Print Friendly and PDF

İstedimde Allah'tan...Vermedi Demeyin

 





0:00 giriş 1:00 Arif ÖNEMLİ kimdir? 2:14 Cezaevine neden girdiniz? 2:52 Cezaevine girdiğiniz ilk gün asıl geçti? 6:14 Hiç suikaste uğradınız mı? 7:30 Nakil hadisesi ve neler yaşandı? 11:48 Hiç yakın arkadaşınızı kaybettiniz mi? 13:18 En çok unutamadığınız bir anınızdan bahseder misiniz? 15:04 Hiç hapishaneden kaçtığınız oldu mu? 15:56 Hapishanede yaşadığınız komik anılarınız var mı? 19:34 Koğuş ağası olarak yaşadığınız ilginç bir anı var mı? 22:04 Kuralları neye göre belirliyordunuz? Orada adaleti nasıl sağlıyordunuz? 23:09 Cezaevleri arasında en çok dayanılmaz dediğiniz bir cezaevi oldu mu? 23:47 Yani filmlerde gördüğümüz cezaevleri, hücre hapisleri doğru o zaman? 24:11 Hapishanede iken artık yeter dediğiniz bir an oldu mu? 25:17 Şuanda neler yapıyorsunuz? 26:06 Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?


- Mübalağasız...

Her gün.

Tam okulun önüne gelince, onlar zaten Deniz Gezmiş falan oradaymış.

Cezaevine girdiğimde 3 bin mahkumdan 200 kişi ya vardı, ya yoktu esrar içmeyen.

O 30 kişi hapı yutuyorlar bütün hapishaneyi haraca bağlıyorlar.

En kötüsü de böyle falçatayı dayayarak...

İnce bir arama yaptı jandarma üzerimizde hiçbir şey bırakmadılar.

Bindi arabasına girer girmez baktım ki hepsinin elinde şiş falçata var.

- İsmim Arif Önemli. Aslen Silifke’liyim.

Arif ÖNEMLİ kimdir?

1 yaşından beri İstanbul’da bulunuyorum.

10 sene boks yaptım. Askerliğimi de boksör olarak yaptım,

muhafız gücünde orada. Ankara’da Ferdi Boks şampiyonasında Türkiye ikinciliğini aldım.

İstanbul’da ikincilik aldım. Derecelerim var.

Askerden geldik. O zamanlar 68 kuşağı diyorlar.

Solcular için söylerlerdi 68 kuşağı ama bizde sağda 68 kuşağıydık.

Türkiye’yi de cihanın güdümündeki o zamanın derin devleti gençleri ikiye bölmüştü.

Bir kısım genci solcu, bir kısım genci sağcı yaptılar.

Gençleri birbirlerine kırdırdılar. Kanla siyaset yaptılar.

O zaman solda ileri gelenleri

işte Deniz Gezmiş'ler vardı, Mahir Çayan'lar, Cihan Alptekin'ler.

Bizde de sağda onlara karşı 80 ihtilalinden evvel

mübalağasız her gün 30-40 tane genç ölüyordu. Her gün.

Biz de o gençler arasında sivrildik artık. Zeytinburnu’ydu semtimiz.

Duvarlara kırmızı kalemle ismimi yazarlardı

"Arif Önemli mutlaka ölmeli." diye. Böyle sivrilmiştik o zaman.

İşte toplam 11 sene ceza yattım. 11 senede 8 tane cezaevi gezdim.

Türkiye’nin değişik cezaevlerinde yattım.

Cezaevine neden girdiniz?

+ Cezaevine neden girdiniz?

- İşte 80'den evvel 68 kuşağı diyorlar ya,

o zaman cihanın emrindeki o derin devlet

bir kısım gençleri solcu, bir kısım gençleri sağcı yaparak birbirlerine vurduruyordu.

Biz bunu seneler sonra öğrendik, anladık.

Şimdi aynı insanlarla oturup çay içebiliyoruz.

İlk hadisem o oldu. O hadise nasıl? Şöyle biraz anlatayım size.

Nasıl kurduklarını da siz anlamış olursunuz.

O zaman biz MTTB’deydik. Bize dediler ki:

‘‘Yıldız Teknik Üniversitesi’nde, mescidde, 2 tane sağcı genç namaz kılarken

solcular mescidi basmış, gençleri hastanelik etmişler, komaya sokmuşlar.

Cezaevine girdiğiniz ilk gün asıl geçti?

Kur’ân-ı Kerim’leri falan yırtıp üzerinde tepinmişler."

Böyle bizi doldurdular. Böyle bir hadise olmuş bile değil hatta.

Biz bu dolmuşlukla "Ne yapalım?" dedik.

Dedik: "Biz sabah namazını Yıldız Camii'nde kılıp erkenden gidelim

okulu işgal edelim, solcuları sokmayalım."

Oradaki mescidi falan onaralım, düzeltelim. Bu şekilde karar kıldık.

Hem sabah erken gidersek çatışma olmaz diye

fakat bu tezgahı hazırlayan insanlar

biz oraya giderken bunlara haber veriyor. Geliyoruz bekleyin falan.

Onlar da hazırlık yapıyor orada ki çatışmaya soksun bizi.

Onlara hakaret ederek bize karşı hazırlanmalarını sağlıyorlar.

Tam okulun önüne gelince, onlar zaten Deniz Gezmiş falan da ordaymış.

Dürbünlü tüfekle Deniz Gezmiş ateş ediyor üzerimize.

Orada arada bir silahlı çatışma oluyor.

Ortada bir genç vuruluyor soldan. Kimim vurulduğu bile belli değil.

İlk hadisemiz Deniz Gezmiş’lerle olan hadisemiz.

Hep beraber cezaevine, 69'da ilk girişim odur.

+ Girdiğiniz ilk gün nasıl geçti peki?

- İlk girdiğimizde Sağmalcılar Cezaevi,

3 bin kişilik mahkumu olan büyük bir cezaevi.

Orada bizi normal mahkumların içine koydular.

Onlar da tabii merak ediyor.

O zamanlar sağ-sol hadiseleri yeni başlamıştı, çatışmalar böyle öldürmeler.

"Bize siz niye kavga ediyorsunuz gençler?

Neyi alıp veremiyorsunuz?" falan diye böyle sorular.

Dediler: "Biz sizi bir araya buraya getireceğiz.

Bir arada burada karşımızda bizim karşılıklı konuşun,

anlaşmadığınız yerleri biz burada görelim."

ve bizi sahneye çıkarır gibi 3 kişi bizden;

Deniz Gezmiş, Cihan Alptekin, Mahir Çayan...

Onları da üçünü getirdiler karşı karşıya bizi.

"Konuşun, biz sizi dinliyoruz burada." dediler.

Şimdi biz tabii mahkum ne kadar böyle gayrimeşru hadislerle girse dahi

o zaman herkesin Allah'a inancı var.

"Allah'a inanıyor musun?" dedin mi, "Tövbe tövbe ne diyorsun?" diye böyle terslerdi.

"Biz bunlarla neyi münazara edelim şimdi?" dedik, karşılıklı düşündük.

Deniz Gezmiş'in ateist olduğunu biliyorduk.

Allah bahsinden girelim dedik.

Oturttular bizi karşı karşıya. Deniz Gezmiş'e, ‘‘Allaha inanıyor musun?’’ diye soru sorduk.

"İnanmıyorum." diyemedi mahkumun karşısında

çünkü mahkumu karşısına alacaktı.

İnanıyorum da demedi kendi inancına ters düşeceği için.

Kalktılar ayağa. ‘‘Siz çok kitap okumuşsunuz." dedi.

"Siz ihtilal yapamazsınız, bizim sizinle konuşacak bir şeyimiz yok.’’ diye çekip gittiler,

münazaramız böyle bitti.

Şunu söyleyeyim o zaman cezaevine girdiğimde

3 bin mahkumdan -mübalağasız söylüyorum- 200 kişi ya vardı, ya yoktu esrar içmeyen.

Herkes esrar içiyor ve o esrarın dumanı da insanı çarpıyordu

yani esrar çarpıyordu bayağı sarhoş yapıyordu.

Hep her taraf duman içindeydi ve buna da savcının yol verdiğini gördük.

Savcı o zaman hap yakaladı mı yatırtıyordu gardiyanı falakaya.

Hapın cezası olmadığı halde hapı yakaladı mı ezdiriyordu.

Esrara yol veriyordu.

Sebebi; hapı içen mahkum saldırgan oluyordu.

Birbirlerini şişliyorlardı, bıçaklıyorlardı, vuruyorlardı.

Esrarı içince hepsi sakinleşiyordu, bir köşede oturuyordu.

Böyle sohbette malihülyalarda. Onun için esrara savcı yol veriyordu ki

3 bin tane mahkum birbirlerini vurmasın, hadise yapmasın diye.

Bunu gördük orada. Yani ilk günümüz böyle geçti.

Daha birçok şeyleri sorarsanız anlatacağım. Evet.

Hiç suikaste uğradınız mı?

+ Hiç suikaste uğradınız mı?

- Çok yerde, çok hapishanelerde öldürülmek istendim.

En büyük hadise de Edirne’de başıma geldi.

Edirne’de hapishaneyi ele geçirmiş olan 30-40 tane hapçı tarafından

Edirne cezaevi teslim alınmış, her türlü pisliği yapıyorlar.

Bu hapçılar hapı yutuyorlar hepsi.

Hapı yuttu mu bir insan tesirinden hem çok cesaretli oluyor,

her türlü şeyi yapabilecek kıvamda oluyor, gözleri dönüyor.

Yapmayacağı bir iş kalmıyor hapishanede.

Başlarında bir tane azılı bir gaspçı vardı

30 kişi hap uyutuyorlar bütün hapishaneyi haraca bağlıyorlar.

Hasbelkader bir namus cinayeti yapmış bir adam

geleni gideni yok, sigara parasını çıkarmak için parça başı çamaşır yıkıyor.

Onu gidip gasp ediyorlar.

Bir gencin kolunda bir saat görüyorlar, saati gasp ediyorlar.

En kötüsü de böyle falçatayı dayayarak enselerine

gençlerin ırzlarına geçiyorlar.

Bu beni çok rahatsız etmişti.

Ondan dolayı hapishanede bir mümessile dedim:

"Hap getirmeyin, hap zararlı bir şey hapishanede."

Bunu dedim diye hapishanede hapçılar hapları içerek hepsi birden üzerime hücum etti.

Orada büyük bir hadise oldu, ben de yaralandım.

4 ölü, 7 yaralı hadise oldu.

Allah onların canlarını aldı, beni korudu.

Nakil hadisesi ve neler yaşandı?

Ondan sonra oradan beni naklettiler.

O nakil hadisesi de bayağı unutamadığım bir hadisedir. Onu da anlatacağım.

+ Ne yaşadınız orada?

- Tabii o hadiseden sonra bizi aldılar.

İşte iki gece hücrede tuttuktan sonra

hadisede benimle beraber olan bir kişiyi daha

ikimizi kelepçeleyip ringle sevk ediyorlar.

İnce bir arama yaptı jandarma.

Böyle ufak bavul anahtarımı dahi aldılar. Üzerimizde hiçbir şey bırakmadılar.

Ring arabasına soktular.

Ring arabasına girer girmez baktım ki

2 gece evvel yatak arkadaşları, yemek arkadaşları olan hapçıları

11 kişi, onların içine soktular bizi.

Köşeye oturduk.

Bölüm var, bölümden sonra 4 tane jandarma var.

Başçavuştu, önde şoförle.

Jandarma yüzbaşısı indirdi jandarmaları başçavuşla beraber.

Talimat veriyor yüksek sesle. Biz de duyuyoruz.

Akşam ezanı okunmuş vaziyette.

‘‘Bunlar eğer yolda tekrar kavga edecek olurlarsa,

çekin bir arsaya arabayı, indirin bunların hepsini

dipçikle kafalarını gözlerini kırın, tekrar bindirin.’’ diye talimat veriyor.

Biz de duyuyoruz.

İyi dedik madem öyle bir kavga olursa falan ayıracaklar

böyle o şekilde araba hareket etti.

Araba hareket ettiğinde bir baktım ki hepsinin elinde şiş, falçata var.

Kasten ilk defa bir idarenin tezgahına gelmiş oldum.

Kasten bizi öldürmek için onların içine soktular.

4 gün, 4 gece Edirne'den benim nereye gittiğimi de bilmiyordum

sonra inerken öğrendim. Trabzon'a gittim.

Böyle tek tek cezaevlerin uğrayarak...

Kocaeli, Adapazarı, Eskişehir böyle gezerek Türkiye'yi

her uğradığımız yerde bir kişi bırakıyoruz.

Tek tek indirerek öyle ilk şeyde Kocaeli'nde bunların esas başları olan indi.

Ondan sonra Eskişehir, Adapazarı böyle bıraka bıraka

Ordu'ya kadar geldik.

Giresun'da da benim yanımdaki, benimle beraber olan indi.

Bunlar 5 kişi kaldı ben de tekim.

Ordu'da yine bir mahkum bıraktık ihtiyaçlarımızı gördük,

bindik arabaya. Hareket etmemiz lazım.

1 saat geçti, 2 saat geçti bir türlü hareket etmiyor araba.

Duruyoruz. Merak ettik, "Neden hareket etmiyor, bir şey mi var?" falan diye.

Meğerse Ordu'da biz gitmeden evvel orada da bir hadise olmuş cezaevinde.

2 saat sonra 2 tane genç arabaya bindiler bozuk vaziyette.

Selamsız sabahsız geçtiler oturdular böyle.

Ben öyle genç birileri geldiği zaman... Ben de o zamanlar gencim tabii.

Böyle kendimi hemen bir şeye alıyordum,

"Acaba karşı gruptan mı, solcu mu, sağcı mı?"

böyle kendimizi korumak mecburiyetindeyiz. Şüpheleniyordum böyle.

Araba hareket ettikten 3-5 dakika sonra konuşmaya başladı bu gelen 2 genç.

Geçmiş olsun falan. "Nereden geliyorsunuz kardeş?" diye soruyor.

Ben köşede oturuyorum, onlarla konuşuyor.

İşte "Edirne'den geliyoruz." deyince. "Aa öyle mi? Geçmiş olsun." falan.

"Arif Önemli’yi tanıyor musunuz?" dediler.

Ben tabii öyle deyince hemen şüphelendim, korku geçirdim.

"Ben tanıyorum niye soruyorsunuz kardeş?" dedim.

Bunlar demesin mi, "Sevdiğimiz bir ağabeydir, onun için soruyoruz."

Onların ikisi de ülkücü çocukmuş, ikisi de müebbet hapis,

bellerinde silahla binmişler arabaya.

"Ben Arif Önemli’yim." dedim. O zaman "Aa ağabey geçmiş olsun." falan.

"Bunlarda..." dedim, "...o karşıdakiler." deyince,

bunlar silaha asıldı, "Öldürelim mi?"

"Durun, durun! Bunların canını ben kurtardım." falan dedim.

Dedim: "Üzerindeki şişleri, falçataları çıkartın bakayım."

Çıkardılar hepsi, "Anlatın bakalım." dedim.

Şimdi bunlar binince arabaya hepsi ellerinde şişler, falçatalar var ya,

bu başındaki o Kocaeli'nde inen başındaki papaz diyor ki bunlara: "Öldüreceğiz o Arif Önemli'yi."

"Ben indikten sonra öldürün." diyor hepsine.

Öbürleri de diyor ki: "Ya öldüreceksek sen inmeden öldürelim."

"Niye sen indikten sonra öldüreceğiz?" diyor. Anlaşamamazlık oluyor yani.

Bir tanesi diyor ki: "Sen Kocaeli'nde iniyorsun orada rahatsın.

Ben Eskişehir'e gidiyorum. Eskişehir sağın elinde.

Ben daha iner inmez, kapıdan girer girmez Arif Önemli’yi öldürdüğümü duyar duymaz

beni öldürürler orada. Ben canımı koruyamam, ben yokum." diyor falan.

Böyle aralarında anlaşamıyorlar. Allah canımızı böyle korudu bizim.

Rahatladım o zaman. Çıkardım bir sigara koydum ağzıma.

Sigarayı koyar koymaz beşi birden çakmağıyla benim sigaramı yakıyorlar hepsi.

"Oturun oturun." dedim. Böyle bir yolculuğum var yani hayatımızın.

Hiç yakın arkadaşınızı kaybettiniz mi?

+ Hiç yakın arkadaşınızı kaybettiniz mi?

- Trabzon cezaevinde siyasi koğuştaydık.

Adanalı bir çocuk vardı genç.

Siyasi olaylardan girmiş böyle fazla bir suçu da yok.

Çok temiz 5 vakit namazında bir çocuktu.

O zamanlar telefon, şu, bu falan yoktu. Teyipler vardı.

Bantlı teyiplere ses alıyorduk falan.

O çocuk hiç âdeti olmadığı üzere bir akşam teyibe sesini alıyor.

Annesine babasına bandı göndermek için.

İşte "Anacığım, babacığım hiç üzülmeyin.

Benim hiçbir suçum yok ama yakında mahkemem var çıkacağım. Hiç merak etmeyin."

Ertesi gün benim yanımda beraber kapı dibinde volta atarken...

O zaman büyük demir kapı var, şu kadar da bir deliği var.

O delikten dışarıdan gelenle konuşuyorsun.

Onun dibinde volta atarken deliğe birisi geldi,

bak bakayım kim dedim ben o çocuğa.

Gitti deliğe... Tam bakarken pat diye bir ses duydum, böyle teneke düşmüş gibi.

Tam alnından kurşunu yedi böyle yavaş yavaş yere doğru düşerken

anladım ben, hemen kendimi merdivenin dibine attım.

O da yanıma doğru böyle uzandı.

Orayı hiç unutamıyorum, o çocuğu.

Orada siyasiler veriyorlar oradaki bir adi mahkuma...

Biraz da para veriyorlar, geliyor orada işte

"Bu bir şarjörü Arif Önemli’ye boşalt, bizim devrimiz gelecek biz sana bakarız."

O ateş edenin suçu da, anasını öldürmüş.

Geleni gideni yok, anasını öldürenden ne hayır gelir.

Böyle bir uyuşturucu bağımlı birisi.

Orada geldi o çocuğu, gencecik çocuğu şehit etti. Böyle bir hadise.

En çok unutamadığınız bir anınızdan bahseder misiniz?

+ En çok unutamadığınız bir anınızdan biraz bahseder misiniz?

- Sübyan koğuşu vardı hapishanede gördüğüm en acı hadise de oydu.

2 tane sübyan koğuşu vardı 75'er kişilik.

Bu sübyan koğuşlarında yatan işte 11 yaşında falan böyle çocuklar vardı.

Bu çocukların hepsini uyuşturucuya alıştırmışlar, kötü bir durumdalardı.

Her türlü pislikleri yapıyorlardı bu çocuklara.

Bunu görünce o kadar kötü oldum ki.

Benim girdiğimde de hapishaneye bir ufak daha yeni çocuğum doğmuştu.

Onu düşündüm. "Allah korusun böyle bir yere düşerse ne olur?" diye.

Biz bu sübyanla alakadar olduk, onlara yardımcı olduk.

Bir arkadaşımızı oraya vazifeli yaptık

işte onlara kitap verdik, elbiseler, yiyecekler verdik.

Kendilerine imanî yönden telkinlerde bulunduk ve

o 75 kişilik koğuşun bir gün sabahleyin 75'i birden sabah namazına kalktığını gördük.

Bu bize o kadar büyük bir haz ve zevk verdi ki

en çok unutamadığım hadiselerden bir tanesi odur.

Paşakapısı Cezaevi'nden Edirne’ye sevke gönderilirken

ring arabasına bindim.

Hapishaneden başladı cam sesleri, çerçeve sesleri, gürültüler gelmeye başladı.

Baktım yüzbaşı bindi arabaya. "Arif, sübyan isyan yapıyor." dedi.

Sübyanın isyanına jandarma hiç müdahale edemiyor.

Mesela büyük isyanlar olduğu zaman büyük isyanlarda sübyanı öne koyarlardı, jandarma ateş etmesin diye.

Sübyan olduğu için jandarma ateş edemezdi.

"Arif ağabeyi götürmeyin." diye isyana başlamış.

"Gel şunları yatıştır." dedi falan. İndim onları yatıştırdım.

Dedim: "Bak yüzbaşım ne isterseniz getirecek, benim yaptıklarımın hepsini yüzbaşı yapacak...

Söz mü yüzbaşı?"

"Söz" falan böyle onları ikna ederek isyanı durdurdum.

Tekrar arabaya bindim sevke gittim.

Sübyanlara hapishanede çok bakardım, severdim, onlar da beni çok severlerdi.

Hiç hapishaneden kaçtığınız oldu mu?

+ Hiç hapishaneden kaçtığınız oldu mu?

- Paşakapısı’dan kaçarken yakalandım bir öyle firarım oluyordu.

Baktım tahliye olanlar yatağını falan böyle denk yapıyor, alıyor gidiyor yatağını.

Dedim: "Eğer ben bu yatağın arasından kaçarım."

Kendimi öyle tahliye olacak çocuğun yatağının arasına güzelce bir denk yaptırdım.

Ufak bir tane hortum gibi bir şey aldım nefes alayım diye.

Kapıya kadar götürdüler, tam dışarı çıkacağım.

Gardiyanlar şimdi tahliye olan çocuğu yolcularken benim olmadığımı görüyor

çünkü benim iyi tanıdığım bir çocuktu.

"Arif ağabey nerede?" falan filan böyle soruyorlar. "Onu niye yolcu etmiyor?" şüpheleniyorlar...

Sonra derken... Yatağın içinden beni çıkarttılar.

Öyle bir kaçışım olmadı.

Şebinkarahisar cezaevinden Allah nasip etti. Oraya ilk defa dışarıdan giden mahkum benim,

ilk kaçan mahkum da benim. Oradan kaçtım, firar ettim.

Hapishanede yaşadığınız komik anılarınız var mı?

+ Hapishanede yaşadığınız komik anılarınız var mı?

- Var var.

Şile'de yaşadığım fıkra gibi hadiseler var.

Hapishanede dört duvar böyle ufak koğuşların ufak böyle avluları var.

Bahçesiz gibi üstü açık göğü görüyorsun.

Savcıya dedim ki: "Savcı Beyim hafta da şöyle, ara sıra bizi ön bahçeye çıkarsanız da

yeşillik, ağaçları bir görsek, hep maviyi görüyoruz biraz da yeşili görelim." dedim falan.

"Çok mu özledin yeşili?" dedi. "Evet, çok özledim." dedim.

Benim cezamın bitmesine o savcı sebep oldu.

Allah ondan bin kere razı olsun, Allah mekanını cennet etsin.

Dedi: "Yanına 4 tane adam al sağlam olsun ama."

Fırından bir kağıt alıyor. Ben 5 tane mahkum çalıştırmak istiyorum diye.

Bizi 5 kişi başımıza bir tane gardiyan verdi.

"Arif, bak şimdi fırında çalışıyor gözükeceksiniz

ama herkes kendine ev tutsun, ailesine getirsin, gezsin.

Şile'nin hudutlarının dışına kesinlikle çıkmayın." dedi.

Sabahleyin çıkıyorduk fırına çalışmaya gider gibi,

gardiyanda evine giriyordu. Biz de öyle efendim

ormanda geziyorduk, hep beraber bazen gidip piknik yapıyorduk falan böyle yeşile orada doydum yani.

Yeni mahkum geldi 2 tane. Böyle yeni gelen mahkuma âdettir sorarız:

"Geçmiş olsun, hayırdır, ne geldi başına?" falan.

Bu çocuklara sordum: "Neden geldiniz?"

"Ya ağabey, bizim köyde bir tefeci var.

Köyde buna borçu olmayan hiç kimse yok. Herkes buna borçlu.

Herkese para verir ama herkesin kanını kene gibi sömürür.

Biz de bundan hasbelkader 2 arkadaş para aldık bir iş yapmak için.

Belki aldığımız paranın 10 mislini ödedik fakat senedimizi vermiyor.

Daha bitmedi bu borç. 'Ya bir sürü, on mislini ödedik.' 'Yok, onlar faiz ben hesap ediyorum diyor.'

Vermedi bizim senedimizi, bizlerde dayanamadık bunu dövdük.

Savcı bize tevkif etti."

Bunların anlattığı köyde yakın bir köy.

Ben de ertesi günü daha yeni dışarıya çıkmaya başlamıştık.

Dedim: "Ya ben çarşıya vs. hiç uğramayacağım.

Ben bugün hep ormanda gezmek istiyor canım."

Ormana daldım öyle ormanda güneşli bir gündü.

Patikadan böyle aşağıya doğru yavaş yavaş iniyorum öyle, elimde tesbih.

Yürürken böyle baktım. Aşağıdan bir adam geliyor bana doğru.

Durdum öyle seyrediyorum onu.

Aynı o çocukların tarif ettiği adama çok benziyor.

Kafasını eğmiş, nefes nefese yukarı doğru yürüyor, yavaş yavaş geliyor bana doğru.

Geldi geldi beni hiç görmedi, tam bana yaklaştı...

"Selâmun aleyküm." dedim birden. Birden şaşırdı baktı böyle gördü...

"Aleyküm selâm." dedi. Böyle şaşırmış bir vaziyette baktı.

"Sen falanca köyden falanca mısın?" dedim.

"He" der demez buna bir tokat yapıştırdım.

Bir baktı bana fırladı arkasını döndü kaçmaya başladı.

Arkasından bağırıyorum: "Çocukların paralarını öde, davandan vazgeç!" falan.

Bu koşa koşa kaçtı gitti, kaçıyor gidiyor, köyün kahvesine giriyor.

Nefes nefese diyor: "Ormanda yatır geziyor.

Bir yatır geziyor, 2 metre boyunda falan, beni çarptı." diyor.

Böyle bir yatır olduk öyle ormanda, epey güldük o işe.

Öyle bir komedi hadise de başımdan geçti.

Bir de benim hapishanede Sağmalcılar’da ilk yattığım zamanlar,

koğuş mümessili iken bir tane kapı açıldı, bir yeni mahkum girdi, elinde torbası.

Böyle 2 metre boyunda... "Selâmun aleyküm." dedi, girdi.

Biz de oturuyoruz içeride. "Aleyküm selâm." dedik.

Ayakta, "Benim adım Besim Özşahin namıdiğer zelzele." dedi.

Deprem olmaya başladı. O zaman İstanbul'da bir deprem olmuştu.

Deprem olmaya başladı. Herkes şaşırdı, o da şaşırdı, böyle kaldı herkes.

Biz de kaldık öyle, deprem geçti.

"Şimdi beni iyi tanıdınız mı?" dedi. Böyle bir hadise geçti başımdan.

Koğuş ağası olarak yaşadığınız ilginç bir anı var mı?

+ Koğuş ağası olarak yaşadığınız ilginç bir anı var mı?

- Çok anılar, her hapishanede bir anım var benim.

Mesela Paşakapısı Cezaevi'ne girdiğimde

Paşakapısı’da sol siyasiler ayrı bir grupta kalıyordu,

sağ siyasiler dağınık vaziyetteydi.

Onları topladım bir araya, hapishaneye düzen veriyorum.

Sol siyasiler 4 tane gardiyanı rehin alarak isyan çıkarttılar

ve istekleri, "Arif Önemli buradan gidecek." diye. Birinci isteğe onu koydular.

Jandarma yüzbaşısı geldi: "Ne yapalım Arif?"

Dedim: "Ben gideyim ama

ben gittikten sonra sağ siyasilerde alsın 4 tane gardiyan onlar da,

'Şu gidecek, bu gidecek.' böyle idare olur mu?"

"Doğru söylüyorsun." dediler. Böyle işte isyanı bastırdı gardiyan. Jandarmalar gardiyanları kurtardı.

Mesela yine beni 2 tane polis emniyetten Üsküdar Adliyesi'ne getirdiler.

Oradan genç bir savcıydı daha yeni belli.

Beni Toptaşı Cezaevi'ne sevkimi yaptı orada.

"Savcı Bey, beni Toptaşı'na göndermeyin, beni orada öldürürler, canımı koruyamazlar."

Savcı da: "Ben başka bir şey yapamam, sen yükümlüsün, oraya göndermem lazım."

Orada benim yanımda telefon açtı Toptaşı Cezaevi başgardiyanına.

Dedi: "Arif önemli diye bir mahkum gönderiyorum. Onu bu gece hücrede falan saklayın, ertesi günü sevk edin oradan."

Dedim: "Savcı Bey beni hücrede de koruyamazlar, beni göndermeyin oraya, mesul olursunuz."

"Başka ben bir şey yapamam." dedi.

Giderken yolda polislere dedim: "Ben bir telefon edeyim müsaadenle?"

"Tabii ağabey." dediler. Oradan Dündar Kılıç’ı aradım.

Dündar Kılıç'ın Toptaşı'nda adamları vardı.

Orada özel koğuşu var, sırf onun adamları ile yattığı.

"Dündar ağabey, beni Toptaşı’na sevk ediyorlar haberin olsun." dedim.

"Tamam Arif, merak etme." dedi.

Neyse gittik Toptaşı’na, kapıdan içeri girdik,

başgardiyan masasında oturuyor.

Sıra bana geldi ben oturdum. "Adın soyadın?"

"Arif Önemli" deyince hemen ayağa kalktı arkasındaki kapıyı kapattı.

"Ben bunu buraya alamam." dedi.

Benim de canıma minnet oraya gitmek istemiyorum.

"Savcı gönderdi buraya."

"Yok, ben bunu buraya alamam.

Daha bu gelmeden içeride camlar, çerçeveler inmeye başladı aşağıya." dedi.

Dündar ağa telefon ediyor mahkumlara, adamlarına.

"Arif Önemli geliyor onu bizim koğuşa alın." diyor.

Orada tabii bu siyasilerde duyuyor benim geldiğimi.

"Arif önemli bize vereceksiniz." diyorlar.

Dündar ağabey telefon etti. Biz alacağız, siz alacaksınız falan.

Aralarında başlamışlar çatışma. Camlar, çerçeveler inmeye başlamış.

"Daha bu gelmeden camlar, çerçeveler inmeye başladı, ben bunu alamam." dedi.

Kurtuldum o vaziyetten. Gece oradan Paşakapısı’ya sevk ettiler.

Oraya girmekten kurtuldum.

Kuralları neye göre belirliyordunuz? Orada adaleti nasıl sağlıyordunuz?

+ Kuralları neye göre belirliyordunuz? Orada adaleti nasıl sağlıyordunuz?

- İnancımıza göre kuralları belirliyorduk.

Mesela benim bulunduğum cezaevinde hapı yasaklıyordum ve

hapı kimse getiremiyordu.

En tehlikeli uyuşturuculardan bir tanesi eroin.

Eroinin krizi var. Eroin içen bir insanı ben orada gördüm, kendini tuvalete pisliklerin içine atıyor

böyle krizi geldiği zaman her şey yapabilecek bir duruma geliyor.

Eroin krizine giren bir gence, "Git anneni öldür,

gel sana şu kadar eroin vereyim." derse, onu bile öldürecek duruma geliyor.

Onun için eroini yasak ediyordum,

hapı yasak ediyordum, kumarı yasak ediyordum.

Birbirine hasımlığı yasak ediyordum. Hasım koğuşu yoksa

bunları dikkat edip birbirlerine karşı bir şey yapmasınlar diye

bunlara bu kurallara koyuyordum

ve parası olmayan, parası gelmeyen, muhtaç durumda olanlara yardım ediyorduk.

Dışarıda ailesi kötü durumda, perişan durumda olanlara

içeriden dışarıya yardım ediyordum çünkü hapishaneye zenginler de çok geliyordu ve o zenginlerle

hapishaneyi idare ediyorduk.

Bizim hapishanede çok şükür para problemimiz olmuyordu böyle bu durumda.

Cezaevleri arasında en çok dayanılmaz dediğiniz bir cezaevi oldu mu?

+ Cezaevleri arasında en çok dayanılmaz dediğiniz bir cezaevi oldu mu?

- Cezaevlerinde hücrelerde yattım.

Çoğu cezaevinde hücreler bir ineği bağlasanız bir hafta sonra ölür.

Öyle hücreler, böyle rutubet. Mesela o zaman kibrit vardı.

Mesela kibrit cebinizde girdiğiniz zaman 1 saat sonra o kibrit nemden yanmazdı.

İnsan en dayanıklı canlı demek ki.

İnsan aylarca orada hücrede yatıyor ve sağ olarak çıkıyor.

En çok zorlandığım Edirne cezaevi oldu

orada idarenin zayıflığından ve hapçıların hapishaneyi esir almasından dolayı

yatılmaz bir ortamda cezaevi.

Yani filmlerde gördüğümüz cezaevleri, hücre hapisleri doğru o zaman?

+ Yani filmlerde gördüğümüz cezaevleri yani hücre hapisleri doğru o zaman?

- Tabii. Şimdiki durumları bilmiyorum tabii.

Şimdi hapishaneler çok değişmiş ve idare hâkim.

İdare hapishanelerde hâkim oldu mu, can emniyeti olur hapishanede

fakat diğer yönlerini bilmiyorum.

Hâlâ soruyorum yine hâlâ uyuşturucu, şu, bu falan türlü yollardan giriyormuş

getiriliyormuş orada alışkanlık olanlar içiyorlar.

Hapishanede iken artık yeter dediğiniz bir an oldu mu?

+ Hapishanede iken "Artık yeter!" dediğiniz bir an oldu mu?

- Tabii her zaman oluyor.

Şebinkarahisar cezaevinde hücrede hayatımda

Allah'a en yakın olduğum yer orası oldu.

Ramazan ayıydı hücrede iftarla sahur arası gece yarası çok bunalmıştım.

Hücrenin parmaklıklarını tırmandım başladım Allah'a yalvarmaya.

"Ya Rabbi, çok bunaldım çok daraldım

her taraf senin değil mi, her yer senin değil mi,

Yaradan sensin, kurtar beni buradan çıkar."

Hem yalvarıyorum, hem ağlıyorum böyle şakır şakır gözümden yaşlar.

Ne kadar zaman geçtiğini bile bilmiyorum. Bir saat mi geçti, ne kadar zaman geçti...

Dua Allah ile konuşmak. Allah ile konuşuyorum orada.

Öyle bir zevk almaya başladım ki

bu yaşıma geldim hayatımda öyle bir zevk hiç ne duydum, ne aldım.

"Ya Rabbi, ben vazgeçtim,

beni ne buradan çıkarma ama benden de bu zevki alma." dedim.

Bu sefer ters yalvarmaya başladım. Öyle bir anım var.

İşte ondan sonra da kendimi dışarıda buldum

işte Cenâb-ı Hak’tan isteyip alamayacağınız hiçbir şey yok.

Hele bir de içten bir de gözyaşı dökebilirsen alamayacağın hiçbir şey yok.

Şuanda neler yapıyorsunuz?

+ Şu anda neler yapıyorsunuz ağabey?

- Allah bana 2005 senesinde Hac nasip etti,

öyle söylüyorum 3 tane S hayatımı değiştirdi diye.

Birinci S: Siyaseti bıraktım ama siyaset seni bırakmıyor.

İkinci S: Sigarayı bıraktım, çok şükür 15 sene oldu.

Üçüncü S: Sakal bıraktım.

Sakal bırakmadan evvel yine her gün bir kişi dövüyordum yani.

Şimdi utanıyorum sakalımdan, kimseye dövemiyorum yani.

O da bana bir artı oldu.

Sonra sokak hayvanlarına bakıyorum.

Düşkün insan bulursam onlara yardım ediyorum.

Mesela Zeytinburnu'nda bir çocukluk arkadaşım vardı sokaklarda kalıyormuş ona bir yer buldum, yaptım.

Her zaman ona gidiyorum, yemek götürüyorum.

Köpekleri var, sokaklardan birkaç köpek aldım onları da koydum yanına.

Onlara bakıyorum şimdi onlarla iştigal ediyorum. Evet...

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

+ Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

- Beni bu tehlikeli, bu pisliklerle dolu hayatın içinde koruyan tek şey namaz oldu,

namazım oldu. Namaz insanları bütün tehlikelerden korur,

muhafaza eder, önünü açar, yolunu açar.

Gençlere tavsiyem Üstadımızın dediği gibi, "İnat etmek istiyorsan namaz kılmakta inat et."

Mesela şimdi gidip belediye reisi ile görüşemezsin,

randevu alamazsın, kolay kolay görüşemezsin

ama "Allahu Ekber!" dedin mi, Allah'ın huzurundasın.

Hiç aracı yok, direkt huzuruna çıkıyorsun ve bütün arzını O'na anlatıyorsun.

Namaz Allah ile konuşmaktır, dua Allah ile konuşmaktır.

Sonra benim tecrübem var.

Allah'tan isteyip de, ısrarla isteyip de alamayacağımız hiçbir şey yok,

kesinlikle yok. Buna inanın.

Senin bir evladın olsa, gelse otursa önüne diz çökse,

ağlasa ağlasa, yalvarsa, "Babacığım, ne olur bana şunu ver." Dayanabilir misin? Verirsin.

Seni Yaradan, yoktan var eden, Allah seni en çok seven

ona yalvarıp bir de iki de gözyaşı dökebiliyorsan

hayırlıysa istediğin vermemesine imkan yok. Tecrübelerim bunu gösterdi.

Gençlere de tavsiyem Mercedes arabasını yapan fabrika

sana Mercedes'i verdiği zaman elinde yanına da bir de kullanma kılavuzu veriyor,

"Böyle kullanacaksın bu arabayı." diyor.

Seni yoktan var eden yaratan Allah da

sana "Sen böyle yaşayacaksın." diye örnek göndermiş ve kurallar koymuş.

Eğer onun sözlerini yaparak yaşarsan,

hayatta muvaffak olmamam imkansız.

Benim söyleyeceklerim bu kadar.


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar