BATI'DA SEKÜLER DÜŞÜNCENİN GELİŞİMİNE KATKI -AYTUNÇ ALTINDAL
Özellikle Rönesans ve Aydınlanma çağında
büyük keşiflere ve teknik gelişmelere imza atmış bilim adamlarından çoğunun
gerçekte ATEİST oldukları hep söylenmiştir ama bu KESİNLİKLE doğru değildir. Başta Isaac Newton olmak üzere şu ünlü
Charles Darwin de dâhil Ateist olarak yaftalanan bilim adamlarının neredeyse
tamamı İnançlı kişilerdi. Onları Ateist ilan eden ise Yerleşik
Kilise'nin liderleri idi. Bunlar kendi çıkarlarına uymayan, kendi uydurdukları
Dogmaları, dolma niyetine yutmayan herkesi Ateist, Heretik, Din-Düşmanı ve
Katli-Vacib olarak göstermişler ve kimisini yakmış kimisinin de derisini
yüzmüşlerdir. Tek ve Mutlak Doğru'nun kendilerinde olduğunu öne sürerek bunları
eleştiren Giordano Bruno gibi bir dâhiyi yakmışlar, Ene’l Hak gibi
basit ve son tahlilde naif olan bir önermeyi ısrarla savundu diye Hallac-ı
Mansur'un derisini yüzdürmüşlerdir. İyi de, İnançlı ama İmansız
kabul edilebilecek olan bu insanlar ile onları ölüme ve idama gönderen
İmanlı kişiler arasındaki temel ayrımlar nelerdi? Şimdi dört
başlık altında bunlara değineyim:
• İnançlı kişi bu bir bilim adamı da olabilir, sıradan bir insan da olabilir; örneğin
tüccar veya bezirgan gibi-esas itibarıyla, DÜŞÜNEBİLDİĞİ KADARINA İNANMAK
İSTER.
İmanı
esas almış olan kişi ise, İMAN ETTİĞİNİ
DÜŞÜNÜR, GERİSİNİN İMANINI ZEDELEYECEĞİNİ VARSAYAR.
•
İnançlı kişi, KUŞKUDAN VE AKILDAN YOLA ÇIKARAK GERÇEĞE ULAŞMAYA
ÇALIŞIR, DOGMALARA İTİBAR ETMEZ.
İmanlı
kişi ise, İRRASYONELDEN VEYA MUCİZEDEN YOLA ÇIKARAK
BUNLARI DEĞİŞMEZ VE DEĞİŞTİRİLMESİ TEKLİF DAHİ EDİLEMEZ TANRI BUYRUĞU SAYILAN
DOGMALAR HALİNE GETİRİR, AKLA VE KUŞKUYA YER TANIMAZ.
•
İnançlı kişi, örneğin Pagan, İNSANI KAHRAMANLAŞTIRIP TANRI
YAPMIŞTIR. (Bu tip insanlara THEI-OS ANER denirdi ve filozof
Empedokles çağının Theios Aner'i idi; tıpkı ondan sonra yetişen Tyanalı
Appoloni-us gibi.)
İmanlı
kişi ise, Hıristiyanlıkta olduğu gibi, TANRIYI
İNSANLAŞTIRIP YERYÜZÜNE İNDİRMİŞ VE BURADA BİZLER GİBİ ZAVALLI VE CAHİLLERİN
ARASINDA YAŞAMAYA MAHKÛM ETMİŞTİR. Yahudiler ise daha uyanık oldukları için
gerçek Tanrı ELOHIM'i Rabbiler aracılığıyla adını değiştirterek durmaksızın
karar ve fikir değiştiren, kıyım emirleri veren, gaddarlık yapan, bunalımlı ve
çaresizlikten acınacak durumlara düşebilen İnsan suretindeki JAHWEH (Yahweh,
YHWH, Yahwe, Yahveh, YHVH, Yahve, Wahvey, Jahvey, Jehovah, JHVH) haline
getirmişlerdir. Hahamlar tarafından yazılmış olan Talmud'un anlattığı Baş
Kahraman Jahweh ile Tevrat da adı geçen Elohim birbirlerinden çok farklıdırlar,
öyle ki Talmud'a göre, Tanrı Jahweh, çoğunluğu cahil olan hahamların yazdıkları
Talmud'u okur, ne yasaklar koyduğunu bile bu kitaptan öğrenir.
•
İnançlı kişi için başta Felsefe olmak üzere Bilim ve Hikmet
(Wisdom=Hokma) en önemli fikir ve düşünce üretim araçları iken,
İmanlı
kişi için Felsefe, Bilim ve Hikmet hiçbir zaman Din kadar
değer taşımamıştır. Onlar için bağlayıcı ve aslolan kaynağı ve tarihselliği
meçhul, kim ya da kimler tarafından, ne zaman, nerede ve hangi koşullarda,
hangi amaçlara hizmet etmek amacıyla yazıldıkları bilinmeyen ama bunlara rağmen
eli kılıçlı bir OTORİTE tarafından (örneğin İmparator Konstantin gibi biri)
kutsandığı varsayılan Kitap(lar), örneğin Talmud ve Yeni Ahit, TEK DOĞRU KAYNAK
KABUL EDİLİR.
Sözün
özü:
Her İnançlı
kişi mutlaka İmanlı olmak zorunda değildir. Buna geçmek
istiyorsa, İMANA SIÇRAMA YAPMASI gerekir. (İmana sıçrama yapmak teknik
bir terimdir. İngilizcesi, Leap of Faith olarak geçer.) Böyle bir
sıçrama yapmadan da İnançlı olunabilir.
Örneğin
ikinci bölümde anlatacağım Isaac Newton böyle bir bilim adamıydı. İnançlıydı
ama Katolik Kilisesi'nin koyduğu Teslis (Trinity) Dogmasını asla
kabul etmemiş ve böyle ZIRVA BİR İMAN MADDESİ (Article of Faith) olamaz
diyerek bunu açıkça ve yazılı olarak reddetmişti. (s.14-16)
Kadim Lithomancy (Taşlarla Kehanet), Okült'ün[1]
bir dalıdır ve sadece inisyelere el verilerek aktarılan çok karmaşık bir
öğretidir. İlkin belirli Chartlar[2]
kullanılarak kişilerin Gemetria diye bilinen bir sistemle
ölçümleri yapılır. Sonra kişilerin yaşamsal dönemlerine uygun taşlar
matematiksel değerleri dikkate alınarak saptanır. En son olarak da kişinin
hangi taşı hangi dönemde ve ne kadarlık bir süre için taşıması gerektiği
anlatılır.
Kadim Lithomancy Osmanlı'da sadece Havass'a ait bir
uğraştı ve Avam'a kesinlikle kapalıydı. Bu Mantic
(kehanete ait) dalında seçilmiş 99 adet taş vardır. Nedir ki bu taşlar
yeryüzünün ürettiği taşlar değil, uzaydan meteorlar ve diğer yollardan gelerek
yeryüzünde yerleşmiş olan taşlardır. Bunlara kısaca Kozmik Taşlar denilir.
Örneğin granit bir yeryüzü taşıdır ama demir cevheri ihtiva eden tüm taşlar
Kozmik Taşlardır.[3]
Bu 99 taşta kozmik enerji parçacıklarının bulunduğuna ve bunların da taşı canlı hale getirdiğine ve
bu taşların yeryüzü taşlarından farklı olarak Ruh-Sahibi taşlar
olduklarına inanılır.
Canlı taşlardan biri İnci'dir. Takan kişinin rengini
alabilir ve kişiyle uyum sağlayamazsa İnci kendisini karartır. Canlı taş kabul
edildiği için değerlidir ve bu nedenle Araplar arasında Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve sellem Muhammed'e Durri Yetim (İnci, çok değerli yetim)
deniliyordu. Bu taşlar aracılığıyla usta Lithomantistler kişilerin
tüm yaşam haritalarını çıkartabilirler ve başta bunalım olmak üzere hemen her
soydan ve boydan Ruhsal sorunlarını rahatlıkla çözümleyebilirler. Bu 99 taşın
her birinde ayrı özellikler vardır, bunu da ekleyelim. Kabalist Hahamlar bu
taşlardan bazılarını çalıştıkları yazı masalarının ardındaki raflarda
sergileyerek kendilerini kötülüklerden koruduklarına inanırlar.
Ezoteristler ve Okültistler insanın kaynağının, ortaya
çıkışının anası olarak Doğa'yı görüyorlardı. Onlara göre insanın yaradılışı
Kozmik Enerji'nin dişi kabul edilen Doğa'yı döllemesiyle sağlanmıştı. Döllenen
Doğa böylelikle kendisini tamamlayarak (Attainment) insanı ortaya çıkarmıştı. İlginçtir ki, Marks'ın yol arkadaşı F. Engels de Okültistlerin bu anlayışına
çok uyan bir İnsanlık tanımı yapmıştı.
Engels'e göre de insan, Doğa'nın kendisini bütünleştirmesi, tamamlamasıyla
ortaya çıkmıştı.
Gizli İlimlerle uğraşanlar için bu Kozmik Enerji, Tek
ve Mutlak Ruh'tu. Tanrı ve Tannlar, işte bu Yüce
Ruh'un insanlar için görevlendirdiği varlıklardı, onun
izini (enerjisini) taşıyorlardı ve insanları kötülüklerden koruyabiliyorlar
ve/veya onların başarılı olmalarında aracılık yapabiliyorlardı.
Sözün burasında kısaca bir hususa değinmek gerekiyor.
Mancy dallarında sadece taşlar değil birçok başka
nesne de araç olarak kullanılmıştır. Bunların arasında gündelik hayatta sıkça
rastlanılan tavşanayağı, dört yapraklı yonca, uğurböceği, fil (heykeli) gibi
değişik objeler vardır. Bunlar Charm adı altında toplanmışlardır
ve günümüzde üniversitelerin bilimsel araştırmalarına konu olmaktadırlar.
Örneğin, Köln Üniversitesi'nden Dr. Lysann Damisch'in başkanlığında 2008-2010
yılları arasında yürütülen bir araştırma bu tür Charm objeleri[4]
taşıyan kişilerin diğerlerinden çok daha fazla şanslı olabildiklerini ortaya
koymuştur. Aynı bilimsel araştırmaya göre burada aslolan Şans olayının kendisi
değil kişinin bedensel ve ruhsal özelliklerine uygun olarak seçilmiş olan
Charm objesinin kişinin üzerindeki etkisiydi. Şöyle söylersek, tıpkı tılsım ve
muskalar gibi bu objeler de onları hazırlayan kişilerin Kozmik Enerjisini
taşımakta ve verilen kişinin üzerinde ek bir enerji gücü sağlayarak o kişiyi
başarıya götürebilmekteydi. Kişinin bu hazırlanmış objeyi almasıyla birlikte
bedensel faaliyetlerinde bir hızlanma başlıyor ve kişi hem daha güçlü düşünür
hem de daha güçlü davranır hale geliyordu.[5]
Hemen belirtmekte yarar vardır ki, her önüne gelen Charm hazırlayamaz,
şarlatanlara kimse kapılmasın, bu çok karmaşık ve uzun bir prosedürdür.
(s.33-34)
Tek-Tanncı Mutlak İmancı dinlerin gerçek âlimleri
(örneğin Tasavvuf) Gizli İlimler konusunda Gıybet (geleceği
bilmek) tartışması hariç, ağır eleştiriler yöneltmemiş tersine bu konulan
anlayabilmek için Ezoterist ve Okültistler ile dostluklar kurmuşlar ve
karşılıklı görüş alışverişlerinde bulunmuşlardır. Bu tür görüşmeler, özellikle
de Ezoteristlerin öne sürdükleri bir tezin çerçevesinde yapılmıştır. Buna göre
Gizli İlimlerle uğraşanlar için Tanrı algılaması bir DİN olarak değil ama bir
İnanç-Sistematiğin gereği olarak Mevcut'tur. Ezoteristler için
Tanrı (Yüce Ruh), -dikkat çok önemli- Kendi Kendisinin Delilidir (Hüccet).
Başka delillere veya insanların getirdikleri delillere ihtiyacı yoktur. Bu
nedenle de birilerinin kalkıp bas bas bağırarak, olmadık yasaklar, kurallar ve
cezalar koyarak Tanrı'nın Varlığını kanıtlamaya kalkışmaları
beyhudedir ve böylesi girişimler sadece siyasal ve maddi çıkarlar elde etmeye
matuftur.
Eğer Okültizm sadece büyücülük, sihirbazlık, falcılık
vb. gibi aşağılayıcı kelimelerle tanımlanırsa bunların en yetkin örnekleri
gerçekte Mutlak İmancı Tek-Tanrıcılığın Kutsal kabul ederek imana zorladığı
insanlara ezberlettiği metinlerde ve kitaplarda vardır. Yahudi Kutsal
Kitaplarında Mosheau (Müslümanlara göre
Peygamber, Yahudilere göre siyasetçi Musa) Firavun ile pazarlığını Büyü
ve Sihir kullanarak yürütmüştür. Musa'nın Kızıl Deniz'i asasıyla ikiye
bölüşü, bu nedenledir ki, Tanrı'nın bir Mucizesi değil onun Sihirbazlığının bir
başarısıdır. Talmud'u yazan, çoğu cahil çoban veya satıcı olan Hahamlardan
bazılarına göre nehir kenarlarında dolaşan dişi aslanların burunlarının üstünde
300 kötü cin saklanmaktadır!
İslamiyet'in Allah'ı adına konuşma, fetva verme, asıp
kesme yetkisinin sadece kendisinde olduğunu düşünen birçok Hacı, Hocaefendi,
Şıh, Mıh bozuntusu da öncekilerden aşağı kalır zırvalarla insanları korkutup
mallarını, canlarını ve çokça da ırzlarını almazlık etmemişlerdir.
Ezoterist ve Okültistler için kendi yazdıkları
kitapları Kutsamak gibi bir gelenek olmadığı için Ezoterizm'in
Kutsal Metinleri ve Kitapları yoktur, olan metinlerde de bu tip yasaklar ve
palavralar yoktur. İlk yüzyıl içinde İsa Mesih adı verilerek Paul ve Barnabas tarafından insanlara
tanıtılan kişinin çok büyük bir Sihirbaz olduğuna, ölen insanları dirilttiğine
inanılıyordu. Benzer şekilde Paul ve Barnabas gittikleri köy ve
kasabalardan ya Büyücü oldukları gerekçesiyle kovuluyorlardı ya da "Bize
Sihrinizi gösterirseniz sizleri dinleriz," denilerek kente
girmelerine izin veriliyordu. Masonlar için bu İsa Mesih denilen kişi
Evrenin Yüce Mimarı (Ezoteristlerin Yüce Ruh'unun çarpıtılmış versiyonu)
tarafından görevli olarak yeryüzüne gönderilmiş olan İLK MASONLARDAN biridir.[6]
Ezoterist ve Okültistlere saldırılar sadece Mutlak
İmancı çevrelerden değil onlarla bu konuda omuz omuza giden bazı keskin
Ateistlerden de gelmektedir. Şu adı ünlendirilmiş ama gerçekte doğru dürüst Ateist
olmayı bile başaramamış olan Richard
Dawkins FELAKETİNİ BİR KENARA BIRAKIRSAK, Ateist Manifestosu'nun
yazan ve öncekine göre çok daha tutarlı tezlerle Tek-Tanrıcılığı eleştiren
Michael Onfray de Gizli İlimlerle uğraşanların Ateist olmaktan
korkan Mahcup Deistler olduklarını öne sürmektedir. Bu
eleştirinin de hiçbir değeri ve anlamı yoktur, çünkü Ezoterist ve Okültistler
için Ateistler ile tartışılacak bir Mutlak İman Sorunsalı yoktur. İşin aslı
Ateist denilen kişi keskin muhalif gözükmek isteyen Reaksiyoner1dir.
Çünkü Hıristiyanlığın Tanrısı'nı önce benimseyip sonra reddetmek zorunda
kalmış olmak, onlarda bir tür aşağılık duygusu ve aldatılmışlık hissi
uyandırmıştır ve kendilerini ihanete uğramış kişiler olarak görmekte ve
çocukluklarında ve gençliklerinde İsa'ya duydukları sevgi ilerleyen yaşlarında
nefrete dönüşünce garezle ona ve Kilise'ye saldırmaktadırlar. NİETZSCHE'NİN
ÖLDÜRDÜĞÜ TANRI GERÇEKTE
İSA MESİH DİYE TANITILAN KİLİSE'NİN TANITTIĞI RESİMLİ ROMAN KAHRAMANIYDI,
UNUTULMASIN Kİ O DA BİR ZAMANLAR İSA'YA HAYRANDI.
Toparlarsak; Ezoteristler ve Okültistler Doğa'nin ve
Kozmoz'un Göze Görünmeyen Yasalarını ve Sırlarını anlamaya ve çözmeye çalışan,
bunların insanlığın yararına nasıl sunulabileceğini araştıran kişilerdir. Bu
insanlar çocukluklarından itibaren ÖZEL YETENEKLERİ VE EĞİTİMLERİ OLAN
KİŞİLERDİR. Bu tip özel eğitimleri ve yetenekleri olmayan hiç kimse Ezoterizm
ve Okültizm ile uğraşmamalıdır, çünkü Gizli İlimler çok ama çok tehlikeli ve
hassas konulardır. Kulaktan dolma sözlerle ve şarlatan hocaefendilerin
delaletiyle bu işlere girmeye kalkışmış olan nice insan sonunda Akıl ve Ruh
Hastalıkları hastanelerinde yaşamlarını noktalamışlar ya da hayatlarına son
vermişlerdir. Bunlardan biri, üstelik de TBMM'de milletvekilliği yapmış bir kişi
şarlatan bir üfürükçünün sözlerine kapılıp kendisini İSA MESİH ilan etmişti...
Benden uyarması.
(s.38-39)
Hermetizm esasta sembollere ve şifrelere dayalı bir
akımdır. Antik dönemin DÖRT ARTI BİR (4+1)
ilkesiyle tanımlanan bir yöntemi vardır. Buna göre tüm Doğa, Dört
Element'ten kurulmuştur. Bunlar Hava, Su, Toprak ve Ateş'tir.
Sembolik ve metaforik (mecazi) olarak
Kuş betimlemesi (tanımı) (Özellikle de Kartal) Hava'yı
ve Ruhlar Alemi'ni;
Balık, Su'yu ve Canlılığı (Soul);
Aslan, Toprağı ve Doğurganlığı;
Ejderha veya Yılan da Ateş ve Bilgi'yi
simgelerler.
Bunlara tekabül eden Mancy dalları vardır.
Hava ve Ruhlar Âlemiyle temas için Necromansi,
Su ve Canlılık için Hidromansi,
Toprak ve Doğurganlık için Geomansi
Ateş ve Bilgi için de Pyromansi disiplinleri esas alınmıştır.
Bu dörtlü sadece ve sadece o yukarda sözünü ettiğim
ARTI BİR için çalışır. Hermetik öğretide ARTI BİR, İNSANDIR.
Hermetist inanca göre Yüce Ruh (Demiurge) İnsanı
yaratmış ama MÜKEMMEL yapmamıştır. Mükemmeliyete ulaşabilmek
insanoğluna bırakılmış bir keyfiyettir. İnsanoğlunun kendisini
mükemmelleştirebilmesi için de Yüce Ruh onların arasından seçtiği bazı
insanlara Hermetik Sırları aktarmıştır ve onlardan bu sırları kullanarak insanları
mükemmelleştirmelerini istemiştir. Bu anlayışı hem Yahudi, hem Hıristiyan hem
de İslami geleneklerde görmek ve izlemek olasıdır. Örneğin İslam'da Abdülkerim
El Ceyri'nin (Cili) geliştirdiği İnsan-ı Kamil düşüncesi Batı'da Universal
Man olarak özellikle de Bohme ve Burkhardt'ın eserlerinde ortaya
çıkmıştır. Komünizm de bir ideoloji olarak bu Hermetik öğretiden etkilenmiş ve
Komünizm'in nihai hedefinin Total Human (Tamamlanmış İnsan
diyelim) olduğunu açıklamıştır.
İslami tarikatlardan Mühürdarlar diye bilinen
Nakşibendîler de, insanın ancak Allah Teâlâ'nın isteğiyle mükemmeliyete
erişebileceğini anlatır. Özellikle
1717'den sonra Mason kulüpleri de benzer bir görüşü işlemeye başlamış ve Masonluğun
üyelerini Mükemmeliyet'e taşıyan bir örgütlenme olduğunu vurgulamıştır. Bu
nedenle yeni Mason yapılan kişilere belirli bir taş verilir ve ondan bunu küp [7]
haline getirerek cilalı ve parlak bir obje yapması istenir. (S.48-49)
Girard'ın okunmamış çalışmasından dört yıl sonra hiç
beklenmedik bir yayın yapıldı. 1985'te, Newton'un İncil'in şifrelerini çözmek
amacıyla yazdığı notlardan oluşan, Prophecies of Daniel and the
Apocalypse of St John adlı kitabı, ilk baskısından tam 212 yıl sonra Faksimile
lüks bir baskıyla yayınlandı.[8]
Tarafımdan yönetilen ve Zurich'de faaliyet gösteren Modus Vivendi yayınevinin ilk kitabı
olan Newton'un bu İncil analizleri, değişik bir şekilde yayına sokulduğu ve
Üniversite izinlerine takılmadığı için çok ilgi gördü. Dünya basınında yer
aldı. İngiliz Times gazetesinden tutun NZZ'ne[9]
kadar birçok ciddi gazete ve dergide övgüler yayınlandı. Böylece Newton'un bu
hiç bilinmeyen yönü, yaklaşık 220 yıl sonra entelektüel dünyanın dikkatine
sunulmuş oldu. Bu yayınlarda ilginç bir övgü yer almıştı:
"Newton'un hiç bilinmeyen bu yönünü bize Aytun
Altindal tanıttı. Bize kendi kültür-tarihimizi tanıttığı için ona teşekkür
borçluyuz."[10]
Newton'un fizikçi ve matematikçi olduğundan daha fazla
Simyacı olduğunu söylediğim için Türkiye'de 1980'lerden başlayarak hakkımda
yapılmadık tezvirat kalmadı. Nevzuhur
delikanlıların ellerine kalem tutuşturup "Yaz oğlum, Altindal'ın
kitaplarıyla ilgili bir fantezi de basalım" diyen yayın yönetmenlerinden
tutun da. Turfanda Çengelköy Liberalleri'ne kadar Mason-Fason çetesine mensup
akademisyenler tarafından adım neredeyse komplo teorisyenine çıkartıldı.
Uçuk-kaçık kitaplar yazan, sansasyon meraklısı bir adammışım
gibi tanıtıldım! Oysa tarafımdan yayınlanan bu kitap Newton üzerindeki Akademik
Ambargoyu yıkmıştı; Avrupa'da bu kitaptan sonra son 25 yıl içinde
Newton'un Gizli İlimlerle olan bağını inceleyen 144 kitap ve inceleme
yayınlandı -ABD ve diğer ülkeler hariçtir. Merleau Ponty’den Stephen Hawking'e
kadar pek çok felsefeci ve fizikçi, Newton'un Simyacılığı ile ilgili eserler
verdiler. Bu bölümün sonuna 1985 sonrasından on kitaplık bir liste ekledim
(dileyen bakar).
1989'da Oxford Üniversitesi, John Fauve, Raymond
Flood, Michael Shortland ve Robin Wilson yönetiminde 13 felsefeci ve
fizikçiden Newton'un Gizli İlimlerle olan bağlantısını inceleyen çalışmalar
yapmalarını istedi ve bu makaleler Let Newton Be adlı bir kitap
halinde yayınlandı. Bu kitapta yer alan Piyo Rattansi yazısında,
"Newton'un Alşimi ile olan derin bağlantısından
söz etmek Üniversiteler için yüz kızartıcı sayılıyordu, şimdi durum değişti.
Newton'un Antik Gizli Hikmet (Wisdom) bilgileriyle olan bağlantısı şaşırtıcı
bir şekilde aydınlığa çıktı," diye
durumu özetledi.
Sir Isaac Newton'un kütüphanesinde 1752 kitap kayıtlıydı.
Bunlardan 170'i doğrudan doğruya Okült, Simya ve Hermetizm'le bağlantılıydı.
Kadim Kutsal Metinler ve bunlarla ilgili kitaplar da bir o kadardı. Newton'un
kütüphanesindeki sadece 369 kitap Bilim kategorisindeydi.(s.72-73)
Newton'un Simyacılarla ve Gizli İlimler ile yakın
ilişkileri olduğu Kral'a ihbar edilmiş ama Kral, 1504'te çıkartılan ve
Simyacıların İdamla cezalandırmalarını
öngören yasayı görmezlikten gelerek onu idam ettireceğine kendi Darphanesi'nin
başına geçirterek çok yüklü bir maaşa bağlamıştır. Nedir ki, bu terfide
1540Tarda VIII. Henry döneminde bizzat Kral Henry'nin ve sonra da kızı Kraliçe
I. Elizabeth'in Alşimistleri koruma politikası rol oynamış olabilir. Tarihçilere
göre, VIII. Henry Hazine'de altın kalmayınca -ve borç batağına batınca- kendi
zamanının ünlü Alşimistlerini kendi koyduğu yasağı çiğneyerek gizlice Saray'a
sokmuş ve onlardan Yeşil Aslanı (Altın) üretmelerini istemişti.
Bu işleri o dönemde Ripley adlı Alşimist yönetmişti. Onun kızı I. Elizabeth de
gelmiş geçmiş en ünlü Alşimistler'den sayılan John Dee'yi kendisine başdanışman
yapmıştı. Newton'u en çok etkilenmiş olan Okült ustalarından biri de John Dee
olmuştu.[11]
Belirtmek gerekir ki, Newton Darphane'nin başına
atandığında İngiltere Hazinesi'nde altın kalmamıştı ve onun döneminde
İngiltere Hazinesi nasıl olduysa birdenbire hem borçları ödedi hem de altın
stoklarıyla ünlendi. Newton, eldeki belgelere göre, ikinci yüzyıldan kalma bir
Simya elyazma-sında anlatılan ve Simyacılar tarafından Kleopatra kod
adıyla bilinen formülün şifrelerini çözmüştü ve arsenik kullanarak baz
metalleri altına dönüştürebiliyordu. Bu dönemde Kral gibi Newton da olağanüstü
bir zenginlik elde etmişti ki, bu da çok manidardır.
Newton'un doğumu sırasında İngiltere'de İç Savaş vardı
ve hangi taraf kazanırsa yenilenin tüm taraftarlarını kadın, çocuk, yaşlı
dinlemeden öldürüyordu. Newton'un ailesi İngiltere'de Katolikliği yeniden
yerleştirmek isteyen Kral Charles'a karşı Parlamentarizmi savunan taraftaydılar.
Bereket Newton'un doğum yerinin yakınındaki Edgehill'de Kral Charles durduruldu
ve Newton'un köyü de katliamdan kurtuldu.[12]
Bu nedenle Newton tüm yaşamı boyunca Katolik Kilisesi'ne şiddetle karşı
çıkmıştı ve bu Kilise'nin en Kutsal Dogması olan Teslis'i asla
kabul etmemişti. Bu Dogma'yı Kilise'nin insanları aldatıp, sömürmek amacıyla
koyduğunu her fırsatta söylemiş ve yazmıştı.
Newton başta İmparator Konstantin olmak üzere İS.
325'te İznik'te toplanan I. Ekümenik Konsil'de alman kararların özgün
Hıristiyanlığı ortadan kaldırdığı yerine Kilise'nin vahşi siyasetini koyduğu
bir gelişme olarak görmüştü. Bu Konsil sırasında mahkûm edilen Arianus'u övmüş
ve Newton'un çok ayrıntılı bir biyografisini yazan Michael VVhite'in 1997'de
yayınlanan kitabı, The Last Sorcerer’da yazdığına göre, ömrü
boyunca da bir Arianist olarak yaşamıştı. Arian, söz konusu Konsil'de İsa'nın
Tanrı tarafından üstün erdemlerle ve bilgilerle donatılarak yeryüzünde
insanları aydınlatması amacıyla gönderdiği bir Üstün İnsan (Theios
Aner) olarak tanımlamıştı. Arianus'a
göre İsa, Tanrı'nın Oğlu değildi, Tanrı'nın oğlu olsa zaten Tanrı olamazdı.
Oğlu olan bir Tanrı varsa bir de Tanrı'nın Gelini olması gerekiyordu. İsa,
Arianus'a göre TAM bir insandı, acı çekmiş ve öldürülmüştü.[13]
Newton'un kendi inanç dünyasında Arianus'un çizdiği bu İsa portresi, kendi
karakterine de çok uyduğu için daima ön planda olmuştu.
İlginçtir ki, Newton da İsa Mesih de kendi
misyonlarına -insanları aydınlatma- otuzlu yaşlarında başlamışlardı. Buna göre
Newton'un ünlü tezleri ilk kez 33 yaşındayken 1675'te yayınlanmış ve dar ama
etkili Cambridge çevresinde çok tartışılmıştı. İsa da o yaşlarda ilk
vaazlarını vermeye başlamıştı; Newton da ilk ciddi akademik tartışmalarını aynı
yaşta başlatmıştı ve tıpkı İsa gibi o da bu yıllarda ilk Hayranlarını ve
Taraftarlarını edinmişti. Newton'un bu dönemi Ann'ı
Mirabilis diye bilinir.
Yukarıda saydığım ve saymadığım gerekçelerle Newton
kendisini, tıpkı İsa Mesih gibi, Astral bir güç tarafından yeryüzüne
gönderildiği inancıyla yaşamıştı. Hatta 23 yaşındayken çıktığı geziler
sırasında tanıştığı kişilerden öğrendiği Alşimi çalışmalarını gözlerden
gizlemek için tüm Simyacılar gibi o da kendisine bir Anagram [14]
yapmıştı. Newton'un seçtiği anagram Jeova Sanctus Unus idi.
Bunun açılımı ise Latince, Isaacus Newtonuus idi ve One
Holy God (Bir Kutsal Tanrı) anlamına geliyordu. Bu denli iddialı bir
Anagram yazmak o güne kadar hiçbir Alşimist tarafından yapılmamıştı.
Newton tüm yaşamı boyunca gizliliğe çok düşkün olmuştu.
Bu nedenle hiçbir zaman dost ve sırdaş edinme-mişti fakat yine de onun sırdaşı
sayılabilecek iki unsurdan söz edilebilir. Bunlardan birincisi Clavis adını
verdiği bir anı defteriydi. Newton aynı anda dokuz defter tutuyordu. Kimisine
gözlem ve deneylerini, kimisine harcamaların -ki kuruşu kuruşuna yazmıştı-
kimisine de Simya formüllerini yazıyordu. İşte Clavis de onun bu
Sır defterlerinden biriydi. Newton'un niçin bu adı seçtiği belki de onun
Simyacılık yanını en iyi gösteren delildir. Çünkü CLAVİS,[15]
LATİNCE ANAHTAR DEMEKTİ AMA SADECE SİMYACILARIN
KULLANDIKLARI ÖZEL BİR DEYİMDİ. 16. yüzyılda Müslüman Simyacılar İbn Hayyam ve
Cabir'in eserleri Latinceye çevrilmişti ve bu eserlerden Arapça İlm-i-Miftah
(Anahtar/Şifreler İlmi) diye söz edilmişti. Bu ilim gizliydi ve
sayılar ve harflerle bağlantılı şifreleri çözmekte kullanılıyordu.
Newton da sayıların ve harflerin sırlarıyla çok
uğraşmıştı. Hatta İncil'de yer alan sayıların ve harflerin şifrelerini çözerek
dünyayı bekleyen olayların bir kronolojisini çıkartmıştı. Buna göre;
1889'da
Yahudilere, Filistin topraklarına "Geri Dönün" çağrısı
yapılacaktı. Newton'un bu hesabı doğru çıktı.
Siyonistler 1889'da dünya Yahudilerinin Filistin'e
geri dönmeleri gerektiği çağrısını yaptılar.
Yine Newton'a göre 1948'de İsa Yeniden doğacaktı.
Sembolik anlamda bu da gerçekleşti, yaklaşık 2000 yıldır ölü olan İsrael
Devleti yeniden canlandırıldı/ kuruldu (Yahudi olan İsa böylece yeniden doğdu).
Newton, 2370 yılına kadar da Hıristiyanlığın tamamen
ortadan kalkacağını ve yerine bir Barış Dininin kurulacağını
öngörmüştü!
Newton tarafından yazılan Danyal'ın kehanetlerini
yorumladığı kitabında da 666 ve 1453 gibi sayıların çok ilginç şekilde
şifreler olduklarını öne sürmüştü.
Newton'un sırdaşı sayılabilecek bir kişi vardı: Bu adam
John Wickins'dir. Tam 30 yıl boyunca Newton'un gizli Simya laboratuarını o
düzenlemiş ve korumuştu. 1677'de bu laboratuar yandığında Wickins orada
değildi.
Newton'un biyografisini yazan tüm araştırmacılara göre
Wickins çok esrarengiz bir adamdı.
Belki de gizli bir örgütün üyesiydi ve Newton'u hem koruyordu hem de ona
sadakatle hizmet ediyordu. Newton'un karşılaştığı tüm zorlukları hep bu adam
çözümlemişti. Newton'un ölümünden kısa bir süre önce Wickins kayboldu. Daha
sonra da hiç bulunamadı. Wickins'in oğlu babasının çok büyük sırlarla ortadan
kaybolduğunu ve ellerinde Newton’la ilgili hiçbir belge bulunmadığını
söyledi.
Newton takıntıları ve belki de Batıl diye
nitelendirilebilecek inançları olan bir adamdı. Newton'da kırmızı rengine
yönelik bir takıntı vardı. Eski bir Alşimist'in Boya ve Renk üretimi için
yazdığı gizli formülleri çözerek elliye yakın değişik tonlarda Kırmızı, daha
doğrusu Al (Crimson) boya üretmişti. Newton bu Alşimist'ten öğrendiği renkler ayrımını 1704'te yayınlanan ünlü
kitabı Opticks'te bolca kullanmıştı.[16]
Batıl'a olan takıntısı ise mitolojik PAN ile
bağlantılıdır. Newton bu insan başlı at benzeri mitolojik Tanrı'nın gerçekte
Simyacıların PİRİ olduğuna inanıyordu.
Ölümünden sonra yapılan anıt mezarının üstüne kendi
seçtiği birçok şifre ile birlikte PAN'ın da konmasını istemişti. İlginçtir ki,
bu anıt-mezarda Newton'un Hıristiyan olduğunu Hıristiyan olduğunu gösteren hiçbir işaret yoktur. Mezar taşı Simya
formülleriyle süslenmiştir. (s.78-82)
Türkiye'deki kavram kargaşası, sanıyorum, dünyada hiçbir
ülkede yoktur. Türkiye'de hemen her konuda, her kavram üzerinde aklına gelen
konuşur, tartışır. Dünyanın en kalabalık ve çok-dilli ülkelerinden Hindistan
ve Çin'de bile bizde olduğu kadar kavram kargaşası yoktur. Türkiye'de
birbirlerine karıştırılarak kullanılan kavramlardan ikisi Yobaz ve
Cahildir. Bu iki kelime çokça bir ve aynı sayılarak kullanılır
Türkiye'de.
Öncelikle belirtilmesi gerekir ki her Cahil (kişi)
mutlaka Yobaz olmak zorunda değildir. Yobaz eğitimli de
olabilir. Cahil eğitilebilir ama Yobaz eğitilemez. Yobaz eğitimli olduğu halde
bilgisiz ama keskin kanaatlere (opinions) sahiptir. Hemen her konuda bu
kanaatlerini dışa vurmak ihtiyacını duyar ve kendi bilgisizliğini çoğunlukla
yanlış kullandığı kelimelerle açıkladığını sanır.
Ünlü Shelley'i anarak söylersek;
Yobaz, Malapropizm (kavramları bozma) yaparak görüşlerini haklı çıkartmaya
çalışır.
Cahil böyle değildir. Bilim ve Bilgi'ye ulaşmak ister,
başarır veya başaramaz bu ayndır ama içinde öğrenmek ve kendisini geliştirmek
arzusu ve hevesi vardır.
Yobaz, Cahillerdeki bu isteği ve hevesi bildiği için bunu kullanmanın
yollarını arar ve çoğunlukla da bulur ve Cahil'i kullanır.
Yobaz Radikal'dir. Hiçbir karşı-görüşü,
anlatımı ve veriyi dikkate almaz, kendi ezberini tekrarlar durur.
Yobaz demagog ve mitomandır. Söylediği
yalanları gerçek sanır. Eleştirileri dinlemez ve eleştirenleri eline geçirdiği
ilk fırsatta en gaddar yollardan cezalandırarak kendisinin ne denli büyük
olduğunu göstermeye çalışır. Başarılı olabilirse kendi bilgisizliğini
yaygınlaştırabilir ve her tarihsel, toplumsal, ekonomik, siyasal, kültürel ve
dinsel gerçeği çarpıtmaya başlar. Sonra ne mi olur?
Yobaz eğer devletin tepesine sıçrayabilmiş birisiyse vatanın parçalanmasına
ve ulusun dağılmasına neden olur. Düşman ülkeler daima böyle Yobazların rakip
devletin başına gelmesini sağlarlar. Böylelikle
de rakip sayılan ve güçlü olan bir ülke kısa bir süre içinde paramparça
edilebilir. Tüm gücünü yitirir.
Yobaz ise derhal kulvar değiştirir ve ülkesini yıkan ve insanlarını
köleleştirenlerin emrinde olduğunu beyan eder ve bu kez de onların adına
onlardan fazla Yobazlık etmeye başlar.
Ne var ki YOBAZLIK, SANILDIĞI GİBİ SADECE DİNCİLİĞE
MAHSUS BİR OLGU DEĞİLDİR. Din adamı olup da Yobazlıkla mücadele etmiş pek çok
âlim vardır.
Yobazlığın Dincilikle paralel giden bir boyutu vardır
bu da İDEOLOJİK YOBAZLIKtır. Her
İdeolojinin kendisine özgü bir terminolojisi vardır. İdeolojik Yobaz bu
terminolojiyi bilmez ama yerli yersiz kullanır, bunun sayesinde kendisine yer
açmaya çalışır. BU ANLAMDA HİTLER, STALİN, MAO, ENVER HOXA VE KİM İL SUNG ÖRNEK
İDEOLOJİK YOBAZLARDIR.[17]
İdeolojik Yobaz İndirgemeci'dir
(Reductionist). Her olayı aynı veri tabanına göre değerlendirir ve açıklar.
Dogmatik ve saplantılıdır, kendine göre Gerçeklik olarak kabul ettiği şablonları
her konuya uygular. Örneğin borular patlayıp da kentin suları kesilmişse bunu
mutlaka Emperyalistler yapmıştır çünkü Kuzey Kore'de üretilen boru patlamaz.
Veya üçkâğıtçı borsacılar bir araya gelerek New York Borsası'nı batırmışlarsa
bu mutlaka Komünist ajanların işidir, çünkü Kapitalistler üçkâğıtçılık
yapmazlar.
Yobaz'ın bir toplumda gelebileceği en üst düzey Psikopatik Diktatörlük'tür. Hiçbir Cahil diktatör olamaz.
Yobazlığın bir alt ve üst sınırı yoktur ama
Cahil için her konu sınırdır.
Yobaz her fırsatta yalanı ve kurnazlığı Aklın önüne koyar
ve inandırabildiği herkesten kesin itaat bekler. Cahil'in birilerini kitlesel
olarak ikna edebilmesi çok zordur çünkü ağzı laf yapamaz. Dinci
YOBAZ'IN PANZEHİRİ SANILDIĞI GİBİ BİLİMSELLİK DEĞİL, İDEOLOJİK
YOBAZLIK'TIR. Hitler de Stalin de Enver Hoxa da İdeolojik
Yobazlardı ve bunların ilk işi de rakip olarak gördükleri Dinsel Kurumları
kısıtlamak ve ortadan kaldırmak olmuştu.
Örneğin Stalin, Sovyetler Birliği'nde
yaklaşık 59.000 kiliseyi kapatıp papazları ya Sibirya'ya sürgüne yollamış ya da
topluca öldürmüştü. Yobazlıkta alt ve üst sınır olmadığı için Arnavut Enver
de tüm camileri ve Bektaşi dergâhlarını kapattı ve Anayasa'ya 'Bu Devlet
Ateisttir/ diye bir madde koydurdu. Stalin bile bunu yapmamıştı. Sovyet
Anayasası'nda 'Bu Devlet Ateisttir/ diye bir madde yoktu, 'Devlet
Ateizm'e olanak sağlar/ diye yuvarlak bir ibare vardı.
Cahil ve Yobaz arasındaki sayılan ve sayılmayan bunca
farklılığa rağmen Yobaz ve Cahil daima aynı kulvarlarda koşarlar ve çok
ilginçtir ki, birbirlerinden çok etkilenirler.
Yobaz, Cahil'in kısıtlı folklorik dilinde kerametler arar, Cahil ise ağzı
çok laf yapan bu adamın beklediği Kurtarıcı -Mesih- olduğunu sanır (örnek,
Hitler). Yobaz daima Cahiller'in sırtına binerek yükselir (örnek, Şeyh, Şıh, Hocaefendi, Ağa vs).
Cahil ise ilginçtir ki, sırtındaki Yobaz'ı taşıdıkça kendisinin de önemli
olduğunu sanır.
Şimdi Dinci Yobazlık ile İdeolojik Yobazlığın Bilim
üzerindeki baskılarını gösteren az bilinen iki örnek olayı aktaracağım:
Örgütlü Dinin (Katolik Kilisesi), Bilimsel Düşünce ve
Vicdan Özgürlüğü'ne ne denli tahammülsüz olduğunu gösteren bir örnekle,
İdeolojik Yobazlığın Bilim'e karşı beslediği kin ve nefreti gösteren bir örnek.
Hiç kuşkusuz bu örnekleri yüzlerce çoğaltmak mümkündür ama bu iki örnek konuyla
ilgili yeterli bilgilendirmeyi yapacaklardır kanısındayım.
Johannes Kepler, fiziği bir bilim olarak Tanrı'nın
Âlemlerine uygulayan bilim adamı olarak tanınmıştır. Onun geliştirdiği
yöntemlerle o günlere değin hareketsiz ve sabit oldukları varsayılan
gezegenlerin ve yıldızların gerçekte daimi bir hareket halinde olduklarını
insanlık onun sayesinde öğrenmiştir. Katolik Kilisesi ise Dünya'nın tüm
Evren'in merkezinde, hareketsiz ve sabit olarak durduğunu ve güneşin ve
yıldızların dünyaya bağlı olarak oldukları yerde çakılı bulunduklarını öne
sürüyordu (Çünkü Tanrı İsa Mesih dünyaya inmişti vs). Kilise'nin bu Dogması'na
karşı çıkanları bekleyen akıbet yakılmaktı. Ama önce Danimarkalı Tycho Brahe, Kilise'nin bu görüşünü sarsacak bazı dolaylı
açıklamalar yaptı sonra Galile ve Kepler sonra da Spinoza ve Newton yavaş yavaş
bu yanlış bilgiyi silmeye başladılar. (s.110-113)
Kaynakça:
ALTINDAL Aytunç [Kitap]. - Bir Türk Casusunun
Mektupları Batı'da Seküler Düşüncenin Gelişimine Katkı İstanbul-Alfa Yay. 1.
Basım: Aralık 2010.
[1] Okült:
Bilimsel yöntem dışındaki yollar ile "gizli" bilginin araştırılması
demektir. Terim, Latince "gizlemek", "saklamak" anlamına
gelen "occulere"den türemiştir. Eski Yunandaki karşılığı ile
Ezoteriktir.
Eski Yunan zamanlarındaki
Pitagorasçılıktan, Platonculuktan, muthelif gnostik inançlardan İslamdaki Sufi
felsefeye ve psikoloji kaynaklı pek çok yeni fikire kadar oldukça geniş bir
bağlamı içine alır.
Astroloji, simya ve büyü gibi eski
Yunan’dan modern zamanlara kadar bir şekilde bilim sayılmış olan tüm
etkinlikler ve modern zamanlardaki duyum ötesi algı, hipnoz, telepati ve
pirokinezi gibi parapsikoloji alanına giren ve bilimsel kuşku ile yaklaşılan
olan araştırma alanları okült'ün - gizliciligin kapsamı içindedir
[6] İsa'nın bir Mason yapılmadığı kalmıştı onu da Hıram Key adlı
bir kitap yazan iki Mason tosuncuğu yapmışlar, bu kitaba bakılabilir.
[8] İlk baskısı 1733 tarihliydi ve sadece 100 adet basılmıştı. Kitap,
Mason Locaları için hazırlanmıştı. Nevvton sağlığında bu kitabım yayınlamak
istememişti. Ölümünden altı yıl sonra bir akrabası tarafından Limited Edition olarak
bastırıldı. Aynı dönemde tahrifli iki baskısı daha yapıldı.
[10] Bu
satırları niçin yazdım? Amaç kendime çiçek atmak değil. 1980'li yıllarda
Türkiye nerelerdeydi ve Aydın-Akademisyen geçinen çevreler nelerle meşguldürler
bir düşünün, lütfen!
[13] Bugünkü Ortodoks ve
Katolik İman maddesine göre Meryem,
Tanrı'nın annesi ve Baba Tanrı'nın
Eşi Theotokos'tur. Protestanlar içinse sıradan bir kadın, hatta fahişedir.
[14] Anagram, harflerdeki
sayısal değerler ve sıralamalar dikkate alınarak hazırlanır ve çok karmaşık
hesaplarla oluşturabilir.
[15] Günümüzde
bazı bitkisel ilaçlarda bu kelime kullanılıyor.
[16]Günümüzdeki boya ve kozmetik sanayisinin ilk öncüleri de
Simyacılardır, geçerken belirtmiş olayım.
[17]Şimdi Maocu gençler kızacaklar ama Kültür Devrimi yapıyorum
diye beyin cerrahlarını maden ocaklarına, pirinç köylüsünü de Bilim
Akademilerinin başına geçiren Mao, düpedüz İdeolojik Yobaz'dır.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar