ORTADOĞUDAKİ OLAYLAR KIYAMET İŞARETİ DEĞİLDİR
Bazı kendini bilmezler Ortadoğu’daki
olayları kıyametin habercisi sanıyor.
Aslında olanların görünmeyen yüzü başkadır.
Aslında olanların görünmeyen yüzü başkadır.
Kıyamet manzaraları Kur’ân-ı Kerim’de en bariz şekilde
Kuvvirat Sûresinde anlatılır. Elmalılı
Muhammed Hamdi Yazır, Kuran'ı Kerim Tefsirinde İmam Ahmed, Tirmizî ve Hâkim'in
İbnü Ömer (radiyallâhü anh)'den rivayet ettiklerine göre Rasûlullâh sallallâhü
aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin kıyamet için
bildirdiği haberlerin gerçek manasını anlayabilmek için peygamberler dilini
bilmek gerekir. Mesela Kuvvirat Sûresinde bahsedilen olayların siyak ve
sebak ilişkisine baktığımızda olayların birbiriyle tam bir örtüşme
sağlayamadığını görürüz. Zahiren olaylar anlatılan şekilde olabilir. Fakat
bilim ve teknoloji geliştikçe bu bilgilerin muhteviyatına yeni yorumlar
getirmek gerekir, diye düşünüyoruz. “Güneşin
Dürülmesi İle Yıldızların Bulanması (dökülmesi)
ayetleri ile mallar ve Vahşi Hayvanların
Toplanması arasındaki bağıntıda
alakasız bir durum görünebiliyor.
Kur’ân-ı Kerim’de boş ve manasız sözler bulunmadığına göre, bu ayetleri
okuyunca ve tevil manaları artırınca bir çok farklı durum akla gelebilir.
Kıyamet olarak hayal ettiğimiz şey, bir felaket zincirinden çok, olası bir
değişimin temelini ortaya koymak olacağıdır. Allah Teâlâ’nın Âdem aleyhisselâmı
7000 yıl önce yarattığı rivayetini, 5 milyarlık dünya yaşı ile birleştirmek
istediğimizde, birçok zorlamalı manalar vermek zorunda kalıyoruz. Bu meyanda
aşağıda sizlere aktaracağım metinler, bu konuda düşüncenizde çığır açacağını
gösteriyor, diyebiliriz.
Felaket senaryoları ile süslediğimiz kıyamet olgusu,
İnsan hırsının ulaşabileceği en son noktaya bir örnektir. Bu yazı, ateistlerin
hoşunda gitmese de zalim ve kötü olanın
insanoğlu olduğunu bir kez daha gösterecektir.
İnsanoğlu Allah Teâlâ’yı gazaplandırıp günahına bedel
ve ortak olsun diye, neden bütün kainatın kendisiyle beraber yok olması, fikri
ile beslenir ki?
İnsanoğlu kötü oynadığı filmin finalini muhteşem mi
istiyor?
Allah Teâlâ aldanmayacağına göre, insanoğlu bir yerde
hata yapıyor.
Onu bulmamız gerekmektedir.
İhramcızâde
İsmail Hakkı
1- Güneş katlanıp dürüldüğünde,
2- Yıldızlar bulandığında,
3- Dağlar yürütüldüğünde,
4- Kıyılmaz mallar bırakıldığında,
5- Vahşi hayvanlar bir araya toplandığında,
6- Denizler ateşlendiğinde (suları çekilip, volkanlar
halinde ateş püskürdüğünde),
7- Nefisler eşleştirildiğinde (iyiler iyilerle,
kötüler kötülerle bir araya toplandığında),
8- Diri diri toprağa gömülen kıza sorulduğunda,
9- "Hangi günahtan dolayı öldürüldü?" diye.
10- Amel defterleri açıldığında,
11- Gök sıyrılıp açıldığında,
12- Cehennem kızıştırıldığında,
13- Ve cennet yaklaştırıldığında,
14- Herkes ne getirmiş olduğunu anlar.
15- Şimdi yemin ederim o sinenlere (gündüzleri gözden
kaybolan yıldızlara),
16- O akıp akıp yuvasına gidenlere,
17- Yöneldiği an geceye,
18- Nefeslendiği (ağardığı) an sabaha ki,
19- Kuşkusuz o Kur'an, değerli bir elçinin sözüdür.
20- O elçi güçlüdür, Arş'ın sahibinin yanında çok
itibarlıdır.
21- Orada ona itaat edilir, güvenilir.
22- Arkadaşınızı cin çarpmış değildir.
23- Andolsun o, Cebrail'i açık ufukta gördü.
24- O, gayb hakkında cimri de değildir.
25- O, kovulmuş bir şeytanın sözü değildir.
26- Hâl böyle iken, siz nereye gidiyorsunuz?
27- O, âlemler için öğütten başka bir şey değildir,
28- İçinizden doğru gitmek isteyenler için.
29- Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemeyince, siz
dileyemezsiniz.
O güneş dürüldüğü vakit. Burada zaman edatı olan ile
oniki olay zikredilmiş, cevabında "Her nefis ne getirdiğini
bilecektir." denilmiştir.
Bu oniki olay şunlardır:
1. Güneşin dürülmesi,
2. Yıldızların bulanması,
3. Dağların yürütülmesi,
4. Kıyılmaz malların bırakılması,
5. Vahşi hayvanların toplanması,
6. Denizlerin ateşlenmesi,
7. Nefislerin eşleştirilmesi,
8. Diri diri gömülen kıza sorulması,
9. Amel defterlerinin açılması,
10. Göğün sıyrılıp açılması,
11. Cehennemin kızıştırılması,
2. Cennetin yaklaştırılması.
Kaynak:
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır,
Kuran'ı Kerim Tefsiri
Kuran'ı Kerim Tefsiri
Konuyla
ilgili olarak Rahmetli Aytunç ALTINDAL
Beyefendinin en son çıkarttığı çalışmasından olan Sir
Isaac NEWTON’un Kutsal Kitabın Yorumu Daniel’in Kehanetleri ve Aziz John’un
Mahşeri Üzerine Gözlemler isimli eserinde bahse konuya bakınca bu
ayetlerin gerçekte bir felaketler zincirinin anlatılmadığını daha değişik
manalar ifade de içerebileceğine dikkat çekmektedir. Bu olaylar ile dünyanın
yokolması değil, belki huzurun kaybolacağına işaret olabilir.
Yuhanna’nın Vahyi, Yeni Ahit’in
(İncil) son bölümünde yer almaktadır. Bu bölümün yazarının kimliği çok net
değildir. Ancak Katolik Kilisesi bu bölümün, aynı zamanda dört İncil yazarından
birisi olan Yuhanna tarafından, bazı yazarlar ise Yuhanna adını taşıyan bir
başkası tarafından kaleme alınmış olduğunu belirtirler. Öte yandan Doğu
Kiliseleri bu bölümü Kutsal kitabın ana metninden saymazlar.
Anlatılanlara göre Yuhanna, bu eseri
Efes yakınlarındaki Patmos Adası’nda kaleme almıştır. Yazılış tarihi olarak da
M.S. 65 ile 96 tarihleri arasındaki zaman dilimi gösterilir.
Mezarı İzmir’in Selçuk ilçesinde
bulunan Yuhanna, Roma zulmü altında inleyen Hıristiyanlara bir ümit ışığı
vermek üzere geleceğe yönelik kehanetlerde bulunmuştu. Çekilen acıların sonunda
ebedi kurtuluşun geleceğini, dolayısıyla sabır ve tahammül göstererek Hz.
İsa’nın izini takip etmeleri gerektiğini sembolik bir dille anlatmıştı. Yuhanna
bu eserini Eski Ahit’te yer alan Daniel kitabından ilham alarak yazmıştı.
Bilindiği gibi, Eski Ahit’teki
(Tevrat) Daniel kitabı da, Babil kralı Nabukutnetsar’ın Kudüs’ü işgali ile
başlayan Babil esareti döneminde, Danyal peygamberin gördüğü bazı rüyaları
anlatmaktadır. Buna göre Kral
Nabukutnetsar bir rüya görür, ancak gördüğü rüyayı unutur; kahinlerden, hem
gördüğü rüyanın ne olduğunu bildirmelerini hem de onu doğru şekilde
yorumlamalarını ister.
Onlar ise kralın ne rüya gördüğünü
bilmedikleri için yorumlayamayacaklarını söylerler. O zaman Babil’de sürgünde olan Yahudilerin
önderi Daniel, bir mucize gösterir; hem kralın gördüğü rüyanın ne olduğunu
anlatır hem de onu memnun edecek biçimde yorumlar. Bunun üzerine kralın
nezdinde büyük bir itibar kazanarak ülkenin en saygın bilge kişisi haline
gelir.
Eserde daha sonra Daniel’in gördüğü
bir dizi rüya anlatılır ve burada değinilen kehanetlere yer verilir: Daniel
ilk rüyasında, göklerin dört yelinin büyük denize saldırdığını, denizden
birbirinden farklı dört büyük canavarın çıktığını, bu canavarlardan birinin
aslana, birinin ayıya, birinin kaplana benzediğini görür. Canavarların
dördüncüsü, en korkunç ve ürkütücü olanı ise büyük demir dişleriyle her
şeyi parçalayan bir canavardır. Bu canavarın adı belirtilmez. Sadece on
adet boynuzunun bulunduğu bildirilir. Bu canavarın yok edilişinden sonra
göklerin saltanatına sahip birisi gelir ve bütün dünyanın egemenliği ona
verilir.
Daniel, bu zata yaklaşır ve
gördüklerini yorumlayıp anlatmasını ister. O da dört canavarın dört büyük
krallığa, son canavarın on boynuzunun da o krallıktan doğacak on krallığa
işaret olduğunu belirtir.
Daniel, daha sonra başka rüyalar da
görür. Bunlardan birisi, boynuzlarıyla her şeye toslayan bir koçtur. Hiçbir
canlı onun önünde duramaz. Ancak iki gözü arasında tek boynuzu bulunan bir
canavar çıkar ve koçu öldürür. Bu esnada onun boynuzu kırılır ve yerinden
göklerin dört yeline doğru uzanan dört boynuz çıkar.
Bir diğer rüyada ise Daniel, Dicle kenarında kendine görünen ihtişamlı ve büyüleyici
kıyafetlerle donanmış insan şeklindeki bir varlığı görür; ona bu harikaların
sonunun ne kadar olduğunu sorar. O da ellerini göklere doğru kaldırıp: “Bir vakitler ve vakitler ve yarım vakit olacak.” der.
Daniel işittiği, ancak tam olarak
anlayamadığı sözler üzerine:
“Efendim, bunun en sonu ne olacak?” diye sorar. O
ses de:
“Git Daniel, çünkü sonun vaktine kadar bu
sözler saklıdır ve mühürlüdür. Daimi yakılan takdimenin kaldırıldığı ve harap
edici iğrenç şeyin dikildiği vakitten başlayarak 1290 gün olacak. Dayanıp 1335
güne yetişene ne mutlu.” diye cevap verir. (Eski Ahit,
840-855).
Babil esaretindeki umutsuz Yahudilere
ümit vermek üzere kaleme alındığı sanılan Daniel’in rüyaları ve buna bağlı
olarak gelecekten haber veren kehanetleri, asırlar boyunca Yahudiler arasında
sayı mistisizmine dayalı (hurufilik) batini, mistik ve sembolik anlayışın
yayılmasına vesile olduğu gibi; aynı kutsal metne sahip olan Hıristiyanlar
arasında da benzer yorumların yaygınlaşmasına neden olur.
Aynı şekilde Hıristiyan kutsal metni
olan Yeni Ahit’teki (İncil) Yuhanna’nın Vahyi bölümünde de metaforlarla bezeli
ezoterik ve Apokaliptik yaklaşımlar sergilenir. Buradaki kanlı tablolar, Eski
Ahit’tekine göre daha şiddet içerici niteliktedir.
İki ana bölümden oluşan Yuhanna’nın
Vahyi kitabının ilk bölümünde, Anadolu’daki yedi Kilise’ye (Efes, İzmir,
Bergama, Tiyatiraya, Sard, Fikedelfiya ve Laodikya) gönderilen mektuplar yer
almaktadır.
İkinci bölümde ise Hz. İsa’ya
benzeyen bir hayaletin kendisine göründüğünü ve kurtarıcının sağ elinde yedi yıldız olduğunu ve ağzından iki ağızlı keskin bir
kılıcın çıktığını görünce irkildiğini, ancak onun kendisinin İsa Mesih
olduğunu ve geleceğe dair kendisine bilgi aktaracağını, kendisinin bu
bilgileri yedi kiliseye anlatmasını istediğini bildirir. Burada İsa Mesih’in
yeniden yeryüzüne ineceğine yakın ortaya çıkacak bazı olayların aktarılmakta
olduğu görülür.
İlkin İsa Mesih’in gelişinden önce
dünyanın uğrayacağı ilahi öfkeden bahsedilir. Yedi mührün açılması, yedi
borazanın çalınması ve Tanrı’nın gazabıyla dolu yedi tasın yeryüzüne
boşaltılması ile felaketler zincirinin başlayacağı dile getirilir.
Yedinci borazanın çalınmasıyla
şeytanın hakimiyeti son bulur ve şeytan, içinde bin yıl kalacağı kuyuya
atılarak hapsedilir. Böylece insanlık bin yıl şeytandan kurtularak rahat nefes
alacaktır. Ancak bu bin yılın sonunda şeytan serbest kalacaktır.
Daha sonra Hıristiyanlar arasında pek
yaygın ve günümüzde bile etkin olan bin yıl beklentisi ya da korkusu (Bin
yılcılık-Millenarizm), anlayışı, Yuhanna’nın Vahyi kitabındaki bu kehanetlerle
bağlantılıdır.
Yuhanna’nın Vahyi’ne göre, dünyanın
sonuna doğru İsa Mesih yeryüzüne inecek, insanları “ demir çomakla güdecek
ve çömlek kaplar gibi kırıp parçalayacaktır.”
Yedi meleğin, insanlar ve yeryüzü
için felaketler getirecek olan borazanları birer birer üflemelerinden sonra,
gökten insanların üzerine kanla karışık dolu ve ateş yağacak, karada ve denizde
yaşayanların üçte biri helak olacaktır. Yıldızlar ve ateş topları yeryüzüne
dökülecek, güneş ve ay kararacak, felaketler birbirini izleyecektir.
Bu felaketlerin ardından
yeryüzüne inecek olan İsa Mesih, Siyon tepesi üzerinde duracak ve seçilmiş
144.000 kişi, onun yanında yer alacaktır. Sonra inanmayanlara yönelik ilahi
cezalandırma başlayacak ve yeryüzünde oluk oluk kan akacaktır.
Yuhanna olacakları şöyle anlatıyor:
“Tapınaktan çıkan başka bir melek,
bulutun üzerinde oturana yüksek sesle bağırarak şöyle dedi: ‘Orağını uzat ve
biç! Biçme saati geldi. Çünkü yerin ekini olgunlaşmış bulunuyor.” Bulut üzerinde oturan, orağını yerin
üzerine salladı ve yerin ekini biçildi.
Gökteki tapınaktan başka bir melek
çıktı. Onun da keskin bir orağı vardı. Ateşin üzerinde yetkili olan başka bir
melek ise sunaktan çıkıp geldi. Keskin orağı olana yüksek sesle ‘Keskin
orağını uzat!’ dedi. ‘Yerin asmasının salkımlarını topla. Çünkü üzümleri
olgunlaştı.’ Bunun üzerine melek orağını yerin üzerine salladı. Yerin
asmasının ürününü toplayıp Tanrı öfkesinin büyük cenderesine attı. Kentin
dışında sıkılan cendereden kan aktı. Kan, bin altı yüz ok atımı çapındaki bir
alanda atların gemlerine dek yükseldi.”
Bu olaylardan sonra yedi melek
tarafından tanrısal öfke yeryüzüne boşalır. Bu esnada kötü ruhlar, yeryüzünün
bütün yöneticilerini Armegedon’da toplarlar. Daha sonra evrende tam bir kaos ve
düzensizliğe neden olacak büyük yıkım ve felaketler dizisi ortaya çıkar:
“Şimşekler çaktı, uğultular ve gök
gürlemeleri işitildi. Öylesine büyük bir deprem oldu ki insan yeryüzünde oldu
olalı bu kadar büyük bir deprem olmamıştı. Uluslara ait kentler yerle bir oldu.
Büyük Babil, Tanrı’nın önünde anıldı ve Tanrı’nın ateşli gazabının şarabını
içeren kâse kendisine verildi. Bütün adalar ortadan kalktı, dağlar da yok oldu.
Gökten insanların üzerine, taneleri yaklaşık kırk kilo ağırlığında şiddetli
bir dolu yağdı.”
Böylece Armagedon’da toplanmış
dünyadaki bütün Mesih karşıtları, yöneticileriyle birlikte yok olurlar. Mesih’e
karşı gelen bütün inanç mensupları “kükürtle yanan ateş gölüne diri diri
atılırlar.”
Ayrıca bu felaketler başlamadan önce
Isa Mesih yeryüzüne inecek, kendisine inananları alıp semaya çıkaracaktır. İsa
Mesih’e tabi olarak ölümsüzlük elbisesini giyip semaya yükselen Hıristiyanlar,
mutluluk içinde yeryüzünde olup bitenleri seyredeceklerdir.
Bundan sonra yeryüzünde bin yıl
sürecek olan altın devir başlayacaktır. (Kitab-ı Mukaddes, Yeni Ahit,
Yuhanna’nın Vahyi, 258-274).
Son zamanlarda özellikle fanatik
Yahudi ve Hıristiyan gruplar tarafından sıklıkla bu kehanetlere atıflarda
bulunulduğunu görüyoruz.
Ortaçağ’da bazı Kitab-ı Mukaddes
yorumcuları, Hz. Peygamber’in doğum tarihini, Deccalin temsilcilerini sembolize
ettiği 666 rakamıyla özdeşleştirerek, kehanetlerde sözü edilen Deccal’in
işaretlerinin Hz. Peygamber’i gösterdiğini iddia ediyorlardı. Nitekim ilk
yapılan Kur’an tercümelerinden birisinin kenarında, Müslümanların boynuzlu
canavarlar şeklinde tasvir edildiğini görüyoruz. Haçlı Savaşları esnasında
papazların halkı savaşa teşvik etmek için bu kehanetlere ve onların fanatik
yorumlarına sıkça başvurdukları görülmektedir.
1530’da Martin
Luther, Papa’yı Deccal diye tanıtıyordu. John Calvin de böyle bir bağlantı
kurmuştu. 1940’Iarda, Deccal olarak Hitler’in sık sık adı geçiyordu; Stalin ve
Mussolini’yi de bu role uygun görenlerin sayısı çoktu.
Bilhassa bazı Mesihçi, Millenarist ve
Evanjelikler, bu kehanetleri yorumlayarak “Tanrı’yı kıyamete zorlama” diye bir anlayış geliştirmiş bulunuyorlar.
Onlar, Mesih’in gelişine zemin hazırlayacağı kabul edilen bu şiddet olaylarının
bir an evvel meydana gelmesini ve Yeni Kudüs’ün kurularak Kurtarıcı’nın mutlak
hakimiyetinin gerçekleşmesini istemekte ve bunun için özel çaba
harcamaktadırlar.
Söz gelimi Dispansasyonalistler,
Yahudilerin artık Filistin’e döndüklerini ve İsrail devletinin kurulduğunu,
böylece ilahi takdirin gerçekleştiğini, kutsal tapınağın (Süleyman Mabedi)
üçüncü kez inşasının an meselesi olduğunu dile getirmektedirler.
Özellikle Amerika Birleşik
Devletleri’ndeki Evanjelikler, hava alanları ve tren istasyonları başta olmak
üzere halka açık mekanlarda şov programlarını hatırlatan geniş katılımlı
vaazlarında, ayrıca hazırladıkları radyo ve televizyon programlarında, beklenen
kehanetlerin gerçekleşmesi için, halkı tahrik ve teşvik etmektedirler. İsrail
Devleti’nin kurulmasının ilahi buyruğun tecellisi olduğunu bildirmekte, bu
nedenle de İsrail’in yaptığı insanlık dışı zulümlere ve katliamlara sempatiyle
bakmaktadırlar.
( Sunuş: Prof. Dr. Bekir KARLIĞA, Sir Isaac
NEWTON, Kutsal Kitabın Yorumu Daniel’in Kehanetleri ve Aziz John’un Mahşeri
Üzerine Gözlemler Özgün adı: Observations Upon the Prophecies of Daniel and the
Apocalypse of St. John. Türkçesi Aytunç ALTINDAL, 2. Baskı, İstanbul, Aralık
2012 sh:9-14)
Kehanetleri anlayabilmek için, ilkin kendimizi
Peygamberler’in [kullandıkları] mecazi dile alıştırmalıyız. Bu dil, siyasi bir dünya olarak kabul edilen bir İmparatorluk
veya Krallık ile doğal dünya arasındaki andırmadan [analoji] alınmıştır.
Buna uygun şekilde, gökyüzünden ve
yeryüzünden oluşan tüm doğal dünya, tahtları ve halkları veya Kehanet’te yer aldığı kadarından oluşan tüm siyasi dünyayı simgeler: Böylelikle o dünyanın içindekiler,
andırma yoluyla bu dünyanın içindeki şeyleri simgelemiş olurlar. Çünkü gökyüzü
ve onun içindekiler, tahtları ve soylulukları ve bunların saltanatını sürenleri;
yeryüzü ve onun üstündekiler de, aşağılanan halkı ve Hades veya Cehennem
denilen yeryüzünün en alt kısmı da, insanların en zavallı ve düşkün olanlarını simgeler.
O
vakit de, arşa doğru yükselmek ve yeryüzüne doğru inmek, onura ve iktidara
yükselmek veya onlardan aşağıya doğru inmek demektir: Dünyadan veya sulardan
çıkarak yükselmek veya onlara doğru düşmek, aşağıdaki halkın durumundan
herhangi bir soyluluğa veya egemenliğe yükselmek veya bu yerlerden yine o
aşağıdaki halkın içine düşmektir; yeryüzünün alt kısımlarına inmek çok alçak ve
mutsuz bir [yere] inmektir; tozun toprağın içinden zavallı bir sesle konuşmak,
zayıf ve düşkün koşullarda olmaktır; bir yerden başka bir yere hareket etmek,
bir makamdan, soyluluktan veya egemenlikten bir başkasına geçmektir; büyük
depremler ve gökyüzünün ve yeryüzünün sallanması, Krallıkların sarsılması,
onların karışıklıklarla çöküşüdür; yeni bir gökyüzü ve yeryüzü yaratmak ve
yaşlanmış olan birinin göçüp gitmesi veya dünyanın başlangıcı ve sonu, onlarla
simgelenmiş olan bütünsel-siyasetin yükselişi veya çöküşüdür.
Eğer Kehanet’te belirtilen dünya
haritası birçok Krallıktan oluşuyorsa, bunlar doğal dünyanın birçok kısmı ile
temsil edilmişlerdir; en soylular, göksel çerçevede ve sonra da ay ve bulutlar
sıradan insanların yerine konulmuşlardır; daha az soylu olanlar dünya, deniz,
nehirler ve içlerinde yaşayan canlılar olarak ve sonra da çok büyük ve güçlü
hayvanlar ve yüksek ağaçlar Krallar, Prensler ve Soyluları ifade etmek için
anılmıştır; çünkü tüm Krallık, Kral’ın kendi kişiliğinde vücut bulduğu için,
Kral’ı temsil eden Güneş, ya da bir ağaç, ya da güçlü bir hayvan veya kuş veya
bir Adam tüm krallığın simgesi olarak gösterilmiştir ve Aslan, Ayı, Leopar,
Teke, gibi hayvanlar özelliklerine göre birçok Krallıklar ve devlet siyasetleri
için konulmuşlardır: hayvanları kurban etmek, kılıç zoru ile Krallıkları
zaptetmek için; güçlü yırtıcıların aralarındaki dostluklar da, Kralların
aralarındaki barış olarak konulmuştur. Yine de bazen, Ağaç’ın Yaşam Ağacı veya Bilgelik Ağacı’nı, Hayvan’ın da Kadim
Serpent olarak alınmasında olduğu gibi, sebzeler ve hayvanlar bazı belirli
koşullar ve yazıtlar aracılığıyla başka simgeleştirmelere eriştirilmişler veya
tapınılmışlardır.
Bir Mahluk veya bir İnsan bir Krallık
olarak gösterilmişse, onun uzuvları ve yetenekleri [benzetme] yoluyla Krallığın
uzuvları olarak gösterilmiştir; örneğin Mahluk’un Başı, ülkeyi yönetmiş olan
önceki yüce kişi yerine konulmuştur; kuyruğu, yönetilen ve yöneticileri izleyen
sıradan halk içindir; eğer başlar birden fazlaysa Krallık’daki sivil iktidara
orantılı olarak peşpeşe veya topluca sıralanan belli başlı merkezleri veya
hanedanları veya sömürge alanlarını gösterirler; [eğer] herhangi bir başta
boynuzlar varsa, bu o baştaki Krallıklar’ın askeri güçlerine oranla
konuşlanışını gösterir; bakışlar, bakmak, öğrenmek için ve gözler anlayış ve
siyasa sahibi adamlar için ve episkopoi de dinsel konularda Piskoposlar
içindir; konuşmak, yasama için; ağız, sivil veya kutsal bir yasa-koyucu için;
yüksek ses, güç ve iktidar için; alçak ses, zayıflık için; yeme-içme, yenilmiş
ve içilmiş şeylerle simgelenenleri elde etmek için; bir mahlukun veya insanın
saçları ve kuşların tüyleri, halk için; kanatlar, o mahluk tarafından temsil
edilen Krallıklar’ın sayısı için; bir adamın kolu, onun gücünün veya gücü
altındaki herhangi bir halk için; ayakları, halkın alt kesimi veya Krallığın en
ücra bölgesi için; yırtıcı hayvanların ayakları, pençeleri ve dişleri, orduları
ve ordu bölükleri için; kemikler, sağlam ve güçlendirilmiş yerler için; et,
zenginlik ve malvarlığı için ve onların [uzuvların] hareketli günleri, yıllar
için; [eğer] bir ağaç bir Krallık için konulmuşsa, onun dalları, yaprakları ve
meyveleri tıpkı kuşların ve mahlukların kanatları, tüyleri veya yiyecekleri
gibidir.
Eğer bir kişi mistik anlamda ele
alınmışsa, onun yetenekleri çoğunlukla onun davranışlarıyla ve çevresindeki
nesnelerle simgelenirdi. Şöyle ki, Yönetici kişi, üzerine bindiği güçlü bir
hayvanla; bir Savaşçı veya Fatih, kılıcıyla ve okuyla; güçlü bir adam, dev bir
heykelle; bir Yargıç, tartı ve ölçülerle; özgürlük veya mahkumiyet
anlamındaki sözler, beyaz veya siyah bir
taşla; yeni bir soyluluk, yeni bir adla; moral veya sivil yeterlilikler,
kostümlerle; şan ve şeref, çok güzel bir harmaniyle; Krallık asaleti, eflatun
veya al renkleriyle yahut bir taçla; hakkaniyet, beyaz ve temiz giysilerle;
içten Pazarlıklılık, kirli ve süfli bir kostümle; salgın, matem ve aşağılanma,
adi kumaşlarla; utanç, onursuzluk ve iyi iş arayışı, çıplaklıkla; yanılgı ve
sefalet, buna sebep olan adamın veya kadının şarap kâsesinden içmekle; herhangi
bir dini çıkar amacıyla kullanmak, o dine bağlı kişilere mal satmak [bezirganlık]
ve alışverişte bulunmakla; herhangi bir ulusun sahte Tanrılarına tapınmak veya
hizmet etmek, onların prensleriyle zina yapmakla veya onlara tapınmakla; bir
Krallık Meclisi, kendi imajıyla; dinsel sapkınlık, şirk ile; savaşta yenilgi,
bir insanın veya mahlukun yarasıyla; geçmek bilmeyen bir savaş belası, acı ve
sancı ile; yeni bir Krallık kurabilmek için bir halkın gösterdiği çaba, doğum
yapmaya çalışan hamile bir kadın ile; bir Devlet siyasasının [yapısının] veya
dinin dağılması, bir insanın veya Mahluk’un ölüsüyle ve dağılıp gitmiş bir
egemenliğin yeniden kurulması, bir ölünün yeniden canlanmasıyla simgelenmiştir.
Kaynak:
Sir Isaac NEWTON, Kutsal Kitabın Yorumu Daniel’in Kehanetleri ve Aziz
John’un Mahşeri Üzerine Gözlemler Özgün adı: Observations Upon the Prophecies
of Daniel and the Apocalypse of St. John. Türkçesi Aytunç ALTINDAL, 2. Baskı,
İstanbul, Aralık 2012 (İkinci Bölüm sh:31-35)
Yine konuya destek olması için Muhyiddin İbn Arabî kaddesellâhü sırrahu’l
azîz, Futuhât-ı Mekkiyye’sinde kıyamet manzaralarının bahsedilen mana
içeriğinde yani felaketler zinciri şeklinde olmadığına telmihen işaret
etmiştir. Okuyalım
Bir rüyaya benzer şekilde, Allah Teâlâ bana Kâbe’yi tavaf
ederken bir hadise göstermiştir. Kâbe’yi yüzlerini tanımadığım bir grup insanla
birlikte tavaf ediyordum. Bize iki mısra okudular, biri aklımda diğerini
unuttum. Aklımdaki mısra şöyleydi:
Biz de sizin gibi senelerce tavaf
ettik
Kâbe’yi hep birlikte tavaf ediyoruz
Diğer mısraı unuttum. Bu hale şaşırdım. İçlerinden birisi
bana bilmediğim bir isim söyledi ve şöyle dedi: ‘Ben senin atalarındanım.’
Ben de ona ‘Ne zaman öldün’ diye sordum. Şöyle cevap
verdi:
‘Kırk bin küsur sene oldu.’ Ben de:
‘Âdem’in bile bu kadar
ömrü yoktur’ deyince, şöyle dedi:
‘Hangi Âdem’den söz ediyorsun: sana en yakın Âdem’den mi,
başka bir Âdem’den mi?’
Bu söz üzerine Hz. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin ‘Allah
yüz bin Âdem yaratmıştır’ hadisini hatırladım ve şöyle dedim:
‘Beni kendisine nispet eden bu atam o Âdemlerden olmalıdır.’
Bu konuda da tarih bilinmese bile, hiç kuşkusuz âlem
hâdistir. Âdem hadistir, çünkü onun Âdem mertebesine sahip olması mümkün değildir;
kadimlik, başlangıcının olmaması demektir. Âlem ise Allah Teâlâ katından
meydana getirilmiştir. Allah Teâlâ onu yokluktan var etmiş ve varlığını tercih
etmiştir, çünkü ‘imkân’ hali âlem için zati niteliktir ve bu nedenle
sürekli ‘tercih’ gerekir. Hükümlerin ortaya çılana mahalli olan hakikatlere
ilave olan her şeyin sureti nispet ve izafetlerdir. Onların renk, sıfat,
özellik gibi dışta varlıkları yoktur. Her nispetin izafenin, olgunun, rengin,
niteliğin kendine özgü bir ismi ve isimleri vardır.
Kaynak:
Muhyiddin İbn Arabî-Futuhât-ı Mekkiyye
28. Sifir, Üç Yüz Doksanıncı Bölüm. [hzl: Ekrem Demirli, 2011,İstanbul , c: 14,
sh.285]
**************************
1945 yılında İstanbul’da doğdu.
Bugüne kadar
16’i telif 11’içeviri 27 kitabı, 400’den fazla da makalesi yurtiçi ve
yurtdışında yayınlandı.
1969-71 seneleri arası Gurnsey Writer’s School’da,
1977 senesinden itibaren ise Fransa Sorbon Üniversitesi Fransızca Eğitim
bölümünde tahsil gördü.
1977’de Havass Yayınlarını, 1980 yılında ise Süreç
Yayınlarını kurdu ve Süreç dergisini çıkardı.
1983’de İsviçre’de MODUS VİVENDİ Kültür Merkezi’ni
kurarak 10 yıl yönetti.
1989 yılında Rusya’da Kültür Danışmanlığı görevini
yaptı.
1992’de İngiltere Edinburg’taki INTERNATIONAL ACADEMY
FOR EUROPEAN AND CHRISTIAN STUDIES akademisinde PROJECT ACADEMIC BOARD
(Akademik Proje İdari Heyeti) üyeliğine seçildi.
Aynı yıl
İngitere’de yayınlanan THREE FACES OF JESUS (Üç İsa) adlı kitabı dünyada
yankılar uyandırdı.
Daha sonra
(1993) Rusça’ya çevrildi.
1993’te INTERNATIONAL SOCIETY FOR THE STUDY OF
EUROPEAN IDEAS (Uluslararası Avrupa Düşünce Çalışmaları Topluluğu) Bilimsel
Kuruluna üye oldu.
Aynı yıl
Avusturya’nın GRAZ şehrindeki KARL – FRANZ Üniversitesi tarafından düzenlenen
EUROPEAN SECULAR LEGACY (Avrupa’nın Laik Vasiyeti)adlı uluslararası konferansta
Oturum ve Bölüm Başkanlığına seçildi.
1995’te merkezi New York’ta bulunan CARNAGIE COUNCIL
ON ETHICS AND INTERNATIONAL AFFAIRS örgütüne davet edilen, ilk ve tek Türk
Konuşmacı oldu.
Aynı sene, New York’ta Birleşmiş Milletler bağlantılı
GLOBAL FORUM OF SPIRITUAL AND PARLIAMENTARY LEADERS ON HUMAN SURVIAL (İnsan
Yaşamından Sorumlu Ruhani ve Siyasi Liderler Global Forumu’nda) INTERNATIONAL
ADVISOR COMMITTEE yani Uluslararası Danışman üyesi oldu.
Ünlü Fizikçi Isaac NEWTON’un bugüne kadar hiç
bilinmeyen bir kitabını da yayınlayan Altındal, Uğur Mumcu’nun “Sakıncasız”
adlı eserinin de yapımcılığını üstlendi.
Allah
Teâlâ rahmet eylesin.
05 Mart 2014 ‘KOD Adı:
Olympus’ filminin reklamlarında, Beyaz Saray saldırıya uğruyor
Gerard Butler ve Morgan
Freeman gibi isimlerin rol aldığı Olympus Has Fallen/ Kod Adı: Olympus, Beyaz
Saray’a düzenlenen bir saldırıyı işliyor. Filmin TV ekranlarında yayınlanan
reklamları ise infiale yol açtı. Reklamda, Beyaz Saray’da patlamalar olurken “Bu
Bir Test Değildir” yazısı beliriyor. Reklamı gerçek sanan pek çok izleyici,
TV kanalları hakkında şikâyette bulundu. ABD Federal İletişim Komisyonu,
“izleyiciyi yanlış yönlendirdiği için” reklamlardan dolayı üç medya devine 2
milyon dolar ceza kesti.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar