Print Friendly and PDF

HZ. MEVLÂNÂ Kaddesellâhü Sırrahu’l Azîze YANLIŞ YAPMANIN BEDELİ

Bunlarada Bakarsınız


17 Aralık 2023 de Şeb-i Arus'dan mahrum kalanlar için...

Bir gün arkadaşlardan bazıları Hz. Mevlânâ kaddesellâhü sırrahu’l azîzin yanında Muineddin Pervane’nin adaletinden, hayrat ve hasenatından bahsederek:

‘‘Bu zâtın cömertlik timsali olan vücudu ile dünya rahata erişmiştir.  Büyük bir emniyet, sonsuz bir feyiz ve berekete kavuşmuştur.  Onun zamanında bilginler, şeyhler ve fâzıllar medrese ve hânekâhlarda refah ve huzur içinde yaşıyorlar,” diyor ve çok takdirlerde bulunuyorlardı. Mevlânâ:

‘‘Evet, dostlarımız doğru söylüyorlar. Onun hayrat ve hasenatı bu dediklerinden yüz misli daha fazladır. Yalnız (burada dikkat edilecek) bir şey vardır. Bu sizin dediğiniz Kâbe’yi ziyarete giden hacıların hikâyesine benziyor,”

dedi ve şu hikâyeyi anlattı:

Fakir bir adamın, bir çöl yolunda devesi hastalandı. Ne kadar uğraştılarsa yerinden kalkmadı. Nihayet onun yükünü başka bir deveye yükledi, onu da orada bırakıp geçip gittiler.  Bunlar, devenin yanından ayrılır ayrılmaz birçok vahşi ve yırtıcı hayvan onun etrafım çevirdi; fakat hiç biri deveye yaklaşmadı. Bunu uzaktan gören hacılar kafilesi:

“Acaba bu vahşi hayvanlar niçin bu deveyi parçalamıyor da ondan çekiniyor?”  deyip şaşakaldılar. Bunun sırrını anlamak için birisi kafileden arta kaldı. Devenin boynunda bir hamayilin bağlı olduğunu gördü. Hamayili devenin boynundan çıkarıp gidince yırtıcı hayvanlar hemen hücum edip deveyi parça parça ettiler. 

Şimdi biliniz ve haberdar olunuz ki bu dünya, işte o deve gibidir ve bu dünyada bulunan bilginler, emirler, fakirler v.s. de bu hac kafilesi gibidir. Bizim vücudumuz, bu âlem devesinin boynuna asılmış hamayile benzer. Bu hamayil onun boynunda oldukça işler yolundadır. Dünya kafilesi de selâmetle yoluna devam eder. Bu heykeli, ‘Ey tatmin edilmiş olan nefis,  Rabb’ine sen ondan, o da senden razı olduğu halde dön’ (Fecr, 27-28) mucibince dünya devesinin boynundan çıkardıkları vakit dünyanın ne olacağını ve insanların nereye  gideceklerini, sultanların, bilgi ve kalem ve alem sahiplerinin  nasıl yok olacaklarım görürsünüz.”

Dostlar, feryad edip çığlıklar kopardılar. Derler ki, Mevlânâ hazretlerinin sırlandığı zamandan daha bir yıl geçmemişti ki dünyanın bütün sultanları,  dinin ileri gelenleri, büyükler ve tacirler biribiri ardı sıra öteki  dünyaya göç ettiler. Rum ülkesi yetim vs devletsiz kaldı ve buyurdukları gibi dünya altüst oldu: Dirlik, düzenlik ve huzur izleri bütün dünyadan silindi. (Menakıb-ül Arifîn, Eflâkî, c.1, 28. Menkabe)

**

Yine rivayet ettiler ki: Selçukoğulları devletinin yıkılmasının ve yok  olmasının sebebi şu idi:

Sultan Rükneddin Mevlânâ Hazretlerine mürit olup onu kendine baba yaptıktan bir zaman sonra eşi benzeri olmayan büyük bir toplantı (iclâs) yaptırdı. Derler ki o zamanda Şeyh Baba-yı Merendî denilen ihtiyar bir  adam vardı. Riyazet sahibi, zâhit ve bilgin (müteressim) bir  adamdı, insan yüzlü bir takım şeytanlar bu şeyhle arkadaş olmuşlardı. Bunlar, sultanın yanında bu şeyhi o kadar övdüler ki sultan onun sohbetini büyük bir arzu ile istedi. Nihayet emretti, sarayın holünde (Taşthane) bir semâ tertib edip tam bir ikramla Şeyh Baba-yı Merendî’yi getirdiler. Bütün büyükler onu karşılayarak çok izaz ve ikramla başköşeye oturttular. Sultan da bir kürsü koyarak kendi tahtının yanında oturdu. O sırada Mevlânâ içeri girdi, selâm verip bir köşeye çekildi. Kur’an-ı Mecid’in okunmasından sonra muarrifler, fasıllar okudular. İslâm sultanı, Mevlânâ hazretlerine bakarak:  “Hüdâvendigâr’ın, ulu şeyh ve bilginlerin malûmu olsun! Bu hâlis kul, şeyh Baba hazretlerini baba edindi, o da beni oğulluğa kabul etti,” dedi. Orada bulunanların hepsi:

“Âferin, mübarek olsun,” dediler. Hüdâvendigâr hazretlerinin, gayyur (çok kıskanç) sıfatını zuhur ettirince;   “Gerçekten Sa’d çok kıskançtır, ben Sa’d’dan daha kıskancım,  Tanrı da benden daha kıskançtır. Eğer sultan onu baba edindi ise, biz de kendimize, başka birini oğul ediniriz,” dedi ve nara atarak yalınayak çıkıp gitti. (Menakıb-ül Arifîn, Eflâkî, c.1, 59. Menkabe)

[Sahih-i Buhârî, Kitabu't-Tevhİd, B.20, Hds.44. Sahih-i Müslim, Kitabu'1-Lian, B.l, Hds.16-17. Sünen-i Dârimî, Kitabu'n-Nikâh, B.37, Hds.2233.]

http://www.sorularlaislamiyet.com/qna/14976/allahin-kiskanc-oldugunu-haber-veren-rivayetleri-nasil-anlamak-gerekir.html

**

Yine nakleder ki: Bey­lerbeyi (melikül ümara) Eşref oğlu Mubarizeddin Çelebi Mehmet bey, Çelebi hazretle­rini Beyşehir'de misafirliğe davet etmişti. Çelebiye karşı, hadden aşırı niyaz ve itikat göstererek türlü hizmetlerde bulundu ve oğlu Süleyman Şahı saraydan çağırıp tam bir itikadla Çelebinin hizmetine verdi, ona mürit yaptı. Süleyman Şah’ın beline bulunnaz bir kemer bağlayıp bırakıverdiler. Çele­bi Mehmet Bey baş koyup; «Bu çocuğun sonu ne olacak» diye sordu. Çelebi:

“Sizden sonra bu vilâyet, bu çocuğun elinde harap olacak ve bu topluluk onun ayakları altında dağılıp gidecek ve sonunda onu bu göle atıp yok edecekler” buyurdu. Zavallı baba ağlamağa bağladı ve etrafında bulunanlar da ağladılar. Çelebi:

“Yazık! Bu budala çocuğun başında hiç talihi yok ve başkanlığa ve bagbuğluğa da hiç lâyık değildir” dedi, Şiir

Ne kadar büyük adamların oğlu var ki kötülüklerinden ve kendilerinin çirkin iş­lerinden babalarının bir yüz karası ol­muşlardır”.

Ve hakikat o gocuk Çelebinin buyur­duğu gibi oldu. Timurtaş Devleti zamanında Beyşeshir'i fethetti. Memleketi yağma ettiler ve birkaç gün sonra Süleyman Şahı oradaki göle attılar. Memleket tamimiyle harap oldu.

Konya, Karamanlıların elinde bulunduğu devirde Çelebi hazretleri, Moğol askerisi istediği için Karamanlıların canları sıkılıyor ve daima: “Biz sizinle komşu ve sizi se­venlerden olduğumuz halde siz bizi istemi­yor sunuzda yabancı Moğol'ları istiyorsunuz” diyorlardı. Bunun üzerine Çelebi de;

“Biz dervişleriz. Bizim nazarımız, Tanrı'nın ira­desine bağlıdır. O kimi ister ve memleketi kime verirse, biz de onun tarafındayız ve onu isteriz.”

Şiir

“Hakk'ın kazasına kul razı olunca, onun hükmünün istekli kulu olur”.

Şimdi Tanrı, sizi değil, Moğol askerleri­ni istiyor. Memleketi Selçukluların elinden alıp hâin Çengizhanlara verdi “Tanrı, mül­künü dilediğine verir” ( Bakara, 248). Biz de Tanrı’nın istediğini istiyoruz” dedi. Karamanoğulları “İhlas sahibi mürid ve muhib olduk" ları halde incindiler ve Çelebi hazretlerinden çekinmeğe bağladılar. Bu müddet zarfında Konya kalesinin muhafazasını Tekgozlü Kılıcı Bahadır adında birine verdiler ve o ev hırsızını (duzd i dar) kale muhafisi (dizdar) yaptırıp yüz kadar utanmaz, insaniyetini kaybetmiş Türk askeriyle kaleyi muhafaza et­meye kalktılar. Tesadüfen bir gün Çelebi hazretleri, arkadaşlarıyla birlikte Dervaze-i Sultan  denilen kale kapısından geçiyordu. Köpek yaratılışlı olan Bahadır korkarak emretti, dostları, incittiler. Çelebinin bindiği atın sağrısını kamçılatır. Çelebi hazretleri, mübarek medreseye döndü, fakat o kadar kızıp sıkıldı ki anlatılmaz. Bir an sonra Bahaaeddin’in göbek kuluncu tuttu, toprak üzerinde yuvarlanıp feryatlar etti. Ne kadar macun ve tiryak verdilerse de sana kesilmedi. Üç gün sonra o yanıp yakılma içerisinde  kâfirlikle dolu olan karnında bir şiş  peyda oldu. Pis ve Tanrı korkusundan boş olan vücudu şişmeğe bağladı. Hayli feryat ve figanlar edip Çelebi hazretlerinden medet ve aman diledi; fakat mümkün ol­madı. Sonra kuyruksuz alçak eşeği bir arabaya bindirip Larende şehrine götürdüler;

fakat yarı yolda bir ah çekip patladı ve imansız olan canını Cehenneme gönderdi. Bu tayfadan da hiç kimse kalmadı.  (Menakıb-ül Arifîn, Eflâkî, c.2, sh: 389)

 **

Başlangıçta Moğolların zuhuru Baha Veled hazretlerinin duası ile olmuştu. Çünkü onun mübarek kalbi Hârizmşah tan ve onun tâbilerinden incinmişti, zira bunlar akılla hareket edenlere uymuş ve akıl bağlarıyla bağlanmışlar. Bunlar, velilerin mükâşefe âleminden mahrum kaldıkları için kibirlen­diler ve inat gösterdiler. Çengiz devletinin inkılâbı ve saltanatlarının zevali yine onların mübarek hatırlarının incinme­sinden olmuş ve Mevlânâ’nın Pervane’ye verdiği cevap tahakkuk etmiştir. Bu dünya­da vaki olmuş çok acayip bir keramettir. Bunu anla ve Tanrı’dan yardım dile. Bu­nunla bütün âlem Sıddık Ailesinin Tanrı’ya ne kadar yakın olduğunu bilsin ve dualardın nasıl mutlaka kabul edildiğini görsün. Onların bu özel yakınlıklarım ve sonsuz özel­liklerini gösteren âyetler ve alâmetler çok açıktır. Bu haberlerin hüccetleri Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemden naklolunmuş ve güvenilen râvilerin adlan bütün kitaplarda yazılmıştır. Geçmiş velilerin keşif ve kerametleri herkesçe meşhurdur. Bununla beraber böyle bir bilgelik, kuvvet, kudret, yakınlık, kadem, nefes, hîlm ve ilm gelmemiş ve zuhur etmemiştir. Nite­kim buyurmuşlardır: Şiir:

“Felekler, Adem devrinden şimdiye kadar çok dolaşmış, fakat bu devirlerin hepsi bizim devirlerimize hayran kalmıştır.”

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemden sonra aşkın en temiz mazharı, onun mübarek zâtı idi. Peygambere uymanın hakikati zahirde ve bâtında ona mahsus olmuştur. Şiir:

“Başka bir sır vardır, fakat bunu anlayıp dinleyecek başka bir kulak nerede ? Bu şekeri yemek istidadına hâiz papağan nerede? Has papağanlar için hususî su­rette hazırlanmış kocaman bir şeker var­dır. Alelade papağanların ondan nasibi azdır. Yani “Biz onların ağzını mühürledik” (Yâ-Sîn, 65) âyetinin ne de­mek olduğunu anla. Tarikat yolcusu için önemli olan budur.”  (Menakıb-ül Arifîn, Eflâkî, c.2, sh: 455)

Kaynak:

Menakıb-ül Arifîn, Eflâkî, trc: Tahsin Yazıcı,1954, Ankara

 


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar