Print Friendly and PDF

Hz. Musa ve Çoban

Bunlarada Bakarsınız

 







دید موسی یک شبانی را براه
کو همی‌گفت ای گزیننده اله
تو کجایی تا شوم من چاکرت
چارقت دوزم کنم شانه سرت
جامه‌ات شویم شپشهاات کشم
شیر پیشت آورم ای محتشم
دستکت بوسم بمالم پایکت
وقت خواب آید بروبم جایکت
ای فدای تو همه بزهای من
ای بیادت هیهی و هیهای من
این نمط بیهوده می‌گفت آن شبان
گفت موسی با کی است این ای فلان
گفت با آنکس که ما را آفرید
این زمین و چرخ ازو آمد پدید
گفت موسی های بس مدبر شدی
خود مسلمان ناشده کافر شدی
این چه ژاژست این چه کفرست و فشار
پنبه‌ای اندر دهان خود فشار
گند کفر تو جهان را گنده کرد
کفر تو دیبای دین را ژنده کرد
چارق و پاتابه لایق مر تراست
آفتابی را چنینها کی رواست
گر نبندی زین سخن تو حلق را
آتشی آید بسوزد خلق را
آتشی گر نامدست این دود چیست
جان سیه گشته روان مردود چیست
گر همی‌دانی که یزدان داورست
ژاژ و گستاخی ترا چون باورست
دوستی بی‌خرد خود دشمنیست
حق تعالی زین چنین خدمت غنیست
با کی می‌گویی تو این با عم و خال
جسم و حاجت در صفات ذوالجلال
شیر او نوشد که در نشو و نماست
چارق او پوشد که او محتاج پاست
ور برای بنده‌شست این گفت تو
آنک حق گفت او منست و من خود او
آنک گفت انی مرضت لم تعد
من شدم رنجور او تنها نشد
آنک بی یسمع و بی یبصر شده‌ست
در حق آن بنده این هم بیهده‌ست
بی ادب گفتن سخن با خاص حق
دل بمیراند سیه دارد ورق
گر تو مردی را بخوانی فاطمه
گرچه یک جنس‌اند مرد و زن همه
قصد خون تو کند تا ممکنست
گرچه خوش‌خو و حلیم و ساکنست
فاطمه مدحست در حق زنان
مرد را گویی بود زخم سنان
دست و پا در حق ما استایش است
در حق پاکی حق آلایش است
لم یلد لم یولد او را لایق است
والد و مولود را او خالق است
هرچه جسم آمد ولادت وصف اوست
هرچه مولودست او زین سوی جوست
زانک از کون و فساد است و مهین
حادثست و محدثی خواهد یقین
گفت ای موسی دهانم دوختی
وز پشیمانی تو جانم سوختی
جامه را بدرید و آهی کرد تفت
سر نهاد اندر بیابانی و رفت

 

وحی آمد سوی موسی از خدا
بندهٔ ما را ز ما کردی جدا
تو برای وصل کردن آمدی
یا برای فصل کردن آمدی
تا توانی پا منه اندر فراق
ابغض الاشیاء عندی الطلاق
هر کسی را سیرتی بنهاده‌ام
هر کسی را اصطلاحی داده‌ام
در حق او مدح و در حق تو ذم
در حق او شهد و در حق تو سم
ما بری از پاک و ناپاکی همه
از گرانجانی و چالاکی همه
من نکردم امر تا سودی کنم
بلک تا بر بندگان جودی کنم
هندوان را اصطلاح هند مدح
سندیان را اصطلاح سند مدح
من نگردم پاک از تسبیحشان
پاک هم ایشان شوند و درفشان
ما زبان را ننگریم و قال را
ما روان را بنگریم و حال را
ناظر قلبیم اگر خاشع بود
گرچه گفت لفظ ناخاضع رود
زانک دل جوهر بود گفتن عرض
پس طفیل آمد عرض جوهر غرض
چند ازین الفاظ و اضمار و مجاز
سوز خواهم سوز با آن سوز ساز
آتشی از عشق در جان بر فروز
سر بسر فکر و عبارت را بسوز
موسیا آداب‌دانان دیگرند
سوخته جان و روانان دیگرند
عاشقان را هر نفس سوزیدنیست
بر ده ویران خراج و عشر نیست
گر خطا گوید ورا خاطی مگو
گر بود پر خون شهید او را مشو
خون شهیدان را ز آب اولیترست
این خطا را صد صواب اولیترست
در درون کعبه رسم قبله نیست
چه غم از غواص را پاچیله نیست
تو ز سرمستان قلاوزی مجو
جامه‌چاکان را چه فرمایی رفو
ملت عشق از همه دینها جداست
عاشقان را ملت و مذهب خداست
لعل را گر مهر نبود باک نیست
عشق در دریای غم غمناک نیست

 

بعد از آن در سر موسی حق نهفت
رازهایی گفت کان ناید به گفت
بر دل موسی سخنها ریختند
دیدن و گفتن بهم آمیختند
چند بی‌خود گشت و چند آمد بخود
چند پرید از ازل سوی ابد
بعد ازین گر شرح گویم ابلهیست
زانک شرح این ورای آگهیست
ور بگویم عقلها را بر کند
ور نویسم بس قلمها بشکند
چونک موسی این عتاب از حق شنید
در بیابان در پی چوپان دوید
بر نشان پای آن سرگشته راند
گرد از پرهٔ بیابان بر فشاند
گام پای مردم شوریده خود
هم ز گام دیگران پیدا بود
یک قدم چون رخ ز بالا تا نشیب
یک قدم چون پیل رفته بر وریب
گاه چون موجی بر افرازان علم
گاه چون ماهی روانه بر شکم
گاه بر خاکی نبشته حال خود
همچو رمالی که رملی بر زند
عاقبت دریافت او را و بدید
گفت مژده ده که دستوری رسید
هیچ آدابی و ترتیبی مجو
هرچه می‌خواهد دل تنگت بگو
کفر تو دینست و دینت نور جان
آمنی وز تو جهانی در امان
ای معاف یفعل الله ما یشا
بی‌محابا رو زبان را بر گشا
گفت ای موسی از آن بگذشته‌ام
من کنون در خون دل آغشته‌ام
من ز سدرهٔ منتهی بگذشته‌ام
صد هزاران ساله زان سو رفته‌ام
تازیانه بر زدی اسپم بگشت
گنبدی کرد و ز گردون بر گذشت
محرم ناسوت ما لاهوت باد
آفرین بر دست و بر بازوت باد
حال من اکنون برون از گفتنست
اینچ می‌گویم نه احوال منست
نقش می‌بینی که در آیینه‌ایست
نقش تست آن نقش آن آیینه نیست
دم که مرد نایی اندر نای کرد
درخور نایست نه درخورد مرد
هان و هان گر حمد گویی گر سپاس
همچو نافرجام آن چوپان شناس

                   Musa  Aleyhisselâm’ın çobanın münacatını hoş görmeyip reddetmesi

1720. Musa, yolda bir çoban gördü. Çoban, şöyle söylenip duruyordu: “ Ey kerem sahibi Tanrı!
   Neredesin ki sana kul, kurban olayım. Çarığını dikeyim, saçını tarayayım.
   Elbiseni yıkayayım, bitlerini kırayım.. Ulu Tanrı, sana süt ikram edeyim.
   Elceğizini öpeyim ayacığını ovayım. Uyuma vaktin gelince yerceğizini silip süpüreyim.
   Bütün keçilerim sana kurban olsun. Bütün nağmelerim, heyheylerim senin yâdınladır Tanrım!”

1725. O çoban, bu çeşit saçama sapan şeyler söyleyip duruyordu. Musa “Kiminle konuşuyorsun?” diye sordu.
   Çoban, “ Bizi yaratanla, bu yeri göğü halk edenle” diye cevap verince,
   Musa dedi ki: “ Vah ,vah, sen sersemlemişsin. Daha Müslüman olmadan kâfir oldun,
   Bu ne saçma söz, bu ne küfür, bu ne olmayacak şey? Ağzına pamuk tıka.
   Küfrünün pis kokusu dünyayı tuttu. Küfrün, din kumaşını yıprattı.

1730. Çarık, dolak,ancak sana yaraşır. Bir güneşe bu çeşit şeylerin ne lüzumu var?
   Böyle sözlerden ağzını kapamazsan bir ateş gelir, halkı yakar.
   Zaten ateş gelmedi de bu duman ne?Can niye kapkara bir hale geldi, ruh merdutlaştı?
   Tanrının her şeye kadir ve her hususta âdil olduğunu biliyorsan nasıl oluyor da bu hezeyanlara, bu küstahlığa cüret ediyorsun?
   Akılsız dost, zaten düşmandır. Ulu Tanrı, bu çeşit hizmetlerden ganidir.

1735. Sen bunları kime söylüyorsun. Amcana, dayına mı?Tanrı sıfatlarında cisim sahibi olmak ve ihtiyaç var mı?
   Büyüyüp gelişmekte olan süt içer. Ayağı muhtaç olan çarık giyer.
   Eğer bu dedikodu, kulu içinse… Tanrı, onun hakkında da “ O, benim” dedi. Yine beyhude ve bâtıl.
   Tanrı, onun hakkında, “ Hastalandım da yine halimi hatırımı sormadın? Yalnız o hastalanmadı, ben de hasta oldum” demiştir.
   Bu çeşit sözler, “ Benimle duyar, benimle görür” haki katına erişen kişi içinde bâtıldır.

1740. Tanrı haslarıyla edepsizce konuşmak gönlü öldürür amel defterini kapkara bir hale koyar.
   Sen bir erkeğe Fatma desen; erkekle kadın, hep bir cinsten olmakla beraber,
   İmkân bulursa kanına kasteder, isterse haddi zatında halîm ve mülâyim olsun!
   Fatma sözü, kadınlar için övünçtür. Fakat erkeğe söylersen kılıç yarası gibi tesir eder.

   El ayak.. bizim için övünç vesilesidir; fakat Tanrının arılığına nispetle kusur.

1745. “ Doğmaz, doğurmaz” vasfı ona lâyıktır . Babayı da halk eden o, oğlu da.
   Doğma, cisim olanın vasfıdır. Doğan, ırmağın bu yüzüne mensuptur.
   Çünkü doğan, Kevnü Fesat  âlemindendir, aşağılıktır, sonradan olmadır. Elbette onu bir meydana getiren lâzım.”
   Çoban, “ Ya Musa ağzımı bağladın, pişmanlıktan canımı yaktın” dedi;
   Elbisesini yırtıp yana ,yana bir ah çekti, başını alıp çöle doğru yola düştü.

                                       Ulu Tanrı’nın Musa’ya çoban yüzünden darılması

1750. Musa’ya Tanrı’dan şöyle vahiy geldi: “ Kulumuzu bizden ayırdın.
   Sen ulaştırmaya mı geldin, yoksa ayırmaya mı?
   Kaadir oldukça ayrılığa ayak basma. Bence en hoşlanılmayan şey ayrılıktır.
   Ben, herkese bir huy, herkese bir çeşit ıstılah verdim.
   Ona metih olan söz, sana zemdir; ona göre baldır, sana göre zehir!

1755. Bizse temizden de münezzehiz, pisten de. Ağırlıktan da arıyız, çeviklik ve titizlikten de!
   Kullara ibadet edin diye emrettimse bir kâr, bir fayda elde edeyim diye değil, kullara ihsanlarda bulunayım diye.
   Hintlilere, Hintlilerin sözleri metihtir. Sintlilere, Sintlilerin.
   Onların beni tespih etmeleriyle münezzeh, mukaddes olmam. Bu tespih incilerini saymakla kendileri temizlenirler.
   Biz; dile, söze bakmayız; gönle hale bakarız.

1760. Kalp huşu sahibiyse kalbe bakarız, isterse sözünde kulluk ve aşağılık olmasın!
   Çünkü gönül cevherdir.. söz söylemekse araz. Bu yüzden araz, âriyettir,maksat cevherdir.

   Mânası gizli kapalı, yahut başka olan bu çeşit lâflar, ne vakte kadar sürecek? Yanıp yakılmak isterim ben, yanıp yakılmak.O ateşe düş!
   Canda sevgiden bir ateş tutuşur.. düşünceyi, sözü, baştanbaşa yakıver!
   Musa, edep bilenler başka, canı, ruhu yanmış âşıklar başka.

1765. Âşıklara her nefeste bir yanış var. Yıkık köyden haraç, âşar alınmaz.
   Hatalı söz söylerse bile ona hatalı deme. Kanına bulanıp şehit olursa yıkamaya kalkışma.
   Şehitlere kan, sudan yeğdir. Bu yanlış sözde yüzlerce doğrudan yeğ!
   Kabenin içinde kıbleden eser yoktur, dalgıcın ayağında dolak olmazsa ne gam!
   Yürü, sarhoşlardan kılavuzluk arama. Elbisesi paramparça olana yamadan bahsetme.

1770. Aşk şeriatı, bütün dinlerden ayrıdır. Âşıkların şeriatı da Allah’tır, mezhebi de.
   Lâlin, lâl olduğunu ispat eden bir damgası olmasa da ne çıkar? Aşk, gam denizinde gamlanmaz ki!

                     Musa  Aleyhisselem’a  o çobanın mazur olduğuna dair vahiy gelmesi

   Ondan sonra Hak, Musa’nın sırrına dile gelmeyecek sırlar söyledi;
   Musa’nın gölüne sözler döktüler.. görmekle söylemeyi birbirine karıştırdılar.
   Nice defa kendisinden geçti, nice defa kendisine geldi.. kaç kere ezelden ebede uçtu!

1755. Eğer bundan ötesini anlatmaya kalkışırsam ahmaklık etmiş olurum.Çünkü bunu açmak, bunu anlatmak, anlayışın ötesindedir.
   Söylesen akıllar hayran olur. Yazsam birçok kalemler kırılır!
   Musa Tanrıdan bu azarı duyunca çöle düşüp çobanın ardınca koştu.
   O hayran âşığın izini izledi, çöldeki otların tozunu silkti.
   Âşık ve hayran adamların ayak izleri, başkalarının izlerinden ayrılır, hemen belli olur.

1780. Âşık, Ruh gibi bir ayağını yukardan aşağıya atar; bir ayağını fil gibi eğri büğrü basar.
   Bazen bir dalga gibi bayrak diker, yücelir.Bazen balık gibi suyun içinde gider, görünmez.
   Bazen de remilcinin remil dökmesi gibi ahvalini toprak üstüne yazar.
   Musa nihayet onu bulup gördü. Dedi ki: “Müjdemi ver! Tanrı’dan izin geldi.
   Hiçbir sebep ve tertip yolu arama; daralan gönlün ne isterse onu söyle!

1785. Senin küfrün, din, dinin can nuru.. Sen emniyete erişmişsin; bütün bir cihan da senin yüzünden amanda.
   Ey “ Tanrı dilediğini yapar” sırrına erişip o sırla her şeyden affedilmiş olan kişi; pervasızca yürü, dilini aç!
   Çoban “ Ey Musa, ben o halde, o sözden geçtim. Şimdi kendi gönlümün kanına bulandım.
   Ben Sidret-ül Müntehâ’dan da aşmış, oradan bile yüz binlerce yıl öte gitmişim.
   Sen bir kamçı vurdun, atım şahlanıp sıçradı, kâinatı aştı.

1790. Nâsutumuzun mahremi Lâhut’u olsun artık.Aferin eline koluna!
   Şimdi benim halim, söze sığmaz. Zaten bu söylediğim de benim ahvalim değil.
   Ayna da bir suret görürsün ya.. fakat o senin suretindir, aynanın değil.
   Neyzen, ney üfler. Fakat bu nefes ve bu nefesten çıkan ses, neyin midir, neyzenin mi.. Bu ses, neyin harcı mı, neyzenin harcı mı?” dedi.
   Kendine gel, kendine! Tanrı’yı övsen de bu övüşünü, çobanın lâyık olmayan övüşü gibi bil, öyle tanı.

1795. Senin övüşün, çobanın övüşüne nispetle daha iyidir. Ama Tanrı’ya nispetle onun da değeri yok, onun da sonu gelmez.
   Ne vakte dek ben Tanrı’ya hamlederim deyip duracaksın? Perde kaldırılınca oldu sanılan nice şeylerin olmamış bulunduğu meydana çıkar.
  Tanrı’yı anışımın mâkul olması Tanrı rahmetindendir.Âdeta istihaze olan kadının namaz kılması gibi bir ruhsattan ibarettir.
   Onun namazına nasıl kan bulaşmışsa senin Tanrıyı anışına da benzetiş ve zannediş bulaşmış!
   Kan pistir ama bir parçacık su ile temizlenir. Fakat içte öyle pislikler vardır ki,

1800. Tanrı’nın lütuf suyundan gayrı bir şeyle arınmaz, ibadet eden kişinin gönlünden eksilmez.
   Keşke secdende kıbleden yüzünü çevirmiş olaydın da tek “ Sübhane rabbiyel A’lâ”’nın mânasına ereydin!   
   “Tanrım secdem de varlığın gibi sana lâyık değil. Sen, kötülüğe iyilikle mukabele et” diyeydin.

   Bu yeryüzünde Hakk’ın hikmetinden eser vardır. Ondan dolayı pislikleri giderir, çiçekleri bitirir.
   Bizim pisliklerimizi örter, karşılığın da ondan koncalar biter.

1805. Kâfir vergide, cömertlikte topraktan daha aşağı, daha verimsiz olduğunu görüp,
   Varlığından çiçek ve meyve bitmediğini, hattâ bütün temizlikleri bozup pislemekten başka bir şey yapmadığını anlar da
   “ Ben aykırı anlamış, yanılmışım, yazık, keşke toprak olsaydım;
   Keşke topraktan sefer etmeseydim,keşke bir avuç toprak gibi ben de bir tane düşürüp yetiştirseydim..
   Topraktan sefere düştüm ama beni yol imtihan etti, bu yolculuktan ne armağan getirdim ki?” der.

1810. Kâfir yolculuğundan bir fayda görmez, ondan dolayı da bütün meyli toprağadır.
   Adamın yüzünü geriye çevirmesi, hırstan tamahtandır…yüzünü yola çevirmesi; doğruluktan niyazdan.
   Büyümeye meyli olan her ot, büyüyüp durur, yaşar günden güne gelişir!
   Fakat başını yere eğdi mi de günden güne küçülür, kurur, noksan bulur, mahvolur!
   Ruhunun meyli, yüceliklere ise yücelir durursun, varacağın yer de orasıdır.

1815. Aksine olarak başını yere eğdin mi battın gitti, Hak “ Ben batanları sevmem” demiştir.



Hz. Musa bir yerden geçerken, Allah'a münâcaat eden bir çobana rastladı. Çoban şöyle diyordu:

-Ey kerem sahibi, yüceler yücesi ulu Rabbim! Sen neredesin ki, ben sana kurban olayım! Bir gün olsun, gel bana uğra, misafirim ol da, Sana hizmet edeyim! Elbiselerini yıkayayım, çarığını dikeyim, saçını tarayayım, bitlerini kırayım. Elceğizini öpeyim, ayacığını ovayım, uyuma vaktin gelince yerceğizini silip süpüreyim. Sana süt ikram edeyim. Bütün keçilerim Sana kurban olsun! Her nâmemde, her sesimde, her soluğumda, her heyheyimde, aklımda, fikrimde yalnız Sen varsın, ey büyük Allah'ım!

Çoban böyle saçma sapan söylenip dururken, Hz. Musa ona yaklaşıp:

-Kiminle konuşuyorsun? diye sordu. Çoban:

-Kiminle olacak, bizi yaratanla, yerin göğün sahibiyle! deyince Hz. Musa:

-Bu ne küstahlık! Bu ne biçim dua! Sen amcana dayına mı sesleniyorsun?Cenab-ı Hakk böyle şeylerden münezzehtir. Allah'ın sıfatları içinde cisim ve ihtiyaç sahibi olmak var mı? Çarık, dolak sana yaraşır. Ayağa muhtaç olan çarık giyer, büyüyüp gelişmekte olan süt içer. Bunlar ne saçma sapan sözler. Sen daha Müslüman olmadan kâfir oldun. Küfrünün pis kokusu cihanı tuttu. Sus, ağzına pamuk tıka! Allah kimseden doğmamıştır, hiç kimseyi de doğurmamıştır. Eşi benzeri, oğlu kızı yoktur. Babayı da yaratan Odur, oğlu da. Sen bir erkeğe 'Fatma!' desen, erkek de kadın da insan cinsinden oldukları halde, imkân bulsa senin canına kasteder. İsterse mülayim ve yumuşak başlı olsun. 'Fatma' sözü kadınlar için övüştür, fakat erkeğe söylersen kılıç yarasından daha ağır gelir. Cenab-ı Hakk'a karşı nasıl böyle saçma şeyler söyleyebiliyorsun? diye çobanı suçlayıp, azarladı. Bu sözler üzerine, çoban, elbiselerini yırtıp, feryat ve figana başladı:

-Ey Musa, meğer ben ne kötü bir iş yapmışım! Şimdi sen benim ağzımı, dilimi bağladın. Pişmanlık ateşi ile canımı, ciğerimi dağladın! dedi. Pişmanlığından üstünü başını yırtmaya başladı, sürüsünü de terk ederek, başını alıp çöle doğru yola düştü.

Cenab-ı Hakk'dan Hz. Musa'ya vahiy geldi:

-Ey Musa yaptığını beğendin mi? Bak, kulumuzu bizden ayırdın! Ben seni insanları Bana ulaştırasın diye mi, yoksa Benden uzaklaştırasın, Benden ayırasın diye mi peygamber olarak gönderdim. Ben, herkese bir huy, bir ıstılah verdim. Onun ağzından medih (övgü) olarak çıkan söz, senin ağzından çıkarsa zem (kötüleme)dir. Biz dile söze bakmayız, gönle, hale, kalbe bakarız. Ben kullarıma, 'Bana ibadet edin! (Kur'an, 21. Sure (Enbiya), Ayet:25)' diye emrettimse, bundan bir kâr, bir fayda elde edeyim diye değil; onlara ihsanda bulunayım diye emrettim. Benim yüce şanım, onların tesbih ve takdisleri ile daha fazla yücelecek değil. Ben zaten en yüceyim. Benim yüceliğim ölçüye, kıyasa sığmaz. Beni tesbih etmekle kullarım, kendilerini temizlerler.

Cenab-ı Hakk, Hz. Musa'ya daha pek çok dile gelmeyecek sırlar söyledi. Hazreti Musa bu sırlar karşısında kaç defa kendinden geçti, kaç defa kendine geldi. Sözü burada kesmek gerek. Zira daha fazlasını anlatmaya çalışmak ahmaklık olur. Akıl ve anlayış buradan ötesine gitmez.

Hazreti Musa Rabbülâlemînden bu ikazı duyunca, çöle düşüp çobanı aramaya koyuldu. O hayran aşığın izini izledi. Hakk aşıklarının izleri, başkalarının izlerinden ayrılır, hemen seçilir. Hazreti Musa nihayet çobanı buldu. Ona:

-Müjde, müjde, Cenab-ı Hakk seni mazur gördü! Senin niyazın O'na hoş gelmiş! dedi.

Çoban:

-Ey Musa! Ben artık o hali aştım. Sen bir kamçı vurdun, atım şahlanıp kâinatı aştı. Benim halim şimdi söze sığmaz. Ben artık o sözleri söyleyen çoban değilim. O sözlerden artık geçtim, dedi.

İnsanoğlu, acizdir, aklı zayıftır. Kudreti sınırsız, bütün noksan sıfatlardan münezzeh, yüceler yücesi Allah'a zayıf aklımızla, layık olabildiği şekilde hamd edebilmemize imkân var mı?

Yüce Allah: 'Siz Beni anın, zikredin, hatırlayın, Ben de Sizi anayım! (Kur'an, 2. Sure (Bakara), Ayet: 152)' buyurarak kendisini anabilmemiz için bize ruhsat ve izin verdi. Bizi ateşler, karanlıklar içinde gördü de, bize nur ihsan etti. Gerçekte o bizim O'nu anmanızdan müstağnidir. Bizim O'nu layık olduğu şekilde, anmamız, övmemiz, anlamamız, tanımamız, tasvir etmemiz, ibadet etmemiz, tesbih etmemiz mümkün değildir. O'nun hiçbir tavsife, tasvire, tarife sığmayan benzersiz, misalsiz varlığını biz nasıl anlayabiliriz ki? Bizim gibi cisme mensup, eksikli kusurlu kulların O'nu anışı da, elbette bizim gibi eksik ve nakıs olacaktır. O bizim anışlarımızdan, zikirlerimizden, ibadetlerimizde çok çok yücedir. Bizim O'nu övüşümüzün Allah'ın yüceliğine nispetle hiç bir değeri yoktur. O'nun anlatılmaya da ihtiyacı yoktur, tarife de. Rabbimiz, rahmetinden bizim O'nu anışımızı, hamd ve şükrümüzü, ibadetlerimizi makbul karşılıyor.

Güneşi öven, aslında kendini övmüş olur. Böylece benim iki gözüm de iyi görüyor, aydındır, hastalıklı, ağrılı, sızılı, çapaklı değildir demek ister. Alemdeki güneşi yermek ise, iki gözüm de kördür, görmüyor, karanlıklar içinde kalmış, çipillerle, irinlerle dolmuş demektir.

Kendine gel, kendine! Allah'ı (CC) övsen de bu övüşünü, o çobanın layık olmayan övüşü gibi bil. Senin övüşün, duan, niyazın çobanınkine nispetle belki daha iyi olabilir ama, Cenab-ı Hakk'ın yüce şanına nispetle ne değeri var ki! Sakın Cenab-ı Mevlâ'ya layık olduğu şekilde hamd ve senada bulunduğunu zannetme! İbadet ediyorum, hamd ediyorum diye gönlüne kibir, gurur gelmesin. Perde kalkınca oldu sanılan pek çok şeyin, aslında olması gerektiği gibi olmadığı meydana çıkar. Keşke sadece 'Sübhâne rabbiyel Â'lâ' sırrına erebilmiş olsaydın. Gönülden:'Ey Rabbim, secdem de, ibadetlerim de, varlığım gibi Senin yüce şanına layık değil. Ey gece sırlarını da, gündüzün gizlenen işleri de bilen Allah! Senin yüceliğin karşısında, benim başımın da bir değeri yok, secdemin de! Sen bana merhametinle, ihsanınla, lütfunla mukabele et! Noksanlarıma bakma!' diyebileydin.

Örneğin, Namaz kılıyorsun ama nasıl? Namazın sana anlattıklarından haberin var mı? Ey ulu! Namaza başlarken tekbir getirmek, 'Yarabbi huzurunda kurbanız!' demektir. Hani koyun keserken, 'Bismillahi Allahu ekber' der, tekbir getirir, öyle kesersin ya, işte o geberesi nefsini keserken de bu söz söylenir. 'Allahu ekber' de de, o şom nefsin başını kes! Kes de can mahvolmaktan kurtulsun! Ten İsmail'e benzer, can Halil'e. Can, bu semiz bedeni yere yatırıp tekbir getirdi mi, ten kesilir, şehvetlerden hırslardan kurtulur. Ondan sonra ten, besmeleyle kesilmiş temiz bir kurban haline gelir.

Namazda kıyamda durmak, yani Allah'ın huzurunda, gözyaşları dökerek ayakta durmak ise, kıyamet gününde kabirden kalkıp mahşer yerinde dikilmeye benzer. Kıyamette olduğu gibi, Hak huzurunda saf kurulur, hesaba, Allah ile konuşup görüşmeye girişilir. Hak: 'Sana bunca zaman mühlet ve imkanlar verdim, bana ne getirdin? Ömrünü neyle bitirdin, verdiğim gıdayı, ihsan ettiğim kuvveti ne uğrunda harcadın? Gözünün nurunu nerelerde tükettin, beş duyunu nerelerde yıprattın? Gözünü, kulağını, aklını, benim sana verdiğim bütün cevherlerini harcadın. Peki ferş aleminden bunlara karşılık ne satın aldın? Sana kazma ve bel gibi, el, ve ayak verdim. Onları sana bizzat ben bağışlamıştım, onları ne yaptın, nerede kullandın? der. Hak'tan buna benzer seni dertlere uğratacak yüz binlerce haber gelir.

Kıyamdayken kula gelen bu haberlerden kul utanır. Utancından ayakta durmaya kudreti kalmaz. İki büklüm olur, rükûa varır. Rükuda Allah'ı tesbih eder. Allah'tan: 'Başını kaldır, rükudan kıyama dön de, sana sorduklarıma bir bir cevap ver!' fermanı gelir.

O utanan kul, rükudan başını kaldırır. Fakat olgun bir iş yapmamış olduğundan bu sefer, yüzüstü secdeye kapanır. Yine emir gelir: 'Başını kaldır, secdeden kalk da yaptıklarından haber ver!' Kul, tekrar utana utana başını kaldırır ama, çaresizlikten yine yılan gibi yüzüstü secdeye düşüverir. Allah, tekrar: 'Başını kaldır da söyle! Bugün kıldan kıla, bütün yaptıklarının araştırılacağı gündür!' der.
Kulun artık ayakta durmaya kuvveti kalmadığından, Allah'ın heybetli hitabı, canına iyice tesir etmiş olduğundan ayağa kalkamaz, o ağır yükün altında, yere oturur. Allah: 'Söyle bana, sana nimet verdim, nasıl şükrettin? Sana sermaye verdim, haydi ne kazandığını göster!' der.

Kul, sağ yanına dönüp peygamberlere, o ululara selam verir. 'Padişahlar, bu kötü kişiye şefaat edin, ayağım da balçıkta kaldı, kilimim de!' der.

Peygamberler ise: 'Çareye başvuracak gün geçti. Çare orada aranacak bir şeydi. El de oradaydı, alet de. Şimdi artık hepsi orada kaldı. A bahtsız kişi, git oradan! Sen vakitsiz öten bir horozsun! Bırak bizi, bizim de kanımıza bulaşma!' derler.

Bunun üzerine kul, sol tarafa baş çevirir, hısımından, akrabasından yardım ister. Onlar da 'Sus! Allah'a kendin cevap ver. Biz kim oluyoruz ki? Bizden el çek!' derler.

Sonunda ne bu yandan bir çare olur, ne o yandan. O biçarenin canı da yüz parça olur! Herkesten ümidini keser de ellerini Allah'a açar, duaya başlar.
Yarabbi, herkesten ümidim kesildi. Evvel de Sensin, ahir de Sen! Senden başka önü sonu olmayan yok!' diye niyaza koyulur.

Namazdaki bu hoş işaretleri gör de, bunun eninde sonunda böyle olacağını bil! Sadece namazın hareketlerini yapmakla yetinme! Öyle yerden tane toplayan yolsuz yordamsız kuşlar gibi yere baş vurup durma! Namaz yumurtasından çıkarılması gereken civcivi çıkarmaya bak!  


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar