Hz. Musa ve Çoban
دید موسی یک شبانی را براه
کو همیگفت ای گزیننده اله
تو کجایی تا شوم من چاکرت
چارقت دوزم کنم شانه سرت
جامهات شویم شپشهاات کشم
شیر پیشت آورم ای محتشم
دستکت بوسم بمالم پایکت
وقت خواب آید بروبم جایکت
ای فدای تو همه بزهای من
ای بیادت هیهی و هیهای من
این نمط بیهوده میگفت آن شبان
گفت موسی با کی است این ای فلان
گفت با آنکس که ما را آفرید
این زمین و چرخ ازو آمد پدید
گفت موسی های بس مدبر شدی
خود مسلمان ناشده کافر شدی
این چه ژاژست این چه کفرست و فشار
پنبهای اندر دهان خود فشار
گند کفر تو جهان را گنده کرد
کفر تو دیبای دین را ژنده کرد
چارق و پاتابه لایق مر تراست
آفتابی را چنینها کی رواست
گر نبندی زین سخن تو حلق را
آتشی آید بسوزد خلق را
آتشی گر نامدست این دود چیست
جان سیه گشته روان مردود چیست
گر همیدانی که یزدان داورست
ژاژ و گستاخی ترا چون باورست
دوستی بیخرد خود دشمنیست
حق تعالی زین چنین خدمت غنیست
با کی میگویی تو این با عم و خال
جسم و حاجت در صفات ذوالجلال
شیر او نوشد که در نشو و نماست
چارق او پوشد که او محتاج پاست
ور برای بندهشست این گفت تو
آنک حق گفت او منست و من خود او
آنک گفت انی مرضت لم تعد
من شدم رنجور او تنها نشد
آنک بی یسمع و بی یبصر شدهست
در حق آن بنده این هم بیهدهست
بی ادب گفتن سخن با خاص حق
دل بمیراند سیه دارد ورق
گر تو مردی را بخوانی فاطمه
گرچه یک جنساند مرد و زن همه
قصد خون تو کند تا ممکنست
گرچه خوشخو و حلیم و ساکنست
فاطمه مدحست در حق زنان
مرد را گویی بود زخم سنان
دست و پا در حق ما استایش است
در حق پاکی حق آلایش است
لم یلد لم یولد او را لایق است
والد و مولود را او خالق است
هرچه جسم آمد ولادت وصف اوست
هرچه مولودست او زین سوی جوست
زانک از کون و فساد است و مهین
حادثست و محدثی خواهد یقین
گفت ای موسی دهانم دوختی
وز پشیمانی تو جانم سوختی
جامه را بدرید و آهی کرد تفت
سر نهاد اندر بیابانی و رفت
وحی آمد سوی موسی از خدا
بندهٔ ما را ز ما کردی جدا
تو برای وصل کردن آمدی
یا برای فصل کردن آمدی
تا توانی پا منه اندر فراق
ابغض الاشیاء عندی الطلاق
هر کسی را سیرتی بنهادهام
هر کسی را اصطلاحی دادهام
در حق او مدح و در حق تو ذم
در حق او شهد و در حق تو سم
ما بری از پاک و ناپاکی همه
از گرانجانی و چالاکی همه
من نکردم امر تا سودی کنم
بلک تا بر بندگان جودی کنم
هندوان را اصطلاح هند مدح
سندیان را اصطلاح سند مدح
من نگردم پاک از تسبیحشان
پاک هم ایشان شوند و درفشان
ما زبان را ننگریم و قال را
ما روان را بنگریم و حال را
ناظر قلبیم اگر خاشع بود
گرچه گفت لفظ ناخاضع رود
زانک دل جوهر بود گفتن عرض
پس طفیل آمد عرض جوهر غرض
چند ازین الفاظ و اضمار و مجاز
سوز خواهم سوز با آن سوز ساز
آتشی از عشق در جان بر فروز
سر بسر فکر و عبارت را بسوز
موسیا آدابدانان دیگرند
سوخته جان و روانان دیگرند
عاشقان را هر نفس سوزیدنیست
بر ده ویران خراج و عشر نیست
گر خطا گوید ورا خاطی مگو
گر بود پر خون شهید او را مشو
خون شهیدان را ز آب اولیترست
این خطا را صد صواب اولیترست
در درون کعبه رسم قبله نیست
چه غم از غواص را پاچیله نیست
تو ز سرمستان قلاوزی مجو
جامهچاکان را چه فرمایی رفو
ملت عشق از همه دینها جداست
عاشقان را ملت و مذهب خداست
لعل را گر مهر نبود باک نیست
عشق در دریای غم غمناک نیست
بعد از آن در سر موسی حق نهفت
رازهایی گفت کان ناید به گفت
بر دل موسی سخنها ریختند
دیدن و گفتن بهم آمیختند
چند بیخود گشت و چند آمد بخود
چند پرید از ازل سوی ابد
بعد ازین گر شرح گویم ابلهیست
زانک شرح این ورای آگهیست
ور بگویم عقلها را بر کند
ور نویسم بس قلمها بشکند
چونک موسی این عتاب از حق شنید
در بیابان در پی چوپان دوید
بر نشان پای آن سرگشته راند
گرد از پرهٔ بیابان بر فشاند
گام پای مردم شوریده خود
هم ز گام دیگران پیدا بود
یک قدم چون رخ ز بالا تا نشیب
یک قدم چون پیل رفته بر وریب
گاه چون موجی بر افرازان علم
گاه چون ماهی روانه بر شکم
گاه بر خاکی نبشته حال خود
همچو رمالی که رملی بر زند
عاقبت دریافت او را و بدید
گفت مژده ده که دستوری رسید
هیچ آدابی و ترتیبی مجو
هرچه میخواهد دل تنگت بگو
کفر تو دینست و دینت نور جان
آمنی وز تو جهانی در امان
ای معاف یفعل الله ما یشا
بیمحابا رو زبان را بر گشا
گفت ای موسی از آن بگذشتهام
من کنون در خون دل آغشتهام
من ز سدرهٔ منتهی بگذشتهام
صد هزاران ساله زان سو رفتهام
تازیانه بر زدی اسپم بگشت
گنبدی کرد و ز گردون بر گذشت
محرم ناسوت ما لاهوت باد
آفرین بر دست و بر بازوت باد
حال من اکنون برون از گفتنست
اینچ میگویم نه احوال منست
نقش میبینی که در آیینهایست
نقش تست آن نقش آن آیینه نیست
دم که مرد نایی اندر نای کرد
درخور نایست نه درخورد مرد
هان و هان گر حمد گویی گر سپاس
همچو نافرجام آن چوپان شناس
El ayak.. bizim için övünç vesilesidir; fakat Tanrının arılığına nispetle
kusur.
Ulu Tanrı’nın Musa’ya çoban yüzünden darılması
Musa Aleyhisselem’a o çobanın mazur olduğuna dair vahiy gelmesi
1815.
Aksine olarak başını yere eğdin mi battın gitti, Hak “ Ben batanları sevmem”
demiştir.
Hz. Musa bir yerden geçerken, Allah'a münâcaat eden bir çobana
rastladı. Çoban şöyle diyordu:
-Ey kerem sahibi, yüceler yücesi ulu Rabbim! Sen neredesin ki,
ben sana kurban olayım! Bir gün olsun, gel bana uğra, misafirim ol da, Sana
hizmet edeyim! Elbiselerini yıkayayım, çarığını dikeyim, saçını tarayayım,
bitlerini kırayım. Elceğizini öpeyim, ayacığını ovayım, uyuma vaktin gelince
yerceğizini silip süpüreyim. Sana süt ikram edeyim. Bütün keçilerim Sana kurban
olsun! Her nâmemde, her sesimde, her soluğumda, her heyheyimde, aklımda,
fikrimde yalnız Sen varsın, ey büyük Allah'ım!
Çoban böyle saçma sapan söylenip dururken, Hz. Musa ona
yaklaşıp:
-Kiminle konuşuyorsun? diye sordu. Çoban:
-Kiminle olacak, bizi yaratanla, yerin göğün sahibiyle! deyince
Hz. Musa:
-Bu ne küstahlık! Bu ne biçim dua! Sen amcana dayına mı
sesleniyorsun?Cenab-ı Hakk böyle şeylerden münezzehtir. Allah'ın sıfatları
içinde cisim ve ihtiyaç sahibi olmak var mı? Çarık, dolak sana yaraşır. Ayağa
muhtaç olan çarık giyer, büyüyüp gelişmekte olan süt içer. Bunlar ne saçma
sapan sözler. Sen daha Müslüman olmadan kâfir oldun. Küfrünün pis kokusu cihanı
tuttu. Sus, ağzına pamuk tıka! Allah kimseden doğmamıştır, hiç kimseyi de
doğurmamıştır. Eşi benzeri, oğlu kızı yoktur. Babayı da yaratan Odur, oğlu da.
Sen bir erkeğe 'Fatma!' desen, erkek de kadın da insan cinsinden oldukları
halde, imkân bulsa senin canına kasteder. İsterse mülayim ve yumuşak başlı
olsun. 'Fatma' sözü kadınlar için övüştür, fakat erkeğe söylersen kılıç
yarasından daha ağır gelir. Cenab-ı Hakk'a karşı nasıl böyle saçma şeyler
söyleyebiliyorsun? diye çobanı suçlayıp, azarladı. Bu sözler üzerine, çoban,
elbiselerini yırtıp, feryat ve figana başladı:
-Ey Musa, meğer ben ne kötü bir iş yapmışım! Şimdi sen benim
ağzımı, dilimi bağladın. Pişmanlık ateşi ile canımı, ciğerimi dağladın! dedi.
Pişmanlığından üstünü başını yırtmaya başladı, sürüsünü de terk ederek, başını
alıp çöle doğru yola düştü.
Cenab-ı Hakk'dan Hz. Musa'ya vahiy geldi:
-Ey Musa yaptığını beğendin mi? Bak, kulumuzu bizden ayırdın!
Ben seni insanları Bana ulaştırasın diye mi, yoksa Benden uzaklaştırasın,
Benden ayırasın diye mi peygamber olarak gönderdim. Ben, herkese bir huy, bir
ıstılah verdim. Onun ağzından medih (övgü) olarak çıkan söz, senin ağzından
çıkarsa zem (kötüleme)dir. Biz dile söze bakmayız, gönle, hale, kalbe bakarız.
Ben kullarıma, 'Bana ibadet edin! (Kur'an, 21. Sure (Enbiya), Ayet:25)' diye
emrettimse, bundan bir kâr, bir fayda elde edeyim diye değil; onlara ihsanda
bulunayım diye emrettim. Benim yüce şanım, onların tesbih ve takdisleri ile
daha fazla yücelecek değil. Ben zaten en yüceyim. Benim yüceliğim ölçüye,
kıyasa sığmaz. Beni tesbih etmekle kullarım, kendilerini temizlerler.
Cenab-ı Hakk, Hz. Musa'ya daha pek çok dile gelmeyecek sırlar
söyledi. Hazreti Musa bu sırlar karşısında kaç defa kendinden geçti, kaç defa
kendine geldi. Sözü burada kesmek gerek. Zira daha fazlasını anlatmaya çalışmak
ahmaklık olur. Akıl ve anlayış buradan ötesine gitmez.
Hazreti Musa Rabbülâlemînden bu ikazı duyunca, çöle düşüp çobanı
aramaya koyuldu. O hayran aşığın izini izledi. Hakk aşıklarının izleri,
başkalarının izlerinden ayrılır, hemen seçilir. Hazreti Musa nihayet çobanı
buldu. Ona:
-Müjde, müjde, Cenab-ı Hakk seni mazur gördü! Senin niyazın O'na
hoş gelmiş! dedi.
Çoban:
-Ey Musa! Ben artık o hali aştım. Sen bir kamçı vurdun, atım
şahlanıp kâinatı aştı. Benim halim şimdi söze sığmaz. Ben artık o sözleri
söyleyen çoban değilim. O sözlerden artık geçtim, dedi.
İnsanoğlu, acizdir, aklı zayıftır. Kudreti sınırsız, bütün
noksan sıfatlardan münezzeh, yüceler yücesi Allah'a zayıf aklımızla, layık
olabildiği şekilde hamd edebilmemize imkân var mı?
Yüce Allah: 'Siz Beni anın, zikredin, hatırlayın, Ben de Sizi
anayım! (Kur'an, 2. Sure (Bakara), Ayet: 152)' buyurarak kendisini anabilmemiz
için bize ruhsat ve izin verdi. Bizi ateşler, karanlıklar içinde gördü de, bize
nur ihsan etti. Gerçekte o bizim O'nu anmanızdan müstağnidir. Bizim O'nu layık
olduğu şekilde, anmamız, övmemiz, anlamamız, tanımamız, tasvir etmemiz, ibadet
etmemiz, tesbih etmemiz mümkün değildir. O'nun hiçbir tavsife, tasvire, tarife
sığmayan benzersiz, misalsiz varlığını biz nasıl anlayabiliriz ki? Bizim gibi
cisme mensup, eksikli kusurlu kulların O'nu anışı da, elbette bizim gibi eksik
ve nakıs olacaktır. O bizim anışlarımızdan, zikirlerimizden, ibadetlerimizde
çok çok yücedir. Bizim O'nu övüşümüzün Allah'ın yüceliğine nispetle hiç bir
değeri yoktur. O'nun anlatılmaya da ihtiyacı yoktur, tarife de. Rabbimiz,
rahmetinden bizim O'nu anışımızı, hamd ve şükrümüzü, ibadetlerimizi makbul
karşılıyor.
Güneşi öven, aslında kendini övmüş olur. Böylece benim iki gözüm
de iyi görüyor, aydındır, hastalıklı, ağrılı, sızılı, çapaklı değildir demek
ister. Alemdeki güneşi yermek ise, iki gözüm de kördür, görmüyor, karanlıklar
içinde kalmış, çipillerle, irinlerle dolmuş demektir.
Kendine gel, kendine! Allah'ı (CC) övsen de bu övüşünü, o
çobanın layık olmayan övüşü gibi bil. Senin övüşün, duan, niyazın çobanınkine
nispetle belki daha iyi olabilir ama, Cenab-ı Hakk'ın yüce şanına nispetle ne
değeri var ki! Sakın Cenab-ı Mevlâ'ya layık olduğu şekilde hamd ve senada
bulunduğunu zannetme! İbadet ediyorum, hamd ediyorum diye gönlüne kibir, gurur
gelmesin. Perde kalkınca oldu sanılan pek çok şeyin, aslında olması gerektiği
gibi olmadığı meydana çıkar. Keşke sadece 'Sübhâne rabbiyel Â'lâ' sırrına
erebilmiş olsaydın. Gönülden:'Ey Rabbim, secdem de, ibadetlerim de, varlığım
gibi Senin yüce şanına layık değil. Ey gece sırlarını da, gündüzün gizlenen
işleri de bilen Allah! Senin yüceliğin karşısında, benim başımın da bir değeri
yok, secdemin de! Sen bana merhametinle, ihsanınla, lütfunla mukabele et!
Noksanlarıma bakma!' diyebileydin.
Örneğin, Namaz kılıyorsun ama nasıl? Namazın sana
anlattıklarından haberin var mı? Ey ulu! Namaza başlarken tekbir getirmek,
'Yarabbi huzurunda kurbanız!' demektir. Hani koyun keserken, 'Bismillahi Allahu
ekber' der, tekbir getirir, öyle kesersin ya, işte o geberesi nefsini keserken
de bu söz söylenir. 'Allahu ekber' de de, o şom nefsin başını kes! Kes de can
mahvolmaktan kurtulsun! Ten İsmail'e benzer, can Halil'e. Can, bu semiz bedeni
yere yatırıp tekbir getirdi mi, ten kesilir, şehvetlerden hırslardan kurtulur.
Ondan sonra ten, besmeleyle kesilmiş temiz bir kurban haline gelir.
Namazda kıyamda durmak, yani Allah'ın huzurunda, gözyaşları
dökerek ayakta durmak ise, kıyamet gününde kabirden kalkıp mahşer yerinde
dikilmeye benzer. Kıyamette olduğu gibi, Hak huzurunda saf kurulur, hesaba,
Allah ile konuşup görüşmeye girişilir. Hak: 'Sana bunca zaman mühlet ve
imkanlar verdim, bana ne getirdin? Ömrünü neyle bitirdin, verdiğim gıdayı,
ihsan ettiğim kuvveti ne uğrunda harcadın? Gözünün nurunu nerelerde tükettin, beş
duyunu nerelerde yıprattın? Gözünü, kulağını, aklını, benim sana verdiğim bütün
cevherlerini harcadın. Peki ferş aleminden bunlara karşılık ne satın aldın?
Sana kazma ve bel gibi, el, ve ayak verdim. Onları sana bizzat ben
bağışlamıştım, onları ne yaptın, nerede kullandın? der. Hak'tan buna benzer
seni dertlere uğratacak yüz binlerce haber gelir.
Kıyamdayken kula gelen bu haberlerden kul utanır. Utancından
ayakta durmaya kudreti kalmaz. İki büklüm olur, rükûa varır. Rükuda Allah'ı
tesbih eder. Allah'tan: 'Başını kaldır, rükudan kıyama dön de, sana
sorduklarıma bir bir cevap ver!' fermanı gelir.
O utanan kul, rükudan başını kaldırır. Fakat olgun bir iş
yapmamış olduğundan bu sefer, yüzüstü secdeye kapanır. Yine emir gelir: 'Başını
kaldır, secdeden kalk da yaptıklarından haber ver!' Kul, tekrar utana utana
başını kaldırır ama, çaresizlikten yine yılan gibi yüzüstü secdeye düşüverir.
Allah, tekrar: 'Başını kaldır da söyle! Bugün kıldan kıla, bütün yaptıklarının
araştırılacağı gündür!' der.
Kulun artık ayakta durmaya kuvveti kalmadığından, Allah'ın heybetli hitabı,
canına iyice tesir etmiş olduğundan ayağa kalkamaz, o ağır yükün altında, yere
oturur. Allah: 'Söyle bana, sana nimet verdim, nasıl şükrettin? Sana sermaye
verdim, haydi ne kazandığını göster!' der.
Kul, sağ yanına dönüp peygamberlere, o ululara selam verir.
'Padişahlar, bu kötü kişiye şefaat edin, ayağım da balçıkta kaldı, kilimim de!'
der.
Peygamberler ise: 'Çareye başvuracak gün geçti. Çare orada
aranacak bir şeydi. El de oradaydı, alet de. Şimdi artık hepsi orada kaldı. A
bahtsız kişi, git oradan! Sen vakitsiz öten bir horozsun! Bırak bizi, bizim de
kanımıza bulaşma!' derler.
Bunun üzerine kul, sol tarafa baş çevirir, hısımından,
akrabasından yardım ister. Onlar da 'Sus! Allah'a kendin cevap ver. Biz kim
oluyoruz ki? Bizden el çek!' derler.
Sonunda ne bu yandan bir çare olur, ne o yandan. O biçarenin
canı da yüz parça olur! Herkesten ümidini keser de ellerini Allah'a açar, duaya
başlar.
Yarabbi, herkesten ümidim kesildi. Evvel de Sensin, ahir de Sen! Senden başka
önü sonu olmayan yok!' diye niyaza koyulur.
Namazdaki bu hoş işaretleri gör de, bunun eninde sonunda böyle
olacağını bil! Sadece namazın hareketlerini yapmakla yetinme! Öyle yerden tane
toplayan yolsuz yordamsız kuşlar gibi yere baş vurup durma! Namaz yumurtasından
çıkarılması gereken civcivi çıkarmaya bak!
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar