Print Friendly and PDF

İslamdan Ayrılan Cereyanlar YEZİDİLİK VE YEZİDİLER

Bunlarada Bakarsınız

 

 


Yazan: Davut OKÇU

"EĞER PEYGAMBERLİK, ÇALIŞMAKLA ELDE EDİLEN BİR ŞEY OLSAYDI, ONU MUTLAKA SULTAN'UL EVLİYA ŞEYH ADİYY BİN MUSAFIR (ŞEYH HADİ) ELDE EDERDİ. "

ŞEYH ABDULKADİR GEYLANİ [kuddise sırruhu]

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ

A- YEZİDİLİĞİN DOĞUŞU

1-              a) Mevcudatın yaratılışı 12

b) İnsanın yaratılışı         13

2-              Yezidiliğin doğuşu ile ilgili iddialar           14

3-              Şeyh Hadi’nin hayatı ve şahsiyeti              16

4-              Sultan Yezid kimdir?     19

5-              Hazreti Hüseyin'in şehit edilmesi 21

B- İMAN ESASLARI

1-              İmanın şartları  22

2-              Alah'a iman       22

3-              Meleklere iman 24

a)              Melek-i Tavus   24

b)              Şeytan  24

4-              Kitaplara iman 26

a)              Mushaf-a Reş    26

b)              Kitab-a Celev    28

5-              Peygamberlere iman       32

a)              Şeyh Hadi           33

b)              Sultan Yezid      33

6-              Ahirete iman      35

a)              Cennet - Cehennem         35

b)              Sırat - Mizan - Haşr        35

7-              Din'den çıkma (İrtidat)  36

8-              Yezidi olunur mu ? Şartları nelerdir ?     36

C - İBADET

1-              Abdest - Namaz 37

2-              Oruç     46

3-              Zekât    47

4-              Hac       47

5-              Cenaze âdabı - Ta'ziye   49

6-              Evlenmenin şartları ve adabı       61

a)              Küfüvvet

b)              Nişan - Nikah - Düğün

7-              Sünnet olma - Kirvelik   63

8-              Kurban - Adak  63

9-              Yiyecek ve Giyecekler ile ilgili hükümler 64

10-            Kutsal gün ve geceler     65

11 - Muhtelif dualar           66

12-            Temizlik anlayışı             68

13-            Ticaret ve çiftçilik           69

D- SOSYAL HAYAT

1-              Dini önderlik ve din görevlileri   70

2-              Sosyal gruplar   70

3-              Yezidilerin Yezidilerle münasebetleri       74

4-              Yezidilerin Müslümanlarla ilişkileri         75

5-              Yezidilerde eğitim-öğretim          76

6-              Yerleşim bölgeleri           77

7-              Yezidilerin tarihi             77

E- DİNİ KISSALAR

1-              Sultan yezid kıssası         79

2-              Hz. Hüseyin'in şehit edilmesi       81

3-              Şem’unkepo kıssası         83

4-              Said bin Cer kıssası         83

5-              Yaratılış kıssası 84

(Şeyh Fahrettin ve Yakup)

6-              Şeyh Hadi ve Şeyh Abdulkadir Geylani kıssası     89

SONUÇ   99

KAYNAKLAR     102

ÖNSÖZ

Alemlerin yaratıcısı Allah (celle celâlühü)’a hamd eder, O'ndan yardım diler, bağışlanmamızı Ondan isteriz. Tövbelerimizi O'na sunar, nefislerimizin şerrinden ve her türlü fena amellerimiz için yine O'na sığınırız. Çünkü "Allah'ın hidayet ettiğini sapıtacak, sapıttığı­nı da hidayete eriştirecek kimse yoktur. "

İslam Dini, bütün insanlığı cehaletin zifiri karanlığından kur­tararak ilmin, medeniyetin ve adaletin aydınlığına kavuşturmuş­tur. İslâmiyetten önceki dönemde görülen şey, yalnızca vahşet ve cehalettir . Kız çocuklarını diri diri toprağa gömecek kadar sapıklı­ğa gömülen insanlar; Kur'anın nuruyla aydınlandıktan sonra in­sanlık tarihinin en adil, şefkatli, merhametli ve mümütevazi insan­ları haline gelmiştir.

Allah'u Teala'ya sonsuz hamd ve şükür ederiz ki, bizi bu yola o sevk etmiştir. Eğer o bizi sırat'ı müstakim’e yöneltmeseydi, kendi­liğimizden bu yola girmemiz mümkün olamazdı. Onun göndermiş olduğu son peygamber olan Hz. Muhammed (salla'llâhü aleyhi ve sellem)e, ehli beytine salat ve selam olsun.

İtikadi ve tarihi kaynaklardan yapılan araştırma ve mahallin­de yüzyüze diyalog ile inançlarını, sosyal ve ameli yaşantılarını kaynağından tespit etmeye çalıştığımız YEZİDİLİK akidesinin teşekkülü, uzun yıllardır küçük bir zümre tarafından yaşatılması fevkalade dikkati caliptir. Dışarıya kapalı olarak sadece köy ve mezralarda hayatiyetlerini sürdüren Yezidiler  ve Yezidilik inancı hakkında henüz ciddi bir çalışma yapılmamıştır. Dini emirler gere­ği başka din mensuplarına akideleriyle ilgili en ufak bir bilgi sızdırmadıkları için bu güne kadar yazılanların büyük bir kısmı na­zari olmaktan ileriye gidememiştir. Yezidiliğin esasını dilden dile dolaşan Arapça, Farsça ve Süryanice ile karışık Kürtçe dualar oluş­turmaktadır. Kitabımıza bu duaların tercümelerini de dahil etmiş  

Orta çağda, Yukarı Mezopotamya ve özellikle Hakkari civarındaki halkın pek azı okuma yazma biliyordu. İslami emirler layıkıyla net olarak anlatılmadığından cehalet ortalığı kasıp kavuruyordu. Bölge insanı dinini öğrenmek için yol göstericilere muhtaç­tı. Zaten Şiilik ve Ehli Sünnet arasındaki şiddetli mücadele bu mın­tıkada da yüzeyde ve katı bir biçimde sürüyordu.

İslam ahlakını ve akaidini yaşamak ve yaşatmayı gaye edinen, İmamı Gazali'nin dostu Şeyh Adiyy bin Musafir, bu bozuk ve baş­sız ortamda Hakkari yakınlarındaki LALEŞ'e yerleşti. Bir taraftan vaaz ve irşadlarda bulunurken, diğer taraftan Şii tehlikeye karşı Emevilerin ve hasseten Yezid bin Muaviye'nin iddia edildiği gibi suçlu olmadığını anlatıyordu. Şahsiyeti ve cazibesi sayesinde az zamanda tekkesi bölge insanlarıyla dolup taşmaya başladı.

Takiyyudın Muhammed el Vaiz, Şeyh Adiyy'in doğumundan itibaren başlayan üstünlüğünü ve veliyullah olduğunu şu iddiala­rıyla zikreder:

Babası Musafir b. İsmail bir mağarada inzivaya çekilerek uzun süre(30 yıl)ibadet ettikten sonra bir gece rüyasında bir ses işitti:

-" Ey Musafir ! git, eşinle birlikte Allah'ın emrini yerine getir. . Şöhreti Şarktan garba kadar her yanı saracak veli bir oğlun dünya'ya gelecektir. "

Musafir, doğruca eşine gitti ve rüyasını anlattı. Hanımı:

-"Minareye çıkıp, ey ahali! aldığım emir üzerine geldim. Her kim Allah' (celle celâlühü) ın emrine uyarsa, ona veli bir oğul nasip olacak­tır, diye sesleneceksin. " Dedi

Bu nidaya binaen o gece on üç veli dünya'ya gelmiştir.

Sonra annesi Adıyy'e hamile kaldı. Memleketinde öğrenime başladıktan sonra zamanın alim ve mutasavvuflarından Şeyh Hammad Ed-Debbas ve Şeyh Ukeyl El-Muncibi'den ders aldığı ri­vayet edilir. Gençlik yıllarını ilim ve irfanla tezyin etmekle meşgul iken, bir gece rüyasında şöyle bir çağrıya muhatap olur:

-"Makam seç ! Allah (celle celâlühü) sayende ölmüş kalpleri diriltecek !. "

Şeyh Adıyy, nefisle mücadele ve irşad için kurduğu "Adevıyye" veya "Sohbetıyye" Tarikatlarıyla bir çok alimin başaramadığı hizmetleri başarmıştır.

Bidayette münzevi bir hayatı seçerek kuşlar ve hayvanlar ile ünsiyet kurdu. Bu ıssız ve insanlardan uzak hayatında nefsini tez­kiye ve terbiye ye çalışmıştı. Zaten Güneydoğu Anadolu ve Kuzey Irak'ta tasavvufi çalışmaları da, O başlatmıştır.

Ancak vefatından sonra dini ve siyasi varisleri, Kur'anı Keri­min "Kur'anı ucuza satmayınız. " Fermanını dinlemeyerek, sadece iktisadi ve siyasi çıkarlarını gözeterek yalan yanlış tefsir ve te'villerle zaten kültür düzeyleri çok düşük olan bölge halkını bir inkâr ve hurafe bataklığına sapladılar.

Dini itikatların dejenerasyonu (tahrifatı) umumiyetle ya inançların geleneklerle kaynaşarak değişik şekilde yorumlanması veya kasıtlı siyasi yahut ekonomik çıkar sağlamaya matuf olarak vaki olmuştur. Kutsal kitapların tahlilinde sembollerden yararlana­rak somut anlatıma gidilmesi, Tanrıya, Melek ve Cinlere nesnel bi­çimde izahatlar getirilmesi, özellikle ortaçağ dünyasında büyük öl­çüde dini tahrifatların tezahürüne sebebiyet vermiştir. Bu akidevi depremin en çok Yahudilik ve Hristiyanlığı sarstığı, ilahi kitapla­rın dahi şekil değiştirdiği, ayrıca bütün semavi dinlerin beşiği olan Ortadoğu’nun zelzeleye odak noktası teşkil ettiği görülmektedir. Bu cümleden olmak üzere İslam Dininden de etkin olmamakla be­raber Kadıyanilik, Dürzilik, Bahailik ve Yezidilik gibi küçük çaplı kopmalar meydana gelmiştir.

Türkiyede sayıları 30-40 bin civarında olan Yezidilerin inançları ile ilgili olarak şiddetli tabu ve yasaklara rağmen canlı kaynak­lar dan elde edilen detaylı bilgiler, dua ve ibadetlere ait ibarelere de yer verilmiştir.

Siirt, Batman ve Mardin üçgeninde meskûn olan yezidiler içinde akidesine vukufu ile tanınan ve kitabımızın hazırlanmasında sorularımızı cevaplayarak, Çeşitli ibadetlere ait dua ve kıs-saları kasetlere çekmemize müsaade eden Beşiri ilçesi Texeriye köyünde mukim Sayın Hasan Erk Bey'e bu vesile ile teşekkürü bir borç bili­rim.

Gayret bizden, başarı Allah (celle celâlühü) tandır.

DAVUT OKÇU


A- YEZİDİLİĞİN DOĞUŞU

1-                   a) Mevcudatın (yarlıkların) yaratılışı: Yezidiliğin kutsal ki­tabı Mushaf'a Reş'te ifade edildiği gibi, yaratma Tanrı tarafından İnci'nin yaratılmasıyla başlamıştır. Bilahare yaratılan ENFER adlı kuş kırk bin sene inci'yi sırtında taşımıştır . Pazar gününden başla­mak üzere haftanın yedi günü ve her gün bir ulu melek yaratılmış­tır. Sonra da yedi kat gökyüzü, yer ve güneş yaratıldı cumartesi gününün meleği Şeyh Fahrettin (Melek Nurail) İnsan ve hayvanla­rı, kuşlar ve vahşi hayvanları yarattı.

Kararttıklarını hırkasına koyduktan sonra diğer melekler ile birlikte inciden çıktı. İnciye öyle bir bağırma ile bağırdı ki, inci ay­rılıp dört parça oldu ve karnından su çıktı, deniz oldu ve dünya deliksiz ve deşiksiz oldu. Melek Cebrail olarak bilinen Şeyh Secadettin perşembe günü yaratıldı. Tanrı, Melek Cebraili bir kuş sure­tinde yarattı ve onu kendi elleri ile salıverdi/2'

Cebrail yeryüzünün dört köşesini yaptı ve bir sefine (gemi)in- şa etti. Cebrail bu sefineye gelerek otuzbin sene kaldı ve Laleş'te durdu[1] [2] [3]

Cebrail dünya’ya seyahat etti ve taş döndü ve dünya arz oldu. Titremeye başlayan dünyanın sakin olması için, Cebrail beyaz İncinin iki kıtasına emretti. Bir kıtası Güneş ve Ay oldu ve beyaz inci kırıntılarından yıldızları yarattı ve süs olsun diye gök yüzüne astı. (4

Meyvalı ağaçları, bitkileri ve dağları sonra da yeryüzü üzerin­deki gökyüzünü yarattı.

“Kitaba Celev”in yedinci maddesindc "diğer âliheler benim işime karışamazlar ve her ne olursa olsun maksadımdan beni caydıramazlar. " Denilerek Mushafa Reş'de ifade edilen ve yaratma işlerine meleklerin de iştirak ettiği görüşü teyid edilmektedir. Meleklerin de görevleri ve hukukları belli olup, birbirlerinin haklarına karışamazlar. Abd Tavus, tayin edilmiş muayyen vakitler için vekilleri aracı­lığı ile emirlerini uygulatır. Eğer isterse tenasuh'ul ervah sureti ile istediğini bu aleme ikinci ve üçüncü kez gönderir. )[4]

b)                   İnsanın yaratılışı

Hz. Âdem ve Hz. Havva anamız Huda’nın yarattığı ilk insanlardır. Ancak Havva anamız, Âdem baba babamızın kürek kemiğin­den yaratılmıştır. Âdem ve Havva'nın yetmişiki çocuğu bulunu­yordu. Sait B. Cer ki, Yezidi soyunun ceddi'dir, sadece Âdemin ka­nından yaratıldığı için diğer bütün çocuklardan asaleten daha üstündür. Bu sebepledir ki Yezidiliğin hem dini hem de ırki olarak bozulmadan devam edegeldiğine inanırlar.

Telkin duasında "Hakikat deryasından bir nutfe olarak anamın rahmine duhul ettim. Ölmeden evvel mutlaka bir erkek evlat ile şad olmak isterim. " Cümleleriyle erkek çocuğa çok daha fazla de­ğer verildiği anlaşılmaktadır. Said Bin Cer'ın yaratılışına esas olan kanın sadece Hz. Âdem'den alınmış olmasının bu yargıya varma­larında payı büyük olup, Hz. Havva'nın yaradılışından kaynakla­nan ve kanına sirayet eden noksanlıklar bulunduğu savunulmak­tadır.

(Yaratılış ile ilgili geniş bilgi için Şeyh Fahrettin ve Yakup ile Said Bin Cer kıssalarına bakınız. )

2-                   Yezidiliğin doğuşu ile ilgili iddialar.

a)                   Haricilerin ileri gelenlerinden Yezid Bin Uneys tarafından kurulduğu iddiası, inançlarındaki çok cüz'i benzerliklerden kay­naklanmıştır. Halbuki gerek Yezidiliğin ortaya çıkışının bilinen ta­rihi gerekse Şeyh Adiy'in yaşadığı dönemin farklı olması bu tezin geçerliliğine mani olmaktadır.

b)                   Yezidiler muhtelif dualarında "Tı Ezdai" ifadesini kullanır­lar. "Beni sen yarattın. " Anlamına gelen bu ibare, diğer bütün in­sanlardan farklı bir yaratılışa sahip olduklarının bir nişanesi olarak sık sık kullanılır. Hz. Âdem den sonraki babalarının Said Bin Cer (Testinin oğlu Said olarak yorumlarlar) olduğunu iddia ettikleri gi­bi, onu Ezda olarak da zikrederler. Kendilerine Yezidi veya bölge halkı dilinde E'zidi denilmesinin gerçek sebebi Said Bin Cer ile il­gili itikadları olduğunu ileri sürerler. Çünkü Ezda'i kelimesi za­man içinde değişime uğrayarak bugünkü şeklini almıştır. Ayrıca Ezda'yı (Said Bin Cer) Huda ayrıcalıklı bir şekilde yarattığından bu isme kutsallık izafe edilmiştir. Ezda +i ibaresi Ezdaya mensup olanlar anlamına da gelmektedir.

İran'daki Yezd kenti ve Farsçadaki Yezdan kelimesinin itikadlarında değeri ve yeri tespit edilememiştir.

c) Yezidi isminin Yezid B. Muaviye’ye nisbetle bu zümreye ve­rildiği yolundaki iddia Yezidiler tarafından kabul edilmemektedir. İslam Tarihi ve diğer kabul görmüş bilgi ve belgelere aykırı olarak Yezid'in, Muaviye'nin oğlu olduğunu kabul etmezler. O'nun nur olduğunu ve Huda'nın bir elçisi olduğunu, bozulan dünya düzeni­ni yeniden te'sis etmek için insan suretinde gönderilen bir resul ol­duğunu, görevini bitirdikten sonra da tekrar göğe ref edildiğine inanırlar.

Kendilerine yapılan bu yakıştırmanın Yezid'e olan saygı ve alakalarından kaynaklandığını savunurlar. (Yezid ile ilgili düşün­celeri için "Sultan Yezid kıssası" na bakınız. )

Kaynakların incelenmesi sonucu, Yezidiliğin Şeyh Adıy'ın doksan yaşında iken hac farizasını eda etmek üzere Hicaza gitme­sinden ve öldüğüne inandıkları sırada(dört yıl sonra) Laleş' teki tekkesine dönmesini müteakip (Şeyhin suretine girmiş) kötü bir ruh olduğu zannıyla katledilmesi ile beraber ortaya çıktığı tezi ka­bul görmüştür.

"Yezidi"isminin bu taife için kullanılmasının da Yezid Bin Muavviye ile çok sıkı bağlantısı bulunmaktadır. Şiiliğe karşı 12. yüzyılda ehlisünnet akidesini samimiyetle müdafaa eden Şeyh Hadi'nin vefatından sonra fikirleri maksatlı olarak saptırılmıştır. Bütün tarih kitaplarının hilafına, Yezidin Muaviye'nın oğlu olmadı­ğı, aksine onun şiddetli bir muhalifi ve rakibi olduğu hiçbir yazılı belge olmadığın halde iddia edilmekte, insan suretinde dünyaya gönderilmiş bir melek olduğu savunulduğundan düşmanları tara­fından haklı olarak Yezidi ismi ile isimlendirilmişlerdir. İbni Teymiyenin bu husustaki düşünceleri tarafımızdan derlenen kıssa ve dualar ile de teyid edilmektedir.

İbni Teymiye risalesinde, "Hz. Osman’ın şehadetinden sonra O'nun kanını dava edenler ve Hz. Ali kerrema’llahu veche radiya’llâhü anh ye biat edenler arasında ma­lum çekişmeler zamanla siyasi ve itikadi bölünmelere neden ol­muş, Hz, Ali taraftarlarından rafıziler, bütün sahabeyi tekfir edi­yordu. Bütün bunlar devam ederken halk halifeden bu tür insanla­rın cezalandırılmasını istiyordu. Bu arada bazı alimlerin tekfir (kü­für ile itham) ve tel'in (lanetleme)in ağır sorumluluğunu anlatma­ları üzerine cesaret alan bir takım iktidar yanlıları Yezid B. Muavıye'yi övmeye başladılar, ta ki bu övgü Yezide evliyalık ve hatta enbiyalık izafe edecek kadar ileri gitti. Salih olarak nitelendirilen Ye­zide karşı olanları "cehennemlik" olarak ilan ettiler. Yıllardan son­ra Şeyh Hadi' nin torunu Şeyh Hasan (Mushafa Reş'te büyük me­lekler arasında zikredilir) gerek Yezid ve gerek babası hakkında fevkalede mübalağalı sözler ve yazılar yaydı.   Yezidiliğin İslâmiyet’ten çok farklı bir çizgiye çekilmiş olması, araştırmacıları olayla­rın seyrinde rolü bulunan bir başka Yezid ve Adıy'ler aramaya sevk etmiştir. Ancak tarihi olayların cereyanı, zamanlama, kutsal addedilen mekanlar, dualar ve kıssalarına yerleşen görüşler bu araştırmaların bilgi eksikliğinden kaynaklandığını ortaya koymak­tadır. Ancak böylesine büyük çaplı dejenerasyonun cehalet ve körü körüne sadakatten başka sebepleri de araştırılmalıdır. Yani, Yezidi­lerin isimleri telaffuz edilirken ellerini göğüslerine basıp, eğilerek saygıyla yadettikleri Şeyh Hadi, Adiy B. Musafir den, Sultan Yezid'de Yezid Bin Mavıyeden başkası değildir. Lâkin İslâmiyet'ten bu ölçüde uzak bir inancın teşekkülünün sosyal, siyasal ve kültü­rel sebebi ciddi olarak tahlil edilmelidir.

3-                   Şeyh Hadi'nin hayatı ve şahsiyeti

Adeviye ve sohbetiye diye tanınan tarikatın kurucusu sayı­lan, sonraları Yezidiliğin kurucusu olduğu ileri sürülerek sahip çı­kılan Adiyy Bin Musafır, Baalbek şehrine bağlı beyti far'da takriben 460-467 hicri yıllarında doğmuştur. 90 yaşında vefatettiği dikkate alındığında 550-557 hicri yıllarında baki aleme irtihal etmiş ve Laleş'teki tekkesine gömülmüş olduğu hesaplanmaktadır.

- İbnı Hallıkan; Şeyh Adiy'ın torunlarının dedelerinden kalan tasavvufi hatırayı, tarikat adap ve erkanını devam ettirdiklerini, böl­ge halkının Şeyh'e ve torunlarına büyük bir saygı ile bağlı bulun­duğunu anlatır.

İbni Teymiye: Şeyh Adiyy’in nesep yönünden halife Hakim Bin Mevran'a, tarikat yönünden Hz. Ömer'e ulaştığı yolundaki id­diaları red ederek, Şeyh Adıy ve O'na tabi olanları İslam'a sadık ve muttaki kimseler olarak vasıflandırır Bida'tten uzak, ehli sünnet akidesine müntesip olduklarını bildirir.

Şa'rani; Şeyh Adiy'ye bir çok keramet isnat ederek, O'nun her gün bahr'ı muhit'teki (büyük Okyanus)" altıncı ada " ya gidip gel­diği ve orada ikamet ettiğini, Şeyh Abdulkadir Geylani'nin ise, O'nu " mana sultanı" olarak nitelediği, müritlerinin kendisine son derece sadık olduğunu, bu hürmet ve bağlılığın etkisi ile Yezidilerin O'nu ilahlaştırdığını anlatarak mezarı başında kabir ziyaretine dair ada­ba uyulmayıp küfre girildiği gerekçesiyle Bedrettin lü'lü tarafın­dan cenazesi mezarından çıkarılarak kemiklerinin yakıldığını, me­zarlığın tahrib edildiğini ve birçok Yezidinin öldürüldüğünü zik­reder.

İslâmiyetten böylesine uzaklaşmış bir cereyanın züht ve tak­vasıyla ün salmış olan Şeyh Adiy ile bağlantısını kuramayan araş­tırmacıların bir kısmı, yezidilerin kasdettiği Şeyh Adiy 'yin :

a)                   Manastırda yaşayan Edi (ihadaus) isminde bir keşişin İslâmiyeti kabul edip, İslâmiyet ve Nasturiliğin karışımı olan bir dinin kurucusu olarak ortaya çıktığı,

b)                   Şeyh Adiy'yın talebelerinden Maruni inancına mensup Ade'nin böyle bir inancın doğuşuna önayak olduğu,

c)            Ateş ruhu anlamındaki Azer ile aynı olduğu

d)                   Bir Kürt kabilesine mensup olup manastır çobanın oğlu iken Manastırı eline geçiren bir şahsiyet olduğu şeklindedir. Sür­yani kaynaklarında ise, bu iddiada adı geçen şahsın Yezidilerce yadedildiği ileri sürülmektedir11

Erbil Hükümdarı Müzafferuddin Gökböri, küçüklüğünde Şeyh'i gördüğünü, esmer ve orta boylu olduğundan söz eder.

Kaynaklarda Şeyh Adıy'ın birçok eserinin mevcudiyetinden sözedilirse de, Keşf'uz-Zunun, hediyet'ul arifin'den, Brockelman ise, sadece bir eserinin varlığından söz eder.

Katip Çelebi ve Bağdatlı İsmail Paşa'nın "Akidetu Şeyh Adıyy B. Musafır"diye kaydettikleri bu risale, "İtikadı Ehli Sünne ve'l Cemaa" adıyla neşredilmiş tir. Geniş ölçüde İhya'u Ulum ud’Din'den müteesir olan eserde selefi bir görüş hakimdir. İbni Teymiye, Şeyh Adiy'e nisbet edilen bir risaleyi ona bağlı kişilerden birinin kendi­sine gösterdiğini, ancak bu risalenin Ebul Ferec El ’Makdisi'nin Et Tapsira'sından aynen alınmış olduğunu, sadece bazı önemsiz ilave ve çıkarmaların yapıldığını ve Yezid ile ilgili hususların Ebul Ferec'in eserinde yer almadığını ifade eder. [5]

Dr. Rudolf Frank "Türk kütüphanesi" adlı neşriyatında halen asılları Berlin kütüphanesinde bulunan Şeyh Adıy Bin Musafır’e ait dört risaleden bahsedilmektedir. Bu risaleler ve konuları şu şe­kildedir. '

a)                   İtikadı Ehli Sünnetin İspatı. Kader ya da amelin imandan bir cüz olduğu, " fırka-i naciye" nin ehli sünnet olduğu ifade edilerek sünnetin tarifi yapılmakta, ehli bid'at eleştirilerek ehli sünnet savu­nulmaktadır. Mu'tezile mezhebinin görüşleri de red dilerek cen­net, cehennem ve kıyametin ahvali anlatılmaktadır.

b)                   Risale Fiha Zekere Adab'un-Nefs

Şeyh, bu risalesinde Kur'anı Kerim okumaya ve günahları terk etmeye, vaaz ve nasihatları ihtiva eden on hususa dikkat göster­meye, ayrıca riyazet ve mücahedeye davet ediyor.

c)            Vesaye'ş-Şeyh ila Halife:

Kendisinden kerametler zahir olan kimselerden" Dinin emir ve nehiylerine uymuyorlarsa ve hatta küçük bid'atları varsa " uzak durulmasını tavsiye ediyor.

d)            Vcsaye Li'Müridi Kayd ve Li Sairi'l-Müridin:

Müridlerindcn Kayd'a hitaben şöyle sesleniyor:

Ey Kayd ! sana hududu şcr'iyyeyi, takvayı muhafaza etme­yi ve dünya peşinde koşanlardan uzak durmayı tavsiye ederim. Açlık kalbin anahtarıdır ve kalbin hayatıdır. Nitekim Hz. İsa (aleyhisselâm) havarilerine " Karınlarınızı aç bırakır, ciğerlerinizi susuzluktan ya­kar, vücutlarınızı elbiselerden korursanız, Allah'ı (celle celâlühü) görürsünüz. " Demiştir.

Britanya Müzesinde bulunan bir mecmuada Şeyh Adyy'yın iki kasidesinin bulunduğu ifade edilmekte ve birinci kasidesinin ilk beyitlerinde şu ifadelere yer verilmektedir.

Sevdiğimin aşkında tefrid ettim

Onunla karşılaşmaya

Kalbimde bir iştiyak var

İçtiğim kadeh beni şarhoş etti

O kadehin nereden alındığını kimse bilmedi

Nedimem nebilerin eşrefi Ahmed idi.

Yakud El-Hamevi'nin " Mir'at-ul Cinan" adlı eserinde Şafii mezhebinde olduğu bildirilen Adiyy Bin Musafir'in İmamı Gazali ile dostluğu İstanbul Beyazıt Kütüphanesinde 3750 sayılı kitaptaki mektuplarından anlaşılmaktadır. (Yezidilerin Şeyh Adiyy Bin Musafir ile ilgili görüşleri için" Peygamberlere İman" maddesine bakı­nız. )

4-                   Sultan Yezid Kimdir?

Yezidiler, Yezid'in Huda'nın bir meleği ve insanlar için bir hidayetçi olduğunu iddia ederler. Fitnenin büyüdüğü ve anarşinin had safhada olduğu bir dönemde Huda tarafından insan suretinde yeryüzüne gönderilen bir yüce Melektir. O insanları bu huzursuz­luktan kurtarmak ve hidayet etmek için göndermiştir. Yezid'in, Muaviye'nin oğlu olduğunu kabul etmedikleri gibi ona muhalif olarak idrak ederler. Rivayetlerine göre; kahinlerin gençliğinde sal­tanatın oğlu tarafından zorla ele geçirileceğini ifade etmesi üzerine evlenmemeye karar veren Muaviye, 99 Yaşına gelince hastalanır. Doktorların, sadece evlenmesi halinde bu hastalıktan kurtulabilece­ğini söylemeleri üzerine çocuk doğurma ihtimali bulunmayan Ömer B. Hattab'ın  kızkardeşi 70 yaşındaki Maver ile evlenir. Maver ise Tanrı nın lütfü ile 14 yaşında bir kız oluverir ve Sultan Ye­zid nur olarak Maver'in yanı başına konulur.

Yezid, Maveri kendisine anne olarak kabul eder ve o andan iti­baren Muaviye aleyhine halkı örgütlemeye başlar, bir takım mucizeler gösterir. Bunu üzerine Muaviye, Yezid ve annesi Maver'i Basra'ya sürgün eder. Bir süre sonra Yezid, Muaviye'yi devirmek için Şam'a geri döner. Yapılan savaşta Muaviye yenilir,

Şam'dan kaçmak zorunda kalır, bir süre sonra da kahrından ölür.

Muteber kabul edilen bütün İslam ve Batı kaynakları ise yuka­rıdaki bilgilerin doğruluğunu tastik etmemektedir. Çünkü Muavi­ye, Ebu Sufyan'm oğlu, Ebu Sufyan da Sahr B. Harb’ın oğlu, Harb'da Ümeyye B. Abdişems B. Abdi Menaf B. Kusay B. Kilab'ın oğludur. Künyesi Ebu Abdurrahman olan Muaviye'nin hanımları ve çocukları şunlardır.

İlk eşi Bahdel B. Uneyf'in kızı Meysune'dir ki, bu Yezid ve kü­çük yaşta vefat eden " Emetu Rabbil Meşarik" ın annesidir.

İkinci hanımı, Karaza B. Abd Amr B. Nevfel B. Abdimenaf'm kızı Fahite'dir. Fahite, zihin özürlü olan Abdullah ve küçük yaşta ölmüş Abdurrahman'm annesidir.

Üçüncü karısı, Kilab oğullarından Umare kızı Naile'dir. Ancak ilk karısı Meysune'nin isteğine binaen bu evlilik kısa sürmüştür.

Muaviye'nin diğer bir eşi de, Fahitenin kız kardeşi Karaza kızı Ketve İdi. Kıbrıs Gazası sırasında orada vefat etmiştir. [6]

Muaviye, 73 yaşında iken (607-680) vefat etmiş, Yezidilerin iddiasının aksine daha sağlığında oğlu Yezid'e biat edilmesi için

Valilerine talimatlar göndermiştir.

Medine’den Hz. Hüseyin, Abdullah B. Zubeyr ve Abdullah B. Ömer dışında biad sağlanmıştı. Muaviye öldükten sonra Yezid, Herkesin ve bu arada Hz. Hüseyin aleyhisselâmın biatini da almak istedi. O sı­rada Medine Valisi olan Velid B. Utbe B. Ebu Sufyan’a bir mektub yazarak, her halükarda Hz. Hüseyin, Abdullah B. Zübeyr ve Ab­dullah B. Ömer in biatı'nı sağlamasını emretti. Velid, aldığı emir üzerine haber göndererek onları çağırttı. Valilik makamında biat meselesi ve Muaviye’nin ölüm haberi ile karşılaşan Hz. Hüseyin, Muaviye için Allah'tan rahmet diledi. Biat konusunda ise şunları söyledi, " Benim gibilerden gizli biat alınmaz. Halkı toplayıp hepi­mizi biata davet edersin, bu iş böyle olur. "

Hz. Hüseyin daha sonra eşlerini, çocuklarını ve kardeşlerini alarak Mekkeye gitti. Bilahere Kufe'lilerin daveti doğrultusunda halkı dinlemek üzere Mekkeden ayrıldı. (Yezidilerin, Yezid hakkındaki görüşleri için"Sultan Yezid Kıssası" na bakınız. )

5-                   Hz. Hüseyin aleyhisselâmın Şehit Edilmesi:

Yezidilere ait sözlü kaynaklar (Kıssalar) Yezid'in, Hz. Hüse­yin'in öldürülmesi ile ilgili bir kabahatinin bulunmadığını, esas is­mi Şibil olan bir cengaverin boşadığı karısıyla evlenen Hz. Hüse­yin'e olan şahsi kini nedeniyle şehit edildiğini, Yezidin bu çok sev­diği cengaverini,

Hz. Hüseyin'in kafasını kestiği için huzurundan "Defol" manasına gelen "Şemmir" ibaresini kullanarak kovdu­ğunu, çünkü Hz. Hüseyin'in sağ getirilmesi yolundaki emrine uyulmadığını, bu tarihten sonra Şibil'i herkesin Şemmir olarak ça­ğırdığını, toplumun kendisini yalnızlığa sürüklediği iddia edil­mektedir.

Mevcut yazılı kaynakların tamamına yakın bölümü ise, Hz. Hüseyin'e, Haveli B. Yezid El-Esbaki'nin mızrak ile vurduğunu, Si­nan B. Enes in ise kafasını gövdesinden ayırdığını zikir etmektedir. Ömer B. Sa'd komutasındaki ordunun içinde Şemir B. Zul Cevşen isminde bir şahsın da bulunduğu, bu zatın sürekli olarak çevresin­dekileri Hz. Hüseyin aleyhine kışkırttığından sözedilmektedir. Ancak Hz. Hüseyin'in çarçarpışmalar esnasında şemir ile karşı karşı­ya geldiğinden bahis edilmemektedir.

Hz. Hüseyin'in Şemir'in karısıyla evlendiği (boşandıktan sonra) Şeklindeki iddia ise, hiç bir kaynak tarafından doğrulanmamaktadır. Çünkü Hz. Hüseyin aleyhisselâmın dört kez evlendiği ve hanımları­nın; 1- Leyla 2-Ümmü Velet 3- Ümmü İshak 4-Er-Rübab isimleriyle bilindikleri, hanımları arasında Yezidi kısalarında varid olduğu veçhi ile "Şehribar" isimli birisinin bulunmadığı belgelerle subut bulmuştur. (Hz. Hüseyin'in şehadeti ile ilgili olarak "Hz. Hüse­yin'in şehit edilmesi" kıssasında Yezidilerin görüşü anlatılmıştır. )

B- İMAN ESASLARI

1-                   İmanın Şartları:

Huda'nın birliği ve mutlak kudret sahibi oluşunun ışığı altın­da şu esasları ihtiva eder:

a)                   Şeyh Hadi'nin, Hûda'nın meleği ve Yezidilerin mürşidi ol­duğuna iman etmek

b)                   Sultan Yezid'in Hûda'nın meleği, yerin nuru ve insanlığın sururu olduğuna iman getirmek.

c)                   Melek’i Tavus' (Emin Cebrail) un Hûda'nın meleği ve elçisi olduğuna inanmak

Bu üç şahsiyet Hûda'nın bir basamak altında oturan birinci derecede yardımcılarıdır. Hiç biri diğerinden büyük gösterilemez. Üçü'de aynı makama sahiptirler. Bunların hakkında tartışarak biri­nin üstünlüğünü iddia etmek şiddetle yasaklanmıştır. Hûda'nın birliğini ikrar ile birlikte bu üç esas aynı zamanda şehadet cümlesi­ni oluşturur. Bu cümle sabah ve akşam yatarken tekrarlanır.

2-                   Allah Teâlâ'ya İman:

Allah'ın varlığı ve birliği Yezid'i itikadının önemli bir şartını meydana getirir. Allah' ın varlığı ve birliğine inanmayan inkarcılar din'den çıkmış sayılır ve toplumdan soyutlanırlar. Soğuk karşıla­nırlar hatta Yezidi toplumundan ihraç edilirler ki, böyle bir olayın olduğuna dair bir numune mevcut değildir. İnkarcıların cenazele­ri, Yezidiliğin gerektirdiği biçimde kaldırılmaz.

Huda her şeye kadirdir ve hiç bir mekân Ondan hali değildir. Yedi kat yeri ve yedi kat göğü O yaratmıştır. Âlemdeki işlerini ya­rattığı melekler vasıtasıyla idare eder. Yani, Huda mutlak hâkim ve melekler de O'nun verdiği emir leri ve işleri hatasız olarak ya­parlar. Melekler, Hûda'ya asla ihanet etmezler. Hûda'nın üçbüyük meleği Şeyh Hadi, Sultan Yezid ve meleki Tavus'tur.

Huda, bütün alemlerin Rabbi'dir. "Hûda Yalnız Yezidilerindir. " şeklinde bir iddiaları yoktur.

Aksine Hudayı bütün alemlerin Rabbi olarak telakki ettikleri­ni "Kı’jıbo Hudabi, Huda'ji Jıbo Viye" Yani "Kim Allah için yapar­sa, Allah'ta onun için yapar. " Dusturu ile açıklarlar. Nasıl ki Müslümanlar, "Rabbu'l Müslimin" demez iseler, kendilerinin de "Rabbu'l Yezidi" demediklerini izah ederler.

İnsanlar sapıklığa düştükçe; Huda, meleklerinden birini insan suretinde ve insanları hidayet etmek üzere yeryüzüne gönderir ki, insanlar için gönderilen bu meleklere "Nebi" adı verilir.

Huda'nın binbir ismi vardır. Bunlardan en güzeli ve Yezidiler tarafından çok kullanılması tavsiye edileni "Huda" ismidir. Bu isimlerden bazıları Ezda, Gafur, Halik vs dir.

Yezidi'lerin canlı kaynaklarından alınmış Allaha İman ve sıfat­ları konusunda yukarıya çıkarılan görüşleri kendi içinde birlik ve bütünlük arz etmemektedir. Kitaba Celev'in birinci fasıl yedinci maddesindeki "diğer aliheler benim işime karışamazlar ve her ne olursa olsun beni maksadımdan caydıramazlar. " ve " Hukukumu benden başka aliheye (ilahlara) vermem. "cümleleleriyle başka ilah­ların da mevcudiyetinden söz edilir. Yine yedinci cümledeki " oğullarımın ve bana tabi olanların kendilerine yabancı olanlara ta'ditte bulunmamak için bir rıbatta (bir arada) bulunmalarını arzu ederim. " cümlesiyle de Yezidilerin, Huda'nın oğulları gibi tellaki edildiği anlaşılmaktadır.

Görüldüğü üzere kamuoyu ve nazari bilgi sahiplerinin "Yezi­diler şeytana taparlar. " şeklindeki kanaatleri mesnetsizdir.

İslamm tevhid (tek tanrı) inancının cehalet ortamında; gele­nekler, Zerdüşt dini İsrailiyat ve muharref  Hıristiyanlığın (Süryani ve Nusayri) tesiri ile nasıl kompleks bir hal aldığı bariz olarak an­laşılmaktadır. Ayrıca pozitivist görüş sahiplerinin çok tanrılı din­lerden tek tanrılı dinlere doğru bir geçişin bulunduğu şeklindeki tezlerinin tutarsız olduğunu. Yezidi inancının doğuşu ve oluşumu ispatlamaktadır. Çünkü, Tanrı ya yardımcı ve oğulların tahsis edil­diği Yezidilik, zaman içinde İslâmiyetten kopmuştur.

Esasen tevhid merkezli bütün semavi dinler, çok Tanrıcılığın yaygınlaştığı dönemlerde insanlığa vahyedilmiştir.

3-                   Meleklere İman:

Meleklerin varlığına inanmak Yezidilik düşüncesinin önemli ilkelerindendir. Melekler, Huda’nın yardımcılarıdır, Huda onları âlemdeki işlerini yaptırmak için yaratmıştır. Aralarında vazife tak­simi yapılmış hiçbiri diğerinin işine müdahale etmez. Melekler ci­sim değil tamamen Huda'nın nurundan yaratılmışlardır. Yedi bü­yük melek ve vazifeleri Musahafa Reş'te zikredildiği üzere önce­den tespit ve tayin edilmiştir.

Yedi büyük meleğin dışında, telkin duasında da geçtiği gibi sorgu melekleri ve bunların dışında görevleri insanlar tarafından bilinmeyen sayısız meleklerin varlığına inanılır.

a)                   Melek-i Tavus :

Bütün Melekut aleminin reisi olup, Huda'nın emirlerini kendi suretinde veya insan suretine girerek Şeyh ve Nebilere ulaştırır. Huda'nın ilk yarattığı gün olan pazar günü yaratılan Melek-i Ta­vus, Azrail olarak bilinen meleğin adıdır.

b)                   Şeytan :

(Yezidiler "Şeytan " kelimesini telaffuz etmekten hatta işit­mekten büyük günah saydıkları için şiddetle kaçınırlar. Hassasi­yetlerine binaen kendilerine "telafuz etmekten içtinab ettiğiniz ke­lime " şeklinde soru sorulup cevap alınmıştır. )

Kamuoyu ve yüzeysel olarak yapılan araştırmalar, Yezidilerin şeytan'a tapındıklarını anlamış ve iddia etmiştir. İnançları ile ilgili bilgilerin yabancılara aktarılmasının yasak olması, lisanlarının Kürtçe olması ve yine akilen gereği Müslümanlarla bir arada ol­mamak maksadıyla köy ve mezralarda yaşayan Yezidilere ulaş­mak ve inançları öğrenmek mümkün olmadığından, hakla­rında yanlış kanaat ve görüşler yaygınlaşmıştır.

Yezidilerin Şeytan'a tapınma şeklinde bir inançları yoktur. Lâ­kin o, şefaat dilekleriyle hürmet ve övgü sunulan yüce bir mercidir. "Şeytan" kelimesini telaffuzundan kaçınmalarının sebebi Hz. Âdem'in cennetten çıkarılması olayıdır. Bir insanın ismini boza­rak, hakaret içeren bir şekilde çağırmak asla hoş karşılanmaz. Ya­ni, ismi Ali olan bir şahsı "Alo" diye çağırmak herhalde memnuni­yet verici olamaz. Hz. Âdem kutsal topraktan yaratılıp cennete ko­nulduğunda buğday hariç her türlü rızıktan istifade etmesine izin verilmiştir. Ancak Hz. Âdem, ilahi emirlere değil kendi nefsine uya­rak buğdaydan yedi. Buğday dünya nimetlerinden olduğu için karnının şişmesine sebebiyet verdi. Sonra da Def'i hacet'e ihtiyacı olduğu için (cennetin de böyle bir mekandan münezzeh olması) cennetten çıkarılarak dünyaya gönderilmesi zaruret haline geldi. Hz. Âdem'i cennetten alıp dünya'ya götürmek için Meleki Tavus, Huda tarafından görevlendirildi. Haberi duyan Hz Âdem, sinirin­den bir elçi olan Melek-i Tavus'a saldırır. Taş atmak ister, ancak bu­lamaz. Hiddeti artığından ona tükürür ki, bu nedenle yere tükür­mek büyük günahlardan sayılır.

Sinirleri bir türlü yatışmayan Hz. Âdem, Melek-i Tavus'a ismi­ni bozarak "şeytan" ifadesini kullanarak hakarette bulunur. Bu olaydan dolayı, Melek-i Tavus'a hakaret anlamına geldiğinden sö­zü edilen kelimenin telaffuzu büyük günahlardandır ve yasaklanmıştır. Bu olayda Melek-i Tavus bir elçi olarak görevini yapmaya çalışmış herhangi bir sorumluluğu mevcut değildir. Ancak Hz. Âdem o anda bunu idrak edememişti. Bu kelimeyi kullananlar af edilemeyecek bir günah işlemiş sayılır, keza bir Yezidi nin karşı­sında bu kelimeyi telaffuz edenin en ağır bir biçimde cezalandırıl­ması dini bir vecibedir.

4 -Kitaplara İman :

Yezidiler; Mushafa Reş ve Kitaba Celev adında iki kutsal kitap­ları olduğunu, Mushafa Reş'in tek nüsha olarak siyasi ve dini li­derleri Mir İsmail'in babasına ait kütüphane de muhafaza edildiği­ni, dini meseleler ortaya çıktığında bu kitaba müracaat edilerek çö­züm bulunduğunu ifade ederler.

Takriben 1940 yıllarında bir casus tarafından Mushafa Reş'in çalındığını ve yerine ilk okullarda okunan basit bir ders kitabının konulduğunu (Coğrafya), kutsal kitap çalındıktan sonra bu günkü medeniyet ve teknolojinin ondan kopya edildiğini, kısaca bugün dünyanın sahip olduğu teknolojinin tümünün altın suyu ile yazıl­mış olan Mushafa Reş'ten çalındığını, hırsızlık olayının faili ve kut­sal kitap bulunamayınca, Yezidi alimler bir araya gelerek hatırla­nan kısımları derleyip topladıklarını ve derleme olup başka bir kopyası bulunmayan Mushafa Reş'in Şingal (Sincar) Dağlarındaki Laleş te muhafaza edildiğini, dini bir mesele zuhur edince bu kita­ba bakılarak çözüm bulunduğunu iddia ederler.

Mushafa Reş ve Kitaba Celev, merhum Mehmet Şerafettin Yaltkaya tarafından Dar'ul Funun İlahiyat Fakültesi Dergisi 3. sa­yısında aslı (Arapça)ve tercümesi ile birlikte neşredilmiştir. Kaina­tın yaratılışı ile ilgili bilgileri ihtiva eden Mushaf'a Reş 13 madde­den ibaret olup, Sabiilerin yedi kutsal yıldızı inancına benzeyen bir biçimde dünyanın yedi gün içinde ve her gün bir meleğin yaratıl­dığına dair ilginç iddialar mevcuttur.

MUSHAFA REŞ (KARA KİTAP)

1-                   Bidayette Sırrı Uzeyr'den İnciyi yarattı. Allah ENFER na­mındaki kuşu yarattı ve inciyi onun sırtına koydu ve kırk bin sene o kuşun sırtında sakin oldu.

2-                   Allah’ın ilk yarattığı gün Pazar günüdür. Bu günde Azrail namındaki meleği yarattı ki, bu cümlenin reisi olan Melek-i Tavus'tur.

3-                   Pazartesi günü Melek Derdail'i yarattı ki, bu Şeyh Hasan'dır.

4-                   Sah günü Melek İsrafil'i yarattı ki, bu Şeyh Şems'tir.

5-                   Çarşamba günü lylelek Mikail'i yarattı ki, bu Şeyh Ebubekir'dir.

6-                   Perşembe günü Melek Cebrail'i yarattı ki, bu Şeyh Secadeddin'dir.

7-                   Cuma günü Melek Şemnail'i yarattı ki, bu Şeyh Nasruddin'dir.

8-                   Cumartesi günü Melek Nurail'i yarattı ki, bu Şeyh Fahruddin'dir.

9-                   Ve Melek-i Tavus'u bunların cümlesine reis tayin etti.

10-                Sonra da yedi kat göğü ve yeri ve güneşi yarattı.

11-                Şeyh Fahrettin insan ve hayvanı, tuyur ve vuhuşu yarattı ve onları hırkasının yakasına koydu ve beraberinde melekler oldu­ğu halde inci'den çıktı. İnci'ye öyle bir bağırış bağırdı ki, İnci ayrı­lıp dört parça oldu ve karnından su çıktı. Deniz oldu ve dünya de­şiksiz ve deliksiz oldu.

12-                Ve Allah Cebraili, kuş suretinde yarattı ve onu kendi eli ile salıverdi ve sonra yeryüzünün dört köşesini yaptı. Ve bir Sefine (gemi) yarattı ve 30 bin sene bu sefineye nazil oldu ve sonra geldi Laleş'te sakin oldu ve sonra dünya' ya seyahat etli, taş döndü ve dünya arz oldu ve titremeye başladı. Sükunet bulsun diye Cebrail beyaz İncinin iki kıtasına emretti, bir kıtası güneş ve ay oldu ve be­yaz İnci kırıntılarından yıldızları yarattı ve süs olsun diye gök yü­züne ta'lik etti.

13-                Ve süs olsun diye meyvalı ağaçları ve nebatatı ve dağları yarattı, sonra Ferş (arz) üzerine arş'ı (gök) yarattı.

Dini emirleri beş fasıl ile belirleyen vaaz, nasihat ve tenbihler ihtiva eden Kitaba Celev, Şeyh Hadi'ye izafe edilir. Bu kitapta Kur'anı Kerim den, Hristiyan, Yahudi, Mecusi, Hint ve Sabii inanç­larından alman bazı fikir ve emirler mevcu ttur. Bu kitap dilbilgisi yönünden bir garabet arzeder.

Kitaba Celev'de zikredilen; Abtavus adlı Meleğin fonksiyonu, Tenasuh'ul Ervah (Ruhların göçü şeklindeki Hindu inanci), Yaban­cılara bu kitabın okunmasının yasak olduğu yolundaki ifadeler, dini emirlerin ve dini konuların Yezidi olmayanlara, muhalefet edecekleri dikkate alınarak söylenmemesi, hatta yabancılara mu­halefet için Yezidilerin toplu olarak aynı me kanlarda ikamet et­meleri, din adamlarının telkinlerine mutlaka uyulması gerektiği hususları dikkat çekicidir

Diğer peygamberlere de Huda tarafından ilahi kitap verildiği­ni kabul ettikleri gibi, bütün bu kitapların tahrif edildiğini sadece Mushafa Reş ve Kitaba Celev'e uygun bölümlerinin vahiy eseri ol­duğunu (oruç, namaz, zekat gibi) benimserler.

Kutsal sayılan kitaplarında yeterli ölçüde dini malumat bulun­madığı için bu konularda otorite olduğu kabul edilen Kavval ve Köçeklerin söylediklerini Yezidi'liğin aslından imiş gibi tastik ve tatbik ederler. Şeyh Hadi'nin yazdığı iddia edilen Kitab'a Celev'in bilinen şekli aşağıya çıkarılmıştır.

KİTAB'UL -CİLVE (KİTABA CELEV)

BİRİNCİ FASIL

1-                   Ben var oldum ve şimdi de mevcudum ve mahlûkat üzerin­de saltanat ve tahtı idaremde olanların cümlesinin umurunu (işle­rini) tedbir suretiyle ila nihaye kılacağım

2-                   Hine hacet'te (ihtiyaç anında) bana itimad edip beni çağı­ranların yanında serian (acilen) hazır olurum.

3-                   Mekanlardan bir mekan benden hali (boş) değildir. Hariçle­rin maksad ve meramlarına mutabık olmamasından dolayı şer gördükleri bütün vakıada benim iştirakim vardır.

4-                   Her zamanın şura tariki ile bir müdiri vardır. Her asırda bu alemin müdirleri değişir. Bunların herbiri kendi devrinde ve nöbe­tinde vazifesini ikmal eder.

5-            Hak mucibince mahlukların ahlakına göre ruhsat veririm.

6-                   Bana muhalefet eden mahzun (üzgün) ve nadim (pişman) olur.

7-                   Diğer aliheler benim işlerime karışamazlar ve her ne suretle olursa olsun maksadımdan beni caydıramazlar.

8-                   Haricilerin elinde bulunan kitaplar hakiki değildir. Lâkin onlar azmış, tebdil ve tahrif edilmişlerdir. Her biri diğerini iptal ve fesh etmektedir.

9-            Hak ve Batıl malumdur, itibar ve tecrübeden dolayı bilinir.

10-                Ve düşmanım misakım aleyhine söz söyleyendir ve onlara re'yime göre hareket ederim. Hazık olan (helak olan) müdebbirle­rimin ve malum vakitler için tarafımdan tevkil ettiğim hazıklara lazım olan işleri zikreder ve zamanında lazım olan umuru tahrim ederim.

11-                Tabiatıma ittiba ile bana muvafakattan zevk ve lezzet du­yanları irşad ederim.

İKİNCİ FASIL

1-                   Bu Âdem'e bildiğim nice enva ile mükafat ve mücazat veri­rim.

2-                   Yeryüzünde, yer altında ve yer üstünde olan her şey elimin altındadır.

3-            Alemlerin müsâdemesini (çarpışmasını) kabul etmem.

4-                   Taht'ı itaatımda olan ve hususi ile haslarımdan olanları ha­yırlarından men etmem.

5-                   Tecrübe ettiklerime işlerimi teslim ederim. Onlar da ta'zim meramınca hareket ederler.

6-            Taht’ı şura’da bulunan ve emin olanlara her türlü şekil ve nev'de görünürüm.

7-                   Zuru ve evkata göre alır, verir, fakir ve zengin ederim. Bah­tiyar ve bedbaht kılarım.

8-                   Tasarruflarımdan bir şeyi men etmeye kimsenin hakkı yok­tur. Mütedahileme kıyam etmeyi kimse önleyemez.

9-            Bana ta'cizde bulunanlara hastalıklar ve ağrılar gönderirim

10-          Bana kafi gelen Sair Beni Âdem gibi ölmez.

11-          Bu alemi ednada benim tahdit ettiğim zamandan fazla kim­senin iskan etmeye hakkı yoktur.

12-          Eğer istersem onu ikinci defa tekraren bu veya diğer aleme ervah'ı tenasüh tankı ile gönderirim.

ÜÇÜNCÜ FASIL

1-            Kitapsız irşad ederim

2-            Şeriatıma muhalefet'te bulunanlara hal ve zamana göre di­ğer alemlerde kıssas ederim.

3-            Bu Âdem oğulları körü körüne ahvali bilmezler ve bunun için çok zamanlar ğalata (yanlışa) düşerler.

4-            Bütün kara hayvanları ve gök kuşları ve deniz balıkları elim­de, talıt'ı zaptımdadırlar.

5-            Kalbi arzın tahtında defain (defineler) ve hezain (hazineler) medfundur, onu bir kimseden diğer bir kimseye miras bırakırım.

6-            Mucizat ve acaibatımı (benden) zamanında gösteririm.

7-            Kadimden beri alemlerin tedbirleri ve asırların inkılabları ve bütün müdebbirlerin tağyiri (değişiklik) tarafımdan tanzim olunmuştur

8-            Ecnebilerin bana ve benim etbaıma muhalefet leri, taziyetleri (eza vermeleri) zaruridir.

DÖRDÜNCÜ FASIL

1-                   Hukukumu benden başka diğer aliheye vermem.

2-                   Dört anasır, dört zaman ve dört mekanı, erkanı mahlukatın zaruriyatı için lutf ettim.

3-                   Ecnebilerin kitabından sünnetime muvafık olanları makbul­dür. Muhalif olanları onlar tarafından tahrif ve tağyire uğramıştır.

4-                   Üç şey zıddımdır ve üç şey mebğudumdur.

5-                   Esrarımı hıfz edenler vaadlerime nail olur.

6-  Benim sebilimle mesaibe (Zorluklara) tahammül edenlerin cümlesini alemlerin birinde mutlaka mükafatlandıracağım.

7-                   Oğullarımın ve bütün ittibaımın kendilerine ecnebi olanlara ta'ditte bulunmamak için bir rıbatta ittihad etmelerini arzu ederim.

8-                   Ey vasiyetlerime ittiba edenler ! indimden olmayan ahval ve sözleri kabul etmeyerek inkar eden ve ismimi, sıfatlarımı zikretmeyenlcr iseniz günaha gireceksiniz. Çünkü siz ecanibin ne yapa­caklarını bilemezsiniz.

BEŞİNCİ FASIL

1-                   Şahsımı ve suretimi tekrim edin. Çünkü senelerden beri ih­mal ettiğiniz işleri hatır için yaptırırım.

2-                   Şeriatıma itaat eden haleflerimin indinden olan ilmi ve gayb' dan olan ve size vuku bulan telkinlerime kulak verin.

Mahlukatın kaffesinden evvel mevcut olan Melek'i Tavus (Emin Cebrail) olup, Onu Abtavus, Milleti Müntehibesi (Seçilmiş) irşad için bu aleme gönderdi ve bidayette şifaen talimatta bulunup bilahere bu kitabı tavsit etti Bu kitabı dinden hariç olanların oku­maları caiz değildir. Abtavus veya Melek-i Tavus ebedidirler. Tah­tı idaresindekilerin umurunu tedvir eden ve kendisine itimadı bu­lunanların imdadına yetişir. Her yerde hazır ve nazırdır. Haricile­rin kendi maksat ve meramlarına muvafık olmakla şer tesmiye et­tikleri hadisatı ihdasta müşterektirler. Her zaman şura tarikiyle ha­reket edecek bir reis ve müdir olup, her nesil değiştikçe bu reis te değişir.

İnsanların tabii ihtiyaçlarına münasip şekil de ruhsat verilir. Diğer ilahlar Melek Tavusun işlerine müdahele edemezler. Harici­lerin ellerindeki kitaplar hakiki değildir. Onlar kitaplarını tahrif ve tebdil etmişlerdir. O Kitapları Allah'ın gönderdiği Peygamberler yazmamıştır. (Yezidiler kadim zamanda sırf kendilerine mahsus olmak üzere müteaddid Nebilerin geldiğini savunurlar.

Abtavus, tayin edilmiş muayyen vakitler için vekillerini gön­derir. Onlar Abtavus'un emirle rini evkata göre harfiyyen uygular­lar. Zaten Abtavus, işlerini tahtı idaresindeki tecrübeli ve emniyetli hizmetçilerinin eline verir ve Abtavus, emini olan kimselere türlü türlü şekillerde görünür.

Alemde tahdit ettiği süreden fazlasını oturmağa kimsenin gü­cü ve kuvveti yetmez. İsterse tenasuh'ul Ervah yolu ile ikinci ve üçüncü kez bu aleme gönderir.

Havassıma ğayy dahi olsalar bile, kitapsız hidayete erdirir. Ta­limi külfetsizdir. Dört zaman (Menazimi erbaa) ve dört unsur (Enasırı Erbaa) mahlukatın zaruriyatı için halkolundu.

Ecnebilere muhalefet için kendi oğullarının bir yerde toplu olarak ve müttehit bulunmalarını arzu etmiştir. Kendisinin talimatından hariç olan söz ve düşüncelere muhalefet lazımdır. Yabancı­ların yanında hedef olmak ihtimalinden dolayı ismi ve sıfatları zi­kir olunmayacaktır. İsmi ve sözleri geçtiği yerde tekrim olunmalı­dır. Din adamlarının telkinatlarını can kulağı ile dinlemek gerekir.

5-                   Peygamberlere İman:

Nebiler Delalete düşmüş olan insanları hidayet etmek maksa­dıyla insan suretinde gönderilmiş meleklerdir. Hidayet vazifeleri tamamlandıktan sonra yeryüzüne ref (Yükseltilmek) edilirler. Ne­bi Muhammed salla'llâhü aleyhi ve sellem ve Nebi Musa aleyhisselâmda bu şekilde Huda tarafından gök­yüzüne ref edilen Meleklerdendirler. Onlar da Şeyh Hadi ve Sul­tan Yezid gibidirler. Ayrıca Şeyh ve Nebiler aynı vazifeyi yaptıkla­rından ve aynı şekilde Huda tarafından insanlığı hidayete gönde­rildiklerinden statüleri ve dereceleri eşittir. Şeyh Hadi, Huda'nın üstün mertebede bir meleği iken sapmış olan insanları hidayet et­mek üzere yeryüzüne (Laleş'e) gönderilmiş, vazifesi bittikten son­rada tekrar Hudanın katına çekilmiştir.

Melek Tavus: Meleklerin reisi olup, yeryüzüne gönderilen Şeyh ve Meleklere Hudanın emirlerini (Vahiylerini) çeşitli suretle­re girerek ulaştırmakla mükelleftir.

Sultan Yezid ve Şeyh Hadi, Huda tarafından insanlığa gönde­rilmiş son Şeyh ve Nebi'lerdir. Evvelki, Nebileri ve Şeyhleri kabul ettikleri gibi kutsal kitaplarından da, Mushaf'a Reş ve Kitaba Celev'e aykırı olmayan bölümleri de kabul ederler. Dualarında da ifa­de edildiği üzere Yezidiler, Sünni de olduklarını itiraf etmekte, ay­rıca yaratılış itibariyle Şeyh ve Nebiler Melek olduklarından insan­lar gibi yemez içmez, evlenmezler.

a) Sultan Yezid

Yezidiler özellikle dualarında olmak üzere her türlü nidala­rında Hudayı zikretmek yerine, Sultan Yezid, Şeyh Hadi ve Melek- i Tavus’tan yardım dilerler. Ziyaretçilerin "Hacı" ünvanı kazandık­ları Laleşteki türbe civarında Sultan Yezid ve Şeyh Hadi'ye ait mekânların da bulunduğundan söz edilir.

Abdest duasında yer alan " Sultan Yezid için kurbanlık koyu­nuz. "ifadesi Onun itikatlarındaki önemini vurgulamaktadır. Sabah duasındaki "Sultan Yezid hayır kapılarını açar, şer kapılarını kapar " cümlesinde manevi gücüne işaret edilmektedir. Gönderilmiş elçi, resul anlamına gelen "Enzeli" ünvanıyla anılan Sultan Yezid, aslın­da Melek olup, insan suretinde dünyadaki fitne ve fesadı ortadan kaldırmak için Huda tarafından görevlendirilmiştir. Halen Huda katında Melek-i Tavus ile birlikte oturmakta ve Yezidi Milletine şefaatta bulunmaktadır.

b)  Şeyh Hadi:

Yezidilere göre: Yezidiliğin kurucusu Şeyh Hadi'dir. Huda'nın meleği olduğu için doğum tarihi, ölüm tarihi gibi insanları ilgilen­diren özellikleri bulunmaz. Aksine yer yüzüne teşrif tarihi mevzu­bahis olabilir . Şeyh Hadi, Şeyh Abdulkadir Geylani ve Şeyh Ahmet Rufa'i ile aynı asırda bulunmuştur. Şeyh Hadi yemez ve içmezdi çünkü o her zaman oruçlu idi. Abdest almazdı, çünkü her zaman abdestli idi. O, evlenmemiştir ve O'nun çocukları yoktur. İnsan ol­madığı için insanlar ile evlenmesi düşünülemezdi. Yezid olmayan­ların Şeyh Hadi'yi insan olarak anlayıp yanılgıya düştüklerini sa­vunurlar. Yezidi olmayanlar Şeyh Hadi'nin ref olduğunda yeri­ne kendi ismiyle "Berekat" ı bıraktığını bilmezler. [7] Bu yüzdendir ki, Berekat'ın çocuklarını Şeyh Hadi'nin çocukları gibi düşünerek yanlışlığa düşerler. Şeyh Hadi, insan suretine girip Milletini irşad etmeye gelmezden evvel de, çeşitli zamanlarda insanları irşad etmek üzere Nebiler gön-derilmiştir. Mesela Şeyh Hadi gelmeden evvel, Müslümanlar gibi ehli sünnet olduklarını, daha önce de Zerdüşti, Sabii, Eyyübi, Salihi gibi dinlere mensup olduklarını anlatırlar. Yani hiç bir za­man Huda, Yezidileri Nebisiz bırakmamıştır.

Nebiler, Hudanın izniyle gösterdikleri mucize ve kerametlerle bilinirler. Şeyh Hadi'nin gerçek Şeyh olduğu kıssada anlatıldığı gi­bi hakiki Şeyhliğin alameti olan "Yeşil El"i göstermesiyle tescil ol­muştur . Bütün alem bunu müşahede ettiği halde sadece

Yezidiler O'na iman ederek tabi oldular.

Yezidiliğin bütün kaide ve kuralları tartışmasız olarak Şeyh Hadi tarafından irad edildi. Bu kural ve prensiplerin tatbikatını da insanlara öğrettikten sonra ayrılmış, fakat dini emirlerin korunma­sı ve tatbikatlı bir şekilde öğretilmesi için âlimlere talimatlarda bu­lunmuştur.

Sultan Yezidin, Yezidilerin itikatlarını beyan etmek gibi bir görevi yoktur. Sadece Yezidi Milletini himaye etmek gayesiyle yeryüzüne gönderilmiştir. O' da Yezidilik inancına sahip idi. Birtakım kimseler (Müslümanları kast ederek) Muaviyenin yerine geçtiği için O'nun oğlu ve Müslüman itikadında zannederler ki, yanılıyor­lar. Aynı iddia Şeyh Hadi için de söz konusu edilir . Şeyh Hadiyi Ye­zidiliğin kurucusu olarak kabul etmeyenler, O'nu Yezidiler kadar tanıyamazlar. 90 yaşında öldüğü iddia edilen şahıs Berekat'tır, Şeyh Hadi değildir.

6-                   Ahirete İman :

İkinci bir hayata inanmak olan ve bu dünyada işlenen iyi ve kötü amellerin karşılıksız kalmayacağına iman, Yezidi inancının e aslarındandır. Herkes bu dünyada yaptıklarının hesabını herkesin huzurunda verecektir. Ameli iyi olanlar ve kötü olanların muame­leleri birkaç merhaleden sonra neticelenecektir.

a)                   Cennet ve Cehennem

Ahiret hayatı bakidir. Cennete girecek olan iyi amel sahipleri bütün hayatlarını ebediyyen orada geçireceklerdir. Salih amel sa­hipleri mükafat olarak en güzel nimetlerle rızıklandırılacaklardır.

Cehennem, günahkarların cezalarını çekmek için yaratılmış bir mekandır. Cehennemde günahkarların cürümlerine uygun de­rece derece şiddetli azabın bulunduğu bölgeler vardır. Yezidi soyu ve dininin mensupları Cehennem de ebedi olarak kalmazlar. Ce­hennem sırat köprüsünün altında olup, günahlarının çokluğu ne­deniyle geçemeyenler oraya düşecektir. Cehennemin görevlileri, Hudanın melekleri olan Zebanilerdir.

b)                   Haşr- Mizan ve Sırat Köprüsü :

Ölümden sonra kabirlerden tekrar kalkmaya ve hesap verme­ye haşr denir. Mezarlarından 14 yaşındaki suretleriyle kalkacak olan insanlar Laleş yakınlarındaki Arafat dağında toplanacaklardır. Haşr günü ve mahşer iyi amel sahipleri için bir bayram yeri ve bayram hükmündedir. Günahların tartıldığı Mizan, Sırat Köprüsü­nün yanı başındadır. Mizanın yanında yer alacak olan Şeyh Ha­di, Yezidi Milletine şefaat etmek ve terazide günahlarını hafiflet­mek maksadıyla bekleyecektir. işte bu yüzden Yezidi Milletinin diğer Milletlerden daha avantajlı olduğunu savunurlar.

Mizanda amelleri tartılanlar bilahere Sırat Köprüsüne doğru yürüyeceklerdir. Günahları terazide ağır basanlar köprüden geçe­meyecek ve dipsiz uçurumlara, maveralara düşeceklerdir. Çok gü­nah işleyenler boğucu duman ve kızgın ateşin bulunduğu bölüm­lere düşerler. Ancak, Sultan Yezid ve Şeyh Hadi'nin köprüyü geçen Yezidilere yardımı muhakkaktır.

7-                   Dinden Çıkma (İrtidat)

Yezidiler, 'Peçe heşin gewr dibe, e gewr heşin na be’ şeklindeki atasözleriyle beyaz rengin her renge dönüşebileceğini, buna kar­şılık mavi ve diğer renklerin beyaza dönüşemeyeceğini anlatmak isterler. Yani Yezidiler asaletleri gereği beyaz renk gibidirler ve hiç bir surette başka bir renge giremezIer. Din değiştiren bir Yezidi tekrar geriye dönemez (Yezidi olamaz). Çünkü renklerin beyaza dönüşemiyeceği gibi başka bir dini seçip mesela, mavi renge bürü­nen bir insanın aklanması mümkün değildir.  

Bu katı tutumlarına rağmen, Türkiye'de İslam dinini seçenler arasında Yezidilerin ilk sırayı işgal ettiği istatistiki bilgilerle tespit edilmiştir. Mesela, Halidi, ailesi topluca İslâmiyeti seçmiştir. Son za­manlarda yurt dışına ve özellikle Almanya'ya göçleri hızlanmış ve böylece Kitaba Celev'in bir arada yaşamaları şeklindeki evamir de ihlal edilmiş bulunmaktadır.

8-                   Yezidi olunur mu Şartları nelerdir :

Yezidilik sadece bir inanç değil, aynı zamanda bir neseptir. Nesep itibariyle (Soysop) Yezidi olmayan Yezidi olamaz. Bu itikada dahil olamaz. Esasen bütün insanlar Yezidilere kin ve hasetle doludur. Çünkü Yezidiler, Hz. Âdem'in saf kanından yaratıldıkları halde diğer insanların yaratılışında ise, Hz. Hava’nm nakıs olan ka­nı mevcuttur. Düşmanlarının kötü niyetlerine binaen ibadetlerini hafi olarak yapmaları dini bir vecibedir.

Başkalarının dinlerine girmesi için çaba göstermeyen Yezidi­ler, Pir, Şeyh, Mürid, Kavval gibi sosyal sınıfların kan bağı ile bu­güne kadar aynen devam ettiğini, kendilerine dışarıdan katılacak birisinin dahil edilebileceği bir sosyal sınıfın da bulunmadığını, dolayısıyla aklen de herhangi bir katılımın mümkün olmadığını ifade etmektedirler. Yezidi olmanın tek ve yegane şartı Yezidi olan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmektir. Toplumdaki üstün sınıflar ve görevlerinin de bir haksızlığa mani olmak gayesiyle Şeyh Hadi tarafından belirlendiğini ve herkesin sınıfının doğu­muyla belirlendiği için de herkesin bu durumdan memnun oldu­ğunu iddia ederler.

C-İBADET

Kitaba Cclevde zikredildiği vechiyle Yezidiler Kutsal Kitapla­rını yabancılara göstermezler ve okumalarına müsaade etmezler. İbadetlerini de düşmanları kötü davranırlar diye gizli yaparlar. Yabancılara dinleriyle ilgili açıklamalar yapmazlar ve Yezidi olma­yanlar ile birlikte aynı muhitte ikamet etmezler, beraber yaşamaz­lar. Bir Yezidi için yapılması şart olan başlıca ibadetler ve esasları şunlardır. Bir gün zarfında yapılması zaruri olan ibadetler;

a) Uykudan uyanınca yapılan dua :Bu dua Arapça olup, Şeyh Hadi'nin Kavvallara öğrettiği ve çok az kimsenin bildiği ve ezbere bilmeyenler için zorunlu olmayan dua'dır.  

b)  Sabah Namazı

c)  Namazdan sonra Şehadet Kelimesinin tekrar edilmesi

d)  Akşam Namazı

e)  Gece yatağa girerken uyumadan evvel şehadet kelimesinin bir defa daha tekrar edilmesi.

1 - Abdest ve Namaz :

Namazlardan önce ellerini bileklerine kadar ve yüzlerini yı­kayarak abdest alırlar. Boy Abdesti (Gusul Abdesti)olarak bilinen bir abdest çeşidi mevcut değildir. Evlerinde banyo, tuvalet ve ha­mam gibi mekanların bulunmaması inançları gereğidir. Namaz­dan önceki temizlik (Abdest) ibrikler vasıtasıyla yapılır. Çeşme ve diğer su kaynakları genellikle köylerinin dışında bulunur. Abdest alındığında tercümesi aşağıya çıkarılmış bulunan Kürtçe dua oku­nur.

ABDEST DUASI

Şeyhim, Şeyh Hasan. Pirim, Hesın Meinan.

Ey dostlarım, yakınlarım ve akrabakarım!

Dinim, Şeyh Şerefeddin.

Ve mezhebim, Şeyh Şems'tir.

Derecem, Melek Şemseddin.

Ve feryadım Şeyh Şems’edir.

Nesebim Yezid olup, Şeyhim

Mevlam, derdim ve dermanım, yol göstericim,

Ustam, tek Huda'dır taptığım.

Melek Tavus'tur imanım.

Sabah biter ve akşam gelir

Ve iki cellat sureti bana gözükür. .

Cellatlar ben miskin ve fakirden

Dinimin şehadetini sorarlar.

Dinimin şehadeti: Allah birdir

Ve Melek Şeyh Hasan O'nun sevgilisidir.

Laleş'teki büyüklere selam olsun,

Selam size ey Laleş ehli 1

Selam olsun kafe'ye, mağara'ya, Cirim'e, Birim'e ve Kubbelerin ilahına O Yezidhane ki, kıble telakki edilir Başlar o yere secdeye gider.

Şeyh Hadi'nin türbesi imanımızın evidir. Şeyh Nasreddin, imanımızın celladıdır. Şeyh Hadi, gerçek Padişahımız.

Şeyh Hasan evimizin aydınlığı, çırasıdır. Melek-i Tavus adına ve,

Şeyh Hadi'nin hırkasına şehadetimiz vardır. Aileme minnettarım.

Ve o kimseler kördürler ki, Bu isimleri her daim

Hürmetle anmayı ihmal ederler.

Rahman kürsüsü tan yerindedir.

Haccımız kaf ve mağaralı olup, pencerelidir, işte orasıdır Şeyh Hadi

Ve sair muhterem zevatın yeri.

Rahman kürsüsünün yönü göğe doğru Ve beyaz çeşmelerle çevrilidir.

Orası Sultan Yezid'i kırmızı'nın yeridir Ve sünnetleri tasdik merciidir.

Ön cephesi siyah renklidir,

Haccımız kafe, mağara ve beyaz çeşmedir. Orası Sultan Yezid'in mekanıdır, Hürmet ile tavaf olunur.

Sünniyim, sünniyim

Ve kutsal bir inci'nin eseriyim.

Beyaz çeşmenin nöbetçisiyim, Büyük Şeyhin müridiyim.

Sultan Yezid için kurbanlık koyunum, Elhamdülillah bu dinimden Ve erkanından razıyım.

Laleş'i nurani'ye gittim

Ve çifte kubbe mevkiinde secde ettim. Melek Tavus’un ismine iman ettim Ya Şeyh Hadi! Bizler bilmeyiz, Herşeyi bilen sensin..

Yezidiler, İslam Dininde namaz kılınması kerahat sayılan günün iki vaktinde yani, sabah güneş doğarken ve akşam güneşin batışı esnasında namaz kılarlar. Güneşe yönelerek ayakta dualarını okurlar sonra da secdeye kapanırlar. Namazları şeklen Sabiilerin (Yıldızları ilah bilenler) ibadetlerine benzer. Toprağı üç kez öper­ler. Kadın ve erkek herkese namaz kılmak farz olduğu halde bu fa­rizayı yerine getirenlerin sayısı oldukça düşüktür. Namaz kılmak veya ibadet etmek için hususi bir ibadethane mevcut değildir. Abdest bozulması söz konusu olmayıp, her vakit namaz için ayrı ayrı abdest alınır. Sabah ve akşam namazlarında okunan dualar birbiri­ne bezemektedir. Aslı Kürtçe olan duaların tercümesi aşağıya çıka­rılmıştır.

SABAH NAMAZININ DUASI

Ya Rabbi! sen Huda'sın. Sen Ezda'sın.

Sen medih ve sena sahibisin.

Tertemiz ve günahsızsın,

Binbir isim sahibisin.

'Huda" ismin bu isimlerden

En şirini ve en güzelidir.

Ya Rabbi! Sen daimsin, Sen kadimsin.

Yeri ve göğü yaratansın.

Bütün dertlere sen hekimsin,

Ya Rabbi! Sen şefkatsin, şefkatlisin, Yer ve göğün sahibisin.

Ya Rabbi ! Şeyh Şems ve Güneşin,

Melek Şeyh Hasan ve Ada'nın

Şeyh Ebubekir ve Kata’nın

Hatırı için bizleri bağışla

Ya Rabbi Amin 1 Amin! Amin !

Dinin mübarek ve huzur doludur.

Şeyh Hasan Huda'nın sevgilisi ve kuludur.

Şemseddin, Nasreddin, Secadeddin İmadeddin ve Babadin

Şeyh Hasan ve Melek Fahreddin Onlardır kuvveti dinin.

Şeyh Hadi evvelden ahıra kadar

Vardır ve rahmet saçar

Sultan Yezid hayır kapılarını açar, Ve şer kapılarını kapar.

Elhamdülillah Huda'ya

Ve alemlerin Rabbine olsun Güneşin kızıllığı zahir olmadan,

Melek Emin orada olur.

Evlerden evlere kadar, Şeyh Şems aydınlığı yayar. Şeyh Şems'imi aydınlıktan ayrı düşünemem. Derecelerden derecelere kadar, Şeyh Şems aydınlığı yayar.

Şeyh Şems'imi Hac yerine tavaf ederim. Şutundan şutuna kadar

Hâzinede vardır kırk anahtar

Şeyh Şems hepsini bilir, Ölüye hürmet edene dağıtır.

Şeyh Şems'imin mührü vardır, Gözlerden ayağa kadar dolaşır. Baştan ayaklara kadar

Şeyh Şems' imin mührü dağılır, Şeyh Şems'imden asla Ümidimi kesmem.

Ya Şeyh Şems ! Bizler zaten Taltif edilmiş bir nesebiz. Hareketlerimizde bir hayır Ve aydınlık kapısı isteriz.

Sünniler ki, takatsiz ve güçsüzdürler, Şeyh Şems'ten yardım ve aman dilerler. Şeyh Şems nur'dur,

Ve Melek Hasan Ğafur'dur.

Din ve İmanımızı bizlere açıkla ki, Biz zaten senden kabuluz.

Şeyh Şemsim güzeldir,

Fakirlere kısmet ve vazifelerini bildirmiştir. Şeyh Şems'imi aydınlıktan ayrı düşünemem. (, ) Şeyh Şemsim nur'dandır, altın tahtta oturur Ve kudret asası O'nun elindedir

İyiliğin ve Cennetin anahtarı elindedir O kimseyi yetmiş kez kıskanırım Ki, gerçek Yezidi'dir.

Huda ve Şeyh Şems O kişiye yardımcıdır. . .

AKŞAM NAMAZININ DUASI

Ya Huda ! Bizi Güneşin doğumu, Ve Güneşin batımının keremi için Bizi analık ve Beyza'daki

Kırk Civanmerdin hatırı için bağışla [8] [9] Ya Rabbi ! Beni ve bütün Yezidileri, Kazadan ve beladan esirge, Ya Rabbi! Yer, Gök ve Öküz Balığı Ve Kürsü Ayetinin hatırı için bağışla. Sen Din ve Dünyalık işlerimizden Her zaman haberdarsın.

Ya Rabbi! bizi Felek ve Çark hatırına Huriler ve Melekler hatırına, Ondört tabakanın sırrının sahibi

Melek-i Tavus hatırına, bağışla bizi. Sen dünya ve diyanetimizden, Her zaman ahvalimizden haberdarsın. Ya Rabbi! Bizi felek ve çark hatırına, Huri ve Melek hatırına,

Ondört tabakanın sırrının sahibi, Melek-i Tavus hatırına bağışla bizi. Ya Rabbi! Bize, din ve diyanetimize, Bu akşam vakti bir çıkış kapısı göster. Ya Rabbi ! Bizi beyaz inci ve

Perilerin Padişahı ve Sultan Yezid hatırı için bağışla. Ya Rabbi ! Din ve diyanetimize, Bir ışık göster.

Ya Rabbi! Bizi yer, gök Ve atmosfer hatırına, Su, toprak, hava ve ateş Hatırı için bağışla.

Bizi ve bütün Yezidi'leri bağışla Ya Rabbi ! Bizi kubbeler ve türbeler

Ve hatır sahiplerinin ve melek Fahrettin ki, Dört bir yanda bilinir hatırı için bağışla.

Bu akşam vakti hatırı için, Bütün Yezidilere din ve dünyalarında Bir kurtuluş yolu göster.

Ya Rabbi! Marifet pazarının Genç delikanlıları marifeti için

Gece ve gündüz ibadet eden dervişlerin,

Beş hakiki farzın hatırı için,

Biz Yezidilere din, dünya,

Vesair işlerimizde muvaffakiyet nasip et.

Ya Rabbi! Rahman ve cananlar hatırı için

Mukaddes Kudüs ve şeyhimiz

Melek Fahrettin hatırı için,

Şeyh Hadi'nin Laleş'teki mezarı başında

Bizleri bağışladığını müjdele. . .

Ya Rabbi! ondört kat yer ve gök hakkı için, Tanrı kürsüsü hakkı için, Bütün Yezidileri af buyur.

Hayır sahipleri ve çocukların duaları, Melek Fahrettin ve ondört yardımcısı için Bize ve tüm Yezidilere, Bir çıkış dergahı göster.

Ya Rabbi 1 Azrail, Cebrail, Derdail, Mikail, Şemnail, Azrafil, Azrasil ki, Yedi büyük melektirler, Eşsiz ve bedelsizdirler.

Kilit ve anahtarlar ellerinde olup Huda'nın hâzinesini beklerler.

Ya Şeyh Şems ! sen büyüksün, Sen gözlerimin nurusun, Sen feryat ve imdadımsın, Ya Şeyh Şems ! sen hem ruh, Hem nefesimsin, Müracaat merciimsin. Ya Rabbi! Bizi imanlı kıl.

İtaatkar kıl ve vesveseden kurtar.

Ya Rabbi ! Şeyh Şemsin hatırı için bizi bağışla. Çünkü kilit ve anahtarlar senin elindedir.

O'ndan hediyeler dağıtırsın.

Sünniler dahi Ondan ümit beklerler,

O'na yalvarırlar.

Ya Rabbi! Akşam vakti hatırı için,

Çeşme başındaki kırk civanmerdin hatırı için,

Pir ve şeyhler hatırı için,

Biz doğunun ve batının Yezidilerini,

Mahcup eyleme ve lutfunla aydınlat.

2-                   Oruç

Umumi ve hususi olmak üzere iki çeşit oruç bulunmaktadır.

Bütün Yezidiler için şart olan Oruç, Kanuni Evvel’in ilk günün­den başlar ve üç gün sürelidir. Sabah güneşin doğuşu (sarılığın be­lirginleşmesi) ile başlar, akşam gün batımı ile birlikte sona erer. Müslümanlarca oruçta sakıncalı olup, orucu bozan davranışlar. Yezi diler için de aynen geçerlidir. Şu var ki, ikram edilen şeylerin reddi uygun olmadığından, ikram edilen şeylerin yenilmesinin orucu bozmadığına inanırlar. İftar açıldığı vakit Huda ve Şeyh Hadiye oruçlarının kabul edilmesi için dua ve niyazda bulunurlar.

Hususi olan oruç; Kavvallar, Şeyhler ve Fakirlerin muayyen zamanlarda tuttukları oruç tur. Bu sınıf Yezidiler, Kanuni evvelin son on beş gününü tuttuktan sonra Laleş'e gidip oruçlarını kırk güne tamamlarlar. Bu süre zarfında Şeyh Hadi'den dileklerde bu­lunup ibadet eder 1er. Ayrıca perşembe ve cuma günleri Hıdır Ne­bi ve Hıdır İlyas'ın hatırı için oruç tutmak büyük sevabı muciptir.

Yezidiler, orucun süresi konusundaki ilahi emrin bütün sema­vi kitaplarda aynı olduğunu, bu emrin en doğru biçimde kendile­rince anla şıldığmı savunurlar. Çünkü ilahi emirde "se" denildiği halde özellikle Müslümanlarca bunun "si" olarak anlaşıldığını, ya­ni üç yerine otuz gün zannedildiğini ifade ederler.

3-                   Zekat

Şeyh Hadi'nin;"Mahnıza bereket girmesi için zekat veriniz. ", "Mal ellerin kiri ve Dünyanın pisliğidir. ", "Her kim bu Dünyada mala iltifat etmeyip Ahirete hazırlık yaparsa, Ahiret'te ben de ona sonsuz hâzinemden mükafatlar veririm. " Sözleriyle zekâtın önemi vurgulanmıştır.

Yezidiler zekatlarını hasat mevsiminde çıkarıp şu şekilde da­ğıtırlar. Zekatın en ağır miktarını çıkaran müridler, gelirlerinin % 10'unu bağlı bulunduğu Şeyhine, % 5'ini Pirlerine ve bunun yarısı­nı yani % 2, 5 unu Fakirlerine taksim ederler. Şeyhler ve Pirler ken­dilerine bağlı olan Müridlerinden aldıkları zekat ile geçinirlerken, son zamanlarda bu gelirleri kifayetsiz kalmaktadır. Geçim sıkıntı­sı nedeniyle onlar da ziraat ile uğraşmaya başlamışlardır.

4-                   Hac :

Yezidiler, yeryüzünde kutsal topraklarla inşa edilmiş üç kut­sal beldenin mevcudiyetine inanırlar. Bu üç kutsal beldenin her­hangi birine mevsiminde yapılacak ziyaret ve tavaf" Hacı" olmak için yeterli görülür. Bu beldeler Kudüs, Mekke ve Laleş'tir. Şüphe­siz kendilerince Laleş diğer ikisinden de daha mukaddestir. Çün­kü Laleş sadece Yezidiler nezdinde kutsal olup, Şeyh Hadi'nin gö­ğe refedildiği ve zaviyesi ile türbesinin bulunduğu mevki'dir. Laleş, Hz. Âdem' in yaratılmış olduğu kutsal top raktan geriye kalan kısmı ile inşa edilmiştir. 23-30 Eylül tarihleri arasında bir hafta sü­re ile Laleş’te dini törenler düzenlenir.

Kavval ve Köçeklerin önderlik ettiği ziyaret ve toplu ibadetler yapılır. Laleş sınırlarına girilir girilmez ayakkabılar çıkarılır ve düz beyaz "Hac" elbiseleri giyilir. Laleş'te bulunan bütün uluların ziyareti bu kıyafet ile icra edilir. Laleş'in çıplak ayak ile gezilmesinin gerekçesi Şeyh Hadi ile ilgili şu olaya bağlanır.

Rivayetlere göre : Kerametleri ile şöhreti ülkenin her tarafına yayıldığı bir sırada, memleketin sayılı zenginlerinden Mir Hesin Meman, üç yük altın hediye etmek üzere Şeyh Hadi'nin dergahına ziyarete gelir. Beraberinde getirdiği değerli hediye ile böbürlene­rek Laleş'ten içeri gireceği esnada Şeyh'in emri ile kapıda bekletilir. Bu duruma sinirlenen Mir, "Madem altına ihtiyacı yok, öyleyse ben geri döneyim" düşüncesi ile memleketine yönelirken, Şeyh Hadi'nin emri ile o civardaki bütün dağlar ve taşlar altın oluverir. Mir Hesin Meman, olay üzerine Şeyh'in kudretine şahit olur ve al­tına basmamak için ayakkabılarını çıkararak Şeyh'in makamına koşar. Bu nedenledir ki, Yezidi hacıları Laleşin kapısından içeri gi­rişte bu olayı anmak üzere ayakkabılarını çıkarırlar. Ayrıca bu bel­denin temiz tutulması için de bu tedbirin faydaları büyüktür.

Hac hudutları dâhiline girmezden önce bütün bedenin yıkan­ması farzdır. Temiz bir şekilde bütün türbeler bir bir ziyaret edile­rek şefaat talebinde bulunulur. Arafat dağında bir gece yatarak, zemzem suyundan içmek şarttır. (l)

Hac'da yemek olarak hizmetçilerin yapmış oldukları BELETA (bereket tılsımı anlamındadır) adı verilen ekmek yenilir. Beleta ve zemzem suyundan hacıların dönüşleri esnasında memleketlerinede götürmesi ve dostlarına yedirip içirmeleri sevaptır. Haçtan gö­türülmesi gereken diğer bir şey de Yezidi büyüklerinin türbelerinden alınacak topraktır.

Bu toprak hastaların iyileştirilmesi ve uğur getirmesi için ev­lerde muhafaza edilir.

Hac'ca gitmek mali yönden durumu uygun olan ve yola elve­rişli olan her Yezidi için bir vecibedir.

(D Laleş'te olduğu ifade edilen kutsal bir dağdır . Zemzem suyu ise, Şeyh Hadi'nin kıssada geçtiği üzere mağaradaki kırk ulu kişiye sunduğu kutsal suya verilen addır.

Laleş bölgesi, Sincar dağlarında ve Irak sınırları içinde kal­maktadır. Irak Hükümeti tara fından vakıflar bakanlığı bünyesine alındığından önemli bazı hizmetler devlet eliyle yerine getirilmek­tedir.

^Muharref bir tarikatın zamanla yeni bir din arayışı ve dinlerde bulunan törenleri kendilerine göre değişik bir yaklaşımla yorum­lama ve uygulama gayretleri Yezidilerde bariz bir şe kilde görül­mektedir. Ancak bazı sembollerden hareketle (dağ, horoz, tavus kuşu vs. gibi) zorlamalarla ve sübjektif değerlendirmelerle Yezidi­lerin eski Türk dinini tekrar hayata hakim kıldıklarına dair iddia­lar tutarlı değildir. Çünkü bu iddiaların derinleştirilmesi İslâmiyet, Hristiyanlık, Zerduştilik ve Sabiiliğin de eski Türk dininin devamı olduğunu intaç ettirecektir^

5-                   Cenaze Adabı ve Ta'ziye

Ölüler Şeyhleri tarafından ılık suyla yıkan diktan sonra kefen­lenir. Beyaz kefene sarılan cenaze mezarlıklara götürülmek üzere"çardar"ın üzerine konulur ve omuzlarda mezarlıklara götürül­düğü esnada bir grup ta, Doğu-Batı isti kametinde mezar kazarlar. Cenaze önce mezarın yanma konularak, Kürtçe telkin okunur. Bilahere cenaze mezara konulur, cenazenin üzerine toprak gelmemesi için "ferş" denilen ince ve yayvan taşlar ile örtülür. Cenazenin me­zara konulması ve üzerinin toprak ile örtülmesini müteakip törene katılanlar topluca cenaze evine giderek maddi yardımda bulunur­lar. Yas maksadıyla siyah elbise giyen erkeklere kadınlar da bir sü­re çamaşır yıkamamakla eşlik ederler.

Ölenlerin sınıfına göre merasim şekilleri de değişmektedir. Mesela ölen bir "Fakir"in cenazesini gömerek telkinini okuyabil­mek için en az yedi fakirin hazır bulunması şarttır. Ancak bazı böl­gelerde fakir nufusunun az olması (Viranşehir gibi) bu şartın uy­gulanmasını engellemektedir. Cenazenin gömülmesinden üç gün sonra güneş doğmadan evvel mezar ziyaretine gidilir ve güneş do­ğuncaya kadar dualar okunarak beklenir. Bu arada gerek taziyeye geleler ve gerekse cenazenin kabrini ziyarete gelenler biliyorlarsa telkin duasını okurlar. Telkin duası çok uzun olup içinde kaynak itibari ile Kürtçe olmayan ve başka dinlerin ve özellikle İslam Dini'nin erkanını yansıtan ibareler bulunmaktadır. Duanın bir kısmı ayakta (Seremerge) ve bir kısmı da oturarak okunur.

Aslı Kürtçe olan telkin duasının tercümesi aşağıya çıkarılmış­tır.

TELQIN DUASI

(Cenaze üzerine okunan dua)

Bir gün arif ve bilici halktan

Bir grup çağırıp ölümden sorun.

Ölüm hakkında açıklamalarını dinleyip

Ve onun hakkında düşünün.

Bir zamanlar henüz ben yok iken,

Şimdi onun bir mahluku oldum.

El ayak ve komple kalbimi

Bütün sırlarıyla yaratan odur.

Bunlar sır deryasından bize

Tezahür eden ufak bir temsildir.

Ya Rabbi! Bize verdiklerinden,

İyiyi ve kötüyü kabul ederiz.

İsmin, uğrunda her zaman

fedakarlıklar yapmaya

Her an için hazır bulunuruz.

Annemin hamline beni sen duhul ettin.

Dokuz ay bekledikten sonra,

O'nun yardımıyla mükemmelleştim.

Bu ne bulanık bir alemdir ki,

İçinde esaretle hep bu anı bekledim. Ya Rabbi bizi arifler

Ve bilicilerin yoldaşı yap.

Neticede bizi yüzüstü olarak sokağa, Diğer mevta'ların yanına yollarlar. O sırada başıma dost akraba Ve komşular üşüşürler.

Fakirlerimizden her zaman İçin memnun oluruz.

Kavvallarımız bizi çaldıkları Def ve şıbab ile mesrur kılarlar. Biz onları tavaf eder,

Gönül zenginliğine kavuşuruz.

Ölmeden evvel bir erkek evlat ile

Şad olmak isteriz.

Biz ebeveynimizin sevgili çocukları Teneşir üstüne konuluruz.

Her şey Huda'nın kudretindendir.

Ve ben O'nun yardımıyla

Ayak üstü gezerim, işitir ve görürüm. Mir'imin fedaisi ve ebeveynimin, Mesaisi benim.

O ev öyle bir evdir ki, Tekbir ve bağlılık Sadalarından hali olmaz.

Fakirler ve şefkata muhtaç olanlar, Oraya kast ederler.

Ve bu nasıl evlattır ki,

Mürşidinin şarabıyla mest olmuştur.

Babası onu mutlaka evlendirmek istemektedir. O ev Mir'in nazarındadır,

Ve inşallah O'nun nazarından hali olmaz Bütün bunlardan sonra

Ya İlahi! Bizi şüphesiz sen büyüttün

Mal Sahipleri! Artık

Malınızın üstüne oturmayın.

Elinizin altında bulunan servetiniz Sizin için daha hayırlıdır, anlıyorsanız.

Beni ölüler arasına atarlarken, Ya İlahi ! Bana sen yardım et. Zaten hiçbir dindar bu dünyadan Fazla mala sahip olarak göçmez.

Bundan sonra bizi dostlar

Ve akrabalar da kurtaramaz.

Talih kuşu uçar ve layık olanın başına konar. Sebep sendin ki, bu gün üzerimize Telqin ve Nasin okunur.

Beni bir fistanın (kefenin) içine atarlar.

Yazık olsun benim perişanlığıma.

Yazık olsun benim yalın ayaklı halime. Ya İlahi! bir ara seni düşündüm.

Ya ilahi! Bizi yok iken Topraktan sen yarattın.

Biz senin isminin dervişiyiz.

Hayır ve şer hâzinesinin anahtarı şendedir. Senden gelecek hayır ve Şer're,

Şüphe etmeden razıyız. Zannediyorduk ki, biz dervişler Seni teşbih ederek, Ve yolunda çalışarak, Bütün sırlarına vakıf olabileceğiz. Fakat vÂdemiz geldi ve bizler de, Göçücü olduğumuzu anladık. Hastalanıp aklımız başımızdan gidince Sırlarının hududunu anladık.

Hastalanıp yatağa girdim

Ve gök meleğini beklemeye koyuldum. Üzerime can çıkaran Ve kan alan Melek geldi.

Artık mal ve kurban ile, Satnı alınmam mümkün değildir. Dokuz evlattan bir O kalmıştı, Yaşlı ebeveyninin yanında.

O da öldü gitti.

Biz de bu ölüm tasından içeceğiz. Ne yapayım ne çare bulayım, On davar kurban keseyim , Başıma şükran edeyim, Feryadımı Nebi İsmail'e ulaştırayım. Baba yaşlı ve karısı sefil Benim korkum Azrail'dendir, Ey Azrail! Mir Melek sensin.

Suçsuz ve günahsızlar, Güzel elbiselerle süslensin.

Ey Azrail ! Ben nesh'e hazırım.

Ölüm Meleği (Azrail) acı’dan bağırtır herkesi Her yerde her zaman

O' dur kesen nefesini herkesin.

Azrail diyor ki, "Yeşil Kanatlı Azrail benim. Dört bir yanda gezerim, Kimseye fiyat biçmeye gelmedim. Ruh'u ten'den ayırmaya geldim.

Kısa kanatlı Azrail'im,

Her türlü havada gezerim, Kimseye nöbetçi olmaya gelmedim.

Ana, oğul ve amcazadeleri Birbirinden ayırmaya geldim. " O gün meşguliyet bu idi Ve ruh kalıptan ayrıldı.

Ruh ve sır birbirlerini çağırdılar Ruh kandile girip Orada aslına kavuştu.

Nihayet ruh kandilinde Gerçek ilahına kavuşmuş oldu. Ruh gittikten sonra, Kuru kalıp kaldım.

Üzerime zalim ve zoraki bir" el" geldi.

Dünya alem o kase'nin Şerbetinden içecekti.

O kimsenin şerbeti hayırlı Ve mukadder olacaktır.

Onunla kapı ardı olup, Hüzüne boğulurlar

Çıplak edip teneşir üstüne yatırdılar. Ilık bir su ile leşimi yıkadılar.

Temizleyip, birbuçukluk kefenimin, İçine sarmaladılar.

Haydi zavallı miskin, Sen de öbür dünya'ya dediler.

Onsekiz kulaçlık beyaz kefenimi Cenazemin üzerine sardılar.

Arkamdan dost, kardeş Ve yeğenler ağlamaktalar. Buyrun yüsek bir ses ile Telkin ve Nasin okuyalım baylar 1 İki tahta yatırıp,

Cenazemi üzerine yaydılar.

Dost ve arkadaşlar edineceğim, Kadim olan dünya'ya gönderdiler. Büyükler ve şereflileri sordum, Onlar da arkadan geliyor dediler.

İki tahta getirip Cenazemi üzerine yaydılar.

Üç'er dörd'er kişi

Altına girip taşıdılar.

Kabristan'a götürüp, Toprak üstüne koydular. Ey canımın üstüne ağlayanlar ! Ağlamayın ben dünyadan fani oldum.

Toprağı bir ucu şark'ta , Ve bir ucu garp'ta kazdılar. Mezarımın üstüne toplandılar. Kimileri güler ve kimisi ağlar Kabul ederim ki, bu da benim ecrim Ve mükafatımdır.

Ve üzerime Çan'ı gönülden ağlayanlar, Beni çeyizli olarak yollamış olurlar. Takatmca ağlayarak mezarıma gelenler ! "Hakkınızı helal ediniz. "

Mezarım hazırlanırdı ki, Orası artık benim evimdir. Mezarım selamlanır

Ve artık terk edilirim.

Başkalarının arasına atılır Ve onlara katılırım.

İmdadım kerim olan Meleğe ve Gök Meleğine'dir.

Üstüme leğen gibi olan Geniş ve sert taşlar dizerler. Taşlar acele acele yerleştirilir, Üstüme mezarımın toprağı atılır Mezarın toprak ile örtülmesi farzdır. Oradaki koca alem benim için Bekleşerek ağlaşırlar.

Anladım ki yabancıyı hoş tutmak lazımdır. Beni kapısız zifiri karanlığa , Nemli ve kapalı olan

Dar bir eve soktular.

İki kişi gelip,

Soru yağmuruna tuttular.

Her biri değirmen taşından

Altı kez daha büyük idiler

Onun için kabir azabını

Çekenlere ağlar ve üzülürüm.

Bari Teala'nın emri ile,

Biri dilsiz diğeri sağır,

İki melek geldiler,

Her birinin kanadında

Yetmiş bin rıtle pekmez vardı. [10]

Dilsiz olandan korkarım ki,

Bana üst üste sorular sorar. . .

Üzerime biri dilsiz, biri sağır,

İki melek geldiler.

Her birinin yanında

Yetmiş bin rıtle pekmez vardı.

Sağır olandan korkarım ki,

Her sabah bu zulmü sürdürürdü.

Elinde yetmiş bin rıtle pekmez vardı.

Ve hevesle eziyetler ederdi.

Üstüme bütün pekmezi koyar,

Karnım ve kalbimi parçalardı.

Üstüme biri geldi ki,

İns misin? Cin misin? diyordu.

Sonrada diyordu ki, "Günahsıza eziyet etmeye gelmedim. " Ne mü ferreh sabahlardı ki, Eziyetsiz geçtiği zamanlar.

Üstüme fakir gibi, Siyahlara bürünmüş olanı geldi. Zülüfleri ateş gibi idi, Fakat Mir bakışlı değil idi, Üstüme geldi gözleri leğen gibi Ve parmakları çuvaldız gibi olanı Kalbim ve karnım

Azabından parça parça oldu. Kabir azabını çekiyordum.

Üstüme geldi gözleri tas gibi, Parmakları çuvaldız,

Ve tırnakları orak gibi olanı.

O kimseyi bin kez kıskanırım ki, Hayır sahibidir ve günahları yoktur. Üstüme geldi gözleri yıldız gibi

Parmakları kürek tırnakları kama gibisi Onu bin kez kıskanırım ki,

Hayır ehlidir inkar ehli değildir.

Garip bir ilimden ve, Garip bir dilden konuşuyordu.

O garip dilleri bulunan zebaniler, Günahkarları çağırıyorlardı.

Sırat köprüsünün bir yanı toz , Bir yanı duman doluydu.

Ahiret kardeşini çağır[11], Ki kardeşin kardeşe Şefaati kabul olunur. Sırat köprüsü bellidir. Bir tarafı uçurumlarla Bir tarafı da duman doludur. Ahiret kardeşini çağır ki Günahsızın günahkara yardımı Makbul olur. . .

SERE MERGE (Ayakta okunan bölüm) Şeyh fahri'nin kavline göre. Ya Rabbi! sen daimsin, sen bakisin, Hakikat ve gerçek senin yolundur. Selam olsun cennet ehline.

Ve selamı kabul buyuranlara. Yol gösterici Duha'nm Buyurdukları gibi, Nur, Allah'ın yardımıdır.

Inte, Bisme, Make, Makente, Laleş'teki eşrafın dediği gibi.

Ey Kardeşler ! Buyurun hep beraber, Telkin ve Nasin'i okuyalım. . .

Şeyh Hadi ve Şeyh Hasan’m

isimlerini zikredin.

Onların kanunundan okuyun.

Allah, Mevla, Fakir, Bismillah

Cümle alem Allah'ı kabul eder

Ebedi yolculuk her kula muhakkaktır.

Hatalı ve hatasız olsa bile

Dost ve akrabalar

Dağınık dağınık mevkilerdedirler.

Ya Melek Şeyh Fahreddin !

Onların ellerini kavuştur.

Beş hakiki farzı onlara hıfzettir.

Cennet kapılarının kilitleri Ve anahtarları bu farzlardadır.

Bu gün dünya'dır ve fakat,

Uyanık olun, yarın da Ahiret sadasıdır

Mübarek günlerde uyuyarak, İbadetlere meyletmeydiler

Ve o kimse ki, kötülüklerin peşindedir.

Her daim pişman olacaktır.

Şeyh Hadi ve Şeyh Melek Hasan Arafat'a karşı otururlar.

Din ve Diyanetimiz için şefaatçi olurlar.

Ya Şeyh Hadi ve Ya Şeyh Hasan

Ve Mala Mir hatırına

Bizlere ve de özellikle

Bu kabir sahibine şefaat et.

Amin, Amin, Amin.

6-                   Evlenme Adabı

Yezidilere göre, evlenmek erkek, dişi herkes için farz olup, farziyeti Şeyh Hadi'nin içtihadı ile sabittir. Farz oluşunun sebebi şu şekilde hikaye edilir: Çok samimi bir mürid, bütün hayatüu Şeyh Hadi'ye adamaya karar vermiş ve bunun için dünyadan tecrid ol­mak üzere şehevi arzularını körelterek cinsel organlarını kes mişti. " Çavuş" ismiyle bilinen bu müridin durumundan Şeyh Hadi ha­berdar olunca, bu hareketin ileride bir gelenek halini almaması için her Yezidi’nin evlenmesini farz kılmıştır.

Evliliğin hangi şart ve ölçülerde gerçekle şebileceğini yine Şeyh Hadi bizzat belirlemiş tir. İki Yezidi arasında evlilik akdinin yapı labilmesi için aşağıdaki iki şartın yerine getirilmesi veya uy­gun olması zorunludur.

a)                   Aynı sosyal sınıfa mensup olmaları, yani Mürid sınıfından bir Yezidi ancak Mürid sinıfına mensup bir Yezidi ile, Şeyh sınıfı­na mensup bir Yezidi ancak Şeyh sınıfına mensup bir Yezidi ile ev­lenebilir. Bir Pir bir Mürid veya bir Şeyh bir Kavval ile evlenemez.

b)                   Kişi ancak sınıfı içinde bulunan kendi kabilesinden birisiyle evlenebilir. Yani Mürid sınıfına mensup Siyadi kabilesinin bir ferdi ancak mürid sınıfındaki bir Siyadi ile evlene bilir. Sınıflar aynı olsa da kabilelerin farklı olması evliliğe mani teşkil eder. Zaruret karşısında özellikle son zamanlarda sınıf içinde olmak şartıyla ayrı ka­bileler arasında evliliklerin vaki olduğu ifade edilmektedir. Yezidilerin ileri gelenleri de buna izin vermişlerdir.

Boşanma çok çirkin karşılanır. Kadının boşanma isteği haklı ve geçerli bir sebebe göre aile büyüklerinin onayı ile kararlaştırılır. Erkek ise bu haktan her zaman faydalanabilir. Yani, erkeğin kadı­na " Yolundan çıktım, serbestsin. " demesiyle boşanma işlemi ger­çekleşmiş olur. Ancak boşanan iki kişi bir daha asla birleşemez1er, tekrar evlenemezler.

İki eşlilik mekruh olup, tavsiye edilmez. Ayrica Yezidilerin namuslarına düşkün olduğu ve yabancıya kem gözle bakmanın nazar sayılarak haram edildiği bilinmektedir.

NİŞAN : Aynı sınıf ve kabileye mensup iki kişinin evlenme akdine doğru atılan ilk adım dır. Damat tarafı gelin adayının aile­sine gi giderek " Allah, Resulullah ve Şeyh Hadi’nin kavline göre filanca kızınızı falanca oğlumuza istiyoruz. " diyerek teklifte bulu­nurlar. Eğer kız tarafı olumlu cevap verirse hemen o esnada bera­ber götürdükleri yüzük vesair takıları nişan alameti olarak gelin adayına takarlar.

NİKAH : Düğün yaplmadan önce damat ve gelin adayı bir araya getirilir ve nikahı kıyacak selahiyetli kişi her iki taraftan da bu evliliğe razı olup olmadıklarını Vekalet verilerek te nikah kıyılabilir. ) üçer defa sorar. Tarafların rızası alındıktan sonra nikah duası okunur. Bu işlemin tamamlanmasıyla beraber evlilik akdi neticelenmiş olur.

Texeriye köyünde yapılan mülakat esnasında verilen bilgilere göre: Yakın tarihe kadar Siirt, Batman ve Mardin üçgeninde nikah duasını kimse bilmiyordu. Nikah akdi ancak Müslüman imamlar­dan rica edilerek İslami kurallara göre kıyılmaktaydı. Bilahere böl­geden birkaç kişi Şingal’daki Yezidi bilginlerine giderek durumu anlatmış, bilginler de tedbir olması bakımından kendilerine nikah ile ilgili erkanı ve nikah duasını öğretmişlerdir.

Aslı Kürtçe olup, kıssa ve İslami ibarelerin çoğunlukta olduğu Nikah duasının tercümesi a şağıya çıkarılmıştır.

NİKAH DUASI

Güneş, Ay, Ezda, Yezid ve Bismillah Billah ve Tillah hakkı için

Selam ve salat olsun Resulullaha Allah'ın yolu baki bir yoldur Tek’tir ve sizler de şahit olun Ya Şeyh Hadi ve Ya Şeyh Hasan Ve Ey Mesut olanlar !

Ebeveynler rıza gösterdi

Uzun ömürlü ve doğurgan olsun

Kutlu hayırlı ve mübarek olsun.

Amin..........................................

DÜĞÜN : Bölgede gelenekselleşmiş usullere göre yapılır. Maksat hayırlı bir hizmetten dolayı dostların eğlenmesidir. Geline çarşaf giy dirilir ve at'a bindirilir. Gelinin bir yakını tarafından at'ın yuları tutularak bu şekilde damat evine doğru gidilir. Damat evinin kapı sına gelindiğinde, içinde şeker, para vesair şeyler bulu­nan bir testi verilir. Etraftaki çocuklar gelin tarafından kırılan tes­tinin içindekileri yakalamak için kapışırlar. Bu sırada evin damın­da beklemekte olan damadın yanı başındaki, dallarına çeşitli çerez­ler yapıştırılmış ağaç, çocukların arasına yuvarlanır. Böylece ço­cukların sevinci bir kat daha artar. Bazen de damat tarafı davetlile­re ve köylülere bir yemek ziyafeti verir.

7-                   Sünnet Olma- Kirvelik :

Yezidiler erkek çocuklarının sünnet edilme sini farz olarak te­lakki ederler. Öyle ki, yeni doğan çocuk hemen ölürse veya ölü do­ğarsa kat iyyen sünnet edilmeden mezara gömülmez. Bölge deki Yezidiler arasında bu cerrahi müdaheleyi yapacak ehliyetli kimse­ler bulunmadığı için Müslüman sünnetçi'ler tarafından çocukları­nın sünnet işlemi gerçekleştirilmektedir.

Yezidilerin bölgedeki bazı Müslüman aileler ile yakın ilişkiler kurduğu ve bu ilişkiyi de kirvelik bağıyla sağlam bir temele oturt­tukları bilinmektedir. Kirvelik bağı ile yakınlık kuranlar arasında evlilik mümkün görülmez. Bu nedenle yakınlık duydukları Müslümanlar ile kirvelik bağı kurmaya özel önem vermektedirler.

8-                   Kurban ve Adak:

Kurban kesmenin ilk defa Huda tarafından Hz. İbrahim Ha­lil'e emredldiğini, O'nun da emre uymak için oğlu Hz. İsmail'i bo­ğazlayacağı sırada Melek-i Tavus'un duruma müdahele ettiğini ve beraberinde bir koç getirdiğini, koç'un Hz. İsmail'e bedel olarak kurban edilmesinin Huda' nın emri ile gerçekleştiğine inanırlar. Şayet Huda'nın katından O koç gönderilmeseydi, bugün herkesin bir oğlunu kurban etmesi dini vecibe lerden olacaktı. O tarihten bu yana salih kimselcr bu tarihi bayram saymış ve kurban kesmişler­dir.

Her Yczidi’nin yılda bir kez kurban kesmesi zorunludur. Kur­ban kaza ve belanın defi için, sıhhat ve afiyet için Huda'ya şükran sunmanın bir yoludur.

Kurban kesmenin dışında olmak üzere adak kesme ameliyesi de bulunmaktadır. Bir ziyarete adak sunulabileceği gibi, ölmüş ve­ya sağ olan muhterem bir şahsa da adak adanabilir. Yani, bir ziya­retin ismi anılarak bir ricada bulunu lursa ve dilenen şe gerçekle­şirse va'dedilen adağın, sözün yerine getirilmesi şeklinde izah ederler.

Adağın eti fakirlere dağıtılır. Bazen de adak adanacağı vaad edildiğinde kesilecek hayvan belirlenerek-önceden kulağı kesilir (İşaretle nir). Arzu edilen şey gerçekleşirse işaret edilen hayvan ke­silerek verilen söz yerine getirilmiş olur.

9-                   Yiyecek ve Giyeceklere Dair Hükümler :

"Marul ve lahana yemek ve bunların ziraatını yapmak yasaktır. Bu yasakların bir sebebi zikir edilememekle beraber bölgedeki Müslüman halk tarafından bu bitkilerin " Şeytan Kulağı" na benze­tilmesinin rolü bulunabileceği mümkündür.

Buğday ile iştigal etmek sevap sayılmakta ve teşvik edilmekte­dir. Zekatın buğday'dan çıkarılması şartı bulunduğu için köy ve mezralarda yaşayan Yezidilerin içinde buğday ziraatı ile uğraşma­yan aile yok gibidir. İçkilerden sarhoş edici olanların bütünü ya saktır. Bunları kullanmak günah sayılır.

Şekil olarak bölgede yaygın olan kıyafetler kullanırlar. Kıya­fetleri itibariyle dışardan bakıldığında Yezidileri Müslümanlardan ayır detmek mümkün değildir. Ancak ağızlarını örten ucu sivri bı­yıkları vasıtasıyla tanınmaları kolaylaşmaktadır. Kadınları ise, yö­reye mahsus kıyafetlerin dışında başlarına "Kofif denilen mukav­vadan yapılmış bir fes ve bunun üzerine de tülbent koyup bağlar­lar. Özellikle yaşı ilerlemiş Yezidi kadınları bu başlığı daha çok kullanırlar.

10-                Kutsal Gün ve Geceler :

a)                   Newruz Bayramı:

"Yeni Gün" anlamına gelir ve "Sere Sale"şek linde de tabir edi­lir. Bayrama herkes değişik bir şekilde iştirak eder. Kimi davul zurna çalarak, kimi de dağlara çıkarak dolaşmak suretiile eğlenir. Bu arada çocuklar akşamları yüzlerini karartıp çeşitli kılıklara bü­rünerek ev ev dolaşır iyi dileklerde bulunurlar ve karşı lığında he­diyeler alırlar. Bu bayramda kurban kesmek, başka bir ifadeyle et yemek sevaptır. Yine bu günde yoksullar ve yolcuların yedirilimesi makbul sayılır. Newruz Bayramı dolayısıyla dağlarda ateş yak­mak şeklinde yaygınlaşan kutlamaların gelenekleriyle bir ilgisinin bulunmadığını ifade etmektedirler. Ancak Newruz Günü dünya­nın yaratılış sürecinin ilk günü olarak kabul görmektedir.

b) Çeşna Havini:

"Yaz Bayramf'anlamına gelir. Temmuz ayının 24 ünde başla­yıp, 29'unda sona erer. Bazı dindar Yezidiler Laleş'e gidip beş gün­lük bayramın üç gününde Şeyh Hadi için oruç tutarlar, bu orucu kırk güne çıkaranlar da olabilir.

c)   Kurban Bayramı :

Müslümanların Kurban Bayramı (Hac tarihi) olarak kutladığı tarihi, Yezidiler de Kurban Bayramı olarak kutlarlar. Hz. İbra­him'den, oğlu İsmail'i kendisi için kurban etmesini isteyen Hu­da'nın emrinin yerine getirilmesi sırasında tereddüt göstermediği için, Melek-i Tavus aracılığı ile bir koç gönderilmişti. Bu şekilde

İsmail babasına bağışlandı. Melek-i Tavusta tarafından Hz. İbra­him'e gönderilen koç'un bir suretinin bir Yezidi köyü olan "Baadra" da bu lunduğuna inanırlar. Şu anda Mir'in evinde bu lunan koç’un sureti ihtimam ve dikkat ile mu hafaza edilmektedir. Bütün bu hadiselerin cereyan ettiği yer olan Mekke şehri bu yüzden kut­sal sayılır. Hatta Hac zamanında, Müslümanlarla birlikte Mekke'yi tavaf edip erkanını yerine getiren Yezidilerin "Hacı" sayılacağı inancın dadırlar.

Hacı olabilmek için ziyaret edilmesi en makbul olan me­kan, Şeyh Hadi'nin türbesinin bulunduğu belde olan LALEŞ'tir. Hac mevsiminde Hac'ca gitmek imkanı bulamayanlar kendi mu­hitle rindeki dini sohbetlere katılarak bugünü ihya etmeye çalışır­lar.

Nisan ayı bütünüyle kutsal sayılır. İlk haf tasında evlenmek yasaktır, alış veriş yapılmaz ve ziraat ile ilgili işler bekletilir. Bu ay'ın diğer önemli bir günü de 7 Nisan günüdür ki, bu günde Melek-i Tavus'un Nebi Musa'yı Firavun'un şerrinden (Tuzağından) kurtarmak üzere yeryüzüne indiğine inanırlar. 7 Nisan'da bu se­beple ibadet ve itaat'ta bulunmanın sevabı misliyle yazılır. Mezar­lar ziyaret edilir ve iyiliklerde bulunulur. Nisan ayının ilk Çarşam­ba günü "Kara Çarşamba"olarak anılır, banyo yapılmaz ve her hangi bir işle meşgul olunmaz, bu gün bir isti rahat günüdür.

11-                Muhtelif Dualar:

Yezid iler üç büyük olarak adlandırdıkları Şeyh Hadi, Meleki Tavus ve Sultan Yezid anıl dığında ellerini göğüslerine koyarak selam ve rirler, bu arada eğilerek hürmetlerini sunarlar. Halk ara­sında "Çirok" denilen ve bir nevi masal derecesinde abartılı anla­tımlar ile ulu lannm hayatlarını anlatırlar, kıssa ve dua larla onları methederler.

Dualarından bir kısmı daha önce zikredilmiş tir. Şefaat ve merhamet dileklerinin vurgulandığı dualardan bir diğeri de aslı Kürtçe olan ve tercümesi aşağıya çıkarılmış bulunan yol duasıdır.

YOL DUASI

Bu ne biçim bir sabahtır ki, Her zaman olduğu gibi Cennet kapıları açılır bize . Huriler gelir ve bizlere Tatlı ve şeker takdim edilir. Beni alıp hak yoluna yöneltirler .

Ya Şeyh Hadi! Yolculuğum boyunca Yol kesici ve kötü niyetlilerden Ve lıaramzedelerden beni muhafaza et. Feryadımız Huda’ya ve Şeyh Hadi'ye Ve kürsü önündeki melekleredir.

Af ve mağfiret dolu yolu Müsaadenle bize ihsan et.

İmdadımız Huda'ya ve Şeyh Hadi’ye Ve Melek-i Celile’dir

Af ve mağfiret dolu yolunu Müsaadenle bizlere ihsan et.

Bu uzun yolculukta yardımcımız ol. Hakikat yolu af doludur

Ya Şeyh Hadi ister çöl, ister dağ olsun İster yayla ve ister ova olsun

Bizi bu yerlerden o yerlere selametle ulaştır Ve o yerlerden bu yerlere salimen götür . İmdadımız Huda ve Şeyh Hadi Ve kürsü önündeki melekleredir .

Hakikat yolu bütün yolların merhametlisidir .

İster çöl ve ister dağlık olsun,

İster plato ve ister buzul olsun,

Tatlı bir gönül ile bizleri Buralardan oralara ulaştır.

Ve o yerlerden bu yerlere salimen kavuştur

Beni Şeyb Şems-i Teter'in

Aziz dergahına götürdüler.

Orada yetmişbin kalender gördüm .

Hepsinin hırkası kara , kemerleri gevşek Ve kaşkolları sarı idi.

Ya Şeyh Hadi! her daima İmdadımıza mukabele et!

Ya Sultan Yezid ! perdenle günahlarımızı gizle

Ey Sultan Yezid ! bizim firakımız sanadır.

Yol duası yolculuklara çıkmadan evvel okunan bir duadır.

12-                Temizlik Anlayışı:

Evlerini Cennet hükmünde düşündüklerinden, tuvalet ve ban­yo için müstakil mekanlar inşa etmeyen Yezidiler, hamamlarda yı­kanmazlar. Köy ve mezraları genellikle çeşme veya kuyulara yakın mevkilerde bulunduğundan, temizliklerini de bu tür su kenarla­rında ve açık havada gerçekleştirirler. Kadınların haftalık temizlik maksadıyla çeşme başına gitmelerine "Berav" adı verilir.

Gusul abdestinin bulunmaması, sabah ve akşam namazların­dan önce alınan abdestin sadece el ve yüz yıkamaktan ibaret ol­ması ibadetten kaynak lanan bir temizlik sağlamadığından, fiziki görünüşlerinde ve meskenlerinde komşuları olan Müslümanlarla aralarındaki farkı bariz bir biçim de hissettirmektedir.

13-                Ticaret ve Çiftçilik:

Ziraat ve bilhassa buğday çiftçiliği kutsal sayılmakta ve her Yezidi mutlaka bu saha ile meşgul olmaktadır. Ancak, "Doğurma­mış hayvanı sağmaya kalkma!" ve " Çürümüş kürek kemiklerini sağlam diye satmaya kalkma !" atasözlerini delil göstererek ticare­tin kar esasına dayandığını, dolayısıyla 3 liraya satın aldıklarını 4 liraya satmak mantığı ile yürüdüğünü ifade ettikten sonra, ticare­tin bu sebeplerden ötürü Yezidiler için yasak olduğunu savunur­lar.

Hakikaten bölgede bulunan Yezidi köylerinde en küçük çapta ticaret olarak düşünülen bakka liye dahi mevcut değildir. Kendile­rine Texeriye köyünde misafir olduğumuz aile, yaklaşık 5 kilomet­re mesafedeki Beşiri İlçesinden getirt tikleri hazır yiyecekleri ikram etmişlerdi.

14-                Kutsal Semboller :

En kutsal sembol, Şeyh Hadi'nin bizzat yaptığına inanılan dört adet Melek-i Tavus heykeli dir. Bunların herbirine Sıncak (Şencik) adı verilir. Laleş'te muhafaza edilen bu Sıncak'1ar din adamların­dan Köçek ve Kavvallar tarafından Hac farizasını eda edemeyenle­rin tavaf etmesini sağlamak maksadıyla köy köy dolaştırılır. Bronzdan yapılmış olan bu heykellerin her birinin altında tarih ve bir miktar yazı bulu nur. Sıncak tavafının şartı üç kez heykelin et rafında dolaşmaktır. Yine Şeyh Hadi'nin bizzat yaptığına inanılan Şerbik (Küçük testi)ile yine O'ndan miras kalan def ve şıbab'ta kut­sal bilinir ve itina ile muhafaza edilir. Kutsal sayılan sözler ise: Yo­la çıkarken yol duası, önemli bir işe başlarken uğur duası ve şehadet kelimesidir. Şehadet Kelimesi, okunmasının farz olduğu vakit­lerin dışında okunmaz. Sıkıntı anında Şeyh Hadi, Melek-i Tavus ve Sultan Yezid birlikte zikredilerek yardımları talep edilir.

Bölgedeki Yezidilere ait konutlar gezildiğ inde hemen her evin en gözde duvarına asılmış üzerinde Tavus Kuşu'nun resmedidiği bir duvar halısı görmek mümkündür.

D- SOSYAL HAYAT

1-                   Dini Önderlik vc Din Görevlileri :

Dini liderleri aynı zamanda siyasi lider po zisyonundadırlar. Liderlikler Şeyh Hadi tara fından kendisinden sonra bir çekişmeye meydan vermeyecek şekilde tayin edilmiştir. Evvela kendisinin yerine vekil olarak Mala Mir kabi leşini ve o sırada kabile reisi olan Berekat'ı bırakarak ayrılmıştır. Diğer liderlikleri de o zaman mevcut olan kabilelerin arasında taksim etmiştir. Hiçbir kabile Şeyh Hadi'nin kendilerine vermediğini almaya teşebbüs edemez. Kaldı ki, bu kabileler vazifelerini ifa ederek Mil letine bir nebze faydalı olmaya gayret eder. Birer sosyal sınıfı teşkil eden ve sadece din hizmetleriyle uğraşan Mir, Bave Şeyh, Fakir, Kavval ve Şeyh'ler ile ilgili malumat sosyal sınıflar başlığı altında sunulmuştur. Ancak başka sısnıflara mensup olup, dini bilgiler yönünden bu sınıflarda­ki insanlardan daha çok yetişmiş Yezidilerede rastlamak müm­kündür.

2-                   Sosyal Sınıflar:

Hindistan'da toplumu sınıflara ayıran" KAST" sisteminin bir benzerini Yezidiler arasında hayatiyetini sürdürür vaziyette gör­mek kabildir. Sınıflar Şeyh Hadi tarafından tayin edildiğinden sı­nıf değiştirmek için açık kapı bırakılmamış tır. Yani girilmek iste­nen sınıf mani olur. Sınıflar içinde en fazla nüfusu Müridler oluşturur. Kendilerinden başka diğer sınıflara zekat vermek için çok çalışmak zorudadırlar. Sosyal sınıflar, görevleri, kütükleri ve özel­likleri aşağıya çıkarıldığı gibi Şeyh Hadi tarafından belirlendiği ka­bul edilir.

a)                   MIR (PRENS)

e Şeyh Hadi dünyadaki irşad görevini tamamla diktan son­ra, Yezidilere siyasi ve dini önderlik yapmak üzere, "Mala Mira" (Mirler Ailesi) kabilesinin reisi Berekat'ı bırakmış ve O'na,

"-Bundan böyle senin ismin Şeyh Hadi olsun. " dediği ifade edilir. Bu aile Şeyh Hadi'nin aralarından ayrılarak göğe yükselme­sinden bu yana Yezidi cemaatına önderlik yapmaktadır. Bu günkü Mir, Mir Tahsin olup, kendisinden memnu niyetlerini her vekile ile izhar ederler. Mir' 1eri Şeyh Ebubekir soyundan olup, yaptıkları iş­lerde kimseye hesap verme zorunlulukları yoktur. Aileleri arasın­da istişare sonucu Mir seçimi yapılmaktadır.

Mirlerin icraatını eleştirenler cezalandırılır. Mesela cemaat ta­rafından soyutlanarak kendileri ile konuşulmaz, kimseden hiç bir hususta yardım alamaz, hatta hanımları bile kendilerine yaklaş­maz. Yezidiler sadakalarını Mir'lerine gönderirler. O'da toplanan sadakaları ihtiyaç lan bulunanlara ihtiyaçları oranında dağıtır. Kimsesizleri evlendirir, yedirir ve giydirir.

Mir'in özel bir tac'ı (takke), cübbesi ve elbiseleri vardır. Şeyh Hadi'den miras kalan smcaklar, def ve şıbab gibi malzeme, Mir tarafından muhafaza edilir. Bütün bu malzemeler Şeyh Hadi'den yadi­gar kaldığı için çok değerli sayılır. Mir'Ierin makamlarından indi­rilmesi sözkonusu olamaz. Ancak ölümleri halinde aile içinde yeri­ne yeni bir Mir seçilir.

b) BABA ŞEYH (BAVE ŞEYH)

Şeyh Fahrettin sülalesinden olan bu makam, Yezidilerin en yüksek fetva merci'idir. Bütün meşguliyetleri din hizmetleri iledir. Şeyh Hadi nin seccadesinin varisi olan Bave Şeyh, Mir bulunmadığı zamanlar ona vekalet eder. Bave Şeyh kabilesine mensup olan kimseler saç ve sakal larmı asla kesmezler. Baştan ayağa beyaz elbiseler giyerler. Kendilerini ziyaret edenlerin iltifatkar ve hürmetkar bir eda içinde olmaları zaruridir. Yezidilerin şimdiki Bave Şeyh'i İsmail oğlu Şeyh Heci'dir.

c) FAKİR (FAQİR)

Vaaz, telkin, nasihat ve aileler arasında vukubulacak uyuş­mazlıkları çözmekle yükümlüdür 1er. Bu ağır, yorucu ve kutsal gö­revlerinden do layı daha bu dünyada iken cennetle müjdelen iniş­lerdir. Onların gidecekleri yer cennet’i na'im dir. Sürekli olarak muhtelif coğrafyalarda yaşayan Yezidileri dolaşırlar.

Gittikleri her yerde büyük izzet ve ikram ile karşılanırlar. Üzerlerinde bulunan elbiseler özel olarak yapılır. Fakirlere mahsus olan hırka"Xırka" saf yünden örüldükten sonra "zergüz" denilen yabani ceviz ağacına bir süre asılır.

Eğer Fakirde Huda'nın bağışladığı bir üstünlük ve cevher var ise o hırka kendiliğinden karararacaktır. Son zamanlarda artık hır­kaların bir türlü ağaçta kararmadığını, bu yüzden siyah boya ile boyandığını ifade etmektedirler. Ayrıca Huda'nın lütfuyla yaratıl­mış bulunan ve tunç halkalardan oluşan bir kemer kullanırlar. Eğer hırka giyilemeyecek kadar eskiyecek olursa,

Fakir tarafından eskiyen kutsal hırka evin uygun bir yerine asılır ve onun yerine yeni bir hırka yapılır.

Fakirler ölünceye dek hırkalarını çıkarmaz 1ar. Hatta öldükleri zaman hırkaları ile birlikte gömülürler.

Fakirler "tok" ve "rijeftul" adı verilen bir çeşit tasmayı boyunla­rına takarlar. Kişinin sadık ve layık bir fakir olabilmesi için zoraki sebepler hariç hayatında hiç bir zaman kılını kesmemiş olmalıdır. Bu özelliklerinden ötürü çok kıymetli olan fakirlerin sayısı çok ye­ter sizdir. Halbuki ölen bir fakirin cenazesinin kaldırılabilmesi için yedi fakirin hazır bulunması şartının uygulanması sıkıntılara sebebiyet vermektedir. Genellikle şingal'da yaşayan fakirlerin çok az bir kısmı dışarıda yaşamaktadır.

d)                   KAVVAL (QAVVAL)

Kavvallar, Laleş'te Şeyh Hadi'nin türbesinin civarında ikamet ederler. Yılda bir kez olmak üzere Yezidileri dolaşırlar ve özellikle Hacca gidemeyenler ile hasbihal edip telkinlerde bulunurlar. Ken­di aralarında Arapça konuşurlar, ama bunun Arap asıllı oldukları anlamına gelmeyeceğini savunurlar. Kavvallar sair Yezidi' lerle Kürtçe konuşurlar. Bu davranışlarının da Şeyh Hadinin emrine gö­re olduğunu belirtirler.

Kavvallar beraberlerinde götürdükleri Şeyh Hadi'nin emaneti olan Melek-i Tavus Heykeli ve şerbik ile köy köy dolaşırlar.

Durumu uygun olan ve hatırı sayılır Köylülerin evlerinde mi­safir olur , köy halkı da Kavvalların bulunduğu eve giderek hem kavvalları hemde kutsal emanetleri tavaf ve ziyaret eder 1er. Bu arada def ve şıbablar çalınır, ilahiler okunur. İlahiler söylendiği es­nada Yezidilerin şerbik ve heykellerin etrafında üç defa dönme leri şarttır. Tavafın şeklini Şeyh Hadinin bizzat belirlediğine inanırlar.

Kavvalların tarih ve dini bilgiler bakımından çok üstün olduk­ları ileri sürülür. Bu yüzden gittikleri yerlerde köy halkına bol bol "çirok" anlatırlar. Kavvalların bu hizmetlerine karşılık olmak üzere gerek şahsi ihtiyaçlarını karşılama ve gerekse Laleş'teki kutsal me­kan ların masraflarını karşılamak üzere mukaddes sayılan şerbik'e" sadaka" diye tabir edilen ve maddi durumlarına uygun ol­mak üzere para yar dımında bulunurlar.

e)                   ŞEYH (ŞEYX)

Şeyhler başlıca üç kabileden ibarettir. Şeyh Hasan'a bağlı olan a'daniler, okuma yazma iş leri ile ilgilenirler. Kitaba Celev, bunla­rın yanında muhafaza edilmektedir. Şemsaniler, Melek Şeyh Şems'e nisbet edilirler. Üçüncü kabile Şeyh Ebubekir'e kadar ula­şan bir nesebe sahip kataniler dir.

Şeyhlerin en mühim özellikleri ve vazifeleri dini irşad'ta bu­lunmaktır. Ölülerinin yıkanması kefenlenmesi, gömülmesi ve özet­le cenaze törenlerini tanzim ederler. Şeyhler, ancak kendilerine bağlı olan kabilelerin dini hizmetlerini icra ederler , başka kabile­nin ölüleri ile ilgili vecibelere karışmazlar.

Saç ve sakallarını kesmemeye özen gösterir1er, bilhasa çenele­rindeki kılları hiç kesmez1er. Şeyhler dini toplantılara katıldıkları zaman beyaz elbiseler giyerler. Beyaz renkli cübbelerinin üzerine siyah renkli bir külah ve kırmızı renkte bir kuşak bağlarlar. Şeyhle­rin bir diğer görevi de, bulundukları bölgelerde zekat toplama hizmetlerini organize etmek ye başkanlık yapmaktır.

Fakirler köylerine geldikleri zaman hürmetle ellerinden öpe­rek köyün zekatını takdim ederler. Şeyhlerin bu görevlerini yapar­ken adil davrandıklarını, zekatın taksimatının da den geli olarak yapıldığını savunurlar.

f)                    PÎR

Pir kelimesi yol gösterici, ihtiyar anlamına gelir. Pirler de di­ğer sınıflarda olduğu gibi sadece kendi sınıflarından evlenebilirler. Pir' 1er her yıl hac mevsiminde Şeyh Hadi'nin tür besinde yapılan merasimlere iştirak etmekle mükelleftirler. Hac’ca gelenlerin yiye­cek, içecek barınma gibi ihtiyaçlarının tedarik ve dağıtımmdan so­rumludurlar. Kıdem yönünden Şeyh lerden bir derece aşağıdadır­lar. Cenazeler yı kandığında Şeyh'lerin ellerine su dökerek yar dımcı olurlar. Aynı zamanda Şeyhlerin mürid lerinden aldıkları zekatın ancak yarısını alırlar.

g)                   KÖÇEK

Esas görevleri "ruh alemi" ile uğraşmak olan Köçeklerin sayısı sınırlıdır. Laleş'te otururlar ve türbenin bekçileri olan çavuşlara başkanlık ederler. Sır’lar alemi hakkında geniş bilgiye sahip olduk­larını ifade ederler. Koçek'ler, Şeyh Hadi'den kalma mukaddes emanetlerin denetçileri ve koruyucularıdırlar. Senede kırk gün oruç tutarlar ve kırkıncı gün Bave Şeyh'e gidip mükafatlarını alır­lar. Şingal dağlarının Şeyban bölgesinde ikamet eden Köçek 1er kendi bölgelerindeki cenaze merasimlerini de yürürtürler.

h)                   MÜRİD

Yezidi cemaatinin en kalabalık sınıfım teşkil eden müridler, daha çok köy ve mezralarda yaşarlar ve ziraatla meşgul olurlar. Bir çok mürid kabilesi bulunmaktadır. Diğer sınıflarda da olduğu gibi müridler de ancak kendi sınıf ve kabilesi mensuplarıyla evle­nebilirler. Efendilerine hizmet etmeyi bir şeref olarak telakki ettik­lerini iddia ederler. Gelirlerinin % 17. 5 luk bölümünü üst sınıflar­daki Yezidilere zekat olarak takdim ederler.

3-                   Yezidilerin Yezidilerle Münasebetleri:

Yezidiler, kendilerini Said Bin Cer’in asil evlatları olarak ka­bul ettiklerinden anne ve babalarına bu asaletten dolayı müteşek­kir ol doklarını, diğer milletlerin bu asaletlerini kıskandıkları için düşman gözüyle baktıklarını din ulularını sadece kendilerine mah­sus olduk ları halde yabancıların çekememezlik ederek onlara sa­hip çıkmak istediklerini iddia ederler.

İddiaları doğrultusunda kutsal saydıkları değerleri koru­mak, inançlarını yaşamak için dindaşları ve buna bağlı olarak ak­rabalarıyla bir arada yaşamak ve dayanışma ihtiyacı fıtraten orta­ya çıkmaktadır. Esasen meskun oldukları bölgelerde azınlık du­rumunda olmaları, Kitaba Celevin emirlerinin de bu istikamette bulunması kaynaşma ve dayanışmayı sağlayan önemli un surlar­dır.

"Ahiret kardeşliği" adı altında yaygınlaşan bağlar kurdukları ve kardeşlik yemini edenlerin, birlikte olmadan cennete dahi gir­memeyi kararlaştırmaları toplumda küçük çaplı da olsa yakınlaş­mayı sağlamaktadır.

Yezidilerin bir süredir çocuklarını okullara göndermeye başla­maları ve dış dünya hakkında bilgilenmelerinin, gerek inanç ve gerekse sosyal ve kültürel hayatları üzerindeki etkileri bariz bir şekilde görülmektedir.

Yezidiler arasında çıkması muhtemel anlaşmazlıklar tarafla­rın ait olduğu sınıfın üstüne mensup kimselerin hakemliği ile çö­züme kavuştu rulur. Problemlerin mahallinde halledilememesi halinde Şingaldaki alimlere havale edilir. Yazılı veya sözlü bir hukuk kuralı mevcut olmadığından hakemliğine başvurulacak insanların kararı ve görüşü tartışmasız geçerlidir. Miras taksimin­de de bayanlara hisse verilmez, erkek evlatlar arasında eşit taksi­mat yapılır.

4-                   Yezidilerin Müslümanlarla İlişkileri:

Bölgede ulaşımın hayvanlar vasıtası ile yapıldığı 40-50 yıl önce kervanların özellikle mallarını satmak ve gecelemek maksa­dıyla misafir oldukları Yezidi ailelerle dostluk ilişkileri kurdukları ve dostluklarını "kirvelik"bağı ile pekiştirdikleri bilinmektedir. Ta­raflar biribirlerinin inançlarına saygı göstermiş, bir birlerini incite­cek tahrik edici dini konulara girmemeye özen göstermiş, kutsal saydıkları değerlere müdahele etmemişlerdir.

Müslümanlar, Yezidilerin huzurunda "şeytan" kelimesini te­laffuz etmemişler, duyacakları şekilde lanetlemelerde bulunma­mışlar, yerlere görecekleri şekilde tükürmemişlerdir. Buna karşılık Yezidiler de Müslüman dostlarının ihtiyacını tedarik etmek ama­cıyla evlerinde ibrik (abdest için) ve seccade bulundurmuşlar ve el emeği katılmadan sofraya konulabilecek yemekleri ikram etmeye gayret göstermişlerdir.

Zaman zaman tahrik ve tahkir maksadıyla Yezidilerin huzu­runda şeytana lanet okunması huzursuzluklara neden olmakta, ancak inançları gereği müslümanlarla aynı muhitte yaşamamaları- tatsızlıkların sınırlı kalmasını sağlamaktadır.

5-                   Yezidilerdc Eğitim ve Öğretim :

Kast sistemine benzer sosyal hayat ve sınıfların iştigal alan­larının sınırlandırılmış olması yıllardır cehaleti arttırmıştır. Özel­likle müridlerinin yalnız ziraatla meşgul olması gerektiğine dair dini emir, en geniş nufusu oluşturan bu insanların okumayazma öğrenmelerini engellemiştir.

T. C. Yöneliminde de uzun yıllar ilköğretimin mecburi olma­sına rağmen çocuklarını okullara göndermemişler ve köylerine okul yapılmasını istememişlerdir.

Eğitim öğretim engellendiğinden üst sınıflarda ki, insanların her söylediği din olarak kabul edilmiş, hukuki meselelerinde ver­dikleri kararlar tartışmasız, adil ve itikadlarına muvvafık addedil­miştir. Dini, ilmi ve tarihi bütün bilgiler: kavvalların anlattıkları ve aslında kendi içinde bile tutarlı olmayan

"Çirok"lardan alınmaktadır. Bu yüzden sözlü anlatımın çok geliştiği, saatler süren ve bil bilhassa Şeyh Hadi'nin kerametlerini ihtiva eden kıssaları anlatır ve zevkle dinledikleri müşahede edil­mektedir.

Son yıllarda sınırlı da olsa okullara yönel dikleri, okuttukları çocuklarını Devlet Dairelerinde çalıştırdıkları görülmektedir. Bu nesil sayesinde kitap ve gazetelerle de tanışan Yezidiler, buna rağmen matbuatlarda geçen "Şeytan" kelimesini karalamakta, "ş" harfini silmeye çalışmaktadırlar.

Tahsil yapmış yeni Yezidi gençliğinin: Şeyh Hadi'nin gerçek inancını, Sultan Yezid'in kim ligini ve Melek-i Tavus'un mahiyeti­ni genel kabul görmüş kaynaklardan öğrendikten sonra bütün cemaatlerini yönlendirmeleri tabii bir gelişme olacaktır.

6-                   Yerleşim bölgeleri:

Yezidi olmayanlarla komşuluk, buğday ve ziraattan ayrılık ve haram sayılan ticarete bu laşmak gibi sakıncalarından dolayı şehirlerde yaşamayı uygun görmezler. Midyat, Beşiri, Kurtalan ve Viranşehir ilçelerinin köyleri ile Rusya ve İran'da ikamet eden mensuplarının bulunduğunu en yoğun biçimde ise, Irak hudutla­rı dahilindeki Şıngal (sincar) dağlarında yerleşmiş bulunmaktadır­lar. Rusya'daki dindaşları ile irtibatlarının yönetim sebebiyle ko­puk olduğunu, diğer cemaat fertlerinin sık sık görüştüklerini ifade etmektedirler.

7-                   Yezidilerin Tarihi:

Siyasi olaylara iştirak etme arzusunda olmayan Yezidiler, Osmanlı ve İranlılar arasında vuku bulan savaşlarda her zaman Osmanlıların yanında yer almışlardır.

Rivayetlerine göre: "Kela Revandiz" yani Revandiz kalesi ola­rak bilinen önemli bir mevkiin İranlılardan geri alınması için İslam Halifesi Yezidilerden yardım istemişti. Mirza adıyla nam salmış bir Yezidi cengaveri Osmanlıların bir türlü geri alamadıkları, ka­leyi tek başına güğüs göğüse kaleyi savunan oniki İranlı savaşçı­dan çarpışarak geri almıştı. Halife, bu kahramanlığının mükafaatı olarak Mirza’yı Musul'a vali tayin etti ve ölünceye kadar bu göre­vi devam ettirdi.

Türklerin ve İranlıların sahip çıktığı "Rüstem'e kurre zâl" ve­ya "Zal Oğlu Rüstem"in de Yezidi olduğunu iddia ederler. O'nun hakkında birçok kahramanlık destanı anlatırlar. Bu des tanlarda anlatıldığına göre, acı kuvvetinin yanında günde bir kazan ye­mek ve bir kuzu yediği de özellikleri arasında anlatılır.

Prof. Dr. Osman Turan, "Doğu Anadolu Türk Devletleri Tari­hi" adlı eserinde: Selçuk sultanı II. İzzettin Keykavus’un 1256 se­nesinde Moğollara karşı Yezidilerden yardım istediğini ve Şeyh Hadi'nin torunlarından Şerafettin Ahmet komutasındaki bir ordu­yu Malatya üzerine gönderdiğini, halkın teslim olmakta direnme­leri ve ordusunun muhasarada 300 kişi kaybetmesi üzerine geri çekilerek bölgeyi istila ve tahrip ettiğini, Oradan da Amid (Diyar­bakır) üzerine yürüdüyse de Meyafarkin (Silvan) sahibi tara fından öldürüldüğünü ifade etmektedir.

1307 yılında Hakkari civarında yaşayan Yezidilerden "Musa" adlı bir kişinin mehdilik iddiasında bulunarak etrafına 30. 000 ki­şi topla yarak isyan etiğini, bu ayaklanmanın daha sonra Moğol Ordusu tarafından kanlı bir şekilde bastırıldığını izah eden yazar, bölgede cehaletin etkisiyle bu tür olayların sık sık cereyan ettiğini zikretmektedir.


E- DİNÎ KISSALAR

1-                   Sultan Yezid Kıssası

Sultan Yezid ; Huda'nın bir meleği ve insanlar için hidayet ve­silesidir. Fitnenin büyüdüğü ve anarşinin had safhada olduğu bir zamanda yeryüzüne gönderilmiştir. Dünyadaki fitne O’nun gelme­siyle yatışmıştır. Sultan Yezid'in hayatı, kimliği ve yaptığı icraatlar Müslümanların zan ettikleri ve iddia ettikleri gibi değildir. Çün­kü her şeyden önce Sultan Yezid bir insan değildir. O asla Muaviye b. Ebu Sufyan’ın oğlu değildir. O bir insan olmadığı gibi insan­ların dünyaya gelmesi şeklinde gelmemiş, yani doğmamıştır. Sultan Yezid'in insanlığa bir kurtarıcı olarak gönderilmesinin tarihi hikayesi şu şekilde özetlenebilir.

Muaviye Bin Ebu Sufyan gençliğinde henüz Hilafetin tek sahi­bi iken Kahin'in birinden falına bakmasını ister. Kahin geleceğine baktıktan sonra Hilafetin zor ile kendisinden alınacağını ve bunun da bizzat oğlu tarafından gerçekleşeceğini söyler. Kahinin söyle­dikleri üze rine Muaviye evlenmemeğe karar verir. 99 yaşına ge­linceye kadar çocuğu olur endişesi ile hiçbir kadına yaklaşmaz. Fakat günün birinde kendisini akrep ısırır ve zehirler. Doktorlar bu akrebin zehirinden kurtulabilmesi ve sağlığına kavuşabilmesi için evlenmesinin şart olduğunu bildirdiler. Bu duruma bir çare bulmak amacıyla dört bir yanda koşuşturmalar başladı. Neticede kırk yaşından büyük kadınların çocuk doğurmayacağı dikkate alı­narak uygun bir evlilik yapılmasına karar verildi. Ülke genelinde yapılan araştırmalar sonucunda asalet yönünden uygun olan Hz. Ömer bin Hattab'ın kızkardeşi 70 yaşındaki Maver'de karar kı­lındı.

Halifeye yakışır muhteşem bir düğün yapılır. Ve Maver gelin gönderilir. Gece vakti gelip te Muaviye'nin gerdeğe gireceği esna­da Huda'nın lutfu ile Maver 14 yaşında körpecik bir kız oluverir. .............................................................................. Sultan Yezid insan suretinde Maver'in yanına indirilir. Bu yüz­den "Enzeli" diye anılır. Bu dakikadan sonra bütün Şam Sultan Yezid'in nuruyla aydınlanır. Bu olay dan dolayı Sultan Yezid, Maver'i kendisine anne olarak kabul ederek bu şekilde hitab eder.

Bu gelişmelerden habersiz bulunan Muaviye B. Ebu Sufyan Zifaf odasının kapısını açınca gördüğü manzara karşısında dehşe­te düşer, olduğu yere yığılarak kendinden geçer. Ayıldıktan sonra kahinin söylediklerini hatırlayarak hem Maver'i hem de Sultan Yezidi Şam dışına sürgün eder. Yezid, annesi ile birlikte Basra şeh­rine yerleşmek zorunda kalır. Bu ayrılık yüzünden Şam kararır. Sultan Yezid ile müşerref olan Basra şehri ise aydınlanır.

Sultan Yezid, Huda'nın yardımı ile kerametler göstererek tarafar toplamaya başlar . Halk arasında şöhreti giderek artar. Halife Muaviye'yi kendisi ile keramet yarışına girmesi için zorlar ve da­vetlerde bulunur. Sultan Yezid'de Yezidilik inancına sahipti. Zamanın uygun olduğunu hissettikten sonra, Muaviye'yi devirmek için Şam yolculuğuna çıktı. Şam'da Muaviye a leylimdeki faaliyet­lerine kenar mahallelerden başladı . Rivayetlere göre ilk kerametle­rini bir boyacıya göstermiştir. Nakış ipliği imalatçısı bir boyacıdan bir küp aldıktan sonra bir renk boyadan 25 renk boya çıkarmıştır.

Muaviye, Sultan Yezid'in namının iyice yayılması karşısında telaşlanarak öldürülmesi için ordusuna talimat verdi. Sultan Ye­zid'de taraf farlarını teşkilatlandırarak Muaviye'nin ordu suna kar­şı savaşmıştır. Savaşı kaybedeceğini anlayan Muaviye, tahtını ve Şam'ı terketmek zorunda kalır. Sıkıntısından bir süre sonra da ölür. Sultan Yezid tahtın hakimi olur. Ülkede yaşanan huzursuz­luklar da sona erer. Böylece Sultan Yezid'in Huda tarafından gön­derilmesin deki amaç tahakkuk etmiş olur.

Yeryüzündeki görevi sona eren Sultan Yezid, bir süre sonra Huda tarafından göğe ref edilir Yezidiler onu"Sultan Yezidi Enze­li" diye yad ederler. Tanrı katında Melek-i Tavus ile birlikte ve Yezidi milletine şefaatte bulunmaktadır. Yezidilerin Sultan Yezide olan bağlılıkları dillerinden düşürmedikleri tercümesi aşağıya çı­karılmış bulunan şiirden de anlaşılmaktadır.

Kasesi ile sarhoş, hürmetiyle dürüstüm

Kızıl renkli Yezid'e tapıyorum

En ağır şartlarda dahi ona taparım

Yar ve arkadaşların yardımıyla ona taparım

Yezid der ki: "Ben kılavuzum, her tarafta bilinirim ve meşhu­rum.

En ince nakışları nakşederim

Derin deryaların dalgıcıyım

Kuran, Tevrat ve zeburdan önceyim

Yakınlara uzakta bulunuyorum

Uzak olanlara da yakınım

Ayarı en ağır ve en saf olanım. "

Azizim sensiz (ismini anmadan) yaşayamam. . .

2-                   Hazreti Hüseyin aleyhisselâmın Şehit Edilmesi

Sultan Yezidin askerleri içinde Şibil adında bir cengaver vardı. Şibil kahramanlığı ile nam salmıştı. Şibilin biri amcasının kızı Şehribar, diğeri yabancı olmak üzere iki karısı bulunu yordu. Şibil yabancı karısına alaka gösterir amcasının kızını ise umursamazdı. Günlerden bir gün Şibil hastalığının şiddetinden yataklara dü­şer. Ondan ümidini kesen yabancı karısı, ölümünü beklercesine bir tavır takınıp ilgisiz davranır. Diğer karısı, amcasının kızı Şehribar ise, başucundan ayrılmaz ve her türlü fedakarlığı yapar, Bü manza­ra hasta Şibil'i çok mütessir eder, karısı Şehribara iyileştiği takdirde bir dediğini asla iki etmeyeceğine dair söz verir.

Uzun süren şiddetli bir hastalıktan sonra Şibil sağlığına kavuşur. Ancak karısı Şehribara karşı yakınlığını devam ettiremez yabancı ka rısıııa hastalıktan önceki ilgiyi tekrar göstererek Şehribarı ihmal eder. Bu durumu hazmedemeyen Şehribar, Şibil'e has­talığı esnasında verdiği sözü hatırlatır. Derhal boşanmalarının sağ­lanmasını , hatta çevreye de bunu duyurması için baskı yapar. Şi­bil, mertliğini ve sözünün eri olduğunu göstermek için Şehrişbarın istek lerini yerine getirir. Kısa bir müddet içinde Şehribar'ın birçok talibi çıkar. Bu taliplerin içinde Hz. Hüseyin'de bulunmaktadır. Şehribar Hz. Hüseyini beğenir. Verdiği sözün esiri olan Şibil, evli­lik işlemlemlerini bizzat yürütür. Hazırlıklar bittikten sonrada Şehribar, Şibili gücendirmeye ve tahkir etmeye devam eder.

Gelinliğini giyip at'a bindikten sonra atın yularını eski kocası Şibil'in ellerine tutuşturur. Cengaver Şibil, bütün haşmeti ve şöhre tine rağmen kendi karısını bir başkasına kendi elleriyle takdim et­menin ezikliği içinde harap olmaktadır. Hz. Hüseyinin evine doğru başı önüne düşmüş olduğu halde ilerlerken, Şehribar parmağın­daki bakır yüzüğü çıkarıp Şibil'in başı üzerinden önüne fırlatır ve yüzük yere değdi ğinde altın oluverir. Bunun üzerine Şehribar, Şibile olanları göstererek şöyle seslenir:

- Ey Şibil! ben senin yanında iken bakır kıymetinde idim, fa­kat Hüseyin'in yanına gidiyorken altın kıymetine yükseldim. [12]

Şehribar'ın böylesine ağır hakaretlerine daha fazla dayanama­yan gururlu Şibil, atın diz ginlerini fırlatıp ortadan kaybolur.

Aradan bir müddet geçer ki, Hz. Hüseyin'in kendisini devir­mek için Kufe'ye gideceğini haber alan Sultan Yezid, eski cengaveri olan Şibil'i huzuruna çağırtır. Ülke genelinde yapılan aramalar­dan sonra Şibil bulunarak huzura getirilir. Sultan Yezid Şibil'den, Hz. Hüseyin'in sağ olarak kendisine getirilmesini ister. Ancak Şibil'in eski kini Sultan Yezid'in emrini tam olarak yerine getirilme­sini engeller. Şibil, hissiyatına mağlup olarak bilindiği gibi Kerbela olayında Hz. Hüseyin'in kesik başını götürür.

Sultan Yezid bu durumdan fevkalade müteessir olur ve Şibil'e, "Şemmir" (defol) diyerek huzurundan kovmuştur.

Bu tarihten sonra da hep Şemmir olarak anıl mış, işlediği cina­yetten dolayı herkes kendi sinden uzak durmayı tercih etmiştir.

3-                   Şem'un Kepo Kıssası

Şöhreti afaki sarmış olan Şeyh Hadi, Yezidi Milletini irşad etmek ve aydınlatmak için köylerini ziyaretten geri durmazdı. Köy­lüler O'nu ta'zimle ağırlar, hizmet ve hürmette kusur etmezlerdi. Yine günlerden bir gün köyün birine gitmiş ve halkın ziyaret is­teklerini kabul etmişti. Ancak bekar genç kızların kendisini ziyaret etmelerine müsaade etmezdi. Bir gezisi esnasında köyün ileri ge­lenlerinden birisinin kızı, Şeyh Hadi'yi ziyaret edenlerin kendisi hakkında söylediklerine hayran kalmıştı. Her ne pahasına olursa olsun Şeyh'i ziyaret etmenin yollarını araştırdı. Neticede kendisini evli olarak gösterebilmek için bir taş parçasını bebek suretinde bağlayarak huzura gider.

Şeyh Hadi, Melek olması nedeniyle ve Huda'nın kendisine bahşettiği gaybı bilme kudreti sayesinde kızın yaptıklarından ha­berdar olur. Kız, kendisini ziyaret edip dışarı çıktıktan sonra, Şeyh taş'a emrederek . - "Ey taş, bebek ol. " deyiverir . Kızın elindeki taş, bebek olur ve kız neye uğradığını şaşırır. O günden sonra taş bebeğin ismi" ŞEM 'UN KEPO" olur ve Şeyh Hadi'nin mucizesi olarak cümle alem tarafından bir alamet olarak bilinir.

4-                   Said Bin Cer Kissası

Hz. Âdem babamız ve Hz. Hava anamızın müşterek 72 çocu­ğu vardı. Günün birinde Meleki Tavus mucizesini göstermek üzere bir deney yaptı. Âdem babamız ve Havva anamızın kanlarını alıp ayrı ayrı testilere (Cer) koydu. Bir müddet kanlar testilerde bek­letildikten sonra, Hava anamızın kanı tamamen bozularak haşere­lere dönüştü. Âdem babamızın kanından ise bir bebek meydana geldi. Saf ve katıksız Âdem'in kanından olan bu çocuğa Sait Bin Cer (Testinin Oğlu Sait) ismi verildi.

Hz. Âdem ve Hz. Hava'nın 72 çocuğu bu üstünlü günden dola­yı Said'i kıskanıyor ve çekemiyor lardı. 72 kardeş birgün toplana­rak sabahın ses sizliğinde erkenden Said B. Cer'e toplu olarak sal­dırıp öldürmeyi kararlaştırdılar. Ancak Melek Tavus bu hilelerin­den haberdar olmuştu. Akşam, henüz bütün çocuklar uykuda iken gelerek parmağını hepsinin ağzına sürdü ve onlardan ayrıldı.

Sabah olup çocuklar uyandığında biribirleriyle anlaşma mele­kesinden mahrum olduklarını, herkesin ayrı bir dil konuştuğunu hayretle gördüler. işte bugün kullanılan 72 dil o gün yaratıldı. Said Bin Cer ise Âdem ve Havva'nın ortak lisanlarını konuşmaya de­vam ediyordu.

Yezidiler, Said Bin Cer'in neslinden olduk larını ve yukarıda anlatılan hadiseden dolayı o gün bu gündür 72 milletin kendile­rine kin beslediğini iddia ederler. . .

5-                   Yaratılış Kıssası

Melek Fahrettin Huda'nın seçkin kullarından idi. Seçkin şahsi­yetlerle oturup kalkardı. Kutsal bir gün çölden çalı çırpı toplayan bir kadın yükünü omuzlamak istedi, yükü ağır olduğu için gücü yetmedi. Melek Fahrettin durumu müşahede etti ve kadına yar­dımda bulundu. işte o esnada Meleğin sırrı kadına sirayet eder ve bir süre sonra kadın bu sırdan hamile kalarak Yakup adında bir çocuk doğurur. Çocuk henüz ilk günlerinde mucizeler göster­meğe başlar. Ananın işleri ile meşgul olduğu bir esnada, oğul Ya­kup elek’in üzerinde yatıyordu. O sırada çölden : -Yeşil çayır nere­sidir, tosun atı nerededir. Şeyh Hadi'nin sembolleri nelerdir. Şek­linde sorular soran bir şada duyulur. Anne şaşırır, fakat Yakup birkaç günlük olmasına rağmen anne sini teskin ederek, :

-Anne ses muhakkak tekrarlanacak sen deki, Şeyh Hadi'nin sembolleri def, şıbab ve kos'tur. Şeklinde cevap ver. Dedn

Şeyh Fahrettin doğru cevabı alınca" Bu benim sırrımdır" diye­rek yanlarına gelir. Yakup, Şey hini görünce hürmetle ayağa kal­kar. Şeyh, Yakup ile mülakat etmeye başlar. Gayesi sırlarını ifşa et­mektir. Şeyh: Bir deniz gördüm. Hem deniz hemde balıklara ait, bir de inci gördüm bunlar nedir, ne ifade eder, diye sordu. Yakup Ey şey him! O inci olmasaydı ve biz aydınlığı ile şad olmasaydık iniciyi nasıl görebilecektik , dedi. Şeyh Erkek dediğin aslan gibi ol­malı , ilim ile kuşanmış Süvariyi hatırlatmalı hislerinin esiri olma­malıdır . İşte Şeyh böylesinden yardımını esirgemez, dedi. Devamla

-Ey Yakup doğurmamış hayvanı sağma düz kemik küreklerini sağlam diye satma, imansız olana canı gönülden muhabbet besle­me, dedi.

Yakup, " Hocam, altını sokaklara atmayın gafile rastlayabilir. Oğullar asıllarının benzeri olmayabilir diyerek şöyle devam etti. Ey hocam! haşir günü babanın amcazadelere, kardeşin kar deşe, kim­senin hiçbir kimseye faydası olamaz ancak aşk ve şevk ile Şeyhi­nin zaviyesine bağ lanan kimseler müstesnadır. Şeyh, Ey Yakup tarla tarladan üstün değildir. Üç çift sür ve tohumunu bildiğin gi­bi kuvvetli olarak serp ki, ahiret sedasından sonra Huda senin ge­lirini bol kılsın. Sakın delilik edip tohumunu çorak bir araziye ata­yım demeyesin o zaman Ahirette o araziden diken toplarsın, dedi.

Yakup "-Hocam, çeşme suyunun başı sıcak olur. Senin çeşmen bize açıktır. Kendi düşene derman kar etmez" dedi.

Şeyh "-Ey Yakup! Eğer o gün olmasaydı fannine sır verdiğim) sen bu marifetleri bilir anne'ne evlat olurmuydun . " Diye sordu.

Yakup "-Hocam! o gün anneme o sırrı ulaştır masaydın, bu gün ben olmayacaktım. " Diye cevap verdi.

Şeyh, "-Henüz dünyaya yeni geldiğin halde ve ana sütü iç­mezden önce bu marifetleri nereden öğrendin. ” Dedi.

Yakup, " -Hocam, annemin sırtında bir nutfe iken bu gün et­rafında emeklemekteyim, işte bu arada bu sırra vakıf oldum. " De­di.

Şeyh, "- Yakup, benim gözüm köpük köpük yanar ve ateşi bir­kaç beldeyi yakar. " dedi.

Yakup, " -Hocam, benim gönlüm perişan olmakta ve şiddetli bir ateşle tutuşmakta ki, alevinden birkaç belde karanlığa gark ol­maktadır. " dedi.

Şeyh, "-Ey Yakup ! Âdem peygamber yaratıldığında kimin orada olup kimin olmadığını bili yormuşun ki, o sırada kendisine kol, bacak ve elleri takılmaktaydı. " Dedi.

Yakup, "-Evet hocam Âdem Peygamber yaratıldı ğında el, ayak, kafa sahibi kılınıp üzerine kudret kasesinin sihri döküldü­ğünde kimin orada bulunduğunu, kimin kaseyi döktüğünü biliyo­rum. Melek-i Tavus kaseyi boşalttı. ”

Şeyh, "-Yakup, Âdem Peygamberin kalıbı dökülüp, ruh’u için­de kandil gibi dolaştırıldığında kim orada idi ? kim yardımcı olu­yordu ?" Dedi.

Yakup, "-Hocam, Âdem Peygamberin kalıbı nakış edildiğinde ve içine ruh atıldığında Melek-i Tavus orada idi. Âdem, sonradan hemen kalkıp yürüdü. "

Şeyh, "- Yakup, gel seninle Âdem’den öncesini konuşalım. O vakitler su vardı fakat değirmen çarkına ulaşamazdı. Onlar (Melek­ler . Nebiler) ne yer, ne içerlerdi. " Diye sordu.

Yakup, " -Hocam, Nebilerimiz teşbih ederler. Huda’nın nurundandırlar. Onlara yemek ve içmek yoktur. Huda'ya hamd ve şükürlerinden dolayı tokturlar. " Dedi.

Şeyh, "-Yakup, gel Âdem'den sonrasını konuşa lım. Su vardı, fakat değirmene yetişmezdi. O vakitler Nebilerimiz ne yer, ne içerlerdi. " Diye sordu.

Yakup, "-Hocam, bizim Nebilerimiz Manastırlardan okurlar. Cebredici ve birleştirici şeyleri konuşurlar. Hudaya olan şükürle­rinden tok turlar. " Dedi.

Şeyh, "-Yakup, orada bir terslik gördüm, deridir kılları yok. Dil'dir dolaşmıyor. Beldeler beldelere gitmiş oluyor. Bunun esba­bı nedir. " Diye sordu.

Yakup, "-Hocam, acayip değildir. Hepsi yazı ve kitaptan ibaret­tir. Gayptan bir ilim ki belde leri beldelere götürür. Beldeler o ki­tapla bilinir. " Dedi.

Şeyh, "-Yakup, Huda'nın hatırı için söyle, bu dünyanın ortası neresidir. "

Yakup, "-Hocam, yemyeşil bağlar gördüm ki, i çinde kuşlar ve bülbüller şakırdardı. Bu Dünyanın ortası Beyt'el Mamur'dur. (Şeyh

Hadi'nin türbesi) Büyükçe bağlar gördüm ki içinde hakikat yolları ve salihler bulunurdu, bu Dünyanın ortası Kudüs ve Halil (Mekke)dir. " Diye cevap verdi.

Şeyh, " -Yakup, Tanri hakkı için Âdem Peygamberden arta ka­lan toprağa ne oldu. "

Yakup, "-Hocam sizin ilminiz dahilinda değildi. Beyt'el Ma­mur onunla inşa edildi. "

Şeyh, "-Bir miktar daha vardı. Ona ne oldu. "

Yakup, " - Hocam, buğday tohumu ondan yara tıldı. " Dedi.

Şeyh, " -Yakup, az daha vardı, ona ne oldu. "

Yakup, "-Hocam, ondan çekirge vesair böcekler yaratıldı. " De­di.

Şeyh, "-Az daha vardı, ona ne oldu. " Dedi.

Yakup, "- Hocam, o ilminiz dahilinde değildi, ondan pamuk ve yün tılsımı yaratıldı. " Dedi.

Şeyh, "-Az daha kalmıştı, ona ne oldu. "

Yakup, "-Hocam ona ilminiz yetişmemişti. O toprağı kanatlı cinler kaçırıp, yedi göğü dolaştırmıştı. Herkese o topraktan pay edilmemiştir. O toprağın geri kalan kısmı Beytel Mamur'a bı Takıl­mıştır. " diye cevaplandırdı.

Şeyh, "-Yakup senden bir " el" istiyorum ki, etten olacak fakat bir anneden doğmuş olmayacak, ve bir bebek istiyorum ki etten olacak fakat insandan doğma olmayacak. " Dedi. Yakup, "-Hocam o el sahibi Şeyh Hadi'dir, ve o bebek Şemun Kepo'dur. " Dedi.

Şeyh, "-Yakup, Huda'nın sair insanlar gibi ya ratmadığı kimdir. Su ile boğulan kimdir. Ve su ile kurtulan kimdir. "

Yakup, "-Hocam ben her zaman senin hizmetin deyim, emirle­rine amadeyim. Su ile boğulan Firavun ve askerleridir. Su ile kur­tulan Nebi Musa ve kavmidir. " Dedi.

Şeyh, "-Yakup, sözümü iyi dinle, hiç bir zaman kendi helalim başkasının haramı ile değiştirmeğe teşebbüs etme. "

Yakup, " -Hocam, biz uşaklar efendilerimize hürmetkarız. Be­nim efendim sensin. Bütün ufaklar gibi marifetlerimin menba'ı sensin. "

Şeyh, bu sözleri tatlı derken sararıp boza rır. Üçkez altı dağı­tır. Bir altı'yı sır ale mine, bir altı'yı mir'ler dergahına, diğer al tı'yı da arif ve akif insanlara dağıttı. Şeyh, diğer haberleri de der ve parça parça dağıtır. Bir parçayı yeryüzüne, bir parçayı gök yüzü­ne, bir parçayı da denizlere serpiştirir. Şeyh Fah rettin'in sırları bundandır.

Şeyh, "-Yakup, seni kutsal yay ve ok ile müka fatlandıracağım v Dünyanın dört bir yanını dolaştıracağım. " Dedi.

Yakup, " -Hocam, ok ve yayın yanında def ile şıbab ve çiftçilik edevatı (malzemeleri) da isterim. " Dedi.

Şeyh, "- Yakup, sırat köprüsü sarı'dır. Mis kokulu yerlerden evvel, içinde devler bulunan yüksek uçurumlar vardır. "

Yakup, Hocam, sırat köprüsü yeşildir, devlerle dolu uçu­rumlar sonunda, mis kokulu yerler vardır. Şeyh Hadi'nin karargahı erzak ve yiye çeklerle doludur. "

Bazı sözler hakikatin, bazıları ise marifetin timsalidir. Şeyh

Fahrettin, Yakub'un bu ma rifetinden dolayı memnun kaldı. Kıssamız burada sona erdi.

6- Şeyh Hadi ve Şeyh Abdulkadir Kıssası

Şeyh Hadi, Şam’daki zaviyesinden ayrılıp, halkı irşad gayesi ile LALEŞ'E gelir. Müridlerinin içinde fevkalade zengin olan Hz. Fasıl, kafile'ye yemek yedirmek isteyip büyük hazırlıklara baş­layınca, Şeyh Hadi:

-Yalnız bir koyun getir ve gerisine karışma. Dedi.

Hz. Fasıl şaşırır, fakat hemen emri yerine getirir, koyun kesilir. Kafilenin hepsi O tek koyundan midesini doldurup ayrılınca Şeyh Hadi, elindeki kudret kamçısını hayvanın toplanıp bir kü­me haline getirilen kemikleri üzerine sallayarak tekrar canlı vazi­yetine çevirir. Bu durum çok uzun bir zaman aynı şekilde devam eder. Tanrı katında Şeyh Hadi, Melek-i Tavus ve Sultan Yezid ay­nı seviyededir. (Yezidilerin) Bunların büyüklüğü hakkmdaki tar­tışmaları ke sinlikle yasaktır.

Şeyh Hadi'nin, Leleş'ten ayrıldığı bir sırada, Abdal, Zekeriye ve Hüseyin'i Hallaç, fırsattan istifade ederek Şeyh Hadi'nin koyununu kesip yiyelim, sonra da O'nun kudret kamçısını kemiklere sallayıp eski haline getirelim dediler.

Abdal hayvanı boğazladı, Hüseyini Hallaç parçaladı Ve Zekeriya da kemiklerini kırıp doğradı. Koyunun etini yiyip karınlarını doyurduktan sonra, kemikleri bir araya topladıkları zaman kudret kamçısıyla diriltmek isterler. Tılsım tutmaz ve hayvan dirilmez. Üç arkadaş, çok telaşlanırlar. Mesele Hz. Fasıla açılır. Hz. Fasıl çok sinirlenir ve Şeyh Hadiye sitemde bulunur. Şeyh Hadi, üç arkada­şa çok kızar ve şöyle bedduada bulunur.

-Hayvanı kim boğazladı.

-Abdal boğazladı.

-İnşallah O'da boğazlanır.

Şeyh,

-Kim parçaladı.

-Hüseyin Hallaç parçaladı.

-Umarım ki, O'da parçalanır.

-Hayvanı kim doğradı.

-Zekeriya doğradı. Dediler.

-İnşallah O'da doğranarak öldürülür.

Üç arkadaş bir müddet sonra beraber oldukları halde Yahudilerin saldırılarına maruz kalırlar Abdal, Şeyh Hadi'nin söylediği gibi boğazlanır, Zekeriye ise canını kurtarmak için kaçar, ancak Yahudilerin kendisini takip ettiğini anlayınca Tanrıya dua eder. Arkasına saklandığı ağaç ya rılır ve Zekeriya ağacın içine girer. Yahudiler çevrede onu göremeyince ağaca girdiğini anlarlar ve hızar getirip ağacı doğrarlarken , Zekeriya da, Hz. Şeyh'in bedduasına uygun olarak birlikte doğranır. Geriye kalan Hüseyn'i Hallaç divana geti­rilir (Şeyh'in divanına). Divanda bulunanların tümü silahlarını çe­kerek onu parçalarlar. Böylece Şeyh Hadi'nin üç haine ver verdiği ceza, (bedduası) yerine gelmiş oldu.

Divan'da bulunanlar arasında, Şeyh Cüneyt adında salih bir şahsiyet vardı. Şeyh Hadi ona bir darbe vurmasını söyler. Fakat Şeyh Cüneyt elindeki gülü parçalanmış cesedin üzerine bırakır.

Parçalanmış ceset bir ırmağa atılır, ırmağın suyu uzun müd­det kanlı ve kırmızı olarak akar. İşte bu sıralarda daha ilerdeki bir köyde oturan Şeyh Cüneyd'in kızı yorgun ve susuz olarak su iç­meye gelir. Suyun kirli olduğunu gören kız içmemeye çalışır, hatta üç kez avucuna su alır ve içmez. Ancak susuzluğunu yenemeyen kız hastalanmak pahasına da olsa suyu içmek mecburi yetinde kalır. Suyu içtikten sonra garip duygulara kapıldığı halde, o anda b ir mana veremez. Kız, suyu içtikten bir müddet sonra hamile ol­duğunu anladı. Fevkalade üzülür ve uzun zaman durumunu mu­hafaza edemeyeceğini anlar, olanları annesine açıklar. Birlikte sırla­rını ailenin diğer fertlerinden ve çevreden saklamaya çalışırlar. Altı ay sonra aleni olan şişkinliğin saklanamayacak mahiyette ol­masından dolayı, kızın annesi vaziyeti kocasına söylemeye karar verir. Şeyh Cüneyd’in huzuruna gidip durumu açıklayınca, şeyh mevkii ve şerefi icabı çok mütessir olur. Hemen kızını çağırtıp azarlar. Kızın ağabeyini de çağırıp sinirli bir şekilde,

-Bacını al ve bir dağ başında öldür, cesedini de çalı, çırpının arasında bırak. Şerefimiz ancak böylece temizlenebilir. " Dedi.

Kızın ağabeyi bir at getirip bacısını bindirir ve hemen yola koyulurlar. Kız bu esnada çok sevdiği bir kumaş parçasınıda yanı­na alır. Ağabeyi bacısının başına gelen bu acı durumdan üz­gün, başı önünde ilerlerken derin bir çalılığa rastlarlar. Bu mahalli uygun gören ağabey, bacısından attan inmesini ister. Bu sırada kız attan inmek için eğilince yükü ağzından düşer. Ağabey kendi ken­dine, " bacım kabahatli olsaydı çocuğu ağzından düşmezdi. " Diye kanaat getirir. Bacısına dönerek"’suçsuzluğuna inanıyorum. Bu yüzden seni öldürmeyeceğim ancak seni köye de götüremem, ba­şının çaresine sen bakacaksm. "Diyerek köye döner. Bu sırada kız yanma aldığı kumaşı ve mendili ile çocuğunu güzelce sarar, em­zirdikten sonra kendisini emniyete alabilmek için çevrede bir sığı­nak aramaya başlar. Akşam karanlığı bastırdığı esnada, Tanrının emri ile civardan bir geyik sürüsü geçer, dişi bir geyik te çocuğun baş ucuna gelip süt emzirir. Geyik bu vazifesini uzun bir müddet devam ettirir. Bebeğin annesi ise her nereye giderse gitsin sağ ol­duğuna dair haberin babasına ulaşacağını bildiği için yine kendi köyüne gitmeye karar verir. Gece vakti köyün kenar mahallelerin­den birinde oturan yaşlı ve yanlız yaşayan bir ihtiyar kadının ka­pısını çalar. Yaşlı kadın karşısında Şeyh Cüneyd'in kızını görünce şaşırır. Derdini dinledikten sonrada O'nu ağırlar, izzet ve ikramda bulunur, derdini paylaşır. Kızın annesi, kızının özlemi ile üzüntü­sünden devamlı ağlamaktadır, Ancak korkusundan gizlemektedir. Aradan dört ay kadar geçtikten sonra, beldenin hatırı sayılır kişile­ri Şeyh Cüneyd'e gönderilerek kızının af edilmesini isterler, Hat­ta, "-Ya kızını af et, ya da hepimizi birlik te öldür. " Diyerek ısrarda bulunurlar. Bu sırada kızının sağ olduğunu duyan Şeyh, oğlunu çağırtıp bacısını neden öldürmediğini sorar. Kızın ağabeyi bacısını öldürmek istediği sırada karşılaştığı manzarayı anlatır. Bunun üzerine kızın masum olduğunu anlayan babası, kızını tekrar evine alır. Çalılıkların arasında dişi bir geyik tarafından bir müddet bes­lenen bebek günün birinde civarda avcılığa çıkmış zengin bir be­yin tazıları tarafından bulunur. Bey bu küçük çocuğu çok sever, evlatlık olarak yanına alır . İtina ve bakımlı bir şekilde beslenen ço cuğa "Abdulkadir" ismi takılır Abdulkadir, evlenme çağına gelince babalığı :

" -Oğlum artık evlenme zamanın geldi, Kendine emsalin bir kız bulu ver. " Deyince, Abdulkadir,

-Baba, senin uygun göreceğine ben de razıyım istediğini kabul ederim. Diye mukabalade bulu nur. Bey uzun araştırmalar netice­sinde kendisi gibi bölgenin eşrafından, Cüneyd'in kızında karar kı­lar. Muhteşem düğün yapılıp kız damat evine getirilir. Gece vakti damat zifaf odasının kapısını açtığında hayrete düşer.

-Estağfirullah, Anne senin ne işin var burada. Deyince, gelin adayı afallar, konuşmasından bir şey anlamadığını söyler. Bunun üzerine Abdulkadir yanında taşıdığı kumaş parçası ve işlemeli mendili cebinden çıkararak gösterir.

- Bak anne, bu kumaş ve bu mendil şenindir. Beni çalılıkların arasına bıraktığında bunlarla sarmıştın . Deyince, annesi durumu farkeder ve şefkatle kucaklaşırlar. (Şeyh) Abdulkadir, zamanla il­mini ve kerametlerini aşikar ederken, şöhreti de yayılır. Nihayet bir gün babalığına,

-Baba, bütün Şeyhler Şam'da ikamet ederler, Tartışma ve keramet yarışını orada yaparlar. Müsaade ederseniz ben de bu gru­ba katılmak istiyorum. Bey, Şeyh Abdulkadir'in bu isteğini kabul eder, yanına birkaç muhafız da vererek Şam'a yolcu eder. O sıra­larda Şam'daki Meşayihin başında şeyh Mehemedi (Muhammed) Rufa'i, Seyit Mehemedi Kebir ve Şeyh Mehemedi Urfa'i bulunu­yordu. Bu üç şahsiyet Şam’a yani bir şeyhin gelmekte olduğunu duyduklarında, Karşılamağa gidip keramet seviyesini ölçmek iste­diler. Bunun içinde kendisine bir leğen dolusu yoğurt gönderirler. Şeyh Abdulkadir, bu sorunun cevabini bulur. Yoğurt leğeninin ortasına güzel bir gül dikerek geri gönderir. Bu hareketinin ma­nasını şöyle izah eder .

-Onlar, Şam'ın, Şeyhlerle dolup taştığını ve yeni birinin getirebileceği bir gelişmenin bulunmadığını söylemek istediler. Ben de leğene gül koymakla durumu bildiğimi, ancak Şam'a Sultanlık, Şeyh'lerin 'piri' olmak için geldiğimi ima ettim.

Şam'lı şeyhler Onun bu hareketini garip karşılarlar, ve :

-Mademki, ne demek isteğimizi anladı o halde Şam'a gelebilir. Dediler. Kendisine bir ev hazırlayıp ihtiram ettiler. Şam'da Şeyh'ler ara sındaki keramet yarışının böylesine çetin olduğu sı­ralarda, Şeyh Hadi Şam'da zahir oldu. Halka ve şeyh'lere vaaz ve nasihatlarda bulundu. Kerametleri ile herkesin dikkatini üzerine çekti, kendisini böylesine kabul ettirdiği bir zamanda, "- Her kim ki size "yeşil el"i gösterir bilinki o hakikaten şeyh'tir. Çünkü gerçek şeyh " Yeşil El" e sahip olandır. " Diyerek ortadan kayboldu. Şam'da aniden ortadan kaybolan şeyh Hadi, Laleş'e gelerek kendi­sine bir zaviye inşa eder. Halkı irşad eder. Halkı irşad gücü ve ke­rametleri kısa zamanda ülkenin her tarafında duyulur. Onun bu şöhreti Şam Şeyhlerini rahatsız eder, Toplanarak Laleş'teki bu şeyh'i denemek üzere aralarında sır ve keramet sahibi kırk kişi se­çerler. Kırk büyük şeyh Laleş'e gitmek üzere yola çıktıkların­da, Arslanları binek ve yılanları kendilerine kamçı yaparlar. Bir müddet sonra bir bulut parçası tarafından takip edildiklerini an­larlar. Aralarında ihtilaf çıkmaması için bir reis seçmeye karar ve­rirler. Reis üzerinde ittifak edemeyecekle rini anladıklarında, içle­rinden biri,

-Hepimiz birbirlerimizden uzaklaşalım. Tepemizdeki bulut parçası gölgesini hangimizin ü zerine düşürürse o başkanımız ol­sun. Dedi.

Biribirlerinden ayrılırlar ve bulutu takip etmeye başlarlar. Bulut Seyyid Muhammedi kebire gölge yapınca, anlaşmalarına sa­dık kalarak onu reis olarak kabul ederler. Seyid Muhammed ce­maate seslenerek:

-Ey cemaat! hepinizi şeyh'in huzuruna çıkaramam, içinizden üç dört kişi seçmem gerekir. Bu sebeple herkes sır ve kerametini burada göstersin ki, duruma göre bir seçme yapabileyim dedi. Herkes kerametini saymaya başladı. Kimisi, -Yedi kat gök ve yedi kat yeri görüyorum. (Dünya öküz balığının boynuzları üzerinde sakindir. ) dedi.

Şeyh Abdulkadir de bu cemaattadır, sıra kendisine gelince,

- Maşallah hepinizin fevkalade kerametleri vardır. Halbuki ben şu dağın eteğini görüyorum, Arkası görünmediği için göremi­yorum. deyince,

-O halde neden geldin diye sorarlar.

-  isterseniz geri dönerim. Deyince O'nu vaz geçirtirler.

Nihayet Hac'(Mekke) ca gelirler. Ziyaretleririni eda ettikten sonra, Seyid Muhammedi Kebir, hırka ve teşbihini kabe'nin müca­virine teslim eder. Gayesi yanına gidecekleri Şeyh'ten teşbih ve hırkasının akibetini sormaktır. Uzun süren yolculuktan sonra tekrar dinlenmek ğüzere bir köyün yakınında mola verirler. Herkes çadı­rını açıp, çadırına kurulduktan sonra Şeyh Abdulkadir'in çadırı önünden, elinde ineğinin dizgin leri olduğu halde yaşlı bir kadın geçer. Şeyh kadının dizginlerini tutup inekle beraber kuş gibi abasının altına saklar. Kadın dizginlerin elinde olmadığını hisse­dince arkasına döner, fakat ineğini bulamaz, geri dönerek arama­ya başlar. Şeyh Abdulkadir'in çadırına gelerek.

-Derviş ! ineğim kayboldu, Allah rızası için gördün mü ? de­yince. Şeyh:

-  Çevredekilerin hepsi Şeyh'tir, ineğin burada kaybolmaz, on­lar görmüş olmalıdırlar. Zaten aralarında yedi kat gök ve yedi kat yeri gö renler vardır. Diyerek kadını diğer çadırlara gönderir. Ka­dın, komşu çadırlara gidip ineğini ister,

-  Şu çadırın sahibi beni gönderdi, bana ineğimi gösteriniz.

Deyince, Şeyhler, Şeyh Abdulkadire gelip iftiraya uğradıkları­nı söylerler. Bunun üzerine şeyh Abdulkadir:

-  Hani yedi kat gök ve yedi kat göğü görürdünüz, Nasıl olu­yor da az önce kaybolan koskoca ineği göremiyorsunuz, demek ki, keramet sahibi olduğunuz doğru değildir . Dedi.

Sonra da elini abasının altına atan Şeyh Abdulkadir ineğin dizginlerini çıkarıp kadına göstererek.

-Bunlar senin mi ? Deyince, Kadın :

-Evet benim. Dedi. Sonra da, abasının altından ineği bir kuş gibi çekip çıkarır.

-Ya bu inek te senin değil mi ?

-Evet işte ineğim, hay Allah senden razı ol sun. Deyip ayrılır.

Daha evvel mucize sahibi olmadığını söyleyen Şeyh Abdulkadir Geylani’nin böylesine bütün şeyh'leri mat edecek bir mucize göstermesi diğer şeyhleri şaşırttı .

-  Hani sen keramet sahibi değildin. Dediler.

Şeyh Abdulkadir kendilerine cevaben:

-   Sizin söylediklerinizin doğru olmadığını biliyordum. Eğer ben de, o ortamda kerametimi söyleseydim değersiz kalacaktı. Gördüğünüz gibi benim söylediklerim safsata değildir.

Şeyhlerimiz bu sohbet ve tartışmalardan sonra tekrar Laleş'e doğru yola koyulurlar. Onların bu durumu ilk andan itibaren Şeyh Hadi'nin bilgisi dahilindedir. O, salih bir şahsiyet olan ve aynı za­manda en yakın müridi olan Mame Reşan’ı bu davetsiz misafirle­rini karşılamaya gönderir. Mame Reşan kafileyi karşılayıp şeyh'in selam larını söyledikten sonra onlan zaviyeye buyur eder. Birlikte Laleş'e girdikten az sonra kırk misafirin hepsi bir mahzene düşerler. Karanlık, darlık ve havasızlıktan korkup, Şeyh Hadi’den yar­dım talep ederler. Şeyh, onlara:

-Geriye yaslanın. Dedi.

Şeyhler geriye yaslanırken biraz olsun, nefes alabildiler.  Bugün Laleş'te mağara olduğu gibi durmakta ve bu kırk ulu Şahsiye­tin sırtlarının izi mağara duvarlarında görülmektedir. )

Kafile reisi Seyyid Muhammedi Kebir karanlık mağaradan Şeyh Hadi'ye seslenerek:

-Namaz kılmak istiyoruz, bize su lazım. Dedi 1er. Şeyh Hadi suya seslenerek:

-Ey zemzem! mağaraya gel. Diyerek emreder ve su gelir. Şeyh'ler abdest alıp namazlarını kılarlar. Mağarada delik bulunmadığı için su yavaş yavaş mağarayı doldurmaktadır. Boğulmak­tan korkan mahpuslar suyu boşaltma imkanı bulamadıkları için tekrar Şeyh Hadiden yardım diler 1er. Şeyh onlara seslenerek:

-Beni imtihan etmeye geldiniz, şimdi ne hallere düştüğünü­zü görün. Diyerek suya boşalması için emir verir. Sonra da mağa­raya küçük bir delikten, Seyyid Muhammed Kebir'in Hac'(Mekke) da bıraktığı hırka ve teşbihini vererek,

-Al bunları, beni denemek için Hac'da bırakmıştm. Dedi.

Bu arada şam'lı şeyhler, hayvanlarının acıkmış olabileceğini düşünerek,

-Hayvanlarımız acıkmıştır onları doyurmanızı istiyoruz. De­diler.

Mame Reşan, aslanların mandalarla, yılanların da tavuklarla beslenmekte olduklarını ve bu hususta müsterih olmalarını haber verir. (Mame Reşan, Şeyh Hadi'nin emri ile huzurunda olmamak şartı ile keramet gösterirdi. ) Daha sonra Şeyh Hadi'nin emriyle misafirler mağaradan çıkarılırlar. Gördükleri manzaralar, ve ke­rametler karşısında hayretler içerisinde şeyhin huzuruna çıkarılır­lar.

Kafile reisi Seyid Muhammed Kebir:

-Gösterdiğin bütün kerametler bizi fevkelade şaşırttı. Şüphe­siz bunların hepsi Huda'nın ka tındandır. Ancak senden gerçek şeyhliğin alameti olan "Yeşil el"i göstermeni istiyoruz. Dediler.

Şeyh, bu isteklerini yerine getirerek onlara "Yeşil el"i gösterir­ken kafiledeki bütün şeyhler hemen orada şehadet getirip, Şeyh Hadi'ye iman ederler.

Kafile, şeyh'ten müsaade isteyip duasını talep ederler. O'da, on­lara dua edip izin verdi ve ayrıldılar . (Bütün Yezidiler şeyh'in emir­lerini yerine getirmeye çalışırlar. Çünkü yasaklarına uymayanlar için, şiddetli bir kabir azabı var dır. )

Şeyh Hadi göğe çıkmadan önce müridleri ona :

-Ey şeyhimiz ! sen gidince bizim halimiz nice olacak. Dediler.

Bu meseleyi çözmek için en yakın müridi ve aşiretinin reisi Berekat'ı yerine vekil tayin ederek, O'na:

-Benden sonra taifemin idaresini sana ve senin soyuna bırakıyorum. (Elini Berekat'm başına koyarak okşar)Bundan sonra senin ismin şeyh Hadi olsun. Diyerek göğe, Eludanın katma çıkar.

Şeyh İsmail'in kavline göre:

-Şeyh Hadi keramet sahibi ve gerçek bir şeyh idi.

Şeyh Şaban'm kavline göre:

-Şey Hadi bütün hayatını irşad uğruna harcadı ve sonunda gökyüzüne ref edildi.

Şeyh Abdulkadir Geylani (Rahmani)nin kavline göre:

-Şeyh Hadi'nin ilmi nihayetsiz, kerametleri hesapsızdı

SONUÇ

Yezidilerin tarihi hakkında yazılmış bulunan bilgiler, itikatla­rı konusunda ileri sürülen görüşleri, sosyal ve kültürel hayatları ve en önemlisi, köylerinde mülakat usülü ile elde etğimiz malumat ve gözlemlerimizi mümkün olduğu kadarıyla sunmaya çalıştık. Mevcut bilgilerin ışığında Yezidiliğin doğuşuna sebep olan husus lar ile Yezidiliğin kimliği hakkındaki soruların cevaplandırılması­na da gayret ettik:

Kanaatimize göre, Yezidiliğin doğuşuna sebep olan unsurları şu şekilde özetlemek mümkündür:

1-                   Taassup : "Şeyh uçmaz, uçururlar" sözünü ispatlarcasına, Şeyh Hadi'ye olağanüstü ve çok hayali üstünlükler izafe edilmiştir. O'nun Huda'nın büyük meleklerinden olduğu insanları hidayet maksadıyla insan şeklinde dünyaya gönderildiğine inanılır.

Kıssalarında: Şeyh Hadi'nin, Şeyh Abdulkadir Geylani ile muasır olduğu, Laleş'te zaviyesinin bulunduğu, Şam ile yakın ilgi­sinin bulunduğu, birçok keramet ve mucizeler gösterdiği, bütün akranlarını keramet yarışında ezici bir şekilde geride bıraktığı an­latılır. Şeyh Abdulkadir Geylani ve İmam-ı Gazali, mektup ve sohbetlerinde ifade ettikleri ve bir çok tarih kitabıyla da te'yid edildiği üzere Şeyh Adiy b. Musafir alim, zahid ve kerametleri bu­lunan bir şahsiyettir. Tarih ile ilgili kaynak kitaplarında evlatları ve torunları olarak zikredilen isimlerin (Şeyh Hasan ve Şeyh Şerafettin gibi ) Yezidilerce ulu kişiler olarak nitelendirilmesi hatta Şeyh Hadi'yi ululadıkları gibi torunlarını da melek suretinde ta­savvur ederek ululadıkları görülmektedir. Bu temel düşünceler­den hareketle Şeyh Adiy B. Mu safir ile Yezidilerin sahiplendiği Şeyh Hadi'nin aynı şahıs olduğuna dair, kesinlik arzeden deliller mevcuttur.

İrşad etmek ve tebliğ maksadıyla dağlık Sincar bölgesine zaviyesini inşa ederek yerleşen Şeyh Adiyy Bin Musafir'e kısa zamanda tabi olan halk, O'na sadakat ile bağlandılar. Bu bağlılıklarını O'nun çocuklarına ve torun larına da dozunu arttırarak devam ettirdiler. Öyle ki, onların bütün emirlerini dini prensip 1er olarak benimse­yip uygulamakta bir sakınca görmediler. Onların bu riayetkar ta­vırlarının en önemli sebebi, okuma-yazma bilmemeleri ve dolayısıyla İslami bilgilerden yoksun olmaları idi. Ayrıca Şeyh Hadi'den sonra, müridlerinin köy ve mezralarda iskan edilmesi ve dünyada olup bitenden koparılmaları, zamanla dışarıya kapalı ve cehaletleri körüklenmiş olan : inanç lan, gelenekleri ve dünya görüşleri fark­lı, değişik bir cemaat haline gelmeleri sağlanmış oldu.

3-                   Ekonomik ve Siyasi Çıkar Hesapları:

Şeyh Hadinin torunları ve özellikle Şeyh Hasan, gerek dedesi ve gerekse Yezid Bin Muaviye hakkında fevkelade mübalağalı söz­ler sarf ederek müridlerinin sadakatini kötüye kullanmışlardır. Ne yazık ki, bu tehlikeli ve abartılmış sözler, Şeyh Hadi ve Yezid sev­gisini İslam Peygamberinin önüne çıkarmayı başarmış ve bu ara­da da onların torunlarına da ekonomik ve siyasi nüfus sağlamıştır.

4-                   Gelenek ve Eski İnançlar :

Hz. Âdem'in çocukları Habil ve Kabil ile birlikte başlayan Hak ve Batıl mücadelesi kesin tiye uğramadan devam edegelmiştir. Toplumda vahiy kültüründen uzaklaşmalara paralel olarak anarşizmin hakimiyeti ortaya çıkmıştır. Bu sapmalar tek Tanrı inancının yozlaştırılarak "Yaratma" fiiline somut nesnelerin de or­tak edil mesi şeklinde tezahür etmiştir. Başlangıçta İs lami bir dü­şünceye sahip olan Şeyh Hadi'nin müridleri, O'nun vefatından yıllar sonra Şeyhlerine Meleklik, Peygamberlik ve hatta Hudanın yardımcılığı vasıflarını yükleyerek itikadı bir kaos'a doğru sürüklenmişler ve bu arada İslâmiyetten önceki gelenek ve inançla­rını da tekrar hayatiyete geçirmişlerdir. İçinde yaşadıkları dışarı­ya kapalı ortam da bu oluşuma destek sağlamıştır.

5ozü edilen şartların hazırladığı bir ortamda filizlenen Yezidi­lik inancı: İslamiy^tten: Namaz Oruç, Zekat ve Sünnet Olmak gibi ibadet ve törenleri, Hristiyanlıktan(Süryani Mezhebin den): Vaftiz ve birtakım dualar, Mecusilikten: Köpek, Ziraat, Buğday ve Güneş sevgisi, Sabiilikten: Yıldızların kutsallığı ile Hint Dinlerinden : Kast Sistemi ile Tenasuh'ul-Ervah düşüncelerini bünyesinde top­layarak bir bütün halinde" yeni bir din" olma gayreti göstermiş tir. Lâkin herbiri değişik menşe'li olan bu parçalar hiçbir zaman uyum sağlayamamış ve inandırıcı da olamamıştır. Bu eziklik se­bebiyledir ki, Yezidi olmayanlara hiçbir bilgi, itikadları gereği sızdırılmamaya çalışılmıştır.

Canlı kaynaklardan sağlanan bilgilerle, ilmi ve Tarihi kaynak­larda mevcut bilgilerin tahlili neticesinde:

Yezidiliğin, İslâmiyetten kopmuş ve küçük bir topluluk tarafından uzun yıllar temsil edi­len bir akide olduğu anlaşılmaktadır.

Takdim ettiğimiz bilgi ve belgeleri inceleyecek" aklı selim" sahibi herkesin bu neticeye ulaşacağı ümit ve kanaatindeyim.


KAYNAKLAR

1-                   M. Şerafettin YALTKAYA, Dar’ul-Funun İlahiyat Fakültesi Der­gisi Sayı. 3

2-                   Diyanet İslam Ansiklopedisi, Adiy b. Musafir Maddesi

3-                   Prof. Dr. Osman TURAN, Doğu Anadolu Türk Dev letleri Tari­hi

4-                   Yakut el-Hamavi, Mu'cem'ul-Buldan

5-                   Yafii, Mir'at-ul Cinan

6-                   Gazali'nin Mektupları, Bayezıt Kütüphanesi No: 3750

7-                   Abdullah b. Es'ed el-Yafii, Cami’ul Keramat' ul Evliya Cilt II

8-                   Davut OKÇU, Yezidilik ve Yezidiler (A. Ü. t lahiyat Fakülte­si. Lisans Tezi, 1-979)



[1]    Yaratma konusunda Huda'nın, büyük meleklerini de görevlendirdiği ifade edilmektedir.

[2]    Melekler; Semavi dinlerden etkilenerek kanatlı olarak ve daha çok kuş suretin­de tasavvur edilmektedir.

[3]    Hazreti Nuh'un Gcmisi'ıün Cudi Dağında sakin olması olayına benzer bir dü­şünce geliştirdikleri görülmektedir.

4 tZ. , . ' - . TZ 1 . . . . >■                                                                                             rt . . .                                                                       I» A -                       1__________

[4] Tenasuh'ul Ervah: Hint dinlerinde bulunan bir düşüncedir ki, esas itibariyle ölen kimsenin ruhunun başka canlıların bedenine girerek tekrar dünya'ya gön­derilmesi şeklinde anlaşılmaktadır. Ancak ölen kimsenin tekrar kendi suretin­de ikinci veya üçüncü kez gönderileceği ifade edilmektedir.

[5] Süleyman Uludağ, a. g. e.

[6] El-Kamil Fi't-Tarilı, ibnu'l Esir.

[7] Kaynaklarda Şeyh Hadi'nin çocukları olarak zikredilen kimselerin aslında Berekat'ın çocukları olduğunu ispata çalışmaktadırlar.

[8]    Şems, Arapça kökenli olup Güneş anlamına gelmektedir. Sabah duasında en çok bu ismi ta şıyan Melekten yardım isterler ve nur'u temsil eden bu Ulu kişi'den ehli sünnetin de yardım istediğini iddia ederler.

[9]    Aralarında Şeyh Abdulkadir Geylani'nin de bulunduğu Şeyh Hadi'yi imtihan etmeye gelen 40 büyük Şeyh kasdedilir.

[10] Rıtle : Mayi şeylerin ve özellikle pekmez'in miktarını ölçmeye yarayan ve bölge­de eskiden kullanılan bir ölçü birminin halk arasındaki ifadesidir.

[11] Ahiret kardeşliği: Biribirini seven iki şahıs arasında Ahiret'te şefaatleşmeyi de ih tiva eden bir kardeşlik anlaşmasıdır.

[12] Hz. Hüseyin dört kez evlenmiş olup, eşle rinin isimleri 1- Leyla 2-Ümmü Velet 3-Ümmü İshak ve 4-Er-Rübab'tır. Görüldüğü gibi hanımlarının arasında Şehri­bar adında bir bayan mevcut değildir.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar