beni kar şıladı ve kendini bana arz etti. Bunların hiçbirine itibar
etmedim. Geçtim gittim. Ondan sonra Kudüse geldim Burâk'dan indim. Orada bir
halka vardı. Peygamberler ona yapışıp kalkaılardı. Ben de ona yapıştım. Ondan
sonra Mescide girdim. Cebrâil (aleyhisselâm) ile namaz kıldım. Ondan sonra şöyle dedim:
— Ey Cebrâil! Sağımdan bir ses işittim, O nedir?
Cebrâil (aleyhisselâm) :
— Yahudiler idi. Sana seslendiler. Eğer onlara alâka gösterseydin
ümmetin Yahudi olurdu, dedi.
Sonra ben:
— Solumdan da bir ses işittim. O nedir? dedim.
Cebrâil (aleyhisselâm) :
— Hıristiyanlardı. Eğer onlarla ilgilenseydin, ümmetin hıristiyan
olurdu, dedi.
Ondan sonra ben tekrar:
420
— Peki o kadın kimdir? diye sordum.
Cebrail (aleyhisselâm) :
— O dünyadır. Eğer ona alâka duysaydın ümmetin dünya’yı kabul edip
Ahireti terk ederlerdi, dedi.
Ondan sonra bana iki kâse geldi. Birinde süt, birin-s de şarap
vardı.
Cebrâil (aleyhisselâm) .
— Hangisini «ilersen ondan iç, dedi.
Ben sütü içtim.
Cebrâil:
— Hakk Teâlâ ümmetine Islâm’ı armağan etti. Eğer şaraptan içse idin
ümmetin azardı, dedi.
Ondan sonra Mi’râç geldi. Yani Nerdübân-Merdi- ven geldi. Ona
bindim, gittim.»
Hz. Enes (radiyallâhu anh) Peygamberimizden şöyle bir nakilde
bulunmuştur:
— Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: O Mi’râç
(merdjven-asansör) Sidretü’l-Müntehâ denilen İlâhî hududa kadar benimle beraber
çıktı. Sidretül-Müntehâ- nm altından dört ırmak akardı, ikisi dünyada akarlar.
Bunlar: Nil ile Fırat’tır, ikisi bâtındır. Cennette akarlar.
Sidretül-Müntehâ bir ağaçtır. Yapraklan fil kulağına benzer.
Yemişleri kule gibidir.
Bana orada elli vakit namaz farz oldu. Bir gün bir gecede. Oradan
Mûsâ (aleyhisselâm) ’m yanına indim.
Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Git azalttır. Ümmetinin buna gücü yetmez, dedi.
Ben çok gidip geldim. Bir gün bir gecede beş vakit namaz farz oldu.
Sonra Hakk Teâlâ’dan şu hitâp erişti:
C!1
— «Kullanma
farzımı geçirdim ve bunlardan hafiflettim».
Zira önce elli vakit buyurdu. Sonra lûtfundan beş vakte indirdi.
Bundaki sır şudur:
— Bir kimse bir hayıra niyet etse ve onu işlese onun defterine on
sevap yazılır. Nitekim., bununla ilgili olarak Hakk Teâlâ şöyle buyurur:
— «Kim
(Allaha) bir iyilikle, güzellikle gelirse işte ona on katı var...» (168)
Bir kimse bir şerre niyet etse, eğer işlerse bir günâh vardır.
Eğer işlemezse, birşey yoktur. Amma gönlü perdelenir.
Mûsâ (aleyhisselâm) ’ın bu azaltmaya vasıta olması, diğer
peygamberlerin bunda dahli olmamasındaki hikmetin ne olduğu sorulmaktadır.
Cevabı şudur:
Kâinatın efendisi peygamberimiz, C.Hakla konuştu. Bu itibarla
İlâhi kelâma mazhar olmuş bir kimsenin araya girmesi gereklidir. Bu da Mûsâ (aleyhisselâm)
'dır. Onun için O vasıta oldu.
Bazıları şöyle derler:
— Önce Allah, Mûsâ (aleyhisselâm) ’ın ümmetine elli vakit namaz
farz kıldı. Onlar başaramadılar. Allah onlan esirgedi, beş vakit farz etti. Bu
beş vakit o ellinin yerini tuttu.
Nakledildiğine göre peygamber efendimiz Mi’râç gecesi yolda
giderken birinci kat gökte Adem (aleyhisselâm) 'ı gördü. İkinci kat gökte Isâ (aleyhisselâm)
ve Hz. Yahyâ (aleyhisselâm) ’ı gördü.
Üçüncü kat gökte Yûsuf (aleyhisselâm) ’ı gördü. Dördüncü-kat
(lı>8) Enârn
Sûresi, ayet: 160
422
gökte İdris (aleyhisselâm) 'ı gördü. Beşinci kat gökte Hârûn (aleyhisselâm)
’ı gördü. Altıncı kat gökte Mûsâ (aleyhisselâm) ’ı gördü. Yedinci kat gökte
îbrâhim (aleyhisselâm) ’ı gördü.
Abdullah bin Abbâs (radiyallâhu anh) şöyle beyan eder:
— Sidretül-Müntehâ yedinci kat gökten yukarıdadır. Onun için ona
müntehâ (son) derler. Yerden urûç eden, yükselen herşey varır orada kalır.
Yukarıdan inen şey de gene orada kalır. Onun için ona bu isim verilmiştir.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) efendimiz şöyle buyurdu:
— Oraya (Sidretül-Müntehâya) vardığımda bana üç şey verildi:
1. Beş
vakit namazdır.
2. Bakara
Sûresinin sonu ki «Amener-Rasûlü»dür.
3. Ümmetimin
büyük günahlarının affı.
Ondan sonra Cennete vardım. Cebrâil (aleyhisselâm) :
— Ey Allahın Rasûlü! C.Hak zâtını takdis eder, dedi.
Ben:
— Ne buyurur dedim.
Cebrâil (aleyhisselâm) :
— Hakk Teâlâ şöyle buyurur, dedi:
— Allah teşbihe, takdise layıktır. Meleklerin ve Rû- hun Rabbidir.
Onun Rahmeti gazabını geride bırakmıştır, geçmiştir.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) gökleri,
Sidretül-Müntehâyı geçip Cenneti dolaşınca Cebrâil (aleyhisselâm) şöyle dedi:
— Ey Allahın Rasûlü! Ben buradan yukan geçmem Geçersem Arşın
nûrundan yanarım. Zira senden başkasına buradan ileri vol yoktur.
423
Bazıları:
— O makam Cennettir, dediler.
Bazıları da:
— Orası Arş’dır, demişlerdir.
Doğru olan şudur ki, Ondan yukarı âlem yoktur. Cebrâil (aleyhisselâm)
işaret etti ki, Allaha selâm versin.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— «Ettehıyyâtü
Lillâhi ve’s-Salavâtü ve't-Tayyibât» (Selâmın tümü, bütün Rahmet ve İyilikler
Allaha mahsustur) diye selâm verdi.
Bunun üzerine Hakk Teâlâ:
— Esselâmü aleyke Eyjâihennebiyyü ve Rahmetül- lâhı ve berekâtühü
(Ey Nebi, peygamber! Selâm sana. Allahın sonsuz rahmeti ve bereketi üzerine
olsun) buyurdu.
Peygamber Efendimiz, ümmetinin de bu selâmdan nasibi olmasını arzu
etti ve:
— Esselâmü aleynâ ve âlâ ibâdillâhis-sâlihin (Allahın selâmı bizim
ve sâlih kulların üzerine osun) dedi.
Ondan sonra Cebrâil ve bütün melekler şöylece şa- hâdet getirdiler:
— Eşhedü enlâ ilâhe illellah ve Eşhedü erine Mu- hammeden abdühü ve
Rasûlühü (Tanıklık ederim ki, Allahtan başka Tanrı yoktur. Yine tanıklık ederim
ki Muhammed (aleyhisselâm) onun kulu ve
Rasûlüdür).
Nakledildiğine göre tbni Mesûd (radiyallâhu anh) şöyle demiştir:
— Ondan sonra Refref geldi. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) Refrefe bindi. Hakk Teâlâ hazretlerine yakın oldu. Nitekim Hakk Teâlâ
buyurur:
— «Sonra
(Cebrâil, ona) yaklaştı. Derken sarktı.
424 (Bu suretle O, Peygambere) iki yay kadar, yahut daha yakın oldu
da...» (169)
Yani Kâbekavsey-iki yay miktarı. Hakka yakın oldu, demektir. Kâbe
«kadar» kavseyn de «zira»dan ibarettir.
Müfessirler şöyle demişlerdir:
— Burada dört görüş vardır:
1. Katâde
ve Hasen’in görüşüdür ki, Kavseyn - iki yay kadar yakın oldu, demektir.
2. Mücahidin
görüşüdür. Kirişin yaya yaklaştığı kadar yakın oldu, demektir.
3. Abdû'l-Vârisin
görüşüdür. Yayın kabzasından ucuna kadar yakın oldu, demektir.
4. Sûddî’nin
görüşüdür. İki zira' kadar Hakka yakın oldu, demektir.
Ulemâ «Yakın oldu demek ne demektir?» sorusunda ihtilâf
etmişlerdir. Bu soru üç şekilde açıklanmıştır:
1. Cebrâil
(aleyhisselâm) Hakka yakın oldu»
demektir.
2. «Cebrâil
(aleyhisselâm) Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem)’e yakın oldu» demektir.
3. «Muhammed
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) Hakk Teâlâ hazretlerine yakın oldu» demektir.
Ka’bûl-Ahbâr:
— Sahih görüş budur ki, «Muhammed (aleyhisselâm) Hakk Teâlâ hazretlerine yakın oldu» demektir,
der.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Arşa varınca ayaklarındaki
nâ- linleri, ayakkabıları çıkarmak istedi. Bir ses işitti. Bu ses:
— Nâlinlerini çıkarma! Arş ile Kûrsî Senin nâlinle- rinin altında
şeref bulsunlar, dedi.
(lt-9) Necm
Sûresi, ayet: 8, 9
425
Ben:
— Ey Rabbim! Hz. Mûsâ (aleyhisselâm) ’a: «Nâlinlenni çıkar»
buyurdun, dedim.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Ey Ebû Kâsım! Ey Ahmed! Sen benim yanımda Mûsâ gibi değilsin. O
benim Kelîmim idi. Sense benim Habibimsin, buyurdu.
Nakledildiğine göre Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
göklere çıkınca:
Kalem:
— Muhammed (aleyhisselâm) benimdir, dedi.
Levh:
— Muhammed (aleyhisselâm) benimdir, dedi.
Arş:
— Muhammed (aleyhisselâm) benimdir, dedi.
Kûrsî:
— Muhammed (aleyhisselâm) benimdir, dedi.
Cennet:
— Muhammed (aleyhisselâm) benimdir, dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Ey Muhammed! Kalemi, Levhı, Arşı, Kûrsîyi ve Cenneti sana
bağışladım, buyurdu. (170)
Rasûlü Ekrem (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Ey Rabbim! Bunları istemem, ümmetimi isterim, dedi.
Nakledildiğine göre Hakk Teâlâ:
— Ey Muhammed! Sen yeryüzünde kimi yerine halife, vekil koydun?
buyurdu.
1170) Kalem, Levh, Arş ve Kûrsî, İlâhî makamlardır, Herbirinin
hıtpûsiyeti vardır. Allahın kudret ve azâmeti- nîn tecellî ettiği yüce ve
mânevi yerlerdir.
426
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Ebû Bekir’i Sıddîkı koydum, dedi.
Zehretü’r-Riyad’da şöyle dendi:
— Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Mi’râç gecesinde beş
çeşit şeye bindi. Ondan sonra Allahın huzuruna vardı.
İlk önce Burâk'a bindi.
İkinci olarak Mîrâca, merdivene bindi. Merdiven hakkında ulemâ
ihtilâf ettiler, ayn görüşler ileri sürdüler.
Kimi o merdiven, nârdan, kimi altından, kimi inciden, kimi de
gümüştendi, demişlerdir.
Üçüncüsü: Birinci kat gökten yedinci kat göğe varıncaya kadar
meleklerin kanatlarına, bindi.
Dördüncüsü: Yedinci kat gökten Sidretül-Münt» hâ ya kadar Cebrâil (aleyhisselâm)
’ın kanadına bindi.
Beşincisi: Altından bir döşek geldi. Adı Refref idi.
Nitekim Hakk Teâlâ hazretleri buyurun
«O (gördüğü) zaman Sidreyi bürüyordu, onu bürÛ- mekte olan» (17b
Sidreden Kâbe Kavseyne varıncaya kadar ona bindi.
Nitekim Hakk Teâlâ buyurur.
«Sonra (Cebrâil, ona) yaklaştı. Derken sarktı.» (172)
Yani Hakka yakm oldu ve halktan ırak oldu, demektir.
Basinn:
— Ferş’dea (dünyâdan) ırak
olup Arşa yakın oldu, demektir, dediler.
Kimileri de
şöyle dediler:
(171) fteem Sûreai, afet» İS
(172) Kecf»
Stresi, aggt: t
42?
— Kâbeden ırak olup Kudiise yakın oldu, demektir.
Bir kısmı da:
— Maddî varlıklardan ırak olup Ruhların Rabbine yakın oldu,
demektir, dediler.
Kimisi ise:
— Nefsinden ırak olup kalbine yakın oldu, demek- tir, derler.
Muhakkikler şöyle dediler:
— Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) o gece rûhu ile Kabe
Kavseyne sırr-i ile de Ev’ednâ'ya erişti. Yani nefsini, bedenini gökte rûhûnu
Sidretül Miintehâda, kalbini de Kâbe kavseyde bıraktı. Böylece Rabbi ile ancak
sim karşı karşıya kaldı.
Hakk Teâlâ nefse:
— Hani gönül? buyurdu.
Gönüle:
— Hani Rûh?
Rûha:
— Hani sır?
Sırra:
— Hani Habîbim, diye sordu. Sonra da:
— Ey Nefis! Nimet ile mağfireti sana.
— Ey Rûh! Rahmet ile Kerameti sana.
— Ey Gönül! Muhabbeti sana verdim.
— Ey Sırr! Ben de sanayım. Şeninim, buyuldu.
Ev’ednâ buyurması da bundandır.
Nakledildiğine göre Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Kâbe
Kav- seyn’e erişince Hakk Teâlâ buyurdu: •
— Ey Muhammed! Ayaklarım bas!
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ayaklarını basınca birşeye
dokundu, Yine gitti.
42a
Peygamber (A S.).
— Ey Rabbim! Ayaklanma birşey dokundu, dedi. Yine gitti.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu:
— O ayaklarının bastığı şey Arş’dır.
Peygamber -(aleyhisselâm) :
— Niçin Arş benden ırak gitti, dedi.
Hakk Teâlâ:
— Senden ırak gitmedi, fakat sen ırak gittin. Çüıı. kü senin
kerâmetin benim yanımda çoktur. Eğer yüz- bin Arş olsa, senin ayağının bastığı
toprak bana onlar, dan sevgilidir.
Nakledildiğine göre Hakk Teâlâ:
— Ey Muhammedi Bana ne hediye getirdin? buyurdu.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— îki şey getirdim. Biri tâat, Kulluk eksikliği, biri de cefâ ve
ma’siyet çokluğu, dedi.
Hakk Teâlâ:
— Tâat eksikliğini rahmetimle, Cefâ ve ma'siyet eksikliğim de senin
şefaatinle yarhğadım, buyurdu.
Nakledildiğine göre Ebû Bekri Sıddîk (radiyallâhu anh) Allah' m şu
kavlinden neyi kasdettiğini Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’a sordum:
«(Allahın) kuluna vayh ettiğini etti.» (Necm: 10)
Hz. Rasûl buyurdu:
— Hakk Teâlâ ümmetimden bana beş türlü şikâyette bulundu:
1. Hakk
Teâlâ buyurdu: Ben onlardan yarınki ameli istemiyorum. Onlar benden yarınki
rızkı istiyorlar.
2. Ben
onların nzıklannı başkasına vermiyorum. Onlar amellerini niçin başkasına
verirler?
42»
3. Benim
rızkımı yerler, başkasına şükrederler. Bana hâin olur ve benden başkasına
iyilik ederler.
4. Ben onlara
şeref ve büyüklük veririm. Onlar bunu başkasından isterler.
5. Ben
Cehennemi kâfirler için yarattım. Onlar Cehenneme girmek için gayret
ediyorlar.
Nakledildiğine göre Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
efendimiz Mi'râç gecesinde şöyle aedi:
— Ey Rabbım: Ademe Cenneti verdin, bana ne verdin?
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu:
— Adem’i Cennetten çıkardım. Ama sana ve ümmetine Cennet verdim,
fakat, oradan çıkarmam.
Ben:
— Nûh’a gemi verdin. Orada o ibâdet ederdi, dedim.
Hakk Teâlâ:
— Sana dünyayı mescid kıldım. Dilediğin yerde ibâdet et. Hem
kıyamet günü mescidlerine bin, sırat köprüsünü geç ümmetinle, buyurdu.
Ben:
— tbrâhim
(aleyhisselâm) ’a ateşi soğuk ve selâmet kıldın, dedim.
Hakk Teâlâ:
— Ümmetine Cehennem ateşini soğuk ve selâmet kıldım, buyurdu.
Ben:
— îsmâil
(aleyhisselâm) 'a Zemzemi verdin, dedim.
Hakk Teâlâ:
— Sana Kevser ırmağını verdim, buyurdu.
Ben yine:
— İsmâil (aleyhisselâm) 'a koç fedâ ettin, dedim.
430
Hakk Teâlâ:
— Ümmetin için yahudileri ve hıristiyanlan feda ettim. Ümmetin
onları Cehenneme bıraksınlar, kendileri Cennete gitsinler, buyurdu.
Ben:
— Mûsâ (A.S )’a Tûr’da söz söyledin, dedim.
Hakk Teâlâ:
— Sana Arş’dan yukarıda, nûr yaygısında söylcdûu, buyurdu.
Ben:
— îsâ (aleyhisselâm)
’a. gökten sofra verdin, dedim.
Hakk Teâlâ:
— Sana kıyâmet gününde kerâmetten sofra vereceğim, buyurdu.
Ben:
— Dâvûd (aleyhisselâm) 'a Zebûr verdin, dedim.
Hakk Teâlâ:
— Sana «Enam» sûresini verdim, buyurdu.
Ben:
— Yûnus (aleyhisselâm) ı üç
türlü karanlıktan kurtardın, dedim.
Hakk Teâlâ:
— Onun gibi ümmetini üç türlü karanlıktan kurtardım:
1. Kabir
karanlığından,
2. Kıyâmet
zulmetinden,
3. Sıtâr
zülmetinden, buyurdu.
Ben:
— Hızıra Ab-ı Hayat (ölümsüzlük suyu) verdin, dedim.
431
Hakk Teâlâ:
— Sana «Selsebîl» ırmağını verdim, buyurdu. (173) Ben:
— îsâ (aleyhisselâm) 'a İncil verdin, dedim.
Hakk Teâlâ:
— Sana «thlâs» (Kulhüve’l-Lâhû ahad) sûresini verdim, buyurdu.
Ben:
— Mûsâ (aleyhisselâm) ’a Tevrât verdin, dedim.
Hakk Teâlâ:
— Sana Ayete 1-Kürşî'yi verdim, buyurdu.
Ondan sonra Hakk Teâlâ buyurdu:
— Ey Muhammedi Sana bir sûre ikrâm ettim ki, Tevrât, Zebur, İncil
ve diğer kitaplarda onun gibisi yoktur.
— Ben:
— Ey Rabbim! O nasıldıı ? Hangi sûredir? dedim.
Hakk Teâlâ:
— Fatiha (Elham) sûresidir, buyurdu.
Kına Fatiha sûresini okursa Cehennem onun tenine haramdır.
Anası ve babası kâfir olan bir kimse fâtiha sûresini okusa onların
azaplarım Fatiha hürmetine şiddetli yapmam.
Ey Muhammedi Kendine senden üstün bir varlık yaratmadım.
Nakledildiğine göre Hx. Peygamber (AJSd şöyle de, miştir:
(173) SelsebU: Cetmtüe tatk ve lezzetli bir sn, pator ve- ye rrmağm a(Mhr.
432
— Cennette oir memleket, bir ülke gördüm. O ülkede yüzbin şehir
gördüm. Her şehirde yediyüzbin saray gördüm. Her sarayda yediyüzbin hücre, oda
gördüm. Her hücrede yetmiş derece gördüm. Her derecede bir döşek gördüm. Her
döşeğin üzerinde bir Hûri gördüm. Her Hûri nûrdan yetmiş Hülle, Cennet
elbisesi giyer ve başlarında nûrdan taçlar var idi. Eğer birisi bu dünya’ya bir
kere nazar etse, baksa, güneşin ve ayın nû- ru mahvolurdu.Eğer biri
denize tükürse acı su tath olurdu.
Acaba bu hangi peygamberindir? Ey herşeyin en güzelini yaratan şanı
yüce Allah! dedim.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu:
— Bunlar gibi yüzbinlercesi müminler için hazırlanmıştır. Kim:
Eşhedü en lâ ilâhe illellâh ve eşhedü erine Muhammeden abdühu ve Rasûlünu
(Tanıklık ederim ki Allahtan başka Tanrı voktur..Yine tanıklık ederim ki
Muhammed (aleyhisselâm) Onun kulu ve
Rasûlûdür) dese bu gördüğün nimetlere nâil olur, onları elde eder.
Nakledildiğine göre Rasûlüllah Efendimiz hazretleri Arş’a varınca
sağ elini sol elinin üzerine koyarak ayakta hâcet diledi.
Hakk Teâlâ buyurdu:
— Ey sevgilim! Benden ne istersin? Benim katımda hâcetin nedir?
buyurdu.
Peygamber (A S.):
— Ey Rabbind Senden ümmetime yakınlık isterim, dedi.
Hakk Teâlâ şöyle buyurdu:
— Şânım hakkı için ben de ümmetine yakın olmayı isterim. Kâfirleri
Cennete koymam. Rahmetimi ve
433 nimetimi müminler için hazırladım. Kim benim rızamı isterse,
dili ile zikretsin, beni dilinden bırakmasın. Bedenini bana itaat yolunda
harcasın. Beni sevmenin nişanı; Benim sözümden başka söz işitmemesidir. Benim
sevgimden başka gönlünde sevgi olmasın. Elinde (dilinde) Tekbir, ayağında
kıyâm ve gözünde yaş olsun.
Eğer böyle olurlarsa bütün âlemlerden onlara yakın olurum. Şeytanı
onlardan uzak ederim. Onları, her zaman razı olacağım hizmet içinde tutarım.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Rabbim! Ümmetim zayıf ve hakirdir. Buna güçleri yetmez. Kerem
şendendir, dedi.
Hakk Teâlâ:
— Ey Habîbim! Ben merhametlilerin en merhametlisi olan bir
hükümdarım. Kimsenin itaatmdan bana fayda yoktur. Asîlerin isyanının da bana
zararı yoktur. Ey Habîbim! Müjdelç.şu kimseye ki «Eşhedü enlâ ilahe illellah
ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve Rasûlûhu» dese rahmetimi Ona bahşederim ve
rızam ona Hılat, elbisedir. Onun nazan ve yönü dâimâ benim nimetime ve
cemâlimedir, buyurdu.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Canım şimdi rahat oldu ve gönlüm yatışıp razı oldum. Ey Rabbim!
dedi.
Hakk Teâlâ buyurdu:
— «Muhakkak Rabbin sana verecek de hoşnut olacaksın» (174)
Nakledildiğine göre Mi’râç gecesi Hakk Teâlâ şöyle buyurdu:
(174) Duhâ Sûresi, ayet: 5
434
— Ey Habîbim! Sen bütün peygamberlerden bana sevgilisin ve ümmetin
de benim katımda üstün bir ümmettir. Bundan dolayı bütün ibâdeti bir araya
topladım, adını namaz koydum. Onu ümmetine ibâdet kıldım.
Kim benim için o namazı kılarsa bütün ibâdetlerle bana muti
olmuştur.
Rasûlüllâh (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Mi’râç gecesi Cehenneme baktım. Orada ekseriya yoksullan ve
kadınlan gördüm, buyurdu.
Sahâbe:
— Ya Rasûlellâh! Malından yoksullar mı? diye sordular.
Hz. Peygamber:
— Yok! İlim ve amelden yoksullardı, buyurdu.
Nakledildiğine göre peygamberimiz şöyle dedi:
— Mi’râç gecesi yedi kat gökten yukanda gök gürültüsü gibi bir ses
işittim. Orada bir kavim gördüm. Kannları ve ayaklar» üzerinde yürürler. Hurma
ağacı gibi yılanlar var. Onları eşip yerler idi.
Ben:
— Ey Çebrâil Bunlar kimlerdir? diye sordum.
Cebrail (aleyhisselâm) :
— Akçe ribâsı, fâiz yiyenlerdir, dedi.
İbni Fevrek derki:
— Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: Mi’râç
gecesi bir kavim gördüm. Bir gün ekerler, bir gün yerler. Nasıl yerlerse
yesinler, yedikleri eskisi gibi olur hiç eksilmezdi.
Ben:
— Ey Cebrâil’ Bunlar kimlerdir? diye sordum.
Cebrâil (aleyhisselâm) :
435
— Bunlar gâzîlerdir. Allah yolunda savaştılar. Hakk Teâlâ bir
ecirlerini yediyüz, yahut daha fazla etti, dedi.
Nakledildiğine göre Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Mirâc
gecesi nûrdan bir kubbe gördü. O kubbeden dört ırmak akmakta idi:
1. Bismillâh'ın
miminin deliğinden su akıtırdı.
2. Bismillâh’ın
Hâ'sının deliğinden akan süt ır mağı idi.
3. Er—Rabmân'm
mîm’inin deliğinden akan Bal ırmağı idi.
4. Er—Rahnıân’ın
mîm’inin deliğinden akan Ha mir — İlâhî şarap ırmağı idi.
Hakk Teâlâ buyurdu:
— Ey Muhammedi ümmetinden kim beni hâlis ve samimî bir kalple bu
isimlerle anarsa, (Bismillâhirrah mânirrahîm) dese, kıyâmet günün de bu dört
ırmaktan ona içiririm.
Hakk Teâlâ yine buyurdu:
— Bir kimse abdest aldıktan sonra (Lâ ilahe illel- lâh) dese şanım
hakkı için ona ben bu dünyâ kadar Cennette yer veririm.
Nakledildiğine göre Rasûlü Ekrem (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
Kâbe Kavseyn'e erişince o makamda bir ulu sandık gördü. Nûrdan kilidi vardı.
Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Ey Rabbim! Bu sandıkta ne vardır ve anahtarı nerededir? diye
sordu.
Hakk Teâlâ:
Onun anahtarı şendedir. (Lâ ilahe illellâh Muham- medün Râsûlûllah)
de, buyurdu.
436
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) onu söyledi. O sandık
açıldı. O sandığın içinde heybetli bir deniz gördü. Ucu bucağı yok. O denizin
içinde bir ağaç gördü. Budaklarının, dallarının üzerinde bir kuş gördü.
Tırnağında bir zerre, azıcık toprak gördü.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem Efendimiz:
— Ey Rabbim! Bu deniz, bu ağaç, bu kuş ve bu zerre kadar toprak
nedir? diye sordu.
Hakk Teâlâ buyurdu:
— Ey Muhammedi O deniz benim Rahmet deııizim- dir. Sonu yoktur.
Gördüğün ağaç bu dünyâdır. O ağacın budağında gördüğün kuş senin ümmetindir. O
kuşun ayağındaki toprak da onların günahlarıdır. Onu işlediler. Onların
günahları benim Rahmet denizim yanında bir zerre toprak kadardır. Denize
düşer, belirsiz olur. Ben (Erhamü’r - Râhimîn — acıyanları acıyanı) gerçek
hükümdarım.
PEYGAMBERİMİZİN ALLAHI GÖRMESİ İLE İLGİIİ BÖLÜM
Bilmek gerektir ki, Rasftlûllâhm Ashâbı (Allah cümlesinden râzı
olsun) ve imamlar. Peygamber (S.A. V.) Efendimizin Mirâc'da Allahı görüp
görmediği hususunda ihtilâf etmişlerdir, ayrı görüşler beyan etmişlerdir.
İbni Abbâs ve Kalıûl—Ahbâr (RA.):
— Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz o gece Hakk
Teâlâ hazretlerini cisim gözü ile, maddî gözle gördü, derler
Hz. Aişe (radiyallâhu anh):
— Râsûlûllâh (salla’llâhü aleyhi ve sellem) o gece Hakk Teâlâ
hazretleri
ni ten gözü ile görmedi, der. Nitekim peygamberimiz buyurur:
— Gözümle değil kalbimle gördüğüm Allahı bütün noksan sıfatlardan
tenzih ederim.
öyle olunca gönül gözü ile görmüş olur.
Arapların Şeyhi, Şarkın ve Garbın müftüsü îmsm Nevevî (Allahın
Rahmeti üzerine olsun) Sahîh-i Buhârî ve Müslîmden şöyle nakilde bulunmuştur:
— Benim yanımda şöyle sâbit oldu ki, Rasûlûllâh (salla’llâhü aleyhi
ve sellem) Hakk Teâlâ hazretlerini baş gözü ile gördü.
Ashâb-ı Güzin (radiyallâhu anh) bu hususta ihtilâf edince tbni
Abbâs (radiyallâhu anh) hazretleri:
— Ten gözü ile gördü, dedi.
Hz. Aişe (radiyallâhu anh):
— Ten gözü ile görmedi, dedi.
Böylece bunların arasında ihtilâf oldu.
Hz. îbni Abbâsın kendisi insanların en âlimidir. O. Peygamber
Efendimiz Allahı ten gözü ile gördü, dedi.
Amma Nevevî. Buhârî ve Müslim Şerhinde der ki*
— Bu iki rivayeti biz bir araya toplayıp şöyle deriz:
Hakk Teâlâ hazretleri,
bütün dııvumları Hz. Rasûlü ' Ekrem (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’den
kaldırdı. Nûrun keyfiyyetini gözün den giderdi. Görmedeki maddî unsurları
kaldırdı. Onun nefsini nûrâni kıldı, onu nûr hâline koydu. Ondan sonra gönlüne
— kalbine tecellî eyledi, kalbinde belirdi. Hakk Teâlâ hazretlerini kendi nûru
ile ve bütün azâsı ile gördü. Her tarafına baktı. Nurdan başka bir şey görmedi.
Böylece Hakkın nûru ile Hakkı, Allahı gördü.
Kâzî Beyzâvî, Tefsirinde şöyle dedi:
438
— Mûsâ (aleyhisselâm) bütün
azalan ile Hakk Teâlâ hazretlerinin kelâmını her taraftan işitti .
Düşündü ve gördü. Şüphesiz bu, hakikata itibarla çok incedir.
55.
VAHYİN SIRLARI İLE İLGİLİ BÖLÜM
Hz. Ali (radiyallâhu anh) peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’den
şu nakilde bulunmuştur:
— Rasûlüllâh Mirâc Gecesinde Allah Teâlâ’ya: Ey Rabbim! Hangi amel
sana efdaldir, daha üstündür? dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu:
— Ey Ahmed! Benim katımda Tevekkülden (Allaha dayanıp güvenmeden)
üstün amel yoktur. Benim kısmet ettiğime râzı olmaktan yeğ amel yoktur. Ey Ahmed!
Benim muhabbetim, benim için sevişenlere ve halkı bana ulaştıranlara vâciptir;
gereklidir. Benim gerçek tâliplerim, beni gerçekten arayanlar, mahlûka bakmayan
ve dünyâ yiyeceklerinden karnı boş olanlardır. Zira onların yiyecekleri benim
zikrimdir. Muhabbetim ve rızâmdır. Ey Ahmed! Eğer bütün halktan daha zâhid,
ibâdet ve kulluk yönünden üstün olmak istersen dünyâ’dan ilgini kes. Ahirete
aşın şekilde bağlan.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Ey Rabbim! Dünyâ'da zâhid olmak nedir? Ahirete rağbet nasıldır? dedi.
Hakk Teâlâ:
— Dünyâ nimetlerinden az al. Zahire (geçim - azık) toplama. Dâima
beni zikret, buyurdu.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
439
— Ey Rabbim! Zikrine devam etmek nasıl olur? dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Halktan kesil, yalnız ve kapalı yelerde bana ibâdet et buyurdu.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Ey Rabbim! Beni bir amele kılavuzla ki, onun sebebi ile sana
yakın olayım, dedi.
Hakk Teâlâ:
— Geceni ibâdetle, gündüzünü açlıkla geçir. Ey Ah- med! Kimde üç
haslet bulunursa ben onu Cennete koyarım buyurdu.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Ey Rabbim! O üç haslet nedir? dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri:
î. Dilini benden başka şeye depretmeye,
2. Gönlünü
Şeytân vesvesesinden saklaya,
3. Açlığı
gözünün nûnı bile.
Ey Ahmed! Eğer açlık, halvet ve susmanın halâve-. tini, tadını
tadsaydın ve bunlardan sana kalanları bil- seydin bütün kemâlâtı bulurdun,
buyurdu.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Ey Rabbim! Kalacak, miras nedir? dedi.
Hakk Teâlâ:
— Dilinde hikmet sözleri, gönlünde benim muhabbetim ohır.
Ey Ahmed! Allahı sevmen dervişleri sevinendir ve onlara
yakın olmaktır, buyurdu.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem);
— Ey Rabbim! Dervişler kimlerdir? dedi.
440
Hakk Teâlâ buyurdu:
— Dervişler şunlardır:
1. Az
şeye râzı olurlar.
2. Açlığa
sabrederler.
3. Nimetlere
şükrederler.
4. Yalan
söylemezler.
5. Tanrıya
asi olmazlar.
6. Elinden
çıkan şeye üzülmezler.
7. Elde
ettiklerinden dolayı sevinmezler.
8. Her
zaman bana mütevekkil olurlar, bana güvenirler.
Ey Ahmed! Dervişlere yakın ol. Zenginlerden ırak ol. Güzel yemekler
yeme, güzel elbiseler giyme. Nefis her kötülüğün yeridir. Sen onu tâata
çekersin, o seni kötülüğe çeker. Nefis tok olursa âsî olur. Aç olunca da
şikâyet eder. Derviş olsa feryâd eder. Eğer zengin olsa azıp beni unutur. Eğer
emin olsa gâfil olur.
Ey Ahmed! Dünyâ’ya ve ona bağlananlara gazab et, Ahirete ve ehline
sevgi göster.
Rasûlûllâh (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Ey Rabbim! Ehl-i dünyâ kimdir? Ehl-i Ahiret kimdir? dedi.
Hakk Teâlâ buyurdu:
— Ehl-i dünyâ: Malı, ailesi, çocukları, uykusu ve gazabı çok
olandır. Az şeye râzı olmaz. Bir kimseye kötülüğü dokunsa ondan dolayı özür
dilemez. Bir kimse ondan özür dilese kabûl etmez. İbâdet vakti gayretsizdir,
kötülük vakti ise bahadır kesilir. Fikri uzun, ece li yakındır. Nefis
muhasebesi yapmaz. Nimetler geldiği vakit şükretmez. Belâlar geldiği zaman da
sabretmez Halkı dâima kötülüğe scvkeder. Kendinden büyüklere
441
saygı göstermez, kendinden aşağıda olanlara alâka göstermez,
itibâr etmez. Nefsine düşkün kimselerin yanında akıllıdır. Akıllıların yanında
ise câhil ve bilgisizdir
Ey Ahmed! Ehl-i Ahiret şu kişilerdir:
1 —
Yüzü güzel ve hayalıdır.
2 —
Şerri az, faydası çoktur.
3 —
Sözleri ölçülüdür.
4 —
Nefsinin hesâbını yapar, nefis muhâsebesin-
de bulunurlar.
5 —
Her zaman uyanıktırlar.
6 —
Gözleri dâima benim sevgimden ağlar, dilleri
zikrimle meşgûldür.
7 —
Nimet yeseler, evvelinde hamd, sonunda şük
rederler
8 —
Duâlan katımda yücedir ve münâcâtları mak-
bûldür.
9 —
Aslâ benden başkası ile meşgûl olmazlar.
10 —
Çok yiyecek istemezler ve süslü elbise giy
mezler.
11 —
Kendilerini ölmüş sayarlar, ölümü unutmaz
lar.
12 —
Evleri şehîdlet yurdudur.
13 —
Giydikleri sanki kefendir.
14 —
Kendileri bîcân, cansız gibidir. Nefislerine
hizmet etmezler.
15 —
Onların yanında Dünyâ ile Ahiret aynıdır.
16 —
Halk bir kere ölürse, bunlar, nefislerini öl
dürmekle ve Şeytana uymamakla günde bin kerre ölürler.
442
17 —
Namaza durduklarında sağlam yapılar gibi'
dirler ve benden başkası ile meşgûl olmazlar.
Şanım hakkı için onlara ebedî hayat veririm. Ruhları cesetlerinden
ayrıldığında ölüm meleğini onlara musâllat etmem.
18 —
Onların rûhunu benden başka kimse almaz.
19 —
Canlarına gönül kapısını açanm ve Cennete
buyur ederim.
20 —
Huriler, Gılmânlar, Vildân ve yemişler onla-
rın karşısına ve ayağına varırlar.
21 —
Arş’dan onlara güzel kokulu yeller veririm ve onlarla benim aramda aslâ hicâb,
perde olmaz.
<Rableri onlara kendinden bir rahmet, bir rızâ ile, onlara
içlerinde tükenmez ve ebedî bir naîm (nimet) bulunan Cennetleri müjdeler. Onlar
orada ebedî ve Şer- medî kalıcıdırlar. Çünkü büyük ecir (ve mükâfat hep)
Allahın katmdandır.» (175)
Ey Ahmed! Zâhidlere benim katımda ne olduğunu hiç bilir misin?
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Bilmem ey Rabbim! dedi.
Hakk Teâlâ buyurdu:
— Kıyâmet gününde tekrar yaratılıp hesâp görüleceği zaman onlar
benim hesabımdan emindirler, korkuları yoktur. Cennetin anahtarını onlara
veririm. Hangi kapıdan isterlerse girerler. Benim cemâlim bir an onlardan
kaybolmaz. Cennetten onlara dört kapı açanm:
Birinden gece ve gündüz benim hediyelerim gelir.
(175) Tevbe Sûresi, ayet: 21, 22.
443
İkincisinden nasıJ isterlerse zahmetsiz ve hicâbsız bana bakarlar.
Üçiincüsünden Cehenneme bakarlar ve zâlimlere nasıl azâb edildiğini
görürler.
Dördüncü kapıdan kızlar ve gılmanlar gelecekler' dir.
Rasûlûllâh (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Ey Rabbim! Bunlar hangi zâhidlerdir ki. onları bu şekilde
vas'federsin, anlatırsın? dedi.
Hakk Teâlâ buyurdu:
— Onlar:
1. Harap
olduğu vakit üzülecek evleri olmayanlar,
2. Ölünce
mahzûn olacak çocukları bulunmayanlar,
3. Elden
gittiği vakit kederlenecek mallan olmayanlar,
4. Hesabı
olacak yiyecekleri ve böbürlenecek yumuşak elbiseleri olmayanlardır.
5. Yüzleri
gece ibâdet etmekten, gündüz oruç tutmaktan sararmıştır. Dilleri benden
başkasını zikir ile meşgûl olmaktan susmuş, söylememiştir. Ne Cehennem’den
korkarlar, ne Cennet umarlar. Yalnız benim için ibâdet ederler.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Rabbim! Benim ümmetim içinde bu şekilde zâ- hidler var mıdır’
dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu:
— Bu şekildeki zâhidler Peygamberlerdir. Şehitlerdir.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
444
— Ey Allahım! Benim ümmetimin zâhidleri mi çoktur? Yoksa îsrâil
oğullarının zâhidleri mi çoktur? dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu:
— Senin ümmetinin katında İsrail oğullarının zâhidleri, bir ak
öküzün arkasındaki bir karakıl gibidir.
Rasûlûllâh:
— Ey Rabbim! Niçin benim ümmetim onlardan çoktur? dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu:
— îsrâil oğullan kavmine yakîn verdikten, hakî- katları
gösterdikten sonra şüpheye düştüler. Kalpleri karar bulduktan, iyice inandıktan
sonra inkâr ettiler.
Senin ümmetin şek ve şüpheyi bırakıp yakîn üzerinde kaldılar,
sapmadılar.
Rasûlûllah:
— Benim ümmetimin zâhidlerini onlardan üstün tutan Allaha şöyle
hamd ve şükrettim, dedi.
Allahım! Ümmetimi esirge, rahmet et. Onlara artık şüphe olmayan
kâmil ve tam imân ver. Onlara korku verdikten sonra gaflet verme. îlim
verdikten sonra cehil, bilgisizlik verme. Akıl verdikten sonra Nefse uyma, boş
şey verme. Yakınlık verdikten sonra uzaklık verme. Zikir verdikten sonra
unutturma. Sabır verdikten sonra şikâyet verme. Gönüllerine haya ver. Onları
nefîs âfetinden. Dünyâ ve Ahiret fitnelerinden emin eyle.
Hakk Teâlâ buyurdu:
— Ey Ahmed! Şüphelerden sakınmak dinin başıdır ve hem sonudur.
Sâmit olmak, susmak senin üzerine olsun. Zira susanların gönlünü susmakla
ma'mûr ederim. Konuşanların gönlünü çok söylemek ve çok konuşmakla harâp
ederim, yıkarım.
443
Ey Ahmed! ibâdet on bölüktür. Dokuzu helâl yemektir. Biri de
susmaktır. Bir kişi oruç tutsa ve konuşmasa onun karşılığı nedir bilir misin?
Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Bilmem, dedi.
Hak taâlâ hazretleri buyurdu:
— Orucun ve susmanın mirâsı hikmettir. Hikmetin mirâsı ma'rifettir.
Ma’rifetin mirâsı Tanrı taâla hazret' terine yakîn olmaktır.
Kim benim rızâma uygun hareket ederse ona üç şey veririm:
1. Bir
ilim öğretirim ki, aslâ aklından çıkmaz.
2. öyle
bir zikir öğretirim ki, aslâ unutmaz.
3. Öyle
bir muhabbet öğretirim ki, asla başkasını sevmez. Beni sevdiğinde ben de onu
severim, halka dahi sevdiririm. Onun gönlünden bir kapı açarım. Daima benim
cemâlimi seyreder. Ona kendimin ve meleklerimin sözlerini işittiririm. Ona
sırlarımdan bir şey öğretirim ki, onu halk bilmez. Ona haya elbisesini giydiririm.
Bütün insanlar ondan hayâ ederler. Gönlünü ma'- rifet hâzinesi yaparım. Cennet
ve Cehennem sırlarını ona bildiririm. Kıyâmet gününde onunla hesâp görmem.
Kabrinde Münker ve Nekir adlı melekler ona suâl sormazlar. Onunla kendi arama
tercümân koymam. Bütün haberleri benim ile söyleşirler. Sırât köprüsünü geçerler.
Cehennemi görmezler. Ondan sonra Cenneti süslerim, Peygamberler ve Şehîdlerle
Cennete girerler.
Kim bu şekilde ibâdet etmek isterse aslâ dünyâ’yı sevinesin ve
dünyâ ehli ile oturmasın, ölüm meleğini görmeye can atsın. Cenneti görmeye can
attığı gibi. Rû- hu cesedinden, bir kılın yağdan çıktığı gibi çıkar. Me-
446
lekler başı üzerinde dururlar. İki kâse getirirler. Birinde Kevser
suyu olur, birinde Cennet Şarabı ölür. Ruhuna içirirler, ölüm acısı ondan
gider. Arşın sağ yanına oturur. Melekler: Dünyâyı nasıl koyup gittin? diye sorarlar.
O şahıs:
— Bilmem! Yarattığından beri Hak'tan korkarım. Dünyâya bakmadım,
onunla ilgilenmedim, sevgi ile ona bağlanmadım. Dünyâ ehli ile asla oturmadım.
Hakk Teâlâ buyurur:
— Kulum doğru söylüyor .Kulumun cismi dünyâ’- da, rûhu ve canı
benimle berâberdi. Ey benim kulum! Dile benden ne dilersen? Vereyim.
O şahıs:
— Eğer beni senin rızan için günde yetmiş kere parça parça etseler
râzı olurdum. Ey Allahım! Eğer sen ikrâm etmezsen ben horum. Eğer sen yardım
etmezsen ben çâresizim. Eğer sen kuvvet vermezsen ben zayıfım. Eğer zikrin ile
diri görmezsen ben ölüyüm.,
Rasûlü Ekrem (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Ey Rabbim! Senin rızânj nasıl isteyeyim? dedi. Hakk Teâlâ
hazretleri:
— Seninle benim aramda hicâb yoktur. Hangi zaT man
istersen gel. Benim dostlarım onlardır ki, halktan kaçarlar, fâni dünyâdan bâkî
âleme, Ahirete göçerler. Şeytanın yurdundan Rahmânın yurduna gelirler.
Ey Ahmed! Diğer peygamberlerden seni neden üstün yarattığımı hiç
bilir misin?
Rasûlûllâh (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Bilmem ya Rabbi! dedi.
Hakk Teâlâ buyurdu:
44"
— Bana yakınlığın gökçektir ve güzel huyun vardır. Nefsinin
sehâveti, cömertliği vardır. Halkı esirgemen vardır. Eğer dilersen sana imanın
lezzetini bildireyim. Nefsini aç bırak, dilini de tut. Gönlün ile dilin bir
olsun. Benden kork. Eğer böyle edersen ola ki emin olursun. Eğer böyle etmezsen
helâk olanlardan olursun.
Ey Ahmed! Şanım hakkı için âbidlerin, ibâdet edenlerin ibâdeti ve
tövbesi açlıktır ve susmaktır. Halktan kesilmektir. İbâdet edenlerin ilk günahı
karnı tok olmak ve dilleri ile olur olmaz şeyi söylemektir. Halka karışmaktır.
Bir kul aç olsa ve dilini saklasa ben ona hikmet kelimelerini bildiririm. Eğer
kâfir olursa o hikmeti ona hüccet (delil) kılarım. O kul mü’min olursa ona
hikmet sözlerini bildiririm, o hikmeti ona nûr, rahmet ve şifâ kılarım.
Bilmediğini bildiririm; görmediğini gördürürüm. Dâin>a kendi nefsinin
ayıbını görür. Başka kişinin ayıbı ile mcşgûl olmaz. Şeytan ona yol bulamaz,
yaklaşamaz. Nefsi ona hile etmez.
Ey Ahmed! Bana susmak ve açlıktan yeğ, iyi ibâdet yoktur.
Bir kimse aç olsa ve dilini saklasa ona âbidler sevabını veririm.
Gerçek âbid şu yedi şeyi kendinde toplayandır:
1. Şüpheli
kimselerden sakınır.
2. Mâlâya'nîden,
lüzumsuz sözlerden kaçınır.
3. Her
zaman benden korkar.
4. Halvette,
yalnız yerde benden utanır.
5. Az
yer.
6. Dünyâ'ya
ve ona düşkün olanlara düşman olur
7. Halk
ile benim için düşman olur.
Ey Ahmed! Bir kişi beni sevse ben de şu şartlara göre onu severim.
448
1. İbâdeti
sağlam olur.
2. Az
pahalı, ucuz şey giyer. (Ağır başh giyinir)
3. Secdesi
devamlı olur.
4. Namazda
çok durur, (Çok namaz kılar)
5. Umûmiyetie
susar.
6. Bana
sığınır.
7. Az
güler, çok ağlar.
8. Nefsine
uymaz.
9. İlim
öğrenir, âlim olur.
10. Zûhd
ve tâat sâhibi olur (İbâdet eder.)
11. Alimlerle
dostluk eder.
12. Dervişlere
yoldaş olur.
13. Benim
rızâmı ister.
14. Hışmımdan
kaçar.
15. Halktan
kaçar.
16. Günahtan
kaçar.
17. Her
zaman beni anar.
18. Her
vakit teşbih eder, beni yüceltir.
19. Sözünde
sâdıktır.
20. Gönlü
temizdir.
21. Namazda
benden korkar.
Ey Ahmed! Bir kimse yer ve gök ehli kadar ibâdet etse, yoksullara
elbise giydirse ve açları doyursa ondan sonra ben onun gönlünde zerre kadar dünyâ
muhabbe* tini görsem; Onu kendime komşu etmem ve sevgimi onun gönlünden
çıkarırım. Onun gönlünü karanlıklarda bırakırım.
Şimdi, vahyin sırları otuz kelimedir. Bir bir beyan ettik. Allahın
yardımı ile bu bahis bitti. Bundan sonra Peygamberimizin Allahtan bildirdiği
kudsî kelimeleri ve Nebevi hadisleri anlatacağız.
56.
KUDSÎ KELİMELER
449
Enes (radiyallâhu anh) Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’den
nakleder:
— Rasûlü Ekrem hazretleri Allahtan naklen buyurdu: Bir kulum benim
muhabbetime kapılsa ve belâ'ya sabretse karşılık olarak ona Cenneti veririm.
Ebû Hürcyre (radiyallâhu anh) şu rivâyeti nakleder:
— Peygamberimiz, Hakk Teâlâ hazretleri şöyle buyurur dediler: Bir
kul bana kavuşmayı sevse, ben de ona kavuşmayı severim. Bir kul da beni kötü
görse ben de onu kötü görürüm.
Rasûlûllâh (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
— Hakk Teâlâ buyurur: Yarın kıyâmet gününde üç kişi ile benim dâvam
vardır.
Biri şu kimsedir. Bir şeyi benim için verir. Sonra da zûlmeder.
Biri de şudur. Bir azadlı hür kimseyi satıp parasını yer.
Diğeri ise bir kimseyi çalıştırır, parasını vermez.
Peygamber Efendimiz buyurdu ki:
— Hakk Teâlâ buyurur: Ey Ademoğulları! Ben hasta oldum, beni
sormaya gelmediniz.
Peygamberimiz:
— İlâhî! Seni nasıl sobalım? Sen âlemlerin Rabbi- sin! dedi.
Hakk Teâlâ buyurdu.
— Falân kulum hasta oldu. Eğer siz onun hâlini sormaya varsa idiniz
beni orada bulurdunuz. Yani benim rızamı orada bulurdunuz.
Peygamber Efendimiz nakleder:
— Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu ki: Ey kullarım!
F :
29
45U
Hepiniz azgınsınız. Meğeı ben size hidâyet edeyim Öyle ise benden
hidâyet isteyiniz ki, vereyim.
Hepiniz açsınız! Meğer ki, ben doyurayım, öyle ise benden yiyecek
isteyin vereyim.
Hepiniz yalıncaksınız, çıplaksınız. Meğer kı, ben bir şey vereyim
giyesiniz. Bunun içi benden giyecek isteyin, vereyim.
Siz gece ve gündüz hatâ işlersiniz ve ben bütün günahlarınızı
yarhğarım. Bana istiğfar edin, yarlığayayım.
Eğer siz evveliniz ve sonunuz, cinleriniz ve insanlarınız takvâ
üzerinde bulunsanız benim mülkümde bir şey artmaz, idi. Eğer âsî olsanız benim
mülkümden as- lâ bir şey eksilmez.
Rasûlûllâh (S A.V.) nakleder:
— Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu: Sâlih kullarım için Cennette
gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve gönüllerden geçmeyen bir şey
hazırladım.
Buraya kadar naklettiğimiz bilgiler «Meşâriku’l Envâr»’a aittir.
Bundan sonra inşallah diğer meşhur kitaplardan nakillerde bulunacağız.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) nakleder:
— Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu: Ey Muhammedi Dünyâ’da üç şey bana
sevimlidir:
1. Kaygılı
gönül.
2. Sabırlı
beden, sabreden kimse.
3. Dünyâ’dan
eli boş olandır.
Ey Muhammedi Dünyâ’da üç şeyi sevmem:
1. Şâd
olan, kaygısız gönlü,
2. Sağ
(rahat) bedeni.
3. Eli
dünvâdan dolu olanı.
«1
Hakk Teâlâ buyurdu:
— Benim velî kullarım şunlardır: Beni benim zikrim ile
zikrederler. Ben de onları kendi zikirleri ile zikrederim.
— Ey Adem oğulları! Eğer bütün halktan kesilip benim ibâdetimle
meşgûl olursanız, gönüllerinizi zenginlikle doldururum. Yoksulluk size yol
bulamaz. Eğer benim ibâdetimden kesilip halkla meşgul olursanız elinizi dünyâ
ile doldururum Amma üzerinize yoksulluk kapısını açarını. Dâima ihtiyaçtan
kurtulamazsınız.
— Kim benimle ve zikrimle meşgûl olsa birşey de istemese ona
isteyenden daha çok şey veririm.
— Ihlâs benim sırlarım’dan birisidir. Kullarımdan kimi seversem
onun gönlüne o sırrımı koyarım.
— Eğer kullarım ihlâs ile (an ve duru bir kalple) benim
Vahdaniyetime, birliğime (Lâilâhe illellâh — Allahtan başka Tanrı yoktur) diye
tanıkfık etmeseydi Cehennemi dünyâ ehlinin üzerine musallat edip helâk
ederdim.
— Hakk Teâlâ buyurdu: Kim beni bilse beni ister. Kim beni istese
beni bilir. Kim beni bulsa beni sever. Kim beni sevse ben onu öldürürüm. Ben
kimi öldürsem diyeti ben olurum, benim üzerimedir. Kimin diyeti benim üzerime
olursa onun diyeti benim.
— Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu: Namazı benimk kulum arasında iki
kısma ayırdım. Kulum benden ne dilerse dilesin. Bir kul (Alemlerin Rabbi Allaha
hamd olsun — Elhamdü iıllâhi Rabbil âlemin) dese beni hamd etmiştir.
— Bir kul eğer (Er’Rahmâni'r-Rahim. Mâliki yev- nıiddin — Rahman,
Rahim ve Din gününün (tek) sahi-
452
bi ve mutasarrıfı — Allaha.) dese beni sena eylemiştir
— Bir kul (İyyâke na'büdü ve iyyâke nestaîn - Yalnız sana ibâdet —
kulluk ederiz. Yalnız senden yardım isteriz) dese, bu söz benimle kulum
arasındadır. Kulum benden ne dilerse onundur.
—■ Kulum (İhdina's - Sırâte’l - Müstakim. Sırate’l lezîne enâmte
aleyhim Gayri'l Mağdûbi aleyhim Vele'd Dâllin = Bizi doğru yola, kendilerine
nime verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanlarınkine, sapıkların- kine
değil) dese bu duâ kulum içindir. Kulum benden ne dilerse dilesin. (176)
— Cömert kimse bendendir. Ben de ondanım. Kıyamet azabından ve
kabir azabından emin ederim. Onlar benden râzıdır. Ben de onlardan râzıyım.
— Ey dünyâ! Kim bana hizmet ederse sen de ona hizmet et. Kim sana
hizmet ederse sen onu kullan.
— Hakk Teâlâ hazretlerine tövbe edenin sesinden üstün ses yoktur.
Bir kimse tövbe etse ve:
«Ey Rabbim! Beni esirge» dese Allah Teâlâ hazret- leı i:
— Buyur ey kulum! Dile benden ne dilersen. Benim yanımda bazı
meleklerim gibisin. Ben senin gönlünden sana yakınım. Tanık olun ey meleklerim!
O kimseyi yarlığadım, buyurur, dedi.
Peygamberimiz (aleyhisselâm) :
— Hakk Teâlâ şöyle buyurdu dedi: Benim kubbeler içinde velilerim
vardır. Onları benden başka kimse bilmez.
(176/ Fatiha sûresi, ayet: 1—7,
45?
— Hakk Teâlâ buyurdu: Ben bir kulumun üzerinde korku ve güvenlik
gibi iki şeyi bir araya getirmem. Kim dünyâ’da benden korkarsa Ahirette
korkudan emin olur. Kim dünyâ’da emin olursa Ahiret’de korkudan emin olmaz.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu:
— Kim benden başkasından bir şey ıımsa beni tanımamıştır. Kim beni
bilirse bana tapar. Bana tapmayana benim azabım gerekir. Kim benden başkasından
korkarsa benim azabım ona helâl olur.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Miraç gecesi yere inmek istediğim zaman: Ey Rabbim! Seferden
gelen her kimse dostlarına armağan getirir. Benim armağanım hani? dedim.
Hakk Teâlâ buyurdu:
— Ey Muhammedi Ümmetin yaşadıkça ben onları korurum. Ölürlerse
müjdem onlaradır. Kabire girerlerse kabri genişletmek bana aittir. Mahşerde
hâzır olur- ’arsa rahmetim onlarındır. Eğer nazar ederlerse, bakarlarsa
Cemâlim onlarındır.
Nakledildiğine göre Hakk Teâlâ âlemlerin rahmetini geri göndermek
istedi. Nitekim şöyle buyurur:
«Biz, seni (Hatibim) âlemlere (başka bir şey için değil) ancak
rahmet için gönderdik» (177)
Böylece Refref döndü, tekrar geldi. Peygamber (salla’llâhü aleyhi
ve sellem)'la berâber geldi. Cebrâil ve Mikâil (aleyhisselâm) karşıla- dılari «Miracın kutlu olsun ey
Muhammedi» dediler. Amma ümmetine ve Ashâbma armağanın var mıdır? dediler.
(177) Enbiyâ Sûresi, ayet. 107.
454
Peygamber (A S.):
— Altı şeyi armağan getirdim, dedi:
Biri Hakk Teâlâ’nın şu emridir: Onlara söyle! Eğer bir kimseyi
sevip iyilik ve menfaat umarlarsa ben efda- lim beni sevsinler, başkasını
sevmesinler.
İkincisi de şu emridir: Eğer yer ve gök ehlinden korkarlarsa, söyle
onlara! Benim herşcye gücüm yeter. Benden korksunlar.
Üçüncüsü şu İlâhi emirdir: Söyle onlara! Bir kimseden birşey
umarlarsa, ben o kimseden kullarıma karşı daha cömerdim. Benden dilesinler.
Dördüncüsü: Eğer bir ikmse, kendisine cefâ etmesin diye ondan
utanırsa ben o kimseden daha üstünüm Onun için cefâ sizden, vefa benden.
Beşincisi; Söyle onlara! Eğer bir kimse başka bir kimseye malı için
kulluk ederse ben ondan üstünüm. Ben sizin ınabûdunuzum ve rızık vereninizim.
Altıncısı; Söyle onlara! Eğer vadinde durursa bir kişiye
güvenirsiniz. Ben o kişiden üstünüm. Size vaad- ettiğim rızık, cennet, sevap ve
cemâlimi göstermek gibi ne varsa hepsini veririm, buyurdu.
İbni Abbâs (R A.) şöyle demiştir:
— Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Mirâçtan dönerken Çin
ülkesine uğradı. Orada bir kavim gördü. Mûsâ (aleyhisselâm) 'ın ümmetinden
idiler, ilk zamanlarda y'er yarılmış o kavim de bu verden gitmişler, oraya
varıp yerleşmişlerdi. Peygamber Efendimiz onlarla konuştu. Onlar da peygamberimizle
konuştular. Cebrâil (aleyhisselâm) onlara:
— Bu konuştuğunuzun kim olduğunu bilir misiniz? dedi.
455
Onlar:
— Bilmeyiz, dediler.
Cebrail (aleyhisselâm) :
—. Ahir zaman peygamberi Muhammed Mustafâ budur, dedi.
Onlar:
— Ey Cebrail' Hakk Teâlâ ona peygamberlik verdi mi? dediler.
Cebrail (A.S ):
— Evet, dedi.
Böylece onlar imân getirdiler ve:
— Ey Allahın Rasûlü! İmrân oğlu Mûsâ (aleyhisselâm) bize vasiyet etti. Siz hanginiz ona
yetişirseniz benden selâm söyleyin dedi, dediler. Peygamber Efendimiz, Mûsâ (aleyhisselâm)
'ın ve onların selâmını aldı ve:
— Sizin evlerinizin aynı olduğunu görüyorum. Bir- birinden fazla ve
eksik değil, dedi.
Onlar:
— Ey Allahın Rasûlü! Biz öyle bir kavimiz ki, aramızda ululuk
iddiası ile azgınlık yoktur, dediler.
Peygamberimiz:
— Evlerinizin niçin kapıları yok? diye sordu.
Onlar:
— Kimse kimseye zarar vermez, dediler.
Peygamber Efendimiz:
“ Hiç sizi güler görmedim? dedi.
Onlar:
— Ey Allahın Rasûlü! Hakk Teâlâ kitabında haber verdi. Cehennemi
cinler ve insanlarla dolduracağım buyuruyor. Öyle olunca bize gülmek ne?
dediler.
456
Rasûlü Ekrem.
— Hiç ölüleriniz için ağlar mısınız? dedi.
Onlar:
— Allah can verdi, yine o cam ahr. Biz niçin ağlayalım? dediler.
Rasûlüllah:
— Hiç hasta olur musunuz? dedi.
Onlar:
— Ey Allahın Rasûlü! Bir kimse günah işlerse hasta olur. Biz aslâ
günah işlemeyiz. Böylece hasta olmayız, dediler.
Rasûlüllah:
— Hasta olmazsınız da ya nasıl ölürsünüz? dedi.
Onlar:
— Birimizin rızkı dükünse, kesilse, ölüm meleği canını alır,
dediler.
Rasûlüllah:
— Sizden biriniz bir kız doğursa hiç kederli olur musunuz? dedi.
Onlar:
— Bir ay şükür orucu tutarız, dediler.
Peygamberimiz:
— Eğer birinizin
oğlu doğsa ne edersiniz? dedi.
Onlar:
— İki ay şükür
orucu tutarız, dediler.
Peygamberimiz:
— Almak ve satmak isteseniz hiç terazi ve ölçek tu, tar mısınız?
dedi.
Onlar:
— Biz hiç satış pazarı kurmayız, dediler.
Peygamberimiz:
— Hiç altın ve gümüş saklar mısınız? dedi.
457
Onlar:
— Onu Allahın vâdine, verdiği söze inanmayan kimse saklar. Biz
Allaha inanırız. Rızkımızı O verir. Niçin hazine yığalım? dediler.
Peygamber Efendimiz bu sözleri işitince onlara on sûre öğretti.
Namaz ve zekât farz olmuştu. Namaz ve zekâtı onlara öğrelti, geçip gitti.
Ebu’l-Leys tefsirinde böyledir.
Amma keşşâf sahibi şöyle der:
— İsrail Oğulları, peygamberlerini öldürdükleri ve kötü oldukları
zaman oniki bölük oldular. Bir bölüğü müslümanlardı. Kaçtılar. Bunlardan uzak
olmayı Allahtan dilediler. Hakk Teâlâ hazretleri yeri yardı. Bunlar girdiler
ve birbuçuk yıl gittiler. Çin ülkesine vardılar. O kavim oniardan ve
müslümandırlar.
Biz tekrar sözümüze gelelim. Şüphesiz C.Hak, Peygamberimizle o
gece şeriattan, hakikattan çok söz etti. Bazısını peygamberimizden başka kimse
bilmez.
Bazıları:
— Peygamberimizin Mirâca varıp gelmesi ıkı saat içinde oldu,
dediler.
Şunu iyi bilmek gerektir: Mirâçla ilgili olarak söylenen sözler
Tefsir veya Hâdislerden nakledilmiştir Hiçbirinde şüphe yoktur.
Şu kadar var ki bazısı Miraç cismânî (bedenî), bazısı da
rûhânîdir, dediler.
İki defa Mirâç oldu. Biri Mekke’de, biri Medine’de onun için Mirâç
hakkında çok söz ettiler, denilir.
Bunların kimi tefsirlerde, kimi de garip hadisleı ûe^yer alır.
Mirâç’a ait hadisler Mesâbîh ve Meşârîk’dadır. Hâ; dişçiler kolay
olsun diye kısa olarak nakletmişierdir
458
Geri kalan uzun uzun anlatılanlardır. Bunların hepsini kabul
etmek bize vaciptir.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'e o kadar kemâlât çok
değildir. Allahın kemâl kudretinden o uzak değildir. Allah her- şeye kadirdir.
Doğruyu en iyi bilen de Allah taâia’dtr
Şeyh Bedrettin-i Ko.nevî şöyle der:
— Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) otuzüç defa Miraç etti.
Biri Cismânî, geri kalanları ise rûhânîdir.
Amma ehl-i zâhir katında Tevatür haberlerle ve birbirine bağlı
sözlerle meşhur olmamıştır. Fakat ulemâ naklederler. Ben de teberrüken
kitabımda yazdım. Allah bilir ki hiç onlara iftira etmedim.
Eğer Peygamberimiz Kâbeden değil de neden Ku- düşten Miraç etti?
diye sorarlarsa cevabı şudur:
Peygamberler Kudüs ve Şam'da bulunurlardı. Kâfirler âr ettiler ve
«Peygamber olsa idi Kudüste olurdu» dediler. Bunun üzerine Kâbede doğdu, geldi
Kudüs'ten Miraca çıktı.
Bir başka cevap şudur:
— Kudüs mahşer yeridir. Ayağının bereketi oraya dokunsun da
ümmetine hesap kolay olsun, diye Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
oradan Mi’râç etti.
Diğer cevap şöyledir:
— Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yerde ve göklerde zaman
ve mekân aşmak istedi.
Onun için Kudüs'ten Miraç etti.
Eğer, Mûsâ (aleyhisselâm) Tür’a çıktı Dönünce yüzüne örtü örttü. Zira
kimse yüzüne bakamadı. Peygamberimiz öyle yapmadı. Halbuki O Mûsâ (aleyhisselâm)
’dan daha üstündür, diye sorulursa cevabı şudur:
459
— Nûı iki kısımdır. Biri zahir, biri bâtın nurudur. Zâhir nûru avam
(halk) içindir. Bâtın nûru Havâss (ulu kimseler) içindir. Peygamberimiz yüzünü
örtmedi. O her iki dünyanın güneşidir. Bu itibarla güneşin dâima görünmesi
gerekir.
Eğer, Hakk Teâlâ, Muhammed (aleyhisselâm) 'ı yeryüzüne gönderdi,
Isâ (aleyhisselâm) ’ı göndermedi diye sorarlarsa cevabı şöyledir:
— İsâ (aleyhisselâm) ’m kavmi îsâ (aleyhisselâm) 'ın göğe çıktığını
görmediler. Kabrini de görmediler. Sonra îsâ, Tanrının oğludur, diye kâfir
oldular.
Hakk Teâlâ, Hz. Muhammed (aleyhisselâm) ’ı yeryüzüne şeriatını
kurması için gönderdi. Kabrini de yeryüzünde kıldı ki, ümmeti ziyaret ederek
çok sevap alsın, diye. Nitekim Peygamberimiz buyurur:
— «Kim beni vefat etmişken ziyaret ederse, hayatta iken ziyaret
etmiş gibi olur.»
Amma Mirâcm ne zaman olduğunda ulemâ ihtilâf . etmiştir.
Keşşâf sahibi:
— Mekke'den, Medine'ye hicretten beş yıl önce oldu, der.
Vecîhü’d-Din:
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Peygamberliğe
gönderilmeden düşünde gördü. Ondaq -££>nra Peygamberlik verildikten birbuçuk
yıl sonra Recebin yirmiyedinci gecesinde Cismi ile Mirâç etti, der.
Bagavî,
tefsirinde şöyle der:
— Nübüvvetten
bir yıl sonra Mirâç etti.
Sözün kısası Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Mirâç'tan
indikten sonra Mescid-i Haıâm’a geldi, oturdu. Evvel Ebû Cehil
460.
geldi. Ondan sonra Kureyşin Heri gelenleri geldiler. Hz Rasûl,
Mirâç’tan haber verdi. Ebû Cehil ve diğerleri Miracı inkâr ettiler ve:
— Biz biliriz ki, sen Kudüsü bilmezsin. Eğer Mes- cid-i Aksâ’ya
vardı isen nişanlarını söyle ki, gördüğüne inanalım, dediler.
Hz. Rasûl biraz durdu. Derhal Hakk Teâlâ, Kudüsle arasındaki
perdeleri kaldırdı. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Kudüsü tekrar
gördü. Bunlara söyledi. Müslümanlar doğruladı, lar. Kâfirlerden birçoğu o gün
Müslüman oldular.
Nakledildiğine göre bazı kimseler inanmadılar, Hz.
Ebû Bekr-i Sıddika geldiler ve:
— Muhammed bu gece Kudüse gittim, oradan göklere çıktım diyor,
dediler.
Hz. Ebû Bekr-i Sıddîk:
— Boyic dedi mi? diye sordu.
Onlar:
— Evet, dediler.
Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir (radiyallâhu anh):
— O, Hz. Rasûl, bir gecede bundan da uzak yere vardım derse
doğrudur, dedi.
Onun için ona Ebû Bekr-i Sıddîk dediler. Zira O Peygamber
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)'ı doğruladı.
Ondan sonra Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Bu sabah Şam'dan bir kafile güneş doğarken gelecek. öndeki deve
aktır ve üzerinde alaca bir örtü, peştemal vardır, dedi.
Bunun üzerine bir dağa çıktılar. Sabah olunca o kafilenin geldiğini
gördüler. Bir Arap:
461
— İşte vallahi o ak deve geldi, dedi.
Bir Arap da:
— Vallahi işte güneş doğdu, dedi.
Bagavî, tefsirinde böyle rivâyet etti. Hz. Rasûlü de fazlası ile
doğruladılar.
Sİ. İLAHI HADİSLERLE İLGİLİ BÖLÜM
I
Bazıları Muhammed (aleyhisselâm) , Vahiy gelmezden evvel tsâ (aleyhisselâm)
’ın şeriatında idi, dediler.
Bazılarınca Mûsâ (aleyhisselâm) ’ın şeriatında idi.
Kimileri de tbrâhim (aleyhisselâm) ’ın şeriatında idi, demişlerdir.
En doğru görüşe göre İbrahim (aleyhisselâm) 'm şeriatında idi.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) dedi ki:
— Cebrâil (aleyhisselâm) bana geldi ve Hakk Teâlâ şöyle buyurdu dedi:
Bir kimsenin İslâm içinde saçı ağarmış olsa ben ona azâp etmeye utanırım.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) beyan buyurdu:
— Hakk Teâlâ buyurdu: Eğer bir kulum belâyavuğ- rasa, sabretse,
benden halka şikâyet etmese etinden iyi et, kanından iyi kan veririm. Günahını
affederim, ölürse benim rahmetime ulaşır.
Sehl bin Sa'd (radiyallâhu anh) Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve
sellem)’dan şöyle nak leder:
— Peygamberimize. Cebrâil (aleyhisselâm) geldi, şöyle dedi:
Ey Muhammed! Ne kadar yaşasan sonunda ölürsün. Nasıl dilersen amel
et, sevâp alırsın. Kimi dilersen sev, sonunda ayrılırsın. Müminin şerefi
geceleri yaptığı ibadetidir. Yüceliği ise halktan müstağni olması, halka
muhtaç olmamasıdır.
462
Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Ey Rabbiıiı! Benim hâcet’erimi kabul et, dedi.
Hak taâia hazretleri:
— Ey Muhammedi Helâl yemek ye, duanı kabul edeyim, buyurdu.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) nakletti;
— Hak taâia buyurdu ki: Kim benim velilerim» ■ ■ görürse benimle
cenk etmiş gibidir. Kullarım bana namazları ile yakın olduğu gibi hiçbir şeyle
yakı;: m mazlar.
Kulum bana nâfile ibâdet ve tâatla yakın olur ve ben onu severim.
Eğer ben bir kulumu sevsem onun gözü ve kulağı olurum. Benden birşey istese
veririm. Dua ederse kabul ederim. Müminin canını almakta tereddüt ettiğim gibi
hiçbir şeyde tereddüt etmedim.
Mümin kullarımdan öyleleri vardır ki, fakir etmezsem tam ve kâmil
imâna erişmezler. Zira eğer zengin olacak olurlarsa fesâd işlerler, âsî
olurlar.
Mümin kullarımdan insan vardır ki, zenginlik vermezsem imâm tam
olmaz. Zira fakir olunca sabretmez, fesâd işler, âsî olur
Mümin kullarımdan öyle insan vardır ki, ben ona sağlık yermezsem
imâm tam olmaz. Zira hasta olunca fesâd işler âsî olur
Mümin kullarımdan öyle insan vardır ki, sağlıklı olunca imâm tam
olmaz. Fesâd işler âsî olur.
Doğrusu şudur ki, ben kullarımın gönlündekini iyi bilirim.
Tefsîr-i Kebîrde şöyle nakledildi:
— Muhammed (aleyhisselâm) bir gün: Ey Rabbiın! Ümmetim, Ümmetim! dedi
ve ümmeti için ağladı.
463
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Ev Cebrâıi' Git! Muhammedc sor! Niçin ağlar?
buyurdu.
Cebrâil (aleyhisselâm) geldi ve:
— Ey Muhammed niçin ağlarsın? dedi,
Rasûlü Ekrem (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Ümmetim için ağlıyorum ki, Ahirette halleri
nasıl olur? dedi.
Cebrâil (aleyhisselâm) İlâhi huzura gelip;
— Ey Rabbim! Sen âlemin rabbisin; Rasûliin, ümmeti
için ağlıyor, dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Ey Cebrâil! Tekras git Muhammede söyle. Seni
razı edinceye kadar ümmetim bağışladım! bildir, buyurdu.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
nakleder:
— Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu: Hidâyet benim
evinidir. (Lâ ılâhe illellâh) kelimesi benim Kale’mdir. Kim benim kale’me
girerse azabımdan emin olur.
Nakledildiğine göre Hak taâîa şöyle
buyurmuştur:
— Ey Adem oğullan! Sizin rızkınız benim katım
(iadır. Benim farzlarım sizin katmızdadır. Eğer sız benim farzlarıma
uymazsanız ben sizin azıklarınızı kesmem. Eğer bana muti olursanız rızkınızı
çoğaltırım ve Cennete kovarım. Eğer bana muti olmazsanız ben sizden gani, size
muhtaç olmayan hükümdarım. Size azâp ederim.
Nakledildiğine 'göre yine Hakk Teâlâ şöyle
buyurmuştur:
— Kim Kadir gecesini ihyâ ederse bütün günahlarını
affederim. Bin hacetini kabûl ederim Eğer bed. bahtlık içinde ise mesûd ve
mutlu kılarım.
464
Nakledildiğine göre îbni Abbâs (radiyallâhu anh), Peygamberimizden
şu rivâyette bulunmuştur:
— Bir gün Cebrâil (aleyhisselâm) yüzü toz olmuş olduğu halde geldi. Yüzünün
tozunu sildi. Ben-
— Ey Cebrâil! Bu ne tozdur? dedim. Cebrâil:
— Kerûbiyyûn melekleri Allahtan Kâbeyi ziyâret için izin istediler.
Bu toz onlarındır. Ey Muhammedi Ümmetin için dua et. Kerûbiyyûn da dua ederler.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ümmeti için dua etti.
Kerûbiv- )ûn da dua edip gittiler. Derhal Cebrâil (aleyhisselâm) geldi ve:
— Ey Muhammedi Hakk Teâlâ hazretleri sana selâm söyler ve: Senin
ümmetinden kim Kâbeyi ziyaret etse yedi kat yerler ve vedi kat göklerdeki
meleklerin sevabını ona veririm. Kâbeden gidince yarlığanmış olarak gider,
buyurur, dedi.
Rasûlüllâh (salla’llâhü aleyhi ve sellem) nakleder:
— Bir gün Cebrâil (AS.) bana: Allah Teâlâ şöyle buyuruyor dedi: Ey
Muhammedi Kim sana selâm verirse ben de ona veririm. Kim sana salavât getirirse
ben de ona salavât getiririm. Kim seni ansa fakat salavât getirmese doğrusu
onu ateşte yakarım.
Câbir bin Abdullah (radiyallâhu anh) rivayet eder:
— Bir gün bir kimse peygamber (aleyhisselâm) ’a gelip dedi ki: Ey
Muhammedi Bir kimse çocuklarına Kur’ân okumayı öğretse onun sevabı nedir?
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Kur’ân Allah kelâmıdır. Onun sevâbına nihayet yoktur, dedi.
Derhal Cebrâil (aleyhisselâm) geldi. Peygamber Efendimiz ona Kur’âmn
sevabını sordu. O da peygamberimiz gibi
465 cevap verdi. Onda ı sonra Cebrail (aleyhisselâm) göklere çıktı bu suâli İsrâfile sordu. Îsrâfîl
(aleyhisselâm) : «Allah bilir» dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri, Cebrâil (aleyhisselâm) ’a V^hyetti. Derhal
Cebrail (aleyhisselâm) Peygamber
Efendimize geldi ve-
— Hakk Teâlâ hazretleri sana selam eder ve şöyle buyurur, dedi:
— Şanım hakkı için kim çocuklarına Kur’ân öğretirse benim katımda,
bin kere Hacca varmış, bin kere gazâya varmış, bin aç doyurmuş, bin çıplak
donatmış ve İsmail (aleyhisselâm) ’ın evlatlarından bin köle azat etmişçesine
müjde vardır. Her harfine on hasenât veririm ve on günahını yarhğarım.
Şeyh Ebû Tâlib-i Mekkî Kûtü'l-Kulûb’da şöyle nakletti:
— Hakk Teâlâ hazretleri, Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'e
bu- jurdu ki: Ümmetinin hesabını senin eline vermemi diler misin?
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Ey Rabbim: Sen onlara benden hayırlısın, dedi.
Hak -taâla hazretleri:
— Şelâat makamını sana verdim. Kimi dilersen ona şefaat et,
buyurdu.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz:
— Ey Allahım! Senden ümmetimin hesabının benim elimde olmasını ve
kimsenin onu bilmemesini dilerim, dedi. Hakk Teâlâ hazretleri.
— Ey Muhammed! Ben senden merhametli hükümdarım. Onların hesabını
ben göreyim. Hiç kimse bilmesin. Sen dahi bakmayasın. Zira bunların günahını
bilecek olursan ümmetinden çoğunu kabûl etmezsin, bu yurdu.
466
Nakledildiğin, göre Hak laâla hazretleri, Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem)’a şöyle buyurmuştur:
— Recep benim ayımdır. Kim bu ayda günah işlese, tekrar tövbe else
günahını affederim. Şaban senin ayındır. Kim Şabân’da günah işlese senin
şcfâatm de ona rahmet edip affederim. Ramazan senin ümmetinindir Eğer Ramazanda
tövbe ederlerse affedip yarlığanm.
Ey Muhammedi Sıddiklara haber ver ki, ben gav- retli hükümdarım.
Günahkârlara haber ver ki, ben gafur, çok yarlığayıcı hükümdarım.
Ey Muhammedi Dört şey benimdir. Kim onlar hakkında benimle
münakaşa ederse Cehennemliktir diye yazarım.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Ey Rabbim! O dört şey nedir? dedi.
Hak taala hazretleri buyurdu:
— Kibriyâ, Azamet, Fahr ve Kudret. Bunlar benim simindir. Kimse
bunlar hakkında münakaşa etmesin Yoksa Cehenneme atar, yakarım.
Hz. Örrçer (RA.), Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’dan şu
nakilde bulunur:
— Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Cebrâil bana haber
verip şöyle dedi, der: Eğer kullarımdan bir kulum eline bir kılıç alsa,
dünyadaki bütün insanları öldürse, ondan sonra da bana tövbe etse yarlığanmak
dilese; tövbesini kabul edip suçunu affederim.
Peygamber (SA.V.) Efendimiz:
— Ya Rabbi! Ümmetime dünyada azap vermemem dilerim, dedi.
Hakk Teâlâ hazıetleri bu sözü kabul etti ve dünyada müminlerden
hiç kimseve azâp etmedi.
46;
Nakledildiğine göre sâlih, ameli temiz tam mümin bir şahıs vardı. Peygamber
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)’la oturmakta idi. Derhal ölüm meleği (Azrail)
geldi ve o şahsa dik-dik baktı. O şahıs korktu. Hz. Peygamber Efendimiz ölüm
meleğinden o şahsın ömrünü sordu. Ölüm meleği:
— Bir saat kaidı dedi. İkindi vakti idi.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) o kişiye haber verdi. O
kimse-
— Ey Allahn Rasûlü! O bir saat içinde ne yapayım ki, Hak töâla
hazretlerine hoş gelsin ve beni kabul etsin, dedi.
Rasûlünah (SA.V.):
— «Git ıh. de meşgul ol» dedi Râvî ilave etti:
— Eğer ilimden, üstün oirşey olsa idi Peygamber ıA.S.) onu
gösterirdi, dedi.
Nakledildiğine göre Ebû Hüreyre (R V Peygamber (salla’llâhü aleyhi
ve sellem)'dan şu hadîsi nakletmiştir:
— Peygamberimiz şöyle buyurdu: Cennet ile Cehen-- nem birbiriieri
ile münakaşa ettiler.
Cehennem:
— Bana zâlimlerle, kibirliler girer, dedi.
Cennet:
— Bana zayıflarla, yoksullar ve çaresizler girer, dedi. Böylece
birbirine öğündüler.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu:
— Cehennem benim azabımdır. Kime dilersem onunla azap ederim.
Cennet benim j-ahmetimdir. Kim< dilersem onunla rahmet ederim.
Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Ramazanın ilk gecesinden şeytanları ve cinleri bağlarlar.
Cehennemin kapısını kapatırlar. Cennetin kapısını açarlar, buyurdu.
468
Hakk Teâlâ hazretleri buyurur:
— Benden bırşey isteyen var mt? Vereyim. Tövbe edenlerin tövbesini
kabul edeyim ve istiğfâr edenleri, yarhğ dileyenleri yarhğayayım.
Ebû Saîd El-Hudrî (radiyallâhu anh) şu hadisi nakleder:
— Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: Cebrâil ile
Mîkâil (aleyhisselâm) yetmişbin melekle
bana haber verdiler ki, Hakk Teâlâ hazretleri şöyle buyurur.
— Kim namazı kasten terk etse, yahut inkâr eylese veya cemaattan
ayrılsa onlar ümmetin Yahudileridir. Tevrât'da, Zebûr’da, Incil’de ve Kur'ân’da
lanet edilmiştir. Cennet kokusunu asla bulamazlar. Hakk Teâlâ ona
düşman olur. Bütün melekler ve yaratıklar da onun düşmanıdır.
Ey Muhammedi Ümmetinin en yaramazlan unlardır. Eğer hasta
olurlarsa ziyaret etme. Evlerine davet ederlerse konuk olma. Kimse
onlardan kız alıp vermesin. Eğer ölseler cenazelerine gitme.
Rasûlüllah:
— Ey Cebrâil! Yeryüzünde onlardan kötü var mıdır? dedi.
Cebrâil (aleyhisselâm) :
— Ey Allahın Rasûlü! Kim namazı kasten terketse melûndur. îçki
içenlerden, kan dökenlerden, faiz akçesini yiyenlerden, yalan yere
tanıklık edenlerden ve zina edenlerden günahı çoktur, dedi.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Hakk Teâlâ buyurur; Ey Muhammedi Senin ümmetine birşey verdim
ki, hiçbir peygamberin ümmetine onu vermedim.
Ben:
— Ey Rabbinı’ O nedir? dedim.
46ü
Hakk Teâlâ hazretleri:
— «Öyle
ise siz beni anın, ben de sizi anayım.» (178) müjdesidir, buyurdu.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
Hakk Teâlâ buyurur: Kim benim herşeye erişmeye ve günahları
bağışlamaya kadir olduğumu bilir ve inanırsa o kimseyi yarlığarım.
Ömer bin Hattâb (radiyallâhu anh) derki:
Bir gün Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ile seferde
beraberdik, Ebû Bekr-i Sıddik ve Osman (radiyallâhu anh) ile bazı Ashâb da
bizimle beraberdi. Bir gece sabah yakındı. Bir dereden bir ses işittik:
— Ey Muhammedi Benden yana gel diye. Peygamber (salla’llâhü aleyhi
ve sellem) o dereye, gitti. Biraz sonra güle güle geldi Biz:
— Ey Allahın Rasûlü! Ne haber’ dedik.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Cebrâil ve Mîkâil (aleyhisselâm) ile rûhânîlcr benim ya, nuna geldiler. Her
birinin üçerbin melek yoldaşı vardı. Dediler ki:
— Ey Muhammedi Hakk Teâlânın sana selamı var Sana bir hediye verdi
ki, onu başka kimseye vermedi.
Ben:
— O hediye nedir? dedim.
Cebrâil (aleyhisselâm) :
— tnnâ
Enzeinâhü (El-Kadr) sûresidir, dedi.
Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hazretleri:
— Ey Cebrâil! Onun sevabı ne biçimdir? dedi.
Cebrâil (aleyhisselâm) :
(i/g) Bakara Sûresi, ayet: 152.
470
— Ey Allahın Rasûlü! Kıın «İnnâ Enzelnâhû» sûresini okusa. Ramazan
ayı oruç futmuşçasına sevap verir. Bin günahını affedip yarhğar. Kim Pazartesi
gecesi bu sûseyi yedi defa okusa Hakk Teâlâ onun bütün günahlarını yarhğar.
Kim onu Cuma gecesi üç defa okusa Hakk Teâlâ ona, yıldızlar sayısınca, ağaç
yaprakları sayısınca ve bütün canlılar sayısınca ecir verir. Kim Perşembe
gecesi okusa Hakk Teâlâ ona Cehennemden azatlık berâtını verir. Bir kimse
hapisde olsa ve Cuma günü namazdan sonra yüz kere «İnnâ Enzelnâhû» sûresini
okusa kurtulur. (179)
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz bildirir:
— Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu: Şânım hakkı için ben saçını ve
sakalını İslâm içinde ağartmış olan kulumdan utanırım, ona azap etmem. Zira
kocalık benim nû rumdandır. Ben nûrumu ateşte yakmam.
Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bu sözü işitince ağladı.
Ashâb:
— Ey Allahın Rasûlü! Niçin ağlarsın? dediler.
Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Şunun için ağlarım: Hakk Teâlâ azap etmek için utanır da kul
günah işlemekten utanmaz, dedi.
Nakledildiğine göre Hakk Teâlâ hazretleri, Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem)'a şöyle buyurmuştur:
(179) İnnâ Enzelnâhû diye adı geçen Kadir Sûresi metilen şöyledir:
Gerçek biz onu (Kur’an’t) Kadir gecesinde indirdik. Kadir
gecesinin (şerefini) sana bildiren nedir? Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır.
Onda melekler ve Rûh (Cebrail), Rablerinin izni ile, herbir ij için iner de iner. O (gece) tan yeri ağarıncaya kadar bir selâm (
selâmetedir. (Kadr: 7—5)
471
— Ey Muhammedi Sana yedi şey ihsân ettim ki, hiç kimseye bu şekilde
ihsanda bulunmadım.
1. Yerde
ve gökte senden güzel, üstün varlık yaratmadım.
2. Bütün
peygamberler seni ve ümmetini görmeye can atarlar.
3. Ümmetine,
kıyamette hesaplan çok olmasın diye az dünyalık verdim.
4. Günahları
çok olmasın diye ömürlerini çok etmedim, uzatmadım.
5. Tanrılık
dâvasında bulunmasınlar diye onlara çok kuvvet vermedim.
6. Önceki
mi'letler gibi, her günahtan dolayı üzer lerine azap göndermedim.
7. Yeraltında
çok yatmasınlar diye onları Ahir zamandan getirdim.
Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz bildirdi:
— Hakk Teâlâ buyurur: Ben yüce hükümdanm. Hükümdarların gönlü
benim elimdedir. Bir kavim bana muti olursa o hükümdarların gönlünü onlara
rahmet ile nazar ettiririm, baktırırım. Eğer bana itaat etmezlerse o
hükümdarların gönüllerini, onlara hışım ve sertlikle baktırırım.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Hakk Teâlâ hazretleri bana şöyle buyurdu, dedi: Ey Muhammedi Ben
sizi ateşten korudum. Amma ateşten korkup ağlamayı terketmeyin, bırakmayın.
Peygamberimiz:
— Ey Cebrail! Bana Cehennemi anlat, dedi.
Cebrâil (aleyhisselâm) :
412
— Ey Allahın Rasûiü! Hakk Teâlâ, Cehennemi yarattı. Bin yıl yaktı
Hattâ kızıl oldu. Bin yıl daha yaktı. Akkor haline geldi. Bin yıl daha yaktı,
kapkara oldu. Eğer Cehennem ehlinin bir kaftanını, elbisesini yeryüzüne
bıraksalar bütün yaratıkları helak ederdi, dedi.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bunu işitince ağladı.
Cebrail (aleyhisselâm) da ağladı.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Ey Cebrail! Sen niçin ağlarsın? Sen Rûhu'l-Emîn- sin, dedi.
Cebrail (aleyhisselâm) .
— Hârût ve Mârût gibi ben de mübtelâ olurum, diye korkarım da
ağlarım, dedi. (180)
Nakledildiğine göre bir gün Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve
sellem), Fa- tıma, Ali, Haşan ve Hüseyin (radiyallâhu anh) bir yere vardılar. Peygamber
(salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Bu gece bana yardım edin, dedi.
Onlar: -
— Ey Allahın Rasûiü! Biz ne yapalım da size yardım edelim, dediler.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Abdest alın, narnaz kılın. Başınızı yere koyun ve:
— Ey Allahım! Atamız Muhammede rahmet et, deyin, dedi.
<lfO) Hârût ile Mârût kıssası ile ilgili Peygamberimiz hiçbir
rivâyette bulunmamıştır. Bakara Sûresinin 102. ayetinde bunların Bâbile
gönderilmiş iki melek olduğu bildirilmiştir. Halkı sihirden sakındırmak için
onlara bilgiler vermişlerdir. Ancak halk bu bilgileri kötüye kullanmışlar ve
kâfir olmuşlar dır.
473
Onlar da abdest aldılar, namaz kıldılar, başlarını yere koyup öyle
dediler.
Derhal Cebrail (aleyhisselâm) geldi ve:
— Ey Muhammedi Sen başını yere koyup secde edince yedi kat
göklerdeki melekler de secdeye kapa- nıp ağladılar, dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu:
— Ey Muhammedi Dile benden ne dilersen?
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Ümmetime Cehennem ateşi içinde ne yapacağını dilerim, dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— İbrahim (aleyhisselâm) 'a ateşi gül bahçesi yaptım. Ümmetine de
Gül bahçesi yaparım, buyurdu.
Nakledildiğine göre Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bir ay
Allahtan «Dıhye»nın müslüman olması için dilekte bulundu.
Cebrail (aleyhisselâm) bir
gün sabah namazından soma Rasûlü Ekrem (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’e geldi
ve:
— Ey Muhammedi Hakk Teâlâ hazretleri sana selam etti ve şöyle
buyurdu, dedi:
— Dıhye müslüman olmak için şimdi sana gelir.
Ondan sonra Dıhye geldi, selam verdi ve:
— Ben Arap beylerinden bir bey idim. Kızlarım vardı. Erkeğe vermeye
âr ettim. Hepsini öldürdüm. Bana rahmet var mıdır? Ey Allahın Rasûlü! dedi.
Peygamber Efendimiz bir an durgunluk geçirdi. Derhal Cebrail (aleyhisselâm)
geldi ve:
— Ey Muhammed! Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu ki, git o kişiye
söyle! Şânım hakkı için o (Lâ ilâhe illellâh Muhammeden Rasûlüllah) dediği
vakit, onun yetmiş
474
yıllık küfrünü affettim. O kızlar kendinin idi. Onun için
affetmeyeyim mi? dedi.
Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ağladı ve:
— Allahım! Dıhye bir kere (Lâ ilâhe illellah Muham- medün
Rasûlüllah) dedi, iman getirdi. Yetmiş yıllık küfrünü bağışladın. Ümmetimden
dâimâ (Lâ ilâhe illel- lâh Muhammedün Rasûlüllah) diyenler var. Onları bağışlamaz
mısın? dedi.
Nakledildiğine göre Hakk Teâlâ hazretleri şöyle buyurdu:
— Ey Muhammedi Bir kimsenin evine konuk gelse onunla bir rahmet ve
bin bereket beraber gelir. O ev sahibinin bütün günahlarını yarlığarım.
Eğer günahı dtnizler dalgası ve ağaçlar yaprağı kadar çok olsa
bile. Ona bin şehîd ecrini veririm.
Konuğun yediği her lokmaya bir Hac ecri veririm, Cennette onun için
altından bir şehir yaparım. Kim misafire ikram etse atmış peygambere ikrâm
etmişçesine ecir veririm.
Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)-
— Cebrâi! (aleyhisselâm) ölüm vaktinde geldi, ve bana:
— Ey Muhammedi Hakk Teâlâ hazretleri sana selam etti ve şöyle
buyurdu, dedi.
— Kim ölümünden bir yıl önce tövbe etse onun töv. besini kabul
ederim.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Ey Cebrail! Bir yıl benim ümmetim için çoktur, dedi.
Cebrail (aleyhisselâm) gitti, tekrar geldi ve:
— Hak taâ.a sana selam etti ve şöyle buyurdu, dedi:
475
—- Kim ölümünden bir ay önce tövbe etse tövbesini kabul ederim.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Ey Cebrail: Bir ay benim ümmetim için yoktur, dedi.
Cebrâil (aleyhisselâm) gitti, geidi ve:
— Hakk Teâlâ hazretleri- Kim ölümünden bir hafta önce
tövbe etse tövbesini kabul ederim, buyuru?, dedi.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Bir hafta benim ümmetim için çoktur, dedi.
Cebrâil (aleyhisselâm) gitti
tekrar geldi ve:
— Hakk Teâlâ hazretleri: Kim ölümünden bir gün önce tövbe etse
tövbesini kabûl ederim, buyurdu dedi.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Ey Cebrâil! Benim ümmetim için bir gün çoktur, dedi.
Cebrâil (aleyhisselâm) gitti
tekrar geldi ve:
—Hakk Teâlâ hazretleri: Kim ölümünden bir saat önce tövbe etse
tövbesini kabûl ederim buyurdu, dedi.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Ey Cebrâil! Bir saat benim ümmetin için çoktur, dedi.
— Hakk Teâlâ hazretler: Bir yıl, bir ay, bir gün, ve sir saat
ümmetine çok ise canlan boğazlarına geldiği zaman tövbe etseler tövbeleri kabûl
ederim. Dilleri ile söylemeyip gönülleri ile dahi pişman olsalar kabûl ederim
ve yarhğarım buyuruyor dedi.
Rasulûllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) efendimiz bir gün
Ashâbdan yana gitti. Onların neşe içinde güldüklerini gördü Onlara:
476
— Ağızların tadını bozan ve cemaatları dağıtan ölümü çok hatırlayın
dedi. Ondan sonra Ashâb korktu* lar ve çok ağladılar. Derhâl Cebrail (aleyhisselâm)
geldi ve:
Hakk Teâlâ sana selâm söyler ve şöyle buyurur, dedi:
— Kullarımın benden ümitlerini kesme. Ben onların günahlarını
dünya'da senden ve başkasından gizledim, yarın kıyâmet gününde düşmanlar
arasında günahlarını açıklayacağımı dikkate alarak mı karşılaştırma
yapıyorsun? Ondan sonra şu ayet nâzîl oldu:
— «(Habîbim) kullarıma haber ver ki: «Hakkıyla yarlığayıcı,
kemâliyle esirgeyici şüphesiz benim, ben» «(Bununla beraber) benim azâbımda
elbette en acıklı azâbm ta kendisidir.» (181)
Bir gün Ashâb Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’a sordular. Hakk
Teâlâ Hz. Yûsuf kıssasına niçin (Ahsenü’l-Kasas = Kıs: sanın en güzeli)
buyurdu? dediler.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) efendimiz:
— Haber verenin söyleyenlerin en güzeli, söylenen ise Cemâl
yönünden insanların en güzeli olduğu içindir Şüphesiz Yûsuf (aleyhisselâm) gibi güzel cihana gelmedi, dedi
Hz. Aişe (radiyallâhu anh):
— Ey Allahın Rasûlü! Yûsuf (aleyhisselâm) mı güzeldir yoksa sen mi güzelsin’ dedi.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Yûsuf (A.S ı yaratılışta benden güzeldir. Ahlâkla ise ben ondan
güzelim, dedi.
Hz. Aişe (radiyallâhu anh):
— Ey Allahın Rasûlü' Bu haberi halka vermez misin? dedi.
(1811 Hîcr Sûresi, ayet: 49, 50.
477
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Ben haber vermezsem Hakk Teâlâ hakkımda buyurur:
— «Hiç şüphesiz sen büyük bir ahlâk üzerindesin.» (182)
Derhâl Cebrail (aleyhisselâm) geldi ve:
— Ey Allahın Rasûlü! Halka haber ver, dedi. Senin nûrunla Yûsuf (aleyhisselâm)
'm nûru Adem (aleyhisselâm) ’ın sulbünde kur’a çektiler. Güzelliği Yûsuf (aleyhisselâm)
'a verdiler. Şerefi, nûru, afvı, himmeti, rifatı, ilmi, hilmi, rahmeti, vefâ’yı
adli, beşâreti, şefaati, daveti, sabrı, kanâati, şükrü, şeriatı, ahkâmı,
Namazı, Haccı, Beyt-i Muaazzamı, Ma- kâmı, Meş’aril-Harâmı, Kur’an-ı Hakimi,
Hulk-ı azîmi, Burâkı, Miracı, Makâm-ı Mahmûdu. Havz-ı Mevrûdu, Ufk-u A’lâyı,
Makamı Ev-ednâyı ve yüce Allahın selâmını sana verdiler. îşte bunların hepsi
şenindir.
Ey Allahın Rasûlû! Cebrâil (aleyhisselâm) bu sözleri kendisi söylemedi. Ancak Allahın
izni ile söyledi, haber verdi.
Nakledildiğine göre bir gün Hz. Haşan ile Hüseyin (radiyallâhu anh)
Ebû Cehil’in oğlu deveye binmiş, çeşitli süslerle dolaştığını gördüler. Peygamber
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)’a geldiler ve:
— Ey Allahın Rasûlû1 Bizim binecek bir şeyimiz yok,
dediler.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Gelin benim arkama binin, dedi.
Geldiler, dedelerinin arkasına bindiler ve:
— Onun devesi sağına soluna sallanıp «afv» diyor dediler.
(182i Kalem Sûresi, ayet: 4.
478
Peygamber (A S.) sağına sallandı «afv» dedi, soluna sallandı «alv»
dedi. Bir defa daha «afv» demek üzereyken derhâl Cebrâil (aleyhisselâm) geldi ve şöyle dedi:
— Ey Allahın Rasûlü! Hakk Teâlâ hazretleri sana selâm eder ve
buyurur ki: Kendini alçak görüp deveye benzetince bir kere «afv» dedin âsî
ümmetinin yarısını affettim. Bir kere daha «afv» dedin. Hepsini affettim. Eğer
bir defa daha «afv» deseydin bütün kâfirleri af; (ederdim, dedi,.
Peygamber efendimiz bunu işitince sustu ve Allaha hamd etti.
Nakledildiğine göre bir gün Hz. Osman (radiyallâhu anh) Peygamber
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)'ı ve Ashabı evine davet etti. Peygamberimiz
yolda kaç adım atsa Hz. Osman sayardı.
Rasûlûllâh (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Ey Osman! Bu saymak nedendir-* dedi.
Hz. Osman (radiyallâhu anh):
— Ey Allahın Rasûlü! Her adımına bir köle âzâd ettim, dedi.
Halk davetten dağılınca Hz. Ali (radiyallâhu anh) üzüntülü bir
vaziyette eve geldi. Hz. Fatıma (radiyallâhu anh) Hz. Ali’yi üzüntülü gördü ve:
— Sende gördüğüm üzüntünün sebebi nedir, niçin üzüntülüsün? diy-'
sordu.
Hz. Ali (kerremallahü vecheh radiyallâhu anh)
— Eğer bizim de dünyalığımız olsu idi biz de Hz. Peygamberi Osman
gibi evimize çağırırdık, dedi.
Hz. Fatıma (R A.):
— Biz de Hz. Rasûlü el imize çağıralım, dedi.
Hz. Ali kerremallahü vecheh radiyallâhu anh
479
— Ne ikrâın edersin1 Ve hangi yemeği yedirirsin? dedi.
Hz. Fâtıma (aleyhisselâm)
— O Allahın Habîbidir Allah ikram eder ve yiyecek verir, dedi.
Bunun üzerine Hz. Ali (radiyallâhu anh) Rasûlûllâh (salla’llâhü
aleyhi ve sellem)’e geldi ve:
— Ey Allahın Rasûlû! Fâtıma sizi evine davet eder dedi.
Peygamber (AİS.):
— Yalnız beni mi? Yoksa Ashâb ile mi? dedi.
Hz. Ali (radiyallâhu anh):
— Ashâb da buyursunlar, dedi.
Hz. Paygamber (aleyhisselâm) ve Ashâbı Hz. Fâtıma'nın evine geldiler. Hz. Fâtinıa
(radiyallâhu anh).
— Ey RabNm! Muhakkak senin Habîbin bugün yoksul câriyeniu evine
geldi. Sen onlara ikram et ve nimetler ver. Ben fakirim. Onlara ikram etmeye
gücüm yetmez, dedi. Bir çömleği vardı. Onu ateşin üstüne koydu. Hakk Teâlâ o
çömleğin içinde yiyecek yarattı. Hz. Fâtıma o çömleği Hz. Rasûlûn önüne
getirdi. Hz. Rasûl ve Ashabı o vemekten yediler.
Hz. Rasûl:
—Bu yemek cennet yiyeceklerindendir, buyurdu.
Ondan sonra Hz. Fâtıma evine girdi, secde etti ve:
— Ey Rabbim! Benim azâd edecek kölem yoktur. Fakat günahkâr
ümmetlerinden bazılarını kereminle azâd eyle, kurtar.
Derhâl Cebrâil (Â.S.) geldi ve:
— Ey Allahın Rasûlû! Senin kızın Fâtıma günahkâr ümmetin için
münâcât etti. Hakk Teâlâ h.zretleri: Fâtı- ma’nın evine varıncava kadar
bastığın ’ t avu",
attı-
480
ğın her adım için yüzbin erkek ve yüzbin kadını cehennem azâbından
azâd eyledim buyurdu, dedi.
Nakledildiğine göre Allah Teâlâ buyurdu:
— Ey Muhammedi Mü'min kulum, dünyâ’yı terk etmekten başka bir şeyle
bana yakın olmaz. Farzları yerine getirmekten üstün bir şeyle bana kulluk edemez.
Kim (Lâ ilâhc illellâh) dese kabrinde, kabirden çıktıktan sonra
ona yoldaş olur ve yüzleri ak olur. Baş lanndaki toprağı giderip: (Lâ ilâhe
illellâh Muhamme- dün Rasûlûllah Ve'l-Hamdü lillâhi Rabbilâlemin = Allahtan
başka Tanrı yoktur, Muhammed (aleyhisselâm) onun Ra- sülûdür. Alemlerin Rabbi Allaha Hamd
olsun) desinler.
Nakledildiğine göre Ebû’l-Leys tefsirinde şöyle beyan edilmiştir:
— Bir gün peygamber efendimiz ümmeti için son derece üzüldü. Derhâl
Cebrâil (aleyhisselâm) geldi ve:
Ey Muhammed! Hakk Teâlâ’nın selâmı var, onu hep üzüntülü görüyorum,
buvurur dedi.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Ey Cebrâil; Ümmetimin hâli nasıl olur? diye düşünüyorum. Onun
için üzülüyorum, dedi.
Cebrâil (aleyhisselâm) :
— Kabirlere gidelim, dedi.
Rasûiûllâh ve Ashabı Cebrâil (aleyhisselâm) ile kabirlere geldiler. Cebrâil (aleyhisselâm)
:
— Ya Rasûlûllah! Bir müslümanın kabrini göster, dedi. Rasûlûllah
gösterdi. Cebrâil sol kanadını o kabre vurdu ve: «Allahın izniyle kalk» dedi. O
kabirden ak- yüzlü, ak sakallı bir kişi çıktı. (Lâ ilahe illellâh Muham- medün
Rasûiûllâh Ve’l-Hamdü lillâhi Rabbilâlemin) dedi.
481
Cebrâil (aleyhisselâm) :
— Yine kabre gir, dedi.
O şahıs geri kabrine girdi. Ondan sonra sol kanadı ile başka bir
kabre daha vurdu Bir kara yüzlü kişi çıktı ve: Vah Hasretâ! Vah pişmanlık!
dedi.
Cebrâil (aleyhisselâm) .
— Geri kabre gir dedi. O şahıs tekrar kabre girdi.
Ondan sonra Cebrâil (aleyhisselâm) :
— Ey Muhammedi Kıyâmet gününde halk kabrin- den kalkınca hangi
inanç üzerinde öldü ise öyle kalkar
Ebû Saîd El-Hudrî peygamberimizden şu rivâyet- te bulunmuştur:
— «Hak taâia hazretleri buyurdu: Şanım hakkı için bir kuluma rahmet
etmek istesem, o kulumu dün- yâ’dan çıkarmam. Hattâ ne kadar hata etti ise o
kulumu bağışlarım.
Üç şeyle onu affederim:
1. Bedenini
hasta eylemekle,
2. Rızkını
azaltmakla,
3. Ölümünü
şiddetli etmekle. Hattâ benim huzu ruma anasından değmuş gibi gelir.
Eğer bir kuluma azâb etmek istesem ne türlü iyilik yaptı ise onları
gideririm. Ona üç şeyle bunu yaparım:
1. Bedenine
sağlık vermekle,
2. Ölümünü
kolay etmekle,
3. Rızkını
bol etmekle. O kadar ki, huzuruma ha- senatsız, iyiliksiz gelir.
Peygamber (A S.) Hak taâia bana şöyle buyurdu dedi:
— Bir kimse haram mal ile Kâbe’ye gitse ve thrâm- da Lcbbeyk ve
Sa'deyk dese, Hak taâia ona (Lâ Lebbeyk
F :
31
482
ve Lâ Sa’deyk = Mesûd olmayınız, huzuruma gelmeyiniz) der.
Ailah laâla buyurdu’
— Ey peygamberlerin ve Rasû’derin kardeşlen! Bir mü'minin yanına
girseniz sağlam gönül, samimi dil eöınerd elle ve temiz uzuvlarla giriniz. Eğer
öyle ederseniz velilerimden olursunuz Yarın peygamberler, std- dîklar (sâdık
ve çok bağlı kişilerce komşu olursunuz.
Peygamber efendimiz Hakk Teâlâ bana şöyle vahiyde bulundu der:
— Bir kişiye hades (abdestsizlik—manevî kir) erişse, abdest almasa
şüphesiz bana cefâ eder. Abdest aiıp namaz kılmasa gene bana cefâ eder. Namaz
kılsa duâ etmese bana cefâ eder. Namaz kılsa ve duâ etse ben kabûl etmesem ona
cefâ etmiş olurum. Ben kullarına cefâ eden Rab değilim.
Rasûiü Ekrem efendimiz Cebrail bana şöyle vasi yctte bulundu dedi:
— Kadınlarla iyi yaşa, iyi geçin! dedi. Ben talâk (boşama) haramdır
zannettim. «Köleni ve câriyeni hoş tut» dedi. Ben muhakkak azâd etmek
gereklidir zannettim. Komşularınla iyi geçin dedi Benden miras yerler sandım.
— Misvâk kullan ve namaz kıl, dcd'
Farz sandım.
— Namazı c/maaile kıl, decıi.
Ben yalnız kılınca kabûl'olmaz sandım.
— Geceleri namaz kıl, dedi.
Ben gece uyumak yok sandım,
Zikrimi çok yap dedi. Ben ayet ayet Kur’an’ın fıv- dası vokıur, sandan.
483
Bu son hadîs kudsîdir. Allahın izni iie nakledil mistir.
Bagavî tefsirinde nakledildiğine göre İbni Abbâs ıR.A.) şöyle
demiştir:
— Bir gün peygamber (aleyhisselâm) oturur idi Cebrail (aleyhisselâm) da ot ada bulunuyordu. Gökten bir kapı açıldı,
Cebrail (aleyhisselâm) göğe baktı ve:
— Ya Rasûlûllah! Bu kapı şimdiye kadar açılmış değildir. Derhâl bir
melek geldi:
— Sana müjdeler olsun. Senden evvelki peygamberlere gelmeyen iki
nûru sana getirdim Biri «Fatiha», biri de Bakara sûresinin sonu, <Âmene’r-Rasûlü»'dür,
dedi.
58. PEYGAMBER (aleyhisselâm) ’IN MEKKE’DEN
MEDİNE’YE HİCRETİ
Allah Teâlâ buyurdu:
«Hani bir zaman o küfr edenler seni tutup bağlamaları, ya
öldürmeleri, yahut (yurdundan zorla) çıkarmaları için sana tuzak kuruyor (1ar)
di. Onlaı bu tuzağı kurarlarken Allah da onun karşılığını yapıyordu. Allah
tuzak kuranlara mukabele edenlerin en hayırlısıdır.» (183)
Nakledildiğine göre müfessirlerin çoğu şöyle demişlerdir:
— Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bir gün Mekke’de oturur
idi Mekke'de bir ev vardı. Ona «Dâru’n-Nedvc» derlerdi. Müşriklerden dört kişi
peygamber (aleyhisselâm) ’a tuzak kurmak istediler. O eve girdiler ki,
Muhammed (aleyhisselâm) ’ı öl- dürsüler. İblis onların üzerine girdi. Ebû
Ceflil:
(183) Enfâl Sûresi, ayet- 30.
484
— Bizim aramızdan çık git, dedi.
İblis:
— Ben Necidiiyim. Necid elinden geliyorum. Ben çok zaman gördüm,
çok yaşadım. Her türlü tedbiri bi lirim. Sizinle beraber olmak ve size yol
göstermek isterim dedi.
Ebû Cehil ve arkadaşları:
— Mademki Necidlisin, öyle ise otur, seni bırak, mayız, dediler.
Utbe söz aldı:
— ölüm haktır. Biraz sabredin. Muhammed ölür Şerrinden emin
olursunuz, kötülüğünden kurtulursunuz, dedi.
İblis söze karıştı:
— Bu görüş doğru bir görüş değildir, dedi.
Şeybe söz aldı:
— Ben deriır. ki, Muhammed’i tutup hapsedelim, açlıktan ölsün,
dedi.
İblis:
— Bu da doğru değildir, dedi.
Ondan sonra Âs bin Vail söze başladı:
— Muhammed’i bir devenin üstüne bağlayalım. Çöle bırakıp gidelim.
Orada ölsün, dedi.
iblis:
— Bu da olmaz dedi.
Sonra Ebû Cehil konuştu:
— Her kabileden iyi yiğitleri toplayalım. Bir gece Muhammed’e hücum
edelim. £ıhç çekip öldürelim Hattâ kimin öldürdüğü bilinmesin. Yakınları diyet
isterlerse para toplayıp verelim. Şerrinden emin olalım dedi.
İblis:
— İyi söyledin, dedi.
Peygamber (A S.)’ı öldürmeye ittifak ettiler anla şıp karar
verdiler. Böyiece o evden, Dârün—Nedve denilen müşrik meclisinden çıkıp
gittiler.
Derhâl Cebrâil (aleyhisselâm) geldi ve:
— Ey Muhammedi Hakk Teâlâ hazretleri Mekke’ den çıkıp Medine ye
gitmeni, göç etmeni buyurdu. Benim burada gizli işim vardır dedi. Gene bu gece
döşeğinde yatacaksın fakat uyumayacaksın, Allah böyle buyuruyor, dedi.
Gece olunca Peygamber <A.S.) Ashabı ile istişarede bulundu ve:
— Hanginiz benimle beraber Medine’ye gider? dedi.
Ebû Bekr-i Sıddîk:
— Ey Allahın Rasûlû! Sen nereye gidersen ben beraberinde giderim,
dedi.
Ondan sonra peygamber (aleyhisselâm) Ashâbma baktı ve-
— Hanginiz bu gece benim döşeğimde yatarsa ben ona kefil olurum.
Cennete girer dedi.
Hz. Ali (radiyallâhu anh):
— Canım yoluna fedâ olsun! Bu gece döşeğinde ben yatacağım, dedi.
Böyiece Hz. Ali geldi, döşeğinde yattı. Ondan sonra bütün kâfirler
peygamber (aleyhisselâm) 'ın evini çevirip oturdular. İblis de bunlarla idi. Hakk
Teâlâ bunlara o gece uyku verdi, uyudular. Hattâ İblis de uyudu. Peygamber
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) Ebû Bekr-i Sıddîk ile çıkıp gitti. Yen den bir
avuç toprak aldı, üzerlerine saçtı ve «Yâsîn» sûresini okudu geçti, gitti.
486
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’la Ebû Bekir, şehre yakın
bir dağdaki «Sevir» mağarasına vardılar. Oraya girdiler. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) gidince
İblis uyandı, onları da uyandırdı ve:
— Muhammed gitti, dedi.
Onlar:
— Nereden biidin? dediler.
İblis:
— ömrümde
uyuduğum yoktu. Üzerimize toprak saçmış, uyumuşuz siz de uyudunuz. O vakit
çıkıp gitmiş, dedi. Başlarında toprak olduğunu gördüler ve gittiğini
anladılar. Eve girdiler, gördüler ki, yatağında Hz. Ali yatıyor.
— Hani arkadaşın? dediler.
Hz. Ali:
— Bilmiyorum, dedi.
Oradan izini izleyerek mağaraya vardılar gördüler ki, örümcek kapı
üzerine ağını örmüş, bir güvercin de yuva yapıp yumurtlamış.
— Eğer Muhammed buraya girse idi bunlar olmaz- dı! dediler.
Mağaranın etrafında ve üstünde dolaştılar. Hz Bekir korktu. Peygamber
(salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Korkma! Allah bizimle beraberdir, dedi.
Nitekim Hakk Teâlâ buyurur:
— «Peygamber, arkadaşına (Ebû Bekr-i
Sıddîka)- Tasalanma. Allah, hiç şüphe yok, bizimle beraberdir.»
(184)
(184) Tevbe Sûresi, ayet: 40.
487
Ben Şehnâme'de şunu gördüm:
— Ebû Bekr i Sıddîk kâfirlerden korktuğu zaman Peygamber
(salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Ey Ebû Bekir! Bu tarafa bak dedi.
Hz. Ebû Bekir baktığında bir deniz ve kenarında hazır bir gemi
göldü. Eğer kapıdan gelirlerse bu gemiye bineriz, bu taraftan gideriz dedi.
Böylece kâfirler onu göremediler, gözleri kör oldu. Oradan kovuldular ve
gittiler. Ondan sonra Medine’ye geldiler.
Nakledildiğine göre Hakk Teâlâ Cebrail (aleyhisselâm) ile Mikâil (aleyhisselâm) ’a:
— Ben sizi kardeş ettim. Birinizin ömrünü ötekinizden uzun
ediyorum. Biriniz ömrünü ötekine versin diye vahyetti. tkisı de uzun yaşamak,
hayat istediler.
Hakk Teâlâ buyurdu:
— Siz Ali gibi olmadınız. Ali, Muhammed’le kardeş oldu. O’nun
yatağına yattı. Canını O’na feda etti. Şimdi gidin Ali’yi düşmanlarından
koruyun, dedi.
Cebrâil ve Mikâil (aleyhisselâm) yere indiler. Cebrâil Hz. Ali’nin başında,
Mikâil de ayak ucunda oturdular.
Nakledildiğine göre, kâfirler Muhammed (aleyhisselâm) ’ı
bulamayınca üç gün aralarında konuştular. Sonra dağıldılar.
«Surâka bin Mâlik» adlı bir bahadırı Medine tarafına gönderdiler.
O adam ardlanndan gelip yetişti
Bir Arap bahadırı- idi. Ebû Bekr-i Sıddîk onu görünce:
— Ya Rasûlûilâh! Surâka geldi, yetişti dedi.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Tasalanma; dedi.
488
Sürâka iyice yaklaşınca:
— Ey Muhammedi Seni bugün elimden kim kurtarır? dedi.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Cebbar ve Kahhâr olan Allah diye, cevap verdi.
Derhâl Cebrail (aleyhisselâm) geldi ve:
— Ey Muhammedi Hak taâ|a «Yeri senin emrine âmâde kıldım, ne
isterse yapsın» buyurdu, dedi.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Ey yer! Sürâka'yı tut! dedi.
Derhâl yer yerildi, Sürâkâ’nın ayağı dizine kadar yere batlı.
Siirâka yardım istedi, aman diledi. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
dua. etti. Yer Sürâka’yı bıraktı. Yedi kere aman diledi, kurtuldu. Gene
öldürmek istedi. Sekizinci olunca tam iyi niyetle tövbe etti ve:
— Ey Muhammedi Ben anladım ki, senin emrin âlemlere erişecektir
dedi.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ona tslâm’ı arz etti.
Siirâka:
— Bunu benden isteme! dedi.
Peygamber (A S.):
— Ey Süraka! Kureyş askerini geri çevirmeni di liyoruın, dedi.
Sürâka bunu kabûl etti.
Sürâka geri döndü. Ebû Cehil geldi ve:
— Ey Sürâka! Hz. Muhammed’i bu yolda bulamadın mı? dedi.
Sürâka:
— Bulamadım, dedi.
Bu sözü işitince onlar dönüp Mekke’ye geldiler.
Keşşâfda Enes bin Mâlik (radiyallâhu anh)’ın şöyle rivâyette
bulunduğu nakledilir;
— Hakk Teâlâ n gece bir ağaca emretti. Mağaranın
489
önünde bitti. Bir örümcek verdi, derhâl ağ ördüler. O ağaca iki
güvercin geldi, örümcek ağının arasına yuva yaptılar.
Ondan sonra Kureyş’den iki yiğit mağaraya yaklaştılar ve
kılavuzlara:
— Bu mağaraya bakın, onda olabilir! dediler.
Kılavuzlar:
— Burada değildir deyip, geri döndüler.
Sabah oldu. Onlar mağaranın önüne geldiler ve gördüler ki iki
güvercin yuva yapmış. Güvercinler onları görünce uçtular. Burada yoktur
dediler.
Bilmek gerekir ki, kırk yaşından sonra Rasûlûl.la- hr peygamberlik
gelince o kadar mucizeler gösterdi ki, bunlar hesaba sığmaz. Gayet açık ve
seçik mucizeler halinde bunları gösterdi.
Böylece o Rasûlûn kemâli deliller ve kesin hüccetlerle sabit oldu.
Afhâb ona inanıp âlimler ve haberlerin kaynağı oldular.
59. NEBİ (aleyhisselâm) ’IN MEDİNE’YE GELMESİ
İLE İLGİLİ BÖLÜM
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Pazartesi günü Medine’ye
vardı. Cuma günü olunca mescid yaptı ve kendi hutbe okudu. Cuma .mazını kıldı.
İlk Cuma Medine’de kılındı. (185)
Siyercner şu biîgivi verirler:
— Me<WİetTler RasûlûIIahın Medine’ye geldiğini
(185) Siyer kitaplarında verilen
bilgiye göre ilk Cuma namazı, Büyük Hicret sırasında, Kubâ ile Medine
arasındaki «Rânûnâ» vâdisinde kılınmıştır.
490
duyunca çok sevindiler ve hepsi, misafir etmek için evlerine davet
ettiler.
Cebrâil (aleyhisselâm) ;
— Ya Rasûlûilah! Devenin yularını ben yedeyim, Medineliler seni
evlerine davet edince onlara:
— Devem nereye çökerse orada misafir olurum de, dedi.
Medineliler çok sevindiler. Kimi evlerinin önüne hurma, kimi arpa
döktüler. Rasûlûllahm devesi görsün de gelip çöksün diye. Deve geldi, hiç
birine bakmadı. Şehirde ne çeşit kavim ve kabile varsa karşıladılar. Allahın
Rasûlünün güzei yüzünü görmek istiyorlardı. Devesi gelip nihayet bir yere
çöktü. Tekrar kalktı. Bir yere, Ensârdan, Medine halkından Hâlid bin Zeyd’in
evi önüne geldi ve çöktü. İlk çöktüğü yer Hz Rasûlün mübârek Ravzası, kabri
oldu. Rasül (aleyhisselâm) Hz. Hâlid’ın
evine indi. Hz. Câbir’in bir gözsüz anası vardı. O hâtûn gelip:
— Gözlerim olaydı da Hz. Rasûlün yüce cemâlini göreydim, dedi.
Hz. Rasûl mübarek parmağı ile o hatunun gözlerini sildi. Gözleri
hemen açıldı Hz. Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem'm mü- bârek
cemâlini gördü. Bütün halk peygamber (aleyhisselâm) ’m ilminden istifade
ettiler. Zira O. neseb ve soyca en üstün, İlâhî sırların narin yeri ve İlâhî
tecellilerin konağı idi.
Abdullah bin Selâm gelip Hz. Rasûle iyice baktı vc anladı ki o
peygamberdir. Yüzünde hiç yalan nişanı yok idi. Halk peygamber olduğuna katî
olarak inandı ve:
491
— Sana birkaç şey sorayım, dedi:
Biri: Kıyametin nişanı nedir? Cennet ehli Cennete girincek ilk
önce ne yerler? dedi.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Kıyâınetin nişanı bir ateştir. Şarkdan çıkar ve bütün halkı garba
toplar, iteler. Uçmak ehlinin ilk yiyeceği bahk ciğeridir, dedi.
Abdullah bin Selâm imana gelip:
(Eşhedü en la ilahe illellah ve eşhedü enneke Ra- sûlüllâhî Hakkan
= Şahâdet ederim ki, Allahtan başka Tanrı yoktur. Yine Şahâdet ederim ki sen
Allahın Hak Rasûlüsün) dedi ve ondan sonra:
— Ya Rasûlüllâh! İslâm’a girdiğimi duyarlarsa Yahudi kavmi ile ne
yaparım? dedi. Onu gizlediler. Biraz sonra Yahudiler geldiler. Hz. Rasûl
onlara:
— Abdullah bin Selâm nasıl kimsedir? dedi.
Onlar:
— Ulu kimsedir dediler.
— Onu Müslüman görseniz ne edersiniz? dedi.
— Bundan Allaha sığınırız dediler.
Abdullah bin Selâm çıktı ve:
— (Eşhedü en lâ ilâhe illellâh ve eşhedü enne Mu- hammeden
Rasûlûllah) dedi.
Bilmek gerektir ki Medine’nin adı önce Yesrib idi. Havası ağırdı ve
fesâdı çoktu. Hz. Rasûl o şehre grince güzel ve temiz oldu. Onun için adını
Tayyibe ve Medine koydu. Orada sakin oldu, oturdu. Bir zamandan sonra Ashâb
Mekke’den gelmeye başladı. Hz. Ömer yirmi ath kişi ile geldi. Geri kalan Ashâb
da geldiler. Islâm dini kuvvet tutup Medine’de kaldılar.
Ondan sonra Hz. Rasûl, Hz. Ali’den, Hz. Aişe ile
492
Hz. Fâtınıa’yı Mekke'den gel irmesini istedi. Hz. Ali onları ahp
getirdi.
Hz. Rasûl Hz. Ali'yi kendine kardeş yaptı. Ebû Bekr-i Sıddîkı
Ömer'le kardeş etti. Geri kalan ashâb birbiriyle kardeş oldular. (186)
Peygamber (A S.) ve Ashâb mü’minlerin namaz vakitlerini
bilmelerini istediler.
Bazısı:
— Boynuz çalalım, halk işitip gelsinler, dediler. Bazı mü’minler
Yahudilere benzemiş oluruz dediler.
Bir kısmı:
— Çan çalabm dediler.
Hıristiyaıılara benzemiş oluruz dediler.
Bunun üzerine Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ve Ashâb
Hak’tan bir işaret olmasını beklemeye başladılar.
Abdullah El-Ensârî geldi ve.
— Uyku ile uyanıklık arasında bir kişi gördüm. Gökten indi. Bir
duvar üstüne çıktı. Kıbleye karşı dun du ve: «Allahû Ekber, Allahû Ekber... diye
ezanı sonuna kadar tekrar ederek, okudu, dedi. Biraz durdu Sonra Kâmet
getirdi. Daha sonra da sonunda iki defa «Kad kâmeti’s-Salâh» dedi, diye haber
verdi.
Ondan sonra Hz. Ömer:
— Ya Rasûlüllâh! Sana Peygamberlik veren Tanrı hakkı için ben ele
böyle gördüm, dedi.
Ebu’l-Leys tefsirinde Dahhâk'dan şu rivâyet nakledilir:
(186) Mü’minler zati kardeştir.
Siyer bilgilerine göre bv. kardeşlik Medinelilerle Mekkeliler arasında olmuştur.
Bu mirâs kardeşliği değil, din kardeşliğidir.
493
— Hz. Rasûl Cebrâil (aleyhisselâm) ’a: «Müezzin kimi yapayım» diye sordu.
Cebrâil (aleyhisselâm) :
— Ey Allahın Rasûlü! Bir karaca kul vardır. Adı Bilâl’dir. Melekler
ve müezzinlerin içinde sesi en güzel olanıdır. Allahın da çok sevgili kuludur
dedi.
Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Hz. Bilâl’i çağırdı.
Ezanı öğretti ve buyurdu. Bilâl mescidin üzerine çıktı. Ezan okudu, öğle vakti
idi. Ondan sonra ezan sünnet oldu.
Ezan okunduğunu gören müşrikler ve nifakçılar ezana, rukûa ve
secdeye bakıp gülüştüler.
Hakk Teâlâ bunları reddedip şu ayeti kerîmeyi gönderdi: «(Ezanla)
birbirinizi namaza çağırdığınız zaman (onu) bir eğlence ve bir oyun yerine
tuttular. Onların böyle kendilerinin hakîkaten akıllarını kullanmaz bir gurûh
olmalarındandır.» (187)
Nakledildiğine göre peygamber efendimiz Medine’ye geldikten sonra
onaltı ay Beyt-i Mukaddese doğru namaz kıldı.
Ondan sonra Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Cebrâil (aleyhisselâm)
’a:
— Hakk Teâlâkın, beni Yahudilerin kıblesinden Kâbe’- ye
döndürmesini dilerim. Zira Kâbe İbrahim (aleyhisselâm) ’m kıblesi idi, dedi.
Cebrâil (aleyhisselâm) :
— Ey Allahın Rasûlü' Ben de senin gibi bir kulum, elimden bir şey
gelmez. Rabbinden iste, dedi
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bir defa gözlerini göğe
tuttu Derhâl Hakk Teâlâ şu .ayeti gönderdi:
«Biz yüzünü (vahye intizâr ve iştiyâkmdan) çok
(187) M aide Sûresi, ayet: 58.
494
kerre göğe doğru evirip çevirdiğini görüyoruz. Onun için seni her
halde hoşnud olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. (Namazda) yüzünü artık
Mescid-i Hatâm tarafına (Kabe semtine) çevir. (Ey mü’minlerj siz da nerede
bulunursanız (namazda) yüzlerinizi o yana döndürün. Şüphe yok ki kendilerine
kitap gönderilen.e? bunun Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu pek iyi
bilirler.
Allah onların yapacaklarından gafil değildir.» (188)
Bazıları şöyle derler:
— Bedir harbinden iki ay önce, Recep ayında gün zevâle geldikten
sonra Kıble Kâbeye döndü. Benî Seleme Mescidinde Peygamber (salla’llâhü aleyhi
ve sellem) Ashâbı ile birlikte öğle namazını kılarlarken iki rekat kalınca bu
ayet geldi. Hz. Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem namazda iken
döndü. Erkekler kadınların olduğu yere döndüler. Kadınlar da erkeklerin yerine
döndüler.
Böylece o mescide (Mescid-i Kıbleteyn = iki kıb İçli Mescid)
dediler.
Ondan sonra Ashâb (R.A ):
— Ey Allahın Rasûlü! Bizim kardeşlerirpiz namazlarını Beyt-i
Mukaddes tarafına kılarlar îdi. Onla> rın namazları nasıl oldu? dediler.
Derhâl Tanrı taâla şu ayeti gönderdi:
— «Namazınız, Kudüs’ten tarafa olmakla bâtıl olmadı. Zira ikisi de
benim buyruğum iledir» buyuruldu.
(188) Bakara Sûresi, ayet: 144.
495
60. NEBİ (aleyhisselâm) ’IN CİHÂDI İLE İLGİLİ BÖLÜM
Hakk Teâlâ hazretleri İslâm dinini aziz ve muzaffer kılınca, Peygamber
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)’a gazâ, cihâd için izin verdi. Mekke'den Medine’ye
hicret’in ikinci yılında idi.
Cihâda sebep şudur:
— Bir gün, Hz. Hanıza Medinede kendi işine giderken yolda üç kâfir
onun dinine sövdüler. Hz. Haraza da kılıcını çekip onları öldürdü. Kâfirler
bunu işittiler. Müslümanlara düşman oldular, kin beslediler.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) mü’minleri gazâ ile
emretti (Lâ ilâhe illellâh) kelimesini yüceltmek ve yaymak içindi bu emir.
İlk farz olan gazâ Bedir gazâsıdır. Hikâyesi teisir lerde
anlatılmıştır. Fakat biz kitabımızda peygamber efendimizin, dörl gazasını
teberrüken beyân ettik.
BEDİR
GAZASI
İlk gazâ Bedir gazâsıdır. Bu şöyledir:
— Bir defasında Kureyş uluları Mekke’den tica, ret etmek için Şam’a
gittiler. Geri döndükleri zaman Ccbrâil (aleyhisselâm) peygambcı imize haber verdi. Müslüman’ Jar
hazırlanıp karşı çıktılar. Mekke’ye haber ulaştı. Ordu düzüp, asker toplavıp
bunlara karşı geldiler.
Ebû Cehil Kâbe'nin üzerine çıktı seslendi ve.
. — Ey Ehli Kâbc! Ey Mekkeliler! Durmayın! Dur. mayın! Muhammedin
Ashâbı mallarınızı aldılar. Ondan sonra sizin için cihanda dirlik kalmadı
dedi.
Peygamber (A S.) Ccbrâil (aleyhisselâm) 'dan bu sözleri işitince,
Ensâr ve Muhacirinden üçyüz onüç kişi ile (peygamberler sayısınca) gazâ'yo,
muharebeye çıktılar.
496
Bunların arasında ancak iki atlı vardı. Cebrâil (aleyhisselâm) geldi. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve
sellem)’a haber verdi. Müşrikler Mekke’den ticaret develerine karşı gittiler
diye ve şöyle dedi:
— Ey Muhammedi Hakk Teâlâ hazretleri sana vaad etti ve: tki
taife’nin hangisini dilersen kabûl et. Tüc- car’a mı gidersiniz? Yoksa askere
mi? buyurdu.
Rasûlü Ekrem durumu Ashâbma haber verdi. As- hâb ikiye ayrıldı. Ebû
Bekr-i Sıddık, Hz. Ömer ve Hz Ali Askere karşı gitmeye razı oldular.
Ensâr’dan Sa’d bin Muâz şöyle dedi:
— Ya Rasûlüllâh! Sen hangisini dilersen biz gideriz. Vallâhi
denize gidin deseniz gideriz. Ey Allahın Rasûlü! Biz Benî İsrâil’in Mûsâ (aleyhisselâm)
’a yaptığı gibi yapmayız dedi. Onlar Mûsâ (aleyhisselâm) ’a şöyle demişlerdi:
«Artık sen Rabbinle beraber git! Bu suretle ikiniz harb edin! Biz
mutlaka burada oturucularız» U89)
Böylece Ebû Cehil Mekke’den dokuzyüz ehi kişi ile geldi. Rasûlüllâh
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) onlan görünce namaz kıldı. Ellerini kaldırıp:
— Ey Rabbinı! Eğer sen bu kavmi helâk edersen yer yüzünde sana ibâdet
edecek kimse kalmaz, dedi.
O kadar gökten yana döndü ki, ricası eğninden yere düştü. Ebû
Bekr-i Sıddık yerden aldı gene eğni ne koydu ve:
— Ey Allahın Rasûlü! Niçin kederlenirsin? Hakk Teâlâ ikisinden
birini sana vermeyi vaadetti dedi.
Ondan sonra Hakk Teâlâ bunlara bin melek gön’ derdi. Cebrâil ve
Mikâil (aleyhisselâm) ile geldiler.
(189) Mâide Sûresi, ayet: 24.
497
Eğer, bir melek bile yeterdi, bu kadar meleğe ne hacet var diye
sorulursa cevabı şudur:
Bu dini ta’zim etmek için ve Islâm askerini çok göstermek için bin
melek gelmiştir.
Ebû /Cehil bunları görünce:
— Ey Rab! Hangi din sana sevgili ise ona yardım et, dedi.
İki asker bir yere toplanınca saflar bağlandı. Her tâife cins cins
olup cenge girmeye başladılar. Hz. Hamza ve Hz. Ali (radiyallâhu anh) ilen
gelip meydan okudular, Hz. Ali:
— Ben Tanrının ve Rasûlünün Arslanıyım diye kâfirlerin üzerine at
tepti.
Onlardan Ebû Cehil meydana girdi. Müminlerden iki yiğit karşı
vardılar. Ebû Cehili ikisi berâber kılıçla çaldılar. Hemen Ebû Cehili yüzü
üstüne düşürdüler. Ondan sonra Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’a
geldiler. Kılıçlarını, ben vurdum diye, gösterdiler. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) kılıçlarına bak tı. Gördü ki ikisinin kılıcında da kan vardı:
ikiniz be- lâber öldürdünüz dedi. Rasûl (A.S ):
— Kim bize Ebû Cehilin ölüm haberini bildirir? dedi. Abdullah bin
Mesûd (radiyallâhu anh) meydana geldi. Ebû Cehili kan içinde yatar gördü.
Ebû Cehil:
— Bizi siz mi bozdunuz? dedi.
Abdullah:
— Ya kim bozdu? dedi.
Ebû Cehil:
— Melekler bozdu, dedi.
F : 32
498
Abdullah:
— Sen Firav.n'dan kuvvetlimisin ki, imân etmezsin. Meleklerin
Muhammed (aleyhisselâm) ’a yardıma geldiklerini görüyorsun da gene de
inanmıyorsun, sana aman vermesem ne olur dedi. Hemen ayağını Ebû Cehilin boynuna
koydu. Başını kesip Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem'a getirdi.
Pey, gambcr (aleyhisselâm) görüp secde
etti.
Bedir gazasında ondört Ashâb şehit oldu. Kâfirler' den yetmiş kişi
ölçü. Yetmiş kişi de esir oldu.
Nakledildiğine göre Mukâtil bin Süleyman şöyle demiştir;
— Dünya kurulahdanberi Bedir harbinde toplanan kalabalık hiç
görülmemiştir. Zira onda Rasûlû Ekrem üçyüz onüç Ashabr ve bin melekle beraber
bulunuyordu. Şeytân-ı lâin ve dokuzyüz elli kâfir orada idi. Böyle olunca bu
şekilde bir kalabalık ne olmuştur, ne olacaktır.
Ondan sonra Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) esirlerle ve
ganimetle Mcdîneye teşrif etti. Nimet ve ihsân ile şâd ve hurrem oldu.
Kâfirler de Allahın gaz.abma uğradılar ve hüsrân il« hclâk oldular.
UHUT
GA7ÂSI
Bu husustaki rivayet şöyledir:
Müminler kâfirleri bozup helâk edince, Mckkenin beyi olan Ebû
Süfyân ticâret malını alıp deniz tarafından kaçtı, Mekkeye vardı.
Mekke’nin ileri gelenlerine:
— Muhammed ulularınızı öldürdü. Mallarınızı al dı. Gayesi mal ile
kuvvet tutmaktır, dedi.
Bunu duyan Kureyşliler, Hâlid bin Velîd, Amr bin
499
As, İkrime bin Ebû Cehil kumandasında bin kadar silâhlı asker
topladılar ve Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem’ın üzerine yürüdüler.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem bunu işitti. Müminlere
haber verdi. Müminler Uhut cağına vardılar.
Abdullah bin Selûl münafıkların ulusu idi. Cemaatı ile geri kaçtı.
Rasûlûllah bin kişi ile Cuma namazı kıldı. Zira Cuma günü idi. Namazdan sonra
Medine’^ den çıkıp Uhud dağının dibine, eteğine vardı. Cumartesi cenk başladı.
Müminler üç bölük oldu. Bir bölüğü yaralandılar. Bir bölüğü şehit oldu. Bir
bölüğü kaçtılar.
Nakledildiğine göre Müslümalar sinip dağılınca Peygamber
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)’ın yanında Ensârdan yedi kişi kaldı, İki kişi de
Muhacirinden kaldı.
Kâfirlerin, Peygamberimiz üzerine yaptığı her hamlede Hz.
Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Kim bunlara manî olursa Cennet onundur derdi. Yedi kerre böyle
yedi. Yedi kişi şehît oldu. Hz. Tal- ha (radiyallâhu anh) o günde yirmi
verinden yaralandı. Bir kâfir: «Muhammedi öldürdüm» diye bağırdı.
Bazılarına, göre o bağıran İblîs idi. Müminier işitip kaçtılar.
İblîs Medineye geldi ve Muhammed öldü diye bağırdı. Muhammed bin Mâlik askerin
içine girdi, Peygamberimizi aradı.
Yaralı vaziyette, kanlar içinde yerde yattığını gördü.
Müminlere yüksek sesle bağırdı ve:
— Müjdeler olsun Rasûlûllah sağdır, yaşıyor diye seslendi.
500
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) işaretle susmasını
söyledi.
Hz. Enes bin Malık (radiyallâhu anh) anlatır:
— Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yaralanınca yüzünden
kanlar akardı. Eli ile siler ve şöyle derdi:
— Bu kavim dalâletten, sapıklıktan nasıl kurtulur? Ben onları dine
davet ederim, onlar benimle cenk ederler. Allahım! Benim kavmime hidâyet ver,
onlar beni bilmiyorlar, anlayamıyorlar, diyordu.
Ashab-ı güzin bir yere toplandılar ve:
— Ey Allahın Rasûlü! Sen bunlara duâ edersin, bak onlar sana ne
yaparlar? dediler.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Ben halka lânet edici değilim. Bilâkis, «Îlâhî! Onlara rahmet et»
derim. Zira onlar beni bilmezler, dedi.
Garâib-i Ahbâr’da şöyle der:
— O gün Hz. Hamza kâfirleri yıkıp geçerdi. Nice kâfir öldürdü.
Vahşî adh bir köle bir taşın ardına gizlendi. Hz. Hamza oradan geçerken
ansızın «Harbe» ile vurdu ve onu şehît etti. Yetmiş parçaya ayırdılar. Ra- sûl (aleyhisselâm)
'a haber ulaştı. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) geldi. Her parçasına
namaz kıldı ve defnettiler. Ondan sonra peygamber (aleyhisselâm) hamle etti. Elini zırhtan çıkardı. Müminlerle
birlikte yeniden harbe girdiler. Kâfirleri hep yendiler ve bozdular.
Nakledildiğine göre Sa’d bin Ebî Vakkâs (radiyallâhu anh) şöyle
demiştir:
— O gün Rasûlûllâh (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in yanında iki
kişi var idi. Çok iyi dövüşürlerdi. Ak elbiseler giymekte idi. ler. Biri
Cebrâil (A.S), biri Mikâil (AS.) idi. Müslüman-
501
lardan o gün yetmiş kişi şehit oldu. Dördü Muhacirlerden, altmış
altısı Ensârdan idi. Kâfirlerden onyedi kişi öldü. Yahut daha çok.
Bazıları şöyle nakletmişlerdir:
— Artık ondan sonra kâfirler müminleri saymadılar. Şehit olanlar
için Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem): Yumayın, kanları ile gömün
dedi.
Onlar yaralanınca, Hak taâlâııın yanında makamımız yüce olsun diye
yemediler ve içmediler. Konuşmadılar da. Öyle susuz oldukları halde şehit
oldular. Allah onların hepsinden razı olsun. (190)
MEKKE’NİN
FETHİ KISSASI
Nakledildiğine göre Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem),
düşünde Allahın Mekke’yi kendisi için fethettiğini gördü.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Hudeybiye’den dönünce
Ashâb’- tan onbin kişi ile Mekkeye gitti.
Mekke halkı asker toplayıp Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve
sellem’a karşı çıktılar. Cenk ettiler, savaştılar. Hakk Teâlâ hazretleri onları
bozdu. Mekke beyi Ebû Süfyan Müslüman oldu.
(ISO) 1) Ensâr: Mekkeli müslümanlara kucak açan ve onlara her türlü
yardımı esirgemeyen Medineli müslümanlardir.
Mûhdcirler ise Medine'ye göç etmek mecburiyetinde kalan,
Peygamberimizin sadık hemşehrileri Mekke’li Müslümanlardır.
2) Uhûd Harbinde, Komuta zincirindeki kopma ve ganimet toplama gibi
sebeplerle müslümanlar güç durumlara düşmüşler, fakat sonradan «Ham-
râûlesedu’e kadar müşrikleri takip etmişlerdir, Uhûd bir bozgun değildir.
502
Sabah namazı oldu. Ashab, Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
ın ab- dest suyunu alıp içerler ve yüzlerine sürerlerdi.
Ebû Süfyân Hz. Ömer (radiyallâhu anh)’a:
— Muhamhıed bey olmuş, dedi.
Hz. Ömer ona:
— Muhammcd beylik etmez. Bilâkis o Hak Peygamberdir. Onun için
tazim ederler, saygı gösterirler, dedi.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem Mekkede iken Ebû
Süfyan çok alâka gösterir, muharebede onu korur ve evinde son derece ona saygı
gösterirdi.
Bu itibarla Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu.
— Kim Ebû Süfyân’m evine sığınırsa, evinin kapısını kapatır ve
silâhını bırakırsa ona dokunulmayacaktır dedi.
Nakledildiğine göre, Hz. Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve
sellem Mekke’yi feth edince Ashâb onu omuzlarında Kâbe’nin kapısına çıkardılar.
Kapının iki tarafına ellerini koyarak Kureyş'e şöyle dedi:
— Beni nasıl bilirsiniz?
Kureyşliler:
— İyi ve güzel kardeşimizsin dediler.
Bu söz üzerine Peygamberimiz:
— Hz. Yûsuf kardeşlerine ne dedi ise ben de size onu derim dedi.
«(Yûsuf): Size bugün serzeniş (sitem) ve ayıplama yok dedi.» (191)
Bu ayeti kerîmeyi okuduktan sonra Kâbe kapısından indi.
(191) Yûsuf Sûresi, ayet: 92.
503
Anlatıldığına göre İbni Abbâs Ebû Süfyân'a şöyle demiştir.
— Hz. Rasûl Ebû Süfyân a geldiğinde ona bu ayeti hatırlat!
Hemen Ebû Süfyân öyle yaptı. Hz Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi
ve sellem:
— Hakk Teâlâ seni ve sana öğreteni yarlığasın, dedi. Bu gazâ
Hicretten sekiz yıl sonra idi.
HUNEYN
KISSASI
Nakledildiğine göre Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem
hazretleri bir zaman Mekke’de kaldı. Ondan sonra Ramazanda Huneyn gazâsına on
iki bin kişi ile gitti On bini Medine’den idi. îki bini Mekkelilerdendi.
Bir şahıs:
— Bu kerre bize kimse gâhp gelemez. Bize he keder? Çünki Hz.
Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem bizim aramızda, bizimle berâberdir.
diyordu:
Rasûlûllah (SA.V.) hazsetleri:
— İyi söylemediniz, dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri Müslünıanlara yol vermedi. Ramazandan Şevvale
kadar Mekkede kaldılar, gideme- diler.
Kâfirlerin ulusu Mâlik bin Avf dostlarına:
— Bugün dört bin kişisiniz, dört bölük olun. Müslümanlarla
karşılaşırsanız bir yoklan hamle yapmız dedi.
tki ordu karşüaştı. Kâfirler müsliimanlar üzerine hamle yaptılar,
saldırdılar. O gün çok şiddetli cenk oldu. Nice insan ve asker düşüp kırıldı.
Amma nıüslü- manlardan Abbâs, Ebû Süfyân ve Ensâr’dan bir kaç ki-
504
şi Rasûjü Ekremin yanında kaldılar. Geri kalanı kaçtılar.
Nakledildiğine göre, bir şahıs vardı, Ona Şeybe derlerdi.
Rasûlûllâh (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in yalnız kaldığını gördü. Ve kendi
kendine:
— Şimdi Muhammedi öldüreyim, dedi.
Rasûlûllâh (salla’llâhü aleyhi ve sellem) onun içinden geçeni bildi
ve eli ile göğsüne vurarak:
— Ey Şeybe! Senden Hakk Teâlâ’ya sığınırım, dedi.
Şeybe bu sözü işitince Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'a
karşı sevgisi arttı ve kendisinde artık inkâr kalmadı.
Ondan sonra Rasûlü Ekrem Ak katırdan aşağı indi. Bir avuç toprak
aldı. Kâfirlerin üstüne saçtı. Derhal kâfirler sinip kaçtılar. Mâlik bin Avf o
kavmin ulusu idi. Geldi ve Müslüman oldu. Ondan sonra Hakk Teâlâ şu âyet-i
kerîmeyi gönderdi:
«And olsun ki Allah bir çok (savaş) yerler (in) de ve Huneyn
gününde size yardım etmiştir. (O Hııneyn gününde ki) çokluğunuz o zaman size
ucûb vermişti de bu, size (gelecek kazadan) bir şeyi gidermeye yaramamıştı.
Yeryüzü o genişliğine rağmen başınıza dar gelmişti. Nihâyet (bozularak)
gerisin geri dönüp gitmiştiniz.
Sonra Allah, Rasûlü ile müminlerin üzerine sekî. netini (kuvve-i
manevîyyesini) indirdi, görmediğiniz (melek) orduları (nı) indirdi ve kâfirleri
azaplandırdı. Bu, o kâfirlerin cezâsı idi.
Sonra Allah bunun ardından kimi" dilerse onun tövbesini kabul
eder. Allah çok yarhğayıcıdır, çok esirgeyicidir.» (192)
(192-) Tevbe Sûresi, ayet: 25—27.
505
Ondan sonra Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) geri Medîneys
fûtûhat bölükleri ganimet çeşitleri ile sâlimen ve kıymetli kazançlarla geldi.
Nakledildiğine göre Kurtubî tefsirinde Ebî Bekir Ahmet bin Ali El
Hatîyb ve Ebî Havs Ömer bin Şahin (radiyallâhu anh) şöyle demişlerdir:
— Hz. Âişe (radiyallâhu anh) nakletti: Son Hacc'mda Hz. Rasûlu’llâh
salla’llâhü aleyhi ve sellem Hacun’a gelince deveden aşağı indi, ağladı. Ben de
berâber ağladım. Bir zaman gitti, ondan sonra benden yana geldi. Ferahlayıp
güldü. Ben:
— Ey Allahın Rasûlü! Anam — babam sana feda olsunlar. Benim
yanımdan ayrıldığında ağlıyordun. Döndün, ferahlayıp gülüyorsun, bunun hikmeti
nedir? dedim.
Hz. Rasûl (A S.):
— Anam ve babam İçin ağladım ve duâ ettim. Anamı Hakk Teâlâ
hazretleri tekrar diriltti. Bana imân etti ve yine Ahirete gitti. Ondan dolayı
ferahladım dedi.
Kurtubî der;
— Ondan sonra Mekke ile Medine arasına gelince babasının kabrine
uğradı. Onu da İslâm’a dâvet etti. Hak taâia hazretleri onu da diriltti, O da
imân edip tekrar kayboldu. İşittim ki amcası dahi diri olup iman getirdi.
Bazı siyerciler bu sözler sahih değildir, derler. Amma şöyle bilmek
gerektir ki, İmam Kurtubî yalan söylemez. Rasûlûllaha da, Alemlerin Rahmeti
oluncak; anne ve babasının mümin olması lâyıktır.
Enes (radiyallâhu anh) der ki:
— Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem’a bir kişi geldi ve:
Benim ve senin baban nerede? dedi.
506
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Cehennemdedir, dedi.
Böyle olunca nasıl iman getirmiş olur?
Cevap şudur.
— Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem'ın kemalinde
şaşılacak bir taraf yoktur. Belki sonra, anasını ve babasını Hak'tan dileyerek
diriltip iman getirdikten sonra ölmüş olabilirler. Zira bir çok peygamberler
ölüleri diriltmişlerdir. Yû nus (aleyhisselâm) , ölmüşken îlyâs (aleyhisselâm) diriltti. Hz. tsâ beş kişiyi diriltti. Hz.
Muhammed Mustafa kendisi onlardan üstündür. Onun gibi bir sultanın ana ve
babasını Hakk Teâlâ hazretlerinin kâfirlerle Cehenneme atması reva mıdır?
Bilmek gerektir ki, Hz. Rasûl Risâlet büyüklüğü ve Nübüvvet azameti
ile cihana gelince, husûsen Hicretten sonra çok mu’cizeler zâhir oldu ve
Kur’ân nâzil oldu. Önceki peygamberler bir kaç mucize gösterdiler. Amma bizim
peygamberimiz (aleyhisselâm) üç bin
mucize gösterdi. Cebrâil (aleyhisselâm) otuz bin defa yer yüzüne indi. Yirmi yedi bin
defa Hz. Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem’a indi. Üç bin kerre geri
kalan peygamberlere indi. Eğer Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem’ın
bütün kemâlâtını teferruat ile bilmek isterseniz Tefsir kitaplarını
inceleyin.
Bu kitaba bunların hepsi sığmaz. Nitekim her yerde özür beyan
ettim.
Onu ancak yanan kalpler ve ruhlarla yazdık, birbirinden ayrılan
bedenler ve canlarla ancak ona şekil verdik. Ey Allahım! Mübârek Cemâlinden
bizi mahrum etme ve ulu fazlından bizi onunla mükâfatlandır.
507
61. RASÛL (aleyhisselâm) TN VEFATI
Müfessirler şöyle beyan ederler:
— Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Mekkede olduğu vakit
sâdece namaz farz olmuştu. Medine’ye gelince Hakk Teâlâ Haram ve Helâl ayetini
indirdi. Bütün şer’î hükümleri bildirdi. Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve
sellem’a açık ayet ve alâmetlerle nicı mu’cizeler zâhir etti.
Hz. Rasûl, Risâleti kemâle erişip vahiy tamam alunca, son haccında
Medine’den Mekke’ye vardığının ertesi günü Arafat’a çıktı. Orada Cuma günü
hutbe okudu. (193)
En mühim bilgileri ve en güzel ibâdet şekillerini, İslâm’ın özünü,
o hutbesinde, halka tekrar bildirdi. Ve:
— Size dininizi ve ibâdet hükümlerini bildirdim mi? diye kalabalığa
sordu.
Onlar:
— Evet bildirdin, dediler.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Allahım! Sen buna tanık ol! dedi ve halka duâ etti.
Cuma'dan sonra ikindi vaktinde «Vakfe»’ye durdu.
Deve üzerinde o gün Hakka ve halka yöneldi.
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) der ki:
— O gün beş bayram bir araya geldi:
1. Cuma,
2. Arefe,
(193) Kasıt, Peygamberimizin yüzbinden
fazla müslüma- na karşı okuduğu Veda Hutbesidir. Ar efe günü
Arafât’da okunmuştur.
508
3. Yahûdilerin
bayramı,
4. Hıristiyanların
bayramı,
5. Ateşe
tapanların bayramı idi. Onun gibi bir daha olmadı ve olmaz da.
Ondan sonra Medine’ye geldi. Şehre gelince şu ayet nâzil oldu:
«Öyle bir günden sakının ki hepiniz o gün Allaha döndürüleceksiniz.
Sonra herkese kazandığı tastamam verilecek, onlara haksızlık edilmeyecektir.»
(194)
Peygamber ()A.S.)’a son inen ayet budur. Bu âyet’- den sonra
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yirmi bir gün yaşadı. Sahih olan
şudur ki, Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’ın ömrü altmışüç yıldır.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ecelinin yakın olduğunu
bilince halkı çağırmalarım istedi. Hz. Bilâl dam üstüne çıktı. Ve:
— Ey Müslümanları Hepiniz Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve
sellem’m yanına geliniz! dedi.
Her taraftan halk mescide geldiler. Hz. Rasûl kalktı, minbere
çıktı. Allaha hamd-ü senâ etti. Kendinden bahsetti. Ondan sonra çok güzel ve
manâlı bir hutbe okudu.
Dinleyenler, gözlerinden yaş yerine kan akıttılar. Cennet
nimetlerini bunlara müjdeledi. Cehennemden korkuttu. Harp için onları teşvik
etti. Orada bulunanların hepsi çok ağlaştılar ve:
— Ey Allahın Rasûlü! Bu ne hutbesidir? Kalpleri- mizi yaktı
dediler. Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
— «Bu hutbe vedâ hutbesidir. Ey dostlarım! Ben
(194) Bakara Sûresi, ayet: 281.
509
dost edinse idim Ebû Bekr-i Sıddîk’ı
tutardım. Fakat benim dostum Hakk Teâlâ hazretleridir.
Biliniz ki benim ölümüm yakındır. Şüphesiz Hakk Teâlâ hazretleri
ölümü her mahlûka hükmetti. Ne AL laha yakın melek, ne de Nebiy ve Mürsel kahr.
Ancak bâkî olan Hakk Teâlâ hazretleridir.
Benden sonra Peygamber gelmez. Peygamberlerin sonuncusu ve
Rasûllerin efendisi benim. Siz bütün ümmetlerin hayırhsısınız. Allahtan korkup
ibâdetle meşgûl olunuz. Allahtan korkan kimseye O, bekleme^ oiği yerden rızık
verir. Şahâdet kelimesini dâima getiriniz, tekrâr ediniz. Namazı kılınız,
Zekâtı veriniz Gücünüz yeterse Hacca gidiniz. Ramazan ayında oruç tutunuz.
Allahın helâl ettiği şeyleri helâl, haram ettiğini de haram kabûl ediniz.
Kardeşlerimi görürseniz onlara selâmımı söyleyiniz.
Selmân-ı Fârisî:
— Ey Allahın Rasûlii! Biz senin kardeşlerin değil miyiz? dedi.
Hz. Rasûl:
— Siz benim Ashabım ve yardımcılarımızsınız, Kardeşlerini, benden
sonra gelen ve beni görmedikleri halde bana iman edenlerdir dedi. Ve şu ayeti
kerîmeyi okudu:
«Hakikat, Allahın Peygamberi yanında seslerini yavaşlatanlar (yok
mu?) işte onlar Allahın takvâ için kalplerini imtihan ettiği kimselerdir. Onlar
için bir mağfiret ve büyÜK bir mükâfat vardır.» (195)
Bu son hutbeyi, vefâtmdan beş gün evvel okudu.
(195) Hucurât Sûresi, ayet: 3.
510
Minberden, rengi değişmiş ve gözü yaşlı olduğu halde indi. Hz.
Aişe’nin odasına geldi. Döşeğe yattı. Hz. Aişe:
— Ey Allahın Rasûlü! Anam ve babam sana fedâ olsun! Ne oldu böyle
yatıyorsun? dedi.
Hz. Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem Hz. Aişe’ye cevap
vermedi. Amma dizine yaslandı.
Hakk Teâlâ hazretleri Ölüm meleğine:
— Ey Ölüm meleği: Habîbim Muhammed Mustafâ (salla’llâhü aleyhi ve
sellem)’e in! Benden selâm söyle. Kendisine haber ver ki o benim Habîbim, ve
mahlûkatın hayırlısıdır. Ben onu son derece özledim. Üzerine izinsiz girme ve
canını izinsiz alma. Zira yedi kat gök ehli ve arşı getirenler onun vefatım
işittiler ve hepsi ağlaştılar diye vahyetti.
Ondan sonra Ölüm meleği veryüzüne indi. Çok sa vida melekler de
indiler. Hz. Aişe’nin odasına geldiler
Ölüm meleği:
— Ey Cebrail! Hakk Teâlâ Muhammedin üzerine girme ve izinsiz canını
alma diye bana vahyetti dedi
Cebrâil (aleyhisselâm) bu
sözü işitince ağladı ve:
«Her can ölümü tadacaktır» (196) ayetini okudu.
Ondan sonra ağlayarak Hz. Rasûlün üzerine girdi.
Hz. Rasûl:
— Ey Cebrâil! Seni ağlar görüyorum! dedi.
Cebrâil (aleyhisselâm) .
— Ey Allahın Habîbi! Ey Muhammed! Nasıl ağlamanı? Ölüm meleği
kapıda bekler ve içeri girmek için izin ister, dedi.
Peygamber (A S.) ağladı ve Ölüm meleğine izin verdi. Ondan soma
Ölüm meleği' içeri girdi. Ve:
Âl i İmrân Sûresi, ayet: 185.
511
— Allahın selâmı üzerine olsun ey Ahmet! Ey Mu- hammed ve ey
Allahın yarattıklarının en hayırlısı! dedi.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Allahın selâmı ve bereketi senin üzerine olsun! Ey kardeşim
Azrâil! Ziyarete mi geldin? Yoksa canımı almaya mı? dedi.
Azrâil (aleyhisselâm) :
— Ey Muhammed! Dilersen ziyaret ederim. Dilen sen canını alırım,
dedi.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem ağladı ve:
— Yüce Allahı tasdik ederim ki, «Her can ölümü tadacaktır» dedi.
Azrâil (aleyhisselâm) :
— Ey Habibim! Ey Muhammed! Hakk Teâlâ sana peygamberlik t. rdi.
.Sana karşı ben, Ananın çocuğuna olduğu gibi şefkatliyim. Eğer Hakk Teâlâ bana
bütün âlemin canını almaya izin verse idi senin şerefli ruhunu almaktan bana
daha kolay idi, dedi.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Ey Ölüm meleği! Hoş geldin. Fakat bana mühlet ver. Ashâbımı,
Ensârımı ve gözümün nûru Hz. Aliyi, kızım Fatmayı ve çocukları Haşan ve
Hüseyini son defa göreyim» dedi.
Ölüm meleği:
— Vallahi sana itaat ediyorum ya Rasûlûllah! dedi.
Ondan sonra Hz. Ali, Hz. Fatıma ve Hz. Haşanla Hüseyin bir araya
geldiler. Çok ağlaştılar. Onlara ba- kınca Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi
ve sellem da ağladı.
Hz. Fatıma:
— Ey Allahın R.ısûlü! Nıçm ağlıyorsun? dedi.
512
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Niçin ağlamayayım! Şu duran ölüm meleğidir. Senin atanın ruhunu
almaya geldi. Zira cihanda Allahtan başka kimse hâki değildir, dedi.
Hz. Fâtıma (radiyallâhu anh):
— Ey Allahın Rasûlü! Allahtan beni yakında sana ulaştırmasını dilerim
dedi.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem;
— Ey Fatıma! Yakında bana gelirsin, dedi.
Böylece ehl-i beyti (ailesi — Hanedanı) ve ashabı ile vedalaşırken
namaz vakti oldu. Hz. Bilâl kapıya geldi ve:
— Esselâmû aleyke yâ Rasûlûllah (Allahın selâmı üzerine olsun ey
Allahın Rasûlü)! dedi.
Rasûi (aleyhisselâm) :
— Ey Bilâl! Hakk Teâlâ hazretleri sana rahmet etsin. Senin
peygamberin, şüphesiz kendi ile me^gûldür. Ey Bilâl! Hz. Ebû Bekr-i Sıddîka
söyle! İmam olsun! Halka namaz kıldırsın, dedi.
Hz. Bilâl gitti. Halkı mescide çağırdı. Ve:
— Ey Müslüman toplumu! Şüphesiz bugün Rasûlü Ekrem kendi nefsi ile
meşgûldür. Ebû Bekr-i ffıd- dîk'nryerine imanı olmasını ve halka namaz
kıldırıver- mesini buyurdu, dedi.
Müslümanlar bu sözü işitince çok üzüldüler ve ağlaştılar. Hz. Ebû
Bekr-i Sıddık, Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’ın sözüne uyup Mihraba
girdi. Saflar bağlanıp Ebû Bekr-i Sıddıka uydular. Namaz kılarken Hz. Ebû
Bekir, Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem’m secde ettiği yere baktı, Hz.
Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem’ı orada göremeyince ağladı ve:
— Şimdiden sonra vahiy bizden kesildi, dedi.
513
Müslümanlar onu gördüler, berâber ağladılar.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem bunların seslerini
işitti ve Hz. Aliye:
— Bu ne ağlaşmaktır? dedi.
Hz. Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Ey Allahın Rasûlü! Ashâb sizi namazda bulamadılar, onun için
ağladılar dedi.
Hz. Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Ya Rabbi! Beni biraz hâfif et, müslümanlarla namaz kılayım dedi.
«Zira sen herşeye kadirsin» ayetini okudu.
Böylece Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem mübârek
bedeninde biraz rahatlık buldu. Ona Ölüm iyiliği derler, Fazl bin Abbâs ve Hz.
Ali’nin omuzlarına tutunup kalktı. Mescide vardı. Ebû Bekr-i Sıddîk namazı
tehir etti. Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem ileri gelip mihraba
geçti. Halka namaz kılıverdi. Oturdu, yüzünü müslümanlara çevirip:
— Ey Müslümanlar! Dervişlere, fakirlere, yetimlere ve gazâ’ya
gidenlere yardımda bulunun. Size nasihat ettim mi? Risâletimi, Peygamberlik
vazifesini size bildirdim mi? Hak yolunda eksiksiz gazâ ettim mi? Kur’anı size
okudum mu’ namazı, orucu ve gazây: size bildirdim mi? dedi.
Müslümanlar:
— Evet ya Rasûlûllah» Hepsini bildirdin. Allah senden hoşnut olsun,
sen şefkatli bir peygambersin dediler.
Ondan sonra Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Ey Müslüman toplumu! Hakk Teâlâ hazretlerinden korkun. Şüphesiz
ben yakında sizden ayrılacağım. Zira dünyâ'ya durmaya gelmedim. Belki Hak taâlâ’nın
kullarını Hakka davet etmeğe geldim, dedi.
514
Ondan sonra Mescidden kalktı. Hz. Ali ve Fazl bin Abbasm omuzlarına
dayanarak tekrar Hz. Aişe’nın evine teşrif etti.
Hakk Teâlâ hazretleri ölüm meleğine:
— Ey Ölüm meleği! İn, habîbime benden selâm söyle ve onu hoş tut, o
benim bütün yarattıklarımın en hayırlısıdır diye vahiyde bulundu.
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) şöyle dedi:
— Ölüm meleği en güzel şekiPve hoş bir koku jle yeryüzüne indi.
Güzel bir insan kıyafetinde Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem'm
evine geldi ve:
— Ey peygamber ailesinin evi ve Risâlet cevherinin ehli, eşi!
Allahın selâmı üzerine olsun. İzin ver içeri gireyim dedi.
Hz. Fâtıma (radiyallâhu anh):
— Ey Arab kardeşim! Hakk Teâlâ hazretleri sana rahmet etsin.
Rasûlûllah kendi nefsi ile meşguldür, dedi.
Rasûlü Ekrem (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz, Azrâil (aleyhisselâm)
’ı sesinden ve sözünden tanıdı ve:
— Ey Fâtıma’ Kiminle konuşursun? dedi.
Hz. Fatıma (radiyallâhu anh):
— Bir arab geldi. Eve girmekiçin izin istiyor, dedi.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— O Arab değildir. Bil ki O, lezzetleri bozan, insanları
birbirinden ayıran, evleri yıkan ve kabirleri yapan kimsedir, ölüm meleğidir
O. Beni dünyâ’dan alıp Ahirete götürmeye geldi. Ey Fâtıma! Kapıyı aç girsin!
dedi.
Hz. Fâtıma kapıyı açtı, Azrâil (aleyhisselâm) içeri girdi ve:
— Allahın selâmı üzerine olsun ey Allahın Rasûlü! dedi.
515
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Senin üzerine olsun ey Azrâil! Ziyarete mi? Yoksa canımı almaya
mı geldin? dedi.
Azrâil (aleyhisselâm) :
— Ya Rasûlûllâh! Canını almaya geldim. Allah se, nin şerefli ruhunu
kolaylıkla almamı bana buyurdu, dedi.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Ey Azrâil! Hani kardeşim Cebrâil? dedi.
Azrâil (aleyhisselâm) :
— Dünyâ göğünde kaldı, senin için melekler ona ta’ziyede
bulunurlar, başsağlığı dilerler dedi.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem ağladı ve gönlü mahzûn
oldu.
Azrâil (aleyhisselâm) :
— Ya Rasûlûllah! Allah Teâlâ buyurdu ki, eğer istersen ruhunu
gabzetmeyeceğim, canını almayacağım. Eğer istersen dilediğin kadar yaşa, dedi.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Ondan sonra emir ve durum nedir? dedi.
Azrâil (aleyhisselâm) :
— Ölmektir decji-
Rasûlü Ekrem (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Bana mühlet ver, Cebrâil gelsin. Gönlünıdekini ona sorayım dedi.
Azrail (aleyhisselâm) :
— Başüstüne! dedi.
Derhal Cebrâil (aleyhisselâm) geldi, selâm verdi ve:
— Ey kasdeşim Cebrâil! Şu duran Azrâildir. Benim canımı almaya
geldi. Sen benden niçin ayrı olursun? dedi.
516
Cebrail (aleyhisselâm) :
— Ya Rasûlüllah! Ben seni bu halde görmeye dayanamam, diye özür
beyan etti.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Bana haber ver. Benim Rabbim bana ne vaadet- ti? dedi.
Cebrail (aleyhisselâm) :
— Ey Allahın Rasûlü! Göklerin kapısını açtılar, Cenneti bezediler -
süslediler, Hûru’l-Iyn’i süslediler, Sen evvel şefâat edersin ve evvel Cennete
girersin Li- vâül-Hamd senin elinde olacaktır. Ceddin Adem Peygamber, senin
sancağın altındadır, dedi.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Sorduğum o değildir, şudur: Fakir ümmetimin hâli nedir? Onu
öğrenmek istiyorum, dedi.
Cebrâil (aleyhisselâm) :
— Onlar için hiç gam yeme, kaygılanma. Senin ümmetin girmedikçe,
diğer ümmetlere Cennete girmek haramdır, dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri bütün mevcudatı senin için yarattım buyurdu.
Cebrâil (A.S.i;
— Ya Rasûiüllâh! Seni Firdevs-i Alâ'da mı yoksa Sidre-i müntehâda
mı defnedelim? diye sordu.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Benim ümmetimi nerede defnedersiniz? dedi.
Cebrâil (aleyhisselâm) :
— Yeryüzünde dedi.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem;
— Beni de yeryüzünde defnedin, dedi.
Ondan sonra Hz. Ebû Bekir (radiyallâhu anh):
51Î
— Ya Rasûlüllah! Sizi kim gasletsin, yıkasın? dedi.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Amcam oğlu Ali yıkasın, Abbâs oğlu Fazl da su döksün. Kefene
sarınca kabrimin üstüne koyun, bir müddet dursun. Evvelâ benim namazımı Rabbim
kılar, yani Hakk Teâlâ hazretleri bana rahmet eder. Ondan sonra melekler kılar.
Sonra Ehl-i Beytim namaz kılsın. Sonra da Müslümanlar kılsınlar, dedi.
Hz. Fâtıma (radiyallâhu anh) bu sözü işitince feryât ederek:
— Vah babacığım! Bu ayrılığın kavuşması nasıl olur. Ben seni
kıyâmette nerede bulurum? diye bağırarak ağladı.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Ey Fâtıma! Yarın beni Mizân’ın yanında bulursun. Orada ümmetimin
hesabını gözlerim dedi.
Hz. Fâtıma (radiyallâhu anh):
— Eğer Orada bulamazsam ne edeyim? dedi.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Beni Havzın yanında bulursun. Orada susuz ümmetime su içiririm,
dedi.
Hz. Fâtıma (radiyallâhu anh):
— Eğer orada da bulamazsam ne edeyim? dedi.
Hz. Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem'-
— Beni Sırat ın yanında bulursun. Ekseri orada olurum ve: Ey
Rabbim! Ümmetimi Cehennem ateşinden sakla, onlara yardımını esirgeme! derim,
dedi.
Bu sözler tamam olunca Azrail (aleyhisselâm) Cennet kokusunu Peygamber (salla’llâhü aleyhi
ve sellem)’a kokuttu ve şu ayeti okudu:
«Ey itmî’nâna (eminliğe) ermiş ruh, dön Rabbine, sen ondan râzı, O
senden razı olarak» (197)
1197) Fecr Sûresi, ayet- 27, 28.
518
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’ın rûhu ayaklarına gelince
(Bismillah = Allahın adıyla) dedi. İnciklerine gelince, bu Allahın vadesidir
dedi Diğerine gelince: (La Havle ve Lâ kuvvete illâ billâhil Aliyyil Azîm = Ulu
ve yüce olan Allahtan başka hiçbir güç ve kuvvet yoktuı) dedi. Sonra;
— Ey Azrâil! Bu Sekerât-ı Mevti, ölüm deprenişi- ni, can çekişmeyi
bana tattırdın. Şaşılacak zahmet} var, dedi.
Azrâil (aleyhisselâm) :
— Ey Allahın Rasûlü! Ölümün şiddeti yetmişten fazladır. Her birisi
bin kerre kılıç ile vurmaktan çok acıdır, dedi.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Allahını! Ölümü bana ve ümmetime kolay ej dedi. Önünde bir çanak
su vardı. O su ile yüzünü mesh ederdi.
Hz. Ali (radiyallâhu anh):
— Hz. Râsûle baktım. Dudakları deprenirdı. Kulağımı koyup
dinledim, gördüm ki Ümmetim! Ümmetim! diyordu, der.
Ondan sonra Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem’m nefesi
kesildi. Temiz rûhu çıkıp gitti. Amma rengi değişmedi. Bilâkis bedr olmuş ay
gibi parlardı.
Azrâil (aleyhisselâm) Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in
temiz rûhunu alıp göklere götürdü. Bin saf olmuş melekler karşıladılar. Alıp
Hayyül - Kayyûm (Ezelî ve Ebedî) olan Allahın yüce katma götürdüler.
Hz. Rasûl onsekiz gün hasta oldu. Rabîül - Evvelin virıni üçüncü
günü Alıirete teşrif etti. Hz. Ali (radiyallâhu anh) yı-
519
kadı. Hz. Fazl bin Abbâs perde arkasından su döktü. Hz. Aişe (radiyallâhu
anh)’ın evinde yıkadılar. Hz. Ali (radiyallâhu anh):
— Yıkarken nûra gark oldum, nurla doldum ve: «Peygamberinizi örtün,
Hakk Teâlâ hazretleri sizi örtsün» diye bir ses işittim dedi.
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) der ki:
— Cebrâil (aleyhisselâm) Cennetten bir kefen getirdi. Ve Peygamberin
cenazesi ile kabri saadetlerine vardı. Hz. Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi
ve sellem’in üç gün melekler namazını kıldılar. Bütün müslümanlar çok yas
tuttular, çok ağlaştılar. Hz. Fatıma gece gündüz ağladı. Dört veya altı ay,
vefat edinceye kadar ağladı.
Ebû Bekr-i Sıddîk Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem’m
evine girince namaz kıldı ve duâ edip ağladı.
Bir kişi kapıdan:
— Allahın selâmı üzerinize olsun ey Ehl-i Beyt! Her can ölümü
tadacaktır! dedi.
Hz. Ebû Bekr-i Sıddîk-
— Bu Hızır (aleyhisselâm) ’dır. Peygamber için bizi ta’ziye etti,
bize başsağlığı diledi, dedi.
Ey mağrûr kimse! Bu fânî dünyâ'da ölüm işi şaşı- lacak bir şey
midir? Hani peygamberler? Hani Velîler? Hele Allahın sevgilisi Muhammed
Mustafa (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hazretlerine bak ne oldu? Dünyâ’da ona
da neler ettiler? Kuzuya ağu kattılar. Dört sene doldu. O ağu meydana çıktı
ve ondan şehît oldu.
Şimdi senin hâlin şaşılacak şey midir? Bir gün bu can kuşu, bu ten
kafesinden uçar. O ya âlem-i envârda, nûr âleminde, ya da âlem-i zülûmatda, karanlık
alem de kalır. Ondan Allaha sığınırız.
Ebu'l-Leys Tefsirinde şöyle dedi:
520
— Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem vefât edince
münafıklar küfürlerini izhâr ettiler ve birçok kişi de dinden döndüler. Ashâb
onları görüp hayret içinde kaldılar. Derhal Ömer bin Hattâb (radiyallâhu anh)
Hz. Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem’ın minberine çıktı ve:
— Kim Muhammed öldü derse onu kılıcımla parça parça ederim,
Bilâkis o diridir, yaşıyor dedi.
Ebû Bekr-i Sıddîk (radiyallâhu anh) ondan bu sözü işitince geldi
ve:
— Ey Ömer! Minberden in dedi. Hz. Ömer minberden indi ve Hz. Ebû
Bekir (R.A) çıktı ve;
— Kim Muhammede taparsa, muhakkak Muhammed öldü. Kim Allaha
taparsa Allah Teâlâ ölmez O, hayat sâhıbidir ve ebedîdir. Kim bizim dinimizden
çıkarsa, onunla bizim aramızda kılıçtan başka şey yoktur dedi. Ve şu ayeti
okudu:
— «Muhakkak sen de öleceksin (Habîbim), onlar da elbet ölecekler.»
(198)
Münâfıklar bu sözü işitince korktular.
Bazıları derler ki:
— Bir kişi Hz. Ömer'e geldi ve sordu: Muhammed diri midir? Yoksa
öldü mü? deWi. Hz. Ömer; kabrinde diridir diye cevap verdi. Aynı şahıs Ebû
Bekir (radiyallâhu anh)’a gitti ve: Muhammed diri midir? Yoksa öldü mü? diye
sordu. Hz. Ebû Bekir; Öldü dedi. O kişi: Ömer'e sordum, kabrinde diridir dedi
deyince Hz. Ebû Bekir (radiyallâhu anh): Ömer doğru söylüyor, Muhammed kabrinde
di, ridir, görür ve işitir, amma dünyâ’dan gitti dedi.
Hz. Ebû Bekir, Hz. tsâ'ya benzetip Allah demesin-
(298) Zümer Sûresi, ayet: 30.
521
ler diye, ihtiyat edip, Muhammed öldü dedi.
Hz. Ömerin sözü doğrudur ve sahihdir. Zira Peygamberler
kabirlerinde diridirler. Nitekim Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Hakk Teâlâ hazretleri peygamberlerin cesetlerini yemeyi yere
haram kıldı. Onlar kabirlerinde diridirler. Ümmetinin amelleri onlara arz
olunur, demiştir.
İlâhî! Selâmet ve rahmet yaratılmışların en uğurlusu Muhammed (aleyhisselâm)
, onun ailesi ve bütün Ashâbı üzerine olsun.
62. ASHÂBIN FAZİLETLERİ VE HZ. FÂTIMA
(radiyallâhu anh)’IN VEFATI İLE İLGİLİ BÖLÜM
Hz. Aişe (radiyallâhu anh) hazretleri şöyle dedi:
— Vakit olurdu ki geceleyin Hz. Fâtıma (radiyallâhu anh)’m yüzünün
nûrundan iplik eğrilir idi.
Hz. Fâtıma, Rasûlûllâh (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hazretlerinin
vefatından sonra altı ay muammer oldu, yaşadı. Ömrü sona erip Rasûlûllaha
varması, sevgili babasına kavuşması yaklaşınca bir gün Hz. Haşan ile Hz.
Hüseyin'in elbiselerini yudu ve Arpa somunları pişirdi. Hz. Ali onu gördü ve:
— Bu ne hazırlık? diye sordu.
Hz. Fâtıma (radiyallâhu anh):
—_ Babama gidiyorum, şu sandıkta bir hokka vardır, onu getir dedi.
Hz. Ali getirdi. O hokkanın içinden mühürlü bir mektup çıkarcjı.
Hz. Ali (radiyallâhu anh).
— Bu ne mektubudur’ dedi.
Hz. Fâtıma (radiyallâhu anh):
522
— Beni sana vermek istedikleri vakit bana mihir, ağırlık tayin
etmeyi düşündüler. Ben razı olmadım Babam:
— Bundan âr ettiğine göre dilediğin nedir? dedi.
— Ben kıyamette bütün mü’min hanımlarının şefaatçisi olmayı
dilerim, dedim.
Hazreti Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Bakalım Tann neyler? dedi.
Derhâl Cebrail (aleyhisselâm) geldi ve:
— Hakk Teâlâ hazretleri sana selâm söyler, Hz. Fâ- tıma ne diterse
o olsun buyurdu, dedi.
Ben bu söze hüccet (delil belgesi) istedim. Cebrâ- il (aleyhisselâm)
gitti ve Hakk Teâlâ’dan bu hücceti
getirdi. Kı- yâmet olunca bunu gösterip şefaat edersin dedi.
Şimdi ey Alii Ben öldüğüm zaman bu hücceti de benimle beraber
defnet dedi.
Hz. Fâtıma dünyâ’dan göçünce, Hz. Ali onu Hz. Rasûlu’llâh
salla’llâhü aleyhi ve sellem'ın kabrine getirdi. Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü
aleyhi ve sellem mübarek elini kabrinden çıkardı ve:
— Ey Ali! Kızımı bana ver dedi. Hz. Ali de verdi. İkisi aynı
yerdedir.
Bazıları yanına yakın yerdedir, demişlerdir.
Allah onlardan razı olsun.
Nakledildiğine göre Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur:
— Benim Ashâbımı sevin. Benim Ashâbım yıldızlar gibidir. Hangisine
uyarsanız kurtulursunuz. Kim benim Ashabımı severse ben de severim. Kim
sevmezse ben de onları sevmem. Kim benim Ashabımı incitirse beni incitmiş
olur. Kim beni incitirse Allahı incitmiş olur. Kim de Hakk Teâlâ hazretlerini
incitirse Allah ona elim, acı azâö eder.
523
EBÛ
BEKİR (radiyallâhu anh)TN VEFATI
Onun kerametini, yüce makamlarını ve büyük va: sıflarını
sana bildireyim, anlatayım.
Erkeklerden ilk müslüman olan Ebû Bekir’dir, Müslüman oiunca canını
ve malım Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem'ın yoluna feda etti.
İslâm’a girmezden önce çok mah vardı.
Hepsini Hak yoluna harcadı.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— İnsanlar içinde Ebû Bekir, melekler içinde Mî- kâil (aleyhisselâm)
’a benzer.
— Ey Ebû Bekir! Seninle benim aramda fark yoktur. Fark şudur: Bana
peygamberlik verildi. Ebû Bekir ise namazda imamlığa uygun görüldü buyûrclu.
Namazda imam olunca, geri kalan şeylerde de uyulmaya lâyık demektir. Ashâb’dan
bazıları şöyle demişlerdir:
— Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Cennetin kilidi kimin
elinde olur diye? düşünürdü. Derhâl Cebrâil (aleyhisselâm) geldi ve:
— Hakk Teâlâ sana selâm söyler. Cennetin kilidi Hz. Ebû Bekr-
Sıddîk’in elinde olacaktır. Ebû Bekr-i Sıd- dîk kimden râzı olursa onu Cennete
koyanm. Kimden râzı olmazsa onu Cennete koymam buyurdu, dedi.
Haberde geldiğine göre Hakk Teâlâ umumî olarak herkeste ve
herşeyde, sıfat itibariyle, tecellî etmiştir, kudretinin eserini göstermiştir.
Hz. Ebû Bekr-i Sıddîk da ise hasseten tecelliyatını, o İlâhî kudret ve sıfatını
göstermişti.
Kimileri şöyle der:
— Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki: Kim yer
yüzünde yürüyen ölü görmek isterse Hz. Ebû Bekire baksın.
524
— Hakk Teâlâ hazretlerinin üçyüz hulku, ahlâk güzelliği, yaratılış
duruluğu vardır. Kim bunlardan birisi ile bezense Cennete girer.
Hz. Ebû Bekir (radiyallâhu anh):
— Ey Allahın Rasûlû' Bende o güzel huydan bir şey var mıdır? dedi.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Üçyüz’ü de sende vardır, buyurdu.
Ebû Bekir’in faziletine açık bir delil de şu ayet-i kerîme’dir:
— «Halbuki çok sakınan, malını (Allah nezdinde sırf) temizlenmek
için veren ondan uzaklaştırılacaktır.» (199)
Bütün müfessirler, ayetdek: şahsın Ebû Bekir olduğunu
söylemişlerdir.
Rasûlûllah buyurdu:
— Nebilerden ve Rasûllerden sonra, Ebû Bekir’den üstün bir kimse
üzerine güneş doğmamıştır.
Ebû Bekir’in adı Abdullah idi. Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi
ve sellem onu Ebû Bekir’le künyeledi.
Ebû Bekir, Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'a hakîkatda yâr
dosttur ve Ashâbın en üstünüdür. Alim, zâhid, mutta-: kî, sıddîk ve kâmildir.
Dinin sürürüdür. Kıyamet gününde peygamberimiz ilk önce kabirden kalkar, arkasından
Ebû Bekir kalkar.
Peygamber efendimizden sonra iki yıl dört ay Halifelik yaptı.
Altmışüç yıl muammer oldu, yaşadı.
Ondan sonra fenadan, fâni olan dünyâ’dan bekâ mülküne, bâkî olan
Ahirete göç etti ve Adn Cennetinde makam tuttu. Oradaki makamına kavuştu.
(199) Leyi Sûresi, âyet: 17, 18
525
HZ. ÖMER
(radiyallâhu anh)TN VEFATI
Allah Teâlâ buyurdu:
— «Ey Peygamber, sana da, mü’minlerden senin izince gidenlere de
Allah yeter.» (200)
Bazıları:
— Bu ayet hassaten Hz. Ömer için Mekkede nâzil oldu dediler.
Hz. Ömer İslâm’ı kabûl ettiği zaman Müslümanlar otuzdokuz kişi idi.
Hz. Ömer'le kırk oldu. Hz. Ömer’in müslümanhğı ile Mekke’de müslümanltk âlemi
oldu.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle duâ etmişti:
— Ey Allahım! İslâm’ı Ömer’le veya Ebû Cehil ile aziz eyle, yücelt.
Hakk Teâlâ Ömer için bu duâ’yı kabûl etti .
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem Hz. Ebû Bekir ile Hz.
Ömer’e Cenneti müjdeledi.
Abdullah bin Ömer der ki:
— Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem’den duydum: Bir gün
uyumakta idim. Rüyamda bir kadeh, bir bardak süt verdiler. içtim. Soğukluğu
tırnaklanma kadar yayıldı. Benden artanını Ömer’e verdim.
Sahâbiler:
— Ya Rasûlûllah! Bunu nasıl yorumlarsınız? dediler.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem :
— Hakk Teâlâ Hz. Ömer’e ilim verecek, buyurdu.
— Ey Ömer! Eğer ben peygamberliğe gelmesey- dim, sen gelirdin.
(e 00) En]Al Sûresi, âyet: 64.
526
— Benim iki vezirim gökte vardır. İki vezirim de yerde vardır.
Göktekiler Cebrâil ile Mîkâil'dir. Yerde- kılerden biri Ebû Bekr-i Sıddîk, biri
de Ömer Faruk'- dur, buyurdu.
Hz. Ömer, Emirûl-Mü’minin (mü’minlerin emiri) diye
isimlendirilmiştir. Dinin kandilidir. Zâhid, Alîm muttekî, âlemin kutbu,
cihanın revnakı, yıldızı ve âd:> Emir’dir. Kendi oğluna dahi had
vurup, (şerî cezâ tat bik edip) adaletini ortaya koydu. Dinimiz onunla kemâl
buldu. Şeytanlar ve cinler onu görünce korkarlar dı.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Hüküm vereyim ki Cenneti Hz. Ömer açsın ve Sırat Köprüsünü ilk
önce o geçsin buyurdu.
Ebû Bekr-i Sıddîk’tan sonra on yıl Halifelik etti Altmışüç yıl
yaşadı.
Fîrûz adh bir köle vardı. Çok zâlim ve kötü bir kâfirdi. Bir gün
Hz. Ömer namazda iken o kâfir iki yüzlü bıçakla onun üzerine yürüdü ve yedi
yerinden vurup şehîd etti.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem'in Ravzası içinde Hz.
Ebû Bekir’in yanına defnettiler.
Allah ondan razı olsun.
★ ★ ★
OSMAN
(R.A.VIN VEFATI
Hz. Ömer'den şonra Hz. Osman Halîfe oldu. Hz. Rasûlu’llâh
salla’llâhü aleyhi ve sellem ona duâ etti ve:
— Ey Osman! Allah senin gelmiş ve gelecek günahını yarlığasm!
dedi.
527
Hakk Teâlâ hazretleri o duâ'yı kabûl edip Hz, Osman’ı yarlığadı.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Cennette biı şimşek gördüler. Cennet ehli: Bu nasıl şimşektir?
diye sordular. Hakk Teâlâ hazretleri bu. yurdu. Bu şimşek değildir. Hz. Osman
bir odasından diğer odasına geçerken naibimden çıkan nurdur o gördüğünüz.
Yerde yürürken Cennete onun nalinlerinin nuru ışık verir, orayı aydınlatır.
Bir gecede iki rekat namazda Hz. Osman’ın Kur’anı hatmettiği
meşhurdur.
Melekler ondan utanırdı. Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve
sellem’ın üçüncü dostu idi. Câmi’ul Kur’an’dır (201)
Tefsiri ve manâyı iyi bilenlerden idi.
Peygamber (salla'llâhü aleyhi ve sellem)’in iki defa damadı
olmuştur. Onun için Lâkab: (Zinnûreyn = iki nur, peygamberin ki kızına sahip)
idi. Peygamberimiz onu iki defa damat, güvey etmişti. Onun için böyle
demiştir.
O da malım Allah ve İslâm yolunda harcadı.
Bir gün Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem’e üçyüz deve
bağışladı.
Hz. Ömer’den sonra on iki vıl Halifelik yaptı.
Zilhicce ayında, Kur’an okurken evinde şehîd ettiler. Doksan yahu;
seksenaltı yaşında vefat etti.
Allah ondan razı olsun.
(201) Kitaplarda Hz. Osman Câmi'ul-Kur'an, Kur’anı iki kapak
arasına getiren olarak geçer. Halbuki bu işi Hz. Ebû Bekir yapmıştı. Hz. Osman
Kur’an nüsha sini çoğaltmıştır. Nâşirul-Kur’andır.
528
ALİ (kerremallahü
vecheh radiyallâhu anh) IN VEFATI
Sa’d bin Ebî Vakkâs (radiyallâhu anh) rivayet eder:
— Rasûlûllah buyurdu: Hz. Ali benim yanımda Mûsâ (aleyhisselâm) ’a
Hârûn gibidir. Şu kadar var ki, benden sonra Peygamber gelmez.
— Hz. Ali bendendir. Ben de Ali’denim. Hakk Teâlâ hazretleri,
Peygamberliği benimle tamamladığı gibi, Halifeliği de Hz. Ali ile tamamladı.
Hz. Ali’nin, Islâmın Arslanı ve Sahâbilerin âlimi olduğu hususunda
ulemâ ittifak etmiştir.
Hz. Ali, Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem’in şöyle
buyurduğunu naklet, miştir:
— Kim Adem (aleyhisselâm) ’a ve ilmine, Şife ve hilmine, Idris’e ve
rifatına, Nuh’a ve davetine, tbrâhim’e ve sehâvetine, Mûsâ'ya ve salâbetine,
Dâvûd’a ve hilâfetine, Isa’ya ve zühdüne, Zekerriyâ (aleyhisselâm) ’a ve
şahadetine Yahya (aleyhisselâm) ’a ve ismetine bakmak ve görmek isterse Hz.
Ali’ye baksınlar.
Zira Hz. Ali bir ayna gibi düşmüş idi. Bunların kemâli Hz. Ali’de
gözüktü.
Hilâfetle ilgili olarak Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve
sellem şöyle buyurmuştur:
— Hilâfet otuz yıldır. Ondan sonra zorba beyler gelecek dedi.
Hz. Ebû Bekr-i Sıddîk ile Ömer Faruk onüç yıl halifelik ettiler.
Hz. Osman oniki yıl hilâfet etti. Hz, Ali beş yıl halifelik yaptı. Hepsi otuz
yıl oldu. Hilâfet Hz. Ali’de tamam oldu.
Allah hepsinden razı olsun.
529
Nakledildiğine göre bir gün Hz. Ali basta oldu Hz. Ebû Bekr-i
Sıddîk, Hz. Ömer, ve Hz. Osman (radiyallâhu anh) Hz. Ali'yi ziyarete geldi. Hz.
Ali’nin evinde bir tas bal bulundu. Hz. Ali o tas ile balı bunların önüne
getirdi Tas aktı. İçinde kızıl bal vardı. O balın içinde kara bir kıl vardı.
Hz. Ebû Bekr i Sıddîk, herbirimiz üçer temsil bulmayınca bu balı
yemeyiz, dedi.
Ebû Bekr-i Sıddîk;
— İslâm dini tastan nurludur. İman baldan tatlıdır. Şeriatın,
dinin hükmü kıldan incedir, dedi.
Ondan sonra Hz. Ömer:
— Cennet tastan nurludur. Cennetin nimeti baldan tatlıdır. Sırat
köprüsü kıldan incedir, dedi.
Ondan sonra Hz. Osman:
— Kur’an’ın nûru tastan nurludur. Kur’an . okumak baldan tatlıdır.
Kur’an’ı tefsir etmek kıldan incedir, dedi.
En sonrada Hz. Ali:
— Konuğun nûru tastan nurludur. Konuğun sözü baidan tatlıdır.
Konuğun gönlü kıldan incedir, dedi.
Böylece herbiri haline göre, münâsip söz söylediler.
Allah hepsinden razı olsun.
Hz. Ali, Rasû; (aleyhisselâm) ’m sevgili dostu idi. Zülfikâr- dır,
kılıç sahibidiı. Akıllı, kâmil ve muhakkıkdır. Kevser şarabının sâkîsi,
sunucusudur. Şehîdlerin ulusudur. Ashabın cevheridir. Hz. Fâtıma’nın yâridir.
Peygamberin amcası oğludur. Altmışüç yıl ömür sürdü. Bir Cuma günü mescidde
namaz kılmaya gitti. Ramazan-ı
F :
34
530
şerif idi. Küfe şehrinde «Mülcem» adlı bir kişi bıçak ile vurup
şehid elti. Hz. Haşan namazını kıldı. Camiin yanına defnettiler Cemâziyel-evvel
ayının sekizinci günü dünyâ’ya geldi. Ramazanın onbeşinci günü dünyâ'dan
gitti. Allah ondan razı olsun.
HZ.
HAŞAN VE HÜSEYİN (radiyallâhu anh)TN VEFATLARI
Nakledildiğine göre Zehretür-Riyazda şöyle denmiştir:
— Hz. Haşan doğunca Cebrail (aleyhisselâm) geldi ve: Ey Muhammedi Hakk Teâlâ
hazretlerinin sana selâmı var. Şöyle buyurdu: Hz. Ali sana Mûsâ (aleyhisselâm) a
Hârûn gibidir. Oğlunun adını, Hârû’nun oğlunun adını koy. Onun adı «Teberi »
idi. İmrânca (İbrânice) Haşan demektir.
Bir yıl sonra da Hz. Hüseyin doğdu. Cebrâil (aleyhisselâm) tekrar geldi ve: Bu oğlanın adını da Hârûn’un
küçük oğlunun adını koy dedi.
Onun adı «Tüberr» idi. İbrânice Hüseyin demektir.
Hz. Enes (radiyallâhu anh) nakleder:
— Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem'e sordular: Ehl-i
Beytin hangisi sana sevgilidir? diye.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Hz. Haşan ve Hüseyin, buyurdu.
Hz. Ali:
— Rasûlûllah göğsünden başına kadar Hasan’a Göğsünden ayağına
varıncaya kadarda Hüseyin'e benzerdi demiştir.
531
Nakledildiğine göre Hz. Haşan ile Hz. Hüseyin yazı yazarlardı.
Hz. Haşan benimki güzeldi dedi. Hz. Hüseyin benimki güzel dedi.
Aralarında konuştular. Sçnra Hz. Haşan:
— Babamıza soralım dedi. Sordular. Hz. Ali:
■— Ben biri iyidir demeye utanırım dedi.
Ondan sonra Hz. Haşan ile Hz. Hüseyin Rasûlûl- lah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem)'e geldiler. Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem
ikisinden birini tercih etmedi. Cebrâil (aleyhisselâm) geldi, ona sordular. Cebrail (aleyhisselâm) da Allah’a arz etti.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu:
— Ey Cebrail; Cennetten bir elma al, git o iki yazının üzerine
barak. Hangisine düşer ise a güzeldir.
Cebrâil (aleyhisselâm) Cennetten bir elma aldı, iki yazının üzerine
bıraktı. Hakk Teâlâ o elmayı iki parça yaptı. Yarısı Hz. Hasan’ın yazısına
düştü, yarısı da Hz. Hüseyin'in yazısına düştü. Allah onlardan razı olsun.
Nakledildiğine göre Cennet şöyle dile geldi:
— Ya Rabbi! Bende zayıflan ve fakirleri barındır, dedi.
Hakk Teâlâ buyurdu:
■— Şanım hakkı için seni Hz. Haşan, Hz. Hüsevin ve onların Ashâbı
ile süsleyeceğim.
H . Haşan ağu içmekle şehîd oldu. Hz. Hüseyin Kerbelâ Çölü’nde
şehîd oldu.
Nakledildiğine göre bir gün Hz. Haşan ile Hz. Hüseyin (radiyallâhu
anh) Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem’in dizinde oturmuşlardı. Hz.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem şefkât edip Hz. Hasan’ı ağzından
öptü ve Hz. Hüseyin’i boynundan öptü.
Derhâl Cebrâil (aleyhisselâm) üç şal getirdi. Biri kara, biri sarı, biri de
kızıl idi. Ve:
532
— Hak taâia hazretler sana selâm söyledi ve şöyle buyurdu dedi:
Beni nasıl seversin ki, karşımda çocuklarını öpersin. Bu revâ mıdır? Benim
aşkım onu ister ki başkasına sığınasın. Bu kara donu sen giy. Zira o, yas
nişanıdır. Sarı donu Haşan giysin, ağu içecektir. Kızıl donu Hüseyin giysin,
şehîd olur, kana bulaşır dedi.
Hz. Haşan ve Hüseyin (radiyallâhu anh) Aşûre günü şehîd olmuşlardır.
Hz. Haşan Medine’de; Hz. Hüseyin Kerbelâ’da şehîd oldular.
Kerbelâ’yı Yezîd etti. Önceleri Yezide lânet edilmezdi. Sonra
gelenler lânet ettiler.
Zira Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem’ın Ehl-i Beytine,
ailesine ihânet etti, dediler.
Nakledildiğine göre Hz. Rasûİ (aleyhisselâm) ’ın erkek çocuklarından
biri Kâsım idi. Peygamberlikten önce doğdu ve onsekiz ay yaşadı. Ondan sonra
vefat etti.
Hz. Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem’in iki oğlu daha
vardı. Birisi Hz. Abdullah idi, Mekke’de doğdu. Hz. İbrahim Medine de doğdu.
Bütün çocukları Rasûlûllahtan önce vefat ettiler. Amma Hz. Fatıma tR.A.) Hz.
Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem’dan altı ay sonra vefat etti.
Nakledildiğine göre- Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem’ın
hatunları dokuz idi.
İlki Hz. «Halice» (radiyallâhu anh)’dır. Sonraki eşi «Şevde», ondan
sonra Hz. «Aişe» (radiyallâhu anh), ondan sonra Hz. «Haf- sa», Ondan sonra Hz.
«Ümnıü Habîbe», ondan sonra Hz. «Ümmü Seleme» ondan sonra Hz. «Zeynep», ondan
sonra Hz. «Meymûne» ve ondrr sonra da Hz. «Sa-
533
fıyye»’dir. Bunlar «Hz. Hatice (radiyallâhu anh)’dan sonra idi.
Hz. Kasım, Hz. Abdullah, Hz. Zeynep, Hz. Tâhir, Hz. Ümmü Gülsüm,
Hz. Fâtıma ve Hz. Rukiyye. Bunlar Hatice hazretlerinden doğmuş idi. Hz.
İbrahim «Mâriya» hazretlerinden doğmuş idi. Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi
ve sellem’m eşlerinden Hz. Aişe (radiyallâhu anh)’dan maadası dul idi. Hz Aişe (radiyallâhu
anh) Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’dan sonra otuzdokuz sene hayatta
kaldı. Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem’ın dört kızı vardı. Biri
Zeynep idi. Onu Ebui - Âs’a verdi. Biri Hz. Fatıma'dır, Hz. Aliye verdi.
Hz. Rukiyye ve Hz. Ümmü Gülsüm’ü Hz. Osman (radiyallâhu anh)’a
verdi.
Onun için Hz. Osman (radiyallâhu anh)'a Zinnûreyn dediler.
Allah hepisinden razı olsun.
63. BÖLÜM
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in yirmi üç yazıcısı,
Vahiy Kâtibi var idi.
Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali (radiyallâhu anh) hazretleri ile Zeyd
bin Sâbit ve Hz. Muâviye, çoğunlukla yazıların» yazarlar idi, gelen vahiyleri
yazı ile tespit ederlerdi.
Hz. Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem, Aşere-i Mübeşşere
ile ilgili olarak şu idimleri beyan -buyurmuştur;
1. Ebû
Bekir,
2. Ömer,
3. Osman,
4. Ali,
5. Talha,
6. Zübeyr,
7. Ahdürramman
bin Avf,
534
8. Sa’d
bin Ebî Vakkâs,
9. Saîd
bin Zeyd,
10. Ebû Ubeyde bin El -
Cerrah Cennetliktirler. Allah hepisinden râzı olsun.
Nakledildiğine göre Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) kızı
Hz. Fa- tıma (radiyallâhu anh)’ı Hz. Ali (radiyallâhu anh)’a verince, Hz. Ebû
Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Selmân (radiyallâhu anh)’ları çağırdı. Hz. Fâtı- ma’nin
cihazını göslermek istedi. Hz. Fâtıma evinden çıktığı vakit başında bir çar
örtüsü vardı. İki yerinden yamah bir kaftan, elbise giymekte idi. Hz. Ebû Bekir
(radiyallâhu anh) onu görünce ağladı ve:
— Ey Allahın Rasûlü! Fâtıma’nın cihazı bu mudur? dedi.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Bu biie çoktur dünyâda misâfir olan kimseye, dedi.
Şimdi ey gâfil! Bu hale bak da mağrur olma. Sen dünya arzusu için
neler yaparsın?
İmam Bagavî tefsirinde İshâk bin İbrahim'den şu nakilde bulundu:
ilk önce erkeklerden Hz. Ebû Bekir (radiyallâhu anh), kadınlardan
olan Hz. Hatice, çocuklardan Hz. Ali Müslüman oldu. Hz. Ali on yaşında
bulunuyordu. Kölelerden ilk Müslüman olan da Hz. Zeyd bin Harise idi.
Hz. Ebû Bekir Müslüman olunca; Hz. Osman, Hz. Zübeyr, Hz.
Abdurrahman bin Avf, Hz. Sa’d bin Ebî Vakkâs, Hz. Talha bin Abdullah, Hz. Ebû
Bekirle birlikte Hz. Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem’a gelip
müslüman oldular.
Ondan sonra birbiri ardınca, Ashâb-ı güzîn (radiyallâhu anh)
hazreteri gelip müslüman oldular.
535
Amma Ashab-ı Suffe muhacirlerden derviş olanlardır. Onlar,
kendilerini ibâdete verdiler, diinyâ’dan vr dünyâya düşkün kimselerden el
çektiler. Bunlar dört yüz kişi idiler. Çalışmayı, ticâreti ve halkı bir tarafa
koydular. Şehirlerde durmadılar. Mescidlerde gece ve gündüz durmadan Kur'an
okurlar ve ibâdetle meşgûi olurlardı.
Keşşâf’da nakledildiğine göre Abdullah bin Abbas (radiyallâhu anh)
hazretleri şöyle demiştir:
— Bir gün Rasûlûllâh (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Ashâb-ı
Suffe’ye, onların yanına vardı. Onların fakirliğini, ibâdetteki gayretlerini
gönüllerinin duruluğunu gördü ve: Ey As- hâb-ı Suffe! Benim ümmetim olan ve
sizin sıfatınız üzerinde bulunan kimseye şunu müjde edin: Ben siz, den ve
onlardan râzı oldum. Siz ve onlar, Cennette benim yoldaşımsınız, dedi.
Allahım! Bizi de onlar gibi derviş et, biz de Cennette Hz.
Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem ile beıâber olalım. (202)
(?02) Medine’deki Peygamber mescidinin hulusunda, Cami köşesine
bitişik bir sofa (suffe) yapıldı. Burada, Müslümanlardan fakir, kimsesiz
olanlar barınırlar- dı. Bunlar Peygamber efendimizin yanından hiç ayrılmazlar,
gebeleri ibâdet ederler, Kur’an okurlar ve ilmin incelikleri ile uğraşırlardı.
Peygamber efendimiz bunları korur, bir kısmını kendi sofrasına alır, bir
kısmını da diğer Mürlümanlara gönderirdi. As- hâb-ı Suffe,
sofa ashabı denilen bu insanların sayısı yetmiş kadardı. İslâmda ilk yatılı
öğretmen okulu burasıdır. Medine dışında dini meseleleri veya Kur'ar öğretimi
ile ilgili bir vazife gerektiğinde, Peygamber efendimiz bunlardan gönderirdi.
Hocalık - öğretmenlik yaparlardı.
536
Bilmek gerektir ki, Peygamberimizin fazâletini, denizlerden bir
katre, damla ve gönüllerden bir nokta beyan ettim.
Rasûl (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hazretleri buyurdu:
— Benim ümmetim yağmur gibidir, yağmura ben, zer. Evveli mi iyi,
yoksa sonu mu iyi olduğu bilinmez.
Bundan maksat, bu ümmetin şeriat üzerinde ayağını sâbit tuttuğunu
bildirir.
Ümmeti Muhammed mağfurdurlar, yarlığanmış* tırlar, amelleri meşkûr,
şükre lâyıktırlar.
Allaha hami olsun! Bizi kereminden Muhammed ümmetinden kıldı.
Islâm dinin’den dolayı Allaha hamdolsun.
V.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
1. ALLAHIN MELEKLERE VAHYETTİĞİ
KELİMELER
Allah Teâlâ buyurdu:
«Gökleri, yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı
(olmak üzere) eldiler yapan Allaha hamd olsun. O, yaratışta ve dilerse (onu)
artırır. Şüphe vok ki Allah her şeye hakkiyle kâdirdir.» (203)
Yani o yaratışta ne dilerse (onu) artırır buyurul- masından maksat,
şekil ve ses güzelliği, akıl ve ilim gibi yüksekliklerdir.
Keşşaf sâhibi allâme Zemahşeri ve diğer müfessir- ler şöyle
dediler:
(303) Fatır Sûresi, âyet: 1.
537
— Hakk Teâlâ hazretleri, Cebrail, İsrâfil, Mikâil ve Kirâmen
Kâtibin gibi meleklerden elçiler gönderdi.
îsrâfil (aleyhisselâm) Arşın
bir tarafını, ayaklan yedi kat yerden aşağıda ve başı yedi kat gökten yukarıda
olduğu halde, omuzu üzerine alıp götürür.
Rasûlûllah (S A V.)) hazretleri buyurdu:
— Arşı götüren melekler bugün dörttür. Amma kıyâmet günü olunca Hakk
Teâlâ onları kuvvetlendirir, sekiz eyler.
Nakledildiğine göre Arşı taşıyan meleklerle Kûr. sî'yi taşıyan
melekler arasında yetmiş perde vardır ve her perdenin kalınlığı beşyüz senelik
yoldur. Eğer o perdeler olmasaydı, arşın nûru Kûrsî’yi götüren melekleri
yakardı.
Biz melekleri evvelki bölümde beyan ettik. Geri kalan haberlerini
inşallah, Hakk Teâlâ hazretleri yardımını esirgemezse, kıyâmet babında
anlatacağız.
Nakledildiğine göre Abdullah bin Abbâs (radiyallâhu anh) Ra- sûl
(A.Sz**c'an şu rivayeti nakletmiştir:
— «Hakk Teâlâ hazretleri İsrâfil (aleyhisselâm) ’ı yarattığından
beri ayakta durur ve titancından Allah Teâlâ’ya gözlerini kaldırıp bakmaz.
Allahla arasında nûrdan yetmiş bin perde vardır. Bir defa bakacak olsa idi
yanardı. Kıyâmette üfleyeceği Sûr onun elindedir.
Hakk Teâlâ İsrâfilden beş yüz sene sonra Cebrâil (aleyhisselâm) ’ı
yarattı. Ondan beş yüz sene sonra Mikâil (aleyhisselâm) ’ı yarattı. Beşyüz sene
sonra da Azrâil (aleyhisselâm) ’ı yarattı Bunlar Cebrâil (4.S.)’dan kudret
itibârile büyüktür Fakat Cebrâil (aleyhisselâm) Allah katında sevimlidir.
Din bilginleri şöyle dedileı:
638
— İnsanların hâs ve üstün olanları, meleklerin hâs ve yüce
olanlarından; halk tabakası da meleklerin avâ- mından, aşağı meriebede
olanlarından daha faziletlidir.
CEBRAİL (aleyhisselâm)
İT.E İLGİLİ BÖLÜM
Hakk Teâlâ hazretleri Cebrâil (aleyhisselâm) ’ı İsrâfil (aleyhisselâm)
’ dan beşyüz sene sonra en güzel şekilde yarattığı zaman, Cebrâil (aleyhisselâm)
kendi güzelliğine bakıp:
— Ey Allahım! Benden güzel kul yarattın mı? dedi.
Hakk Teâlâ:
— Yaratmadım buyurdu.
Bunun üzerine Cebrâil (aleyhisselâm) yüzyirmi bin senede iki rekât namaz kıldı.
Namazdan çıkınca Hakk Teâlâ hazretleri:
— Ey Cebrâil! Güzel ibâdet ettin, bana iyi kullukta bulundun. Bana
hiç kimse senin gibi bu şekilde ibâdet etmedi. Fakat Ahir zamanda, benim
Habîbim Mu- hammed Mustafâ'nın ümmeti, unutkanlık ve yanlışlık-, la iki rekât
namaz kılsalar, senin namazından üstün ve sevimlidir. Zira onlar benim
buyurduğum ile kılarlar. Sen benim emrimle değil, kendi rızan ile-kıldın Hem
onlar zayıftırlar ve merhamet’e muhtaçtırlar, bu yurdu.
Hz. Ebû Hüreyre (radiyallâhu anh) Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü
aleyhi ve sellem’dan şu rivâyeti nakletnTiştir:
— Rasûlûllah buyurdu: Hakk Teâlâ Cenneti ve Cehennemi yaratınca
Cebrâil (aleyhisselâm) ’ı Cennete gönderdi ve: Git Cenru-te, bak Cennet ehli
için ne hazırladım gör, buyurdu.
539
Cebrâil (aleyhisselâm) gitti, gördü ve:
— Ey Rabbim! Senin şanın hakkı için bunu, gelip girmedikçe hiç
kimse işitmeyecektir, dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri bu sefer Cennetin yolunu belâ ve kötülüklerle
bezedi ve:
— Ey Cebrâiî! Tekrar uçmağa, Cennete git bak! buyurdu.
Cebrâil (aleyhisselâm) tekrar Cennete vardı ve Cennete gireceklere
dünyâ’da neler hazırlandığını gördü. Sonra da:
— Ey Rabbim! Ona k'mse giremez. Eğer sen hidâyet edersen
girebilirler. Bu belâlara kim katlanabilir? dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu:
— Ey Cebrâiî! Cehenneme git, bak. Cehennem’e gireceklere ne
hazırlandığını gör!
Cebrâil (aleyhisselâm) Cehenneme gidip, neler hazırlanmış olduğunu
gördü ve:
— Ey Rabbim! Kimse bunu işitmedi. Eğer işitse kimse oraya girmez,
dedi.
Hakk Teâlâ bu sefer, arzular ve şehvetlerle Cehennemin yolunu
bezedi, süsledi. Ve:
— Ey Cebrâil! Tekrar git, buyurdu.
Cebrâil (aleyhisselâm) tekrar gitti. Cehennemin yollarını arzû ve
şehvetlerle bezenmiş olduğunu gördü ve:
— Ey Rabbim! Korkarım ki, hiç kimse ondan kurtulamaz, dedi.
Nakledildiğine göre, bir kul Allah’a yalvarsa ve Hakk Teâlâ o kulu
sevse:
— Ey Cebrâil! O kulumun hacetini verme, dileğini
540
kabul etme. Ben o kulumun bana yalvarmasını seve- um buyurur.
Hakk Teâlâ bir kulu sevse ve o kul Hak’dan bir şey dileyip
yalvarsa: Allah:
— Ey Cebrâil! O kulumun dileğini kabûl et. Muhakkak ben o kulumun
sözünü çirkin görürüm, bana yalvarmasını sevmem, buyurur.
Cebrâil (aleyhisselâm) ;
— Ey Rabbinı. Hangi kul sana üstün ve sevgilidir? dedi.
Hakk Teâlâ buyurdu:
— Ey Cebrâil Şanım hakkı için bana mü’minden üstün ve sevgili kul
yoktur. Zira o beni bilir ve Tevhîd eder, bana şirk koşmaz, eş ve benzer
tanımaz. Bundan dolayı ben Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem’ı
âlemlerin efendisi kıldım.
Çünkü o kul öyle bir kuldur ki, beni bilip bana ibâdet eder. Ben
onun toprağını hamur etmeden, yoğurmadan önce de o beni bilir, Birlerdi. Ben
de onu âleme getirince yerlerden ve göklerden altı yüz yıl uzaklığında yukarı
çıkardım. Hattâ onunla benim aramdaki perdeleri açtım, kaldırdım.
Ey Cebrâil! Muhammedi öyle severim ki, eğer:
— Ey Rabbim! Sen Cehennemi söndür, müşrikleri ve kâfirleri
Cehenneme koyma diye diiekte bulunsa idi, söndürüp kâfirler: Cehenneme
koymazdım.
Cebrâil bu sözleri Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem’a
müjdeledi. Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem çok sevindi. Ve:
— Ey Rabbim! Sen bilirsin ki, ben kâfirleri istemem. Anamı,
babamı, oğlum İbrâhimi, gözlerimin nû- ru Haşan ve Hüsevini ve kendi nefsimi de
istemem. Sadece günahkâr ve âsî ümmetimi isterim, onlar için dilekte bulunurum,
dedi.
541
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu:
— Ey Muhammedi Mümin kullarıma sen kıyamet gününde şefâat et, ben
onların günahlarını yarlığanm. Benim İlâhî yardımım ve senin şefâatmla onların
suçlarını yok ederim. Benim rahmetimi sen onlara ulaştır.
Nakledildiğine göre Hakk Teâlâ Cebrâil (aleyhisselâm) ’a şöyle
buyurdu:
— Bu gün yeryüzünde hangi çeşit şey gördün?
Cebrâil (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem’ı gördüm,
ümmeti için ağlıyor, dedi.
Hakk Teâlâ buyurdu:
— Bunu sormuyorum! Fakat neye arzû duydun? onu soruyorum.
Cebrâil (aleyhisselâm) -
— Ey Rabbim! Hazreti Hüseyni gördüm. Beşiğinde yatıyordu. Beşiğine
Yemen işi akikler asılmış, Hz Hüseyin onlarla oynuyor. Onu çok sevdim dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Ey Cebrâil! Muhakkak ben seni severim ve senden keremimi
esirgemem. Habîbim ve Rasûlüm Muhammedi ve çocuklarını sevdiğin için buyurdu.
Hz. Enes (radiyallâhu anh) şu rivâyeti nakleder:
— Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu: Hakk Teâlâ
hazretleri Cebrâil (aleyhisselâm) ’a buyurdu ki:
— Git, yere in! Falân köyün altını üstüne getir.
Cebrâil (aleyhisselâm) gitti
ve gördü ki, dört bin kişi ibâdet ediyor. Onları gö>-ciü, tekrar İlâhî
huzura döndü ve:
— Ey Rabbim! Nasıl o köyü alt - üst edeyim? Bazısı namaz kılıyor,
dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri:
542
— Onların namazlarına bakma! Onlar, iyiliği tavsiye etmezler ve
kötülüklerden birbirlerini sakındırmazlar. Birbirilerine râzı olmuşlardır.
Öyle olunca yüzlerine vurup, yerleri ile aşağı geçir buyurdu.
Nakledildiğine göre Cebrail (A.S):
On kerre Adem (aleyhisselâm) ’a,
Dört kerre İdris (aleyhisselâm) ’a,
Yirmi üç kerre Nûh (aleyhisselâm) ’a,
Kırk altı kerre İbrahim (aleyhisselâm) ’a,
Dörtyüz seksen kerre Mûsâ (aleyhisselâm) ’a,
Yirmi dört bin kerre Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem'e
indi.
Sözün kısası, Cebrâil (aleyhisselâm) ’ın indiğinin sayısınca
ihtilâf vardır.
Bazı kavilde Cebrâil (aleyhisselâm) yirmi dört bin kerre Hz. Rasûlu’llâh
salla’llâhü aleyhi ve sellem’a ve attı bin kerre de diğer Peygamberlere inmiş,
gelmiştir.
Nakledildiğin? göre Cebrâil (aleyhisselâm) 'ın altı yüz kanadı
vardır. Dünyâya indiği zaman dört kanadını açar. Geri göklere döndüğünde
diğerlerini kullanır.
Cebrâil (A.SJ’a, Emîn’ül . Vahiy — Vahiy emini, Rûhul - Emin,
Rûh'ul Kudüs, Namûs-u Ekber ve Ta- vûs-u Melâike adları verilir, bu isimlerle
anılır.
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) Hz. Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi
ve sellem’dan-şu rivâyeti nakletmiştir:
— Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu: Bir
kimsenin oğlu ölünce, Hakk Teâlâ şöyle buyurur:
— Ey meleklerim! O kulumun oğlunun rûhunu aldınız mı? Gönlünün
yemişini aldınız mı?
Melekler:
— Ya Rabbi! Oğlunun rûhunu, gönlünün yemişini aldık derler.
543
Hakk Teâlâ buyurur:
— O kulum ne dedi?
Melekler:
— Allaha hamd olsun dedi, derler.
Hakk Teâlâ:
— O kulum için Cennette bir ev yapın ve adına Beytiil-Hamd (Hamd
evi) deyin buyurur.
Ebu Hüreyre (radiyallâhu anh) Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve
sellem)'den şu nakilde bulunur:
— Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: Hakk Teâlâ'nm
melekleri vardır. Gökten inerler, zikredenleri ararlar. Eğer bulurlarsa:
— Hiç hâcetiniz, bir dileğiniz var mı? derler.
— Onlar da:
— Size yoktur derler. Ondan sonra tekrar göklere çıkarlar.
Hakk Teâlâ hazretleri bunlara:
— Nereden gelirsiniz? buyurur.
Onlar:
— Yeryüzünden, senin kullarının yanından geliyoruz, derler.
Hakk Teâlâ:
— Onlar ne yaparlar? diye sorar.
Melekler:
— Sana teşbih edcıler, seni zikrederler diye cevap verirler.
Hakk Teâlâ:
— Onlar beni gördüler mi? buyurur.
NPelekler:
— Görmediler derler.
544
Hakk Teâlâ:
— Eğer beni görselerdi nasıl yaparlardı?
buyurur, Melekler:
— Daha çok zikrederlerdi, derler.
Hakk Teâlâ:
— Benden ne isterler? buyurur.
Melekler:
— Cennet isterler, derler.
Hakk Teâlâ:
— Cenneti gördüler mi? buyurur.
Melekler:
— Ey Rabbim! Görmediler, derler.
Hakk Teâlâ
hazretleri-
— Eğer görseler ne yaparlardı? buyurur.
Melekler'
— Daha
çok teşbihle meşgûl olurlardı, derler.
Hakk Teâlâ:
— Öyle ise neden korkarlar? buyurur.
Melekler:
— Cehennemden korkarlar, derler.
Hakk Teâlâ:
— Cehennemi gördüler mi? buyurur.
— Melekler:
— Ey Rabbinî"! Görmediler, derler.
Hakk Teâlâ:
— Eğer görselerdi ne yaparlardı? buyurur.
Melekler:
545
— Dalıa çok korkarlardı, derler.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurur:
— Siz tanık olun ki, ben onlan yarlığadım.
Melekler:
— Ey Rabbim! Onların içinde bir kişi vardır ki, o kötülerdendir,
derler.
Hakk Teâlâ:
— Onlar bir kavimdir ki, kötülerle berâber oturmazlar. Eğer oturuyorlarsa
onlar da o kötülerdendir, buyurdu.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem şöyle dedi:
— Bir kimse günah işlese, günâhını itiraf edip Hakk Teâlâka
yakarışta bulunsa ve:
— îlâhî! Beni yarlığa! dese Hakk Teâlâ hazretleri şöyle buyurur:
— Ey meleklerim! Ben size nefis vermediğim için ibâdet ettikten
sonra günâh işleyerek bana karşı âsî olmadınız. Sizin bana itaat etmenizde
şaşılacak bir şey yoktur.
Amma Adem oğularmı topraktan yarattım. Onlara nefis gibi bir düşman
verdim. Sağ yanlarında dünyâ mihneti, sol yanlarında çocuklarının ve eşlerinin
düşüncesi vardır.
Şeytan da onları azdırmak ve Cehenneme koymak için gayret sarfeder.
Adem oğulları benden ihsân, iyilik ve rahmet isterler. Hal budur ki, onlar
bunca gü- »ıah işlediler. Benim rahmetin onların günahından çoktur.
Ey benim meleklerim! Siz şahit olun! Ben o kim, şeyi yarlığadım.
Çünkü onu ben yarattım ve onun
F :
35
546
benden başka Rabbi yoktur. Ben merhamet edenlerin en merhametlisi,
acıyanların en acıyanıyım.
îbni Abbâs (R A.)der ki:
— İdris (A.S? zamanında Adem oğullarının kötü amellerini göğe
çıkarmazlarda
Melekler şöyle dediler:
— Ey Rabbim! Bunları yeryüzünde yarattın ve kendin için seçtin
Halbuki onlar sana âsî oluyorlar karşı geliyorlar.
Hakk Teâlâ:
— Eğer sizi yeryüzüne indirsem, onlara verdiğim nefsi size versem
ne ederdiniz? buyurdu.
Melekler:
— Asla sana âsî olmazdık, dediler.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Şimdi sizden, aranızdan melek secin buyurdu.
Üç melek geldi. Birinin adı Azâ, birinin adı Azâyâ, birininki de
Azâîl idi.
Derlerki:
— Azâil utandı, geride durdu. O vakittenberi hayasından başını
yukarı kaldırmadı.
Böylece Azâ’vı ve Azâyâ’yı yeryüzüne gönderdi Bunlara insan nefsini
ilâve etti. Bâbil şehrinde biri bey, diğeri ise hâkim oldu. Hârût’un adı Azâ
idi. Mâ- lût’un adı Azâyâ idi. Hakk Teâlâ bunları yeryüzüne getirince adlarını
böylece değiştirdi ve onlara: Halka Hak'la hükmetmelerini, Zulüm etmemelerini,
insan öldürmemelerini, içki içmemelerini ve zinâ etmemelerini emretti.
Bunlar yeryüzüne inince Zühre adlı bir kadınla içki içtiler ve onun
eşini öldürdüler. Zührc’ye İsm i
547
Azami, (Allahın yüce ismini) öğrettiler. O, uçtu ve göğe çıktı.
Bunlar İsm-i A'zamı okudular, göğe çıkamadılar. Derhâl bir melek geldi ve
onlara:
— Hakk Teâlâ: Elbette onlara azâb edeceğim. İster dünyâ azâbmı,
isterse Ahiret azabını seçsinler buyurdu, dedi.
Bunlar:
— Ahiret azâbı bakidir, devamlıdır. Dünyâ’da olsun, dediler.
Bâbilde bir kuyuda başları aşağı asıldılar ve böy- lece kıyâmcte
kadaı azâb edilecektir, denildi.
Tefsirlerdeki nakil budur.
Amma İmam Râzî Tefsîr-i Kebîrinde:
— Bu görüş sahih, doğru değildir. Bu nakiller mevzûdur, uydurmadır.
Melekler günah işlemezler, masumdurlar, demiştir. (204)
Hakk Teâlâ hazretlerinin iki meleği Bâbile indirmesi hususunda çok
sebep beyan etmişlerdir:
Biri şudur: O zaman sihirbazlar çok idi. Bunlardan bazıları
peygamberlik iddiasında bulunmakta idiler. Hakk Teâlâ bu iki meleği halka,
sihir öğretsinler de, Peygamberlik iddiasında bulunanlar dâvalarının bâtıl
olduğunu anlasınlar ve yalanları ortaya çıksın diye gönderdi.
İkinci; Bunların halka sihri öğretmeleri, böylece sihirle
peygamberlik farkının belli olmasıdır.
Üçüncü sebep: İlim öğrenmenin, her ne sûretle
(M) Daha önce de belirttiğimiz gibi, bu hususta doğru görüş İmâm
Râzi'nin görüşüdür. Zühre ifâdesi de Bâbillilerin yıldızlarla ilgili
inanışlarına uygun düşmektedir.
548
olursa olsun doğru bir iş olduğudur. Sihir nehyedil- miştir,
yasaktır. Bunun bilinmesi gereklidir. Ama bu, olması imkânsız bir Nehiy
değildir.
Dördüncü Sebep: Cinler çok sihir biliyorlardı. Adem oğulları onlar
gibi hareket edemiyorlardı. Hakk Teâlâ bu iki meleği, insanların da sihri
öğrenmeleri ve cinlerle karşılaşmaları için göndermiştir.
Hz. Muâz bin Cebel (radiyallâhu anh) Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü
aleyhi ve sellem,den şu nakilde bulunmuştur.
— Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bıfyurdu: Hakk Teâlâ’nın,
Arşın altında bir meleği vardır. Hakk Teâlâ onun başını insan başı gibi
yaratmıştır. Yetmişbin kanadı sağ yanında ve yetmişbin kanadı sol yapında
vardır. Her kanadında da onikibin yükü vardır.
Arşın altında «Fâtiha» sûresi vardır. Sağında «th- ]âs» sûresi
vardır. Solunda ise «Allah şu hakikati kendinden başka hiçbir Tanrı olmadığını
(delilleriyle) açıkladı.» (205) ayeti yazılmıştır, önünde yetmişbin saf Allaha
yakın melek vardır. Onun yüzüne bakarlar ve Fâtiha Sûresini okurlar.
— «Ancak
sana ibâdet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz» ayetine gelince secde
ederler.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurur:
— Başınızı kaldırın! Ben sizden razı oldum.
Oradan sonuna kadar okurlar ve:
— «Veleddâllin
— yolunu şaşıranlarınkine değil» bölümüne gelince tekrar secde ederler.
Hakk Teâlâ onlara buvürur:
— Başınızı kaldırın. Ben sizden râzı oldum.
(205) Âli İmrân Sûresi, âyet: 18,
54f-
Melekler:
— Ey Rabbim! Muhammed ümmetinden kim fâ- tiha sûresini okusa onlardan
da râzı ol, dualarını ka- bûl eyle, derler.
Hakk Teâlâ buyurdu:
— Ey Meleklerim! Siz Fâtiha Sûresini okudunuz Ben o fâtiha ile
Muhammed'e ve ümmetine ikrâmda bulundum. Siz tanık olun ki, ben onları
yarlığadım ve duâlarını kabûl ettim. Kim fâtiha sûresini okusa mağfiretim ona
vacip oldu.
Nakledildiğine göre Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle
buyurmuştur:
— Hakk Teâlâ hazretleri kızıl yakuttan bir direk yarattı. O direğin
ayağı ulu bir taş üzerindedir. Başı da Arşta’dır. Ne zaman bir mü’min (Lâ ilâhe
illelah Mu- hammedün Rasûlûilah) dese o direk ve Arş harekete gelir.
Hakk Teâlâ buyurur:
— Ey benim Arşım! Sâkin ol, dur!
Arş:
— Ey Rabbim! Seher vakti (Lâ ilâhe illellah Mu- hammedün
Rasûlûilah) diyen kişiyi yarlığamadıkça sâkin olmam, der,
Hakk Teâlâ buyurur:
— Ey benim meleklerim! Siz şahit olun. Kim öyle derse ben onu
yarlığanm.
Ka’bü’l-Ahbâr (radiyallâhu anh) şöyle demiştir:
— Hakk Teâlâ Hûru’l-îyn’i yarattı. Bunlar, yüz ve endâm
güzelliğinden eşsiz meleklerdi.
Melekler:
— Ey Allahım! Bunlardan daha güzel varlık yarattın mı? diye
sordular.
550
Hakk Teâlâ buyurdu:
-— Dört hâtûn yarattım. Onların, Hûru’l-îyn üzerine ululuğu ve
güzelliği, güneşin yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Bu hâtûnlar
şunlardı’"
1. Asiye
hâtûndur. (Hz. Müsâ’yı Mısır sarayında büyüten Firavn’ıri eşidir)
2. Meryem
hâtûndur. (Hz. îsâ’nın annesidir.)
3. Hatice
hatundur. (Peygamberimizin ilk eşidir.)
4. Fâtıma
hâtûndur (Peygamberimizin büyük kızı, Hz. Ali’nin eşi ve Haşan ile Hüseyin’in
annesidir) Allah hepsinden razı olsun.
Nakledildiğine göre Arşın altında bir melek vardır. Dört yüzü
vardır. Bir yüzünden diğer yüzüne olan mesâfe bin yıllık yoldur. Bir yüzü ile
Cennete bakar ve:
— Ne mutlu c kimseye ki, sana girer der.
Bir yüzü ile Cehenneme bakar ve:
— Vay sana giren kimsenin haline der.
Bir yüzü ile Cehenneme bakar ve:
— Şânı ne kadar ulu olan Allahım! Seni hürmetle anarım, der.
Bir yüzü ile secde eder ve secdesinde:
— Sübhâne Rabbiyelâlâ = Ulu Rabbim seni yüceltirim, der.
Farz (namaz) vakti olunca o melek hareket eder.
Hakk Teâlâ hazretleıi:
— Sakin ol, hareket etme! Abdest alıp namaz kı. lan kimseyi
yarlığadım, buyurur.
Nakledildiğine göre Hakk Teâlâ Berât gecesinde şöyle buyurur:
551
— Ey meleklerim! Siz şâhit olun, bana şirk getirmeyen, eş ve ortak
tanımayan kimseyi yarhğadım.
Melekler;
— Ey Rabbim! Onlar günah işlediler, derler.
Hakk Teâlâ:
— Bu ne dil kavgasıdır? Muhakkak Muhammed ümmetini yarhğadım. Onlar
benim rahmetimi beklerler. Siz şefaâtlc nıeşgûl olun, husûmeti tçrk edin, buyurur.
Nakledildiğine göre Ramazan ayı gözüktüğü vakit Arş, Kürsî ve
Melekler:
— Ne mutlu Muhammed ümmetine! Hakk Teâlâ katında kerametleri,
kıymetleri çoktur. Güneş, ay, yıldızlar, gece ve gündüz, denizlerdeki balıklar,
karalardaki canlılar, şeytandan başka herşey, Adem oğullan için istiğfar
ederler, derler. Hakk Teâlâ meleklere: Namazınızı ve teşbihlerinizi Muhammed
ümmetine bağışlayın, buyurur. Onlar da bağışlarlar.
Nakledildiğine göre Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur:
— Her gün gökten yere beş melek iner. Biri Mekke'ye, biri
Medine’ye, biri Kudüs’e, biri müslümanla rın şehit'iklerine. kabirlerine biri
de sokaklara iner.
Mekke'ye inen;
— Kim farzı (Namazı) terk ederse Allahın rahmetinden çıkmıştır,
der.
Medine’ye inen:
— Kim Sünneti terk ederse Rasûlûllahm Sünnetinden çıkmıştır, der.
Kudüs’e inen-
552
— Kim haram kazanırsa Allah Teâlâ onun diğer amellerini de kabûl
etmez der.
Müslümanların kabirlerine inen:
— Ey kabirdekiler! Neye gıpta edersiniz? der.
Onlar:
— Kur'an okunsa. Namaz kılınsa ve Salâvat verilse, biz bunları
yapamıyoruz diye gıpta ederiz derler
Sokaklaı^ı inenler:
— Ey Müslüman kalabalığı! Hakk Teâlâ'nm belâlan ve azâbttırı
vardır. Siz yaranızı tedâvî etmez misiniz? Tövbe edin ve Hakka dönün! derler.
Nakledildiğine göre Hz. Hâlıd (radiyallâhu anh) şöyle demiştir:
— Hakk Teâlâ meleklere buyurdu: Üç kişi rahmetime yakındır.
Biri: Yer altında, mağarada olduğu halde kendi başına ezan okuyup
namaz kılan kimsedir. Hakk Teâlâı
— Ey Meleklerim: Bakın benim kuluma! Namaz kılar. Benden başka Tanrısı
yoktur. Yetmişbin melek insin ve onunla berâber namaz kılsınlar, buyurur.
İkincisi: Kendi başına namaz kılıp secde ederken secdesinde uyuyan
kimsedir. Hakk Teâlâ:
— Ey Meleklerim! Benim kuluma bakın. Canı benim katımda ve bedeni
secdededir, buyurur.
Üçüncüsü: Gazâya gidip düşmanla cenk eden ve kaçmayan kimsedir.
Benim rahmetim bu üç kişiye ula- şıktır.
Nakledildiğine göre Ebû Hûreyre (radiyallâhu anh) peygamber (aleyhisselâm)
’dan şöyle nakletmiştir:
— Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: Hak tââla
hazretleri, her Cuma gecesi meleklere şöyle buyurur: Gökle-
553
rin kapılandı açın, Rahmet melekleri yeryüzüne insinler. Birisinin
elinde bir tabak vardır. içi nur ile doludur. Hakk Teâlâ: Ey meleklerim! Benim
rahmetimi kullarımın üzerine saçın!
Melekler:
— Ya Rabbi! Kimi uyur, kimi ibâdet eder. Kimin üstüne saçalım?
derler.
Hakk Teâlâ:
— Benim rahmetimde cimrilik yoktur. Bütün mü’minlerin üzerine
saçın! Ey meleklerim! O uyuyan- lan uyanıklara bağışladım, buyurur.
Nakledildiğine göre Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle
buyurmuştur:
— Bir mü’min gece kalkıp abdest alsa Hakk Teâlâ meleklerine şöyle
buyurur:
— Bakın benim kuluma! Gece kalkıp abdest aldı ve namaz kıldı. Siz
şâhit olun ki, ben o kulumu yarh- ğadım ve ona Cennette bir saray verdim.
Uzunluğu doğudan batıya kadardır. Eğer bütün yeryüzünün halkı içine girseler o
saray dolmaz.
Ebû Tâlib-i Mekkî (Allahın rahmeti üzerine olsun) der ki:
— Ölüm meleği ile hayat meleği aralarnda konuşurlar. Ölüm meleği
şöyle den
— Ben dirilen, yaşayanları öldüreceğim.
Hayat meleği:
— Ben ölüleri dirilteceğim, der.
Hakk Teâlâ bunlara:
— Siz işinizle meşgûl olun. O işi size ben bağış^ ladım. Amma
öldürücü ve diriltici benim. Benden başka öldüren ve dirilten yoktur, buyurur.
Ka'bû’l-Ahbâr şöyle der:
554
— Hakk Teâlâ ölümü bir koç biçiminde yarattı ve ona meleklerle
yürümesini emretti. Melekler onu görünce akılları başlarından gidip hayretler
içinde kaldılar. Secde ederek dediler ki:
— Ya Rabbi! Bu nedir?
Hakk Teâlâ;
— Bu Ölümdür, buyurdu.
Melekler:
— Kimin için yarattın? dediler.
Hakk Teâlâ:
— Bütün mevcûdlar, yaratılmışlar için yarattım, buyurdu.
Melekler:
— Ya Rabbı! Dünyâ’yı kimin için yarattın? dediler.
Hakk Teâlâ:
— İnsanların oturması için yarattım, buyurdu.
Melekler:
— Eğer insanlar ölümü bilselerdi, yemez, gülmez ve dünyâ ile faz’a
meşgûl olmazlardı, dediler.
Hakk Teâlâ:
— Sonsuz emel ve arzular, onlara ölümü unuttu» rur, buyurdu.
Nakledildiğine göre, bir kimse hasta olsa Hak tanla hazretleri iki
meleğe şöyle buyurur:
— Varın benim kuluma bakın!
Hâlini sormaya gelene o ne der?
Bir kişi onun halini sormaya gelse ve nasılsın? diyene
«Elhamdülillah» dese melekler Hakk Teâlâya:
— O kulunun ne dediğini sen bilirsin Ya Rabbi! derler.
Hakk Teâlâ buyurur:
555
— Eğer o kulum ölürse Cennete koyarım. Eğer diri kalırsa etinden
üstün et, kanından üstün kan veririm ve bütün günahlarını bağışlarım.
Ebû Hüıeyre (radiyallâhu anh) Rasûlûîlah’dan şu nakilde bulunur:
— Rasûlûllah buyurdu ki: Bir kimse mescidde dünyâ kelâmı söyiese,
melekler o mescidden çıkarlar, giderler ve:
— Ya Rabbi senin kulun bizi mescidden kovdu, derler.
Hakk Teâlâ buyurur:
— Şânıın hakkı için onların üzerine bir kavim musallat ederim ki,
onların sözlerini işitmezler.
Nakledildiğine göre Muhammed ümmetinden bir kimse Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) anıldığı zaman ağlasa, me lekler:
— Ey Rabbim ve ey Allahımız! Muhammed ümmeti ne güzel ümmettir ki,
biz onların ağladığını görüyoruz, derler.
Hakk Teâlâ onlara şöyle buyurur:
— Onlar âlimlerdir. Peygamberlerinin Hadîsini okurlar, onun
muhabbetinden ona belâlar ve mihnetler ulaştığından dolayı ağlarlar.
— Ey Meleklerim! Siz tanık olun! Ben onları azâd eyledim, kötü
sonuçlardan emin kıldım.
Nakledildiğine göre bir melek vardır. Rahimlere, döl yataklarına
vekil kılınmıştır. Bir nutfe (damlacık) babadan oraya inse o melek onu elinin
üstüne alır vç şöyle der:
— Ey Rabbim! Bu nutfe (damlacık) mahlûk oluı mu? Yoksa olmaz mı?
Eğ_r Hakk Teâlâ olmaz derse o
556
melek o
damlacığı kan haline koyar. Çocuk olmaz Eğer Hakk Teâlâ olur derse o melek:
— Ya Rabbi! Erkek mi olur, yoksa kız mı olur? Eceli ve rızkı nedir?
diye sorar:
Hakk Teâlâ:
— Ünımûl Kitaba bak, buyurur.
L’mmûl Kitap, Hakk Teâlâ’nın kudret kalemi ile: «Cennetlik, yahut
Cehennemliktir» diye İlâhî bilgisi ile kaderini yazdığı İlâhî levhadır. O melek
levha’ya bakar, rızkım ve eceiini görür ve bilir. Ondan sonra, öldüğünde
defnedileceği yeıden bir avuç toprak alır, o damlacığa karıştırır. Ondan sonra
da; rızkını, ecelini, saîd (iyi) veya şakîy (kötü) şeklinde kaderini alnına
yazar. Alın yazısını tesbit eder. (206)
Nakledildiğine göre Hakk Teâlâ yer ile gök arasında bir şehir, bir
belde yaratmıştır. Yumurta gibi ak ve güzel bir kabuğu vardır. Yetmişbin kapısı
bulunur. Her kapısında binlerce melek vardır. İnsan sûretin- dedirler. Cuma
günü olunca:
— Ey Allahım! Cuma namazı için abdest alan ve Cuma namazına giden
kimseyi yarlığa diye Allaha yalvarırlar ve yakarışta bulunurlar. (207)
(206) Müellif; insanın yaratılışındaki İlâhî kudreti ve Allah’ın İlâhî ve
sonsuz bilgisi ile insanoğlunun kade rini tespit yönünü, avam ve halk
seviyesinde anlatmak için böyle bir ifade kullanmıştır. İnsanı Allah yaratır
ve o öldürür. Rızkını veren de odur. Keyfiyetini bilme imkânı insan için
mevcut değildir. Bu anlatış ilmin açıklanmasına uymaz.
(207) Müellif burada dünyanın şeklini ve biçimini, bugünkü ilme uygun bir
tarzda ifâde etmek istemiştir. Ancak kapalı bırakmış ve avama basit bir
benzetişle anlatmaya çalışmıştır.
557
Ebû Hûreyre ve Ebû Saîd El-Hudrî (radiyallâhu anh) şöyle dediler:
— Cebrâil (aleyhisselâm) dedi ki: Yedinci kat gökte bir melek gördüm.
Bu dünyanın yetmiş büyüklüğünde ululuğu var.
Ben ona:
— Herşeyi bilir misin? dedim.
O melek:
— Evet bilirim, ancak iki şeyi bilmem, dedi.
Biri şudur: (Eşhedü en lâ ilâhe illellah ve eşhedü enne Muhammeden Abdûhû
ve Rasûlûhû) kelimesinin sevabım bilmem.
İkincisi de şudur: Bir kimse gazâ eylese, cenk etse, onun sevabı
ne şekildir’ Bunları bilmem dedi.
Cebrâil (aleyhisselâm) bunu
işitti ve geldi. Rasûlûllaha haber verdi, durumu anlattı.
Ebû Tâlib-i Mekki şöyle der:
— Her gün dört melek, dört taraftan, dört türlü sesle seslenirler:
— Ey hayır işleyen kimse! Çok hayır yap, az şer işle.
Biri der: İlâhî! Yiyecek veren kimseye sen gene ver. Vermeyen
kimsenin malını telef et.
Biri de şöyle der: Dünyâ’da kalacağınızı sanıp yersiniz, içersiniz
Sonu ölümdür. Yaptığınız bu binaların sonu harabtır.
Diğeri de: Yeyin ve için! Sonu hesaptır der.
559
2 BÖLÜM
Allah Teâlâ buyurdu:
— «(Allah indinde) çok şerefli yazıcılar vardır. Kİ onlar ne
yaparsanız hepsini bilirler.» (208)
Müfessirler şöyle derler:
— İnsanların sağında ve solunda melekler vardır. Sağındaki
iyilikleri yazar. Solundaki kötülükleri yazar. Sağdaki melek soldakine
emreder.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem hazretleri buyurdu:
— Sağındaki melek soiundakine, bir kişi iyi iş işleyince » âmin»
der. Bir kişi iyilik etse, iyi iş yapsa bir yerine on yazar. Kötülük yapsa
sağdaki soldakine:
— Yedi saat sabret, belki istiğfâr eder diye emir verir.
Eğer tövbe etmezse yerine bir yazar. Meleklerin ikisi sabah gelir,
ikisi ikindiden sonra gelirler. İnsanların amellerini alırlar göğe giderler.
Her insanın yüz- altmış meleği vardır. «Kirâmen—Kâtibin» adlı melekler
şâhittirler. Ama Rahmet meleği hiç yanından ayrılmaz.
Jbni Abbâs (radiyallâhu anh) Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve
sellem’dan naklen şöyle demiştir:
'— Her insanın beş meleği vardır. Biri sağında iyiliklerini yazar.
Biri solunda kötülükleri yazar. Biri dâima önünde iyiliğe, hayra kılavuzlar.
Biri ardmdadır,
12Û8) İnfitâr Sûresi, âyet: 11, 12.
560
dâima kötülerden men eder. Biri alnındadır. Her ne zaman salâvat
getirse onu yazar ve Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem’a onu
bildirir.
Nakledildiğine göre bir şahıs Hz. Muâz bin Cebel’, den nasihat
istedi. Muâz bin Cebel ağlayıp düştü: Tekrar akh başına gelince:
— Ben de Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem’den nasihat
istedim. Buyurdu ki: Hakk Teâlâ gökleri yaratmazdan evvel yedi melek yarattı.
Göklerde vazifeli kıldı. Adem oğullarından bir kimse bir başkasının gıybetini
yapsa, onun amelini birinci kat göğe iletirler. Oradaki melek: Alın amelini
geri götürün, yüzüne vurun der.
Hakk Teâlâ hazretleri, bana şöyle buyurup durur: «Gıybet edenin
amelini kabûl etmem» der.
Getirirler tekrar yüzüne vururlar. Eğer dünyâ ehli olsa onun
amelini ikinci gökteki melek red eder Eğer kibirli olursa onun amelini üçüncü
gökteki döndürür. Eğer kendini beğenirse dördüncü gökteki döndürür. Eğer
hased ederse beşinci gökteki döndürür Eğer halkı esirgemezse altıncı gökteki
döndürür. Eğer halkın yanında şeref ve hürmet isterse yedinci, gökteki
döndürür.
Eğer bunlar olmazsa, belki namaz, oruç zekât, Hacc ve halka güzel
muamele etmek, konuşmamak, Allaha zikirle meşgûl olmak ve bunlar gibi güzel
amel ve davranışları kabûl ederler. Hakk Teâlâ hazretlerinin huzuruna
getirirler. Onun ihlâsma ve güzel ameline tanıklık ederler.
Hakk Teâlâ hazretleri: Siz benim kulumun amelinin bekçilerisiniz.
Fakat ben onun nefsini bilirim.
O ameli benim için işlemedi. Riyâ ederdi. İnsanla-
561 ra saygı gösterirdi, bana göstermezdi. Benim lânetim onun
üzerine olsun, buyurur.
O melekler:
— Bîzîm de lanetimiz onun üzerine olsun, derler, Ondan sonra Muâz:
— Ey Allahın Rasûlû! Eğer benim amelimde eksiklik var ise beni
hayra kılavuzla dedi.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
’— Ey Muâz! Dileğini dostlarının arasmda sakla Günahını kendin
götür. Başkasına götürtme. Halkı zem edip kendi nefsini bezeme. Meclisde
kibirli olma Halk senin kötü ahlâkından dolayı senden yüz çevirirler. Halkı
fazla hoş tutma, hayırdan kesilirsin. Hakk Teâlâ hazretleri seni Cehennem
zebânilerine gösterir, sana zebâniler azâb ederler, dedi.
Muâz:
— Ey Allahın Rasûlû! Buna kimin gücü yeter? Kim Cehennemden
kurtulur? dedi.
Rasûlû ekrem (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Ey Muâz! Hakk Teâlâ hazretleri kolay edincelç kolay olur,
buyurdu.
★ ♦ ★
3. ÇEŞİTLİ MESELELERLE İLGİLİ BÖLÜM
Bagavî tefsirinde Hz. Ali (radiyallâhu anh)’m Hz. Rasûlu’llâh
salla’llâhü aleyhi ve sellem’den şöyle bir hadis rivayet ettiğini nakleder.
— «Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem dedi ki: (Fâtiha)
Sûresi, Ayetel Kûrsî (Allâhüla. .) ve Â)-i îmrân Sûresinden, (Şehidellâhü) ile
başlayan ayetle (Kulillâhümme) diye başlayan iki ayet’i Hakk Teâlâ hazretleri
yeryüzüne indirmek istedi ve Arş’da bunları alıkoydu. Bunlar:
F :
36
562
— Ey Rabbim! Bizi yeryüzüne, âsî olanlara mı gönderiyorsun?
dediler.
Hakk Teâlâ hazretleri bunlara.
— Kim sizi namazın sonunda okursa, ben ondan razı olurum. Onu
Cennete oturturum. Ona her gün yetmiş kere İlâhî nazarla bakar, gözetirim.
Hacetini, duâ- sını kabûl ederim. En küçüğü şudur ki, ona rahmet edip yarlığanm
buyurdu. (209)
Meşânk’de Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’den şöyle nakledilmiştir:
— Rasûlü Ekrem (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu ki. Hakk
Teâlâ hazretleri yeri ve dağlan Pazar günü, ağaçlan Pazartesi günü, gökleri
Sah günü, Nûr’u Çarşamba günü, canlıları Perşembe günü, Adem'i ayın sonunda
ikindiden sonra Cuma günü yarattı; Zira o son yaratılan mahlûktur.
Hakk Teâlâ buyurdu:
— Kim benim dostlanmı horlarsa benimle cenk etmiştir. Dervişlik
benim zindanımdır. Hastalık benim habsimdir. Sevdiğim kulumu o hastalıkla
habsederim.
Nakledildiğine göre Hakk Teâlâ hazretleri şöyle buyurmuştur:
— Şerri ve hayırı yarattım. Kendisini hayır için yarattığım kimseye
ne mutlu. Şer için yarattığım kimseye de yazıklar olsun. Benim işim için neye
böyle işledi diyene gene yazıklar olsun.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Hakk Teâlâ’nın yeryüzünde üçyüz kulu vardır.
(209) AyetelKûrsî; Bakara: 255
Şeh’dellah Âl-i İmrân: 18
Kûlillanûmme, Âl-i İmrân: 28
563
Gönülleri Adem (aleyhisselâm) 'ın gönlünün üzerindedir. Kırk kulu
vardır. Gönülleri Mûsâ (aleyhisselâm) ’ın gönlünün üzerindedir. Yedi kulu
vardır. Onların gönülleri İbrâhim (aleyhisselâm) ’ın gönlünün üzerindedir. Üç
kulu daha vardır. Gönülleri Mikâil (aleyhisselâm) ’ın gönlünün üzerindedir. Bir
kulu vardır. İsrâfîi (aleyhisselâm) 'ın gönlü üzerindedir. O kutuptur. Kutup
ölünce üçlerden birisini onun yerine koyarlar. Yedilerin birini üçlere
katarlar. Kırkların birisini yedilere katarlar. Üçyüzlerin birisini kırklara
katarlar. Hakk Teâlâ hazretleri yeryüzünü bunlarla sakla. Bunlara tabakât ehli
derler. Abdallar derler. Seyyahlar derler. Evtâd derler ve Kutup derler. (210)
Bunların tertibi şöyledir:
Üçyüzler Mısır'da bulunurlar. Kırklar Kudûs'de bulunurlar. Yediler
Medine'dediı. Üçler ve Kutup Kabe’dedir.
Allah hepsinden râzı olsun.
Ebû Hûreyrc (radiyallâhu anh) Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve
sellem)’den şöyle bir rivayette bulunmuştur:
— Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: Hakk Teâlâ
haz- ıctleri Halkı (mahlûkâtı) yaratıp her türlü durumlarını takdir ederek
Arş'ın üzerine yazdı ve kendi katında alıkoydu. Bu yazı şu idi: (Şüphesiz
benim rahmetim gazabımı geride bırakmış, geçmiştir).
Cehennemi yarattığı zaman Cehennem hareket etti. Hakk Teâlâ ona
şöyle buyurdu:
(/10) Evtâd- Tasavvuf dilinde mânâ âleminin sağlam direkleri,
Evliyanın ileri gelenleri mânâlarına gelir. Kutup: Tasavvufta, Allah
dostlarının etrafında toplandığı merkez, mânâ çarkını etrafında döndüren eksen
demektir.
564
— Ey Ateş! Sakin ol, hareket etme. Şanım hakkı için (Lâ ilâhe
illellâh Muhammeden Rasûlûllah) diyene seninle azâb etmeyeceğim.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu.
— Kim (lâ ilâhe illellâh Muhammeden Rasûlûllah) derse onun ağzından,
inci ve yakût’dan iki kanadı bu- anan bir ak kuş çıkar. O kuş göğe yükselir.
Arı sesi gibi ses çıkarır. O kuşa:
— Sâkin ol, sesini kes derler.
Kuş:
— (Lâ ilâhe illellâh Muhammeden Rasûlûllah) diyeni
yarlığaıııayınca sâkin olmam, susmam der.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— O kimseyi yarlığadım, buyurur.
Hakk Teâlâ o kuşa yetmiş dil verir. O kuş kıyamete kadar o kimse
için istiğfarda bulunur. Kıyâmette de elinden tutup Cennet götürür.
Muhammed Mustafâ (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Cennet ile Cehennem çekiştiler. Cehennem:
— Ben kibirliler ve zâlimler içinim der.
Cennet ise:
— Ben zayıflar ve çâresizler içinim der.
Hakk Teâlâ hazretleri Cennete:
— Sen benim Rahmetimsin. Kime dilersem seninle rahmet ederim.
Cehenneme de.
— Sen benim azâbımsın. Kime dilersem seninle azâb ederim, buyurdu.
îbni Abbâs (radiyallâhu anh) peygamberimizden şu Hadîsi nakletti:
— Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: îlim öğrenin ve
yazın. Hakk Teâlâ’nın yedinci kat gökte melekleri vardır.
565
Fakirler ve ilim öğrenenler için istiğfâr ederler. Hakk Teâlâ
hazretleri, ilim öğrenip okuyanlara, her harfi için on sevâb verir. Her gün bin
Kâbe tavafının sevabını verir. Bin şehîd amelinin sevabını bağışlar.
Nakledildiğine göre Hakk Teâlâ şöyle buyurmuştur:
— Kim beni sevdiğini iddia eder, sonra da gece yatar uyursa
iddiasında yalan söyler.
Nakledildiğine göre Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle
demiştir:
— Hakk Teâlâ, mahlûkatı yaratmazdan bin yıl önce «Tâ-hâ» ve
«Yâ-sîn» okudu. Melekler bunu işitince:
— Ne mutlu bu sûrelerin kendilerine inecek olan, ümmete! Bu sûreler
onların dilinde ve gönüllerinde olur.
Nakledildiğine göre Hakk Teâlâ velîlerden birine şöyle buyurmuştur:
— Benim gizli lûtfumu bil. Zeyreklik, anlayışlılık ve uyanıklılık
lûtfumu da bil. Zira ben onu severim.
O velî:
— Ya Rabbi! Senin Zeyreklik lütfün nedir? dedi.
Hakk Teâlâ buyurdu:
— Eğer sana bir sinek konsa benden bil ve benden iste, benden
dile. Zira gene onu ben gideririm.
O velî:
— Ey Rabbim! Gizli lütfün nedir? dedi.
Hakk Teâlâ buyurdu:
— Ne zaman bir musibet işitsen benden bil, onu ben yarattım. Bana
şükret ki, onu ben gideririm.
Nakledildiğine göre peygamberlerden biri Allaha açlıktan, soğuktan
ve bitden şikâyet etti. Hakk Teâlâ hazretleri o peygambere:
566
— Sana İslâm’ı verdiğimden dolayı razı değil misin? Seni kâfir
olmaktan sakladım. Şimdi bitli müs- lüman olmak mı iyidir? Yoksa bitsiz kâfir
olmak mı daha iyidir? buyurdu.
O peygamber başına toprak koyup:
— Ya Rabbi! Halime râzı oldum, beni küfürden sakla dedi.
Ebû Hûreyre (radiyallâhu anh) dedi ki:
— Hakk Teâlâ hazretleri denize söyledi ve: Ey deniz! Sana çok su
verdim. Kullarım senin üzerinde beni zikrederler. Sen onlara ne yaparsın?
buyurdu.
Deniz:
— Boğarım, dedi.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu:
—Ben onları gemi üzerine alayım da boğamaya- sın.
Abdullah bin Ömer (radiyallâhu anh) Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi
ve sellem)'den şu rivayeti nakleder:
— Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu: Kim deniz
kenarında bir defa (Allahü Ekber) dese Hakk Teâlâ şöyle buyurur:
— O kimse benden hiçbir şey istemese, fakat maksadı ben olmasam,
yarın Kıyamet gününde onun sevabını mîzâna koyarlar, yedi kat yerden ve gökten
ağır gelir.
Nakledildiğine göre bir peygamber, rızkı için Hakk Teâlâ’ya
şikâyette bulundu.
Hakk Teâlâ:
— Denize gir ve bir taş çıkar, buyurdu.
O peygamber denize girdi, bir taş çıkardı. O taşı yardı, içinden
küçük bir kurt çıktı. Ağzında yeşil bir yaprak vardı.
Hakk Teâlâ hazretleri:
567
— Şüphesiz bu kurdu ben açlık ile öldürmedim. Peygamberlerimi yok
eder miyim? Rızk için kaygılanma! Yoksa adını peygamberlik defterinden
çıkarırım ve sana, hiç kimseye vermediğim bir azâb ile azâb ederim, buyurdu.
Nakledildiğine göre mübarek «Recep» ayı tamam olunca, sona erince,
göğe çıkar.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Kullarım sana gerekli saygı ve hürmeti gösterdiler mi? buyurur.
Recep ayı susar birşey söylemez. Ondan sonra:
— İlâhî! Beni yarattın ve bana: «Kullarımın günahlarını gizle»
diye emrettin. Peygamberlerin bana «Sağır» diye ad koydular.
Cebrail (aleyhisselâm) .
— Hakk Teâlâ hazretleri Muhammed ümmetini yar- hğadı, der.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurur:
— Cebrail (aleyhisselâm) doğru söyler. Sidretül-Müntehâ’- da bulunan
melekler doğru derler. Firdevs Cenneti, Adn Cenneti, Cennetin nimetleri, Arş ve
Kûrsî doğru davranırlar. Ben Muhammed ümmetini yarlığadım. Benim katımda
Muhammed ümmeti için, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve insanın
gönlünden geçmeyen şevler vardır.
Nakledilir ki, Ma’rifet (İlâhî bilgi) şöyle demiştir:
— Ey Rabbim! Dünyâ’yı aydınlatayım m:?
Hakk Teâlâ:
— Yok! Aydınlatma, buyurdu.
Ma’rifet:
— I.evh’a, kaleme, Arş’a ve Kûrsî'ye vereyim mi? dedi.
568
Hakk Teâlâ:
— Yok aydınlık verme, buyurdu.
Ma’rifet tekrar:
— Ey Rabbiın! Ya kime aydınlık vereyim? dedi. Hakk Teâlâ:
— Mü’minlerin gönlüne aydınlık ver, buyurdu.
Ma’rifet:
— Mü’minlerin gönlü zayıftır, dedi.
Hakk Teâlâ:
— Mü’minlerin gönlü benim nazargâhım, gözettiğim yerdir. Onlara
bak ve onları aydınlat, buyurdu.
Ma’rifet de mü’minlerin gönlüne nazar edip onları nûr ile
doldurdu.
Hakk Teâlâ hazretleri Îblîs'e buyurdu:
— Ey melûn! Onlar, yüzlerinin nûru Arş’dan, top- raği İbrâhim ile
Muhammed’in toprağından, gönlü benim hâzinem olan kimselerdir. Onlar benimdir.
Sen onlara musallat olamazsın, el uzatamazsm.
Îblîs:
— Ey Rabbim! Onların hali nedir? dedi.
Hakk Teâlâ:
— Ey melûn! Onlar, geçmiş günahlarına pişman olan, son zamanın
halinden korkan, yüzleri benim Arşımın nûru ile parlayan halkı esirgeyen,
onlara cömert davranan vc toprakları îbrâhim ile Muhammed toprağından olan
kimselerdir, buyurdu.
— Kim benim verdiğime râzı olursa, kısmet ettiğime kanaat ederse
ve benim rızâmı istemeyi ilk vazife bilirse onun gönlü benim hazinemdir.
Şeytan:
—• Bu durumda olmayan kimse benim olsun, dedi.
569
Hakk Teâlâ:
— Senin olsun ey melûn! buyurdu.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hazretleri:
— Ramazan ayının ilk gecesi olunca Hakk Teâlâ:
Kim beni severse ben de onu severim. Kim beni isterse ben de onu
isterim. Kim istiğfâr ederse onu yarhğarım buyurur, dedi.
Nakledildiğine göre Ramazanın gecesi olup Hakk Teâlâ hazretleri
Muhammed ümmetini yarlığadığı zaman Cennet nimetleri ve Cebrâil (aleyhisselâm)
harekete gelirler. Ondan sonra Fırdevs
ve Adn Cenneti, Arş ve Kûrsî harekete gelerek:
— Ey Cebrail: Bu ne hareketdir? derler.
Ben sağırım. Onların itaatlarını, kulluklarını işittim,
günahlarını işitmedim, dedi.
Bundan dolayı Recep ayına sağır derler.
Ka'bû’l-Ahbâr (radiyallâhu anh) dedi ki:
— Recep ayının her gecesinde Allah Teâlâ şöyle buyurur: Recep benim
ayımdır. Kullarım benim ku- lumdur. Rahmet benimdir. Cennet benim fazlımdır.
Fazl benim elimdedir. Hakk Teâlâ onun son gecesinde: Hiç tövbe eden var mıdır?
Kabul edeyim. Hiç duâ eden var mıdır? Ona karşılık vereyim. Hiç istiğfâr eden
var mıdır? Yarlığayayım buyurur.
Hz. Ali (radiyallâhu anh) dedi:
— Şâbânm yarısında, geceleyin kalkıp ibâdet edin. Gündüzün onıç
tutun. Allah Teâlâ sabaha kadar, hiç istiğfar eden var mıdır? Yarhğayayım. Hiç
rızık isteyen var mıdır? Vereyim buyurur.
Nakledildiğine göre Îblîs’in (ona lânet olsun) öle
570
mü yaklaşınca, bır günde Doğu’dan Batı’ya yedi kerre
gidip:
— Acaba benden kutlu kimse var mıdır? der.
Bunun üzerine Hakk Teâlâ buyurur:
— Ey melûn: Kötü bir kadın senden kutlu ve şer işlemekte senden
kötüdür.
Nakledildiğine göre Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle
demiştir:
— Îblîs: Ey Rabbim! Sen (Benim kullarımın üzerinde senin hiç bir
tahakküm (ün) olamaz. Meğer ki azıp sapanlardan senin izince gidenler olsun)
buyurmuştur. Şimdi onları bana bildir, ben onlara yakın olmayayım dedi. (211)
Nakledildiğine göre Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem
şöyle demiştir:
— Hakk Teâlâ İmanı yaratınca îman:
— Ey Rabbim! Beni kuvvetlendir dedi. Hakk Teâlâ da îmanı güzel
ahlâk ve cömertlikle kuvvenlendirdi.
Hakk Teâlâ küirü yaratınca küfür:
— Ey Rabbim! Beni kuvvetlendir dedi. Hakk Teâlâ da küfrü cimrilik,
kötü ahlâk ve fesâdla kuvvetlendirdi.
Nakledildiğine göre Hakk Teâlâ hazretleri şöyle buyurmuştur:
— Ben padişahlar padişahıyım ve padişahların gönlü benim elimdedir.
Şayet ben bir kavimden razı olursam padişahların gönlünü onlara yumuşak edip
kerem ve lûtuflaıoa bulunurum. Bir kavimden razı olmadığım zaman, padişahların
gönlünü onlara katı edip zahmetler veririm. Kendi nefisleri ile meşgûl olmazlar,
padişahların kulluğu ile meşgûl olurlar, öyle
Hicr Sûresi, âyet: 42
571
ise ey kullarım! Bana gelin. Onların gönlünü sizin üzerinize
şefkâtli eylerim.
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) nakleder:
— Peygamberlerden biri Tanrı taâla’ya dedi ki: Ey Rabbim! Bir
mü’min kul sana itaat eder ve günah- dan sakınır. Dünyâ’yı niçin ondan ırak
edip onun başına belâlar getirirsin? Bir kâfir sana itat etmez. Günah da
işler, ona dünyâ’yı verirsin ve belânı ondan giderirsin.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu:
— Kul benim kulumdur. Belâ da benimdir. Mû’- min kul günah işler,
günahlarına kefâret olsun diye, dünyâ’yı gideririm ve on?, belâlar veririm.
Bana geldiği vakit ona hasenât, iyilik ve sevap veririm.
Kâfir kul rızık için iyi işler yapar. Ona dünyâ’da nzık veririm.
Belâyı ondan gideririm ve hasenâtı, iyiliği ona dünya'da veririm. Bana
ulaşınca da ona kötülükleri için azâp ederim.
Nakledildiğine göre İbni Abbâs (radiyallâhu anh) şöyle demiştir:
— Yahudiler, Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimize
Ra’d nedir? diye sordular. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Bir melektir, bulutlarla vazifelidir. Elinde ateşten bir kamçı
vardır. O kamçı ile bulutları sürer. İşitilen ses o kamçının sesidir buyurdu.
(212)
Ekseri müfessirlere göre Ra’d bir meleğin adıdır. Bulutları sürer.
İşitilen ses onun sesidir.
(212) Melek kelimesi ayrıca kuvvet ve enerji mânâsına gelmektedir.
Burada gök gürültüsü ve şimşek çak ması olayının, elektrik akımı ile ilgili
ilmi açıklamasına uygun bir düşünüş ifade edilmek istenmiş elması uzak bir
ihtimal değildir.
572
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Eğer benim kullarım bana itaat etselerdi gece yağmur yağdırırdım,
gündüz gün doğardı, kimse Ra’d’- m sesini duymazdı buyurdu.
tbııi Mâlik (radiyallâhu anh) dedi ki:
— Bir yiğit tövbe ettiği zaman Hakk Teâlâ şöyle buyurur:
— Ey benim meleklerim! O yiğit benim için arzusunu terk etti. O
benim katımda bazı meleklerim gibidir.
Bir kimse pir olsa, ihtiyarlaşa Hakk Teâlâ sabah ve akşam yüzüne
nazar eder ve’
— Ey ihtiyar. Yaşın çok ilerledi. Kemiklerin zayıfladı. Bana
gelmen jakın oldu. Benden utan! Ben sana azab etmeye senin ak sakalından
utanırım. Sen de ak sakalınla günah işlemeye benden utan, buyurur.
îbni Abbâs (radiyallâhu anh) nakletmiştır:
— Bir gün Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem Ütnmü -
Selemc’nin evinde oturuyordu. Ben Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem’ı
görmeye vardım idi. Hz. Ali ile oturduğunu gördüm. Hz. Bilâl geldi. Hz.
Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem ağladı. Biz de beraber ağladık. Hz Ali
(radiyallâhu anh):
— Ey Allahın Rasûlü niçin ağlıyorsun? diye sordu
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Eğer benim ümmetim müezzinlerin rie dediklerini bilseler,
işittikleri zaman asla yerlerinde duramazlar, mescid’e gelirlerdi, buyurdu.
Hz. Ali:
— Ey Allahın Rasûlü! Müezzinler ne derler? dedi, Rasûlûllah (S
A.V.) buyurdu:
— Müezzin (AHahû Ekber) dese Hakk Teâlâ hazretleri:
573
— Namaz farzdır ey dünya işi ile meşgûl olanlar: İşlerinizi
bırakın, namaza gelin! buyurur.
Müezzin (Eşhedü en lâ ilâhe illellâh) dese Hakk Teâlâ:
— Gökler ve yerler tanıklık etti ki, ben bu kelimeyi seçtim
buyurur.
Müezzin: (Eşb.edû enne Muhammeden Rasûlûllâh) dese Allah Teâlâ:
— Nebiler ve Rasûller tanıklık verirler ki, Muham- med (aleyhisselâm)
son peygamberdir, buyurur.
Müezzin: (Hayye ala's - Salâh) dese Hakk Teâlâ:
— Şeriatı (dini) Hakk Teâlâ kurdu, siz de onu ayakta tptun!
buyurur.
Müezzin: (Hayye alâl - Felâh) dese Hakk Teâlâ:
— Benim Rahmetime girin ve verdiğim sevapları görün buyurur.
Müezzin: (Allahû Ekber) dese Tanrı taâla:
— İşiniz size haram oldu, buyurur.
Müezzin: (Lâ ilâhe illellâh) dese Hakk Teâlâ hazretleri:
— Bu emâneti yerler ve gökler yüklenmediler. Siz kabûl ettiniz.
Öyle ise ey kullarım! Durun, namazı kılın! buyurur.
4. ÖLÜM MELEĞİ İLE İLGİLİ BÖLÜM
Bagavî tefsirinde İbni Abbâs’ın şöyle dediğini nakletmiştir:
— Her ’nsanın iki nefsi vardır. Birine (Nefsü’l - Hayât) derler. O,
ölüm vaktinde bedenden ayrılır. O gittiğinde hayat da onunla beraber gider.
Diğerine (Nef sü’l - Femyiz) derler. O, insan uyuduğunda ondan ayrılır. Uykuda
insan nefes alır - ieıir.
574
— Bazıları:
— İnsanın nefsi ve rûhu vardır. însan uyuşa nefis çıkar gider, ruh
bedende kalır, dediler.
Hz. Ali (radiyallâhu anh) şöyle dedi:
— İnsan uyuduğu zaman rûh çıkar gider. Ruhun şuâı, ışık okları
yerinde kalır. Düş görmesi bundan dolayıdır. İnsan uvanırıca ruh tekrar
cesedine gelir.
Nakledildiğine göre Ebûl - Leys, tefsirinde şöyle demiştir:
— Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem: İnsan uyuduğu zaman
ruhundan hareket çekilir. O anda yerde yatar. Öyle iken canından bir ışık
çekilir göğe gider. Amma doğrusu şudur ki, ruhun hakikatini Allahtan başka
kimse bilmez, buyurdu.
Değerli alimler:
— Hayvâni nefis ölür, insânî ruh çıkar gider, ölmez demişlerdir.
Râzî ise şöyle demiştir:
— Hakk Teâlâ (Her nefis ölümü tadacaktır) buyurdu ki, hurdaki
nefis’dcn maksat bedendir. Hakk Teâlâ |başka bir yerde: «Allah (ölenin) ölümü
zamanında, ölmeyenin de uykusunda ruhlarını ahr. Bu suretle hakkında ölümü
hükmettiği (rûhu) tutar, diğerini muayyen bir vakte (eceli gelinceye) kadar
salıverir...» buyurdu. Buradaki nefisden murâd da ruhtur, tşin hakikatini ve
sözdeki inceliği Allah bilir. (213)
İmam Gazali (Allahın rahmeti üzerine olsun) şu görüşü beyan
etmiştir:
— Ölümün hakikatında ihtilâf, görüş ayrılığı vardır:
(213) P.ümer Sûresi, âyet: 42.
575
Bazıları:
— İnsan öldüğü zaman yok olur. Tekrar dirilme diye bir şey yoktur.
Hayvanlar ve otlar gibidir demişlerdir. Böyle diyenler kâfirdir, imansızdır.
— Bir kısmı da:
— Bir kimse ölünce yok olur. Kıyâmete kadar, mahşer yerine
varmayınca kabirde azâb görmez, dediler. Bu görüş de zayıftır.
Kimileri ise:
— Can ölmez. Cezâ ve mükâfat canadır. Bedene bir şey yoktur. Beden
tekrar yaratılmaz. Hemen yok olmuş, çürümüştür dediler. Bu da bâtıldır,
asılsızdır ve küfürdür.
Sahih ve doğru olan şudur:
— Ölmek demek, bütün uzuv ve organların birbirinden ayrı
düşmesidir. İnsanın hakikati ruh ve nefistir. Bunlar bakidir, ölmezler. Ya
azâb görürler, ya da nimete ererler. Bu hususta kesin haberler ve çok parlak
ayetler vardır. Hayatı bilmeyen kimse ölümü de bilmez. Hayatı bilmek rûhu
bilmek ve onun mahiyetini aniamaktır. Hakk Teâlâ hazretleri Rasûlü Ekreme rûh
hakkında söz söylemeye izin vermedi. Zira Hakk Teâlâ hazretleri şöyle buyurur:
«De ki- Rûh, Rabbimin emri (cümiesi)’ndendir.. » (214) Öyle olunca din âlimleri
vahyin sırlarını da keşfedemediler. Gerçi rûh’u anladılar amma hakikatini
beyan edemediler. (215)
(/14) İsrâ Sûresi, âyet: 85.
(215) Modern psikoloji de rııhdan değil, ruhun tezâhürle- rinden
bahseder.
577
5. B Ö 1 Ü M
Azrail (aleyhisselâm) 'ın dört yüzü vardır. Bu yüzü ateştendir. Bu
yüzü ile kâfirlerin ruhlarını kabzeder, alır. Bir yüzü zûlmettendir,
karanlıktandır. O yüzü ile münâ- fıkların ruhlarını alır. Bir yüzü ettendir, O
yüzü ite müminlerin, inanmış kimselerin ruhlarım alır. Bir yü- zü nârdandır. O
yüzü ile de Peygamberlerin ve sızdıkların, Allahın yakm dostlarının canlarını
alır.
Azrâil (aleyhisselâm) ’m hizmetçileri vardır. Kimi rahmet
melekleri, kimi de azâb melekleridir. Bîr müminin canını aldığı zaman rahmet
meleklerine verir. Bir kâfirin canını aldığı zaman da azâb meleklerine verir.
Bagavî, tefsirinde şöyle der:
— Azrâil (aleyhisselâm) yer
ile gök arasında yüce bîr yerde oturur.
Onun hizmetkârları vardır. Bir kimsenin canını süzerler, boğazına
getirincek Azrâil (aleyhisselâm) alır.
Muâz bin Cebel (radiyallâhu anh) der ki:
— Azrâil (aleyhisselâm) ’ın bir Harbe’si vardır. (21b) Uzunluğu
şark ile garb arası kadardır. Onunla vurur ve eceli gelen kimsenin canını
alır.
Ebû Hüreyre iR.A.) şöyle demiştir:
— Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu: Azrâil (aleyhisselâm)
bir kimsenin ölümünde hazır olduğu
zaman, eğer o kimse iyi bir insan ise:
(216) Harbe: Kısa mızrak şeklinde bir silâh nevidir.
F :
37
578
— Ey hakikata ermiş ve emin ruh! Gel çık! Allah Teâlâ'nın iûtfu ve
Cennetin nimetleri şenindir der. Böy- lece o canı ahr ve Allahın emri nere ise
ona iletir
Abdullah bin örncı (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Bir mümin öldüğü zaman Hakk Teâlâ hazretleri ona Cennet
armağanları ile iki melek gönderir. O iki melek:
— Ey hakikata ermiş ve emin ruh! Gel çık! Hakk Teâlâ senden razı
oldu derler. O ean da bedenden çıkar. Misk gibi kokular verir. Melekler
göklerin kapısını açarlar. Ne kadar melek varsa o kimse için dua da bulunurlar.
Hakk Teâlâ’nın huzuruna götürürler. O kimse Allah katında, ilâhı huzurda secde
eder, yere kapanır. Ondan sonra Hakk Teâlâ Mîkâil (aleyhisselâm) ’a:
— Bu kimseyi, müminlerin rûhlarınm içine ilet, götür ve kabrini
geniş ve rahat eyle. Hattâ yetmiş arşın olsun. Eğer sinesinde Kur’an varsa onun
nûru ona yeter. Eğer sinesinde Kur’an yoksa onun sinesinde güneş gibi bir nur
pariat. (Lâ ilahe iliellâh Muhammedi’m Rasûlûllah) dediğ: için
kabrinde, Firdevs Cennetinde uyur gibi uyusun. Uyandırdığınız zaman, onu
sevgili bir yar gibi uyandırın, buyurur.
Bir kâfir öldüğü zaman Hakk Teâlâ hazretleri ona da melekler
gönderir. O melekler:
— Ey kötü rûa! Gel çık! Cehennem ve çok elemli azâb şenindir.
Şüphesiz Rabbin sana gazab etmiş, kin beslemiştir. Sana azab edecek derler.
Ka’bü’l - Ahbâr (radiyallâhu anh) dedi ki:
— Hakk Teâlâ hazretleri Arşın altında bir ağaç yarattı. O ağacın
bütün insanların sayısınca yaprakları vardır. Bir kulun eceli yaklaştığı ve
ölümüne kırk gün
579
Kaldığı zaman o ağaçtan Azrail (A.S.Vm Örüm* bü vaj. râk düşer.
Azrail (aleyhisselâm) görür ve bir kimi
nin eceli geldiğini anlar. Hizmetinde bulunan meleklere emir verir. Onlar da o
kimsenin canını alırlar.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Bir kimsenin rûhu çıktığı zaman, o kimsenin gözü canin ardınca
baka kalır. Onun için gözlerindeki perde kalkar. Melekleri, Cenneti ve
Cehennemi görür.
Rasül (aleyhisselâm) yine
buyurdu:
— Ölüyü götürdükleri zaman rûhu tabutu üzerine gelip:
— Ey ailem ve çocuklarım! Dünyâ benimle oynadığı gibi seninle
oynamasın. Ben mah helâldan ve haramdan devşirdim topladım. Size kodum gittim.
Hesabını ben vereceğim, benim gibi olmayın der.
Nakledildiğine göre Hz. Aişe (radiyallâhu anh) şöyle bir rivayette
bulunmuştur.
— Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem hazretleri buyurdu
ki: Kim Allah Teâlâ hazretlerine ulaşmayı severse, Hakk Teâlâ da onu sever.
Kim HaK taâla hazretlerine ulaşmayı iyi görmezse Allah da o kimseye
ulaşmayı iyi görmez.
Hz. Aişe (radiyallâhu anh):
— Ey Allahın Rasûlü! Ölmeyi herkes kötü görür, dedi.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
' — Öyle deme! Müminlere ölüm geldiği zaman Allahın keremini ve
rızasını müjdelerler. Bir kâfirin ölümü yaklaştığı zaman da melekler Hakk
Teâlâ’nın azabmt ona bildirirler. Bu itibarla mümine ölümden sevimli bir şev
olmaz. Zira o. Hakk Teâlâ’ya kavuşmayı isterse, Allah da ona kav.ışmay: ister.
Kâfir için Aliaha kavuş-
580
mayı iyi görmekten daha çirkin, daha kötü bir şey yoktur, buyurdu.
Râsûlûllah:
— ölüm acısı, bir kimseye üçyüz defa kılıçla vurmaktan daha
fazladır, buyurmuştur.
îbni Mesûd (radiyallâhu anh) şu rivâyeti nakletmiştir:
— Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem’e, bir kimseye,
kabre konduğu zaman ilk önce kim gelir? diye sordum.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
— Evvelâ Duman adlı bir melek gelir ve:
— Ey Tanrı kulu! Amelini yaz! Şimdi sorucular, soru melekleri
gelecek, der. O, kabirde yatan kimse:
— Benim divitim ve kâğıdım yok. Nasıl yazayım? der.
Duman adlı melek:
— Kâğıt kefenin, mürekkep tükürüğün ve kalem parmağındır der.
O ölmüş olan kimse kefeni üzerine yazar ve Mün- ker ve Nekir,
müminlere güneş gibi aydınlık, kâfirlere kara şekilli olarak gelirler.
Sesleri gök gürültüsü gibidir. Nefesleri kuvvetli ve şiddetli yel
gibidir. Bunlar, o kimsenin kabrine gelirler. Can, tekrar o kimsenin ağzından
ve burnundan girer. Sual meleklerinin korkusundan o ölü beline kadar dirilir.
Onun hali, titreme hali gibidir.
Bundan sonra Münker ve Nekir- (Men Rabbüke ve mâ dînüke vemer.
Nebîyyüke? = Rabbin kimdir? Dinin nedir? Peygamberin kimdir?) derler.
Hakk Teâlâ hazretleri cevaplarını kereminden rast getirirse üzerine
ulu bir kubbe kurarlar ve Cennetten yana iki kapı açarlar. Bir ipek döşek
döşerler. Cennet-
581
ten misk ve reyhân kokuları getirirler. Ameli güzel bil yiğit
şeklinde gelir ve ona yoldaş olur. Kabrini nûr ila doldururlar. Ondan sonra o
kimsenin canım alırlar ve Cennetteki makamına giderler.
Eğer münâlık veya kâfir ise cevap veremez. Derhal yer o münâfığı
ve kâfiri öyle saklar ki, kemikleri birbirine geçer. Cehenneme varıncaya kadar
azab ederler.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Hakk Teâlâ hazretlerinin yüz rahmeti vardır. O yüz rahmetten
biri, hayvanlar, cinler ve insanlar arasında taksim edilmiştir. Doksan dokuzu
ile kıyamette müminleri esirger.
imam Gazâlî (Allahın rahmeti üzerine olsun) şöyle demiştir:
— Ulemâ — din âlimleri, kâfirlerle âsî olan müminler için kabir
azabı vardır. Amma bunun keyfiyetini (nasıl olduğunu) bilemeyiz. Küçük
çocuklara kabirde sual var mıdır, yok mudur? diye sorulacak olur, sa, cevabı
şudur: Allah Teâlâ Münker ve Nekîre, fazlından cevap verecek kadar ilhamda
bulunur dediler.
Nakledildiğine göre İmam-ı A’zam Ebû Hanîfe’ye kabir azabını
sordular. Şöyle cevap verdi:
— Kabir azabı Haktır, vardır ve bu doğrudur.
Delili nedir? dediler.
— Hakk Teâlâ hazretleri şöyle buyurur dedi: «Şüphesiz zûlmedenler
için bundan başka bir azab daha vardır.»
Nakledildiğine göre Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur:
— Kabir azabı üç çeşit şeyden olur. Biri ayıp söz söylemekten, biri
başkasına iftirâ etmekten, biri de
582
bedenine değen ve yunmayan bevilden (küçük abdes- ten — sidikten)
dolayı meydana gelir.
Din âlimleri bu hususta şöyle demişlerdir:
— Bir kimse Allaha isyan etse, Allah onu yarlığa- masa ona Cuma
gününe kadar azab ederler. Ondan sonra kıyamete kadar azabı eksilir, gittikçe
azalır. Hakk Teâlâ hazretleri dilerse kıyâmette azab eder, dilemezse azab etmez
ve yarhğar.
6. RUHLARIN MAKAMI İLE İLGİLİ BÖLÜM
Ebû Bekir Râzî’den, ruhlar dünyâ’dan gidince ne olur? diye
sordular. Sekiz yere varırlar diye cevap verdi.
Biri şudur: Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Peygamberlerin ve Rasûllerin ruhları Adn Cen- netindedir.
İkincisi: Alimlerin ve Velîlerin ruhları Firdevs Cennetindcdir.
Üçüncüsü: Saîdlerin. ivi ve mutlu kimselerin ruhları
İlliyyûndadırlar.
Dördüncüsü: Şehidleım ruhları Cennette kuşlar gibi uçarlar, sonra
Arşın altında, ona asılı altun kandillere konarlar ve orada bulunurlar.
Beşincisi. Günaljkâı müminlerin ruhları, Kıyâme- te kadar boşlukta
asılmış şekilde dururlar.
Allmetsı: Müminlerin çocuklarının ruhları. Cennetteki miskten bir
dağda bulunurlar.
Yedincisi: Münâlıkların ruhları, tenleri ile birlikte kıyâmete
kadar kabir.® ızab görürler.
Sekizincisi: Kâfirlerin ruhları, tenleri ile birlikta Siccin
Cehennemine iletilirler ve orada kıvâmete kadar azab edilirler.
583
Bundan anlaşılan, kâfirlerin teni kabirde, canları ise
Cehenemdedir. Teni canına ulaşıktır, bağlıdır. Ni- tekim müminlerin teni
kabirdedir ve canları nûr ile aydınlatılmıştır. Amma o nûr cisimlerine
ulaşıktır, bağlıdır. Işık okları yere ulaşık olan güneş gibidir bu.
Nakledildiğine göre bir mümin ölse ve onu topra- ğın altına
gömseler Hakk Teâlâ şöyle buyurur:
— Ey kulum' Seni bırakıp gittiler, korkma! Ben seninle beraberim.
Sen de benimlesin.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu.
— Bir mümin tövbe etse ve ölüm hâline erişse, Hakk Teâlâ hazretleri
melekleıe şöyle buyurur:
— inin! Benim kulumun başı ucunda oturun! Rahmetimden onur: üzerine
saçın. Mağfiret, yaılığ döşeğini döşeyin. Başı altında rahmet yastığı olsun.
Alnında mağfiret, yarlığ nişanı bulunsun. Başı üstünde kerâmet tacı olsun.
Ölümünü günahına kefâret kılın. Ben ona rahmet ettim. Sız şâhit olun.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurur:
— Bir kimse hasta olduğunda Cennette ve Cehennemde yerini
görmeyince ötmez.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem yine buyurdu.
— Bir kimse lâdık gönülle, samimiyetle Hakk Teâlâ' dan şehit olmayı
istese Allah ona şehitler mertebesi verir. İster kâfir ilinde ölsün, isterse
evinde ölsün şehit olur. Çünki onun gayesi şehit olmak idi.
— Bir kimse ölse ve onun kefeni olmasa Tanrı taâla şöyle buyurur:
— Varın, Cennetten bir hez alın, o kefensiz kimseye kefen sarin
''e onu kâfur, zencebîl ve selsebi) suyu ile yuyun.
Zehretür - Rivadda sövle nakledilir:
584
— Bir kimse garip olsa, gurbette kimsesiz kalsa ve ölüm hâline
gelse Hakk Teâlâ hazretleri buyurur:
— Ey meleklerim! Bu kimse kimsesiz ve misafirdir. Ailesini,
çocuklarım, babasını ve anasını gurbette, başka ilde bıraktı. Şimdi hasla oldu.
Gelip halini soracak kimsesi yoktur. Şayet ölürse ağlayacak kimsesi de yoktur.
Ondan sonra Hakk Teâlâ hazretleri meleklerinden. birini onun babasının şekline
ve kıyafetine döndürür. Birini çocuklarının kıyafetine çevirir. Birini de
anası şekline sokar. Onlar gelirler, O kimsenin yanına girerler. O garip
gözlerini açar, anası ve babası ve bütün yakınlarının geldiğini görür. Gönlü
hoş olur ve canı rahat ve sevinçle çıkar.
O garibin cenazesini götürdükleri zaman onun ardından gidin.
Namazını da kılın. Kabrinin üzerine oturun. Kıyâmete kadar o garibe dua edin!
Kabre koydukları vakit ona bir melek gönderir. O melek:
— Hakk Teâlâ: Ey kulum, korkma! Sen dünyada anan ve babanın
kucağında küçükken benim konuğum idin. Bâliğ olduğunda, erginlik çağına
girdiğinde gene benim konuğum bulunuyordun. Cennette olsan Rıdvâ- nın
konuğusun. Şimdi yine benim konuğumsun. Dostlarından ırak düştün. Keremim ile
sana ikram ederim buyuruyor, dedi.
O garib o kimseyi görünce:
— Ey Rabbim! Ne olaydı da benim Rabbimın beni yarlığadığmı
görelerdi, der.
Ebû Öınâmetül - Bâhilî (radiyallâhu anh) şöyle demiştir:
— Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki: Bir
kimse hasta olunca Hakk Teâlâ meleklere:
— Benim kulumun amelini sağlığından üstü.ı yazın buyurur. Melekler
de öyle yazarlar.
585
Nakledildiğine göre, bir kimse hasta olduğu zaman Hakk Teâlâ
hazretleri o kimseye dört melek gönderir.
Birine o kimsenin kuvvetini almasını emreder, o kimse zayıf olur.
Birine o kimsenin ağzından yemek tadını almasını emreder.
Birine ue yüzünün nûrunu almasını ve benzinin san olmasını buyurur.
Diğerine ise o kimsenin günahım almasını emreder. O melekler de
bunları yaparlar.
Hakk Teâlâ hazretleri o kulunu iyileştirmek isterse, kuvvetini alan
melek tekrar kuvvetini verir Yüzünün nûrunu alan melek o nûru tekrar verir.
Ağzından yemek tadını alan melek de aynı tadı ve lezzeti iade eder. Günahını
alan meleğe o kimsenin günahını geri verdirmez. O melek Hakk Teâlâ hazretlerine
secde edip:
— Biz dört melek idik. Bunlar aldıklarını geri verdiler. Ben
aldığımı gcı i vermedim, der.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Günahını almışken tekrar geri vermem benim şânıma düşmez,
yakışmaz buyurur.
Bunun üzerine o melek:
— Ey Rabbim! O aldığım günahı ne yapayım? der.
Allah Teâlâ hazretleri:
— Denizlere bırak buyurur. O melek o kimsenin günahını denizlere
bırakır ve Hakk Teâlâ da ondan Tim- sâhı yaratır ve o denizde yürür. Eğer o
kimse ölürse dünyâ’dan temiz çıkar, asla günahı kalmaz
Nakledildiğine göre Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur:
— Hakk Teâlâ hazretleri Azrâil (aleyhisselâm) ’a: Hiç benim kullarımdan
kimseyi esirgedin mi’ diye buyurdu.
586
Azrâil (aleyhisselâm) :
— İki kişiyi esirgedim. Biri, anası ve babası çölde ölmüş küçük bir
oğlan çocuktu. O çocuk yalnız ve ök süz kalmıştı.
Diğeri de adaletle hareket eden bir hükümdardı. Adaleti sebebile onun
ruhunu aldığım zaman esirgedim, dedi.
Hakk Teâlâ hazıetleri:
— Adil olduğuny söylediğin hükümdar, çölde öksüz kalmış o
çocuktur. Ben onu esirgedim, ondan sonra da hükümdar kıldım, buyurdu.
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) şöyle demiştir:
— Hakk Teâlâ hazretleri ölümü güzel bir sûret ve biçimde yarattı.
Kime kokusu erişirse hemen ölür. Hakk Teâlâ hayatı da at sûretinde yarattı.
Kime kokusu erişirse derhal hayata kavuşur. Cebrâil (aleyhisselâm) o atı yeder. Peygamberler o ata binerler Ona
Fe-esûl - Hayat (ha yat atı) derler.
Eğer; Münker ve Nekîr iki melektir. Bir anda bütün insanlara nasıl
erişirler diye sorulacak olursa cevabı şudur:
— Hz. Cebrâ'l, Mikâil ve Azrâil (aleyhisselâm) , bir anda yüz bin
vere, çeşitli kılık ve kıvâfette ulaşırlar. Münker ve Nekîr de onlar gibidir.
Nakledildiğine göre Hakk Teâlâ bir melek yaratmıştır. Alem
yaratıldığındanberi Arşı, (Lâ ilahe = Hiç bir ilâh yoktur) diyerek tavaf eder,
şayet (İHellâh ■= Ancak Allah vardır) dese kıyâmet kopar.
Böylece dünyâ’nın ömrü bir meleğin bir nefesinden ibaret olduğu
bilinmelidir.
Bâkî ve sonsuz olan valnız Allah Teâlâ’dır.
VI.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
1. KIYAMET GÜNÜNDE ALLAHIN HİTABLARI
Hak taâkı buyurdu:
— «(Hakikat, kâfirlerin inkâr ettiği gibi
değildir). Kıyamet gününe hamd ederim. (Hayır, hakikat öyle değildir). Kendini
alabildiğine kınayan nefse yemin ederim (ki siz öldükten sonra mutlaka
dirileceksiniz).» (217)
Ey İlâhî sırlan öğrenmek isteyen kimse! Şöyle
bilmek gerektir ki, Nefs-i Levvâme, kıyâmet gününde kendi kusurlarını bilen ve
yaptığından pişman olan nefis, vicdân rahatsızlığıdır. Niçin iyiliğe koşmadım
diye iyilik yapmaya koşsa’da pişmanlık kendinden gitmez, fırsat ele geçmez.
— «insan zanneder mi ki herhalde biz onun
kemiklerini toplayıp bir araya getirmeyeceğiz7» (218)
Buradaki manâ şudur:
— Hakk Teâlâ hazretleri bu mahlûkatı öldürüp
azalanın birbirinden ayırdıktan, toprağa karıştırdıktan ve yeller o toprağı
alıp sahrâlara savurduktan sonra tekrâr bir vere toplar, hepsi hiç eksiksiz
tekrâr gelirler.
Şimdi bunu bilince şunu da bilmek gerekir:
Hakk Teâlâ hazretleri yaratmaya, yok etmeye,
öldür-
(217) Kıyâme Sûresi, âyet: 1 -2 (21K/ Kıyâme
Sûresi, âyet: 3.
588
meye ve yaşatmaya kâdirdir; her şeye gücü yeter. Hakk Teâlâ
hazretleri, peygamberlerinin dilinden haber verdi ki, bu mahlûkatı tekrar
yaratır. Kıyamet gününde bir yere toplar. 0 güne: Toplanma günü, Cezâ günü,
Hesap günü ve Arasât günü derler.
Hakk Teâlâ hazretleri ilk önce mahlûkatı yarattı. Öldürdükten
sonra, önce yarattığı gibi, bir daha yaratır
Nitekim Hakk Teâlâ hazretleri şöyle buyurur:
— '!... îlk yaratışa nasıl başladıksa, üzerimizde (hak) bir va'd
olarak, yine onu iâde edeceğiz. Hakî- katde fâiller biziz.» (219)
Bu itibarla sözün kısası kâmil ve tam olmak odur ki, bu değerli
ömrü boş yere geçirmeyip olgunluk elde etmek, faydalı bilgi ve makbul amelle
sıfatlandırmak gereklidir. Faydalı ilim temeldir. Makbûl amel binadır. İkisi
var olmaları itibârile birbirinden ayrılmazlar. Yani Nerede faydalı bilyi
varsa orada iyi ve makbûl amel de vardır. Kimin iyi ameli varsa faydalı bilgisi
de vardır.
Bundan sonra doğrusunu, büyük kıyamet ve ulu felâkette selâmetle
sevâp ve melâmetle, pişmanlıkla ıkâb (cezâ) nasıl olur? Kimlere nimetten hesâp,
kimlere azabtan kurtu'uş vardır? sana söyleyeyim.
Bu durumları tasdik edip bu sözleri iyi anladın- sa Hakkı sevmeye
gayret et ve Hakka yönel. Böylece kemâle eresin. Mutlu ve iyilerden olasın ve
yok olacak kötülerden olmayasın.
Nitekim Hakk Teâlâ şöyle buyurur:
— Bizim uğurumuzda mücâhede edenler (e gelin-
f’7.9) Enbiyâ Sûresi, âyet: 104.
589
ce:) Biz onlara elbette yollarımızı gösteririz. Şüphesiz ki Allah
herhalde ihsan erbâbiyle beraberdir.» (220)
Bu kıyamet babını iki kısım üzerine tertip ettim.
Biri ilmi hükümlerdir ki, hayat ondadır. Biri de amelî hükümlerdir
ki, necat, kurtuluş ondadır. Amma İlmî hükümler kısmı o dur ki, Allahın
hidâyeti olmazsa insana ilim hâsıl olmaz. Zira hidâyet amelin neticesidir.
Hidâyet olmayınca amel olmaz. Böylece mücâ- hcdeler makamında çalışmak
gerektir. Cismi ibâdet yerinde terkctmek gerektir. Nefsi dilekler meydanında
öldürmek gerektir. Müşahedelerle kalbi ihya etmek, canlandırmak gerektir.
Rûhıı; İlâhî vuslatla saçmak gerektir. Hakikati yok etmek gerektir. Sıfatta.
Zatını, kendi varlığım İlâhî zatta mahvetmek, yok etmek gerektir. Böylece
ebedî saadet dünyada oldukça tam olacak bize hâsıl olmaz, elimize geçmez.
Nitekim Hakk Teâlâ buyurur:
— «Artık onlar için, işlemekte olduklarına bir mükâfat olarak,
gözlerin aydın olacağı (nimetlerden) neler gizlenmiş bulunduğunu kimse bilmez»
(221)
Bu itibarla Ahiret lezzetini nefis bilmez, ancak akıl bilir. Ekseri
halkın aklı Ahreti idrâk etmekten acizdir. Ancak iki şeyle bilinir.
Biri, canın bu kalıptan ayrılıp, ondan sonra dönmesi, bu menzili,
yeri görmesidir.
İkincisi, ntfsânî hastalıktan ve şehvânî arzulardan kurtulmuş
olmasıdır.
Doğrusu insan bu âlemde nıisâfirdir.
Seferin evveli Cennetten başlar, sonu yine Cennete varır. Yahut
Cehennemedir. Ömür seferin mesafesidir.
(220) Enkebût Süresi, âyet: 69.
(221) Secde Sûresi, âyet: 17.
590
Geçen aylar ve yıllar fersahlardır. Gelip giden günler millerdir.
(222)
Verilip alman nefesler kademlerdir. Çocukluk, yiğitlik ve kocalık
konaklardır. Seferden, yolculuktan fayda elde etmek Hakk Teâlâ hazretlerine
erişmektir. Seferden zarar etmek, Hakk Teâlâ hazretlerinden uak düşmektir.
Bunlardan Allaha sığınırız.
Şimdi o seferde dört menzil, dört yer vardır.
1. Babasının
belinde meydana gelmektir.
2. Anasının
karnında belirmektir.
3; Yeryüzünde meydana çıkmak, var olmaktır.
4. Alenı-i Berzah da, kabirde olmak, sonra da Ara- sât'da,
(Mahşerde) hazır olmaktır.
Böylece insanın iki hâli vardır:
1. Bu
dünyada emânet oturmaktır,
2. Ahiret'de
ebedî kalmaktır.
Bu itibarla ölüm bir köprüdür. Dostu dosta (Allaha) ulaştırır.
Hz. Enes (RA.) Rasû’ûllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’den şu
nakil de bulunur:
— Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu: Üç şey
günaha kefârettir. Üç şey de helâk edicidir.
Günaha kefaret olan şeylerden biri çok soğukta abdest almaktır.
İkincisi: Namazdan sonra namaza beklemektir.
Üçüncüsü: Soğuk ve sıcakta cemaata gitmektir.
Dereceler üçtür:
1. Yemek yedirmektir.
(222) Fersah ve mil uzunluk
ölçüleridir. Fersah: 4500 — 5500 metrelik mesafe, mil ise 1600 —1700 metre mesafedir.
591
2. Selâm
vcmeklir.
3. Halk
uyurken namaz kılmaktır.
Necat veren, kurtuluşu sağlayan şeyler de üçtür:
1. Gazaba gelince adalet
etmektir.
2 Fakirlikte ve zenginlikte sabretmektir,
3. Gizli ve aş'kâr her
yerde Allahtan korkmaktır.
Hclâk eden şeyler üçtür:
1. Haram
söylemek ve haıam yemektir.
2. Dünyayı
sevmektir.
3. Fâizle
geçinmektir.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem hutbesinde buyurdu ki:
— Kendi ayıbı ile mcşgûl olmaktan başkasının ayıbını görmeyen,
Helâldan nafaka veren, alimlerle oturan, kendini hor gören, halka iyilik eden,
kendi kötülüğünden halkı ırak tutan, ilmi ile amel eden ve dilini
kötülüklerden saklayan’a ne mutlu!
İbni Abbâs (radiyallâhu anh), Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve
sellem'den şu rivayeti nakletmiştir:
■— Rasûlü Ekrem buyurdu ki: Ahireti bırakıp dünyâ ile mcşgûl
olmayın. İbâdeti terk edip nefse uymayın. İmanınızı günah ile örtmeyin. Hesap
olunmazdan önce nefis muhasebesi yapın. Azabtan önce hidâyete, doğru yola
gelin. Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem gene buyurur.
— Dünyâ, dinlenmek için bir ağacın altına oturan bir atlıya benzer.
O atlı tekrar atma biner gider. Bir saat ta ne kadar rahat etmiştir?
Nakledildiğine göre âlimlerden biri, rüyasında Hz. Rasûlu’llâh
salla’llâhü aleyhi ve sellem’ı görmüş ve;
— Ey A ilahın Rasûlü! Siz: «Hûd Sûresi benim saçlarımı ağarttı»
buyurdunuz demiş. Rasûlûllah da:
— Hakk Teâlâ hazretleri o sûrede sinle buvurdn de-
592
miştir: «O halde sen, maiyyetindeki tövbe edenlerle berâber,
eınrolunduğun veçhile, dosdoğru hareket et. Aşırı gitmeyin. Çünki O, ne
yaparsanız (hepsini) hak: kiyle görücüdür.» (223)
Şayet Cennetliklerin nişanlarım işittinse, dosdoğru olmayınca
bunların sende meydana gelmeyeceğini bilmen gerektir. İstikâmet, bütün
uzuvlarının, şeriat ve din hükümlerine bağlı kalmasıd’r.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Gönlünüz dosdoğru olmayınca imanınız doğru oimaz. Diliniz doğru
olmayınca gönlünüz doğru olmaz. Ameliniz doğru olmayınca da diliniz doğru
olmaz.
Hz. Abdullah (radiyallâhu anh) dedi ki:
— Ya Rasûlûllâh! İstikâmetin, doğruluğun (dosdoğru olmanın) nişanı
nedir? diye sordum.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Ebedi ve sonsuz olan Ahiret için boş olan dün- yâ'dan eîçekmek ve
ölüm gelmezden evvel ölüm için hazırlık yapmaktır buyurdu ve şu ayeti okudu:
<... Artık kaipleri Allahın zikrinden (bomboş ve) kaskatı kalmış olanlar
(m) vay (hâline)! Onlar apaçık bir sapıklık içindedirler.» (224)
Nakledildiğine göre bu korkudan (Allah korkusundan) dolayı havada
uçan bir bölük kuş gören Hz. Ebû Bekir (radiyallâhu anh):
— Ne olaydı ben kuşlardan olaydım! İnsandan ol- mayaydım! dedi.
Hz. Ömer (radiyallâhu anh) Kur’an okuduğu zaman korkudan ve
dehşetten düşüp bayılırdı ve:
(223) Hûd Sûresi, âyet: 112.
(224) Zümer Sûresi, âyet: 22,
593
— Ne olaydı ben bir kerpiç, bir taş olaydım da yabanda yataydım':
Kimse beni anmayaydı! derdi
Ömerin yüzünde, gözlerinin yaşından iki kara yol olmuş idi, o
yoldan yaş akardı.
Hz. Osman (radiyallâhu anh):
— Ne olaydı ben öleydim ve tekrar yaratılrnayıp. öyle yataydım!
derdi
Hz. Ali (radiyallâhu anh)-
— Ne olaydı anam beni doğurmayaydı! derdi.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem’da:
— Ne olaydı Muhammedin Rabbi Muhammedi ya- ratmayaydı! buyurdu.
Şimdi, bu şekilde korkmak âlimlerin hâlidir. Nitekim Hakk Teâlâ
hazrçtleri şöyle buyurur:
— «Allahtan, kulları içinde, ancak âlimler korkar.»
(225)
Böylece bu korkudan dolayı, Peygamberlerin en üstünü ve âlimlerin
en âlimi, dünyâ zevkinden el çekip dururlardı.
Bir kimsenin akıbetinin hayırlı olması, Allaha inanmak ve
Rasülûllah'a uymakla mümkündür.
Bir kimsenin akıbetinin hayır olmaması ise iki şeydendir:
Biri: Dünyâ’y» sevmekle evvelden imanı zayıftır, Şeytan ona
şüpheler verir ve bu itibarla imanı zayıf olur.
İkincisi: Bâtıla inanır ölüm hâline geldiğinde ona şüpheler gelir.
O sebepten imanı zayıf olur.
Kurtuluş ne ile olur diye sorarlarsa cevabı Allah Teâlânm şu
emridir:
Fâtır Süresi, âyet: 28.
594
— Eğer üzerinizde Allahın fazl (ü rahmetli olmasaydı
içinizden hiç biri ebedî temize çıkmazdı...) (226)
Fakat zâhir (görünüp—bilinen) sebebi üçtür:
1. Olgun akıldır
2. Faydalı ilimdir.
3. Tam marifettir.
Amma akıl asıl nurdur. însan eşyanın hakikatim
onunla kavrar ve anlar.
Faydalı ilim Hakk Teâlâ hazretlerine gitmenin
yolu onunla bilinir. Zira insan Allaha ilimle, ilmin gösterdiği aydın yolla
yaklaşır. İlim olmazsa amel olmaz.
Tam marife', gönül sırrından İlâhî âleme
(Ahirete) bir kapı açılmasıdır ki, o marifetden dolayı sağlam iman ve açık
keşif meydana gelir. Gizli küfürden kurtuluşa erilir. Gizli küfür, kıyâmet
gününe inanmanın zayıf olmasıdır. Kemalince inanış, tam îman; dünyâ'- nın küçük
ve âdi zevkinden vazgeçip baki olan âlemin, Ahiret âleminin zevki ve lezzeti
ile meşgûl olmaktır. Zira Hakk Teâlâ kullarını abes, boşuna yaratmadı. Bilâkis
ibâdet etmek, yaratanı tanımak ve Onun birliğini kabul ve ilân etmek için
yaratmıştır.
Nitekim Hakk Teâlâ hazretleri şöyle buvurur:
— «Ya sizi ancak boş yere yarattığımızı ve hakîkaten
bize döndürülmeyeeeğinizi mi sandınız?» (227)
Yani siz dünyâ'da boş yere yaratılmadınız,
bilâkis hikmet için yaratıldınız. Bu itibarla malûm oldu ki, Hakk Teâlâ’nın
rızası kullarının kendisine ibâdet etmesi iledir.
Nûr
Sûresi, âyet: 21.
<227) Mü'mimtn Sûresi, âyet 115.
595
Bilmek gerekıir ki, halkın günah işlemeye cür'et etmesi nefsin
duyduğu zevk ve lezzettendir .
Ahift-zamanın. Kıyametin yaklaştığının alâmet ve belirtileri
şunlardır:
— Halk dünyâ ile meşgûl olur, dünyâ'yı dine tercih eder, ona daha
çok değer verir.
— Krallara mahsus saraylar gibi evler yaparlar.
— Ekseri halk bozguncu ve zâlim olur.
— İbâdet edenler, riyâ ve gösterişle ibâdet eden ler.
— Âlimlere v.- din büyüklerine hürmet etmezler.
— Dinde olmayan şeyleri dine karıştıranlar, dinilenmiş gibi
gösteıenler çoğalır.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Ahir zamanda câhil âbidler ve fâsık, bozguncu âlimler çoğalır.
Böyle zamanda dervişlerin, fakir ve düşkünlerin ve iyi kimselerin hâli nasıl
olur?
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem gene buyurdu:
— Resmî âlimlerin ve akıldânelerin sözleri sizi aldatmasın. Kötü
ve zararlı âlimler, İran Şahı ve Bizans imparatoru gibi saraylarda oturan,
güzel elbiselerle lezzetli yemekler yiyenlerdir. Onlara benzeyen âlimlerle
oturmayınız. İnsanı yedi şeyden yedi şeve çağıran şunun gibi âlimlerle
oturunuz:
1. Şek
ve şüpheden yakına, gerçeğe çağırır.
2. Riyâ’dan
ve gösterişten ihlâs ve samimiyete çağırır.
2. Dünyâ’yı sevmeyi, ona
fazla düşmeyi bırakmaya çağırır.
4. Kibirden
alçak gönüllülüğe çağırır.
5. Düşmanlıktan
sevgiye ve dostluğa çağırır.
6. Cehâletden,
bilgisizlikten ilme çağırır.
596
7. Zenginlikten,
dervişliğe çağırır.
Zîra âlimler, dünyâ’ya karışmazlarsa Peygamber (salla’llâhü aleyhi
ve sellem)'m emin ve güvenilir kimseleridirler. Şayet dünyâ işleri ile meşgûl
olurlarsa onlardan sakının. Bu gibi âlim kimseler, kendi yanıp biten ve yalnız
etrafını aydınlatan fitile benzerler.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
— «Bir
zaman gelir ki, halkın üzerinde, Islâm’ın şekli ve Kur’an'ın ismi kalır, evler
mamur ve mescid- ler harab olur»
Bu itibarla, âlimleri fâsık ve bozguncu, hâkimleri zâlim, hatipleri
sarhoş, hâfızları şarlatan, şeyh ve dervişleri câhil ve uydurmacı olan bir
kavim nasıl kurtuluşa erer?
Böylece halkın hepsi onlar gibi dünyâ’ya aldanıp haramla meşgûl
olurlar. Yazık, çok yazık! Din ilimler', dinin yol gösterici emirleri,
âlimlerin dünyâ işlerine kendilerini vermeleri ile, yerine getirilmiş olur mu?
Bunların hallerini bir bir sana beyan edeceğim, anlata, cağım.
Muâz İbni Cebel (radiyallâhu anh):
— Bir gece Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem Kâbe'yi
ziyaret ediyordu.
Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’e:
— Ey Allahın Rasûlü! Hangi kimse şerirdir, kö. tüdür? diye sordum.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Hayırdan sor, şcrden sorma dedi. Döndü ve tekrar:
— «insanların
kötüleri, âlimlerin kötüleridir» buyurdu.
Kötü kadılara, hâkim ve yargıçlara dönelim. Hz. Rasûlu’llâh
salla’llâhü aleyhi ve sellem onlar hakkında şöyle buyurdu:
597
— «Hâkimler
üç kısımdır: ikisi Cehennemde, birisi ise Cennettedir.»
Cennette olan hâkim, ilmi ile âmel eden, bildiğini yapan ve
adaletle hüküm veren hâkimdir.
Cehenneme gidecek hâkimlerden biri, Hakk Teâlâ’- nın hükmünü
bilmeyen; diğeri de bilen fakat Ailahın kullarına zulüm ve haksızlık eden
hâkimdir.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Her hâkimin yanında iki melek vardır. Eğeı adalet ederlerse
Cennete, eğer zulüm ederlerse onları Cehenneme davet ederler.
Rasûlüllah ilgili olarak tekrar buyurdu:
— «Kıyâmet
gününde müslümanların cesurları hâkimlerdir.» Zâlim olurlarsa demektir.
Ebû Hanîfe (radiyallâhu anh) şöyle demiştir:
— Zâlim olan ve ehliyetsiz hâkimleri yılda bir ke- tra değiştirmek
gerektir. Yoksa c^âhil kalırlar. Câhil olunca da^ zulüm ederler ve Cehenneme
lâyık olurlar.
Kötü ve zararlı hatipler hakkında da Rasûl ÇA.S.) şöyle
buyurmuştu';
— Mirâc gecesinde bazı erkekler gördüm. Onların dudaklarını ateşten
makas ile kesiyorlar. «Bunlar kimler?» diye Cebrail’e sordum. Cebrail-
— Ümmetinin bazı hatipleridir ki, onlar, halka iyilik ederler,
kendi nefislerini unuturlar.
Kur’an okuyan kötü ve zararlı hâfızlara gelince:
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki:
— Hızi kuyusundan Allaha sığının!
— Ey Allahın Rasûlü! Hızi kuyusu nedir? dediler.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Cehennemde bir dere vardır. Cehennem günde dört kere o kuyudan
Allaha sığınır buyurdu.
598
— Ey Allahın Rasûlü! O kimlerindir? dediler.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Kur'an’ı ve ilmi rîyâ ve gösterişle okuyanlarındır, buyurdu.
Mübtedi’lere gelince; onlar azgınlar ve insanları azdıranlardır. Hz.
Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem onlar hakkında' şöyle buyurdu:
— Ümmetim sapıklık ve azgınlık üzerinde toplanmasınlar. Azgınlık
üzerinde birleşirlerse onlar benim ümmetim değildirler.
Emirlerle sultanlara gelince: Onlar da, şeyhlerin aşın arzularına
vc âlimlerin dünyâ hırslarına bakarak, zulmetmekle ve ellerini sadaka ve zekât
vermekten alıkoymakla dünyâlık yığdılar. Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve
sellem onlar hakkında şöyle buyutdu:
— «Benden sonra şüphesiz size, ateşin odunu yediği gibi sizin
îmanınızı yiyip bitiren dünyâ (hırsı) gelecek.»
Câhillerse kendilerini mal ve zinetle bezerler. Dünyâ ve onun
güzellikleri ile meşgûl olurlar. Değerli ömrü boşa geçirip ölümü unuturlar.
Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Onlara selâm vermeyin. Hasta olurlarsa halini sormaya, ziyarete
varmayın. Ölürlerse cenazelerinde bulunmayın.
Şanı yüce olan Allaha sığınırız. Bu meselede âciz kaldık. Eğer
dünyâ ehline uyarsak Hakk Teâlâ bize ateş ve Cehennemle azâb eder. Eğer
bunlardan sakınırsak üzerimize şerir ve kötü kimseler yüklenirler. Hal böyle
olunca; Ey Rabbim! Biz nasıl edelim?
Bundan dolayı âlimler şöyle demişlerdir:
— Kim Hak laâla hazretlerini yalnız ilim sözü ile
5<W
talep etse, arasa zındık olur. Yalnız Zühd (takvâ) ile arasa
bid’atçı (dinde olmayanı koyucu) olur. Yalnız fıkıh ile arasa fâsık olur. Kim
bütün ilimleri göriit ve onlarla Allahı ararsa bu fitnelerden emin olur.
Şimdi, bir çok mûrşid vardır ki, kendi azmış, halkı da azılmıştır.
Nice âlim de vardır ki, bütün ilmini dünyâ’ya bağlamıştır. Ahirette bütün
ilimlerin elden gideceğini, yalnız İlâhî bilginin kalacağını bilmez.
Kim dünyâ’yı güzel düşünüp iyi akıl ederse, değerli ömrünü faydalı
ilim ve iyi amelle geçirmiş olur.
Rasûiüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Ben size güneş , ve ay bıraktım. Kim o güneş ve aya uyarak
yürürse karanlıktan kurtulur. Kim de o güneş ve ay’la yürümezse helâk olur, yok
olur. Sahâ- beden birisi:
— Ey Allahın Rasûlü! O güneş ve ay nedir? dedi.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Güneş Allahın kitabı Kur’an’dır. Kamer de benim Hadîslerim v?
sürmelimdir, buyurdu.
Hz. Ali (radiyallâhu anh):
— Rasûiüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hazretlerine
sünnetlerden sordum. Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu-
— Şeriat benim sözlerimdır. Tarikat benim işle- rimdir. Hakikat
benim hallerimdir. Ma'rifet benim esas malimdir. Akıl benim dinimin aslıdır.
Hakkı sevmek benim mayamdır. Şevk benim bineğimdir Allahı zikir benim
arkadaşımdır. Allaha güvenmek benim hazinemdir. Allahtan korkmak benim yoldaşım-
dır. İlim benim silâhımdır. Sabır benim azığımdır. Râzı olmak benim
ııanimetimdir. Dervişlik benim
600
övünme vesilemdır. Zühd ve takvâ benim san’atımdır. Yakin benim
kuvvetimdir. Gerçeklik benim kalbimdir. İtaat ömrümün meyvesidir. Gaza benim
huyumdur. Gözümün nûru namazdır.
2. FARKLI İNANIŞLARLA İLGİLİ BÖLÜM
Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
— İsrail oğulları kavmi yetmiş iki bölük (fırka) oldular. Benim
ümmetim yetmiş üç fırka’ya ayrılacak Yetmiş ikisi Cehenneme lâyıktır. Eğer
Allahın yardımı olmazsa. Amma ebedî orada kalmazlar. Birisi Cennetliktir.
—Ey Allahın Rasûlü! Onlar kimlerdir? diye sordu lar.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Ben ve Ashâbım o bir bölüktendir, buyurdu.
Ehl-i Hevâ ve Ehl-i Bid’at (Dinde olmayanı koyan ve sapık inanışta
olanlar) türlü türlüdür. Fakat belli başlıları altıdır:
1. Haricîlerdir.
2. Râfızîlerdir.
3. Kaderiyyedir.
4. Cebriyyedir.
5. Cehmiyyedir.
6. Mürci’edir
Bunların herbiri oniki bölüktür. Bunların hepsi, Allahın birliği
bereketi ile rahmet ederse müstesna. Cehennemliktir. Cehennemden kurtulanlar
Ehl-i sünnet ve Cemaattır (Peygamber (A.Sl)’ın ve Ashabının yolundan
gidenlerdir). Onlar da bir bölüktür.
Gelelim bunların inanışlarına:
601
Hariciler, Hz. Ali ile oğulları Hz. Hasarı ve Hüse- yin’e kâfir
diyenlerdir. Ebû Bekir’e ve Ömer’e uyarız, Hz. Osman ve Hz. Ali'den değiliz
derler.
Râfızîler, Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer’e kâfir diyenlerdir. Biz
onlardan değiliz derler.
Kaderiyye, Allahın takdirini, kaderi inkâr edenlerdir. Bütün
fiiller kulundur. Allah yaratsa fiil kula aittir, kul fiilinin gerçek
sahibidir derler ve kaderi inkâr ederler.
Cebriyye, kulun hiç bir gücü yoktur, yaptığı işde mecburiyeti
vardır. Belki kulun fiilini Allah yaratır, insanın şahsî işi yoktur, derler. Ve
kul irâdesini inkâr ederler.
Cehmiyye, Kur’an mahlûktur (sonradan yaratılmıştır, kadîm
değildir). Allahın sıfatları muattaldır, iş görmez haldedir. İsmi sonradan
olduğu gibi sözü olan Kur’an da sonradan meydana gelmiştir, diyenlerdir.
Mürcie, Allaha îman etmekten başka kulun üzerine farz yoktur,
yalnız kula iman etmek farzdır, diyenlerdir.
Bunlar, sapık inanışların aslıdır. Allahtan, bizi İslâm dini
üzerinde sâbit kılmasını ve İslâm yurduna çağıranlardan etmesini dileriz.
Küfürden, sapıklıktan ve bid'attan (dine uydurma) katmaktan)
kurtulmuş olan o bir bölük (fırka) hakkında Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi
ve sellem:
— «O bölük benim ve Ashâbımdır» buyurdu. Onlara Eşâire (Ehl-i
Sünnet) ve Muhaddîs derler. Onların mezhebi ve yolu bid'attan emindir.
Onların görüsü şudur:
— Alem, Allahın dışındaki bütün mevcutlar, sonradan var olmuştur.
Alemin yaratıcısı birdir. Ondan
602
başka yaratıcı yoktur. Zıddı yoktur. Yücelikte, benzeri yoktur
birlikte bütün eşya, herşey yok olduktan sonra o gene vardır. Yüced’r, uludur
ve dilediğini yapar. Kemal sıfatlarla sıfatlanmıştır. Celâl ve Cemâl sıfatlar:
ile övülmüştür Zat: ezelî ve sıfatlan ebedîdir. Cevher ve araz (b-rşeyin esası
ve parçası) değildir. Sınırlı ve sayılı değildir. Varlığı vacip ve zarurîdir.
Her- şeyin esasını yaratan ve her türlü hemâlâtı ifade eden zattır. İşinde
garazı, eziyeti, ziyanı ve zulmü yoktur Bütün eşya onun fazlındandır. Hz.
Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem vasıtası ile sevdiği kullarına doğru
yolu gösterip esas gaye olan şeye eriştirir.
3. AMELİ HÜKÜMLERLE İLGİLİ BÖLÜM
Allah Teâlâ buyurdu:
— «Elif, Lâm, Mim. Bu, o kitaptaki kendisinde (Allah katından
gönderilmiş olduğunda) hiç şüphe yoktur. (O) takvâ sahipleri için doğru yolun
tâ kendisidir.» (228)
Elif, Lam, Mim bu Sûrenin fatihası, girişidir. Geri kalan «Hurûf-ı
rnukattaa» sûre başlarına yazılan benzerleri gibidir.
Diğer isimler gibi bu da bir isimdir ve sûrenin ismidir diyenlere
göre, Arap dilbilgisinde yeri vardır.
Eğer irabdan mahallî, harekelenme özelliği, yoktur diyecek
olurlarsa, üç şekilde irabı, harekelenme- si vardır. Biri, başta olması kendisi
ile söze başlanması sıbcbivle, bulunduğu ver itibarivle merfû (ötreli)
; :".’S i f akara Sûresi. ayet : i—2
0Ü3 olmasıdır. Harekesinin üstün ve esre okluğu zaman kasem, yemin
içindir.
Allahın (O kitab) sözü, sena ruhlar âleminde veya Mûsâ, Dâvud ve
Isâ (aleyhisselâm) 'a indirilmiş olan kitaplarda indireceğimizi vaadettiğimiz
bu kitaptır, demek olur. İçinde bütün ilim ve ahkâm-ı, dinî hükümleri beyan
edeceğimizi bildirdiğimiz bu kitabın (Kur'an'ın), Allahtan olduğ:/nda .şüphe
yoktur.
Allah (takvâ sahipleri için doğru yakın tâ kendisidir) buyurdu.
{Doğru voldan çıkanlar, yolunu sapı- tanlar) içi» buyurmadı. Çünkü (doğru yol)
sabredenler içindir. Yani Kuran takvâ ehli, Allah’dan son derece çekinip
sakınanlar için, beyan ve hidâyettir; doğru yolun beyanıdır. Böyle olunca,
Allahı çok istemek ve aramak manâsı ortaya çıkar.
Muttekî Lügatte ittikâdandır. Allah’dan çekinip sakınmaktan, son
derece sakınan demektir.
Dinde ise, önce azâba ve cezâya çarpmışken, sonradan bu takvâ
sebebi ile nefsini temyiz etmek, kötülüklerden arıtmak manâsınadır.
Abdullah bin Abbâs (radiyallâhu anh) şöyle dedi:
— Müttekî, büyük ve küçük günahlardan sakınan kimsedir.
Ondan sonra Allah Teâlâ şu ayeti ile muttekîleri beyan buyurdu:
— «0 tak\â sahipleri ki onlar gayba (göremediklerine ve
bilemediklerine) inanırlar.. " (229)
îman azalıp çoğalmaz. Zira îman, Rasûlüllahın getirdiği şeylerin
tümünü tasdiktir. Burada îman ve İslâm bir ve aynıdır.
(22Û) Bakara Sûresi, âyet: 3.
604
Hakk Teâlâ hazretleri. ««Allah onların (mühninlerin) îmanlarını
arttırır, >■ buyurdu.
Bundan maksat itikadın, inanışın artmasıdır. Bir kimse îmanının
artmasını istese, Allahın buyurduğu şekilde îmanın artması nasıl mümkün olur?
diye sor. salar, cevabı şudur: imanın azalması ve çoğalması kabil değildir.
Onun kuvvetli ve zayıf olması kabildir.
Bu itibarla, Rasûlüllahm îmanına nisbetle halkın îmanı zayıftır.
Onun îmanı kuvvette kemâl derecesindedir. Asla yok olması düşünülemez. îmanın
zevâlin- den, yok olmasından Allaha sığınırız.
Nakledildiğine göre îman, Emân sözünden alınmıştır derler. Böylece
hem îman edene, hem de Hakk Teâlâ’ya mü’min derler. Allaha bu isim, mü’min
kullarım ebedî olan azabdan emin kıldığı için verilmiştir. Bu şekilde îman,
küfrün karşılığı olmuştur.
Küfür de dört şekilde bilinir:
1. İnkârî
küfür.
2. Cuhûdî
küfür.
3. înâdî
küfür.
4. Nifâki
küfür.
İnkârı Küfür: Hakk Teâlâ hazretlerini bilmez ve inanmazda.
Cuhûdî Küfü:” Gönlü ile Allahı bilir, fakat dili ile onu söylemez.
Firavn’ın küfrü gibi.
Inâdi Küfür: Ailahı günlü ile bilir, dili ile de söv- ler. Fakat
inadından dine girmez. Ebû Tâlib’in küfrü gibi.
Nifâki Küfür: Dili ile inandığını söyler, fakat gönlü ile kabûl
etmez ve inanmaz.
Hz. Ömer (radiyallâhu anh) şöyle dedi:
605
— Bir gün Hz. Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ile beraber
oturuyordum. Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki:
— Hangi kimsenin îmanı çok garip îmandır?
Ben:
— Meleklerin îmanı, dedim.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Değil! Zîra onlar Kur’an'm vahyedildiğini bilirler. Nasıl olur?
dedi.
Ben:
— Peygamberlerin îmanı dedim.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Değil! Onlar, kendilerinin peygamber olduklarını bilirler, dedi.
Ben:
— Öyle ise ey Allahın Rasûlü! Kimdir? dedim
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— îman
yönünden garip olan, beni görmediği halde bana inanan halktır. Onlar îman
yönünden çok gariptirler, buyurdu.
Hakk Teâlâ şöyle buyurdu:
— «(O
takva sahipleri ki) onlar gayba inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar,
kendilerine rızık olarak verdiğimizden de (Allah yolunda) harcarlar» (230)
İbâdetin aslı .kidir: Biri bedenî ibâdet, biri de mâ- ii bâdettir.
Biri malla, biri de bedenle yapılır.
— «(O
takvâ sahipleri ki Habîbim) onlar sana indirilene de, senden evvel
indirilenlere de inanırlar. Ahirete ise onlar şüphesiz bir inan beslerler.»
(231)
Yani onlar ktvâmet gününe îman edip kesin ola-
(230) Bakara Sûresi, âyet: 3.
(231) Bakara Sûresi, âyet: 4.
eoe
rak onu kabûl ederler. Bunlar Cenneti elde
etmişler \c Cehennemden kurtulmuşlardır. Cennette oturma imkânı ile de bekaya
ermişlerdir.
Müminin yaşıtları, eğer anladmsa, şunlardır:
1 — Allaha inanmaktır.
2 —- Namaz kılmaktır.
3 — Zekât yetmektir.
4 — Allahın kitaplarına inanmaktır.
5 — Ahireti tereddütsüz kabûl etmektir.
(232)
Şimdi inşallah, çok faydalı olsun diye bu
ibâdetleri açıklayalım. RasûlüHah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buvurdır
— «Kim kasden ve bilerek namazı terk
ederse kâfir olmuştur.»
İmam Şâfiî (RA.):
— Kim bir vakit namazı bilerek terk ederse, onu
köpek öldürür gibi öldürmek gerektir. Onun cezası budur, der.
Mcşârık şerhinde Şeyh Ekmeiü'd-Din de aynı gülüşü
ileri sürmüştür.
Bizim katımızda makbûl görüş İmam-ı Azam Ebû
Hanifc’nin görüşüdür. O:
— «Kâfir olmaz, küfre yakın günah işler.
Farzıy- vetiııi inkâr ederse kâfir olur» der.
Hz. Ali (radiyallâhu anh) dedi ki-
— Bir gün Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve
sellem söyle büyürdü: Beş vakit namazın farzım, sünnetin: ve adâbım iyi yerine
getirmek, onlara son derece uymak gerektir.
Ensârdan bir şahıs:
(.‘32/ Bu esaslar, ne imanın altı esası, ne de
İslâm’ın beş şartıdır. Müellif burada kendine göre bir taksim yapmıştır.
607
— Ey Allahın Rasûlii! B;ze
buyurduğun namaz. Onun kcrâmeti, hürmeti ve sevabı nedir? Buyurun, işitelim
dedi.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem
bunun üzerine şöyle buyurdu:
— Namaz Allah Teâlâ'nm hoşnutluğudur. Melekle,
rin sevgilisidir. Peygamberlerin sünnetidir. Ma’rifetin nurudur. îmanın
aslıdır. Duâ’nın kabûl olmasıdır. Amellerin en üstünüdür. Rızkın bereketidir.
Tenin, bedenin kuvvetidir. Canın ve ruhun nûrudur. ölüm meleği arasında şefeat
edicidir. Kabirde çırağ ve ışıktır. Münker ve Nekire cevaptır. Kıyamet gününde
üzerinde bir çadır w gölgedir Cennette başı taçtır Cehennemde senin aranda
perdedir. Sıratı geçmektir. Cennetin anahtarıdır. Kim kasden namazı terk etse
ve farz olduğunu inkâr etse kal ir olur, dinden ç«kar.
Şimdi, Allaiıi zikretmek gıdası, ölüm onun
saranı, Allaha yakınlık huzuru. Kur’an bilgi kaynağı ve fikir sermayesi, gece
(kulluk' pazarı, dünyâ ekeneği, kıyamet harman yeri ve ecir, dini
davranışlarının ine'vesi olan kıınseve ne mutlu!
Necmüddin Dâye, Tefsirinde söv iv nakleder:
— Namazın tümü, insinin ı rıhtımın suili
âlemden, dünyâ hırsından her türlü ilgin kesmeyi, ulvi vc sıı- ce âleme çıkmayı
ifâde eder. Bütün insani, havvani ve dünyevi mertebelerden kesilmektir.
Böylcce ibadet kesin bilgisi olanındır.
Ubûdivet kulluk şüphesiz Allahı görebilenin vc tereddütsüz Hakka
ulaşabilenindir
Araştırıcılar:
— «Bövicce Allahın zatınm nurunu muşa! ile et
mek miraç oldu > dedik r.
G08
Hakk Teâlâ hazretleri insanoğlunu yaratınca namaz» onlara farz
kıldı ki o namazda Hakk Teâlâ'ya münâcât yakarış meydana gelmiş olsun.
Peygamberlere, mertebelerine göre müşâhede, İlâhî hakikati görme
imkânı verildi. Peygamberlerin efendisi Rasûlü Ekrem Efendimiz geldi ve üzerine
yüce Allah’tan Kur’an-ı Kerim indi. Allah o kitabında Ra- sûl (aleyhisselâm) ’a
(Namazı kılınız) buyurdu. Halk taâla namazın vasfını beyan etti. Böyle olunca
namaz mü’- nıiıılerin mirâcı ve Allaha yakarma yeri oldu.
Bilmek gerektir ki, doğrusu, namazı cemaatle kik mak müekked
(kuvvetli) sünnettir.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurur:
— «Cemaat hidâyet yollarındandır. Ona uymayan yalnız münâfıktır.
Hele imamı âiim ve mütteki bir cemaat olursa Hz. Rasûlu’llâh
salla’llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurur.
— Kim bir mütteki âlimin ardından namaz kılsa, Peygamber ardında
namaz kılmış gibidir. Eğer terk ederse bidatçıdır. Yerleri ve göklerdeki
ameller kadar amel işlese bile onun ameli merdûddur, makbûl değildir. Ona son
zamanda korku vardır. Allaha sığınmak gerekir.
Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Cebrâil (aleyhisselâm) bana: Ey Muhammedi Hakk Teâlâ hazretleri sana
selâm etti ve şöyle buyurdu dedi: Kim cemaatı terk ederse, Cennetin kokusunu
dahi duymaz. Dünya ve Ahirette lânet edilmiştir. Kim, cemaatı terkeden kimsenin
yüzüne gülerek baksa Beyt-i ma’- mûru, Kâbe’yı yıkmış gibi ona günah vardır.
Kim cemaatla namaz kılmayı severse, Hakk Teâlâ hazretleri ona ölüm
meleğim gönderince. Peygamberlere gönder-
609 diği gibi güzel ve yumuşaklıkla gönderir kabrini Cennet
bahçelerinden bir bahçe yapar ve kabrine Cennet-» ten iki kapı, pencere açar.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Kim namazı cemaatla kılarsa Allah Teâlâ ona bin şehîd sevabı
verir buyurdu.
Sahih Hadistir:
— «Namazı cemaatla kılmak, yalnız başına kılmaktan yirmi yedi defa
üstündür.»
Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
— Bir kinişe namazda (Allahü Ekber) dese bütün günahlarından
kurtulur.
(Eûzübillahinımeşşeytanirracim. Bismillâhirrah- mânirrahîm) dese,
gövdesindeki kıllar sayısınca, Allah ona sevab verir.
Fâtiha Sûresini (Elhamı) okusa Kâbeye varmışçasına Allah ona sevab
verir.
Rukûa varsa, binlerce altın sadaka vermiş gibi sevab verir.
(Sübhâne Rabbiyelazîm) dese, gökten inen kitaplar kadar eline sevab
geçer.
(Semiallâhü limenhamide) dese, Hakk Teâlâ ona rahmet nazarını
çevirir.
Secdeye vardığında (Sübhâne Rabbtyelâ’lâ) dese, Hakk Teâlâ ona
insanlar ve cinler sayısınca iyilik verir ve bütün günahlarını affeder.
Tehıyyata, setâm vermek için son oturuşta, belli zamanda otursa,
Allah ona sabredenlerin sevabını verir.
Selâm verse. Cennetten ona kapılar açarlar. Hangisinden dilerse
girer.
610
Rasûlüllah:
— Namazın başlangıcı Allahın hoşnutluğu, ortası Allahın rahmeti,
sonu da Allahın atfıdır buyurur.
Bizce namazın sonu efdâldir. Zira Allahın affında hoşnutluğu da
bulunur. Bu. acele etmeyen herkes için kolaydır.
Hz. Enes bin Mâlik (radiyallâhu anh) Rasûlüllahdan şu rivâ- yeti
nakletmiştir*
— Rasûl (A.S.j buyurdu- Kim ikindi namazını cemaatla kılar ve
mescidde bir saat otursa, ilimden bir mesele öğrense, Hakk Teâlâ o kimsenin
bütün günahını affeder ve Cennette ona bir şehir verir. O şehrin büyüklüğü bu
dünyâdan yedi kat büyüktür.
Rasûlüllah buyurdu ki:
— Kim sabah namazını cemaatla kılarsa, Sırat köprüsünü yıldırım
gibi geçer.
Kim öğle namazını cemaatla kılarsa, kabrinden yüzü tam ay gibi
parlak kalkar.
Kim ikindi namazını cemaatla kılarsa, ölümünden önce Cennetteki
yerini görür, Cennet taamını tadar, şarabım içer ve ondan sonra ölür.
Kim akşam namazını cemaatla kılarsa, kabr'-nden kalkınca, başı
üstünde bir saf melek olur. O kimseyi alıp Hakk Teâlâkın huzuruna çıkarırlar.
Kim yatsı namazını cemaatla kılarsa, kıyâmet gününde Arşın gölgesi
altında, peygamberler, şehîdler ve sâlihlcrle beraber olur. Bir bir görüştürür.
Diğer bir görüşte ise durum şöyledir:
— Bir kimse sabah namazın! camaatla kılsa, ondan sonra güneş
doğuncaya kadar mescidde oturup zikrctse, Hakk Teâlâ ona Adn Cennetinde yetmiş
derece
611 verir. Bir dereceden diğer dereceye mesafe, yürük at koşması
ile elli yıllık yoldur.
Kim öğle namazını cemaatla kılarsa, Hakk Teâlâ ona Adn Cennetinde
elli derece verir. Herbir derecenin arası yetmiş yıllık yoldur.
Kim ikindi namazını cemaatla kılarsa, Hakk Teâlâ ona îsmâil (aleyhisselâm)
’ın çocuklarından sekiz kişi azâd etmiş gibi sevab verir.
Kim akşam namazını cemaatla kılarsa, Hakk Teâlâ ona makbûl olmuş
Hacc sevabı verir.
Kim yatsı namazını cemaatla kılarsa, Hakk Teâlâ ona kadre uğramış
gibi sevab verir.
Ebû Saîd El-Hudrî (radiyallâhu anh) Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi
ve sellem)'den şu rivâyeti nakletmiştir:
— Rasûlüllah buyurdu ki: Müezzin Hakk Teâlâ hazretlerine çağırır.
îman Allahın uûrudur Namazdaki iü- kûnler Allahın sıfatlarıdır. Kur’an Allahın Kelâmıdır. Müezzin Hakk
Teâlâ’ya çağırdığı zaman varın, Allahın nuruna girin. Allahın sıfatlan üzerine
olun. Allahın kelâmını öğrenin. Kim mescide yürüyerek giderse her adımına on
hasenat, on iyilik verir. On günahı yok olur. Cennette on derece verilir. Kim
cemaatla namaz kılmaya devam ederse, sıratı yıldırım gibi geçer. Yüzü tam
olmuş ay gibi parlar. Her gün defterine şehîdler sevabı yazılır. Kim. hiç
kimseyi incitmeden birinci safa varsa, Hakk Teâlâ o kimseye müezzinlerin
sevabını verir. Kimin itikadı bütün olarak hareket etse Hakka yakın olur.
Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Hak taâ'a ve melekler ilk saf’ta olanlara rahmet ve duâ’da
bulunurlar. Zinhar cemaatla namaz kılmayı terk etmeyin. Doğrusu cemaatle namaz
kılmak on bin kerre yalmz kılmaktan yeğdir.
4. BÖLÜM
Ey İlâhî sırları öğrenmek isteyen kimse! Derecelerden hangi
derecenin üstün olduğunu, Cennet mertebelerinden hangisinin daha iyi olduğunu
bilip öğren- dinse şimdi de salih amele geldik.'
Ebul-Leys (radiyallâhu anh) şöyle dedi:
— Sâlih amel, iyi amel dört şeyle olur:
1. Niyet,
2. Faydalı
ilim.
3. Takvâ
(Al tahtan korkmak ve sakınmak),
4. îhlâsdır
(Sırf ve sâmimiyetle Allaha bağlanmak).
Şirk de (Allaha eş ve ortak tanıma, da üçtür):
1. Açık
şirktir ki, o küfürdür.
2. Gizli
şirktir ki o, günah işlemektir.
3. Daha
gizli olan şirktir kı o, da rîyâ'dır.
Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— «Rîyâ, bütün amelleri bozar, altüst eder.»
Gene Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Rîyâ yetmiş bölümdür. En aşağısı şirktir. Küçük şirkten de
korkun! buyurmuştur.
— Ey Allahın Rasûlü! Küçük şirk nedir? diye sordular.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Rîyâ'dır; Bir kimse halk için amelde bulunsa şirktir. Halk için
de ameli terk etse rîyâ’dır, buyurdu.
614
Böylece rîyâ, her türlü hali bozan ve amelleri yok eden bir
durumdur.
îmam Fahri Râzî, Tefsîr-i Kebîrinde şöyle beyan etmiştir:
— Bir kimse ibâdet ettiği zaman, ibâdetinde se- vab almayı düşünse
veya Cehennemden korktuğu için ibâdet etse onun ibâdeti doğru değildir. Çünkü
ibâdeti Tanrı taâla’yı ta’zîm ve yüceltmek için değildir ve niyetinde de ihlâs
yoktur.
Nakledildiğine göre Keşşâfda, Hadîsde ve Ihyâ Kitabında şöyle
denmiştir:
— Bir kimse büyük ve küçük günahlarına tövbe etmeden dönüp ibâdet
etse, şeriata uygun ve doğru namaz kılsa, farzı, borcunu ödemiştir. Fakat
sevabı yoktur ve onun sevabı göklere çıkmaz. Allah katında makbûl olmaz.
Dünyâ’da tövbe nasip olursa, büyük ve küçük günahlar yarlığanır.
Amma dünyâ’da tövbe nasip olmayıp Ahirete kalırsa ve ölürse Allahın isteğine
kalmıştır. Dilerse affeder ve dilerse azâb eder.
Nitekim Hakk Teâlâ buyurur:
— «Sonra kimi dilerse onun yarhğar, kimi dilerse onu da
azâblandırır. Allah herşeye hakkıyle kadirdir.» (233)
Bir kişi büyük günahdan tövbe etse, küçük günahı ibâdet etmekle
yarlığanır.
Nitekim Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurur:
— Büyük günahlara tövbe etmekle, bir Cuma’-. dan bir Cuma’va ve
Ramazan’dan Ramazan’a varınca-
(233) Bakara Sûresi, âyet: 284.
615
ya kadar, bu aralıkta beş vakit namaz kılmak, küçük günahlara
kefâret ve karşılık olur.
Bilmek gerekir ki, doğrusu Nasûh tövbesi etmek büyük ve küçük günah
işleyene farz ve lâzımdır.
Nasûh tövbesi, bir günahı işleyince, bir daha o günahı işlememeye
tövbe etmeye denir.
Böylece tövbe vaciptir, mutlaka gereklidir. Zîra, büyük ve küçük
günaha ikâb ve cezâ caizdir.
Nitekim Hakk Teâlâ hazretleri buyurur:
— «Küçük, büyük her şey (her günah) yazılıdır.»
(234)
Kelâm bilginleri, Hz. Ali (R.A.1 hazretlerinin rivayetinde kebâir,
büyük günah on ikidir dediler:
1 —
Hakk Teâlâ hazretlerine şirk koşmak, eş ve benzer tanımaktır.
2 —
Haksız yere adam öldürmektir.
3 —
Örtülü, namus ve iffeti: kadınlara dil uzatmaktır.
4 —
Zina etmektir.
5 —
Bir müsiümanın, bir veya iki kâfirden kaç masıdır.
6 —
Sihir, büyü yapmaktır.
7 —
Öksüz, yetim malı yemektir.
8 —
Ana ve babasına âsî olmak, karşı gelmektir.
9 —
Mülhid olmak, sapık bir dine dönmek!'
10 —
Rıbâ, fâiz yemektir.
11 —
Hırsızlık etmektir.
12 —
İçki içmektir.
Garip bir rivâyetde geldiğine göre Rasûlüllai bü yük günahları
beyan etmiştir.
(<134) Kamer
Sûresi, âyet - 53.
616
Alâaddin Türkıstânî onları şöylece bir araya top- lamıştır:
1 —
Allaha şirk koşmaktır.
2 —
Kan dökmektir.
3 —
Ana—babaya karşı gelmektir.
4 —
Ribâ, faiz yemektir.
5 —
Yetim malı yemektir.
6 —
Halka zulmetmektir.
7 —
Gıybet etmek, bir kimseyi arkasından çekiştirmektir. Öyle ki, çekiştirdiği
kimsenin işitmesi ve: «Sen bana sövmüşsün, sana ceza vermek gereklidir»
demesidir.
8 —
İlim tahsil etmemek, câhil kalmaktır.
9 —
Hakk Teâlâ nın azâbmdan emin olmaktır.
10 —
Haktan ümidini kesmektir.
11 —
Haktan korkmamaktır.
12 —
Ahdine vefâ etmemek, sözünde durmamaktır.
13 —
Mü’minlere hainlik etmektir.
14 —
Kâfirlerle dostluk kurmaktır.
15 —
Namazı terk etmektir.
16 —
Orucu terk etmektir.
17 —
Zekâtı terketmektir.
18 —
Tanıklığı bildiği halde, gizlemek ve yalen yere tanıklık etmektir.
19 —
Okuduğunu unutmaktır.
20 —
Yalan yere and içmek, yemin etmektir.
21 —
Gücü yettiği halde Kabe’ye, Hacca gitmemektir.
22 —
Halka, insana secde etmek, tapmaktır.
23 —
Cuma namazını terk etmektir.
24 —
Hırsızlık etmektir.
617
25 —
Zâlim beylerin yalanına, doğru söylüyorsun demektir.
26 —
Zinâ etmektir.
27 —
Erkekle temas etmek veya kadınla ters gö, rüşme yapmaktır.
28 —Hayvanla
birleşmektir.
29 —
Hanımı hayz hâlinde iken bir araya gelmek tir.
30 —
Çalgı dinlemek ve çalmaktır.
31 —
Sağu sağmak ve sağu yemeği yemektir.
32 —
Satranç oynamak ve zar atmaktır.
33 —
Dünyâyı, aşın şekilde sevmektir.
34 —
Haram yemektir.
35 —
İnsanları hor görmektir.
36 —
Alimleri ve dervişleri sevmemektir.
İşte bunların hepsi büyük günahtır.
Allaha gönüllerini verenler:
— Büyük günah işleyene, sonu küfüre vardığı için, korku vardır
dediler. Sonu küfre varan büyük günahdan Allaha sığınırız.
Ebû Tâlib-i Mekkî Kûtu’-Kulûb adlı eserinde şöv le demiştir:
— Büyük günah on yedidir. Dördü gönüldedir-
1 —
Allaha sirk koşmaktır.
2 —
Ma'siye’, İsyan üzerinde bulunmaktır.
3 —
Allah’tan ümidini kesmektir.
4 —
Allahın azabından emin olmaktır.
Dördü dilded-r:
1 —
Yalan tanıklık ctmektiı.
2 —
Namuslu kadınlara dil uzatmak, sövmektir.
3 —
Yalan yere and içmek, yalan söylemektir.
4 —
Sihir ve büyü yapmaktır.
618
Üçü karındadır:
1 — İçki içmektir.
2 — Yetim malı yemektir,
3 — Ribâ, fâiz yemektir.
İkisi ferede,
tenâsül uzvundadır:
1 — Zina etmektir.
2 — Livâta, !.crs yakınlaşma yapmaktır.
İkisi de
ellerdedir:
1 — Haksız vere insan öldürmekti!.
2 — Hırsızlık yapmaktır.
İkisi ise ayak
ardadır:
1 —
Bir kimsenin, bir veya iki kâfirden kaçmas' dır.
2 — Ana—babaya âsî olmaktır.
Hz. Rasûlu’llâh
salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki:
— Cebrâil (A
S.) bana geldi ve Hakk Teâlâ:
— Şanım hakkı için, benim yanımda dünya’yı sev' mekteır
daha büyük günah yoktur buyuruyor dedi.
Nitekim Hz.
Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurur:
—«Dünya sevgisi
bütün hataların başıdır.»
Küçük günahlar
ise şunlardır:
1 — Yere bakmak, sinsi olmaktır.
2 —
İnsanların arkasından konuşmaktır. Bunun için dinde İlâhî ceza tatbik edilmez.
3 — Halkla alay etmektir.
4 — İnsanlar hakkında kötü düşünmektir.
f>’> — Boş ver;: gülmektir.
6 — Karnı acıkmadan yemek yemektir.
7 — Yalan söylemektir.
8 — Çalgı dinlemektir.
9 —
Cünüb o’duğu halde mescide gidip oturmaktır.
619
10 —
İzinsiz, bir kimsenin evine bakmaktır.
11 —
Müslümanlardan birine kin tutup üç günden fazla küsmektir.
12 —
Bir kötülüğe vfc belâya, şikâyet ederek ağlamaktır.
13 —
Fâsıklarla oturmaktır.
14 —
Mekrûh vakitlerde namaz kılmaktır.
15 —
Mescidde alış -veriş yapmaktır.
16 —
Çocukları ve deliieri mescide koymaktır.
17 —
Kaybolan malını mescidde aramaktır.
18 —
Mescide ve yol üstüne küçük su dökmektir.
19 —
Ayakta su dökmektir.
20 —
Avret yerini açıp göstermektir.
21 —
Yedi yaşmdan sonra oğlu ve kızı i!e aynı döşekte yatmaktır.
22 —
Cüııüb iken Kur’an okumaktır. Daha bunlara benzer kötü sayılan şeyleri
yapmaktır.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Bir daha yapmamaya azim ve niyetle küçük gü. nah; istiğfar
etmekle, yarhğ dilemekle büyük günah ortadan kalkar, buyurdu.
BÖLÜM
Temiz ve nurlu din İslâm'daki büyük - küçük gü nah lan ve bunların
hükümlerini öğrendinse; bundan sonra, amelinin bâtıl olmaması için, fetvâlarla
sabit olmuş küfrü gerektiren sözleri ve kelimeler’ öğrenme’: gerekir.
Şüphesiz, küfrü gerektiren söz ve davranışlar, insanın dinini ve
yaptığı ibadetleri bâtıl eder, silip götürür.
Nitekim Hakk Teâlâ şöyle buyurur:
— «Eğer (bilfarz Allaha) ortak tanırsan, Celâlim hakkı için,
(bütür? amel (ve hareketlerdin boşa gider ve muhakkak hüsrana düşenlerden
olursun.» (235)
Aynı zamanda, boşamadan karısı boş olur. Eğer, küfrü gerektiren
sözü kadın söylerse o erkekten boş olur. Fakat kadını, bu durumda, tekrar
erkeğe zorla nikahlamak gereklidir. Kendi isteğine bırakılırsa, her geçinmeyen
kadın boş olayım diye, küfrü gerektiren sözü söyler ve boş olur. Böylece de
dünya fesada uğrar, aile müessesesi yıkılır.
Şimdi bir kmısc:
— Falan kimsenin malı bana helaldir! dese, fakat o kimse de o mal'
vermemiş olsa, sözü söyleyen kimsenin küfründen korkulur.
(?35) Zümer Sûresi, âyet: 65.
622
Bir kimse:
— Falanın kanı bana helâldir, dese kâfir olur.
Bir kimse haram yese, bir başkası ona:
— Allah'dan kork! dese, o kimse de:
— Korkmam! dese kâfir olur.
Bir kimse:
— Yahudiler Hıristiyanlardan hayırlıdır, yahu< Hı-
ristiyanlardan Yahudiler hayırlıdır dese küfründen korkulur.
Bir kimse;
— Falan benden daha çok kâfirdir! dese kâfir olur.
Bir kimse, isteyerek veya lâf olsun diye kâfir kıyafeti giyse, ona
benzemeye özendiği için, kâfir olur.
Bir kimse:
— Büyük ve küçük günahları işlemek helâldir! dese kâfir olur.
Bir kimse haram maldan sadaka verse, onunla iyilik etse ve bundan
sevap umsa kâfir olur.
Bir kimse başka bir kimseye:
— Zekât ver! dese, o da: «Hayır vermem, zira doğru değildir» dese,
kâfir olur.
Bir kimse:
— Eğer şu ış: yaparsam kâfir olayım! deyip de onu yapsa
kâfir olur.
Bir kimse, yapmadığı bir işden dolayı:
— Allah bilir ki, ben bu işi yaptım! diye yalan yere Allahı şâhit
tutsa kâfir olur.
Bir kimse:
- Müslüman mıyım, yoksa kâfir miyim, bilmiyorum; dese kâfir olur.
Bir kimse:
623
— Hakk Teâlâ hazretleri beni unuttu! dese kâfir olur.
Bir kimse:
— Yahudi ve Hıristiyanların dinleri hâlen hakdır! dese kâfir olur.
Bir kimse mü mine:
— Benim yanımda kâfirle berabersin! dese kâfir olur.
Bir kimse küfrü gerektiren sözü söylese, bir bankası da onu duyup
gülse, her ikisi de kâfir olur.
Hulâsa-i fetvada şöyle denmiştir:
— Bir vâiz va’zında küfrü gerektiren söz söylese onu dinleyenler
de, o söze innansalar hepsi kâfir olur.
Bir kimse, kalben mümin olduğu halde, dili ile küfrü gerektiren
söz söylese kâfir olur. Dinde, gönlündeki iman ona fayda \ ermez.
Fetevây-ı Zahiriyyede şöyle denilıpiştir:
— Bir kimse Kur'anı horlaşa, küçümsese ve ayağını Mus’afm üstüne
koysa kâfir olur.
Bir kimse, kumar oynasa, içki içse veya zina etmek istese ve
(Bismillah — Allahın adiyle) dese kâfir olur.
Bir kimse:
— Hat taâla namazı beş vakitten fazla emretse idi ben kılmazdım!
dese kâfir olur.
Bir kimse, kıbleyi bildiği halde, başka tarafa dönüp namaz kılsa
kâfir olur.
Bir kimse, sebepsiz vere bir âlime içinden kızsa ve onu sevmese
kâfir olacağından korkulur.
Fetevây-ı Zahîriyye’de denilmiştir ki:
— Bir kimse içki içerken yüksek bir yere çıkıp va’z ediyormuş gibi
yapsa ve vaizi maskaralığa alarak gülse, onu dinleyenler de sütseler hepsi
kâfir olurlar.
624
Bir kimse:
— Dünya bana ilimden üstündür! dese kâfir olur.
Muhıyt’de şöyle kaydedilmiştir:
— Bir kimse, bir âlime veya muhterem bir kimseye sataşsa, inancını
ve halini küçümsediği için, kâfir olur.
Fetevây-ı Zahirriyyc’de:
— Bir kimse din âlimi olsa ve hanımı ona: «Lânet sana» dese kâfir
olur, denilmiştir.
Bir kimse:
— Din âlimi, iman ve irfan ehli, kuzgundur, cahil ve karanlıktır!
dese imanında korku vardır.
Sözün kısası, ilmi, Kur'anı ve Ehl-i Kur’anı küçük görüp alaya alan
kimse kâfir olur.
Çevâhir-i Fıkıhda şöyle denilmiştir:
— Bir kimse bir başkasına: «İman nedir?» dese, o da: «Ben bilmem»
dese kâfir olur.
— Bir kimse bir başkasına: «İman nedir?» dese, o dir? Bana öğret de
Müslüman olayım» dese, o Müslüman da: «Biraz bekle» yahut «Bir âlime git sor!
O sana öğretsin» dese kâfir olur.
Fakat bir kimse, bir kâfirin küfrüne razı olsa kâfir olmaz.
Nitekim Mûsâ (aleyhisselâm) Firavn’ın küfrüne razı olmuş ve Allahtan onun
kâfir olarak ölmesini dilemiştir. Böv lece küfrüne razı olduğu kimsenin küfrü
kendine ait olmuş oluyor.
Bir Müslüma ı, bir Müslümana kâfir dese, o Müslüman karşılık
vermeyip sussa kâfir olur.
Fetevây-t Kâdîhanda şöyle denilmektedir:
— Bir kimse: Hakk Teâlâ hu halkı yarattı, ondan sonra katından
sürdü dese kâfir olur.
' 625
Bir kimse, benim yanımda Müslümanla kâfir beraberdir dese kâfir
olur.
Bir kimse başka birine:
— «(Lâ
ilâhe illellah — Allahtan başka Tanrı yoktur) de!» dese, O da: «Demem» dese
kâfir olur.
Bir kimse, birine:
— «Haram
yeme!» dese, o da: «Şimdi haram yemeyen bir kimse getir» yahut: «Helâl yiyen
birini getir» dese kâfir olacağından korkulur.
Bir kimse biı başkasına:
—«Gel! Dine gidelim» dese, o da: «Ben gitmem. Kadıdan insan
getirsen bile» dese, dini hafife aldığı için kâfir olur.
Eğer: «Gel! Kadıya gidelim» deyip de o kimse gitmese kâfir olmaz
Çünkü şeriata değil kadıya çağırmıştır.
Bir kimse:
— «Mescidle
meyhane, küfürle imân aynı şeydir» dese kâfir olur.
Bir kimse:
—«Bu zaman küfür zamanıdır, din ortadan kaldırılmıştır» dese kâfir
olur.
Bir kimse, bir başkasına:
—«Dünyayı bırak, ahirete eriş» dese, o da: «Ben parayı veresiye
vermem» dese kâfir olur.
Bir kimse:
—«Ikkikat ilmi şeriat ilminden üstündür. Şeriat ilminde marifet
yoktur» dese kâfir olur.
Sözün kısası bir kimse:
— Cünübken yıkanmayı, abdest almayı, namazı, orucu, zekâtı, haccı,
cuma namazını, cemaati, ezanı, kameti, Allah yolunda savaşı, cenaze namazını,
bayram namazını, iyiliği tavsiye ve kötülükten men etmeyi, vata-
F :
40
626
mm ziyareti, ana babaya itaat etmeyi, kıyametten öneç Deccâbn
çıkmasını, Dâbbetülarz adlı varlığın çıkmasını, Ye’cûc ve Me’cûc’ıı, İsa (aleyhisselâm)
’m gökten yere inmesini ve kıyamete yakın güneşin batıdan doğmasını inkâr etse
kâfir olur. Bütün bunlardan Allaha sığınırız.
Şeyhülislâm Bedrür Reşid şöyle demiştir:
— Gönlü perdeli olan bir kimse fesadla meşgul olur. Dili de gönlüne
uyar. Diğer organları da fesâd ve kötülükle meşgul olur. Böyle olunca şeytan o
kimsenin imanına kasdeder ve dilinden küfürü gerektiren sözün çıkmasına sebep
olur. Böylcce, değerli ömrünün emeli, yaptığı bütün dinî davranışları yok
olur, gider.
Bütün bu anlattıklarım, muteber fetvâ kitapla-n- da mevcuttur.
Fetvâ verenler onları delillerle beyan etmişlerdir.
Ben derviş Alımed Bîcan, Müslümanlar öğrensinler de sakınsınlar
diye onları bir araya topladım.
—«Ey iman edenler! Hepiniz Allaha tövbe ediniz, Allaha dönünüz.
Umulur ki, böylcce kurtuluşa erenkr- den olursunuz» buyurulmuştur.
Hakk Teâlâ hazretleri şöyle buyurur:
— O, hangimizin daha güzel amel (ve hareket) de bulunacağını
imtihan etmek için ölümü de, dirimi de takdir eden ve yaratandır.» (236)
Rasûlüllâh (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buuyrmuştur:
— Kimin aklı ve ameli güze! ve sağlam olursa, Allahın haranı
ettiklerinden kaçınır ve O’na itaat etmeye gayret eder.
Hakk Teâlâ’nın* »Allah, ölümü ve dirimi yarattı» buyurması, ölümü
ağzı, gözleri ve ayakları kara, kendi
'236) Mülk Sûresi, âyet: 2.
627
ak koç şeklinde
yarattı. Kimin yanından geçse ve kime onun kokusu dokunsa ölür demektir. Hayatı
da bir at suretinde yarattı, kime kokusu dokunursa hayat bulur demektir.
Kevâşi tefsirinde:
— Ölümden maksat cehalet, hayattan maksat da ilimdir şeklinde yorum
yapılmıştır.
Bazıları:
— Ölümden maksat ayrılık, hayattan maksat buluşmak, bir arada
olmaktır demişlerdir.
Kimileri de:
— ölümden maksat dünya, hayattan maksat Ahi- rettir demektedirler.
Kâşânî Tefsirinde şöyle tespit edilmiştir:
— Ölümden maksat, gönlün Allahdan başkasın' sevmesidir. Hayattan
maksat da gönlün Allahı sevmesidir.
Bazıları:
— Ölümden maksat küfür, hayattan maksat da imandır demişlerdir.
Ölüm neden önce zikredilmiştir? diye sorulacak olursa, cevabı
şudur:
— Öiüm, hayattan öncedir.
Nitekim Hakk Teâlâ buyurur;
—«Halbuki siz ölüler iken (henüz babalarınızın sulbünde bir nutfe
iken, annelerinizin rahminde, sonra da dünyada sizi) O diriltti.» (237)
Yani siz ölü idiniz, Hakk Teâlâ sizi diri kıldı.
(?'</) Bakara Sûresi, âyet: 28.
628
6. CUMA
İLE İLGİLİ BÖLÜM
Allah Teâlâ buyurdu:
—«Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrıldığınız) zaman hemen
Allahı zikr etmeye gidin. Alış verişi bırakın. Bu, bilirseniz, sizin için daha
hayırlıdır.» (238)
Hz. Câbir (radiyallâhu anh) Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve
sellem'den şu rivayeti nak- letmiştir:
— Rasülüllah buyurdu: Ey Adem oğulları! Ölmeden tövbe edin. Allah
size kıyamete kadar cumayı farz kıldı. Kim, benim zamanımda ve benden sonra,
cumayı terk ederse Allah onun hayatına ve malına tövbe etmeyince bereket
vermez.
—«Şüphesiz kı, O tövbeleri çok kabul edendir»(239) Rasülüllah
buyurdu:
— Cumada ve cemaatta hazır olmak sizin üzerinize olsun. Zira
bunlar kötülükleri giderir, bereketi getirir, Cehennemden kurtarır ve derecelere
eriştirir.
Boy abdesti almak, yıkanmak ve güzel koku sürmek, cumanın
sünnetlerindendir.
Selmân-ı Fârisî (radiyallâhu anh) Rasülullahdan şu rivayeti
nakletti:
— Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu: Kim cuma
günü yıkana rak güzel kokular sürünse, sonra da yaya mescide varsa, imama
yakın otursa ve hutbe dinlese Allah onun her adımına bir yıl oruç tutup
geceleri ibadet etmiş-
(2'oS) Cum’a Sûresi, âyet: 9.
(23S) Nasr Sûresi, âyet: 3.
629
cesine sevap verir. Bir rivayetle yirmi yıl oruç futmuşçasına ecir
vardır, denilmiştir.
Rasûlullah bujurdu:
— Cuma günü, günlerin efendisidir. Allah insanlarının haccıdır.
Saadet günüdür. Vuslat, kavuşma gü nüdür. Allah Hz. Adem (aleyhisselâm) 'ı ve
Hz. Havvayı cuma günü yarattı. Nikâh günüdür. Hz. Adem ile Havva o gün nikâh
oidu. Süleyman (aleyhisselâm) ile Belkıs
cuma günü nikâh oldu. Mûsâ (aleyhisselâm) ile Hz. Safirâ, Rasûlullah ile Hz. Hatice (radiyallâhu
anh) cuma günü nikâhtandılar.
Adem (aleyhisselâm) dünyaya
cuma günü geldi. Cennete cuma günü girdi ve cuma günü cennetten çıktı. Kıya met
günü cuma günüdür. Hakk Teâlâ’yı müminler cuma günü görürler. Cuma günü
altıyüzbin kişi Cehennemden çıkarılır. Cuma günü ölen, şehit sevabını alır ve
kabirde emin olur
Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Bir kimse cuma günü ölse melekler gelip caminin kapısına
otururlar. Ellerinde gümüşten sayfalar ve altından kalemler vardır. îlk ve son
geleni yazarlar.
Ulemâ:
— Hatip hutbe okurken dünya kelâmı etmek, konuşmak haramdır,
demiştir.
Rasûlüllah buyurdu:
— Kim cuma namazım kıtal sa ona yüz şehid sevabı vardır.
Hz. Muâz bin Cebel (radiyallâhu anh) Peygamber (salla’llâhü aleyhi
ve sellem)’dan şu rivayeti nakletmiş!ir:
— Rasûlüllah bir gün Ashâb-ı Güzin’e (Allah hep sinden razı olsun)
şöyle buyurdu: Hakk Teâlâ hazretleri
630
arşın altında, yeşil zebercedden ve kızıl bir yakut direk üzerinde,
bir şehir yarattı. O şehrin yediyüz şerefesi vardır. Kıyâmet koptuğu zaman
onlardan birine Ceb- râil (aleyhisselâm) çıkar ve şöyle seslenir:
— Ey Muhammed ümmeti! Hakk Teâlâ hazretleri size selâm söyler; size
cenneti ve Rıdvânı müjdeler.
Ashâb:
— Ey Allahın Rasûlü! Bunlar, bu mertebeler kini' lerindir? diye
sordular.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Başkalarına selâm veren, açlan doyuran, güzel muamele eden, halk
uyurken namaz kılan —ki o, dört- yüz şehidin namazını kılmıştır— ümmetimi
konuklayan ve cuma gecesi yahut cuma günü Tevrat’ı, Zebur u, Incil'i ve
Kur’anı okuyanındır o mertebe.
Hz. Muâz bin Cebel (R A.) ayağa kalkıp:
— Ey Allahın Rasûlü! Bunlara kimin gücü yeter! dedi.
Rasûlüllah buyurdu:
— Kim cuma günü yedi kişiye selâm verse, bütün insanlara selâm
vermiş gibi sevabı vardır. Kim cuma günü üç kişiyi konuklasa bütün halkı
konuklamış gibi sevab ahr. Cuma günü bir kimseye nasılsın? diye hatırını sorsa,
bütün insanlara güzel söz söylemiş gibi sevabı vardır. Bir kimse cuma gecesi
cemaatla namaz kılsa, halk uyurken o namaz kılmış gibi sevab vardır. Kim cuma
günü:
—«Ey Allahım! Beni ve mümin kadın ve erkekleri yarlığa» dese
dörtyüz şehid namazını kılmış gib. se vab vardır.
Kim cuma günü çocuklarına bir şey verse benim bütün ümmetimi
konuklamışcasına sevab vardır.
631
Kim, cuma günü Fâtiha, Kul Eûzü bi Rabbir.nâs, Kul Eûzü bi
Rabbilfelâk ve Kulhûvellahü Ehâd sûrelerini okusa Tevrat’ı, Zebûr’u, Incil'i
ve Kur’anı oku- muşcasına sevab vardır.
Müfessirlerden Sa’lebî tefsirinde dedi ki:
— Rasûlülah şöye buyurdu: Kim cuma günü namazdan çıkınca cana yüz
kere salavât getirse, yüz sene ibâdet etmişçesine sevab vardır.
Rasûüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Miraç gecesi yüce arşın ayağında yedi şehir gördüm. Herbirinin
büyüküğü bu dünya kadardır. Birinin içi meleklerle dopdoludur. Teşbih ve
takdis ederler ve «Ey Rabbim1 Cemaata gidenler ve cuma günü
yıkananları yarlığa» diye niyazda bulunurlardı.
Rasûlüllah buyurdu:
— Bir kimse cuma gecesi iki rekât namaz kılsa, ilk rekâtta Fatiha
ve Kulyâ Sûresini, ikinci rekâtta Fatiha ve İzâcâe (Nasr) Sûresini okursa
Allah o kimseye beş şey verir:
1. Allahın
gönderdiği bütün kitapları okumuş gibi sevab verir.
2. Seksen
yıl ibâdet etmiş gibi sevab verir.
3. Cennette,
bedenindeki kıllar sayısınca şehirler verir.
4. Ölse
şehid olur.
5. Allah
bütün günahlarını, hesapsız yarlığar ve Cennete koyar.
Nakledildiğin .- göre Perşembe günü yere yeimişbin melek iner. Cuma
günü yediyüzbin melek iner. Hepsi, imanı olanlara yaıhğama ve iyilikle müjdede
bulunurlar.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
632
— Kim cuma günü öğle ile ikindi arasında iki rekât namaz kılsa,
ilk rekâtta bir Fatiha bir Ayetel-kürsî (Allahulâ) ve yirmibeş kere Kuleûzü bi
Rabbilfelâk Sûresini okursa; ikinci rekâtta, bir Fatiha, bir Kulhüvel- lâhü ve
yirmibeş kere Kuleûzü bi Rabbinnâs Sûresini okursa ve namazdan çıkınca elli
kere (Lâ Havle ve lâ- kuvvete illâ billahilaliyyilazîm — Şanı yüce ve ulu olan
Allah’dan başka kuvvet ve kudret yoktur) dese Allahı rüyasında görür.
Rasûlüllah buyurdu:
— Bir kimse cuma gecesi iki rekât namaz kılsa ve herbir rekâtında
bir Fatiha, bir Ayetelkürsî ve on- beş kere Kulhûvellahü Ehâd Sûresini okusa,
namazdan çıkınca bin kere salavât getirse, o gece beni rüyasmda görür.
Bir kimse cuma namazını kılmasa Hak taâia o kimseye onbeş çeşit
belâ verir:
Altısı dünyada, üçü ölüm vaktinde, üçü kab:rde ve üçü de kıyamet
gününde olur.
Dünyada olan altısı şunlaıdır:
1. Allah,
o kimsenin rızkının bereketini alıp götürür.
2. Ömrünün
bereketini götürür.
3. Yüzünden
sâlihlerin, iyi insan olmanın nişanım alır.
4. İslâm’dan
nasibini keser.
5. Her
tüllü amelinin sevabı olmaz.
6. Duası
kabul olmaz, yüzüne vurulur.
Ölüm anında olanlar şunlardır:
1. Halkın
içinde horluk ile ölür.
2. Getirilen
sonsuz yemekleri vese doymaz.
633
3. Tokluk içinde açlık
ile ölür.
Kabirde olanlar şunlardır:
1. Kabri
karanlıktır, avdınhğı olmaz.
2. Kabri
dar olur ve kemiklerini birbirine geçirir.
3. Bir
melek, kıyamete kadar ona azâb eder.
Kıyamette olanlar şunlardır:
1. Bir
melek onu yüzü üstüne sürükleyerek Cehenneme getirir.
2. Hesabı
uzun olur.
3. Allah
ona rahmetini vermez.
Rasûlüllah buyurdu:
— Kim sabah namazını cemaatla kılsa, bin kere Adem (aleyhisselâm) ile Hac etmiş kadar sevabı vardır.
Kim öğle namazını cemaatla kılsa, iki bin kere İbrahim (aleyhisselâm)
ile Hac etmiş kadar sevab vardır.
Kim ikindi namazını cemaatla kılsa, üç bin kere Yûnus (aleyhisselâm)
ile Hac etmiş gibidir.
Kim akşam namazım cemaatle kılsa, dörtbin kere Mûsâ (aleyhisselâm) ile Hac etmiş gibid:r.
Kim yatsı namazını cemaatla kılsa, beş bin kere îsâ (aleyhisselâm) ile Hac etmiş gibidir.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem yine buyurdu:
— Cuma günü ikindi ile akşam arasında gün kavuşuncaya kadar bir
saat vardır ki, o saatte hacetler, dilekler kabûl edilir.
Rasûlûllah buyurdu:
— Kim mazertsiz, özürsüz Cuma’yı terk ederse Münâfıktır, iki
yüzlüdür.
7. BÖLÜM
Gece ibâdet etmek, namaz kılmak, ibâdetlerin en üstünüdür.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Farz namazlardan sonra fazileti üstün olan namaz gece kalkıp
ibâdet etmektir. Kim gece namazı kılarsa gündüz yüzünün nûru parlar.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Kim sabah namazını kasten terk etse iman ondan bezer, öğle
namazını terk etse Kur’an ondan bezer. Öğle ve ikindi namazını terk etse
Peygamberler ve Rasûller ondan bezer. Akşam namazını terk ederse melekler ondan
bezer. Yatsı namazını terk etse Rah- mân ondan bezer ve:
— Sen benden bezersen ben de senden bezerim, buyurur.
Şimdi, abdest alınca organlarını su ile arıttığı gibi içini tövbe
ile arıtması, gereklidir.
Mescide varınca Kâbeyi iki kaşı arasında kılar. Cenneti sağ yanında
bilir. Cehennemi sol yanında bi- Jir. ölüm meleği Azrâili ensesinde bilir. Hakk
Teâlâ’vı, şekilsiz, karşısında bilir. Azamet ile tekbir edip el bağ- laya.
Korku ile doğrula ve Heybet ile Kur'an okuya. Tazarru ile rükû ede. Zarılık
ile Tehiyyât-ı okuya. Şükr ile selâm vere. Ümitle münâcât eyleye. Allah
kereminden kabûl eder ümidini besleye. Hesâb ve azâbsız Cennete koya.
636
Allahım! Muhammed Mustafâ (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hazretlerinin
hürmeti için bizi de onlardan eyle.
8. MESCİDLERLE İLGİLİ BÖLÜM
Allah Teâlâ buyurdu:
— «Allahın
Mescidlerini ancak Allaha vd Aiıiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan,
zekâtı veren ve Allahtan başkasından korkmayan kimseler imâr eder.» (240)
Enes (radiyallâhu anh) Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem’den
şu hadisi nakl- etmiştir:
— Rasûlûllah buyurdu: Mescidi imâr edenler Allah insanıdır.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu:
— «Yeryüzünde,
benim evlerim Mescidlerdir. Onu yapanlar ziyâret edenlerdir.»
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve
sellem’dan şu rivâyeti nakl- etmiştir:
— Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu: Kim helâl
maldan mescid yaptırsa, Hakk Teâlâ o kimseye Cennette ahundan, gümüşten,
inciden ve yakuttan bin şehir verir. Her şehir içinde bin köşk vardır. Her
köşkün içinde bir ev vardır. Her evin içinde kırk bin ev vardır Her win içinde
bir taht bulunur. O tahtın üzerinde bir iri gözlü hûrî oturur. Her evin içind.
kırk bin çanak vardır. Her çanağın içinde bir çeşit yemek vardır. Hakk Teâlâ o
kimseye o kadar kuvvet verir ki, o Hurilere, vemekiere ve şaraplara kuweti
erişir.
('■tfii Tevbe Sûresi, âyet: IX
637
Kim yedi gün mescidde kandil yaksa, H?k taâla ona Cehennemin
kapısını haram eder. Kabrini nûr ile aydınlatır. Kıyâmet günü o nûr ile yürür.
Rasûlûllah buyurur:
— Kim mescid ile bilişirse Hakk Teâlâ da ona bili- şiklik verir.
9. ZEKÂT İLE İLGİLİ BÖLÜM
Hakk Teâlâ buyurdu:
— «Halbuki onlar Allaha, Onun dininde ihlâs (ve samimeyet) erbabı
ve muvahhid olarak, ibâdet etmelerinden, namazı dosdoğru kılmalarından, zekâtı
vet melerinden başkasiyle emrolunmamışlardı. En doğru din de bu idi.» (241)
Rasûlûllah (S A V.) buyurdu:
— Kim altın ve gümüş toplasa ve onun zekâtını vermese, yarın
kıyâmet gününde o altını ve gümüşü tahta gibi yaparlar, onların gövdesine
yapıştırırlar ve onunla azâb ederler.
Nakledildiğine göre Rasûlûllah şöyle buyurmuştur:
— Hakk Teâlâ zekâtını vermedikçe zengin kimsenin imanını kabûl
etmez. Zekât vermek günahları giderir.
Gene nakledildiğine göre Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve
sellem şöyle buyurmuştur:
— Altı bölük kimse Cehenneme lâyıktır:
1. Rüşvet
yiyen devlet vazifelisi,
2. Alimleri
ve fâkirleri horlayanlar,
3. Zâlim
bey,
(241) Beyyine Sûresi, âyet: 5.
638
4. Hasedci âlım,
5. Halinden şikâyet
eden derviş,
6. Zekâtı vermeyen
tüccâr.
Nakledildiğine göre Rasûlûllah:
— Size halkın kötüsünü haber vereyim mi? buyurdu.
Ashâb:
— Evet, ver! dediler.
Rasûlûllah:
— Halkın kötüsü, Allah için bir şey istendiğinde vermeyendir.
Allah Teâlâ buyurdu:
— «Kendinizi tehlikeye atmayın.» (242)
Hz. Mukâtil (radiyallâhu anh) şöyle dedi:
— Elleriniz ile mallarınızı tutmayın. Yani sadaka verin, yoksa
helâk olursunuz, demektir.
Zekât şu kimselere farzdır:
1. Bâliğ, ergin
olanlara,
2. Hür, azadh olanlara,
3. Uslu, akıllı
olanlara.
îkiyüz dirhemden beş dirhemini vermek gerektir. Bu gümüştür.
Gerekli ihtilaçlarından fazla ise bu miktarın, kırk dirhemde bir dirhemi
verilmelidir.
Altın yirmi miskal olmayınca zekât verilmez. Yirmi miskaldc yarm
miskâl altın zekât verilir. (243)
(1'42) Bakara Sûresi, âyet: 195.
(243) Zekâtta ölçü 20 miskal (96) gram altın, 200 dirhem (640) gr.
gümüştür. Bunlar, gram değeri üzerinden, hesap edilerek verilir. Üzerinden bir
yı. geçmesi şarttır. Nispet kırkta bir. yüzde ikibuçuktur.
639
Satış için olan ticâret malı kumaştan, üzerinden bir yıl geçtikten
sonra, zekât vermek gerektir. Binek hayvanlara ve koşulara zekât yoktur. Deve,
sığır ve koyunun zekâtları nıalûmdür. Zekât vermek gerektir.
Eğer bir kimse namaz kılsa, fakat zekât vermese kabûl edilmez.
Zekât verse, namaz kılmasa zekâtı ka- bûl olmaz.
{kııtııpyıldızı kitaplığı}
988
ASIKLARIN NURLARI
j ENVÂRU’L ASIKIN
AHMED BİCAN
kütüphaneci -
eskikitaplarim.com
«■Ma 1001 TEMEL ESER
Tercüman
1001 TEMEL ESER
d»
Yazan:
AHMED BİCAN
Baskıya Hazırlıyan
AHMET KAHRAMAN
ENVÂRU ’L ÂŞIKİN
âşıkların nurları
3. cilt
Tercüman gazetesinde hazırlanan bu eser Kervan Kitapçılık A. Ş.
ofset tesislerinde basılmıştır
J001 Temel Eser i iftiharla sunuyoruz
Tarihimize mânâ, millî benliğimize güç katan kütüphaneler dolusu
birbirinden seçme eserlere sahip bulunuyoruz. Edebiyat, tarih, sosyoloji,
felsefe, folklor gibi millî ruhu geliştiren,ona yön veren konularda
"Gerçek eserler" elimizin altındadır. Ne var ki, elimizin altındaki
bu eserlerden çoğunlukla istifade edemeyiz. Çünkü devirler değişmelere yol
açmış, dil değişmiş, yazı değişmiştir.
Gözden ve gönülden uzak kalmış unutulmaya yüz tutmuş -Ama
değerinden hiçbir şey kaybetmemiş, çoğunluğu daha da önem kazanmış- binlerce
cilt eser, bir süre daha el atılmazsa, tarihin derinliklerinde kaybolup
gideceklerdir. Çünkü onları derleyip - toparlayacak ve günümüzün türkçesi ile
baskıya hazırlayacak değerdeki kalemler, gün geçtikçe azalmaktadır.
Bin yıllık tarihimizin içinden süzülüp gelen ve bizi biz yapan,
kültürümüzde "Köşetaşı" vazifesi gören bu<serleri, tozlu raflardan
kurtarıp, nesillere ulaştırmayı plânladık.
Sevinçle karşılayıp, ümitle alkışladığımız "1000 Temel
Eser" serisi, Millî Eğitim Bakanlığınca durdurulunca, bugüne kadar
yayınlanan 66 esere yüzlerce ek yapmayı düşündük ve "Tercüman 1001 Temel
Eser" dizisini yayınlamaya karar verdik. ’ 1000 Temel Eser" serisini
hazırlayan çok değerli bilginler heyetini, yeni üyelerle genişlettik. Ayrıca
200 ilim adamımızdan yardım vaadi aldık. Tercüman'm yayın hayatındaki geniş
imkânlarım 1001 Temel Eser için daha da güçlendirdik. Artık karşınıza gururla,
cesaretle çıkmamız, eserlerimizi gözlere ve gönüllere sergilememiz zamanı
gelmiş bulunuyor. Millî değer ve mânâda her kitap ve her yazar bu serimizde
yerini bulacak, hiç bir art düşünce ile değerli değersiz, değersiz de değerli
gibi ortaya konmayacaktır. Çünkü esas gaye bin yıllık tarihimizin temelini,
mayasmı gözler
önüne sermek, onları lâyık oldukları yere oturtmaktır.
Bu bakımdan 1001 Temel Eser'den maddî hiç bir kâr beklemiyoruz.
Kârımız sadece gurur, iftihar, hizmet zevki olacaktır.
‘ KEMAL ILICAK
Tercüman Gazetesi Sahibi
10. ORUÇLA İLGİI İ BÖLÜM
Allah Teâlâ buyurdu ki:
— «(O
sayılı günler) Ramazan ayıdır ki, Kur’an onda (ki Kadir gecesinde evh-ı
nıalıfûzdan Semâ-i dün- yâ’ya) indirilmiştir.» (244)
Keşşaf sahibi Zemahşerî şöyle demiştir:
— (Ramad)
yanmış taşa derler. Böylece bu aya Ramazan denildi. Zira o zaman sıcak mevsime
gelmiştir. Çok sıcakta oruç tutarlar idi. O günde sıcaktan taşlar yanardı.
Hz. Enes (radiyallâhu anh) Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve
sellem’dan şöyle bir rivayet nakletmiştir:
— Rasûlûllah: Bu aya niçin Ramazan denildiğini bilir misiniz? diye
sordu. Ashâb:
— Allah ve Rasûlü bilir, dediler.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— O ayda Hakk Teâlâ oruç tutan kimsenin günâhını yaktığı için
Ramazan denilmiştir, buyurdu.
Müfessirler:
— Hakk Teâlâ hazretleri Ramazanı geçmiş bütün ümmetlere arz etti.
Fakat onlardan hiç b:ri tutmadı. Ramazan bu hayırlı ümmete nasip
oldu, derler.
Ebû Zer (radiyallâhu anh) Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve
sellem’dan şu rivâyeti nakleder:
(244J Bakara Sûresi, âyet: 185.
F:
41
65Ü
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu: İbrahim (aleyhisselâm)
'ın suhııfu, ona inen İlâhî sayfalaı, Ramazanın üçüncü gecesinde nazîl oldu.
Tevrât, Mûsâ (aleyhisselâm) ’a Ramazanın altıncı gecesinde indi.
İncil, İsâ (aleyhisselâm) ’a Ramazanın on üçüncü gecesinde nâzil
oldu. Zebûr, Davûd (aleyhisselâm) ’a Ramazanın onsekizinci gecesinde indi.
Kur’an-ı Kerim Hz. Muhammed Mustafâ’ya Ramazanın yirmi yedinci gecesinde nazîl
oldu. Bazılarına göre Kadir Gecesi de, yirmiyedinci gecede indi.
Ebû Hüreyre (radiyallâhu anh) Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve
sellem'dan şu Hadisi nakleder:
— Rasülûllâh buyurdu Ramazanın ilk geresi olunca melekler Şeytanı
ve Cinleri bağlarlar, Cehennemin kapısını kitlerler ve Cennetin kapısını
açarlar. Bir melek:
— Hayır işleyenler gelsin, şer işleyenler gitsinler diye seslenir. Hakk
Teâlâ hazretlerinin bu ayda Cehennem ateşinden ku-tuian kulları vardır.
Ramazan ay- çıkıncaya kadar böyle derler.
İbni Mcsûd (radiyallâhu anh) şu Hadisi nakleder:
— Rasûlûllah buyurdu: Eğer kullar Ramazandaki yücelikleri bileler
idi Hakk Teâlâ’dan her gün Ramazan olmasını dilerlerdi
Ashâb:
— Ey Allahın Rasûlû! Onun kemâli ve yüceliği nedir, diye sordular.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Ramazan ’nsanı bir yıidan diğer yıla varıncaya kadar tezyin eder,
arıtıp süsler.
Ramazanın ilk gecesi olunca Arşın altından b:ı yel
651
eser ve Cennettek. bütün yaprakları sallar. Hûrîler ona bakarlar
ve:
— Ey Rabbim' Bizi bu ayda oruç tutan kullaıma eş yap derler.
Ramazanda oruç tutanlardan Allahın kendilerine bir Hûri vermediği bir kimse
yoktur .Ahi- rette o Hûri ile müşerref olur. Her Hûrînin üzerinde, değişik
renkli, yetmiş adet süslü elbise bulunur. Her Hûrinin kızıl yakut'dan bir tahtı
vardır. Her tahtm üzerinde, içi istebrakdan, dışı nûrdan yetmiş döşek bulunur.
Nakledildiğine göre kıyamet günü olunca Ramazan ayı güzel bir suret
ve şekilde Allahın huzuruna gelip secde edecektir.
Hakk Teâlâ ona:
— Kimde hal. kın varsa dileğini söyle, buyurur
Ramazan ayı:
— Ey Rabbim! Vekâr tacını dilerim der.
Hakk Teâlâ ona bir taç giydirir. Ondan sonra yetmiş bin büyük günah
işleyene şefâat eder. Sonra da herkese bin Hûrî verirler.
Ondan sonra Hakk Teâlâ:
— Daha başka ne dilersin, buyurur.
Ramazan:
— Beni Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem’a komşu eyle,
der. Allah Teâlâ onu Firdevs Cennetine indirir ve:
Dile benden ne dilersen, buyurur.
Ramazan ayı:
— Ey Rabbim' Benim dileğimi yerine getirdin. Hani oruç tutanların
sevabı? der.
Hakk Teâlâ oruç tutanlara, sabrettiklerinden dolayı, kızıl yakuttan
ve yeşil zebercetten bir şehir verir
Nitekim şöyle buyurmuştur:
652
— «Ancak sabredenlere ecirleri hesapsız ödenecektir.» (245)
Ramazanın âdâbındandır ki, bu ayda:
Yalan söylenmez, günah işlenmez, halk horlanmaz, yalan yere yemin
edilmez, haram yenmez ve harama bakılmaz.
Ebû Hüreyre (radiyallâhu anh) şöyle demiştir:
— Ramazanın ilk geces: olunca Allah kullarını gözetir ve onlara
azâb etmez.
Ramazanın her günü için Hakk Teâlâ Cehennemden bin kulu azâd eder,
çıkarır. Ramazanın yirmi dokuzuncu gecesi olunca, Ramazan bovunca ne kadar kul
azad etmişse o kadar kul azâd eder.
Bayram gecesi olunca, melekler Hakk Teâlâ’ya varırlar. Hakk Teâlâ
onlara:
— Yarın onların bayramıdır. Sevapları ne kadardır? buyurur.
Melekler:
— Ya Rabbi! Onların mükâfatı onlara verildi, derler.
Hakk Teâlâ da.
— Dört kişi hariç onları \arhğadığıma şâhid olun buyurur. Dört kişi
şunlardır:
1. İçki
içip tövbe etmeyenler.
2. Ana
— babasına âsî olanlar.
3. Hısımlarım
terk edenler.
4. Kin
tutanlar.
Fitre gecesi oiunca Hakk Teâlâ her şehre ve beldeye melekler
göderir. O melekler yere inerler ve:
(245) Zümer Sûresi, âyet: 10.
65S
— Ey Muhmmed ümmeti! Hakk Teâlâ hazretlerinin konukluğuna çıkm.
Size armağan verecek ve günahlarınızı affedecek.
Müminler namaza gittiklerinde Hakk Teâlâ meleklere:
— Şahit olun! Ben onları yarhğadım, buyurul.
Hakk Teâlâ Kuı'anda buyurdu:
— «Ey
iman edenler! Sizden evvelki (ümmet)’lere yazıldığı gibi sizin üzerinize de
oruç yazıldı (farz edildi). Ta ki korunasınız.» (246)
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Hakk Teâlâ benim ümmetime otuz gün oruç tutmayı emretti. Diğer
ümmetlere daha çok veya daha az emretti. Zira Adem (aleyhisselâm) Cennette buğday yedi ve o buğday kamında otuz
gün kaldı. Hakk Teâlâ bana ve ümmetime gündüz oruç tutmayı ve gece yemeyi — İlâhî
fazlından olmak üzere —böylece farz eyleydi.
Nakledildiğine göre Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Hakk
Teâlâ’- nm şöyle buyurduğunu beyan etmiştir.
— «Oruç
benim içindir ve onun ka şılığını ben vereceğim.»
Ulemâ buradaki hususiyetin ne olduğunu sormuşlardır: Cevabı şudur:
Diğer ibâdet ve amellerin hilâfına oruç'a riyâ girmez, ötekilere riyâ,
gösteriş g’rer.
Oruç tutmak İlâhî sırdan olduğu için onun karşılığının ne olduğunu
ancak Allah bilir. Ona yakın melekler dahi bilmezler Araştırıcıların her biri
onu, kendi zevkleri kadar anlamışlardır. Doğrusunu ve ne olduğunu Allah bilir.
(246) Bakara Sûresi, âyet: 183..
654
Nakledildiğine göre Rasûlûilah (S.A-V.) şöyle buyurmuştur:
— Oruç ve Kur'an yarın kıyamet gününde kulıara şefaat ederler.
Oruç:
— Ey Rabbinı O kulu ben gündüz yemekten ve her türlü arzulardan
alıkoydum. O kimseye şefâat etmeme izin ver, der.
* Kur'an-ı Kerîm:
— Ey Rabbim Ben o kimseyi geceleyin uyumaktan alıkoydum. O Kur’an
okur idi. İzin ver ona şefâat edeyim, der.
Hakk Teâlâ hazretleri izin verir, şefâat ederler.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Nûh (aleyhisselâm) hergün
oruç tutar, yalnız Bayram günü yerdi.
Davûd (aleyhisselâm) bir gün
yer, bir gün tutardı. İsâ (aleyhisselâm) gündüz oruç tutar, gece ibâdet edip uyumazdı.
Hz. İb- râhim her ay üç gün oruç tutardı. Muhammed Mus;afâ (salla’llâhü aleyhi
ve sellem) Pazartesi günü oruç tutardı. Ayrıca Eyyâm-ı Bîyz (her ayın 13, 14 ve
15. günleri) oruç tutardı.
Kim ayda üç gün Eyyâm-ı Bîyz’de oruç; tutarsa, bir yıl oruç tutmuş
gibi sevap vardır.
Hz. Enes (radiyallâhu anh) Rasûl (A.S.Vdan nakleder:
— Rasûlûilah buyurdu: Hakk Teâlâ Ramazan ayını muhterem yarattı.
Kim o ayda bir akçe (Lira) sadaka verse, Hakk Teâlâ ona bütün halka sadaka
vermiş gibi sevap verir. Kim Ramazan ayında bir rekât namaz kılsa diğer ayda
yüz bin rekât namaz kılmış gibi sevap verir. Bir kimse bir yalıncağa, çıplağa
bir elbise giydirse Hakk Teâlâ o kimsevc yediyüz süslü Cennet elb'sc-
655
si giydirir. O günde ki, herkes orda çıplaktır. Kim Ramazanda bir
köle azâd etse, yediyüz köle azâd eylemiş gibidir.
Ramazan evveli Rahmet, ortası mağfiret ve sonu da Cehennemden
kurtulmaktır.
Ebû Bekr-i Sıddik (R-A.) dedi ki:
— Kim Ramazanda bir gün bir gece ibâdet için bir yere kapansa
(itikâfa girse) bütün günahları çıkar. Ramazanda itikâfa girmek, bir saat bile
olsa, sünnettir.
11. KADİR GECESİ İLE
İLGİLİ BÖLÜM
Bilindiği gibi Kadir gecesi ekseri senelerde. Ramazanın
virmıyedinci gecesinde bulunur.
Hakk Teâlâ buyurdu:
— «Gerçek, biz onu (Kuranı) Kadir Gecesinde indirdik. Kadir
gecesinin (şerefini) sana bildiren neoir? Kadir Gececi bin aydan hayırlıdır.
Onda melekler ve Rûh, Rablcrinin izni ile, her bir iş için iner de iner. O
(gece) tan yeri ağarıncaya kadar bir selâmdır.» (247)
(747J Kadr
Sûresi, âyet- 1—5.
Kadir Gecesi, şeref ve azamet gecesi demektir. Yukarıdaki âyette
de işâret edildiği gibi, içinde Kadir Gecesi bulunmayan bin aydan hayırlıdır.
Kadir Gecesinin, Ramazanın hangi gecesi olduğu kesin ola: rak bilinmemekle
beraber, bazı Hâdislerin ve As- hâbtan bazısının beyanlarından, Onun
yirmiyedinci gecede olduğu kuvvetle tahmin edilmiştir. En doğru yol, onu
Ramazanın tamamında aramaktır.
Kur'ânin bu gecede indiğinde şüphe yoktur. Ancak iniş biçimi ile
ilgili farklı beyan ileri sürülmüştür. Levh t mahfuz denilen İlâhî makamdan
dünya göğü-
656
Keşşâf sahibi Zemahşeri:
— Kadir gecesi demek, bütün işlerin takdir edildiği, yazıldığı
gecedir, demiştir.
Nitekim Hakk Teâlâ buyurur:
— «(O,
bir gecedir ki) her hikmetli iş, nezdimizden sâdır olan bir emirie, o zaman
ayrılır.» (248)
Bazıları:
— Bu geceye, diğer gecelere nispetle şerefli bir gece olduğu için,
Kadir gecesi denilmiştir dediler.
«Kadir Gecesinin (şerefini) sana bildiren nedir?» Ey Muhammed Sen
onun fâziletinin sonucuna, kudretinin yüceliğine ve nihayetine erişmedin. Fakat
biz sana onun kıymetini beyan edelim dedi ve.- «Kadir gecesi bin aydan
hayırlıdır. Onda melekler ve Rûh iner de iner» buyurdu.
Böylece Rasû! (aleyhisselâm) buyurdu:
— îsrâil
oğullarında bin ay ibâdet etmeyince bir kimseye âbid demezlerdi.
Ashâb üzüldüler ve bunu kim yapabilir? dediler. Bunun üzerine Hakk
Teâlâ (înnâ Enzelnâhii) Sûresini
ne toptan indiği kabûl edildiği gibi, Vahy’ın başlangıcı olduğu da
söylenmiştir.
O gece Cebrail (aleyhisselâm) ’ın ve diğer meleklerin, Allahın izni
ile yeryüzüne indiği ve bütün müminlere selâm verdikleri, sabaha kadar selâmet
diledikleri beyan edilmiştir.
Rasûlûllah Efendimiz Hz. Aişe vâlidemize Kadir Gecesinde şu duayı
okumasını tavsiye etmiştir:
— «Allahım, şüphesiz ki sen çok affedicisin, affı seversin. O
halde beni de affet.»
(248) Duhân Sûresi, âyet: 4.
657 gönderip
onun kadrini bildirdi. Bu şekilde Hakk Teâlâ Muhammed ümmetine o bin aydan
hayırlısını verdi. O gecede melekler ve Rûh iner. Burada Rûh’dan maksat Ccbrâıl
(aleyhisselâm) ’dır. Bazıları da:
— Rûh bir yaratıktır, o gece iner, melekler onu görürler dediler.
Ancak: «Rablerinin izni ile her bir iş için... O (gece) tan yeri
ağarıncaya kadar bir selâmdır.»
Her bir emirden murâd, işler ve amellerdir ki, kullar üzerine bir
şeyden bir şeye takdir olur. Selâm demek, melekler o gecede müminlere
uğrarlar, selâm verirler.
Peygamberlerin efendisi Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve
sellem buyurdu:
— Kim Kadir Sûresini okusa. Ramazan ayında oruç tutmuş ve kadir
gecesin* ihyâ etmiş gibi Allah sevap verir.
Begavî Tefsirinde şöyle der:
— Hakk Teâlâ Kadir gecesini Muhammed ümmetine, bütün Ramazanda
ibâdet için gayret göstersinler ve Kadir gecesini bulmak için alâka duysunlar
diye, gizlemiştir. Nitekim:
Duâlar Cuma günü bir saatte kabûl edilir. O s«atı, sabahtan akşama
kadar ibâdetle meşgûl olsunlar diye Allah insanlara gizledi.
Salât-ı Vustâ denilen orta namazı, namazların içinde, bütün
namazlarını kılsınlar diye, gizledi.
Kur’andaki tsm-i A’zamı bütün Kur’anı okusunlar diye gizledi.
Rızasını ibâdetler içinde, bütün ibâdetleri yapmaları için,
gizledi.
F:
42
658
Kıyamet gününü, bütün günleri ibâdetle geçirsinler diye, gizledi.
Bütün haika hürmet etsinler diye, Velîlerini halk içinde gizledi.
Ebû Hüreyre (radiyallâhu anh) şu rivayeti nakleder:
— Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu: Kadir
gecesi olunca, Sıd- retü’l-Müntehâ’da oturan meleklerle Cebrâil (aleyhisselâm) yere inerler. Ellerinde dört sancak bulunur:
1. Benim kabrime,
2 Kudüse,
3. Kâbeye,
4. Tûr-i
Sina’ya dikerler.
Ondan sonra evden eve dolaşarak bütün müminlere selâm verirler.
İçki içenlerle yakınlarını terk edenlere uğramazlar ve selâm vermezler. Sabah
olunca Cebrail ve diğer melekler tekrar yerlerine dönerler. Sid-
retü’l-Müntehâ meleklere:
— Bu gece nerede idiniz diye sorar.
Melekler:
— Yeryüzüne, Muhammed ümmetine vardık, derler.
Sıdretü'l - Müntehâ:
— Hakk Teâlâ onlara ne ihsan etti? der.
ıMelekler:
— Hepsini yarhğadı, derler.
Sîdretü'l - Müntehâ bunu işitince harekete gelir ve şükreder, Adn
ve Firdevs Cenneti ile Kürsî harekete gelirler.
Arş Kûrsî’ve:
— Niçin hareket edersin9 der.
Kûrsî:
659
— Hakk Teâlâ Muhammed ümmetine rahme etmiş ve hepsini yarlığaınış,
der.
Arş bu sözü işitince o da harekete gelir. Hak laa hazretleri:
— Ey benim Arşım! Niçin hareket ediyorsun? buyurur.
Arş:
— Kürsî, Cennet ve Cebrail, senin Muhammed ümmetini yarlığadığinı
bana haber verdiler, der.
Hakk Teâlâ:
— Doğru söylemişler ey Arş! Muhammed ümmetini yarlığadım ve onlar
için benim katımda gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve insanların
gönlünden geçmeyen şeyler vardır, buyurur.
Rasûlûllah buyurdu:
— Hakk Teâlâ Cennetleri kızıl yakuttan yarattı. Altın ve cevâhir
ile süslüdürler. O cennette bahçeler vardır. Her bahçenin uzunluğu yüz yıllık
yoldur. Her bahçede bin saray vardır. Her sarayda direkleri yeşil yakuttan
gümüşten bir kubbe vardır. O bahçenin ağaçları adından, yaprakları yeşil
yakuttan ve çiçekleri gümüşlendir. Her ağaçta bin türlü yemiş vardır. Her
birinin şekli ve tadı bir türlüdür. O ağaçların üzerinde altından, gümüşten ve
cevherden kuşlar vardır. Çeşitli şekilde ses çıkarırlar. O ağaçların dibinden
ırmaklar akar.
Bu ağaçları Ramazanda oruç tutanlara verirler.
Nakledildiğine göre Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur:
— Kim bayram gecesini ihyâ eder, şenlendirirse, bütün gönüller
öldüğü zaman ouıı gönlü ölmez. Ramazanın bunca yücelikleri, Kuranın o ayda
inmiş olmasındandır.
660
Eğer Şeytan Adem oğullarının göğsüne vervese vermeseydi İlâhî
semaların kadarını görürlerdi.
Böylece Kur anla orucun birbirlerine son derece münâsip düştükleri
anlaşılmış oldu.
Oruçla ilgili bilginin tamamlanması:
Hz. Enes (radiyallâhu anh) şu rivâyeti nakletmiştir:
— Rasûlûllah buyurdu: Recep Allahın ayı, Şaban benim ayım ve
Ramazan ümmetimin ayıdır.
Ashâb (radiyallâhu anh):
— Ramazan mağfiret ayıdır. Tar.n taâla Peygamberlerin tövbelerini
o ayda kabul etti, buyurdu.
Büyük insan Hz. Ebû Bekir (radiyallâhu anh) şu rivâyeti nakleder:
— Rasûlûllâh buyurdu: Recep yel gibi, Şaban bulut gibi ve Ramazan
yağmur gibidir. Recep ayındaki ibâdet ve itâat, diğer aylarda yapılanlara göre
bire on, Şaban ayında bire yetmiş ve Ramazan ayında ise bire bindir.
Recep, kişinin bedenini temizler. Şâban ayı gönlünü temizler. Ramazan
ayı rûhunu temizler. Şabanın diğer aylara üstünlüğü benim diğer peygamberlere
üstünlüğüm gibidir. Ramazan ayının diğer aylara üstünlüğü. Allahın halka
üstünlüğü gibidir.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Kim oruç tutsa; gıybet etse, yalan söylese, yalan yere yemin etse
ve şehvetle halka baksa; oruç tutmuş olur fakat aslâ sev âbı yoktur. Bunlardan
Allaha sığınırız.
661
12. HACLA İLGİLİ BÖLÜM
Allah Teâlâ buyurdu:
— Ona bir yol bulabilenlerin Beyti hac (ve ziyaret) etmesi Allahın
insanlar üzerinde bir hakkıdır.» (249)
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Kim Zemzem suyundan içse Cehennem ona haram olmuştur. Kim Kâbeyi
tavâf etse her adımına yüz bin iyilik vardır. Kim Kâbeyi cmfhypancmfhypnöl i
onun çocuklarından bereketi kesmez. Kim Hac için evinden ayrılsa ve gitse,
giderken veya gelirken ölse, Hakk Teâlâ ona her yıl yetmiş Hac müjdesini verir.
İmam Fahrettm-i Râzî, Tefsîr-i Kebirinde şöyle de- dedi:
— Hakk Teâlâ. «İşte kim onlarda (o aylarda) haccı (kendine) farz
eder (ihrâma girer.Vse artık hacda kadına yaklaşmak, günah yapmak, kavga etmek
yoktur.» (250)
Hakk Teâlâ'nın bu üç lâfzı zikretmesindeki hikmet nedir?
Cevabı şudur.
— İbâdetten maksaı bu üç kuvveti zararsız hale getirmektir. Birisi
şehvet, birisi gazab, birisi de veh- miye — şüpheciliktir.
«Rafes yoktur» demek, şehvet gücünü yok etmeye işarettir. «Günah
yapmak yoktur» demek, kini öldürmeye işârettir. «Kavga yoktur» demek ise vehim
kuvvetini yok etmenin işâretidir.
(249) Al-i İmrân Sûresi, âyet: 97. I2r.O) Bakara Sûresi,
âyet: 197.
662
Kim Allah bilgisine ve Alıah sevgisine ermeyi dilerse, bu üç
şeyden sakınması gereklidit.
Fetvalarda nakledildiğine göre: Bir kimse Hacca gidip • gelse,
dilinden küfür dökülse Haccı bâtıl olmaz. Tekrar gitmesi gerekir.
Nakledildiğine göre Rasûı (aleyhisselâm) şöyle buyurmuştur;
— Kim Hacc yolunda üç gün oruç tutsa, Hak l.ıâla ona Cennetle ak
inciden yüz saray verir. Her sarayın büyüklüğü bu dünyâ’nin yetmiş
büyüklüğündedir.
Kâbeye, Allah onu hürmetli ve muhterem kı’dığı için, Beyt-i Haram
denildi.
Allah Teâlâ buyurdu:
- «Allah Kâbeyi, o Beyl-i haramı, o haram olan ay (lar)’ı, (Mekkeye
hediye edilecek) kurbanı ve (onların) boyunlarındaki gerdanlıkları insanlar
(ın din ve dünyâları) için bir nizam yapu. .» (251)
Böylece Kâbenin Kudüsten ve diğer yerlerden üstün olduğu
anlaşıldı.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem yine buyurur:
— Dört şehir Cennettedir:
1. Mekke,
2 Medine,
3. Kudüs,
4. Dınıeşk
— Şam.
Mekke Medine'den, Medine Kudüs'ten, Kudüs Dı- meşk'ten Dımeşk diğer
bütün şehirlerden üstündür.
Mekke İlâhî celâl ve azametin, Medine ilahi güzelliğin. Kudüs
ilâhı kemâlin tecellî ettiği yerdir.
Mâicle Sûresi, âyet ■ 97.
663
Hakk Teâlâ:
— Kimin gücii yeterse gelsin, gücü yetmese kendini tehlikeye
atmasın buyurmuştur.
Gücü yetmek, Hacca gidip — gelinceye kadar ailesinin, çoluk ve
ço.uğunun nafakası olana Hac vaciptir.
Rasui (aleyhisselâm) buyurdu:
— Kim Dımeşk mescidinde bir vakit namaz kılsa, yüz vakit yerine
geçer. Kim Kudüs’te bir vakit namaz kılsa bin vakit yetine geçer. Kim Medine de
bir vakit namaz kılsa elli bin vakit yerine geçer. Kim Kâbe'de bir vakit namaz
Mİsa yüz bin vakit yerine geçer.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Deccâl üç şehre girmez Kudüs, Mekke ve Medine.
13. BÖLÜM
Kabe’nin sevaplarını bilince, onun hükümlerini de bilmek gerektir.
İhrâm’a girildiğinde dikilmiş elbise giyilmez. Dikilmiş elbiseyi, âdete
uymayan tarzda giyitse olur. Meselâ, gömleğini beline tutunsa, diz donun» da
eğnine alsa —cezâ olarak— kurban lâzım geimez.
Ayakkabı giymek, mushaf taşımak ve kemerini va- nmda bulundurmak
caizdir zarar vermez.
Eğer dikilmiş elbise giyse kurban kesilmesi gere kir.
Haccin farzı üçtür:
1. Bayram günü yapılan
tavâf.
664
2. Arefe
günü Arafât’da vakfeye durmak,
3. İhrama
g’.rmektir. (252)
Uaccm vacipleri şunlardır.
1. Müzdelifede
kalmak,
2. Safâ
ile Merve arasında sa’y etmek,
3. Şeytan
taşlamak,
4. Tıraş
olmak,
5. Mikât’dan
ihram ile geçmek.
6. Arafât’da
gün dolanıncaya kadar beklemek,
7. Kudüm
tavafını, ilk tavafı yapmak,
8. Minâ’da
gecelemek,
9. Hac’da
tertibe uymak, sırayı gözetmek,
Hacc’ın tertibi şöyledir:
Şeytan taşladıktan sonra kurban kesilir. Tıraş olunur. Gidip Kabe
tavâf edilir.
Bir kimse Harem-i Şerife girse, ilk önce gidip Kâ- beyi tavâf eder,
sonra da Hacerül - Esvedi öper. Kim Hacerül - Esvedi öperse, kıyâmet gününde
beni öptü diye tanıklık eder ve şefâatte bulunur. Ondan sonra yedi kerre
Kâbeyi tavaf eder. Kâbeyi yedi kere tavâf eden kimse, her tavafına, îsmâil (aleyhisselâm)
’ın çocuklarından on kişiyi azâd etmiş gibi sevap ahr. Ondan sonra Safâ ile
Merve arasında Sa’y eder. Kim Safâ ile Merve arasında yedi defa Sa’y etse bütün
günahları affedilir ve Allah Teâlâ onun ayağını Snât üzerinde sâbit kılar. Hz.
Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
(252) İhram; erkekler için eteğe belden tutulan bir peş- temal ile
omuza çapraz atılan örtüden ibârettir. Hanımlar için normal uzun elbisedir.
Harem’e, Mekke'ye girmeden Mikat denilen yerde girilir.
665
— Kim imanla Kâbcnin karşısına oturup seyretse Allah onun gelmiş .
gelecek günahlarını affeder, buyurmuştur.
Haccda en büyük rükün Arafât’da vukûftur, durmaktır. Kim Arâfeye
erişse Haccı doğru olur, erişmese haccı doğru olmaz.
Yedi kerre vedâ tavâfı yapmak vaciptir. Bu tavâfı yapmayanın kurban
kesmesi gerekir.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Kim benim kabrimi ziyâret etse beni ziyaret etmiş gibidir. Kim
bana selâm verse ben onu işitirim.
Şimdi, ey İlâhî sırları arayan kimse! Buradaki temsil şudur: Kim
Hac için gitse, deveye binince ölüp ce- nâze ağacına, tabûta binmiş gibidir.
Sanki kabrine gider. Çöle girdiğinde kabre girmiş gibidir. Çöl arapları
Kirâmen — Kâtibin meleklerine benzerler. îhram’a girdiğinde, Allahın huzuruna
kabrinden çıkmış gibidir. (Lebbeyk) dediği zaman Allahla konuşur gibidir. Ara-
fat'da durması, hesap için Allahın karşısında durması gibidir. Müzdelifede
durması Sırat üzerinde durmuş gibidir. Mina pazarında durmak, Cennet ile
Cehennem arasında A râfda durmak gibidir. Kâbeyi tavâf etmek, Arşı ve Beyt-i
Ma’muru tavâf etmeye benzer. Saiâ ile Merve arasında Sa'y etmek, koşmak, Mizân
da iki kefe arasında koşmaya benzer.
Bu niyetle Kabe ziyaret olunsa ümit edilir ki, noksan olan Haccı
Allah kereminden ve kemâlinden kabul eder.
666
14. CİHÂÜ İLE İLGİLİ BÖLÜM
(Allah Yolunda Savaş!
Nebiy (aleyhisselâm) buyurdu:
— Allah yolunda savaş benim ahlakimdir.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Cennette, araları beş yüz yıllık yol olan yüz derece vardır. Hakk
Teâlâ o dereceleri gazilere vaad etmiştir.
Allah Teâlâ buyurdu:
— «Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüleş sanma. Bilâkis onlar
Rableri katında diridirler.»
«(Öyle ki Allahın) lutf-u inâyetinden, kendilerine verdiği
(şehitlik mertebesi) ile hepsi de şâd olarak (cennet nimetleriyle)
rızıklanırlar. Arkalarından henüz onlara katılmayan (şehit dindaş) 1ar (ı)
hakkında da: Onlara hiç bir korku yoktur. Onlar mahzûn da olacak değillerdir
diye müjde vermek isterler.» (253)
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Arşın altında, kuş biçiminde nûrdan yeşil kandiller vardır. Arşa
asılıdırlar. Bir kimse şehit olsa canı varıp o kandillere gider. Ondan sonra
nerede uçmak isterlerse uçarlar ve tekrâr gelip onlara girerler, orada
barınırlar.
Şehidin namazını kılmak husûsunda din âlimleri farklı görüşler
ileri sürmüşlerdir.
imam Şâfiî şu görüşü beyan etmiştir:
— Şehidin namazı kılınmaz. Zira namaz kılmak, Allahtan onun suçunun
bağışlanmasını dilemektir. Hal-
(353) Âl-i Imrân Sûresi, âyet: 169—170.
667
buki Allah Şehidin suçunu yarlığamıştır. Nitekim şehidi yumak
yoktur. Çünki o, tertemizdir.
Bazıları da:
— Şehitler diridirler. Öyle ise dirinin namazını kılmak yoktur.
İmam-ı Azam Ebû Hanîfe’nin görüşü ise şudur:
— Şehidin namazını kılmak vardır. Bu suçundan dolayı değil, bilâkis
kerâmetinden dolayıdır.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Cennet gâzilerin kılıçları altındadır. Kılıç Cennetin
anahtarıdır. Gâziye, Tanrı yolunda canını fedâ etmek, yahut kâfirleri öldürmek
vaciptir, vazifedir.
Hakk Teâlâ buyurur:
— «Kendilerine kitap verilenlerden, Allaha ve Ahi- ret gününe
inanmayanlarla muhârebe edin...» (254)
Yani Allahın birliğini kabul etmeyenlerle Ahirete inanmayanların
öldürülmeleri gerektir.
Kâfirler üç türlüdür:
Biri: Mürtedlerle Müşrikler, dinden dönenlerle Allahtan başka
Tanrı kabûl edenlerdir ki, ya Müslüman olurlar, ya da öldürülürler.
İkincisi: Yahûdiler, Hıristiyanlar ve Mecûsiler'dir. Bunlar ya
Müslüman olurlar, ya haraç verirler. Bunların hiçbirini yapmazlarsa
öldürülürler.
(2f>4) Tevbe Sûresi, âyet: 29.
668
Üçüncüsü: Ehl-i kitap olmayanlardır ki bunlar hakkında ihtilâf
vardır. (255)
15. BÖLÜM
Müminler, kâfirlerle karşılaştıklarında (Bismillah ve Alâ Milleti
Rasûlillâh — Allahın adı ile ve Allahın Rasûlünün yüce dini uğruna harbe
başlarım) diyerek savaşa girmelidir. Ondan sonra cenk’e başlamalılar. Cenk’de
vekâr ve sabırla hareket etmeliler. Kuvvetli ve disiplinli durmalılar. Öyle ki,
komutan’a itaatsizlik Allaha itaatsizliktir. Kim komutana itaat etmezse asla
hayır görmez ve Allahın katında hiç bir değeri olmaz.
Eğer komutan askerini himaye etmezse, yahut câhil ve bilgisiz
kimselerin sözü ile hareket ederse, halk çok zahmet çeker ve zulüm görür. Haram
yer ve maksatları hâsıl olmaz. Bu gibi komutana itaat etmek mec- bûriyetinde
değillerdir. Bundan dolayı da günahkâr olmazlar.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
— Harbin Allaha en sevgili olanı deniz harbidir. Kim deniz üstünde
muhârebe niyeti ile yatsa, Hakk Teâlâ ona yetmiş Hac sevabı verir.
(1'55) İmam Şafii: Büyük müctehid ve İslâm hukuk bil ginidir. Dört
ameli mezhepten birinin, «Şafii» mezhebinin imamıdır.
İmam ı Azam: Hanefi mezhebinin kurucusudur. İslâm fıkhında, hukuk
ilminde dirâyeti ile meşhurdur. Ebû Hanife diye bilinir. Türklerin mezhep
imamıdır. Aslen Türk’tür.
Mürted: Dinden dönen demektir.
Ehl-i Kitap: İslâmdan önce gönderilmiş kitaplardan birine bağlı
kimse demektir.
669
Abdullah bin Mübarek (radiyallâhu anh) şu rivayeti nakletmiş- tir:
— Rasûlûllah buyurdu: Denizde ölen kimseye ne mutlu! Kabrinden
kalktığı vakit onu Arş’a götürürler.
Hakk Teâlâ meleklere:
Bunlar o denizde ölenler midir? diye buyurur.
Melekler:
— Evet yâ Rabbi! Onlardır, derler.
Hakk Teâlâ:
— Bunlara hesap yoktur, Cennete götürün, buyurur.
Râsûl (aleyhisselâm) buyurdu:
— Kim Ramazanda bir gün yahut bir gece deniz kenarında gözcülük
etse, altıyüz köle azâd etmekten sevabı çoktur ve altı bin yıl ibâdet etmekten
üstündür.
Hz. Enes (radiyallâhu anh) şu rivâyeti nakleder:
— Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu: Kim evinde
bir vakit namaz kılsa bir namaz yerine. Cemaatla kılsa yirmibeş namaz yerine
geçer. Cuma mescidinde kılsa beşyüz namaz yerine geçer. Benim (Medine’deki)
mescidimde kılsa beş bin namaz yerine geçer. Kudüs’te bir vakit namaz kılsa,
ellibin vakit namaz yerine geçer. Kâbe’de bir vakit namaz kılsa yüzbin vakit
namaz yerine geçer. Deniz kenarında bir vakit namaz kılsa dörtyüz namaz yerine
geçer.
Alimler gemiye binmekte ihtilâf ederler. Bir kısmı:
— Bir kimse gemiye biner, namazını kılar ve diğer farzları yerine
getirirse, onun gemiye binmesine izin vardır, dediler.
670
Bir kısmı da:
— Gemiye girip namaz, kılmayan ve öteki farzla* n terk eden
kimselerin gemiye binmeleri yasaktır demişlerdir.
Kara muhârebesinin sevabı şudur:
— Bir kimse karada muharebe ederken şehid olsa, Hakk Teâlâ onun
günahlarını bağışlar, yalnız kul hakkı kalır.
Fakat denizde şehid olan kimsenin bütün günahlarını affeder. Kul
hakkını da bağışlar. Yani Cennette Allah o kimseye bir şeyler gösterir, o kimse
de onu getirip hak sahibine verir.
Bazı kimseler:
— Karada şehid olan kimsenin canını ölüm meleği alır, denizde
şehid olanların canını ise Hakk Teâlâ kudret eli ile alır, dediler.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
— Hakk Teâlâ şehîdlere altı türlü mertebe verir ki, şehid olmayan
mü'mmlere onları vermez.
Bu mertebe ve dereceler şunlardır:
1. Allah
şehide rahmet verir ve kanım; harpte akıttığı için suçlarım bağışlar.
2. Cennetteki
serini görür ve herkesten önce Cennete girer.
3. Kabir
azabından emin olur.
4. Büvük
korkudan, kıyamet korkusundan emin olur.
5. Yetmişiki
Hûri kızı verir. En aşağısı aydan ve güneşten güzel ve parlaktır.
6. Hısımlarından
yetmiş kişiye şefaat eder. Hakk Teâlâ'dan dileyip, onları Cehennem ateşinden
kurtarır.
671
Mücâhid (radiyallâhu anh) Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve
sellem’dan .şu nakilde bulunmuştur:
—Rasûlüllah buyurdu: Hakk Teâlâ. diğer mii’mine vermediği şu beş
kerâmeti şehide vermiştir:
1. Bütün
Peygamberlerin canını ölüm meleği alır. Fakat şehidlerin canını Allah kudret
eli ile kendi alır.
2. Bütün
insanları, ölünce, dünyâ suyu ile yurlar. Şehîdleri dünyâ suyu ile yumazlar.
3. Bütün
halkı kefenlerler. Şehîdleri kefenlemezler.
4. Herkese
ölü derler, amma şehîdlere ölü demezler.
5. Bütün
Peygamberlere şefaati kıyâmet günü verirler. Dilediklerine şefaat ederler.
Amma şehjdler hergün şefaat ederler. Dünyâ ve Ahirette şefaat
edebilirler.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem’ın şöyle buyurduğu
nakledilmiştir:
— Bir kimse kâfir ilinde ölse şehîddir. Kâfire giderken yolda ölse
şehittir. Suda boğulsa şehittir. Ve- bâ hastalığından ölen şehittir. Bir
kimsenin üstüne evin yarısı yıkılsa şehittir. Bir kimse ateşte yansa şehittir.
Bir kimse sevse, sevgisini ve iffetini koruyarak ölse şehittir. Bir kadın oğlan
(çocuk) doğururken ölse şehittir. Bir kimse zâlim ilinde ölse şehittir. Bir
kimse gurbette ölse şehittir. Bunların en üstünü, denizde kâfir ilinde ölen
şehittir.
Şehidlerin ruhları vardır ki, muhârebede gelirler ve askerle
birlikte kâfirlere karşı harp ederler. Bazılarının ruhları da Arş'tadır.
672
Nakledildiğine göre Bedir harbinde Allah Teâlâ iiçbin meiek
göndermiş ve Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem’a yardım etmişlerdir.
Eğer cenk gününde müslümanlar sabrederlerse o melekler kıyâmete
kadar gâzilere yardım ederler.
Eğer şehide niçin şehîd denilmiştir? diye soracak olurlarsa bunun
cevabı şudur: Şimdiki hâlde, hâlen Cennette oldukları için bu isim verilmiştir.
Bazıları:
— Hakk Teâlâ’nın va’dine vefâ ettikleri için bu isim verilmiştir,
demişlerdir.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem üç kere şöyle buyurmuştur:
— Mutlaka Ok—yayla cenk edin. Zira Hakk Teâlâ bir ok için üç kişiye
rahmet eder:
1. Oku
yapana,
2. Oku,
düşmana at diye, gâziyc verene,
3. Oku
kâfire atana.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Bir kimse ok atmasını bildiği halde atmaktan vazgeçse o bizden
değildir.
Sa'd bin Ebî Vakkâs (radiyallâhu anh) şöyle demiştir:
— Düşmanla çarpışma günü olunca Rasûlüllah beni yanına çağırıp
okluğumdaki okları dökerdi. Oklarımı bir bir eliıne verirdi. Ben de kâfirlere
atardım. O da bana duâ ederdi.
Nakledildiğine göre bir kimse harbe gitmek için babasından ve
anasından izin istese, onlar da vermeseler harbe gitmesi doğru değildir.
673
BÖLÜM
Ganimet malları taksim edildiğinde önce beşte biri çıkarılır,
kalanı gazilere verilir.
Böylece harbin hükümlerini ve sevabını bildik. Bilmek gerektir ki,
denizde cenk etmek, karada on kere cenk etmekten üstündür. Bir defa Hac etmek,
Hac etmeyene on gazâ’dan üstündür. Hacca gitmiş kimseye bir kere gazâ etmek,
on Hac’da nüstündür. Bir kerre denizde gâza etmek, yüz kerre nafile Hac’dan
üstündür.
Nakledildiğine göre Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur:
— Her kim benimle gazâ etmeye yetişemezse denizde gazâ etsin.
Allaha hamd olsun ki, Geliboluda kâfirlerle nice cenk ve gâza edip
dururuz.. Bazan kâfir bize gelir, hazan da biz kâfirlere varırız. (256)
Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Gazâlarm en üstünü nefsi ile olanıdır. Ondan aşağısı malı ile
olanıdır ki, zekâtını vermektir. Sonra da kâfirlerle gazâ gelir.
Şimdi Allah’tan, sizi ve bizi gazâ’dan ve gazâ sevabından mahrûm
bırakmamasını dileriz. Allah Teâlâ diler ve nasîb ederse.
(256) Müellifin sözünü ettiği
Gelibolu muharebesi, İstanbul’un fethinden evvel, BizanslIların Türklerle, ge-
lip-geçerken yaptıkları harplerdir.
F:
43
674
16. KUR ANL A İLGİLİ BÖLÜM
Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Hakk Teâlâ’nm şöyle
buyurduğunu beyan etmiştir:
— Kim Kur’an okumakla meşgûl olsa ve benden bir şey dilemese,
benden birşey isteyenden ona daha çok şeyler veririm.
Kur'an'ın diğer eser ve sözlere üstünlüğü, benim halk üzerine
üstünlüğüm gibidir:
Kur'an’m Cennete benzediğini söylemişlerdir. Şöy- leki:
— Cennette köşkler ve dereler var. Kur'an’da sûreler ve âyetler
var. Cennette ağaçlar ve nehirler var. Ku'an’da haberler ve ibretler var.
. Nakledildiğine göre kıyâmet gününde kullar:
—Ey Allahımız! Dünyâ'da Kur’an okuduk, hatmettik derler.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurur:
— Ey Kullarım! Siz okudunuz, ben işittim. Şimdi siz oturun, benim
İlâhî güzelliğimi seyredin ve ben Kur’an okuyayım, siz de dinleyin.
Sonra Hakk Teâlâ (Tâ-hâ ve Yâ-sîn) surelerini okur.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) buyurdu: ’
— Hakk Teâlâ hazretleri (Tâ-hâ ve Yâ-sîn) Sûrelerini, yeri ve
gökleri yaratmazdan bin yıl evvel okudu. Melekler işi:ince;
— Ne mutlu o kimseye ki, bunlar gönlünde vardır. Ne mutlu Muhammed
ümmetine ki Kur’an onlara r:âil oldu, indi dediler.
Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Hz. Ali (radiyallâhu anh)’a
şöyle buyurdu:
675
— Ey Ali! İnsanların efendisi (atası) Hz. Adem’dir. Arapların
efendisi Muhammed (aleyhisselâm) ’dır İranlIların efendisi Selmâı. ı
Fârisî’dir. Rûm’un, BizanslIların efendisi Süheyb (radiyallâhu anh)’dır.
Habeşlilerin efendisi Bilâl’dır. Dağların en şereflisi Tûr dağıdır. Günlerin
efendisi, en şerefli ve bereketli olanı Cuma günüdür. Sözlerin efendisi ve
yücesi Kur’an-ı Kerîm’dir. Kur an’ın yücesi Bakara Sûresi’dir. Bakara
Sûresi'nin özü Ayet’- el-Kürsî (Allâhûla)’dır.
Nakledildiğine göre Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur:
— Kim Kuranı okur ve dinlerken, Ahirette Allahın rahmetinden
mahrum kaldım, diye şüpheye düşerse, Kur an-ı alaya almış gibi bir duruma
düşer.
Nakledildiğine göre Kur’an, (altıbin altıyüz altmışaltı) ayettir.
(Yetmişycdi bin dörtyüzdokuz) Kelimedir. Harfleri( tlçyüz yirmiüç bin altıyüz
yetmişbir)’dir.
Kur'an’m diğer sözlere üstünlüğü nasılsa, Kur’an ehlinin halk
üzerine üstünlüğü de öyledir.
Kime Kur’an verildi ise Peygamberliğin üç bölüğünden bir bölüğü
ona verilmiştir. Kim Kur’an a hürmet göstermezse Kur’an'dan mahrumdur. Kim
Kur’an okursa Peygamberlik nişanı yüzünde belirir. Kur’an okumaktan maksat
manâsını bilmektir.
Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Kim evinden dışarı çıktığında Ayet’el-Kürsî’yi okursa, Hakk Teâlâ
yetmişbin melek verir, onun için yarlığ dilerler. Allah talâa'nın o kimseyi
yarlığaması- nı isterler. Evine geldiğinde tekrar Ayet’el-Kürsî’yi okursa, Allah
Teâlâ o kimseden yoksulluğu giderir.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
— Bir mü’min Ayet’el-Kürsî’yi okuyup sevabım
676
ölenlere bağışlasa, Hakk Teâlâ Doğu'dan—Batı’ya ne kadar kabir
varsa hepsine nûr, aydınlık verir ve kabirlerini genişletir. O
Ayet'el-Kürsî’yi okuyana büyük ecir verir. Her harfine karşılık bir melek
yaratır. Kıyamete kadar o kimse için yarlığ diler.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Kim zağterânâle Ayet’el-Kürsî’yi sağ eli ile sol eli üzerine
yazsa ve yedi kerre yalasa unutmaz, duyduğu da aslâ hatırından çıkmaz.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Krm Ayet’el-Kürsî’yi okusa dünyâ'da Cennete girerdi. Fakat
ölmeyince Cennete girilmez buyurdu.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem;
— Kur’an-ı sesinizle süsleyin, buyurdu. Bu, sesinizi Kur’an’la
güzelleştirin, demektir.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Gönüller dünyâ'yı sevmekle paslanır. Nitekim demir paslanır.
Gönül de günah işlemekle paslanır buyurdu.
— Ey Allahın Rasûlü! Onun cilâsı nedir? Gönül pası ne ile
giderilir? diye sordular.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Onun cilâsı ölümü çok anmak ve çok Kur’an okumaktır. Kim Kur’an-ı
mushafsız okursa bin ecir verilir. Mushafdan okusa ikibin ecir verilir,
buyurdu.
Ashâb:
— Ya Rasûlellâh! Hangi Sûre uludur? diye sordular.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— «Kulhüvellâhü Ehad»‘dır, buyurdu.
Ashâb:
677
— Hangi ayet uludur? dediler.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Ayet’el-Kürsî’dir, buyurdu.
Ashâb:
— Hangi ayete ulaşmayı seversin? dediler.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Bakara Sûresinin sonunu (Âmener-Rasûlü’yü) severim. Zira rahmet
hâzinelerinden bir hazinedir, buyurdu.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Her şeyin bir yemişi vardır. Kur’an'm yemişi (tnnâ Enzelnâhü)
Sûresi'dir buyurdu.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— tsm-i A’zam Allahın yüce ismi şu iki ayettedir buyurdu:
— Biri (Ve ilâhüküm ilâhün vahid, Lâ ilahe illâ
hüver-Rahmânü’r-Rahîm = Hepimizin Tanrısı, eşi ve. benzeri bulunmayan, bir tek
Tanrıdır. Ondan başka hiç bir Tanrı yoktur. Rahman ve Rahîym O’dur) ayetidir.
(257)
Diğeri ise Al-j İmrân Sûresi’nin ilk ayetidir ki şudur: (Elif,
Lâm, Mim. Allahü Lâ ilâhe illâ Hüvel-Hay- yül-Kayyûm = Elif, Lâm, Mim. Allah o
Allahtır ki kendinden başka hiç bir Tanrı yoktur. O diridir. Zâtı ile kemâli ile
kâimdir.) (258)
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Hiç birinizin günde bin ayet okumaya gücü yeter jni? buyurdu.
Ashâb:
(257) Bakara Sûresi, âyet: 163.
(258) Âl-i imrân Sûresi, âyet: 1—2.
678
— Ey Allahın Rasûlü! Kimin gücü yeter? dediler.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Kim bir günde (Elhâkümü’t-Tekâsür) Sûresi’ni okusa, bin ayet
okumuş gibi ecri vardır. Buyurdu. (259)
Rasûlüİlah şöyle buyurmuştur:
— Herşeyin bir kalbi vardır. Kur’an’m kalbi de (Yâ-sîn) Saresi'dir.
Kim Yâ-sîn Sûresini okursa, Allah katında yirmi hatim etmiş gibi ecri vardır.
Bîr kimse, ölüm meleği geldiği vakit bir hastaya okusa Hakk Teâlâ, Yâ-sîn
.‘»üresinin her harfi için üç melek gönderir, bir saf olurlar, onun için
salavât getirirler, Allahdan yar- lığanmasını dilerler. Yıkanırken yanında
bulunurlar. Nanamazını beraberce kılarlar. Kabrine de koyarlar. Kim bu sûreyi
kendi ölümü esnasında okursa. Cennet bekçileri Cennetten şarap getirip
içirmedikçe, ölüm meleği o kimsenin canını almaz.
Fâtiha (Elham) Sûresi:
Bilmek gerektir .ki Fatiha Sûresinin üç meşhur ismi vardır:
1 — Fâtihatü’l-Kitap (Kitabın
Fâtihası) ’
,2 — Ümmül-Kitap (Kitabın Anası)
3 — Seb’al-Mesânî.
Kur’an onunla başladığı için Kitabın Fâtihası denmiştir.
Kur’an’m aslı olduğu ve Kur an ondan sonra başladığı için de
Kitabın Anası denilmiştir.
Yedi ayet olduğu için Seb’al-Mesânî adı verilmiştir.
Bazıiarı Mekke’de, bazıları Medine’de nâzil olduğunu
söylemişlerdir.
(253) Tekâsür Sûresi, âyet: 1—8.
679
Bir kısım kimseler de hem Mekke’de, hem de Medine’de iki defa
nâzil oldu demişlerdir. Doğrusu Mekke’de nâzil olduğudur.
Bismillâhi’nin başındaki (bâ) harfi, mfrı ve an gibi cer harfidir.
Bağh bulunduğu fiil cümlede yoktur. O, «Başlarım» demektir. «Allahın adıyla
başlarım» manâsına gelir. Bismillâhdaki ismin başından elif dil za- rûretinden
dolayı düşmüştür. İsimden maksat, ismin ifade ettiği zat’dır. İmam Halil:
— Allahın ismi Câmid (başka kelime türetilemiyen) bir kelimedir.
Allaha mahsustur. İlâhî zatın ismidir. Bütün İlâhî sıfatları toplayan bir kelimedir,
der.
Bu kelime bazılarına göre müştak, bazılarına göre de müştak
değildir.
Değerli âlim Seyyid Şerif Gürrânî Keşsâf şerhinde şöyle der:
— Nasıl halk Allahın zatı hakkında hayret içinde iseler, Allah ismi
hakkında da öylece şaşkındırlar
Büyük müfessir Kâzî Beyzâvî de tefsirinde şöyle demiştir:
— Allahın ismi alem (özel isim) değildir. Öyle olması düşünüldüğü
takdirde fesâd lâzım gelir, Allah inanışı bozulur.
Nitekim Kur’an-ı Kerim'de şöyle gelmiştir:
— «O, gökte de Tanrı, yerde de Tanrı olar (bir Allah)’dır. O,
yegâne hüküm ve hikmet sahibidir (her- şeyi) hakkıyle bilendir.» (260)
Eğer Allah ismi, alem olacak olursa göklerin re yerin ona
zarf olması, Allahın bunların içinde dt ünül- mesi lâzım gelir ki, bu
düşünülemez bir durumdur.
(<!60) Zuhruf Sûresi, âyet'- 84.
680
Bilindiği gibi Allah ismi sıfatdır, Allahın yerde ve göklerde
Allahhk vasfının ifâdesidir.
Bu hususta çok beyanlar vardır. Biz burada ondan anlaşılacağı kadar
bahsettik. Bu yeter.
(Er-Rahmân'ir-Rahîm) îbni Abbâs (radiyallâhu anh), bunlar içiçe
Allahın iki ismidir der.
İmam Müberrid (radiyallâhu anh) bunları şöyle açıklamıştır:
Er-Rahmân: Umûmidir, kâfirlere ve mü’minlere, herkese nzık veren
Allah manâsınadır.
Er-Râhîm: Yarlığayan manâsınadır. Ahirette yalnız mü'minler
yarlığanır. Böyle olunca, Rahmân manâca umûmî, lâfız ve söz olarak Allaha
mahsus bir isimdir. Rahim ise Lâfız ve söz itibariyle umumî, manâ itibariyle
mü’minlerle ilgili olarak onlara mahsus bir yarhğama ismidir.
Bismillâh (Besmele) hakkında ihtilâf edilmiştir:
Medineli Müslümanlar: Besmele fâtiha’dan olmadığı gibi, başka bir
sureden bir ayet de değildir. Te- berrüken onunla başlanılmıştır, dediler.
Mekkeli Müslümanlar: Besmele fâtiha’dan bir ayettir. Fasl için,
sureleri birbirinden ayırmak için, sûre başlarına yazılmıştır. Bunlara göre
fâtiha’nın ilk ayeti (Bismillâhirrahmânirrâhim)’dir. Son ayeti ise (Sırâ-
tallezine) ile başlayıp biten ayettir.
Besmele fâtiha’dan değildir diyenlere göre ilk ayet:
(El-Hamdülillâhi Rabbilâlemin), son ayet de (Gayril- Mağdûbi) ile biten
ayettir.
El-Hamdü demek, «Allah Hamde,- övmeye lâyık yücedir» demektir ki,
burada halka öğretmek istenilen şey, «El-Hamdü Lillâh deyin» sözüdür.
681
Rabbilâlemin: Rab, mâlik ve sâhip manasınadır. Yahut terbiye
manasınadır. Alemlerin sâhibidir, alemleri terbiye edici, nizâma koyucudur.
Alemlerin meydana gelmesi İlâhî varlığın ve kudretin alâmetidir. Yani yüce
san'atkârın görünen İlâhî eseridir.
Saîd bin Müseyyeb (radiyallâhu anh):
— Allahın bin âlemi vardır. Altı yüzü denizde, dört yüzü karadadır,
demiştir.
Mukâtil (radiyallâhu anh)’a göre Allahın seksen bin âlemi vardır.
Kırk bini denizde, kırk bini de karadadır.
Hz. Vehb bin Münebbih ise: Allahın onsekiz bin âlemi vardır. Dünya
onlardan biridir, demiştir.
Hz. Ka’bû’l-Ahbâr (radiyallâhu anh):
— Allah Teâlâ’nın âlemlerinin sayısını ancak kendisi bilir
demiştir. Nitekim şöyle buyurur:
— «Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilmez.» (261)
(Mâliki yevmi’d-Dîn — Din gününün mâliki): Âsim ve Kisâî (Mâliki
Yevmi’d - Din) okurlar. Diğer kıraat imamları (Meliki yevmi’d - Dîn) şeklinde
okumuşlardır. Mâlik, Kadir — Her şeyi yaratan, yoktan var eden manasınadır.
Zira Allah âlemi, yokluktan varlığa getirmeye kadirdir. Melik hükümdar
demektir. Mâlik okumakta bir harf fazladır. Bu itibarla sevâbı da fazla olur.
(tyyâke na’büdü) yani seni birleriz ve kulluk eh mekle yalnız sana
boyun eğeriz.
(Ve lyyâke Nestaîn). İbâdet etmekle yalnız senden yardım dileriz.
(İhdina’s-Sırâtal - Müştekim). Yani bizi doğru yola ilet, demektir.
(1'61) Müddessir Sûresi, âyet: 31.
682
Hz. Ali (radiyallâhu anh):
— Bizi doğru yolda sabit kıl, doğru yolda tut, demektir demiştir.
Sırât, sirât ve zirât gibi şekilleri doğrudur. Üçü de lügattir,
lügatte vardır.
tbni Abbâs (radiyallâhu anh):
— Doğru yoldan maksat îslânı Dini’dir, der.
îbni Mes’ûd (radiyallâhu anh):
— Doğru yoldan kasıt Kur’andır, dedi.
Saîd bin Cübeyr (radiyallâhu anh):
— Doğru yoldan murâd Cennet yoludur, demiştir.
Sehl bin Abdullah (radiyallâhu anh) ise:
— Doğru yoldan maksad Eh'l-i Sünnet ve Cemaatın yoludur, demiştir.
Ebu’l - Âliye, Sıratın lügat manası açık ve nurlu yol demektir,
der.
(Sırâtallezîne en’amte aleyhim — Kendilerine iyilikte
bulunduklarının yoluna). Doğru yolu ve İlâhî yardımı kendilerinden
esirgemediğin kimselerin yolunu bize ver, demek olur.
Hz. îkrime (radiyallâhu anh):
— Doğru yolda olmakla iman üzerinde tuttuğun kimselerin yolu
demektir dedi.
(Gayril - Mağdûbi aleyhim). Kendilerine gazab olunmayanların yolu.
Gazab olunanlar Yahudilerdir. Gazab, kâfirlere ihtikâm etmektir. Bu itibarla
Allahın gazabı müminlere lâyık değildir.
(ve Le’d - Dâllîn). Onlar azmadılar. Doğru yol üzerinde durdular.
Azmayan ve doğru yolda duranların yoluna, demektir.
683
(Âmîn), Aminin manası:
— Allahım! Benhx münâcâtımı işit ve kabûl et, demektir.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem hazretleri:
— Nefsin kudret elinde olan Allah hakkı için fâti- ha gibi bir
sûre, Tevrat, Zebûr, încil ve Kur’an da yoktur, buyurdu.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Kitabin fatihası (Elham sûresi), Her derde şifâdır, buyurmuştur.
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) şu rivayeti nakleder:
— Kim Kur'ana kendi bilgisi, kendi görüşüne göre mana verirse
Cehennemde yerini hazırlasın, buyurur.
Ortalıktan münezzeh ve benzerden mukaddes olan kâinâtm hükümdarı
Allaha hamd olsun.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Sizin en hayırlınız Kur’an öğrenen ve başkasına Kur’anı
öğretendir, buyurdu.
Nakledildiğine göre Kur’an, yeryüzünde akan suya benzer.
Şaşılacak şeydir ki, su nefsin, bedenin hayatı, Kur’an da kalbin ve
rûhun hayatıdır.
Eğer su gökten bir yoldan gelseydi, geldiği yerler helâk olurdu.
Kur an da gökten ve yerden ve yönden inse idi, Arş, Kürsî ve gökler buna
dayanamazdı.
Madem ki can tendedir. Ten suya doymaz. Ruh da ilme doymaz.
Nimet ikidir.
Biri açık ve görünen nimettir.
684
Diğeri gizli ve görünmeyen nimettir.
Görünen nimet: Mal, mülk, nzık ve sağlıktır.
Görünmeyen nimet ise: Marifet, hikmet, ilim, hidâyet ve
muhabbettir.
Rasûlü Ekrem (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Kim (Amme yetesâelûne — Nebe’) sûresini okursa imanının yok
olmasından emin olur. Hakk Teâlâ rızkını bollaştırır. Dünyadaki dağların hepsi
kadar sevâb verir, ölmeden önce Cennette yerini görür.
Kim (İzâ vekaat - Vâkıa) sûresini okursa zinhâr yoksulluk görmez.
Kim (Tebâreke - Mülk) sûresini okursa, Kadir gecesini ihya etmiş
gibi eline sevap girer.
Kim Kıyâmet Sûresini okursa, Cebrâil i'le ben kıyamet gününde
mümindir diye» tanıklık ederiz.
Ne mutlu o kimseye ki, Kıyâmette şâhidi Muham- med (aleyhisselâm) ve Hz. Cebrâil’dir. (262)
Kulyâ Eyyühel - Kâfirûn Sûresi, Kur’anm dört bağışından biridir.
Kulhû vellâhû Ehad - thlâs Sûresi üç bağışından biridir.
Fâtiha Sûresi yedi ayet, yirmidört kelime ve yüz- yirmi harftir.
Bir kimse bir defa Fâtiha SûresflSi okusa Hakk Teâlâ şöyle buyurur:
— Ey meleklerim! Siz şâhid olun. O kulumu yar- hğadım ve onu kabir
azabından emin eyledim.
(262) Yukarıda bahsi geçen sûreleri
müellif, halk arasında tanındığı şekli ile zikretmiştir. Karşılarına asıl sûre
adlan yazıldı. Bu sûreler, büyük haberden, kıyametten ve kıyâmet gününde
meydana gelecek durumlardan bahsetmektedir. Müellif, halkın yaşayışını disip
tin altına almak için bu bahsi işlemiştir.
685
Kim beş vakit namazda, her rekâtta bir fâtiha ile bir defa
Kulhüvellâhü - Ehad = Ihlâs Sûresini okusa, o kimse hergün Kur’an-ı kırk defa
hatmetmiş gibi se- vâb bulur.
Zira gece ve gündüz kırk vakit namaz, farzları, sünnetleri, Vitir
ve vâcipleri ile kırk vakit namazdır. Bu itibarla bir kimse bu şekilde namazını
kılsa, Kur’anı kırk defa hatmetmiş gibi sevâb bulur. Zira Ih- lâs Kur’anın üçte
biri fâtiha da üçte ikisidir. Böylece her rekâtta bir hatim olur.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Ümmetimin ibâdetinin en üstünü Kur’an okumaktır.
Amma Kur’anm zâhir — görünen edebleri üçtür:
1. Abdestli
olarak kıbleye karşı diz üstü oturup hoca önünde durur gibi durmak, harflerini,
kelimelerini ve ayetlerini dâne dâne okumaktır.
2. Kur’anm
hükmüne dikkat etmektir.
3. Ayda
bir, yahut üç günde bir hatmekmektir.
Namazda ayakta iken Kur’an okuyana yüz, otururken elli ve namazın
dışında okuyana on hasenât, iyilik vardır.
Kur’anm bâtınî — görünmeyen edebleri de şunlardır:
1. Kur’an
okurken Allahın ve Kur’anın azâmeti- ni duymak.
2. Gönlünü
Kur’anın İlâhî hitabına açık tutmak.
3. Aradan
çehvet ve günah perdesini giderirsen Kur’anm nûru ile gönlün aydınlanır ve
dışında ibâdet gülleri açılır.
4. İçinde
marifet yemişleri biter.
686
Öyle olunca dünya ve Ahirette Kur’anın saadeti ile mesûd olursun.
Ca’fer bin Muhammed (radiyallâhu anh) şöyle demiştir:
— Kur’an dört itibar üzerinedir:
1. İbâdet,
2. İşâret,
3. Letâif
— Güzellikler,
4. Hakikatledir.
İbâdet halk içindir. İşâret, okumuşlar içindir. Letâif Allahın
velîleri, ermişler içindir. Hakikatler ise Peygamberler içindir.
Bazıları da şöyle demişlerdir:
— İbâdet kulak, işitmek içindir. İşâret akıl içindir. Letâif
müşâhede, kalp gözü ile görmek içindir. Hakikat ise muâyene içindir.
Bizi Kur’an ehli yapan Allaha hamd olsun. Selâm ve salat,
Peygamberlerin sonuncusu ve Allah’a sığınanların öncüsü olan Hz. Rasûlu’llâh
salla’llâhü aleyhi ve sellem üzerine olsun.
17. ZİKİRLE İLGİLİ BÖLÜM
Allah Teâlâ buyurdu:
— «Ey
iman edenler! Allahı çok anın» (263)
Rasûlûllâh (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— İmanınızı bekleyiniz, buyurdu.
Ashâb:
— Ey Allahın Rasûlü* İmanımızı nasıl bekleyelim? dediler.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— (Lâ
ilâhe illellah) kelmesini çok söyleyin, buyurdu.
(263) Ahzâb Sûresi, âyet: 41.
687
Hz. Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Sizin en hayırlı amelinizden, Allah katında en üstün amelden,
Altın ve gümüşten sadaka vermekten ve kâfirlerle cenk etmekten üstün olan şeyi
size haber vereyim mi? diye ashaba sordu.
Ashâb:
— Evet, ver yâ Rasûlellah! dediler.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Allahı çok z.ikredin, çok anın, buyurdu.
Gene Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem :
— Kim Cennet bahçelerinden bir bahçeye girmek isterse zikir
halkasına, Allahı anma dairesine girsin buyurdu.
Bilmek gerektir ki, İmanın temeli eğer Allah sevgisi ise, nişanı
da Allahı çok zikretmektir.
Nitekim Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Allah sevgisinin alâmet ve nişanı, Allahı çok zikretmeyi
sevmektir buyurur.
Büyük mutasavvıf ve âlim Şeyh'ul-İslâm İmam gazâlî (Allahın Rahmeti
üzerine olsun) şöyle demiştir:
— Hakk Teâlâ'ya sulûk edenlerin üç menzili vardır:
1. Fenâ,
yokluk âlemi,
2. Cezbe
âlemi,
' 3.
Kabz âlemi, Rûhun çekilme âlemi.
Fenâ âleminde olduğunda (Lâ ilâhe illellâh) kelimesini çok söyle.
Cezbede olduğunda (Allâh — Allâh) diye çok zikret. Kabz âleminde olduğun zaman
(Hû - Hû) ile çok meşgûl ol.
Bu âleme ulaştığın zaman adâlet sıfatının kederleri senden gider
ve fazilet sıfatlarının nûru senin üzerine gelir. Hakkın tasarrufu sana
vasıtasız ulaşır. Ken-
688
dine nisbetle^pJV’ Olur, Allaha nisbetle var olursun. Kendine
nisbetle fâni, Hakka yaklaşmakla bâkî olursun.
Cüneyd-i Bağdâdî (Allahın Rahmeti üzerine olsun) şöyle dedi:
— Allahın ismi yakıcıdır. Bir kimse üç gün kapalı bir yerde Allahı
zikr ile meşgûl olsa Ona Evliyâ kerametlerinden keramet hâsıl olur. Eğer,
Zikir mi? Yoksa Kur’an okumak mı üstündür? diye soracak olurlarsa cevabı
şudur:
(Lâ ilâhe illeilâh) kelimesi Kur'andandır. Amma Kur’anın manasını
bilenlere Kur’an okumak daha iyidir. Manasını bilmeyenlere çok zikretmek
üstündür.
Eğer, zikri sesli mi yoksa sessizce mi yapmak ef- daldir? diye
soracak olurlarsa cevabı şudur:
Kur’anı sesli okumak başlı başına bir ibâdettir. Amma Zikri açık
bir şekilde yapmanın tesiri fazladır. Şunun için ki Allah bazı kimselerin
kalbini, günah işlemekle taşa benzetmiştir. Böylece bu gönül taşını kırıp
içinden marifet çeşmelerini ve hikmet pınarlarını akıtmak için zikirle
kuvvetlice vurmak gerektir.
Nakledildiğine göre Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
hazretleri açıktan zikretti. O zamandan bu zamana gelinceye kadar, îslâm
şehirlerinde, ilimle amel eden Allah insanları mescidlerinde, Medreselerinde,
Tekke ve zâviyele- rinde Zikri açıktan yapmışlardır.
Mecmaı Fetevâ’da:
— Zikri açıktan yapmak sünnettir, der.
Eğer, Kadıhan fetvâsmda ve Macmâ Şerhinde Cehr ile Zikir haramdır
denilmiştir derlerse cevabı şudur:
Kadıhan'm bundan murâdT, çok yüksek sesle zikir-
689
dir. Mecma’ Şerhinin musannifi feriştehoğlu Mecme’ul- Fetevâyı
görmeden dünyâ’dan gitmiştir.
Efdaliyet hususunda görüş beyan edilmiştir. Bazıları:
— Allahı gizli zikretmek efdaldir demişlerdir. Gizli Zikir,
Peygamberlere ve onların sünnetlerine uyan evliyânın ulularına mahsustur.
Bilmek gerektir ki, bir kimsenin hakikati şeriatına göredir. Gönülleri keşf eyleyen
(Lâ ilâhe illellah) demektir. Canlan keşf eyleyen (Allah - Allah) demektir.
Böylece sırlar âlemi ruhlar âleminden daha büyüktür. Ruhlar âlemi kalb
âleminden daha büyüktür. Öyle ise nefis, vücûd âleminden çıkıp kalb âlemine
varmak için gayret et. Beşeriyet âleminden çık, ruhlar âlemine var. Tabiat
âleminden çık sır âlemine var. Vücûdun karanlıklarından çık, Hakk Teâlâ’nm
varlık nûruna ulaş.
Kalb âlemi, Allaha çok tövbe edenlerin miracıdır. Ruhlar âlemi
Allahı sevenlerin miracıdır. Sır âlemi Ariflerin miracıdır.
Beşeriyetten çıkıp yükseldiğin zaman Hakk Teâlâ’- nm tasarrufu seni
karşılar, öyle olunca gönlün bekâ- dan fenaya, ayıklıktan yok olmaya geçer.
Bunun aksi de objr.. Şekil ve renk değiştirmen, Allahın üzerindeki tasarrufu
ile, senin halindir. Allahın değişikliğe uğraması düşünülemez. Sır âlemine
ulaşırsan, gaybın sırları sana açılır. Öyle olursan gaybdan işitirsin, gayb-
dan görürsün. Böylece gayb sana göz olur. Haberi gözle görür hâle gelirsin.
Ariflerin canı celâli ve kudsîdir. Onun için Hakk Teâlâkın
cemâline aşık olurlar.
690
Abidlerin canı rûhânîdir. Onun için Cennete can atarlar.
Gâfillerin canı havâidir, boştur. Onun için dünyâ ile meşgûl
olurlar.
Muhakkıklar şöyle demişlerdir:
— Kimin nazarı, nimet vaktinde nimete değil nimeti verene, belâ
vakti belâya değil belâyı verene oldu ise o kimse her durumda İlâhî marifete
dalmış olur.
Bundan dolayı Hakk Teâlâ Mûsâ (aleyhisselâm) ’m ümmetine şöyle
buyurmuştur:
Ey îsrâil «Yakup» oğulları, size (atalarınıza) ihsan ettiğim bunca
nimetlerimi hatırlayın...» (264)
Muhammed Mustafâ (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ümmetine de:
— «öyle ise siz beni (itaatla, ibâdetle) anın, ben de sizi (sevâb
ile mağfiretle) anarım» buyurdu. (265)
Şimdi bu ayetde bir kaç mana vardır; Hakk Teâlâ buyuruyor ki:
1. Eğer
beni itaatla anarsanız ben de sizi rahme- metimle anarım,
2. Eğer
beni duâ ile anarsanız ben de sizi kabûl etmek ile anarım.
3. Eğer
siz beni nimetimden dolayı senâ ile anarsanız ben de sizi inâyet ve yardımla
anarım.
4. Siz
beni dünyâda anarsanız ben de sizi Ahiret- te anarım.
5. Eğer
siz beni halvette anarsanız ben de sizi cemiyette anarım.
6. Eğer
siz bana kulluk ederken zayıflık ile anarsanız ben de sizi kuvvet ve yardım
ile anarım.
(264) Bakara Sûresi, âyet: 40.
(265) Bakara Sûresi, âyet: 152.
691
7. Eğer
siz beni fenâ olup anarsanız ben de bekâ ile anarım.
8. Eğer
siz beni mücâhede ile anarsanız ben de sizi mücâhede ile anarım.
9. Eğer
siz beni ihlâs ile anarsanız ben de sizi halas ile anarım.
10. Eğer siz beni hikmet ve
rubûbiyet ile anarsanız ben de sizi rahmet ve übûdiyet ile anarım.
«Allahı
zikretmek elbette en büyük (ibâdet)'tir.
(266)
Allahı zikretmek yedi kısımdır:
1. Biri
göz zikridir ki, ağlamakla olur.
2. Kulak
zikridir, Allahın hükümlerini işitmekle olur.
3. Dil
zikridir, Allahı hamd ve sena etmekle olur.
4. El
zikridir, vermekle ve cömertlikle olur.
5. Ayak
zikridir, Allah yolunda yürümek ve koşmakla olur.
6. Gönül
zikridir, korku ve ümid ile olur.
7. Can
zikridir, teslim ve rızâ ile olur.
Bazılarına göre zikir dört türlüdür:
1 —
Dil zikridir.
2 —
Gönül zikridir.
3 —
Ruh zikridir.
4 —
Sır zikridir.
Ruh zikrinin âfeti, sırrın ondan haberdâr olmasıdır.
. Sır zikrinin âfeti gönlün onu bilmesidir.
Gönül zikrinin âfeti nefsin ondan haberdâr olmasıdır.
Ankebût Süresi, âyet: 45.
692
Nefis zikrinin âfeti kendini görmektir.
Bazıları şöyle dediler:
— Zahir ve bâtın zikri mübtedîler, kulluğun ilk kademesinde
olanlarındır. Gönül ve sır zikri orta derecede olanlarındır. Ruh ve hatâ zikri
gayeye ulaşanlarındır. Kalp zikri efâlin zikridir. Sır zikri sıfatların
zikridir. Ruh zikri zat’ın zikridir.
Bazı kimseler de:
— (Lâ ilâhe illellâh) kelimesi nefiy ile isbât’dan — kötülükleri
ayıklamakla Allah’ı tasdikten meydana gelmiş bir macuna benzer. Nefiy yönü ile
bozuk unsurlar, kötü taraflar yok olur. Fasid ve bozuk unsurlardan kalb'in
hastalanması durumu ortaya çıkar. Ruhi bağlar, nefsanî huylar, şehvânî
lezzetler, hayvani arzular ve iki dünya ilgisi, bütün bunlar fâsid unsurlardan
meydana gelir. Tasdik yönünden gönül, Allahın nuru ile aydınlanır. O nur sebebi
ile kalbin sağlığı, ruhun temizlenmesi, nefsin arıtılması, İlâhî esmâ ve sıfatların
tecellisi meydana gelir.
Hakk Teâlâ hazretleri şöyle buyurur:
—«(Lâ ilâhe illellâh) benim kalemdir. Kim benim kaleme girerse
azabımdan emin olur.»
Şeyh-i Ekber Muhyiddîn-i Arabi şöyle demiştir:
— Zikrin hakikati, Hakk Teâlâ hazretlerinin müte- kellim, söz
söyleyen adı ile tecelli etmesinden ibarettir. Sıfatların kemâlini, cemi
makamında ve tafsîyl mertebeleri itibariyle, izhâr etmektir. Zikrin en yücesi
Cem’ makamındadır. Hakk Teâlâ evvela kendi kendini zikreyledi. Ondan sonra Hz.
Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem’ı zikretti. Ondan sonra peygamberleri
ve Rasûlleri zikretti. Ondan sonra kendine yakın melekleri zikretti. Ondan
sonra mü-
693
cerred ruhları zikretti. Ondan sonra şekli süsleyen canları
zikretti. En sonunda da bedenleri zikretti.
öyle ise Ailah’ı zikretmek gazadan ve bütün ibadetlerden üstündür.
Çünkü onların sevabı Cennettir. Allahı zikredenlerin sevabı da hakdır. Nitekim
Hak ta- âla hazretleri şöyle buyurur:
—«Ben, beni zikredenle beraber bulunurum.»
Allah Teâlâ buyurdu:
—«Allahı zikretmek elbette en büyük (ibâdet)tir.»
(267)
Yani Allah’ı zikretmek her şeyden üstündür vesse- lâm.
SABIRLA İLGİLİ BÖLÜM
Allah Teâlâ buyurdu:
—«Şüphesiz ki, Allah(m yardımı) sabr edenlerle beraberdir» (268).
İmam Gazâli (radiyallâhu anh) şöyle demiştir:
— Belâlara sabretmek insanın hususiyetindendir.
Hayvanda ve melekte sabır olmaz. Hayvanda, şehveti üstün geldiği
ve o şehvete sabretmek için aklı olmadığından, sabır olmaz. Melekler, Hakk
Teâlâ hazretlerinin cemâline âşık olmuşlardır. Onun için, Allahın cemâlini
seyretmekten şehvet onları alıkoyamamış, meşgul edememiştir.
İmam Fahri Râzi şöyle der:
— Sabretmek, Allahın hükmüne râzı olmaktır. Gönül bir şeye
meylettiği zaman yüzünü yüce âlemden çevirir. Nitekim Adem (aleyhisselâm) ’ın
gönlü cennette ilgi duyunca, Allah cenneti Adem’e mihneti! kıldı.
(267) Ankebût Sûresi, âyet: 45.
(268) Bakara Sûresi, âyet: 153.
694
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurur;
—«Sabır benim azığımdır.»
Sabırdan maksat takvâdır, Allah’dan sakınmaktır. Nitekim Hakk Teâlâ
buyurur:
—«Muhakkak ki azığın en hayırlısı (dilenmekten, insanlara yük
olmaktan) kaçınmaktır. Ey kâmil akıl sahipleri, benden korkun.» (269)
Takvâdan murat sakınmaktır. Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve
sellem buyurur:
— Kul, harama düşerim diye şüpheli şeylerden kaçınmadıkça takvâ
derecesine erişemez.
Cafer Sâdık (radiyallâhu anh) şöyle demiştir:
— Takvâ, kalbinde Allahdan başka bir şey düşüm memektir.
Takvânın alâmeti üçtür:
1 —
Her durumda Hakk Teâlâ’ya bakmaktır.
2 —
Her işde Hakka dönmektir.
3 —
Her durumda dosdoğru olmaktır.
Hakk Teâlâ buyurur:
—«Ey iman edenler! Sabr (-ü sebât) edin. (Düşmanlarınızla sabır
yarışı edin (onlara galebe çalın. Sınırlarda) nöbet bekleyin (yurdunuzu
çiğnetmeyin. Bu sayede) felah bulacağınızı umabilirsiniz.» (270)
Sabrediniz,! demesi, belâlara sabra işârettir. Bu, halk içindir.
(Râbıtû — nöbet bekleşin) demesi, günâh- kârlığı terk etmeye işarettir. Bu,
okumuşlar içindir. (Sâbirû — düşmanlarınızla sabır yarışı ediniz) demesi,
ibâdet etmeye katlanmaya işarettir. Bu da okumuşların ileri gelenleri içindir.
(269) Bakara Sûresi, âyet: 197.
(270) Âl-i Imrân Sûresi, âyet: 200.
695
Bu itibarla kişinin rahatlığı yakındadır. Şerefi alçakgönüllülüktedir.
Devleti Islâm’dadır, ismeti, günah-? sıdığı Allaha güvenmektedir. Akilliliği ve
uyanıklığı dindedir. Yüceliği dünyayı terk etmektedir. Helaki günah işlemeye
cüret etmektedir. Pişmanlığı uyumaktadır. Bedbahtlığı cehâlettedir. Saadeti
ilimdedir. Olgunluğu ilâhı aşktadır. Güzel hayat sabırdadır. Sabır, halkın
içinde nefsânî arzulara sabr etmektir. Aşıkların yanında sabır şudur: Eğer
bütün belâlar onun üzerine gelse «ah!.» demeyen; vefâdan, cefâdan, acıdan,
zenginlikten, günâh işlemekten ve her türlü nimetten dolayı değişmeyen ve
mağrur olmayan, bunların hepsini aynı gören kimse sabırlıdır. Bilâkis o,
kendini belâ mancınığına bırakır ve kaza denizine atar. Hiç sonundan endişe
etmez. Canından üşenmeyen kimse her an sevgiliye yol bulur.
18. SADAKALARLA İLGİLİ BÖLÜM
Allah Teâlâ buyurdu:
—«Mallarını gece gündüz, gizli, aşikâr (Hak yolunda) harcayanlar
(yok mu?), işte onların, Rableri katında mükâfatları vardır. Onlara hiçbir
korku da yoktur, onlar mahzûn da olacak değillerdir.» (271)
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Sadaka vermek kabir hasretini söyündürür, kabir azabım giderir
ve kıyamet gününde, sadaka veren kjmse sadakasının gölgesinde korunur.
— Bana peygamberlik veren o ulu Tanrı hakkı için, kim bir yetime
sadaka verse, Hakk Teâlâ ona azab
(271) Bakara Sûresi, âyet: 274.
696 etmez. Kim kendi hısımlarına ve başkalarına sadaka verse,
kıyamet gününde Hakk Teâlâ o kimseye bakmaz.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem’a:
— Sadaka hangi kimseye vermek daha uygundur? diye sordular.
— Anasına, sonra babasına ve ondan spnra da yakınlarına sadaka
vermek gerektir, buyurdu.
Ebû Hüreyre (radiyallâhu anh) şu rivayeti nakletmiştir:
— Rasûlullah buyurdu: Cennette nurdan büyük odalar vardır.
Ashâb:
— Ey Allahın Rasûlü! Onlar kimindir? diye sordular.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— O yerler, halka sadaka veren, güzel söz söyleyen, yemek yediren
ve halk uyurken gece namazını kılan kimselerindir, buyurdu.
Rasûlüllah yine buyurdu:
— Allahın yanında amellerin en üstünü, açlıktan yüreği yanmış bir
kimsenin karnını doyurmaktır.
Nakledildiğine göre Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur:
— Sizin üzerinize olan sadaka vermekte altı türlü haslet vardır.
Üçü bu dünyada, üçü de Ahirettedir.
Dünyada olanlar şunlardır:
1 —
Sadaka veren kimsenin Tanrı taâla rızkını bol kılar ve ömrüne bereket verir.
2 —
Hakk Teâlâ malına bereket verir.
3 —
Sadaka veren kimselerin evleri onarılır.
Ahirette olanlar da şunlardır:
1 — Yarın kıyamet
gününde çıplak kalmaz.
697
2 —
Başı üstünde bir gölge bulunur.
3 —
Cehennemle arasında perde olur.
Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
Cennetin kapısında, sadaka veren kimseye bir verine on
verileceğinin yazılı olduğunu gördüm. Kim ödünç para verse, Allah bir yerine o
kimseye onsekiz kat scvab verir.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Bir kimsenin, kendi eli ile bir lira vermesi, öldükten sonra bin
lira verilmesini vasiyet etmesinden yeğdir.
19. BÖLÜM
(Allah Yoluna Girenlerin Makam ve
Menzillerinin Beyanı)
Şeyhül - îslâm Abdullah Ensârî «Menâzilü’s - Şâirin» adlı bir
kitap yazmıştır. Sâliklerin, Allah yoluna girenlerin nasıl sûlûk edeceklerini
bilmeleri için onu on kısma ayırdı. Ben onu terceme ettim ve görüldüğü şekilde
yazdım.
Allah yoluna giren gönül insanlarının mana yolunda uğrayarak
yükselecekleri menzilleri, uğrak yerlerini ve buradaki makamları gösterir
cetvel:
I. El-Bidâyât
(Başlangıç Makamları):
1. El
- Yakaza: Uyanıklık,
2. Et
- Tövbe: Günahlara tövbe etmek,
3. El
- Muhâsebe: Nefis ve amellerin muhâsebe- sini yapmak,
4. El
. înâbe: Yalvararak ve ağlayarak tövbe etmek,
698
5. Et
- Tefekkür: Düşünceye dalmak,
6. Et
- Tezekkür: Yapılan hareketlerin hatırlanması,
7. El-l'tisâm:
Allahın ipine, Kur’ana sarılmak.
8. El
- Karâr: Tuttuğu yolda karar kılmak, kalmak,
9. Er
- Riyada: Yorucu ve disinlinli çalışma,
10. Es - Se.mâ’: İlâhî sesi dinleme ve duyma.
11. El - Ebvâb (Hak Kapılan):
1. El
- Hüzn: Erişilen makamın verdiği neş’eden doğan üzüntü, geçmişe acıma.
2. El
- Havf: Yalnız Allahtan korkma, Sakınma.
3. El - îşfâk: Yumuşaklık gösterme,
4. El - Huşû’: Yerlere kadar serilen alçak
gönü lülük,
5. El - Hayrât: İyilikler peşinde koşmak,
6. Ez
- Zühd: Allahın yasaklarından sakınmak,
7. El
- Verâ’: Aşırı sakınma, çekingenlik,
8. Et
- Tebettül: Kendini .yalnız Allaha vermek,
9. Er - Recâ: Ümitle bağlanmak,
10. Er
- Rağbe: Hakk Teâlâka aşırı meyil duymak.
III. El - Muâmelât
(Allah yolunda yapılacak işler):
1. Er
- Riâyât: Hakkı gözetme,
2. El
- Murâkâbe: Nefsî kontrol altında tutma,
3. El
- Hurme: Saygı duyma,
4. El - Ihlâs: Allah rızâsını gâye edinme,
5. Et
- Tehzîb: Ahlâkı, kötülüklerden ayıklama,
6. El - İstikâme: Doğru yola girme,
7. Et
- Tevekkül- Sonunda yalnız Allaha dayanma ve güvenme,
699
8. Et
- Tevfîyz: İrâdesini Hakka teslim etme,
9. Eş
- Sükka: Allah yolunda sıkıntıya girme,
10. Et - Teslim: Bütün
varlığı ile kendini İlâhî irâdeye bırakma.
IV. El — Ahlâk
(Ahlâkî davranışlar):
1. Es
- Sabr: Her sıkıntıya katlanma,
2. Er
- Rızâ: Haktan hoşnut olma.
3. Eş
- Şükr: Allahın nimetlerine teşekkür etme,
4. El
- Hayâ: İlâhî huzurda hioâb duyma,
5. Es
- Sıdk: Doğruluk,
6. El
- İysâr: Her şeyini Allah yolunda saçma,
7. El
- Hulk: İyi huyla bezenme,
8. Et
- Tevâzû: Alçak gönüllü olma,
9. El
- Fütüvve: Asâlet ve vekâr sahibi olma,
10. El - înbisât: Aşırı
cömertlik.
V. El — Usûl
(Kâlde ve Yollar):
1. El
- Kasd: Niyet
2. El
- Aznr Kesin karar ve tutum,
3. El
- İrâde: Arzû ve istekler,
4. El
- Edeb: Terbiye ve erkân,
5. El
- Yakîn: Sarsılmaz bir imân,
6. El
- Üns: Bulunduğu duruma alışmak,
7. Ez
- Zikr: Devamlı Allah; anmak,
8. El
- Fakd: Kendini kaybetme, kendinden geçme,
9. F.l
- Gınâ: Gönlü doymuş olma, gönül zengin- 'iği,
10 Makâmü'l - Murâd: İlâhî makama kavuşma is
teği.
VI. El —
Edviye (Çâreler):
1. El - İhsan: İyilik
etme,
700
2. El
- tim: Doğru ve sağlam bilgi edinme,
3. El
- Hikme: Mana ilmini elde etme,
4. El
- Basîre: Hakikati görme,
5. El
- Ferâse: Bir şeyi önceden anlama, sezme,
6. Et
• Ta’zîm: Hakkı yüceltmek,
7. El
-• îlhâm: Anîden fikretme, düşünme,
8. Es
- Sekine: Sükûnete, sessizliğe erme,
9. Et
- Tuma’nîne: Kalbin eksiksiz huzûra ermesi,
10. El - Himme: Kuvvetli
arzu ve karar.
VII. El — Ahvâl (Haller):
1. El
- Mu'nabbe: Aşırı İlâhî sevgi,
2. El
- Yakîn: Allahı görür gibi inanma,
3. Eş
- Şevk: Aşırı istek,
4. El
- Akl: Düşünme ve bilme,
5. El
- Atş. Murâda erme susuzluğu,
6. El
- Vecd: Murâde erme sevincinden kendini kaybetmek,
7. Ed
- Dehş: Îlâhî azâmetin dehşetinden kendinden geçme,
8. El
- Heymân: Yok olduğunu benliğinde duymak,
9. El
- Berk: İlâhî nûrun şimşeğinde kaybolmak,
10. Et - Temkin: Murâda
doğru yükselmek,
VIII. El — Velâyât (Velilikler — Allaha yaklaşmalar):
1. El
- Hazz: Zevk alma,
2. El
- Takt: İsteğe kavuşma,
3. Es
- Safâ: Murâda tam erme,
4. Es
- Sürür: Neş’e duyma,
5. Es
- Seyr: Makamları dolaşma,
6. En
- Nefs: Nefsi köstekleme, tam hâkimiyet,
701
7. El
- Gurbe: Uzakta olma,
8. El
- Fırâk: Ayrılık,
9. El
- Gaybe: Görünmeme durumu,
10. Ez - Zevk: Lezzete
kavuşma.
IX. El — Hakâik
(Hakikatler):
1. El
- Mükâşefât: Gizliliklerin açılması,
2. El
- Müşâhede: Hakikati görme,
3. El
- Muayene: Maddî görgü, gözle görme,
4. El
- Hayât: Mana yaşayışına erme,
5. El
- Kabz: Hakikata kavuşma,
6. El
- Best: Yayılma ve genişleme,
7. Es
- Sekr: Mest olma, Varlığım unutma,
8. Es
- Sahv: Uyanıklık,
9. El
- ittisal: Murada bağlı bulunmak,
10 El - İnfısâl: Dünyâ'dan alâkayı kesmek.
X. En —
Nihâyât (Son durumlar):
1. El
- Ma’rife- Esrârı tanıma,
2. El
- Fenâ: Yok olma, «Fcnâ fillah»’a erme,
3. El
- Bahâ: Ebediyet sırrında kalmak,
4. Eı
- Tahkik: Hakikati idrâk etmek,
5. Et
- Telbîs: Her türlü şüpheden kurtulmak,
6. F.1
- Vecd: Hakikati bulmak,
7. Et
- Teerîd: Herşeyden kesilip Allaha bağlanmak,
8. Et
- Tefıîd: Hak’kın Tekliğini anlamak
9. El
- Cem’: Hakikatleri bir arada görmek,
10. Et - Tevhîd: İlâhî
Birlikde karar tutmak. (272)
(d'/2) a. Bu cetveldeki büyük başlıklar menzilleri, bu başlıklar
altında toplanan küçük rakamlı maddeler de bu makamları göstermektedir.
702
20. İLMÎN FAZİLETLERİ İLE İLGİLİ BÖLÜM
Allah Teâlâ buyurdu:
— «Allah, İçinizden iman etmiş olanlarla (bilhassa) kendilerine
ilim verilmiş bulunanların derecelerini artırır.» (273)
Rasûlûlah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— İlim iki kısımdır: «Ebdân, bedenler ilmi ve dinler ilmidir.»
Ebdân ilminden maksat kendi nefsini bilmek, ilmi edyân’dan gaye de Allah’ı
bilmektir.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— İlim ikidir; Biri dil yolu ile elde edilendir ki, O senin için
hüccet ve delildir. Diğeri kalble elde eclilen ilimdir. O da sana faydalıdır.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— İlim yağmur gibidir. Yerlere yağdığı zaman otlar biter.
Denizlere yağsa sedeflerde inciler olur.
Nakledildiğine göre Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur:
— Biri Kur’anın muhkem ayetidir. İkincisi sünnettir. Üçüncüsü ise
âdil farzdır. Bunun dışında kalan fazlasıdır.
Hz. Ali (radiyallâhu anh) şöyle dedi:
b. Menzil
ve makamların karşılarına konan bilgiler, kitabın dışında, ilgili bazı eser ve
ansiklopedilerden istifade edilerek açıklayıcı mahiyette ilâve edilmiştir.
c. Ayrıca
bir cetvele lüzum görülmemiştir,
d. Müellifin
cetvel altındaki açıklaması şudur- «Ey ilâhı sırları arayan kimse! Okuyanlara
kolay olsun diye, şânı yüce olan Allahın izni ile menâzil ve ma- kâmâtı bu
şekilde tespit ettim.»
(L'73) Mücâdile Sûresi, âyet- 11.
703
— Kim dünyâ ve Ahireti isterse ilim öğrensin.
Bilmek gerektir ki insana farz olan ilim üç kısımdır:
1. Tefsir
ilmi,
2. Hadis
ilmi,
3. Fıkıh
ilmi,
Ebû Hanife (radiyallâhu anh) şöyle demiştir:
— «Fıkıh, şahsın leh ve aleyhinde olan fayda ve zararları
bilmesidir.»
Buna göre fıkıh, şahsın kendisine gelen fayda ve zararları bilmesi
demek olur.
Şahsın leh ve aleyhinde olan fayda ve zararlar sözüne:
İman etmek gibi inanışlar, gizli huylarını bilmek gibi vicdânî
yönler, Namaz, Oruç ve Hac gibi ameller ve nefsânî melekeler dâhildir.
Vicdanla ilgili bilinmesi gerekli hükümler de onun içindedir ki, o
ahlâk ve tasavvuf ilmidir. Bunlar, sabır; rıza ve gönül huzurudur.
Vicdan ve amellere ait buna benzer daha ne varsa hepsi fıkıh
ilmidir.
Ebû Hanife bundan fazla bir şey söylememiştir.
Buna göre fıkıh ikiye ayrılır:
1. Fıkh-ı
Ekber (Büyük fıkıh)
2. Fıkh-ı
Asgar (küçük fıkıh)
Bunların hakikatini iyi bil ki, din ilimlerinden haberdâr olasın,
sonra da faydalı ilim ve makbûl amelle olgunluğa erişesin.
Fıkh-ı Ekber ilm-i kelâmdır. İlm-i kelâm, deliller getirmek ve
şüpheleri gidermekle dinî inanışların doğ-
704 ruluğunu isbât etmeye muktedir olmaktır.
Bu ilmin faydası çoktur;
1. Taklidden
kurtulup kesin bilgiye varmaktır.
2. Doğru
yoiu gösterenlerin rehberi olmasıdır.
3. Dinî
kâideleri muhâfaza etmektir.
4. timini,
dinî ilimler üzerine kurmaktır.
5. Niyetini
ve itikadını sağlam kılmaktır. Zira amelin kabûlü ilim ile olur.
Fıkhı asgar usûl ve furû’ ilmidir.
Usûl-i Fıkhın kâidelerini bilmekten hikmet, Şeriat ilmini
bilmektir. Daha Hakka uygun her sözü bilmek gerektir.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
— Hikmet, her hakîm kimsenin kaybolmuş malı, yitiğidir.
Rasûlûllah yine:
— Hikmet gönüle gökten iner. Amma yarınki rızj kından dolayı gam ve
gussa çeken kimsenin gönlüne inmez, buyurdu.
21. ÂLİMLERİN FAZİLETLERİ İLE
İLGİLİ BÖLÜM
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Bir kimse ilim tahsil etse ve hocasına (okuluna) giderken
melekler o kimsenin ayakları altına kanatlarını döşerler.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Ümmetimin âlimleri iki türlüdür:
1. Hakk Teâlâ kendisine
ilim vermiştir. O da o ilmi halka söyler. Karşılığında halktan bir şey istemez
705 ve ilmini satmaz. Bu gibi âlimler için gökteki kuşlar,
denizlerdeki balıklar, yeryüzündeki canlılar ve Kira- men — Kâtibin melekleri
hayır duâ ederler. Yarın kı- yâmette o kimse Hakk Teâlâka varır ve
peygamberlerle be- râber olur.
2. Hakk Teâlâ kendisine
ilim vermiştir. O kimse ilmini halka söylemez. Halktan mal talep eder; söyler,
se ilminin karşılığını alır; ondan sonra söyler. Hakk Teâlâ bunun gibi âlime
yarın kıyâmet gününde şiddetli azab edecektir.
Nakledildiğine göre Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur:
— Bir âlim iiimden bahsetse, bir kimse de gelip onu dinlese yüzbin
rekât nâfile namaz kılmaktan yeğdir. Yüzbin at gazaya göndermekten efdaldir.
Bir âlimin yüzüne bakmak, gazâ’ya bin at göndermekten hayırlıdır. Bir âlime
selâm vermek bir yıl nâfile ibâdetten hayırlıdır. Bir saat bir âlimin yanında
oturmak bin yıl nâfile ibâdetten cfdâldir. Yetmiş kabûl olunmuş Hac'- dan
üstündür, ilmin her harfine bir Hac sevâbı vardır. Hakk Teâlâ o kimsenin
üzerine rahmet indirir. Melekler onun hakkında şâhitlik ederler. Melekler kime
şahâdet etse o kimse Cennet’e gir< r.
Ebû Ümâme (radiyallâhu anh) şeyle der:
— Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem’a, Ey kllahın
Rasûlü! İki kişi ölse, biri âbid - solu, diğeri âlim. Hangisi daha üstündür?
diye sordum. Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Alimin âbid üzerine üstünlüğü, benim sizin üzerinize üstünlüğüm
gibidir.
F :
45
706
Rasûlûllâh âlimi ve câhili beyan etmiştir. Alim Hak’tan korkar ve
halktan utanır. Amma câhil, Hak\ tan korkmaz, halktan utanmaz. Yalan söyleyip
her zaman boş söz söyler. O kimse okur ve yazarsa da gene câhildir, buyurdu.
Abid, Allah için ibâdet eder, ilmini kendi nefsine harcar.
Ancak, âlim Allah için ibâdet eder, ilmini hem kendisi, hem de
başkası için harcar. Câhil bu ikisinden mahrumdur ve olgunluğun dışındadır.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem söyle buyurdu-
— Bir gün Cebrâil (aleyhisselâm) ’a: Ümmetimin hangisi ef- daldir?
diye sordum.
Cebrâil (aleyhisselâm) :
— İlim öğrenmek efdâldir, dedi.
Böylece dünyada ilimden üstün kemâl ve olgunluğun olmadığı
anlaşılmış oldu.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Her hangi bir kimse Allah için ilim öğrense, o ilimden maksadı
kendini ve müslümanları islâh olsa ve dünyâ gayesi elmasa, ben o kimsenin
Cennetlik olduğuna ketîi olurum.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem’a ilim nedir9
diye sordulan'
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— İlim, amel etmenin delilidir.
Akıl nedir? diye sordular.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Hayra kılavuzlayıcıdır, buyurdu.
Hevâ nedir? diye sordular.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
707
— Günahların taşıyıcısıdır, buyurdu.
Mal nedir? diye sordular:
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Kibirli kimselerin ridası, elbisesidir, buyurdu.
Dünyâ nedir? diye sordular.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Ahiretin yoludur, buyurdu.
Ondan sonra Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Kim Allahın azath kulunun yüzüne bakmak islerse, âlimlerin
yüzüne baksın. Bir kimse bir âlimin kapısına varsa, her adımına bir sene nafile
ibâdet etmişçesine sevab vardır.
Kim bir alime nafaka verse, geçim temin etse, o kimse Cennette
benim yoldaşımdır.
Nakledildiğine göre Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur:
—t» Bir kimse ululanmak için ilim öğrense ve ölse câhil olarak
ölür. Kim bahtı ve nefsi uğruna ilim öğrense ve ölse münâfık olarak ölür. Kim
dünyâ için ilim öğrense ve ölse fâsık olarak ölür. Kim halka kibir göstermek
için ilim öğrense ve ölse kâfir olarak ölür. Kim öğrendiği ile amel etmek için
ilim öğrense ve ölse doğrusu o kimse mümin olarak ölür.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem hazretleri buyurdu:
— Kim bir âlime ikrâm etse bana ikrâm etmiştir. Bana ikram eden Hakk
Teâlâ hazretlerine ikrâm etmiş olur. Hakk Teâlâ’va ikrâm eden kimseye doğrusu
Cennet vacip olmuştur.
Kim bir âlimi horlaşa beni horlamıştır. Beni horlayan kimse Allahı
horlamıştır. Allahı horlayan'a da Cehennem vaciptir.
708
Kim âlimlerle beraber bulunsa benimle beraber bulunmuştur. Kim
âlimleri ziyaret etse muhakkak beni ziyaret etmiş olur. Kim âlimlerle
selâmlaşsa benimle selâmlaşmış olur. Kim benimle berâber bulundu ve beni
ziyâret etti ise Hakk Teâlâ o kimseyi kıyâmet gününde benimle beraber bırakır.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Alimler peygamberlerin varisleridir.
Peygamberler altın ve gümüş miras bırakmadılar. İlmi miras
bıraktılar. Kim o mirastan nasip alırsa en büyük payı almıştır.
Peygamberlerin efendisi Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve
sellem efendimiz buyurdu:
— Kim ben âlimim derse o câhildir.
Bu itibarla âlimin halktan kendini üstün görmemesi gereklidir. Zira
ondan daha üstün bir âlim bulunabilir. Ona nazaran kendisi câhil olur.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Hakk Teâlâ kime ilim verdi ise üç şeyi de onunla beraber
vermiştir:
1. Halâvet
(zevk),
2. Heybet
(Korku),
3. Muhabbet
(Sevgi).
Alimler, dünyaya alâka duydukları zaman Hakk Teâlâ onlardan
halâveti, dünya sevgisini giderir.
Gizli bir günah işleseler onlardan heybeti, korkuyu giderir.
Halkın malına göz koysalar onlardan sevgiyi giderir.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
709
— Bir âlim, üstad ile bir köye uğrasa, Hakk Teâlâ o köyün
kabirlerinde yatanlardan kırk gün azabı kaldırır.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Bir kimse bir âlimin huzurunda otursa, (bulunsa) Hakk Teâlâ o
kimseye Cennette bin şehir verir. Her şehirden ona setmiş kapı açar. Hakk Teâlâ
her harfine bir şehid sevâbı verir.
Onun için, Hakk Teâlâ ona Cennetle bin şehir yapar. Büyüklüğü bu
dünyanın on misli kadardır.
İmam Fahr i Râzî, Tefsîr-i Kebîrinde şöyle der:
— Hakk Teâlâ hazretleri buyurur ki: «Allaha itaat edin, Peygambere
ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin.» (Bakara, ayet: 59)
Ülûl-Emir'den maksad âlimlerdir. Doğru görüş budur. Onun için devlet ileri
gelenlerine, âlimlere itaât etmek vaciptir.
Hz. Rasûlu'llâh salla'llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Ümmetimin helâk’i ikidir:
1. Fâsık
(amelsiz) âlimledir.
2. Câhil
âbid (sofu) iledir.
Eğer siz Hakkı tam olarak bilse idiniz, Hakk Teâlâ size, asla
cehâlet olmayan bir ilim verirdi. Eğer Hak’- dan tam olarak korksamz denizlerde
yürürdünüz ve dağlar sizin duanızla harekete gelirdi.
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) şöyle bir rivâyet nakleder:
— Rasûlûllah buyurdu: Alimlerin, okumamış kimselerin üzerine yüz
derece üstünlükleri vardır. Her derecenin arası beşşüz yıllık yoldur.
İmam ı A’zam Ebû Hanîfe (radiyallâhu anh) şöyle demiştir:
— İlmin en üstünü hâlini bilmedir. Hâlin en üstünü de hâlini
muhafaza etmektir.
Kimileri dediler ki:
710
— Halk dört türlüdür:
1. Bilir
ve bildiğini de bilir. O kimse âlimdir, Ona uymak gerektir.
2. Bilir,
fakat bildiğini bilmez. O kimse uyur. Onu uyarmak gerektir.
3. Bilmez
ve bilmediğini bilir. O kimse câhildir. Onu öğretmek gerektir.
4. Bilmez
ve bilmediğini de bilmez. Fakat kendini bilir sanar. O şeytandır, ondan kaçmak
gerektir.
îlim de dört çeşittir:
1. Bilinir
ve söylenir. Şeriat (din) ilmi gibi.
2. Bilinmez
ve söylenmez. Hakk Teâlâ hazretlerinin gizli ilimleri gibi ne bilinir ne
söylenir.
3. Bilinir
fakat söylenmez. Ariflerin hâli ve dostların ayıbı gibi.
4. Bilinmez
fakat söylenir. Meşâyihin sırlan gibi. Bilinmez amma halk arasında söylenir.
İmam Râzî (radiyallâhu anh) şöyle demiştir:
— Alimler helâl yeseler, câhiller şüpheli yerler. Alimler şüpheli
yeseler, câhiller haram yerler. Alimler haram yeseler, câhiller azarlar.
Nakledildiğine göre Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur:
— Cebrâil (aleyhisselâm) ’a: Hakk Teâlâ’nın yanında âlimler mi,
yoksa şehidler mi daha üstündür? diye sordum.
Cebrâil (A.S):
— Bir âlim, Allah katında on bin şehidden üstün dür, dedi.
Bilmek gerektir ki, Hakk Teâlâ hazretleri insanları iki kısım
üzerine yaratmıştır;
1. Câhil,
2. Âlim.
711
Mesud alim aklı önder ve rehber edinip:
— «Benim Rabbim hakîkaten doğru bir yol üzerin dedir.» (Hûd: 56)
Sayfalarını okuyup şerî hükümlerden, dinin emirlerinden yüz
çevirmez.
Gerçek âlim şudur ki, işittiğini unutmaz. Gizli — aşikâr her sırrı
anlayıp, kapalı ve dolayısiyle anlaşılan gerekli mânâlardan haberdar olur.
Ayrıca uzun, kısa ve benzer manaları edebî san'at yönünden anlamış olur.
Sevdiklerine hoş olmayan sualler sormaz. Şir şeyi anlamadan önce ona burnunu
sokmaz. Kimseyi utandırmaz ve kızdırmaz. Konuşmaktan maksadı, faziletini
göstermek değil, iyiyi ve doğruyu ortaya atmak için olur.
Eskiden bazı istidatlı kimseler, kendi kafalarına güvenerek üstadlarına
hizmet etmeyip, onlarla mücâdele ettiler ve onlardan yüz çevirdiler. Sonunda
onlar gözden düşerek hayır duâ’dan mahrûm kaldılar.
Bu itibarla, ilim peşinde koşanlara, bir kaç bilgi cevheri, öğüt
kaynağı, güzel yüzlü ve güzel huylu, güzel söz deryası, güzel konuşma sahrası,
fen bilgilerinden haberdar, dindâr ve sır saklayan âlimleri bularak, bir
kısmım kalbinin samimiyeti ile dost edinip kalan ömrünü onlarla geçirmesi
gerektir.
Öyle gerektir kİ,
hayasız olan kimseyi adam saymamalı ve aslı olmayan kimseyi adamdan sayıp onu
dost edinmemelidir. İlmi ile amel eden alimlerle düşüp - kalkmaya gayret
etmelidir.
Zira onların ilmi ve hikmeti az zamanda ona da tesir eder.
712
Meselâ: Susam yağı bir müddet gül ile beraber bulunacak olsa,
artık ona susam yağı demezler, belki gül yağı derler. Onur, gibi bir kimse de
bir müddet bir alimle beraber bulunsa, artık ona câhil dçmezler, belki ilim
ehli derler.
Nakledildiğine göre bir başka yönden alim iki kısma ayrılır:
1. Dünyâ
âlimi,
2. Âhiret
âlimi,
Dünyâ âlimi, dili âlim ve gönlü cahil olan kimsedir.
Diğer âlim de üçe ayrılır: »
1. Rabbânî
âlim. Onun gönlü Allahtan başkası ile
değildir. ,
2. Cinânî
(Cennet) âlimi. Onun maksadı Cennettir.
3. Dehânî
(ağız ve dil) âlimi. Onun maksadı Cehennemden korkmaktır.
Ey Allahım! Bizi de âlim kullarının arasına kat. Senin yüceliğin
hürmetine, Allahın rahmeti âlemlerin efendisi Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü
aleyhi ve sellem, onun âilesj ve ashabı üzerine olsun.
22. İYİLİĞİ TAVSİYE
VE KÖTÜLÜKTEN MF.N’LE İLGİLİ BÖLÜM
Allah taâkı buyurdu:
— «Bir de içinizden öyle cemaat bulunmalıdır ki (onlar herkesi)
hayra çağırsınlar, iyiliği emretsinler, kötülükten vaz geçirmeye çalışsınlar.
İşte onlar murada erenlerin tâ kendileridir.» (274)
Bazıları:
— Ayette geçen (Minkürn)’deki (Min) edatı, (Tebîz)
1274) Âl-i İmrân Sûresi, âyet: 104.
713
içindir demişlerdir. Yani, müslümanların hepsini değil, bir kısmını
ifâde eder. Onun için insanları iyi yola sevk etmek farz-ı kifâyedir,
insanların bir kısmının vazifesidir. Zira insanları iyi yola sevk etmek ilimle
olur. Câhil kendini bilmez. Halkı nasıl doğru yola çağırabilir?
Bazıları da:
— insanları iyiliğe sevketmek ve kötü yoldan alıkoymak bütün
müslümanların vazifesidir, demişlerdir.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Kim insanlara iyi yolu gösterir, kötü yoldan onları men ederse, o
kimse yeryüzünde Allahın, Rasû- lûllahın ve Allahın kitabının halîfesi,
vekilidir. Bir cemaat, iyiliği tavsiye ve kötülükten men vazifesini terk etse,
Kur’am anlamak onlara haram olur.
Ebû Bekr-i Sıddîk (radiyallâhu anh):
— Ey Allahın Rasûlü! Kâfirlerle gazâ etmekten daha üstün gazâ var
mıdır? diye sordu.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Evet, Hakk Teâlâ’nın gâzîleri vardır yeryüzünde. Onlar
şehidlerden üstündür buyurdu.
Ben:
— Ey Allahın Rasûlü! Onlar kimlerdir? dedim.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— İyiliği emredip kötülükten men edenlerdir. Nefsin kudret elinde
olan Allah hakkı için, Cennette, kızıl yakutan ve yeşil zebercedden öyle büyük
oda vardır ki, şehidlerinkinden yücedir. Her odanın üçyüz kapısı vardır. Her
kimseye üçyüz Hûrî verilir. O Hûrî’ler-
— Dünyâ’da iyiliği emredip kötülüğü men ettiğiniz için bu
armağanların verlidiğini bilir misiniz? derler. Geri kalan amellerinden söz
etmezler.
714
Keşşâf sahibi Allâme Zemahşerî tefsirinde, Huzey- re (radiyallâhu
anh)’dan şu rivayeti nakleder:
— Halkın üzerine öyle bir zaman gelecek ki, onlara, iyiliği
emretme ve kötülükten men etme sözünden eşek uluması, eşek sesi daha güzel
gelecek. O zamanın şerrinden Allaha sığınırız. (275)
FAKİRLERİN FAZİLETİ İLE İLGİLİ BÖLÜM
Allah fââla buyurdu:
— «Allah ganidir (sizin nafakanıza muhtaç değildir). Siz ise
(onun) fakirler (i, muhtaçları) smız.» (276)
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Fakirlik benim öğüncümdür. Ben onunla övünürüm. Yani benim halk
üzerine yüceliğim fakirlik iledir. Zira sabırlı dervişler, Allah katında
şükreden zenginlerden sevimlidir.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurur:
— Fakirlerin zenginler üzerine üstünlüğü, benim Allahın bütün
mahlûkatı üzerine olan üstünlüğüm gibidir.
Herşeyin bir anahtarı vardır. Cennetin anahtarı da fakirleri
sevmektir.
Nitekim Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurur:
(275) İslâm'da «Emir bil-ma’rûf, Nehiy anil-Münker = İnsanları doğru yola
sevketmek, doğru yola gitmeleri için tavsiyede bulunmak ve kötülükten
alıkoymak» bir müessesedir. Alim-Câhil herkesin, gücü nispetinde, bunu yapması
dini bir vazifedir. Gücümüze göre; elimizle ve dilimizle bn vazifeyi yapamazsak
gönlümüzle onu tasvip etmez ve sevgi göstermeyiz.
(276) Muhammed Sûresi, âyet: 38.
715
— Her şeyin bir anahtarı vardır, Cennetin anahtarı fakirleri ve
yoksulları sevmektir.
Bu itibarla dervişleri sevmek. Peygamberlerin ah- lâkındandır.
Dervişlerle oturmak iyi kimselerin ahlâ- kındandır. Dervişlerden kaçmak
münâfıkların ahlâkm- dandır. Dervişleri çekiştirmek, peygamberleri çekiştirmektir.
Kim bir derviş görmeye varsa, Hakk Teâlâ her adımına kabûl olmuş Hac sevabını
verir. Zira Hakk Teâlâ günde üç defâ dervişlere rahmetle bakar.
Bir kimse iyilik için dünyâ malı yığsa, dünyâ'yı terk etmek ona
dünyâ malı ile iyilik etmekten hayırlıdır.
Nitekim Hz. Isâ (aleyhisselâm) şöyle buyurur:
— Ey iyilik etmek için dünyâ’nın peşinde koşan kimse! Onu terketmen
iyilik yapmandan daha iyidir.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Ey Âise! Dervişler ve yoksullarla oturup - kalk. Dünyada onlarla
berâber olmak Ahirette de onlarla be- râber olmaktır.
Doğrusu Dervişlerin dünyâ’da duâları makbûldür ve Ahirette
zenginlerden beşyüz sene önce Cennete girerler.
— Ey Aişe! Dervişler ve yoksullarla oturup - kalk, vişlerle berâber
olurum.
Nakledildiğine göre Ebû Saîd (radiyallâhu anh) şu rivâyeti
nakletmiştir:
— Bir kimse Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’a gelip dedi
ki:
Ey Allahın Rasûlû! Beni öyle bir amele kılavuzla ki, onu
işlediğimde hem Hakk Teâlâ, hem de halk beni sevsin.
716
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Dünyâ’yı terk et ki, Allah ve halk seni sevsin.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem gene buyurdu:
— Sabırlı bir dervişin iki rekât namazı, Hakk Teâlâ’- nın katında,
şükreden zengin kimsenin yetmiş rekâtından hayırlıdır.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Bir zenginle bir yoksul aynı ameli işleseler, zengin kimse
amelinin yanına onbin dirhem gümüş koy. makla o yoksulun ameli ile berâber
olabilir.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Hakk Teâlâ beş kişi ile meleklere karşı övünür:
1. Hak
için cenk eden gazilerdir.
2. Allah
için halka alçak gönüllülük gösteren yiğitlerdir.
3. Allah
Teâlâ’nm korkusundan gizli yerlerde ağlayan kimsedir.
4. Deıvişlere,
yoksullara yardımda bulunan zenginlerdir.
5. Belâlara
sabreden ve kimseye şikâyette bulunmayan derviştir.
Ras"ûl (aleyhisselâm) hazretleri buyurdu:
— San’atların efdâli üçtür:
1. Ziihd
(Allahdan korkma ve sakınma).
2. İlim,
3. Dervişlik.
Bir kimse Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem’a:
— Dervişlik nedir? diye sordu.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Hakk Teâlâ’nm hazînelerinden bir hazinedir. Al-
717
lah o hâzineyi peygamberlere ve iyi kullara verir, buyurdu.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Allah Teâlâ zenginleri dünyâ toprağından, dervişleri de Cennet
toprağından yarattı. Kim Allahın ahdine sâdık kalmak isterse dervişlere iyilik
etsin.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Kim bir dervişi dövse veya incitse on kerre Kâ- be'yi ve Bevt-:
Ma’mûru yıkmışcasma ve bin meleği öldürmüşcesine günahı vardır.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Cennetin sekiz kapısı. Cehennemin yedi kapısı vardır. Cennetin
yedi kapısından dervişler, bir kapısından da sabırsız derv’şler, zenginler
girerler
Şimdi bilinmesi gerekli olan şudur ki, dervişlik dedikleri ehl-i
sünnet ve cemaat’dan olmak ve fakirliğine razı olup Hz. Rasûlu’llâh
salla’llâhü aleyhi ve sellem’a ve Ashfbma uymaktır. Hem sözle hem de işleri ile
sünnî, peygar ber ve Ashâbın yolunda bulunmaktır.
Dünyâ’yı terk edip dinde olmayanı uydurmak ve sapıklardan olmak
değildir.
On taife, on bölük kimse dinde olmayanı uydurdular ve bunların
yüzünden nice halk azgınlardan oldular, dinlerini ve dünyâlarını fesada
verdiler
Bu on taife şunlardır:
1. Habîbiyye'dir.
Onların inanışına göre Al-ah bir kulunu sevdiği zaman halkı sevmekten onu keser
ve Allaha kulluk vazifesinden kurtarır. Bu söz küfürdür:
2. Evliyâivye’dir.
Onlara göre bir kimse vel:l?k mertebesine erişse Allahın emir ve
yasakları ondan
718
kaldırılır. Halkın onlara secde etmesine izin vardır. Bu söz de
küfürdür.
3. Şemrâhıyye’dir.
Bunlara göre kadın ve oğlan insanın kokusudur. Kullanmak serbesttir. Bu söz de
küfürdür.
4. tbâhıyye’dir.
Biz kendimizi fasıklıktan men edemeyiz. Zira Allah bizi fâsık yarattı. Biz
kendimize bu hususta yardımcı olamayız derler. Bu da küfürdür.
5. Helâliye’dir.
Onlara göre asla günah yoktur. Bütün kötü ve çirkin şeyler halâldir. Bu görüş
de küfürdür.
6. Hulûliye'dir.
Onlar, Raks ve Semâ esnasında bizden perdeler kaldırılır. O zaman ne yaparsak
serbesttir? dediler. Bu da küfrü gerektiren bir görüştür
7. Hûriye'dir.
Bunlar, murâkabe halinde bize Cennetten Huriler gelirler, biz de onlarla
birleşiriz derler. Murâkabeden sonra dururlar ve guslederler. Bu söz de bidat
ve küfürdür. Küfürden aşağı günah bidattir.
8. Vâkıfivye’dir.
Onlara göre Allahı bilmek kimse
ye mümkün değildir. O meçhuldür,
kesin olarak bilinmez. Bunlar da bidatçıdır. Amma bir kimse: Allahın
mâhiyetini bilmek kimseye mümkün değildir. Zira Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü
aleyhi ve sellem: ,>
— Ey Rabbim! Seni hakkı ile bilemedik buyuruyor, dese cevabı şudur:
Ehli Sünnete göre Hakk Teâlâkı Hak olarak bilmek ve onu birlemek farzdır.
9. Mütecâhile’dir.
Bunlar çalışıp kazanmayı terk ederler ve halka muhtaç olurlar. Bu da bidattir,
dine uygun değildir.
719
10. îlhâmiye’dir. Onlara
göre Kur’an, ilim ve amel birtakım perdelerdir. Bunlar îş’âr, şifreli sözler ve
filozofların kitapları ile meşgûl olurlar. Bunların sözleri de küfürdür.
Allaha boyun eğip Rasûlüllaha uyanlar Hak yolunda olanlardır.
Namaz kılarlar, Zekât verirler, gazâ’ya giderler, Hacc ederler, haram yemezler,
yalan söylemezler ve Sâlih, iyi kimseler olurlar. Onlar öyle bir kavimdir ki, Hakk
Teâlâ onlar hakkında şöyle buyurur:
— «Hakikat, Allahın peygamberi yanında seslerini yavaşlatanlar
(yokmû?) işte onlar Allahın takva için kalblenini imtihan etliği kimselerdir.
Onlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır.» (277) Fakirli ğin aslı
peygamberlere uymaktır. Nitekim Allah Teâlâ buyuruyor: «(Habîbim) de ki: Eğer
Allahı seviyorsanız hemen bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı
örtsün. Çünkü Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.» (278)
Böylece bu ayetlerden anlaşıldı ki. Allahı sevmenin ve onun
hükmüne razı olmanın nişanı, peygambere uymaktır. Dünyâ ve Ahirette Allahı
sevmekten ve Allah katında sevgili olmaktan yeğ saâdet ve mutluluk yoktur.
Peygambere uymakta çaba harcayıp canlar eritmek gerektir ki, tam uyma meydana
gelsin ve saâdet kapılan açılsın, sevmekle sevilmek bir mertebede meydana
gelsin. Bilmek gerektir ki, muhabbet, sevgi gönül ve kalpte olur. Gönlünse fesâda
açılan on- beş kapısı vardıı Şeytan o kapılardan girip cana yol
(217) Hucurât Sûresi, âyet: 3';
(2'8) Âl-i İmrân Sûresi, âyet: 31.
720
bulur ve canı azdırıp helak eder. O kapılar şu şekildedir:
KÂLB
Ucb, kibir
kapısı
Hırs kapısı
Hased kapısı
Gazâb, öfke
kapısı
Şehvet kapısı
Mal sevgisi
kapısı
Mal yığma
kapısı Taassup kapısı
Cimrilik kapısı
Fısk, isyân
kapısı
Cehl,
bilgisizlik kapısı
Acele kapısı
İstek kapısı
Tokluk kapısı
Aşırı sevgi ve
ilgi kapısı
Bu kapıları bilen herkesin, kalbinde şeytana bu kötü sıfatları için
yol vermemesi ve Allah evi olan kalbini şeytan evi yapmamaya gayret göstermesi
gerektir.
Bilmek, gerektir ki, aşk gönülde olur. Aşk ö'lle bir şeydir ki, her
an aşıkın, sevgiliye varma arzusu önüne perde çeker. Her aşık kimse bu perdeyi
yolundan kaldırır. Aşk sultanı varlık düzlüğüne otağ kurduğu zaman bütün
hâzinelerini, gizli güzelliklerini ortaya koyar. Aşıka onları görme lezzeti
hâsıl olur. Kendi varlığının lezzetinden el çeker. Aşk meyhânesinde
rak^setmeye başlayıp sevgili her yönden ve her an aşıka görününce, Aşık her göz
ile ve her yüzden sevgiliyi iyice görür. Aşk perdelerinin çokluğu buna hiç
mani olmaz. Böylece devamlı görünmek sevgilinin sıfatı ve devamlı cefâ da
aşıkın sıfatı olur. Bu itibarla nâz sevgilide, niyaz ve yalvarma aşık’da olur.
Aşıka, sevgiliden gelen her türlü cefâ ve vefâ’ya razı olmak gerekli olur
Onun acısına, iyiliğine, nimet ve zahmetine aynı derecede boyun eğer.
721
Vakit olur ki, aşıkdan korku ve ümit sıfatları götürülür. Zira
korku ve ümit ya geçmişte, ya da gelecekte olur. Aşık Ehâdiyet, Allahın
birliği denizinde yüzmektedir. Onun için geçmiş ve gelecek kaygısı artık
kalmamıştır. O devamlı bu hâl içindedir. Böyle olunca (Ateşte olan nasıl
yanar?) sözü onun hâli olmuştur.
24. DÜNYA İLE İLGİLİ BÖLÜM
Ey İlâhî sırları öğrenmek isteyen kimse! Hakk Teâlâ hazretleri
buyurur ki:
— «O çok esirgeyici (Allahın emr-ü hükmü) arşı istilâ etmiştir.»
(279)
Bu, küçük âlemdir, küçük dünyâ’dır. (Mü'minlerin kalbi Allahın
arşıdır). Bu ise ulu âlemdir.
Bu sözlerin aslı şudur: Hakk Teâlâ hazretleri insanın makamım vedi
tabaka yaratmıştır. Bunların dördünü nurdan, üçünü zulmetten yaratmıştır.
Nurdan yaratılan makamlar şunlardır:
1. Muhammed
Mustafâ’nın makamıdır.
2. Geri
kalan peygamberlerin makamıdır.
3. Evliyâ’nın
ve Allaha mutî olanların makamıdır.
4. Muhammed
ümmetinin ve geri kalan peygamberlerin ümmetlerinin makamıdır.
Zulmetten yaratılan makamlar şunlardır:
1. Mecûsilerin, ateşe
tapanların makamıdır.
F: 46
(279) Tâhâ Sûresi, âyet: 5
722
2. Yahûdilerin
ve Hıristiyanların makamıdır.
3. Tanrılık
iddiasında bulunanların makamıdır.
Nurdan yaratılan ilk makam peygamberlere ait olup yedi şekil
altında toplanmıştır:
1. Sadır—göğüs
(yüce) makamdır. O İslâm'ın kaynağıdır.
2. Kâlb’dir.
Bu imanın kaynağıdır.
3. Şığâf—Kâlb
içidir. Bu, şefkatin kaynağıdır.
4. Fuâd—Kâlb
gözüdür. O, müşahede, görme makamıdır, görür gibi bilmenin kaynağıdır.
5. Habbetül—Kalb,
Kalb özüdür. O makam Allah sevgisinin kaynağıdır.
6. Süveydâ—Kalbin
sevdasıdır. Orası, ilimlerin ve keşiflerin yeridir.
7. Kalbin
canıdır. Orası da Allahın nurlarının yeridir.
Rûhânî alemin kutbu ve merkezi olan Bâyezid El- Bistâmî (Allahın
rahmeti üzerine olsun) şövle demiş tir:
— Gönülün kabzedilmesi nefsin açılıp yayılmasın- dandır. Hayâ
ilimdir. Rahat mârifetdir. Rızık zikirdir. Şevk, âşıkların mülk yurdudur.
Marifet nuru, gönlün içindedir. Aşık zikirle meşgûl olsa gönlü nurlânıp aydınlanır.
Dünyâ sevildiği zaman gönlü kararır.
Nakledildiğnc göre şu beş sev gönlü öldürür:
1. Çok
yemek yemek.
2. Halkın
başına belâ getirmek.
3. Namazı
vakitsiz kılmak.
4. Yemeği
sol eli ile yemek.
5. Yalan
söylemek.
723
Bunlar gd®ü öldürür.
Beş şey d| gönlü diriltir:
1. Alimlerle
oturmak,
2. Yetime
şefkât etmek,
3. Oruç
tutmak,
4. Az
yemek.
5. Dünyâ'yı
sevmemek.
Zikreden kimse dünyâ’ya meyi etse Hak yoldan koğulmuş olur ve bütün
ömrü kaygı ile geçer.
Halkın aziz kullan beştir:
1. Zühdü
olan âlimdir.
2. Adaletli
hükümdardır.
3. Hayalı
çocuktur.
4. Alçak
gönüllü zengindir.
5. Sabırlı
derviştir.
Bütün perdelerin ulusu gönül öldürmektir. Gönlün ölmesi dünyâ’yı
sevmemekle olur.
Nitekim Hakk Teâlâ Kııdsî Hadîsinde şöyle bııvııru.. yor:
— Ey Ademoğlu! Kanaat et zengin ol. Hâsedi terk et rahat ol.
Dünyâ'yı terk et, dinin hâlis ölsün. Kim gıybeti terk etse aşkı ziyâde olur.
Kim halktan ayrılırsa, halkın şerrinden emin olur. Kim az ve tatlı konuşursa
aklı tam olur. Kim az şeye kanaat ederse, muhakkak Hakk Teâlâ hazretlerinin
ahdine inanmış olur. Kim dünyâ için kaygılansa Hakk Teâlâ’dan ırak olur.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu:
— Şaşarım o kimseye ki! Ahire! hesabına inandığı halde nasıl mal
yığabilir?
724
Ey Ademoğlu! Hergün ömrün eksilir, sen bilmezsin. Hergün rızkın
ayağına gelir, sen şükretmezsim Halktan korkarsın benden korkmazsın. Ben
senden utanırım, sen benden utanmazsın. Benim rızkımı yersin, şeytanın
buyurduğunu tutarsın. Abidlerin sözlerini söylersin, ınünâfıklarm yaptığını
yaparsın. Öliijtn haktır dersin, gene onu çirkin görürsün. Kim dünyâ malı
toplarsa onun aklı yoktur. Kim dünyâ ile rahat bulursa onun anlayışı yoktur.
Kim dünyâ’nın arzuları peşinde koşarsa onun marifeti yoktur.
Hakk Teâlâ Mûsâ (aleyhisselâm) ’a buyurdu:
— Kim bir dervişe kibir gösterirse, kıyamet gününde o kimseyi
karınca sûretinde yaratırım. Kim bir dervişe alçak gönüllülük gösterse, dünyâ
ve Ahirette ben onu yüce ederim. Kim bir dervişin gönlünü yıksa benimle cenk
etmiş gibidir.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu-
— Birçok zengin vardır ki, zenginlik onu fesâda vermiştir. Birçok
derviş de vardır ki, dervişlik onu fesâda vermiştir. Nice sağlıklı kimse vardır
ki, sağlık onu azdırmış, yoldan çıkarmıştır. Nice âlim vardır ki ilim onu
yoldan çıkarmıştır. Nice câhil kimseler vardır ki, bilgisizlik cnu fesâda
itmiştir. Dünya sevgisin: gönlünüzden atın. Dünyâ sevgisi ile benim sevgim bit
yerde bulunmaz. Nakledildiğine göre beş çeşit kimse çok esirgenicidir-
1. Şeririn,
kötü kimsenin hükmü altında olan usludur.
2. Nekes,
cömert, olmayan kimsenin hükmü altında olan cömert kimsedir.
3. Zâlimin
hükmü altında olan âdil kimse.
725
4. Câhilin
hükmü altında olan âlim kimse.
5. Zenginin
hükmü altında olan derviş kimsedir.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Dünyâ’nın tamamından Cennetin kamçı kadar yeri yeğdir.
Adem oğlunun terk edeceği dünyâ dedikleri şey yeryüzüdür. Dünyâ’nın
türlü türlü iklimini sana beyan edeyim. Böylelikle terk etmen sana kolay olur.
Onun sûreti şu resimdir. Yedi iklimi ve dört kıtası bu daire şeklinde
gösterilmiştir. (279 a)
Bir diğer yönle bilmek gerektir ki dünyâ dört bölüktür. Her bölüğe
dört meskûn bölge derler Onun bir bölüğün? kuzey bölgesi denir. Irak’tan—Şam’a,
oradan Anadolu ve Türkistan’a kadar meskûndur, oturulan topraklardır. Bir
bölüğüne Doğu bölgesi derler. Ehvâz’dan—Horosan’a. oradan Çin’e ve hayâli
ağaçların bulunduğu uzak doğuya kadar ma’mûrdur. Üçüncü bölüğüne Güney
bölgesi derler. Mısır topraklarından Habeşistan topraklarına, oradan Sûdan’m
kuzey bölgesine ve Sûdan'a, Sûdan’dan Kuzev Afrika’ya varıncaya kadar ma'mûr
ve meskûndur. Dördüncü bölüğüne Batı bölgesi derler. Sebte boğazından Fâs ülkesine,
oradan İngiltere adasına varıncaya kadar olan yerlerdir. Güneyimin çok yerini
su basıp karada da çok yeri haraptır.
(27ü a) Müellifin devrinde dünya dört kıta olarak bilinmekte idi.
Bugün bu sayı, Amerika ve Antartika ile altıya yükselmiştir. Diğer dert tanesi
Asya, Avrupa, Afrika ve Okyanusya (Avustralya)’dır İklimler ise meskûn
(oturulan) böl galeri ifade eder.
Eskilerin bilgilerine göre meskun
burç'un şeklidir.
Eski Filozof ve bilginlerin, dörtde
bir meskûn bölgeyi, yedi iklime taksim ettikleri şekildir.
Çizdiğim bu daire top gibidir.
Yarısı suyun içinde, yarısı da üzerindedir.
Not: Bu taksim. Endülüslü Coğrafya bilgini İdrîsî'nin görüşüne göre
yapılmıştır.
727
Ey dünyâ’yı isteyen kimse' Evvelâ bu dünyâ’nın ululuğuna, göklerin
hareketine ve şekillerine bak. Ki mi kızıl bakırdan, kimi gümüşten, kimi
ahundan, kimi cevherden, kimi yakuttan ve kimi incidendiı bu renklerdedir.
Güneş dördüncü göktedir ve üçyüzaltmış derecedir, tam yuvarlak bir dairedir.
Dörtte bir veya sekizde bir yer büyüklüğünde olduğu Hendese (Geomet- ri)'de
bildirilmiştir. Ay ilk göktedir. Yerin kırkta bir büyüklüğü kadardır.
Çeşitli yellere, değişik nebatlara, türlü türlü yemişlere,
muhtelif şekil ve renklere, yiyecek ve koku lara bak.
Hakk Teâlâ bin çeşit varlık yaratmıştır. Bunların altı yüzü
denizlerde, dört yüzü karalardadır.
Yeryüzündeki yaratıkları madenler, nebatlar, hayvanlar ve
insanlardır.
Hakk Teâlâ hazretleri dünyâ’yı bozmak istediği manian önce
insanları, sonra hayvanları, nebatları vc madenleri giderir.
Nitekim Hakk Teâlâ hazretleri şöyle buyurur:
— «(Yer) yüzünde bulunan her canlı fânidir» (2801 Dünyâ, uzun ömür
sürmüş fitneli ve nazlı ihtiyar bir kadına benzer. O dışım gelincikler gibi
elbise ile bezeyip halk arasında naz eder. Böylece dünvâ halkı, onun tuzağına
düşerler.
-Gene o dünyâ zâlim bir hükümdara benzer. O, halka bazı şeyler
bağışlar. Fakat dostluğu yoktur ve hepsini öldürmek ister.
('f'ff) Rahman
Sûresi, âyet'- 26.
728
Bu itibarla akıllı kimseler kışın tedârikini yazın görürler ve ölüm
kaydını diri iken yaparlar.
Dünyâ, içi cevherle dopdolu bir denize benzer. Birçok kimse o
denize girip cevher çıkarır, birçok kimse de o denize girip boğulur.
Sözün özü, Peygamber
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
— Dünya fitne ve belâdır. Her cemaatın bir fitnesi vardır. Benim
ümmetimin fitnesi dünyâ’yı sevmek ve mal yığmaktır.
Nitekim Hakk
Teâlâ buyurur:
—«Bilin ki mallarınız da, evlâdlarınız da ancak bir imtihandır,
(asıl) büyük mükâfat ise şüphesiz Allah katindadır.» (281)
Bu itibarla
Ahiret Sarayının yolu Tanrı’ya itaattir
Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Ümmetimin evvelkileri, Allaha kati bağlılık ve sadakat sebebi ile
kurtuldu. Sonrakiler ise dünyâ ve uzun ömür isteği ile helak oldu.
Hakk Teâlâ
buyurdu:
— Ey kullarım! Kendinizi esirgeyiniz. Muhakkak bedenleriniz zayıftır,
seferiniz—yolculuğunuz uzaktır, günahınız ağırdır. Sırat Köprüsü incedir, can
alan Azrail’dir, Sûr’u üfleyen İsrâfil’dir ve hâkim âlemlerin Rabbi Allah’tır.
(Dünyâ'da fakir ve Ahirettc zengin olan kimseye ne mutlu.)
(281) Enfâl
Sûresi, âyet: 28.
729
25. KABİR VE ÖLÜLERLE İLGİLİ BÖLÜM
Nakledildiğine göre Müslim'in Sahihinde peygamber (aleyhisselâm) şöyle buyurmuştur:
— Mü’min bir kimseyi kabre koydukları zaman (Münker ve Nekjr) adlı
melekler gelir ve: Rabbin kimdir? Dinin hangi dindir? Peygamberin kimdir? diye
sorarlar. Cevabı şudur:
— Tanıklık ederim ki, Allahtan başka Tanrı yoktur. Gene tanıklık
ederim ki Muhammed (aleyhisselâm) Allahın Peygamberidir ve Dinim îslâmdır.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Kabir dünyâ’nın sonu ve Ahiretin başlangıcıdır. Kim kabir
azâbından kurtulur ise, geri kalarf azâblar- dan da kurtulmuştur.
Hz. Rasûlu’llâh
salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Bir kimsenin ölümü şiddetli olursa onun için kaygılanmayın. Çünkü
onun bütün hataları ölüm zahmeti ile gitmiştir. Onunla Cennet arasında ancak
ölüm kalmıştır.
Nakledildiğine göre, İmam Gazâlî (Allahın Rahmeti üzerine olsun)
şöyle demiştir:
— Bir mü’min öldüğü zaman ölenlerin ruhları onunla buluşurlar ve:
— Falân
kimsenin hâli nasıldır? derler.
Ölen mü’min:
— İyidir, der.
Onlar:
— Falân kimse
nasıldır’ derler.
O kimse:
730
— Ya size
gelmedi mi? der.
Onlar:
— Yok buraya gelmedi, anlaşıldı ki, o kimse mü’- min değilmiş,
başka yola gitti derler.
Peygamber
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Kim Cuma günü babasının ve anasının kabrini ziyaret etse Hakk
Teâlâ onların günahını ve kendi günahını yarlığar.
Peygamber
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Mü’min kabrine konduğu vakit yeşil bir bahçede oturur. O
bahçenin yetmiş arşın uzunluğu vardır. Eğer kâfir olarak ölürse, Cehennem
çukurlarından bir çukura bırakırlar. Doksan dokuz ejderhâ kıyâmete kadar ona
azâb ederler. Hakk Teâlâ'nın doksan dokuz ismini inkâr ettiği için doksan
dokuz ejderhâ azâb eder. Hakk Teâlâ ona isimleri sayısınca ejderhâ musallat
eder.
Mü’minlerin kabrini ziyâret etmek sünnettir. Amma Cuma günü
ikindiden sonra ertesi sabaha kadar ziyâret müstehabdır.
Pazartesi, Perşembe, Arefe, Bayram ve Aşûre günlerinde ziyâret
etmek gerektir. Zira o günlerde ruhlar kabirlerini ziyâret edenleri beklerler.
Kabirdefyileri, sağ iken nasıl saygı gösterilirse o şekilde, saygı ile ziyâret
etmelidirler. Elini ve yüzünü kabre sürmemelidir. Hıristiyanlar öyle yaparlar.
Onlara benzememelidir- ler.
Nakledildiğine göre ölüm acısı yüz kılıç vurmaktan yahut üçyüz
kılıç vurmaktan daha fazladır. Ölümden sonra Cennete varıncaya kadar yüz. belâ
vardır.
731
Mü'min kabir azâbmdan ancak dört şeyle kurtulur:
1. Yalan
söylememek,
2. Cimrilik
etmemek,
3. Kimseye
karşı kötü zanda bulunmamak,
4. Şüpheye
düşmemek.
Kabir azâbı, ekseri bedenine değen ve yıkanmayan bevl (sidikten)
dolayı olur.
Nakledildiğine göre Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle
buyurmuştur;
— Bir kimse ölü için Ayet’el-Kürsî’yi (Allâhülâyı) okusa ve
sevabını kabirdeki o ölüye bağışlasa Hak ta- âla o kimseye Peygamberlerin
sevabını verir ve her harfi için bir melek yaratır. O melekler okuyan kimse
için kıyamete kadar duâ ederler.
26. DUÂ BÖLÜMÜ
Hakk Teâlâ buyurdu:
— «Bana duâ edin. Size icâbet (ve duâ’nızı kabûl) edeyim.» (282)
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Bir kul ellerini kaldırsa duâ etse, Hakk Teâlâ o kulu öylece
ellerini boş göndermeye utanır.
Eğer:
— Duâ ederiz. Bazan kabûl olur, bazan kabûl olmaz; Sebebi nedir?
diye sorulacak olursa cevabı şudur:
— Duâ’nın şartı vardır, şartına bağlıdır. Nitekim peygamber (aleyhisselâm)
şöyle buyurur:
(282) Mü’min Sûresi, âyet: 60.
732
— Duâ’nın iki kanadı, şartı vardır: Helâl yemek, doğru söz’dür.
Bir cevap da
şudur:
— Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: Bir mii’min
duâ etse Allah o kulun duâsını kabûl eder, isteğini ya bu dünyâ’da ya da
Ahirette verir.
Bazıları şöyle
demiştir:
— Duâ’nın asla faydası yoktur. Zira, eğer istenen şey Allahın
yanında varsa olması, Allahın onu vermesi vaciptir. Şayet Allahın yanında yoksa
onun olması mümkün değildir.
Bazıları da
şöyle demişlerdir:
— Akıl ve mantık şunu ispat eder ki, gerçekler makamının ulusu ve
yücesi Allahın kazâ ve kaderine razı olmaktır. Duâ edip birşey dilemek, kendi
isteğini Allahın dilediğinden üstün tutmaktır.
Kimileri de:
— Hakk Teâlâ: Herhangi bir kimse benden birşey dilerse, ben
dilemeyene daha çok veririm buyurur. Bu itibarla duâ edip birşey dilemekten duâ
etmemek yeğdir, derler.
Bunların cevabı
şudur:
— Duâ, ibâdet makamlarının en büyüğüdür. Onım için duâ etmek
gerektir. Kişi, duâ ederken gönlü Allahtan başka yerde ise duâsı duâ olmaz.
Şayet gönlünü bütün âlemlerden çevirip Allahın marifet denizinde yok olacak
olursa Hakka yakınlığı meydana gelir.
Kul kendi nefsi ile mc.şgûl olursa Hakk Teâlâ’ya va- kın olmaz.
Çünkü, kendi şahsî arzusu onu perdeler, Allaha yaklaşmasına mâni olur. Böylece
sabit oldu ki,
733
dua kulu Allah Teâlâ’ya yaklaştırır. Öyle olunca duâ en büyük
ibâdettir. Zira duâ’dan maksat, kulun Hakka dönmesidir. Küçüklük ve alçaklığını
ilâhî huzurda açığa vurmaktır.
imam Fahri Râzî şöyle demiştir:
— Duâ etmekten gaye, kul ile Allah arasında münâsebetin, alâkanın
sâbit olmasıdır. Ancak Allah Teâlâ ne dilerse o olur.
Şeyh Mühyiddîn-i Arabi şöyle demiştir:
— Duâ ile dilekte bulunmak, Hakkın emrini tutanlar içindir. Zira Hakk
Teâlâ Kur'an-ı Kerim’inde: «Bana duâ ediniz. Size icâbet edeyim» buyurdu. Bu
şerefli söze uyarak duâ etmek gerektir. Kabûl edilmesi veya edilmemesi O’na
aittir.
Şanı yüce olan Allah duâ edenleri överek:
— «Kimi de: Ey Rabbimiz bize dünyâ’da da iyi hâl ver, Ahiret de de
iyi hâl ver ve bizi o ateş (Cehennem) azâbından koni der» buyurdu. (283)
İmam Fahr-i Râzî der ki:
— Bu duâ bütün dünyâ ve Ahiretin gaye ve hedeflerini kendinde
toplar. Zira Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ekseri bu duâ’yı, hem
de şu duâ’yı okur idi:
— Allahım! Benim tabiatımı ve ahlâkımı güzel eyle!..
Ebû Hüreyrc (radiyallâhu anh) Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve
sellem)’dan şu Hadisi nakleder:
•— Rasûlüllah buyurdu: Duâ ibadetin aslıdır. Allahın katında
duâ’dan üstün şey yoktur. Duâ, inmiş ve inecek her . türlü kaza’yı def eder.
Ömrü uzatır. Kim Hakdan birşev dilemese Allah ona hışmeder.
(2831 Bakara Sûresi, âyet: 201.
734
Hz. Rasûlu’llâh
salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Şüphesiz Hakk Teâlâ üç kişinin duâ’sım kabûl eder:
1. Baba ve ananın çocuklarına duasını,
2. Misâfirin ev sahibine duâsını,
3. Güçlük
görmüş kimselerin zâlimler üzerine duâsını.
Hz. Rasûlu’llâh
salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Kim günd<i yüz defa (Lâ Havle ve Lâ Kuvvete illâ billâhil
Aliyyil Azîm — Ulu ve yüce olan Allahtan başka hiçbir güç ve kuvvet yoktur)
duâ’sım okusa as- lâ yoksulluk görmez. Zira bu duâ, Cennet hâzinelerinden bir
hazinedir.
Tergîb ve Terhîb de nakledildiğine göre Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü
aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
— Kim gece ve gündüz oniki rekât namaz kılsa, iki rekâtta selâm
verse, selâmdan örfceki pturuşunda Allahı senâ etse, bana salâvat ge’irse,
secdeye varıp yedi defa Ayet’el-Kûrsî'yi okusa ve ardından on kere (Tek olan ve
benzeri bulunmayan Allahtan başka Tanrı yoktur, mülk onundur ve Hamd onadır)
dese; ondan sonra da (Allahım! Senden, yüce Arşındaki ahidlere sadık kalmayı,
kitabının ve ulu isminin rahmçtinin son noktasında oturmayı, ulvî varlığında
yok olmayı ve eksiksiz bilgini dilerim) dese, bunlardan sonra ne dileği varsa
ister ve başını kaldırır, selâm verir.
Amma bunu bilmeyenlere anlatmamahdır. Dııâ’sı elbette kabûl edilir.
Hz. Ali (radiyallâhu
anh) şöyle der: f
— Duâ ettiğiniz zaman Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’a
salâvat getirin. Hakk Teâlâ o savalâtı kabûl eder. Salavâtı
735
kabul olunca geri kalan duâ’sının da kabûl edileceği umulur, Zira
bir kimse bir şahsın bir sözünü kabûl ederse diğer sözlerini de kabûl eder.
Hadisciler
şöyle dediler:
— Duâ'yı bitirdiğiniz zaman ellerinizi yüzünüze sürün.
Muhakkıklar da
şöyle derler:
— Sağ elini yüzüne sürmek kulun içine, sol elini yüzüne sürmek de
dışına işarettir. Dil bunların tercümandır. Elleri ile yüzünü silmek
hakîkatına, yani içi ve dışı ile Allaha döndüğüne işarettir. Zira insanın yüzü,
Hak nûrunun aynasıdır.
27. İSTİĞFAR (YARLIĞ DİLEME) BÖLÜMÜ
Allah Teâlâ buyurdu:
— «Hemen Rabbini, hamd ile, teşbih (ve tenzih) et. Onun
yarhğamasını iste. Şüphesiz ki O, tövbeleri çek kabûl edendir.» (284)
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Nefsim kudret elinde olan Allah hakkı için, eğer siz günah
işlemeseniz ve dolayısıyle tövbe etmese idiniz Hakk Teâlâ bir kavim yaratır,
onlar günah işler ve tekrar tövbe ederlerdi. Hakk Teâlâ da onları yarlığa- yıp
rahmet ederdi.
_Bu sözden maksat Hakk Teâlâ’nın kullarına karşı rahmetinin çok
olduğunu bildirmektir.
Kim günahlarına tövbe eder, Allahtan yarlığ di-
Nasr Sûresi,
âyet: 3.
736 lerse, Hakk Teâlâ onun rızkını artırır ve kaygılarını giderir.
Eğer:
— Peygamber günah işlemedi, nasıl yarlığanması- nı diler? diye
sorulacak olursa, cevabı dört türlüdür:
1. Peygamber
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)’ın gönlüne bir parça perde düşse ümmeti için o
vakit isliğfâr ederdi.
2. O
dâima Allaha yaklaşmakta ve yükselmekte idi. Bir hâlden bir hâle geçtiğinde
evvelki hâline istiğfar ederdi.
3. Hicâb
mest olmaktan ibârettir. O mest, kendinden geçme, Peygambere, Allaha muhabbet
yolunda gelirdi.
Peygamber kendini kaybeder idi. Tekrar kendine geldiğinde istiğfâr
ederdi. Hakikat sahiplerinin izahı budur.
4. Zahir
âlimlerine göre ise Peygamberin gönlüne tehlike ve. meyillerden çok şey
gelirdi. Bu itibarla, o tehlikeli meyilleri def etmek için Allaha istiğfâr
ederdi.
Nakledildiğine göre Ali (radiyallâhu anh) bir gün mescidde
oturmakta idi. Bir köylü Arap geldi, istiğfâr etti. Hz. Ali (radiyallâhu anh):
— Ey Arâbî! Bu
yalancıların tövbesidir, .dedi.
Arabi:
— Ey Mü'minlerin Emîri! Ya doğruların tövbesi nedir? diye sordu.
Hz. Ali (radiyallâhu
anh) şöyle dedi:
1. Geçmiş günahına tövbe eder.
2. Şimdi o günahı işlemez.
3. Gelecekte günah işlememeye niyetli
olur.
4. Halkın üzerindeki hakkını verir.
737
5. Dünyâ
tad ve lezzetini tattırdığı nefsine ibâdet acısını ve meşakkatini de tadtırır.
6. Haram
mal ile semiren etini ve kanını Allah yolunda eritir, harcar.
«Ey Rabbimiz' Artık bizim günahlarımızı yarlığa, kusurlarımızı ört,
canımızı da iyilerle beraber al.» (285)
28. TÖVBE İLE İLGİLİ BÖLÜM
Allah Teâlâ
buyurdu:
— «Ey iman edenler! Tam bir sıdk-u hulûsa mâlik bir tövbe ile
Allaha dönün.» (286)
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— İşlediği günaha tövbe eden o günahı işlememiş gibi olur.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem gene buyurdu:
— Hakk Teâlâ kulun tövbesini can boğazına varıncaya kadar kabûl
eder. Ben de günde yüz defa tövbe ederim.
Bilmek gerektir ki, insan bir yönden dört kötü sıfattan meydana
gelmiştir:
1. Behîmî,
süfli vasıflardır. Şerler ve şehvetler ondan doğar.
2. Seb’iyye’dir.
Ondan kin, hased ve düşmanlık doğar.
3. Şeytâniyatdır.
Ondan hile ve düzencilik doğar.
4. Rubûbiyet’dir.
Bundan da kibir ve kendini beğenme duygusu doğar.
(.185) Âl-i
İmrân Sûresi, âyet: 193.
\
(286) Et-Tahrîm Sûresi, âyet: 8.
F: 47
738
Tövbesi
olmayan, kimsenin nefsi tam olmaz, zâlim olur. Nitekim Hakk Teâlâ buyurur:
— «Kim (Allahın
yasak ettiği şeylerden) tövbe etmezse işte onlar zâlimlerin tâ kendileridir.»
(287)
Şeyh îmam
Gazâlî şöyle der:
— Tövbe üç
şeyle sâbit olur:
1. İlimle,
2. Hâl ile,
3. Amelle.
Abdullah
El-Ensârî der ki:
— Tövbe üç
mertebedir:
1. Halkın tövbesidir. O çok kulluk
etmektir.
2. Okumuşların tövbesidir. Bu, günahı az
işlemektir.
3. En üstün seviyede olan kimselerin
tövbesidir. Her türlü vaktini zayi etmektir.
Necmeddin-i
Kübrâ der ki:
— Tövbe üç
makam üzerinedir:
1. Halkınkidir, Onun tövbesi günahdan
dönmektir.
2. Okumuşlarınkidir. Onların tövbesi,
gönlünden dönmektir.
3. En üstün seviyede olanlarınkidir.
Onların tövbesi fenâ fillâh — İlâhî varlıkta yok olmak ve Allahın dışındaki
şeylerden vazgeçmektir.
Bundan dolayı
bazıları tövbe, istiğfârdan sonradır demişlerdir. Nitekim, Hakk Teâlâ buyurur:
(2Ü7) Hucurât
Sûresi, âyet.- 11.
739
— «Ey
kavınım! Rabbinizden mağfiret isteyin. Sonra yine ona tövbe edin...» (288)
Onun için, halktan tamamen kesilmek ve Allaha yönelmek mağfiretten
sonradır.
Arifler şöyle dediler:
— Tövbe beş
kısımdır:
1. Halkın
tövbesidir. Onların tövbesi görünen günahtan dönmektir.
2. Sâlihlerin,
iyi kimselerin tövbesidir. Onların tövbesi gizli ve kötü günahlardan dönmektir.
3. Muttekîlerin
tövbesidir. Onların tövbesi Şekden sakınmaktır.
4. Muhiblerin,
Allah dostlarının tövbesidir. Onların tövbesi, Allahı anmaktan gâf'il olmamak
için halktan sakınmaktır.
5. Ariflerin
tövbesidir. Duracağı bir makama ulaşmaktan dolayıdır. Zira makamların sonû
yoktur. Öyle olunca Ariflerin tövbesinin sonu yoktur.
Ey Rabbimiz! Duâlarımızı kabul et. Şüphesiz Sen herşeyi işiten ve
hakkı ile bilensin. Bizim tövbelerimizi de kabûl buyur. Zira sen, tövbeleri
kabûl eden ve mü’min kullarından rahmetini esirgemeyen ulusun.
29 TAKVÂ BÖLÜMÜ
Allah »aâla
buyurdu:
— «Ey
iman edenler! Allahdan korkun. Herkes, yarın için önden ne göndermiş olduğuna
baksın. Allah-
(2X8) Hûd
Sûresi, âyet: 52.
740
dan korkun.
Çünkü Allah, ne yaparsanız hakkıyle haberdardır.» (289)
Peygamber
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Muttekî (Allahdan sakınan) gereksiz olandan korkan ve gerekli
olanı terk edendir.
îbni Ömer dedi
ki:
— Tanrıdan korkmak, kendini hiç kimseden yeğ görmemektir.
Bazıları:
— Takvâ, Allahdan sakınmak, Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve
sellem)’a güzel bir şekilde uymaktır, demişlerdir.
Arifler ise:
— Takvâ dört
türlüdür, demişlerdir:
1. Dinin men ettiği şeylerden sakınmak.
2. Kedini
Hak’tan başkasına nisbet etmekten sakınmak,
3. Hakikat
Sıfatını Hak’tan başkasına nisbet etmekten sakınmak,
4. Gerçek
vucûdu Hak’tan başkasına nisbet etmekten sakınmaktır.
Bu dördüncü kısmı, ancak İlâhî keşfi ve sırrı olanlar bilirler.
Onlar: A’lahm sâdık kulları. Peygamberler ve Allah dostlarıdır. Çünkü bunların
takvâsı kemâl derecesindedir.
Hakk Teâlâ takvâ sahiplerini şu buvruğu ile beyan eder:
— «İşte Ahirct yurdu! Biz onu yer yüzünde ne
(289) Haşr Sûresi, âyet: İH.
741
tegallûb, ne .fesâd arzusuna düşmeyeceklere veririz, (îyi) sonuç
(Allahın ikabından) sakınanlarındır. (290)
Nakledildiğine göre Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle
buyurmuştur:
— Tam tasdik, Allahdan ve Peygamberden gelen herşeyi saklamak ve
bunlar hususunda kesin inanç üzerine olmaktır.
Gene Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Yakın öğrenin buyurmuştur. Allah’a yakın olanlarla düşüp kalkın
demektir.
Bilmek gerektir ki, yakîn’e erenler, işâret ehlidir. İşaret ehli
ise kaib ve gönül ehli olanlardır, gönül ve manâ insanlarıdır.
Zaman olur ki, Hakkin nûru gönüllerine inmekle, ilham yolu ile
İlâhî sırlar onlara keşf olur, açılır.
Zaman olur ki, sâdık ve doğru rüya ile ilâhı sirk r- dan haberdar
olurlar.
Bazanda, rüyada gördükleri gibi İlâhî âlemi uyanıkken de görürler.
Kim bu mertebeye erer ise şu İlâhî ifâdeye dikkat etmelidir
Ey benim gözümün nûru Ev gönlümün sürûnı' Ben seni sevdiğimden
dolayı ne kadar sırların özü ve gördüklerinin hu’âsası varsa ben onları sana
açıkladım
Nitekim Hakk Teâlâ buyurur:
— «Arttk sakının o ateşten ki onun tutarağı (odunu, çırası ocak
taşı) insanla o taştır. O (ateş) kâfirleı için hazırlanmıştır.» (291)
(290) Kasas Sûresi, âyet: 83.
(291) Bakara Sûresi, âyet. 24.
742
Ebû Hanîfe der
ki:
— Bu ayet çok korkulu bir ayettir. Yani kâfirler için hazırlanmış
ateşle mü’minieri korkutmanın manâsı:
Yapmakla günah işleyeceğiniz amelden korkun. O sizi, giderek ateşe
lâyık kılar. Günah işlemekle imanın yok olması vardır. Zira, küfüre
götüreceğinden korkulur.
Hakk Teâlâ
buyurur:
— Allaha itaat edin, Peygambere ve sizden olan emir sahiplerine de
itaat edin...» (292)
Allah’dan farz kıldığı emirlerden, Peygamberlerden de
sünnetlerinden dolayı korkun demektir.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bir gün bir Sahâbî’ye
şöyle buyurdu:
— Dünyâ için duracağın kadar mal
biriktir, Ahiret için ebedî kalacağını düşünerek amel işle, Cehennem için ateşe
sabredeceğin kadar kötülük yap ve Allah için, kendisine dileğin olduğu kadar amel
işle, insanın Allah’a karşı dileği tükenir mi? Bu itibarla insana dâima sâlih
ve makbûl amel gerekmiş olur, insanların ve cinlerin cn yücesi ve kâinatın
efendisi Muhammed (aleyhisselâm) '- ın yüzü hürmetine seni ve bizi Allah
bahtiyar ve mutlu kılsın! ’
Bundan sonra inşallah, insanoğlunun dönüş yeri olan Ahiret
meselelerini, kıyâmet gününün nişanını, Mahşer’i Allahın hesaplaşmak için nasıl
kuracağını, İlâhî hüküm kürsüsünün nasıl konulacağını, kâfirlere nasıl azâb
edileceğini ve mü’minlere nasıl hitap edileceğini açıklayacağım.
(292) Nisâ Sûresi, âyet: 59.
743
30. KIYAMET ALÂMETLERİ İLE
İLGİLİ BÖLÜM (I)
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Kıyâmetin nişanları şunlardır:
1. İlim
ortadan kalkar,
2. Câhiller çoğalır,
3. Zina
(fuhuş) ve Livâta (oğlancılık) artar,
4. İçki içmek yaygın hâle gelir,
5. Kadınlar
erkeklerden fazla olur. O kadar ki, bir kimsenin eli altında elli kadın
bulunur. '
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Kıyâmet kopmadan altı şey meydana gelir, ondan sonra kıyâmet
kopar:
1. Vebâ
(sâri hastalık) çoğalır.
2. Beyt-i
Mukaddes (Kudüs’teki kutsal bina) açılır.
3. ölüm
her tarafı kaplar, çoğalır.
4. Mal
hırsı artar, bir kimse birine yüz altun verse memnun olmaz.
5. Araplar
arasında fitne çoğalır.
6. Mü’minler
dünyâ’yı ellerine geçirirler. Benî esferle (Rumlarla—.Hıristiyanlarla) andlaşma
yaparlar. Ondan sonra kâfirler anlaşmayı bozarlar ve üstün gelirler. Benim
ümmetimin içine fitne ve kılıç (dü man- îık) girince kıyâmete kadar çıkmaz.
Ondan sonrs kıyâ- met kopar.
Hadisçiler şöyle nakletmişlerdir:
— Önce Rumlar çıkar. Firenklerle bir araya gelirler Bütün kâfirler
aralarında anlaşarak seksen sancak ile batıdan hücum ederler. Her sancakta
onikibin kişi
744
bulunur. Böyiece bütün kâfirler, dokuzyüzaltmış bin as. korden
meydana gelmiş olur. Yani bir milyondan kırk bin eksik olur.
Şunu bilmek gerektir ki, Muhammed ümmeti önce Şark'ı ve Garb ı
ellerine geçirip kâfirlerden alacaklar, üç şehir kalacaktır. Bunlar: İstanbul,
Roma ve Ammû- riye’dir (293) Ondan sonra hüküm kâfirlerin olur. Kâfirlerin
üstünlüğü Rumlarla diğer Hırıstiyanlardan gelir. Rumların çıkmasından
İstanbul’un fethine kadar yedi yıl geçer.
Sevbân (radiyallâhu
anh) şu rivâyeti nakleder;
— Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: (Ben Allah’ın
yarattığı arzın, en yüce noktasından, doğu ve batı noktalarını gördüm. Benim
ümmetim de O arzın yüceliklerinden daha başka şeylere ulaşacaktır).
İbni Kesir der
ki:
— İlk çağda Buhtunnasır İran hükümdarı iken geldi Kudüs’ü harab
etti.
İstanbul o
harablığı gördü ve:
— Eğer Tanrının Arşı su üzerinde ise ben de su üzerindeyim dedi.
Hakk Teâlâ
kızdı ve:
— Ey kibirlenen! Mü’min kullarımla son zamanda seni harab ederim
buyurdu.
Hz. Rasûlu’llâh
salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Beni Asfar (Rumların—Sarı ırk) A'mâka varmayınca kıyamet kopmaz.
(2f3) Eu şehirlerden, Ankara yakınlarında, Haymana ovasında
bulunan «Ammûriye» H. 223 yılında Abbasi Halifesi ElMu’tesim tarafından;
İstanbul ise 1453 yılında Fatih Sultan Mehmed Han tarafından fethedilmiştir.
Ammûriye ile ilg’ii Bizans müneccimlerinin, fethedilemeyeceğine dair hurafeleri,
her nasılsa dinî rivayetler arasına da girmiştir.
745
A’mâk Şam yakınında bir köydür. Kâfirler oraya kadar varırlar.
Medîneden İslâm ordusu çıkar ve üç bölük olur. Kâfirlerle şiddetli cenk
ederler. Kâfirleri yenip mü'minlerin bir bölüğü kaçarak münâfık olurlar. Bir
bölüğünü düşmanlar şehîd ederler. Onlar şehîdlerin en üstünü olurlar. Bir
bölüğü galip gelip kâfirleri kovalarlar ve kırarlar. Ondan sonra İshâk
Peygamberin çocuklarından yetmişbin kişi gelir ve İstanbul’u (Lâ ilâ- he
illellah Allahû Ekber) diyerek alırlar.
Evvelâ denizden tarafı yıkılır. Ondan sonra bir duvarı daha
yıkılır. Hâsılı, üç tarafı da tekbir sesleri ile yıkılır. Gaziler ganimet
toplarken Şeytan:
— Ey mü’minler! Dcccâl çıktı, evlerinizi harab ediyor diye
seslenir. Bunun üzerine onlar İstanbul’u bırakıp Şam'a gelirler. Ondan sonra
halk kötü işler yaparlar. Emanet koşalar hıyânetlik ederler. Zekât vermezler.
Namaz kılan kimseler azalır. Halk birbirlerini dinden çıkarmak için gayret
ederler. Bütün halk dünyâ inalına düşerler. Erkekler kadınlara uyarlar.
Çocuklar babalarına ve analarına karşı gelirler. Dostlar birbirini
incitirler. Mescidlerde dünyâ sözünü söylerler. Ümmetin sonrakileri
evvelkilerine lânet ederler. Ondan sonra Hakk Teâlâ onlara kızıl bir yol verir.
Zelzele dünyâda çok olur. Ay ve güneş tez tez tutulur. Halk Dine, Kur’an’a ve
Sünnete hürmet etmez olur. Ondan sonra birbiri ardınca kıyâmet nişanları
olmaya başlar.
Kıyâmctin alâmetlerinde din âlimleri ihtilâf etmişlerdir.
Abdullah bin Ömer (radiyallâhu anh) dedi ki:
746
— Peygamberden işittim, şöyle buyurdu: Kıyâme- tin ilk nişanı sarı
ırkın çıkmasıdır. Sonra güneşin batıdan doğmasıdır. (Hadiscilere göre ilk
nişanı Şark’dan bir dumanın çıkmasıdır.) Üçüncü nişanı ise Deccâl’ın
çıkmasıdır.
Bunlar kıyametin yakın nişanlandır. Ondan sonra Mehdi çıkar.
Ümmü Seleme (radiyallâhu
anh) der ki:
— Rasûlüllahdan işittim: Mehdi Fatıma’mn ço- cuklarındandır,
Seyyid’dir buyurdu.
Ebû Saîd
El-Hudrî (radiyallâhu anh) der ki:
—' Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: Mehdi
bendendir. Ahir zamanda çıkar, yeryüzünde adaletle hükmeder, önce zâlimler
yeryüzünü zülm ile tutmuşlardı. Mehdi güzellik ve adaletle dünyâ’ya yedi yıl
hükmeder.
Peygamber
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Din bizimle başladı, sonunda gene bizimle son bulur. Sizden
biriniz o zamana erişirseniz ve onun nişanlarını görürseniz ona tâbi olun,
uyun. Zira Mehdi merhametlidir ve kendisi de rahmete mazhar olmuştur. (294)
Câbir İbni Abdullâh (radiyallâhu anh) Rasûlüllah’dan nakleder:
— Rasûlüllah buyurdu: Benden sonra oniki Halîfe gelecek, hepsi
Kureyş kabilesinden olacak.
(294)'. Kıyâmet alâmetlerinden olmak üzere geleceğinden bahsedilen
Mehdi hakkında daha önce bilgi verildi. Ehl-l sünnetin kıyamet alâmetleri
arasında saymadığı Mehdi te ilgili hadislerin bulunuşu, hele
bunların tanınmış sahâbîle- re isnadı, bilhassa hadis kritiği yönünden bir
hayli düşündürücüdür. Bunların mevsûkıyetine karar verilmesine imkân yoktur.
747
îbni Kesir der
ki:
— Onlara Hulefâ-i Raşidin derler. Haşan, Hüseyin ve Ömer bin
Abdûlazîz onlardandır. Allah hepsinden razı olsun.
31. KIYAMET ÂLÂMETLERt İLE
İLGİLİ BÖLÜM (II)
Nakledildiğine göre Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur:
— Şu on âlâmet, nişan meydana gelmeyince kıyâ- met kopmaz:
1. Duman’ın görünmesi,
2. Deccâl’ın
çıkması,
3. Dâbbetül-Arz
(Korkunç hayvan—yer hayvanı)
4. Güneşin
batıdan doğması,
5. îsâ
(aleyhisselâm) ’ın gökden inmesidir.
6. Ye’cûc
ve Me'cûc’un çıkmasıdır.
7. Doğuda bir bölgenin yere
geçmesidir.
8. Arap
adalarından birinin de yere geçmesidir.
9. Batıda
bir bölgenin batmasıdır.
10. Yemen’deu bir
ateşin çıkması ve halkı mahşer yerine sürmesidir.
Bazıları:
— Zâlim bir kavim çıkacak, halkı zülm ile yakacak. Fesâd ve
zulmetmekte ateşe benzeyecektir, dediler.
Nakledildiğine göre önce Mehdi çıkar, sonra Dec- câl çıkar,
diyenler olmuştur. Râfizîler doğdu dedikleri haide henüz Mehdi gelmemiştir.
Bazı kimseler batıdan, bazıları da doğudan çıkacak dediler.
748
Bilmek gerektir ki doğudan çıkan duman batıya kadar .dünyâyı
kaplar. Kırk gün kırk gece kalır. Mü'- miıılere dokunursa hasta ve zükkâm
(nezle) olurlar. Kâfirlere dokunursa sarhoş olurlar ve ne dediklerini bilmezler.
Hz. Ali (radiyallâhu
anh):
— Gökten yere duman iner, kırk gün kırk gece kalır demiştir.
Sahîh-i Müslimde nakledilen bir Hadis’e göre Ra- sûl (aleyhisselâm)
şöyle buyurmuştur:
— Ahır zamanda otuz kişi Peygamberlik davasında bulunacakiaı,
halkı azıtmakta Deccâl gibi olurlar. Allah Teâlâ onları rezîl eder. Zîra Ahir
zaman Peygamberi hakikatte benim. Din ve her türlü dini esaslar benimdir.
★ ★ ★
32. DECCÂL’IN ÇIKIŞI İLE İLGİLİ BÖLÜM
Ondan sonra Deccâl çıkar. Halen Umman denizinde bir adada
mahpûstur, hapsedilmiştir.
İbnî Kesîr der
ki:
— Hakk Teâlâ insanlara önce şeytanı fitne olarak vcıdi. Sonunda da
Deccâl’ı fitne kıldı. Deccâl çıktığı zaman dünyâyı bulutlar kaplar. Kendi yelin
önünde bulut gibi yürür. Şam ile Irak arasında gezer. İsfahandan yetmiş bin
sarıklı Yahudi ona uyar. Bütün dünyâyı gezer. Medine şehrine gelmek
istediğinde melekler mâni olurlar, şehre girmez.
Ashâb:
— Ey Allahın Rasûlü! Dünyâ da ne kadar eğlenir? diye sordular.
749
Rasül (aleyhisselâm)
;
— Kırk gün durur. İlk günü bir yıl kadar, ikinci günü bir ay kadar,
üçüncü günü bir hafta kadar olur. Geri kalan günleri, bayağı günler gibidir.
Bir kavim gelir, Deccâla iman ederler. Deccâl o kavmin dileklerini yerine
getirir. Son bir kavim daha gelir, Deccâl onları da kendine uymaya davet eder,
fakat onlar Deccâl'a uymazlar. Bir virâneye erse emreder, bütün malını dışarı
çıkarır. Kabristana uğrasa ölülere:
— Kalkın der. Şeytan onların şeklinde kalkar. Bir yanında su, bir
yanında ateş vardır. Kim Deccâla uymazsa ateşe atar, ateş ona su olur.
Kim uyarsa onu
suya atar, o su ateş olur.
Deccâl'in alnında «Kâfir» diye yazılıdır ve gözü kördür. (295)
33. İSÂ (aleyhisselâm) TN GÖKTEN YERE İNİŞİ İLE
İLGİLt BÖLÜM
Ondan sonra Hakk Teâlâ îsâ (aleyhisselâm) ’ı gökten Şam’daki
Ümeyye Camiinin doğusııda bulunan «Akminâre»ye indirecektir. Yüzünden inci gibi
ter akar ve üç günlük yerden duyulan güzel bir kokusu olur. Hz. îsâ (aleyhisselâm)
Deccâl'ı Kudûs’de «Led» kapısında
bulacak, «Harbe» ile vurup öldürecektir. Kanı, yerin tükendiği yere kadar
akacaktır. Ondan sonra İsâ (aleyhisselâm) bir kavme Cennet müjdesi verecek, onlar da
ona uyacaklardır. Ondan sonra Hakk Teâlâ İsâ (aleyhisselâm) ’a:
(295) Deccâl, kıyametten
önce çıkacağı bi^nen ve Tanrılık iddiasında bulunacağı bildirilen bir
şahıstır. Daha sonra ortadan kaldırılacaktır. Bu, sağlam rivayettir ve Müslil
mantarın inançları arasındadır.
750
— Kavminle Tûr dağına çık! diye vahiyde bulunacak. Hz. îsâ kavmi
ile dağa çıkacak.
Ondan sonra Allah Ye’cûc ve Me’cûc'u çıkaracak. Ye’cûc ve Me'cûc
yeryüzünde çok karışıklık meydana getirecekler. Kudüs’e de gelecekler ve:
— Yeryüzündeki bütün insanları öldürdük. Şimdi de göktekileri
öldürelim diyerek oklarını gökyüzüne doğru atacaklar.
Ondan sonra Hakk Teâlâ, develerin burnundaki kurtlar gibi küçük
kurtlar gönderecek, o kurtlar onları bir defada yok edecekler.
Ondan sonra Hz. İsa ve kavmi Tûr’dan inerler. Fakat onların
leşlerinden rahatsız olurlar, İsâ (aleyhisselâm) duâ edecek, Allah taâia da deve boynu
büyüklüğünde kuşlar gönderecek, o kuşlar onların leşlerini denize atacaklar.
Böylcce yeryüzü arınacak, otlar ve ağaçlar bitecek, yemişler verecekler.
tbnî Kesir der
ki:
— İsâ (aleyhisselâm) Deccâl’ı öldürünce, yeryüzü emin olup, kurt
koyunla yürüyecek. Harab olmuş şehirler yeniden kurulacaklar.
Peygamber
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— İsâ (aleyhisselâm) gökten
yere indiği zaman adaletle, güzel bir idare ile hükmedecek, bütün putları ve
haç’ları kıracak. Ondan sonra İsâ (aleyhisselâm) Hz. Mehdi ile buluşacak. Namaz vakti olunca
İsâ (aleyhisselâm) :
— Gel ey Mehdi! İmam ol namaz kılalım diyecek.
Mehdi:
— Ey İsâ! Sen Peygambersin, imam olmaya sen lâyıksın, diyecek
İsâ (aleyhisselâm)
da:
751
— Ey Mehdi Gel sen imam ol, Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve
sellem)’m oğlusun, imam olmağa sen lâyıksın, diyecek. Ondan sonra Mehdi imam
olup namaz kılarlar. Isâ (aleyhisselâm) Sultan olup yedi yıl halka hükmeder. (296)
Muhamıııed bin
Kâb (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Kitapta gördüm ki, Ashâb-ı Kehf gelip îsâ (aleyhisselâm) ’a
yardım ederler, îsâ (aleyhisselâm) yedi
yıl sonra Kâbe’- ye gider.
34. DÂBBET’ÜL—ARZIN ÇIKIŞI İLE
İLGİLİ BÖIÜM
Ke.şşâf Sâhibi
Zemahşerî der ki:
— Dabbet’ül-Arz (yer hayvanı) çıktığı zaman yer, harekete gelir ve
yarılır. Dâbbet’ül-Arz Mekke’de Safa tepesinin altından çıkar. Mekke’de iki dağ
(tepe vardır: Safâ ve Merve. O Safâ’dan çıkar. Sağ elinde Hz. Mû- sâ’nm Asâsı,
sol elinde Hz. Süleyman'ın yüzüğü bulunur. Asâ ile mü’minlere vurur. Yüzleri
nurla parlar ve «Mü’mindir» diye alımlarına yazılır Yüzüğü kâfirlerin alnına
basar. Yüzleri kara olur ve almlarma «kâfirdir» diye yazılır. Ondan sonra
mü’minlere:
— Ey falân! Sen Cennetliksin derler. Kâfirlere ise:
— Ey falân! Sen
Cehennemliksin, derler.
Nitekim Hakk
Teâlâ buyurur:
— «ö söz (ün manâsı) kendilerinin aleyhinde (tahakkuk edip) vukû
(ve zuhûr)’a geldiği zaman yerden bunlar için bir dabbe çıkarırız ki bu, onlara
insanların
(296) Daha önce de işaret edildiği gibi, sahih
rivayetlerde Mehdi’den bçhis yoktur.
(297) Nemil Sûresi, âyet: 82.
752
ayetlerimize kat'i bir kanaat beslemez olduklarını (başlarına
kakarak) söyler.» (297)
Peygamber
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Dâbbetü’l-Arz’ın deve ayağı gibi dört ayağı, kuş gibi kanatları
vardır. Başı öküz başına, gözü domuz gözüne, kulağı fil kulağına, boynuzu
gergedan boynuzuna, boynu deve boynuna, göğsü Arslan göğsüne, rengi kaplan
rengine, kuyruğu koç kuyruğuna benzer. Hasılı, bütün ranklerden gövdesinde renk
vardır. Yerden ancak üç günde çıkar, başı buluta değer. Halk iki bölük olur.
Bir bölüğü kaçar, bir bölüğü de huzura kavuşurlar. Arapça:
— Kendi nefsine (asıklıkla zulmeden kimseye Allah lânet etsin,
der.
Mehdi de Çin ülkesine gider. Orada evlenir, bir oğlu doğar. O çocuk
son doğan çocuk olur. Ondan sonra dünyâ’ya kısırlık yayılır. Artık çocuk
doğmaz. Halk kırılır ve imanlı kimseler tükenir.
35. GÜNEŞİN BATIDAN DOĞMASI İLE
İLGİLİ BÖLÜM
İsâ (aleyhisselâm) zamanında
güneş batıdan doğar. Güneş batıdan doğduğu zaman halk onu görür, tövbe edip
imana gelirler. Amma imanları fayda vermez. Meğer ki güneş batıdan doğmadan
önce iman etmiş olsun.
Peygamber
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Güneş battıktan sonra Arş’ın ayağına varır ve secde ederek
doğudan doğmayı diler. Hakk Teâlâ tekrar doğmasına izin vermez. Güneşin batıdan
doğacağının nişanı üç gün doğmamasıdır. Gece ibâdeti yapan âbid- ler, gece
namazına dururlar. Görürler ki, sabah olmaz.
753 O zaman anlarlar ki, söylenen gün gelmiştir. Tövbe ve istiğfar
ederler. Üç gün sonra güneş batıdan doğar. Öğle yerine geldiğinde ay doğar. O
da öğle yerine gelir ve güneşle ikisi bir araya gelirler.
Hakk Teâlâ bunların aydınlığını giderir. Kapkara olurlar. Bir zaman
gökte dururlar. Ondan sonra gene batıdan batarlar. Ondan sonra güneş tekrar
doğudan doğar ve tövbe kapısı kapanır.
36. TÖVBE KAPIŞINIM KAPANMASI
İbnî Abbâs şu rivâyeti nakletmiştir:
— Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu: Tövbe
kapısı batıdadır. İnci ve yakutla süslenmiş altından iki kanadı vardır. İki
kanadının arası kırk yıllık yoldur. Hakk Teâlâ bütün halkı yarattığındanberi o
kapı açıktır. Halen de açık bulunmaktadır. O vakit kapanır. Ondan sonra da kimsenin
imanı kabûl edilmez. Zira tövbe kapısı kapanmış, kıyametin nişanı görülmüştür.
Artık görmeden iman olmaz.
Ondan sonra tsâ (aleyhisselâm) Medine’ye varır, Araplardan bir kadınla
evlenir. O hanımdan kızları doğar. Gökten indikten sonra kıık yıl yaşar. Sonra
ölür ve Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'ın yanına onu defnederler.
37. YERYÜZÜNDEKİ ÇÖKÜNTÜLERLE
İLGİLİ BÖLÜM
Ondan sonra üç yer aşağı geçer. Biri doğuda, biri batıda ve biri de
Arap adalarında olur. Ondan sonra da Kur’an mushafdan götürülür. Kur’an
götürülürken arı sesi gibi ses çıkarır. Hakk Teâlâ:
F:
48
754
— Niçin böyle
inlersin? buyurur.
Kur’an:
— Ey .Rabbim! Kimse beni okumaz oldu. Okuyan- iar da benimle amel
etmezler, der.
Secâvendi
rivayetinde der ki:
— Kur’an: «Ey Rabbim! Senden geldim ve gene sana varırım, sende
gizlenirim» der.
Keşşâf’da nakledildiğine göre Hakk Teâlâ hazretleri dünyâ'yı
kılıçla, deprenmekle, ateşle yakmakla, su basmakla ve hastalıkla helak
edecektir. Mekke harab olacak. Habeşden bir kavim gelecek Mekke’yi ve Kabe’yi
yıkacak. Medine kıtlık ve açlıkla harab olacak. Basra suya geçmekle. Küfe
yıldırımla, dağlar yıkılmakla helak olacak. Horasan ve diğer bütün şehirler
harab olmakla yok olacaklar. Ondan sonra Hakk Teâlâ tatlı bir yel verecek.
Gönlünde zerre kadar imanı olanlar ölecekler, yeryüzünde hayırlı kimse
kalmayacak. Geri kalan halkın hepsi kâfir olacak.
Ebû Saîyd El-Hudrî Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’dan şu
rivâ- yeti nakleder:
— Hayvanlar insanlarla konuşmadan kıyâmet kopmaz. İnsanın başında
ve ayağında ne varsa kendisi ile konuşur.
Şeyh
Muhyiddîn-i Arabi der ki:
— Son zamanda, bir oğlanla beraber bir de kız doğar. O oğlanın başı
kızın ayaklarına bitişik olur Ondan sonra çocuk doğmak Bu Çin ülkesinde olur ve
o ikizler Mehdi neslindendir.
Ebû Âliye der
ki:
—Ondan sonra yıldırımlar çoğalacak, güneşin parlaklığı gidecek.
Yıldızlar dökülecek. İnsanlar cinlere,
755
cinler insanlara karışacak. İnsanların işleri hayvandan seçilmez.
Cinler:
— Gidelim denizleri görelim, nasıldır? derler. Giderler ve görürler
ki, denizler ateş olmuş. Kıyâmetin yaklaştığını anlarlar ve gelip insanlara
haber verirler,
Bölüm:
Müminler doğru yolda olurlarsa ümmetin ömrü bin yıl olacaktır.
Nitekim Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
— (Ümmetim
doğru yolda olursa onların ömrü bin yıldır. Doğru yolda olmazsa onun
yarısıdır).
Şeyh Muhyiddin, Rûhu’l-Kudüs adlı kitabında şöyle buyurmuştur:
— Ben ve kıyâmet ikimiz beraber geldik diyerek iki parmağım
gösterdi. Lâkin ben ondan biraz önce geldim.
Yeryüzünde müminlerden kimse kalmayıp, dünya kâfirlerle dopdolu
olunca o vakit sûr’a üfürülür.
38. SÛR’UN ÜFLENMESİ İLE İLGİLİ BÖLÜM
Allah Teâlâ
buyurdu:
— «Sûr’a
üfürüleceği gün(ü) de (hatırla)ki (o gün) —Allahın diledikleri müstesnâ olmak
üzere— artık göklerde kim var, yerde kim varsa hepsi dehşetle korkmuştur. Her
biri hor ve hakir ona gelmişlerdir.» (298)
Hakk Teâlâ fsrâfilc Sûr'u çal der. îsrâfil o sûru çalar. Bütün
canlılar helâk olurlar. Hakk Teâlâ ondan son- ra ölüm meleğine emir verir. Sağ
elile Arş'ın, sol eli ile Kürsî'nin ayağına yapışır. Bütün ruhları bir anda
kab- zeder, öldürür.
(298) Nemil Sûresi, âyet: 87.
756
Nakledildiğine göre Sûr’a üflenmesinden sonra kimse kalmaz. Yalnız
dört melek kalır. Onlar: Cebrail, Mîkâil, İsrâfîl ve Azrâîl (aleyhisselâm) ’dır.
Ondan sonra Hakk Teâlâ, Azrâile:
— Îsrâfîlin canını al! diye buyurur. O da ahr.
Ondan sonra Hakk Teâlâ:
— Ey Azrail! Mikail’in canını al! buyurur. O da ahr.
Ondan sonra Hakk Teâlâ:
— Ey Azrail! Sen de kendi canını al! buyurur. Azrail de alır.
Ondan sonra Hakk Teâlâ:
— Ey Cebrâil! Kim kaldı? buyurur.
Cebrâil:
— Sen Bâkî ve Dâim olan Sen ve fâni olan Cebrâil kaldı, der. Sahih
olan, sona Azrâilin kalmasıdır. İkisi de nakildir.
Ondan sonra Hakk Teâlâ:
— Ey Azrâil! Senin de ölmen gerektir buyurur. Böy- lece Azrâil de
secde ederek kanatlarını bırakır ve ölür.
Nitekim Hakk Teâlâ buyurur:
— «Onun zatından başka herşey helâk olucudur. Hüküm onundur ve siz
ancak ona döndürül(üp götü- rü)eceksiniz.» (299)
Nakledildiğine göre Abdü’l-Allâm, Bahrü'l-Kelâm adh eserinde şöyle
demiştir:
— Yedi şey helâk olmaz:
1. Kalem,
2. Levlı,
3. Arş,
(i'99) Kasas
Sûresi, âyet: 88.
757
4. Kûrsî,
5. Cennet,
6. Cehennem,
7. Ruhlar.
Kâdî Beydâvî der ki;
— Hakk Teâlâ'nın bunları, göz açıp-kapayıncaya kadar öldürmesi ve
tekrar diriltmesi câizdir, Allah için kolaydır. Geri kalan halk ölür, bunlar
ölmezler.
39. BÖLÜM
İmam Gazâlî Dürretü’l-Fâhire adlı kitabında şöyle der:
— İsrâfil sûra ülürdüğünde dağlar parça parça olup havada uçarlar.
Denizler birbirine koyulur. Güneş ve Ay kapkara olup dururlar. Yıldızlar
dökülür. Gökler değirmen gibi tez tez dönerler. Yerler hereket ederek deprenir.
Bazen uzahr, bazen de kısalır. Halk helâk olup gittikten sonra yeryüzü kırk yıl
harap olup kalır.
Nakledildiğine göre dünya’nın ömrü yetmişbin yıldır. Atmışikibindokuzyüzatmış
yıl olduğunda Adem yere indi, Yedibin yıl Adem oğullarının hükmü oldu. Kırk
yılda, bütün insanlar gittikten sonra vardır. Böylece bu cümle yetmişbin yıl
ile tamam olur.
Yetmişbin yıl tamam olunca dünya’nın sonu gelir.
Ondan sonra Hakk Teâlâ buyurur:
— «Bugün mülk kimindir?» (300)
Cevap verecek hiç kimse bulunmaz. Allah kendi
(300) Mii'min Sûresi,
âyet’ 16.
758
kendine cevap verip buyurur: «Bir olan (herşeye hâkim ve) kahhâr
olan Allahındır.» (301)
Ondan sonra Hakk
Teâlâ:
— Ben herşeye gücü yeten hükümdarım. Benden başkasına tapanlar ve
bana ortak koşanlar hani nere- de? diye sorar.
Ondan sonra sakır cehenneminden bir kapı açar. O kapıdan ateş
yalabı çıkar. Yerle gökler arası ateşle dopdolu olur. Ondan sonra Hakk Teâlâ.
Arş hâzinelerinden bir hazine açar. Oradan insanın bel damlacığı gibi hayat
denizinden yeryüzüne yağmur yağar. O su yerden yukarı kırk Arşın kadar dolar.
Ondan sonra Hakk Teâlâ ölmüş bedenlere buyurur. Onların bedenleri
tekrar yaratılır ve ruhları gelince de kabire girdikleri gibi olurlar. İnsandan
küçük bir kemik vardır. O hiç çürümez. Sinirlerin olduğu yerde bulunur. Hakk
Teâlâ bütün Adem oğullarını o kemikten yeniden yaratır.
Ondan sonra Hakk Teâlâ yele buyurur. Arşın altından eser. Yerde ne
kadar gizli şey varsa meydana çıkar. Ondan sonra Hakk Teâlâ, îsrâfîli yaratır.
Sûr elinde olur. O sûrun, ruhlar sayısınca delikleri bulunur. İsrafil o sûru
bir defa daha çalar, bütün ruhlar bedenlerine girerler.
Mukâfil (radiyallâhu
anh) der:
— İsrâfîl Sûru, Kudüs’de sahra taşının üstüne çıkıp çalar. Ondan
sonra da şöyle der:
— Ey çürümüş kemikler! Ey dağılmış etler! Ey kesilmiş damarlar!
Bedenlerinize girin.
(301) Mü’min Sûresi, âyet: 16.
759
Onlar da bayağı eskisi gibi cisim olurlar. Ruh gelir, bedenini
hazır olmuş bulur.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— O sûrun dört budağı vardır. Biri doğuda, biri batıda, biri yedi
kat yerden aşağıda ve biri de yedi kat gökten yukarıda bulunur. Ve yine o Sûr
altı mertebedir.
Peygamberlerin canı birisinde, meleklerin cam bi risinde, cinlerin
canı birinde, insanların canı birinde, şeytanların canı birinde ve hayvanların
canı birinde bulunur. İsrâfilin Sûr’a bir üflemesinden diğer üfleleme- si
arasında kırk yıl geçer.
Bazıları:
— Şeytan ilk üflemeye kadar kahr. Ölüm meleği şeytanın canını
yetmiş azap meleği ile alır. Ondan sonra Hz. Adem ile Hz. Hayvâ’ya gelirler,
şeytan öldü derler, Adem ile Havva, şeytanın ölmesinden dolayı çok sevinirler.
40. HAŞİRLE İLGİLİ BÖLÜM
Dünya halkı tamamen yok olunca, her zaman diri ve var olan Allah
onları tekrar diriltir.
Nakledildiğine göre Hakk Teâlâ halkı haşretmeyi dileyince
İsrâfîli, Ccbrâili, Mikâili ve Azrâîli yaratır. Bir başka rivayette Muhammed
Mustafa’yı yaratır. Zira ilk defa onu yaratmıştır, bu ikinci yaratışta da gene
onu ilk 'olarak yaratır.
Hakk Teâlâ, İsrâfîl ve Cebrâîli yaratınca onları Cennete gönderir;
Varıp Cennetin kapıcısı Rıdvana Cenneti Hz. Muhammed (aleyhisselâm) ve ümmeti için süslemesini söylerler.
760
Ondan sonra Cebrail (aleyhisselâm) Cennetten bir Burak, Livâü’l-Hamd’i ve iki
hülle alıp Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’a gelir. O Burak’ın iki
kanadı vardır. Yer ile gökler arasında uçar. Yüzü insan yüzü gibidir. Arapça
konuşur.
Hakk Teâlâ:
— Ey Cebrail' Burâk’ı eğerle! Altından bir eğer vur ki, yanları yeşil
zümrütten, üzengileri altından olsun, buyurur.
Cebrâil (aleyhisselâm) :
— Ey Rıdvân! Bugün Burâk günüdür. Müminlere kavuşma, kâfirlere
ayrılma günüdür. Ondan sonra yeryüzüne gelirler. Yerden göğe kadar bir direk
gibi duran bir nûr görürler. Muhammed Mustafa’nın kabrinin o olduğunu
anlarlar. îsrâfil (aleyhisselâm) gelip:
— Ey temiz can yukarı (dışarı) çık! Bugün hesap günüdür, der.
Ondan sonra yer yarılır ve Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
kâb- rinden dışarı çıkar. Nitekim buyurur:
— (Kıyamet gününde yerden çıkanların ilki ben olacağım).
Hz. Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem kabrinden kalkıp
kabri üzerine oturur, başındaki ve sakalındaki toprağı giderir. Ondan sonra
Cebrâil (aleyhisselâm) Burâk ve Hülle
getirir. Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Ey Cebrâil! Bugün hangi gündür? diye sorar.
Cebrâil de:
— Bugün kıyâmet günüdür. Kâfirler için hasret ve nedâmet günü,
müminler için kavuşma ve saadet günüdür, der.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Ey Cebrâil! Bana
müjde ver, der.
Cebrâil
(aleyhisselâm) ; ı
761
— Ey Muhammedi Livâü’l-Hamd ve Taç benim ya- nımdadır, der.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Senden onu sormuyorum, buyurur.
Cebrail:
— Cennet süslendi ve Cehennem hazırlandı, der.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Senden onu da sormuyorum, günahkâr ümmetimin hâli nasıldır? Onu
sormak istiyorum, buyurur.
İsrafil (aleyhisselâm) :
— Tanrı hakkı için daha sûru üfürmedim, der.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— İşte şimdi gönlüm hoş oldu ve gözüm açıldı, der.
Ondan sonra Tâc'ı ve Hülleyi alıp giyer, Burâk'a biner ve secde
eder. Bir ses gelir ve şöyle der:
— Secde etme! Başını kaldır. Bugün rûkû ve su- cûd günü, namaz
kılma günü değildir. Hesap ve Azâb günüdür. Başını kaldır, hacetini iste.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Ey Allahım! Bana ümmetimi bağışlayacağını vaadettin, der.
Hakk Teâlâ:
— Sen râzı oluncaya kadar bağışladım, buyurur.
Ondan sonra Hakk Teâlâ:
— Ey İsrâiîl! Sûr’unu çal, buyurur. îsrâfîl (aleyhisselâm) âûr’unu tekrar çalar. Melekler, insanlar,
hayvanlar, cinler ve cân kavmi Hakk Teâlâ’nm emri ile tekrar dirilip
kabirlerinden kalkarlar.
762
Nitekim Hakk
Teâlâ buyurur:
— 0«
anda görürsün ki (ölüler dirilip) ayakta bakınıp duruyorlar.» (302)
O vakit ki, kabirlerinden kalkarlar, anadan doğma kalkarlar.
Müminlerin yüzü ak, kâfirlerin yüzü kara olur. Nitekim Hakk Teâlâ buyurur:
— «O
günde ki nice yüzler bembeyaz olacak, nice yüzler de kapkara kesilecek.» (303)
Müminlerden bazılarının yüzleri kandil gibi parlak olur ve
kabirleri üzerinde bin yıl dururlar. Ondan sonra batıdan bir ateş görülür. O
ateş arı sesi gibi ses çıkarır. Ondan sonra bu halk mahşer yerine gelirler.
Kiminin ameli nûr gibi olur, kiminin ameli hayvan suretinde olur. Halkın nûru,
ameline göre olur. Ayakları ile yürümesi dahi ameline göre olur.
Müminlerin ameli güzel ve hoş bir koku ile gelir ve sahibine:
— Beni bilir misin? diye sorar. >
O kimse:
— Yok
bilmiyorum, der.
Kişinin ameli:
— Dünya’da ben senin sırtına binmiştim. Bugün sen benim üzerime bin
der. Nitekim Hakk Teâlâ buyurur:
— «Müttekîleri
O çok esirgeyici (Allahın) huzuruna (suvârî elçiler gibi) toplayacağımız ...
gün.» (304)
(302) Zümer Sûresi, âyet: 68.
(303) Âl-i İmrân Sûresi, âyet: 106.
(304) Meryem Sûresi, âyet: 85.
763
Yani müttekîler, Allah yolunda yürümüş olanlar, altın ve yakuttan
eğerli at ve deve ile gelirler. Nurdan iki de kanatları vardır.
Kâfirlerin aineli çirkin biçimde ve kötü bir koku ile gelip
sahibine:
— Beni bilir misin? diye sorar.
O kişi:
— Yok bilmiyorum, der.
Onun ameli:
— Ben senin kötü amelinim. Dünya'da sen benim üzerime binerdin.
Bugün ben senin üzerine bineceğim, der. Nitekim Hakk Teâlâ buyurur:
— «Nihayet kendilerine ansızın kıyamet gelip çattığı zaman, onlar
(günah) yüklerini sırtlarının üstüne yükleyerek, diyecekler ki: (Hayatta)
yaptığımız taksirlerden dolayı eyvah bize! Dikkat edin, ne kötüdür o yüklenip
taşıyacakları şeyler!» (305)
Haberde gelmiştir ki, kıyâmet günü olduğu zaman Hakk Teâlâ ruhları
kâbirlerine gönderir. Melekler müminlerin kabirleri üzerine gelirler.
Başlarındaki toprakları giderirler. Yalnız alnı ile yüzündeki topraklar kalır.
Melekler o toprakları da gidemek isterler, o topraklar gitmezler.
Hakk Teâlâ buyurur:
— Ey meleklerim! O yüzlerindeki toprak yaban toprağı değildir, bilâkis
mihrâp ve secde toprağıdır. O toprakla Sıratı geçerler ve Cennete girerler.
Hattâ kim görürse bilir ki, o kimse Tanrının mümin kuludur.
Nakledildiğine göre Hz. Âişe (radiyallâhu anh), Hz. Rasûlu’llâh
salla’llâhü aleyhi ve sellem’a şöyle bir sual sormuştur;
{305) El-En’âm Sûresi, âyet: 31.
764
— Ey Allahın Rasûlü! Halk kıyamet gününde na- sil haşr olur?
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Başı kabak, çıplak ve yalınayak koparlar.
Âişe
(radiyallâhu anh): •
— Ey Allahın Rasûlü! Ben o halde utanırım, dedi.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— İş senin söylediğinden daha da zordur. Zira halk korku ve
dehşetten birbirine bakmazlar. Gözlerini göğe dikerler, yemeden ve içmeden kırk
yıl öylece dururlar. Ondan sonra Hakk Teâlâ hazretleri bunları esirger. Kendine
yakın meleklerine buyurur. Arş-ı Alayı mahşer yerine getirirler. Asla kan
dökülmemiş ve günah işlenmemiş gümüş gibi ak ve temiz bir yere koyarlar. Ondan
sonra Arşı getiren melekler seslenirler. İnsanlar ve cinler bunu işitirler:
— Hani lalan oğlu falan’ derler. O çağırılan da:
— Benim! der. Eğer onun iyilikleri varsa melekler onu durak ehline
bildirirler.
Yine melekler:
— Zâlimler gelsinler! diye seslenirler. Zâlimler de gelirler ve
ayakları üzerinde dururlar. O gün onların elleri, ayakları ve dilleri
işlediklerine tanıklık ederler. Eğer yaptığı iyilikler varsa alıp o zulmettiği
kimseye verirler. Eğer yoksa, zulmettiği kimsenin kötülüklerini alıp o zâlime
verirler. O gün de hiç kimseye zulmedilmez. Nitekim Hakk Teâlâ buyurur:
— «Bugün herkes ne kazandıysa onunla karşılanacak. Bugün haksızlık
yok. Şüphesiz ki Allah, hesabı çarçabuk görendir.» (306)
El-Mumin Sûresi, âyet: 17..
765
İbni
Abbâs-fR.A.):
— Hz. Rasui (aleyhisselâm) ’dan önce Ibrâhim (aleyhisselâm) hılat giyer, demiştir.
Muhakkıklar:
— Nemrûd, çıplak ateşe attı ve o Allah yolunda çıplak kaldığı için
önce hılatı (elbiseyi) Ibrâhim (aleyhisselâm) giyer, dediler.
Halk çıplak mahşere varırlar, sonra Cennetten giyecekler gelir ve
giyerler.
Nakledildiğine
göre İbni Kesir şöyle demiştir:
— Halk kabirlerinden kalktıkları zaman dağları atılmış yün gibi
görürler. Suları çekilmiş, ağaçları kurumuş, denizleri sağulmuş, yer dümdüz
olmuş, şehirler ve mamûreler viran olmuş, ay, güneş ve yıldızları kapkara
olmuş olarak görürler. Kabirden çıktıktan sonra bunları öylece görecekleri
sahih ve doğru görüştür.
Müfessirler
şöyle derler:
— Kıyamet gününde bütün halkın başı kayısı olur, kimse kimseye
bakmaz.
ibni Abbâs derk
i:
— Müminler bir saat kendilerini bilmezler, ondan sonra bilirler. Kâfirler
aslâ kendilerini bilmezler. Nitekim Hakk Teâlâ buyurur:
— «Sûra üfürüldüğü zaman da artık aralarında o gün
(böbürlenecekleri) soyları soplar(ı) olmadığı gibi (birbirilerinin halini) de
soruşamazlar onlar.» (307)
(307)
El-Mü’minin Sûresi, âyet. 101.
766
41. YERİN VE GÖKLERİN DEĞİŞMESİ
İLE İLGİLİ BÖLÜM
Allah Teâlâ buyurdu:
— «O gün ki yer başka bir yere, gökler de (başka göklere) tebdil
olunacaktır.» (308)
Keşşâf sâhibi der ki:
— Göklerin nasıl değişikliğe uğrayacağında ihtilâf vardır.
Bazılarına göre yerlerin ve göklerin sıfatları, kendilerine has durumları
değişir. ^Dağlar yürür ve denizlerin suyu çekilir. Yeryüzü dümdüz olur.
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Gökler değişir demek, yıldızlar, ay ve güneş tutulup kapkara
olur; gökler bölük bölük olurlar, demektir.
Bazıları:
— Hakk Teâlâ —Allah bilir— kıyâmet için ayrı bir yer yaratır,
dediler.
Hz. Ali (radiyallâhu anh) dedi ki;
— Bu yer değişecek demek, yer ak gümüşten, gökler ise altından
olacak demektir.
Kudüs’lüler şöyle derler:
— Hakk Teâlâ kıyâmet gününde Kudüs’dçki Sahra taşını ak mercandan
yapacak, îsrâfîle ve meleklere; Arşı, Cenneti, Cehennemi, müminleri, kâfirleri,
Mizânı ve Sıratı getirmelerini buyuracak.
Hakk Teâlâ kullarına hükmedecek. Halk iki bölük olacak. Bir bölüğü
Cehenneme, bir bölüğü Cennete gideceklerdir.
(:i08; İbrahim Sûresi, âyet: 48.
767
Ebû Saîyd El-Hudrî şu rivayeti nakletmiştir:
— Rasûlûlah buyurdu: Hakk Teâlâ yeryüzünü bir ekmek yapar. Halk
Cennete girdikleri vakit önce bu ekmeği yerler. Sonra da balık ciğeri yerler.
Hz. Âişe (radiyallâhu anh):
— Ey Allahın Rasûlü! Kıyamet gününde hiç aileni anar mısın? diye
sordu.
Rasûi (aleyhisselâm) ;
— Üç yerde anılmazsınız. Biri Sırât, biri Mîzân ve biri de amel
defterleri okunurken, buyurdu.
Âişe (radiyallâhu anh):
— Yâ Rasûlüllah! Bu yer başka bir âleme dönünce bu kadar halk
nerede bulunurlar? diye sordu.
Rasûi (aleyhisselâm) :
— Ey Âişe! Öyle birşey sordun ki, daha önce hiç kimse bunu bana
sormadı. Ey Âişe! O gün bu yer değişince halk Sırât üzerinde bulunacak.
Abdullah bin Ömer (radiyallâhu anh) şu rivâyeti nakleder:
— Rasûi (aleyhisselâm) buyurdu ki: Hakk Teâlâ kıyamet gününde
gökleri dürüp kudret elile sağ eline alır, yerleri dürüp kudret kabzasına
alarak.
— Hani kibir ve azamet taslayan* zâlimler? buyurur.
Nitekim Kur'anı Kcriıfıinde şöyle buyurmuştur:
— «(Müşrikler) Allahı hak (ve lâyık) olduğu vech ile takdir
etmediler. Halbuki kıyamet günü (küre-i) arz toptan (ancak) onun bir
kabzasıdır. Gökler de onun sağ eliyle (toplanıp) dürülmüşlerdir
(dürüleceklerdir). O, (müşriklerin kendisine) kata geldikleri ortaklardan mü-
nezzehdir, çok yücedir.» (309)
İmam Fahri Razı Tefsir-i Kebîrinde şöyle der:
^09) Zümer
Sûresi, âyet: 67.
768
— Hakk Teâlâ sağ elile tuttu demek, herşeye ihatası vardır,
demektir.
Nakledildiğine göre Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle
buyurmuştur:
— Kur’an okuyanlar kabirlerinden kalkınca Kur'an gelir ve:
— Beni bilir
misin? diye sorar.
O kimse:
— Yok
bilmiyorum, der.
Kur’ân:
— Ben gece ve gündüz okuduğun Kur’anım der, onun başına Tac koyup
elbiseler giydirir.
Hz. Rasûlu’llâh
salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Kıyamet günü olunca halk sadakalarının gölgesinde bulunur. Kim
sadaka verirse kıyamet korkusundan emin olur. Mümin kabrinden kalktığı zaman
şada* kası bir kubbe şeklinde gelir, onun üzerinde durur ve o günün ısısından
onu korur.
Ebû Hûreyre (radiyallâhu
anh) şu rivayeti nakleder:
— Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu: Kıyamet
gününde halk üç bölük olup mahşer yerine gelirler. Bir bölüğü zincirli olarak,
bir bölüğü yayan ve bir bölüğü de yüzleri üzerinde yürüyerek gelirler.
Ashâb:
— Ey Allahın Rasûlü! Yüzleri üzerine nasıl yürürler? diye
sordular.
Hz. Rasûlu’llâh
salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Ayakları üzerinde yürütmeye muktedir olan Allah yüzleri üzerine
de yürütür, buyurdu.
Nakledildiğine göre Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuş
tur:
169
— O gün inananlar yüzyirmi sal olur. Seksen salı Muhammed ümmeti,
kırk safı ise geri kalan Peygamberlerin ümmetleridir. Her safın uzunluğu
doğudan batıya kadardır. Müminlerin nişanı, elleri, yüzleri ve ayaklarının
abdest suyundan ak olmasıdır.
Peygamber (A
S.) buyurdu:
— Önce ben ümmetimi önden çekerim, tsâ da ardından sürer. Ümmetime
Sıratı geçiririm, helâk olmazlar. Amma kâfirleri ztbâniler yüzleri üzerinde
çeke çeke cehenneme bırakırlar. Her kâfir bir şeytanla bağlanmış olur.
İmam Gazali der
ki:
— Kıyamet günü olunca önce, yüzleri yıldız gibi parlayan bir kavim
gelir. Melekler:
— Sizin
ameliniz nedir? diye sorarlar.
Onlar:
— Abdest aldığımızda ezan okunurken alırdık, derler.
Ondan sonra yüzleri tam ay gibi bir başka tâife gelir. Melekler:
— Sizin
ameliniz nc idi? diye sorarlar.
Onlar:
— Biz abdesıi
vaktinden önce alırdık, derler.
Ondan sonra başka bir tâife gelir Ki, yüzleri güneş gibi olur. Melekler
onlara:
— Sizin
ameliniz ne idi? diye sorarlar.
Onlar:
— Biz ezanı
nıescidde işitirdik, derler.
Ondan sonra Hakk Teâlâ, meleklere buyurur kİ, gökleri düreler ve
yere inçler.
Hakk Teâlâ
buvurdıı:
F: 49
770
— «O gün gök, beyaz bulutlar (çıkıp), parçalanacak, melekler
(ellerinde amel defterleri bulunduğu halde hesap için) indirilecek,
indirilecek.» (310)
Ayetteki Gamâm bir şeydir ki, ak buluta benzer, gökten yukarıda
bulunur.
Nakledildiğine göre birinci kat gök yarıldığı zaman oradaki
melekleri Allah yere indirir. Sayılan yeryüzün- deki melekler, insanlar ve
cinlerin on kat sayısıncadır.
Halk onlara:
— Tanrımızın emri içinizde midir? diye sorarlar.
Onlar:
— Yok lâkin onun emri gelir, derler.
Hattâ yedi kat göğün melekleri bu şekilde yere inerler. Ondan sonra
o zaman açılır.
Hakk Teâlâ, hesap görmek için bir ak bulutun gelmesini emreder.
Ondan sonra bu halkın amel defterleri gelir. Ondan sonra Hakk Teâlâ meleklere
herkesi kıyamet yerine getirmelerini buyurur.
Melekler bütün alemlerin ardında bir halka gibi olup dururlar.
Ondan sonra Hakk Teâlâ ikinci kat göğün meleklerine buyurur. Onlar
da evvelki gibi halka olurlar. Onlardan sayıları çoktur.
Ondan sonra üçüncü kat göğün melekleri inerler. Onların sayısı
evvelkilerden otuz misli çoktur.
Dördüncü katın melikleri evvelkilerin kırk katı olur.
Beşinci katın melekleri evvelkilerin elli katı olur.
Altıncı katın melekleri evvelkilerin atmış katı olur
(310) El-Furkân
Süresi, âyet: 25.
771
Yedinci katın melekleri evvelkilerin yetmiş katı olur.
Ondan sonra ruh gelir. O da yaratılmış bir varlıktır. Hakk Teâlâ’nın
huzurunda bir saf olur. Amma bütün yaratıklardan büyük olur. Geri kalan
melekler, ruhun ardında bir saf olurlar.
Nakledildiğine göre rûh bütün yaratılmışlardan biridir. Amma
meleklerin üzerinde koruyucudur. Melekler de insanların koruyucularıdır.
Ondan sonra Hakk Teâlâ bütün bu yaratıkları birbirine
karıştırmalarını buyurur. Hattâ bir ayağın üzerinde bin ayak olur. O
kalabalıktan terlerler. Kimi boğazına kadar terler. Kimi göğsüne kadar terler.
Kimi ayağına kadar terler. Kimi de hamamda olduğu gibi durmadan terler. Güneş
başiarınm üstüne gelir. Kâfirlere, dünyâda olduğundan yetmiş kat daha
sıcaklığı olur.
Abdullah bir.
Ömer der ki:
— Bu şekilde dirilmek kötüler içindir. Müminler kürsüler üzerinde
otururlar ve başlarında onları gölgeleyen bulut bulunur. Kıyamet günü
müminlere bir saat kadar az olur.
Peygamber
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Kıyamet günü önce Peygamberler, sonra veliler, sonra sâlih
kişiler, ondan sonra da belâya uğrayanlar Cennet elbisesini giyerler.
Ashâb:
— Ey Allahın Rasûlü! Kıyamet gününde sen neye binersin? diye
sordular.
Hz. Rasûlu’llâh
salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Ben Burâk'a binerim. Kızım Fâtıma ve diğer sâlih kimseler deveye
binerler, buyurdu. Ondan sonra bu
772
halk deniz dalgası gibi dalgalanır. Zâlim zenginler, zerreler gibi
ayak altında çiğnenirler. Haksızlık eden hâkimler de zâlim zenginlerle beraber
olurlar.
Adaletli zenginler, adaletle idâre eden hükümdarlarla beraber
olurlar.
Küçük çocuklar Cennetten su taşırlar, buradaki halka dağıtırlar.
Bin yıl orada dururlar. Hattâ Kur'anm bazı sırlarım orada işitirler. Gönülleri
coşup gözleri nûrlanır. Ondan sonra melekler Arşı getirirler.
Allah Teâlâ
buyurdu:
— «O
gün Rabbinin arşını (bucaklardakilerin) üstlerinde bulunan sekiz (melek)
yüklenir.» (311)
O meleklerin bir adımından bir adımına yirmi yıllık yol olur. Çok
yüksek sesle Allahı teşbih ederler.
Peygamberler ve bütün âlimler, kıyamet korkusundan akıllan gidip,
bin yıl dalgalanırlar.
Ondan sonra Hakk Teâlâ tecelli eyler. Muhâkeme için amel defterleri
açılır.
Bazıları:
— Amel defteri
Levh-i Mahfuzdur, derler.
Hakk Teâlâ adaletle hüküm verir. Kimseye haksızlık edilmez. Her
nefis, iyi-kötü ne işlemişse o gün onu bulur. Nûru ve zülmeti, ameline göre
olur.
İmam Süddi şu
rivâyeti nakleder:
— Rasûlûllah buyurdu ki, Hakk Teâlâ Peygamberlere:
— Siz ne
dersiniz? buyurur. Onlar da:
— «(Melekler)
de: Seni tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bizim hiç bir bilgimiz
yok. Çünkü
(311) Hâkka
Sûresi, âyet'- 17.
(herşeyi) hakki\le bilen, hüküm \c hikmet sahibi şüphesiz ki
sensin, sen demişlerdi.» (312)
42. KIYAMET
DURAKLARI ÎLE İLGİLİ BÖLÜM
Abdullah bin Mesûd (radiyallâhu anh) der ki:
— Bir gün Hz. Ali'nin yanında oturuyordum. Ali şöyle dedi:
— Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: Kıyamette elh
durak vardır. Her durakta bin yıl durulur, ilk olarak, halk kabirlerinden
kalkmcaJır. İnsanlar bin yıl, aç-susuz, başı kabak ve yalın-ayak kabirleri
üzerinde otururlar.
Allaha, Peygamberlere, Kitaplara, Cennet ve Cehenneme, Kıyamet
gününe, Tanrının takdirine ve kazasına inanan kimse kabrinden kalkınca saadet
bulur. Bunlar ra inanmayan ve şüphe eden kimse ise bin yıl aç-susuz kabri
üzerinde kalır. Hakk Teâlâ ona nasıl isterse öyle hüküm verir.
Ondan sonra melekler bu halkı mahşer yerine götürürler. O zaman
hiç gölge olmaz. Yalnız Arşın gölgesi ile verilen sadakanın gölgesi olur.
Ondan sonra melekler halkı nûr ve zulmete, karanlık ıc aydınlığa
sürerler. Allaha ortak tanımayan, gönlünde nifaktan birşey bulunmayan, Allahın
hükmüne razı olan ve Allahın verdiğine kanaat eden kimse, göz açıp kapayıncaya
kadar karanlıktan aydınlığa çıkar ve kor kudan kurtulur.
' '12 ı Bakara
Sûresi, âyet: 32.
774
Allaha karşı gelmiş olanlar ise, bin yıl kederli bir şekilde aç ve
susuz öylece dururlar. Hakk Teâlâ onlara nasıl isterse öyle yapar.
Ondan sonra melekler halkı hesap yerine sürerler ve hesaplarım
görürler. Hesap yerleri on tanedir:
1. Haramdan
sorulur. Haramdan birşey bulunmazsa oradan ikinci yere geçer.
2. Haram
olan arzulardan ve bid’atlardan sorulur. Eğer haram arzusu yok ise diğer yere
geçer.
3. Babasına
ve Anasına âsî olmadı ise geçer, şayet karşı geldi ise bin yıl orada kalır.
4. Farzlardan,
Kur’an okumadan, din işlerinden ve edeplerden sorulur. Eğer bulunur ise geçer,
bulunmazsa bin yıl burada kalır.
5. Burada,
insanın köle ve câriyelerine (emri altındakilere) yaptığı iyiliklerden
sorulur. Şayet iyilikleri varsa geçer, yoksa bin yıl kalır.
6. Hısımlarından
sorulur. Eğer hısımların haklarına uymuş ise geçer, şayet uymadı ise bin yıl
orada ka lir.
7. Sıla-i
Rahimden, memleketini ve yakınlarını ziyaretten sorulur. Şayet bunu yerine
getirmişse geçer, getirmemişse bin yıl kalır.
8. Hasetten
sorulur. Eğer haset etmedi ise geçer, etti ise bin yıl kalır.
9. Hile'den
sorulur. Hile etmedi ise geçer, etti ise bin yıl orada kalır.
10. Halkı
aldatıp-aldatmadığından sorulur. Aldatmadı ise geçer, onu alıp Arşın gölgesine
götürürler ve gönlü neş’e bulur. Aldattı ise bin yıl orada kalır.
775
au vasıflardan kendisinde hiçbir şey bulunmayan kimse her durakta
bin yıl aç ve susuz kahr. Hiç kimsenin şefaati ona ulaşmaz.
Ondan sonra halkın amel ve hesap defterlerini okurlar. Kiminin
hesap defterini sağ eline, kimininkini sol eline verirler. Onbeş yerde hesap
görürler.
1. Hakk
Teâlâ’nın verdiği malın zekât ve sadakasından sorarlar. Eğer verdi ise geçer.
2. Hak
söz söylemekten ve halkın suçunu affetmekten sorulur. Eğer insanları
affetmişse geçer.
3. Emir
bil ma'rûftan, iyiliğe halkı yöneltmekten sorulur. Eğer yapmışsa geçer.
4. Nehiy
anii münkerden, kötülüğe mani olmaktan sorulur. Eğer yaptı ise geçer.
5. Güzel
ahlâktan sorulur. Eğer güzel ahlâklı idiyse geçer.
6. Allah
için sevmek ve Allah için sevmemekten sorulur. Eğer böyle yaptı ise geçer.
7. Haram
maldan sorulur. Eğer haram mal almamışsa geçer.
8. İçki
içtiğinden sorulur. Eğer içmedi ise ve tövbe etti ise geçer.
9. Zinâ'dan
sorulur. Eğer etmedi ise geçer.
10. Asılsız
ve lüzumsuz sözlerden sorulur, t mlar- dan birşey söylemedi ise geçer.
11. Yalan
yere yemin etmekten sorulur. Eğeı yalan vere yemin etmemişse geçer.
12. Para
faizinden sorulur. Eğer yemedi ise geçer.
13. Kapalı
ve iffetli kadınlara kötü söz söyleyip söylemediğinden sorulur. Eğer söylemedi
ise geçer.
11b
14. Yalan
vere tanıklık yaptığından sorulur. Eğeı yapmadı ise geçer.
15. Halka
iftirâ’dan sorulur. Eğer yapmadı ise Li- vâü'l-Hamd’in altına götürürler ve
defterini sağ eline verirler. Kıyamet hesaplarından kolay kurtulur.
Eğer bu sıfatlardan bir kimsede olacak olursa yahut dünya'dan
lövbesiz gidecek olursa o onbeş yerde aç susuz çıplak ve keder içinde bin yıl
kadar durur. Hakk Teâlâ sonra o kimseye ne dilerse yapar.
Ondan sonra halkı Mizana sürerler. Halk Mizana varınca eğer sevabı
fazla gelirse günahından göz kırpacak kadar bir zamanda mizandan kurtulur.
Eğer günahı sevabından ağır gelirse bin yıl mizan başında aç susuz
ve çıplak durur. Hakk Teâlâ o kimseye ne dilerse onu yapar.
Ondan sonra halk Hakk Teâlâ’nın dergâhına çağırılır. O da oniki
duraktır:
1. Burada
bir insanın köle azâd edip etmediği sorulur. Eğer bir köle azâd etmiş ise Hakk
Teâlâ o kimseyi Cehennemden azâd eder.
2. Kuran
okumaktan ve Ku’anın buyruğunu yerine getirmekteki sorulur. Eğer Kur'anın tam
hakkını yerine getirdi ise ve okuyup anıei eti i ise o yerden, geçer.
3. Gazadan
soruiur. Eğer şartlarına uygun olarak gazâ etti ise o yerden geçer.
4. İnsanın
kötülüklerinden sorulur. Eğer kötülük işlemedi ise o yerden geçer.
5. Gammazlıktan;
koğucuiuktan sorulur. Eğer ko- ğııculuk yapmamış ise o yerden geçer.
6. Yalancılıktan
sorulur. Eğer yalan söylemedi ise oradan geçer.
777
7. ilim
yolunda bulunup bulunmadığından sorulun Eğer ilim tahsil etti ise geçer.
8. Büyüklük
taslamadan sorulur. Eğer büyüklük taslamadı ise geçer.
9. Kibirden
sorulur. Kibretmedi ise oradan geçer.
10. Allah'tan
ümidini kesmekten sorulur. Eğer kesmedi ise kurtulur.
11. Allahın
azabından emin olmaktan sorulur. Eğer emin oldu ise o yerden geçer.
12. Komşu
hakkından sorulur. Eğer komşu hakkını yerine getirdi ise Ajıchın huzurunda ak
yüzlü re gönlü ferah olup Hakka şükreder.
Eğer bu sıfatlar bir kimsede yoksa lövbesiz ölür ise her durakta
bin yıl aç susuz ve kefferli olarak durur. Hakk Teâlâ ona ne dilerse yapar.
43. BÜYÜK KORKU İLE İLGİLİ BÖLÜM
Ben bunu işittim, duydum. Sen de, Allahın izni ile, sana anlatılan
geniş açıklamaları iyice dinle.
Ka’bû’l-Ahbâr şu rivâyeti nakleder:
— Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: Kıyamet günü
olunca Hakk Teâlâ bütün önceden gidenleri ve sona kalanları, herkesi bir yere
toplar. Göklerdeki melekler inerler, saf bağlayıp dururlar. Ondan sonra Hakk
Teâlâ, Ceb- râîl (aleyhisselâm) ’a Cehennemi getirmesini buyurur. Cebrâîl (aleyhisselâm)
yetmişbin zincirle gider ve melekler
Cehennemi mahşer yerine getirirler. Mahşer yerine bin yıllık yol kalınca
Cehennem bir defa heybet ve dehşetle bağırır, ses çıkarır. Bütün büyük
Peygamberler dizleri üzerine düşerler.
778
İbrahim
Halîlûllah:
— Nefsimden
başka şey gerekmez Ya Rabbi! der.
Mûsâ
Kelîmullah:
— Nefsimden
başkası gerekmez, der.
İsa Rûhullah:
— Nefsimden
başkası gerekmez, der.
Hâsılı bütün Peygamberler ve veliler, Nefsi! Nefsi! derler.
İşte o güne Feza-ı Ekber (Büyük korku) derler. O gün herkesin başı
kayısı olur, herkes kendi derdine düşer.
Muhammed
Mustafa (salla’llâhü aleyhi ve sellem): buyurur:
— Ey Allahım! Ben senden kendi nefsimi istemem. Fakat zayıf
ümmetimi isterim, der.
Hakk Teâlâ:
— Ey Habîbîm! Senin ümmetin içinde velîler vardır ki, onlara korku
ve kaygı yoktur.
İmam Gazali (radiyallâhu
anh) der ki:
— Hakk Teâlâ, Cebrâile, Cehennemi getirmesi için emir verir.
Cebrâil de Cehenneme gelip:
— Senin sâhibin
ve seni yaratan seni ister, der.
Cehennem ise:
— Beni, azâb
etmek için mi? İster diye sorar.
Cebrâil:
— Asî olan
kullara azâb etmek İçin ister, der.
Demişlerdir ki, Cehennemin yüzü su aygırına benzer.
Melekler, Cehenneme yetmişbin zincir takarlar. Her zincirde
yetmişbin halka bulunur. Eğer dünyadaki bütün demirleri toplasalar bir halka
olmazdı. Eğer bir halkasını gökten bıraksalardı yedi kat verleri aşağı geçirirdi.
Her halkasından yetmişbin zebani tutar, çeke
779
çeke Cehennemi kıyâmet yerine getirirler. Yakın gelince bunların
elinden kurtulup boşanır. Orada duranların arasına girer.
Bütün halk onun korkusundan dizleri üzerine düşerler ve: Nefsi!
Nefsi! diye bağırışırlar. Cehennem bir defa daha bağırır. Kızar ve
kızgınlığından ikiye ayrılır, tekrar bütünleşir.
Nitekim Hakk
Teâlâ şöyle buyurur:
— «öfkesinden
hemen hemen çatlayacak gibi olur o.» (313)
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) • ileri yürür. Cehennemin
zincirinden tutar ve:
— Dön geri, yerine git! Senin ehlin sana gelir, der. Cehennem:
— Sen bana haramsın, yolumdan git ey Allahın Ra- sûlü! der.
Arş’dan bir ses
işitilir:
— Ey Cehennem: Benim Hâbîbimin sözünü işit ve ona itaat et.
Cehennem bu sözü işitince gider, Arş’ın sol yanına durur. Orada
duranlar da Muhamnıed Mustafa’nın sayesinde onun şerrinden emin olurlar. Çünkü
O, âlemlere rahmettir.
Nitekim Hakk
Teâlâ şöyle buyurur:
— «Biz,
seni (Habîbim) âlemlere (başka birşey için değil) ancak rahmet için gönderdik.»
(314)
★ ★ ★
(313) Mülk
Süresi, âyet. 8.
'314) Enbiyâ
Sûresi, âyet: 107.
781
44. LİVÂ’ÜL-HAMD’LE İLGİLİ BÖLÜM
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Bütün insanların efendisiyim. Zira ilk önce yaratılan benim. İlk
önce kabirden kalkan gene ben olacağım. Günahkârlara ilk şefâat edecek olan
benim. Livâ'ül-Hamd benim elimdedir. Bütün Peygamberler ve velîler benim
sancağımın dibinde olacaktır. Sancağımın uzunluğu bin yıllık, genişliği ise
beşyüz yıllık yoldur. Başı, tepesi kızıl yakuttan; kabzası, direği ak gümüştendir.
Üç kanadı vardır. Biri doğu, biri batı ve biri de dünya göğüne doğrudur. Fakat
övüncüm bunlarla değildir. O sancakta üç satır yazı bulunur:
Birinde: Bismillahirrahmânirrahîm,
Birinde: El-Hamdü lillahi Rabbilâlemîn,
Brinde de: Lâ ilâhe illellah Muhammedün Rasûlûl- lah yazılıdır. Her
satırın uzunluğu bin yıllık yoldur. Li- vâü'l-Hamd sancağının altında yetmişbin
sancak vardır. Her sancağın altında yetmişbin saf melek bulunur. Hakk Teâlâ
hazretlerine teşbih ve takdis’de bulunurlar.
Nakledildiğine göre, Ahmcd Cürcânî şöyle demiştir:
— Livâ üi-Hamd’i Cennetten çıkarırlar ve getirip Hz. Rasûlu’llâh
salla’llâhü aleyhi ve sellem’in önüne dikerler. Bütün müminler o sancağın
altında toplanırlar.
Nakledildiğine göre. Mahşer yerine ilk önce bayrakları ellerinde
gaziler geleceklerdir. (315)
(315) Anlaşı dığı üzere (Livânü’l-Hamd), peygaber efendimizin
kıyamet gününde elinde bulunan ve müminlerin altında toplanacağı sancağın
adıdır. Müellif bunu, görüldüğü şekilde tasvir etmiştir.
782
45. BÖLÜM
İbni Abbâs hazretleri der ki:
— Melekler dünya’yı bir kadın kıyafetinde getirirler, halka
gösterirler ve:
— Bunun kim olduğunu hiç bilir misiniz? derler.
Halk:
— Bunu bilmekten Allaha sığınırız, derler.
Melekler:
— Bu dünvâ’dır. Bununla övünür ve buna aldanıp ne gerekse
yapardınız.
Ondan sonra Hakk Teâlâ dünyâ’yı da Cehenneme davet eder.
Dünyâ:
— Ey Rabbim! Hani benim yoldaşlarım ve bana uyanlar! Onları bana
ver, diye niyazda bulunur.
Hakk Teâlâ, dünyâ’ya uyanların, vani Ahireti bırakıp dünya ehli
olanları dünya ile birlikte Cehenneme koymalarını emreder.
Nakledildiğine göıe İblis’i getirirler. Ateşten bir kürsünün
üzerine oturur. Lanet halkasını boynuna geçirirler. Hakk Teâlâ, Zebânîlere,
İblis’i kürsüden atmalarını ve ateşe bırakmalarını emreder. Bütün zebaniler
yapışırlar, kürsüden yıkamazlar. Ondan sonra Hak taâ- la’nın emri ile seksenbin
melek gelir, kürsüden gene düşüremezler.
Hakk Teâlâ:
— Boynunda lanet halkası olduğu için hepinizin sayısınca melek olsa
iblis’i gene kürsüden yıkamazsınız, buyurur.
Ondan sonra Hakk Teâlâ İblis’in boynundan lanet halkasını
almalarını emreder. En aşağı bir zebânî ge-
783
lir. Iblîs’i kürsüden aşağı yıkıp yüzü üzerine sürüyerek Cehenneme
atar. Sonra da lanet halkasını götürüp Cehennemde boynuna takarlar. Ebedî azâb
içinde olur.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’ın şöyle buyurduğu
nakledilmiştir:
— Kıyamet günü olunca Hakk Teâlâ buyurur:
— «Ey
günahkârlar! Bugün siz (bir tarafa) ayrılın.» (316)
Yani ey kâfirler! Müminlerden, nifakçılardan ve sapıklardan, Allaha
bağlı kalanlardan, dünvâ’ya düşkün olanlardan ayrılsın. Doğru söyleyenler, yalancılardan
seçilsin.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bunları söylediği zaman:
— Acaba o gün ümmetim nasıl olur? diye katıla katıla ağladı.
Günahkârlar gözsüz olarak haşrolunurlar. Hakk Teâlâ buyurdu:
— «Kim
benim zikrimden yüz çevirirse onun hakkı da dar bir geçimdir ve biz onu kıyamet
gününde kör olarak hasrederiz.» (317)
İbni Abbâs şöyle demiştir:
— Hakk Teâlâ’nın âmâ (kör) dediği şudur ki, o gün kâfiı lerin
gözleri görmezler demek olur.
Mücâhid (radiyallâhu anh) dedi ki:
— Hakk Teâlâ, kâfirlerden hüccet ister, kâfirlerin hüccetleri
bulunmaz demektir.
O gün kâfirler:
— Ey Rabbim! Bizi niçin gözsüz yaratırsın? derler.
(316) Yâ-sin
Sûresi, âyet: 59.
(3171 Tâhâ
Sûresi, âyet: 124.
784
Hak (aâla:
— Dünyâ’da benim âyetlerim size geldi. Siz o âyetleri unuttunuz.
Bugün ben de sizi gözsüz olarak Cehenneme atarım, buyurur.
Hakk Teâlâ Kur’anda şöyle buyurmuştur:
— «(Evet)
Sûr un üfleneceği gündeki biz günahkârları o gün, gözleri gömgök bir halde,
mahşerde toplayacağız.» (318)
Yani Hakk Teâlâ, kıyâmet gününde günahkârları biz gözleri gök ve
yüzleri kara olarak hasrederiz, buyurdu.
Bazıları:
— Aç ve susuz hasrederiz, demektir dediler.
Hakk Teâlâ gene buyurdu:
— «O
gün günahkârların (şeytanlariyle birlikte) bukağılara vurulmuş olduğunu
görürsün.» (319)
Yani o gün kâfirleri birbirine bağlanmış olarak görürsün. Her
kâfire bir şeytan bağlarlar. îkisi bir bukağıda, kelepçede bağlı olurlar.
Ka’bü’l-Ahbâr der ki:
— Kâfirler ellibin yıl ayak üzerinde dururlar. Bu kadar zaman
müminlere bir vakit namaz gibi olur.
Keşşâf sahibi allâme Zemahşerî şöyle der:
— Sahih Hâdisdir ki,.bir kimse (Vennâziât) sûresini okusa o ellibin
yıl ona bir namaz vaktinden bir namaz vaktine kadar geçen zaman gibi olur.
İmam Hasen (radiyallâhu anh) şöyle der:
(318) Tâ-hâ
Sûresi, Ayet- 102. f319) İbrahim Sûresi, âyet: 49.
745
— Mahşerde birkaç duracak yer vardır. Bir yerde asla söylemezler ve
işitmezler. Bir yerde yalan söylerler ve:
— Biz müşriklerden değiliz ve kötü amel işlemedik, derler.
Bir yerde de suçlarını itiraf ederler. Nitekim Hakk Teâlâ buyurur:
— «Bu
sûrctie günahlarını itiraf ettiler (ederler).» (320)
Bir yerde dünyâ'ya tekrar gelmek isterler ve:
— Bizi dünyâ’ya gönder, bu sefer güzel amel işleyelim, derler.
Nitekim Hakk Teâlâ buyurur:
— «Günahkârların,
Rableri huzurunda: Ey Rabbi- miz! Gördük, işittik. Şimdi bizi (dünyâ’ya) geri
çevir de güzel amel (ve hareketler) de bulunalım.» (321)
Bir yerde de ağızlarına mühür vururlar, söyleyemezler. Amma
işâretlerle konuşurlar. Hakk Teâlâ onlara lânet eder. Ondan sonra melekler
lânet ederler. Ondan sonra da müminler lânet ederler.
4«. MAHŞERDE CEHENNEMİ GETİRMEKLE
İLGİLİ BÖLÜM
Bundan sonra, müminlerin nasıl Cennete gireceğini ve kâfirlerin de
nasıl Cehenneme gireceklerini dinle. İnşallah bunu beyan edeceğiz.
Allah Teâlâ buyurdu:
(320) Mülk Sûresi, âyet: 11.
F: 50
(3211 Es-Secde Sûrest. âyet: 12.
786
— «İyiler, hiç şüphesiz Naiym (Cennetin) de, kötülerse elbette
alevli ateştedirler.» (322)
Nakledildiğine göre kıyamet günü olunca Hak taâ- la, Cebrail (aleyhisselâm)
’a şöyle buyurur:
— Cenneti müminlerin yanına getir. Cehennemi de kâfirlere göster.
Cebrail (aleyhisselâm) ’da Allahın enin ile Cenneti Arş’ın sağ
tarafına, Cehennemi sol tarafına koyar. Mizânı kurarlar. Sıratı Cehennemin
üzerine kurarlar.
Ondan sonra Hakk Teâlâ:
— Hani Adem Safîyyûllah? Hani Halîlim, İbrâhim? Hani Kelîmim Mûsâ?
Hani Ruhûm Isâ ve hani Habîbim Muhammed Mustafa? diye buyurur.
Bunları böyle Hakk Teâlâ çağırınca gelirler ve Mîzâ- nın sağ
vanıııda dururlar.
Ondan sonra Hakk Teâlâ:
— Ey Rıdvân! Cennetin kapısını aç! Ey Mâlik! Sen de Cehennemin
kapısını aç! buyurur.
Rıdvân Cennetten süslü elbiseler. Cennet libasları getirir. Mâlik
de Cehennemden zincirler ve katrandan kaftanlar getirir. (323)
Müminler, Aış’ın sağ yanına, kâfirler sol yanına varırlar. Halkın
üzerine açlık ve susuzluk felâketi çöker. Kâfirler ter içinde kalırlar.
Müminler terlemekler.
Ondan sonra Hakk Teâlâ emreder. Hüküm ve kazâ kürsüsünü Mahşer
yerine getirirler. Allah nasıl dilerse
(322) İnfitâr Sûresi, âyet: 13. 14.
(323) Rıdvân, Cennetin kapıcısı, Mâlik ist Cehennemin kapıcısı te
sorumlusudur.
787
öyle hükmeder. Evvelâ Cebrâil (aleyhisselâm) 'ı Muhammed (aleyhisselâm)
’a gönderir. Cebrâil gelir ve:
— Ümmetine söyle Allah Teâlâ’yı zikretsinler, der.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ümmetine:
— Allah'ı zikredin diye, buyurur.
Onlar da bir ağızdan dile gelip:
— Bismillâhirrahmânirrahîm diye, Allah'ı zikrederler.
Ondan sonra Hakk Teâlâ geri kalan Peygamberlerin ümmetlerine:
— Muhammed ümmeti olmasaydı nice bin yıl Mahşer yerinde
kalırdınız, buyurur.
★ ★ ★
47. MAHŞERDEKİ HESAPLA İLGİLİ BÖLÜM
İmam Gazâli, Dürretü’l-Fâhire adlı eserinde der ki:
— Ondan sonra: «Hani Levh-i Mahfuz?» diye bir ses gelir. Bunun
üzerine derhâl Levh-i Mahfûz gelir. Hakk Teâlâ:
— Ey Levh! Hani sende yazılı bulunan Tevrât, Zebur, İncil ve
Kur'an’dan satırlar? buyurur.
Levh:
— Ey Rabbim! Ben onu Cebrâile ısmarladım, ona emânet ettim, der.
Derhal Cebrâil (aleyhisselâm) gelir,
dizleri üzerine çöker. Hakk Teâlâ buyurur:
— Ey Cebrâil! Levh: «Ey Rabbim! Ben kelâmını Cebrail’e emanet ettim»
der. Doğru mudur?
Cebrâil:
— Doğrudur Yâ Rabbi! Tevrâtı Mûsâ'va, Zebûru Dâ-
788 vûda, İncili İsa'ya ve Kur’anı Muhammcd Mustafa’ya indirdim ve
bütün peygamberlere risâletini, Peygamberlik vazifesini bildirdim, der.
Hakk Teâlâ:
— Ey Nûh! O gönderilen peygamberlerdensin, Ceb. râil’in indirdiğini
kavmine nasıl eyledin? buyurur.
Nûh (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Ben kavmimi dine davet ettim ve senin emirlerim onlara
bildirdim. Kabûl etmediler. Hattâ son derece inkâr edip kaçtılar, diye cevap
verir.
Nitekim Hakk Teâlâ ilgili olarak şöyle buyurur:
— «De ki: Ey Rabbim, ben kavmimi hakîkaten gece gündüz davet
ettim. Fakat benim davetim (imandan) kaçma(larm)dan başka (birşeyi) artırmadı.»
(324)
Hakk Teâlâ:
— Ey Nûh kavmi! Peygamberim Nûh: «Risâletini anlara eriştirdim»
der, ne dersiniz? buyurur.
Onlar:
— Yalan söylüyor diye, inkâr ederler.
Hakk Teâlâ:
— Ey Nûh! Bunlara risâletimi eriştirdiğine dair şâ- hidin var
mıdır? buyurur.
Nûh (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Muhammed Mustafâ ve ümmeti, benim bunlara risâleti
eriştirdiğime şâhidimdirler dive cevap verir.
Nûh kavmi:
— Bizonlardan önce geldik, bize nasıl şahit olurlar, diye itiraz
ederler.
324) Nâh Sûresi, âyet: 5. fi.
789
Muhammed ümmeti;
— Biz Kur ana inandık, Hakk Teâlâ buyurdu ki: "Hakikat, biz
»Nûh'u kavmine, kendilerine elem verici biı azâb gelmezden evvel kavmini
(onunla) korkut diye gön derdik.» (325) ayetini sonuna kadar okurlar.
Kâfirler:
— Bunlar yalancılardır, (âşıklardır. Onlara inanmayız, derler.
Bunun üzerine Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem ileri
gelip ümmetini tezkiye eder, onlaun doğru söylediklerini bildirir.
Ondan sonra Hakk Teâlâ:
— Sizin üzerinize azâb vacip oldu, buyurur ve hiç hesap sormadan
Cehenneme atarlar.
Ondan sonra Münâdî:
— Hani Âd kavmi? diye seslenir.
Âd kavmi gelir. Onlar da:
— Bize İlâhî davet erişmedi, derler. Muhammed ümmeti eriştiğine
dair tanıklık ederler. Muhammed (aleyhisselâm) - da davetin eriştiğine tanıklık
eder ve şu ayeti okur:
— «Âd (kavmi de kendilerine) gönderilen (peygamberleri tekzip
elti.» (326)
Hakk Teâlâ onları da Nûh kavmi gibi hesapsız Cehenneme buyurur.
Ondan sonra vazifeli Münâdî:
— Ey Sâlih kavmi! Ey Semûd kavini! diye bağırırlar. Onlar da
gelirler. Ötekiler gibi aynı şekilde inkâr ederler. Bu ümmet gene şâhitlik
ederler. Muhammed
(325) Nûh Sûresi, âyet: 1.
/326) Şuârâ Sûresi, âyet: 123.
790
Mustafâ da ümmetinin doğru söylediğini söyler ve bu âyeti okur:
— «Semûd
(kavmi de) gönderilen (peygamber)leri tekzib etmiştir.» (327)
Onları da hesapsız ateşe atarlar. İbrâhim Peygamberin kavmini getirirler.
Onlar da inkâr ederler. Hâsıh bütün kâfirler, peygamberlerinin kendilerine
bildirdiklerini inkâr ederler. Küfürleri sâbit olur. Hakk Teâlâ hepsinin
ateşe atılmasını buyurur. Fermanı şöyledir:
— «Hayır
(inanmazlar). Şüphesiz ki onlar o gün Rableri(ni görmek)ten katiyyen
mahrûmdurlar.» (328)
Hakk Teâlâ hazretleri onlarla tercüman vasıtası ile konuşur. Çünkü Hakk
Teâlâ kiminle söyleşse ve kime baksa ona aslâ azâb etmez.
Ondan sonra Münâdî, Mûsâ (aleyhisselâm) ’ı çağırır. Hz. Mû- sâ’nın
da benzi sararır. İlâhî Divân’a gelir. Hakk Teâlâ buyurur:
— Ey Mûsâ! Cebrâii: «Tcvratı Mûsâ (aleyhisselâm) 'a ulaştırdım»
der, ne dersin?
Hz. Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Evet eriştirdi, der.
Hakk Teâlâ:
— Minberine çık! Sana kitabından bildirileni oku! buyurur.
Hz. Mûsâ minberine çıkar ve Tevrâtı okur.
Ondan sonra Davûd (aleyhisselâm) 'a:
— Minberine çık! diye seslenilir.
(327) Şuarâ Sûresi, âyet. 141.
(32ü) Tatfif Sûresi, âyet: 15.
791
Hz. Davûd (A.S.J’da minberine çıkar ve çok güzel sesi ile Zebûru
okur. Ûriyâ tabût’un önünde şehîd olmuştu. Hz. Davûd’un sesini işitip gelir ve
Hz. Davûd’a yapışarak:
— Ey Rabbimi Davûd beni tabût’un önüne koydu ve beni öldürdüler,
der.
Hakk Teâlâ:
— Ey Davûd! Bu kimse doğru mu söyler? buyurur.
Davûd (aleyhisselâm) :
— Evet, öyle oldu Yâ Rabbı! der ve hayasından başını önüne eğer.
Hakk Teâlâ Ûriyâ’ya:
— Sana nice karşılıklar vereyim. Sen de onu bağışla, buyurur.
Ûriyâ:
— Razı oldum Yâ Rabbi' der.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Ey Davûd! Suçunu bağışladım; var gene yerine, Zebûrdan ne kaldı
ise tamamla, buyurur.
Davûd tekrar minberine çıkar ve Zebûr'dan ne kaldı ise tamamlar.
Ondan sonra:
— Ey Meryem oğlu İsâ! diye İsâ (aleyhisselâm) çağırılır. İsâ (aleyhisselâm) ’da gelir. Hakk
Teâlâ hazretleri:
— «Ey İsâ! İnsanlara (Allahı bırakıp da beni ve anamı iki Tanrı
edinin) diyen sen misin?» (329) buyurur.
İsâ (aleyhisselâm) bu sözü
işitince Hakk Teâlâ hazretlerine Hamd ve sena eder, kendini kulluk ve acizle
anar ve:
— Ben öyle demedim; Sen beni bilirsin. Bilinmeyen-
(329) Mâide Sûresi, âyet: 116.
792
İcri bilensin. Ben senin İlâhî ilmindekini bilmem, der.
Hakk Teâlâ:
— Doğru söylüyorsun ey İsa! Minberine çık ve İncilini oku!
buyurur.
Ondan sonra:
— Hani Muhammed Mustafâ? diye seslenilir.
Bunun üzerine Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem gelir.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Ey Muhammed! Cebrâil Kur'anı sana eriştirdim der, buyurur.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem;
— Evet eriştirdi, diye cevap verir.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Şimdi minberine çık ve Kur’anı oku, buyurur. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) minbere çıkar ve Kur’anm tamamını okur. Müminler Kur’am
işitince yüzleri güler ve gönül- leri hoş olur.
48. MAHŞERDEKİ ŞEFAATLA İLGİLİ BÖLÜM
Bilmek gerektir ki, Hakk Teâlâ hazretleri bütün insanları, başı
açık, yalın ayak aç ve susuz bir yere topladığı zaman kâfirleri dört türlü ad
ile, çağırırlar:
1. Ey
Gadir (Ey Gadreden — ey zulmeden)!
2. Ey.
Kâfir (Ey Allahı inkâr eden)!
3. Ey
Fâcir (Ey fitneci)!
4. Ey
Hâin (Ey hâinlik eden)!
Müminleri de dört türlü ad ile çağırırlar:
1. Ey
Âıif (Ey Allahı ve Hakikati bilen)!
2. Ey Gâzî (Ey Allah
yolunda savaşan)!
3. Ey Sâdık (Ey Allahın
dostlarına bağlı kalan)!
793
4. Ey Mümin (Ey Allaha bütün varlığı ile
inanan)!
Ondan sonra Hakk Teâlâ Arş'ı ve Kûrsî’yi hüküm vermek için orada
hazır etmelerini emreder.
O gün bu halk, kıyamet korkusundan, dağılmış çekirgeler gibi dört
yana ürkerler. Melekler bütün halkı kaplarlar. Hakk Teâlâ dünyâ'da ne türlü
canlı yaratmış ise hepsini bir yerde bir araya toplarlar. Basacak yer bulunmaz.
Bu halka son derece korku düşer.
Buradaki halk son derece korku içinde olurlar. Bilhassa Cehennemin
heybeti, Mâlikin hışmı ve Tann’nın korkusundan sarhoş gibi olurlar. Herkes,
kendisi erkek midir, yoksa kadın mıdır? Bilemez. Başı boş, gözyaşları içinde,
şaşkın ve perişan ağlaşıp feryâd ederler. Çâre olmaz. Bir zaman böylece
bekleşirler. Ondan sonra Arasat (Mahşer) kavini bir yere toplanırlar. Adem (aleyhisselâm)
’ın yanına varırlar ve:
— Ey Ceddimiz bize şefaat et. Hakk Teâlâ'dan bizim bağışlanmamızı
dile. Senin sözün bugün İlâhî huzurda geçer. Zira Allah seni kudret elile
yarattı ve sana kendi ruhundan üfledi. Meleklere sarıa secde etmelerini emretti,
onlar da sana secde ettiler. Şimdi gel bize bir çâre bul! Mihnet, aç, susuz \c
ayakta durmaktan, canımıza geçti dcrkr\e* tekrar ağlaşırlar. Adem Peygamber de
ağ< kır ve:
— Ben kendi kaygımdâyım. Bende kimsenin kaygısı yok. Zira ben
Hakkın buyruğuna karşı geldim. Yüzüm yoktur. Kendimi eiahi dileyemcm. Siz
varın Hz. \ûh’a gidin. O Allahın göndeıdiği ilk peygamberdir.
Oradan ayrılıp Nûh’a giderler. Ona da aynı şeyleri söylerler. \7ûh
tA.S.i:
794
— Bana benim günâhım yeter. Kimsenin kaygısı yok. Fakat İbrahim (aleyhisselâm)
'a varın. O Allahın Halîlidir. Hakk Teâlâ onun sözünü tutar, dedi.
Ondan sonra halk îbrâhim (aleyhisselâm) 'ın yanında toplanırlar.
Feryâd ederler. İbrahim (aleyhisselâm) :
— Bana kendi kaygım yeter. Fakat Mûsâ Peygambere gidin.
O, Allahın Kelîmı'dir. Hakk Teâlâ onunla söyleşip Tevratı ona
göndermiştir. Ona varın size şefaat etsin, der.
Oradan giderler, Mûsâ Peygambere gelirler, feryâd edip ağlaşırlar.
Mûsâ (aleyhisselâm) :
— Ben kimseyi düşünecek durumda değilim. Siz İsa (aleyhisselâm) ’a
varın. Hakk Teâlâ hazretleri ona «Rûhıım» dedi ve İncili ona gönderdi, dedi.
Halk oradan gidip İsâ (aleyhisselâm) ’ın yanına gelirler. İsâ (aleyhisselâm)
’dan şefaat isterler, Hz. İsâ:
— Benim kaygım bana yeter. Siz Hz. Muhammed Mustafâ’ya gidin. Eğer
bir kimseye şefaat olursa ondan gelir. Zira Hakk Teâlâ Onun bütün günahlarını
yarlığadı. der. Nitekim Hakk Teâlâ buyurur:
— «Biz hakikat sana (Hudeybiye anlaşması ile) apaçık bir fetih (ve
zafer yolu) açtık. (Bu) geçmiş vc gelecek günahını Allahın yarhğaması, senin
üzerindeki nimetini tamamlaması, seni (bu sayede) doğru yola iletmesi
içindir.» (330)
(330) Fetih Sûresi, âyet: 1, 2.
795
Ondan sonra mahşer halkı .Muhammed Mustafâ (salla’llâhü aleyhi ve
sellem)’in yanına gelirler. Sızlanız ağlaşırlar ve feryâd ederek:
— Ey Allahın Rasûlü! Bizim yardımımıza koş. Bizim bağışlanmamızı
Allah’tan iste. Acı içimize çöktü. Canımızdan bezdik, derler.
Bu sözleri duyan Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem
derhal secdeye varır ve:
— Ey Rabbim! Kendimi, ailemi ve yakınlarımı feda ettim. Kullarının
üzerinden bu belayı götür. Suçlarını affedip rahmet eyle, der.
Bu ne Kerem ve ne mürüvvettir ki, kendi ailesine ve kendine kıyıp
insanlar için rahmet diler.
Hakk Teâlâ:
— Ey Habîbim! Başını secdeden kaldır! Bugün secde günü değildir.
Bütün ümmetini sana bağışladım. Ne dilersen vereyim, buyurur.
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bu sözleri işitince
başını secdeden kaldırır.
İşte o dileğin kabûl edildiği makama (Makâm-ı Mah- mûd) derler (*)
Nitekim Hakk Teâlâ hazretleri şöyle buyurur:
— «Ümit edebilirsin, Rabbm seni bir makâm-ı mah- mûd'a
gönderecektir.» (331)
Nakledildiğine göre İmam Gazâlî şöyle demiştir:
(*) Bu bölümde ve âyetin kendinden geçen (Makâm-ı Mahmûd), kıyamet
gününde Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’m haiz oîa- cağı şefaat
makamıdır. Yahut Livâ’ül-Hamd denilen sancağın verileceği makamdır. Peygamber
(salla’llâhü aleyhi ve sellem): Makâm-ı Mahmûd nedir? diyene; Cenâb-ı Hakkın
kürsüsünden ineceği gündür, buyurmuştur.
/331/ İsrâ Sûresi, âyet- 79.
796
— Peygamberler yüce minbcıler üzerinde olurlar. Alimler onlardan
aşağı minberlerde bulunurlar. Herkesin minberi kendi değerine göre olur. Amma
ilmi ile amel eden âlimler nûrdan kürsüler üzerinde olurlar. Şehidler ve
Sâlihler Kuran okur gibi otururlar.
49. KÂBE İLE İLGİLİ BÖLÜM
Nakledildiğin; göre, Zelııetü'r-Rıyâd’da Vehb bin Münebbih (radiyallâhu
anh) .‘öyle demiştir.
— Tevratda geldiğine göre Hakk Teâlâ hazretleri kıyamet gününde
Arş’dan yetmişbın melek gönderir. Her meleğin elinde altından bir zincir
bulunur. Kabe'ye gelirler: «Sen de Mahşer yerine gel!» derler. Kabe:
— Hacetim kabûl edilmedikçe varmam, der.
Melekler:
— Ne istersin? derler.
Kâbe:
— Ey Rabbim! Beni ziyarete gelip etrafıma defnedilen kimseleri
bağışla, der.
Hakk Teâlâ:
— Bağışladım, gelip seni ziyaret eden kimseleri bü- vük korkudan
emin kıldım, buyurur.
Ondan sonra Münâdt:
— Ey Kâbe! Mahşer yerine gel, diye seslenir.
Kâbe de mahşer yerine gelir ve:
— Ev Muhammedi Sen beni ziyaret etmeyenlere şefaatçi ol. Beni
ziyaret edenlere ben şefaatçi olacağım, der.
Kûtü’l-Kulûb'da nakledildiğine göre Peygamber (salla’llâhü aleyhi
ve sellem) şöyle büyütmüştür:
797
— Hakk Teâlâ allıvüzbin kişinin her yıl Kâbeyi tavât edeceğini
vaadetmiştir. Eğer eksik olursa Hakk Teâlâ hazretleri melekler gönderir ve tam
altıyüzbin olurlar.
Kıyamet gününde bütün hacılar, Kâbenin çevresinde halkasına
yapışırlar. Kabe Sırâtı geçer ve Cennete girer. Hacılar da Kâbe ıie Cennete
girerler.
Mücâhid (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Kıyâmet gününde Hakk Teâlâ hazretleri Muham- ıned (aleyhisselâm) ’ı
Arşa gönderir, O da Arş’ın üzerine çıkar, oturur. Geri kalan bütün mahlûkaı
Arş’ın altında olurlar.
Nitekim Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
— Ben kıyâmet gününde insanların efendısiyim ve benden başka hiç
kimsenin oturamavacağı bir makamda otururum.
Dünyâ ve Ahirctte hiç kimseye vermediği bir makamı Rasül (aleyhisselâm)
'a veren, âlemlerin Rabbi Allaha hamd- olsun.
Bütün mahlûka! açık olarak bu makama onun çıkmış olduğunu ve
herkesin onun altında kalacağını göreceklerdir.
İlâhi! Bizi onun yüzü suyuna bağışla.
Nasru’d-Din Tûsî, Hz. Ali (R.A.l'dan şöyle bir rivâ- yet
naklctmiştir;
— Kıyâmet günü okluğu zaman dört kişi evvelkilerden dört kişi de
sonrakilerden Arş’ın üzerinde bulunurlar.
Evvelkiler şunlardır:
I. Hz. Nuh (aleyhisselâm) :
Hz
İbrahim (aleyhisselâm) :
3. Hz. Musa (aleyhisselâm) :
'/98
4. Hz. İsa (aleyhisselâm) ’dır.
Sonraki dört kişi de şunlardır:
1. Muhamriıed Mustafâ (salla’llâhü
aleyhi ve sellem),
2. Hz. Aii (radiyallâhu
anh),
3. Hz. Haşan tR.A.),
4. Hz. Hüsejin (radiyallâhu
anh)’dır.
Amma Hz. Muhammed (aleyhisselâm) he]',sinden yukarıda oturur. Ondan sonra halka
şefaat etmek için Mahşer yerine iner. Zira büyük şefaat ona mahsustur. Ondan
sonra Cennetten, Hz. Muhammed (aleyhisselâm) ’a hizmet etmek için bin gılmân
(delikanlı) gelir. Beyaz gümüşe, yahut dağılmış incilere benzerler.
Nakledildiğine göre Salih bm Keysân şeyle demiştir:
— Hakk Teâlâ. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'a buyurul
ki: Ey Muhammed! Benim de senden bir isteğim vardır.
Hz. Muhammed (aleyhisselâm) derhal secdeye varıp:
— Ey Rabbim! Rabbin kuluna ne dileği olur? der.
Hakk Teâlâ buyurur:
— Ey Muhammed! Benim isteğim şudur ki. benden ne kadar
dileyebilirsen dile vereyim. Zira ben çok cömert hükümdarım. Sana o kadar
vereyim ki, sen ondan razı olasın. Şanım hakkı için eğer bütün muhlûkatm
bağışlanmasını benden dilersen sana veririm.
Nakledildiğine göre Ebu’d-Derdâ (radiyallâhu anh) şöyle rivâ- vette
bulunmuştu::
— Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem): Kıyamet günü ümmetimi
görsem bilirim, buyurdu.
Ashâb:
— Ey Allahın Rasûlü! Neden bilirsin? dediler.
Alım Hoca Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Benim ümmetimin elleri ve avakları abdest su-
799
yundan ak olacaktır. Geıi kalan Peygamberlerin ümmetleri öyle
değiidir, buyurdu.
PEYGAMBERİMİZİN ŞEFAATİ İLE İLGİLİ BÖLÜM
Keşşaf da nakledildiğine göre Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve
sellem şöyle buyurmuştur:
— Benim şefaatim, ümmetimden büyük günah sahipler'. içindir.
Bazıları şöyle der:
— Muhammed (aleyhisselâm) büyük günah sahiplerine, melekler de küçük
günah sahiplerine şefaat ederler.
Amma Muhamıned (aleyhisselâm) bazısına hesapsız Cennete girmeleri, bazısına
Cehenneme girmemeleri, bazısına Cehennemden çıkmaları, bazısına Cennette
dereceleri daha fazla olması ve bazısına da Hakk Teâlâ'nin yanrn da değerli
olmaları için şefaat eder.
Bilmek gerektir ki, Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’ın
şefaati yedi yerdedir:
1. Peygamber
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)'ın şefaati umûmidir. Rasüllere ve Peygamberlere
de şefaat kapısını açacaktır.
2. Bir kimsenin hayırı
ile şeni beraber oluısa ona şefaat ecıip Cennete koyarlar.
3. Hak laâla bir
kimsenin Cehenneme kontrasını buyursa, Rasûl (AS.) şefaat edip o kimseyi
Cehennemden ahkoyar.
4. İbnı Abbâs'm şu
rivayetidir: Kıyamet gününde altından minberler vardır. Peygamberler o
minberlerin üzerlerine otururlar. Ben oturmayıp beklerim. Zira ben Cennete
girince ümmetim geri kalıp Cehenneme koyacaklarından korkarım. Hakk Teâlâ
buyurur-
sı »o
— Ey Muhamıned! Ümmetine ne muamele edeyim?
Ben:
— Ya kabbi! Onların hesaplarını kolaylaştır, derim. Hakk Teâlâ
kimim kendi rahmeti ile. kimine de benim şefaatimle Cennete koyar.
5. Bir kimseyi Cennete
koyarlar, fakat o kimsenin mertebesi az oluı. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) ona şefaat eder ve mertebesi çoğalır
6. Cennete giren bütün
müminler, Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Hakk Teâlâ'dan izin alması
ile girerler.
7. Büyük günah
sahiplerine şefaat eder.
Allahım! Bizi o şefaattan mahrum etme! Habîbine bağışla.
Keşşâfda nakledildiğine göre Muâz bin Cebel, Hz. Rasûlu’llâh
salla’llâhü aleyhi ve sellem’cian şu ayetin manasını sordu:
— «O gün sûr a üllenecek de hepiniz bölük bölük geleceksiniz.»
(332)
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Ey Muâz! Bu soruyu senden önce kimse sormadı dedi ve ağlayıp: Bu
halk, insanlar kıyamet günü on bölük, on şekilde kalkarlar:
1. Maymun şeklinde,
kalkarlar.
2. Domuz sûretinde
kalkarlar.
3. Başı aşağı, ayakları
yukarı olarak kalkarlar.
4. Gözsüz, kalkarlar.
5. Dıısız ve sığır,
kalkarlar.
6. Ağızlarından kan ve
irin akarak, kalkarlar.
7. Ellet i \e ayaklan
kesilmiş olarak, kalkarlar.
(332/ Nebe' Süresi, âyet: İS.
801
8. Cehennemde ateşten
ağaçlara asılı olarak, kalkarlar.
9. Gayet çirkin kokulu
olarak, (Mahşerdekilerin rahatsız. olacağı şekilde) kalkarlar.
10. Katrandan
bedenlerine yapışmış elbise giymiş olarak kabirlerinden kalkarlar.
Domuz şeklinde olanlar haram yiyenlerdir.
Başları aşağı ve ayakları yukarı kabirlerinden kalkanlar ribâ
(fâız.) yiyenlerdir.
Gözsüz kalkanlar, hüküm verirken halka güçlük gös- tereıılerdiı.
Sağır ve dilsiz kalkanlar, yaptıkları ile maskaralık gösterenler,
gülünç olan kimselerdir.
Dilleri göğüslerine sarkarak kalkanlar, yaptıkları sözlerine
uymayan âlimlerdir.
Elleri ve ayakları kesilmiş olarak kalkanlar, komşularım
incitenlerdir.
Ateşten ağaçlara asılanlar, insanları idareci ve zâlimlere koğulayanlardır.
Çirkin koku ile kalkanlar şehvet ve lezzete düşkün olanlar, zinâ ve
işretle meşgul olanlarla mallarından zekât ve sadaka vermeyenlerdir.
Katrandan elbise giyenler, halka karşı kibirli davranıp
böbürlenenlerdir.
Bunların hepsinden Allaha sığınırız.
Nakledildiğine göre Peygamber A.S.) şöyle buyurmuştur:
— Kıyamet günü olunca ihlâs ile şirk (Allahı samimiyetle kabul
etme ile ona başkalarını denk tanıma) beraber Hakk Teâlâ hazretlerine gelirler.
Hakk Teâlâ îhlâs’a:
802
— Sen ehlin ile, seninle olanlarla Cennete gir,
Şirk’e de:
— Sen de ehlinle, seninle olanlarla varın Cehenneme beraber girin,
buyurur.
51. HESAPLA İLGİLÎ BÖLÜM (I)
Bilmek gerektir ki, Hakk Teâlâ kıyâmet gününde mahlûkları bir yere
toplar ve amel defterlerini okuyup hesap verirler. Ondan sonra Mîzânı ortaya
getirirler. Amellerini Mîzâna koyarlar. Hakk Teâlâ buyurur:
— «...Bugün, haksızlık yok. Şüphesiz ki Allah, hesabı çarçabuk
görendir.» (333)
Bazıları:
— Hakk Teâlâ bütün insanları bir saatte hesaba çeker, dediler.
Kimileri de:
— Tez, daha çabuk hesaba çeker. Hesaba çekilen herkes kendisi henüz
hesap olundu sanar.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Dünyâ'da olanların sonuncularıyız ve kıyâmet gününde önce hesabı
görülenlerdeniz.
Nakledildiğine göre Hakk Teâlâ hazretleri kıyâmet gününde
Münâdi’ye, insanları İlâhî huzura çağırmakla mükellef vazifeliye:
— Muhammedi çağır, ümmetine yakın olsun, hesap göreceğim, buyurur.
Cebrail (aleyhisselâm) :
— Ey Muhammedi Ümmetine yakın ol! Hesap görürler, der.
(333) Mü’min Sûresi, âyet: 17.
803
Hesap görülmeye başlanınca pirler onu görürler, dizleri üzerine
çökerler. Yiğitler yüzleri üzerine düşerler ve:
— Ey Muhammed ve ey Ahmed! İmdat! Yetiş bize! diye bağırarak yardım
isterler.
Muhammed Mustafa (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Ya Rabbi! Benim ümmetim zayıftır, onları esirge. Azâb katıdır,
dayanamazlar. Onlar benden sonra öksüz kalıp seni görmeye can attılar. Toprak
bunların etlerini yedi, derileri çürüdü, kemikleri ayrıldı ve kılları dağıldı.
Şimdi ey Rabbim! Sen onları hesaba davet edersin. Fatımatüz-Zehrâ,
Haticetü’l-Kübra, Aişe-i Rıdâ, Haşan ve Hüseyin ümmetime feda olsunlar diye
niyazda bulunur.
Muhammed Mustafâ (salla’llâhü aleyhi ve sellem) böyle deyince; Arş,
Kürsî ve melekler ağlaşırlar. Rasûlü Ekrem:
— Ey Rabbim! Senden Cenneti, Burâkı, Havzı ve Makâm-ı Mahmûdu, eğer
onlara azâb edersen, dilemem ve istemem. Ben taatımı onlara verdim, der.
Hakk Teâlâ hazretleri bunun üzerine:
— Ey Muhammed! Sen ne dilersen ümmetine ben onu işlerim, buyurur.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ondan sonra gelip mîzâna
yapışır. Ondan sonra Hakk Teâlâ rahmet hâzinesinden bir varaka, bir kâğıt
çıkarır. Onda nûr ile (Lâ ilâhe illellah Muhammedün Rasûlüllah) yazılmış
buhınur. Hz. Muhammed (aleyhisselâm) o
kâğıdı ümmetinin hesap terazisine koyar. İyilikleri kötülüklerinden ağır
gelir.
Ondan sonra nasıl dilerse ümmetine şefaat eder. Nitekim, Hakk Teâlâ
hazretleri buyurur:
804
— «Muhakkak Rabbin sana verecek de hoşnûd olacaksın.» (334)
Kûtü'î-Kulûb’da Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’ın şöyle
buyurduğu nakledilmiştir:
— Kıyamet günü olunca Hakk Teâlâ, Peygamberlere, ümmetleri ile
hesap olunacaklarını emreder. Amma:
— Ey Muhammedi Sen ümmetinle hesap olunma, ben onları hesaptan
kurtarırım, buyurur.
Peygamber (A.S.>:
— Ey Rabbim! Ümmetimin hesabını benim elimde kıl. Onların kötü
fiillerini benden başka kimse bilmesin, der.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Ey Muhammedi Sen ümmetinin hesabını senden başka kimsenin
bilmemesini dilersin. Ben de ümmetinin hesabım sen dahi bilmeyesin isterim.
Onları hesaba çekerim ve affederim.
Nakledildiğine göre kıyamet gününde Peygamber (salla’llâhü aleyhi
ve sellem):
— Kıyamet günü olunca Hakk Teâlâ: Bana her durumda şükrederılçr
hani? buyurur. Bir kavim çıkıp gelil ve onlar hesap edilmeden Cennete girerler.
Tekrar çağırılır:
— Hani beni zikredip almadan ve satmadan vazgeçenler? denir. Bir
kavim gelir, onlar da hesapsız Cennete girerler.
Tekrar çağırılır:
— Hani halk yatarken geceleri kalkıp ibâdet edenler? denir.
(334) Duhâ
Sûresi, âyet: 5.
805
Bir kavim daha gelir. Onlar da hesapsız Cennete girerler Ondan
sonra geri kalan halka hesap olunur.
52. HESAPLA İLGİLİ BÖLÜM (II)
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Kıyamet günü olunca Hakk Teâlâ kullarına hükmetmek için hüküm
kürsüsüne iner, halka hükmeder. Halka tek tek söyler ve harf harf hesap görür.
Hz. Muâz bin Cebel (radiyallâhu anh) şu rivayeti nakleder:
— Rasûi (aleyhisselâm) : ister misiniz ki, Hakk Teâlâ önce müminlere
nc buyurur ve müminler Hakk Teâlâ’ya ne söylerler, haber \ereyim? diye
buyurdu.
Ashâb:
— Evet, söyle ya Ra^lûllahi dediler.
Rasûi (aleyhisselâm) buyurdu:
— Hakk Teâlâ müminlere: «Hiç benim cemâlimi, İlâhî güzelliğimi
görmek ister mi idiniz?» buyurur.
Müminler:
— Evet Rabbimiz isterdik, derler.
Hakk Teâlâ:
— Benim cemâlimi görmek isterdiniz de neden günah işlediniz?
buyurur.
Müminler:
— Senin affını ve yarhğamanı umardık, derler.
Hakk Teâlâ:
— Benim rahmetim size vacip oldu. Varın Cennete girin buyurur.
Ebû Hüreyre (radiyallâhu anh) şu rivâyeti nakleder:
— Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: Rîyâ ile
gazâ edip şchîd olanlardan Hakk Teâlâ sorar ve ne çeşit nimet ver-
806
di ise ona bildirir. O kimse de bilir.
Hakk Teâlâ buyurur:
— O gazada ne işledin?
O kimse:
— Ey Rabbim! Ben senin yolunda kâfir öldürdüm. Ondan sonra kâfirler
de beni öldürdüler, der.
Hakk Teâlâ:
— Yalan söylüyorsun! Sen, falan kimse çok bahadır, yiğit desinler
diye cenk ettin buyurur. O kimseyi yüzü üstüne Cehenneme bırakırlar.
Rîyâ ile İlim ve Kur’an öğrenmiş ve halka öğretmiş bir kimse daha
getirirler. Hakk Teâlâ o kimseye ne verdi ise bildirir, o da bunu bilir.
Hakk Teâlâ:
— Dünyâ’da ne işlerdin? buyurur.
O kimse:
— İlim öğrendim ve halka senin için ilim öğrettim, der.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Yalan söylüyorsun! İlmi, âlimdir desinler ve Kur’an okuyor
desinler diye öğrendin. Bu dünyâ’da sana böyle denildi, buyurur. Onu da yüzü
üstüne Cehenneme bırakırlar.
Hakk Teâlâ’nın dünyâ’da kendisine mal verdiği bir kimse getirilir.
Allah ne kadar mal verdi ise ona bildirir. O da onu bilir. Hakk Teâlâ:
— O mal ile dünyâ’da benim için ne işledin? diye sorar.
O kimse:
— Senin yoluna nafaka verdim der.
Hakk Teâlâ:
807
— Yalan söylüyorsun! Benim için değil, cömerd kişi desinler diye
yaptın. Maksadın bu idi. Bu sana dünyâda denildi, buyurur. Onu da Cehenneme
bırakırlar.
Mücâhid (radiyallâhu anh) Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’dan
şu rivâyeti nakleder:
— Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu: Hakk Teâlâ
kıyamet gününde kullarından şu dört şeyi sorar:
1. Ömrünü hangi yola
harcadığını.
2. Amelini, ne ış
yaptığını sorar.
3. Bedenini, hangi
hastalıklara tutulduğunu sorar.
4. Malını nereden
kazandığını ve nereye harcadığını sorar.
Nakledildiğine göre Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle
buyurmuştur:
— Kıyamet gününde haramdan mal kazanmış ve harama harcamış bir
kimse getirirler. Buyururlar ve Cehenneme bırakırlar.
Helâlden mal kazanmış ve yine helâl yere harcamış bir kimse
getirirler.
Hakk Teâlâ ona:
— O malı kazanırken ola ki, namazı terketmişsin- dir? buyurur.
O kimse:
— Ey Rabbim! Farzdan hiç birini terk etr edim. Helâlden kazandım ve
yine helâl yere harcadım, 'akir- lere verdim. Zekât ve sadaka verdim.
Hakk Teâlâ buyurur. Cennete koyarlar.
îmam Hasen Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’dan nakleder
ki:
808
— Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu: Kıyamet
günü olunca bazı kimseleri getirirler. Hakk Teâlâ onların gönlünü alır ve:
— Şanım hakkı için, size dünyâ’da bir şey verme' dim. Fakat
Ahirette size iyi şeyler hazırladım. Şimdi varın gidin dünyâ’da size yiyecek ve
giyecek veren kula şefaat edin. Bugün onları size bağışladım buyurur.
Nakledildiğine göre Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle
buyurmuştur:
— Kıyamet günü olunca bir kimse getirilir ve Hakk Teâlâ ona:
Utanmadın, bana âsî oldun der ve zebânile- re onu alıp ateşe atmalarını
emreder.O kimse konuşmak için ağzım açsa zebânîler konuşmaması için ağzını
tutarlar.
Hakk Teâlâ:
— Niçin ağzını açtın? Ey kulum! buyurur.
O kul:
— Ey Rabbim! Benim gönlümdekini sen bilirsin, beni rezil etme der.
Hakk Teâlâ:
— Söyle benim meleklerim işitsinler, buyurur.
O kul:
— Ey Rabbim! Dünyâ’da benim çocuklarım ve dostlarım bana çok eziyet
ettiler. Ailem bana ölüm hâlinde eziyet etti. Ölüm anında Azrâil eziyet etti.
Kabirde Münker ve Nekir bana eziyet ettiler. Şimdi de kıyamet gününde
zebânîler bana eziyet ettiler. Ben, Ahirette Rabbim bana rahmet eyleyip af
eder derdim. Ne zaman ki, beni ateşe atmalarını emrettin, bildim ki şimdi helâk
olacağım. Onun için, konuşmak üzere ağzımı açtım, der.
809
Hakk Teâlâ:
— Ey kulum! (Ben, kulumun beni düşündüğü şekildeyim. Öyle ise
herkes beni hayırla düşünüp ansın) diyerek: Seni yarhğadım var Cennete gir!
buyurur.
Hz. Huzeyfe (radiyallâhu anh) şu rivâyeti nakletmiştir:
— Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu: Kıyamet
gününde bir kavim getirirler, onların iyilikleri dağlar kadardır. Hakk Teâlâ
onların iyiliklerini kabûl etmeyip ateşe atılmalarını emreder.
Selmân-i Fârisî (radiyallâhu anh):
— Ya Rasûlûllah! Onların suçları ne idi? diye sordu.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Namaz kılarlar, oruç tutarlar, zekât verirler idi. Fakat bir
haram görseler onu alırlar ve yerlerdi buyurdu.
îmam Gazâlî (radiyallâhu anh) (Tenbihü’l-gâfilîn) adlı kitabında
der ki:
— Hakk Teâlâ hazretleri dört zümreyi dört peygamberle kıyaslar;
Peygamberi delil olarak onlara gösterir:
1. Evvelâ zenginlere sorar: Niçin bana
ibâdet etmediniz? Size çok mal verdim. O mal ile bana âsî oldunuz buyurur.
Zenginler:
— Ey Rabbim! Bize çok mal verdin, o mal bizim gönlümüzü aldı sana
kulluk edemedik, derler.
Hakk Teâlâ:
— Görmez misiniz? Süleyman Peygambere ma| verdim, bana âsî olmadı
ve daima bana ibâdet etti. Siz
810
mal için bana ibâdet ftmediniz diyerek Cehenneme konulmalarım
buyurur.
2. Kölelerle
karşılaştırır, onlara köleyi delil gösterir.
Kullar (köleler):
— Ey Allahım! Biz kul idik, sana kulluk edemedik, bizi sana
ibâdetten kulluk alıkoydu, derler.
Hakk Teâlâ:
— Yusûf’a ne dersiniz? Onu köle ettim, hiç ibadetini bırakmadı.
Siz niçin terk ettiniz? diyerek onları Cehenneme yollar.
3. Fakirlere şöyle
buyurur:
— Niçin bana ibâdet etmediniz?
Fakirler:
— Ey Rabbim! Bizi muhaç kıldın. İhtiyacımızdan dolayı sana ibadet
edemedik, derler.
Hakk Teâlâ:
— Siz mi çok açlık çektiniz, yoksa Isâ mı daha çok açhk çekerdi?
Hiç tsâ’nın fakirliği bana ibadet etmesine mani oldu mu? Niçin ibâdeti
terkettiniz? buyurur.
4. Hastaları delil
olarak gösterir.
Hastalar:
Ey Rabbim! Biz hasta idik, hastalık bizi ibâdetten alıkoydu,
derler.
Hakk Teâlâ:
— Sizin hastalığınız mı, yoksa Eyyûb’un hastalığı mı şiddetli idi?
Eyyûb’un hastalığı Eyyûbu hiç ibâdetten men etmedi. Siz niçin
ibâdeti terk ettiniz? buyurur ve bu dört zümrenin âsilerini Cehenneme yollar.
811
53. HESAPSIZ CENNETE GİRECEKLERLE
İLGİLİ BÖLÜM
Bu bölüm hesapsız Cennete girenleri bildirir.
Nakledildiğine göre Sahîh-i Müslimde Peygamber Efendimizden şöyle
bir hadis rivâyet edilmiştir:
— Benim ümmetimden yetmişbin kişi hesapsız Cennete girer. Her bir
kişi ile yetmiş kişi daha Cennete girer.
Seyyid Şerif Gürcânî:
— Yetmişten murâd yetmişbin demektir, çokluk ifâde edilmiştir.
Muhammed ümmetinin çoğu hesapsız ve azâbsız Cennete girerler. Nitekim
Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Vedâ Haccında:
— Ey Adem oğulları! Beş vakit namazınızı kılınız, Ramazan ayında
oruç tutun, Hacca gidin ve nefsinizi arıtmak için gönül hoşluğu ile malınızın
zekâtını verin. Ondan sonra da varın hesapsız ve azabsız Rabbinizin Cennetine
girin, buyurmuştur.
Nakledildiğine göre kıyamet günü olunca bir mü- nâdî:
— Hani Ramazan ayında oruç tutanlar? diye seslenir.
Bir kavim gelir ve Arş’ın avlusunda otururlar. Cennetin
hazinedârlan Cennetten nimetler getirirler. Oruç tutanlara verirler. Bütün
insanlar hesapta iken onlar yerler ve içerler.
Nakledildiğine göre kıyamet günü Hakk Teâlâ şövle buyurur:
— Hani Recep ayında oruç tutanlar?
Perde arkasından bir nûr çıkar. Cebrâil, Mîkâîl ve Îsrâfîl o nûra
uyarlar. Recep ve Şaban ayında oruç tu-
812 tanlara o
nûr gelir ve Hakk Teâlâ hazretlerine secde eder. Oruç tutanlara da şefaat eder.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Secde dünyâ’da tamam oldu. Artık varın şeref ve ululuk yerine
girin, buyurur.
Onlar da Cennete girerler.
Nakledildiğine göre kıyamet günü olunca Hakk Teâlâ şöyle buyurur:
— Ey Rıdvân! Oruç tutanları kabirlerinden aç ve susuz kaldırdım.
Şimdi bunlar Cennetten ne isterlerse al getir.
Rıdvân bir defa:
— Ey Cennetin hizmet oğlanları! Çabuk Cennetten nûrdan tabaklar
getirin, der.
Onlar gelirler. Her birinin elinde nûrdan bir tabak vardır. O tabak
içinde çeşitli yemişler, türlü türiü nimetler ve şaraplar getirirler. Oruç
tutanlar o yiyeceklerden yerler, içeceklerden içerler. Rıdvân onlara:
— «(Dünyâ'da) geçmiş günlerde takdim ettiğiniz (iyi ameller)in
karşılığı olarak âfiyetle yiyin, için» der. (335)
Hak taâia hazı etlerinin şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
— Nice kavimleri mahşer yerine getirirler. Yüzleri nûr gibi olur.
İnciden minberler üzerine otururlar. Peygamberler ve şehîdler onlara gıpta
ederler. •’
Ashâbdan biri:
— Ey Allahın Rasûlü! Onlar kimlerdir? dedi.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Bunlar, uzak şehirlerden gelip Hak yolunda bir-
(335) El-Hâkka Sûresi, ayet. 24.
813
□irileri ile dost olanlarla gece ve gündüz Allahı zikirle meşgûl
olanlardır, buyurdu.
Abdullah bin Mübârek, Peygamberimizden şu Hadisi nakletmiştir:
— Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: Yarın kıyamet
gününde bir kavim gelir, yel gibi halkın üstünden geçer. Cennete gider.
Ashâb:
— Ya Rasûlüllah! Onlar kimlerdir? diye sordular.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Bunlar her zaman ölümü ve Cenneti bekleyenlerdir ve: «Ecel
geldiği zaman gideriz» diyenlerdir, buyurdu.
Ebû Hüreyre (radiyallâhu anh) şu Hadisi nakleder:
— Ne mutlu benim ümmetimden olanlarla deniz kenarında oturanlara!
Kıyamet günü olunca kabirlerim den kalkarlar ve Arşın altına varırlar. Hakk
Teâlâ hazretleri onlara:
— Bunlar deniz kenarında oturanlar mıdır? buyurur.
Melekler:
— Evet Ya Rabbi! Onlardır, derler.
Hakk Teâlâ:
— Bunlara hesap yoktur, varın Cennete girin, bakirelerle kaynaşın
ve çeşitli nimetlerden faydalanın, buyurur.
Allaha hamd olsun ki, Hakk Teâlâ derviş Ahmed Bî- cam deniz
kcnaıında, gaziler şehri Gelibolu'da yarattı. Ümidim odur ki; Allahın fazlı ve
nebiy (aleyhisselâm) ’m şefaati ile hesapsız Cennete girer.
Nakledildiğine göre Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle
buyurmuştur:
814
— Kıyamette çeşitli sıkıntılar ve korkular vardır.
Ashâb:
— Ya Rasûlüllah! Onlardan kurtulmanın çaresi nedir? dediler.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Alimlerin eteğine yapışın buyurdu. Hakk Teâlâ hazretleri âlimlerle
zâhidleri, Allaha devamlı kulluk cdenleıi bir yere toplar. Miskden bir yer
üzerine otururlar. Ondan sonra miinâdî, zâhidlere:
— Varın, Cennete girin diye seslenir. Zâhidler de gidip Cennete
girerler. Alimler kalırlar. Ondan sonra münâdî, âlimlere şöyle seslenir:
— Ey âlimler! Ben sizi hapsetmedim. Zâhidleri nefisleri ile meşgul
ettim, sonra da nefislerinden kurtardım. Siz halkla meşgul oldunuz Onlara ilim
öğrettiniz. Varın dostlarınızı Cennete koyun.
Alimler de dostlarını alırlar ve Allahın izni ile Cennete
giretler.
İmam Fahri Râzî şöyle der:
— Kıyamet gününde Hakk Teâlâ şöyle buyurur: Ey âlimler topluluğu!
Siz Rabbiniz hakkında ne düşünürdünüz?
Alimleı:
— Bize rahmet edip bizi yarhğarsın, diye inanırdık, derler.
Hakk Teâlâ:
— Günahınızı bağışladım. Ben ilmimi size hayır etmek için emanet
bıraktım. Şimdi varın rahmetimle Cennete girin, buyurur.
Kûtü’l-Kulûb’da nakledildiğine göre Peygamber (salla’llâhü aleyhi
ve sellem) şöyle buyurmuştur:
■— Kıyamet günü olunca bir kavmi kabirlerinden çıkarırlar. Onlara
atlar gelir, binerler Cennete giderler.
815
Melekler bunları görünce bit binlerine:
— Bunlar kimlerdir? derler.
Meleklerin bir kısmı:
— Bilmeyiz, olaki Muhammed ümmeti olurlar.
Kimi melekler ise:
— Siz kimlersiniz? Kimin ümmetisiniz? Hiç hesap olundunuz mu? diye
sorarlar.
Onlar:
— Hesap olunmadık, derler.
Melekler:
— Dönün! Hesap yerine varın, hesap verin, derler. Onlar:
— Dünyâ’da hiç bize birşey verdiniz mi ki, onu sorarsınız? derler.
Melekler birşey demezler, onlar Cennete girip nimetlerini yerler.
Ebûl-Leys, tefsirinde de şöyle denilmiştir:
— Kıyamet gününde melekler gökten yere inerler ve halka:
— Hiç bizi bilir misiniz? diye sorarlar.
Onlar:
— Bilmeyiz! derler.
Melekler:
— Biz dünyâ’da sizin amelinizi, yaptıklarınızı yazan melekleriz.
Şimdi de size Cenneti müjdeliyoruz. Varın Cennete girin, derler.
Nitekim Hakk Teâlâ buyurur:
— «...Va’d oluna geldiğiniz Cennetle sevinin diye diye melekler
inecektir.» (336)
(3361 Fussilet Sûresi, âyet: 30.
816
Nakledildiğine göre Zeyd bin Eşlem şöyle der1
— Müjde üç yerdedir:
1. Ölüm halinde.
2. Kabirde.
3. Mahşer yerinde.
Bazılarına göre beşâret (müjde) beş yerdedir. Ta ki müminler
azabdan emin olurlar ve korkudan feraha ererler:
1. Müjde umûmidir.
Müminlere melekler:
— Azabdan korkmayın! Peygamberler ve Sâlihler size şefaat ederler.
Sevabımız elimizden gider diye tasalanmayın. Nihayet varacağınız yer
Cennettir, derler.
2. Müjde ihlâsla ve
samimiyetle amel edenleredir. Melekler onlara:
— Amelleriniz red olur diye korkmayın. Sevabımız kaybolur diye de
tasalanmayın. Doğrusu sizin ameliniz iki mislidir, derler.
3. Müjde tövbe
edenleredir. Günahınızdan korkmayın. Sevaptan dolayı tasalanmayın. Siz
amelinizi önceden işlediniz. Doğrusu sizin sevabınız iki mislidir, diye
melekler onları teselli ederler.
4. Müjde Zâhidleredir.
Melekler onlara:
— Mahşerden ve hesaptan korkmayın. Kaygılanmayın da, sevabını/ yok
olmaz ve eksilmez. Hesapsız ve azabsız varın Cennete girin, derler.
5. Müjde halka hayır
öğreten ve ilimleri ile amel eden âlimleredir. Melekler onlara:
— Kıyamet ahvâlinden korkmayın ve kaygılanmayın. Amelleıinizin
sevabı iki rmslidir, derler. Alimlere ve onlara uyanlara Cenneti müjdelerler.
Ne mutlu bu müjdeye erene. Müjdeler olsun o kimseye ki, güzel ameli e ardır.
817
Hz. Muâz bin Cebel (radiyallâhu anh) şu Hadisi nakleder:
— Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu: Hakk Teâlâ.
Arşın altında yeşil zebercedden ve kızıl yakuttan bir direk yaratmıştır.
Üzerinde yediyüz şerefesi vardır. Kıyamet olunca Cebrâil o şerefelerden birinde
durur ve:
— Ey Muhammed ümmeti! Hakk Teâlâ size selâm söyler diye Cenneti ve
Rıdvânı müjdeler.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Kıyamet gününde benîm ümmetimin fakirlerinin yüzleri ay gibi
parlak olup kıyamet yerine gelirler. Ellerinde nûrdan kadehler olur ve nûrdan
minberler üzerine otururlar. Gönülleri ferah olur. Halk ise hesapla meşgul
olurlar. Oradaki halk onlara bakıp:
— Bunlar melekler midir? Yoksa Peygamberler midir? derler.
Fakirler:
— Biz Muhammed ümmetinin fakirleriyiz, derler.
Melekler de:
— Hangi amelle Hakk Teâlâ size bu dereceleri verip sizi buna lâyık
kıldı? diye sorarlar.
Fakirler:
— Bizim amelimiz çok değildi. Beş vakit namazı gözetirdik, hiç terk
etmezdik. Muhammed Mustafa- (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’nm adım işitince
onun sevgisinden dolayı ağ lardık. Allaha şükredip fakirliğimize sabrederdik.
Hak laâla bize ne verdi ise iki şeyden dolayı verdi: Biri dünyâyı terk
ettiğimiz, diğeri de Muhammed (aleyhisselâm) ’ı sevdiğimiz içindir, derler.
Nakledildiğine göre Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle
buyurmuştur:
F :
52
818
— Müminler melekleri gördükleri zaman melekler onları tamı ve;
dünyâ’ya döner misiniz? diye sorarlar.
Müminler:
— Belâ ve keder evine dönmeyiz, bilâkis Allah katına döneriz
derler. Kâfirler: Bizi dünyâ’ya çevirin derler, fakat, çâre olmaz.
Nakledildiğine göre Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle
buyurmuştur:
— Kıyamet günü olunca müminlerin çocukları bir yerde toplanırlar. Hakk
Teâlâ meleklere:
— Çocukları Cennete iletin buyurur. Çocuklar, Cennete girmezler ve
kapıda bekleşirler.
Melekler:
— Merhaba ey müslümanlann çocukları! Cennete girin, size hesap
yoktur, derler.
O çocuklar:
— Bizim babamız ve anamız hani? derler.
— Babanız ve ananız sizin gibi değillerdir. Onların günahları
vardır, hesap olunurlar, derler.
Çocuklar ağlarlar, feryâd ederler ve:
— Bize babasız ve anasız Cennet gerekmez derler.
Hakk Teâlâ meleklere:
— Çocuklar niçin ağlarlar? buyurur.
Melekler:
— Ey Rabbimiz! Müslümanların çocukları babasız ve anasız Cennet
bize gerekmez, diyorlar, derler.
Hakk Teâlâ:
— Varın babanızı ve ananızı bulun ve onlarla beraber Cennete girin
buyurur.
Onlar da giderler, kıyamet yerinde babalarını ve analarını bulurlar
ve onlarla beraber Cennete girerler.
819
Nakledildiğine göre Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle
buyurmuştur:
— Kıyamet günü olunca Hakk Teâlâ dünyâ’da belâya ve onulmaz
hastalıklara uğrayanlara hesapsız keremler verir. Dünyâ’da sağlıklı olanlar bu
durumu görünce:
— Keşke dünyâ’da bizim derimizi parça parça edelerdi de biz de bunlar
gibi olaydık ve onların mertebelerine ereydik, derler.
Nakledlidiğine göre Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur:
— Kıyamet günü olunca dört türlü kavim miskden bir tepe üzerinde
bulunurlar. Bunlara azâb ve hesap yoktur. Bu dört çeşit kavim şunlardır:
1. Hakkın rızası için
Kur'an okuyanlar.
2. Hâlis itikadı,
samimi imanı olanlar.
3. Halkı, Hak’kın
rızası için Mescide davet eden müezzinler.
4. Dünyâ’da hasta olup
sabreden hastalar.
Nakledildiğine göre Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur:
— Kıyamet günü olunca Hakk Teâlâ halkı hesap için bir yerde toplar.
Bazı müminler, günahlarının ve kötülüklerinin çok olduğunu görürler ve:
— Ey Rabbimiz! Bizi Cehenneme koy. Biz bu amelle Cennete layık
değiliz, derler.
Hakk Teâlâ ise:
— Ey kullarım! Benim rahmetimden ümidinizi keser misiniz? Günah
işlediniz ise benim takdirimle işlediniz. Dünyâ’da iken benim takdirimden
kaçamazdınız.
820
Şimdi nereye kaçarsınız? buyurur, onları esirger ve Cennete koyar.
(337)
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’ın şöyle buyurduğu
nakledilmiştir:
— Kıyamet günü olunca münâdî melek: Hani fazilet sahibi kimseler?
diye seslenir.
Bir kavim çıkıp gelir ve:
— Biz fazilet sahibi kimseleriz, derler.
Melekler:
— Sizin fazlınız nedir? diye sorarlar.
Onlar:
— Bir kimse bize zulmetse sabreder, câhillik etse tahammül
gösterirdik, derler.
Melekler:
— Cennete girin, iyi amel işleyenlerin mükâfatı ne güzeldir!
derler.
Nakledildiğine göre Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur:
— Nefsin kudret elinde olan Tanrı hakkı için, şe- hîdler kıyamet
gününde kılıçlarını omuzlarına koyup
(337) Allahın rahmeti geniş ve affı boldur.
Dİ'ediğini yap makta serbesttir. Her şeye hâkim o an külli irâde, Allahın yüce
irâdesidir. Ancak Allah, insanlara da kısmî bir irâde vermiş ve hür seçimi ile,
hareketlerinde serbest bırakmıştır. İnsan, hareketlerinden mesû\' olmak kaydı
ile, dilediğini yapar. Aslında Takdir yani kader ve alın yazısı denen İlâhî
tesbi)!, Al lahtn .insanların ne yapacaklarını önceden bilmesi ile tayininden
ibârettir. Aksine, çizilen b.r yolda çaresiz ve mecbûri hareket yoktur. Böyle
olsa idi insanlar yaptıklarından mesul olmazlardı. Buradaki ifâde, kaderi
kayıtsız şartsız kabul eden Cebriyye'- nin görüşüne uymaktadır.
821
mahşer yerine gelirler. Eğer Allahın Halîli İbrâhim. ve Kelimi Müsâ
(aleyhisselâm) 'a uğrasalar onlara yol v rirler idi.
Mahşerdekiler:
— Acaba bunlar kimlerdir? derler.
Nidâ gelir ki:
— Bunlar, Allah yolunda gazâ meydanlarında başları ile oynayıp
kanlarını dökenlerdir.
Kûtü’l-Kulûb’da nakledilmiştir ki, bir zümre insan Cennete
kabirlerinden uçup girerler.
Melekler görüp:
— Siz kimin ümmetisiniz? Herkesden önce Cennete giriyorsunuz. Hiç
hesap göndünüz mü? diye sorarlar.
— Görmedik derler.
Melekler:
— Ne sebepten Cennete girdiniz? derler.
Onlar:
— Hakk Teâlâ’nın fazlı ve keremi ile girdik. Amma iki sebepten
biliriz:
Biri: Hakk Teâlâ’nın dünyada verdiği az şeye kanaat ederdik,
Diğeri ise, gizli günah işlemekten korkardık ve utanırdık, derler.
Melekler:
— Size Cennete girmeniz lâyıktır, derler.
Ey âlemlerin Rabbi olan Allahım! Bizleri de fazlınla bunlardan
eyle.
54. KİTAP (AMEL
DEFTERİ) İLE İLGİLİ BÖLÜM
Allah Teâlâ buyurdu:
— «Herkesin (dünyâ’daki) amel (ve hareket)ini kendi boynuna
doladık. Kıyamet günü onun için bir
822
kitap çıkaracağız ki, neşredilmiş (açılmış) olarak kendisine kavuş
(ub şöyle çat) açacak:
Oku kitabını, bugün sana karşı, bir hesap görücü olmak bakımından,
nefsin yeter.» (338)
Nakledildiğine göre Kıyamet günü olunca Hakk Teâlâ bütün bu halkı
ak bir yere toplar, ondan sonra onların üzerine kara bir bulut gelir. O
buluttan yağmur gibi amel defterleri yağar. Eğer mü’minlerden olursa defteri
ak olur. Kâfir olursa defteri kara olur. Defterin sahibi mü’min ise sağ eline
gelir. Kâfir ise sol eline gelir.
Bir rivayette, eğer mü’min ise defterinde (Fi Cennetin âliyetin =
Yüksek bir Cennettedir). Eğer kâfir ise defterinde (Fi Setnûnıin ve Hamîm’in —
Sıcak ve kaynar bir sudadır) yazılmış olur. (339)
Nakledildiğine göre îbni Abbâs (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Mü’min olursa defteri sağ eline gelir. Kötülükleri defterin
içinde, iyilikler dışında yazılmış olur. Böylelikle kimse o mü’minin hâlini
bilemez. Hangi yılda, hangi ayda, hangi günde ve hangi yerde ölürse o zaman
bilinir. Mü’min defterinin dışındaki kötülüklerini okuduğu zaman son derece
üzülür. Ona*
— Hakk Teâlâ seni yarhğadı, defterin öbür yanım da oku! derler.
Defterin öbür yanını okuyan mü’mir. iyiliklerinin orada yazılmış olduğunu
görür, gönlü ferah olup yüzünü;, rengi tatlılaşır ve:
— Artık kitabı sağ eline verilmiş olana gelince, he men der ki:
Alın, okuyun kitabımı» der. (340)
(338) İsrâ Sûresi, ayet: 13,
14.
(339) Gâsiye Sûresi, ayet: 10;
Vâkıa Sûresi, ayet: 42.
(340) El-Hâkka Sûresi, ayet:
19.
823
Kâfirin defteri sol elinde olur. Bütün iyilikleri defterin içinde
ve kötülükler dışında olur. Defterini okuyunca:
— Bu senin yiliklerin ise defterinin öbür yanını da oku derler.
Öbür yanını da okur, bütün kötülüklerini orada görür. Bunların yüzleri kara
olup yüzleri gömgök olur Yahut gözsüz olur ve o vakit:
— «Ah keşki benim kitabım verilmeseydi.» (341)
Nakledilir ki kıyamet gününde defteri sağ elinde olan bazı kimseler
dafterinde Hac, gazâ, namaz ve zekât sevabı görürler ve:
— Bu benim defterim değiidır. Ben dünyâ'da iken bunların hiç
birisini işlemedim, derler.
Hakk Teâlâ:
— Ey kulum! Bu senin defterindir. Dünyada iken: Benim malım olsa
Hacca giderdim, zekât verirdim vç fakirleri doyururdum, derdin Şimdi ben
bilirim ki, sen doğrusun, bu sevapları sana verdim. Var Cennete gir, buyurur.
Nakledildiğine göre birçok yarlığanmış kimse vardır ki, Allahdan,
meleklerden ve insanlardan utanmasın diye, günahını kendisi, melekler ve bütün
insanlar unutur.
Nakledildiğine göre kâfirlerin defterleri arkasından verilir. Zira
kâfirin sağ eli boynunda bağlı olur. Sol elini arkasından çıkarıp defterini
verirler. Cehenneme böyle girer.
(341) El-Hâkka Sûresi, ayet: 25.
824
55. MİZANLA İLGİLİ BÖLÜM
Allah taâîa buyurdu ki:
— «(Herkesin dünyâda yapıp ettiğini) tartmak da o gün haktır. Artık
kim (1er) in terazileri ağır basarsa işte onlar murada erenlerin tâ
kendileridir.
Kimin de tartıları hafif gelirse bunlar da ayetlerimize zûimeder
oldukları için kendilerine yazık etmiş kimselerdir.» (342)
Nakledildiğine göre Ahiretteki terazi, dünyâ terazisinin tersidir.
Yani eğer ağır gelirse, demek olur ki ağır yanı yukarı kalkar. Arş-ı âlâ’ya
yakın olur. Zira onlar, hürmet’de Arş a yakın olanlardır. Eğer halif gelirse
aşağı iner. En aşağıya yakındır. Onlar hürmette hafit olur.
İmam Gazâlî der ki:
— Mizanın ik: kefesi vardır. Bir kefesi nurdan, bir
kefesi zulmettendir.
Kurtubî şöyle der:
— Eğer o terazinin kefesine yerleri ve gökler: koy- saiardı, o kefe
onlardan büyük gelirdi. O kefelerden biri nurdandır. O iyiliklerin konduğu
kefedir. Biri zûlmet- tendir. O da kötülüklerin konduğu kefedar.
Mizan Arş-ı âlâ’nın karşısında asılıdır. Cebrâil (aleyhisselâm) ’ın elindedir.
Arş’ın sağında Cennet vardır. Nuı kefesi onun yanındadır. Arş’ın solundu
Cehennem vardır. Zûlmet kefesi onun yanındadır.
Ebû Hüreyre (radiyallâhu anh) şu Hadîs’i nakleder:
— Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: Hak. taâla
kıyamet gününde Hz. Adem’e üç kerre özür bildirir ve:
(342/ El-A'râf Sûresi, ayet: 8, .9.
825
1. Ben yalancılara
lanet etmeseydim bütün çocuk larına rahmet ederdim der ve şöyle buyurur:
— «Şeksiz şüphesiz onların topuna vaad olunan yer Cehenncın'dir.»
(343)
2. Hakk Teâlâ' Ey Adem!
Senin çocuklarından hiç birine azâb etmesem, amma onları dünyâ’ya göndersem
bilirim ki, gene şer işlerlerdi, asla beni anmazlardı.
3. Ey Adem! Seni
benimle çocukların arasında hâkim kıldım, Mizâ’nın yanına var otur. Kimin
hayrı şerrinden zerre kadar ağır gelecek olursa Cenneti onlara veririm. Hattâ
bilesin ki, ben kimseyi zorla Cehenneme koymam. Fakat onlar zâlimlerdir ve
asîlerdir. Onun için ateşle yakarım ki, onlar ona lâyıktır.
Hz. Bilâl-i Habeşî (radiyallâhu anh) Rasûlüllahdan nakleder:
— Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki: Kıyamet
gününde Mi- zân Cebrail (aleyhisselâm) ’m elinde olur. Hakk Teâlâ şöyle buyurur:
Ey Cebrâil! Bunların amellerini tart! Mazlumlan zâlimlere gönder. Varsınlar,
haklarını istesinler. Eğer zâlimlerin iyiliklerini bulurlarsa mazlumlar onları
al- : ınlar. Eğer iyiliklerden birşey bulunmaz ise, mazlumun günahını o zalime
ver. Böylece zâlimlerin üzerine günah dağlar gibi yığılır.
Nakledildiğine göre İmam Tirmizî şu rivâyeti zık. ret m iştir:
— Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki: Benim
ümmetimden bir kişi gelir. İçinde günahları yazılmış doksandokuz defteri olur.
Her defterin, göz görmeyecek kadaj- uzunluğu vardır. Ondan sonra Hakk
Teâlâ hazretleri ona:
/343) Hıcr Sûresi, ayet: 43.
826
— Bilir misin şu dünyâda işlediklerini ve zûlmetti- ğini? buyurur.
O kimse:
— Biliyorum ya Rabbi! der.
, Hakk Teâlâ buyurur:
— Bugün kimseye zulüm yoktur. Sana bu Levh içinde iyilik ve sevab
vardır. Zira onda (Lâ ilahe illellâh Muhammedün Rasûlüllah) kelimesi yazılmış
bulunmaktadır.
Hakk Teâlâ tekrar o kimseye:
— Mizâna hazır ol! buyurur. O da hazır olur. O defterleri mizâna
koyarlar. Bir yanına da o Levhı koyanlar. Levh o defterlerden ağır gelir. Zira
Allah Teâlâ'- nın ismi o Levhda yazılmış bulunmaktadır.
Nakledildiğine göre kıyamet gününde, günahı se- vablarından ağır
gelen bir kimse getirirler. Hakk Teâlâ onun ateşe atılmasını emreder. O kimsenin
kirpiklerinden bir kıl Hakk Teâlâ hazretlerine niyaz eder ve;
— Ey Rabbim! Senin peygamberin dedi kr. Kim Allah korkusundan
ağlasa ateş o göze haramdır. Biz senin için çok ağladık, der.
Hakk Teâlâ o kimseyi o bir kıldan dolayı af eder. Cebrâil mahşer
kavmine:
— Hakk Teâlâ falan oğlu falanı bir kıl için affetti diye ilân eder.
Nakledildiğine göre kıyamet gününde bir kimsenin günahı sevabından
ağır gelir. O kimse bir dostundan iyilik ister. İstediği kimsede bütün
iyiliklerini o kimseye Hakk Teâlâ’nın rızası için verir.
Hakk Teâlâ:
— Ey kukun! İyilikleri olmayana ateşle azâb edeceklerini bilmez
misin? buyurur.
827
O kimse:
— Ey Rabbim bilirim. Fakat o kimse beni senin rızan için severdi.
Ben de bugün kendi nefsimi senin için ona fedâ ettim der.
Hakk Teâlâ:
— Ben rahmet edenlerin en yücesiyim. İkinizi beraber yarlığadım ve
Cenneti size verdim, buyurur.
Nakledildiğine göre kıyamet günü olunca Muham- med ümmetinin
amellerini tartarlar. Onların bir rekât namazı, îsrâil oğulları kavminin bin
rekâtından fazla gelir.
Îsrâil kavmi:
— Ey Rabbimiz! Muhammed ümmetinin bir rekât namazında ne vardır ki,
bizim bin rekâtımızdan çok gelir dediler.
Hakk Teâlâ:
— Onlar namazlarında (Bismillâhirrahmânîrra- hîm) dedikleri için
buyurur.
Nakledildiğine göre bir kimsenin hatası ile sevabı beraber geldiği
zaman Hakk Teâlâ:
— Bu kimse Cennetlik değildir, buyurur. Derhâl bir melek bir sahife
getirir, içinde: «Bu kimse babasına ve anasına katı söz söylemiş ve
incitmiştir» ibâresi yazılı bulunur. O sahifeyi o mizâ’nın kefesine koyar. Günahı
sevabından ağır gelir. Hakk Teâlâ o kimseyi ateşe atmalarını buyurur. O kimse
ise Hakk Teâlâ’nın huzuruna gelmek ister. Allah Teâlâ:
— Ey Âsî kul! Niçin tekrar huzuruma gelmek istersin? buyurur.
O kimse:
— Ey Rabbim! Ben atamı ateş içinde gördüm, yanıyor. Şimdi, ben
dünyâ'da babama âsî olmuştum.
828
Onun azâbını bana ver, onu serbest bırak der. Bu söz Hakk Teâlâ’ya
hoş gelir. Babası ile beraber o kimseyi Cennete buyurur.
Hz. Ali (radiyallâhu anh) Peygamberimizden şu Hadîs’i nakleder:
— Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu: Beş vakit
namazı cemaatla kılmaya ahdeyle. Kıyamet günü olunca Hakk Teâlâ hazretleri
yedi kat gökleri, yerleri, denizleri, geceyi gündüzü, güneşi, ayı, Arş’ı,
Kürsî’yi, Cenneti, Cehennemi ve yıldızları mizâ’nm bir yanına koyar .Mü’minin
cemaatla kıldığı bir vakit namazını da mizâ’nın bir yanına koyar. O bir vakit
namaz hepsinden ağır gelir.
İlâhî Muhammed Mustafâ hakkı için bizi namaza muvaffak edip
cemaatla kılanlardan eyle.
56. DÜŞMANLIKLAR VE MAHKEMELERLE
İLGİLİ BÖLÜM
Allah Teâlâ buyurdu:
— «(evet) Kişinin kaçacağı gün: Birâdcrinden,
Anasından, babasından, karısından ve oğullarından.
O gün bunlardan herkesin kendine yeter bir işi (derdi, belâsı)
vardır.» (344)
Yani kıyamet günü öyle bir gündür ki, kimse kimseye itibar ve
iltifat etmez. Herkes kendi ile meşgûl olup, birbirinden benden birşey
istemesin diye kaçarlar.
Kardeş kardeşe:
(344) Abese Sûresi, ayet: 34 35. 35, 37.
829
— Dünyâda bana niçin malından ve mülkünden vermedin? der.
Kadın kocasına:
— Bana haram yedirdin, der.
Çocuklar babalarına:
— Bana niçin ilim öğretmedin ve beni niçin doğru yola sevk etmedin?
derler.
Önce kardeş kardeşten kaçar. Kabil Hâbil’den kaçar. İbrahim (aleyhisselâm)
babasından kaçar, Lût (aleyhisselâm) karısından kaçar. Nûh (aleyhisselâm) oğlundan kaçar. (345)
İmam Bagavî Tefsirinde şöyle der:
— Peygamberler dahi ümmetlerinden kaçarlar. Ondan sonra Hakk Teâlâ
hazretleri, azametinden zatını gösterir. Bütün mü’minler ona tazim edip secdeye
ka. panırlar. Amma kâfirlerin gözleri göğe dikilmiş, gönül' leri boş ve şaşkın
ve bağlı bir şekilde dururlar.
Nitekim Hakk Teâlâ buyurur:
— «(Hatırla ki o gün) baldır (lar) m açılacağı, kendilerinin
secdeye da’vet edilecekleri bir gündür. Fakat (buna) güç yetiremeyeceklerdir.»
(346)
O gün Hakk Teâlâ nidâ eder. Uzak yakın herkes işitir. Şöyle
buyurur:
— Ben zâlimin zulmünden geçmem. Elbette intikam alırım. Eğer ben
zulümden vaz geçersem zâlim ben olmuş olurum. Ondan sonra bütün halk tek tek he
(345J Hatırlanacağı gibi Adem (aleyhisselâm) ’m iki oğlundan Kabil,
kardeşi Hâbil’i öldürmüş, İbrahim (aleyhisselâm) ’ın babası Hak yoluna uymamış,
Lût (aleyhisselâm) ’ın karısı ve Nûh (A.SJ’m oğlu da küfür yolunu seçmişlerdi.
(346) El-Kalem Sûresi, ayet: 42.
830
sap olunur. Herkes yalnız kendisine hesap olundu sanır.
Nakledilmiştir ki:
Bir kimse bir başka kimseyi öldürse, ikisi de Allahın huzuruna
gelirler. Allaty taâla o öldürene:
— Ey Adem oğlu! Ben sana ne zulmettim ki, bana ortak olursun? Zira
bu adamı ben diriltirim, sen öldürürsün. Benimle açıkça cenk mi edersin? Eğer
o davacı hakkını bağırlarsa kendi bilir, buyurur.
O davacı:
— Ey Rabbim! Senin aşkına hakkımı bağışladım, der.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Benim keremim, senin kereminden çoktur. Şimdi varın ikiniz
beraber Cennete girin, buyurur.
Enes (radiyallâhu anh) der k:
— Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) birgün bizimle beraber
oturur idi. Ansızın güldü. Hattâ mübarek dişleri gözüktü.
Hz. Ömer (radiyallâhu anh):
— Ey Allahın Rasûlü! Niçin güldünüz? dedi.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Kıyamet gününde iki kişi gelir. Hakk Teâlâ’nın huzurunda davacı
olurlar.
Birisi:
— Ey Rabbim! Benim bundan hakkımı alıver, der. Hakk Teâlâ:
— Kardeşine hakkını bağışla, buyurur.
O kimse:
— Ey Rabbim! Hiç iyilik ve sevabım kalmadı, der.
Hakk Teâlâ o davacıya:
— Nasıl yaparsın? O kimsenin verecek iyiliği kalmadı, buyurur.
«31
Davacı:
— Benim günahımı ona ver götürsün, der
Hakk Teâlâ:
— Başını yukarı kaldır ve Cennete bak buyurur.
Bunun üzerine o şahıs başını kaldırıp Cennete baktığında:
— Ey Rabbim! Gümüşten şehirler ve inci ile süslenmiş altundan
saraylar görüyorum. O şehirler acaba hangi peygamberin ve hangi şehidindir?
der.
Hakk Teâlâ:
— Kim ki, bir kimsede hakkı olsa, o hakkını ba- ğışlasa, işte bu
gördüklerin onun karşılığıdır, buyurur.
Derhâl o şahıs:
— Ey Rabbim! Ona hakkımı bağışladım, der.
Hakk Teâlâ da:
— Şimdi git o şahısla birlikte Cennete gir, buyurur.
Nakledildiğine göre Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Müflis (iflâs eden) kimdir, hiç bilir misiniz? buyurdu:
Ashâb:
— Bize göre müflis, malı ve mülkü olmayandır, dediler.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Kıyamet gününde hakkım vardır diye elinden bütün ameli alınandır.
O kimse böylece müflis kahr. Ondan sonra da Cehenneme koyarlar.
A’lah taâla buyurdu ki:
— *0 gün herkes (ancak) öz canı (nm halâsı) için uğraşacak, herkes
ne yaptı ise (onun karşılığı) kendisine eksiksiz verilecek, onlar aslâ
haksızlığa uğratıl- mayacaklardır.» (347)
foilîj Nahl Sûresi,
âyet: 211.
832
Peygamber iA.S.), Halk’m arasında hiçbir zaman çekişme eksik
olmayacaktır. Hattâ ten ile can çekişirler.
Can:
— Ey Rabbim! Benim elim yok ki, onunla tutayım. Ayağım yok ki,
onunla yürüyeyim. Gözüm yok ki, onunla göreyim. Her ne işledi ise ten işledi,
benim suçum yoktur, der.
Ten ise:
— Ey Rabbim! Beni bir ağaç gibi yarattın. Benim elim ve ayağım
tutmazdı ki, onunla günah işleyeyim, tş. te bu can bana bir nur gibi geldi.
Onunla konuştum, onunla gördüm. Benim aslâ günahım yoktur, der.
Hakk Teâlâ:
— Sizin durumunuz gözsüz ile ayaksıza benzer. Gözü olan bir kimse
bir bağ içinde çok yemiş gördü. Ayaksızı gözsüz götürdü, bağa girdiler.
Birşeyler çaldılar. Öyle olunca ikisine de azâb etmek gerektir. Bu itibarla
ten ile cana beraber azâb etmek gereklidir. Geri kalan uzuvlar da böyledir. Yani
göz, kulak, el ve : .ak; onlara da suâl sorulur. Nitekim Hakk Teâlâ şöyle
buyurur:
— «Senin için hakkında bir bilgi hâsıl olmayan şeyin ardına düşme.
Çünkü kulak, göz, kalb: Bunların hcrbiri bundan mesûldür.» (348)
Ondan sonra bütün canlıları suâle çekerler. Birinin hakkım
diğerinden ahverirler. Sahibi hayvanını yok yere döğmüş ise hakkını ahverirler.
Ondan sonra Hakk Teâlâ buyurur. Hayvanlar toprak olurlar.
Eğer bir kimse dünyâ’da bir canlıyı, yahut küçük
(348) İsrâ
Sûresi, ayet: 36.
833
bir kuşu sevse, Haktan diler ve Allahın buyruğu ile o kimse o kuşla
Cennette beraber olur.
Hz. tkrime (radiyallâhu anh) şu rivâyeti nakleder:
— Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu: O zaman
hayvanlar ve kuşlar insanların halini görürler ve:
— Allaha hamd olsun ki, bizi insan yaratmadı. Bi- ze Cennet
gerekmez; yalnız Hakkın rızası bize yeter, derler ve Allahın izni ile tekrar
toprak olurlar.
57. KIYAMET GÜNÜNDEKİ DİĞER GARİP
İŞLERLE İLGİLİ BÖLÜM
Ebû Hüreyre (radiyallâhu anh) şu Hadîsi rivâyet etmiştir:
— Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki: Kıyamet
gününde bütün ameller sûret bulup dile gelerek söylerler, önce namaz gelir
ve:
— Ey Rabbim! Ben namazım der.
Hakk Teâlâ:
— Sen hayır üzerinesin buyurur.
Ondan sonra Sadaka gelir:
— Ya Rabbi! Ben Sadakayım der.
Hakk Teâlâ:
— Sen hayır üzerines: ı buyurur.
Ondan sonra Oruç ge r:
— Ey Rabbim! Ben C ıcum der.
Hakk Teâlâ:
— Sen hayır üzerinesû. buyurur.
Ondan sonra İslâm gelir:
— Ey Rabbim! Sen Selâmetsin, ben de İslâm’ım
F : 53
834
Hakk Teâlâ:
— Sen hayır üzerinesin. Bugün seninle alırım ve seninle veririm
buyurur. Böylece tslâm kimi dilerse Cennete girer.
Sonra Kur'an gelir. Güzel bir şekil ve sûrette görünür. Mahşer
halkı Kuran-ı görürler ve:
— Peygamberdir derler. Peygamberleri geçince:
— Melektir derler. Melekleri de geçince bilirler ki, O Kur’an-ı
Azîm’dir. Kime şefaat ederse o Cennete onunla girer. Ondan sonra Cuma gelir.
Güzeldir ve misk gibi kokusu vardır. O da kimi dilerse beraber ahr Cennete
girer.
Nakledildiğine göre Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle
buyurmuştur:
— Kıyamet gününde bir kişiyi getirirler. Adı Mu- hammed’dir. Hakk
Teâlâ: Sen utanmadan bana âsî oldun. Şimdi ben sana azâb etmeye utanırım.
Çünkü senin adın benim Habîbimin adıdır. Bugün sana azâb etmem deyip af eder.
Nakledildiğine göre Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur:
— Kıyamet gününde dünyayı kara bir kandil gibi asarlar.
Yarattığımdanberi Hakk Teâlâ dünyâ’ya rahmetle bakmamıştır. Kıyamet gününde
dünyâ:
— Ey Rabbim! Senin emrin geldi, Benim sularımı tüketti, ağaçlarımı
kuruttu, saraylarımı yıktı ve sultanlığım gitti. Şimdi beni en aşağı
derecedeki bir veline bağışla, der.
Hakk Teâlâ:
— Ey dünyâ! Benim velilerim dünyâ’da senin hiçbir şeyine razı
olmadılar. Bugün benim huzuruma geldiler. Sana mı razı olurlar? Şânım hakkı
için, eğer se-
835
nin benim yanımda bir sineğin kanadı kadar değerin olsaydı,
dünyâ’da kâfire içmek için bir yudum su vermezdim, buyurur.
Bagavi, tefsirinde Ebû Hüreyre (radiyallâhu anh)'dan şu rivayeti
nakleder:
— Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu: Kıyâmet
gününde İbrahim (aleyhisselâm) babası
«Azer» ile buluşur. Azer’in yüzü toprağa bulaşmış olur. İbrâhim (aleyhisselâm)
onu görür ve:
— Ben sana Allaha âsî olma demedim miydi? der. Azer:
— Bugün Allaha muti oldum, bana çâre bul, der.
İbrahim (aleyhisselâm)
— Ey Rabbim! Sen, kıyamet gününde beni rezil etmeyeceğine söz
verdin. Atamı ateşe atmışlar. Bundan daha perişanlık olur mu? der.
Hakk Teâlâ:
— Ben Cenneti kâfirlere haram kıldım, buyurur.
Ondan sonra İbrahim (aleyhisselâm) yere bakar, görür ki, babası bir koç olmuş,
ayağından tutup ateşe atarlar.
Allah Teâlâ buyurdu:
— «Kim (Allaha) bir
iyilikle, güzellikle gelirse işte ona on katı var. Kim de bir kötülükle gelirse
bu, o miktardan başkasiyle cezalanmaz. (İyilik edenler de, fenâ- lık yapanlar
da) haksızlığa uğratılmazlar.» (349)
Burada iyilikten murad: (Lâ ilâhe illellah) kelimesidir. Bu
hayırdan yeğ ona hayır vardır, tbni Abbâs der ki:
— (Lâ ilâhe illellah)
hayrından yeğ hayır demek, bu kelime ile, türlü türlü hayırlara erişilir, zira
bir iyiliğe on iyilik var demektir. Şimdi birisi (Lâ ilâhe illel-
(349) En’âm
Sûresi, âyet- 160.
836
lâh) demekten üstün iyilik, Hakkın cemâlini seyretmektir demek
olur.
58. ALLAH TAÂLA’NIN MELEKLERLE
KONUŞMALARI İLE İLGİLİ BÖLÜM
Müminler kıyamet yerine geldikleri zaman bütün uzuvları dile gelip
söyler:
Eli:
— Sadaka verdim, hani benim sevâbım? der.
Ayağı:
— ibadette durdum, hani benim mükâfatım? der.
İşte bu şekilde bütün uzuvları sevâp isterler. Hakk Teâlâ da onlara
ecirlerini verir.
Ondan sonra gözü:
— Ey Rabbim! Hani benim sevabım? der.
Hakk Teâlâ, meleklere:
— Perdeleri kaldırın! Ta ki benim niteliksiz İlâhî güzelliğimi
görsün.
Nakledildiğine göre Peygamberimiz (aleyhisselâm) şöyle buyurmuştur:
— Kıyamet günü olunca bütün âlimleri bir yere toplarlar.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Ben size ilmi ve hikmeti onun için verdim ki, sizden hayır
dilerdim. Ey meleklerim! Siz tanık olun, ben âlim kulumun iyiliklerini kabul
ettim ve günahını affettim, buyurur.
Nakledildiğine göre Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
buyurmuştur:
— Hakk Teâlâ hazretleri, kıyamet gününde: (Nerede yarattıklarımın
seçkinleri?) buyurur.
837
Melekler:
— Ey Rabbimiz! Onlar kimlerdir? diye sorarlar.
Hakk Teâlâ.
— Benim takdirime kanaat eden ve verdiğime razı olan dervişlerdir.
Şimdi onları Cennete koyun. Onlar da Cennete girerler. Yerler ve içerler. Halk,
Mahşer yerinde hesap içinde dururlar.
Nakledildiğine göre Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuş, tur:
Cebrail (aleyhisselâm) :
— Ey Rabbim! Senin düşmanların çok. Hangi düşmanını istersin? der.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Hani içki içenler, çalgı dinleyenler, sarhoş iken ölenler ve zinâ
edenler? buyurur.
Melekler onları bir yere toplarlar. Hakk Teâlâ haz. retleri onları,
eğer tövbesiz ölmüş olurlarsa, şeytanla beraber Cehenneme atar.
Nakledildiğine göre kıyamet gününde bir kimse getirirler. Boynunda
zincir ve ayağında bukağı olur. Cehenneme koymak isterler. Hakk Teâlâ:
— Benim kulumu bana getirin. Benim kulumdan ne istersiniz? Yoksa
siz mi yarattınız? Rızkım siz mi verdiniz? Ey benim kulum! Diline bak, benim
hayrımdan birşey var mıdır? O kimse görür ki, ak yazı ile
(Bismillahirrahmânirrahim) yazılmış. O kimse:
— Ey Rabbim! İlen her gece bir yanımdan bir yanıma dönerken bunu
okurdum. Allahım! beni (Bismillah) hürmetine bağışla, der.
Hakk Teâlâ:
— Ey kulum! Seni yarhğadım. Var benim rahmetimle Cennete gir,
buyurur.
838
Nakledildiğine göre kıyamet günü olunca Hakk Teâlâ bir kimseye
hesap .sorar. Günahı sevabından ağır gelir. Hakk Teâlâ o kulun Cehenneme
atılmasını ister ve Cebrâil (aleyhisselâm) a:
— O kula sor. Hiç dünyâda bir âlimle bir yerde oturduğu var mıdır?
Eğer oturduğu var ise affedeyim? buyurur.
Cebrâil (aleyhisselâm) o
kula sorar. O kul:
— Oturduğum yoktur, der.
Hakk Teâlâ:
— Dünyâda hiçbir âlimi sever mi idi? buyurur. Cebrâil (aleyhisselâm)
sorar. O kul:
— Yok, der.
Hakk Teâlâ:
— Ey Cebrâil! Sor! Hiçbir âlimle yemek yediği var mıdır? buyurur.
Cebrâil (aleyhisselâm) sorar. O kul:
— Yok, der.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Ey Cebrâil! Sor, o kulumun adı hiçbir âlimin adına uygun mudur?
buyurur.
Cebrâil (aleyhisselâm) sorar
ki, muvâfık değildir. Hakk Teâlâ hazretleri:
— Ey Cebrâil! O kulu koy. Ben bilirim ki, o kulum, bir âlimi seven
bir kimseyi severdi. Ben o âlim hürmetine buna rahmet eyledim, buyurur.
Nakledildiğine göre kıyamet gününde Hakk Teâlâ meleklere:
— Bugün mümin kullarımı Cennete iletin. Onlara saraylarını ve
hûrilerini gösterin, buyurur.
Melekler:
— Bu ulu kerâmet, cömertliktir, derler.
Hakk Teâlâ:
839
— Şânım hakkı için eğer bütün Cenneti bir mümin kuluma versem onun
karşılığı değildir. Zira ben onlara:
— Ben sizin Rabbiniz değil miyim? diye sordum. Onlar da:
— Evet, Rabbimizsin. Seni tanıdık ve sana kul ol> duk, dediler.
İşte o ikrardan dolayı Cenneti onlara verdim. Fazla olarak da benim Cemâlimi
seyretsinler, buyurur.
Nakledildiğine göre kıyamet gününde bir kimse getirirler.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Ey meleklerim! Benim bu kulum hiç bana kimseyi ortak koştu mu?
diye sorar.
Melekler:
— Yok Ya Rabbi! derier.
Hakk Teâlâ:
— Ey meleklerim! O kimse bunca yıldır dünyâ’da kaldı. Türlü türlü
belâlar çekti. Ondan sonra öldü. Bunca yıl da kabirde karanlıkta vattı. Ben de
ona rahmet eyledim. Varsın Cennete girsin, buyurur.
Nakledildiğine göre Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle
buyurmuştur:
— Kıyamet günü olunca Hakk Teâlâ hazretleri buyurur ki: Hani benim
komşularım?
Melekler:
— Ey Rabbim! Senin komşuların kimdir? diye sorarlar.
Hakk Teâlâ:
— Benim komşularım benim mescidlerimi onaran ve yapanlardır. Onlar
benim komşularım, dostlarım ve ziyâretçilerımdir, buyurur.
840
Hz. Aişe (R.A > şu Hadisi nakletmiştir:
— Rasûlüllah buyurdu ki: Kıyamet giinü olunca Hakk Teâlâ
hazretleri: Ey meleklerim! Bütün ibâdetlerinizi Muhammed ümmetine bağışlayın,
buyurur.
Melekler:
— Ey Rabbim! Bundan hikmet nedir? Bugün se- vâba biz de muhtacız,
derler.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Bugün Ademin çocukları sevaba sizden daha çok muhtaçtırlar,
buyurur.
Şimdi ey mümin kardeşler! Hakk Teâlâ hazretlerinin İlâhî ve noksansız
cömertliğine bakın. Ademin çocuklarının mümin olanlarına O nasıl rahmet eder?
59. CEHENNEM VE AŞAĞI DERECELERİ
İLE İLGİLİ BÖLÜM
Allah Teâlâ buyurdu;
— «Şeksiz şüphesiz onların topuna va’d olunan yer Cehennemdir.»
(350)
Yani Cehennem şeytana ve ona tâbi olanlara va’d olunmuştur.
Bilmek gerektir ki, Cehennemin yedi kapısı vardır. Yedi tabakadır.
Her tabakada ateşten yetmişbin şehir vardır. Her şehirde yetmişbin mahalle
vardır. Her mahallede ateşten yetmişbin avlu vardır. Her avluda yetmişbin
kuyu vardır. Her kuyuda yetmşibin tâbût vardır. Her tâbût’un içinde yetmişbin
akrep vardır. Her akrebin ateşten hurma ağacı gibi kuyruğu vardır. Her
(350) Hicr Sûresi, âyet: 43.
841
tabüt’un üstünde zakkümdan bin ağaç vardır. Her ağacın dibinde
yetmiş zencir ve bukağı (kıskaç) vardır. Her birinin uzunluğu yetmiş arşındır.
Her birinin yanında yetmiş yılan vardır. Her yılanın ağzında ağudan bir deniz
vardır.
Şimdi, bunların hepsi, kâfirler, eğer dünyâ’dan töv- beşiz
gitmişlerse, zekât vermeyenler, zinâ ve livâta edenler, içki içenler ve yetim
malı yiyenler, içindir.
Müfessirler derler ki:
— Cehennemden bir damla su çıkarıp dünyâ’daki dağların üzerine
bıraksalar, bütün sular ve yiyecekler, onun şiddetinden yenmez ve içilmez hale
gelirdi.
Cehennemde kâfirler için ateşten ağaçlar vardır. Yemişi şeytan
başına benzer. Ondan yeseler, boğazlarından geçmez. O yemişler ağudan acı,
kokuları da leş kokusundan kötüdür.
Nebi (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Sizin bu ateşiniz, Cehennem ateşinin yetmiş- de biridir.
Allah Teâlâ Kur’anda buyurdu:
— «... Artık sakının o ateşten ki onun tutarağı (odunu, çırası,
ocak taşı) insanla o taştır...» (351)
Yani Cehennemin kütüğü insanlar ve taşlardır. Sözünün manası
şudur:
Kâfirin boynunda kibrit taşından bir taş asılmış olur. Her kâfire
bir şeytan bağlıdır. O taşın, başka taş olmayıp da kibrit taşı olmasının
sebebi, diğer taşlarda bulunmayan beş şeyin onda bulunmasmdandır.
(351) Bakara
Sûresi, âyet: 24.
842
1. Tez yanar.
2. Geç söyünür.,
3. Pis kokusu vardır.
4. Çok sıcaktır.
5. İnsanın gövdesine
yapışır.
Nakledildiğine göre Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur:
— Ey Cebrâil! Bana ateşi tanıt.
Cebrâil (aleyhisselâm) şöyle
tanıttı:
— Ey Muhammedi Cehennem karanlıktır. İçi ateşle doludur. Eğer o
ateşten zerre kadar dünyâ’da görünse yeryüzünü yakardı. Eğer Cehennemin
kaftanlarından birini yerle gök arasına assalardı, onun pis kokusundan bütün
mahlûkât helak olurdu. Eğer zebânilerden biri gözükse idi, onun heybetinden
bütün mahlûkât he- lâk olurdu.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Cebrâilden bu sözleri
işitince ağladı. Cebrâil (aleyhisselâm) da onunla beraber ağladı.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Ey Cebrâil! Sen niçin ağlarsın? Sen günâh işlemezsin, buyurdu.
Cebrâil (aleyhisselâm) :
— Ey Muhammedi Tanrının mekrinden emin olamam, azabından korkarım,
dedi,.
İşte Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ile Cebrâil (aleyhisselâm)
Cehennem korkusundan ağlarlar. Hayret
edilecek şey şudur ki, âsî oldukları halde insanlar ağlamazlar, malına ve sağ-
lığına mağrûr olurlar.
Nakledildiğine göre Ebû Ümâme El-Bâhili (radiyallâhu anh) şöyle
der:
— Cehennemin ağzından dibine kadar olan mesafe yetmiş yıllık
yoldur. Gayya kuyusu onun altındadır.
843
İbni Abbâs der ki:
— Gayyâ Cehennemde bir deredir. Cehennemdeki bütün dereler, Gayyâ
deresinden ve onun korkusundan Allaha sığınırlar. Hakk Teâlâ o dereyi zmâ
edenlere, sa. rap içenlere, fâiz yiyenlere, babasına ve anasına âsi olanlara ve
yalan yere şâhitlık edenlere va’d etmiştir.
Gayyâ Cehennemde bir deredir ki, o dereden âsîler jçin kan ve irin
akar.
Ka’bû’i-Ahbâr der ki:
— Gayyâ Cehennemde bir deredir ki, gayet sıcak ve derindir. O
derede bir kuyu vardır, ona (Behîırû derler. Cehennem biraz soğusa Hakk Teâlâ
o kuyuyu açar, Cehennem o kuyuda ısınır.
Nakledildiğine göre Zekeriyyâ (aleyhisselâm) şöyle buyur, muştur:
— Cebrâil (aleyhisselâm) haber verdi ki, ateş içinde gene ateşten bir
dağ vardır. Ona (Sckrân) derler.* O dağik dibinde bir kuyu vardır. Ona da
(Gadbân) derler. Hakk Teâlâ kime gazâp ederse onu o Gadbâna atar. O dere- »1in
içinde ateşten kuyular vardır. Her kuyunun derin- gi ikiyüz yıllık yoldur. O
kuyuda ateşten tabutlar va.
dır. Her kuyunun içinde kâfirler için ate.«*en zencirier vardır.
Hakk Teâlâ buyurdu:
— «Onun yedi kapısı, her kapının da onlara a'-.ıi mis birer nasibi
vardır.» (352)
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) der ki:
— Birinci tabaka: Cehennem'dir.
ikinci tabaka. Seîyr’dir.
Üçüncü tabaka: Sakar’dır.
Dördüncü tabaka: Cehiym'dir.
Hier Sûresi,
âyet: 44.
844
Beşinci tabaka: Lezâ’dır.
Altıncı tabaka. Hutame’dir.
Yedinci tabaka: Hâviye’dır.
Nakildir ki Dahhâk şöyle der:
— Evvelki tabakada ehl-i Tcvhîd bulunurlar. Günahlarına göre azâb
olurlar. Amma ebedî kalmazlar. Tevhid bereketi ile lekrâr çıkarlar. Hakk Teâlâ
o tabakayı gene kâfirler ile doldurur.
İkinci tabakada Nesârâ kavini (Hıristiyanlar) bulunurlar.
Üçüncüde Yahudiler bulunurlar.
Dördüncüde Yıldızlara tapanlar bulunurlar.
Beşincide Ateşe tapanlar bulunurlar.
Altıncıda .Müşrikler (Allaha ortak tanıyanlar) bulunurlar.
Yedincide de Münâfıklar (dindar görünen dinsizler) bulunurlar.
Hakk Teâlâ şöyle buyurur:
— «Şüphesiz münâfıklar
Cehennemin en aşağı ta- bakasındadırlar.» (353)
Ebûl-Leys der ki:
— Firavn münâfıklarla Hâviye’de bulunur.
60. ATEŞ (CEHENNFM)E GİRECEKLERLE
İLGİLİ BÖLÜM
Allah Teâlâ buyurdu:
— «(Evet) Sûr’un
üfleneceği gündeki biz günahkârları o gün, gözleri gömgök bir halde, mahşerde
toplayacağız.» (354)
(353J Nisâ
Sûresi, âyet: 145.
(354) Tâ-hâ
Sûresi, âyet'- 102.
345
Bazıları:
— Zerkâ (gömgök) demek «gözsüz ve susuz» demektir, demişlerdir.
Allah Teâlâ buyurdu:
— «O gün günahkârların
(şeytanları ile birlikte) bukağılara vurulmuş olduğunu görürsün.» (355)
Melekler, müminlere Cenneti müjdelerler. Amma kâfirlere:
— Bugün size müjdelik yoktur. Hak için olmadığından sizin ameliniz
boşa gitti, zâyi oldu, derler.
Nakledildiğine göre şeytan kıyamet gününde olan şeyleri gözü ile
görür. Adem oğullarının müminlerinin sevap ve rahmetini, kâfirlerinin azab ve
şiddetini ve bü? tün hayvanların toprak olduklarım görüp:
— «Ah, ne olurdu ben bir
toprak olaydım» der. (356)
Toprak da:
— Eğer toprak da olsaydın sana yine kerem yok idi, der.
Allah Teâlâ buyurdu:
— «O gün ağızlarının
üstüne mühür basarız. Ne irtikâp ediyor idiyseler bize elleri söyler, ayaklan
(ve diğer uzuvları) da şâhitlik eder.» (357)
Ondan sonra Hakk Teâlâ, Cehennemin hazinedârla- rina:
— Bunların ellerini boyunlarına bağlayın, Cehenneme atın, buyurur.
(355) İbrahim Sûresi, âyet: 49.
<356) Nebe' Sûresi, âyet: 40.
'357) Yâs'n Sûresi, âyet: 65.
846
Zebâniler, Cehennemden yetmiş halkalı zincir çıkarırlar.
Kâfirlerin ağzından sokup arkasından çıkarırlar. Ebedî öyle bağlı dururlar.
KaTni’l-Abbâr der ki:
— Eğer bütün âlemin demirlerini bir yere topla- salar o zincire bir
halka olmazdı. Eğer o halkalardan birini gökten bıraksalardı, bütün yerleri
aşağı geçirirdi.
Hakk Teâlâ:
— Kâfirleri Cehenneme atın! buyurur.
Zebâniler derhal kâfirleri bölük bölük Cehenneme bırakırlar.
Cehennem kâfirlerle dopdolu olur.
Hakk Teâlâ buyurur:
— «And olsun ki ben Cehennemi bütün insan ve cinden (müstehak olanlarla)
dolduracağım.» (358)
Cehennemin ondokuz baş zebânisi vardır. Hepsinin başı mâliktir.
Onsekizi ona tâbidir. O zebânlerin her- birinin eli altında o kadar zebâni
vardır ki, sayısını, Allah bilir. Bunların gözleri yıldırım gibidir. Ağızlarından
ateş çıkar. Bir omuzundan bir omuzuna bir yıllık yoldur.
İmam Fahri Râzî şöyle der:
— Bunlara, ateşten yaratıldıkları ve çok kuvvetli oldukları için,
zebânî adı verilmiştir. Kuvvetleri o şekildedir ki, bir eline onbin kâfiri,
diğer eline de onbin kâfiri alırlar. Onbin kâfiri de ayakları ile
taşıyabilirler. Böyle olunca bir zebâni bir defada kırkbin kâfiri Cehenneme
atarlar.
Nakledildiğine göre Cehennem üç zümre ile konuşur ve âlimlere,
zenginlere ve idarecilere der ki:
(358) Hûd Sûresi, âyet: 119.
847
— Ey kimse! Allah Teâlâ sana sultanlık verdi, niçin adalet etmedin?
der. Ve o zâlimi, bir kuş, tane yutar gibi yutar.
Alimlere şöyle der:
— Ey kimseler! İlmi halk için okudunuz, Hakka âsî oldunuz deyip,
onları da bir tane gibi yutar.
Zenginlere:
— Ey kimseler! Hakk Teâlâ hazretleri sîzlere çok ma] verdi. Zekât
vermediniz. Sadaka vermediniz. İyilikte bulunmadınız, deyip, onları da bir tane
gibi yutar.
Allah Teâlâ buyurdu:
— «O gün (her) zâlim (nedâmetle) iki elini ısınp: Ne olurdu, bana o
peygamberin maiyetinde (Allaha) bir yol edineydim, diyecektir.» (359)
Keşşâf sahibi şöyle der:
— Zâlimdeki (El) Ahd (şahıs) için olur ve bundan maksat (Ukbe)dir.
Cins (topluluk) için olur ve Ukbe ile beraber olan diğer kâfirleri ifade eder.
Ellerini dirseklerine kadar yerler, tekrar tamamlanır, tekrar yerler. Ebedî
azâbları böyle olur.» (360)
Nakledildiğine göre Muhammed bin Ka’b der ki:
— Cehennemdekiler feryât ederler ve emân dilerler. Cehennem
hazinedârları onlara:
— Rabbinizden dileyin, azâbmızı hafifletsin, derler ve tekrar:
— Sizin dualarınız makbûl olmaz. Size Peygamber gelmedi mi? derler.
'359) Furkân Sûresi, âyet: 27.
'360) Ukbe: İslâm’ın başlangıcında Peygamber Efendimize en çok
hakaret eden müşriktir.
848
Onlar da:
— Evet geldi, derler.
Hazinedârlar:
— Şimdi Rabbinizden rahmet dileyin, derler.
Kâfirler de isterler, kabul olmaz. Bilâkis azâbları artar.
Nitekim Hakk Teâlâ buyurur:
— «Kâfirlerin duası
sapıklık içinde kalmaktan başka (bir mahiyette) değildir.» (361)
İblis bunların arasına gelip durur. Bütün kâfirler onu lânetleyip
çıkışırlar ve:
— Bizi sen azıttın, derler.
İblis:
— Ey câhiller! Ben size Cennet ve Cehennem yoktur diye vesvese
verdim. Halbuki size göstereceğim elimde bir delilim yok idi. Ben sultan
değildim ki, size kahr edeydim. Amma siz bana, ben sizi çağırdığım için uydunuz,
ardımdan geldiniz. Nefsinize hoş gelen herşeyi yaptınız ve ona uydunuz. Şimdi
bana çıkışmayın, kendinize sövüp sayın, der.
Nitekim Hakk Teâlâ buyurur:
— «İş olup bitince
şeytan der ki: Şüphesiz Allah size sözün doğrusunu söyledi. Ben de size va'd
ettim; amma, size yalancı çıktım. Zaten benim, sizin üzerinizde hiçbir hükmüm,
nüfuzum da yoktu. Yalnız ben sizi çağırdım, siz de bana hemen icâbet ettiniz. O
halde kusuru bana yüklemeyin. Kendinizi kınayın.» (362)
(361) Ra’d
Sûresi, âyet: 14.
(362) İbrahim Sûresi, âyet:
22.
849
Kâfirler, İblis’den bu sözleri işitince bir ağızdan:
— Ey Allahım! Bizi dünyâya geri çevir. Bu defa iyi ve makbûl amel
işleyelim, muttekîlerden olalım. Bu se* fer davetini kabul edelim.
Peygamberlerine tabi olalım, derler.
Hakk Teâlâ'dan şu cevap gelir:
— Dünyâ’da siz: «Bize zevâl gelmez» derdiniz. Pey* gamberlere
uymazdınız. Gene uymazsınız.
Kâfirler:
— Ey Rabbimiz! Bizi Cehennemden çıkar. Bu sefer evvelki amelin
gayrini işleyelim, derler.
Hakk Teâlâ'dan tekrar cevap gelir.
— Size Peygamber gelmedi mi ve size Hakkı bildir* medi mi?
Kâfirler:
— Ey Rabbimiz! Kötülüğümüz bize üstün geldi. Bizi buradan çıkar,
tekrar âsî olursak zâlimlerden olalım, derler.
Hakk Teâlâ buyurur:
— «(Şöyle) buyurdu (buyuracak): Yıkılıp gidin içerisine! Bana
(birşey) söylemeyin.» (363)
Kâfirler |?u sözü işitince ağızları mühürlenir, Allahın rahmetinden
ümitlerini keserler.
Ebû Saîyd El-Hudrî şu Hadisi rivayet etmiştir:
— Rasûlûllah buyurdu: Cehennemin dört duvarı vardır. Her duvarın
kalınlığı kırk yıllık yoldur. Kâfirler Hakk Teâlâ’dan su isteseler, Aliah
onlara zeytinyağı tortusuna (katrana) benzer kara bir su verir. Yahut o su
bakırla karışmış kurşuna benzer. Onu kâfirlere verir.
(363) Mü’minün Sûresi, âyet: 108.
F :
54
850
Nitekim Hakk Teâlâ buyurur:
— «Onlar (susuzluktan)
feryât ve istimdat ettikçe (kaynamış ve) kalın bir mayi’a benzeyen, yüzleri
kavuran bir su ile ımdât olunacaktır. O, ne fenâ içecektir! (Ö ateş) ne kötü
bir dayanaktır.» (364)
Mücâhid der ki:
— (Mühl) kara kana
karışmış eriyiğe benzer. O suyu içtikleri zaman yüzleri pişer ve derileri
yüzülür.
Nitekim Hakk Teâlâ buyurur:
— «Yüzleri kavuran bir
su ile imdât olunacaktır. O, ne fenâ içecektir! (O ateş) ne kötü bir
dayanaktır.» (365)
Ondan sonra kâfirlere (Mâ-i Sadîd) içirirler. Mâ-i Sadid,
kâfirlerin bedenlerinden akan kan ve İrindir. Ondan içerler.
Muhammed bin Ka’b der ki:
— Mâ-i Sadid, zinâ edenlerin fercinden, tenâsül uzvundan akan
sudur. Kâfirler onu içtikleri zaman yüzleri pişer ve derileri soyulur.
Allah Teâlâ buyurdu:
— «Şüphesiz ki o, çılgın
ateşin dibinden (bitip) çıkacaktır.» (366)
Yani Cehennemin dibinden zakkûm ağacı çıkar.
Mukâtil şöyle der:
— Hakk Teâlâ Cehennemde kâfirler için erimiş bakırdan beş ırmak
akıtır. Arşın ayağından çıkar. Üçü gündüz, ikisi gece akar.
(364) Kehf
Sûresi, âyet: 29.
(365) Keh] Sûresi, âyet: 29.
(366) Sâffât Sûresi, âyet- 64.
851
Nakledildiğine göre kâfirler Hakk Teâlâ’dan tam b ı yıl,
hararetleri biraz azalsın diye, yağmur isterler. Ha't taâla bir bulut verir.
Yağmur (yağacak) sanırlar Bulut oniarın üzerine gelir, yılan ve akrep yağar. O
yılanlar kâfirleri sokar, bin yıl acısı gitmez.
Nakledildiğine göre kâfirler sıcaktan şikâyet ederler. Zebaniler
onları soğuk Cehenneme sürerler. Tekrar feryât ederler. Yine sıcak Cehenneme
sürerler. Onun için Cehennem iki türlüdür. Biri çok sıcaktır. Biri de çok
soğuktur. Bu şekilde kâfirlere ebedî azab ederler.
Nitekim Hakk Teâlâ buyurur;
— «Kim Allaha ve
Peygamberine isyân ederse şüphesiz onun için Cehennem ateşi vardır, kendileri
orada ebedî, dâim kalıcı olmak üzere.» (367)
Hakk Teâlâ yine şöyle buyuruyor:
— «işte bugünde iman
edenler o kâfirlere gülüyorlar, süslü tahtlar üzerinde (onlara) bakarak.»
(368)
Yani Cennetin kapılarını kâfirlere açarlar: «Varın Cennete girin»
derler. Kâfirler bu sözü işitince:
— Bize rahmet oldu, derler.
Cenncltekiler onlara bakarlar. Kapıları kapatırlar. Birkaç defa
böyie yaparlar. Müminler, kâfirlere yapılan hakâreti görünce sevinirler ve
gülerler.
Ebû Saiyd (radiyallâhu anh) Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve
sellem)’dan şu Hadisi rivayet eder:
— Cehennemde bir kuyu vardır. Ona (Veyl) derler. Kâfirleri
Cehennemin dibine atmadan o kuyuda kırk yıl azab ederler. Bir dağ vardır
ateşten. Ondan sonra ona
(367) Cin
Sûresi, âyet: 23.
(368) Et-Tatfif Sûresi, âyet:
34, 35.
852
çıkarırlar. Kırk y;i da o dağda azab ederler. Ondan sonra alırlar,
Cehennemin dibine iletirler. Ebedî olarak ora, da azab içinde kalırlar. Yüz
yılda bir gezdirirler, yerlerini değiştirirler.
Ailah taâla buyurdu:
— «Şüphesiz münâfıklar, Cehennemin en aşağı ta, bakasmdadır.» 1369)
tbni Abbas şöyle der:
— Cehennemde demirden tabutlar vardır. Münâtık- lan onların içine
koyarlar. O tabutu başka bir tabutun içine koyup mıhlarlar. Kimse onları görmez
ve kimse onların seslerini işitmez. Ebedî orada kalırlar.
Enes (radiyallâhu anh), Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’dan,şu
Hadisi nakleder;
— Rasûl (A.Sj buyurdu ki, Cehennem: «Daha ilâve edilecek, konulacak
var mı?» der.
Ve yine Cehennem:
— Ey Rabbım! Sen beni dolduracağına and içmiştin, der.
Bunun üzerine Hakk Teâlâ kudret ayağını Cehennemin üzerine koyar
ve:
— Doldun mu? buyurur.
Cehennem:
— Ya Rabbi! Doldum, yeter, der.
Bazıları:
— Tanrının ayağından maksat şudur: Gayet şerir bir tâife vardır.
Onları Cehenneme koyarlar. Ondan sonra Cehennem: «Yeter» der, demişlerdir.
Bazıları da:
(369) Nisâ Sûresi, âyet: 145.
853
— Kademden maksat, insanlardan evvel Cinler gel millerdir. Hakk
Teâlâ hazretleri, o cinleri Cehenneme koyar. Dopdolu olur ve ondan sonra
Cehennem «Ya Rabbi! Yeter» der, demişlerdir.
Eğer kıyamet babında Hakk Teâlânın buyurduğunu ve Rasûlûllahın
beyanını bildinse, Onun duraklarının sırasını anladınsa, Hakk Teâlâ’nın fert
fert insanları çağırdığını ve harf harf hesap gördüğünü iyice bilip öğ-
rendinse; şimdi ey müminler! Hakk Teâlâ’dan günahlarımızı yarlığamasını,
ayıplarımızı gizlemesini, Dünyâ ve Ahirette iman nûru ile, C.Hakkın rahmeti ve
mahlûkâ- tın en hayıriısı Hz.Muhammed (aleyhisselâm) ’m yüzü suyuna, gönlümüzü
aydınlatmasını dileriz.
Allahın rahmet ve selâmeti Rasûlünün, muhterem ailesinin ve bütün
Ashâbının üzerine olsun.
61. CENNETTEKİLERİN DURUMLARI
İLE İLGİLİ BÖLÜM
Cennettekilerin durumlar nasıldır? Peygamberin Havz’ından nasıl
içerler? Sırât köprüsünden nasıl geçerler?
Bagavî, tefsirinde Saîyd bin Cübcyrden şu rivâyeti nakleder;
— Hakk Teâlâ kıyamet gününde puta tapan kimselere şöyle buyurur
«Varın putlarınızla Cehenneme girin!» Onlar girmezler. Zira Cehennemin azabının
ebedî olduğunu bilirler.
Ondan sonra Hakk Teâlâ hazretleri müminlere:
— Eğer benim dostlarımsanız varın Cehenneme girin, buyurur.
Müminler de girmek isterler. Arşın altından şöyle
854
bir nida gelir:
— «îman edenierin Allaha ait sevgileri ise (herşey- dcıi)
sağlamdır.» (370)
Yani müminlerin Allaha olan sevgileri, geri kalanlardan fazladır.
Onun için Hakk Teâlâ evvelâ onlan sevdi. Ondan sonra bunlar da onu sevdiler.
Nakledildiğine göre Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle
buyurmuştur:
— Kıyamet günü bir münâdi: Hani Allahı sevenler? diye seslenir. Bir
kavim gelir. Melekler:
— Sübhânellah! Allahı sevenler sizler misiniz? derler.
Onlar da:
— Evet biziz, diye cevap verirler
Hakk Teâlâ:
— Doğru söylersiniz. Benim dostlarımsmız. Beni ziyaret
edenlersiniz. Benden korkanlarsınız ve beni görmeye can atanlarsınız. Şimdi ne
dileğiniz varsa bentten isteyin, buyurur.
Onlar;
— Ey Rabbimiz, Yüce Efendimiz! Bizim dileğimiz senin ilâhı
yüzündür, derler.
Hakk Teâlâ hazretleri de:
— Siz dostiann iyisisiniz. Dileklerin iyisi sizin di- leğinizdir.
Sizin dileğiniz her saat benim yüce katımda vardır. Fazla olarak gelin Cennete
girin; Ey dostlarım! Kullarımdan Smi dilerseniz, sizinle beraber Cennete
girsin.
<370) Bakara Sûresi, âyet. 165.
855
Ondan sonra Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bu âyeti
okudu:
— «Onlar için de müjde
vardır. O halde kullarımı müjdele.» (371)
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Kıyamet günü olunca münâdî: «Allahın sevgili kullan gelsinler!»
diye seslenir.
Hz. Ebû Bekr-i Sıddîk, Ömer Farûk, Osman-ı Zîn- nûreyn ve Ali bin
Ebî Tâlib (A.R.) gelip dururlar
Ebû Bekire.
— Cennetin kapısında dur, kimi dilersen Allahın rahmeti ile Cennete
koy, kimi dilersen koyma, derler.
Hz. ömere.
— Mizanın yanında sen dur. Kimi dilersen, Allahın rahmeti ile
sevabını günahından ağır eyle, kimi de dilersen ağır eyleme, derler.
Hz. Osman'a;
— Kimi dilersen Allahın rahmeti ile Havz’dan su içir. Kimi dilersen
içirme, derler.
Hz. Ali’ye:
— Kimi dilersen Allahın rahmeti ile Cennet elbiselerinden giydir,
kimi dilersen Allahın kudretile giydirme, derler.
62. HAVZ'LA İLGİLİ BÖLÜM
Allah Teâlâ buyurdu:
— «(Habibim)
biz sana hakikaten Kevseri verdik.»
(372)
(371) Zümer Sûresi, âyet: 17.
(372) Kevser Sûresi, âyet: 1.
356
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Kevser nedir bilir misiniz?
Ashâb:
— Allah bilir dediler.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem;
— Kevser Cennette bir ırmaktır Hakk Teâlâ hazretleri onu bana
vadelmiştir. Onda çok hayır vardır, ü havuzun çevresinde yıldızlardan çok
bardaklar vardır. Kıyamet gününde ümmetim ondan içerler, buyurdu.
Nakledildiğine göre Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
— Mahşer yerinde her Peygamberin Havzı vardır. Ümmetleri ondan
içerler. Benim Havzımın büyüklüğü bir aylık yoldur. Suyunun rengi sütten aktır.
Kakusu Miskden güzel ve baldan tatlıdır. Ümmetime ondan su veririm, içerler.
Ashâb;
— Ey Allahın Raslü! O günde ümmetini bilir misin? diye sordular.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Evet bilirim. Nişanlarınız vardır. Diğer ümmetlerden onunla beih
olursunuz, buyurdu.
Ashâb.
— Ey Allahın Rasûlü! O nişan nedir? diye sordular.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Elleriniz ve ayaklarınız abdest suyundan ak olur Ondan belli
olmuş olursunuz. Benim minberim de O Havzm üzerindçdm. Amma Havz Mahşer
yerinde, Kevser Cennettedir. Oradan çıkıp akar ve Mahşer yerindeki Havza
dökülür, buyurdu.
857
63. SIRÂTLA İLGİLİ BÖLÜM
Sırat dedikleri, Cehennem üzerine çekilmiş bir köprüdür. Kıldan
ince ve kılıçtan keskindir. Uzunluğu üçbin yıllık yoldur. Bin yılı yokuş, bin
yılı düzlük ve bin yılı da iniştir. Cennetlikler onun üzerinden geçerler.
Cehennemlik olanlar onun üzerinden Cehenneme düşerler.
İmam Gazâli (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Kıyamet gününde Mahşerdeki bekleme yerinde kimse kalmaz. Hepsi
Cehenneme dökülürler. Yalnız müminler kalır.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Ey bekleme yerinde kalanlar! Rabbinizden ne istersiniz? buyurur.
Onlar:
— Allahınızı isteriz, derler.
Hakk Teâlâ:
— Allahı bilir misin? diye buyurur.
Onlar:
— Evet biliriz, derler.
Ondan sonra Hakk Teâlâ’nm izni ile bir melek Arşın sağ yanında
gözükür. O melek:
— Ben sizin Rabbinizim, der.
Müminler:
— Senden Allah Teâlâ’ya sığınırız, derler.
Bu sefer Arşın solunda bir başka melek gözükür ve:
— Ben sizin Rabbinizim, der.
Müminler:
— Senden Allaha sığınırız, derler.
Ondan sonra Hakk Teâlâ tecelli edip Cemâlini müminlere arzeder. Hakk
Teâlâ bazı fiilleri ile onlara görününce, müminler onu görüp secde ederler.
858
Hakk Teâlâ hazreteri:
— Hoş geldiniz, beni nereden bildiniz? buyurur.
Müminler:
— Seni şekil ve maddeden münezzeh gördük, bildik ki sen Allah Teâlâsm
derler.
İbni Fevrek, Ebû Saîyd El-Hudrî'den şu nakli yapar:
— Ashâb: Ey Allahın Rasûlû! Biz Rabbimizi kıyamet gününde görür
müyüz? dediler.
Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Efet görürsünüz buyurdu. Kıyamet gününde münâdî:
— Her ümmet, kime taparsa ona tabi olsun diye seslenir.
Yahudiler:
— Allahın oğlu Uzeyire tapardık, derler.
Münâdî:
— Yalan söylersiniz: «O, ne bir zevce, ne de bir evlât
edinmemiştir.» (373) der. Bunları Cennete atarlar.
Ondan sonra Hıristiyanlara:
— Kime tapardınız? der.
Onlar:
— Allahın oğlu Mesih tsâ’ya tapardık, derler.
Münâdî:
— Yalan söylüyorsunuz: «Allah’tır, samettir (sonu olmayan, herkesin
muhtaç olduğu yegâne varlıktır, ulular ulusudur). Doğurmamıştır,
doğurulmamıştır O.» (374) der. Bunları da Cehenneme atarlar.
(373) Cin
Sûresi, âyet: 3.
(374) İhlâs Sûresi, âyet: 2 3.
859
Ondan sonra Hakk Teâlâ müminlere:
— Her birinize karşılık olması için Hıristiyan ve Yahudilerden
biner kişi verdim. Sizin yerinize Cehenneme atın. Siz varın Cennete girin,
buyurur.
Nakledildiğine göre Kûtü’l- Kulûb’da Ebû Tâlib-i Mekkî bunu Mûsâ
Peygamberden nakleder.
Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
— Benim ümmetim yarhğanmıştır. Ahirette onlara azab yoktur. Zira
onların azabı dünyada olmuştur. Meselâ: Yerler deprendi, kıtlık oldu, vebâ
oldu, çeşitli hastalık ve belâ çektiler. Nihayet öldüler. Şimdi beıiim ümmetime
Ahirette azab yoktur. Yani ebedî azab müminlere yoktur.
Bazıları:
— Müminlerin azabı dünyası içindir.
Bazıları da:
— Müminin azabı dünyâdadır, demişlerdir.
Nakledildiğine göre Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle
buyurmuştur:
— Hiç kimse Cennete ameli ile giremez.
Ashâb:
— Sen de mi ya Rasûlüllah! diye sordular.
Rasûlûllah:
— Ben de amelimle giremem. Ancak Allahın rahmeti ile Cennete
girerim, buyurdu.
Nakledildiğine göre Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
şöyle buyurmuştur:
— Sırâtı evvel ben, ümmetlerimle geçerim. Ondan sonra Rasûl olan
Peygamberler geçerler. Ondan sonra diğer Peygamberler geçerler. Ondan sonra
iyilik edenler geçer. Ondan sonra şehitler geçerler. Sonra da müminler geçer.
İnsan vardır ki, sırâtı yıldırım gibi ge-
860
çer. İnsan vardır ki, yel gibi geçer. İnsan vardır ki, se- ğirden
at gibi geçer, insan vardır ki, koşan insan gibi geçer. İnsan vardır ki,
yürüyen at gibi geçer. Kimi de yüzyılda geçer, üçbin yılda geçer.
Allah Teâlâ buyurdu:
— «Çünkü Rabbin şüphesiz ki, rasâd yerindedir.»
(375)
Yani Sırâtm üzerinde melekler vardır, insanları gözlerler. Onları
geçirirler.
Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Mümin vardır ki, Sırâtı geçerken Cehennem ona: Tez geç ey mümin!
Senin nûrun benim ateşimi söyün- dürdü.
Peygamberler, Sırât’tan geçerken: Ya Rabbi! Sellim, Sellim!
Allahım! Selâmet ver, selâmet ver! diyerek halkı geçirirler.
Bagavî tefsirinde der ki:
— Hakk Teâlâ münâfıklara o gün bir miktâr nur, ışık verir.
Müminlerin nûru gibidir. Müminler Sırâtı kendi nurları ile geçerler. Münâfıklar
da geçmek isterler, nurları söyünür, karanlıkta kalıp geçemezler. Cehenneme
düşerler.
Garâib-i Ahbâr’da beyan edilmiştir ki: Müminler. Sırâtı geçmek
isterler. Tevhidleri, yalnız Allaha inanmalarının sevabı gemi olur. Kur’an
onun ipleri, namaz yelkeni ve Rasûlûllah o geminin kaptanı olur. Müminler
gemiye oturup tekbir getirirler. Güzel bir rüzgâr çıkar, bunlar selâmetle
Sırâtı geçip Cennete girerler. Zira, her şeyi bir şekle koyan Allah yüce
şeyleri de bir şekle koymaya kâdirdir ki böylece Sırâtı geçerler.
(375) Fecr Sûresi, âyet: 14.
861
İmam Gazâlî (radiyallâhu anh) şöyle der:
Hakk Teâlâ gözsüzlere:
— Arşın sağ yanına varın! diye nida eder, seslenir. Onlar da varil lar.
Cennetten bir sancak getirirler, Şuayb Peygamberin önüne dikerler. Melekler de
gelirler. Hakk Teâlâ gözsüzlere göz verip Şuayb Peygamberle birlikte Sırâtı
geçerler.
Ondan sonra Hakk Teâlâ:
— Hani çeşitli belâlara uğrayanlar? Onlar gelsinler! diye nidâ
buyurur. Onlar da gelirler. Hakk Teâlâ onlara:
— Arşın sağına varın! buyurur. Onlar da varırlar. Onların önüne
yeşil bir sancak gelir. O sancak Eyyûb Peygamberin elinde olur. Bütün belâya
uğrayanlar o sancağın dibine gelirler, Hz. Eyyûb ile Sırâtı geçerler.
Ondan sonra Hakk Teâlâ:
— Hani dünyâda köle olanlar? buyurur. Onlar da gelirler. Allah
Teâlâ onlara:
— Arşın sağ yanına varın! der. Onlar da varırlar. Yine önlerine
yeşil bir sancak gelir. Yusûf Peygamberin elinde olur. Dünyada köle olanların
da hepsi gelirler ve Yusûf Peygamberle Sırâtı geçerler.
Tekrar nidâ olunur:
— Hani benim için sevişenler? Bir cemaat gelir. Hakk Teâlâ onlara
da Arşın sağ yanına varmalarını emreder. Sonra yine nidâ olunur:
— Hani benim için ağlayanlar? Onlar da gelirler. Onların gözyaşlarını,
şehitlerin kanı ve âlimlerin mürekkebi ile tartarlar. Allah Teâlâ’nm derdinden
ağlayanların gözyaşları şehitlerin kanlarından ve âlimlerin mürekkebinden
ağır gelir. Tanrı için ağlayanlara Arşın sağ yanında durmaları emredilir. Ondan
sonra onlara bir alaca sancak gelir. Zira bunlar çeşitli korku ve ümit
için ağlamışlardı. Kimi Cehennemden korktuğu, kimi Cennet istediği,
kimi de günâhları için ağlamışlardı. O sancak Nûh Peygamberin elinde olur.
Ondan sonra şehitlerin kanı ile âlimlerin mürekkebini tartarlar.
Alimlerin mürekkebi şehitlerin kanından ağır gelir. Şehitlere Arşın sağ yanına
varmaları buyurulur. Onlara kızıl bir sancak getirirler. Onu Yahyâ Peygamberin
eline verirler.
Ondan sonra âlimleri getirirler. Alimler:
— Bunlar bizim ilmimizle şehit oldular. Bizim bunlardan önden
Cennete girmemiz gerektir, derler.
Hakk Teâlâ:
— Ey âlimler! Siz benim katımda Peygamberler gibisiniz. Şimdi kimi
dilerseniz şefaat edin, buyurur. Onlar da dilediklerine şefaat ederler.
Bunların her birine bir melek verirler.
O melekler:
— Dikkat edin! Falan âlime, kime dilerse şefaat etmesi için
verildi. Şimdi kim şefaat isterse varsın o âlimden şefaat dilesin, derler.
Nakledildiğine göre Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
şöyle buyurmuştur:
— Evvelâ ben şefaat ederim. Sonra Rasûller, sonra Peygamberler,
sonra da âlimler şefaat ederler. Ondan sonra ak bir sancak getirirler. İbrahim
Peygamberin önüne dikerler. Zira Rasûllerin içinde o, son derece değerlidir.
Tekrar nidâ olunur:
— Hani dervişler? Dervişler çıkıp gelirler. Onlara:
— Merhaba kendilerine dünya zindan olan sîzlere derler.
863
Emrederler. Arşın sağına varıp dururlar. Bir san sancak getirirler.
O sancak îsâ Peygamberin elinde olur.
Ondan sonra:
— Hani zenginler gelsin? diye nidâ edilir.
Onlar da gelirler. Beşyüz yıl sonra buyururlar, Arşın sağ yanına
varırlar. Bir alaca sancak getirirler, Süleyman Peygamberin eline verirler.
Zenginler, Süleyman (aleyhisselâm) ’m sancağı altında olurlar.
Ondan sonra:
— Hani, sabırlılar? gelsinler Cennete girsinler! diye nidâ edilir.
Bir kavim gelir, Cennete girer.
Melekler:
— Siz kimlersiniz? diye sorarlar.
Onlar:
— Biz kulluk etmek için, günah işlememek için ve belâlara karşı
koymak için sabrederdik, derler.
Melekler:
— Varın, Cennete girin! derler.
— «îşte (iyi) amel (ve hareket) de bulunanların mükâfatı! Ne
güzel!» (376)
Ondan sonra bütün halk Sırâtı geçerler, mertebelerine göre Cennete
girerler.
Nakledildiğine göre Sırâtın üzerinde suâl yerleri vardır. Onlardan
her birinde bir türlü suâl vardır.
Bu yerler şunlardır:
1. îmandan sorarlar.
Eğer imânı tamam ise geçer, değilse ateşe atarlar.
2. Namazdan sorarlar.
Eğer namazı tamam ise ge» çer, değilse ateşe atarlar.
(376) Zümer Sûresi, âyet: 74.
864
3. Zekâttan sorarlar.
Eğer tamam verdi ise geçer, vermedi ise ateşe atarlar.
4. Oruçtan sorarlar.
Eğer tamam tuttu ise geçer, tutmadı ise ateşe atarlar.
5. Hacdan sorarlar. Eğer
Hacca gitti ise geçer, gitmedi ise ateşe atarlar.
6. Ana-baba’ya itaattan
ve sıla-i rahimden (yurdunu ve yakınlarını ziyaretten) sorarlar. Eğer itaat
ettiyse ve gerekli ziyâreti yaptı ise geçer, etmedi ise ateşe atarlar.
7. Cünüplükten sorarlar.
Eğer yıkandı ise geçer, yıkanmadı ise ateşe atarlar.
Cehennem ateşinden Allaha sığınırız.
Bazıları:
— Sırâtın inceliği ve genişliği geçen kimsçnin mertebesine
göredir. Şekil itibârile kıldan incedir, demişlerdir.
Hz. Ali (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Sırâtı geçtikleri zaman müminler ulu bir sahrâ ve o sahrada ulu
bir ağaç görürle!. O ağacın kökünden /ki çeşme akar. Birinden yıkanırlar,
duşlarını arıtırlar; birinden içerler, içlerini arıtırlar. Melekler, Cennetin
kapısında müminlerle buluşurlar ve:
— «Nihayet oraya varıp kapıları açılınca.(Cennetin) bekçileri
(şöyle) dedi(ler): Selâm (ve selâmet> size! Ter- tehıiz geldiniz! Artık
hepiniz ebedî kalmak üzere girin buraya» derler. (377)
Ondun sonra Cennetten hülleler getirirler. Her kimseye ikişer
hülle (elbise) giydirirler. Eğer bir hüllesini dünyaya getirselerdi, ayın ve
güneşin ışığı belirsiz olur-
(377) Zümer Sûresi, âyet: 73.
865 du. Her kişinin yanında bir melek bulunur, Cennetteki yerini,
bütün sarayları, bağları, bahçeleri, Hûrîleri ve diğer nimetlerini ona
gösterirler.
Rasûlûllab (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurur:
— Herkes, Cennetteki evini ve sarayını, Cuma mescidinden çıkınca
evine gider gibi kimse göstermeden varıp bulur. Bu, ölünce Mikâil ona
Cennetteki yerim göstermiş olduğundandır. İşte o zaman, o kimse, bunun için
kimse göstermeden yerini bilir ve bulur.
B E Ş İ N C BÖLÜM
1. ALLAH’IN YÜCE MAKAMDAKİ SÖZLERİ
Allah taala buyurdu:
— «Allah, mümin erkeklere de, mümin kadınlara da
-kendileri içinde ebedi kalıcı olmak üzere- altından ırmaklar akan Cennetler,
Adn Cennetlerinde çok güze] meskenler va'd etti.. Allahın bir rıdvânı (rızası)
ise hepsinden büyüktür. İşte bu, asıl bu, en büyük saadettir.»
(378)
Ey ılâhî sırların peşinde koşan kimse! Dünya fenâ ve belâ âlemidir.
Ahiret ise bekâ ve likâ âlemidir. Dünyada ne varsa, Ahirette onun örneği
vardır Alem-i rûhâni- yet, manevî âlem, nûr ve kemâl âlemidir.
İmam Ferrâ der ki:
— Lügatte Cennet hv ma olan yerdir. Firdevs de, üzüm ağacı (asma)
olan y< dir. Cennet Arşın altındadır.
Nitekim Peygamberin ı (aleyhisselâm) şöyle buyurur:
— Cennetin tavanı (c mı), Rahmân olan Allahın Arşıdır.
(37S)
Tevbe Sûresi, âyet- 72.
F : 55
866
Buna göre Cennet halen vardır. Hz. Adem ile Hz. Havâ kıssası delili
ile şimdi mevcuttur.
Ağaçlarının altında tatlı sular ve şaraplar, bal ve süt ırmakları,
akar. Sular, ulu nimetler olmayaydı, Hakk Teâlâ akar suları Kur'anda öğnıezdi.
Din âlimleri, Cennetin sayısında ihtilâf ederler. Ebûl-Leys (radiyallâhu
anh) dörttür der. Nitekim Hakk Teâlâ buyurur:
— «Rabbin huzurunda
durmaktan korkan kimseler için iki Cennet vardır.» (379)
Ondan sonra da şöyle buyurur:
— «(O) iki (Cennet)ten
başka iki Cennet daha vardır.» (380)
Bu ayetlerden anlaşıldığına göre Cennet dörttür.
Amma Kısas-ı Enbiya’da yer alan bilgiye göre sekizdir:
Nitekim Cennet sekizdir şeklinde rivâyet edilmiştir:
1. Dâru'l-Celâl'dir. Bu
incidendir.
2. Dâru's-Selâm’dır.
Burası kızıl yakuttandır.
3. Dâru’l-Me'vâ’dır.
Yeşil Zebercettendir.
4. Cennetü'l-Huld’dür.
Bu, sarı mercandandır.
5. Cennetü’n-Naîym’dir.
Ak gümüştendir.
6. Cennetü’l-Firdevs’dir.
Kızıl altındandır.
7. Cennetü’l-Karâr’dır.
Miskdendir.
8. Cennetü'l-Adn’dır.
Çok güzel incidendir. Onun kızıl altından iki kanatlı bir kapısı vardır. Bir
kanadından bir kanadına beşyüz yıllık yoldur. Duvarının yapısı, bir kerpici
gümüşten, bir kerpici altındandır. Sıvası
(379) Rahman
Sûresi, âyet. 46.
(380) Râhman Sûresi, âyet:
62.
6bl
miskdendir. Bütün Cennetlerin en şereflisi Adn Cennetidir. Onun
esas niteliğini Allahtan başka kimse bilmez. Bazıları Adn.
— Cennette bir şehirdir, demişlerdir.
Amma sahih olan budur ki, Adn ayrıca bir Cennettir.
Nakledildiğine göre Cennetin sekiz kapısı vardır. Her kapıda
yetmişbin bahçe vardır. Her bahçede yakuttan yetmişbin saray vardır. Her
sarayda yetmşibin mercandan avlu vardır. Her avluda kızıl altından yetmişbin
ev vardır. Her evde ak gümüşten yetmişbin Maksure vardır. Her maksûrede
anberden yetmiş sofra vardır. Her sofrada cevherden yetmiş çanak vardır. Her
çanağın içinde bir türlü yiyecek vardır. Her maksûrenin üstünde altından
yetmiş taht vardır. Her tahtın üzerinde ipekten, atlastan ve süslü kumaştan bir
döşek vardır. Her tahtın çevresinde bir ırmak vardır. Her ırmağın kenarında
yeşil yakuttan yetmiş kubbe vardır. Her kubbenin içinde kızıl altından bir
taht vardır. Her tahtın üzerinde nûr’dan bir güzel oturur. Daha çeşitli
yemişler ve kuşlar vardır.
Nitekim Hakk Teâlâ buyurur:
— «Beğeneceklerinden (türlü) meyve(ler), isteyeceklerinden kuş
et(ler)i ile (etraflarında dolanırlar) (orada) şâhin gözlü hûriler de (vardır),
saklı inci timsâlleri gibi. (Bunlar mukarreplerin) işlemekte devam ettikleri
iyi amel (ve harekelilere bir mükâfat olarak (yapılır)» (381)
Nakledildiğine göre Cennetin altından ve cevherle süslü sekiz
kapısı vardır. İlk kapısında (Lâ ilâhe illellah
(381) Vakt’a Sûresi, âyet: 20-24.
868
Muhammedün Rasûlûllah) kelimesi yazılırdı. Bu, tövbe edenlerin
kapısıdır.
İkinci kapısında:
— Bu kapı, kalpten ve huzur ile namaz kılanlarındır, cümlesi
yazılıdır.
Üçüncü kapısında:
— Bu kapı, zekât vermekle nefislerini temizleyen, zekât verenlerin
kapısıdır, cümlesi yazılıdır.
Dördüncü kapısında:
— Bu kapı, iyiliği tavsiye eden ve kötülüğü men -edehlerin
kapısıdır, cümlesi yazılmış bulunmaktadır.
Beşinci kapısında:
— Bu kapı Hacıların kapısıdır, ibaresi yazılıdır.
Altıncı kapısında:
— Bu kapı, nefsinden, şehvet arzularından vazgeçenlerin kapısıdır,
sözü yazılıdır.
Yedinci kapısında:
— Bu kapıdan, müritler, harama bakmayanlar, hayır işleyenler,
atalarına ve analarına iyilik edenler girer, yazılmıştır.
Nakledildiğine göre vesilenin dışında Cennet yedidir. Vesile
Cenneti, bizim Peygamberimiz Muhammed Mustafâ (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in
makamı ve sarayıdır ki, bununla sekiz olur.
Muhakkikler şöyle der:
— Cennetül-A’mâl yüz derecedir. Her derece yüz ayrı yere
bölünmüştür. Zira Muhammed ümmeti o derecelerde olurlar. Amma bu yüz derece, o
sekiz Cennetin her birinde vardır. Cennetin en yücesi Adn Cennetidir. Adn
Cenneti, Cennetler içinde bir yüzük taşı gibidir Cennette ondan daha yüksek ve
daha güzel yer yoktur.
869
Müminler Hakk Teâlâ’yı, herşeyden münezzeh olarak, orada görürler.
O, şehrin ortasındaki hükümdar sarayına benzer.
Bazıları derler ki:
— Cennet sekiz duvardır. Her duvarın arası bir Cennettir. Adn
Cenneti İlâhî karargâhtır. Bu, onu Allaha ait ve hâs kılmak içindir. Bunun
Allahla olan husûsiye- tini C.Hak’lan başka kimse bilmez.
Firdevs Cennetine Peygamberler, âlimler ve velîler girerler. Adn
Cennetine yakındır. Adn Cenneti bir şehir gibidir. Firdevs, yöresinde bir
kasaba gibidir. Bu sekiz Cennetin ortası yüksektir. Halk böylece birbirini
görür. Yücesi Adn Cennetidir.
Keşşâf’da Hz. Haşan (radiyallâhu anh)’dan şu rivâyet nakledilmiştir:
— Adn Cenneti; inciden, altından, yakuttan ve zebercetten
saraylardır. Adn onun âlemi, ismidir. Delili, Allah Teâlâ’nın şu buyruğudur:
— «Çok esirgeyici (Allahın) kullarına gıyaben va’d buyurduğu Adn
Cennetlerine gireceklerdir. O’nun vadi şüphesiz yerini bulacaktır.» (382)
Nakledildiğine göre Ebu’d-Derdâ şu rivâyeti nak- ietmiştir:
— Adn Cenneti, Allahın yurdudur, Onu gözler görmemiştir ve
gönüllerden geçmemiştir. Ona üç tâife: Peygamberler, Sıddîyklar ve Şehitler
girerler. Hakk Teâlâ: «Sana girene ne mutlu!» buyurmuştur. Hakk Teâlâ’nın
«güzel meskenler» diye buyurduğu şeyler, Adn Cennetin- oeki menzillerdir.
(382) Meryem Sûresi, âyet. 61.
870
Firdevs Cennetine gelince; Ebû Hüreyre (radiyallâhu anh) der ki:
— Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem Efendimiz buyurdu;
Eğer Allahtan isterseniz Firdevs Cennetini isteyin ki, Cennetlerin ortası ve
en yücesidir. Onun üstü Allahın arşıdır, Cennetin ırmakları ondan çıkar, geri
kalan Cennetlere gider.
Allah Teâlâ buyurdu:
— «Hakîkaten iman edip de iyi iyi amel (ve hareketlerde
bulunanlar(a gelince): Onların konaklan da Firdevs Cennetleridir.» (383)
Cennetlikler Cennete girince Firdevs Cennetinin yemişlerinden ve
nimetlerinden yerler demektir, Firdevs ilk inilecek yer olunca. Cennet ehlinin
yüce halini var ölç.
Fbü Hüreyre 'R.A.):
— Ey Allahın Rasûlû! Hakk Teâlâ. Cenneti neden yarattı? diye sordu
Rasûlûllah:
— Sudan yarattı. Amma altın, gümüş, yakut, inci ve kıymetli şeyleı
şeklindedir. Kim o Cennetlere girerse orada kalır. Elbiseleri eskimez ve
kocamaz. Uyku uyumaz ve hasta olmaz, buyurdu.
Nakledildiğine göre Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
şöyle buyurmuştur:
— Cennette yüz derece vardır. Eğer bütün âlemi ona koysalar
sığırdı. Onda ay ve güneş yoktur. Arşın nuru ile aydınlanır Cennet birbiri
içindedir. Cennette- kilerin hepsi oğlandır. Gözleri sürmeli, bıyıkları yeşilcedir.
Bu, kadınlarla erkeklerin belli olması içindir. Yemekte, içmekte ve cinsî
münasebette yüz erkek kuvveti
/383) Kehj
Sûresi, âyet: 107.
871
verilmiştir. Yemeye ve içmeye oturuncak kırk yıl otururlar ve
sohbet ederler. Boylan Adem (aleyhisselâm) ’ın boyu gibi atmış arşın olur.
Süleyman (aleyhisselâm) gibi devletlû
olurlar. Hz. îsâ (aleyhisselâm) 'ın yaşı gibi oluziiç yaşında olurlar. Yusûi (aleyhisselâm)
’ın güzelliği gibi güze) olurlar. Sesleri Da- vûd (aleyhisselâm) ’ın sesi gibi
güzel olur. Peygamberimiz Mu- hammed Muştala nın ahlâkı gibi ahlâklı olurlar.
Herkesin on parmağında altın ve cevherden yüzük ve kolunda bilezik olur.
2. CENNETE GİRMEKLE İLGİLİ BÖLÜM
Adn Cennetini ve onun güzel meskenlerini, Cennetin sayısını ve
mertebelerini bildinse, Cennetin hazinedarı Rıdvândan ve büyük kurtuluştan,
inşallah, İlâhi sırlar ve İlâhî perdeler bölümünde bahsedeceğiz.
Şimdiki halde Cennete nasıl girerler ve mertebelerine göre
mahlûkat Dârü’r-Rahmân’a nasıl varırlaı? Bunları bildirelim.
Hakk Teâlâ buyurur;
— «Rablerinden korkanlar ise (ikram ile) fevc fevc (bölük, bölük)
Cennete sevkedildi. Nihavet oraya varıp kapıları açılınca (Cennetin) bekçileri
(şöyle) decıi(ler): Selâm (ve selâmeti size! Tertemiz geldiniz! Artık hepiniz
ebedî kalmak üzere girin buraya.» <384)
Müminler:
— Hamd oisun o Tanııya ki, bize va’diııi gerçek eyledi ve bize bir
yer verdi ki, ne dilersek İşleriz, derler.
(384) Zümer Sûresi, âyet: 73.
872
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem’ın şöyle buyurduğu
nakledilmiştir:
— Cennetin kapısını ben açarım. Hazinedarlar:
— Sen kimsin? derler.
Ben:
— Muhammedim, derim.
Hazinedarlar (Cennetin bekçileri):
— Bize senden önce kimseye Cennetin kapısını açmamamız emredildi,
derler.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem.
— Benden önce Cennete girmek Peygamberlere haramdır. Benim
ümmetimden önce onların ümmetlerinin girmesi de haramdır, buyurdu.
Bu itibarla Muhammed Mustafâ (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Cennete
önce girer. Diğer peygamberler sağ yanında girerler. Veliler sol yanında
girerler. Bütün halk, birbiri ardınca ve bölük bölük, bunlara uyarak Cennete
girerler.
Nakledildiğine göre Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
şöyle buyurdu:
— Cennetin sekiz kapısı vardır. Yedisinden dervişler, birinden de
zenginler girerler. Cennete girince Hakk Teâlâ onlara selâm verir ve:
— (Rarmân ve Rahiym olan, herşeye hayat veren ve herşeyi koruyan
Allahtan selâm size! Hakkını? olan Cennete, içinde ebedi kalıcılar olarak,
giriniz. Zira sizin nefisleriniz, devamlı nimetler ve güzel sevaplarla, tamamen
arıtılmıştır) buyurur.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki:
— Süleyman (aleyhisselâm) , dünvâ'da padişah ve zengin olduğu
için, herkesden beşyüz yıl sonra Cennete girer.
Nakledildiğine göre Ebu’l-Leys, tefsirinde şöyle demiştir:
873
— Müminler Cennetin kapısına vardıkları zaman, Cennetin kapısı
önünde bir ağaç görürler. O ağacın kökünden iki çeşme akar. Birinden içerler.
Gönüllerinde kibir ve hasetten he varsa hepsi gider. Nitekim Hakk Teâlâ buyurur:
— «Rablcri de onlara
gayet temiz bir şarap içir- miştir.» (385)
Ondan sonra diğer çeşmeden yıkanırlar. Bütün bedenleri arınır.
Yüzlerinin nûru artar ve:
— «Hamd olsun Allaha ki,
derler, bizi hidâyetiyle buna kavuşturdu» derler. (386)
Melekler onlara:
— Hakk Teâlâ hazretleri size Cenneti, dünyâ'da güzel amel
işlediğiniz için, verdi, derler.
3. BÖLÜM
Alimler derler ki;
— Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Cennete
Peygamberler, veliler ve diğer müminlerle beraber girer. Livâü’l-Hamd (Hamd Sancağı)
Peygamberimizin elinde bulunur. Cennetin bekçisi Rıdvân diğer meleklerle
mukaddes avlunun kapısında durmaktadırlar.
Peygamberler onlara bakarlar ve:
— İşte bu sancak Muhammed Mustafâ (S.A.V./indir. Bunun üzerine
Rıdvân ve diğer melekler O sancağa karşı varırlar. O sancağı alıp
Peygamberimizin önüne dikerler. Peygamberleri ve müminleri boraklarından
(385) Dehr Sûresi, âyet: 21.
(386) A'râf Sûresi, âyet: 43.
874
saygı ite indirirler.
Rıdvan:
— Yerli yerinize oturun! der.
Rasûller minberler üzerine, Peygamberler tahtlar üzerine, sıddîklar
ve şehitler kürsîler üzerine, âlimlerle velîler de döşekler üzerine otururlar.
Ondan sonra Hakk Teâlâ:
— Ey kullarım, velîlerim ve has dostlarım! Merha- bâ! der.
Ondan sonra Hakk Teâlâ şöyle buyurur:
— Ey Muhammedi Sen dünyâ’da kullarıma selâm verdin, şimdi sus!
Ey Cebrâil Kâdir Gecesinde selâm verirdin. Şimdi sus!
Ey Azrâil! Kullarımın canını almaya gelince, ölüm halinde, selâm
verdin. Şimdi sen sus!
Ey Rıdvân! Kullarım Cennete girdiği vakit selâm verdin. Şimdi sus!
Yine buyurur:
— Ey kullarım! Benim selâmımı, şimdiye kadar, benden, başkasından
vasıta ile işittiniz. Şimdi ben size vasıtasız selâm veriyorum. Ey Muhammedi
Sen selâm verdikten sonra iyiliği emreder, kötülükten men ederdin. Ey Cebrâil!
Sen selâm verdikten sonra Allahın müjdesini veya azabını haber verirdin. Ey
Azrâil! Sen selâm verdikten sonra eziyet verip canlarını alırdın. Ey Rıdvân!
Sen selâm verdikten sonra hûriler ve köşkler arz ettin. Ey melekler! Siz selâm
verdikten sonra amellerinizi onlara bağışladınız. Ben selâm verdikten sonra beni
görmek onlara vâcip oldu. Benden ne zamana kadar korkarsınız, Bana can
atarsınız ve ümit bağlarsınız?
Şimdi ey Rıdvan! Benim kullanma yiyecek verin, yesinler. Şarap
verin içsinler. Melekler inciden ve yakût- ten çiçekler getirirler.
Altın ve gümüş çanaklarla çeşitli yiyecekler getirirler. Kimse
onları görmemiştir ve ateşte pişmiş değildir. O yiyeceklerden yerler ve
şaraplardan içerler.
Ondan sonra Hakk Teâlâ buyurur:
— Ey Rıdvan! Benim kullarıma şaraplar içirin!
Rıdvân buyurur. Gılmanlar gelir. İnciden ve cevherden kadehler
getirirler. Bunlara çeşitli şaraplar içirirler.
Ondan sonra Hakk Teâlâ yine buyurur:
— Merhaba ey kullarım ve has dostlarım! Benden nasıl korkarsınız?
Bana nasıl mutî olursunuz ve bana nasıl müştak olursunuz ?
Ey Rıdvân! Kullanma hilâtlar, süslü elbiseler giydir! Rıdvân nidâ
eder. Yetmiş türlü nûrdan hil'at getirip onlara giydirirler. Öyle ki, gözler
onu görmemiş, kulaklar işitmemiş ve gönüllerden geçmemiş olur.
Ondan sonra Hakk Teâlâ yine:
— Ey kullarım ve has dostlarım! Merhabâ! Benden nasıl korkar. Bana
nasıl muti olur ve nasıl muştâk olursunuz? Ey Rıdvân! Kullanma hürmet et!
buyurur.
Ondan sonra Arşın altında bir bulut görünür. Ona (yağdıran, saçan)
adı verilir. Onların üzerine hâlis misk yağdırır, saçar. Bir bulut daha
görünür, o da su yağdırır.
Ondan sonra şâhin gözlü Hûrîler gelirler. Herkese yetmiş hûrî ve
gılmân (Cennet delikanlısı, Cennet oğlanı) verirler. Güneşten ve aydan
güzeldirler.
Ondan sonra Hakk Teâlâ:
— Ey Rıdvân! Burası, sadâkat makamıdır. Dünyâ’- da vadettiğimden ne
isterlerse veririm, buyurur.
876
Müminler:
— Hiçbir şey kalmadı, herşey verildi. Tek isteğimiz C.Hakkın
cemâlini görmektir, derler.
Ondan sonra Hakk Teâlâ:
— Ey Davûd! Zebûrunu oku! buyurur.
Davûd (aleyhisselâm) 'ın sesini, güzellikte ve tesirde, yetmiş
misli artırır. Davûd (aleyhisselâm) kızıl yakuttan bir minbere çıkar. Onun
yüksekliği yüz arşındır. Davûd (aleyhisselâm) orada Zebûru okur.
Ondan sonra Hakk Teâlâ hazretleri yine buyurur:
— Ey Muhammedi Ey Habîbim! Minberine çık!
Hz. Muhammed Mustafâ (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in nurdan minberi
vardır. Bütün minberlerden yücedir. Rasûlûllah o saatte minbere çıkıp güzel
sesle (Rahmân) sûresini okur. Kuşlar onu işitirler. Türlü nağmelerle ses
çıkararak öterler.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurur:
— Ey Cebrâil! İzzet hicâbını, yücelik perdesini getir! Kullarım
beni görsünler.
Cebrâil (aleyhisselâm) da
getirir. Bunlar da C.Hakkın cemâlini ve kemâlini seyrederler.
Ondan sonra Hakk Teâlâ buyurur:
— Siz müminlersiniz, emin olun! Ben de mümin ve müheymin isminden
size bir isim verdim. Size korku ve kaygı yoktur. Siz benim dostlarım ve has
kullarımsmız.
(Ey müslümanlar topluluğu! Selâm size! Siz müslü- manlarsınız. Ben
selâmetin kendisiyim. Benim yurdum, selâmet yurdudur. Sözümü işittiğiniz gibi
İlâhî cemâlimi size göstereceğim).
877
Hz. Haşan (radiyallâhu anh) der ki:
— Seksen yıl kadar Hakk Teâlâ’nın cemâlini seyrederler. Öylece
hayran kalırlar. Ondan sonra secde ederler.
Hakk Teâlâ hazretleri:
— Başınızı secdeden kaldırın! Bugün rükû ve sü- cûd günü değildir.
Bilâkis, atâ, sevap ve likâ günüdür, buyurur.
Nakledildiğine göre (Haziretü’l-Kudüs) denilen yer. Cennetin kapısı
önünde büyük bir mesire yeridir ki, Cennette olanlar, önce orada ziyafet olunup
yerler, içerler ve süslü elbiseler giyerler. Ondan sonra Allahın izni ile
Cennetteki yerlerine giderler. Ondan sonra Adn Cennetinde, C.Hakkm İlâhî
cemâlini şekilsiz ve niteliksiz görmek için, toplanırlar. İnşallah, beyan
ettiğimiz bu durum sahih ve sarih haberlerle sabittir.
Cennet ehli ilk önce, Cennetin ilk toplanma yerine varırlar. Oradan
Cennetteki yerlerine ve Hz. Adem’in meyvesinden yediği şeceretü’l-Huld adı
verilen ağacın bulunduğu yere varırlar.
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) der ki:
— O buğday ağacı idi. Hakk Teâlâ onu Cennette çok güzel biçimde
yaratmıştır. Ağacı altından ve yapraklan yeşil yakuttandır. Çiçekleri ak
gümüştendir. Yemişleri baldan lezzetlidir. Müminler onu görünce son derece
hayret ederler ve güzelliğine hayran kalırlar.
Melekler:
— Niçuı hayret edersiniz? Dünyâ’da iken Adem atanızı kınardmız,
deıler.
Onlar da:
— Bu ağacı görünce, gayet güzel ve hoş olduğunu bildik, insafa
gelip artık kınamıyoruz, derler.
878
4. Â'RAFTAKİI.ERLE İLGİLİ BÖLÜM
Allah laâla buyurdu:
— «İki (taraf) arasında (sûrden) bir perde ve (Arâf) üzerinde de
(Cennetlik ve Cehennemliklerin) her birini simalarıyla tanıyacak olan
(muvahhid) bir takım rical vardır kı onlar henüz (Cennete) girmemiş, fakat
onlar girmeyi şiddetle arzu eder olarak Cennet yararına: Se- iâmünaleyküm diye
nidâ ederler.» (387)
Hicâb dediği Cennetle, Cehennem arasında bir duvardır.
Fenâri oğlu der ki:
— A râfdakilerin hepsi müminlerdir. Cennetin dış duvarı üzerinde
bulunurlar. Ondan sonra Cennete giren ’er.
Süddi şöyle der:
— O yere, oradakiler birbirini tanıdıkları içm, Arâf denilmiştir.
Şimdi, A râfuakiler kimlerdir? Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) buyurdu.
(387) A'râf Sûresi, âyet: 46.
A’râf her şeyin tümseğidir. Buradaki mânâsı, Cennetle Cehennem
arasındaki sûrdan bir perdenin yüksek tepeleridir. Bazılarına göne,
islilikleri ile kötülükleri denk ci tınlar, bir müddet orada kalırlar, en sonra
da Cennete girerler.
İki peygamber arasındaki aralıkta ölenlerle müşriklerin çocukları
da buradadırlar.
Haşan Basri’ye göre ise: Cennetliklerle Cehennemlikleri tanımak ve
ayırt etmek için Allahın tâyin ettiği kimselerdir. Bazılarına göre de onların
yerleri, Cennettekilerin yerlerinden daha yüksektir. (Çantay Tere. c. 1, s:
223).
879
— Onlar, baba vc analarına âsi olanlardır. Onlardan izinsiz gazâ'ya
gidip şehit oldular. Şehit oldukları için Cehennemden kurtuldular.
Ana-babalarına âsî oldukları için de Cennete giremediler, orada kaldılar.
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Onlar bir kavimdir ki, sevap ve günahları birdir. Günahları çok
olmadığı için Cehenneme atılmadılar. Se- vapları çok olmadığı için de Cennete
giremediler. Aralıkta kaldılar.
Bazıları:
— Ashâb-ı A’râf,'A’râfta olanlar; zinadan doğan çocuklardır,
demişlerdir.
Bazıları da:
— Ergin olmadan ölen kâfir çocuklardır, demişlerdir.
Bir kısım kimseler ise:
— A’râf ehli meleklerdir, derler.
Hz. Hasen (radiyallâhu anh) da:
— A’râfdakiler bir cemaattır ki, A’râf üzerinde bulunurlar, Cennet
ve Cehennemdekileri seyrederler.
Sahih olan şudur ki, bu söylediklerimiz heps; A’râf- da
vardır ve hepsi de mümindir.
Allah laâia buyurdu:
— «(Yine) a’râf yârâm (kâfirlerden) sîmalarıtla tanıdıkları
(elebaşı) bir takım adamlara şöyle nida ederek derler: Ne çokluğunuz
(topladığınız mallar), ne de (Hakka karşı) yeltenmekte devam ettiğiniz kibir
(azâ- met) size hiçbir fâidc vermedi.» (388)
Yani A’râf ehli kâfirleri simalarından bilirler ve onlara
söylerler. Ondan sonra Hakk Teâlâ A’râf ehline:
(388) A’râf Sûresi, âyet- 48.
880
— Bundan sonra siz de Cennete girin. Size korku ve kaygı yoktur,
buyurur.
Onlar da Cennete girerler.
Nitekim Hakk Teâlâ buyurur:
— «Girin Cennete. Size hiçbir korku yoktur ve siz mahzûn da olacak
değilsiniz.» (389)
İbni Abbâs der ki:
— A’râfdakileı Cennete giıince Ceheııncmdckilcr, sevinirler. Zira
Cennette hısımlarını çeşitli nimetlere kavuşmuş olarak görürler ve;
— Ey Rabbımiz! Bize izin ver de Cennetteki hısımlarımızla
konuşalım, derler.
Hakk Teâlâ izin verir. Onlar gidip konuşu;lar. Fakat Cennet ehli
onları tanıyamazlar. Zira yüzleri kapkara olmuştur. Cennet ehli onları isimleri
ile çağırırlar. On- ıar cevap verirler. Öylece tanırlar.
Cehennem ehli:
— Bize yiyecek verin, yiyelim, derler.
Müminler:
— Hakk Teâlâ Cennet nimetlerini kâfirlere haram etti, size Cennet
yiyeceklerinden nasip yoktur, derler.
Nakledildiğine göre kıyamet günü Cuma günüdür. Cennetlikler Cennete
Cuma günü gireıleı . Cumartesi günü su ırmaklarından içerler. Pazar günü bal
ırmaklarından içerler. Pazartesi günü süt ırmaklarından içerler. Sah günü
Cennet şaraplarından içerler. Ondan sonra türlü türlü buraklara binerler, bin
yıl Cenneti dolaşıp mıskden büyük bir dağa gelirler. Selsebîl ırmağı oradan
çıkar.
(389) A'râf Sûresi, âyet: 49.
881
Çarşamba günü ondan içerler. Ondan sonra yine bir yere gelirler. O
sarayların içinde altından tahtlar bulunur. O tahtlar üzerinde otururlar.
Perşembe günü Zen- cebîl adı verilen oradaki şarâbdan içerler. Hakk Teâlâ
onlara bin türlü hediye ve nimetler verir. Ondan sonra bir yıl daha dolaşırlar,
Cuma günü: «Hak meclisinde ve kudret sahibi, mülkü çok yüce olan (Allah)’ın
yanındadırlar» (390) makamına varırlar. Hakk Teâlâ hazretleri onlara (Rahîyk)
şarabını orada içirir. Rahîyk, Cennette kırmızı bir içkidir. Kadehleri
mühürlüdür. Onu ancak Peygamberlerle velîler içerler.
Ebû Muhammed El-Herevî şöyle der:
— Cumartesi günü çocukları babalarına ve analarına varırlar,
ziyâret ederler. Pazar günü babaları çocuklarına varırlar, sohbet ederler.
Pazartesi günü talebeler hocalarına varırlar, ziyaret ederler. Sah günü hocalar
talebelerine varırlar, sohbet ederler. Çarşamba günü ümmetler Peygamberlerine
varırlar, sohbet ederler. Perşembe günü Peygamberler ümmetlerine varırlar,
sohbet ederler. Cuma günü Rasûller, Peygamberler ve bütün halk Hakk Teâlâ
hazretlerinin huzuruna varırlar.
5. ALLAH TAÂLA’YI
GÖRMEKLE İLGİLİ BÖLÜM
Bilmek gerektir ki, Hakk Teâlâ hazretlerini görmek akıl yönünden
mümkündür, imkânsız görülmez. Naklen, Kur'an ve sünnet delili ile de vâciptir,
gereklidir. Nitekim Hakk Teâlâ şöyle buyurur:
(390) Kamer Sûresi, âyet: 55.
F : 56
882
— «Yüzler (vardır) o gün ter-ü tazedir, Rablerini görecektir.»
(391)
Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
— Siz Rabbinizi apaçık göreceksiniz.
Câbir ibni Abdullah der ki:
— Bir gece Peygamberimiz (aleyhisselâm) 'ın yanında oturuyorduk.
Ay bedr, tam yuvarlak olmuştu. Peygamberimiz (aleyhisselâm) buyurdu: Siz bu ayı şüphesiz gördüğünüz gibi,
Tanrınızı da benzersiz ve niteliksiz olarak görürsünüz.
Haber verildiğine göre. Cennetlikler Cuma günü Cennete girerler.
Ondan sonra yerlerine varıp kalırlar. Hakk Teâlâ’nm nimetlere, çeşitli güzelliklere,
yüce makamlara, Huru’l-îyne, Vildân ve Gılmân’a ve saraylara girerler. Allaha
hamd ve şükrederler. Ondan sonra melekler Cumartesi günü bütün halkı Adem (aleyhisselâm)
’m konukluğuna davet ederler ve:
— Adem Peygamberin Ccnnetü’l-Huld’de ziyafeti vardır. Herkes orada
toplansın! derler.
Hakk Teâlâ, Adem (aleyhisselâm) 'ın konukluğunda bulunan bütün
halka Cennet elbiseleri ve mertebelerine göre taçlar verir.
Pazar günü melekler:
— Bugün Cennetü’n-Naîym’de Nûh (aleyhisselâm) ’ın ziyafeti var, herkes
orada toplansın! diye seslenirler.
Hakk Teâlâ, çeşitli nimetler, giyecekler ve taçlardan başka geri
kalan ihsanlardan onlara verir.
Salı günü melekler:
— Bugün Mûsâ (aleyhisselâm) ’m ziyafeti vardır, hazırlanın diye
seslenirler. Herkes orada toplanır. Hakk Teâlâ onlara çeşitli nimetler verir.
Kıyâme Sûresi, âyet: 22 23.
883
Çarşamba günü melekler:
— Bugün Isâ (aleyhisselâm) ’ın ziyafeti vardır, onun saıa”*- na
buyurun diye etrafa seslenirler. Herkes o konuklukta toplanırlar. Hakk Teâlâ
gene çeşitli nimetleriyle haiKı taltif eder.
Perşembe günü melekler:
— Bugün Muhammed Mustafâ (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in konukluğudur.
Tûbâ ağacının dibinde hazır olun, diye seslenirler. Bütün cinler ve insanlar
topluca orada hazır bulunurlar.
Çeşitii hürmetler görürler ve gözlerin görmediği hediyeler,
nimetler ve elbiseler verilir.
Cuma günü melekler:
— Bugün konukluk Hakk Teâlâ'nmdır. Bu itibarla bütün halk Adn
Cennetinde, Allahı görmek için, toplansınlar diye seslenirler.
Ondan sonra Hakk Teâlâ onlara çeşitli nimetler ve güzellikler
verir.
Sonra da:
— Size vereceğim hiçbir şey kaldı mı? diye sorar.
Halk:
— Evet kaldı. Sen bize Cemâlini göstereceğini vaad etmiştin,
derler.
Hakk Teâlâ da tekrar buyurur ki, kızıl yakuttan bir minber
getirsinler diye. Onun yüksekliği bin mildir.
îbrâhim (aleyhisselâm) ’a:
— Minberine çık hutbe oku! buyurur.
O da minberine çıkar, kendisine indirilmiş olan İlâhî sahifeleri
başından sonuna kadar okur.
Ondan sonra Mûsâ (aleyhisselâm) ’a:
— Minberine çık! Ümmetine hutbe oku! diye seslenir.
884
O da minberine çıkıp Tevrâtı başından sonuna kadar okur.
Ondan sonra Davûd (aleyhisselâm) ’a:
— Minberine çık! Ümmetine hutbe oku! diye seslenir.
O da minberine çıkıp Zebûru başından sonuna kadar yetmiş türlü
sesle okur.
Ondan sonra İsâ (aleyhisselâm) 'a:
— Minberine çık! Ümmetine hutbe oku! diye seslenir.
O da İncili başından sonuna kadar okur.
Ondan sonra Muhammed Mustafâ (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’e:
— Minberine çık! Bütün Rasûllere, peygamberlere, ümmetlere ve kendi
ümmetine hitâb et! diye seslenir.
Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) de kızıl yakut’dan bir
minbere çıkar. Orada evvel ve âhir ilmini bütün halka bildirir ve:
— Hakk Teâlâ şimdi İlâhî Cemâlini gösterecektir, hazır olun! diye
müjde verirler. Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem Kur’an-ı başından
sonuna kadar, hiç kimsenin mislini işitmediği güzel bir sesle okur.
İsâ /A.S.), Mûsâ (aleyhisselâm) , Davûd (aleyhisselâm) ve bütün kemâl ehli onun sesinin
güzelliğinden kendilerinden geçip hayrân kalırlar. Ondan sonra Hakk Teâlâ
onların gözleriden perdeleri kaldırır. Hakk Teâlâ’nm Cemâlini gördükleri zaman
hepsi secdeye kapanırlar.
Allah Teâlâ buyurdu:
— «Yüzler (vardır) o gün ter-ü tazedir, Rablerini görecektir.»
(392)
(392) Ktyâme Sûresi, âyet: 22, 23.
885
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem da şöyle buyurmuştur:
— Allaha yemin ederim ki, size Rabbinizi görmekten daha güzel hiç
birşey verilmemiştir.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurur:
— Şüphesiz ben, cömert, zengin, ulu, vefah ve sâdık Allahım! işte
bu Cennet benim evimdir. Burada sizi oturturum. Zâtımı size gösterdim. Ne
dilerseniz benden dileyin, vereyim. Ben size dost ve arkadaş oldum. Şimdiden
sonra artık ihtiyacınız yok, yoksulluk yok. Szi azarlamak yok. Nimetlerim size
ebedîdir. Sizi Cennette emniyet içinde oturttum. Siz saâdetli kimselersiniz.
Benden dileğinizi isteyin, size nimetler ve iyilikler ihsân edeyim.
Cennet halkı:
— Bizim dileğimiz, bizden razı olmandır, derler.
Hakk Teâlâ buyurur:
— Sizden râzı oldum. Cemâlimi size gösterdim, ebedî seyredin.
Ondan sonra çeşitli nimetlerimi yiyin, eşlerinize varın, onlarla sarmaş dolaş
olun. Çeşit'i yemişlerden yiyin, bahçelerde oturun. Şeref ve bahtiyarlık
bulun. Buraklarınıza binin, kevser ırmağına, Kâ- fûr, Tâhûı, Tesnim, Selsebîl,
Zencefil sularına vann; orada yıkanın ve nimetlenin.
Hakk Teâlâ yine:
— Benden râzı oldunuz mu? buyurur.
Cennet halkı:
— Nasıl razı olmayalım ki, hiç kimseye vermediğin bunca nimetleri
bize verdin, derler.
Hakk Teâlâ:
— Bu verdiklerimden daha üstünleri vardır, buyurur.
886
Cennet halkı:
— Ey Rabbimiz! Bunlardan üstün olan şey hangisidir? derler.
Hakk Teâlâ:
-- Bunlardan üstünü, artık size gazâb etmemem ve sizden râzı
olmamdır, buyurur.
Nakledildiğine göre peygamberimiz (SA.V.) şöyle buyurmuştur:
— Cuma günü olunca, Adn Cennetinde miskden hoş bir yerde, altından,
inciden, zümrütten ve yakut- dan kürsüler vardır, sıddîyklar ve şehîdler o
kürsülerin üzerine otururlar. Ondan sonra Hakk Teâlâ onlara tecellî eder.
Yüzlerinin nurları ve güzellikleri her an artar. Bu itibarla Cuma gününe,
herşeyi artıran ve çoğaltan gün derler.
Nakledildiğine göre Cennet ehli Cennete girip karar kıldıkları
zaman Hakk Teâlâ yetmişbin melek gönderir. Her melekle beraber yetmiş melek de
gelir. Mü'minlerin gözlerinden perdeleri kaldırırlar. Hakk Teâlâ mü’minlere:
— Ben sizi görmeye düşkünüm, siz de beni görmeye can atarsınız
buyurur.
Melekler:
— Ey Rabbimiz! Bunlar senden utanmadılar, günah işlediler, seni
görmeye lâyık değiller, derler.
Hakk Teâlâ:
— Ey meleklerim! Siz mü’minleri bilmezsiniz. Onlar benim
dostlarımı bilirler ve severlerdi. Düşmanlarımı da bilirlerdi, benim için
onlara düşman olurlardı. Şanım için onların bir defa (Lâ ilâhe illellâh Muham-
meden Rasûlüllâh) demeleri bana bütün ibâdetlerden üstündür, buyurur.
887
Bunun üzerine aradan perde açılır, mü’minler de Hakkın Cemâlini
seyrederler.
6. DÖRT R.ÂŞİD HALÎFENİN CF.NNETEKİ
YERLERİ İLE İLGİLİ BÖLÜM
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) der ki:
— Kıyamet günü olunca bu halk Cennette kızıl yakut'tan bir taht
üzerinde oturuılar. O tahtın yirmi mil uzunluğu olup boşluğa asılmıştır. Ebû
Bekr-i Sıd- dıyk (radiyallâhu anh) onun üzerine oturur. Ondan sonra, gene yirmi
mil büyüklüğünde, sarı yakuttan bir taht daha getirirler. Hz. Ömer bin Hattâb (radiyallâhu
anh) onun üzerine oturur. Ondan sonra, yirmi mil büyüklüğünde yeşil zümrütten
bir taht getirirler. Hz Osman bin Affân (radiyallâhu anh) onun üzerine oturur.
Ondan sonra, yirmi mil büyüklüğünde ak yakuttan bir taht daha getirirler. Hz.
Ali bin Ebî Tâlîb de onun üzerine oturur.
Ondan sonra Hakk Teâlâ buyurur. O tahtlar uçarak Arşın gölgesine
gelirler. Ondan sonra da Hakk Teâlâ meleklere buyurur, onların üzerine ak
inciden çadırlar kurarlar. Eğer bütün mahlûkatı o çadırların altında
toplasalardı, çadırlar daha büyük olurdu. Ondan sonra dört büyük kadeh gelir.
Dörl halîfe, birer birer, sunulan şeyi onlardan içerler.
7. BÜYÜK GÜNAH İŞLEYENLERİN DURUMLARI
İLE İLGİLİ BÖLÜM
Bu bölüm. Cehennem ateşi ile intikam almadan, Hakk Teâlâ’mn
yarlığamayacağı büyük ve küçük günah
888
işleyenleri beyan eder. Cehennem azabından Allah’a sığınırız.
îbni Abbâs der ki:
— Muhammed ümmetinden bir taife, Sırât üzerinde mahbûs kalırlar. O
tâife, kendilerine Cehennem ateşi gerekli olanlardır. Bunlar Cennete, bütün
mü’- minlerden sonra girerler.
Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurur:
— Hakk Teâlâ hazretleri, kıyâmet derelerinde onları kaybetti.
Peygamberimiz mahşer yerine bakar, orada kimseyi göremez. Bütün ümmetinin
Cennete girdiğini zanneder. Peygamberimiz Cennete girdiği zaman Hakk Teâlâ
Zebanilere onları Cehenneme atmalarını emreder. Cehenneme vardıklarında
Mâlik’e selâm verirler. Mâlik bunları görüp:
— Ey bahtsızlar! Siz kimsiniz ve kimin'ümmetisiniz? Zira kâfirler,
ayakları bağlı, boynu zincirli, her kâfir bir şeytana bağlı ve yüzleri kara
gelirler. Sizde bunlar yok! der.
Onlar:
— Ey Mâlik! Bize birşey sorma! Zira sana cevap vermeve utanırız.
Fakat biz Kur’an okurduk, Ramazanda oruç tutardık, Hacca giderdik, gazâ’ya
varırdık, malımızın zekâtını verirdik, yetimleri esirgerdik, cünûb olunca
yıkanırdık ve beş vakitte namazı kılardık, derler.
— Mâlik:
— Ey bahtsızlar! Kur’an sizi günahtan men etmedi mi? der.
Onlar:
— Ey Mâlik! Bizim başımıza kakma ve yüzümüze vurma! Hakk Teâlâ’nın
ve meleklerin yüzümüze vurmasından şimdi kurtulduk, diye cevap verirler.
889
Arş tarafından bir nidâ gelir:
— Ey Mâlik! Onları Cehennemin ilk tabakasına koy! der.
Mâlik:
— Ey bahtsızlar! Sesi işittiniz mi? der.
Onlar:
— İşittik ey Mâlik! Bize bir saat müsaade et, nefislerimiz için
ağlaşalım, derler.
Mâlik:
— Size müsaade vermem için bana izin yoktur, der.
Hakk Teâlâ tarafından:
— Ey Mâlik! Onlara bir saat izin ver! diye nidâ gelir.
Bunun üzerine Mâlik onlara bir saat izin verir. Kur’an ehli bir saf
olur. Hacılar bir sâf olur ve kadınlar bir sâf olur, ağlaşır feryâd ederler
ve:
— Biz dünyâda dikilmiş kaftanı giymeye ar ederdik, şimdi nasıl
katrandan kaftan giyelim? Biz dünyâda nefis yemekler yerdik, şimdi Zakkûm’a
nasıl tahammül edelim? diye feryâd ederler ve bu şekilde azâb içinde olurlar.
Ondan sonra Hakk Teâlâ rahmet etmek ister ve Cebrâil’e:
— Var Cehennemde iman edenlerden kimse kaldı mı? bak! buyurur.
Cebrâil (aleyhisselâm) gelip
Mâlik'den: Cehennemde imân ehlinden kimse kaldı mı? diye sorar.
Mâlik:
— Vardır der ve Cehennemin kapısını açar. Mü’- minler Cebrâil (aleyhisselâm)
’ı görünce tanırlar ve hep birden yalvarıp:
890
— Bizden Allahın Rasûlüne haber götür ki, biz şiddetli azâb
içindeyiz, biz de onun ümmeti idik. Ne olur? îhsân edip bize de şefaât ederek
azâbdan kurtarsın, derler.
Bunun üzerine Hakk Teâlâ Cebrâil (aleyhisselâm) ’a:
— Var Habîbim Muhammed’c söyle! Onları gitsin Cehennemden çıkarsın.
Onlar azâbı haketmişlerdi, günahları mikdarı azâb ettim. Şimdi ona bağışladım.
Cehennemden çıkarsın buyurur.
Cebrâil (aleyhisselâm) gelip
görür ki, Rasûlüllâh altından dört bin kapısı olan bir sarayda oturur.
Cebrâil:
— Ey Allahın Rasûlü! Sen burada safâ içinde yiyip içmektesin. Zayıf
ümmetinse Cehennemde azâb içindedir, der.
Rasûlüllah hemen kalkar, Hakka secde eder ve:
— Günahkâr ümmetimi bana bağışla! diye niyazda bulunur. Allah
Teâlâ bağışlar. Cebrâil ile birlikte Cehenneme gelir, kapısını açar. Oradaki
ümmeti onu görünce bilip ağlaşırlar. Rasûlüllah onları bir bir mü- bârek eliyle
tutup çıkarır. Cennetin kapısındaki havuzda yıkanırlar. Ondan sonra alınlarında-
(Bunlar Cehennemden çıktılar, Allah Teâlâ’nın azatlılarıdır) cümlesi yazılmış
olarak Cennete girerler.
Cennettekiler onları görünce, o yazı sebebiyle son derece
utanırlar. Hakk Teâlâ hazretlerine:
— Bizim alnımızdan bu yazıyı gider, diye sızlanırlar.
Hakk Teâlâ Cebrâil (aleyhisselâm) ’a buyurur, o yazıyı onlardan
giderir ve belirsiz olur.
îmam Gazâlî (radiyallâhu anh) der ki:
891
— Onları Cehennemden çıkarınca, orada bir kişi kalır. Onun sesi
bütün Cehennemdekilerin seslerini bastırır.
Hakk Teâlâ:
— Sana bu feryâd'dan dolayı bir çâre yoktur, buyurur.
O kimse:
— Ben rahmetinden ümidi kesmem, der.
Hakk Teâlâ:
— Seni affettim, var Cennete gir! buyurur.
Hz. Enes (radiyallâhu anh) peygamberimizden şu rivayeti nakleder:
— Cehennemde bir kişi kalır, bin yıl: Ey Hannân! Ey Mennân diye
feryâd eder, niyazda bulunur.
Hakk Teâlâ hazretleri Cebrail (aleyhisselâm) ’a:
— Git o kulumu getir! buyurur.
Cebrâil (aleyhisselâm) varır, başını aşağı edip ağlarken görür.
Cebrâil (aleyhisselâm) Hakk Teâlâ’nın
buyruğunu o kişiye haber verir ve onu alıp gelir. Hakk Teâlâ:
— Ey kulum! Cehennemdeki yerini nasıl buldun? buyurur.
O kul:
— Yerlerin en kötüsü idi, der.
Hakk Teâlâ:
— Bunu yine Cehenneme atın! buyurur.
— Ey Rabbim! Cehennemden çıktıktan sonra beni yine Cehenneme mi
koyuyorsun? Senin hakkında böyle düşünülmezdi. Sen kerim ve rahimsin, der.
Hakk Teâlâ meleklere:
— Koyun o kulumu Cennete! Benim rahmetimle girsin! buyurur. Böylece
o kul, bin yıldan sonra Cennete girer.
892
Hasan-ı Basri (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Ne olaydı o kimse ben olaydım! Zira ebedî Cehennemde kalmaktan
bin yıl sonra çıkmak yeğdir. O kimsenin adı Hennâd’dır. Hakk Teâlâ ona:
—Var benim rahmetimle Cennete gir! buyurdu.
8. ATEŞİN HİKMETİ İLE İLGİLİ BÖLÜM
Bilmek gerektir ki, günahkârların ateşe girmelerindeki İlâhî
hikmeti Hakk Teâlâ hazretleri gizlemiştir. Fakat İlâhî sırlar kendilerine
açılan dervişler:
— Günahkârların ateşte yanınası elbette gereklidir. Zirâ bu,
insanın cevherini nefsin ve şeytanın kötülüklerinden arıtmaktır. Nefsânî
lezzetlerden ve hissî arzulardan vaz geçenler temiz kimselerdir. Hakk Teâlâ
sonsuz fazlı ve nihayetsiz lûtfu ile onları yakar, azâb eder ve böylece
temizler, demişlerdir.
Nitekim Hakk Teâlâ hazretleri şöyle buyurur:
—«Rabbimiz Allah’dtr deyip de sonra (bütün hareketlerinde)
doğruluğu iltizâm edenlere, (evet) onlara hiç bir korku yoktur. Onlar mahzûn da
olmayacaklardır.» (393)
Zira onların cisimleri Hakk Teâlâ hazretlerine bağlı idi. Nefisleri
mutî idi. Gönülleri İlâhî melekûtda, akılları da Allahın azametinde idi. Bu
itibarla Hakk Teâlâ onların derecelerini yüceltti ve dileklerini kabûl etti. Hakk
Teâlâkın böyle yapması kadim lûtfu ve nihayetsiz fazlındandır.
Nitekim Hakk Teâlâ şöyle buyurur:
— «De ki: Ey nefislerine karşı hadden aşın hare-
(393) Ahkâf Sûresi, âyet: 13.
ket edenler! Allahın rahmetinden
ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları yarlığar. Şüphesiz ki O, çok
yarhğayıcıdır, çok esirgeyicidir.» (394)
9. CİNLERLE İLGİLİ BÖLÜM
Ebû Hanîfe (radiyallâhu anh) der ki:
— Mü’min olan her cinnî Cennete girer. Fakat ibâdet etmekle onlara
sevâb yoktur.
İmâmeyn (Ebû Yûsuf’la Ebû Muhammed):
— İbadet ve tâatla sevab vardır, derler.
Nitekim Hakk Teâlâ buyurur:
— «Ben cinleri de,
insanları da (başka bir hikmette değil) ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.»
(395)
Ertât bin Münzir şöyle der:
— Cinlerin sevabı vardır. Nitekim Hakk Teâlâ buyurur:
— «Oralarda gözünü
yalnız zevçlerine hasr etmiş (öyle dilber) 1er vardır ki bunlardan evvel ne
insan, ne bir cin aslâ kendilerine dokunmamıştır.» (396)
Buna göre, Cennette insan insanla, cin cinle beraber olur.
Ebü’d-Derdâ’ (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Hakk Teâlâ cinleri üç bölük yaratmıştır: Bir bölüğü yılan ve
köpekler şeklindedir, yeryüzünde yürürler. Bir bölüğü havada uçarlar. Bir
bölüğü ibâdet ederler. Eğer ibâdet ederlerse sevabları vardır. Eğer boyun
eğmezlerse azâbları vardır.
(394) Zümer
Sûresi, âyet: 53.
(395) Zâriyât Sûresi, âyet:
56.
(396) Rahman Sûresi, âyet: 56.
894
Nitekim Hakk Teâlâ hazretleri Kur’an-ı Kerim’inde buyurur:
— «... And olsun ki ben
Cehennemi bütün insan ve cinden (müstahîk olanlarla) dolduracağım.» (397)
Hakk Teâlâ insanı da üç bölük yaratmıştır:
Bir bölüğü hayvanlar gibidir. Nitekim Hakk Teâlâ buyurur:
— «And olsun ki biz cin
ve ins’den bir çoğunu Cehennem için yaratmışızdır. Onların kalbleri vardır,
bunlarla idrâk etmezler; gözleri vardır, bunlarla görmezler; kulakları vardır,
bunlarla işitmezler. Onlar dört ayaklı hayvanlar gibidir. Hattâ daha
sapıktırlar. Onlar gaflete düşenlerin tâ kendileridir.» (398)
Bir bölüğünün bedenleri insanlara, canlan şeytanlara benzer.
Zâlimler ve düşük halk tabakası gibi.
Bir bölüğünün hem şekilleri, hem de canları insana benzer. Cennete
giren ve Allahın Cemâlini gören on- lardır.
İlâhî! Derviş Ahmcd Bicanı, Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
hakkın için, onlardan eyle.
Mukâfil (radiyallâhu anh) der ki:
— Hayvanlardan on tanesi Cennete girer. Bunlar şunlardır:
1. Sâlih (aleyhisselâm) ’ın
Devesi,
2. İbrâhim (aleyhisselâm)
’ın Buzağısı,
3. tsmâil (aleyhisselâm)
’ın Koçu,
4. Mûsa (aleyhisselâm) 'ın
Öküzü ki, onun zamanında onu boğazladılar, öldürülmüş bir ölüye vurdular. O ölü
dirilip konuştu.
(397) Hûd
Sûresi, âyet- 119.
(398) A'râf Sûresi, âyet: 179.
895
5. Yûnus (aleyhisselâm) 'ın
Balığı,
6. Uzeyir (aleyhisselâm)
’ın Eşeği,
7. Süleymân (aleyhisselâm)
’ın Karıncası,
8. Belkıs’ın Hüd-Hüd’ü,
9. Muhammed Mustafâ (salla’llâhü
aleyhi ve sellem)'in Devesi,
10. Ashâb-ı Kehf’in köpeği.
Hakk Teâlâ o köpeği Cennete koymak isteyince koç şekline döndürür,
ondan sonra Cennete koyar. Hakk Teâlâ geri kalan hayvanları toprak yapar.
Kâfirler onları görünce:
— «Ah, ne olurdu ben bir toprak olaydım.» diyeceklerdir. (399)
10. ÖLÜMÜN
BOĞAZLANMASI İLE İLGİLİ BÖLÜM
Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Cennet ehli Cennete, Cehennem ehli de Cehenneme girdikten sonra
ölümü getirip Cennetle Cehennem arasında boğazlarlar.
Ondan sonra nidâ edilir ki;
— Ey Cennet ehli! Cennette ebedî kaldınız, bundan sonra ölüm yok,
sağlık vardır. Ey Cehennem ehli! Ebedî Cehennemde kaldınız, bundan böyle ölüm
yok, çıkmak da yok. Bu sözleri Ccnnettekilerle Cehennem- dekiler işitince,
Cennettekilerin sevinç ve neş’esi son haddine varır. Cehenncmdckilerin ise son
derece hüzün ve kaygıları artar.
(399) Nebe' Sûresi, âyet: 40.
896
11. TÛBÂ AĞACI İLE İLGİLİ BÖLÜM
Bilmek gerektir ki Cennet sekizdir. Adn Cenneti en yüksek
derecesidir. Allahın yurdudur. Zira Allahı görmek orada oiacaktır. Adn
Cennetinin en yüce yeri bizim peygamberimizin makamıdır. O makama (Vesile)
derler. Zira peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) meveûdâtın en üstünüdür.
Ona lâyık makamın en üstün derece olması gerekdır. İşte o Cennet «Vesile»
Cennetidir. Tûbâ ağacı Adn Cennetindedir. Amma kökü peygamberimizin
Cennetindedir. Onun kökünden iki çeşme (su) çıkar: Biri kâfir ve biri
Selsebil’dir.
Hz. Ali (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Tûbâ ağacının budaklarından hülleler çıkar. Onun yaprağı
incidendir. Budakları (dalları) zeberced- dendir. Dallarımı, en yücesi Arşın
ayağına erişir. Alçak dalları ise Cennetin içindedir. Herkesin köşkünde bir
dalı bulunur. Her ne dileği olursa Allahın izni ile o daldan çıkar.
Gövdesinden develer, atlar ve buraklar çıkar. Eğerleri altından ve kenarları
inci ve yakuttandır. Yelden hızlı yürürler. İnsan başlı, kuş kanatlıdırlar.
Arapça konuşurlar.
HURİLERLE İLGİLİ BÖLÜM
Hûrîler Cennet kızlarıdır. Orada yaratılmışlardır. Son derece güzel
ve hoş sevgililerdir.
Hûr, Havrâ’nın Cem’idir. Yüzü ak nurdan, saçları, zülüfleri ve
gözleri kara nurdandır.
Mü’minler Cennete girdikleri zaman evlerine varırlar. Her evin
içinde yetmiş taht vardır. Her tahtın üzerinde yetmiş döşek vardır. Her döşeğin
üzerinde bir
«97
Hûrî bulunur. Heı Hûrî’nin üzerinde yetmiş hülle vardır. O
hüllelerin içinde onların ilikleri gözükür. O Hû- rilerin birisi mahraması
(süslü mendili) bütün dünyadan yeğdir.
Eğer:
— Hûrîler nurdandır. Bir kimse nûru nasıl öper ve kucaklar? diye
sorulacak olursa cevabı Tefsîr-i Kebirdeki şu beyandır:
— Evet Hûrîler nurdandır, ama katı nurdandır. Onun için öpülür ve
kucaklanır. (Allahın her şeye gücü yeter).
Herkesin yetmiş türlü hüllesi olur. Her hülle bir saat içinde
yetmiş renkte gözükür. Erkekler yüzlerini kadınların yüzlerinde, kadınlar
yüzlerini erkeklerin yüzlerinde görürler. Erkeklerde ve kadınlarda, saçlarından,
kaş ve kirpiklerinden başka asla kıl olmaz.
Allah Teâlâ: «Dul ve bâkire kadınlar» diye buyurmuştur.
Ebul-Leys (radiyallâhu anh) der ki:
— Hakk Teâlâ bizim peygamberimize Cennette bunları vaadetmiştir.
Seyyibe’den (dul kadından) murâd, firavn’m eşi Asiye hatundur.
Bekârdan murâd da, Isâ (aleyhisselâm) ’ın anası Meryem hatundur. Bu ikisini
Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Cennete alacaktır.
Peygamberimiz (aleyhisselâm) uyurdu:
— Cennettekilerin he >irine beşyüz Hûrî verirler. Bunların her
birisi erkek' rine sarılsalar, erkeklerin dünyadaki ömrü kadar b< nunda
dururlar. Cennette ağaçlar vardır, dallarında gümüşten çıngıraklar vardır. Hakk
Teâlâ hazretleri Arşın altından bir yel verir. O
F :
57
898
ağaçlara dokunur. Ağaçlar harekete gelirler. O çıngıraklar ses
çıkarırlar. O sesten dünyâdakiler biraz işit- selerdi, onun zevkinden kendilerinden
geçerlerdi.
İmaın Bağavî, Tefsirinde der ki:
— Cennette ağaçlar vardır. Eğer bir kimse güzel bir ses işitmek
isterse o ağaçlara buyurur. Kimi saz çalar, kimi de harekete gelip oynar. O
kimse onunla şereflenir.
Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Cennette ırmaklar vardır. Onlann kenarlarında câriyeler vardır. Hakk
Teâlâ onları zâ’ferândan yaratmıştır. Yetmiş türlü ses ve makamla Allahı
teşbih ederler. Her bir Hûrînin sesi, Davûd (aleyhisselâm) ’ın dünyâdaki
sesinden güzeldir. Birbirlerine:
— Sen kiminsin? diye sorarlar.
O soruian:
— Ben, sabah namazını Cemaatla kılan kimseninim, der.
Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Hakk Teâlâ Cennette kızıl yakuttan yetmişbin şehir yarattı. Her
şehirin içinde ak inciden yetmiş bin ev yarattı. Her evin içinde yeşil
zebercedden yetmiş tane taht vardır. Her tahtın üzerinde şâhin gözlü bir kız r
oturur.
Ashâb:
— Ey Allahın Rasûlü! O şehir kimindir? diye sor dular.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem:
— Beş vakit namazını Cemaatla kılanlarındır, buyurdu.
Nakledildiğine göre Cennetle Hûrîler vardır. Yarıdan yukarısı
oğlan suretinde, yansından aşağısı kız
849
sûretindedir. Cennette, cinsi hayatta onlardan üstünü yoktur.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’a:
— Hakk Teâlâ şâhin gözlü Hûrîleri niçin yarattı? diye sordular.
Rasül (aleyhisselâm) :
— Üç şeyden yarattı:
Ayaklarından dizine kadar ıniskden, dizinden karnına kadar
Anberden, karnından başına kadar kâfûr. dan ve kirpiklerini kara nurdan yarattı
buyurdu.
Allah Teâlâ buyurdu:
— «îşle onlar! Bütün hayırlar onlarındır.» (400) Peygamberimiz (aleyhisselâm)
buyurdu ki:
— Her müslümanın hayırları vardır. Her hayır için de Cennette bir
çadır vardır. Her çadırın içinde bir Hûri bulunur. Yakut ve mercana benzer. Her
çadırın dört kapısı vardır. Her kapısından her saatte Hak ta- âla’dan
armağanlar, hediyyeler ve güzel şeyler gelir.
Nakledildiğine göre Peygamberimiz (aleyhisselâm) şöyle buyurmuştur:
— Cennette kızlar vardır. Onlara şâhin gözlü Hûri denir.
Yürüdükleri zaman sağında yetmişbin câriye, solunda yetmişbin câriye yürür. O
Hûrîlerin her biri:
— Ben dünyâda iyiliği emreden ve kötülükten meneden kimseninim,
der.
Nakledildiğine göre Cennet ehlinin üzerine bir bulut gelir ve
yağmur gibi Hûrîler yağdırır.
Nitekim Hakk Teâlâ buyurur:
(400j Tevbe
.Sûresi, âyet: 58.
90ü
— Orada onlar ne dilerse var. Nezdimizde daha da var.» (401)
12. VİLDÂN İLE İLGİLİ BÖLÜM
Allah Teâlâ buyurdu:
— «Etraflarında her dem taze çacuklar dolaşır ki sen onları
gördüğün zaman saçılmış birer inci sanın sın. (402)
Yani Hakk Teâlâ o oğlanları güzellik ve durulukta saçılmış incilere
benzetir. Meclislerde yürürler, güya dağılmış incilere benzerler.
Abdullah bin Ömeı (radiyallâhu anh):
— Cennet ehlinin en aşağısının, inciler gibi bin gılmam vardır.
Herbiri bir hizmette olur, demiştir.
Ebu’l-Leys (R A.) der ki:
— Mü’mınlcr Cennete girdikleri ve döşekler üzerine oturdukları
zaman bir melek kapıya gelir ve içeri girmek için izin ister. Kapıda bir oğlan
görür. O oğlana söyler. O da başka bir oğlana söyler. Hattâ o söz gelip
mü’mine ulaşır. Mü’min de izin verir. Oğlan öbürüne söyler. O da bir diğerine
söyler. Hattâ o meleğe gelir. Ondan sonra kapı açılır. Melek içeri girer, selâm
verir ve ona türlü türlü Allahdan armağanlar getirir ve:
— Size selâm olsun! Şundan dolayı ki, dünyâda sabrederdiniz. Bu
geldiğiniz makam ve gökçek yerdir der.
Nitekim Hakk Teâlâ şöyle buyurur:
(401) Kâf
Sûresi, âyet: 35.
(402.) İnşân Sûresi, âyet: 19.
901
— Melekler de her bir kapıdan onların yanına sokulacaklar (ve
şöyle diyeceklerdir!):
— Sabrettiğinize mukabil sizlere selâm (ve selâmet) olsun. (Dar-ı
dünvânhn en güzel akıbetidir bu.» (403)
13. GILMÂN İLE İLGİLİ BÖLÜM
Allah Teâlâ buyurdu:
— «O sedefleri içinden
gizlenmiş inci gibi civanlar da kendilerine hâs olarak (hizmet için)
etraflarında döner (1er).» (404)
Yani Cennette gılmânlar vardır. Gelip mü’minleri görür ve onların
hizmetkârı olurlar. Onlar sedefle gizli incilere benzerler demelerinin sebebi,
sedefle gizli olan inci son derece güzel ve hoş olur da ondandır. Gılmânlar
böyle güzel ve hoş olursa var kıyas et Cennetin güzelliğini!
Keşşâf’da Hz. Ali (radiyallâhu anh)’m şu sözü nakledilmiştir:
— Bulûğa ermeden ölen kız ve oğlan kâfir çocukları, yarın kıyâmet
gününde mü minlerin hizmetkârı olurlar.
14. CENNET
İRMAKLARI İLE İLGİLİ BÖLÜM
Allah Teâlâ buyurdu:
— «(Şirkden) sakınanlara
vaad olunan Cennetin sıfatı (şudur.) İçinde rengi, kokusu, hiç bir vasfı bozulmayan
sudan ırmaklar tadına aslâ halâl gelmeyen süt-
(40$) Ra’d
Sûresi, âyet: 23. 24.
(404) Tür Sûresi, âyet: 24.
902 ten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar, süzme
baldan ırmaklar vardır. Orada meyvelerin her çeşidi çınlarındır. (Üstelik)
Rablerinden de bir mağfiret vardır. Hiç bu (nlar), o ateşle abedî kalan ve bağırsaklarını
parça parça eden kaynar bir sudan içirilen kimseler gibi midiı ?» (405)
Keşşâf sahibi Zemahşerî der ki:
— Hakk Teâlâ Cenneti vasfeder, anlatır ve buyurur ki. Cennette
ırmaklar vardır. Birincisi su ırmağıdır. Durmakla şekli ve rengi bozulmaz. Süt
ırmağı vardır. Tadı ve kokusu değişmez. Şarap ırmağı vardır. Son derece
lezzetlidir. Aklı gidermez, sarhoşluğu ve kötülüğü yoktur. Bal ırmağı vardır.
Gayet temizdir. Ona başka birşty karışmamış, bozulmamıştır.
Allah Teâlâ buyurdu:
— «Şüphe yok ki iyiler kâfûr katılmış dolu bir kadehten içerler. (O
kâfûr) bir pınardır ki, ondan (ancak) Allahın (velî» kulları içerler. Onu
(nereye isterlerse kolayca) akıtırlar, fışkırtırlar. (406)
Ebrâr, birr’in cemidir, çoğuludur. Erbâb Rabbin Cemi olduğu gibi.
Yani Ebrâr (iyi kimseler) bir şaraptan içerler ki, o şarabın
tabiatı kâfûra benzer. Kâfûr, Cennette akan bir çeşmedir. Beyaz ve soğuktur.
Kokusu da hoştur ve nereye istersen seninle gider, yukarı ve aşağı asla çekinmez.
Cennette bir çeşme daha vardır, Zencebîle benzer. Diğer çeşme Selsebîldir. Güzel
aktığından dolayı bu isim verilmiştir.
Mukâtil (radiyallâhu anh) der ki:
(405; Muhammed Sûresi, âyet: 15.
(406) İnşân Sûresi, âyet: 5, 6.
903
— «Temiz şarâb» Cennette
bir çeşmedir. Kim ondan içerse gönlünde hased ve kibirden birşey kalmaz.
Cennette bir şarâb daha vardır, adı Rahıyk’dır. Kızıl, hoş ve
temiz bir şaraptır. Sonu misktendir.
Cennette bir çeşit şarap da Tesnimdir. Buna Tesnim denmesinin
sebebi, kadehi içinde iken içseler, havadan gene dopdolu olur. Nasıl içseler
yine dopdolu olur. Bazıları:
— Tesnim şarabından Allaha yakın kimseler içerler. Katışıksız, saf
şaraptır. Geri kalan halk su ile karıştırıp içerler, derler.
Kevser suyuna gelince, Hakk Teâlâ şöyle buyurdu:
— «(Habîbim)
biz sana hakikaten Kevseri verdik.»
(407)
Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Kevser Cennette bir ırmaktır. Hakk Teâlâ hazretleri onu bana
vaadelti. Onda faydalar çoktur. Baldan tath ve kardan aktır. Yıldızlar saygınca
gümüşten bardakları vardır. Fâkir muhâcirleı önce ondan içerler. Kim içerse
ebedi susamaz.
Nakledilir ki. Cennette bir ırmak vardır. Adı «Efîh»- dir. Onda
Câriyeler vardır. Hakk Teâlâ onları za’ferandan yaratmıştır. İnciler ve
yakutlarla oynarlar. Hakk Teâlâ’- yı yetmiş çeşit ses ile teşbih ederler. Her
birinin sesi Davûd (aleyhisselâm) 'm dünyâdaki sesinden daha güzeldir. O
câriyeler birbirlerine-
— Sen kiminsin? diye sorarlar. O birisi:
— Ben yatsı namazını Cemaatla kılan kimseninim der.
(407) Kevser
Sûresi, âyet: 1.
904
Hakk Teâlâ:
— O namazı Cemaatla kılanı ve seni evimde otun turum, buyurur.
15. CENNET
EHLİNİN MERTEBELERİ VE YÜCE DERECELERİ ÎLE İLGİLİ BÖLÜM
Peygamberimiz:
— Aşere-i mübeşşere (sağlığında Cennetlik oldukları kendilerine
müjdelenmiş on kişi) Cennetliktir buyurmuştur.
Bunlar:
1. Ebû Bekir.
2. Ömer.
3. Osman.
4. Ali.
5. Talha.
6. Zübeyr.
7. Abdunahman bin Avf.
8. Sa’d, bin Ebî
Vakkâs.
9. Saîyd bin Zeyd.
10. Ebû L'beyde bin Cerrâh (radiyallâhu anh)’lardır.
Bunlat Cennetliktir. Hz. Fâtıma (radiyallâhu anh) Cennet hatunlarının
seyyidesi, hanımefendisidir. Hz. Haşan ve Hz. Hüseyin Cennet yiğitlerinin
efendileridir. Bunlar Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’ın komşularıdır.
Amma geri kalan mü’minlerin, değerlerine göre, mertebeleri vardır.
Rasûlüllah buyurdu:
— Cennet ehli yüzyirmi saftır. Seksen safı benim ümmetimdir. Kırk
safı geri kalan ümmetlerindir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
905
—«Onlar altır.dan tepsilerle ve testilerle tavâf (ve ziyâret)
edilecektir (408)
Müfessirler derler ki:
— Mü’minler Cennette sohbet ettikleri zaman altın tabaklar gelir.
Her tabağın içinde yetmiş türlü yiyecek bulunur. Mü minler o yiyeceklerden
yedikeri zaman havadan kuşlar gelirler ve:
— Ey Tanrının velileri! Cenneti gezdim, Selsebîl ve Kâfûr'dan
içtim. Cennet bahçelerinde beslendim, derler.
Mü’minler o sözü işitince o kuşları yemeye can atarlar.
Hakk Teâlâ o kuşlara:
— Sofra üzerine inin, ne türlü dilerlerse öyle pişin ve mü’minler
yesinler diye buyurur.
Ondan sonra Hakk Teâlâ o kuşlara hayat verir ve uçup giderler. Zira
Cennette ölüm yoktur.
Nakledildiğine göre peygamberimiz (aleyhisselâm) şöyle buyurmuştur:
— Cennet ehlinin, en aşağı derfecede olanına seksen bin hizmetkâr,
yetmiş bin Hûrî verirler. Ona inciden ve yakuttan binbir kubbe verirler. Bir de
taç verirler. O taçtan yeryüzüne bir inci düşse idi, şarkla garp arası nûr ile
dopdolu olurdu. Onu Mûsâ Peygamberden nakleder. Peygamberimiz (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
— Cennette mü’minler için birer tane inciden çadırlar vardır.
Yerden göğe yüksekliği vardır. Eni altmış mil kadardır. Altından dörtbin kapısı
vardır.
Yine Peygamberimiz buyurdu:
(408) Zuhruf Sûresi, âyet- 71.
906
— Cennette bir dağ vardır. Ona, Ccbel-i Rahmet (Rahmet dağı)
derler. O dağın üzerinde bir saray vardır. Ona, Kasr-ı İslâm (İslâm Sarayı)
derler. O sarayın için, de bir oda vardır. Ona, Beytül- Celâl (İlâhi azamet
evi) derler. O sarayın onbin kapısı vardır. Bir kapıdan bir kapıya beşyüz
yıllık yoldur. O kapı (Bismillâhirrâr. mânirrâhim) demeyince açılmaz.
Ebû Hüreyre (radiyallâhu anh) der ki:
— Cennet ehlinin en aşağıda olanına yedi derece verirler. Kendisi
altıncı derecededir.
O kimseye üçyüz hizmetkâr verirler ve üçyüz türlü yiyecek
getirirler. Her yemekte bir lezzet vardır. Üçyüz dolu kadeh getirirler. Her
birinin lezzeti bir türlüdür. O kimse bu devletlere bakar ve:
— Ey Rabbim! Bana izin ver, bütün Cennet halkına ziyâfet verip
çeşitli şaraplar içireyim diyerek ziyâfet verir, yemeklerinden hiç birşey
eksilmez.
Ebû Hüreyre (radiyallâhu anh) der ki:
— Cennet ehli Cennete girmeden Cehennemdeki yerini görür, ondan,
sonra Cennete girer. Tâ ki şükrü çok olsun.
Cehennem ehli de Cehenneme girmeden,
Cennetteki yerini görür. Ondan sonra Cehenneme girer. Tâ ki hâsreti çok olsun. >
Ebû Saîd El-Hudrî (radiyallâhu anh) Peygamberimizden şu Hadisi
nakietmiştir:
— Cennet ehli kendi üstlerinde sizin yıldızları gördüğünüz gibi
gurfe’ler, yani köşkler görürler.
Ashâb:
— Ey Allahın Rasûlü! O köşkler Peygamberlerin midir? diye sordular.
Peygamberimiz (aleyhisselâm) :
907
— Nefsin kudret elinde olan Tanrıya yemin ederim ki, o köşkler, her
imân eden ve Peygamberleri ger- çekleyenler içindir, buyurdu.
Bazıları:
— Onlar Muhammed ümmeti olduğu anlaşılmak' tadır. Zira onlar
Tanrıya iman ettiler ve peygamberlerin hepsini doğruladılar. Bu itibarla o
köşklere girenler Muhammed ümmeti olacaktır, demişlerdir.
Nakledildiğine göre, Mûsâ (aleyhisselâm) şöyle demiştir:
— Hakk Teâlâ hazretlerine: Ey Rabbim! Cennet ehlinin en aşağı
derecedekiniıi ne türlü mertebesi vardır? diye sordum.
Hakk Teâlâ hazretleri buyurdu:
— Cennet ehli Cennete girdikten sonra bir kişi gelip: Ey Rabbim!
Herkes yerlerine girip oturmuşlar, ben nerede oturayım? dedi.
Ben ona:
— Seni dünya hükümdarlarından bir hükümdar etmeme razı olur musun?
dedim.
O kul:
— Evet ya Rabbi! Razıyım, der.
Yine ben azimüşşân:
— Sana Cennette on dünya kadar yer vereyim, razı olur musun?
dedim.
’ O kul:
— Evet ya Rabbi: Razı olurum der.
Ben o kula bu dünyanın on misli yer veririm ve Cennete davet
ederim.
Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
— Ey Rabbim! Cennet ehlinin en üstünü hangi mertebede olur? diye
sordu.
Hak, taâla hazretleri:
908
— Ben onlara gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve
gönüllerden geçmeyen şeyler veririm, buyurdu.
Nakledildiğine göre Peygamberimiz (aleyhisselâm) :
— «Mesâkin-i Tayyibe
(güzel ve hoş evler) nedir? diye sordular.
Peygamberimiz (aleyhisselâm) :
— Cennette köşkler vardır. Her köşkte kızıl yakuttan avlular
vardır. Her avlunun içinde yeşil zeberced- den bir ev vardır. Her evin içinde
yetmiş taht vardır. Her tahtın üzerinde, her biri bir renkte, yetmiş döşek
vardır. Her döşeğin üzerinde bir Hûri oturur ki, şâhin gözlü bir Hûrîdir. Her
evde yetmiş sofra vardır. Her sofrada yetmiş türlü yiyecek vardır. Hakk Teâlâ
her kişiye öyle kuvvet verir ki, bir günde onların hepisine erişir, buyurdu.
Ashâb:
— Ey Allahın Rasûlü! Onlar yerler, içerler, hiç dışarı çıkarlar
mı? diye sordular.
Rasûlüllah:
— Cennette dışarı çıkma ihtiyacı duyulunca terlerler ve terleri de
misk kokusu gibidir, buyurdu.
Bagavî, tefsirinde der ki:
— Cennet ehli yemek yedikleri zaman, Hakk Teâlâ'ya hamd ederler.
Nitekim Hakk Teâlâ şöyle buyurur:
— «Dualarının sonu da
(Elhamdü lillâhî rabbilâlc- min = Hamd olsun âlemlerin Rabbi olan Allaha) sözüdür.»
(409)
(409) Yûnus Sûresi, âyet: 10.
9C9
Bazılarına göre, Cennet ehli altı yerde Allaha hamd ederler. îlki
mü’nıinlerin kâfirlerden seçilip ayrıldığı zamanda olanıdır
— «Bizi o zâlimler
gürûhundan selâmete erdiren Allaha hamd olsun.» (410)
İkinci sıratı geçtikleri zamandır:
— «(Şöyle) derler:
Bizden tasayı gideren Allaha hamd olsun. Hakikat, Rabbimiz çok yarhğayıcıdır.
çok inâm edicidir.» (411)
Üçüncü hamdi. Cennete girilecek vakit ma-i hayat (Hayat Suyun)’dan
yıkandıkları zaman ederler:
— «Hamd olsun Allaha ki,
derler, bizi hidâyetiyle buna kavuşturdu Eğer Allah bize hidâyet etmeseydi
kendiliğimizden bunun yolunu bulmuş olamazdık... (412)
Dördüncü hamdi, Cennete girdiklerinde meleklerin kendilerini
karşıladıkları zaman yaparlar:
— «Dediler kı: Bize
(Cennet) vaadinde sâdık olan, bizi, Cennetten neresini istersek konmak üzere bu
yere mirasçı yapan Allaha hamd olsun.» (13)
Beşinci hamd;, makamlarına varıpv. turdukları zaman yaparlar:
— «Ki lazl (ve inâyet)
inden bizi (ebedî) durulacak bir yurda kandurdu O.» (414)
Altıncı hamdi, yemekten kalkınca yaparlar:
— «Alemlerin Rabbi
Allaha hamd olsun.» (415)
(410) Mü'minûn Sûresi, âyet: 28.
(411) Fâtır Sûresi, âyet: 34.
(412) A’râf Sûresi, âyet: 43.
(413) Zûmer Sûresi, âyet: 74.
(414) Fâtır Sûresi, âyet: 35.
(415) Fâtiha Sûresi, âyet: 1,
910
Peygamberimiz buyurdu:
— Cennette bir saray vardır ki, ona Dârü’l-Ferah (Ferah yurdu)
derler. O, bir müslüman kardeşinin gönlüne, güzel sözlerle ferahlık veren
kimseler içindir. Allah Teâlâ buyurdu:
— «Nezdimizde daha
fazlası da var.» (416)
Kütû’l - Kulûbda Ebû Tâlib-i Mekkî şöyle der:
— Hakk Teâlâdan üç türlü hediyye gelir:
1. Gözlerin görmediği
güzel armağanlar Cennet ehline verilir.
2. Allah Teâlâ’dan
selâm gelir.
Nitekim Hakk Teâlâ buyurur:
«Ki bu da çok esirgeyici Rab (lerin) den bir selâmdır» (417)
3. Hakk Teâlâ-
«Ben sizden razı oldum» der. Bu söz, hediyye ve selâm’dan üstündür.
Nitekim Hakk Teâlâ buyurur:
— «Allahın bir rıdvâm
(rızası) ise hepsinden büyüktür...» (418)
Allah Teâlâ yine şöyle buyurur:
— «Haberiniz olsun ki
Allahın velî (kul) lan için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzûn da olacak değillerdir.»
(419)
Bazıları:
— Veliler, Allaha iman edip Allahı zikirle meşgût olanlardır,
derler.
Bazıları da:
(416) Kâf
Sûresi, âyet: 35.
(417) Yâ-Sin Sûresi, âyet: 58.
(418) Tevbe Sûresi, âyet: 72.
(419) Yûnus Sûres\ âyet- 62.
911
— Veliler, Allah için birbirini sevenlerdir, demişlerdir.
Mâlik Eş’ari (radiyallâhu anh) der ki:
— Bir gün peygamber (aleyhisselâm) .’ın yanında oturmakta idim.
Rasulûllâh şöyle buyurdu: Hakk Teâlâ’nın öyle kulları vardır ki, Peygamberler
onlara imrenirler.
Ashab:
— Ey Aîıahın Rasûlü! Onlar kimlerdir? diye sordular.
Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Türlü türlü şehirlerden gelmiş; hiç dünya için bir menfaatları
olmadığı halde, sırf Allah rızası için sevişenlerdir. Allah yarın kıyâmet
gününde onların yüzlerini nurlu kılar ve onlara inciden minberler verir. Diğer
halk korku içinde iken onlar o minberler üzerinde otururlar. Hiç korku ve
kaygılan olmaz. Dünyada, Allahın kitabı ile, velîler olduklarına dair müjde
verilir. Defterlerinde de: «Bunlar Cennetliktir» diye yazılıdır.
Kûtû'l - Kulûb'da şöyle nakledilmiştir:
— Rasûlûllah buyurdu: Allah için sevışenler, yarın Cennette kızıl
yakutdan bir direğin üzerindeki bir sarayda olurlar. O direğin üzerinde
vetmişbin köşk vardır. Cennet ehlinin üzerinde şereleler gibi dururlar. O
saraylarda olanların nuru ile Cennet ehli aydınlanır. Yeşil atlastan ve ipekli
kumaşlardan elbiseler giverler. Her birisinin alnında.
— Bunlar Allah için sevişenlerdir, diye yazılmıştır.
Enes (radiyallâhu anh) Peygamberimizden şu Hadisi nakleder:
— Cennette bir çarşı vardır. Cennet ehli o çarşıda toplanırlar.
Arşdan güzel bir yel eser, onların yüzüne dokunur. Onların güzelliklerini
artırır. Onlar evlerine gelirler. Aileleri bunları görüp:
912
— Vallahi güzelliğiniz eskisinden daha da artmış derier.
Bunlar da:
— Vallahi sizin de güzelliğiniz ve hoşluğunuz artmış, derler.
Hadısciler o sokağa (çarşıya):
— Bilgi Sokağı, Allah bilgisi ile aydınlanma sokağı derler.
Cennette güneş, ay, gece ve gündüz voktur. Cennette Arşın nûru
vardır. Aya ihtiyaç yoktur.
Müfessirler:
— Cennet ehli gündüzü, perdelerin kalkması ve Aışın nûrunun
görünmesi ile bilirler. Hakk Teâlâ’nm tecellisi ile artık nura ihtiyaç kalmaz
Geceyi de perdelerin inmesi ile bilirler, demişlerdir.
Hz. Ali (radiyallâhu anh) der ki:
— Cennette bir çarşı vardır, amma alış veriş yoktur. Yalnız güzel
yüzler ve biçimler vardır. Bir kimse çok güzel bir yüz ve şekil görüp ona
büriinmeyi dilese hemen olur.
Mesâbîh şerhinde şöyle denilmiştir:
— O şekle girmekten maksat şudur: Bir kimse orada güzel bir yüz ve
endâm görse ve övle olmayı dilese, Hak taâîanm kudret elile o kimsevi o şekle
sokarlar. Süsü ve güzelliği artar. Bu. bir kılıktan başka bir kılığa girmesi,
aslının değişmesi demek değildir. Zira bu tenâsûhdür, varlığın değişikliğe
uğramasıdır. Din ve akıl tenâsühe cevâz vermez. Cennet ehlinin her- gün
güzelliği ve hoşluğu artar. Amma dünyâ kadınlarının ikişer güzelliği vardır.
Biri asıl kendi güzelliği, diğeri de Allahın Cennette verdiği güzelliktir.
Hûrîler
yB dünyâ kadınlarının güzelliği yanında, ayın yanında yıldızlar
gibi kalırlar.
Peygamberimiz (aleyhisselâm) şöyle buyurdu:
— Cennette bir mümin, çocuk dilediği zaman, he. men eşi bir saat
içinde gebe kalır ve erkek - dişi nasıl çocuk isterse anında eyle doğurur.
İshâk bin İbrâhim şöyle der:
— Müminler, bir saatte, çocuk dileseler hemen olur, amma
istemezler.
Peygamberimiz (aleyhisselâm) :
Cennet içinocki bir kamçı kadar yer, dünyadan ve dünyada olanlardan
yeğdir, buyurmuştur.
Terhîb ve Tergîbde, "Ebû Hüreyre (radiyallâhu anh)’ın, su hadisi
rivâyet ettiği nakledilmiştir:
— Bir kimse Cennete girer ve görür kı, dünyada kölesi olan
kimseler, kendinden yukarı mertebededir O kimse:
— Ey Rabbim! Bu kimse dünyada benim kölem idi. Cennette benden
yukarı mertebesi vardır, der.
Hakk Teâlâ:
— Ben sana ameline göre mertebe verdim. Onun ameli senin ameline
benzemez. Zira o senden yeğ amel işledi ve senden yeğ oldu, buyurur.
16. ŞEHİDLERLE İLGİLİ BÖLÜM
Peygamberimiz (aleyhisselâm) buyurdu:
— Cennette yüz derece vardır. Hakk Teâlâ onları gazilere
va’detmiştir. Bir dereceden bir dereceye yüz yıllık yoldur. Eğer Hakk Teâlâ’dan
dilerseniz Firdevs Cennetini dileyin. Zira o Cenetin ortasındadır ve en yücesidir.
Üstü Allahın Arşıdır. Cennetin ırmakları ondan çıkar.
914
Allah laâla buyurdu:
— «Şüphesiz ki Allah, hak yolunda (muharebe ederek düşmanlan)
öldürmekte, öldürülmekte olan müminlerin canlarını ve mallarını —kendilerine
Cennet (vermek) mukabilinde— satın almıştır.» (420)
Şimdi müşteıinin iyisi Allah Teâlâdır. Delâlet edicinin iyisi Allah
Teâlâya götürendir. O da Muhammed Mustafâkhr.
Bahanın iyisi Cennet ve satılanın iyisi de nefisdir
Nakledildiğine göre kıyamet gününde bir kavim kılıçları ellerinde
kabirlerinden kalkarlar. Arşın Sağına varırlar. Yaralarından kan akar. Misk
gibi kokusu olur. Ondan sonra Cennete giderler.
Melekler:
— Hani hesap, hani mizân? derler.
Şchidler bu sözü işitince kılıçlarım yere vurup:
— Biz, halka zulüm eden zâlim hükümdar değil idik, malının hesabını
verecek zengin de değildik. Bizim dünyada işte bu kılıçtan başka bir şeyimiz
yoktu. Her zaman gaza yolunda Allah için cenk ederdik. Kâfirleri öldürürdük.
Kâfirler de bizi şehid ettiler, derler.
Allah tarafından bir nida gelin
— Kullarım doğru söylüyorlar, ey Rıdvân! Bırak onları Cennete
girsinler! buyurulur.
Onlaı da hesapsız Cennete girerler Ondan sonra nurdan kûı siler
üzerine otururlar. Her birinin yetmiş köşkü oluı. Her köşkün içinde yetmiş
çadır vardır Her çadırın içinde yetmiş taht bulunur Her tahtın üzerinde bir
Hûri oturur. İri gözlü Hûridir o. Her Hûrî'nin
(420) Tevbe Sûresi, âyet: 111.
915
yetmiş câriyesi vardır. O şehidler sonsuzluk I unca onlarla
kaynaşır dururlar.
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdu:
— Hakk Teâlânın huzurunda şehidler, vebâ hasta lından ölenlerle
çekişirler ve.
— Biz gazâ yolunda öldük, bu kardeşlerimiz döşeklerinde öldüler
derler.
Hakk Teâlâ.
— Bunların yaralarına bakın! Eğer kokusu şehid- lerinkine benzerse
onlar da şehiddirler, buyurul.
Onların yaralarına bakarlar, şehidlcrm yarası gibi kokusu vardır.
Onları da şehidlerden sayarlar.
17. CENNET EHLİNİN NİMETLERİ İLE
İLGİLİ BÖLÜM
Artık Hadisler tamam oldu. Şimdiden sonra, Hakk Teâlâ, Cennet ve
Cennet ehli hakkında ne zikretti ise, onları beyan etmek isteriz inşallah.
Allan taâla buvurdu ki:
—«(Habibim) iman eden, bir de güzel güzel amel (ve hareket) lerdç
bulunan kimselere muştula ki, altından ırmaklar akan Cennetler hep onların
kendilerine ne zaman onlardan bir meyve, rızık olarak yedirilse, her defasında:
ha, bu, evvelce de (dünyada) nz.kiandı- ğımız (yediğimizi şeydi diyecekle! ve o
rızık (renkde, şekilde) birbirinin benzeri (fakat tadd.a, keyfiyetde) başka
başka ve çok yüksek (ve müstesna kıymetlerde) olmak üzere kendilerine
sunulacak. Orada çok temiz zevceler de onların. Hem orada onlar dâim de kalıcıdırlar.»
(421)
(421/ Bakara Sûresi, âyet: 25.
916
Yani, Hakk Teâlâ'nın Cennet dediği, bütün sevâb evinin ismidir. Çok
Cennetleri içine alır. Zira derecelerine göredir ve kazandıkları haklara göre
verilir. Yemişleri Birbirine benzer sözünün mânâsı şudur: Bir yemek veya bir
yemiş yedikleri zaman:
— Bu yiyecekler, bundan önce de bize verilmişti, derler. Zira onun
rengi evvelkine benzer, fakat tadı ve lezzeti benzemez.
Bazıları bu hususta şöyle demişlerdir:
— Bize bundan önce verildi demek, dünyâda bunun benzeri verildi
demektir. Zira Cennet nimetlerinin bazısı, tat bakımından değilde, şekil
bakımından dünya nimetlerine benzer.
Keşşaf sâhibi şöyle der:
— Dünyâ taâmı ve şarabı Cennettekiler yanında isimle müsemmâ
(anlatılmak istenen şey) gibidir. Yani şeker demekle onu yemek arasındaki fark
ne kadarsa ona kıyas ederler demektir.
Bazılarının beyanlarına göre Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve
sellem şöyle buyurmuştur:
— Munaınmedin nefsi kudret elinde olan Allaha vemin ederim ki, bir
kimse Cennet nimetlerinden yese ve ağaçlarından bir yemiş koparsa, derhal o
yemişin yerine bir daha biter, aslâ yemişler ağaçlardan eksilmez ve her zaman
bulunur.
Allah Teâlâ buyurdu:
— «Orada çok temiz zevceler de onların» (422)
Yani Cennet'e ahlâkda ve yaratılışda temiz hatunlar vardır.
(422) Bakara S'iresi, âyet: 25.
917
Yaratılışta temiz olmaları şudur:
1. Hayız, aybaşları
yoktur.
2. Küçük abdeslleri
olmaz.
3. Büyük abdestleri de
olmaz.
4. Tükürmezler.
5. Sümkürmezler.
b. Oğlan doğurmazlar.
7. Meni (döl) suyu çıkmaz.
Ahlâkta temiz olmaları da, kimsenin erkeğine ha- sed ve tama’
etmezler. «Falan benim erkeğim olaydı» demezler.
Hz. Hasen (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Tertemiz olduklar, dünya kadınlarının dünyada iken bazı durumları
vardı. Hakk Teâlâ onlardan o durumu giderdi. Kız oğlan kız kıldı. Böylece
temizledi, demektir.
Tefsir-i Kebirde şöyle denir:
— Lezzetlerin toplamı üçtür:
1. Meskendir.
2. bünyâ
yiyecekleridir.
3. Nikâhdır.
Nitekim Hakk Teâlâ hazretleri, meskenleri şöyle vasfeder:
— «Altından ırmaklar
akan Cennetler...»
Yiyecekleri şu ayeti ile beyan etmiştir:
— «Kendilerine ne zaman
onlardan bir meyve, rı- zık olarak yedirilirse...»
Nikâhı da şu ayet ile açıklanmıştır:
— «Orada çok temiz
zevceler de onların...»
Bu üç şey vcı ilince, bu nimetler yok olur, diye onlara korku
gelir ve bu korku ile muztarib olurlar. Hakk Teâlâ onların bu korkusunu
gidermek için:
918
— «Hem orada, onlar dâim
de kalıcıdırlar...» buyurur.
Böyle ayet, tam istifâde ve sevince delâl ;t eder ki, ~ n^tte ebedî
kalacaklardır. Ölüm ve oradan çıkmak y-jJ-pır. Orada ebedîdirler.
Mu’tezile:
— (Hâlidûn) daki Huld,
kalmanın gereğini ve sonu olmayan dâimi bekâyı ifâde eder, der.
Bizim Ashâbımız (Ehl-i Sünnet) de:
— Huld, devamlı kalmayı ifâde eder demiştir. Nitekim Hakk Teâlâ
buyurur:
— «Hem orada onlar dâim
de kalıcıdırlar»
Eğer Huld’ün mânâsında ebedî olmak olsa idi, Allah ebedî olmayı
tekrar etmezdi. Akıl devamını gösterir. Zira devamlı olrhayacak olsalardı
Cennetten ayrıl- maları gerekirdi. Böyle olunca da Cennettekiler her zaman
korku ve üzüntü içinde olurlardı.
Halbuki Hakk Teâlâ şöyle buyuruyor:
— «Onlara korku yoktur;
Onlar mahzûn da olacak değillerdir.» (423)
Nakledildiğine göre Saîyd bin Cübeyr şöyle der:
— Cennet ehli, altın, gümüş ve inci ile yakuttan üç bilezik
takarlar. Atlasdan ve ipek işlemeli kumaştan yeşil elbiseler giyerler.
Cennet ehli yerler, içerler. Daima rahat içindedirler. Altın,
cevher ve inciden kadehlerle şarâb içerler. Gümüş tenli ve ipek elbiseli
oğlanlar etraflarında dönerler ve şarap dağıtırlar. Son derece şeref bulup sohbet
ederler.
(423/ Ahkâf
Sûresi, âyet: 13.
919
Hakk Teâlâ buyurdu:
— «İman edib de züniyetleri de imân ile kendilerine tabi' olanlar
(yok mu?) biz onların nesillerini de kendilerine katdık...» (424)
Yani, iman edenlerle imanda kendilerine tabi olan çocukları da
Cennettedirler. Gerek o çocuklar büyük ölsün, gerekse ufak ölsünler babaları
ile Cennette be- râber olurlar.
Buradaki sır şudur: Bâliğ olmuş çocuklar, kendi imanları ile
Cennete girerler. Fakat küçük çocuklar babalarına tâbidir. Babaları hürmetine
Cennete girerler. Eğer sevabları yoksa, babalarının sevabından kesip onlara
vermezler. Belki Hakk Teâlâ kendi kereminden ve fazlından onlara verip Cennete
koyar.
Hz. Ali (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Müminlerin çocukları babaları ile Cennettedir. Kâfirlerin
çocukları da kâfirlerle Cehennemdedir.
Şimdi bu sözde biraz kapalılık vardır. Zira Peygamberimiz (aleyhisselâm)
;
— Kâfirlerin çocukları Cennet halkının hizmetkârlarıdır,
buyurmuştur.
öyle olunca doğru yön nedir?
Bu iki söz arasında verilecek cevab şudur:
— Kâfir çocukları bâliğ olmadan ölürlerse kâfir değillerdir. Eğer
bâliğ (ergin) olduktan sonra ölürlerse kâfirdirler. Zira küfrü ve imanı
bilirler. Babalan ile beraber Cehenneme girerler. Eğer bâliğ olmadan ölürlerse,
küfrü ve imanı bilmezler, öyle ise kâfir değillerdir ve Cennette müminlerin
hizmetkârlarıdır. îki sözün arasını bu şekilde bulmak uygundur.
(424) Tûr Sûresi, âyet: 21
920
Allah Teâlâ buyurdu:
— «Rabbinin huzurunda
durmaktan korkan kimseler için iki Cennet vardır.» (425)
Mukâtil (radiyallâhu anh) der ki:
— İki Cennet demekten kasıt, biri Adn Cenneti, biri de Naiym
Cennetidir.
Muhammed bin Ali Et-Tirmîzî:
— İki Cennet demek, biri Haktan korktuğu Cennettir, biri de
şehvetini terk ettiği Cennettir, der.
Allah Teâlâ buyurdu:
— «(Bu Cennetler) çeşit
çeşit ağaçlarla doludur»
(426)
Cennette ağaçlar vardır. Dalları uzun ve doğrudur. Devamlı
yemişleri bulunur. O ağaçların gölgesi Cennetin saraylarını kaplamıştır.
Allah Teâlâ buyurdu:
— «Bu iki (Cennet) de
akar iki kaynak vardır»
(427)
İbni Abbâs (radiyallâhu anh):
— İki çeşme vardır buyurulması şudur: Biri kerâ- metdir, biri de
Cennet halkını ziyarettir, der.
Hasen (radiyallâhu anh) da:
— tki kaynak su
demektir ki, biri tesnîmi diğeri de selsebîldir, der,
İbni Atıyye (radiyallâhu anh):
— İki kaynaktan maksat: Biri tatlı ve saf su, d iğe.
(425) Rahmân Sûresi, âyet: 46.
(426) Rahman Sûresi, âyet: 48.
(427) Rahmân Sûresi, âyet: 50,
921
ri de şarabdır demiştir. «Bembeyaz. İçenlere bir lezzet» (428)
— «Bu iki (Cennet) de
her meyveden çifte çifte (nevi)’ler vardır» (429)
Yani Cennetin yemişleri iki türlüdür: Biri yaş, biri kuru
demektir.
Allah Teâlâ buyurdu:
— «Bunlara onlardan
evvel ne bir insan, ne bir cin dokunmamışdır.» (430)
Yani Hûrilerle ne insan, ne cin kimse birleşip yatmadı demektir.
Mukâtil:
— Onlar, Cennetin Hurileridir, der.
Bazıları da:
— Onlar dünyâ kadınlarıdır. Dünyâdan gideli onlarla kimse yatmadı
demektir, demişlerdir.
Allah Teâlâ buyurdu:
— «Sanki onlar (birer)
yakutdur, mercandır» (431) Katâde (radiyallâhu anh):
— Ak mercan içinde kızıl yakut nasıl safa verirse, onların da
letâfet ve safası mercana benzer, demiştir.
Allah Teâlâ buyurdu:
— «(O) iki (Cennet) den
başka iki Cennet daha vardır.» (432)
Ebû Mûsâ El- Eşarî (radiyallâhu anh):
f42Sj Saffât
Sûresi, âyet: 46.
(429/ Rahman Sûresi, âyet: 52.
(430/ Rahmân Sûresi, âyet- 74.
'431 > Rahmân Sûresi, âyet: 58.
'432) Rahmân Sûresi, âyet: 62.
— O iki Cennetin biri altındandır ve eskileı içindir. Diğeri de
gümüştendir, o da onlara uyanlar içindir, demiştir.
Allah Teâlâ buyurdu:
— «İçlerinde her nevi
meyveler, hurma ve nar vardır.» (433)
İbni Abbâs (radiyallâhu anh) şöyle der:
— Cennet ağacının dallan yeşil zümrüdden, yaprakları kızıl
altından ve yemişleri sütten ak ve baldan tatlıdır.
Allah Teâlâ buyurdu:
— «Çadırlar içinde
ehl-i perde hûrîler vardır.»
(434)
Yani çadırların içinde gizlidir, ipek ile. bezenmiştir.
Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:
— Eğer Cennet kadınlarından birini yere indirse- lerdi, yerle gök
arası nurla dopdolu olurdu.
Allah Teâlâ buyurdu:
— «Orada herhangi bir
yere baktığın zaman (büyük) bir nimet, bol bir (ihtişam ve) saltanat
görürsün.»
(435)
Yani Cennet halkının vasfı anlatılmaz. En aşağısı bin yıllık yola
bakar, yükseğini ve alçağını görür, demektir.
Hakk Teâlâ buyurdu:
— «Orada dâima akan bir
(nice) pınar, orada yüksek tahtlar... vardır.» (436)
'433) Rahmân Sûresi, âyet: 68.
(434) Rahmân Sûresi, âyet: 72.
(435) İnşân Sûresi, âyet: 20.
(436) Gâşiye Sûresi, âyet' 12,
13.
923
İbni Abbâs der ki:
— Cennette tahtlar vardır. Altın, zeberced, inci ve yakutla
bezenmiştir. Gayet yücedir. Cennet halkı ona binmek istedikleri zaman alçalır,
bindikleri zaman da yükselir. Develer gibidir. Binerken alçak olur, yürüttüklerinde
yükselir.» yüksek tahtlar gibi.
— «(Önlerine) konmuş
kablar... vardır.» (437;
Yani, Cennet halkının yanında ibrikler vardır. Şişe gibidir, kulpu
yoktur.
— «Sıra sıra dizilmiş
yastıklar... vardır» (438)
Yani, dizilmiş yastıklar vardır. Onların üzerine otururlar ve
onlara yaslanırlar.
— «Yayılıp serilmiş
saçaklı halılar vardır» (439) Yumuşak döşekler vardır, döşenmişlerdir.
Şimdi ey âlimler ve alimleri seven ve onlara yoldaş olan azizler!
Bilmek gerektir ki, Bu mertebeleri Hakk Teâlâ vasfedip şöyle buyurur:
— «İşte misaller! Biz
onları insanlar için irâd buyuruyoruz. Alim olanlardan başkası onları
anlamaz.» (440)
Yani kaziyyeleri (misalleri) Allahın âlim kullarından başkası
bilmez. Kur’andan anlaşılan şudur ki, Cennet âlimler içindir. Nitekim Hakk
Teâlâ buyurur:
— «Allahdan, kulları
içinde, ancak âlimler korkar. O, çok yarlığayıcıdır, çok in’âm edicidir.» (441)
İmam Fahr-i Râzî, Tefsîr-i Kebîrinde der ki:
(437) Gâşiye Sûresi, âyet: 14.
(438) Gâşiye Sûresi, âyet: 15.
(439) Gâşiye Sûresi, âyet: 16.
(440) Ankebût Sûresi, âyet:
43.
(441) Fâtır Sûresi, âyet- 28.
924
— Akıl ve nakille sâbit olan şudur ki, Allahdan ancak âlimler
korkar. Ayetin zâhir mânâsı şunu gösterir ki, Cennete âlimlerden başka kimse
girmez. Zira ayetteki (Innemâ =■ Ancak) hasr içindir. Alimlerden başka
Allahdan kimsenin korkmadığını gösterir, Allah, «Cennet Allahdan korkanlar
içindir» diye buyurmuştur. Şöyle ki:
— «İşte bu (saadet), Rabbi (nin ıkâbın) dan korkan (1ar) a
mahsusdur.» (442)
Yani Cennet ve Allah rızası Allahdan korkanlara mahsustur. Şimdi bu
sözden çok korkmak gerektir. Fakat, nedelim ki, cahillerin aklı ve ilmi yoktur
ki, gönüllerine korku düşsün. Bunun için, korkmamaktan çok korkmak gerektir.
Allah doğru yolu gösterenlerin dostudur.
Arifler, korku beş kısımdır, demişlerdir:
1. Rehbetdir. Rehbet,
tasdikten doğar. Yani nefis, Allahın haber verdiği cezâsından ve kahrından
korkar.
2. Haşyetdir.'Haşyet,
ilimden ileri gelir. Ona aklın korkusu derler. Şek ve şüphelerden korkar.
3. Veceldir. Vecel,
bilgiden ileri gelir. Ona kalp ve yürek korkusu derler. Kötü amelden korkmaktır.
4. Hazer’dir. Hazer,
kati inanışdan doğar. Ruh korkusu derler. Başkalarını düşünmekten korkar.
(442) Bey yine Sûresi, âyet: 8.
925
5. Heybettir. Heybet, görmekten ileri
gelir. Ona sır korkusu derler. Allahın birliği ve Samadiyet azâmetinden korkar.
Ey Allahım. Bizi âlimler zümresi içinde haşreyle!
18. CENNET HALKININ MERTEBELERİ
İLGİLİ BÖLÜM
Eğer Allah Teâlânın Cennet halkına buyurduklarını bildinse,
şimdiden sonra dinle ki, Cennettekilerin mertebelerini beyan edeceğim inşallah.
Allah Teâlâ buyurdu:
— «Sağcılar (a gelince:) O sağcılar ne (mutlu) dur- lar!
Solcular (a gelince:) O solcular ne (bedbaht) dır- lar!
Hayır yarışlarında tâ öne geçip kazananlar (a gelince:) onlar
(orada da) öncüdürler.
işte onlar (Allaha) en çok yaklaşdırılmış olanlardır. Naiym
Cennetlerinde (dirler). Bir çoğu evvelki (ümmet) lerden, biraz (ı) da
sonrakilerdendir. (Onlar) cevherlerle örülmüş tahtlar üzeridedirler, üstlerinde
karşı karşıya yaslanarak. Ebedî (taze) liğe mazhar edilmiş evlâdlar (hizmet
için) etraflarında dolanırlar. Maîn (kaynağın) dan (dolu) büyük kablarla,
ibriklerle ve kadehlerle. Beğenecekleriden (türlü) meyve (1er), isteyeceklerden
kuş et (1er) i ile (etraflarında dolanırlar). (O- rada) şâhin gözlü Hûrîler de
(vardır), saklı inci timsalleri gibi.» (443)
<443) Vakıa Sûresi, âyet: 8, 23.
926
Sağcılar, Ademin zürriyetinden, sulbünden çıkan ve onun sağında
biraz duranlardır.
Dahhâk der ki:
— Sağcılar, defterleri sağından verilenlerdir.
Hasen de:
— Sağcılar, ömürlerini Allaha itaat yolunda harcaman ve iyiliğe
uyanlardır, der.
Solcular Kâfirlerdir.
Hasen:
— Solcular, ömürlerini kötü yolda harcayanlardır, demiştir.
Hak ta^la'nın Hayır yarışında öne geçip yarışan* lardan
bahsetmiştir.
Onlar, hayırla) ı çok yapanlar ve fazla işleyenlerdir. Dünyada
yakın kullardan oldukları gibi Cennette de Allaha yakındır.
«Bir çoğu evvelkilerden» Bu bir taifedir ki Adem tA.S.J’dan bizim
peygamberimize kadar gelmiştir.
Birazı da -- demesi, Muhammed ümmetidir.
Ebedi tazeliğe mazhar evlâdlar, ölmezler ve meclislerde kadehlerle
şarab dağıtırlar. O kadehler şişe gi- b.dir, İbrikler emzikii bardaklar
gibidir.
İçilen şarablar insanın aklını gidermez ve başı ağrıtmaz.
Diledikleri zaman Cennet halkı kuş eti yiyebilir
Dilediğinde kuş gelir, eline konar. Tüyleri gider. İstenilen
şekilde pişer ve yenir. Ondan sonra da tekrar uçup giderler.
Cennette beyaz inciye benzeyen Hûrîler de vardır ki, onlar sedef
içindeki incilere benzerler.
Allah laâla buyurdu;
927
— «Eğer sağcılardan ise, artık sağcılardan selâm sana.» (444)
Yani Sağcı olanlardan sana selâm olsun. Ey Muhammedi Hiç onlar
için kaygılanma! Onlar azabdan emindirler.
Mukâtil der ki:
— Sağcılardan sana selâm olsun demek, Alah taâla onların
günahlarını affedip iyiliklerini kabûl etti, demektir.
KİTABİN SONU
Ey İlâhî sırları arayan kimse!
İşte bu büyük kitabı ve güzel hitabı toplayan ya- zıcıoğiu Ahmed
Bîcan’dır. Bu kitabı topladığı için Hakk Teâlâ ona rahmet etsin. O, bütün
bilgileri bunda bir araya getirdi. Şunun üzerine ki, o âriflerin gayesi ve
erenlerin nihâyetidir.
Allaha harwJ olsun ki, bu kitap, Muhammen Mustafâ (salla’llâhü
aleyhi ve sellem)’in yüce devlet ve saadetinde tamam oldu, ve ben zayîf'ı
mahrûm etmeyip bu kitabı duâ’ya vesile kıldı. Allah Teâlâ'ya şükürler olsun
ki, bu zayıf kula tamamlamayı nasip etti.
Şimdi ey Allahım! O'nu âlemlere rahmet kıldın- Onun kemâli hakkı
için beni şefâatından mahrûm etme, beni onun ayağının tozuna bağışla. Benim
ebeveynimi ve çocuklarımı onun yanında yakın olanlardan et.
Kitabın telif (yazılma) sebebi şudur
Benim Muhammed adlı bir kardeşim var idi ki, âlim, ârif kâmil,
fâzıl bir kimse, Tanrının has kuiu, eıcnlcrin ileri geleni, cihânın kutbu Hacı
Bayram Ve-
'444J Vâkıa Sûresi, âyet: 90, 91.
930 zi, bütün Muhammed ümmeti ile Cennete koy. Ey Alemlerin Rabbi!
Bize İlâhi cemâlini göster. Âmîn.
Gerçi dünya’da kemâle ermiş kişiler, ilmi ile amel eden vârisler,
birtakım destanlar tertip edip Gülistanlar yazdılar. Ancak;
Onların kimi hikâyeler, kimi de sevgililerin başından geçen
maceralar idi.
Amma ben zayıf ve derviş Ahmed Bicân; âlemdeki bütün bilgileri,
Meşâyihin sırlarım ve âriflerin nurlarını, âlemin evvelinden sonuna kadar,
kelime — kelime, üç türlü ibâre ile beyan ettim:
1. Şeriat (Dinî
deliller.)
2. Hakikat. (İlâhî
sırlara erme).
3. Temsil (misaller ve
benzetmeler).
Böylece âşıkların ruhları bu kitabla şeref bulurlar.
Şimdi ey İlâhi sırları arayan kimse! Şöyle bilmek gerektir ki,
Tevrâtta, Zebûrda, İncilde, Kur'anda ve ne kadar İlâhi hitâb (söz) varsa; diğer
peygamberlerin sa- hifelerinde ne kadar Allah kelâmı mevcutsa, ilâhı âlemlere,
mahşer günü olan Arasâta, döneceğimiz yer olan Ahirete ve ebedî olan Cennetlere
varıncaya kadar, hepsi bu kitapta toplandı.
Aman bu kitabın kıymetini bil ve sözünü tut ki inşallah, kemâl
derecelerine erişesin.
Kitabın yazılmasını ve hayırla sona erynesini na sip eden Alemlerin
Rabbi Allaha hamd olsun. Ey Rab- bim! Sonsuz rahmetin Muhammed (aleyhisselâm) ’m,
onun muhterem ailesinin ve bütün Ashâbının üzerine olsun.
Dilekleri yerine getiren Ulu Tanrıya yakarış:
— İlâhi! İlâhî! Sana âsî olmuşken nasıl ferah olayım?
931
Gerisini, (güzel sonu) bilmişken nasıl ferah olmayayım?
Hata edici kul olduğum için senden nasıl bir şey isteyeyim?
Nasıl bir şey istemeyim ki sen kerim (cömert) padişahsın?
Kur'an-ı Kerim, Sırât-ı Müştekim ve Habîb-i Ekrem hakkı için
yüzümü toprağa koyup senden son ömrümü imân ile sona erdirmeni isterim.
Senden, bu kitabımı dünyada yüce edip Ahirette şefâatçı kılmanı dilerim. Onu
Cennette gene bana ver. Tâ ki dünyam ve Ahîretim bu kitapla şerefe ersin. Hem
de beni kudsî huzurunda utandırma. Bana gayb âlemini aç, göster. Âmin.
Ey âlemlerin Rabbi! Ey merhametlilerin en merhametlisi! Senin
ronsuz. rahmetine sığınırım.
• ■
İlim ve irfan kaynağı, zühd ve takva ocağı, sonsuz mağfirete
rnazhar olmuş Yazıcızâde Ahmed Bîcan hazretlerinin; İlâhi bilgilerin kaynağı
ve nihayetsiz sırların mahzeni «Envâru’l — Aşıkîn» adlı eserinin tab’ı:
Sayısız ve hesapsız hamd-ü-Senâ ve şükre lâyık olan Allahın yardım
ve hidâyeti;
Nizamin ve dinin koruyucusu, kudret ve saltanat sahibi Sultan oğlu
Sultan (Sultan Abdülmecid Hân)’ın uğurlu asrı ve bereketli zamanlarında, lütuf
ve rahmetini esirgemeyen Muhamnıed Recâi’nin bilgi ve kontrolü altında;
(H. 12c»7) Senesinin Ramazan ayı ortalarında, Mat- baahâiT y-i
Amiredc (Devlet matbaasında) sona erdi.
İÇİNDEKİLER
i GİRİŞ TAKDİM 1 — 9
Kitabı Sunarken
Ahmed Bican'ın Hayatı ve Eseıleri Kitabın Tanıtılması
1. Kitabın
muhteviyatı ve ilmi yönü Kitabın dili ve değeri 9—11
13 — 15
15— 17
17 — 22
23
11 Müellifin Girişi tHamd ve Seni) 25 — 29
1 Kitabın
yazılma sebebi ve bölümleri 3) — 37
111. BİRİNCİ BÖLÜM 99
t. Mencûdâtın
(Varlıkların) tertip ve nizamı
2. Mevcudatın
Tertibi ile ilgili bölüm
3. Yeryüzü,
isimleri ve yaratılanlar hakkında söylenenler
4. Gökler
ve içindekiler hakkında söylenenler
5. Yüce
Allahın bildirdiği kelimelerin beyanı 3» — 44 44—57 59 — 61 61 — 71 71—74
İV. İKİNCİ BÖLÜM
1 Allah taAla nın Peygamberlere sözleri
2. Adem
(A.S.l'r. Ruh üfürme durumu
3. Adem
(AS.)'ir. Tövbesi
4. Allahın
insanlardan söz almasının beyanı
5. Adem
ile Havva'nın vefatları
6 Şit (A.S.l'ın peygamberliği
7. idris
(A.S.l'ın Peygamberliği
8. Nûh
(A.S.l'ın Peygamberliği
9 Hûd (aleyhisselâm)
ııı Peygamberliği
10 Salih
(A.S.l'ın Peygamberliği
11. İbrahim
(A.S.l'ın Peygamberliği
12. Kâbenin
yapılması ile ilgili bölüm
13. İbrahim
(AS l'ın .Vefatı
14. İsmail (AS.) in Peygamberliği 79 75 — 78 78 —
97 97—100 10«)—113 114—11«
116— 117
117— 121 121—127
128— 129
129— 132
132—142 142—153 150—152 152—158
933
159— 160
160— 179 179—191 181—191 191—194 194—196 196—208
208—214 215—227 227—241 241—243 243—244 245—255 255—263 2f3—273 274 —282
282—286 286—28« 288—290 290—292 292—300 300—302 302—112 312—316 316—319 329—335
335—337 337—340 341—346 346—349 349—363 364—365 366—373 373—380 380-400
400—406
407—412 413—418
15. ishâk (A S 1 m Peygamberliği
1«. Yakûb (ASJ'ın Peygamberliği
17. Yakûb ve Yûsuf (A SJ’ın Vefatları
18 Eyyûb
(A.SJ ın Peygamberliği
19 Şuayb
(A.SJ’ın Peygamberliği
20. Mişâ
Oğlu MusA (A.S.l'ın Peygamberliği
21. Musa
ve Hârün (A.SJ ın Peygamberlikleri
22. TevrAtın
inişi ve Allahı görme dileği ile ilgili bahis
23. Bolüm
(MusA A.S. a Allahın Vayhi ile ilgili)
24. Tevrât'da
yazılı sözlerle ilgili bölüm
25. Yüşâ
Bin Nün (A.S.l'ın Peygamberliği
26. Nûri
Oğlu H zkıyal (A.SJ'ın Peygamberliği
27
Allahın kullarına öğütleri
28. Ilyâs
(AS)'ın Peygamberliği
29. Dâvûd
(A.SJ ın Peygamberliği
30. Dâvûd
(A.SJ'ın MünAcAtı
31. Allahın
Dâvûd (A.SJ’a Vahiyleri
32. Dâvûd
(A.SJ ı Allahın Teşviki
33. Bölüm
(Dâvûd A.SJ ile ilgili)
34. Dâvûd
(A.SJ ın Vefatı
35. Süleyman
(A.SJ'ın Peygamberliği
36. Beyt
i Mukaddesin yapılması
37. Belkıs
Kıssası
38. Lukmân
(A.SJ Bahsi
39. Zülkarneyn
Kıssası
40. Eşıyâ
ve Ermiyâ (A.SJ’ın Peygamberlikleri
41. Uzeyir
(A.SJ ın Peygamberliği
42. Mettâ
Oğlu Yûnus (A SJ’ın Peygamberliği
43. Zekeriyyâ
v»» Yahyâ (A SJın Peygamberliği
44. Zekeriyyâ
ve Yahyâ (A. )'ın Vefatları
45. İsâ
(A.SJ’ın Peygamberi ;i
46. Incil'in
vasıftan bölümü
47. Bolum
(İsâ A S. ile ilgili'
48 İsâ (A.SJ’ın göge kaldıı ması bahsi
49. Peygamberlerin
sırası ile ilgili bölüm
(Buraya kadar geçen Peygamberlerin ««saca
tekrarı)
50. Muhammcd
Mustafâ (S.A.VJ'in Peygamberliği
51. Bölüm
(Peygamber Efendimizle ilgili)
52. Kur
anın Nüzûlü Bölümü
934
bö. Mi'râç Umıoı 416—436
54. Peygamberimizin Allahı görmesi ile ilgil;
bölüm 436—438 ’
55. Vahyin sırlan ile ilgili bölüm 438—448
56. Kudsi kelimeler 449—481
57. İlâhi Hadislerle ilgili bölüm 461—483
58. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’ın
Mekkeden Medineye Hicreti 483—489
59. Nebi (AS.) ın Medineye gelmesi ile ilgili
bölüm 489—494
60. Nebi (aleyhisselâm) ın Cihadı ile ilgili bölüm 495—506
61. Hz.
Rasûlu’llâh salla’llâhü aleyhi ve sellemın Vefatı
62. Ashabın
faziletleri ve Hz. Fâtıma’nın Vefatı 507—521
ile ilgili bölüm 521—533
63. Bölüm (Ashâbla ilgili) 533—534
V. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 53«
1. Allahın Meleklere Vahyettigi kelimeler 53?—55?
(Cebrail, İsrâfîı, Mikâil. Azrail ve
diğer büyük melekler)
2. Bölüm (Meleklerle ilgili) 559—561
3. Çeşitli meselelerle ilgili bölüm 581—573
4. Ölüm Meleği ile ilgili bölüm 573—575
5. Bölüm (Ölüm meleği ile ilgili) 577—582
6. Ruhların Makamı ile ilgili bölüm 582-58«
VI. DÖRDÜNCÜ BÖLÜM 587
1. Kıyamet gününde Allahın hitapları 587—aoo
2. Farklı inanışlarla ilgili bölüm 600—602
3. Ameli Hükümlerle ilgili bölüm 602-611
4. Bölüm (Salih amelle ilgili) 613—61$
5. Bölüm (Kötü amellerle ilgili) 62i -628
6. Cuma ile ilgili bolum r28—833
7. Bölüm (İbâdetlerle ilgili) 635—636
8. Mescidlerle iigili bölüm 636-837
9 Zekât ile ilgili bölüm 637- Mv
10. Oruçla ilgili İHÜum 649—65’:
11. Kadir Gecesi ile ilgili bölüm 655—660
12. Hac la ilgili bölüm r6J—663
13. Bölüm (Hac ia ilgili) 663—685
14. Cihâd ile iigili bölüm 666—668
15 Bölüm (Cihâcun adabı ile ilgili) *368-672
Bölüm (Denizde gaza ve cihadla ilgili) 673
16 Kur anla ilg*U bölüm t74 - 68«
935
17' Zikirle ilgili bölüm 886—695
18. Sadakalarla
ilgili bölüm 69;»—«97
19. Bölüm
(Allah yoluna girenlerin makam ve menzilleri) 697—701
20. İlmin
faziletleri ile ilgili bölüm 702—704
21. Alimlerin
faziletleri ile ilgili bölüm 704—712
22. İyiliği
tavsiye ve kötülüğü men edenlerle ilgili bölüm 712—714
23. Fakirlerin
fazileti ile ilgili bölüm 714—721
24. Dünyâ ile ilgili bölüm 721—728
5. Kabir ve ölülerle ilgili bölüm 729—731
26. Duâ
bölümü 731—735
27. İltiğfâr
bölümü 735—737
28. Tövte
ile ilgili bölüm 737—739
29. Takva
bölümü 739—742
cO
Kıyamet ah*n erleri ile ilgili bölüm (1) 743—747
31. Kıyamet alâmetleri ile ilgili bölüm (İD 747—748
32. Dectâlın
Ç'kışı ile ilgili bölüm 748—749
33 Isâ (aleyhisselâm)
'ın gökten yere inmesi ile ilgili bölüm 743—751
34. Dabbetü'l-Amn
çıkışı ile ilgili bölüm 751—752
35. Güneşin
batıdan doğması le ilgili bölüm 752—753
36. Tövbe
kapısının kapanması 753
37. Yeryüzündeki
çöküntülerle ilgili bölüm 753—755
38. Sûr'un
üflenmesi ile ilgili bölüm 755—757
39. Bölüm
(Sûr vv kıyametle ilgili) 757—759
40. Haşir
ile ilgili bölüm 759—765
41. Yerin
ve göklerin değişmesi ile ilgili bölüm 766—773
42 Kıyamet duraklan ile ilgili bölüm 773—777
43. Büyük
korku ile ilgili bölüm 777—779
44. Livâü’l
Hamd »Hamd Sancağı) ile ilgili bölüm 781
45. Bölüm
(Kıyamet ahvâli ile ilgili) 782—785
46
Mahşerde Cehennem- getirmekle ilgili bölüm 785—787
47. Mahşerde
hesapla ilgili bölüm 787—792
48. Mahşerde
şefaatla ilgili bölüm 792 79f
4». Kabe ile ilgili bölüm 799 799
50 Peygamberlerin şefaati ile ilgili bölüm 799 -802
51. Hesapla
ilgili bölüm (1) 802—805
52. Hesapla
ilgili bölüm (11) 805—810
53. Hesapsız
Cennete gireceklerle; ilgili bölüm 811—821
54. Kitap
(Amel Defteri) ile ilgili bölüm 821 823
55. Mizanla
ilgili bolüm 824
«*•
936
56. Düşmanlıklar
ve mahkemelerle ilgili bölüm
57. Kıyamet
gününde diğer garip işlerle ilgili bölüm
58. Allah'ın
Meleklerle konuşmaları ile ilgili bölüm
59. Cehennem
ve aşağı dereceleri ile ilgili bölüm
60. Cehenneme
gireceklerle ilgili bölüm
61. Cennettekilerin
durumlan ile ilgili bölüm
62. Havz'la
ilgili bölüm
63. Sırâtla
ilgili bölüm Ş. 8.8-83
831-782 838—84 /. 840 —844 844—853 853—855 855-85« 857—865
VII. BEŞİNCİ BÖLÜM 865
1. Allahın
Yüce makamındaki sözleri
2. Cennete
girmekle ilgili bölüm
3. Bölüm
(Cennete ait hadislerle ilgili)
4. ArÂfdakilerle
ilgili bölüm
5. Allahı
görmekle ilgili bölüm
6. DörÇ
Halifenin Cennetteki yerleri ile ilgili bölüm
7. Büyük
günah işleyenlerin durumlan ile ilgili bölüm*
8. Ateşin
hikmeti ile ilgili bölüm
9. Cinlerle
ilgili bölüm
10. ölümün
boğazlanması ile ilgili bölüm
11. Tübâ
ağacı ile ilgili bölüm
12. Vildân
İle ilgili bölüm
13. GılmÂn
ile ilgili bölüm
14. Cennet
Irmakları ile ilgili bölüm
15. Cennet
ehlinin mertebe ve dereceleri
lf.. Şehitlerle ilgili bölüm
17. Cennet ehlinin nimetleri ilgili bölüm
J8. Cennet
halkının mertebeleri ile İlgili bölüm 865—871 871—873 873—877 878—887 881—887
887 887—892
892— 893
893— 895
895 896—900
900— 901
901
901— 904
904—913 913—915 915—925 925—927
VIII. KİTABİN SONU 927—931
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar