ALEVİLER ÜZERİNDE PROTESTAN MİSYONERLİK FAALİYETLERİ
TÜRKİYE
CUMHURİYETİANKARA ÜNİVERSİTESİ
ALEVİLER
ÜZERİNDE PROTESTAN MİSYONERLİK FAALİYETLERİ
(19. YÜZYILIN BAŞINDAN MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN ÖLÜMÜNE
KADAR)
Yüksek
Lisans Tezi
Kürşat
ŞENTÜRK
Tez
Danışmanı
Prof.
Dr. Baki ADAM
Kürşat
ŞENTÜRK
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ........................................................................................................................ VII
KISALTMALAR......................................................................................................... IX
GİRİŞ............................................................................................................................... 1
A.
ARAŞTIRMANIN KONUSU,
AMACI, ÖNEMİ VE METODU....................... 1
B.
KAPSAM VE SINIRLILIKLAR.......................................................................... 3
C.
HIRİSTİYANLIĞIN TEMEL
ÖZELLİĞİ OLARAK MİSYONERLİK............... 4
I.
BÖLÜM.................................................................................................................... 12
TÜRKİYE’DE
HIRİSTİYAN MİSYONERLİĞİN TARİHİ GELİŞİMİ................. 12
A.
Anadolu’nun
Hıristiyanlık Açısından Önemi.................................................. 12
B.
Katolik Misyonerlerin
Faaliyetleri...................................................................... 16
C.
Protestan Misyonerlerin
Faaliyetleri................................................................... 17
a)
Hazırlık Dönemi........................................................................................... 18
b)
Örgütlenme Dönemi..................................................................................... 20
c)
Gerileme Dönemi......................................................................................... 22
II.
BÖLÜM................................................................................................................... 28
PROTESTANLARIN
ALEVİLERE YAKLAŞIMI.................................................. 28
A.
Alevilerin Protestan
Misyonerler Tarafından Keşfedilmesi............................... 28
B.
Protestanların, dini
ritüellerin uygulanışı açısından Alevilere Yaklaşımı .. 37
a)
İbadet Anlayışları
Açısından Yaklaşım....................................................... 37
b)
Sosyal ve Kültürel
Yönden Yaklaşımlar...................................................... 39
C.
Protestanların,
teolojik/İnanç Açısından Alevilere Bakışı.................................. 41
D.
Alevilerin Misyonerlere
Yaklaşımı..................................................................... 47
III.
BÖLÜM.................................................................................................................. 50
PROTESTANLARIN
DİĞER FAALİYETLERİ..................................................... 50
A.
Türkiye’de kurulan
Misyon merkezleri.............................................................. 50
B.
Eğitim ve Sağlık
alanındaki faaliyetler............................................................... 52
C.
Dini, Siyasi ve Sosyal
Alandaki faaliyetleri....................................................... 65
D.
Ekonomik ve Kültürel
Alandaki Faaliyetleri...................................................... 71
E.
Basın-Yayın Alanındaki
Faaliyetleri.................................................................. 77
SONUÇ.......................................................................................................................... 82
KAYNAKÇA................................................................................................................. 88
EKLER.......................................................................................................................... 96
ÖZET............................................................................................................................. 97
ABSTRACT.................................................................................................................. 99
Hıristiyan misyonerler,
Hıristiyan mesajını duyurmayı değil gittikleri yerlerdeki insanları, farklı
yöntem/usuller kullanarak Hıristiyanlaştırmayı hedeflemişlerdir. Hıristiyan
misyonerliği her ne kadar ortak temeller üzerine kurulmuşsa da Hıristiyan
mezheplerinin inanç ve yapıları gereği kendilerine özgü misyonerlik anlayışları
vardır.
Biz bu çalışmamızda, 19.
yüzyılın başından 1938 yılına kadarki süreç içerisinde, Protestanların
Anadolu’daki (Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bugünkü sınırları) Aleviler
üzerinde yürüttükleri misyonerlik faaliyetlerini çeşitli yönleriyle incelemeyi
amaçladık. Çalışmamızı 19. yüzyılın başından 1938’e kadarki dönemle sınırlı
tutmamızın nedeni, 19. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Anadolu’da yoğun bir
şekilde faaliyetlerini başlatan Protestan misyonerlerin, II. Abdülhamit dönemi
politikaları ve bu dönemde çıkarılan yeni nizamnameler ile gerileme dönemine
girmesi, 1. Dünya Savaşı’nın başlaması, 1915 tarihinde çıkarılan Tehcir Kanunu
ve Cumhuriyet döneminde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yürüttüğü milli
politikaları ile durma/bitme noktasına gelmesi ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün
(1938) ölümünden sonra da yeni bir boyut kazanmasıdır.
Çalışmamızın giriş
kısmında, genel anlamda misyon faaliyetleri, Türkiye’nin Hıristiyan misyonu
için önemi ve Türkiye’deki Hıristiyan misyonerlik faaliyetleri üzerinde durduk.
Birinci bölümde, öncelikle misyon, misyoner, misyonerlik ve tebliğ gibi
kavramları tanımladık. Misyonerliğin genel olarak kronolojik gelişimini ve
Protestan misyonerliğinin bugünkü Türkiye sınırları içerisindeki tarihi
gelişimini inceledik.
Çalışmamızın ikinci bölümünde,
Türkiye’deki Aleviler üzerinde Protestan misyonerliği faaliyetlerini ele aldık.
Burada Alevilerin Protestanlar tarafından keşfedilmesini, ortak noktalardan
hareket ederek, Protestanların Alevilere yaklaşımını, Aleviler üzerinde
misyonerlik faaliyetlerinin nasıl yürütüldüğünü, hangi yöntemlerin
kullanıldığını ve Alevilerin Protestanların faaliyetlerine karşı tepkilerini
inceledik.
Çalışmamızın üçüncü
bölümünde ise, Protestan misyonerlerin Anadolu’daki misyonerlik faaliyetlerini
çeşitli yönleriyle ele aldık ve misyon merkezleri ile dini, siyasi, ekonomik,
sosyal, kültürel, basın-yayın, bilimsel ve diğer alanlardaki çalışmalarını
incelemeye çalıştık.
Tezin hazırlanması
esnasında yardımlarını esirgemeyen ve bana yol gösteren değerli hocam Prof. Dr.
Baki ADAM Bey’e teşekkürü bir borç bilirim.
KISALTMALAR
:
American Board of Commissioneers For Foreign Missions |
|
BOARD |
: ACBFM ile eş anlamlı |
CMS |
: Church Misionary Society |
YWCA |
:Young
Women Christian Association (Genç Hıristiyan Kadınlar Birliği) |
BFBS |
: The British and Foreign Bible Society |
DOM |
: Deutsche Orient mission (Alman Şark Misyonu) |
EM |
: Eastern Mission (Doğu Misyonu) |
WM |
: Western Mission (Batı Misyonu) |
CTM |
: Central Turkey Mision (Merkez Türkiye Misyonu) |
ETM |
: European Turkey Mission (Avrupa Türkiye Misyonu) |
Bkz. |
: Bakınız |
a.g.e |
: Adı Geçen Eser |
a.g.b |
: Adı Geçen Belge |
a.g.m. |
: Adı Geçen Makale |
a.g.t |
: Adı Geçen Tez |
a.g.i.s. |
: Adı Geçen İnternet Sitesi |
A.Ü |
: Ankara Üniversitesi |
s. |
: Sayfa |
TDV |
: Türkiye Diyanet Vakfı |
vb. |
: Ve Benzeri |
yay. |
: Yayınevi |
yy. |
: Yüzyıl |
sy. |
: Sayı |
trc. |
:
Tercüme |
SBE |
:
Sosyal Bilimler Enstitüsü |
Çev. |
:
Çeviren |
Haz. |
:
Hazırlayan |
TDA |
:
Türk Diyanet Ansiklopedisi |
Böl. |
:
Bölüm |
DİA |
: Diyanet İslam Ansiklopedisi |
A- ARAŞTIRMANIN KONUSU, AMACI, ÖNEMİ VE METODU
Misyonerlik, Hıristiyan
geleneğinden kaynaklanan, belirli metotları kullanarak Hıristiyan dinsel
değerlerinin/mesajının yayılması ve diğer insanların Hıristiyanlaştırılması
için yapılan sistematik faaliyetleri ifade etmektedir. Tarih boyunca
misyonerlik, dini amaçlardan çok siyasi, sosyal ve ekonomik çıkarlara hizmet
etmiştir.
Tezimizin
konusu, 19. yüzyılın başından 1938’e kadar Türkiye’de yaşayan Aleviler üzerinde
Protestan misyonerlik faaliyetleridir. Bilindiği üzere, Osmanlı Devleti
döneminde Müslüman Türk halkını Hıristiyanlaştırmaya yönelik misyonerlik
faaliyetleri başarılı olamamıştır. Bu yüzden misyonerler faaliyetlerini Osmanlı Devletinin vatandaşları olan gayrimüslimler (Yahudi, Rum, Ermeni,
Süryani) ve bazı etnik
unsurlar (Alevi, Kürt, ve Nusayri
gibi) üzerine
yoğunlaştırmışlardır.
Misyonerlik İlk olarak Katolik misyonerlerin faaliyetleri ile
12.
ve 13. yüzyılda
Anadolu/Türkiye’ye girmeye başlamış, 18. yüzyılın sonu ve 19. yüzyılın
başlarından itibaren ise Protestanlar vasıtasıyla Osmanlı topraklarında boy
göstermiştir.
Türkiye’de misyonerlik
faaliyetleri özellikle Doğu-Güneydoğu Anadolu, İç Anadolu ve Marmara Bölgelerin
de yoğun olarak yapılmıştır. Çünkü bu yörelerde kendilerini Alevi, Bektaşi,
Kürt, Yezidi, Nusayri, Keldani, Asuri, Nasturi, gibi farklı dinsel ve etnik
kimlikle tanımlayan kişiler bulunmaktadır. Misyonerler, yüzyıllardır bir arada
yasayan bu insanları, daha önce problem teşkil etmeyen ve zenginlik oluşturan
etnik/dini farklılıklarını ön plana çıkararak kendi amaçlarına uygun hale
getirmeye çalışmışlardır.
Sistemli bir şekilde
Pavlus ile başlayan ve gittikçe siyasal bir boyut kazanan misyonerlik
faaliyetleri, OsmanlI’dan bu yana birçok topluluk ve cemaat tarafından devam
ettirilmektedir. Tarihi süreç içerisinde bu konu birçok yönü ile ele alınıp
incelenmiş ve incelenmeye de devam edilmektedir. Biz bu çalışmamızda, Protestan
misyonerlik faaliyetlerinin Türkiye’de yaşayan Aleviler üzerinde toplumsal,
dini, siyasi, sosyal ve ekonomik olarak hangi boyutlarda olduğunu ortaya
koymaya çalışacağız.
Misyonerlik kavramı,
kapsamı çok geniş olan bir kavramdır. Hıristiyanlığa ait olmakla beraber tüm
milletleri ilgilendirmektedir. Zira misyonerler tüm milletleri hedef kitle
olarak seçmektedir. Misyonerlik, sadece dini amaçla değil, daha çok siyasi,
sosyal ve ekonomik amaçlara hizmet etmektedir. Bununla beraber Hıristiyanlar
misyonerliği sadece dini açıdan izah etmektedirler. Onlar, misyonerliği Hz.
İsa’ya dayandırmaktadırlar. Hıristiyanlar, kendilerine Hz. İsa’nın: "Gıdın
bütün ulusları öğrencilerim yapın. Onları Baba, Oğul ve Kutsal Ruh adına vaftiz
edin.” sözünü esas almışlar. Havarileri ilk misyonerler olarak kabul
etmişler, onların yolundan giderek, tarih boyunca Hıristiyanlığı yayma
hareketini sürdürmüşler ve bütün milletler de bu faaliyetten etkilenmiştir.
Hatta Hıristiyan mezhepleri kendi içerisinde bile diğer mezhep mensuplarını
kazanmak için faaliyetler yürütmüşlerdir.
Türkiye’de hemen hemen
bütün Hıristiyan mezheplerden gruplar bulunmakta ve bunlardan bazıları
misyonerlik faaliyetlerini sürdürmektedirler. Onlar, dergi, kitap, broşür,
televizyon ve radyo yayınlarıyla Hıristiyanlığı tek kurtuluş yolu olarak
göstermeye çalışmaktadırlar. İslam’ın Hz. İsa’ya verdiği önemi de kullanarak
yeterince şuurlu ve bilgili olmayan Müslümanları, özellikle de Türkiye’deki
etnik unsurları etkilemeye çalışmaktadırlar. Dini bakımdan yeterli eğitim
almamış olan Müslümanlara İslam dini hakkında yanlış bilgiler vererek onları
dinlerinden döndürmeye çalışmaktadırlar.
Türkiye’deki misyonerlik
faaliyetlerinin önce Türk insanını kendi dininden ve kültüründen soğutma, sonra
da Batılı güçlerin hizmetine sunma amaçlı olduğu görülmektedir. Bunu
sağlayabilmek için de misyonerler tarafından hedef kitle olarak ekonomik,
sosyal ve daha birçok açıdan sıkıntıda olan ve bulunduğu bölgede kendini etnik
bakımdan farklı olarak kabul eden grupların bulunduğu bölgeler seçilmektedir.
Tezimizi, Protestan
misyonerlerinin Anadolu’ya gelmeye başladığı 19. yüzyılın başından, Atatürk’ün
ölüm tarihi 1938’e kadarki dönem içerisinde, Türkiye’de Aleviler üzerinde
yürütülen Protestan misyonerlik faaliyetleri ile sınırlandırdık. Çünkü 19.
yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Anadolu’daki faaliyetlerini yoğunlaştıran
Protestan misyonerleri, Osmanlının zayıf durumundan da faydalanarak 19.
yüzyılın sonlarında faaliyetlerinin zirve noktasına ulaşmışlardır. Ancak, II
Abdülhamit dönemi politikaları, 1. Dünya Savaşı’nın başlaması ve Tehcir
Kanunu’nun yürürlüğü girmesiyle, misyonerlik faaliyetleri duraklama/gerileme
dönemine girmiş, Türkiye Cumhuriyeti Devleti döneminde
çıkarılan yeni kanunlar ile bitme noktasına gelmiş ve Atatürk’ün ölümünden
sonra da yeni bir boyut kazanmıştır.
C-
HIRİSTİYANLIĞIN TEMEL ÖZELLİĞİ OLARAK MİSYONERLİK
Misyon ve misyoner
kavramları Latince “Missio” kelimesinden türetilmiştir.[1] Misyon kelime olarak, sözlükte
görev, yetki, vekâlet, bir işi yerine getirmek için görevlendirilmiş kimseye
yüklenilmiş “özel görevi” ifade etmektedir. Bu görev ve yetki dini, siyasi ve
diplomatik de olabilir. Misyon genel anlamda, bir görevi yerine getirme işini
üstlenen kuruluş anlamında da kullanılmaktadır. Özel anlamda da ise,
Hıristiyanlığın herhangi bir grubuna/anlayışına ait görüş ve kanaati
“Hıristiyan olmayan” ülkelerde yaymak veya herhangi bir fikri/düşünceyi
başkalarına kabul ettirmek amacıyla oluşturulan kuruluşlar “Misyon” olarak
isimlendirilmektedir. Bu misyonlarda görev yapanlara “Misyoner” ve
misyonerlerin yaptıkları faaliyetlere de “Misyonerlik” denilmektedir.[2]
Hıristiyan teolojisinde
misyonerlik, Hz. İsa’nın Yuhanna, 20-21. cümlelerindeki "Babanın beni
gönderdiği gibi ben de sizi gönderiyorum” sözü ile Matta, 28/18-20.’de Hz.
İsa’nın öldükten üç gün sonra dirilip orada bulunan havarilerine: "Gökte
ve yeryüzünde bütün yetki bana verildi. Bu nedenle gidin bütün ulusları
öğrencim olarak yetiştirin. Onları, Baba-Oğul ve Kutsal Ruh adıyla vaftiz edin;
size buyurduğum her şeyi tutmaları için kendilerini eğitin” telkinlerine/sözlerine
dayandırılmaktadır. Bu meyanda ilk misyonerler havarilerdir,[3] ancak
Dinler Tarihçileri sistematik ilk misyon faaliyetini Pavlus’la başlatmışlardır.[4]
Pavlus,
I. Korintlilere (9/19-23) mektubunda, inandığı öğretileri/misyonu yayarken
yaptığı fedakârlığı ve karşılaştığı zorlukları şu sözleri ile anlatmaktadır:
"Ben özgürüm kimsenin kölesi değilim. Yahudileri kazanmak için Yahudilere
Yahudi gibi davrandım. Kendim kutsal yasanın (şeriatın) denetimi altında olmadığım halde yasa altında olanlara yasa altındaymışım gibi
davrandım.
Tanrının yasasına sahip olmayan birisi değilim. Mesih’in yasası (şerait) altındayım. Buna karşın
yasaya sahip olmayanları kazanmak için
yasaya sahip değilmişim gibi davrandım. Güçsüzleri
kazanmak için onlarla
güçsüz oldum. Ne yapıp yapıp bazılarını kurtarmak için herkes ile her şey
oldum. Hepsini Incil
için yapıyorum ta ki onda hissedar olayım.”
Bu
bilgiler ışığında, Misyonerler misyon faaliyetlerini temelde dört İncil’e ve
Pavlus’un mektuplarına dayandırmaktadırlar. Matta, 28/16-20.’deki “Isa
yanlarına gelip onlara
söyle dedi: Gökte ve yeryüzünde tüm yetki bana verilmiştir. Bu nedenle, gidin
bütün ulusları yapın; onları Baba, Oğul ve Kutsal Ruh adına vaftiz edin.
Sizlere buyurduğum her şeyi tutmaları için kendilerini eğitin, bilesiniz ki,
çağın sonuna dek her gün sizlerle beraberim.” ifadeleri misyonerler
için temel dayanak teşkil etmektedir.
Hıristiyanlık tarihinde,
İsa’dan sonra misyonerliği devam ettirenlerin Havariler olduğuna inanılır.
Havarilerden sonra onların öğrencileri ve yeni kuşaklar bu görevi ifa
etmişlerdir. Ancak günümüzde misyonerler kendilerine daha çok Pavlus ve
öğrencilerini örnek almaktadırlar. Pavlus Hıristiyanlığı yeni bir bakış açısı
ile yorumlayarak bugünkü hale sokan kişidir. Önceden Yahudi inancına mensup
olan Pavlus, bir gün Şam’a giderken yolda bir vizyon geçirdiğini, bu esnada İsa
ile konuştuğunu, İsa’nın havarileri arasına katıldığını söyleyerek kendisinin
de bir havari olduğunu iddia etmeye başlamıştır.[5]
Görüldüğü üzere
misyonerlik kavramı tarihi seyir içinde birçok değişikliğe uğrayarak günümüze
kadar gelmiştir. İlk başta Hz. İsa bir peygamber olarak Allah’ın dinini tebliğ
etmiş, onun ilk muhatapları da Yahudiler olmuştur. Çünkü O, Matta, 15/14’te "Ben
İsrail evinin kaybolmuş koyunlarından başkasına gönderilmedim”. demekte,
havarilerine ise Matta, 10/5-7’de "Milletler yoluna gitmeyin ve
Samiriyelilerin şehirlerinden hiçbirine girmeyin; fakat, daha ziyade İsrail
evinin kaybolmuş koyunlarına gidin.” diyerek, misyon faaliyetlerini belirli
bir topluluk ile sınırlı tutmuş ve akabinde havarileri de tebliğle
görevlendirmiştir.
Pavlus’un, insanları
kendi öğretilerine inandırabilmek için adeta her şeyi caiz gördüğü, her yolu
denediği, inanıp kabul etmediği halde karsısındaki insanları kendi tarafına
çekebilmek amacıyla onların çeşitli inanç ve değerlerini kabul ediyormuş gibi
göründüğü, amacını gerçekleştirebilmek için de her yolu denediği
anlaşılmaktadır. Nitekim Matta, 28/18-20’de yaşamı ve seyahatleriyle ilgili
olarak şu ifadelerinde; "Ben özgürüm kimsenin kölesi değilim. Ama daha
çok kişi kazanayım diye herkesin kölesi oldum. Yahudileri kazanmak için
Yahudilere Yahudi gibi davrandım. Kendim Kutsal Yasa’nın denetimi altında
olmadığım halde, Yasa altında olanları kazanmak için onlara Yasa altındaymışım
gibi davrandım. Tanrı’nın yasasına sahip olmayan değil de Mesih’in yasası
altında olan biri olarak; Yasa’ya sahip olmayanları kazanmak için Yasa’ya sahip
değilmişim gibi davrandım. Güçsüzleri kazanmak için güçsüzlerle güçsüz oldum.
Ne yapıp ne edip bazılarını kurtarmak için herkesle her şey oldum.”
şeklindeki ifadeleri onun bu metodolojisini nasıl yürürlüğe koyduğunu
anlatmaktadır.
Görüldüğü üzere
Pavlus'un misyon anlayışı, muhatap aldığı insanları her türlü yolu deneyerek
Hıristiyanlaştırmayı amaçlayan ve bu uğurda gerekiyorsa her yola başvurmayı
caiz gören bir anlayıştır. Bu bağlamda tarihi süreç içerisinde ve günümüzdeki
misyonerlerin gittikleri yörelerde başvurdukları yöntemlere bakıldığında,
Pavlus’un metodolojisinin temel alındığı anlaşılmaktadır. Her ne kadar
Hıristiyanlıkta misyonerlikle ilgili referanslar İncillerdeki İsa'ya atfedilen
çeşitli ifadelere dayandırılıyorsa da, bu ifadeler çarmıh sonrası ile
ilgilidir.
Sinoptik İnciller olarak
adlandırılan ilk üç İncil'de, Markos, 15/27-28; Matta, 27/44; Luka, 23/39-42.
cümlelerde anlatılan çarmıh olayı öncesi, İsa'nın mesajını öncelikle içinde
yaşadığı İsrailoğulları arasında yaymayı hedeflediği anlatılmaktadır. İsa'nın
çarmıhta öldükten üç gün sonra yeniden dirilip havarilerine yaptığı son
konuşmasında, yalnızca İsrail halkına değil tüm uluslara gitmelerini ve onları
dine çağırmalarını söylediği nakledilmektedir. Netice itibariyle İsa’ya ilk
inananlar, inanmayanlara yönelik faaliyetlerinde, daha çok onlara kendi
inançlarını anlatma, tebliğ etme ve kendilerini ifade etme amacı güderken,
sonraki dönem Hıristiyan grupları diğer insanları kendi dinlerine döndürme
hedefi taşımışlardır.[6]
Bu dinsel anlamdaki
misyonerlik, ilk olarak havariler döneminden başlayarak Pavlus zamanında
sistemli bir hale dönüştürülmüş ve Hıristiyan misyonerler tarafından Hıristiyan
olmayanları bu dine kazandırmak ve esas itibari ile İncili öğretmek gayesiyle
kullanılmıştır.[7] Bu anlamda
da misyonerlik kavramı, tarihi süreç içerisinde Hıristiyanlık ile özdeş hale
gelmiştir.
Kuran-ı Kerim’de
“Misyon” kelimesinin karşılığı olarak kullanabileceğimiz ’’Tebliğ” kavramı,
kelime olarak "Bildirme, eriştirme, haber verme ve mesaj” gibi
anlamlara gelmektedir. Terim olarak ise "Bir konudan, bir olaydan,
belirli bir mesajdan, yaşanan bir gelişmeden ve vahyedilmiş bir dinden haberi
olmayanları haberci, ulak, elçi ve vaiz gibi aracılarla haberdar etme” yöntemidir.[8]
Tebliğin nasıl olacağı
ve ne şekilde anlaşılacağı Kuran-ı Kerim’de şu ayetlerle açıkça ortaya
konmaktadır. Nur, 54. ayette "Allah’a itaat edin, peygambere itaat
edin, eğer yüz çevirirseniz bilin ki ona (peygambere) yüklenen görevin
sorumluğu ancak ona, size yüklenen görevin sorumluluğu da yalnız size aittir.
Peygambere düşen sadece apaçık bir tebliğdir”. Allah, Hz. Muhammed’e Maide,
67. ayette “Rabbinden sana indirileni tebliğ et!’, demiş, insanlara da
Hac, 49. ayette bildirildiği üzere, "Ey insanlar! Ben sizin için ancak
apaçık bir uyarıcıyım” demesini istemiştir. Bazı ayetlerde de yapılması ve
yerine getirilmesi gereken kurallar sayıldıktan sonra Nahl, 35. ve Ankebut, 18.
ayetlerde "peygambere düşenin sadece apaçık tebliğ” olduğu net
olarak vurgulanmıştır.
Yine Kuran-ı Kerim’de
tebliğin yönteminin nasıl olacağı da şu ayetlerde açık bir şekilde ortaya
konmaktadır. Nahl, 125.ayette, "Ey Muhammed! Rabbinin yoluna, hikmetle,
güzel öğütle çağır, onlarla en güzel şekilde tartış, doğrusu Rabbin doğru yolda
olanları da saptıranları da iyi bilir. Yunus, 108. ayette de, Hz.
Muhammed’in tebliğ karşısındaki duruşu ve neden sorumlu olup olmayacağı şöyle
ortaya konulmuştur: "Ey insanlar! Rabbinizden size gerçek (Kuran)
gelmiştir. Kim doğru yola girerse ancak kendisi için girmiş olur, kim de saptırırsa
ancak kendi aleyhine sapıtmış olur. Ben sizin bu durumunuzdan sorumlu değilim'.
Bu ayetlerden,
peygamberin görevinin açıkça insanları uyarmak, Allah’ın öğütlerini tebliği
etmek olduğu anlaşılmaktadır. Hz. Muhammed de hayatında Kuran’ın bu yöntemini
benimsemiş, kimseyi İslam’ı kabul etmesi için zorlamamış, insanların kendi
iradeleri ile ikna olmasını, isteyerek İslam dinini benimsemesini tercih
etmiştir. Kuran-ı Kerim’den bir kısmını verdiğimiz bu ayetler “Tebliğ’
ile "Misyon” arasındaki ince çizgiyi/farkı ortaya koymaktadır.
Tebliğ görevinde aldatma, kandırma, baskı yapma, hileli yollara başvurma ve
insanların zaaflarından yararlanma gibi yanlış yollara başvurma yoktur.
Kuran’da bu yollar yasaklanmış ve bunların yerine, “Açıklık, samimiyet ve
doğruluk’ gibi prensipler getirilmiştir.[9]
Netice itibari İslâm
geleneğinde, dinin insanlara duyurulması ve tanıtılmasına “Tebliğ” ve "Davet”,
bu faaliyeti üstlenen kişiye "Tebliğci” denilmektedir.[10] Ancak Hıristiyanlıktaki misyon ve misyonerlik ile, İslâm’daki tebliğ ve davet
anlayışı arasında derin farklılıklar bulunmaktadır. İslâmî tebliğ ve davette
yalnızca doğruların ilân edilip insanlara duyurulması hedeflenirken,
misyonerlikte amaç insanları planlı, programlı ve organize bir şekilde,
zamanlara ve şartlara göre taktik değiştirerek Hıristiyanlaştırmak esastır.
Dolayısıyla misyonerlik, sadece Hıristiyan inancının ifade edilip duyurulmasını
amaçlayan sıradan bir tebliğ olayı değil, Pavlus’un da I.Korintoslular’a,
9/20.’de vurguladığı gibi "Ne yapıp edip insanların Hıristiyanlığa
kazandırılması” faaliyetidir.
Bu bilgiler ışığında
genel batlarıyla “Tebliğ” ve “Misyonerlik” arasındaki farkları şöyle sıralayabiliriz;
> Tebliğ ve İrşad faaliyetinde, zorlamaya, baskıya, propagandaya ve
aşırı bir şekilde ısrara yer verilmemektedir. Hak ve hakikat ile hikmet ve
güzel öğüt ile anlatma esastır.
> Tebliğ gönül işidir. İnsan kendi hür iradesi ile seçimini yapmaktadır.
Kurumsuz, kuruluşsuz, plansız ve programsız bir faaliyettir. Siyasi ve
ideolojik bir amaç güdülmemektedir.
> Tebliğ de sevgi ve şefkat söz konusudur.
> Tebliğ de bildirme, öğretme ve haberlendirme temeldir.
> İyilikle ve güzel öğütle anlatma temel yöntemdir.
> Tebliğ de devletin siyasi kurum ve kuruluşları devrede değildir ve
özel görevlendirme de yoktur.
> Tebliğ de siyasi ve ideolojik bir gaye öne çıkarılmamaktadır.
> Tebliğ de herhangi bir art niyet yoktur, ihlas ve samimiyet
olmazsa olmaz şarttır.
> Hastalık, deprem, yangın, sel, işsizlik, yokluk, açlık gibi
sıkıntılı durumları kullanma yoktur. Böyle durumlarda sadece Allah rızası
gözeterek, karşılık beklemeden yardım esastır.
> Misyonerlik, kurumsal, planlı, programlı ve amaçlı bir organizasyondur.
Hiyerarşik bir yapılanma içerisinde sadece dini bir faaliyet değil, siyasi ve
idari bir gücü olan, ideolojisi bulunan özel bir teşkilattır.
> Dönemlere, zamanlara ve şartlara göre taktik değiştiren bir
teşkilattır.
> Muhatabın zaaflarından yararlanma, misyonerliğin olmazsa
olmazlarındandır.
> Hastalık, deprem, yangın, sel, işsizlik, yokluk, açlık gibi
sıkıntılı durumlar, misyonerlerin etkili olmak için bekledikleri ortamlardır.
> Misyonerlikte din değiştirmenin yanı sıra, kimlik ve kişilik
değiştirmeye de önem verilmektedir.
> El attıkları kişileri, dinine, devletine ve milletine düşman
ederek, toplumundan soyutlanmasına özen gösterilmektedir.
> Misyonerler, destek gördükleri devletlerin öncü gücü ve istihbarat
elamanı olarak görev ifa etmektedirler.
> Misyonerlik, yeni dünya düzeni oluşturmak, tek kutuplu dünya
oluşturup yetkiyi ele almak ve rejim değiştirmek isteyen süper güçlere servis
yapmakta kullanılan bir yöntem haline gelmiştir.
Sonuç olarak
“Misyonerlik”, “Tebliğ” değildir. Tebliğ olmadığı gibi bir dini hareketi, yani
Hıristiyanlığı öğretme amacı taşıyan saf ve samimi bir öğretim ve anlatım da
değildir. Misyonerlik din ve dinsi hareket kisvesi arkasına saklanmış, art
niyetleri olan ve tuzaklarla dolu bir harekettir.[11]
TÜRKİYE’DE
HIRİSTİYAN MİSYONERLİĞİN TARİHİ GELİŞİMİ
A-Anadolu’nun
Hıristiyanlık Açısından Önemi
Misyonerlerin Osmanlı
coğrafyasına geliş nedenlerini genel olarak dini, siyasi, tarihi ve ekonomik
sebepler olmak üzere dört bölümde ele alarak incelemeye çalışacağız.
1.
Dini Sebepler: Misyonerlerin Bible Land (İncil Ülkesi)[12] olarak
isimlendirdiği Anadolu, Hıristiyan inancı açısından kutsal toprakları
barındırması nedeniyle Hıristiyanlığın beşiği sayılmıştır. Bugünkü
Hıristiyanlığın mimarı kabul edilen Pavlus, Tarsusludur. Pavlus, Barnabas ve
Petrus’un dini yayma faaliyetlerinde bulunduğu Konya ve diğer merkezler de bu
bölgededir. Hıristiyanlık tarihi açısından önemli olan Antakya, Efes, İznik ve
İstanbul gibi önemli kentler, Süryanilerin merkezi Mardin, Hıristiyanların ilk
görkemli mabetlerinden Ayasofya Anadolu topraklarındadır. Kısacası
Hıristiyanlığın ortaya çıktığı, Hz. İsa’nın ve havarilerinin yaşadığı ve ilk
Hıristiyanların faaliyet gösterdiği toprakların büyük çoğunluğu Müslümanların
himayesindedir.[13]
Hıristiyanların büyük
çoğunluğunda olduğu gibi, misyonerlerin genelindeki inanç, Hıristiyanlığın
hürriyete kavuştuğu ve tohumunun atıldığı yer İstanbul’dur. Roma İmparatoru
Konstantin, M.S. 313 Milano Fermanı ile Hıristiyanlığa dini serbestliği burada
tanımıştır. Hıristiyan tarihinde büyük öneme haiz olan ve dini dogmaların büyük
oranda belli olduğu İznik, Efes, İstanbul ve Kadıköy Konsülleri Anadolu’da
yapılmıştır. Hıristiyanlık tarihi açısından "Mukaddes ve Vaadedilmiş
Topraklar” olarak değerlendirilen "Anadolu ve
Filistin’in”
Müslümanların elinden kurtarılması gerekmektedir.[14]
Dini açıdan Kudüs’ün
yeri ve önemi de Hıristiyanlık için çok büyüktür. Çünkü İsa’nın doğup büyüdüğü,
dinini yaydığı ve öldüğü yerdir. Bu kutsal mekânın Osmanlı Devleti
hâkimiyetinde olması da yine misyonerlerin ilgisini arttırmıştır. Hıristiyanlar
burada çok sayıda kilise ve ayin yerleri yapmışlardır. Kudüs’ün Müslümanlardan
alınması amacıyla yapılan haçlı seferlerinde ölen birçok Hıristiyan askerinin,
komutanların ve hükümdarların mezarları da bu bölgededir. [15]
2.
Tarihi
Sebepler: Hıristiyanlar, tarihi açıdan Osmanlı topraklarını kendilerine
ait görmüşlerdir. Selçuklu ve Osmanlı, Anadolu’yu yurt edinmiş, Osmanlı
İstanbul’u fethedip Doğu Roma İmparatorluğunu yıkarak, Avrupa içlerine kadar
ilerlemişti. Ancak Hıristiyan dünyası bu gerçeği bir türlü kabullenememiş ve
bir gün Anadolu’nun Müslümanların elinden temizleneceği düşüncesini hep
taşımışlardır.[16]
Müslümanlara yönelik
olarak başlatılan haçlı seferlerinin, başarısızlıkla sonuçlanması, Bizans
İmparatorluğu’nun Osmanlı Devleti tarafından yıkılması, bu sayede Hıristiyan
dünyasının orta ve uzak doğuya yayılmacı politikalarına engel olunması, Osmanlı
Devleti’nde yaşayan gayrimüslim tebaanın batılı devletlerle işbirliği ve
akabinde isyanları misyonerlerin Türk topraklarına ilgisini arttırmıştır.
3.
Ekonomik
Sebepler: Sanayileşen Batı ülkelerinin kendilerine pazar
bulmaları gerekliydi. Osmanlı toprakları en geniş ve ey uygun pazar yeri
olmanın yanı sıra, dünya doğal yer altı kaynaklarının büyük bölümüne de sahipti.
Yani Osmanlı Devleti Avrupalı devletler için büyük bir sömürü bölgesiydi. Bu
kapsamda misyonerlik faaliyetlerini incelerken, olayın dini yönü kadar, siyasî,
kültürel ve ekonomik boyutunu da göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Zira
misyonerlik faaliyetleri, zamanla oryantalizm politikasına hizmet eder hale
gelmiştir.
4.
Siyasi
Sebepler: İngilizlerin öncülüğünde, Batı dünyasının hazırladığı
siyası sebeplerin başında Şark Meselesi gelmektedir. Buna göre, Türkler Batılı
değil, Doğuludur, dolayısıyla da Anadolu’dan atılmaları gerekmektedir.
Avrupalılar, Misyonerleri, Osmanlı Devleti ile olan şark meselesini halletmede
araç olarak kullandılar. Şark meselesinin temel amacını, Osmanlı Devleti’ni
yıkarak mirasını paylaşmak oluşturuyordu. Bu amaçla batılıların takip ettikleri
politikalardan birisi, içerideki gayri Müslim tebaayı devletten koparmaktı.
Bunun için de en fazla misyonerlik faaliyetlerinden faydalanıldı.[17]
Farklı tarihlerde
Osmanlı Devleti’ne gelen ve faaliyetlerini yürüten misyonerler, Müslümanlar ve
Yahudiler üzerinde fazla etkin olmadıklarını anlayınca bütün faaliyetlerini
gayrimüslim tebaa üzerinde yoğunlaştırdılar.[18] Onları bir yandan
kendi mezheplerine kazandırmaya çalışırlarken diğer yandan da verdikleri
eğitimle milli duygularını uyandırarak, Osmanlı Devleti’nden koparmak için
uğraştırdılar. Ermeniler, Yahudiler ve Rumlar üzerinde oynanan oyunları,
Bulgar, Arap ve Kürt/Alevi gibi diğer etnik-milli unsurlar takip etti.[19]
Misyonerler,
faaliyetlerindeki en büyük desteği konsolosluklardan ve büyükelçiliklerden
alıyorlardı. Önceleri ticari amaçla, bilhassa liman şehirlerinde açılan
konsoloslukların, Sivas, Harput, Erzurum gibi merkezi şehirlerde de açıldığı
görülmektedir. Konsolosluk çalışanları ile misyonerler arasında işbirliğini
fark eden Osmanlı Devleti, konsolosların faaliyetlerine ve konsolosluk açma
isteklerine bazı sınırlamalar getirmiştir, ancak Amerika ile 19. yüzyılın
başında imzalanan ve imtiyazlı ticari ayrıcalıklar içeren antlaşma[20] buna
engel olmuştur.[21]
Amerika’nın, bu dönemde
konsolosluk açmak istediği bazı yerlerde hiç vatandaşı yoktu. Amerikalılar,
Osmanlı Devleti tarafından kendilerine tanınan “En Ziyade Müsamahaya Mazhar
Ülke”[22] statüsünü kullanarak
ve konsolosluk açmak istedikleri bölgelerde de Rusya ve İngiltere’nin
konsolosluklarının bulunduğunu gerekçe göstererek, yeni konsolosluk merkezleri
açıp isteklerini gerçekleştirmişlerdir. Osmanlı Devleti de konsoloslukların
misyoner okulları aracılığıyla isyanlara destek olmalarından ötürü,
faaliyetlerini yakından takip etmiş ve zamanla çeşitli bahaneler ileri sürerek
atamalarını geciktirmiştir.[23]
Bu gelişmelerin yanı
sıra, Anadolu’daki misyonerlik faaliyetleri, temelde benzer amaçlara yönelik
olmakla beraber farklılıklar arz etmektedir. Bu mezheplerin hem inanç
farklılığından hem de kullanılan yöntem farklılığından kaynaklanmaktadır.
Protestan misyonerlerinin faaliyetlerini anlamak için de diğer mezheplerin
faaliyetleri hakkında bilgi sahibi olmak gereklidir.
B.
Katolik
Misyonerlerin Faaliyetleri
Tarih boyunca
Hıristiyanlar Incil’in yayılması amacıyla her türlü yola başvurmuşlar, bütün
dünyayı Hıristiyanlaştırma hedefi uğrunda hiçbir fedakârlıktan
kaçınmamışlardır. Hz. İsa ile başlayıp onun havarileri ile devam eden misyon
faaliyeti Pavlus ile yeni bir boyut kazanmıştı.[24] Bu çerçevede 11. yüzyılda
Hıristiyanlar arasındaki Doğu ve Batı Kilise’si[25] ayırımdan sonra Batı Katolik
Kilisesi, misyonerlik çalışmalarına daha çok önem vermiş, 12. ve 13.
yüzyıllardan itibaren Anadolu’ya yönelik faaliyetlerini başlatmıştır. Bu
doğrultuda Osmanlı topraklarına gelen ilk misyonerler de Katolik misyonerler
olmuştur.[26]
Katolik
Kilisesi bünyesinde birçok misyoner teşkilat kurulmuştur. Bu gruplardan
Anadolu’ya gelen ilk misyoner topluluk Saint François tarikatına mensup
Franciscain rahiplerinden Katolik Fransiskenler (1220) olmuştur. Bu
misyonerlerin en önemli görevi, Bizans ve Roma Kiliselerinin birleştirilmesini
sağlamak ve Greklerin Katolikleşmesine çaba sarfetmek olmuştur. Osmanlı
topraklarına gelen ikinci grup ise, 13. yüzyılda Dominikenler’dir. Dominiken
Tarikatı’ndan sonra Cizvitler (1583) ve Capucenler de (Kapuçinler) (1626)
Anadolu’ya ayak basan
diğer misyoner örgütlerdir.[27] Osmanlı
İmparatorluğu’nda Cizvit ve Fransisken misyonerler en çok İstanbul, İzmir,
Halep, Suriye, Filistin, Mısır, Irak, Kıbrıs ve Yunanistan’da faaliyet
göstermişlerdir.
Katolik
misyonerlerin ilk planları
Müslümanlar üzerinde çalışmalar
yapmak
olmasına rağmen, başarılı
olunamamasından dolayı, Türkiye’de
yaşayan gayrimüslim ve diğer etnik milletlere
yönelmişlerdir. Misyonerler, Rumlar, Ermeniler, Süryaniler (Keldani, Nasturi
veya Asuri)[28], Yezidiler, Nusayriler (Arap Alevileri) ve Yahudiler üzerinde
çalışmışlardır. Bu kapsamda hedeflerini gerçekleştirmek amacıyla kiliseler,
okullar, kolejler, hastaneler, matbaa, çeşitli meslek yetiştirme atölyeleri, darülaceze,
yetimhane gibi eğitim, sağlık, kültürel ve sosyal yardım kuruluşları
açmışlardır. Osmanlı Devletinde misyonerlik faaliyetlerinde bulunan Katolik
Hıristiyan teşkilatlarından bazıları, bugün hala faaliyetlerine devam
etmektedir.[29]
C.
Protestan Misyonerlerin Faaliyetleri
Türkiye’de
Protestanların faaliyetlerine geçmeden önce Protestanlığın ortaya çıkısı ve
geçirdiği sürece kısaca bakmak faydalı olacaktır. 16. yüzyıldan itibaren,
Protestanlığın kurucusu olarak kabil edilen Martin Luther başta olmak üzere
reformistler, bazı yeniliklerin yanı sıra kilisenin siyasal bir güç olmasını
sorgulamaya başladılar. Luther ve arkadaşlarının hareketi, aslında
Hıristiyanlıkta reformdan çok bir öze dönüş, yani İncil’e dönüş hareketiydi.
Reformistler kilisenin ve Papalığın dünyevi iktidar iddiasını
reddetmekteydiler. Sonuçta Protestanlık olarak adlandırılan bu grup, tarihi
süreç içerisinde Hıristiyanlıktan koptu.[30]
Protestan hareketi,
Hıristiyanlığın siyasallaşma sürecinde, Tanrı adına iktidarı elinde
bulundurduğunu iddia eden Papalığa karşı çıkarak, Tanrı adına iktidarın kilise
dışı siyasal otoritelere verilmesi gerektiğini savundular. Böylece kilise dışı
iktidarlar merkezli bir din anlayışını ön plana çıkardılar. Katolisizm,
Papalığın hegemonyasını arkasına almaktaydı. Protestanlık da, başta Alman
Prensleri ve derebeyler olmak üzere, çeşitli Avrupa siyasal güçlerini arkasına
aldı. Protestan akım içerisinde yer alıp teşkilatlanan kiliseler, kısa zamanda
kendi anlayışları doğrultusunda bir misyon ve misyonerlik kurumu oluşturdular.[31]
Misyonerlik kurumu
içerisinde yer alan Protestan misyonerler, tıpkı Katolik misyonerler gibi,
Hıristiyan olmayan gruplar ile birlikte, gerek Katolikleri gerekse diğer
Hıristiyan guruplarını hedef aldılar. Kendi siyasal-sosyal ve dini
anlayışlarını diğer bölgelere taşımayı amaç edindiler. Zamanla Katolik
misyonerler gibi Protestan misyoner kuruluşlarının da önemli hedefi, başta
Ortadoğu ve Doğu Avrupa olmak üzere, genellikle Müslümanların siyasal
egemenliği altında bulunan Doğu Hıristiyanları oldu. Özellikle sömürge
dönemlerinde, farklı Hıristiyan grupların Protestanlaştırılması amacıyla yoğun
bir uğraş verdiler. [32]
Protestan Misyonerlik
faaliyetlerinin “Hazırlık Dönemini” 1810 ile 1840 tarihleri arasındaki süreci
kapsamaktadır. Bu dönem ilk Protestan Hıristiyanların Osmanlı topraklarına ayak
bastığı dönemdir. Özellikle İngiliz ve Amerikan misyonerler, 19. yüzyılın
başından itibaren dini ve ekonomik gerekçelerle Anadolu topraklarına yoğun bir
şekilde gelmeye başlamışlardır.
Anadolu, misyonerlikle
ilgili eserlerde, İncil Ülkesi anlamına gelen “Bible Land” olarak adlandırılır.
Osmanlı topraklarına ayak basan ilk Protestan misyoner, İngiliz Church
Missionary Society'e bağlı bir papazdır ve 1815 yılında Mısır'a gönderilmiştir.[33] Anadolu’ya
gelen ilk Protestan misyonerler ise British and Foreign Bible Society (1804’te
kurulan) örgütüne bağlı üyelerdir. 1842 yılında Mısır’da bir Protestan Kilisesi
açılır ve buraya İngiltere, Amerika ve Almanya’dan Protestan misyonerleri
gönderilir.
Devam eden süreçte, 1810
yılında Boston’da kurulan ve kısaca Amerikan BOARD/ABCFM olarak adlandırılan
American Board of Commissioners for Foreign Missions (Amerikan Dış Misyonları
Temsilcilikleri Heyeti) adlı Amerikan Protestan misyonerlik kuruluşuna bağlı iki
misyonerin (Pliny Fisk ve Levi Parsons), 1820 yılında İzmir'e geldikleri
görülmektedir. Amerikan BOARD’ın Anadolu ile tanışması bir hayli önemlidir.
1826 yılında Bay ve Bayan Gridley ile Brewer İzmir’e gelmiş, akabinde 1831
senesinde William Goodell isimli misyonerin İstanbul’a ulaşması ile Amerikan
BOARD’ın Türkiye kısmındaki misyonerlik faaliyetleri başlamıştır.[34]
ABCFM, Anadolu’ya
geldikten hemen sonra kadınlara yönelik olarak 1832 yılında İstanbul’da ve 1834
yılında da Bursa olmak üzere Amerikan High School For Girls adında iki okul
açmış ve yine 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra Anadolu’nun değişik
yerlerinde de sayıları 20’yi bulan bu türden okullar açılmıştır.[35] Bu
genişleme yayıncılık alanını da kapsıyordu, 1850’li yıllardan sonra ABCFM,
kutsal kitabın yayınlanması gibi İncillerin dördünü de Ermeni harfleri ile
yazılmış Kurmançi Kürtçesinde yayınlamıştı. Ayrıca 1832 yılında ise İzmir’de
bir matbaa faaliyete geçirilmişti.
Yine
bu kapsamda İstanbul’da ilk Protestan Kilisesi 1846 yılında açılmıştır.[36] 1850 yılında ise Sultan Abdülmecit fermanı ile Osmanlı
İmparatorluğu’ndaki Protestanlar müstakil millet, yani yasal dini cemaat
statüsünü almışlardır. Ayrıca misyonerler, Türkiye’deki faaliyetlerinde en
büyük desteği de Amerikan, İngiliz ve Alman Büyükelçilikleri ve
Konsolosluklarından sağlamışlardır.[37]
Misyonerlerin örgütlenme
dönemini, 1840 ile 1890 tarihleri arası kapsamaktadır. Bu dönemde Protestan
misyonerler Anadolu’nun birçok yerinde misyon merkezleri, bu merkezlere bağlı istasyonlar/uç
istasyonları açmış, dini, sosyal ve sağlık alanında yeni kurum ve kuruluşları
faaliyete geçirmişlerdir. Bu müesseseler aracılığı ile başta Müslümanlar olmak
üzere, Osmanlı tebaasında yaşayan diğer etnik unsurlarla irtibata geçmişlerdir.
Protestan Misyonerler
Anadolu’ya geldikleri ilk yıllarda, özellikle İzmir ve çevresindeki adalarda
yaşayan (sakız adası gibi) Rumlar üzerinde yoğunlaşmışlardır. 1851 yılında
Rumca bilen bir misyoner, Rumları aydınlatmak için Kıbrıs’a ve ardından da
Bursa’ya gönderilmiştir. Sonraki yıllarda da diğer misyonerler 19. yüzyılın
sonuna kadar İstanbul ve Anadolu’nun diğer şehirlerine gönderilmişlerdir. Bu
misyonerler ilk olarak gayrimüslim tebaadan Yahudiler, Ermeniler, Rumlar,
Nusayriler, Süryaniler ve Bulgarlar gibi etnik gruplarla ilgilenmeye
başlamışlardır. Öte yandan misyonerler Türkiye’de yaşayan gruplardan Kürt,
Alevi, Zaza ve Bektaşi gibi etnik unsurlarla da zaman içerisinde irtibata
geçmişlerdir.[38]
Anadolu’nun değişik
birçok yerinde misyon merkezi kuran Misyonerler, ilk olarak imparatorluğun
hakim kitlesi Müslümanlar üzerinde çalışmalara başlamışlardır, ancak Osmanlı
şeriat kanunlarına göre, Müslümanların din değiştirmesinin ağır cezalar (idam,
hapis cezası gibi)[39]
gerektirmesi, Müslümanların dinlerine aşırı bağlılığı ve İslam dışı dinlerin
batıl olduğu ve tahrif edildiği inancı sebebi ile istenilen başarı elde
edilememiştir.[40]
Müslümanlardan
istedikleri verimi alamayan misyonerler, yeni yöntem ve stratejilerle Osmanlı
tebaasında yaşayan gayrimüslim gruplara yönelmişlerdir.[41] Bu meyanda Batılı
devletlerin Osmanlı İmparatorluğu’na yaptığı siyasi baskılar sonucu, 1856
yılında Islahat Fermanı ile Osmanlı tebaasında yaşayan bütün insanlara/tebaaya
(Müslüman, Azınlık, Yabancı) din değiştirebilme özgürlüğü getirilmiş, bu çerçevede
misyonerler Yahudiler, Rumlar ve Ermeniler üzerine yoğun bir şekilde
çalışmalarını başlatmışlardır.[42]
Özellikle İngiliz ve
Amerikan Protestan misyonerlerce, azınlıklara yönelik yürütülen bu
faaliyetlerin yanı sıra, 19. yüzyılın birinci çeyreğinden itibaren Anadolu’daki
faaliyetlerini başlatan ve bu kapsamda birçok okul açıp, cemiyet kuran Alman
Protestan misyonerlerinin de, gayrimüslimler üzerinde etkili olmaya
çalıştıkları görülmektedir.[43] Alman
misyoner örgütlerince kurulan okullarda eğitim gören azınlıklar da, bir süre
sonra Osmanlı idaresine karşı ayaklanmış, bu okullarda eğitim gören öğretmen,
din adamı, doktor vb kişilerde bu isyanlara destek vermişlerdir.
Protestan
misyonerler, bunların dışında çeşitli meslek kuruluşları oluşturmuş ve bazı
çalışma alanları belirlemişlerdir. Gazete ve dergiler, kiliseler, radyo
istasyonları, dernek ve vakıflar Protestanların oluşturdukları misyon
kuruluşlarıdır. Belirledikleri çalışma alanları ise, dua toplantıları, gazete
ilanları, gençlik grupları, İncil kursu, kitapevleri, kamplar, geziler ve maddi
yardımlar gibi konulardan oluşmaktaydı[44].
Misyonerlerin
faaliyetlerinin gerileme dönemini, 1890’dan
Cumhuriyet
dönemine kadarki dönem
oluşturmaktadır. Bilindiği üzere 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren
misyonerlik faaliyetleri, Anadolu’da en başarılı dönemini yaşıyordu. 1839
Tanzimat Fermanı, 1856 Islahat Fermanı ve Protestan Milleti Nizamnamesi başta
olmak üzere, 1861’de “Rum Patriği Nizamnamesi”, 1863’te “Ermeni Milleti
Nizamnamesi”, 1865 yılında “Yahudi Milleti Nizamnamesi” ile Osmanlı tebaasında
yaşayan azınlıklara ve diğer yabancılara hukuki, siyasi ve dini anlamda
birtakım yeni haklar getirilmişti.[45] Bu durumu iyi değerlendiren
misyoner örgütler, faaliyetlerini Anadolu’nun hemen hemen bütün bölgelerine
yaygınlaştırdılar, ancak
bu faaliyetler Sultan Abdülhamit döneminden itibaren yavaş yavaş gerilemeye
başladı.
Abdülhamit’in
misyonerlerle ilişkisi, özellikle Protestan misyonerlere yönelik derin bir
güvensizlik hissiyatı ile başlamıştı.[46] Protestanlık onun için tehdit
dolu yabancı müdahalesini temsil ediyordu. Misyonerler, 1878 yılındaki
Osmanlı-Rus (93 harbi) savaşından sonra Anadolu’da Osmanlı tebaasında yaşayan
azınlıkları milliyetçilik duygusuyla kışkırtıyorlardı. Abdülhamit, bu kapsamda
Protestan misyonerlerini Doğu’daki Ermeni hareketinin/olaylarının suç ortakları
sayıyordu.[47] Ona göre
misyonerler, azınlıklara yönelik "Ulusalcılık, Bağımsızlık” gibi
düşünceleri empoze etmeye çalışan ve sosyal nizamı bozmaya çalışan zararlı
batılı örgütlerdi.[48]
II.
Abdülhamit, Türkiye’deki
misyonerlerin faaliyetleri ile ilgili olarak bazı devlet adamlarından ve
valilerden mütemadiyen raporlar hazırlanmasını talep etmiştir. Bu kapsamda
Ankara Valisinin 1890’lı yıllarda kaleme aldığı raporunda, misyonerlerin
Alevilere yönelik faaliyetlerini; "Ankara’nın bazı bölgelerinde,
cehalete, batıl itikatlara ve yanlış düşüncelere saplanmış bir grup insanın var
olduğunu, sapkın inançları nedeniyle İslam’dan uzaklaşmış olduklarını,
Müslümanlıkla herhangi bir ilişkilerinin kalmadığını, bu insanlara Kızılbaş
isminin verildiğini, Kızılbaşların yaşadığı köylere camilerin ve okulların inşa
edilmesi ve bu köylere Sünni imamların görevlendirilmesinin gerektiği, bu batıl
inançlara kapılmış insanların sadece Ankara, Kırşehir ve Yozgat vilayetlerinde
değil, Sivas’tan İran’a kadar bu inanca sahip çok sayıda köyün bulunduğu ve bu
batıl, cahil ve gafil insanların başkalarına bırakılması durumunda vahim
durumların ortaya çıkabileceği.”[49] şeklinde
değerlendirmeler yaparak analiz etmiştir.
1880’lerin başında
misyonerlerle ilgili olarak basın-yayın organlarında; ’’Misyonerlerin silah
kaçakçılığı yaptığı, politik bildiriler dağıttığı ve Ermeniler tarafından
kurulan Taşnak ve Hınçak cemiyetlerini destekledikleri” şeklindeki haberler
ayyuka çıkmıştı. Bu doğrultuda 1893 yılında Yıldız Sarayı’nda toplanan özel bir
komisyon; “İnsanlara silah sağlayan, zararlı yayınlar dağıtan, dış güçler
tarafından maddi anlamda ciddi destek gören ve azınlık gruplarını isyana teşvik
eden Protestan misyonerlerinin zararlı faaliyetlerine karşı alınacak
tedbirleri” görüşmüş ve alınan kararlar doğrultusunda resmi izin belgesi
olmayan pek çok okulun kapatılmasına, Ehli Sünnet inancının yayılmasına, din
ulemalarının Kızılbaş, Yezidi ve Nusayri köylerine gönderilmelerine ve bütün bölgelerde
İslam nüfusunun artırılmasına karar verilmişti.[50]
Alınan kararlar
kapsamında, vilayet yöneticileri de yabancı okulları kapatma yetkisine
sahiptiler. 1890”lı yıllarda Osmanlı yönetimi, yabancı okullarını ve özellikle
de misyoner okullarını kontrol altında tutma çabalarını yoğunlaştırdı, hatta
1892 yılında resmi izin belgesi olmayan bütün okulları kapatma kararı almış,
ancak yoğun politik baskılardan dolayı bu kararından vazgeçmiştir.[51] Bu
gelişmeler karşısında, Sultan II. Abdülhamit, ümmete dönüş politikası
izleyerek, bölgede ayrılıkçı fikir tohumları eken gruplara karşı özellikle
Kürtlerden oluşan Hamidiye Alaylarını kurmuştur. Bu bölgede bulunan önemli
aşiret liderlerine birtakım görevler vererek, onlara yeni bir rol biçmiş ve
merkezi devlete bağlamayı başarmıştır.
II. Abdülhamit’in
izlediği politikayı ve baskıcı tutumunu eleştiren Jön Türkler 1889 yılında
İttihad-i Osmani Cemiyeti’ni (İttihat ve Terakki Cemiyeti) kurdular. Askeri
Tıbbiye öğrencileri tarafından kurulan bu örgüt, Müslüman halk gruplarından
Osmanlıcılık[52] fikir
akımını/düşüncesini İttihad-ı Anasır (Unsurların Birliği) şekliyle benimsemiş
vatanseverlere dayanıyordu.[53] 1908
yılında Sultan Abdülhamit’in tahttan indirilmesiyle, iktidara gelen Jön Türkler
ile misyonerler yakın ilişki kurmaya gayret ettiler, ancak zamanla
ittihatçıların izlediği "Ünıter Devlet Anlayışı” yüzünden
ilişkileri zayıfladı ve istediklerini alamadılar.[54]
1.Dünya savaşının 1914
yılında patlak vermesi ve 1915 yılındaki Ermeni Tehcir Kanunu’ndan sonra,
Osmanlı yönetiminde iktidar olan İttihat ve Terakki Cemiyeti, tüm itilaf
devleti misyonerlerinin apar topar sınır dışı edilmesini istedi. Bu meyanda
yasadışı faaliyetlerde bulunan yabancılara ait okul, hastane ve kiliseler
kapatıldı ve misyonerlerin mallarına el konuldu.[55] 1. Dünya Savaşı’nın bitmesinin
akabinde, 1919 senesinde misyonerler yeniden faaliyetlerini inşa için
Türkiye’ye gelmek isteseler de[56], yeni
kurulan üniter bir devlet yapısı ve akabinde 1923 yılında imzalanan Lozan Barış
Antlaşması, onların bu isteklerini ve planlarını boşa çıkarmıştı.
Nitekim milli
mücadelenin kazanılmasından sonra, Lozan’da alınan karar gereği, kökü dışarıda
olan kuruluşların Türkiye’de faaliyet gösteremeyecekleri açıklığa kavuşmuş ve
misyonerlik, Türkiye’nin iç hukukuna ait bir mesele haline getirilmiştir.[57]
Cumhuriyetin ilk yıllarında misyonerlik okullarında bulunan dini semboller ve
dini mekânlar ortadan kaldırılmıştır. Müslüman çocukların dini ayinlere
katılmaması, derslerin Türkçe yapılması ve okullarda Türk idarecilerin
bulunması zorunluluğu getirilmiştir. Ayrıca Cumhuriyet yönetimi birtakım mali
tedbirlerde alarak, bunların faaliyetlerini son derece zorlaştırmıştır.[58]
Mart 1924 tarihinde
yürürlüğe giren Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile azınlık okulları dâhil, bütün
yabancı okulların dini kurumlarla ilişkisi kesildi. Kanunlara göre bütün
yabancı ve azınlık okulları, Milli Eğitim Bakanlığı’nca yapılacak teftişe açık
olacak ve ilgili kanunlara uyacaklardı. Türkçe, Tarih, Coğrafya ve Edebiyat
gibi derslerin Türk öğretmenler tarafından verilmesi ve bu derslerin tüm
öğrencilere okutulmasını sağlayacaklardı. Ayrıca Atatürk yabancı okullara giden
Türk çocuklarının eğitimlerinden endişe duyduğu için, 1931 tarihinde, 1778
sayılı “Türkiye’de ilk tahsillerini yapmak üzere mektebe gidecek Türk
vatandaşı çocuklar, bundan böyle bu tahsilleri için ancak Türk mekteplerine
gidebilirler.’ kanununu yürürlüğe sokmuştur. Bu kanunla Türk çocuklarının,
Türk milli ve manevi kimliğiyle/bilinciyle yetiştirilmesi amaçlanmıştır.[59]
Netice itibariyle I.
Dünya Savası yılları, Milli Mücadelenin başarıyla kazanılması, tehcir, mübadele
ve milli bir devlet kurulmasıyla Türkiye'de misyonerlik faaliyetlerinin bir
durgunluk içerisine girdiğini görüyoruz. Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarında
misyoner okullarının büyük bir kısmı kapanmış, misyonerler uygun bir çalışma
zemini bulamadıkları için de zamanla ülkelerine geri dönmüşlerdi. 1928 yılında
Bursa Amerikan Kız Koleji'nde bazı Müslüman kızların Hıristiyanlaştırıldığı
şeklindeki haberlerin ortaya çıkmasından sonra, bu okul da Atatürk'ün emriyle
kapatılmış ve misyonerlerin çalışma şartları daha da çok zorlaşmıştır.[60]
Diğer taraftan
Cumhuriyetin ilanıyla birlikte bitme noktasına gelen Protestan misyonerlik
faaliyetleri, Atatürk’ün ölümünden sonra ve soğuk savaş (II. Dünya Savaşı)
sonrası, özellikle de 1960'lardan itibaren çalışmalarını her geçen gün
artırarak sürdürmüştür. 20. yüzyılın son çeyreğinden günümüze kadar yapılan
uluslararası antlaşmalar, ülkemizin içerisine düştüğü ekonomik kriz,
teknolojinin gelişmesi ve tabi afetler gibi etkenler misyonerlerin işine
yaramış ve propaganda çalışmalarında onlara yardım etmiştir. Ancak, geçen iki
yüzyıla baktığımızda misyonerlerin bu kadar yoğun ve gayretli çalışmalarına
rağmen, dini açıdan hedefledikleri başarıya ulaşamadıklarını da görmekteyiz.[61]
B-PROTESTANLARIN
ALEVİLERE YAKLAŞIMI
A.
Alevilerin
Protestan Misyonerler Tarafından Keşfedilmesi
Protestanların
Alevilerle ilişkilerine geçmeden önce, Alevilik kavramının İslam düşünce tarihi
açısından ne anlama geldiğini belirtmemizde fayda mülahaza edilmektedir.
Alevilik, kelime olarak Arapça’da "Aliye mensup, Ali’ye ait’
anlamlarında, İslam Tasavvufu’nda ise "Hz Ali’yi sevmek, saymak, ona
her hususta bağlı olmak” anlamlarında kullanılmıştır.[62] Sözlük anlamının dışında Alevi
kavramı, Hz. Ali’yi en üstün sahabe olarak gören, Hz. Muhammed’den sonra onun
Allah’ın ve Hz. Muhammed’in tayini ile halife olması gerektiğini kabul edenler
içinde “Şia” kavramı ile eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Anadolu Aleviliğine
yazılı ve sözlü geleneğimizde "Bektaşilik, Kızılbaşlık, Tahtacı ve
Rafizi” gibi isimlerde verilmektedir.[63] Türk tarihinde ise Alevilik ya
da yaygın kullanışı ile Alevilik-Bektaşilik 19. asrın sonlarından itibaren
Türkiye’de yaşayan “Kızılbaş, Bektaşi, Tahtacı, Çepni ve Sıraç vb. zümreleri
ifade etmek için kullanılmaya başlanmıştır.[64]
Esas amaçları
Hıristiyanlığı dünyaya yaymak olan misyonerler, 19. yüzyıldan itibaren
Anadolu’yu hedef bölge olarak seçmişler, faaliyetlerini sadece dini alanda
değil, siyasi, kültürel ve ticari alanlarda devam ettirmişlerdir. Başta
İngiltere, Amerika ve Almanya olmak üzere diğer Avrupalı devletler, Osmanlı’yı
hasta adam olarak değerlendirip, “Silahsız Akıncılar” gözüyle baktıkları
çok sayıda misyoneri bu topraklara göndermişlerdir.
Protestan misyonerleri,
amaçlarını ilk olarak bölgede yaşayan azınlıklarda “Cemaat Şuurunu”
canlı tutarak, gerektiğinde kendilerine sahip çıkacak güçlü hamilerinin
bulunduğu fikrini, gayrimüslimlere hissettirmek üzerine kurmuştu. Öte yandan
azınlıkların Müslüman ahali tarafından katledildiği ve haksız yere yakalanıp
hapsedildikleri şeklindeki asılsız propagandalar ile azınlıkları Türkler
aleyhine kışkırtarak, yörede yaşayan farklı mezheplerden Hıristiyan ahaliyi ve
diğer etnik unsurları Protestan mezhebine davet etmek üzere çalışmalar yapmak
da hedefleri arasındaydı.[65]
Protestanların,
Anadolu’da misyonerlik faaliyetlerinde bulunurken, genel anlamda Osmanlı
İmparatorluğu tebaasında yaşayan Ermeni, Yahudi, Rum, Yezidi, Nusayri ve
Süryaniler üzerinde çalışmalar yaptıkları bilinmektedir. Bu bağlamda 19.
yüzyılın ikinci çeyreğinde özellikle Anadolu’nun Doğu ve Güneydoğu
vilayetlerini keşfe çıkan ABCFM misyonu üyeleri, Doğu vilayetlerinde
misyonerlik faaliyetlerinin kuruluş dönemi olan 1850’li yıllarda Aleviler ile
kalıcı ilişkiler kurmaya başladılar. Bu tarihten sonra Sivas, Harput, Van,
Malatya, Bitlis, Diyarbakır, Mardin, Erzurum, Yozgat, Tunceli (Çemişgezek),
Antep, Maraş, Mamuratilaziz (Elazığ) ve Merzifon gibi birçok bölgede misyonlar,
istasyonlar ve uç istasyonlar kurdular.[66]
Misyonerler Anadolu’da
yaşayan gruplardan Yezidiler, Nusayriler ve Kızılbaşlar gibi etnik unsurlarla
daha çok ilgilenmeye başladılar. Misyonerler bu grupları, içlerinde yaşadıkları
Sünni topluma göre "Incil Mayasını” kabul etmeye daha yatkın
görüyor ve onlar aracılığıyla Sünnilere ulaşmayı umut ediyorlardı. Özellikle
Alevilere büyük ilgi gösteren misyonerler, iki inanç sistemi arasındaki
benzerlik varsayımından yola çıkarak, Alevilere uzun süreli sempati duymaya
başladılar.[67]
ABCFM raporları, 1854
sonrası yıllarda genel olarak Harput, Sivas, Malatya, Merzifon, Yozgat ve
Çemişgezek’te yaşayan ve Osmanlı’daki demografik yapının üçte birlik bölümünü
oluşturan Kızılbaş halktan bahseder. Misyon görevlisi George E. White, 1910
yılında Anadolu nüfusunun dörtte birlik ölümünü Kızılbaşların oluşturduğunu ve
Anadolu’da 2 ile 4 milyon arasında bir nüfusa sahip olduklarını ifade eder.[68]
Yine ABCFM’nin
raporlarına göre, 1854 sonrası yıllarda Harput, Sivas, Malatya, Merzifon,
Çemişgezek ve Yozgat bölgelerinde dağınık halde yaşayan, Kızılbaş Alevilerden
söz edilmektedir. Raporlara göre, Alevilerin yılda bir kez toplanarak
Hz. İsa için ekmek pişirdiklerini, bazı batıl inançlarının olduğunu, İslami
ibadet biçimlerini yerine getirmediklerini, bu bağlamda oruç tutmadıklarını,
geleneklerine de sıkı sıkıya bağlı olduklarını, İncil’i öğrenmeye açık
olduklarını, kendilerini de Kızılbaş olarak adlandırdıklarını ve Sünniler
tarafından aşağılandıklarını ifade edilmektedir.
White, Aleviliği, Şii
inancının devamı olarak gördüğünü, Alevilerin Küçük Asya halkının en basit,
cahil ve küçümsenen grupları arasında olduğunu, belirli bir kutsal kitaplarının
bulunmamasından dolayı kınandıklarını ve Ortodoks Muhammediler olarak kabul
edildiklerini vurgulamaktadır.[69]
Arapkir misyonunda görev
yapan ABCFM misyonerlerinden George Dunmore da, Boston’daki ABCFM sekreterine
yazdığı raporunda, Aleviler ile ilgili az şey bildiklerini, haklarında bilgi
toplamaya çalıştıklarını ve yakın bir gelecekte daha eksiksiz ve tatmin edici
düzeyde bilgiye kavuşmayı umduklarını dile getirmektedir. Ayrıca Alevileri,
Hıristiyan bir halkın torunları olarak gördüklerini, onların kılıç zoruyla
Müslüman olduklarını düşündüklerini,[70] Türklerin
karşısında kendilerini Müslüman olarak adlandırsalar da, Sünni Müslümanlara
hiçbir sempati duymadıklarını, hatta Sünni Müslümanlara karşı derin bir
düşmanlık beslediklerini ve şeriatı reddettiklerini beyan ettiği görülmektedir.[71]
Misyonerler, Anadolu’da
zamanla Alevilere özel bir önem vermeye başladılar.1850’li yılların sonlarında
Harput, Sivas ve Divriği misyonları Kürtçe ve Ermenice bilen öğretmenlerini,
Alevi köylerine göndermeye başladılar. Sivas’ta Baron Krikore adında bir kişiyi
bu işle görevlendirdiler. Krikore İstanbul’daki Amerikan misyonunun Bebek
İlahiyat okulunda öğrenim görmüş birisiydi. Bu şahıs 1857 senesinde Sivas’a
gelerek Sivas misyonerlerinden Oliver Winchester ile birlikte bölgedeki
Kızılbaş köylerini ziyaret etmeye başladı.[72]
Bölgedeki misyonlarda
görev yapan misyonerlerin yıllık faaliyet raporlarında, Aleviler ile ilgili
olarak, "Alevılerın çoğunun küçük ve fakir köylerde yaşadığı,
genellikle çiftçilik ve katırcılıkla geçindikleri, oğullarını askere
göndermekten nefret ettikleri, bu yükümlülük yüzünden Sünnilerden de nefret
ettiklerini, askerlik yükümlülüğünden kurtulmak için İstanbul’daki Ingiltere
Büyükelçisinden yardım istediklerini ve İngiliz Büyükelçisinin Protestanlara
tanıdığı himayeden, kendilerinin de yararlanmasını talep ettikleri”
şeklinde ifadeler yer almaktadır. Yine ABCFM misyoner raporlarında, Dersim
Kürtlerinin askerlik görevini yerine getirmediği[73], ancak Diyarbakır, Yozgat,
Urfa ve Sivas gibi vilayetlerin dağlık bölgelerinde yaşayan Kızılbaşlarının ise
hem askerlik görevini, hem de vergi ödeme zorunluluklarını istemeyerek de olsa
yerine getirdikleri belirtilmektedir.[74]
Harput misyonerlerinden
Edward Careyve çalışma arkadaşı Herry Riggs’in yazdıkları raporlarda, 1910
yılında Harput yöresindeki Alevilerin, Ermeni Hıristiyanlarının yoğun etkisi
altında kaldığını, Aleviliğin pek çok Ermeni’yi bünyesine aldığını, Dersim
Kürtlerinin/Alevilerinin, Ermenilerle pek çok ortak noktasının olduğu, bu ortak
noktaların Türklerle olandan daha fazla paya sahip olduğu, iki millet arasında
yapılan evlat edinmelerin, çok sayıda ismin ve geleneğin Ermeni kültürünce
belirlenmesini beraberinde getirdiği, dile getirilmekteydi.
Misyonerlerin, bölgede
yaşayan Aleviler ile yaptıkları görüşmeler sonucunda, Alevilerin birçoğuna göre
Ermeniler ile Alevilerin ortak atalara sahip oldukları, köylerinin birçoğunun
adının Ermenice olduğu, ahlaki yönden Ermenilere benzedikleri ve bazı
aşiretlerinin Ermeni soyadlarına benzer isimler taşıdığı, dinlerine gelince
sadece adlarının Müslüman olduğu, ama dinlerinde İslami olan çok az şeyin
bulunduğu değerlendirmeleri yapılmaktaydı. Bununla birlikte misyonerler,
Kürtlerin çoğunluğunun İslam dinine bağlı olduğunu, Kızılbaşların ise
kendilerine has inançlarının olduğunu, Kızılbaşların bazılarının panteist
olduğunu, içlerinden Dede olarak isimlendirdikleri kişinin Hıristiyan inancı
kapsamında Kutsal Ruhu içinde taşıdığını, çarmıha gerilen İsa’yı dualarında
andıklarını, İsa ve Muhammed gibi diğer insanları, hayvanları, ağaçları, hatta
kayaları da kutsal kabul ettiklerini ifade ediyorlardı.[75]
Misyon
raporlarında, misyonerlerin doğu vilayetlerine ayak basmasından sonra, birçok
Kızılbaş-Alevi’nin kendi iradeleriyle Protestan misyonerlerle doğrudan ilişkiye geçmeden,
kendilerini "Prote”[76] olarak adlandırmaya
başladıkları
anlatılmaktadır. Bu kişiler gezici misyonerlerin uğramadığı yerlerde,
Alevilerin ilişkide bulunduğu Protestan Ermeniler aracılığıyla
Protestan
öğretiden haberdar
olmuşlardır. Bu meyanda 1856 yıllarında Sivas’ın yakın köylerinde yaşayan çok
sayıda Alevi Kürt’ün öğretmen ve politik himaye ricasıyla Sivas’taki Amerikan
misyonunu ziyaret ettiği ve bir kısmının misyondaki Türkçe ayine katıldığı
belirtilmektedir.
Bu gelişmeler ışığında,
Sivas/Divriği’de bulunan Sincan Köyü’nde[77] bir Alevi liderin,
Protestanlığı kabul eden Ermenilere baskı yaparak inançlarından vazgeçirmeye
çalıştığı ve onları mallarını mülklerini geride bırakarak köylerinden
kovulmaları ile karşı karşıya bıraktığı ifada edilmektedir. Bu olayın
mağdurlarının ise, Protestan misyonerlere başvurduğu, misyon görevlilerinin de
bu duruma çözüm bulmak amacıyla, Sivas il yöneticileri ile görüştükleri,
akabinde misyon görevlisi Parson’un Sincan Köyü’ne gönderildiği ve köyde bir
gece kalarak tarafları barıştırdığı anlatılmaktadır. Diğer taraftan bu köy de
Protestanların ayak bastığı ilk karma Ermeni-Alevi Köyü’ydü.
Bu olaylara paralel
olarak, Harput misyonunda görevli Dunmore’un 1856 yıllık raporunda, "Misyonerlerin,
bölgede büyük bir aşiret reisi olduğu belirtilen Ali Gako[78]
isimli kişi ve onun aşiretiyle dostane ilişkiler kurduklarını, misyon
görevlilerinin tam bir özgürlük ve güven içerisinde aralarında dolaştıkları”,
beyan ediliyordu. Dunmore’a göre, Ali Gako hiçbir ABCFM görevlisi ile
tanışmadan doğrudan Protestanlığı kabul etmiş birisiydi. Ermeniler ile olan
yakın ilişkisinden dolayı, bu hareket ile tanışmış ve kendisini ona yakın
hissetmişti.[79] Hatta bu
şahsın misyonerlerin ileriki yıllarda yayınladığı raporlarda bile
Protestanlıktan dönmediği ifade edilmiştir.[80]
Bölgedeki
faaliyetlerinde, İngiliz himayesinden de destek alan ABCFM üyeleri, Alevileri
ayrı bir grup olarak kabul edip onlara değer vermek suretiyle, Aleviler
üzerinde doğrudan veya dolaylı olarak güçlü bir kimlik oluşturma etkisine sahip
oldular. Bu kapsamda ABCFM yetkilileri, Alevilere destek vererek, kendilerini Sünni
gruplarla eşit görmelerini ve kendilerine saygısız davranışlarda bulunan
Sünnilerle aralarına mesafe koymaları konusunda onları cesaretlendiriyorlardı.
Bu yolla Alevilere yeni bir kimlik kazandırma boyutuna gidiyorlardı. Hatta bu
kapsamda Prote’ler, köylere varıncaya kadar Alevilerin geleneksel ilişkileri ve
yaşam tarzlarına müdahale edip, Ermeniler arasına bile ayrılık fikrini
soktular.[81]
Bu doğrultuda, misyon
görevlileri, Alevi ve Ermenilere “Eğitim, Millet Anlayışı ve Dini Pratik”
gibi alanlarda destek veriyor ve vatandaşlık hakları temelinde yeni düşünceler
getiriyorlardı. Çünkü Aleviler yeni ve daha iyi olan siyasi, kültürel ve dini
gelişmeleri desteklemekteydi. Misyonerler, Ermeniler arasında Protestan
olanları 1850’den sonra “Millet Statüsü’ne” kavuşturmuş ve bu anlamda elde
ettikleri "Protestan Ermeni Millet” statüsünü, Aleviler üzerinde de
kullanmak istiyorlardı. Alevilere kendilerine sorulduğunda, Protestan
milletinden olduklarını söylemelerini telkin ediyorlardı, hatta yayınladıkları
risalelerde de bile bu grupları hükümete karşı itaatsizliğe/başkaldırıya davet
etmişlerdir.[82]
Bu durum, ABCFM Yozgat
istasyonunun yıllık raporunda, "Alevilerin bir tür geçiş halinde
olduklarını, birçoğunun eski-gizli dinlerine artık inanmadıklarını, hemen hemen
hepsinin daha iyi bir inanç arayışı içerisinde olduklarını, ancak din
değiştirmeleri yani Protestan olmaları durumunda Müslümanlardan/Sünnilerden
korktukları” dile getiriliyordu.
Merzifon Anadolu Koleji
Müdürü Mr. White’ın, ABCFM’ye gönderdiği mektupta, Hıristiyanlığın en büyük
rakibinin Müslümanlık olduğunu ve Müslümanlığın en kuvvetli ülkesinin de
Türkiye olduğu beyan ediliyordu. Raporda, Türkiye’yi devirmek için Ermeni ve
Rum dostlarını terk etmemeleri gerektiği vurgulanıyordu. Ayrıca Alevilere de
ayrıcalık tanırlarsa, onların da kendilerine yakınlık gösterebileceklerini ve
ileriki süreçte de Protestanlara katılabileceklerini beyan ediyordu.[83]
Protestanların,
Alevi-Kızılbaşlar ile olan bu yakın ilişkileri, devam eden süreçte Sünni
Müslümanlar arasında ve devletin resmi makamlarında derin bir güvensizliğe
neden oluyordu. Bu doğrultuda hazırlanan misyoner raporlarında, "1856
yılında Sivas Amerikan misyonunda kendilerini Protestan olarak nitelendiren
Kürt Alevi Protelerinden birisinin, misyonerlerin düzenlediği ayinlere birçok
kez katıldığı, kendisine Türkçe yazılı Yeni Ahit satın alındığı, ancak
köylülerinin baskısıyla kitabının elinden alındığı ve akabinde hapse atıldığı türünden
olaylar ifade ediliyordu. [84]
Yine raporlarda,
Protestanlığı kabul eden ve benzer durumda olan diğer Alevilerin de çevredeki
Sünni vatandaşların ve resmi makamların korkusundan dolayı mallarını ve
mülkleri bırakarak, başka yerlerdeki dostlarının ve akrabalarının yanına göç
ettiklerini ve yerli bir misyon görevlisinin, Yozgat’taki birkaç Alevi Köyü’nde
yaşadığı sıkıntılarının da bu örneğe benzediği[85] ifade ediliyordu.
Bu olaylar kapsamında,
son dönem Mezhepler Tarihçileri tarafından “Mistik ve Ahlaki bir hareket
olarak tanımlanan Alevilik’[86] üzerine, Cumhuriyet
döneminde yaptığı çalışmaları ile bilinen Baha Said Bey’in, Anadolu’da yaşayan
Alevilerin yaşantısı ve inancı ile ilgili olarak, misyonerlerin aksine, farklı
görüşler ortaya koyduğu görülmektedir. Ona göre, “Kargın, Afşar, Tahtacı ve
Çepni Alevilerinin nüfus bakımından kesif (yoğun) bir cemiyet meydana
getirdiklerini ve misyonerler tarafından genellikle Ortadoks Rumların
Türkleştirilmiş zümreleri şeklinde anıldıklarını” söylüyordu. Ayrıca
Azınlıklar tarafından, Alevi vatandaşlara “Hıristiyan Kırması/Hıristiyan
Torunları” dendiğini,[87] Dersim,
Kiğı, Tercan, Iğdır, Bayburt, vb. Alevilerinin de Ermeni nüfus kayıtlarında
birer ilave olarak yer aldıklarını, Protestan misyonerlerinin Alevilerle ilgili
bu bilgileri istatistiksel olarak yayınladıklarını ve Avrupa’nın kafasını
karıştırmaya çalıştıklarını[88] ısrarla
dile getiriyordu.
Misyonerler
ile Aleviler arasındaki yakınlaşmalar, bu doğrultuda meydana gelen hadiseler ve
resmi makamlar tarafından misyon görevlilerine gösterilen tepkiler yüzünden
Sivas İstasyonu, 1860’ların sonunda kapatıldı. Yine bu meyanda bölgede bulunan
diğer misyonların ise (Harput, Van, Malatya, Elazığ, Merzifon gibi) 19.
yüzyılın sonlarına doğru bölgedeki etnik unsunlar arasındaki kaostan dolayı
aralarındaki karşılıklı ilişkilerin sürüyor olmasına rağmen, kişisel güvenlik
gerekçesi ile kapatıldığı ve misyonerlerin Aleviler arasındaki çalışmalarına
son verdiği görülmektedir.[89]
B.
Protestanların, dini ritüellerin uygulanışı açısından
Alevilere
a) İbadet Anlayışları Açısından Yaklaşım
Anadolu’da yaşayan
Aleviler arasında, derin bir bağ kuran Protestan misyonerler, Alevi köylerine
gittiklerinde onların misafirperverlik, ilgi ve sohbetlerinden çok
etkilenmişler[90] ve zaman
zaman onların cem ayinlerine ve sosyal etkinliklerine katılmışlardır. Sivas
misyonunda görevli George Herrick, katıldığı Alevi ayinlerini raporunda,
“Alevilerin kendilerine karşı gösterdiği candan misafirliği hiçbir yerde
görmediklerini, kadınların, çocukların, erkeklerin ve misyonerlerin hep
birlikte konuştuklarını, birlikte dua ettiklerini, ağladıklarını, güldüklerini,
eğlendiklerini ve şarkı söylediklerini, dua ettiklerinde cemaate katılanların
hep birlikte ayağa kalktıklarını, başlarını açtıklarını, ateşin etrafında yarım
daire oluşturduklarını, özellikle de cem ayini sırasında birbirlerine
gösterdikleri şefkatin çok etkileyici olduğunu”[91] ifade ediyordu.
Yine misyon
görevlilerinin raporlarına göre, Dede adı verilen Alevi dini liderleri ile
misyoner arasında dini konular görüşülürken, aralarında az gerilim yaşanıyordu.
Onlara göre Alevilerin birçoğu yeni ve radikal yönelim peşindeydi. Cem adı
verilen Alevi ibadetine, erkekler, çocuklar ve kadınlar birlikte katılırlardı.
Misyonerlerden başka hiçbir yabancıyı da aralarına kabul etmiyorlardı.
Alevilerin cem ayini esnasında “Hak Lokması” (cem evine gelen kişilerin
evlerinden getirdikleri yiyecekleri kendi aralarında rıza ile paylaşmaları) adı
verilen ve Hıristiyanların son akşam yemeğine (Evharistiya-Ekmek Şarap Ayini)
büyük benzerlik gösteren bir yemek yediklerini ifade ediyorlardı. Cem ayinine
katılan cemaat üyeleri tarafından bir suç işlenmesi durumunda, suçlu herkesin
önünde, ceza almamak için itirafta bulunur ve ağır bir suç işlenmesi durumunda
ise, suçlu cemaatten uzaklaştırılırdı. Suçun birkaç kez tekrarlanması halinde
ise suçlunun cemaate kabulünün ancak bir kez söz konusu olabileceği beyan
ediliyordu.[92]
Yapılan cem ayinleri
sırasında evli iki ayrı çift, Muhasiplik (Ahiret Kardeşliği) sonucu
birbirlerini her koşulda desteklemeye hazır kan/ahiret kardeşi olurlardı.
Çiftlerin arasındaki bu samimi ahitleşme, Dede tarafından bir kutlamayla
mühürlenirdi. Ayin sonrası Ahiret kardeşi olan çiftler, Dede’nin evine
hediyeler getirmek suretiyle, dede tarafından kutsanır ve dede tarafından
kutsandığına inandıkları bir parça ekmeği birlikte yerlerdi.[93]
Bunların
yanında, dönemin misyon görevlilerinin verdikleri bilgiler doğrultusunda,
dedelerin evlenmedikleri takdirde, cemaat nezdinde büyük bir saygınlık
kazandıkları, cemaatlerinin en uzak köylerinde yaşayan üyelerini bile düzenli
olarak ziyaret ettiklerini ifade ediyorlardı. Ayrıca devlet tarafından el
uzatılmadığını iddia ettikleri bölgelerde, cemaatin manevi/inanç konularını ve
hukuki işlerini bu şahısların gördüklerini söylüyorlardı.[94] Ayrıca misyon görevlilerine göre, cemaat üyelerinin
birçoğunun düzenli bir şekilde alkol tükettiği[95], ara sıra esrar kullandıkları, İslam’ın şeriat
kurallarına uymadıkları, Ramazan ayında oruç tutmadıkları, günde beş vakit
namaz kılmadıkları, önemli yerel ziyaretlerinin bile, onlar için Mekke’den daha
önemli olduğu, çevrelerinde saygınlık kazanmak için de, özellikle İç Anadolu
Bölgesi’nde yaşayan Alevilerinin Ramazan Ayı’nda oruç tutuyormuş gibi görünmeye
çalıştıkları dile getiriliyordu. Buna karşın Alevilerin, zorlayıcı tedbirler
olmaksızın Muharrem ayında 10 ile13 gün oruç tuttukları, ibadet etmenin vicdan
iş olduğu ve herhangi bir kurala bağlı olmadığı,[96] ifade ediliyordu.
b) Sosyal ve Kültürel Yönden Yaklaşımlar
Misyonerler, Alevilerin
Asya’da yaşayan diğer milletler kadar ahlaklı ve halisane saf bir cemaat
olduğunu,[97]
sakallarını, bıyıklarını ve koltukaltlarını tıraş etmediklerini, birkaç istisna
dışında tek eşle yaşadıklarını beyan ediyorlardı.[98] Alevilerin çoğunun
küçük ve fakir köylerde yaşadığını, genellikle çiftçilik, hayvancılık ve
katırcılıkla geçimlerini sağladıklarını, oğullarını askere göndermekten nefret
ettiklerini, bu yükümlülük yüzünden Sünnilere bile nefret beslediklerini, yerli
Hıristiyan halka ait kavram ve kültleri[99] kültürlerine yansıttıklarını
ve askerlik yükümlülüğünden kurtulmak için de İstanbul’daki İngiltere
Büyükelçisi’nden dahi yardım istediklerini söylüyorlardı.[100]
Arapkir misyonerlerinden
Sanford Richardson ise, 1856’lı yıllarda, Osmanlı yönetim anlayışının, bu
Türkleri ve Kürtleri Hıristiyanlardan daha fazla mağdur ettiğini, Türkiye’de en
fazla zulme uğrayan grup olduklarını, Osmanlı vergi memurlarının elinde zor
durumda kaldıklarını, ancak aynı zamanda tutumlu ve çalışkan olduklarını ve
Protestanlar tarafından himaye görmeleri durumunda daha müreffeh bir yaşam
sürebileceklerini, ifade ediyordu. Richardson yine Malatya bölgesinin
köylerinde yaptığı bir geziyi anlatırken, Alevilerin toplumsal anlamda, dağda
ve ovada yaşadıklarını, Alevilerin soylu, asil ve tabiatın hakiki çocukları
olduklarını, ancak tek hakiki kurtuluş yolundan habersiz olduklarını beyan
ediyordu.[101]
Yine misyon
görevlilerinden George Edward White da, “Alevilerin tarımsal veya pastoral
tabiatta insanlar olduklarını, Sünni Müslüman ve Hıristiyanlar ile birlikte Anadolu'nun
bereketli ovalarında, yaylarında ve yüksek rakımlı çayırlarında ikamet
ettiklerini, başka bir tarikat ya da ırkla birlikte olmadıklarını, Alevilerin
ülkenin özgün sakinlerini temsil etmekle birlikte, yabancı kanının
çok az bir karışımını taşıdıklarını, Hıristiyanlık döneminden yüzyıllar
öncesine kadar gelen geleneklerin getirdiği birçok fikri ve geleneği
sürdürdüklerini, Osmanlı’nın resmi devlet memurlarının, onlara sivil yönetimde
yer vermediklerini ve sosyal olarak bir sınıf daha aşağı derecede gördüklerini
ve onları ayrıma tabi tuttuklarını, orduya mesafeli durduklarını ve vergi
vermekten kaçındıkları”[102] dile getirmiştir.
C.
Protestanların, teolojik/İnanç Açısından Alevilere
Bakışı
Anadolu’da faaliyet
yürüten Protestan misyonerler, Hıristiyanlık ile Alevilik inancı arasında
inançla ilgili bazı paralellikler tespit etmişler, azizler (12 imam, havariler
gibi) kültü, Tanrı anlayışı (İsa, Baba ve Kutsal Ruh; Allah, Muhammed ve Ali)
ve kutsal kitap inancı gibi birçok konuda ortak noktalarının bulunduğunu ifade
etmişlerdir.
Protestan misyonerlerine
göre, 19. yüzyılda Aleviler kendilerine Ehli Sünnet yerine Ehli İman demeyi
tercih ediyorlardı. Misyonerler, Aleviler için hem Kızılbaş hem de Şii
kavramını kullanıyorlardı, ancak 1860’lı yıllarda misyonerlerin yayınladıkları
makalelerinde, genellikle Kızılbaş kavramından söz etmektedirler.
Protestan misyonerler,
Alevilerin Hz. Ali’yle olan ilişkisinin, Hıristiyanların Hz. İsa’yla olan
ilişkisine benzediğini düşünüyorlardı. Hıristiyanlara İsa olarak görünen, onlara
kendisini Hz. Ali olarak göstermiştir. Hz. Ali ile İsa her yerde hazır bulunan
ve insanların dualarını işiten bir teselli ediciydiler.[103] Ayrıca mütevazilik ve kalp
temizliği, Alevilikte uyulması gereken diğer önemli dini ritüellerdi. Bu
değerler, ayinlerde, saz eşliğinde söylenen şarkı ve zikirlerde ifade
ediliyordu. Ayrıca Alevilerin manastırlara hac ziyaretlerinde bulunması,
azizlere ve Tanrı’ya yakarmaları, rahiplere saygı göstermeleri, Hıristiyan ve
Ermeni komşularla aralarında dinsel yakınlığın doğmasına neden olmuştur.[104]
Alevilik ile
Protestanlık arasındaki inanç benzerliği bağlamında, 1913 yılında Koçgiri
(Sivas’ın doğusu, Malatya'nın Hekimhan, Arguvan, Arapkir ilçeleri, Tokat ve
Ordu illerini kapsayan bölgeye verilen isim) bölgesinden bir Alevi Dede’si,
Osmanlı devlet görevlisi Hasan Reşit Tankut’a, Ermenilerle, Aleviler arasındaki
temel inanç farklılıklarını reddettiğini söyleyerek, şu tespitleri yapıyordu.
Ermeniler ile Aleviler arasındaki inanç farklılıklarının bir soğan kabuğundan
fazla olmadığı, Tanrı’nın Baba, Oğul ve Kutsal Ruh teslis inancının, Alevilerde
Allah, Muhammed ve Ali üçlemesi olduğunu vurguluyordu.[105]
Hıristiyanların 12
havarisine karşılık, Alevilikte 12 imam inancının var olduğunu, Alevilerin
abdest almadıklarını, dua ve oruç vakitlerinin her iki halkta da neredeyse aynı
olduğunu, Hıristiyanların göğüslerinde haç çıkartarak şahadet ettiklerini,
Alevilerin de avuçlarını göğüslerine koyarak aynı şeyi yaptığını ve Alevilerin
Hz. Ali’nin yolundan gitmelerinden dolayı kendilerine Alevi dediklerini dile
getirmiştir.[106]
Anadolu misyonerlerinden
George E. White, Evliya inancını, Alevilik pratiğinin merkezi olarak tanımlamış
ve Alevilerin gerçek hayatta sıkıntıya düştükleri durumlarda, evliyalarından
himmet beklediklerini beyan etmiştir. Günlük hayatta yağmur, hastalık,
hamilelik veya benzeri olumsuz vakaların meydana geldiği durumlarda, Alevi
kadınları ve erkekleri, ziyaret adı verilen yerel hac merkezlerine giderlerdi.
Bu yerlerin neredeyse tümünde bir evliya mezarı bulunurdu. Evliya ise, Tanrı’ya
ulaşmak üzere duaları kabul eden bir aracıydı.[107]
ABCFM görevlilerinden
George Herrick, Alevilerin ve Çerkezlerin İslam dinini sadece şekilsel olarak
kabul ettiklerini, onların Müslüman olmalarının dışsal ve biçimsel şekilden
öteye geçemediğini, Aleviliğin; İslam, Hıristiyanlık ve Putperestlik karışımı
bir mezhep olduğunu ve ahir zamanda kendilerine yol gösterecek bir Hıristiyan
rehber beklediklerini ifade etmektedir.[108] Herrick’e göre, Alevi kavramı
o dönemde, Anadolu’da Sünni olmayan, dördüncü Halife Hz. Ali’ye saygı
göstermeyi ilke edinen ve şeriata karşı çıkan Müslüman grupları tanımlamak
üzere kullanılmıştır.[109]
Yine bu bağlamda, ABD
Harput Konsolosu Evan E. Young Esquire’nin, 1908 yılındaki Dersim
Kürtleri/Alevileri ile ilgili raporunda, Kızılbaş Kürtlerin görünüşte Müslüman olduklarını,
öz itibariyle onların Hıristiyan olduklarını, İsa’nın yerine Ali’yi
koyduklarını ve temel hedeflerinin de Osmanlı’dan ayrılmak olduğunu ifade
etmiştir.[110]
Ortadoğu
misyonerlerinden Mr. John isimli misyonerin, Bektaşilik ve Protestanlığın
benzer yönleriyle ile ilgili yaptığı tespitinde ise, Hıristiyanların Uknum’a
(üçleme veya teslis) inandıklarını, Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un bir olduğunu
benimsediklerini, Bektaşilerin de Allah, Ali ve Muhammed üçlemesini bir olarak
gördüklerini, Hıristiyanların 12 havarisine karşılık, Alevilerin de 12 imamının
olduğunu ve her iki inancın da maksadının aynı olduğu, ancak söyleyiş
tarzlarının farklı olduğunu beyan etmiştir. Alevilerin “Tevelli ve Teberri”777
üzerine ikrar verdiklerini, mürşitlerinin Allah ve Ali, rehberlerinin ise Hz.
Muhammed olduğu, Üçünü bir tanıyıp, bir gördüklerini ve ona da taptıklarını,
isimler ve cesetlerin farklı olduğunu, ancak Hıristiyan Teslis inancında olduğu
gibi ruhun bir olduğunu ve bir mürşide dayandıklarını772,
dile getirmiş,
Yine bu konuda benzer
değerlendirmelerde bulunan, Stephen Van Rensselaer Trowbrıdge ise, Alevilerin,
Hz. Ali’yi Tanrı’nın bir enkarnasyonu olarak gördüklerini,[111] [112] [113] Kutsal Ruh’u içlerinde
hissetlerini, Kuran’ı Kerim, Tevrat, İncil ve Zebur’u eşit seviyede gördüklerini
ve dört kitaba da inandıklarını, Hz. Muhammed ve Hz. Ali’yi şefaatçi olarak
gördüklerini ve bu ikisinin yolunu da benimsediklerini”,[114] ifade etmiştir.
Amerikan Board/ABCFM
misyonerlerinden George W. Dunmore da Aleviler ile ilgili raporlarında, “Müslüman
kabul edilmelerine rağmen Muhammed’in müritleri olmadıklarını, İsa’ya yani
Tanrı’nın oğluna inandıklarını, severek İncil’i kabul ettiklerini, bazı
putperest inançlarının olduğunu, Sünni grup tarafından heretik olarak kabul
edildiklerini, Kuran-ı Kerim’e ve Muhammed’e değil, İsa’ya ve İncil’e
inandıklarını, Müslümanlardan korktukları için İsa’yı Ali adıyla andıklarını”[115] beyan
etmektedir.
White ise, Alevi
Türklerini sıra dışı Müslümanlar olarak gördüğünü, Hz. Ali’nin manevi
temsilcileri olduklarını, Sünni inancı reddettiklerini, Şiiliğin bir
kolu/devamı olarak heretik kabul edildiklerini, kendilerine Kızılbaş diye hitap
edildiğini, komşuları tarafından hor görüldüklerini, şeytanın yolundan gidenler
olarak tarif edildiklerini, özellikle Araplar ile Türkler tarafından küçümsenen
ve aşağılanan insanlar olarak görüldüklerini, Aleviler tarafından benimsenen
Müslümanlığın yüzeysel olduğunu, Hıristiyanlık ve diğer pagan unsurların
karışımı yozlaşmış bir inanca sahip olduklarını, bu anlamda; Hıristiyanlığın
haç işaretini kullanmaları, rabbin sofrasına ve Hz. İsa’ya derin bir saygı
göstermeleri, geleneklerine sıkı sıkıya bağlı olmaları yozlaşmışlığın bir
göstergesi olarak görüldüğü belirtilmektedir.[116]
İki inanç arasında
yukarıda ifade edilen ortak noktalar bağlamında, 19. yüzyılın başlarından
itibaren Hıristiyanlık ile Alevi-Bektaşi inancı arasında araştırmalar yapan
Amerikalı J. Kingsley Birge isimli araştırmacı da, iki inanç arasında;
a)
Günah çıkartmak için
yapılan vaftiz ile cem ayininden önce alınan abdest,
b)
Keşişlerin evlenmemesi
ile mücerred (bekâr dervişlik) olan Bektaşiler,
c)
Aforoz ile düşkünlük
(ağır bir suç işlenmesi durumunda topluluktan dışlanma) benzerliği,
d)
Nikah kıymada rahip ve
babanın yer alması,
e)
Hıristiyanların Allah,
İsa, Ruhül Kudüs üçlemesi (Teslis) ile Bektaşilerin Allah, Muhammed ve Ali
üçlemesi,
f)
12 Havari ile 12 İmam
inancı, Cem ayini esnasında mürebbi (yol gösterici) tarafından yapılan taç ve
kuşak-tığbent (ikrar vermek-bel bağlamak) benzerliği,[117] şeklinde
benzerliklerin olduğunu da ifade etmiştir.
Birge’ye göre,
Bektaşiler, Hz. Muhammet ve Hz. Ali’yi iki ayrı kişi olarak görmezler, onlar
ikisini bir görürler ve sanki bir kişinin iki adıymış gibi ifade ederler. Yani
Muhammed Ali’dir, Ali de Muhammed’dir. Hatta birçok Alevi/Bektaşi şiir
geleneğinde Muhammed ve Ali’nin durumu;
"Muhabbettir La
İlaheillallah,
Muhabettir Muhammed
Rasulullah, Muhabbettir Ali Şah Veliyullah, Üç isim manada birdir muhabbet,
Allah, Muhammed, Ali ortasında, Cibril’in gördüğü nurdur Muhabbet, Haşa
birbirinden kim ayrı gördü, Muhammed Ali’dir, Ali Muhammed”
şeklinde tasvir edilir
ve Tanrı inancının bir üçlüde birleştirilen teslis inancına dönüştürüldüğü”[118]
vurgulanır.
Öte yandan Protestan
misyonerler, Alevileri, animizme (Tabiatın ruhlarla yönetildiği inancı) inanma,
putperestliğe kayma, şahıslara tapınma, aziz kültü, ruh dönüşümü, nesnelere
tapınma ve mezar kültü gibi konularda da, sapkınlığa düştükleri için tenkit
ediyorlardı.[119]
Protestan misyonerlerin,
Alevilik inancı ile Hıristiyanlık arasında ortaya koydukları ibadet ve teolojik
benzerliklerin yanında, kutsal kitap bağlamında da iki inanç sistemi arasında
birçok benzerliğin ve ortak noktanın olduğunu dile getirmişlerdir.
Bu
anlamda misyon raporlarında yapılan değerlendirmelere göre, Aleviler Eski Ahit
ve Yeni Ahit’e dahil olmak üzere, tek Tanrıcılığın bütün kitaplarına saygı
gösteriyor,[120] ancak Kuran’ın son ilahi kitap olduğu inancını
reddediyorlardı. Bu anlamda da Kuran’ın ibadet ve muamelat ile ilgili olarak
bildirdiği emir ve yasakların birçoğunu da yerine getirmiyorlardı. Dedelerin
sözleri ilahi emir gibi telakki edilir ve harfiyen yerine getirilirdi. Ayrıca
Dedeler “Buyruk” adlı kitapta, Alevilerin dinsel inanışlarının bütün
içeriğinin kaydedildiğini söylüyorlardı. Ancak "Buyruk” adlı kitabı
o dönemde hiçbir misyonerin görmediği de misyon raporlarında ifade ediliyordu.[121]
D.
Alevilerin Misyonerlere Yaklaşımı
19. yüzyılın ikinci
yarısından itibaren Aleviler üzerinde sistemli bir şekilde faaliyetlerine
başlayan Protestanlar, zaman geçtikçe Alevilere daha fazla ilgi duymaya
başlamışlardır. Karşılıklı derin duygular, dönemin misyon mektuplarında kendini
hissettirir mahiyette ortaya konulmaktadır. Bahsi geçen misyon mektuplarında
Alevilerin misyonerlere karşı ilgisini, "Misyonerlerin ziyarete
gittikleri köylerde, Aleviler tarafından kendilerine karşı içten bir
misafirperverlik ve konukseverlik gösterildiğini ve geceler boyunca süren hoş
sohbetlerin bu ilginin bir parçası olduğunu,”[122]
ifade ediyorlardı.
Alevilerin birçoğunun
yeni ve radikal bir yönelim içerisinde olduklarını, Dedeler ile misyonerler
arasında dini konularda tartışmalar yapılırken, aralarında nispeten az gerilim
yaşandığı, yeni gelişmeler ve yapılan tartışmalar sonrasında Dedelerin ruhani
liderliklerinin tehdit altına girmesine karşın, yine de onların yeni arayışlar
içinde olduklarını beyan ediyorlardı.
Bu kapsamda, 1860
yılında George Nutting isimli bir misyon görevlisinin, Adıyaman’ın Farkikan
Köyü’nde aşiret lideri olduğu söylenen Ali Molla isimli bir şahsı ziyaret
ettiği, Ali Molla’nın, misyon görevlilerine, dini konularda kendilerine vaaz
veren Dedelerin ders verme yeteneğinden yoksun olduklarını beyan ettiği, bu
yüzden de Ali Molla’nın Dedeler ile ilişkisini kestiğini söylemektedirler.
Dedeler ile ilişkisini kesen Ali Molla’nın, misyon görevlileri ile irtibata
geçerek onlardan vaazlar aldıklarını, kendisinin yeni bir yaşam tarzına
başlayacağını, yağmadan, uyuşturucu maddelerden ve dini iki yüzlülükten
vazgeçeceğini beyan eder mahiyette, misyonerlere söz verdiği ifade
edilmektedir.[123]
Bu olaylara paralel
olarak, o dönemde Arapkir istasyonu tarafından, Kızılbaş köylerine gönderilen
iki İncil satıcısının, Arapkir yakınındaki Karahöyük Köyü’nde küçük bir
gerilime neden oldukları, ısrarlı soruları ile Dede’yi öfkelendirdikleri ve
neredeyse köy halkı tarafından darp edilme durumuna geldikleri anlatılmaktadır.
Dede’nin onlara her halkın kendi kültür formlarının bulunduğunu, bu nedenle de
insanları rahat bırakmaları gerektiğini söylediği ve sonunda da barışarak
birbirlerine veda ettikleri ifade edilmektedir.[124]
Kürt Alevi yazarlarından
Mehmet Bayrak da, Aleviliğin bir İslam öğretisi olduğunu gösteren; Allah,
Muhammed ve Ali üçlemesinin, Hıristiyanlıktaki Baba, Oğul ve Kutsal Ruh
benzerliğinden geldiğini, öte yandan; her iki inançta da kadın ve erkeğin
birlikte törenlere ve ibadetlere katıldığını, ikisinde de müzikli ibadetin esas
olduğunu, Alevilikte, “imar edilmiş bir binadan çok, inançlı bir kişinin
gönlünde var olan görünmez bir yapının daha değerli olduğu” kültünden hareketle
camilere karşı olunduğunu, Cem Ayin’lerindeki “Lokma Töreni’nin” bile
Hıristiyanların “Kutsal
Akşam Yemeği’nden” geldiğini ve Hıristiyanlığın temel değerleri ve ibadet
biçimlerinin yadırganmadığını ortaya koymaktadır.[125]
Yukarıda belirtilen
nedenlerle o dönemlerde, Kızılbaşların misyonerleri kabullenmeleri ve onlarla diyaloga
geçmelerinin zor olmadığı, 1850’lilerin Protestan misyonerlerinin büyük
ihtimalle Kızılbaş topluluğuna girebilen ve Cem adı verilen ayinlerine katılan
ilk kişiler oldukları dile getirilmektedir. Misyonerlerin, bu insanların
misafirperverlikleri ve cem ayini sırasında gösterdikleri samimiyetten oldukça
etkilendikleri, Kızılbaşların kendileriyle aynı inanca sahip olduklarını
söylemeleri ve onlara İncil okurken eşlik etmelerinin de misyonerleri
şaşırttığı[126]
anlatılmaktadır.
PROTESTANLARIN
DİĞER FAALİYETLERİ
A.
Türkiye’de kurulan Misyon merkezleri
Genel olarak
baktığımızda İngilizlerin Ortadoğu”da, Amerikalıların ise Anadolu’da
misyonerlik faaliyetlerinde bulundukları görülmektedir. Anadolu’daki
misyonerlik faaliyetleri başlangıçta, misyonerlerin gittikleri ülkenin dilleri
üzerine yaptığı çalışmalar, halkı tanımaları, ev ev gezerek kilise ve
kahvehanelerde vaaz etmeleri, okullar açarak bu okullara yerli ve yabancı
öğretmen tayin etme çalışmaları üzerine kurulmuştu. Yayın faaliyetleri, dini
kitap ve risalelerin dağıtımı, ders kitaplarının hazırlanması, Hıristiyanlığın
esasları ve Hz. İsa’nın öğretisinin her fırsatta vaaz edilmesi de
sorumlulukları arasındaydı. Bu kapsamda zamanla Osmanlı toplumu içerisinde
hukuki ve siyası haklar elde eden misyonerler, Türkiye’nin değişik bölgelerinde
Misyon, İstasyon ve Uç Şube[127] diye
tabir edilen yerler/bölgeler kurmuşlardır.[128]
Misyon tarihinde ilk
dönem (Hazırlık Dönemi) olarak ifade edilen 18101840 yılları arasında pek
çok istasyon kurulmuştur. Bu istasyonlardan bazıları İstanbul (1831), İzmir
(1833), Bursa (1841), Trabzon (1870) ve Erzurum (1836)’dur. Misyon davasının ikinci
dönemi (Örgütlenme Dönemi) ise, 1840 ile 1890 yılları arasındaki dönemdir.
Bu aynı zamanda gelişme ve yerleşme dönemidir. Misyonerlerin kurduğu istasyon
sayısı 5’den 24’e yükselmiştir. Misyonerler Anadolu’da örgütlendikten sonra,
mutat olarak yıllık toplantılar yapmaya başlamışlardır. Bu toplantılarda alınan
kararlar gereği, Anadolu’nun birçok bölgesini misyon, istasyon ve uç istasyon
merkezlerine bölmüşlerdir.[129] 1856
yılı itibariyle Antep, Maraş, Antakya, Halep ve Urfa istasyonları bağımsız bir
misyon teşkil etmişler ve merkezi Antep olmak üzere bu oluşuma "Merkezi
Türkiye İstasyonu (Central Turkey Mission)” adını vermişlerdir. Bir diğer
bölünme ise 1860 yılında gerçekleşmiştir. Buna göre daha önce Asur Misyonu
adıyla faaliyetlerini sürdüren Türkiye’nin Güneydoğusu’ndaki Musul, Mardin ve
Diyarbakır istasyonları, Erzurum, Harput ve Arapkir istasyonları ile birleştirilerek
merkezi Harput olmak üzere "Doğu Türkiye Misyonu (Eastern Mission)”
altında yeni ve bağımsız bir misyon oluşturulmuştur.[130]
1860 yılında bu misyonda
görevli, 36 uç şube, yaklaşık 3500 civarında öğrenci ve 48 ilköğretim okulu
mevcuttu. Geriye kalan İstanbul, Edirne, İzmir, Bursa, İzmit, Trabzon,
Merzifon, Sivas, Tokat, Kayseri istasyonları ise merkezi İstanbul olmak üzere "Batı
Türkiye Misyonu (Western Mission)” çatısı altında toplanmışlardır. Dördüncü
ve son çalışma sahası ise "Avrupa Türkiye’si Misyonu (European Turkey
Mission)’dur”. Bu misyonun sınırları dahilinde ise Filibe, Selanik ve
Manastır bulunmaktadır.[131]
Misyonerlik faaliyetleri
açısından üçüncü dönem ise, 1890’lı yıllardan Cumhuriyete kadarki dönemdir. Bu
periyot da, eğitim alanındaki faaliyetlerde ciddi bir ilerlemenin kaydedildiği,
yerli evangelik kiliselerle, yabancı misyoner hizmetkârlar arasında sıcak ve
samimi ilişkilerin geliştiği, işbirliğine gidildiği ve misyonerlik tarihi
açısından da misyonerlik faaliyetlerin hasat dönemi olarak tanımlanmaktadır.[132] Bu istasyon ve uç istasyonlar ile birlikte
bunlarla irtibatlı olan insanların sayısı da süratle artmıştır.1893 yılında
sadece Amerikan misyonerlerinin kontrolü altında 463 kilise, 1317 misyoner
görev yapmaktaydı. Amerikan misyon teşkilatını bağlı 21 okulda 2740 öğrenci
vardı.[133] 19. yüzyılın sonlarında Anadolu ve Trakya’da 35 istasyon, 296 uç
istasyon, 255 misyoner, 1157 misyoner yardımcısı, 16472 üye ve 42649 sempatizan
görev yapmaktaydı. Ancak bütün bu gelişmelerin yanında, 1. Dünya Savaşı’nın
başlamasıyla birlikte, misyonerlerin faaliyetlerinde büyük bir gerileme
dönemine girmiş ve Cumhuriyetle birlikte bitme noktasına gelmiştir.
B.
Eğitim ve Sağlık alanındaki faaliyetler
Osmanlı döneminden
günümüze kadar faaliyet gösteren eğitim kurumlarını üç kategoride el almak
mümkündür. Bunlar “Türk Okulları, Azınlık Okulları ve Yabancı Okullardır.”
Türkiye’de yabancılar tarafından bir dizi okullar açılmıştır. Bu okullar
yabancı devletlerin (Amerika, Fransa, İngiltere, Almanya, İtalya, Avusturya,
Rusya, Bulgaristan ve İran) himayesinde, misyonerlerce açılıp yürütülen
okullardır.
Azınlık okulları ise,
Osmanlı toplumunda yaşayan ve Osmanlı tebaasına mensup azınlıkların (Rumlar,
Yahudiler, Ermeniler, Süryaniler (Nasturi, Keldani, Asuri) açtığı okullardır.
Türk okulları ise Osmanlı’da ilköğretim, ortaöğretim ve yükseköğretim yani
Mekteb-i İptidai (İlkokul), Mekteb-i Rüştiye (Ortaokul), Mekteb-i İdadi-Sultani
(Lise) ve Medreseler’den (Yükseköğretim-Üniversiteler) müteşekkil okullardı.
Cumhuriyet döneminde ise Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile bu okullar yeniden
yapılandırıldı.[134]
Azınlık okulları
genellikle, kilise ve sinagogların yanında açılan okullardır. Başlangıçta
ilkokul seviyesinde faaliyet göstermişler, ancak daha sonra orta dereceli
okullar faaliyete geçirilmiştir. Açılan bu okullar arasında nadiren de olsa
yüksek dereceli okullar kurulmuştur. Osmanlı devletinde nüfusun üçte birisini
oluşturan gayrimüslimlerin okullarının ilki, 1454 yılında Fatih Sultan Mehmet
zamanında açılan Fener Rum Okulu’dur. Bundan sonra azınlık okulları Osmanlının
birçok bölgesine yayılarak sayılarını artırmış ve 19. yüzyılda Müslüman
okullarını sayıca geçmiştir.[135]
Misyonerler, eğitim
alanında öncelikli olarak Lancester[136] öğretim sistemini benimsemiş
ve bu meyanda ilk olarak çocukların okuma-yazma öğrenmesini sağlayacak
ilkokullar açmışlardır. Bu amaç doğrultusunda pazar okulları yoluyla da
yetişkinlere okuma-yazma öğretme çalışmalarını sürdürmüşlerdir. Temel eğitimin
verilmesinin ardından, halkın daha gelişmiş okullarda, daha kaliteli eğitim
talebini karşılamak için üst düzeyde eğitim verilebilecek orta öğretim
kurumları faaliyete geçirilmiştir. Bu seviyede başlatılan eğitim çalışmaları
iki ayrı alanda birbirine paralel yürütülmüştür.
Bunlardan birincisi;
Protestan cemaatine hizmet edecek din adamlarını halk arasından yetiştirmek,
Protestan kiliseleri ve çevresinde oluşan Protestan cemaatinin dini hizmetlerinde
kendi kendine yeterli hale gelmesini sağlamak amacıyla ruhban okullarını
açmaktı. Ruhban okulları, Protestan eğitim kurumlarının dini kanadını teşkil
eden eğitim kurumlarıydı. İkincisi ise; eğitimin laik kanadını temsil eden ve
hizmet edilen kesime etkin bir sosyal ve kültürel hizmetler bütünü sunmak
amacıyla açılan orta dereceli eğitim kurumlandır. Ruhban okullarına kıyasla
sayıları oldukça fazla olan orta dereceli laik eğitim kurumları, zamanla hem
daha vasıflı gençler yetiştirilmesi, hem de misyoner okullarının belirli bir
öğrenci potansiyeline ulaşmasını sağlamıştır.
Son aşamada misyonerler,
eğitim seviyesini bir adım daha ilerleterek, gençlerin mesleki yönden tecrübe
kazanarak uzmanlaşmalarını ve kendilerinde güven duygusunu geliştirecek
yüksekokul seviyesinde eğitim veren kolejler açmaya başlamışlardır. Sayıları
orta dereceli eğitim kurumlarına kıyasla oldukça az olmasına rağmen, genelde
vilayet veya sancak merkezleri gibi büyük yerleşim yerlerinde faaliyet gösteren
okulların, mezun ettikleri öğrenciler vasıtasıyla, hem eğitim hayatı hem de
toplumların sosyal yaşantısındaki etkisi diğerlerine göre oldukça fazla
olmuştur.[137]
Özellikle Board teşkilatına mensup misyonerlerin, açılan ruhban okulları
aracılığıyla, ellerinde İncil, dini risaleler ve çeşitli propaganda
yayınlarıyla, kadınlar ve erkekler arasında birebir görüşmelerde bulunmuşlar ve
onları Protestanlığa davet etmişlerdir.[138]
Yabancıların bu eğitim
faaliyetleri karşısında, Osmanlı devleti çeşitli nedenlerle Osmanlı
topraklarına gelerek iskan eden yabancılarına, geçici bir süre hayatlarını
devam ettirebilmelerini temin etmek için bazı hak ve imtiyazlar tanımıştır,
ancak tanının bu hak ve imtiyazlar daha sonra bir hakka dönüştürülmüştür. Başka
bir ifadeyle, yabancı devlet mensupları, Osmanlı topraklarında ticaretini
yaparken, kendi dillerinde ayin yapabilme ve kendi gelenek ve görenekleri
yönünde hayatlarını devam ettirme izni almışlardır.
Kendilerini tanınan
hakları fırsat bilen yabancılar, verilen bu imtiyazlarla açtıkları ibadet
mekanlarını ve sağlık kuruluşlarını, kilise ve elçilik okulları haline
dönüştürmüşlerdir.[139] Osmanlı
Devleti, eğitim alanındaki boşluğu gidermek, eğitime bir düzen ve disiplin
getirmek ve eğitim-öğretim birlikteliğini sağlamak amacıyla, yabancılar
tarafından açılan ve büyük bir kısmı da ruhsatsız olan okulların faaliyetlerini
denetlemek amacıyla, 1857 yılında Maarif-i Umumiye Nezareti/Bakanlığı, 1865’te
Gümrük Nizamnamesi ve 1869’da ise Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’yle yabancı
okulları kontrol altına almaya çalışmıştır. Maarif-i Umumiye Nizamnamesiyle hem
yerli hem yabancı okullara yeni düzenlemeler getirilmeye çalışılmıştır.
Osmanlı devleti, bahsi
geçen düzenlemelere rağmen, eğitim-öğretim alanındaki boşluğunu dolduramamış,
bu alanda ilk yönetmelik düzenlemesini, ancak 1907 yılında Mekatib-i Hususiye
Nizamnamesi adıyla yayınlamıştır. Fakat söz konusu nizamname 1907 yılında
hazırlandıysa da ancak 1915 senesinde hayata geçirilmiştir. Bu nizamnamede;
özel okulların çalışma koşulları, personel özlük hakları, okulların teftiş
meselesi, talebe kabul şartları, imtihanlar, cezalar, ödüller ve mezuniyet gibi
hususlar yer almıştır.[140]
Bu gelişmeler
doğrultusunda, Anadolu’da açılan ilk yabancı Protestan okullarından birisi,
1863 yılında Cyrus Hamlin tarafından İstanbul’da açılan Robert Koleji olmuştur.
Bundan başka Anadolu’da açılan pek çok Amerikan misyoner kolejleri de
bulunmaktadır. Bunlardan ilki Amerikan misyoner merkezi Harput’ta 1852’de
kurulan Harput Koleji olmuş, akabinde Harput Koleji’nin ismi 1878’de
değiştirilerek "Ermenistan Koleji/Fırat Koleji’ne” (Armenian College) dönüştürülmüştür.
Bu okullardaki temel amaç, Protestan papazı yetiştirmek ve Ermenileri dilleri,
tarihleri, edebiyatları, milliyetleri hakkında bilgilendirmek olmuştur. Aynı
dönemde Merzifon’da “Anadolu Koleji’ (Anatolia College), İzmir’de
Milletlerarası Kolej (international College) ile kızlar için açılan Amerikan
Koleji, Antep ve Maraş’ta kızlar ve erkekler için açılan “Merkezi Türkiye
Kolejleri”, Tarsus’taki St. Paul Enstitüsü gibi kolejler başlangıçta
Hıristiyan azınlıkların çocuklarını eğitmişlerdir.[141]
Bu okullardan Robert
Koleji, Bulgaristan’ın bağımsızlığını sağlayacak kadroların yetişmesinde,
Anadolu Koleji’nin ise Rumların Pontusçuluk faaliyetlerinde önemli rol
oynadıkları bilinmektedir. Nitekim kurucuları, yöneticileri ve öğretim
elemanlarının çoğu misyonerlerden oluşan Robert Koleji’nin,1863-1903 tarihleri
arasındaki mezunlarının çoğunu, Bulgar öğrenciler oluşturuyordu.
Yine, Kolej’in ilk
Bulgar mezunlarından birkaçının Bulgaristan’da başbakanlık görevinde bulunduğu
ve Birinci Dünya Savaşı öncesi Bulgar kabinelerinden her birinde en az bir
Robert Kolej mezununun yer aldığı görülüyordu. Batılı devletlerin, misyonerler
aracılığıyla Anadolu’da açtıkları bu kolejler sayesinde, Osmanlı’da yaşayan
etnik/milliyetçi unsurları bilinçlendirip, Osmanlı’ya karşı kışkırtma görevini
yerine getirdikleri bilinmektedir.[142]
İçeride azınlıkları bu
şekilde yetiştirerek kışkırtan misyonerler, dışarıda da Avrupa ve Amerikan
kamuoyunu Türkiye aleyhine çevirmek için kendi tahrikleriyle çıkan
ayaklanmaların bastırılmasını “Türkler Hıristiyan Ahaliyi Katlediyor ve
Haksız Yere Hapsediyor!” propagandalarıyla etkilemeye çalışarak batı
dünyasını Osmanlı Devleti aleyhine tavır almak üzere harekete geçiriyorlardı.
İyi yetiştirilmiş Ermeniler ABD’ye götürülüyor ve çoğu Amerikan vatandaşlığına
geçtikten sonra Osmanlı topraklarına geri gönderilerek, özgürlük propagandası
yapmak suretiyle, kendileri hakkında reformlar yapılmasını istiyorlardı.[143]
Başlangıçta bu okullar
aracılılığıyla, Ermeni ve Bulgarlara yönelik olarak çalışan Protestan
misyonerleri daha sonra Rum, Nusayri (Hıristiyan Arap), Süryani (Nasturi,
Keldani ve Asuri) Kürt, Alevi, Yezidi ve Yahudiler üzerinde de etkili oldular.
Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde yürüttükleri çalışmalarla
bölgedeki Kürt ve Masturilerin ayaklanmalarında önemli rol oynadılar. Ayrıca
17.yüzyıldan itibaren bölgeye gelen Fransız ve İtalyan Katolik misyonerlerinin
de bu ayaklanmalardaki payı oldukça büyük olmuştur.[144]
Anadolu’daki Protestan
okullarına bakıldığında bunların temel ilkesinin 1880’lere kadar
“Protestanlaştırma” faaliyeti olduğu görülmektedir. Misyonerlerin
yetiştirdikleri öğrencilerden beklentileri, yerli din adamları, yerli
misyonerler, yerli vaizler, çevirmenler ve öğretmenler yetiştirmekti. Okulların
bütün metotları, öğrencilerin dini duygularını geliştirmek ve eski dinlerine
dair düşünce ve bakış açılarını sorgulatmak ve onlar şüpheye düşürmekti. 19.
yüzyılın başlarından itibaren misyonerlerin yeni ilkeler/metotlar
benimsedikleri görülmektedir. Yeni ilkeleri “Seküler Misyonerlik/Evanjelizm”
diyebileceğimiz çizgide gelişti. Artık din yerine “Aydınlanma”, imparatorluk
yerine “Ulus Devlet”, din farklılıkları yerine “Hümanite”, Hıristiyanlaştırma
yerine “Batılılaşma” söylemini geliştirmişlerdir.[145]
Anadolu’daki misyoner
okulları en parlak dönemini 1908 ile 1914 yılları arasında yaşamıştır. Bu
tarihten sonra ise 1.Dünya Savaşı’nın başlamasından dolayı eğitim
faaliyetlerinde bütün Türkiye genelinde gerileme dönemine girilmiştir. Eğitim
Bakanlığı’nın 1864 yılı verilerine göre; bütün imparatorlukta her cinsten
506.929 öğrencinin devam ettiği 15040 ilkokul vardı. Bu sayının 367.929
öğrencisiyle 12478’i Müslüman Okulu, 138.387 öğrencisiyle 2562’si ise
Hıristiyan okuluydu. 1888 tarihi itibari ile bütün Türkiye’de Rüştiye
(ortaokul) seviyesinde 266 okul, 1906 yılındaki verilere göre ise 93 lise
(İdadi-Sultani) vardı.
1910 yılında Julius
Richter tarafından yayınlanan bir eserde, Anadolu’daki Protestanlara ait toplam
okul sayısı 494’tü ve bu okullarda okuyan öğrenci sayısı ise 26.000’di.[146] Yabancı
okullarda okuyan Türk öğrenci sayısı iptidaiye ve Rüştiye mekteplerinde %1 ile
%3 arasında, yüksekokullarda ise, %8-10 civarındaydı. Diğer taraftan bugün hala
Türkiye’de eğitim-öğretim faaliyetlerine devam eden yabancılar ait, 4 Amerikan
okulu, 7 Fransız okulu, 3 İtalyan okulu ve 1 de Alman okulu faaliyetlerine
devam etmektedir.
Anadolu’da Misyoner
teşkilatlarınca ruhsatlı ve ruhsatsız olarak açılan okullar; Katolik okulları,
Protestan okulları ve Ortodoks okulları şeklinde gruplanmıştır. Katoliklerin
hamiliğini Fransa ve Avusturya, Ortodokslarınkini Rusya, Protestanlarınkini ise
İngiltere ve Amerika yapmıştır. Yabancıların Osmanlı Devleti topraklarında
açmış oldukları okullarla ulaşmak istedikleri gaye dini nitelik yanında, bu
bölgelerde söz sahibi olmak ve ileride bu bölgelerde dini, siyasi ve ekonomik
anlamda hâkimiyet kurmak idealini taşıyordu. Yabancı devletlerin Osmanlı
Devleti topraklarında bu kadar okul açarak hakimiyet kurmasındaki önemli
etkenlerden birisi de Osmanlı Devleti’nin eğitim politikasındaki eksikliğinin
bir türlü halledilememesiydi.
Osmanlı Devleti’nin,
eğitimi bir kamu görevi olarak görüp değerlendirmesi Tanzimat’tan sonrasına
denk gelmektedir. Tanzimat ile birlikte her alanda olduğu gibi eğitim alanında
da yenileştirme politikası takip edilmiştir. Ancak eski eğitim kurumlarına
muhalefet olarak başlayan yeni okul açma uygulaması, eski okullardan gelen
tepki sebebiyle yaygınlaştırılamamış eski ile yeni eğitim kurumları yan yana
yaşatılmaya çalışılmıştır. Yine bu dönemde eğitim faaliyetlerinin hukuki
esasları belirginleşmeye başlamıştır. Ancak bu doğrultuda yeni birtakım
düzenlemeler içeren kanun ve nizamnamelerin yaygınlaşmış olması önemli
değişiklikler meydana getirmemiştir.[147]
19. yüzyılda ekonomik,
idari, sosyal ve siyasi açıdan büyük bir sıkıntıya giren Osmanlı İmparatorluğu,
eğitim (maarif) alanında da buhranlı dönemler yaşamaya başlamıştı. Devletin
eğitim-öğretim faaliyetlerini yaygınlaştırmak, eğitimi zorunlu hale getirmek ve
eğitime genel bütçeden pay ayırmak gibi bir anlayışı yoktu. Eğitim daha çok
yaygın eğitim şeklinde örgütlenmişti, mesleki ve teknik alanda eleman
yetiştirecek nitelikte örgün bir okul ve okulların çalışma şartlarını
düzenleyecek hukuki düzenlemelerinde büyük boşluklar vardı.
Yabancıların
bu durumu iyi değerlendirdiğini gören II. Abdülhamit Han, Osmanlı
topraklarındaki yabancı ve azınlık okullarının durumu hakkında, 19. yüzyılın
ikinci yarısına, mali, hukuki, idari, askeri, diplomasi, maarif ve idari
alandaki başarılarından dolayı damgasını vuran dönemin büyük alimi ve devlet
adamı Ahmet Cevdet Paşa’dan bir rapor hazırlamasını istemiştir. Bunun üzerine
Cevdet Paşa 1893 tarihinde kapsamlı bir rapor hazırlamış ve raporunda, "Tanzimat
dönemi eğitim anlayışını eleştirmiş ve bu dönemin eğitim anlayışının temel
olarak, Osmanlı devlet adamlarının Avrupa kamuoyuna hoş görünme ve onları
kazanma düşüncesinden ibaret olduğunu beyan etmiştir. Islahat Fermanı ile
yabancılara verilen imtiyazların, akıllı izah edilemeyecek zaaflara neden
olduğunu ve Devleti Aliye’nin eski gücünün kalmadığını, yabancı müdahalesinin
aleni hale geldiğini ve devletin her açıdan acınacak hale geldiğini” ifade
etmiştir.”[148]
Görüldüğü
gibi, Anadolu’da 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren misyonerlerin eğitim
alanındaki faaliyetleri hız kazanmaya başlamış ve Osmanlı devlet yetkilileri
tarafından kanuni önemler alınmasına rağmen, varlığını devam ettirmiştir. II.
Abdülhamit döneminde çıkarılan nizamnameler ve hazırlanan raporlar ile yavaşlama
dönemine girse de, imparatorluğun eğitim alanındaki politika eksikliğinden
dolayı faaliyetlerini hızla devam ettirmişlerdir.
Bu
gelişmeler kapsamında, misyonerlerin Anadolu’daki eğitim-öğretim faaliyetleri
ile ilgili olarak, 1897 tarihi itibari ile Türkiye’de faaliyet gösteren
“Yabancılara” ait okullar, aşağıdaki tablo da gösterilmiştir.[149]
1897 TARİHLİ YABANCILARA AİT OKULLAR
Devletler |
İptidaiye |
Rüştiye |
İdadiye/
Sultani |
Toplam |
Fransa |
59 |
40 |
28 |
127 |
İngiltere |
46 |
10 |
60 |
116 |
İtalya |
15 |
5 |
2 |
22 |
Almanya |
16 |
3 |
22 |
41 |
Rusya |
5 |
1 |
1 |
7 |
Avusturya |
6 |
4 |
1 |
1 |
Amerika |
97 |
10 |
24 |
131 |
İran |
1 |
1 |
- |
2 |
Sırbistan |
1 |
- |
- |
1 |
Toplam |
246 |
74 |
63 |
383 |
Misyonerlerin
Anadolu’daki eğitim-öğretim faaliyetleri ile ilgili olarak,1897 tarihi itibari
ile Türkiye’de faaliyet gösteren “Azınlıklara” ait okullar da tablo halinde
şöyledir:[150]
1897 TARİHLİ AZINLIK OKULLARI
AZINLIK
GRUBU |
İPTİDAİYE |
RÜŞTÜYE |
İDADİYE |
TOPLAM |
Rum Ortadoks |
- |
3881 |
472 |
4390 |
Rum Katolik |
57 |
1 |
2 |
60 |
Ermeni Gregoryan |
553 |
86 |
14 |
652 |
Ermeni Katolik |
49 |
20 |
2 |
71 |
Ermeni Protestan |
185 |
9 |
4 |
198 |
Yahudi |
295 |
34 |
2 |
331 |
Ulah |
51 |
10 |
2 |
63 |
Katolik |
42 |
7 |
1 |
50 |
Bulgar Ortadoks |
656 |
34 |
3 |
693 |
Bulgar Katolik |
3 |
1 |
- |
4 |
Süryani |
49 |
5 |
1 |
55 |
Süryani Katolik |
5 |
- |
- |
5 |
Keldani |
40 |
3 |
1 |
44 |
Keldani Katolik |
3 |
- |
- |
3 |
Maruni |
27 |
- |
1 |
28 |
Samiri |
1 |
- |
- |
1 |
Yakubi |
5 |
- |
- |
5 |
Sırp |
80 |
5 |
- |
85 |
Toplam |
2101 |
4096 |
505 |
6739 |
Misyonerler,
eğitim alanındaki faaliyetlerinin yanı sıra, sağlık alanında da faaliyetlerine
devam etmişlerdir. Bilindiği üzere Hıristiyan inancına göre, İsa Tanrısal
gücünün bir kısmını hastaları iyileştirmede kullanmıştır. Bu durum
misyonerlerin sağlık hizmetlerinden faydalanması konusunda itici bir unsur
olmuş ve faaliyetlerinin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.
Bu
kapsamda misyonerlerin yoğun olarak Osmanlı topraklarına yöneldikleri 1840’larda,
devletin sağlık alanında iyi olmadığı aşikardı. Nitekim 1850’li yıllarda
İstanbul’da bulunan düşkünler yurdunun kapasitesi 120 kişiydi, ancak verilere
göre bu tarihten 10 yıl kadar önce İstanbul’da, sakat, yaşlı ve çocuk hastaları
alacak bir tek hastanenin dahi olmadığı ifade edilmektedir.1860’tan sonra
Yedikule’ye yakın bir yerde 270 yataklı bir Rum
Hastanesi ve Ermenilere
ait 400 yataklı bir hastane kurulmuştur.[151]
Misyonerler
hasta bakıcılık, tıp doktorluğu, hastane işletmeciliği, muayene ve hemşirelik
gibi konularda çok iyiydiler. Tıbbi misyonerler, hastanede yürüttükleri sağlık
işlerinin yanında, insanları Hıristiyan yapmak için aylık ve haftalık periyodik
yayınlar çıkarırlardı. Anadolu’nun hemen hemen her misyon istasyonunda sağlık
hizmetlerinin yapıldığı merkezler bulunuyordu. Bu çerçevede Sivas’ta West,
Van’da George Raynolds, Antep’te Shepard, Talas’ta Dodd ve Post, Mardin’de Tom,
Harput’ta Atkinson, Konya’da Cushman ve Merzifon’da Miss Willard isimli
misyoner tıbbiyeciler sağlık misyonlarında çalışmışlardır.[152]
1919
yılına gelindiğinde, 4.000 hasta kapasiteli Merzifon Misyon Hastanesi, 2500
yetimin barındığı bir yetimhaneye dönüştürülmüştür. İlk hastaneler Antep,
Talas, Mardin ve Van’da kurulmuştur.[153] Daha sonra İstanbul,
Merzifon, Sivas, Harput ve Diyarbakır’da birer hastane açılmıştır. Dr. Azariah
Smith 1847 yılında Antep Amerikan Sağlık Misyonunu kurmuştur. Söz konusu
hastanelerde Amerikalı Protestan misyonerler sağlık hizmeti vermişlerdir.
Merzifon, Mardin, Harput ve Van hastanelerinde yılda 17499 kişi, Antep’teki
Azariah Smith Hastanesi’nde ise yılda 4000 kişi tedavi edilmiştir. Antep
Azariah Smith Hastanesi’nde 1886 yılında 3130 hastaya hizmet verilmiş, 300
civarında ameliyat yapılmıştır.1899 yılında ise 4500 hasta ayakta, 325 hasta da
yatarak tedavi edilmiştir. Talas’taki hastanede ise 1892 yılında 5214 hasta
tedavi edilmiştir.[154] Ayrıca
yine o dönemlerde (1880-1920) verilen diğer verilere göre dispanser ve hastane
dahil olmak üzere, misyonerlere ait diğer tıbbi departmanlarda 2229 vakanın
kliniklerde tedavi edildiği ve anestezi gerektiren 354 operasyonun da fiili
olarak gerçekleştirdiği belirtilmektedir.[155]
Tıbbi
misyon çerçevesinde, 20. yüzyılın başında Van, Erzurum, Mardin, Diyarbakır,
Harput, Merzifon, Sivas, Talas, Adana ve Antep’te birer dispanser hizmet
veriyordu. Bu dönemde ABCFM’nin dünya misyon noktasında sağlık hizmetleri sunan
30 kuruluşundan 10 tanesi Türkiye’deydi. Eğitim faaliyetlerin e ilave olarak
sosyal ve özelikle tıbbi yardım faaliyetleri, vaaz ve kilise dışı toplantılar,
ev ziyaretleri ve bireysel görüşmeler aracılığıyla misyon faaliyetleri
yapılmıştır.[156]
Julius
Richter, 1910 yılı itibari ile Protestan misyoner kuruluşlarının Anadolu’daki
sağlık alanındaki çalışmalarını şöyle özetlemektedir: Amerikan Board teşkilatına
ait Anadolu’da hastane sayısı 7, dispanser 11, tedavi edilen hasta sayısı da
109.863’tür. Kaiserswerth Deaconesses Homes Misyon Teşkilatının bir hastanesi,
bir dispanseri ve tedavi ettiği hasta sayısı ise 1430’dur. Lohmann Ermeni
Yardım Topluluğunun ise iki hastanesi, üç dispanseri ve tedavi ettiği hasta
sayısı ise 4856’dır. Dr. Lepsius Alman Doğu Misyonu bir hastane, bir dispansere
sahip olup, 2848 kişiyi tedavi etmiştir. Amerikan Presbiteryanlarının bir
hastane, bir dispanser ve tedavi ettikleri insan sayısı ise 7888’dir. Buna göre
Protestan misyonun toplam 12 Hastanesi, 17 dispanseri ve tedavi ettiği hasta
ise 126.885 kişiden oluşmaktaydı.[157]
Bütün
bu faaliyetlerin yanı sıra, Protestan misyonerleri gezici misyonerlik
faaliyetleri sayesinde, Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar gidip, ev
ziyaretleri yapmışlar, birçok hastayı yerinde ziyaret
ederek tedavi etmişler, Hıristiyanlığı tanıtmaya çalışırken de Müslümanları
tanıma imkanı bulmuşlardır. Bu kapsamda, hastaneye tedavi amaçlı gelen Müslüman
ve diğer din mensuplarına İncil’i okumuşlar ve bu sayede Hıristiyanlığı yayma
girişimlerinde bulunmuşlardır.[158]
C.
Dini, Siyasi ve Sosyal Alandaki faaliyetleri
Misyonerlik
faaliyetlerinin dini alandaki misyonunu kiliseler oluşturmaktadır. Kiliseler
Hıristiyanlık tarihinde Tanrı’nın evi olarak görüldüğü için, misyonerler kilise
ortamlarında çocukları ve gençleri daha fazla tutmak ve kiliseyle
bütünleştirmek için kilise okulları teşkilatlanmasına gitmişlerdir. J.S.
Dennis, 1890’larda dini reformların ilk meyveleri olarak gördüğü kilise ile
Türk İmparatorluğunun her yeri aydınlandığında, İncil’in doğduğu yerlerin
yeniden faaliyet alanı olacağını ümit ettiklerini belirtmektedir.[159]
Misyonerler,
misyon noktasında kilise ve kilise görevlilerine çok önem vermişlerdir. Özellikle
Protestan misyoner grupları bu noktada önde gelmektedir. Nitekim 1881-1882
yıllarında yayınlanan bir istatistikte, 1881 yılında 5 Amerikan misyoner
grubunun dünyada toplam vaiz (din görevlisi) sayısı 77.953’tür. Kilise üyesi
ise 10.286.331’dir. Protestan misyonerlerinin ilk elli yıllık faaliyetleri
sonucunda Osmanlı topraklarındaki yerli kilise sayısı 200 civarındaydı ve bu
rakamlar kilise ve misyonerlere ne kadar önem verildiğini göstermektedir.
Avrupa’daki
misyon teşkilatlarının 1882’deki görevli vaiz sayısı 39.814, üye sayısı
16.770.681’dir. 1882 yılı itibari ile yabancı misyon gruplarının toplam geliri
8.976.500 dolardır. Misyon merkezlerinin masrafı 723.451’dir. Aynı yıl
itibariyle bir yılda din değiştirenlerin sayısı 38.181 kişidir. 1892 yılı itibariyle
Amerikan erkek misyoner sayısı 1111, bayan misyoner sayısı 1092, Avrupalı 2326
erkek, 921 de bayan olmak üzere toplam 5450 misyoner görev yapmıştır.[160]
Misyonerlik
çalışmaları açısından önemli bir husus da, faaliyet yürütülen bölgelerde uygun
sosyal ve siyasi şartların oluşmasıdır. Özellikle 19. yüzyılın ikinci
yarısından itibaren Batılı siyasal ve askeri güçlerin dünya genelinde
hegemonyalarını gittikçe artırmaları ve Batılı güçlerle Hıristiyan teşkilatları
arasındaki yakın irtibat, misyonerleri bu bölgeye yeni bir hamle yapmaya teşvik
etmiştir. Bu kapsamda misyon teşkilatları, sosyal ve siyasi yapının elverişli
olduğu bölgelerde misyonerler, elverişli olmadığı yerlerde ise, vakıf, dernek,
sosyal yardım kuruluşları, sağlık ve eğitim kurumları aracılığı ile kendilerini
kamufle ederek, Müslüman toplumlara yönelik misyonerlik faaliyetlerini
yürütmeye koyulmuşlardır.[161]
Misyoner
teşkilatları için, “savaşlar, iç çatışmalar, istilalar, göçler, sürgünler,
ekonomik ve siyasi buhranlar, kıtlıklar, depremler, sel ve deprem” gibi
afetler misyon çalışmaları için oldukça uygun şartlar oluşturmaktaydı. Çünkü
Misyoner teşkilatlarına göre, misyonerler faaliyetlerini yürütürken tüm
insanlara karşı yardımsever olmayı, sevgi duygusunu geliştirmeyi, siyasi
tartışmalarda taraf olmaktan kaçınmayı, sabırlı ve samimi olmayı, nezaket ve
görgü kurallarına dikkat ederek, güvenli insan modeli sergilemeyi bir metot
edinmişlerdir. Bu meyanda İstanbul misyonunun siyasi anlamdaki önemini anlatan
Alman Doğu Misyonları Müdürü Dr. Lepsiyos şöyle demektedir: “Haç ve Hilal
arasındaki mücadele, sömürgelerde değil, Asya veya Afrika’da değil, İslami
Hareketin
Asya ve Afrika’ya yayıldığı asıl merkezde yapılmalıdır. Eğer orada bir
şey
yapılmazsa yapılan başka şeylerde az çok heba olun[162]
Amerika
Birleşik Devletleri’nin Ankara temsilcilerinden Robert İmbrie’nin 11 Temmuz
1922 tarihli raporunda geçen, “Kuşku yok ki, Türk hükümeti, Türk halkı ile
Birleşik Devletler ve Amerikalılar arasında daha dostça bir duygu yaratılamamış
olmasının başlıca nedeni, Amerikan misyonerleri olmuştur. Misyonerlere karşı
oluşlarının nedeni dinsel değildir, siyasaldır. Türk halkı, misyonerlerin
sadece dinsel alanda çalışmadıklarını, siyasal eylemlere giriştiklerini
sezmektedir. Bunda da pek haksız değildirler” şeklindeki tespitleri,
misyonerlerin Osmanlı Devleti aleyhine cereyan eden siyasi olayların içinde yer
aldığını bizzat bir Amerikan vatandaşı ve Amerikan hükümet görevlisinin
kaleminden gözler önüne serilmekteydi.[163]
Osmanlı
topraklarında faaliyet gösteren Amerikan Protestan misyonerler, takip ettikleri
ders programları ve derslerde okuttukları kitaplar ile öğrencileri hürriyet
fikirleri ile besleyerek milli şuurlarını uyandırmayı okullarının temel
politikası haline getirmişlerdir. Başka bir ifadeyle azınlık gençlerini zihnen,
Osmanlı Devleti aleyhine faaliyetlerde bulunmaya ve devlete karşı isyan etmeye
hazırlamışlardır. Mezun olduktan sonra kendi mensubu oldukları toplulukların
aydın kişileri olarak, bağımsızlık fikirlerini halk arasında yaymaya
başlamışlar ve bu faaliyetleri de misyonerlerce desteklenmiştir.[164]
Anılan
okullardan mezun olan öğrenciler, azınlık isyanlarını dış dünyaya Osmanlı
Devleti’nin uyguladığı katliamlar olarak duyurmuşlardır. Böylece Amerikan
hükümeti ve kamuoyu, Hıristiyan azınlıklarının Osmanlı Devleti aleyhine
yürüttüğü siyasi faaliyetlerinde onları desteklemişlerdir. Bu noktada özellikle
Ermeni isyanları, Protestan misyonerlerinin ve okullarının en yoğun faaliyette
bulundukları bir konu olmuştur.
Bu
tür faaliyetler, Amerikan okullarında görev yapan misyonerlerin, ülkelerindeki
gazetelerde yayınlanmak üzere gönderdiği mektup ve raporlar vasıtasıyla
yürütülmüştür. Yazılarında yer alan yalan beyanlarla, kendi hükümetlerini ve
kamuoyunu Osmanlı Devleti aleyhine tavır almaya itmişlerdir. Bu tür yazıların etkisiyle
Amerika’da yapılan toplantıların çoğunda Amerikan hükümeti, azınlık
vatandaşlarına yaptığı haksız uygulamalarından dolayı Osmanlı aleyhine bazı
tedbirler almaya ve yaptırımların uygulanmasına karar vermiştir.[165]
Amerikan
kamuoyunu etkileyerek, hükümetleri üzerinde baskı kurma derecesine getiren
misyoner yazılarında, Osmanlı Devleti’ne yöneltilen suçlamalar oldukça ağırdır.
Suçlamalardan en önemlileri, "Osmanlı Devleti’nin, ülkesinde yaşayan
Hıristiyan azınlıkları din değiştirmeye zorlandığı, Müslümanlığı kabul
etmeyenlere katliam yapıldığı ve devletin yerel idareleri tarafından
kiliselerin camiye dönüştürüldüğü” türünden mesnetsiz iddialarıydı. Robert
Kolej öğretmenlerinden olan Cyrus Hamlin’in, North Amerikan Review’de
yayınlanan ve Müslümanlığı kabul etmeyen Ermenilerin Osmanlı hükümeti
tarafından katledildiğini iddia eden yazısı buna açık bir örnektir.[166]
Bir
başka suçlama, Osmanlı hükümet yetkililerinin ve halkın Anadolu’da yaşayan
azınlıkların mallarını yağmaladıkları yönündedir. Van’daki Amerikan Board
okulunda görev yapan Miss Grace Kimball’ın buradan gönderdiği ve Review of
Reviews’te yayınlanan Amerikan misyonerlerinin Van’da azınlıklara yaptığı
yardımları anlattığı mektubunda, "Türklerin, şehrin dışında yer alan
çiftliklerdeki yiyecek maddelerini ve Ermenilerin mallarını yağmaladıklarını,
ardından da onları öldürdükleri’ iddia edilmekte ve sığınacak yeri olmayan
çaresiz insanların birçoğunun da şehir merkezine geldiği anlatılmaktaydı.
Benzer bir yazı da, Antep’deki başka bir yağmayı/vakayı anlatan ve Madmazel
Carolin Hamilton tarafından kaleme alınıp Outluk’ta yayınlanan diğer bir
olaydı.
Protestan
okullarında görev yapan misyonerlerin, Osmanlı azınlıkları üzerine siyasal
alanda yaptıkları bir başka etki de, onların mezhep değiştirerek Protestanlığı
kabul etmeye ikna etme çalışmalarında kendini göstermektedir. Çalışmalar,
Hıristiyan azınlıklara yönelik yürütülen yardım faaliyetleriyle maskelenmeye
çalışılmıştır. Burada amacın, gerçekten Hıristiyan azınlıklarına yardım etmek
olmayıp, oluşturulan Protestan cemaati vasıtasıyla, ABD’nin siyasi çıkarlarını
Osmanlı ülkesinde korumak olduğu, Amerikan Board misyonerlerinin kendi
ifadelerinden anlaşılmaktadır.
Misyon
görevlisi Miss Kimball’ın Anadolu’da yürütülen yardım çalışmalarıyla ilgili
olarak hazırladığı raporundaki, "Osmanlı’nın Doğu vilayetlerinde,
Batılı devletlerin baskısıyla yapılacak olan ıslahatlardan çok ümitli
olduklarını, bölgedeki yardım dağıtımına devam edeceklerini ve misyonerlerin
sanayi kuruluşlarının faaliyetlerini bir süre daha işletmeleri gerektiğini”
belirten ifadeleri bunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır.[167]
Amerikan Board
misyonerlerinin görev yaptıkları bölgelerden
gönderdikleri
mektup ve raporlarda, Hıristiyan azınlığın başlattığı isyanlar sırasında zarar
gören Amerikan mülkleri için hükümetlerini, haksız bir şekilde Osmanlıdan
tazminat talebinde bulunmaya teşvik etmişlerdir. Hatta raporlarda, çıkan
olaylar sırasında Amerikan misyoner mülklerine bizzat zarar verilmesinin
yanında, birçok Hıristiyan Ermeni’nin katledildiği yönündeki yalan haberler de
yer almıştır.[168] Neticede
Osmanlı Devleti, özellikle Anadolu’da çıkan Ermeni isyanları sırasında zarar
gören Amerikan Board binalarının zararlarını ödemek zorunda kalmıştır. Diğer
taraftan Amerikan Board okullarının, Hıristiyan azınlıkları üzerinde çok güçlü
şekilde etkili olmasının nedeni, azınlıklar tarafından okullara gösterilen
ilginin büyük olmasından kaynaklanmaktaydı.[169]
Netice
itibariyle, 1820 yılından 19. yüzyılın sonuna kadar, Amerikan Board Teşkilatı,
Osmanlı topraklarında, 3 milyon İncil, 10 milyon civarında dini kitap dağıtmış,
550 misyoner göndermiş ve 10 milyon dolar harcamıştır. Buna karşılık çoğu
Ermeni kökenli 60.000 kişiyi Protestanlaştırmıştır. Örgüt başkanı Smith, bu
faaliyetlerin sonuçlarını değerlendirirken şöyle bir tespitte bulunmaktadır: "Hamdolsun
Çanakkale ve Akdeniz kıyılarından Rus sınırına, Karadeniz’den Suriye’ye kadar
Türkiye’nin hemen hemen bütün şehir ve köylerine erişebildik” demiştir.[170]
Misyonerlik
faaliyetlerinde sosyal etkinlik çalışmaları da önemli bir alan faaliyetiydi. Bu
kapsamda misyonerler, Anadolu’da faaliyetlerde bulunurken, sosyal etkinlikler
yapma anlamında okul mezunları için dernekler kurmuşlardır. Bu dernekler,
okullarından mezun olan eski öğrencileri ile aralarındaki bağları sağlam
tutmaya ve onların eğitimlerini sürdürmelerine yardımcı olmaya çalışmıştır.
Misyonerlerin “Okul Çalışmalarının Tacı” olarak tanımladıkları bu
kurumlar, kültürel ve manevi etkileşimi ön planda tutmuşlardır.[171]
Yine
sosyal faaliyetler anlamında, Harput çevresindeki köylerde yürütülen misyon
faaliyetleri "Touring Work yani Turne/Gezi Çalışması” adı altında
ısrarla yürütülüyordu. Bunlar arasında Caroline E. Bush tarafından yönetilen
kadın çalışmaları arasında; kadın toplantıları, kamu yararına kadın dernekleri,
danışman, öğretmen ve yetişkin eğitimcisi olarak görev yapan “İncil Kadınları”
ağını kapsıyordu. Kırsal alanda yürütülen faaliyetlerin büyük kısmı ile kadın
çalışmaları, yerli çalışanların kontrolündeydi. Ayrıca alkol bağımlılığından
insanları kurtarmak için alkol karşıtı bir organizasyon ve körler için tesis,
yetimler için barınaklar yapmak misyonerlik faaliyetleri noktasında önemli
sosyal çalışmalar olarak değerlendirilmekteydi.[172]
D.
Ekonomik ve Kültürel Alandaki Faaliyetleri
Protestan
misyonerlerinin, Osmanlı ülkesinde yürüttükleri çalışmaların azınlıklar ve
diğer gruplar üzerinde bir başka etkisi de ekonomik alanda yaşanmıştır. Kolej
seviyesinde faaliyet gösteren Amerikan okullarının bir kısmının bünyesinde
açılan, yardım-sanat bölümleri ile Protestan misyonerlerinin,
azınlıklar/gruplar üzerindeki ekonomik etkisine bir süreklilik
kazandırılmıştır. Buralarda yürütülen faaliyetlerle okullarda eğitim gören
öğrencilere birçok imkanlar sağlanmıştır.
İlk
olarak, eğitimden yararlanmak isteyen, ancak ekonomik yönden zorluklar yaşayan
öğrencilere sanat bölümlerinde çalışarak kendi eğitim masraflarını kendilerinin
karşılamasına imkan verilmiştir.[173] İkinci olarak, amacı bir
meslek/sanat eğitimi vermek olmasa da öğrenciler buralarda yaptıkları
çalışmalarla belirli bir sanat dalında becerilerini artırmışlar ve bir meslek
öğrenmişlerdir. İlerde okuldan mezun olmadan ayrılsalar dahi hayatlarını
kendilerine yeterli bir şekilde devam ettirebilecekleri bir meslek
öğrenmişlerdir.[174]
Sanat
bölümlerinin, meslek öğrenme yönünde en büyük yardımı, misyonerler tarafından
açılan yetimhanelerdeki kız ve erkek yetim çocuklar üzerinde olmuştur. Yetim
çocukların, belli bir yaşa gelip hayata atılmak için yetimhaneden
uzaklaştırılmasından önce, buralarda yaptıkları çalışmalarla kendilerine bir
meslek edinmeleri sağlanmıştır. Özellikle Amerikan Board yetimhanelerindeki
kızlara, dokuma tezgahlarında çalıştırılarak dokumacılığın bütün incelikleri
öğretilmiş ve böylece hayatta kendi başlarına kaldıklarında yaşamlarını kimseye
muhtaç olmadan devam ettirebilmelerine imkan sağlanmıştır. Misyonerlerin
çalışmalarının ekonomik alandaki bir başka etkisi de Anadolu’nun bazı
bölgelerinde neredeyse kaybolmak üzere olan bazı sanat dallarının yeniden
canlandırılması çalışmalarında görülmüştür.[175]
Protestan
misyonerlerinin, Merzifon dokumalarının önemine binaen başlattıkları
çalışmalarla, pamuklu dokumacılık 20. yüzyılın başlarında kasabanın önde gelen
bir endüstri dalı olmuş, çalışamaz hale gelen tezgahlar ve atölyeler yeniden
üretime katılmıştır. Çalışmalar özellikle Merzifon, Zile ve Hacıköy’de
yoğunlaştırılmıştır. Ancak misyonerler bu alanda yürüttükleri çalışmaları,
Osmanlı idaresinde eziyet gördüklerini iddia ettikleri mazlum azınlıkların
maruz kaldıkları soykırımların ardından, geride kalan dul ve yetimlerine yardım
etmek için başlattıklarını açıklamışlardır.
Her
şeye rağmen, çalışmalar bir yandan yok olmak üzere olan Merzifon pamuklu
dokumacılığına yeniden hayat verip gelişmesini sağlarken, diğer yandan birçok
insanın -Osmanlı azınlıklarının- bir meslek edinip hiç kimseye muhtaç olmadan
ekonomik açıdan kendi kendilerine yeterli hale gelmelerine imkan vermiştir.
Misyonerlere göre, bu şekilde bir yardım uygulaması ile yardım edilmek istenen
toplulukların sadakaya muhtaç hale gelme tehlikesi önlenmiş, ayrıca beyinlerin
ve ellerin işle meşgul olmasının sağlanmasıyla, zor durumda olan insanlar
üzerinde dolaylı bir rahatlama sağlanmıştır.[176]
Aynı
şekilde ekonomik faaliyetler ile ilgili olarak, ilk baskı makinesi, tıbbi
aletler, dikiş, dokuma, iplik, boya, dantel atölyeleri ve ilk modern
endüstriyel ve tarımsal aletler Osmanlı ülkesine hep misyonerler tarafından
getirilen yenilikler olmuştur.[177] Domates,
patates ve diğer bazı değerli sebzeler ve meyveler yine onlar tarafından Türk
halkının günlük yaşantısında vazgeçilmez bir yere konmuştur. Modern manada
tesis edilmiş okul, hastane ve dispanserlerin en ileri düzeyde örnekleri, yine
onlar tarafından açılmıştır. Bütün bu yeniliklerin birçoğu, ilk başlarda
Amerikan Board misyonerlerinin çalışmalarının bir parçası
iken, ilerleyen yıllarda
hayata getirdiği kolaylıklar dikkate alınarak Türklerin de
yaşantısına etkili bir
şekilde girmiştir.[178]
Yine
bu kapsamda, misyoner Dr. Cyrus Hamlin, Türkiye’deki çalışmaları ile ilgili
olarak Ermeni öğrencilerin ihtiyaçlarına destek olmak amacıyla onlara
İstanbul’da halkın çok ihtiyaç duyduğu demir soba, kül tavaları ve borular
yapmayı öğretmiştir. Ayrıca öğrencilerine bir un değirmeni ve fırın kurdurduğu
da bilinmektedir. Yetimhanedeki birçok kimsesiz gençler için endüstriyel
faaliyetler Van, Erzurum, Urfa, Maraş, Harput ve Sivas gibi birçok yerde
açılmıştır. Misyonlar, özellikle Hıristiyan azınlıklara yeni bir kimlik
kazandırmak gibi dini bir iddia ile ortaya çıktıkları için, bu minvalde onlara,
yeni bir sosyal düzen, yeni kimlik ve yeni kazanç kaynakları sağlamışlardır.[179]
Nitekim
sosyal faaliyetler kapsamında aktif olan ve hayatı boyunca bekar kalan misyoner
Corinna Shattuck da, 1896 yılında Urfa’da Ermeni dul kadınları için bir nakış
imalathanesi kurmuştur. Ürünlerin satışı için ABD, İngiltere, Almanya ve
İsviçre’de Pazar imkanları yaratmıştır. Ayrıca 1902’de körler okulu açmıştır.
Alman Doğu Misyonu adına faaliyet gösteren Franz Eckart ise 1897 yılında Alman
Doğu Misyonu adına Ermeni dullarını istihdam eden halı dokuma atölyesi
kurmuştur. Eckart’ın, aynı şekilde Mezre Vadisi’ndeki çiftliklerde kendi
ihtiyaçları için süt, et ve tahılın yanı sıra pazara sunulmak üzere ipek ve tığ
işleri de diğer faaliyetleri arasındaydı.[180]
Yine
bu alanda, ABD misyoneri Francis H.Leslie, Urfa’da bir tekstil atölyesi açmış
ve anılan atölyede kadın ve erkekler birlikte çalışmışlardır. 1912 yılında
tekstil işletmesi 2600 çalışanı ile faaliyet gösteriyordu. Ayrıca bu tekstil
atölyesinde okuma-yazma bilmeyen işçilere de eğitim veriliyordu. Bunlara
ilaveten Anadolu’da faaliyet yürüten misyonerler, Harput ve Diyarbakır
çevresinde “Ermeni, Kürt/Alevi, Türk ve Yezidiler arasında yaptıkları
faaliyetlerde, kendilerine sempati duyanlara, düzenli para dahil her türlü
maddi desteği sağladıkların beyan etmektedirler.
Ayrıca
Kürtçe konuşan bazı öğrencileri, Harput Kiliselerinde teolojik eğitime tabi
tutarak, Kürtler için kurdukları misyon istasyonlarında ve halk arasındaki
çalışmalarında kullandıklarını da ifade etmektedirler. Diğer taraftan
misyonerlerin bütün bu aktif faaliyetlerine rağmen, Osmanlı tebaasındaki halkın
büyük çoğunluğu, ekonomik imkansızlıklara rağmen, misyonerlerin maddi desteğini
reddetmiştir.[181]
Protestan
okullarında ve özellikle kız okullarında el işleri ve diğer etkinlikler
vesilesiyle kazanılan paralarla fakirlere yardım etmek, cemaatin değişik
işlerine ve kilise görevlilerinin maaşına katkıda bulunmak bir gelenek halini
almıştı. Bunlar okul raporlarında “Hayır Çalışmaları” adı altında yer
almaktaydı. Mesela İstanbul Pera Kız Okulu’ndaki öğrenciler dikiş yaparak
kazandıkları paradan, aylık dua toplantılarında ihtiyaç sahiplerine yüklü
miktarda yardım yapmışlar ve buna ek olarak da kendi pastörlerinin maaşlarını
ödemişlerdir. Ayrıca Amerikan Kız Koleji, 1910 yılında “Young Women Christian
Association (YWCA-Genç Hıristiyan Kadınlar Birliği) adlı dünya çapında faaliyet
gösteren bir teşkilatla işbirliği yapmış ve bu teşkilatın öncülüğünde, birlikte
değişik faaliyet komiteleri oluşturmuşlardır.[182]
Bu
komitelerden ilki “Hayırseverlik Komitesi’dir.” Komite misyonerlik ve hayır
çalışmaları ile ilgilenen mezunlara ve yerli halktan çeşitli gruplara para
yardımlarında bulunuyordu. Bu fonlar kolejin daimi öğrencilerinden, kuruma
maddi katkıda bulunanlardan, düzenlenen konserlerden ve kızların özel
çalışmalarından elde ediliyordu. Adı geçen komite 1912 yılında fakirlere
giyecek yardımında bulunmuş ve Pera Hastanelerine çiçekler göndermiştir. İkinci
komite “Sosyal Komite ve Dostluk Komitesi’ydi.” Bu komite de her ders yılı
başlangıcında yeni gelen öğrencileri mutlu etmek ve birbirleriyle kaynaştırmak
amacıyla resepsiyonlar düzenliyordu.
Bu
komitelerde görev alan öğrenciler maddi ve manevi anlamda büyük bir haz duyarak
bu işi yapıyorlardı. Zira herhangi bir komiteye üye olmak isteyen kızların şu
yemin metnini okuyup ilan etmesi isteniyordu: "Hıristiyan Birliğinin
(YWCA) bir üyesi olmak için Tanrı’nın yardımıyla, Isa’nın ruhu içinde Tanrı’nın
çocuğunun hayatı gibi bir hayat yaşayacağıma, her hafta birliğin toplantılarına
düzenli olarak katılacağıma, öğrenci arkadaşlarıma yardıma, özellikle de
onların arasında manevi hayatın gelişmesine gayret edeceğime ve bunları
dualarımda özel bir konu olarak zikredeceğime söz veriyorum”.[183]
Üçüncü
komite “Dini Toplantılar Komitesi’ydi”. Öğrencilerin kurduğu komite, yıl
boyunca Pazar akşamı ayinlerini düzenliyor ve bunların konuşmacılarını
ayarlıyordu. Dördüncü komite ise, Merzifon Anadolu Koleji’nde kurulan
“Arkeoloji Kulübü/Komitesi’ydi.” Kulübün amacı bölgedeki tarihi eser ve eşyaların
toplanmasına, bunlardan bazılarının Avrupa’daki meşhur müzelere gönderilmesine
ve bazılarında satılmasına katkı sağlamaktı. Misyonerlerin ekonomik ve kültürel
alandaki faaliyetlerine bakıldığında, misyonerlerin oluşturdukları kurumlarda
verilen hizmetlerde, sadece öğrencilerin bireysel gelişiminin esas alınmadığı,
onların sosyal çevreleri ile ilişkileri, ilerideki yaşantıları ve hatta
mesleklerinin okulun dünya görüşü etrafında biçimlendirilmeye çalışıldığı
açıkça görülmektedir.[184]
Misyoner
gruplarınca sosyal etkinlikler kapsamında oluşturulan Cercles ve patronage
dernekleri, kültürel faaliyetler için önemli bir misyon üstlenmiştir. Dernekler
kapsamında okul sonrası eğitim, kütüphanelerde kitap okuma, tiyatro, gezi, müze
ziyaretleri ve sergiler, tartışmalar ve oyunlar aracılığı ile sosyal
birlikteliği sağlamaya imkan veriyordu. Ayrıca telaffuzu geliştirme, dil
çalışmaları, sosyal faaliyetler, şehirlerdeki fakirler yararına yardımlar
toplama, müzik ve konser gibi kültürel faaliyetlerle de hizmet veriyorlardı.
Nitekim kültürel faaliyetler kapsamında misyon teşkilatlarının oluşturduğu
kütüphanelerde bulundurulacak kitaplar için koydukları şartlar bunun somut bir
örneğini teşkil etmekteydi.
Bu şartlardan birincisini, misyoner toplulukların çalışma şartları
üzerine yazılmış kitapları, ikincisini misyon tarihini yansıtan tarih
kitapları, üçüncüsünü büyük misyonerlerin biyografileri, dördüncüsünü yabancı
toplum ve coğrafyaları tasvir eden kitapları, beşincisini misyonerlerin
putperestler arasındaki çalışmaları ile ilgili hikayelerini, altıncısını ise
gerçekler üzerine kurgulanmış, misyonerlikle ilgili roman kitapları
oluşturmaktaydı. Görüldüğü gibi kitaplar tamamen misyonerlik faaliyetleri
üzerine endekslenmiştir.[185]
E.
Basın-Yayın Alanındaki Faaliyetleri
Misyonerler
hedef coğrafyalarda kabul görmek, yerleşmek ve taraftar edinmek için basın
yayın çalışmalarına da büyük önem vermişlerdir. Osmanlı Devleti’nde basın yayın
faaliyetlerinin gelişmemiş olması da misyonerlerin bu alanda etkin rol
almalarında büyük etken olmuştur. Bu kapsamda Osmanlı topraklarına gelen
misyonerlerin en önemli faaliyet alanını basın yayın organları (matbaa,
baskı makinesi, kitap, resim, broşür, dergi, el ilanları ve risale gibi) oluşturmuştur.
Çünkü misyonerler bu alanda birçok insana broşür, dergi, kitap, mecmua ve İncil
vasıtasıyla vermek istedikleri dini ve siyasi mesajları ulaştırma imkanı
bulmuşlardır. Bu alanda 1815 tarihinde Church Missionary Society örgütü ana
karargahını Malta’da “Akdeniz Misyonu” olarak kurup faaliyetlerine başlamıştır.[186]
Söz
konusu Akdeniz Misyonu, Malta”da bir matbaa açmış ve matbaa kurulduğu tarihten
itibaren 10 yıllık süreç içerisinde yaklaşık 21 milyon sayfadan oluşan toplam
350.000’i bulan çeşitli kitaplar yayınlamıştır. Bu rakam Osmanlı matbaasının o
dönemde bastığı kitap sayısından kat kat fazlaydı. William Goodell Malta’da
kurulan matbaayı 1833 yılında İzmir’e ve 1850’li yıllarda da İstanbul’a
taşımıştır. İzmir de kurulan matbaada kısa bir süre sonra Yunanca bir gazete de
çıkarılmaya başlanmıştır. İlk olarak Türkçe basım Yunan harfleri ile
yapılırken, Türkçe harflerle Ermenice basım da 1828 yılında yapılmaya başlanmış[187] ve
1880’li yıllarda, Osmanlı topraklarındaki misyon matbaalarında 3 milyon İncil
ve 4 milyondan fazla da çeşitli dini kitaplar yayınlanmıştır. İstanbul’da
kurulan matbaanın yanı sıra Ankara’da da yeni bir matbaa kurulması düşünülmüş,
bununla beraber İstanbul’daki matbaa 1870’li yıllardan sonra daha modern bir
binaya kavuşmuştu. Antep’te ilk matbaayı 1831 yılında kuran Amerikalılar,
1880’de yeni bir misyoner matbaası faaliyete geçirmiştir. Antep Amerikan Koleji
Müdiresi Ms. Mary Hollister’in girişimleriyle kurulan bu matbaanın ilk
yayınları değişik kitap ve risale türünde, modern Ermenice, Ermeni harfli
Türkçe, Bulgarca, İbranice, Arap harfli Türkçe, Rumca, Osmanlı Türkçesi, Klasik
Türkçe, Kürtçe ve İngilizcedir.[188]
1850’li
yıllarda İstanbul”da bir İncil kitapevi kurulmuştur. Burası misyonerlerin basın
yasın merkezi durumundadır. Burada 1883 yılına kadar 3 milyondan fazla İncil
dağıtılmış ve 4-5 milyon da diğer propaganda kitapları basılarak Anadolu’nun
çeşitli bölgelerine gönderilmiştir.[189] 1822 yılından 1900 yılına
kadar İstanbul, Antep, İzmir ve Malta matbaalarında dini ve siyasi propagandaya
yönelik basılan sayfa sayısı 600.000.000 civarındadır. O zaman Osmanlı
Devleti’nde yaşayan nüfusun 25 milyon olduğu düşünülürse, her kişiye 25 sayfa
dini ve siyasi muhtevalı propaganda yayını düşmektedir. O dönemde bu faaliyetin
ne kadar büyük ve önemli olduğu ortadır. 1920 yılında bile İstanbul’da
yayınlanan 32 gazeteden sadece 6’sı Türkçe’dir. Diğerlerinin; 9’u Ermenice,
7’si Rumca, 7’si Fransızca, 2’si Arapça ve 1 tanesi de Bulgarca’dır.[190]
Misyonerler okul çalışmalarında da kitap, risale, gazete, dergi ve
benzeri organlardan yararlanmışlardır. Kitaplar yöre insanlarının özelliklerine
göre kısa ve özlü bir şekilde yazılmaya çalışılmış ve misyoner okullarında
okutulmuştur. Çünkü misyoner okulları gerektiği şekilde Osmanlı Devleti
tarafından denetlenememiştir. 19. yüzyılda Osmanlı Devleti’ndeki eğitim
alanında meydana gelen bu boşluğu dolduran Amerikan İncil Cemiyeti, yüzyıl
içerisinde beş milyona varan İncil bastırıp, Anadolu ve Yakın Doğu ülkelerine
dağıtmayı başarmıştır. İncil ve diğer yayınlar söz konusu ülkelerin ve tüm
azınlıkların dillerine çevrilmiş ve tekrar tekrar basılmıştır.[191] 1908’e
kadar Osmanlı
İmparatorluğu’ndaki
Amerikan matbaalarında yapılan toplam baskı 900.000.000
sayfayı aşmıştır.[192]
Protestan
misyonerlerin, basım faaliyetlerini İstanbul’a taşımalarından sonra önce
Eminönü’nde daha sonra da “Bible House” adıyla İstiklal Caddesi’nde yayım
çalışmalarını sürdürmüşlerdir. ABCFM, Kutsal Kitap ve Kutsal Kitap Bölümleri’ni
yayınladığı gibi, 1850’li yıllardan itibaren de İncillerin dördü de Ermeni
harfleri ile yazılmış Kurmanci Kürtçesi’nde yayınlanmıştır. 1839’da İzmir’de
ilk büyük Ermeni Gazetesi “Şafak” kurulmuş, akabinde 1840’ta yine İzmir’de
yayına başlayan “Ararat” ve İstanbul’daki diğer gazete ve kitap neşriyatı
bunları takip etmiştir.[193]
Antep’te
ilk gazeteyi de Amerikalılar çıkarmıştır. 1872 yılında Amerikan Koleji
tarafından Latin harfleri ile Türkçe olarak haftalık Ayıntap Gazetesi
çıkarılmıştır. 1886’da Amerikan Tıp Fakültesi’nin Ermeni öğrencileri tarafından
Ermenice, Ermenice-Türkçe olarak “Avedaper Gazetesi” haftalık olarak
yayınlanmış ve 1885’te bin aboneye ulaşmıştır. 1901’de yine Amerikan Koleji
Ermeni öğrencileri tarafından aylık kolej dergisi yayınlanmıştır. Avedaper’in
yanı sıra süreli yayınlar olarak Rumca ve Grek alfabesiyle Türkçe yayınlanan
Angeliophoros (Haberci) isminde çocuk gazetesi, Bulgarca yayınlanan Zornitza
gibi dergilerden başka belli başlı misyon istasyonlarının rüştiye,
idadi/sultani ve kolej bünyesinde öğrenci katılımıyla benzer yayınlar
yapılmıştır.
Bahse
konu yayın organlarının yanı sıra Urfa yöresindeki faaliyetleri anlatan ve Anadolu’daki
süreli yayınların en önemlilerinden birisi olan Harpoot News (Harput
Haberleri),[194]
kolejlerde ve idadilerde basımı yapılan okul kitapları, Türkçe-İngilizce ve
İngilizce-Türkçe Redhouse sözlükleri, iki haftalık bir Ermeni-Protestan
Gazetesi de önemli basın yayın organları arasındaydı. Ayrıca Amerikan ABCFM
örgütünün yayın organı Missionary Herald isimli gazete de misyonerlerin
Anadolu’daki misyon faaliyetlerini raporlar halinde yayınlayan ve misyonerlere
siyasi, sosyal ve dini konularda destek veren güçlü bir yayın organıydı.[195] Diğer
yandan yukarıda adı geçen yayın organlarının birçoğu The American Bible
Society, American Tract Society ve Religous Tract Society gibi Protestan
örgütleri tarafından finanse ediliyorlardı.
Bütün
bu faaliyetlerin yanında, Rumlar milli kültürlerini yeniden canlandırmak
amacıyla, 1860 yılında Rum Silloğu’nu (Cemiyeti/Ögütü) kurmuşlardır. Bu örgüt
kendi çalışmaları ile birlikte İzmir, Konya, Kıbrıs, Kahire ve İskenderiye Rum
sillogları ile de yakın ilişkiye girmiştir. Rum Silloğunun İstanbul dışındaki
bölgelerde faaliyet gösteren söz konusu cemiyetlerin yanında, İstanbul’da
faaliyete geçirilen; “Konkord Mahveli, Minerva Mahveli, Hirisopolu Mahveli,
Yeniköy Mahveli” ile de irtibatlarını sürdürmüştür. Zamanla Rumeli ve Anadolu’da
faaliyet gösteren bütün okulların kültürel yönden Rum Silloğuna bağlanması
sonucunda, cemiyet etki alanını genişletmiştir.
Sillog
bünyesinde oluşturulan Maarif ve Mektepler, Rum unsurlarını milli ve manevi
açıdan şuurlandırmıştır. Ayrıca Ermenilerin eğitim, kültür ve siyasi
teşkilatlarını destekleyen Mihitarist Teşkilatı da Anadolu’da faaliyet yürüten
diğer önemli bir kültürel sivil toplum örgütüdür. Bu örgüt Ermenilerin
Edebiyat, Tarih ve din alanındaki çalışmalarını araştırma ve tercüme yoluna
gitmiş ve Ermeni toplumunun milli uyanışını sağlamıştır.[196]
12.
ve 13. yüzyıllarda Katolik misyonerlerin Anadolu’ya
ayak basmasıyla başlayan misyonerlik faaliyetleri, 19. yüzyılda Protestan
misyonerlerin Anadolu’ya gelişleri ile en yoğun dönemini yaşamıştır. Ancak
Anadolu’daki en etkili ve nüfuzlu misyon teşkilatlanmasını Protestan gruplar
oluşturmuştur. Hıristiyan misyonerlerin “Bible Land” İncil Ülkesi olarak
adlandırdıkları Anadolu’yu hedef almalarında birçok sebep bulunmaktadır.
Anadolu Hıristiyan misyonerlerine göre Asya’nın anahtarı ve Hıristiyanlığın
beşiğidir. Bilindiği üzere Pavlus Tarsusludur ve Anadolu’da birçok yeri
gezmiştir. İstanbul Türklerin elindedir ve Hıristiyanlık inancında önemli bir
yere sahip olan konsüllerden İznik, Kadıköy ve İstanbul Konsülleri de
Anadolu’da yapılmıştır.
Bu
tarihi ve kültürel değerler yanında, Türkiye jeopolitik ve stratejik olarak da
önemli bir konumdadır. Bu nedenle Avrupalı devletlerden siyasi, sosyal,
iktisadi ve dini alanlarda destek alan Hıristiyan misyonerler, Osmanlı
İmparatorluğu’ndaki yasal boşluklardan, etnik unsurlar arasındaki kültürel
farklılık ve ahlaki yozlaşmadan da faydalanarak yoğun bir şekilde
faaliyetlerine devam etmişlerdir. Başlangıçta Müslümanlar ve Yahudiler üzerine
yoğunlaşan, ancak karşılarında muhatap bulamayan misyonerler, Osmanlı
topraklarında yaşayan "Ermeni, Rum, Süryani” gibi azınlık
gruplarına ve “Alevi/Bektaşi, Yezidi, Nasturi ve Kürt” gibi etnik/dini
unsurlara yönelmişlerdir.
Bu
kapsamda, Protestanlar 1850’li yıllarda büyük bir hayranlık ve istekle Anadolu
Aleviliğini keşfettiler. İslam’ın içinde olmasına rağmen, tam anlamda şeriata
bağlı olmayan, Kuran-ı Kerim’in bazı hükümlerini kabul etmeyen, sosyal ve dini
anlamda kendilerini Sünni Müslümanlardan farklı gören bir grupla
karşılaşmaları, misyonerleri şaşırtmıştı. Misyonerler Aleviliği, kendilerine
kültürel ve dini anlamda sempatik gelmesi ve Hıristiyan inanç sistemine çok
yakın görmelerinden dolayı, İslam ile Hıristiyanlık arasında kurulan bir köprü
olarak gördüler.
Protestan
misyonerler, teolojik anlamda, dini ritüellerin uygulanması noktasında ve bazı
sosyo-kültürel alanlarda Alevilerin Hıristiyanlık inancıyla birçok ortak
noktasının var olduğunu ileri sürdüler. Bu bağlamda iki inanç arasında;
•
Tanrı’nın Baba, Oğul ve
Kutsal Ruh olduğu inancının Alevilerde Allah, Muhammed ve Ali üçlemesi olduğu,
•
Hıristiyanların 12
havarisine karşılık, Alevilikte 12 imam inancının var olduğu,
•
Dua ve oruç vakitlerinin
her iki halkta da neredeyse aynı olduğu,
•
Hıristiyanlıkta sadece
bir kadın ile evlenildiği, Alevilikte de bir kadın ile evlenildiği,
•
Hıristiyanların, Aleviler
gibi sakallarını, bıyıklarını ve koltukaltlarını tıraş etmedikleri, abdest
almadıkları, namaz kılmadıkları, Kuran-ı Kerim’i ve Şeriatı reddettikleri,
•
Alevilerin ahir zamanda
kendilerine yol gösterecek bir kurtarıcı bekledikleri, Hıristiyanların da kurtarıcı
olarak İsa’yı bekledikleri,
•
Hıristiyanların
göğüslerinde haç çıkartarak şahadet ettikleri, Alevilerin de avuçlarını
göğüslerine koyarak aynı şeyi yaptığı ve Alevilerin Hz. Ali’nin yolundan
gitmelerinden dolayı kendilerine Alevi dediklerini ifade ettiler.
Başlangıçta
Alevileri ideal İslam misyonerlerine dönüştürmeyi düşündüler, ancak Osmanlı
İmparatorluğu’nda din değiştirmenin cezasının ağır olması, siyasi ve sosyal
şartların elverişsiz olması, Alevi grupların bir çoğunun misyonerlere sıcak
bakmaması ve Sünni kesimden gelen tepkilerden dolayı istediklerini elde
edemediler.
Anadolu’da
farklı yöntem ve metotlarla misyonerlik faaliyetlerinde bulunan Protestanlar,
özellikle eğitim ve sağlık alanında yaptıkları çalışmalar neticesinde
Türkiye’de yaşayan azınlık grupları ve yerli halk arasında etkili olmuşlardır.
Misyonerlerin açtıkları okullarda öğrenimlerini tamamlayarak, devletin resmi
kurumlarında görev alan şahısların, itibar görmeleri ve başarılı olmaları bu
okulların etkinliğini artırmıştır. Çünkü misyoner okullarının kalitesi,
devletin resmi okullarının kalitesinden oldukça yüksekti. Bu sebeple Müslüman
Türklerde, başlangıçta bu okullara mesafeli durmasına karşılık, 20. yüzyılın
başlarından itibaren çocuklarını bu okullara göndermeye başlamışlardır.
Osmanlı
İmparatorluğu’nun ekonomik, siyasi, askeri ve sosyal alanda geri kalmasından
dolayı ortaya çıkan boşluğu misyon görevlileri iyi doldurmuş ve Anadolu’nun
birçok bölgesinde misyon merkezleri kurarak etkili olmuşlardır. Yine
emperyalist güçlerin baskıları sonucu Osmanlı yönetimine dayatılan kapitülasyon
antlaşmaları/ayrıcalıkları, Islahat ve Tanzimat Fermanları ve Kanuni Tanınma
Nizamnameleri ile Osmanlı tebaasında yaşayan farklı etnik ve dini unsurlara
verilen yeni haklar, misyonerlerin başarılı olmasında önemli etkiye sahip
olmuştur.
Protestan
misyonları, Osmanlı topraklarında yaşanan değişimlerin önemli araçları oldular.
Bu bağlamda "Mevcut siyasal düzenin sorgulanması, azınlık hakları,
milliyetçilik düşüncesi, sivil toplum örgütlerinin önemi, demokrasi ve hukuk
devleti” gibi yeni fikirleri/gelişmeleri savunarak, çağdaşlaşmasının yolunu
açmışlardır. Osmanlı devletinin demografik yapısı da siyasal misyonerliğe
oldukça uygun bir zemin oluşturuyordu. Çünkü Osmanlı Devleti’nin tebaasında
Rum, Ermeni, Yahudi, Süryani, Yezidi, Arap, Kürt, Alevi/Bektaşi, Maruni,
Nusayri gibi dini ve etnik kimliklere sahip gruplar bir arada yaşıyordu.
Misyonerler, kendilerine teşkilatlandırıp, Anadolu’ya gönderen ülkelerin
temsilcileri ile işbirliği içerisinde çalışmalarını yürütüyorlardı. Elçilikler
ve konsolosluklar misyonerleri çalışma alanlarına göre organize etmiş ve
onlardan belirli aralıklarla değerlendirme raporları istemiştir. Söz konusu
raporlara göre de yeni stratejiler ve hareket planları yapılmıştır.
Ayrıca
misyonerler, yürüttükleri çalışmalar esnasında karşılaştıkları problemleri,
kendilerine destek veren ülkelerin diplomatları aracılığıyla çeşitli
platformlara taşıyarak kendilerine destek ve çözüm aramışlardır. Emperyalist
ülkeler hedef kitlelerini desteklemek ve cesaretlendirmek için birçok
şehirlerde konsolosluklar, acenta ve sigorta şirketleri açmışlardır. Misyonlar,
Anadolu’daki hedef kitleleri üzerinde milliyetçi ve etnik farklılıkları ön
plana çıkarak özellikle Hıristiyan azınlık üyeleri için yeni bir sosyal düzen,
yeni bir kimlik ve ekonomik bağımsızlıkları için yeni kazanç yolları getirmeye
çalışmışlardır.
Misyonerlerin
bütün bu faaliyetlerine karşın, Sultan Abdülhamit döneminden itibaren, gayri
resmi yollardan açılan yabancı ve azınlık okullarının zorlaştırılmasını içeren
nizamnamelerin yürürlüğe sokulması, I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi, Milli
Mücadelenin basarıyla kazanılması, tehcir, mübadele ve milli esaslara dayalı
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulmasıyla Türkiye'de misyonerlik
faaliyetlerinin bir durgunluk içerisine girdiğini görüyoruz. Bu kapsamda,
Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarında misyoner okullarının büyük bir kısmı
kapanmış, misyonerler uygun bir çalışma zemini bulamadıkları için de zamanla
amaçlarına ulaşamadan ülkelerine geri dönmüşlerdi. Hatta 1928 yılında Bursa
Amerikan Kız Koleji'nde, Müslüman kızların Hıristiyanlaştırıldığı gerçeğinin
ortaya çıkarılmasından sonra bu okul da Atatürk'ün emriyle kapatılmış ve
misyonerlerin çalışma şartları çok zorlaşmıştır.
Tarihi
süreç içerisinde Anadolu’ya yönelik olarak başlatılan ve halen devam eden
misyonerlik faaliyetlerinin başarıya ulaşmasını engellemek ve bu örgütlere
karşı koymak için şu çözüm ve önerilerin dikkate alınmasında fayda mülahaza
edilmektedir.
•
Bu örgütler genel
itibarı ile hedef ülkelerin sivil toplum kuruluşları ile
irtibata geçerek, çoğu
zaman denetim eksiklikleri ve ilgili
devlet
kurumlarının
yasal boşluğundan yararlanarak faaliyetlerini rahatça yürütebilmektedir.
Misyonerlerin faaliyette bulundukları ülkelerde en başarılı oldukları alanlar
okullar, hastaneler, acente şirketleri ve kimsesiz çocukların kaldığı
yetimhanelerdir. Birçok ülkede okul ve eğitim imkânlarının kısıtlı olması
sebebiyle insanlar, çocuklarını misyoner okullarına göndermeye mecbur kalmaktadır.
İslam ülkelerinde bu tür inanç sömürüsü yapan kurumların faaliyet alanları ve
çalışma yöntemleri konusunda insanların uyarılması, çoğu yerde serbestçe
yapılan misyonerlik faaliyetlerine kanunlar çerçevesinde müsaade edilmemesi
gerekmektedir.
•
Toplum içerisindeki
sosyal dokuyu değiştiren ve aynı toplumda yaşayan insanları inanç, anlayış,
toplumsal değerler ve statü farkları ile ayrıştırmaya yönelik çalışmalar yapan
misyoner örgütlere karşı önlemler alınması ve toplumun bilinçlendirilmesi
gerekmektedir.
•
Misyoner örgütler
özellikle Pavlus öğretisi gereği birçok coğrafyada
faaliyetlerini sinsice yürütmekte, hatta bazen
çalışmalarını yerel kurumların maskeleri arkasında veya yasadışı şekilde devam
ettirmektedirler. Bu konuda yetkililer tarafından, halkın, sivil toplum
kuruluşlarının ve devlet kurumlarının uyarılması ve hep birlikte tehlikelere
karşı dikkatli olunması önem arzetmektedir.
•
Misyoner örgütlerle
mücadele anlamında, özellikle bu alanda tecrübeli olan kurumların deneyimlerini
aktarabilecekleri seminer programları, konferanslar ve çalıştayların
gerçekleştirilmesi önem verilmelidir.
•
Öncelikli kriz
bölgelerinin (yangın, sel, deprem, kıtlık, hastalık ve diğer doğal afetler)
belirlenmesi ve bu bölgelere yönelik projeler geliştirilmesi, azınlıkların
yaşadığı bölgelerde sivil toplum kuruluşlarının, çatı kuruluşlar aracılığıyla
çalışmalar yapması, insan tacirlerinin, mafyaların, illegal çalışmalarda
bulunan grupların faaliyetlerine engel olunması önem arz etmektedir.
• ^Türkiye’de çocuk ve gençlere yönelik din eğitimini destekleyecek
yeterli
sayı
ve nitelikte materyal eksikliği, yetersiz öğretim programları da diğer bir
problem alanıdır. Bu bağlamda İslam dinini farklı yönlerden öğrencilerin
gelişim basamaklarına ve ilgilerine uygun olarak kitap, dergi, film ve görsel
malzemelerin hazırlanmasına ve nitelikli eleman yetiştirilmesine önem
verilmelidir.
•
Bilindiği üzere,
Türkiye’de etnik bölücülüğün kışkırtıldığı bölgeler de kendilerini Alevi/Kürt
olarak niteleyen, Türkmen vatandaşlar yaşamaktadır. Bu kapsamda Alevilik
üzerine bilinçli-bilinçsiz yazılı ve görsel medyada, çeşitli entelektüel ve
akademik çevrelerde spekülatif açıklamalar, ideolojik nitelemeler, Aleviliği ve
Alevileri İslam dışı gösterme çabalarının önüne geçilmelidir.
•
Din öğretimi veren
öğretmenlerin, müftülerin, vaizlerin, imamların ve diğer din görevlilerin
sürekli kendilerini yenilemeleri için hizmet içi kurslarından geçirilmeleri
gerekir. Hizmet içi eğitimin verildiği yerlerde özel nitelikli öğretim
üyelerinin görevlendirilmesine özenle dikkat edilmelidir.
Aksoy,
Gürdal, Dersim (Alevilik, Ermenilik, Kürtlük), İletişim Yayınları,
İstanbul- 2016.
Albayrak,
Kadir, Keldaniler ve Nasturiler, Vadi Yayınları, Ankara-1997.
Bayrak, Mehmet,
Ezidi-Kızılbaş-Yaresan Kürtler (Belgelerle Kürdistan’da Gizli Dinler), Özge
Yayınları, Eylül-2014.
Bey,
Ahmet Hamdi, İslam Alemi ve İngiliz Misyonerler, Yeditepe
Yayınevi, İstanbul-2010.
Bey,
Baha Said, Türkiye’de Alevi Bektaşi Ahi ve Nusayri Zümreleri, Yayına
Hazırlayan: İsmail Görkem, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara-2000.
Birge,
John Kingsley, Bektaşilik Tarihi, Çeviri: Reha Çamuroğlu, Ant
Yayınları, İstanbul-1991.
Celal
Öney, “Protestan Misyonların Anadolu’daki Aleviler Arasında Faaliyetleri
ve Sultan II.Abdülhamid’in Aldığı Tedbirler (The Missionary Movements Among the
Anatolian Alevıs and the Precautions, Taken by Sultan Abdulhamid II)”,
Geçmişten Günümüze Alevilik I. Uluslararası Sempozyumu (Alewism From Past To
Present I. Internationa Symposium-03-05 Ekim/October 2013), Bingöl Üniversitesi
Yayınları 2014.
Cilacı,
Osman, Hıristiyanlık Propagandası ve Misyonerlik Faaliyetleri, Diyanet
İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara-2005.
Deringil,
Selim, Simgeden Millete II. Abdülhamid’den Mustafa Kemal’e Devlet ve
Millet, İletişim Yayınları, İstanbul-2017.
Dressier,
Markus, Türk Aleviliğinin İnşası, (Oryantalizm, Tarihçilik, Milliyetçilik
ve Din Yazımı), Çev: Defne Orhun, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları,
İstanbul-2016.
Eray
Yılmaz, “II. Abdülhamit Döneminde Bektaşi Meselesi (1876-1908)”, Alevilik-Bektaşilik
Araştırmaları Dergisi, Sayı:17, 2018.
Erdem,
Mustafa, Türkiye de Misyonerlik Faaliyetleri, Ensar Neşriyat
Yayınları, İstanbul-2005.
Erdoğan,
Dilşen İnce, Amerikan Misyonerlerinin Faaliyetleri ve Van Ermeni
İsyanları, IQ Kültür Sanat yayıncılık, İstanbul-2008.
Fığlalı,
Ethem Ruhi, Türkiye de Alevilik Bektaşilik, Selçuk Yayınları,
Ankara- 1996.
Gökbel,
Ahmet, Sivas ve Tokat Çevresinde Misyonerlik, Dinler Tarihi
Araştırmaları-V, Dinler Tarihi Derneği Yayınları, Ankara-2005.
Gündüz,
Mustafa, “Tanzimat Döneminde Özel Öğretimin Başlaması ve Ahmet
Cevdet Paşa’dan ilginç Bir Rapor”, Eğitime Bakış (Eğitim-Öğretim ve Bilim
Araştırma Dergisi), Ankara-2017.
Gündüz,
Şinasi, Misyonerlik, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara-2005.
Güney, Tuncer, Aziz
Paul’dan Günümüze Misyonerlik ve Fener Rum
Patrikhanesi, Andaç
Yayınları, Ankara-2014.
Hasan
Onat-Sönmez Kutlu, İslam Mezhepleri Tarihi, Grafiker Yayınları,
Ankara-2017.
Hopkins,
E.W. - Halidi, M. - Moore, G.F. - Ferruh, Ö. Tarihte ve Günümüzde
Misyonerlik, Örgün Yayınevi, İstanbul-2006.
Hülagü,
Metin,“Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Misyoner, Ermeni, Terör ve Amerika
Dörtgeninde Türkiye”, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 10, Ankara-2001.
İnan,
Uğur, Osmanlı Devleti’nde Almanların Protestan Misyonerlik Faaliyetleri,
Türk Tarih Kurum Yayınları, Ankara-2005.
Karakaya
Stamp, Ayfer, ‘’The Emergence of the Kızılbaş in Wesrtern
Thought:Mıssıonary Accounts and Their Aftermath’’, Archeology, Anthropology and
Heritage in the Ballkans and Anatolia, Ed. David Shankland, Isis Press,
İstanbul-2004.
Keha,
Murathan, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Misyonerlik ve Erzurum’daki
Faaliyetleri”, EKEV Akademi Dergisi, Cilt: 58, Sayı:58, Kış-2014.
Kıeser,
Hans Lukas, Iskalanmış Barış (Doğu Vilayetlerinde Misyonerlik,
Etnik Kimlik ve Devlet 1839-1938), Çeviren: Atilla Dirim, İstanbul-2010.
Kocabaşoğlu,
Uygur, Anadolu’daki Amerika, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara- 2000.
Küçük,
Abdurrahman, Ermeni Meselesi ve Terör, Andaç Yayınları, Ankara-
2003.
Küçük,
Abdurrahman, “Misyonerlik Nedir? (Misyonerlik ile Tebliğ
Arasındaki Fark)”, Dinler Tarihi Araştırmaları-V, Dinler Tarihi Derneği
Yayınları, Ankara- 2005.
Küçük,
Abdurrahman, Misyonerlikten Diyaloğa Türkiye, Berikan Yayınevi
Yayınları, Ankara-2011.
Küçük,
Mehmet Alparslan, Türkiye Protestan Ermenileri, Berikan Yayınevi
Yayınları, Ankara-2009.
Küçükoğlu,
Bayram, Türk Dünyasında Misyonerlik Faaliyetleri, IQ Kültür Sanat
Yayıncılık, İstanbul-2005.
Malkoç,
M. Numan, Türkiye de Misyonerlik Faaliyetleri, Ensar Neşriyat Yayınları,
İstanbul-2005.
Mualla
Selçuk-Halis Albayrak- Peter Antes-Richard Heinzman-Martin Thurner,
İslamiyet-Hıristiyanlık Kavramlar Sözlüğü, (Eugen-Biser Vakfı ve Ankara
Üniversitesi İşbirliği) Ankara Üniversitesi Yayınları, Ankara-2013.
Ortaylı,
İlber, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Amerikan Okulları Üzerine Bazı
Gözlemler”, TODAİE Dergisi, C.14, Sayı:3, Ankara-1982.
Ortaylı,
İlber, Osmanlı Barışı, Ufuk Kitap Yayınları, İstanbul-2006.
Ortaylı,
İlber, Osmanlı’da Değişim ve Anayasal Rejim Sorunu, Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları, İstanbul-2008.
Oymak,
İskender, Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri, Ankara Okulu Yayınları,
Ankara-2010.
Taylor,
James Barnett, “Journel of a Tour in America, Kurdistan, and Upper
Mesopotamia, With Notes of Researches in Deyrsim Dagh, The Journal of the Royal
Geoprahical Society of Londan, 38 (1866).
Trowbridge, Stephen
Van Rensselaer, “The Alevis, Or Deifiers Of Ali” Harvard Theological
Review, 2(1909).
Tümer,
Günay. - Küçük, Abdurrahman, Dinler Tarihi, Ocak Yayınları, Ankara- 2002.
White,
George Edward, “Some Non-Conforming Turks”, Moslem World 8:3(1918).
White,
George Edward, “Survivals of Primitive Religion Among People of Asia
Minor”, Journal of The Transactions of The Victoria Institute, 39(1907).
White, George
Edward, “The Shia Turks”, Journal of The Transactions of The Victoria
Institute, 40(1908).
Açıkses,
Erdal, Amerikalıların Harput’taki Misyonerlik Faaliyetleri, Türk Tarih
Kurumu Yayınları, Ankara-2003.
Ahmet
Akgündüz - Said Öztürk, 700. Yılında Bilinmeyen Osmanlı, Osmanlı
Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul-2000.
Akpunar,
Burhan, “Osmanlı Devleti’nde Azınlık ve Yabancı Okulların Görünmeyen
Yüzü:Örtük Programlar”, Eğitime Bakış (Eğitim-Öğretim ve Bilim Araştırma
Dergisi), Ankara-2017.
Aksu,
Ayşe, Örtük Program Pratiğinin Son Dönem American Okullarındaki
Görünümü ve Günümüze Dair Düşündürdükleri”, Eğitime Bakış (Eğitim-Öğretim ve
Bilim Araştırma Dergisi), Ankara-2017.
Atalay,
Talip, Diyarbakır ve Mardin Çevresinde Misyonerlik Faaliyetleri, Dinler
Tarihi Araştırmaları-V, Dinler Tarihi Derneği Yayınları, Ankara-2005.
Aydın,
Mehmet, Hıristiyan Misyonerliğinin Başlangıcı Gelişimi ve Hedefleri, Dinler
Tarihi Araştırmaları-V, Dinler Tarihi Derneği Yayınları, Ankara-2005.
Bal,
Hüseyin, Alevi-Bektaşi Köylerinde Toplumsal Kurumlar, Ant
Yayınları, İstanbul-1997.
Bayzan,
Ali Rıza, Misyoner Örgütlerin Kürt ve Alevi Operasyonu, IQ Kültür Sanat
Yayıncılık, İstanbul-2008.
Esankal,
Ebru, Yabancı Ülkeler Tarafından Osmanlı Coğrafyasında Açılan Okullar
(Yüksek Lisans Tezi), Edirne Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Edirne-2007.
Fettahoğlu,
Ahmet, Misyonerlerin İzinde Yeni Dünya Düzeni, Tarih ve Düşünce Dergisi,
Kasım-Aralık-2001.
Halide
Aslan, Tanzimat Döneminde İhtida (Doktora Tezi), Ankara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara-2008.
Karaoğlan,
Hamza, “Maraş ve Gaziantep Çevresinde Misyonerlik Faaliyetleri”, Dinler
Tarihi Araştırmaları-V, Dinler Tarihi Derneği Yayınları, Ankara-2005.
Kocadağ,
Süleyman, Misyoner ve Misyonerlik (Türkiye de Gizli Tarih II), Vatan
Yayınları, İstanbul-2006.
Kozan,
Tuba Arıcı, Türkiye’de Misyonerlerin Hedef Kitleleri ve
Faaliyetleri, İrfan Yayıncılık, İstanbul-2010.
Mollahüseyinoğlu,
Beyhan, Türkiye’de Ortadoks Misyonerliği (Yüksek Lisans Tezi), Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimler Anabilim Dalı
(Dinler Tarihi) Ankara-2006.
Oymak,
İskender, Elazığ, Tunceli ve Bingöl Çevresinde Misyonerlik Faaliyetleri
Dinler Tarihi Araştırmaları-V, Dinler Tarihi Derneği Yayınları, Ankara-2005.
Önal,
Muhsin, 19.yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’nda Amerikan Misyonerlik
Faaliyetleri (Bursa Örneği) Metemorfoz Yayıncılık, İstanbul-2012.
Öztürk,
Müjdat, Türkiye’ye de Misyonerlik Faaliyetleri, Yeni yüzyıl Yayınları,
İstanbul-2008.
Paşa,
Ahmet Hamdi, Misyoner (İngiliz Misyoner Nasıl Yetiştirilir),
Tibyan Yayınları, İzmir-2007.
Sevinç,
Necdet, Osmanlı’dan Günümüze Misyonerlik Faaliyetleri, Milenyum
Yayınları, İstanbul-2002.
Sezer,
Ayten, “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Misyonerlerin Türkiye’deki Eğitim ve
Öğretim Faaliyetleri”, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi (Özel
Sayı), Ankara-1999.
Turgut,
Bahattin, “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Amerikan Board Misyonerlerinin
Urfa’daki Faaliyetleri”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi,Cilt:XIX, Sayı:1, s.
Turhan, Kaan. -
Özmen, İ. Fethi. - Özmen, Cahide, Ilımlı İslam ve
Misyonerlik, Togan
Yayıncılık, İstanbul-2012.
Türkiye Diyanet
Vakfı İslam Ansiklopedisi, Misyonerlik, İstanbul-2005,
Cilt:30, s. 193-194.
Uçar,
Ahmet, İslam Dünyasında Misyonerlik Faaliyetleri, Çamlıca Basım
Yayıncılık, İstanbul-2014.
Yılmaz,
Hüseyin, “Van ve Ağrı Çevresinde Misyonerlik Faaliyetleri”,
Dinler Tarihi Araştırmaları-V, Dinler Tarihi Derneği Yayınları, Ankara-2005.
http://aleviocaklari.de/wp-content/uploads/2014/05/AdsIz-3.pdf/Ayfer
Karakaya,
“Alevilik Hakkındaki 19. Yüzyıl Misyoner Kayıtlarına Eleştirel Bir Bakış ve Ali
Gako'nun Öyküsü”.
http://dergipark.gov.tr/download/article-file/116034/ Oktay Bozan, “XIX.
Yüzyılın
İkinci Yarısında Mardin’de Amerikan Misyonerlerinin Faaliyetleri”.
http://dergipark.gov.tr/download/article-file/233292/
Esra Danacıoğlu Tamur, “Karşılaştırmalı Bir Perspektiften
19.Yüzyılda Çin ve Osmanlı İmparatorluğu’nda Protestan Misyoner Faaliyetleri”.
http://dergipark.gov.tr/download/article-file/302507/
Ayşe Aksu, “İngiltere— Amerika-Osmanlı Hattında Lancaster Öğretim
Sistemi”, Değerler Eğitimi Dergisi- Sayı:16-Cilt:6, Aralık-2008.
http://dergipark.gov.tr/download/article-file/398099/Faruk Taşkın, “Amerikan Board Misyonerlerinin Türkiye’deki
Sağlık Faaliyetleri (1833-1923)”.
http://dergipark.gov.tr/download/article-file/74029/ Nejla Günay, “Amerikan
Misyonerlerine
Anadolu Halkının Tepkisi ve Bunun Osmanlı-Amerikan İlişkilerine Etkileri (The
Anatolian Reaction to the American Missionaries and This Effect to
Ottoman-American Relationship)”.
http://www.dervisan.com/yazi/misyonerlik.html/
Ömer Turan, “Avrasya
Coğrafyası'nda Misyonerlik Faaliyetleri”.
http://www.islamiarastirmalar.com/upload/pdf/d506ca6293eaad8.pdf/
Gülbadi Alan, “American Board Okullarında Yürütülen
Misyonerlik Faaliyetleri.”
http://www.journals.istanbul.edu.tr/iusoskon/article/Omit Akça, “Protestan
Misyonerler ve Milli
Devletlerin Doğuşu (Robert Kolej ve Bulgar Milli Devleti Örneği)”.
https://haypedia.com/makale/.../0b23d453-ee5b-4604-bf48-d7bbc1647010.pdf/
Adnan Mahiroğulları,
“Anadolu’da Misyonerlik Faaliyetleri ve Yabancı Misyon Faaliyetlerinin Ermeni
Meselesine Etkileri (Sivas Vilayeti Örneği)”.
EKLER
http://dergipark.gov.tr/download/article-fileZ156865/ Remzi
“Misyonerlik ve Türkiye’ye Yönelik Misyoner Faaliyetleri”.
http://www.bayrakyayincilik.com/2017/08/01/ Rahime EDİBALİ,
“İslam
Coğrafyasındaki Misyonerlik Faaliyetleri”.
http://sahipkiran.org/2014/03/14/misyonerlik-yazi-dizisi/ Mustafa
ÇABUK,
Misyonerlik ve Misyonerlerin Osmanlı Topraklarına
Gelişi.
http://www.turkcuturanci.com/turkcu/turklugun-dost-ve- dusmanlari/gecmisten-gunumuze-ulkemizdeki-misyonerlik- faaliyetleri/?wap2/ “Mehmet
DERİ, Geçmişten Günümüze Ülkemizdeki Misyonerlik Faaliyetleri”.
Sözlükte,
“görevli ve yetkili kişi” anlamına gelen misyonerlik, çok geniş anlamı olan bir
kavramdır. Misyonerlik Hıristiyanlara ait bir kavran olsa da tüm insanlığı
ilgilendirmektedir. Çünkü Hıristiyan misyonerliği, tüm milletleri Hıristiyan
yapmayı hedeflemekte ve bu kapsamda her yolu meşru görmektedir.
Hıristiyanların
kendi algılamalarına göre, misyonerlik din özgürlüğü çerçevesinde ele alınan
bir kavram olsa da, tarih içerisinde birçok değişikliğe uğrayarak günümüze
kadar devam etmiştir. Yeni Ahit’e göre Misyonerliğin ilk muhatapları
İsrailoğulları/Yahudiler iken, çarmıh hadisesi sonrası Pavlus’un yeni
misyonu/yaklaşımı ile tüm milletler olmuştur. Ayrıca misyonerlik zaman
içerisinde Hıristiyanlık ile özdeş hale gelmiştir.
12.
ve 13. yüzyıllarda Katolik misyonerlerin Anadolu’ya ayak basmasıyla başlayan
misyonerlik faaliyetleri, 19. yüzyılda Protestan misyonerlerin Anadolu’ya
gelişleri ile en yoğun dönemini yaşamıştır. Ancak Anadolu’daki en etkili ve
nüfuzlu misyon teşkilatlanmasını Protestan gruplar oluşturmuştur. Başlangıçta
Müslümanlar ve Yahudiler üzerine yoğunlaşan, ancak karşılarında muhatap
bulamayan misyonerler, Osmanlı topraklarında yaşayan “Ermeni, Rum, Süryani”
gibi azınlık gruplarına ve “Alevi/Bektaşi, Yezidi, Nasturi ve Kürt” gibi
etnik/dini unsurlara yönelmişlerdir.
Bu
kapsamda, Protestanlar 1850’li yıllarda büyük bir hayranlık ve istekle Anadolu
Aleviliğini keşfettiler. İslam’ın içinde olmasına rağmen, tam anlamda şeriata
bağlı olmayan, Kuran-ı Kerim’in bazı hükümlerini kabul etmeyen, sosyal ve dini
anlamda kendilerini Sünni Müslümanlardan farklı gören bir grupla
karşılaşmaları, misyonerleri şaşırtmıştı. Misyonerler, Aleviliğin kendilerine
kültürel ve dini anlamda sempatik gelmesi ve Aleviliği, Hıristiyan inanç
sistemine çok yakın görmelerinden dolayı, İslam ile Hıristiyanlık arasında
kurulan bir köprü olarak gördüler. Başlangıçta Alevileri, ideal İslam
misyonerlerine dönüştürmeyi düşündüler, ancak Osmanlı İmparatorluğu’nda din değiştirmenin
cezasının ağır olması, siyasi ve sosyal şartların elverişsiz olması, bütün
Alevi grupların misyonerlere sıcak bakmaması ve Sünni kesimden gelen
tepkilerden dolayı istediklerini elde edemediler.
Missionary,
which means in dictionary, official, authorized person, is a very broad
concept. Missionary is a concern for Christians, but it is all about humanity.
Because all the nations of Christian mission are aiming to do Christianity, and
in this context, every way is legitimate
According
to Christians' own perceptions; although missionary is a concept which is
considered in the framework of freedom of religion, it has continued through
many changes in history up to date. According to the New Testament, the first
interlocutors of the Missionary were the Israelites / Jews, and all the nations
became the new mission / approach of Paul after the cross. In addition,
missionary has become identical with Christianity over time.
In
the 12th and 13th centuries, the missionary activities that started with the
Catholic missionaries stepping into Anatolia, the most intense period of the
19th century with the arrival of the Protestant missionaries to Anatolia. But
Protestant groups formed the most effective and influential mission
organization in Anatolia. Initially Protestant missionaries who focused on Muslims
and Jews but could not find their counterparts turned to ethnic / religious
elements such as "Armenian, Greek, Syriac" living in Ottoman
territories and "Alevi / Bektashi, Yezidi, Nasturi and Kurd".
In
this context, the Protestants discovered the Anatolian Alevi with great
admiration and desire in 1850's years. Despite being in Islam, the missionaries
were surprised that they had to meet a group that was not shari'a full, who did
not accept certain provisions of the Quran, and saw themselves differently from
Sunni Muslims in social and religious sense. The Alevism of Missionaries saw
themselves as a bridge between Islam and Christianity, because of their
sympathetic cultural and religious sympathies and their close proximity to the
Christian belief system. Initially, the Alevis were supposed to transform into
the ideal Islamic missionaries, but they couldn’t reach their aim because of
the fact that the punishment the Ottomon Empire applied for the change of
religion was so strict, the political & social conditions were unfavorable
, all the Alevi groups didn’t look warm to the missionaries and the Sunni
people reached negatively
[1] Abdurrahman Küçük, “Misyonerlik Nedir? (Misyonerlik ile
Tebliğ Arasındaki Fark)”, Dinler Tarihi Araştırmaları-V, Dinler Tarihi Derneği
Yayınları, Ankara-2005, s.19; Şinasi Gündüz, Misyonerlik, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları, Ankara-2005, s.14.
[2] Mehmet Aydın, “Hıristiyan Misyonerliğinin Başlangıcı
Gelişimi ve Hedefleri” Dinler Tarihi Araştırmaları-V, Dinler Tarihi Derneği
Yayınları, Ankara-2005, s.35; Küçük, “Misyonerlik Nedir? (Misyonerlik ile
Tebliğ Arasındaki Fark)”, s. 20.
[3] E.W. Hopkins-M. Halidi-G.F. Moore-Ö.Ferruh, Tarihte ve
Günümüzde Misyonerlik, Örgün Yayınevi, İstanbul-2006, s. 7.
[4] Osman Cilacı, Hıristiyanlık Propagandası ve Misyonerlik,
Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara-2005, s. 21.
[5] Aydın, "Hıristiyan Misyonerliğinin Başlangıcı Gelişimi
ve Hedefleri”, s. 43-44; Cilacı, a.g.e. s.
[6] Beyhan Mollahüseyinoğlu, Türkiye’de Ortadoks Misyonerliği
(Yüksek Lisans Tezi), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve
Din Bilimler Anabilim Dalı (Dinler Tarihi), Ankara-2006, s.16-17.
[7] Uygur Kocabaşoğlu, Anadolu’daki Amerika, İmge Kitabevi
Yayınları, Ankara-2000, s.13.
[8] Küçük, “Misyonerlik Nedir? (Misyonerlik ile Tebliğ
Arasındaki Fark)”, s. 23-24.
[9] Küçük, “Misyonerlik Nedir? (Misyonerlik ile Tebliğ
Arasındaki Fark)”, s. 24-25.
[10] Şinasi Gündüz, “Misyonerlik”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi, İstanbul-2005, Cilt:30, s.193-194.
[11] Küçük, “Misyonerlik Nedir? (Misyonerlik ile Tebliğ
Arasındaki Fark)”, s. 31-33.
[12] Murathan Keha, “Osmanlı
İmparatorluğu’nda Misyonerlik ve Erzurum’daki Faaliyetleri”, EKEV Akademi
Dergisi, Cilt: 58, Sayı:58, Kış-2014, s.77.
[13] Küçük, “Misyonerlik Nedir? (Misyonerlik ile Tebliğ
Arasındaki Fark)”, s. 218-219; Uğur İnan, Osmanlı Devleti’nde Almanların
Protestan Misyonerlik Faaliyetleri, Türk Tarih Kurum Yayınları, Ankara-2005, s.
42-43.
[14] Küçük, “Misyonerlik Nedir?
(Misyonerlik ile Tebliğ Arasındaki Fark)”, s. 218-219; Ebru Esankal, Yabancı
Ülkeler Tarafından Osmanlı Coğrafyasında Açılan Okullar (Yüksek Lisans Tezi),
Edirne Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Edirne-2007, s. 23-24.
[15] Esankal, a.g.t. s. 23.
[16] Esankal, a.g.t. s. 24-25.
[17] Esenkal, a.g.t. s. 25.
[18] Celal Öney, “Protestan Misyonların
Anadolu'daki Aleviler Arasında Faaliyetleri ve Sultan II. Abdülhamid'in Aldığı
Tedbirler (The Missionary Movements Among the Anatolian Alevıs and the
Precautions, Taken by Sultan Abdulhamid II)”, Geçmişten Günümüze Alevilik I.
Uluslararası Sempozyumu (Alewism From Past To Present I. Internationa
Symposium-03-05 Ekim/October 2013), Bingöl Üniversitesi Yayınları 2014, 2.
Cilt, I.Baskı, s. 261-262.
[19] Ümit Akça, “Protestan Misyonerler ve Milli Devletlerin
Doğuşu (Robert Kolej ve Bulgar Milli
Devleti Örneği),” Sosyoloji Konferansları, http://dergipark.gov.tr/download/article-
file/234356/alıntı tarihi:15.12.2017; Esankal, a.g.t. s. 25.
[20] 1830 Dostluk ve Ticaret Antlaşması;
Amerikan Akdeniz filosu komutanı Joner Bird ve tüccar Charles Rhind ile Osmanlı
Reis-ül Küttap-ı Mehmet Hamid Efendi arasında 7 Mayıs 1830 tarihinde
imzalanmıştır.
[21] Esenkal, a.g.t. s. 27-28.
[22] Nejla Günay, “Amerikan
Misyonerlerine Anadolu Halkının Tepkisi ve Bunun Osmanlı-
Amerikan İlişkilerine Etkileri (The Anatolian Reaction to
the American Missionaries and This Effect to Ottoman-American Relationship)”. http://dergipark.gov.tr/download/article-
[23] Esenkal, a.g.t. s. 29.
[24] Erdal Açıkses, Amerikalıların
Harput’taki Misyonerlik Faaliyetleri, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara-2003,
s. 8-9.
[25] Mustafa Erdem, Türkiye de
Misyonerlik Faaliyetleri, Ensar Neşriyat Yayınları, İstanbul-2005, s. 256.
[26] Ayten Sezer, “Osmanlı’dan
Cumhuriyet’e Misyonerlerin Türkiye’deki Eğitim ve Öğretim Faaliyetleri”,
Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi (Özel Sayı), Ankara-1999, s.172.
[27] Metin Hülagü, “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Misyoner, Ermeni,
Terör ve Amerika Dörtgeninde Türkiye”, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı
10, Ankara-2001, s.58-59; Muhsin Önal, 19. Yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’nda
Amerikan Misyonerlik Faaliyetleri (Bursa Örneği), Metemorfoz Yayıncılık,
İstanbul-2012, s. 39-40.
[28] Kadir Albayrak, Keldaniler ve
Nasturiler, Vadi Yayınları, Ankara-1997, s.78-79.
[29] Tuncer Güney, Aziz Paul’dan
Günümüze Misyonerlik ve Fener Rum Patrikhanesi, Andaç Yayınları, Ankara-2014,
s. 191; Önal, a.g.e. s. 40.
[30] Günay Tümer - Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi,
Ankara-2002, s.302-303; Güney, a.g.e. s.108-109; Ahmet Hamdi Paşa, Misyoner
(İngiliz Misyoner Nasıl Yetiştirilir), Tibyan Yayınları, İzmir-2007, s. 72-73.
[31] Mollahüseyinoğlu, a.g.t. s. 30-31.
[32] Abdurrahman Küçük, Misyonerlikten
Diyaloğa Türkiye, Berikan Yayınevi Yayınları, Ankara- 2011, s. 80-81; İnan,
a.g.e. s. 50; Önal, a.g.e. s. 52.
[33] Hans Lukas Kıeser, Iskalanmış Barış
(Doğu Vilayetlerinde Misyonerlik, Etnik Kimlik ve Devlet 1839-1938),
Çeviren:Atilla Dirim, İstanbul-2010, s.68; M. Numan Malkoç, Türkiye’de
Misyonerlik Faaliyetleri, Ensar Neşriyat Yayınları, İstanbul-2005, s.158; Önal,
a.g.e. s. 46; İnan, a.g.e. s. 51.
[34] Süleyman Kocadağ, Misyoner ve
Misyonerlik (Türkiye’de Gizli Tarih II), Vatan Yayınları,
İstanbul-2006, s.113-114; Dilşen İnce Erdoğan, Amerikan
Misyonerlerinin Faaliyetleri ve Van Ermeni İsyanları, IQ Kültür Sanat
Yayıncılık, İstanbul-2008, s. 77-78; Oymak, a.g.e. s. 62,65; Ömer Turan, Avrasya Coğrafyası'nda Misyonerlik Faaliyetleri,
http://www.dervisan.com/yazi/misyonerlik.html/alıntı tarihi:03.12.2017.
[35] Kıeser, a.g.e. s. 457.
[36] Bayram Küçükoğlu, Türk Dünyasında
Misyonerlik Faaliyetleri, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul-2005, s. 203;
Müjdat Öztürk, Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri, Yeni Yüzyıl Yayınları,
İstanbul-2008, s.32; Oymak, a.g.e. s.76.
[37] Karakaya Stamp, ‘’The Emergence of
the Kızılbaş in Wesrtern Thought: Mıssıonary Accounts and Their Aftermath’’,
s.339; Küçükoğlu, a.g.e. s.72.
[38] Ahmet Uçar, İslam Dünyasında
Misyonerlik Faaliyetleri, Çamlıca Basım Yayınları, İstanbul- 2014, s.68;
Hülagü, a.g.m. s.58.
[39] Halide Aslan, Tanzimat Döneminde
İhtida (Doktora Tezi), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Ankara-2008, s.191-192.
[40] Ayfer Karakaya, “Alevilik Hakkındaki 19. Yüzyıl Misyoner
Kayıtlarına Eleştirel Bir Bakış ve Ali
Gako'nun Öyküsü”, http://aleviocaklari.de/wp-content/uploads/2014/05/Adsız-3.pdf/alıntı
tarihi:15.01.2018.
[41] Oktay BOZAN, “XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında Mardin’de
Amerikan Misyonerlerinin Faaliyetleri”,
http://dergipark.gov.tr/download/article-file/116034/alıntı tarihi:14/10/2018; Esra Danacıoğlu Tamur, “Karşılaştırmalı
Bir Perspektiften 19.Yüzyılda Çin ve Osmanlı İmparatorluğu’nda Protestan
Misyoner Faaliyetleri”,
http://dergipark.gov.tr/download/article- file/233292/alıntı
tarihi:12/10/2018.
[42] Abdurrahman Küçük, Ermeni Meselesi
ve Terör, Andaç Yayınları, Ankara-2003, s. 99; Erdoğan, a.g.e. s.87-88, 93,113.
[43] İnan, a.g.e. s. 313-314.
[44] Ahmet Hamdi Bey, İslam Alemi ve İngiliz Misyonerler,
Yeditepe Yayınevi, İstanbul-2010, s.1- 13; Küçük, Misyonerlikten Diyaloğa Türkiye,
s.212,279; Alparslan Küçük, Ermeniler Arasında Protestanlığın Yayılışı ve
Protestan Ermeniler (Türkiye Örneği), Doktora Tezi,
http://www.hristiyanforum.com/forum/showthread.php?t=344375/alıntı
tarihi:03.12.2017.
[45] İlber Ortaylı, Osmanlı Barışı, Ufuk Kitap Yayınları,
İstanbul-2006, s.146.
[46] Deringil, a.g.e. s.112.
[47] Oktay Bozan, a.g.i.s, “XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında
Mardin’de Amerikan Misyonerlerinin Faaliyetleri”; Kıeser, a.g.e. s. 234.
[48] Deringil, a.g.e. s.113.
[49] Eray Yılmaz, “II. Abdülhamit Döneminde Bektaşi Meselesi
(1876-1908)”,
Alevilik-Bektaşilik Araştırmaları
Dergisi, Sayı:17- 2018, s.104-105,108; Kıeser,
a.g.e. s. 241-242.
[50] Deringil, a.g.e. s.115,117.
[51] Kıeser, a.g.e. s. 252-253.
[52] Ahmet Akgündüz - Said Öztürk, 700.
Yılında Bilinmeyen Osmanlı, Osmanlı Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul-2000,
s. 282-284.
[53] Kıeser, a.g.e. s. 389.
[54] Kıeser, a.g.e. s. 384,389.
[55] Kıeser, a.g.e. s. 486.
[56] Oktay Bozan, a.g.i.s, “XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında
Mardin’de Amerikan Misyonerlerinin Faaliyetleri”.
[57] Cemal SEZER, “Birinci Dünya Savaşı Başlarında Osmanlı
Devleti’ndeki Amerikan Misyoner
Teşkilatlarının Durumu”, http://dergipark.gov.tr/download/article-file/154583/alıntı
tarihi:23/10/2018.
[58] Küçükoğlu, a.g.e. s.145-146.
[59] Küçükoğlu, a.g.e. s.147-149.
[60] Küçükoğlu, a.g.e. s.146-152.
[61] Esra Danacıoğlu Tamur, a.g.i.s. “Karşılaştırmalı Bir
Perspektiften 19.Yüzyılda Çin ve Osmanlı İmparatorluğu’nda Protestan Misyoner
Faaliyetleri”.
[62] Markus Dressier, Türk Aleviliğinin İnşası, (Oryantalizm,
Tarihçilik, Milliyetçilik ve Din Yazımı), Çev: Defne Orhun, İstanbul Bilgi
Üniversitesi Yayınları, İstanbul-2016, s. 5.
[63] Ethem Ruhi Fığlalı, Türkiye’de
Alevilik Bektaşilik, Selçuk Yayınları, Ankara-1996, s.7-13; Sönmez Kutlu,
’Alevilik”, Ed: Mualla Selçuk-Halis Albayrak- Peter Antes-Richard Heinzman-
Martin Thurner, İslamiyet-Hıristiyanlık Kavramlar Sözlüğü, Ankara Üniversitesi
Yayınları, Cilt I, s. 52.
[64] Hasan Onat, “Kızılbaş
Farklılaşması Üzerine”, Ed: Hasan Onat-Sönmez Kutlu, İslam Mezhepleri Tarihi,
Grafiker Yayınları, Ankara-2017, s. 569-570.
[65] Adnan Mahiroğulları, “Anadolu’ta Misyonerlik
Faaliyetleri ve Yabancı Misyon Faaliyetlerinin Ermeni Meselesine Etkileri
(Sivas Vilayeti Örneği)”,
https://haypedia.com/makale/.../0b23d453- ee5b-4604-bf48-d7bbc1647010.pdf/alıntı tarihi:15.11.2017.
[66] Ahmet Gökbel, “Sivas ve Tokat Çevresinde Misyonerlik”,
Dinler Tarihi Araştırmaları-V, Dinler Tarihi Derneği Yayınları, Ankara-2005,
s.221; İskender Oymak, “Elazığ, Tunceli ve Bingöl Çevresinde Misyonerlik”,
Dinler Tarihi Araştırmaları-V, s.123; Hüseyin Yılmaz, “Van ve Ağrı Çevresinde
Misyonerlik”, Dinler Tarihi Araştırmaları-V, s.134; Talip Atalay, “Diyarbakır
ve Mardin’de Misyonerlik”, Dinler Tarihi Araştırmaları-V, s.141; Hamza
Karaoğlan, “Kahramanmaraş ve Gaziantep Çevresinde Misyonerlik”, Dinler Tarihi Araştırmaları-V,
s.152- 153.
[67] Kıeser, a.g.e. s.102.
[68] Kıeser, a.g.e. s.553.
[69] George Edward
White, “The Shia Turks”, Journal of The Transactions of The Victoria Institute,
40(1908), s. 226.
[70] White, “The
Shia Turks”, s. 230.
[71] Kıeser, a.g.e. s.105-106, 546.
[72] Kıeser, a.g.e. s.111-112.
[73] Kıeser, a.g.e.
s.120.
[74] J.B. Taylor, “Journel of a Tour in America, Kurdistan, and
Upper Mesopotamia, With Notes of Researches in Deyrsim Dagh, in 1866”, The
Journal of the Royal Geoprahical Society of Londan, vol. 38(1868), ss.321-322;
George Edward White, “Some Non-Conforming Turks”, Moslem World 8:3(1918), s.
243.
[75] Ali Rıza Bayzan, Misyoner
Örgütlerin Kürt ve Alevi Operasyonu, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul-2008,
s.146-147; Kıeser, a.g.e. s. 547.
[76] Prote; Doğu vilayetlerinde o zamanlar Protestanlığı ifade
etmek için kullanılan kelimedir.
[77] Sincan Köyü; 19, yüzyılın ikinci yarısında etrafı surlarla
çevrili, yaklaşık 18 haneli, köyde yaşayanların yarısının Ermeni, diğer
yarısının ise Alevi kökenli vatandaşlardan oluştuğu, köyde yaklaşık 300 kişilik
bir nüfusun yaşadığı ve köy’de yaşayan Alevilerin, ikinci dil olarak Ermenice
konuştukları bir yerdir.
[78] Ali Gako; o dönemde Çemişgezek
kasabasının yakınlarında oturan, iki köy ve yaklaşık 500 silahlı adam üzerinde
denetim sahibi birisidir.
[79] J.B. Taylor, “Journel of a Tour in
America, Kurdistan, and Upper Mesopotamia, With Notes of Researches in Deyrsim
Dagh, in 1866”, ss. 317-318.
[80] Ayfer Karakaya, “Alevilik Hakkındaki 19. Yüzyıl Misyoner
Kayıtlarına Eleştirel Bir Bakış ve Ali
Gako'nun Öyküsü”, http://aleviocaklari.de/wp-content/uploads/2014/05/Adsız-3.pdf/alıntı
tarihi:15.01.2018.
[81] Kıeser, a.g.e. s.126.
[82] Adnan Mahiroğulları, Anadolu’da
Misyonerlik Faaliyetleri ve Yabancı Misyon Faaliyetlerinin Ermeni Meselesine
Etkileri (Sivas Vilayeti Örneği), haypedia.com/makale/.../0b23d453-ee5b-
4604-bf48-d7bbc1647010.pdf/erişim tarihi:18.11.2017.
[83] Kıeser, a.g.e. s.146.
[84] Kıeser, a.g.e.
s.113.
[85] Kıeser, a.g.e. s.113-114.
[86] Sönmez Kutlu,
“Aleviliğin Dini Statüsü” (Din, Mezhep, Tarikat, Heterodoksi, Ortadoksi ya da
Metadoksi), Ed: Hasan Onat-Sönmez Kutlu, İslam Mezhepleri Tarihi, Grafiker
Yayınları, Ankara- 2017, s.601.
[87] Ayfer Karakaya Stamp, ‘’The Emergence of the Kızılbaş in
Wesrtern Thought:Mıssıonary Accounts and Their Aftermath’’, Archeology,
Anthropology and Heritage in the Ballkans and Anatolia, Ed. David Shankland,
Isis Press, İstanbul-2004, s. 335.
[88] Baha Said, Bey, Türkiye’de Alevi
Bektaşi Ahi ve Nusayri Zümreleri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Yayına
Hazırlayan: İsmail Görkem, Ankara-2000, s. 36.
[89] Kıeser, a.g.e. s.115.
[90] J.B. Taylor,
“Journel of a Tour in America, Kurdistan, and Upper Mesopotamia, With Notes of Researches
in Deyrsim Dagh, in 1866”, ss. 284,300.
[91] Kıeser, a.g.e. s.109.
[92] White, “Some Non-Conforming Turks”, s. 245; Kıeser, a.g.e.
s. 550-551.
[93] Kıeser, a.g.e. s. 551-552.
[94] White, “The
Shia Turks”, ss. 230-231.
[95] White, “Some Non-Conforming Turks”, s. 244.
[96] Kıeser, a.g.e. s.552-553.
[97] Selim Deringil, Simgeden Millete
II. Abdülhamid’den Mustafa Kemal’e Devlet ve Millet, İletişim Yayınları,
İstanbul-2017, s.84.
[98] Stephen Van Rensselaer, Trowbridge,
“The Alevis, Or Deifiers Of Ali” Harvard Theological Review, 2(1909), s.348;
White, “Some Non-Conforming Turks”, s.244; White, “The Shia Turks”, s. 228.
[99] J.B. Taylor, “Journel of a Tour in
America, Kurdistan, and Upper Mesopotamia, With Notes of Researches in Deyrsim
Dagh, in 1866”, s. 323.
[100] Gürdal Aksoy, Dersim (Alevilik,
Ermenilik, Kürtlük), İletişim Yayınları, İstanbul-2016, s. 184; J.B. Taylor,
“Journel of a Tour in America, Kurdistan, and Upper Mesopotamia, With Notes of
Researches in Deyrsim Dagh, in 1866”, ss.318-319.
[101] Kıeser, a.g.e. s.108-109.
[102] George Edward White, “The Shia Turks”, Journal of The
Transactions of The Victoria Institute, 40(1908), ss. 227-228.
[103] Trowbridge, “The Alevis, Or Deifiers Of Ali”, s. 341.
[104] Kıeser, a.g.e. s.549.
[105] Kıeser, a.g.e.
s. 549-550.
[106] Kıeser, a.g.e. s. 550.
[107] White, “The Shia Turks”, ss. 230-231; Kıeser, a.g.e. s.
554.
[108] T J.B. Taylor, “Journel of a Tour in America, Kurdistan,
and Upper Mesopotamia, With Notes of Researches in Deyrsim Dagh, in 1866”,
ss.318-319; Kıeser, a.g.e. s. 547-548.
[109] Kıeser, a.g.e. s. 549.
[110] Tuba Arıcı, Kozan, Türkiye’de Misyonerlerin Hedef Kitleleri
ve Faaliyetleri, İrfan Yayıncılık, İstanbul-2010, s.120.
[111] Tevelli; Ali’yi ve evlatlarını tutma, onların
arkasından/yolundan gitme; Teberri ise, Muaviye ve evlatlarından uzak durma,
yani onun yolundan uzak durmadır.
[112] Hamdi Paşa, Misyoner (İngiliz Misyoner Nasıl Yetiştirilir),
s. 32-33.
[113] White, “The Shia Turks”, s. 230.
[114] Trowbridge, “The Alevis, Or
Deifiers Of Ali”, ss.344, 346, 349-350.
[115] Ali Rıza Bayzan, Misyoner Örgütlerin Kürt ve Alevi Operasyonu,
IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul-2008, s.142-144; Karakaya Stamp, ‘’The
Emergence of the Kızılbaş in Wesrtern Thought:Mıssıonary Accounts and Their
Aftermath’’, ss.336-337.
[116] White, “Some Non-Conforming Turks”, s.24; White, “The Shia
Turks”, ss. 237-238.
[117] Hüseyin Bal, Alevi-Bektaşi Köylerinde Toplumsal Kurumlar,
Ant Yayınları, İstanbul-1997, s.73.
[118] John Kingsley Birge, Bektaşilik Tarihi, Ant Yayınları,
Çeviri: Reha Çamuroğlu, İstanbul-1991, s.150-151.
[119] J.B. Taylor, “Journel of a Tour in America, Kurdistan, and
Upper Mesopotamia, With Notes of Researches in Deyrsim Dagh, in 1866”, s. 320;
George Edward White, “Survivals of Primitive Religion Among People of Asia
Minor”, Journal of The Transactions of The Victoria Institute, 39(1907), s. 155;
Kıeser, a.g.e. s. 553.
[120] Trowbrigde, “The Alevis, or Deifiers of Ali”, s. 346.
[121] Kıeser, a.g.e. s. 552.
[122] Kıeser, a.g.e. s.108-109.
[123] Kıeser, a.g.e. s.108.
[124] Kıeser, a.g.e. s.108-109.
[125] Mehmet Bayrak, Ezidi-Kızılbaş-Yaresan Kürtler (Belgelerle Kürdistan’da
Gizli Dinler), Özge Yayınları, Eylül-2014, s.26-27.
[126] Bayzan, a.g.e. s.146.
[127] “ABCFM terminolojisinde “İstasyon”, kadın ve erkek ABCFM
misyonerlerinin evlerinin ve çalışma yerlerinin bulunduğu şehir anlamına
geliyordu. “Uç şube” ise, yerli çalışanlar tarafından işletilen bir misyon
noktasıydı. Misyonlar, istasyonlara, istasyonlar ise uç istasyonlara ayrılırdı.
Bir misyonun en üst düzey yöneticisi genel sekreteriydi. Aynı şekilde
istasyonlarda da sekreterler de vardı, uç istasyonlar ise kasaba ve köylerde
yerli Hıristiyan ahaliden bir yardımcının yönetimindeki birimlere verilen addı
ve uç istasyonlar merkez istasyonun kararlarını uygulardı.
[128] Önal, a.g.e.,s. 48-49; Oymak, a.g.e., s. 66.
[129] Kocabaşoğlu, a.g.e. s.23,51,89; Önal, a.g.e. s. 50-51.
[130] Oktay Bozan, a.g.i.s, “XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında
Mardin’de Amerikan Misyonerlerinin Faaliyetleri”.
[131] Kıeser, a.g.e. s.90-91; Erdem, a.g.e. s. 262; Önal, a.g.e.
s. 51; Küçükoğlu, a.g.e.,s.73-74.
[132] Önal, a.g.e. s. 52.
[133] Malkoç, a.g.e. s.164; Küçüoğlu, a.g.e. s. 74.
[134] Murathan Keha, “Osmanlı
İmparatorluğu’nda Misyonerlik ve Erzurum’daki Faaliyetleri”, s. 83; Küçükoğlu,
a.g.e. s.77,80,98,102; Cilacı, a.g.e. s.118.
[135] Küçükoğlu, a.g.e. s.98-99; Akpunar, a.g.m. s.18.
[136] Ayşe Aksu,
İngiltere-Amerika-Osmanlı Hattında Lancaster Öğretim Sistemi, Değerler Eğitimi
Dergisi, Sayı:16, Cilt:6, Aralık-2008, s.59,
http://dergipark.gov.tr/download/article- file/302507/alıntı
tarihi;15.11.2017.
Lancaster öğretim sistemi; Bir öğretmenin ileri seviyedeki
kabiliyetli birkaç (monitör) öğrencisine, öğretim tekniklerinin yanı sıra,
küçüklere verilecek dersleri öğretmesi, monitör öğrencilerin de küçük
öğrencilere bunları gruplar halinde aktarması şeklinde özetlenebilir. Bu yolla
bir öğretmenin bir anda beş yüzden fazla öğrenciye dersini aktarması mümkün
olmaktadır. Daha çok teknik konuların öğretilmesine elverişli olan bu sistem,
İskoçyalı din adamı Andrew BELL tarafından ihdas edilmiş, İngiliz eğitimci
Joseph Lancaster tarafından da geliştirilmiştir. Daha sonra Amerika,
Venezuella, Hindistan gibi ülkelere yayılmış, 1831’den sonra da Amerikalı
misyonerler eliyle Osmanlı topraklarına getirilmiştir.
[137] Gülbadi Alan, “Amerikan Board Okullarında Yürütülen Misyonerlik Faaliyetleri”,
http://www.islamiarastirmalar.com/upload/pdf/d506ca6293eaad8.pdf/alıntı
tarihi;15/12/2017.
[138] Ayhan Öztürk, “Amerikan Board’un Kuruluşu Teşkilatlanması ve Osmanlı
Devleti’nde
Kurduğu Misyonlar”,
http://dergipark.gov.tr/download/article-file/219405/alıntı tarihi:20/10/2018; Bahattin Turgut, “Tanzimat’tan
Cumhuriyet’e Amerikan Board Misyonerlerinin Urfa’daki Faaliyetleri”, Cumhuriyet
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: XIX, Sayı:1, s.210-211.
[139] Küçükoğlu, a.g.e. s.102.
[140] Mustafa Gündüz, “Tanzimat Döneminde Özel Öğretimin
Başlaması ve Ahmet Cevdet Paşa’dan ilginç Bir Rapor”, Eğitime Bakış
(Eğitim-Öğretim ve Bilim Araştırma Dergisi), Ankara- 2017, s.15-17.
[141] Kocabaşoğlu, a.g.e. s.149, 153, 158; Kıeser, a.g.e. s. 457;
Küçükoğlu, a.g.e. s. 93-95.
[142] İlber Ortaylı, Osmanlı’da Değişim
ve Anayasal Rejim Sorunu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul-2008,
s. 253; Küçükoğlu, a.g.e. s.124-126.
[143] Adnan Mahiroğulları, “Anadolu’ta
Misyonerlik Faaliyetleri ve Yabancı Misyon Faaliyetlerinin Ermeni Meselesine
Etkileri (Sivas Vilayeti Örneği)”,
https://haypedia.com/makale/.../0b23d453- ee5b-4604-bf48-d7bbc1647010.pdf/alıntı tarihi:15.11.2017.
[144] Kozan, a.g.e. s.120,129.
[145] Aksu, “Örtük Program Pratiğinin Son Dönem Osmanlı Amerikan
Okullarındaki Görünümü ve Günümüze Dair Düşündürdükleri”, s. 26.
[146] Oymak, a.g.e. s. 264.
[147] Esankal, a.g.t. s. 5-6.
[148] Gündüz, “Tanzimat Döneminde Özel
Öğretimin Başlaması ve Ahmet Cevdet Paşa’dan ilginç Bir Rapor,” s.14-16.
[149] Necdet Sevinç, Osmanlı’dan
Günümüze Misyonerlik Faaliyetleri, Milenyum Yayınları, İstanbul-2002, s.187.
[150] Burhan Akpınar, “Osmanlı Devleti’nde Azınlık ve Yabancı
Okulların Görünmeyen:Örtük Programlar”, Eğitime Bakış (Eğitim-Öğretim ve Bilim
Araştırma Dergisi), Ankara-2016, Sayı:38, s.18; Sevinç, a.g.e. s. 220.
[151] Erdem, a.g.e. s. 269, 270; Oymak,
a.g.e. s.272-273.
[152] Oymak, a.g.e. s.273.
[153] Ayhan Öztürk, “Amerikan Board’un
Kuruluşu Teşkilatlanması ve Osmanlı Devleti’nde Kurduğu Misyonlar”,
http://dergipark.gov.tr/download/article-file/219405/alıntı tarihi:20/10/2018.
[154] Oymak, a.g.e. s.275-276.
[155] George Edward White, “Survivals of
Primitive Religion Among People of Asia Minor”, Journal of The Transactions of
The Victoria Institute, 39(1907), s.149.
[156] Oymak, a.g.e. s. 282.
[157] Oymak, a.g.e. s. 283.
[158] Faruk Taşkın, “Amerikan Board Misyonerlerinin Türkiye’deki
Sağlık Faaliyetleri”, (1833-1923) http://dergipark.gov.tr/download/article-file/398099/alıntı
tarihi:23/10/2018.
[159] Oymak, a.g.e. s. 294-296.
[160] Oymak, a.g.e. s. 295-296.
[161] Oymak, a.g.e. s. 322-323.
[162] Mehmet Alparslan Küçük, Türkiye
Protestan Ermenileri, Berikan Yayınevi Yayınları, Ankara- 2009, s.79.
[163] Alan,
http://www.islamiarastirmalar.com/upload/pdf/d506ca6293eaad8.pdf/alıntı tarihi;15/12/2017.
[164] İlber Ortaylı, “Osmanlı
İmparatorluğu’nda Amerikan Okulları Üzerine Bazı Gözlemler”, TODAİE Dergisi,
C.14, Sayı:3, Ankara-1982, s. 273-274.
[165] Alan,
http://www.islamiarastirmalar.com/upload/pdf/d506ca6293eaad8.pdf/alıntı tarihi;15/12/2017; Akpunar, a.g.m. s. 20.
[166] Alan,
http://www.islamiarastirmalar.com/upload/pdf/d506ca6293eaad8.pdf/alıntı tarihi;15/12/2017.
[167] Alan,
http://www.islamiarastirmalar.com/upload/pdf/d506ca6293eaad8.pdf/alıntı tarihi;15/12/2017.
[168] Alan,
http://www.islamiarastirmalar.com/upload/pdf/d506ca6293eaad8.pdf/alıntı tarihi;15/12/2017.
[169] Alan,
http://www.islamiarastirmalar.com/upload/pdf/d506ca6293eaad8.pdf/alıntı tarihi;15/12/2017.
[170] Ahmet Fettahoğlu, “Misyonerlerin İzinde Yeni Dünya Düzeni”,
Tarih ve Düşünce Dergisi, Kasım-Aralık-2001, s. 29.
[171] Oymak, a.g.e. s. 300-303.
[172] Oymak, a.g.e. s. 303-304.
[173] Alan,
http://www.islamiarastirmalar.com/upload/pdf/d506ca6293eaad8.pdf/alıntı tarihi;15/12/2017.
[174] Alan,
http://www.islamiarastirmalar.com/upload/pdf/d506ca6293eaad8.pdf/alıntı tarihi;15/12/2017.
[175] Alan,
http://www.islamiarastirmalar.com/upload/pdf/d506ca6293eaad8.pdf/alıntı tarihi;15/12/2017.
[176] Bahattin Turgut, “Tanzimat’tan
Cumhuriyet’e Amerikan Board Misyonerlerinin Urfa’daki Faaliyetleri”, s. 216;
Alan,
http://www.islamiarastirmalar.com/upload/pdf/d506ca6293eaad8.pdf/alıntı tarihi;15/12/2017.
[177] Cemal Sezer, “Birinci Dünya Savaşı Başlarında Osmanlı
Devleti’ndeki Amerikan Misyoner Teşkilatlarının Durumu”,
http://dergipark.gov.tr/download/article-file/154583/alıntı tarihi:22/10/2018.
[178] Alan,
http://www.islamiarastirmalar.com/upload/pdf/d506ca6293eaad8.pdf/alıntı tarihi;15/12/2017.
[179] Oymak, a.g.e. s.301.
[180] Kıeser, a.g.e. s. 340-341; Oymak,
a.g.e. s. 301.
[181] Oymak, a.g.e. s. 304-305.
[182] Aksu, “Örtük Program Pratiğinin Son
Dönem Osmanlı Amerikan Okullarındaki Görünümü ve Günümüze Dair
Düşündürdükleri”, s. 32-33.
[183] Aksu, “Örtük Program Pratiğinin Son
Dönem Osmanlı Amerikan Okullarındaki Görünümü ve Günümüze Dair
Düşündürdükleri”, s. 33.
[184] Aksu, “Örtük Program Pratiğinin Son Dönem Osmanlı Amerikan
Okullarındaki Görünümü ve Günümüze Dair Düşündürdükleri”, s. 33,34.
[185] Oymak, a.g.e. s. 303.
[186] Oymak, a.g.e. s. 310-311.
[187] Kocabaşoğlu, a.g.e. s. 271; Oymak,
a.g.e. s. 311.
[188] Murathan Keha,
“Osmanlı İmparatorluğu’nda Misyonerlik ve Erzurum’daki Faaliyetleri”, s. 84;
Oymak, a.g.e. s. 314-315.
[189] Ayhan Öztürk, “Amerikan Board’un
Kuruluşu Teşkilatlanması ve Osmanlı Devleti’nde Kurduğu Misyonlar”,
http://dergipark.gov.tr/download/article-file/219405/alıntı tarihi:20/10/2018.
[190] Kocabaşoğlu, a.g.e. s.144-148;
Küçükoğlu,a.g.e. s.135-136.
[191] Oymak, a.g.e. s. 311-312.
[192] Kocabaşoğlu, a.g.e. s.113-114.
[193] Kıeser, a.g.e. s. 89; Oymak, a.g.e. s. 313-314.
[194] Kocabaşoğlu, a.g.e. s. 282-283;
Oymak, a.g.e. s.314-315.
[195] Kıeser, a.g.e. s. 43, 248.
[196] Küçükoğlu, a.g.e. s.136.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar