İbn Arabî (Tercümânü’l-Eşvâk) Arzuların Tercümanı (Tam Metin)
Türkçesi: Mahmut Kanık
Muhyiddin İbn Arabî
(1165-1240)
Tam adı şöyledir: Muhyiddin Ebu Abdullah Muhammedi İbn Ali İbn Muhamed
ibn Ahmed ibn Ali ibn Arabî el-Hatemî et-Tâî el-Endülüsî. Muhyiddin ibn Arabî,
Şeyh-i Ekber, Sultanü’l-arifîn, Hatemü’l-evliya, Kutb-ü Hümam, İbn Arabî diye
de anılır. Endülüs’te İbn Seraka diye bilinir. Hicrî 543’de Fas’da ölen ünlü
bilgin Ebu Bekir ibnü’l-Arabî ile karıştırılmaması için, adı harf-i tarifsiz
olarak İbn Arabî diye kullanılagelmiştir.
7 Ağustos 1165 Cumartesi günü (Hicrî 27 Ramazan 560) Kadir gecesinde,
Endülüs’de Mürsiye’de dünyaya gelmiştir. Dedesinin adı, Muhammed, babasınınki
Ali ibn Muhammed’dir. Babası İbn Arabî’yi çocukken İbn Rüşd ile tanıştırmıştır
ve aralarında çok ilginç bir konuşma geçmiştir.İbn Arabî soylu, kültürlü, maddî
ve manevî dereceleri yüksek olan bir ailenin tek erkek çocuğuydu. Sekiz yaşında
ilim tahsili için İşbiliye’ye gitmiştir. Burada İbn Beşküval ve ünlü hadis
bilgini Ebu Muhammed gibi bilginlerden ilim tahsil etmiştir. Yirmi yaşında
tasavvuf yoluna girmiştir. İbn Arabî’nin ilk hanımı Meryem adını taşımaktaydı.
İbn Arabî daha sonra Doğuya seyahate çıkmıştır. Kuzey Afrika, Tunus ve
Mısır’a uğrayarak Mekke’ye gitmiş, oradan Bağdat ve Musul’a uğramış, oradan da
Anadolu’ya geçmiştir. Konya’ya yerleşmiş ve burada Sadreddin Konevi’nin dul
annesiyle evlenmiş, Sadreddin Konevi’yi (ö: 672 Hicri) yetiştirmiştir. Sonra
Malatya’ya uğramıştır, burada tekrar evlenmiştir. Oğlu Sadeddin burada
doğmuştur. Daha sonra Şam’a gitmiştir ve Hicri 638’de, Milâdî 16 Kasım 1240’da
Şam’da vefat etmiştir. Şam’ın Salihiyye bölgesine, Kasyon dağı eteğine
defnedilmiştir. Oğlu Muhammed Sadeddin (H. 617-656) ve Muhammed İmadüddin (ö:
H.667) ve kızı Zeynep aynı yerde yatmaktadır.
Kendisinin bildirdiğine göre, İbn Asakir, Ebu’l-Ferec, İbn Cevzi, İbn
Sekine, İbn Ülvan Cabir bin Ebu Eyyub gibi elli dört zattan zahirî ilimleri
tahsil etmiştir. Ayrıca Şeyh Ebu Medyen el-Mağribî, Cemaleddin Yunus bin Yahya
el-Kassar, Ebu Abdullah et-Teyemmi el-Fasî, Ebu’l-Hasan ibn Cami gibi zatlardan
batınî ilimleri tahsil etmiştir, ve 37 ciltlik gibi eserleri büyüklüğüne birer
delildir. Hızır aleyhisselâm’la karşılaşması irfan ehlince bilinen bir
gerçektir.
Sayıları beş yüze ulaşan eserlerinin birçoğu tasavvufa dairdir. İbn
Arabî’nin eserleri hakkında çok geniş kapsamlı bilgiyi Osman Yahya’nın
Fransızca olarak hazırladığı iki ciltlik, , (Ouvrage publie avec mi concours du
Centre National de la Recherche Scientifique, Damas, 1964.) adlı eserinde
bulmak mümkündür. Burada tekrarlarıyla birlikte 800’den fazla eser hakkında
bilgi mevcuttur. Eserlerinin bir kısmı Batı dillerine de çevrilmiştir.
Giriş
Klasik İslâm edebiyatında şairler doğadan aldıkları motiflerden bir
soyutlama yaparak, insan psikolojisinin en yüce hâli olan aşka ulaşırlar. Aşk
aracılığıyla fizikötesi âleme nüfuz ederler. Orada Varlığın birliği görüşüne,
Tanrı aşkında yok olmaya ve ebedî olarak Tanrı aşkında dirilmeye ulaşırlar.
Klasik İslâm şiirinin tüm çabası, bizi daha bu dünyadayken öteki âleme
ulaştırmaktır. Nitekim pek çok aşk şiiri, fizikî âlemden kurtuluşu ve
fizikötesi âleme çıkışı temsil eder. Bunun çok çarpıcı örnekleri vardır.
Bununla birlikte, şair dış dünyayla, doğayla alakalarını kesmez. Büyük şairler,
şiirlerinde dış dünyaya en ince ayrıntılarına varıncaya kadar yer verirler.
Doğadaki bütün motiflerden yararlanırlar; onlar arasındaki sihirli bağı
yakalarlar. Bu dünyayı öteki dünyanın bir izdüşümü kabul ederler. Bu dünyanın
tüm malzemelerini öteki dünyanın simgeleri olarak kullanırlar. Şiirde
duyguların ağır bastığı bir vakıadır. Evet, şair doğadaki tüm sesleri,
renkleri, kokuları ve biçimleri, ahenkleri, kısacası tüm imkânları serbestçe
kullanır.
İşte, Tercümânü’l-Eşvâk’ta geçen çöller, develer, ağaçlar,
çadırlar, çimenlikler, vahalar, vadiler, şimşekler, bulutlar, ay, güneş,
yıldızlar, kızlar, kadınlar, erkekler, şehirler, dağlar, tepeler, yöreler ve
daha nice motifler bu bağlamda değerlendirilmelidir.
İbn Arabî’nin şiirleri rahmanî ilhamdan kaynaklanmıştır. İçten içe
Kur’ân’ın simgeleriyle örülüdür. Her biri ulvî alanın bu dünyadaki
izdüşümleridir. Dolayısıyla, o alana yakışmayan yakışıksız yakıştırmalardan
alabildiğine uzaktır. Bu nedenle, veli şairin şiirinde görülen aşk, şevk, coşku
kesinlikle afrodizyak sarhoşlukla karıştırılmamalıdır. İbn Arabî Tercümânü’l-Eşvâk’taki
şiirleri bu şekilde değerlendirmek isteyenleri, daha ilk bakışta, eserine
yazdığı önsözünde açıkça uyarmıştır. Bu kitapta yazdığı bütün şiirlerde daima
içine doğan ‘ilâhî varidatlar’a, gönlüne inen ‘ruhanî inişler’e ve ‘ulvî
tenasübler’e imalarda bulunduğunu belirtmiştir. Bunu da büyük sufi şairlerin
yöntemiyle, simgelerle yani bu dünyanın malzemeleriyle, somut çevrenin sunduğu
imkânlarla yapmıştır. Amacının ne olduğunu gene önsöze yazdığı bir şiirle
açıklamış ve orada okuyucuya şöyle seslenmiştir:
Nice sırlar vardır bunda nice nurlar var pırıl pırıl parlayan
Ne yüce sırlardır bunlar Gök kervanlarınca ona taşınan
Benim gönlüm için ya da gönlü olanlar için
Tıpkı benimki gibi bilginlik ve bilgelik şartlarına
sahip olanlar için
Bu bir sıfattır öyle kudsî ve öyle ulvî ki
‘Sıdk ’ımdan dolayı gösteriyor derecemi
Öyleyse ey okuyucu zahirine bakıp da sakın aldanma
Zorla kendini, çalış çokça, bâtınını ara ve sırları yakala. ”
İbn Arabi’nin düşüncesinde genellikle cinsellik ötesi sembolizmi bolca
görmek mümkündür. O, Âdem’i ‘ilk gerçek dişi’ olarak görür, çünkü Havva ondan
doğmuştur. İkinci Âdem, yani Meryem, İsa’yı dünyaya getirirken de aynı fiili
tekrarlamıştır. Burada olduğu gibi, klasik Arap, İran ve Türk şiirinde beşerî
aşk ifadeleriyle ilâhî aşk terennüm edilmiştir. Bu terennümler öylesine açık
bir gerçeklik içinde kullanılmıştır ki şairin ilâhî aşktan mı yoksa beşerî
aşktan mı söz ettiği tartışılmıştır. Bu tür tartışmalara İbn Arabî de hedef
olmuştur. Tercümânü’l-Eşvâk ’a yazdığı şerh de bu konuyu şöyle dile
getirmiştir:
“Mekke’de
—Allahu Tealâ Mekke’yi şereflendirsin ve onu büyütsün!— yazdığım bu Tercümânü’l-
eşvâk için bir şerh yazdım. Bunun nedeni şudur: Halep şehrinde bulunan
dostlarım El-Mesud Ebu Muhammed Bedr bin Abdullah el-Habeşî el-Hadim ve
El-Velid el-Barr Şemsüddin İsmail bin Sevdekin en-Nuri’nin istekleri üzerine bu
şerhi yazdım. Şemsüddin ‘fakih’lerden birinin bu eseri inkâr ettiğini,
eleştirdiğini duymuş. “Şeyh’in Tercümânü’l-Eşvâk’a yazdığıönsözde, bu
kitapta gazel tarzında yazdığı aşk şiirlerinde ilâhî ilimleri, sırları ve
hakikatleri kasdettiği doğru değildir. Şeyh bu şerhi kendisine aşk şiirleri
yazmış denilmesin ve din ve takva konusunda böylesine ünlü bir konuma sahip
birine aşk şiirleri yazdığı nisbet edilmesin diye yazmıştır” şeklinde sözler
duymuş. Allah her şeyi en iyi bilendir! İsmail bunları duyunca çok üzülmüş.
Duygularını, teessürlerini gelip bize de aktardı. Bu nedenle ben de bu kitabın
şerhini Halep’de yazmaya başladım. Yazdığım şerhin bir kısmı bazı fakihlerin ve
kelâmcılann huzurunda bizim kaldığımız evde Kemalüddin Ebu’l-Kasım bin
Necmüddin Kadı İbn el- Adim^tarafından —Allah onu muvaffak
etsin!— sesli olarak okundu. Biz hemen yolculuğa çıktık. Kusuru ve eksiğiyle
birlikte yukarıda zikredilen tarihte bu şerhi tamamladık.2Bizi eleştiren kişi bu şerhi
duyunca Şemsüddin İsmail’e gelip “Bundan böyle, günlük dilde kullanılan
alışılmışsözlere ve kelimelere tasavvufî anlamlar yükleyen ve bu sözlerle ilâhî
ilimlere işaret ettiğini ileri süren, tarikat ehlinden olan hiçbir sufi
hakkında artık kuşku duymam, hakkında kötü düşünmem mümkün değildir” demiş.
Benim hakkımda da hüsn-i zan sahibi olmuş ve hakkımda kötü düşünmeyi bırakmış.
İşte, Tercümânü’l-Eşvâk’a bir şerh yazmamın asıl sebebi budur.
Hamd Allah’a mahsustur! Minnet de O’na mahsustur!
Güç ve kuvvetin fazlası da eksiği de ancak O’nunladır!3
Tercümânü’l-Eşvâk’ı İngilizceye çeviren R. A. Nicholson da (The
Tarjumân al-ashwâq, a collection of mystical odes by Muhyiddin Al-Arabî,
Theosophical Publishing House Ltd, London, first edition 1911, reprinted 1978)
çevirisine yazmış olduğu giriş yazısında (sayfa 7) İbn Arabî’nin bu şiirlerinin
beşerî aşk ifade etmediğini, Doğu şiirini az çok tanıyanların bunu pekâlâ
bilebileceğini ifade etmektedir.
Doğal olarak şiirin ve aşkın ilgi konusu ‘güzellik’tir. Güzellik ise,
insanı ilk plânda yücelten bir değerdir, ama her olumlunun bir olumsuzu da
karşısında ya da ardında bulunduracağı gibi, her güzel çizginin ardında da erotizmin bir tuzağı kuruludur. Eğer insan bu
tuzaklara düşerse, bunları aşmasını bilemezse, bu kez güzellik insanı yücelten
bir değer değil tam aksine alçaltan bir değer oluverir. “Onca ruhla elele, güle
oynaya giden güzellik, kıldan ince bir dar boğaz ya da kapıya gelindiğinde, ya
dışarda kalır, ya da özündeki bütün libidal ve narsist artıkları pul pul
dökerek, saf bir şekilde ideal âleme ait yanıyla ruhla birleşimini,
kaynaşmasını yapar. Şairin veli oluşu, veliliğinden sonra da şiir biçimli
eserler vermesi ancak bu şekilde olur. Bu eserler görünüşte şiir veya musiki
parçalarıdır, gerçekteyse ayrı bir plânın deyişleri. Bu yüzdendir ki, Mesnevî’de
ya da Muhyiddîn-i Arabî’nin şiirlerinde şiirden başka bir şey görmemek,
insanıyanıltır. Bu ruh öncüleri, şiirden öteye geçmişlerdir, ama şiiri de
kendileriyle beraber geçirmişlerdir. Erotik ve plastiği aşamamış estetikle,
bunlardan soyunup Allah’a tapınma, Allah’ı anma ve Allah’a götürme plânına
yükselmiş estetik arasında, bir derece farkı değil, bir mahiyet farkı vardır.”4
* * *
Tercümânü’l-Eşvak’ın nüshaları Osman Yahya’nın
araştırmalarına göre 5 şunlardır:
—
Şehit Ali 1229/1-114, 957
H; 1230/1-179; 1344/100-151; 946 H
—
Ayasofya 1723/1, 835, 1877,
969 H
—
Reisülküttap 476/1-144, 994
H
Ayrıca, Tercümânü’l-Eşvâk Beyrut’ta 1966’da şerhiyle birlikte 203
sayfa olarak basılmıştır.
Biz bu çevirimize Orhan 607’deki yazma nüshayı (Bursa Eski Eserler
Kütüphanesi’nde bulunmaktadır) ve Nicholson’un İngilizce çevirisini esas aldık.
Ayrıca, gene Bursa’da aynı kütüphanede bulunan Haraççıoğlu 801 nolu nüshaya da
zaman zaman başvurduk.
Elinizdeki çeviride de görüldüğü gibi, bu eserde
önsözden sonra, altmış bir aşk şiiri bulunmaktadır. Bu önsözden anlaşıldığına
göre, bu şiirler İbn Arabî’nin dostu, aynı zamanda hocası durumunda olan
Mekînüddin Ebî Şüca Zâhir bin Rüstem bin Ebi’r-Recâ el-Isbahânî’nin sevimli ve
güzel kızı Aynü’ş-Sems ve’l-Bahâ için söylenmiştir. Bununla birlikte burada
zikredilen her şey, yukarıda da belirttiğimiz gibi, tamamen simgeseldir;
tamamıyla fizikötesiyle ilgilidir. Esere yazmış olduğu şerhden bu açıkça
anlaşılmaktadır. Yer yer çok canlı, hararetli, coşku dolu, kimi zaman hüzünlü,
içten bir aşkı terennüm eden, aynı zamanda ulvileştirilmiş bir sevgilinin
tasvirleri olan bu şiirler son derece güzel ve etkileyicidir.6
İbn Arabî Tercümânü’l-Eşvâk’ı Hicrî 598 de (Miladî 1201) Mekke’de
yazmaya başlamıştır. Eser Hicrî 611 Ramazan ayında (Miladî 1215 Ocak ayında)
gene Mekke’de tamamlanmıştır. İbn Arabî’nin bu sıralarda elli ya da elli bir
yaşlarında olduğu anlaşılmaktadır. Bunu kanıtlayan bir dize şiirde yer
almaktadır:
Elli yıldan sonra dedim ben kendi kendime
Uzun uzun düşüne düşüne döndüm ben bir kuş yavrusuna ”
Bu tarihten birkaç ay sonra da şerhini Halep’te yazmaya başlamıştır. 1215
Temmuz-Ağustos aylarında (Hicrî 612 Rebiüssani) şerhi tamamlamıştır.
İlâhî Aşk (İnsan Yayınları, İstanbul, 1988; 8. baskı, 2003) ile
başladığım İbn Arabî’den eserler çevirme gayreti, elinizdeki Arzuların
Tercümanı adlı eserle devam ediyor. Bu çeviriyle İbn Arabî’nin şiir yönü
ortaya konulmuş oluyor. Bu sanat eserini Türkçe’ye kazandırmak büyük bir
dileğimdi. Şimdi bu gerçekleşmiş oldu.
Allah’a hamd olsun!
***
2
Bu
şerhin adı Ez-Zehâyir ve’l-Â’lâk fî şerhi Tercümânü’l-Eşvâk li’ş-Şeyh
el-Ekber Kutbü’l-muvahhidîn muhyi’l- Hakk ve’l-milleti ve’d-dîn el-A’rabî
el-Endülüsî el-Hatemî et-Taî’dir. Aslında burada bitiş tarihi
belirtilmiyor, fakat bu şerhin Hicri 612’de Rebiüssânî ayında (Miladî 1215
Temmuz—Ağustos’unda) Aksaray’da tamamlandığı bilinmektedir.
3
Bu
ifadeler Tercümânü’l-Eşvâk şerhinin sonunda yer almaktadır.
4
Sezai
Karakoç, Makamda (Diriliş Yay., İstanbul, 1980) s.66.
5
Osman Yahya, İbn Arabî ve eserleri üzerine bir doktora
tezi hazırlamıştır. Daha sonra bu eser kitap olarak yayımlanmıştır:
L’Histoire et la classification dex l’ıeuvre d’Ibn Arabî, Ouvrage publie
avec le concours du Centre National de la Recherche Scientifique, Damas, 1964.
6
Henri Corbin, L’imagination creatrice dans le
soufisme d’İbn Arabî (Flammarion, Paris,1958)
adlı eserinde Tercümânü’l-Eşvâk’a
ve şerhine geniş bir yer vermiştir. (II. Bölüm)
Arzuların Tercümanı (Tercümânü’l-Eşvâk)
Bismillahirrahmanirrahîm
Hamd Allah’a mahsustur.
Allah’ın her işi güzeldir. Allah güzeldir ve güzelliği sever. Allah âlemi en
güzel surette yaratmıştır; ve türlü türlü güzelliklerle süslemiştir. Âlemi
yarattıktan sonra, gayb hikmetlerini (el- hikme-tü’l-gaybiyye) bu âlemin
içinde derc etmiştir; âlemdeki bu gizli sır konusuna işaret etmiş ve bunu
belirlemiştir. Ariflere bu hususu mücmel olarak anlatmış ve bunu bildirmiştir.
Cisimler dünyasındaki herşeyi âlem için bir ziynet, bir süs yapmıştır.
Dolayısıyla arifler bu ziyneti, bu süsü aşk ve şevk içinde müşahede ederek
kendilerinden geçmişler, ‘fena’ mertebesine yükselmişlerdir.
Allah’ın tecellisine en
güzel suretlerde mazhar olan Hz. Muhammed’e salat ve selâm olsun! En mükemmel
bir şeriatla ve en güzel niteliklerle Allah tarafından gönderilmiştir O bize!
Abdullah’ın oğlu Muhammed’dir O! En yüce makamda Allah’ın kendisiyle konuştuğu
biridir O! Bütün güzel nitelikleriyle, küllî kemalle donanmış çok özel biridir
O! Kendisine vahiy inendir O! O’nun ailesine ve ashabına da salât ve selâm
olsun!
Hicrî 598’de Mekke’ye
vardığım zaman, orada erdem sahibi bir toplulukla, büyük edebiyatçılardan ve
bilginlerden oluşan bir grupla karşılaştım. Çok sayıdaki bu erkekler topluluğu
arasında kadınlar da vardı.
Hepsi erdemli kişiler olmasına
rağmen, onlar arasında Mekînüddin Ebî Şüca’ Zâhir bin Rüstem bin Ebi ’r-Recâ
el-Isbahânî —Allah ona rahmet etsin— gibi, kendi işiyle meşgul olan ve
dünüyle bügünü arasında geçen olayları değerlendirip, muhasebesini yapan biri
ve onun ablası, Hicaz’ın en yaşlı kadın âlimi Fahrünnisâ bintü Rüstem
gibi birini görmedim. Şeyh Mekinüddin âlimdi, önderdi, imamdı, İbrahim
aleyhisselâm makamında bulunurdu. Mekke sakinlerindendi. Biz Ebû İsa
et-Tirmizî’nin hadis konusundaki kitabını, ayrıca daha başka kitapları, erdemli
kişilerden oluşan bir topluluk halinde ondan dinleyerek okuduk. Çok üstün edep
sahibi birisiydi. Sohbet halkası âdeta güzel bir bahçe gibiydi. Allah rahmet
etsin, insanî ilişkileri son derece hoş biriydi; meclisi güzel bir meclisti;
meclisinde bulunan ondan mutlaka yararlanırdı; yanındakilere son derece güzel
davranırdı. Allah kendisinden razı olsun, mutlaka ilgilendiği bir konusu, bir
işi olurdu, dolayısıyla ancak kendisini ilgilendiren bir şey olursa konuşurdu.
Kızkardeşi Fahrunnisa’ya
gelince, kadınların övüncüydü o; sadece kadınların değil, aynı zamanda
erkeklerin ve bilginlerin de bir övünç vesilesiydi o! Hadis rivayeti
konusundaki üstünlüğünden ötürü kendisinden hadis dersi almak üzere o’na
gönderildim. Yanına vardığımda bana şöyle dedi: “Ömrüm tükendi, ecelim
yaklaştı. Hadis rivayeti konusunda senin benden istediğin şey, şu ana kadar
beni çok meşgul etti, şimdi ise ömrümün sonunu amel ve ibadetle geçirmek
istiyorum; çünkü âdeta ölüm duygusuyla kuşatılmış gibiyim. Yaşım bir hayli
ilerledi, son pişmanlık fayda vermez!” Onun bu sözlerini işitince, ben de ona
şöyle dedim:
“Hadis rivayeti
konusunda senin durumunla benimki aynı,
Amacımız sadece ilim
ve ilmin kullanılması.”
Sonra, hadise dair bütün
rivayetler konusunda kendisine vekâleten bize genel bir ‘icaze’ yazması için
kardeşine izin verdi. Allah her ikisinden de razı olsun, o da icazeti yazdı ve
bize verdi. Hatta hem duyduğu bütün hadisleri, hem de o genel icazeti kendi el
yazısıyla yazıp verdi bize. Ben de uzun bir şiir, bir kaside yazdım; onu
anlattım. İşte o şiirden bir parça:
“Tirmizî’nin hadis
kitabını okudum ben Mekînüddin’den
O, insanların imamı,
en önde gelenidir, öyle bir şehirdeki uzaktır tehlikelerden.”
Allah kendisinden razı olsun, bu
şeyhin bekâr bir kızı vardı. Boylu poslu, genç ve güzel bir kızdı; onu görenler
hemen ona tutulurdu; bulunduğu ortamı bir çiçek gibi süslerdi; çevresinde
bulunanları sevindirirdi; kendisini seyredenleri hayran bırakırdı; bu kızın adı
Nizâm, lakâbı ise Aynü’ş-Şems ve’l-Bahâ idi.1Kendisi âlimdi, bilgiliydi; âbiddi,
ibadete çok düşkündü, seyahat etmeyi çok severdi; zühd sahibi idi. Mekke ve
Medine’nin önde gelen simalarındandı; kuşkusuz, tehlikelerden korunmuş olan
beldenin, yani Mekke’nin yetiştirdiği seçkin bir kişiydi; dış görünüşü
itibariyle Iraklıları andırırdı; çok konuşsa, en ince ayrıntılara kadar inerdi;
az konuşsa öz konuşurdu; edebî ve fasîh konuşsa net ve açık konuşurdu; eğer
nutuk verecek olsa, Kuss bin Sâide onun yanında hiç kalırdı; cömertlik yapacak
olsa, Ma’n bin Zâide ona yetişemezdi; eğer vefalı olsa, Semevel2onun yanında adımlarını geri çekerdi;
vefasızlığın, gadirliğin belini bükmüş, sınırlarını çoktan aşmıştı.
Eğer nefisleri çabucak ve
kolayca kötülüğe kayan ve zayıf, hasta ruhlu, bozuk, kötü düşünceli, namus
duygusu körelmiş insanlar mevcut olmasaydı, Allah’ın yaratılış sırasında ona
bağışladığı fizikî ve ruhî güzellikleri, ahlâk ve huy güzelliklerini bir bir
açıklardım. O, gökteki bembeyaz yağmur bulutu gibi güzeldi; bir çiçek gibiydi;
âlimlerin güneşiydi, gözbebeğiydi; edebiyatçıların çiçek tarhıydı,
gülbahçesiydi; ağzı mühürlü açılmamış bir hokkaydı; inci gerdanlığın bir
parçasıydı; zamanın eşsiz örneğiydi; çağının en değerli kızıydı. Cömertliği
bolca, himmetleri yüksekçeydi. Ana ve babasının sevinciydi; sahasının
efendisiydi; bulunduğu meclisin en şereflisiydi; evi Mekke’nin Ciyad
semtindeydi; evi mahallenin gözbebeğiydi; âdeta bir gönül merkeziydi; Tıhâme
onunla aydınlanırdı; bahçedeki çiçekler ona yakın, ona komşu olduklarından
dolayı tomurcuklarını açarlardı; onun taşıdığı güzelliklerden (letâyif)
ve inceliklerden (şekâyık) ötürü, marifet çiçekleri etrafa kokular
yayardı; üzerinde meleklerin dokunduğu izler, meliklerin, kralların sahip
olduğu güçler vardı.
Biz onun sohbetinde çok
bulunduk ve zâtının üstünlüğüne ve erdemine şahit olduk; ayrıca, halasının ve
babasının sohbetinde de çok bulunduk. Bu nedenle bu kitabımızdaki şiirlerde
tıpkı bir gerdanlığa en güzel incileri dizer gibi, son derece uyumlu ve ahenkli
bir dille onu terennüm ettik. Ona lâyık ifadelerle gazeller yazdık. Fakat gene
de onun sevgisinin büyüklüğüyle, söylediği o güzel kadim sözlerle, iç
dünyasının zenginliğiyle, iffetinin temizliğiyle ilgili olarak gönlümden geçenlerin,
ve ona duyduğum sevgi ilgi ve duyguların hepsini anlatamadım, çünkü o benim tek
dileğim ve biricik özlemimdi. O tertemiz, o eldeğmemiş güzel kız! Ancak, bu
şiirlerde ona duyduğum sevgiyle ilgili olarak bende birikim hâline gelen (zehâyîr)
en içten kalbî duygularımdan (ağlâk) bazı özlemlerimi dile getirmeye
çalıştım. îçimde sakladığım arzuları, tahassürleri açığa vurmuş oldum. Eski
günlerimizi büyük bir özenle yeniden hatırlayarak, onun o güzel meclisinde
yaşadığımız o tatlı anıları, kısacası ona duyduğum tüm ilgilerin bende
bıraktığı şeyleri yeniden uyandırdım, yeniden yaşadım.
Bu
kitapta hangi isimden söz ettiysem, hepsi ondan kinayedir; hangi evi tasvir
edip anlatmışsam, hepsinde onun evini kasdetmişimdir. Ancak bu kitapta yazdığım
bütün şiirlerde daima içime doğan ‘ilâhî varidâtlar’a (el-
vâridatü’l-ilâhiyye) (içedoğuşlara) ve gönlüme inen ‘ruhânî inişler’e (el-
tenezzülâtü’r-ruhaniyye) ve ‘ulvî tenâsübler’e (el-münâsebâtü’l-ulviyye)
imalarda bulundum; bunu da (biz sufîlerin yolu olan) en üstün yola göre
sembollerle yaptım, çünkü ‘kuşkusuz öte dünya bu dünyadan daha hayırlıdır.’ 3Allah razı olsun ondan, o da benim
işaret ettiğim konuları çok iyi biliyordu. Kuşkusuz şiirlerimin asıl sırrı, anlamı
budur; bunları ancak iyi bilen biri sana anlatabilir.
Bununla birlikte, Allah
hem bu kitabın bu kısmını, hem de Divan’ın öteki şiirlerini okuyanların
kalbinden, şerefli, soylu, yüksek karakterli, üstün meziyetli insanlara lâyık
olmayan ve semâvî/ilâhî konulara uygun düşmeyen çirkinşeyleri geçirtmesin!
Amin!
Allah’ın
izzetine sığınırız. O’ndan başka Rab yoktur. Allah, hakkı hakikati söyler ve
doğru yola iletir. îşte bu yüzden ben de Allah’tan hayır, iyilik ve güzellik
diledim. Ve gazel tarzındaki bu şiirleri bu kitapta topladım. Bu şiirleri
Mekke’de —Allah Mekke’yi korusun, yüceltsin, şereflendirsin ve büyütsün!—
Recep, Şaban ve Ramazan aylarında umredeyken, Kabe’yi ziyaret ederken yazdım.
Bu şiirlerde Rabbanî marifetlere, ruhanî sırlara, aklî ilimlere ve şer ’î
uyarılara işaret ettim. Bütün bunları ‘gazel dili’yle, ‘nesîb dili’yle4 anlattım, çünkü insanların gönlü bu
ifadelere meftûndur, tutkundur, vurgundur; dolayısıyla bu ifade tarzları o
şiirlerin coşku içinde okunup, coşkuyla dinlenilmesini sağlar. Ayrıca, bu
şiirlerde neyi amaçladığımı da gene bir şiirle anlattım.
Şimdi o şiiri yazıyorum:
1.
Ne zaman ansam ben onun anılarını
Ne zaman ansam evini,
yurdunu ve geride bıraktıklarını
2.
“Hâ!” dediysem “Yâ!” dediysem “Elâ” dediysem
“Emmâ”
5dediysem Ne geldiyse dilime hepsinde onu
söyledim onu
3.
Ve gene ‘Hiye’ dediysem, ya da ‘Hüve’ dediysem ya da
bunların çoğulu
‘Hüm’
dediysem, ‘Hünne ’ya da ‘Hüma’dediysem, kasdettim hep onu6
4.
Ve gene kader bana yardım etti şiirlerimizde, dediysem
Ya da tam tersi, kader
itham etti bizi, dediysem;
5.
Ve gene bulutlar ağladı dediğim zaman
Ve gene çiçekler
gülümsedi dediğim zaman
6.
Ya da ünlediğim zaman: “ey yolcular
Banet el-Hacir ’e
yönelin ya da Vurkı ’l-Hımâ’ya.”
7.
Ya da gerdek gecelerinde doğan dolunaylar söndü
Ve güneşler ve küme
küme yıldızlar kayboldu
8.
Şimşekler çaktı, gökgürültüleri duyuldu, esti sabâ
rüzgârı
Ya da kuzey rüzgârları,
güney rüzgârları,koptu şimal fırtınaları
9.
Yollardan, akik taşlarından söz ettiysem tertemiz
Ya da dağlardan,
hayallerden, yankılardan ya da kumlardan
10.
Ya da samimi dostlardan, göçlerden,
sazlıklardan,geçitlerden
Ya da verimli
topraklardan, verimsiz topraklardan ve yüklerden
11.
Ökçeleri üstünde kıvrak kıvrak yürüyen zarif
kadınlardan
Ay gibi doğan, güneş
gibi parlayan alyanaklı kızlardan
12.
Her ne zaman onun adının geçtiği yerleri andıysam
Ya da ona benzer
şeyleri andıysam hep o söz konusudur eğer anlarsan
13.
Nice sırlar var bunda nice nurlar var pırıl pırıl
parlayan
Ne yüce sırlardır
bunlar Gök kervanlarınca ona taşınan
14.
Benim gönlüm için ya da gönlü olanlar için
Tıpkı benimki gibi
bilginlik ve bilgelik şartlarına sahip olanlar için
15.
Bu bir sıfattır; öyle kudsî ve öyle ulvî ki
‘Sıdk’ımdan dolayı
gösteriyor derecemi
16.
Öyleyse ey okuyucu, zahirine bakıp da sakın aldanma
Zorla kendini; çalış
çokça, bâtınını ara, sırları yakala
Ka’be’yi tavaf ederken
başıma gelen çok ilginç bir öyküsü oldu bunun: Bir gece Ka’be’nin etrafında
tavaf ediyordum. Vaktim güzel geçiyordu. Birden bana bir hâl oldu, titremeye
başladım. Bu hâli bilirdim. Bu nedenle, tavaf yerinden çıktım, çünkü orada bir
hayli kalabalık insan vardı. Bu kez kumlar üzerinde tavaf etmeye başladım. Tam
o sırada bir ilham sağanağına yakalandım ve şiir söylemeye başladım. Söylediğim
şiirleri, hem söylüyor hem dinliyordum. Orada biri var idiyse o da duyabilirdi:
Ah bir bilseydim, ah
bir bilebilseydim
Hangi kalbe sahipler,
acaba biliyorlar mı?
Ah gönlüm bir
bilseydi, bir bilseydi
Hangi yollara
düştüler, nasıl aştılar dağları
Sen sağ sâlim mi
görüyorsun onları?
Ya da helâk olmuş, yok
olmuş gibi mi onları?
Hayrete düştüler
âşıklar, geçtiler kendilerinden
Aşk içinde yanıp
yıkıldılar, şaşırdılar yolları
Öylesine kendimden geçmişim
ki, ipekten daha da yumuşak olan bir el sırtıma vurunca ancak kendime
gelebildim. Sırtıma vuran kim diye dönüp baktım. Bir de ne göreyim, karşımda
Rum kızlarından (min benâti ’r-rum) güzel genç bir kız duruyor. Ondan
daha güzel yüzlü, ondan daha tatlı dilli, ondan daha narin, ince yapılı, ondan
daha latif yumuşak kalbli ve ince duygulu, konuşması ondan daha kibar olan
birini ömrümde görmedim. Zerafet, edep, güzellik ve marifet yönünden
akranlarının hepsinden üstündü.
Sonra bana “Efendim! Ne
dediniz?” diye sordu. Ben de,
“Ah bir bilseydim, ah
bir bilebilseydim
Hangi kalbe sahipler,
acaba biliyorlar mı?
dedim. Bunun üzerine,
“Hayret!” dedi. “Sana şaştım kaldım. Sen ki çağının arifisin, böyle sözler
söylüyorsun. însan bir şeye sahip olursa, onun ne
olduğunu bilmez mi?
Ayrıca insan bir şeye ancak onu tanıdıktan sonra sahip olmaz mı? Bir şeyi
bilmek istemek onun yokluğunu düşünmeyi mi gerektirir? Oysa usul, hakkı
söylemektir, hakkı düzgün bir dille anlatmaktır. Nasıl olur da senin gibi biri
böyle bir şeye izin verir? Peki efendim, daha sonra ne dedin?” Ben de ona;
“Ah gönlüm bir
bilseydim, bir bilseydim
Hangi yollara
düştüler, nasıl aştılar dağları?”
dedim. Bunun üzerine o da
bana, “Efendim! dedi, gönül ile gönlün içi arasındaki yollar, insanın bunları
bilmesine bir engel teşkil eder. Nasıl olur da, senin gibi biri, ulaşılması
mümkün olmayan bir şeyi temenni edebilir? Oysa usul, hakkısöylemektir, düzgün
bir dille anlatmaktır.” Ardından “Peki efendim, daha sonra ne dedi?” diye sordu
bana. Ben de ona,
“Sen sağ sâlim mi
görüyorsun onları?
Ya da helâk olmuş, yok
olmuş gibi mi onları?”
dedim. Bunun üzerine o da
bana, “Onları bırak, onlar sağ sâlim, kendi yolunda gidiyorlar. Fakat, asıl sen
sor bakalım kendi kendine “sağ sâlim misin, yoksa helâk olmuş, yok olmuş gibi misin?”
Peki, daha sonra ne dedin?” diye sordu bana. Ben de,
“Hayrete düştü
âşıklar, geçtiler kendilerinden
Aşk içinde yanıp
yakıldılar, şaşırdılar yolları.”
dedim. Bunun üzerine, bir
çığlık atarak, “Hayret, hayret!” dedi, “Aşka gönlünü kaptırmış biri hayrete
düşsün, yolunu şaşırsın, bu nasıl olur? Oysaki onun ilgilendiği biricik işi
aşktır; aşk insanın duygularını alt üst eder; aklını başından alır; ruhunu
dehşet ve ürperti içinde bırakır; aşk insanı öldürür; dolayısıyla öldükten
sonra hayrete düşmek nasıl olur? Aşkta kim kalabilir ki yolunu şaşırsın? Oysa
usul, hakkı söylemektir, düzgün bir dille anlatmaktır. Senin gibi birinin bu
şekilde konuşması uygun “değildir.” Bunun üzerine ben de “Ey hala kızı, senin
adın ne?” diye sordum. O da “Kurretü’l-Ayn! (Göz Nuru)” dedi. Ben de ona “Sen
benim gözümün nurusun!” dedim. Sonra selâmlaştık ve ayrıldık.
Sonra, işte bu
karşılaşmadan sonra, ben onu tanıdım; onunla dost oldum. Ve onda bu dört beytin
açıklamasını yapanın anlatamayacağı ve kelimelerle anlatılamayan nice marifet
incelikleri (letayif) gördüm.
* * *
1
Nizâm, ahenk, uyum demektir. Ayrıca Sophia,
hikmet anlamına da gelmektedir. “Aynü’ş-Şems ve’l-Baha” ise Güneşin ve
Güzelliğin Gözü anlamına gelmektedir.
2
Semevel
bin Adiya. 6. yüzyılda yaşamış, vefakârlığa örnek gösterilen ünlü bir Araptır.
4
Nesîb:
Kasidelerin başındaki bahar tasvirlerine verilen addır.
5
Bunlar
Arapça’daki çağırma edatlarıdır.
6
Bunlar Arapça’daki zamirlerdir.
1.
Ah bir bilebilseydim, ah bir bilebilseydim onları
2.
Hangi kalbe sahipler, acaba biliyorlar mı?
3.
Ah gönlüm bir bilseydi, bir bilseydi
Hangi yollara düştüler
nasıl aştılar dağları
4.
Sen sağ sâlim mi görüyorsun
Ya da helâk olmuş, yok
olmuş gibi mi onları?
5.
Hayrete düştüler âşıklar geçtiler kendilerinden
Aşk içinde yanıp
yakıldılar, şaşırdılar yolları
1.
Ayrılış günü yüklemediler bir şey alaca tüylü develere
Yalnızca tavusları
yüklediler o güzel develere
2.
Hepsi öldürücü bakışlı, kral gibi haşmetli bu kuşlar
Belkıs sanırsın her
birini, oturmuş inciden bir taht üstüne
3.
Billur Köşkte kristal şeffaf bir zemin üzerinde yürüyünce o7
Bir güneş görürsün
îdris ’in göğsünde göğün feleğinde
4.
Bakışıyla öldürse de konuşmasıyla yeniden diriltir o
Yeniden diriltirken
tıpkı îsa gibidir işinde
5.
Çekince eteğini pırıl pırıl parlar Tevrat dizlerinde
Bense tıpkı Musa gibi
okurum, incelerim,yürürüm izinde
6.
Rum ’un kutsal kızlarından bir rahibedir o,güzel mi
güzel
Görünür namus nurları
güzellik parıltıları üzerinde
7.
Müthiştir, halvet odasına konmuş bir tabut ‘zikr ’ için
Korkutur insanı,
onunla dost olmak kimin haddine
8.
Milletimizin en güçlü din alimlerini bile aciz bıraktı
o
Hatta Zebur
bilginlerini, Tevrat bilginlerini ve Hıristiyan keşişlerini bile
9.
încil’i istediğini ima etti diyelim faraza
Sanki bir papaz olmuş
ya da bir patrik ya da hizmet eden încil ’e
10.
Onlar yola çıktıkları gün savaşa, ben aralarında
Sabır ordularımı
hazırladım bölük bölük cepheye
11.
Ruhum ayrılmak üzereyken bedenimden son nefesim
gelende
Diledim ki bu Güzellik
ve Lütuf beni yeniden dirilte
12.
Ve sonunda teslim oldu işte. Korusun Allah sizi
şerrinden
13.
Uzaklaştırsın bizden şeytanı Muzaffer Kraljblis
uğramasın yöremize
14.
Onun devesi de sonunda yola çıkınca haykırdım
tutamadım kendimi Ve dedim:
15.
“Ey alaca tüylü devenin sürücüsü! N’olur onu uzaklara
götürme!
7 Kur’ân,
27/14.
1.
Ey benim iki gözüm canım! Kesib’e mutlaka uğra
YönelLa’la’ tepesine
doğru ve Yelemlem sularını ara
2.
Çünkü en iyi bildiklerin yaşamakta oralarda
Orucumu, haccımı,
umrelerimi ve bayramlarımı feda ettim ben onlara
3.
Unutamam hiç bir zaman ne Mina’daki ne
Muhassab’daki o güzel
günlerimizi
Ne Zemzem'de içtiğimiz
suları ne de konuştuğumuz o tatlı sözleri el- Menhari ’l-A’la’da
4.
Onların Muhassab’ı benim kalbimdir çünkü atıyorlar
orada şeytana taşları
Kurban kestikleri yer
nefesimdir; içtikleri su ise kanım
5.
Ey develerin sürücüsü! Eğer uğrarsan bir gün Hacir ’e
Durdur hayvanları
biraz, bir selâm ver, dinlen birkaç saat orada
6.
Yandaki kırmızı çadırlara seslen ki korunur çobanlarca
Selâmla onları, çünkü
öyle özlemişler ki seni dönmüşler çılgına
7.
Eğer onlar alırlarsa selâmını, bir de Saba rüzgârıyla
selamla onları
Yok, sükut ederlerse,
bin devene sür git ileri yoluna
8.
Var bir an önce İsa ırmağına ki orada otlar develeri
Görürsün bembeyaz
çadırları ırmağın kıyısında
9.
Da’d’ı, Rebab’ı ve Zeyneb’i ünle o anda
Ve Hind’i, Selma’yı ve
Lübna’yı! Ünle ve dinle aynı anda
10.
O güzel kız Halbe 'de mi diye sor onlara Gülümseyince
güneş gibi pırıl pırıl ışık saçan sana
1.
Selâm olsun Selma’ya ve himaye altında oturanlara
Çünkü benim gibi ince
duygulu seven birine haktır selâmlama
2.
Ne zarar gelirdi, eğer selâmımızı alsaydı o alyanaklı
kız
Fakat pek hükmetmeye
gelmez güzel kadınlara
3.
Geceleyin perdelerini indirince karanlık onlar
çıkarlar yola
Ve ben dedim onlara
“N’olur acıyın bu kimsesiz, garip, çılgın âşığa
4.
O öyle bir aşkla ve şevkle kuşatılmıştır ki
Nereye çevirirse
çevirsin yüzünü, hazır onun için kaza okları
5.
O güzel gülümsedi, göründü inci gibi öndişleri, parlak
Bilemem, o ikisinden
hangisiydi dağıtan koyu karanlıkları
6.
“Ben onun kalbindeyim, yetmez mi bu dedi
Yetmez mi? Yetmez mi?
Beni müşahede ediyor her an her yerde Beni.”
1.
Şevk yükseldi yukarıya, hüzün indi aşağıya
Kaldım ben Necid’le
Tıhâme, yükselişle iniş arasında
2.
Oysa bu ikisi hiç bir zaman bir araya gelmeyen iki
karşıttır Öyleyse yok hiç bir çare artık benim bu ayrılığıma
3.
Ne yapsam? Ne etsem? Ne düşünsem acaba?
Ey beni yargılayan,
ceza ile korkutma beni,bir yol göster bana
4.
İniltilerim, iç çekişlerim yükseldi ayyuka çıktı
Gözyaşlarım aktı sel
gibi yağan yağmurcasına ıslattı yanaklarımı
5.
Ayak tabanları şişti develerin çölde yürümekten
aylarca Özlüyorlar vatanlarını, can atıyorlar kavuşmak için sevdiklerine
6.
Onlar gittikten sonra, hayatım dönüştü ‘fenâ’ hâline
Öyleyse selâm olsun, veda olsun ona da sabra da
1.
Umutla bekleyiş de gitti, sabır da gitti, çünkü onlar
gittiler Gittiler, oysaki onlar kalbimin en gizli yerine yerleşmiştiler
2.
Onlara sordum: “Kervanlar öğleyin nerede konaklarlar?”
Kervanların öğleyin
konakladığı yer, dediler,şîh’ ve ‘ban’ ağaçlarının kokusunun yayıldığı yerlerdir
3.
O zaman rüzgâra şöyle seslendim: Haydi git,yetiş ve
katıl onlara Çünkü onlar küçük korulardaki ağaçların gölgesinde oturmaktadırlar
4.
Üzüntülü ve kederli bir adamdan onlara selâm söyle
Kavminden ayrıldığı için kalbinde onun kederler var de
1.
Hacerü’l-Esved’i öperken sıcak kanlı güzel kadınlar
sıkıştırdı beni Bembeyaz örtülerle örtünmüş Ka’be ’yi tavafa gelmişlerdi
2.
Açtılar örtülerini gösterdiler güneş ışıklarından daha
parlak yüzlerini
Sakın aldanma, dediler
bana, çünkü bize bakarsan eğer dişlersin ölümün etini
3.
Nice insanları öldürdük biz daha önce Muhassab’da
Nice inatçı insanları
şeytan taşlarken peşimize takılan Mina’da
4.
Ve daha nicelerini Serhati ’l-Vadi ’de ve Ramet
tepelerinde
Ve Cem ’in tepelerinde
ve Arafat ’tan ayrılış sırasında
5.
Görmez misin güzellik, nice iffetlilerin ellerinden
alıyor iffetlerini
Ve “Hırsızlar! ” diye
çağrılıyorlar, artık “güzellik soyguncuları ” oluyor adları
6.
Tavaftan sonra buluşalım Zemzem ’de
Orta Kubbe ’nin
(Kubbetü’l-Vusta) yanında, büyük kayalıkların yanında
7.
Aşkından bir deri bir kemik kalmış niceleri orada
Kavuşturulur yeniden
sağlığına güzel kokulu güzel kadınlarca
8.
Korktukları zaman salıverirler saçlarını,kaybederler
şuurlarını Öyle ki, uzun belikleri bırakır âdeta onları koyu karanlıklara
1.
Oturdukları yerlerin izleri silindi gitti.
Oysa sevgileri hiç
silinmeyecek ebedi olarak içimde kalacak hep yeni dipdiri
2.
Bir yanda bıraktıkları harabeler; bir yanda akan
gözyaşlarım
Hatırladıkça bütün
bunları insan eriyor, tükeniyor canı
3.
Onları öylesine seviyorum ki tutamadım kendimi ünledim
kervanlarının arkasından
“Ey güzellikçe
zenginler, işte buradayım ben,görün dilencinizi
4.
Yanaklarımı sürdüm tozlara, dumanlara,aşk ateşi yaktı,
aşk ateşi kül etti beni
Size duyduğum gerçek
aşkın hakkı için, n’olur umutsuzluk deryasına düşürmeyin beni
5.
Kim gözyaşları içinde boğulup kalırsa,
Kim keder ve aşk ateşi
içinde yanarsa, alamazsa nefesini
6.
Ey ateşi yakan! Yavaş ol, pek acele etme, nasıl olsa
işiniz,
Aşk ateşini yakmaktır,
öyleyse gelin yakın gönlümdeki ateşi
1.
Şimşekler parladı bizim için el-Ebrakayn’da Gökgürültüleri
gürledi onun için göğsümün ortasında
2.
Bulutları indirdi gürül gürül yağmuru çayırlara Ve
senin üzerine şemsiye gibi eğilen dallara
3.
Dereleri çağladı taştı suları
Esti hafif hafif
rüzgârlar yaydı kokuları
4.
Kurdular kırmızı çadırları küçük dereler çaylar
arasına
Ki kıvrılıyor yılanlar
gibi, oturdular tam ortalarına
5.
Ay gibi parlayan, güneş gibi doğan
Zeytin gözlü, soylu,
cömert, akıllı ve nazlı genç kızlar
1.
“Şaşıyorum,” dedi o güzel kız, o âşığa
Bahçede yürürken
kibirlenen güzel çiçekler arasında
2.
Gördüğün şeye şaşma, dedim ben de o güzel kıza
3.
Çünkü sen kendini görmektesin o insanın aynasında
1.
Ey arak ve ban ağaçlarına konan güvercinler acıyın
bana
Feryat edip böyle
acılarımı çıkartmayın n’olur iki katına
2.
Acıyın bana n’olur öyle inlemekli ağlamaklı ötmeyin
Böyle ötüp de gizli
arzularımı, saklı hüzünlerimi çıkartmayın açığa
3.
Her akşam her sabah durmadan yolunu bekliyorum onun
Dertli bir aşığın
özlemiyle, ateşli bir âşığın iniltili çığlığıyla
4.
Gada ağaçlığında yüzyüze geldi ruhlarımız bizim
Ve eğildi o zaman üzerime
ağaçların dalları ve ‘fenâ’ etti beni oracıkta
5.
Şevkten ve aşktan doğan değişik nice acılar
tattırdılar bana
Ve nice tutkular,
belâlar, cefâlar düşürdü beni fenâ’ya
6.
Peki, Cem ’de, Muhassab’da, Mina’da kim söz verecek
bana?
Kim duracak benim için
Zatü’l-Asl’da?
Kim bekleyecek beni
Na’man’da?
7.
Her yönden kalbimi kuşatıyorlar her an her saat
Aşk uğruna acılara
boğuyorlar beni öperek yüz sürüyorlar sütunlara
8.
Tıpkı yaratılmışların en hayırlısının
Ka’be’yi tavaf edişi
gibi
Sanki akıl delili bir
noksanlık olduğunu söylüyor bunda
9.
Evrenin Efendisi ‘nâtık’ olmasına rağmen öptü oradaki
taşları Oysa Beytullah’ın makâmı nedir o insanın değeri yanında?
10.
Nice bin kez söz verdiler değişmemeye,yemin ettiler
kaç kez
Fakat kınalar yakmış
biri var ki yok onda hiç vefa
11.
Başı örtülü bir ceylandır o insanı böyle şaşkına
çeviren
Hünnap gibi
parmaklarıyla işaret ediyor,gözkapağıyla gözkırpıyor bana
12.
Öyle bir ceylan ki o, otlağı içimde benim
göğsümde,kalbimde
Hayret, hayret! Bu ne
güzel bir bahçe, tam da ateşin ortasında
13.
Bütün suretleri kabul edecek bir hâle geldi kalbim
benim
Ceylanların otlağına
döndü, rahiplerin manastırına
14.
Putların tapınağına, hacıların Ka’be 'sine döndü
kalbim
Tevrat 'ın kutsal
levhalarına, mukaddes
Kur 'ân sayfalarına
15.
Hangi yöne yönelirlerse yönelsinler aşk kervanları
Ben Aşk dinini
uyguluyorum dinimdir, imanımdır, inanıyorum aşka
16.
İşte güzel bir örnek bize Hind'e âşık olan Bişr ve
onun kızkardeşi İşte Meyya ve Gaylan, işte önümüzde Kays ve Leylâ
1.
Öyle ceylanlar var ki Zî Selem ’de ve
Hıma kasabasındaki
manastırda
Mermer putlar üzerinde
gösteriyorlar güneşi sana
2.
Bense felekleri, gökleri gözetliyorum,hizmet ediyorum
manastırda
Bekliyorum, koruyorum
bir bahçeyi ki rengârenk olmuş ilkbaharda
3.
Bir an geldi ki kendimi çöldeki ceylanların çobanı
saydım
Bir an geldi ki kendimi
rahip ya da müneccim sandım
4.
Sevdiğim Bir olduğu hâlde üçlendi
Tıpkı
üç kişinin bizzat bir kişi oluşu gibi8
5.
Öyleyse, ey dostum, sözümü sakın yadırgama yanlış
anlama
Mecazî olarak dedim
“parlayan güneş”mermer putlar üzerindeki ceylanlara
6.
Çünkü ceylanların ince ince boyunları,güneşin nice
nice yüzleri var
Bembeyaz putların
geniş göğüsleri ve ince ince bilekleri var
7.
Tıpkı ağaç dallarına elbiseler giydirişimiz gibi,
Çimenlere ahlâkî
nitelikler, şimşeklere gülümseyen dudaklar atfedişimiz gibi.
8 Besmelede
geçen Allah, Rahman ve Rahîm isimleri söz konusudur.
1.
Gerdanlıklı bir güvercin öttü acı acı,bir âşık inledi
hüzünlü hüzünlü Âşığı tasalandırdı güvercinin dönüşü ve yanık yanık ötüşü
2.
Bu üzüntüyle aktı gözlerden gözyaşları
Öylesine üzüldü ki
âşık pınarlardan aktı sanki gözyaşları
3.
Bense ona karşılık verdim tıpkı çocuğunu kaybeden
birinin acısıyla Gerçekten de ancak çocuğunu kaybeden biri üzülür böyle yana
yakıla
4.
Bense ona karşılık verdim, aramızda yürüdü,dolaştı
durdu buruk bir acı
O kederli kuş
gözükmüyordu oysa ben apaçık ortadaydım
5.
Alic’in üzerinde yürüdüğü kumların sevgisinden içimde
yakıcı bir aşk ateşi var
O kumlar üzerinde
Alic’in çadırları var,çadırlarda iri gözlü huriler var
6.
Öldürücü bakışlı kızlar bunlar, insanı bayıltan hasta
eden kızlar
Kılıç gibi bakışlar
için birer kındır gözkapakları
7.
Aşk derdimden ötürü ağladım akıttım gözyaşlarımı
Gizledim aşkımı beni
kınayanlardan ve sakladım kalbimde
8.
Tâ kargalar gittiklerini haber verinceye kadar
Tâ ayrılık mahzun bir
âşığın aşkını açığa vuruncaya kadar
9.
Geceleyin hiç durmadan gittiler,develerin burun
halkalarını kestiler Öyle ki develer tahtırevanların altında inlediler figân
ettiler
10.
Ölüm sebeplerini, çırpınışlarını bizzat gözümle gördüm
Salıverince develerin
yularlarını ve bağlayınca eğerlerini kolanlarını
11.
Ah! Aşk derdine tutulunca ayrılık ne kadar zor,
ölümden de beter Fakat sevgiliye kavuşunca aşk derdi merdi kalmaz hepsi biter
12.
Onu sevdiğim için kimse ayıplamasın beni kınamasın
Çünkü o hep sevgilidir
hep güzeldir nerede olursa olsun.
1.
Doğuda gördü şimşeğin parladığını ve özledi Doğuyu
Fakat şimşek Batıda
parlasaydı kuşkusuz özlerdi Batıyı
2.
Benim derdim şimşekle ve şimşeğin parıltısıyla
İşim yok ilgim yok ne
mekânla ne yerle ne şurayla ne burayla
3.
Sabâ rüzgârı onlardan bir söz fısıldadı kulağıma
Çılgınca
düşüncelerden, vecdimden, hüznümden,kederimden söz etti bana
4.
Mutluluğumdan, aklımdan, şevkimden,aşkımdan,
kederimden
Gözyaşlarımdan,
gözkapaklarımdan,aşk ateşinden ve kalbimden
5.
Dedi ki: “Sevdiğin göğüs kemiklerinin arasındadır
Nefeslerin onu bir o
yana bir bu yana çevirip atmaktadır. ”
6.
Bense Sabâ rüzgârına “Git ona söyle, dedim,
O benim kalbimdeki,
gönlümdeki ateşi yakandır, dedim
7.
Eğer o ateş sönecek olsa ebedî kavuşma olur
Eğer o ateş yanacak
olsa âşığa ne ayıp ne günah olur
1.
El-Useyl’de ve en-Naka’dayalnız başıma bıraktılar beni
Gözyaşları içine gark oldum, aşk ateşinden yandım yakıldım
2.
Aşkından eridiğim sevgili uğruna feda olsun anam babam
Ayrılacak diye korkusundan
öldüğüm sevgili uğruna feda olsun anam babam
3.
Andırıyor şafağı gülyüzündeki utancın kırmızılığı
Ve akşam güneşinden
arta kalan tanyeri ağartısına benzeyen yüzü
4.
Sabır mabır kalmadı bende artık, acı ve keder oracıkta
kurdu çadırları Bense kalakaldım yüzükoyun bu ikisi arasında sabırla çadır
arasında
5.
Kim düzeltecek bu çılgınca düşüncemi? Acılarımı kim
dindirecek?
Beni ona götürün
n’olur, yoksa hüznümü kim yatıştıracak?
Kim yardım edecek bu
çılgın âşığa?
6.
Ne zaman gizlesem ben aşkın belâlarını, cefalarını
Gözyaşlarım akar sel
gibi, aşk ateşi yakar beni uyuyamam bir türlü
7.
Ne zaman “N’olur bir nazar et bana!” desem,
“Sen ancak şefkatten
yana engellenirsin!” denilir bana
8.
“Onlardan gelecek bir nazarın yararı olmaz sana
Şimşek gibi çakan ve
parlayan bir nazar değil mi ya?”
9.
Unutamıyorum hiç bir zaman o anı, deve sürücüsü
sürünce develeri
Ayrılığı bilircesine
ve el-Abraka’ya doğru gitmek istercesine
10.
Bir karga öttü ve haber verdi bana ayrılıp
gittiklerini
Allah göstermesin, bir
daha ötmesin bu karga
11.
Fakat ayrılığı haber veren karga değil asıl develerin
kendileri Çünkü hızlı hızlı adımlarla alıp götürdüler uzaklara sevgilimi
1.
Hızlı develerin üzerlerine yüklediler güzel kadınlar
tahtırevanları Bindirdiler put gibi güzel ayın öndördü gibi parlayan genç
kızları
2.
Ve söz verdiler bana, döneceklerine dair vaatte
bulundular Ah! Bu genç ve güzel kızlar sadece yalan vaatte bulundular
3.
Hünnap gibi parmaklarıyla el salladılar bana veda
ettiler
Aşk ateşini
alevlendiren gözyaşlarımın akmasına neden oldular
4.
Önce el-Havarnak’a sonra es-Sedîr ’e gitmek isteyince
Gerisin geri dönünce, oralara doğru yönelince
5.
Arkalarından çağırdım, bağırdım “Mahvettiniz beni,
öldürdünüz! ” diye
Onlarsa bana karşılık
verdiler
“Mahv mı oldun, öldün
mü?” diye
6.
Onlar o gün beni bir kez mahvetmediler bir kez öldürmediler Aslında beni
bin kez mahvettiler bin kez öldürdüler9
7.
Ey arak ağaçlarına konan güvercinler acıyın bana biraz
Ayrılık iniltilerimi artırmaktan başka bir işe yaramıyor zira
8.
Ey güvercinler! Hüzünlü hüzünlü ötüşünüz sizin
Yakıyor bu bitkin bu
çılgın âşığı, heyecanlandırıyor bu kıskancı
9.
Gönlünü yakıyor eritiyor, uykularını kaçırıyor
İki katına çıkarıyor
şevklerimizi ve derin derin iç çekişlerimizi
10.
Güvercinlerin iniltili ötüşlerinden ötürü ölüm fır dönüyor
çevremizde
Bizse yalvarıyoruz O
’na, burada bir süre daha kalalım diye
11.
Umulur ki Hacir ’den bir tatlı nefes getirir bize
Sabâ rüzgârı
Belki bizim ile doğru
sürükler yağmur yüklü bulutları
12.
Belki böylece aşka susamış âşıkların giderilir
susuzluğu
Senin gönderdiğin
bulutlarsa artırmakta yalnızca mutsuzluğu
13.
Ey yıldızları gözetleyen! Gel nedîmim ol,dostum ol
benim
Ey şimşeklerin uyanık
bıraktığı! Gel semirim ol,gece yoldaşım ol benim
14.
Ey geceleri uyuyan gâfil! Ne güzel karşılıyorsun
uykuyu böyle
Ölüm gelmeden daha
sermişsin sen postu kabirlere
15.
Eğer sevmiş olsaydın sen de saf temiz güzel bir kadını
Kavuşurdun nice
nimetlere, gark olurdun nice sevinçlere, ererdin mutluluğa
16.
O güzel kadınlara sunarak en saf en nefis dupduru
içtenlik içkilerini
Konuşarak güneş gibi
doğan, ayın ondördü gibi parlayan o güzel kadınlarla
9 Kur’ân,
25/14.
1.
Ey alaca tüylü develerin sürücüsü acele etme dur biraz
Ben de gideceğim
onların ardından fakat öyle halsizim ki
2.
Durdur develeri, çek yularlarını biraz, yalvarırım,ey
sürücü!
Allah’a yemin olsun!
Aşkıma, vecdime, derdime,yemin olsun! Yalvarıyorum
3.
Canım öyle arzuluyor ki! Fakat ayaklarım gitmiyor
yardım etmiyor
Peki, bu hâldeyken kim
yardım eder bana, kim acır bana?
4.
Ne iş yapabilir bir zanaatkar ne kadar derin usta da
olsa
Çalışırken işinde eğer
âletleri yoksa ya da bozuksa?
5.
Dönüp bir baksana! Kurmuşlar çadırlarını vadinin
sağında
Ey vadi! Allah aşkına
ne güzel şeyler taşıyorsun bağrında!
6.
Ne güzel insanlar toplamışsın! Onlar benim sesim
soluğum canım ciğerim
Onlar benim canımın
içi, ciğerimin pâresi
7.
Eğer ölmezsem aşkımdan Hacir ’de, Sel ’ı ’da, Ecyad’da
İstemem, yok olsun
böyle aşk böyle sevda!
1.
Bir zamanlar onların oturduğu yerlerde dur,ağla şimdi
bu harabelere
Bir soru sor izleri kaybolmuş
harap olmuş silinip gitmiş yapılara
2.
Hani nerede sevenleri sevilenleri?
Hani nerede alaca
tüylü develeri?
Gel de bir bak nasıl
geçip gidiyor çölde akşamın buğuları
3.
Tıpkı serap içindeki bahçeler gibi görürsün onları
Büyütür buğular
gözlerde içinde yürüyen insanları
4.
Yola koyuldular varmak için bir an önce el-Uzeyb’e
Orada içmek için
insana hayat veren buz gibi suları
5.
Peşlerinden gittim ben de onların,
Sabâ rüzgârına sordum
onları
‘Dal ’ ağaçlarının
gölgesine mi sığındılar ya da buralara mı kurdular çadırları?
6.
Sabâ rüzgârı: “Zerud’da bıraktım çadırlarını ” dedi,
Yorgunluktan bitkin, geceler boyu yürümekten şikayetçiydi develeri
7.
Çadırların üzerlerine yaydılar kalın örtülerini
Öğlen sıcağından
korumak için güzelliklerini
8.
Öyleyse haydi sen de kalk ayağa git oralara, ara
izlerini
Onlara doğru hızlı
hızlı sür develerini
9.
Hacir yollarında durduğun zaman
Vadileri dağları aşıp
geride bıraktığın zaman
10.
Onların bulunduğu yerlere yaklaştığın zaman,yaktıkları
ateşi gördüğün zaman,
Öyle bir ateş ki
alevlendirmekte içimizdeki aşk ateşini
11.
Diz çöktür, ‘ıh ’tır develeri; korkutmasın seni çölün
aslanları tehlikeleri
Çünkü sendeki aşk
küçücük aslan yavruları şeklinde gösterir sana onları ”.
1.
Ey Useyl ’de toz toprak hâline gelmiş harabeler
Eskiden oynardım
buralarda sıcak kanlı güzel kızlarla ne güzel
2.
Dün buralar güleryüzlü gülümseyen insanlarla doluydu
şen şakraktı
Bugünse bomboş kalmış
ıssız harabelere dönmüş buruşmuş suratları
3.
Gittiler uzaklara şimdi o güzel kızlar,ah bir bilsem
nereye gittiklerini
Ah bilmiyorlar benim
gönlümün her an onları özlediğini
4.
Nereye giderlerse gitsinler mutlaka peşlerindedir
gönlüm
Nereye kurarlarsa
kursunlar çadırlarını atlarına develerine seyis olur gönlüm
5.
Tâ ıpıssız çölde konaklayıncaya kadar
Tâ çadırlarını
kuruncaya kadar,halılarını keçelerini serinceye kadar
6.
Gönlüm yeniden getirdi onları bu yemyeşil bahçeye ki
yemişleri olgun
Oysaki önceden kupkuru
bir çölden farksızdı burası
7.
Konaklamadılar onlar burdan daha güzel bir yerde
Ki ağaçlarındaki
tavusların güzelliğine tanım nerde güç nerde
8.
Terkedip gitmediler onlar burdan daha güzel bir yeri
Ki toprakları olmuş
âşıklar için bir mezar yeri
1.
Benim derdim o sevgilinin insanı hasta eden
gözkapaklarından gelmekte ileri
Öyleyse O ’nun adını
anarak iyileştir beni iyileştir beni
2.
Çimenli bahçelere uçtu güvercinler ötüşerek kanat
çırparak
Bu güvercinler de aynı
dertten şikayetçi tıpkı benim gibi
3.
Anam babam feda olsun o neşeli o sevimli o genç güzel
kıza
Evli kadınların
ortasında tahtırevanların içinde
ilerleyen o sevgili
4.
Güneş gibi doğdu o güzel işte apaçık ortada gün gibi
Gün batsa ne çıkar, o
güzel doğar gönlümün ufuklarında içimde parlar o sevgili
5.
Ey Ramet tepelerinde toz toprak hâline gelmiş
harabeler
Eskiden buralar
görmüştü nice gençleri nice güzelleri
6.
Anam babam feda olsun onun yoluna kurban olayım Allah
vergisi o güzel ceylana
Ki otlar göğüs
kafesimin içinde güven ve huzur içinde
7.
Onun ateşi ateş değil sanki bir ışıktır bir nurdur
Tıpkı ateşleri
söndüren ışık da böyle bir nurdur
8.
Ey dostlarım tutun dizginlerimi bir yere bağlayın beni
Göreyim çıplak
gözlerimle o sevgilinin evinin şeklini
9.
Onun evine vardığınızda inin develerinizden orada
biraz kalın
Ve ağlayın benim için
dostlarım benim için ağlayın
10.
N’olur birazcık da benimle kalın bu harabelerde
Ağlaşalım birlikte,
aslında ben ağlamalıyım bu başıma gelenlere
11.
Bu aşk beni fırlatıp attı oysa ne yay var ne ok
Bu aşk beni yedi
bitirdi öldürdü oysa ne kılıç var ne mızrak
12.
Söyleyin bana haydi durmayın ağlayacak mısınız siz de
benimle?
Ben ağlarken o
sevgilinin yanında yardım edecek misiniz bana?
13.
Anlatın bana durmayın öyküsünü Hind’in ve Lübnâ’nın
Selmâ’nın,
Süleymâ’nın, Zeyneb’in ve înan’ın
14.
Sonra anlatın bana bir şeyler Hacir ’den Zerud’dan
Bir haber getirin bana
ceylanların otlağından
15.
Şiirler okuyun bana Leylâ ve Mecnun’dan (Kays ’dan)
Öyküler anlatın bana
çılgınca âşık olan
Mayya ve Gaylan’dan
16.
Bir küçük güzel kız için, Nizam için coştu gönlüm
arttı şevkim Ahenkli şiirler nesirler dökülür dilinden,belağâtlı sözler
minberinden
17.
Fars ülkesinin krallarından birinin kızıdır o
En güzel şehirlerden
biri olan Isfahanlıdır o
18.
Irak’ın kızlarından biridir benim önderimin kızıdır
Bense onun tam zıttı
bir yerden Yemen’den gelmeyim
19.
Ey efendiler, hiç duydunuz mu? Hiç gördünüz mü?
îki zıt şeyin biraraya
gelmesi hiç mümkün mü?
20.
Ah bir görseydiniz siz bizi Ramet tepelerinde
Aşk kadehlerini elsiz
parmaksız birbirimize
nasıl sunduğumuzu
21.
Görseydiniz aşkımız aramızda geziyordu konuşarak
Neşeli sevinçli
parçalar söylüyordu oysa o dilsiz mi dilsiz
22.
Ah insanın aklına sığmayan bir durum görürdünüz
Yemen’le Irak’ın
kucaklaştığını görürdünüz
23.
Benden önce yaşamış bir şair —bir şeyler söylemiş fakat yanlış söylemiş
Aklınca beni yalan
çıkarmış bana taş yağdırmış
24.
“Ey Süreyya yıldızını Süheyl’e nikahlayan
Allah ömür versin!
Nasıl kavuşacaklar pekiyi?
25.
Süreyya yıldızı ne zaman doğsa hep kuzeyde doğar
Süheyl
yıldızı ise her zaman için güneyde!” demiş 10 Ömer bin Ebî Rebîa.
1.
Ey vadideki güzel bahçe cevap ver buranın asıl
sahibine, hanımefendisine
Ki parlıyor dişleri
inci gibi ey vadideki güzel bahçe!
2.
Gölgenden birazcık gölge de ona ver
Ta karar kılıncaya
kadar buluşma yerinde
3.
Ve kuruncaya dek çadırlarını orta yere senin izninle
Taze filizleri
beslemek için istediğin kadar çiy topla öyleyse
4.
İstediğin kadar yağmur tanesi istediğin kadar ıslaklık
nem
Ban ağaçları üzerinden
sabah akşam yağmur bulutları geçmekte
5.
İstediğin kadar koyu gölge istediğin kadar olgun yemiş
Toplayanların hoşuna
giden yemişler ki sallanır dallarda filizlerde
6.
Ve Zerud’u ve kumları arayanların özleyenlerin
Develeri sürerken
türkü söyleyenlerin ve hidayete sebep olan önderlerin, mürşitlerin
1.
Tahmed’in taşlı ve sert topraklarına doğru çevir
develeri
Oradadır taptaze
filizler dallar ve ıslak çayırlar nemli çimenler
2.
Orada gösterirler sana ani parıltılarını şimşekler
Sabah akşam hiç
durmadan bulutlar oradan geçerler
3.
Seher vakti yükselt o yanık sesini
Ve çağır beyaz tenli
yumuşak huylu ay yüzlü güzel bakireleri, hurileri
4.
Hepsi de kara gözlü, insanı öldüren kızlar bunlar
Hepsi de ipince
boyunlarıyla insanı kendilerine bağlayan kızlar
5.
Hele aralarında biri var ki hem seviyor hem de ok gibi
bakışlarıyla
Güzelliğe çılgınca
âşık kalplere vuruyor sanki Hint kılıçlarıyla
6.
Bembeyaz ipek gibi yumuşak ve kibar elleriyle ele
geçiriyor gönlümü Amber ve misk kokulu elleriyle safran renkli
7.
Bir kez baksa insana derin derin bakar bakışı ceylan
yavrusu bakışı Onun gözlerinden almıştır siyahlığını sürmetaşı
8.
Baygın gözleri cilveli nazlı öldürücü büyülü sürmeli
Her yanı eşsiz
güzelliklerle bediî zevklerle çevrili
9.
Boylu poslu genç ve güzel biri ki o yetinmez sevmekle
benim sevdiklerimle
Tam olarak yerine
getirmez sözünü söz verdiklerine
10.
Kara yılan gibi beliklerini omuzundan salıverdi
Korkutup kaçırmak için
bu siyah zülüfleriyle peşinden gelenleri
11.
Vallahi ben ölümden korkmuyorum hayır kesinlikle
Ben yarın yarimi
görmeden ölürsem diye korkuyorum sadece
1.
Seher vakti Vadi el-Akik ’de durup dinlendiler
Nice derin derelerden
geçip buraya geldiler
2.
Gün doğar doğmaz ilk gördükleri orada
Bir alem ki parlıyor
dağın en yüksek tepesinde doruğunda
3.
Kartal bile yükselemez oraya istese de
Daha aşağılarda kalır
anuk kuşunun yumurtaları bile
4.
Üzerinde onun nice nakışlı süslemeler var
Temelleri ne kadar da
yüksek tıpkı Akuk gibi
5.
Bir kaç satır yazı yazmışlar onlara hitaben şöyle:
“Hey, kim yardım
edecek bu çılgına, bu garip âşığa, söyle?
6.
Onun için bir himmet vardır Başak yıldızının üstünde
bulunsa da
Kül gibi çiğnense de
ayaklar altında kalsa da
7.
Onun evi Kartal yıldızının yanıdır
Gözyaşları içinde
boğulup öldü o, tıpkı derin sularda boğulan biri gibi
8.
Sevgisi düşürdü onu nice belâlara sürükledi nice
hadiseler içine
Sonunda kalakaldı
yapayalnız hiç kimsesiz ıpıssız bu yerde
9.
Pekiyi, ey bu kuyunun suyuna gelenler
Ey Vadi el-Akik’de
oturan sizler
10.
Ey güzel Medine ’yi ziyaret etmek isteyenler
Ey bu yolda yürüyüp
yol almak dileyenler
11.
N’olur dönüp bir bakın bize acıyın bize,nice belâlar
geldi bize
Şafaktan biraz sonra
gün doğmadan biraz önce
12.
Beyaz tenli yumuşak huylu tatlı nefesli güzel kızlar
Kokular yaymakta her
yana tıpkı misk gibi parça parça
13.
Mest olup geçerek kendilerinden bir o yana bir bu yana
attılar kendilerini
Tıpkı rüzgârların ham
ipek gibi ağaç dallarını sallayışları gibi
14.
Damızlık develerin hörgüçlerini sallayışı gibi
Salına salına
yürüyorlar sallayarak geniş kalçalarını temiz kum yığınları gibi
15.
Öyleyse onu sevdiğim için beni kınayanlar kınamasın
ayıplamasın
Onu sevdiğim için
dostlarım beni ayıplamasın kınamasın
16.
Onu sevdiğim için beni kınayanlar kınarlarsa beni
Cevabım hıçkıra
hıçkıra ağlamaktan başka ne olabilir ki?
17.
Benim şevkim, arzum deve sürülerim,hüznüm giysilerim
Vecdim, coşkum; sabah
içkilerim,gözyaşlarım ise akşam içkilerim
Dervişlerden biri bana
bir beyit okudu. Öylesine etkilendim ki bu beytin bir başka benzeri var mı
bilmiyorum. İşte o beyit:
“Senden lütuf ve ihsan
isteyen herkese
bereket yağmuru
yağıyor
Şimşeklerin çakıyor
ama bana bir damla yağmur yağmıyor. ”
Bu şiirin üslûbuna hayran
kaldım; anlamını düşündüm, kavramaya çalıştım.
Sonra aynı kâfiye üzere
ben de bir şiir yazdım. Bu beyti de güzelliğinden dolayı şiirimin içine koydum.
Böylece o dervişe de bir karşılık vermiş oldum. Allah ona rahmet etsin!
1.
La’la’daki harap olmuş türap olmuş yerlerde dur
Şimdi bomboş ıpıssız
olan bu topraklarda sevdiklerinin yasını tut
2.
Evlerin yerinde dur ve şimdi ıpıssız oluşlarına
şaşarak seslen onlara
O kaybolmuş tatlı
güzelliklerine ve şimdiki ağlanacak hâllerine
3.
Ban ağaçlarının yanında gördüm benim gibi nicelerini
Koparıp toplayan
ağaçların meyvelerini ve çimenli bahçenin güllerini
4.
Senden lütuf ve ihsan isteyen herkese bereket yağmuru
yağıyor
Şimşeklerin çakıyor
ama bana bir damla yağmur yağmıyor.
5.
O sevgili/kız şöyle dedi: “Evet o karşılaşmamız
gerçekleşmişti
En bereketli bir yerde
ağaçların dallarının gölgesinde
6.
Benim şimşeğim gülümseyen dudaklardan düşen bir
şimşektir
Oysa bugün ancak şu
parlak taşın parıltısı kadar parlıyor şimşeğim
7.
Öyleyse kına o zamanı/kaderi ki imkânımız yok önüne
geçmeye
Öyle ama, La’la’da
mesken tutmanın ne günahı var?”
8.
O güzelin sözlerini işitince onu mazur gördüm
bağışladım
O da benim gibi dertli
bir gönülden yanıp yakılıyor, dedim
9.
Kaldığı evi görünce toprakla bitişik, sordum ona, Ki
geceleri rüzgârın savrulduğu dört bir yanında:
10.
“Rüzgârları mı haber verdi sana öğle vakti nerede
dinlendiklerini?”
O güzel kız “Evet,
dedi, onlar Zatü’l-Ecra’da dinlenmişlerdi
11.
Bembeyaz çadırları ışıklar saçıyordu orada etrafa
O çadırların içindeki
sabah güneşi gibi parlayan güzel kızlarla.”
1.
Ah gönlümde nice acılar var, ah gönlümde nice acılar
var
Ah ruhumda nice
coşkular var nice sevinçler nice coşkular
2.
Cayır cayır yanıyor ciğerim yakıcı bir ateş düştü
gönlüme
Ruhuma yerleşti bir
dolunay gecenin karanlığında
3.
Ey misk kokusu, ey dolunay, ey kum tepelerindeki
ağaçların dalları!
Ne güzel bir koku bu,
ne parlak bir ay bu, ne yeşil dallar bunlar!
4.
Ey gülen yüz, ey gülümseyen dudaklar!
Sevdim ben bembeyaz
dişlerinizi
Çiy tanesi gibi
tükrüklerinizi emdim, tattım en saf en beyaz ballarınızı
5.
Ey yanaklarındaki kırmızılıktan ve yüzündeki utançtan
ötürü
Akşam kızıllığına
bürünüp bize öyle gözüken ayyüzlü
6.
Eğer o sevgili örtüsünü kaldırmış olsaydı dayanılmaz
bir azap olurdu bizim için
İşte bu nedenle nice
perdeler gerdi önümüze
7.
Gökyüzünde doğup parlayan bir kuşluk güneşi o
Yemyeşil bir bahçede
dikili kum tepelerinin dalları gibi
8.
Korkudan korkuya düştüm hep onu gözetledim durdum
Gökyüzünden yağan
yağmurla o dalları suluyordum
9.
O güzel sevgili görünmüş olsaydı gözüme elim ayağım
dolaşırdı şaşırırdım
O güzel sevgili
gözümün önünden uzaklaşsaydı,
ölümüme neden olurdu
10.
Güzellik altından bir taç giydirdi o güzelin başına
İşte sırf bundan
dolayı âşığım ben o günden beri o altına
11.
İblis/şeytan görseydi Âdem ’de onun yüzündeki nuru ve
güzelliği
Hiç inat eder miydi
hiç geri teper miydi
Âdem ’e secde etmeyi?
12.
İdris görseydi onun yanaklarında bu güzelliğin
çizgilerini
Kalkıp da bunca
yazıları yazmaya hiç girişir miydi?
13.
Belkıs görseydi onun üzerinde oturduğu minderi
Gönlünden ne tahtını
ne de köşkünü geçirirdi
14.
Ey vadideki sarha ağaçları ey koruluktaki ban ağaçları
Gönderin bize doğru
sabâ rüzgârıyla yayın o hoş kokunuzu
15.
Misk gibi güzel kokular sarıyor her yanımızı
Yayılarak aşağıdaki
çiçeklerden dağılarak tepelerdeki çiçeklerden
16.
Ey vadideki ban ağaçları gösterin bize ince
dallarınızı
Ki benziyor onun
boyuna posuna,andırıyor onun narinliğini zarifliğini
17.
Sabâ rüzgârı anlatıyor gençlik günlerimizi
Hacir ’de Mina’da ya
da Kuba’da geçen günlerimizi
18.
Ya da kum tepelerinde ve otlakların yanında
dereboylarında
Ya da La’la’ tepesinde
ki ceylanlar gelir oraya otlamaya
19.
Şaşma, şaşma, şaşma hiç şaşma!
Bu güzelliklere
çılgınca âşık olan bir Araba
20.
Ne zaman bir kumru ötse hemen sevgilisini hatırlayana
Sevinçlere gark olup
kendinden geçerek fâni olana
1.
Vadinin kıvrımındaki iki taşlı yol arasıdır buluşma
yerimiz
Ihtır develeri
öyleyse, işte tam burasıdır en son buluşma yerimiz
2.
Başka yer arama uğraşma boyuna artık ünleme
Ey Bârik, ey Hacir, ey
Tahmed! diye
3.
Oyna orada tıpkı göğüsleri tomurcuklanmış kızların
oynayışı gibi
Otla orada tıpkı ürkek
ceylanların otlayışı gibi
4.
Bir çimenlik ki orası uçuşur sinekleri ve durmadan
vızıldaşırlar
Ve onlara orada
karşılık veren neşeyle ötüşen sevimli kuşlar
5.
Kenarları incelmiş rüzgârları dinmiş sükûna ermiş
Bulutları bembeyaz
olmuş pırıl pırıl parlamış,sanki bir şimşek çakmış
6.
Yağmur damlaları ince ince iniyor bulutların arasından
Tıpkı sevgilisinden
ayrıldığı için üzgün bir âşığın gözlerinden inen gözyaşları gibi
7.
Ve sen! Haydi durma iç şarabın özünü sarhoşluğuyla
birlikte
Ve orada şarkı
söyleyen bir şarkıcıyı neşeyle sevinçle dinle
8.
Ey Âdem zamanına ait şarabın özsuyu
Sahih bir hadis bize
haber verdi Adn Cennetini
9.
Doğrusu güzel kadınlar misk gibi tükrüklerinden
yaydılar onu
O güzel bakireler bol
bol bize dağıtmaktadırlar o güzel kokuyu
1.
Ey eski mabed, ey kadîm ev, senin için yükseldi bir
nur Öyle bir nur ki ta kalblerimizde parlıyor
2.
Geçtiğim çölleri çektiğim acıları şikayet edeyim sana
Anlatayım sana
döktüğüm gözyaşlarımı oralarda
3.
Kaç kez akşamladım kaç kez sabahladım bir türlü rahata
ermedim Nice sabahlara erdim nice akşamlara eriştim
4.
Kuşkusuz yürümekten ayak tabanları şişse de dişi
develerin
Gene de yürürler
geceleri hızlı hızlı adımlarla geçerler çölleri
5.
İşte bu yük develeri getirdi bizleri arzuyla istekle
şevkle size Gerçi pek ummuyorlardı ulaşmayı bu şekilde size
6.
Sana ulaşmak için çölleri aştılar yağmursuz toprakları
tepelediler Aşktan vecdden çılgına döndüler gene de yorulduk demediler
7.
Onlar hiç dert yanmadı aşkın eleminden ben yandım
Yorgunluktan ben yakındım,
sahi ben ne saçma bir
iş yaptım.
1.
En-Nekâ ile La’la’ arasında Zatü’l-Ecra’nın ceylanları
dolaşmakta
2.
Dolaşıyorlar serbestçe oralarda Birbirine girmiş
çalılıklar ve otlaklar arasında
3.
Bu dağların tepelerin ufuklarında
Görünen hilâller doğan
aylar
Ki o hilâller doğmasın
görünmesin
5.
İstemem hiçbir şey parlamasın
Kıvılcımından çakmak
taşının
6.
İstemem hiç bir şey parlamasın
Sırf duygularımın
hatırı için
7.
Ey gözyaşlarım haydi akın haydi Ey iki gözüm durdurma
gözyaşlarını!
8.
Ey derin iççekişlerim haydi yükselişe geçin!
Ey kalbim, ey canım
ciğerim haydi parçalanın!
9.
Ve sen ey develerin sürücüsü yavaş ol!
Çünkü bir ateş düştü
göğüs kemiklerimin arasına
10.
Ayrılık korkusundan ötürü kapandı gözlerim
Dört bir yana dağıldı
akan gözyaşlarım
11.
Ve sonunda ayrılık ânı gelip çatınca
Göz kalmadı ki döksün
gözyaşı o dayanılmaz ana
12.
Öyleyse haydi çık yola kıvrım kıvrım tepeleriyle dolu
vadiye Onların yerleşim yerlerine ve benim ölüm döşeğime
13.
Çünkü benim sevgililerim oralarda
El-Ecra’ sularının
kıyılarında
14.
Haydi ünle şimdi onlara: “Kim yardım edecek şu gence,
Aşkla arzuyla yanıp yakılan kendinden geçen şu gence?
15.
Üzüntüsü acısı attırdı onu bir şaşkınlık içine
İşte bu şaşkınlık mahv
etti onu harap etti indi ta yüreğine
16.
Ey karanlık gecede parlayan ay
N’olur al ondan ona
gerekmeyenleri koy onların yerine ona gerekeni
17.
N’olur ona şöyle bir nazar et
Örtünün arkasından ona
bir bak
18.
Çünkü o öyle zayıf öyle halsiz ki
Dayanamaz karşısında
durmaya o müthiş güzelliğin
19.
Ya da doldur bir kez daha umutlarla içini
Belki böylece yeniden
dirilir ya da anlar olup biteni
20.
O bir şey değil ölü bir varlıktan başka
Kalmış en-Nekâ ile
La’la’ arasında
21.
Ölmüşüm yeisden ve kederden ben de
Sanki çakılıp kalmışım
olduğum yerde
22.
Sabâ rüzgârı meğer doğru söylememiş
Bunca aldatıcı hayalleri
hileleri bana getirende
23.
Duymadığı şeyleri rüzgâr gelip sana söyler
Olur ya bazen rüzgâr
da yalan söyler
1.
Anam babam feda olsun bir o yana bir bu yana sallanan
ince dallara
Kulaklar üzerine
dökülen al yanakları örten büklüm büklüm saçlara
2.
Bırakılan omuzlara lüle lüle örülmüş uzun saçlara
İpek gibi yumuşak
kıvrım kıvrım örgülü saçlara
3.
Onurlarından ötürü eteklerini yerlerde sürüyenlere
Güzelliklerinden ötürü
bürünmüş olan ipekli şallara
4.
Güzelliklerini göstermeyip saklayıp kaçıranlara
Yalnızca babadan kalma
eşyaları ve yepyeni ipekli şalları bağışlayanlara
5.
Gülerek gülümseyerek kendilerini hoşlandıranlara
Öpülesi güzel
dudaklara sahip olanlara
6.
Dokunulası mücerred güzelliklere ve tomurcuklanmış
göğüslere
İnsana bunca güzel
hediyeler sunan zarif nazlı edalılara
7.
Konuştukları zaman dinleyenleri cezbedip gönülleri
kendilerine bağlayanlara
İnsanı celbeden
şaşkına çeviren büyüleyen bakışlarıyla
8.
Hayalarından ötürü güzel yüzlerini kapatanlara
Nice takva
sahiplerinin kalblerini ve Tanrı ’dan korkan nicelerini böylece esir alanlara
9.
İnci gibi parlayan dişlerini hiç saklamayanlara
Tükürükleriyle
zayıflara ve düşkünlere şifalar taşıyanlara
10.
Gözlerinden öldürücü oklar fırlatıp atanlara
Savaşlarda ustalaşmış
nicelerinin kalbini delip geçen bir vuruşta
11.
Kalblerinden ve gönüllerinden nice yeni hilâller
doğuranlara
Dolunay olma yolunda
aytutulması korkusunu hiç duymayanlara
12.
Gözlerinden yağmur bulutları gibi gözyaşı akıtanlara
Gökgürültüsü gibi
nefes alıp soluklarını etrafa duyuranlara
13.
Ey benim dostlarım kanım canım feda olsun fidan boylu
o güzelin yoluna
Bunca ihsan lütuf
iyilik ve bağışta bulunan bana
14.
Birlik nizamını kurandır o; bizim biricik
‘Nizam’ımızdır o
Hem Arap hem Acemdir
o; ariflerin kalbini sürekli meşgul eden o
15.
Ne zaman dik dik baksa, sana çekmiş demektir keskin
kılıçları
Gösterince sana inci
dişlerini çakar göz kamaştırıcı şimşekleri
16.
Ey benim dostlarım, Hacir ’in korunan otlaklarında
biraz durun
Ey benim dostlarım,
durun oralarda biraz durun
17.
Durun ki size sorayım nereye gitti diye alaca tüylü
develeri
Şimdi ben dolaşıyorum
ölümün ve yıkımın kol gezdiği yerleri
18.
Dolaşıyorum bildiğim ve bilmediğim tüm beldeleri
Hızlı bir deveyle ki
tabanları şişmiş dolaşmaktan vahaları çölleri
19.
Açlıktan ve susuzluktan birbirine yapışmış böğürleri
Tüketmiş gücünü kesmiş
takatını eritmiş hörgüçlerini seyrüseferi
20.
Hacir ’in kum tepeleri üzerinde onu durduruncaya dek
süren seferi
Ve görünceye dek
el-Useyl’de bizi izleyen dişi develeri
21.
Yüzünde bir korku görülen ayın yönlendirdiği develeri
geceleri
Korktum bir hâl gelir
ya da kaçar gider geceleyin diye ve belime doladım ipini
22.
Öyle bir ay ki tavaf sırasında görünür gümüşsü
ışıklarıyla
O benim etrafımda
tavaf eder durur ve ben onun etrafında
23.
Yerleri süpüren eteklerinin uçları siler süpürür ayak
izlerini
Sen de şaşar kalırdın
rehber olup izleseydin o izleri
1.
en-Neka koruluğunda ılgın ağaçları arasında güzel
keklik sürüleri
Üzerinde bembeyaz
çadırları kurmuş Güzellik sanki
2.
Idam çölünün tam orta yerinde
Otluyor develeri hemen
yanlarında ceylan sürüleri
3.
Ey benim dostlarım durun biraz oralarda
Konuşmaya çalışın
evlerin yıkıntılarıyla seyredin onlardan kalan harabeleri
4.
Ağlayın yas tutun bir gencin gönlü için
Ayrılış günü gönlünü
bırakan oralarda, ağlayın sızlayın onun için
5.
Belki gönlü haber verir onların nereye gittiklerini
Kuba’ya doğru mu yoksa
korunan otlakların tepelerine mi?
6.
Hiç farkına varmadım onlar yüklemişler develerini
Nasıl olur ben bu
denli dikkatsiz miyim ya da kör mü gözlerim
7.
Hayır hayır ne o ne bu hiçbiri değil
Bana galebe çalan aşk
şaşkınlığından başka bir şey değil
8.
Ey benim kederli düşüncelerim uçup giden
ve takılan onların
ardına
Sabâ melikesinin
askerleri gibi dağılan her yana onları aramaya
9.
Seslendim esen bütün rüzgârlara
Ey şimal rüzgârı, ey
güney rüzgârı, ey bad-ı sabâ
10.
Ne çektiğimden hiç haberiniz var mı bilseniz
Onların ayrılışından
dolayı ne acılar çekiyorum bir bilseniz
11.
Nihayet onların haberini bana sabâ rüzgârı getirdi
O da şîh ağaçlarından
almış, onlar da gültepedeki çiçeklerden o haberi
12.
Diyor ki: Kimi hasta ederse bu aşk derdi
Gitsin eğlensin
iyileşsin dinleyerek uzun aşk hikayeleri
13.
Sonra diyor ki: Ey şimal rüzgârı sen de söyle ona aynı
haberi
Tıpkı benim dediğim
gibi ya da daha şaşırtıcı bir haberi
14.
Sonra sen de söyle ey güney rüzgârı sen de
Tıpkı benim söylediğim
gibi ya da daha tatlı bir haberi
15.
Şimal rüzgârı dedi ki: Bende öyle bir sevinç öyle bir
ferahlık var ki
Güney rüzgârı da
ortaktır ona şimal rüzgârı da
16.
Bütün çirkinlikler birer güzellik oluyor
onların sevgilerinde
Rızalarını kazanmak
için çektiğim bütün acılar birer tatlı sevinç oluyor bende
17.
Peki öyleyse neye üzülüyorsun, niçin neden
yakınıyorsun?
Bu üzüntüden bu
kederden ve bu dertten niçin bu denli şikayet ediyorsun?
18.
Onlar sana herhangi bir şey vaat ettikleri zaman
Görürsün o vaatlerin
olduğunu sadece birer yalan
19.
Oysa Görünmeyen o yüce Varlık gökte parlayan
şimşeklerden
Altın işlemeler süslü
nakışlar yapıyor ucuna bir bulutun
20.
Gözyaşları aktı birden alyanaklarının üzerine sel gibi
Ve tutuşturdu içindeki
alevleri ve yaktı yalımlanan yüreğini
21.
O bir kırmızı güldür gözyaşlarımdan biten
O bir beyaz nergistir
bembeyaz bulutlar gibi bahar yağmuru indiren
22.
Ne zaman arzu etsen onu elde etmeyi
Gizlemek için kendini
şakaklarına salıverir akrepler gibi zülüflerini
23.
Ne zaman gülümsese güneşler doğar gül yüzünde
Rabbim ne kadar da
parlak habbeler bunlar bembeyaz dişlerinde
24.
Ne zaman düşürse alnına kömür gibi simsiyah gür ve sık
saçlarını
Sanırsın salmış gece
ortalığa koyu karanlıklarını
25.
Ne zaman tükürse, arılar yarışarak başlarlar onu
emmeye
Tanrım ne de güzel
dişler bunlar böyle
26.
Ne zaman eğilse çağrıştırır bize meyve yüklü ince
dalları
Ya da dikse gözlerini,
sıyırır sanki bakışlarından keskin kılıçları
27.
Hacir ’in kum tepelerinde nasıl da konuşurdun âşıkâne
Ey saf Arapoğlu, o
nazlı o ürkek güzellerle
28.
Değil mi ki ben de bir Arabım bu yüzden ben de
Âşığım o beyaz tenli
güzele, ben de tutkunum vurgunum o nazlı güzellere
29.
Umurumda değil aşk ve vecd görünmüş ya da görünmemiş
bende
Yeter ki olsun o
sevgili yalnızca benimle
30.
Ne zaman “Elâ” dediysem, bana dediler “Ema”
Ne
zaman “Hel” dediysem, bana dediler “Eba”—
31.
Ne zaman çıktılarsa yukarılara ya da indilerse
aşağılara
Aştım dağları
tepeleri, geçtim uçsuz bucaksız tehlikeli çölleri, koyuldum onları aramaya
32.
Bu zamanın Sâmirî ’sidir kalbim benim12
Gördükçe ayak izlerini
arıyor altına dönüşmüş şeyleri
33.
Onlar doğsa da batsa da hiç aldırmıyor gönlüm
Zülkarneyn gibi
onların ayak izlerini takip ediyor gönlüm
34.
Onlara kavuşalım diye nice dualar ettik
Ayrılacaklar diye nice
dualar ettik
35.
Ey ez-Zevra oğulları12 işte bir ay
doğdu ve parladı yanınızda
Ne yazık ki o ay battı
ve karardı benim dünyamda
36.
Vallahi beni harap etti beni o harap etti
Nice bin kez bağırdım
çağırdım ardından ah beni o harap etti
37.
Vah bana, vah bana yanıyorum o genç güzelin yoluna
Ne zaman bir güvercin
ötse gözden kaybolan o güzelin yoluna
11
Bunlar Arapçadaki soru edatlarıdır.
12
İsrailoğulları kadınlarının Mısırlılardan topladığı mücevherleri ateşte
eriten kişi.
13
‘Ez-Zevra’ Bağdat’ın bir başka adıdır.
1.
Zatü’l-Eda’da bir bulut parladı şimşekler fırlatan
Ovaların çöllerin
üzerine çakan şimşekler nurdan
2.
Ve bir gök gürültüsü koptu münacatı duyuldu göğün
Ardından zincir gibi
boşandı yağmur bulutlardan
3.
Birbirini ünledi deveciler: ‘Ih’tırın develeri! diye
dinlemedi develer Bense aşkımdan vecdimden çığlıklar attım:
“Ey sürücü! ” diye
ünledim
4.
Ey sürücü indir kervanı buraya ve kal biraz burada
Çünkü benim âşık
olduğum sevgili de yanınızda
5.
Fidan gibi ince narin selvi boylu o güzel mi güzel
Hüzünlü bir âşığın
gönlü benim gönlüm yanıyor onun özlemiyle
6.
Onu hatırlayan her meclisin içi dolar misk gibi güzel
kokuyla
O meclisde bulunan
herkes alır onun güzel adını ağzına
7.
Onun meclisi kurulsaydı eğer bir vadiye
Oysa kurmuş tahtını o
ta dağın en yüksek tepesine
8.
Vadi de yükselirdi onunla birlikte yükseklere
Hayran hayran
seyredenler onu ulaşamaz asla o yüksekliğe
9.
Bütün harap yerler ıssız bütün çöller onunla bayındır
olur
Çöldeki bütün seraplar
onun sayesinde olur bol bereketli berrak sular
10.
Bütün bahçeler onunla çiçeklenir bütün çimenlikler
onunla yeşerir Bütün içecekler onunla durulur onunla berraklaşır
11.
Karanlık gecelerim onun yüzüyle aydınlanır
Gündüzlerim onun kara
saçlarıyla kararır
12.
Kalbim paramparça oldu gönlümün çekirdeği yarıldı
Onu
gönlüme onun oklarıyla attı her çekirdeği Yaran Ulu Tanrı14
13.
Tam nişan almaya alışmış gözleri benim içorganlarımı
Oklarından hiç biri
şaşırmıyor asla hedefini
14.
Ne harap olmuş ıssız yerlerdeki gecekuşları ve
kukumavlar
Ne kumrular ne de
havada dönen ötüşen kuzgunlar
15.
Daha uğursuzdur eyerleyip yola çıkarılan o yüklü
deveden
Güzelliği her şeyin
üstünde olan sevgiliyi alıp götürsün diye
16.
Ve hüzünlü bir âşığı Zâtü’l-Edâ’da bırakıp gitsin diye
Aşkından ölen ama gene
de aşklarına sadık kalan bir âşığı yüzüstü bıraksın diye
1.
Unutamıyorum el-Hadise ve el-Kerh arasında
konuştuğumuz o tatlı sözlerimizi
Hatırlatan şimdi bana
ömrümüzün ilkbaharını gençlik dönemlerimizi
2.
Elli yıldan sonra dedim kendi kendime:
Uzun uzun düşüne
düşüne döndüm ben bir kuş yavrusuna
3.
Şimdi o tatlı sözler hatırlatıyor bana
Selı ’ ve Hacir
dağlarını
Aklıma yeniden
getiriyor gençlik yıllarımı ömrümün ilkbaharını
4.
Ve develeri tepelere doğru sürüşümüzü vadilere doğru
indirişimizi
Ve afare ve merh
ağaçlarının odunlarından onlar için yaktığımız ateşleri
1.
Koruluktaki ağaçların dallarına konan her güvercinle
Dikleşiyorum içten içe
söyleşiyorum hüzünlü sözlerle
2.
Ve gözyaşı akıtmadan ağlıyor o kederli güvercin de
Oysa benim
gözkapaklarımdan hüzün yağmurları inmekte
3.
Seslendim o güvercine gözkapaklarım koyverince
gözyaşlarımı sel gibi
Duygularımı dile
getiren gözyaşlarım anlatır hâlimi
4.
Sevdiğim o güzel sevgiliye dair bir bilgi var mı sende
Söylediler mi eğleşip kaldıklarını o yemyeşil dalların gölgesinde
1.
Zerud dağlarının arasında kum tepeleri yanında
Avcılar ve aslanlar
var ürkek ve çekingen kadınların bakışı gibi bakan
2.
Savaşın hengâmesinde doğmuşlar harplerde
eğitilmişlerken yenilmişler
Hani o kara gözlü
aslanlar, ne olmuşlar, nereye gitmişler
3.
Belli ki onları bu hâle o güzel kadınların öldürücü
bakışları getirmiş
Ne
güzel bu bakışlar avcıların kızlarından gelen bu bakışlar15
15
bkz. Kur’ân, 55/72-76, Rahman Sûresinin son kısmında anlatılan
tasvirler .
1.
Üç ay yüzlü güzel hiç gerek duymadan süslenmeye
Çıktılar yola
et-Ten’im ’e doğru başlarında ipekli örtülerle
2.
Güneş misali parlayan yüzlerinden kaldırdılar
örtülerini
Ve
yüksek sesle “Lebbeyk!” dediler, ‘tehlil’lerle 16 yaparken umrelerini
3.
Güzel keklikler gibi sekerek yavaş yavaş yürüyerek
geldiler güzeller Üzerlerinde Yemen kumaşından yapılmış zarif albenili giysiler
16
Lâ ilâhe illallah, sözünü söylemeye ‘tehlil
denir.
1.
Ey Necid’in dağlık bölgeleri!
Ne mübarek
topraklarsınız öyle
Yağmur bulutları
yağmur üstüne yağmur indirsin üstünüze
2.
Elli yıldır sizi selâmlayan sizi gene selâmlasın
Dönüp dönüp selâmlasın
durup durup selâmlasın
3.
O’na kavuşmak için susuz çölleri aştım uzun yollardan
geçtim
İri hörgüçlü dişi bir
deveyle ve iki hörgüçlü yaşlı bir hecin deveyle
4.
Gada ağaçlığı tarafından bir şimşekparlayıncaya dek
Ve geceleyin çıkıp
gelişi onun,coşku üstüne coşku uyandırdı bende
1.
Ey benim dostlarım gelin inin korunan şu otlaklara
Necid dağlarını arayın
ve size yolunuzu gösterecek işaretleri bulun oralarda
2.
Kıvrım kıvrım kum tepeleri gibi çadırların yanındaki
suya inin
Dall ve selâm
ağaçlarının gölgesinde gölgelenin
3.
Sonra, Mina vadisine geldiğiniz zaman,
—Ki canımın içi
sevgilimin bulunduğu yere geldiniz demektir—
4.
Aşk selâmları söyleyin benden orada bulunanlara
Ya da yalnızca “Selâm
size!” deyin onlara
5.
Dinleyin ne cevap verecekler bakalım kulak verin
onlara
Ve gönlü çok dertli
birinden haber götürün onlara
6.
Aşkın acılarından durmadan yakınan birinden
Her şeyi alenen yapan,
hep sevgilisinden haber bekleyen,herkese durmadan sorular soran
1.
Tayba’dan 17, Mekke ’den ve Mescid-i Aksâ’dan
sonra
Bağdan18 en sevgili
şehirdir benim için
Allah’ın beldeleri
arasında
2.
Nasıl olur mümkün mü ki sevmeyeyim o Selam şehrini
Dinimi, aklımı,
imanımı bana öğreten,bana yol gösteren önderimin şehrini
3.
Evet orada ikâmet etmiştir Fars kızlarının en güzeli
En güzel imâlarda
bulunan, zarif, latifgözkapakları baygın biri
4.
Bakışlarıyla öldürdüğü kimseleri selâmlayıp yeniden
dirilten biri
Güzelliğinden ve
ihsanından ayrı bambaşka bir bağışta bulunan biri
17
‘Tayba’, Medine’nin bir başka adıdır.
18
Bağdan’, Bağdat’ın bir başka adıdır.
1.
Canım kurban olsun beyaz tenli nazlı edalı o güzel sevgililere— Öperken Hacerü’l-Esved’i ve Ka’be
’nin sütunlarını oynadılar benimle
2.
Arkalarından izlerken onları bir an kaybetsen gözünün
önünden Başka bir şey bulamazsın geride tatlı bir iz olarak misk kokuları
dışında
3.
Geceleyin benim için ne karanlık kalır onları
anımsayınca
Ne ay kararması ve
yürürüm apaydınlık gecede ay ışığında
4.
Yürüyünce onların uysal binekleriyle yan yana
Sabah güneşi gibi
gözükür karanlık gece birden bana
5.
Yöneldi gönlüm o güzellerden birine âşık oldum
birdenbire ona Öyle güzel biri ki bir benzeri daha yok insanlar arasında
6.
Kaldıracak olsa bir an yüzündeki örtüyü, gösterir sana
bir parıltı Işığı hiç sönmeyen, değişmeyen güneş gibi bir parıltı
7.
Yüzünün parlaklığı güneş parlaklığı saçının karalığı
gece karanlığı Ah ne şaşırtıcı bir suret böyle! Onda biraraya gelmiş güneşle
gece
8.
Onunla beraberken biz geceleyin sanki gündüz
ışığındayız Siyah saçlarıyla öğle vakti sanki gece karanlığındayız
1.
Ezriat ile Busra arasında bir kız ondördünde
Göründü gözüme ayın
ondördü güzelliğinde
2.
Celâl yönünden yükselmişti zamanın üstüne
Büyüklük ve övünç
yönünden ulaşmıştı zaman ötesine
3.
Her hilâl ulaşınca sonunda ondördüne dolunay hâline
Eksilmeye başlar
yeniden o ay tamamlansın diye
4.
Ama o ayyüzlü başka, çünkü dolaşmıyor burçlar arasında
Çünkü Tek’in katları
yapılmaz asla ve kat ’a
5.
Sen bir güzel hokkasın, her türlü esans ve güzel koku
birleşmiş sende
Sen bir güzel
bahçesin, yemyeşil çimenlikler ve rengârenk çiçekler boyvermiş sende
6.
Sende ulaşmış güzellik ulaşabileceği en son haddine
Senin gibi birinin
olması mümkün değildir imkân dahilinde
1.
Allah korudu Ban ağaçları üzerindeki bir kuşu
Bana ondan doğru haber
getiren bir kuşu
2.
Sevgililer vurdular eyerleri develerin üzerine
Ve çıktılar yola seher
vakti gittiler uzak yerlere
3.
Ben de çıktım sefere onların ardından kalbimde bir kor
ateş
Onların gidişiyle
içimde alev alev yanan bir ateş
4.
Gecenin zifiri karanlığında önlerine çıkmaya çalıştım
Arkalarından
seslendim, sonra izlerini takip ettim
5.
İzlerini takip ettim, fakat bir kılavuzum yoktu
Sevgilerinden kalan
misk kokulu bir nefes dışında
6.
Karanlık gece aydınlandı o güzeller kaldırınca
örtülerini
Sanki ayın gümüşsü
ışığında yürüyordu develeri
7.
Bense akıttım gözyaşlarımı sel gibi o develerin önünde
Dediler: “Bu ırmak da
nerden, ne zaman çıktı önümüze?”
8.
Ve bir türlü o ırmağın karşı kıyısına geçemediler
Bense dedim onlara:
“İşte, bu akan gözyaşlarımdır! ”
9.
Sanki gök gürlemeleri işitiliyordu şimşek parıltıları
arasında
Sanki bulutlar akıp
geçiyordu yağan yağmur taneleri arasında
10.
İnci gibi dişlerinin parlaklığı karşısında yürekler
titriyordu Uzaklara giden yolcular için sel gibi gözyaşları akıyordu
11.
Ey boyunun posunun güzelliği selvi güzelliğifidan
güzelliği sevgili
Ey sen zarifliği,
narinliği, tazeliği çiçek tazeliği
12.
Eğer biri kalkıp aksini söyleseydi benim yaptığım bu
teşbihin
Kuşkusuz akl-ı selim
sahibi biri olurdu yerinde bir iş yapardı:
13.
Selvilerin fidanların güzelliği senin boyununposunun
güzelliği Bahçelerdeki güllerin rengi senin yüzündeki edebin utancın rengi
1.
Ey akıl sahipleri, ey gönül sahipleri, ey ilim ve
hikmet ehli
Güneşle ceylan
güzeller —arasında çılgına döndüm ben—
2.
Süha yıldızını unutan biri sayılmaz pek unutkan
Ama güneşi unutan,
işte asıl odur unutkan
3.
Bırak gitsin katsın sürüsünü sürüsüne
Küçük dillere dek
ağızları açar övgüyle hediye
4.
Arap kızlarından bir güzel kızdır o
Fakat aslen Fars
kızlarından biridir o
5.
Onun ağzına dizmiş güzellik inciden dişler
Safi beyaz tıpkı
billur gibi kar gibi dişler
6.
Yüzündeki parlaklığı görünce karıştı aklım
Güzelliği ve paha
biçilmez değeri karşısında kapıldım dehşete
7.
İşte bu iki hasletinden ötürü iki kez öldüm
Tıpkı
Kur ’ân’daki gibi iki kez öldüm iki kez dirildim22
8.
“Bana ne oluyor, dedim kendi kendime,neden dehşete
düşürüyor beni bu parlaklık?”
“Düşmanlar sana
saldırmak için buluştular gün doğarken” dedi o sevgili
9.
Senin güzel yüzünü örten o siyah saçların korur beni, dedim,23
Düşmanlarım bana
saldırınca, gönder aman saçlarını bana.
10.
Bu şiirimiz kâfiyesiz redifsiz oldu ama ne önemi var
ki
Benim
bu şiirden kastım zaten ondan başka nedir ki24
11.
Benim biricik amacım o ‘Ha’ sözcüğüdür—
“Al gülünü ver gülümü!
” derim sevmem pek pazarlığı
20
Bu dizedeki ‘el-meha’ sözcüğünü
‘güzel ceylanlar’ olarak çevirdik. Aslında bu sözcük ‘el-mehatü’ sözcüğünün
çoğuludur ve güneşler demektir. Aynı zamanda kristal parçaları ve vahşi inekler
anlamına da gelmektedir.
21
Kur’ân, 65/12 âyetindeki
“yetenezzelü’l-emrü beynehüm” kısmına bir atıfta bulunuluyor.
22
Kur’ân, 40/11: “Dediler ki Rabbimiz bizi
iki kez öldürdün mü ki iki kez dirilttin.”
23
Kur’ân, 72/26-27. “O, gaybı bilendir. Kendi
görünmez bilgisini kimseye göstermez. Ancak razı olduğu elçilere gösterir,
çünkü o, onların hem önüne hem de arkasına koruyucular koyar.”
24
Şerhde (Ez-Zehâyir ve’l-A’lâk) şu açıklamaya
yer veriliyor: “Şair şöyle diyor: Biz yalnızca onunla ilgileniriz, dış dünyayla
ilgilenmemiz de gene ondan ötürüdür. O, dış dünyada uygun bir şekilde zâhir
olursa ilgileniriz. T ıpkı birinin dediği gibi: “Ben zencileri, onu sevdiğim
için severim, hatta köpeklerin siyahını da gene onu sevdiğim için severim.”
Ayrıca biz, Bedir ismindeki bir arkadaşımıza şöyle demiştik: Seni sevdiğim
için, bütün sevgileri seviyorum. Gökte parlayan ayın ondördüne (el-Bedr) de
senin isminden ötürü âşığım.” ‘Şiirimiz kâfiyesiz oldu’ ifadesine gelince,
burada kastedilen tam kâfiye ya da redifsiz oldu denilmek isteniyor; yoksa
şiirde kâfiye vardır.
25
‘Ha’ zamiri ‘O’ (Dişil) demektir.
1.
Unutamam hiç bir zaman ne Vana’daki evimi
Ne de gidiş ve dönüşlerinde
kervancılara söylediğim sözleri
2.
Bir kaç saat yanımızda kalın ki şifa bulalım böylece
Onları sevenler
üzerine yemin ederim,ben ancak teselli bulurum sizinle
3.
Yola çıksalar mutluluk ve güzellik içinde seyahat
ederler
Yoldan gelseler en
verimli topraklara inerler
4.
Onlarla karşılaşmıştım ilk kez Kanat vadisinde bir su
yolunda
Son kez görmüştüm
onları en-Naka ile
Müşelşel arasında
5.
Alaca tüylü develerin otladığı meraları adım adım
gözetliyorlardı
Oysa şaşırmış çılgına
dönmüş bir âşığın kalbine hiç bakmıyorlardı
6.
Ey develerin sürücüsü acıyın şu delikanlıya
Ebucehilkarpuzu
kırarken gördüğünüz gence veda anında
7.
Avuçlarını açıp göğsünün üstüne çaprazlama koyan
Devenin üzerindeki
tahtırevan gıcırtısından bile kalbi çarpan
8.
Sabır, sabır diyorlar fakat bu dert sabretmiyor ki
Bende sabır yoksa ben
ne yapabilirim ki
9.
Sabrım olsa bile, sabrın hükmü altına girsem bile
Nefsim sabredemez ki,
peki sabrım yoksa nasıl sabredebilirim ki?
1.
Siyah saçlarının zifiri karanlığında göründü ayın
öndördü Kıpkırmızı gülleri suladı bembeyaz nergisler
2.
Öyle güzel ve genç bir kız ki o güzel kadınlar şaşar
kalır onu görünce Onun yüzündeki nur parlar gökteki ay üzerinde
3.
Güneşten daha üstündür o parlaklıkta
O öyle bir suret ki
kıyaslanmaz başkalarıyla
4.
Nur feleği onun ayağının altındadır
Onun tacı bütün
kürelerin dışındadır
5.
Gönlüne girse birinin bu vehim yaralar kendini
Peki öyleyse çıplak
gözlerle o nasıl görülebilir ki
6.
Öyle güzel bir görüntüdür ki o, anımsayınca
biz,kaybolur gözden Gözlerin farkedemeyeceği latif bir varlıktır o
7.
Bütün sıfatlar onu nitelemeye tanıtmaya çalıştılar
Aşkın bir varlık
olduğundan o, onu anlatmada aciz kaldı tüm sıfatlar
8.
Ne zaman biri kalkıp onu nitelemeye çalışsa
Yaptığı her çalışmada
eksik kalır mutlaka
9.
Onu arayıp bulmak için yola çıkan biri mola verse de
hayvanına
Onu düşünenler ondan
başkasını getiremezler asla akıllarına
10.
O öyle bir can ki onun aşkıyla yanıp tutuşanları însan
mertebesinden daha üstün derecelere çıkartır
11.
Kıskanır sarnıçlarda biriken kirli sularla
Tertemiz berrak
suların karıştırılmasını kıskanır
1.
Ey gönlümün sevdikleri söyleyin nerede onlar
Allah aşkına söyleyin
nerede onlar
2.
Tıpkı gördüğünüz gibi onların tayflarını Bana
gösterebilecek misiniz canlı varlıklarını
3.
Bilseniz nasıl ah bilseniz nasıl arıyorum ben onları
Ne kadar istedim
onların arasında olmayı
4.
Hatta aralarında olduğumdan eminken iyice
Gene de kuşkulandım
gerçekten aralarında mıyım diye
5.
Bekliyorum mutluluk yıldızım engel olur diye
Onların beni bırakıp
gitmesine
6.
Nasip olur gözlerim onları görürse
Demem artık onlar
nerde onlar nerde
1.
Bir aşk savaşı patlak verdi içorganlarla iri gözler
arasından
Bu savaştan ötürü
kalbim harap acılar içinde kıvranan
2.
Kiraz dudaklı al yanaklı sevgili bal akan ağzından
Arıların
şehadeti— yaptıkları saf beyaz baldan
3.
Ayak bileklerindeki gümüş halkalar—ay üzerindeki karartılar gibi
Yanaklarında kızıl şafaklar tepelerdeki dallar gibi
4.
Türlü süslerle süslenmiş hiç evlenmemiş o güzel
sevgili
Görünür gülünce kar
gibi bembeyaz dişleri
5.
O erişilmez biri, çok uzakta; fakat aşkla eğleniyor
oynuyor
Ve ölüm işte bu iki uç
nokta arasında gelip gidiyor
6.
Gece kararmaya yüz tutsun hele bir kez
Öteden beri herkesçe
malumdur gecenin ardından gelir gündüz, taptaze bir nefes
7.
Esmeye görsün bir kez Sabâ rüzgârı yemyeşil
çimenliklerde
Göğüsleri
kabarık eldeğmemiş nazlı güzeller gezinir üzerinde—
8.
Eğilirken ince dallar gibi karışır misk kokulu
nefesleri
Topladıkları
çiçeklerin güzel kokularına
9.
Sabâ rüzgârına sordum onları bir haber getirir diye
bana
“Haberi ne
yapacaksın?” dedi Sabâ rüzgârı bana
10.
“El-Ebrakayn’da ve Berki ’l-Gımad’da ve
Birki ’l-Gamim ’de
Onları (hacıları)
bıraktım geldim oracıkta bir kenarda
11.
Onlar bir yerde duramazlar bir hâlde kalamazlar. ”
“Aşkımın ve şevkimin atları izledikçe onları,nereye kaçabilirler?”
12.
Yazık! Onların oturacağı başka bir yer yok gönlümün
dışında Ben neredeysem öyleyse dolunay da benimle oradadır, haydi izleyin
13.
Onlar benim kafamın içinde doğup gönlümde batmıyorlar
mı? Artık Ban (ayrılık) ağaçlarının ve
Garaba (Gurbet)
ağaçlarının kötü bahtı da bitti
14.
Artık kargalar da “Gak! Gak!” diyemez bizim obalarda
Artık bozamazlar
sevgimizin nizamını,bir zarar veremezler aşkımıza
26
Allah’ın arıya vahyettiğini bildiren
âyete bir gönderme var, Kur’ân, 16/68
27
Kur’ân, 68/42 âyetine gönderme var.
28
Kur’ân, 55/56 ve 74; 56/37.
1.
Ey Zatü’l-Gadâ’da Ban ağaçları üzerine konan
güvercinler
Bana verdiğiniz
acılardan içim nasıl daralıyor
2.
Kim dayanabilir bunca aşk acısına?
Kim içebilir kaderin
acı şerbetini varıncaya kadar son damlasına?
3.
Bakmayın böyle konuştuğuma; acımdan, kederimden
içimdeki ateşten konuşuyorum
Ah! Beni böyle hasta
eden keşke hemşirem olsa da baksa bana
4.
Oysa eğlenerek geçti gitti kapımın önünden dönüp
bakmadı bile
Köşelere gizlenerek
yüzünü örterek başka tarafa bakarak geçti gitti
5.
Yüzünü örtmesi bana hiç bir zarar vermez
Ama başka yana bakması
yok mu işte beni mahv eden bu
1.
Ey alaca tüylü develerin sürücüsü!
Sel ’e varınca dön bir
bak bu yana
Dur biraz el-Müderric
’de Ban ağaçlarının yanında
2.
Ünle onları yalvar yakar bağış ve lütuf iste
“Ey efendiler, bir
teselli kaynağı var mı sizde?”
3.
En-Nakâ ile Hacir tepeleri arasında Ramet ’de
Bir güzel kız kapalı
kalmış tahtırevan içinde devenin üstünde
4.
Ah! Onun güzelliği! —Ah gözümün nuru güzel sevgili!
Ah!
Onun güzelliği ‘Târık’ı — aydınlatan güneşler gibi
5.
Sedef içinde saklı bir incidir onun güzelliği
Simsiyah bir saç
rengindeki sedefin içindeki gibi
6.
Öyle bir inci ki onu bulmak için gönül dalar derine Ve
saatlerce kalır onu almak için o derin denizin dibinde
7.
Onu görenler dağdaki güzel ceylanları görmüş gibi
olurlar
O ince boyunlu o zarif
sevimli o gül gibi gonca gibi sevgili
8.
Sanki o Koç burcunda gözüken bir kuşluk güneşi gibi
Ve dolaşan tüm
burçları tâ en uzaktakine kadar hepsini
9.
Eğer örtüsünü kaldırsa ya da bir kez yüzünü açsa
Sabahın parlak
ışıkları sönük kalır onun yanında
10.
Hımâ tepeleriyle Ramet tepeleri arasında ünledim
durdum
“Kim yardım edecek Sel
’de oturan gözü ufuklarda umutla bekleyen bir gence?
11.
Çölde yolunu şaşırmış kaybolmuş bir gence
Şaşkına dönmüş aklı
başından gitmiş dönmüş deliye
12.
Gözyaşları içinde boğulmuş dertli bir gence
Dişleri kar gibi
bembeyaz birinin aşkıyla mest olmuş kendinden geçmiş
13.
Derin iççekişleri tâ göklere dek çıkmış yüreğini
yakmış bir gence
O sevimli o hilâl
kaşlı güzelin güzelliğine vurulmuş çılgına dönmüş
14.
Aşkın elleri onun kalbiyle istediği gibi oynamış
Ve bunu yaparken de
hiç bir mahzur görmemiş
29
Kur’ân, 86/1-3, Gece ortaya çıkan ilk
yıldıza ‘Târık’ denir. Târık, şiddetle vuran, çarpan demektir. Ayağını yere
vurduğu için yolcuya da Târık denir. Gece gelene Târık denmiştir. Daha
sonraları gece ilk doğan yıldıza Târık denmiştir. İnsanlığın karanlık gecesinde
doğan yıldız anlamında Hz. Muhammed’e de Târık adı verilmiştir.
1.
Parmakları kınalı o güzeli bana kim gösterecek?
Dilinden bal akan o
güzeli bana kim gösterecek?
2.
Göğüsleri kabarık soylu güzellerden biridir o
İffetini koruyan narin
nazlı güzellerden biridir o
3.
Dalların ucundan tepesinden doğan bir dolunaydır o
Kusursuz noksansız
mükemmel bir güzeldir o
4.
Vücud ülkemde bir bahçeye konmuş bir güvercindir o
Ban ağaçları üzerinde
şen şakrak öten bir güvercindir o
5.
Şevkten ölen aşktan eriyen biridir o 30
Tıpkı benim gibi
başına dert gelen biridir o
6.
Dostu için ağlayıp övgüler düzen biridir o
Tıpkı beni attığı gibi
kasten onu da atan
Zaman’ıyerendir o
7.
Yakınından ayrı düşmüş evinden barkından uzak kalmış
biridir o
Ah yazık! Ah ayrılık
zamanı! Ah kavuşma zamanı!
30
Kur’ân, 3/31. “De ki: Allah ’ı
seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin.” Kur’ân, 5/54: “O
onları sever ve onlar da O ’nu sever. ”
1.
Yılan gibi zehirliyor o güzel belikleriyle kendine
yaklaşanları Ah o güzel ne kadar da gaddar ne kadar da kıyıcı!
2.
Ah o güzel ne kadar da emin kendinden! Dik dik bakıyor
Eritiyor bakışıyla âşığını yataklara düşürüyor
3.
Yay gibi hilâl gibi kaşlarının kavislerinden zehirli
oklar fırlatıyor Ah! Hangi yöne dönersem döneyim hedef oluyorum bu oklara
1.
Zatü’l-Adâ’da, Me ’zimeyn’de ve Barik’de
Ve Zî Selem ’de ve
El-Abrakayn’da bütün gece
2.
Tarık’a31 gözüktü kılıç parıltıları gülümseyen
dudak
parıltıları arasından
Misk gibi kokan
ağzından çıkan kokuyu duyamaz her koku alan
3.
Savaş açılsa onlara çekerler kılıçlarını bakışlarından
Barış teklif edilse
çözerler tüm kördüğümleri bütün sorunları
4.
Onlar tattı ise bir zevki biz de tattık aynı zevki
Maşukun
bir mülkü varsa çünkü âşığın da vardır bir mülkü 31 bkz. not 29.
1.
Çimenlik ve otlak olarak ‘Radva’yeter de artar bile
bana
Çünkü yemyeşil bir
mera ve buz gibi soğuk sular var orada
2.
Belki sevdiklerim duymuştur oranın verimliliğini
Belki gelip
konaklarlar orada ‘ıh ’tırırlar belki develerini
3.
Bizim öyle bir kalbimiz var ki sımsıkı bağlı onlara
Ne zaman sürse deve
sürücüsü develeri kulaklarımız derhal dikkat kesilir onlara
4.
Ve eğer sefere çıkmak için ünleseler birbirine
dizilseler çöllere
Develerin arkasından
benim çığlıklarımı işitirsin sen çıkan göklere
5.
Ve eğer Ez-Zevrâe’ye doğru yönelseler, o önlerine
dikilir
Ve eğer El-Cer ’âe ’ye
doğru gitseler,mutlaka orada konaklarlar
6.
Talih kuşu yalnızca onların olduğu yerde çadır kurduğu
yerde uçar
Evet talih kuşu ancak
onların oymağında yavrular
7.
Kendim için korktum onun için korktum; korkularım
tutuştu birbirine
İki korkumdan hiç biri
vermedi bir yol bir diğerine
8.
Onun parlaklığı, onun nuru birden kamaştırınca
gözlerimi
Öylesine ağladım ki
sağır etti hıçkırıklarım onun kulaklarını
1.
Ne zaman vedalaşmak için karşı karşıya gelsek her
seferinde
El sıkışırken ve
kucaklaşırken benziyorduk şeddeli bir harfe
2.
Her ne kadar iki ayrı vücut iki ayrı varlık var idiyse
de bizde
İki vücutta bir can
görürdü bakan gözler bizde
3.
Benim aşktan eriyişimden ve onun nurunun üstün
oluşundan böyledir Eğer inleyişlerim olmasaydı, böyle bir şeyi göremezdi gözler
1.
“Güneşler gökkürededir! ” dediler
Tabiî ki güneşin
menzili gökkürededir
2.
Arşa kurulunca taht ve kürsü
Taht ve kürsüye Kral
oturmasın bu hiç olur mu?
3.
Kalp kurtulursa eğer bilgisizliklerden
Kalbe akın akın iner
melekler göklerden
4.
O beni mülk edindi ben onu mülk edindim
Evet her birimiz bir
diğerini mülk edindi
5.
Benim ona mülk oluşum açıkça bellidir
Benim
onu mülk edinişim ise “Haydi gelsene!”—sözüyledir
6.
Ey alaca tüylü develerin sürücüsü dön bir bak bizden
yana
Dâr el-Felek tarafına
doğru gönderme yolcuları yalvarırım sana
7.
Irmağın kıyısında bir ev demek hasta etti seni
el-Müsenna’nın yakınında demek seni tedavi etmedi
8.
Keşke Aşkın Rabb’i yükleseydi sana da
Tıpkı benim
yüklendiğim gibi bir yük sevgiden yana
9.
Artık ne Zerud ne Hacir ne de Selem
Seni ne hasta edebilir
ne de sana verebilir bir elem
10.
Ona bir an önce kavuşma arzusuyla gündüz çıktın yola
Kavuşma bulutlarını
aradın fakat bir şey gözükmedi ufukta
11.
Kendi sultanlığı için İzzeti seni zelil etti
Ah! Zelil ettiği gibi
keşke bir de sevgi gösterseydi
12.
Ah! O izzetinde dayattığına göre, Seven olmaya
nazlandığına göre Ah! Keşke sana da bir yol gösterseydi böyle
32 Kur’ân,
12/23.
1.
Ah! Yok oluyorum aşk ve şevk beni yiyip tüketiyor,ona
kavuşuyorum gene de iyileşemiyorum
Ondan ayrı olsam da
ona kavuşsam da gene de şevkim bitmiyor
2.
Ona kavuşunca hiç ummadığım şeyler geliyor başıma
Demek ki bir başka
dertmiş aşkta şifa bulmak da
3.
Ben öyle birini görüyorum ki karşımda,her
karşılaştığımızda
Güzelliği tazeliği ve
görkemi artıyor da artıyor haddinden de fazla
4.
Demek ki aşktan ve vecdden kurtuluş yok aşkla daim
hemdem olmak gerek
Alnımızda yazılı bir
nizama göre artıp duruyor güzellik
1.
Benim arzum uzun kornişli geniş balkonlu
Bağdat Köşküdür
Benim
arzum geniş balkonlu uzun kornişli Sindad Köşkü değildir 33
2.
Çiçeklerle süslü bir taç giymiş gibi kurulmuş kent
bahçelerin üstünde
Sanki duvağını açmış
bir gelin gibi misk kokulu bir oda içinde
3.
Rüzgâr oynaşıp duruyor ağaçların dallarıyla,sanki
okşuyor onları
Sanki evlenecekler
gibi söz vermişler birbirine ne kadar da bağlı
4.
Sanki Dicle onun gerdanında incilerin dizildiği
ibrişim ip gibi
Bizim efendimizdir,
bize hakikati gösteren önderimizdir onun eşi
5.
En-Nasır el-Mansur—halifelerin en iyisidir
Savaş alanında asla at
sırtına binmeyen bir halifedir
6.
Allah ona selâm etsin salat etsin dünya durdukça
Sallanan dallarda
gerdanlıklı bir güvercin onun için inleyip durdukça
7.
Gülümseyen dudaklardan şimşek gibi parıltılar çıktıkça
Ki o sevgili için
kanlandı gözbebeklerimaktı gözyaşlarım al kırmızı
8.
Sis kalktı ortalıktan ve ışıklar parladı göz
kamaştıran dünyayı aydınlatan
Güneş gibi güzel
eldeğmemiş güzellerin dudaklarından
33
Bu beytin ikinci dizesi el-Esved b.
Ya’fur’un bir şiirinde de yer almıştır. Mufaddaliyyat; Sindad, Hira’da
bir köşkün adıydı.
34
el-Mansur; Abbasî halifelerinden biridir.
1.
Ey ilkbahar rüzgârı Necid’in ceylanlarına ilet şu
haberi
Ben hep sadık kaldım
hep içimde sakladım bildiğiniz o ahdi
2.
Söyle kabilenin o güzel kızına ki buluşma yerimiz
Hımâ’dır
Buluşma günümüz ise
Cumartesi sabahıdır
3.
Necid’in kızıl tepeleri yanında kayalıklardadır
Şırıl şırıl akan
derelerin sağında tek başına duran alemin yanındadır
4.
Eğer o güzel kız söylediklerinde doğruysa
Eğer o güzel kız bana
gönlünü yakan bir aşk ve şevk besliyorsa
5.
Tıpkı benim ona beslediğim gibi, öyleyse söyle ona
En sadık sözlerle
buluşalım gizlice onun çadırında öğle sıcağında
6.
O anlatsın ben anlatayım sevgimizi,söyleşelim çilemizi
aşktan yana
Şiddetli acılardan,
belâlardan yana, vecd eleminden yana
7.
Karmakarışık bir düş mü bir hayal mi ya da rüyada
gelen bir muştu mu
Ya
da bir hitabe mi dile getiren mutluluğumu? 35
8.
Umarım bu aşkı kalbime yerleştiren bir gün
karşılaştırır bizi
Umarım serper üzerime
bir gün bahçelerinden devşirilmiş gülleri
35 Kur’ân,
12/44.
1.
Ah! çiçek gibi güzellere bir yol bulup ulaşabilecek
miyim?
Ah! o güzellerin
izlerini bu hâlimle sürebilecek miyim?
2.
Ah! kum yığınları gibi çadırları yanında geceleri
bekleyebilecek miyim?
Ah! öğlenin kavurucu
sıcağında
Arak ağaçları altında
gölgelenebilecek miyim?
3.
İçimden bir ses ‘hâl dili ’yle şöyle seslendi bana:
“Ulaşabileceğin şeyi
temenni et!” diyor o güzel sana
4.
Sana duyduğum sevgi tamdır içtendir ey gönlümün son
umudu
Sana duyduğum sevgiden
ötürü gönlüm dert sahibi oldu
Ey kalbimin üzerine
doğan dolunay
Ey doğduktan sonra hiç
batmayan dolunay
6.
Canım sana feda olsun ey güzellikte ve büyüklükte
eşsiz sevgili
Ey güzeller arasında
eşi benzeri dengi bulunmayan sevgili
7.
Bahçelerin çiy taneleriyle ıslanmış güllerin kırmızı
kırmızı
Herkes âşık olmuş
güzelliğine, âşıklar sende tadıyor aşkı
8.
Çiçeklerin rengârenk gülümsüyor dalların taptaze
Eğiliyor ruhlar
onların eğildiği yere
9.
Zarifliğin insanı baştan çıkarıyor bakışların ok gibi
Saldırıyor üstüme o
oklarla donanmış bir karabelâ süvari
1.
layba’vn— bir güzel ceylanı var ki bakışları
ok gibi Büyüleyici bakışları sanki keskin kılıç gibi
2.
Arafat’da anladım onun benden ne istediğini
Ama sabredemedim bir
türlü tutamadım kendimi
3.
Onunla biraraya geldik ‘Cem ’ gecesi
Tıpkı
şu meşhur atasözünde söylendiği gibi—
4.
O kızın yemini çoğunlukla asılsızdır, dinle
Fakat pek fazla
güvenme aldatıcı sözlerine
5.
Mina’da yaşadım ben o büyük mutluluğu îsterim sürsün
bu mutluluk ömrüm boyu
6.
La’la’ tepelerinde görünce o güzeli kalbim sevinçle
doldu
Ay gibi parlayan
parladıkça ışıklar saçan o güzeli
7.
Ramet tepelerinde attı atacağını; es-Saba’da yöneldi
bu âleme
Ve Hacir ’in taşlı
bayırlarında kaldırdı tüm yasakları
8.
Durmadan Barik üzerinde gezen bulutları gözetledi
Akıldan geçen
düşüncelerden daha süratli çakan şimşekleri
9.
el-Gada suları azaldı alev alev yanan ateşten
Bağrımda yalımlanan
aşkın tutuşturduğu bir ateşten
10.
En-Nakâ’da Ban ağaçları altında birden göründü o güzel
Saklanan en kıymetli
incilerle süslenmiş o güzel
11.
Zatü’l-Adâ’dagerisin geriye döndü o güzel
Orada gizlenmiş duran
aslandan korktu o güzel
12.
ZîSelem’de teslim etti kanımı canımı
Öldüren bakışlarına
yakıcı mı yakıcı
13.
Hımâ’da bekledi o güzel Liva’da eğlendi
Açığa çıktı her şeyi
geçersiz kılan o kararlı azmi
14.
Alic ’de durdu ayarladı tüm işlerini
Ve bütün yırtıcı
kuşların pençelerinden kurtulmak istedi
15.
Ve işte yükseliyor tahtırevanı semaya deliyor tavanı
Yükseliyor ta
burçlara, erişemez artık ona yerdekilerin bakışları
36
Bakınız not 17. ‘Tayba’; Medine’nin
bir başka adıdır.
37
“Selâm vermesiyle vedalaşması bir oldu” atasözü. (Ma
selleme hatta veddea: ey kâne selâmühu vedâen)
1.
Sevdiklerin yaptılar ahitlerini haydi sen de yetiş
onların menziline
Döksün bulutlar
bardaktan boşanırcasına yağmurları onların üzerine
2.
Onların bulunduğu yere doğru dön ve derin derin çek
içine esen yelleri
Aşkla ve şevkle ki
ruhlar söylesin sana tam olarak bulundukları yeri
3.
Sanırım onlar Idam ’da Ban ağaçları altına kurmuşlar
çadırları
Boyvermiş orada Arar
otları, Şîh ağaçları ve Ketem ağaçları
1.
Ey vadideki yemyeşil Ban ağaçları
Ey Bağdat ’ın ağaçları
nehrin kıyısındaki
2.
Sallanan dallarda hüzünlü hüzünlü öten bir güvercin
Seni anımsattı bana
acılara boğdu beni
3.
Böyle kederli ötüşleri ve terennümleri
Anımsatıyor bana
meclisteki o hanımefendinin terennümlerini
4.
Ne zaman akort etse o güzel üç telli müzik âletini
Unutuverirsin
birden el-Hâdî ’nin kardeşini 38
5.
Yükselse müziğin perdeleri duyulsa nağmeleri ezgileri
Deve
çobanı Enceşe ’nin —ne hükmü kalır ki
6.
Zü’l-Hadimât’ayemin ediyorum
Sonra Sindad’a yemin
ediyorum
7.
Birden âşık oldum ben Selma’ya
Ecyad’da 40 oturan o güzeller güzeline
8.
Hayır hayır yanlış söyledim o Ecyad’da değil
Canımın içinde
gönlümün en gizli yerinde
9.
Güzellik bile şaşkına dönmüş görünce onun güzelliğini
Misk amber ve safran
kokusu ondan yayılmış sarmış evrenin çiçeklerini
38
El-Hadî, Abbasî halifelerinden
biridir. Bu halifenin kardeşi ünlü bir müzisyendi.
39
Enceşe, Hz. Peygamber zamanında yaşayan bir deve çobanının adıdır. “Bu
çobanın sesi öylesine güzeldi ki develer bile onun sesinden erirdi, helâk
olurdu.” (Zehâir ve’l-A’lak, Bursa, Orhan 607, varak 88)
40
‘Ecyad’, Mekke’de bir yer adıdır.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar