Print Friendly and PDF

BARZANİ BUKALEMUNU



 

[Yazar: Kemal Said Kadiri

 

Viyana’da yaşayan bir yazardır ve aslen bir Irak Kürdü’dür. 26 Ekim 2005 tarihinde, KDP içindeki yolsuzluk girişimlerini eleştirdiği için KDP güvenlik güçleri tarafından tutuklanmış; bir uluslararası kampanyanın ardından aylar sonra serbest bırakılmıştır.]

11 Eylül 1961 tarihinde Iraklı Kürtler, Molla Mustafa Barzani liderliğinde (ki kendisi Kürdistan Demokratik Partisi KDPnin kurucusu ve hâlihazırda Kürtlerin cum­hurbaşkanı olan Mesut Barzaninin babasıdır), Irak merkezi hükümetine karşı isyan başlattılar. Kürtler, bu olayı çoğu zaman “spontane” olarak nitelendirse de aslında gerçek öyle değildir.

Gizliliği kaldırılmış bir KGB belgesine göre; Sovyetlerin Kürt ayaklanmasına müdahalesi, Kremlin in Üçüncü Dünya ülkelerinde Batıkların çıkarlarını zedeleme doğrultusundaki planının bir parçasıydı. Kürtler, Sovyetlerin entrikaları için verimli bir zemin sağlamışlardı; çünkü Barzaninin Sovyet yetkililerle bağlantıları söz konusuydu.

29 Temmuz 1961 tarihinde, KGB başkanı Alexander Shelepin, Sovyet Komü­nist Partisi Genel Sekreteri Nikita Kruçevi, “Reis” kod adlı Barzani’yi, “bağımsız bir Kürdistan kurmak üzere Türkiye, İran ve Irak’takı Kürt halk hareketlerini harekete geçirmekle görevlendirmesini” telkin etti. Eğer bu ayaklanma başarılı olursa, sadece ABD ve İngiltere değil, aynı zamanda Amerikanın müttefikleri olan Türkiye ve İran aleyhine de bir tablo ortaya çıkacaktı. Kürt ayaklanması başladıktan sonra, KGB bu durumu iyice kendi yararına kul­lanmaya başladı:

Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesinin 1 Ağustos 1961 tarihinde ABD ve müttefiklerinin dikkatlerini ve güçlerini Batı Berimden geri çekmelerini kolay­laştıran tedbirlerin alınmasına dair aldığı karar uyarınca ve Kuzey Irakta başlayan Kürt aşiretlerinin silahlı ayaklanmaları ışığında, şu adımların atılmasında hemfikir olundu:

1-              KGB nin Hindistan, Endonezya, Afganistan, Gine ve diğer ülkelerdeki Kürt- yanlısı ve Irak başbakanı Abdülkerim Kasım aleyhtarı protestolarm örgütlenmesi doğrultusunda kullanılması;

2-             KGB nin Barzani ile buluşup, onu “Kürt hareketlerinin iplerini eline almak ve bu hareketleri demokratik bir yöne çevirmek” konusunda acele etmesinin sağlanması ve Batının SSCB’yi Irak’ın içişlerine karışmakla suçlayacağı bir bahane üretmemek adına faaliyetlerin gizlilik içinde yürütülmesinin telkini;

3-             Moskova’nın Kürt ayaklanmasını desteklemek üzere, Barzani’nin “birçok askeri uzmanını” sahaya göndermesi gerekirse, KGB’nin, SSCB’de yaşayan Kürtlerden oluşan, 500-700 erkekten oluşan özel bir askeri birlik kurulup eğitmekle görevlendirilmesi.

Ivashutin’in belgesi, sadece 1961 ayaklanmasına giden yolda ve ardından Barzaninin KGB ile ilişkisine atıfta bulunmakla yetinse de, diğer gizliliği kaldırılmış belgelerde aslında Barzani ailesi ile Sovyet mercilerinin bağlarının çok daha eskilere dayandığından söz edilir. Bununla birlikte, 1973 yılında, BAAS Partisi ve Irak Komünist Partisinin pek de sağlam olmayan bir ittifak kurması ve Bağdat'ın Sovyetler Birliği ile yakın askeri- ekonomik bağlar geliştirmesinin ardından KGB, Barzani ile ilişkilerini sertleştirdi.

Barzani, Sovyet desteğini yitirince, artık ABD, İran ve İsrail ile daha fazla yakın­laşmak zorunda kaldı. Bununla birlikte, 1975 yılında, Henry Kissinger, İran ve Irak ile müdahale etmeme paktı imzalamasının ardından Kürt ayaklanmasından desteğini çekti. Molla Mustafa Barzani, ABD’ye sığındı ve 1979 yılında öldü.

Peki, tüm bu olaylar silsilesi, bugün ne denli anlamlı geliyor? İttifak değişimleri, Barzani ailesinin siyasi kültürünün bir parçası: Hayatta kalma mücadelesi ve iktidar savaşını, Kürt milliyetçiliğiyle eşleştiriyorlar.

1980-1988 yılları arasında, -her ne kadar İrandaki devrimci yetkililer, silahlarını son kertede İranlı Kürtlere doğrultmuş olsalar da- Mesut Barzani, Saddam ile müca­delesinde İran’la ittifak kurdu. 1992 yılında ise, Türkiye ile uzun süren bir düşmanlığın ardından, PKK ya karşı mücadelesinde Ankara ile ittifaka yöneldi. 1996 yılında, rakip Kürt lider (ve hâlihazırda Irak devlet başkanı) Celal Talabani ye karşı Saddam Hüseyin ile müttefik oldu. Irak’ın 2003 yılında bağımsız olmasından sonra ise, kendisine bir Amerikan müttefiki “kimliği” edindi. Bunun ne kadar daha süreceği ise, şu an için belirsizliğini koruyor

Kaynak: (Middle East Quarterly - 2007 Bahar sayısı sh. 87-88).

 


KÜRTLER, TÜRK DÜŞMANI DEĞİLLER: MAHİR KAYNAK

 

[28 Şubat 2013 günü, Ömer ÖZKAYA'nın,  Mahir KAYNAK Beyefendiyi, evinde yaptığı ziyaretinde, yazdığı kitabına ilişkin olarak gerçekleşen görüşmenin kaset çözümüdür.]

Avrupa’nın Kürtler hakkındaki niyeti neydi?

Avrupa’nın niyeti, Güneydoğusu bölünüp Kuzey Irak’la birleşen, zayıf düşmüş Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne almak, böylece de hem Türkiye’yi kontrol etmek, hem de ve en önemlisi Türkiye üzerinden enerji kaynaklarına, başka devletlere bağımlı olmadan karadan ulaşmaktı. Bu sebeple Avrupalılar, Kürtleri bizden ayırmaya çalıştı.

Amerika, Irak’ı neden işgal etti?
İran yanlısı Maliki’yi iktidara getirmek için mi?

Cevap: Amerika, Irak’a girerek, Avrupa’nın bu politikasını sona erdirdi. ABD, Kürtlerin Türkiye’yle bütünleşmesini sağlamak istiyor. Böylece, Orta Doğuya, enerji havzasına, Avrupa ve Çin’in sızmasını önlemek istiyor. ABD, Avrupa’nın yeni güç odağı olmasını istemiyor. Halen içinde bulunulan küresel ekonomik kriz de zaten bir Amerikan operasyonu.

1.Dünya Savaşı sırasında ABD ile Rusya, Nazi Almanya’sına karşı omuz omuza savaştı, Almanları yendiler. Sonra da oturdular Avrupa’yı böldüler. Tarafları kontrol edebilmek için birbirlerini düşman ilan ettiler. Bu nedenle de hiçbir devlet yer değiş­tiremedi.

Kürtçülüğü nasıl anlamalıyız?

Kürtçülük bölgesel bir harekettir. Türkiye, Irak, İran ve Suriye’de, Kürtler bir alet olarak kullanılmak isteniyor. Kürtler çok fakir insanlardır, kullanmak isteyenler, parayı ileri sürüyorlar. Biz bile onların yoğun yaşadığı bölgelere gönderdiğimiz insanlara, “Şark Hizmeti yapıyor” dedik. Bunu söylemek yakışmaz bize...

Abdullah Öcalan’ı nasıl tanımalıyız?

Güneydoğuda ağalık düzeni hâkimdir. Abdullah Öcalan, bu ağalık düzenine karşı hareketi kurdu. Sol hareketti yani... Öcalan için “çocuk katili” diyorlar, hangi çocukları öldürdü, ağaların çocuklarını... “Köyleri bastı” diyorlar, hangi köyleri, onların köyle­rini... Gerçi Öcalan’ın da hataları oldu. Ayrıca O’nun adına bir sürü eylem de yapıldı. Bir gün bir Kürt televizyonuna konuk oldum ve “Dünya üzerindeki tüm Kürtler, Türkiye Cumhuriyetinin soydaşıdır, bizim onlarla ilgilenmemiz gerekir. Ancak birçok devletin içinde oldukları için ilgilenemiyoruz” dedim. Abdullah Öcalan, telefonla yayına bağlandı, “Hocam siz, o işi bana bırakın, ben hallederim” dedi. Tarihi laf bunlar... Şu anda da Türkiye’den yana, görüyorsunuz...

Abdullah Öcalan ayrı bir devlet istiyor mu?

1994 yılında, MED TV yeni açılıyordu. Ben de davetliydim. Tabii ki devletten habersiz gidemem. MİT’le de aram iyi değil. Bunun üzerine Mehmet Ağar’a söyledim... Daha doğrusu bir aracıya söylettim. O da “Ondan iyisi mi gidecek oraya! Gitsin” demiş. Böylece gittim o davete. Burada söylediğim bir şeyi ilgi çekici buluyorum. “Kürtler, Türkiye içinde ayrı, bağımsız bir devlet kurmasın ya da ayrı bir güç odağı olmasın, Türkiye’yle bütünleşsinler” dedim. Öcalan TV ye telefonla katılıp, bunu da destekledi, diğerleri de itiraz etmedi.

Abdullah Öcalan bölücübaşı mıdır?

Öcalanı “bölücübaşı” yaptılar, bunun üzerine Türk halkından “bölünmeyelim” diye reaksiyon doğdu.

1992 yılında, Zaman gazetesi yazarı Fehmi Koruyla yaptığımız bir röportajda, “Bir insan, amacına ulaşmak için insan öldürüyorsa, idam edilir. Ben Öcalan m idam edilmesine karşı değilim. Ama göğsüne yapıştıracakları yaftaya karşıyım. Ona ‘bölücübaşı’ diyemezsiniz, çünkü değil” dedim.

Abdullah Öcalan’ı siyasi emelleri için birileri kullanıyor mu?

Öcalan, avukatlarını gönderdi bana, avukatlarıyla kendisine şu mesajı gönder­dim: “Öcalan’ın doğum tarihini, bilmem bir yere gidişini, gelişini, kutluyorlar ve Öca­lan fotoğraflarını dolaştırıyorlar. Bu tepki doğuruyor. Bunu yapanlar Öcalancı değil, Öcalan karşıtları. Posterleri indirin” dedim. Avukatlarıyla görüştüm diye, TRTdeki programdan alındım!

Avrupa’nın desteklediği insanlar, Kürtlerle Türklerin arasının düzelmesine imkân tanımadılar.

Türkmenler ve Kürtler

Sanırım 1989 yılıydı, Türkmenler, Ankara’da bir toplantı yaptılar, beni de çağırdılar. Buradaki konuşmamda “Size tavsiyem, birliklerinizi Kürtlerle beraber kurmanız. Siz, entelektüel seviyesi ve ekonomik gücü yüksek kimselersiniz, Kürtlerle Türkleri karşı karşıya getirmeyin. Gidin, ne kurarsanız, beraber kurun” dedim.

Bu yaklaşımlarım nedeniyle bazı kimseler tarafından, “Kürtlerin yardımcısı” ol­makla suçlandım ve sıkıntı çektim.

Çözüm Süreci hakkında

Bu sorunu çözmeye girişenlerin, Türklerle Kürtleri bir araya getirmeleri bir türlü kabul edilmedi. Beraberlik isteyenleri, bertaraf ettiler. Ama ayrılıkçı olanları mükâfatlandırdılar.

Bir örnek vereyim: Geçmiş yıllarda, haftada bir kez, Aktüel dergisinde yazıyor­dum, bir gün beni çağırdılar... Mehmet Demirel “Efendim biz sizin yazılarınızdan çok memnunuz, iyi de bir okuyucu kitleniz var. Ama askerler, sizin yazı yazmanızı kabul etmiyorlar. Bu nedenle kusura bakmayın” dedi.

Fakat çok enteresan bir şey yaptılar, “Bu bir haksızlıktır, sizin bundan sıkıntı çekmemeniz için yardımcı olacağız, bundan sonra yazı yazmamanıza rağmen, ma­aşınızı vereceğiz” dediler ve 10-12 ay verdiler. Beni parasal sıkıntıya düşürmediler. Böyle insanlar da var!

Avrupa ile Amerika’nın konu hakkındaki durumu nedir?

Günümüzde Avrupa ile Amerika çatışıyor. Amerika, Orta Doğunun Türk kont­rolünde olmasından yana. Bizi sevdiği için değil, menfaatlerine uygun olduğu için. Avrupa ise ayrılıkçı. Rusya ise Türkiye'yle çatışmayacak.

Barzani, Türkiye’yle bütünleşmeye razı olur. Burada şöyle bir sorunla karşı karşıyayız: İki lider var ortada, biri Barzani, diğeri de Abdullah Öcalan. Bunlar birbirleriyle savaştılar. Ve Türk Silahlı Kuvvetleri, Barzani’yi kurtardı. Şimdi bunların bir araya gelmesi için, olayı anlatmak lazım. Barzani, Türkiye’den yana, Öcalan da Türkiye’den yana. Burada sorun şu: Tamam, Türkiye’yle bütünleşeceğiz ama kimin liderliğinde? Patron kim olacak, Öcalan mı, yoksa Barzani mi? Çünkü burada patron olan, çok faklı bir kimse olur, lider olur, zengin olur.

Avrupa, Türklerle Kültlerin bir araya gelmelerini engellemeye çalışıyor, etkileri var ancak başarılı olamayacaklar, Rusya da onlara katılmaz. Çözüm sürecine dair içeride, sokaktaki vatandaşın kafasında bir karışıklık var. Bunun sebebi Türkiye. Türkiye tarafı hiçbir zaman vaziyeti anlatmadı, “Bölücübaşı Apo”, “İmralı canisi” dedi. Bir adamı böyle itham edersen, ne istediğini bilmezsen, durum sıkıntıya girer.

Sonuç olarak

Avrupa, Öcalan’a karşı yeni bir lider çıkarıyordu, ABD bunu engelledi. FAYSAL DUNLAYICI (KANİ YILMAZ) lider olarak seçilecekti, öldürüldü, kim öldürdü, bilmiyorum, bunu Amerikalıların yapmış olması lazım.

Kürtler, Türk düşmanı değiller.

Bir gün Doğu Beyazıt’tan bir adam geldi, benimle görüşmek istemiş. “Hocam, siz konuşurken, bizim kahvehanelerimizde, herkes ayağa kalkar ve sizi ayakta dinlerler” dedi. Bu sorunun çözümünde din adamları da önemli roller oynayabilirler.

 

Kaynak:

Ömer ÖZKAYA, Amerikan İstihbarat Belgeleriyle Kürtler, Pegasus, İstanbul, Mayıs, 2013, sh:7-9

(Not: Metin iyice anlaşılsın diye soru ve cevap şekline getirildi. Site Yöneticisi)

 


MUSTAFA BARZANİ'NİN SON YILLARI

[Yazar: David A. KORN :

ABD Dışişleri'nde uzun yıllar görev yaptı. Halen Orta Doğu ve Afrika konularında danışmanlık ve yazarlık yapmaktadır. “Hartum'da Suikast” Indiana University Press, 1993 kitabının yazarıdır.]

 

Iraklı Kürtler açısından, 6 Ekim 1993 tarihi, bu zamana değin ilan etmedikleri devlet olma durumunun kısa ve kırılgan varlığında tanıklık ettikleri “ulusal bayrama en yakın gün” idi. Bağdat’taki BAAS hükümeti tarafından kuşatılmış olan, Türk komşusu tarafından pek tahammül edilmeyen, dünyanın geri kalanından da ambargo yiyen, Amerikalı ve Batı Avrupalı hamileri tarafından bile dışlanan, ne gıdası ne yakıtı ne de tıbbi ilacı olan, her türlü zorlukla mücadele eden bu insanlar, Kürt bölgesinin her kenti ve her kasabasında bir araya gelip bugünü kutladılar. Onları mücadelelerinin ilk dönemlerinde yönlendiren, kendilerine liderlik eden Molla Mustafa Barzani’den geriye kalanlar, Iran sınırı ötesindeki bir mezardan alınarak, özgürlük savaşı verdiği topraklara gömüldü.

Barzani, Kürtler arasında efsanevi bir kişilikti. Yaşantısı, birçok efsaneye konu oldu. Her ne kadar ona Molla Mustafa dense de, aslında kendisi bir molla değildi; onun yerine, mücadele için doğan, onun için nefes alan ve diğer insanları da savaşa yönlendiren biriydi. İsyanları, savaş başarıları, Sovyetler Birliğinde geçirdiği on iki yıllık sürgün dönemi, muzaffer bir edayla geri dönüşü, Kürtlerin haklarının uzun süre savunuculuğunu üstlenmesi, sadece Irak’ta değil ayrıca Türkiye, İran, Suriye, Sovyetler Birliği, Batı Avrupa ve ABD’deki Kürtlere de ilk kez bu denli güçlü bir özgüven ve ulus hissi vermiştir. Barzani oldukça yüksek bir menzile ulaştı; ancak dayandığı temelleri yanlış değerlendirip o menzilden aşağıya düştü. Kırk yılı aşkın bir süredir yürüttüğü mücadele sonucunda inşa ettiği hareket çöktü ve hem kendisi hem de ona eşlik edenler, ellerindeki her şeyi yitirdiler.

Mustafa Barzani nin ölümünden sonra muzaffer bir şekilde Irak Kürdistanı’na geri dönmesi, son ayağı 1975 yılının Ağustos ayının ilk günlerinde, öğleden sonra John F. Kennedy Havalimanında start alan bir yolculuğun zirve noktasıydı. O gün Tahrandan ABD’ye kalkan Iran Havayollarına ait bir uçakla gelmesi, herkesten gizlenen bir sırdı. O ve beraberindeki üç dostu, bu seyahati bir Boeing 747 nin birinci sınıf koltuklarında, konforlu bir şekilde gerçekleştirmişlerdi. Uçaktan indikleri gibi onları takım elbiseli, kravatlı, beyaz gömlekli iki adam karşıladı. Bu iki kişi, hiç kuşku yok ki Amerikalıydılar, ziyaretçileri siyah ve plakasız araçlara bindirdiler. Araçlar, havalimanının pek uzağında olmayan bir noktada, motorları çalışır vaziyette beklemekteydi. Araçlar, New York Cityye doğru en hızlı şekilde yönlendiler.

Barzani yavaş adımlarla ilerliyordu; ancak yolculuktan herhangi bir şekilde yo­rulmuş olduğu görülmüyordu. Takım elbisesi, üzerinde sakil duruyordu; kravatı ise gelişigüzel bağlanmıştı. Onu tanıyanlar, kendisinin genellikle bu şekilde giyinmediğini söylerlerdi. Ancak yetmiş iki yaşında olmasına karşın, çarpıcı bir görüntü sergiliyordu. Onu diğerlerinden ayrı kılan boyu değildi—1.70 metre idi. Ancak çekici fiziksel gü­cünün aurasını oluşturan şey, omuzlarının sıra dışı genişliği, kalın kemikli oluşu ve güçlü adaleli bacaklarıydı. Geniş kafatası, kısa ve siyah saçlarla kaplanmış, aralarına ise birkaç gri kırçıl karışmıştı. Gözlerini çevreleyen siyah kaşlar, bakışlarını çarpıcı ve ateş gibi yapıyordu. Aslında onda herkesin ilk gördüğü şey “gözler” idi. Barzani nin Kürdistan dağlarındaki karargâhına zorlu ve tehlikeli yolculukları yapan yabancı mu­habirler, yıllardır onun hakkında yazarken ilk olarak gözlerinin çarpıcı ve sıra dışı ışığından söz ederlerdi.

Seyahatlerde kendisine eşlik eden yoldaşlarından biri yaşlı bir dostu, diğeri ise iki genç bir adamdı. Adamların ikisi de otuzlarının ortasındaydı; birisi Kürt idi ve Barzaninin asistanıydı, diğeri ise İranlıydı. New York’ta bir gece kalan grup, ertesi günün sabahında Minneapolise gitmek üzere uçağa bindi ve buradan da Minnesota, Rochester a giden bir uçağa bindiler. Barzani hasta olmasına karşın umut doluydu ve işte bu umuttu onu Amerika’ya getiren...

1974-75 Yıllarındaki Kürt İsyanı

Kürt ordusunun ani çöküşü, beş ay öncesine rastlar; yani Mart 1975e... Bu tarihten tam bir yıl önce, yani Mart 1974’te, Barzani, Iraklı Kürtlere silaha sarılma çağrısında bulundu. Kendisi, en az bir düzine suikast girişimine maruz kalmıştı ve içlerinden ikisi de neredeyse hedefine ulaşacaktı. Bu cinayet komplolarını tertipleyen ise, Bağdat’taki

Arap rejimiydi. Irak’ın Kürt otonomisine yönelik olarak Mart 1970’de cumhurbaşkanı yardımcısı Saddam Hüseyin ile Tikrit’te imzalanan anlaşmaya uymak istediğine dair inancını yitirmişti. Dolayısıyla, her ne kadar yaşı artık 70’i geçmiş olsa da, son bir mücadelede daha bulunmaya karar verdi. Bu, onun için mantıklı bir tavır idi. Barzani, artık Iraklı Kürtler için tartışmasız bir liderdi ve İran Şahı Muhammed Rıza Pevlevi’nin az çok açık desteğini ardına almıştı. Daha da önemlisi, ABD Hükümeti de ona gizlice destek veriyordu. Başkan Richard Nixon ve kendisinin ulusal güvenlik danışmanlığını yapan (ardından da dışişleri bakanlığına getirilecek olan) Henry Kissinger’ın kişisel olarak verdikleri kararlar, bunun göstergesiydi.

Iraklı Kürtler, Barzaninin çağrısına bir an için bile tereddüt etmeden olur dedi. Kürt aşiret üyeleri toplandı; Kürt yetkililer ve erkekler, Irak ordusundan ayrıldı; profes­yonel askerler Bağdat, Kerkük ve Musul’daki görevlerini bıraktı; öğrenciler üniversite ve lise sınıflarını boşaltıp göreve koştu. Herkes Barzaninin peşmerge savaşçılarının safına katıldı veya ellerinden geldiğince bu uğurda çalıştı. Ailelerini de beraberlerinde getirdiler. Yüz binlerce kadın, çocuk ve yaşlı, Kürdistan’ın “özgürleştirilmiş alanına” kalabalıklar halinde doluştular ve İrana doğru dalga dalga yayıldılar. Çok büyük emel­lerle geldiler. Bu eski mücadelecinin, Molla Mustafa Barzani nin liderliğine inançları vardı. En geç altı ay içerisinde Irakm kuzeydoğusundaki dağlarda bağımsız bir Kürt devleti kurulacağına ikna olmuşlardı. Her şey bir yana, on beş yılı aşkın bir süredir, Sovyetler Birliğindeki sürgününden 1958 yılında geri dönüş yapmasından beri, Barzani sürekli gücünü artırmış; rakiplerini alt etmiş; Irak ordusunun kibrini savaş meydanında kırmış; Bağdat'taki hükümetlerin devrilmesinde rol almış, zaman zaman da onlarla müzakerede bulunmuştu.

Peki, bu defa farklı olan neydi?

Bu defa bir şey farklıydı. Bağdat’taki Arap hükümeti, Kürtlerle barış yapma hazırlığı içerisindeyken, savaşa hazırlanmıştı. Irak, ordusunu yeniden yapılandırmış, güçlendir­miş, Sovyet yapımı tanklar, topçu birlikleri ve bombardıman uçaklarıyla donatmıştı. Barzani nin müttefiklerinden elde ettikleri, Sovyetlerin İraklılara gönderdikleriyle boy ölçüşecek durumda değildi. Şaha göre, Barzaninin elinde bolca para ve bazı silahlar vardı, ancak bu silahlar veya mühimmat hiçbir zaman yeterli değildi. Barzaninin as­kerlerinin elinde tüfekler vardı ve bazıları Birinci Dünya Savaşında hurdaya çıkmış olanlardandı. Ayrıca makineli tüfekler, hafif havan topları ve sonlara doğru da birkaç tanksavar silah elde etmişlerdi. Kadim dost İsrail, askerlere eğitim ve biraz da silah sağlamıştı. Amerikalılar Barzaninin grubuna doğrudan para yardımı yapmıştı; ancak bu yardım İranlıların verdiğinin oldukça altındaydı. Ayrıca, İranlıların sağladığı silahlardan bazılarını da Amerikalılar finanse etti. Bununla birlikte, Barzani’ye göre Amerika’nın bu katkısının sembolik anlamı, katkının boyutundan daha büyüktü. Barzani şöyle düşünüyordu: Böylelikle, Şah, onunla yolunu günün birinde ansızın ayırmayacaktı; Amerikan yardımı bunu güvence altına almıştı.

Bununla birlikte, sonuçta Barzani’nin peşmergeleri -ki 1975 yılı başında sayıları yüz bine ulaşmıştı- her daim eski silahlarla donatılmıştı. İraklılar her noktada hava­dan ve karadan araziyi kontrol ediyor; Kürtlerin üzerine canı istediğinde keyfi olarak bomba yağdırıyordu. Bu bombalar sadece peşmergeleri vurmuyor, aynı zamanda Kürt köylerini ve çiftliklerini de hedef alıyordu. Kürtlerin karadaki avantajı, yüksek dağlık alanlara alışkın olmaları ve anavatanlarını korumalarıydı. Mücadele çetin geçiyordu; her iki taraf da ağır zayiat vermişti. Genellikle Kürtler Irak ordusunun gerek ateş gücü, gerekse insan gücü anlamındaki mutlak üstünlüğü karşısında geri çekilmek zorunda kalmışlardı.

Bununla birlikte Kürtler, cesaret anlamında müthişti. Peşmergelerin modern savaş teknikleri anlamında çok büyük bir eğitimleri olmamasına karşın oldukça çetin ve cesur davranıyorlardı. Onları ziyaret eden İsrailli generaller, zorluklara karşı dirayetli duran ve emirlere sorgulamaksızın itaat eden Kürt askerlerin oluşturduğu bu tablo karşısında hayran kalmışlardı. Peşmergelerin elinde mühimmat ve silah olduğu sürece mücadeleye devam edeceklerdi. Barzani, bu savaşı muharebe meydanında kazanmayı beklemiyordu; hele ki düşmanı ondan hem sayı hem de silah anlamında üstünse. Kendisi daha ziyade, Bağdat rejimini eskiden olduğu gibi devirip, ordusunun ve eko­nomisinin belini büküp Kürtlerin otonomi taleplerine boyun eğmelerini sağlayacak noktaya getirmekti niyeti. Bunu daha önce başarmıştı aslında: Gerçekleştirdiği isyanlar, 1960lı yıllar boyunca Irak hükümetlerinin devrilip yenilerinin kurulmasına katkıda bulunmuştu. Bunun aynısını 1970’li yıllarda başaramayacağını düşünmek için geçerli tek bir sebep bile yoktu.

Tek istisna, şimdi hem Irak hem de dünyanın değişmekte olduğuydu. 1960’lı yıllarda Irak’ın elindeki devasa petrol kaynakları (Suudi Arabistan’dan sonra ikinci sıradaydı) çok az gelir sağlamıştı; keza petrol uluslararası piyasalarda ucuza satılı­yordu ve büyük Amerikalı, İngiliz ve Hollandalı şirketler hem fiyatlandırma hem de üretimi denetimleri altına almışlardı. Bağdat’taki hükümetlerin kronik düzeye varan bir parasızlık sorunu vardı ki bu onları daha da zayıf hale getiriyordu. Ancak 1968 yılında BAAS partisi Bağdat’ta iktidara geldi. O dönemde bu aslında yeni bir darbe olarak görüldü; ancak uzun süre öncesinden beri bu iktidarın aslında farklı bir iktidar olduğu belliydi. 1970’li yılların ortasından itibaren, BAAS hükümeti, Irak’ı eşi benzeri görülmemiş şekilde demir yumrukla yönetmeye başladı. 1972 yılında hükümet Batılı petrol şirketlerini millileştirdi. 1973 Ekim ayındaki Arap-İsrail savaşının ardından dünyadaki petrol fiyatları 1960’lardaki düzeyin on kat üzerine çıktı. Irak hâzinesine oluk oluk para akıyordu. Bu para, yeni silahlar ve yiyecek almak için yeterliydi. Ayrıca Kürtlerle bir savaş başlatmak ve ülkeye eşi benzeri görülmemiş bir refah ve kalkınma ivmesi kazandırmak için de yetiyordu.

Bu kez Barzani’nin farklı bir rakibi vardı: Saddam Hüseyin, yani Bağdat’ın yıldızı parlayan, otuzlu yaşlarının ortasındaki yeni lideri. Barzani, daha önce onun gibi birisiyle hiç mücadele etmemişti. Molla Mustafa’nın resmi eğitimi, ilkokul sıralarında ancak birkaç yıl geçirmekten ibaretti. Bağdat’ta birbiri ardı sıra gelen hükümetlerin karşısına çıkardığı en açıkgözlü ve hilekâr Araplarıyla başa çıkmıştı. Hiçbir zaman ikinci en iyi seçeneği düşünmesine gerek kalmamıştı. Ancak, ilk kez karşısına bu denli cingöz ve sert birisi çıkmıştı.

Kürtlerin Çöküşü

Barzani, Saddam Hüseyin’in diplomasi yolunu seçeceğini önceden tahmin edemezdi. Ayrıca İraklıların Şah’ı bile “satın alacakları’nı da düşünememişti. Şah, bir avuç toprak imtiyazı karşılığında Barzani ve halkını bir kalemde adeta satmıştı! 5 Mart 1975 tarihinde Saddam Hüseyin ve Şah’ın Cezayir’in başkentinde düzenlenen bir OPEC konferansı sırasında buluşması ve bir anlaşmaya varması, Barzani’nin ve peşmerge kuvvetlerinin kulağına kadar gelmiş, ardından da tüm dünya bundan haberdar olmuştu. Haber, masmavi bir gökyüzünü ikiye bölen bir şimşek etkisi yaratmıştı.

Bu gelişme, Şahın kendi bakanlarına ve hatta Amerika’nın İran nezdindeki büyü­kelçisi ve CIA eski direktörü Richard Helms için bile sürpriz olmuştu. Helms, 6 Mart günü üst düzey İranlı yetkililerin Cezayir’den dönen Şah’ı karşılamak üzere Tahran Havaalanında toplandıklarında orada bulunuyordu. Şah’ın yardımcılarının bu geliş­melerden habersiz olduğunu o da fark etmişti. Onlar da, tıpkı kendisi gibi, allak bul­lak olmuşlardı. Şah, uçaktan aşağı adım atar atmaz etrafa emirler yağdırmış; toplantı yapmak üzere sarayına ulaşmayı bile beklememişti. Şah, İran’ın Kürtlere verdiği tüm askeri desteğin anında kesilmesini, mali ve diğer yardımlara son verilmesini, İran ile Irak sınırının da kısa süre içerisinde kapanmasını emretmişti.

Helms, bir sonraki sabah Şah’ı telefonla aradı ve onu son derece çaresiz halde buldu. Kürtlere desteği keserken Amerika’nın da onun safına geçip geçmeyeceğini bile sormamıştı. Helms’e sadece şunu söylemişti: “İran’ın, Barzani’nin Kürt isyancılarına olan desteğini kesmesi, aynı zamanda Amerika’nın da tüm yardımını sonlandırmasını gerektirecektir.” Helms’e bu ani hareketinden dolayı ufak bir özür bile iletmemişti zaten pek özür dileyen adamlardan da değildi. Bununla birlikte, bir açıklaması da vardı. Söylediğine göre, Barzani, İraklılara karşı mücadeleyle şahsen ilgilenmiyor, rahat koltuğuna oturup diğer kişilerden onun yerine savaşmasını talep ediyordu. Helms’in konsolosluk binasında yer alan CIA ofisinde çalışanlar ise, Barzani ve grubuyla üç sene çalıştıktan sonra, bu son haberler karşısında sıkılmışlar, üzülmüşler ve hatta öfkelen­mişlerdi. Ancak, Helms, bu konuda ikna edilmeye ihtiyaç duymuyordu. İran ile Irak arasındaki anlaşmaya olumlu bir gelişme gözüyle bakıyordu ve bunun bölgeye istikrar getireceğini düşünüyordu. Bağdat’ta olsun, Tahranda olsun, hükümetlerin ellerindeki toprakların azınlıklar tarafından alıp götürülmesine karşı çıkacaklarını da oldukça iyi idrak ediyordu.

Şah ile görüşmesine dair raporunu ilgili kişilere ulaştıran Helms, patronu olan Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın Tahran ile Bağdat arasındaki ilişkilerin normalleş­mesinden memnun olmasını bekliyordu. Nitekim Kissinger’ın bu duruma karşı öfkeyle yaklaşması onu şaşırttı. Bu, Kissinger m öfkesini tetikleyen ve ihanette bulunan Kürtlere yönelik insancıl bir endişe veya ilkesel bir duruş değildi. Dışişleri Bakanlığı nin da sıklıkla gözlemlediği gibi, bu durum, Kissinger m Kürtleri İraklılara ayak bağı etme ve Bağdat’ın İsrail’e sorun çıkarmasını önleme şeklindeki stratejisinin bir parçasıydı sadece... Şah’ın kararından dolayı mutsuzdu; ancak ne de olsa artık bunu değiştirmeye çalışmayacaktı. Henry Kissinger, son kertede Amerika’nın Orta Doğu politikası açısından kilit önem atfedilen Şah Muhammed Rıza Pevlevi ile münakaşa etmeyecekti. Washington, Basra Körfezi bölgesindeki istikrarın sağlanmasında bu adama güveniyordu ne de olsa...

Şah, Barzani’yi neredeyse bir hafta bekletti: 11 Mart gününe kadar. Ancak o tarihten sonra Kürt lideri huzuruna kabul etti ve resmi olarak ona durumu tebliğ etti. Barzani nin yanında Şefik Kazzaz bulunuyordu. Bu kişi, “Barzani’nin Tahran büyükelçisi’ydi; emrinde otuz kişilik bir personel bulunuyordu ve Şah Pevlevi hükümetiyle yapılan en önemli ve hassas anlaşmalar onun sorumluluğu altındaydı. Örneğin Irak’ın kuzeydoğusundaki “Kürt Hükümeti’ne para ve silah transferi, İrandaki Kürt hastanelerinin yönetimi (ki buralarda savaşta yaralananlar ve hastalar tedavi ediliyordu), sayıları yarım milyona ulaşan Kürt mülteciler ve CIA’in İran’ın başkentindeki ofisinin en üst düzey sorum­lusu olan “Justin” kod adlı kişiyle olan temaslar, bu sorumluluk dâhilindeydi. Kazzaz uzun boylu, endamlı, yakışıklı bir adamdı. İngiliz aksanıyla konuştuğu kusursuz bir İngilizceye sahipti. Dört yıl kadar önce, Washington’daki Amerikan Üniversitesinde doktora tezini tamamlamıştı. Bu tezde, Barzani hakkında eleştirel bir tutum benimse­mişti. Ancak, bu tezi yazdığında Kürt lideri henüz gerçek anlamda tanımamıştı. Oysa şimdi, Barzani’ye baba-oğul kadar bağlıydı.

Kazzaz açısından bu uzun bekleyiş, doğulu bir despota özgü acımasızlığın bir göstergesiydi. 11 Mart 1975 tarihi ise, Barzani’nin Saddam Hüseyin ile bir anlaşmaya varmasının beşinci yılına işaret ediyordu. Oysa rivayete göre, Barzani bu anlaşmayı hiçbir zaman imzalamayacağı konusunda Şaha söz vermişmiş. Dolayısıyla, Kazzaz ın hissiyatına göre, İran bir anlamda bu anlaşmanın öcünü alıyordu.

Kazzaz, Barzani ve kendisinin kişisel doktoru ve üsteğmeni Dr. Mahmud Osman’a Şah’ın sarayına kadar eşlik etmişti. İran monarkı kısa ve hedef-odaklı konuştu. Kürtlere yardım eli uzatırken tahmin ettiğinden daha derin savaş sularına çekildiğini söyledi. Bu, onun için aşırı ağır bir yük demekti ve bu yüzden de Irak ile bir anlaşmaya varmaya mecbur kalmıştı. BAAS hükümeti ile olan anlaşmaya o an için 4 geçici” gözüyle baktı­ğını belirtmişti. İraklıların bu anlaşmaya riayet edip etmeyeceklerini bile bilmiyordu: Bu, iki ülke ilişkileri açısından bir imtihan olacaktı. Ancak, bir yandan da Kürtlere verdiği tüm desteği sonlandırıyordu. İran sınırı, otuz gün daha onlara açık kalacaktı. Bu süre zarfında, geri dönmek isteyen Kürtlere kapı açıktı. Onlara “iş verilecek ve İran vatandaşları gibi muamele göreceklerdi.” Ancak bu sürenin sonunda sınır kapatılacaktı.

Osman çok sinirlenmişti. Canlarını ve mallarını bu yolda feda eden insanların mücadelesi, tek bir adamın keyfine göre değişecek miydi?

Bu karara karşı durduğunu yüksek sesle ifade etti. “Bize yardım etme sözü verdiğinizde, geri adım atabileceğinize dair bize hiçbir şey söylenmemişti.” Şah, sözlerini yarıda kesti: “Ben size kararımı söy­lüyorum. Burada tartışılacak hiçbir şey yok.” Barzani, konuşulanları sessizce dinledi ve yine sessizce odadan ayrıldı. Ya artık bu olanlardan bezmişti, ya da morali bozulmuştu. Şaha kararını gözden geçirmeyi bile teklif etmemesi, bunun göstergesiydi Kazzaza göre...

Ancak, daha sonra üst düzey danışmanlarıyla görüşen Molla Mustafa, silahlı mü­cadelenin devam edeceğini beyan etti. İki oğlunu, İdris ve Mesud’u, Irak Kürdistan’ına gönderdi ve 1960’lı yılların vur-kaç gerilla taktiklerine geri dönülmesi için peşmergeleri yeniden örgütlemekle görevlendirdi. Irak sınırındaki Nauperdan köyündeki karargâhına geri döndü. Birkaç gün sonra karargâhta gerçekleşen bir toplantı sırasında, Barzani, Şah ile Saddam Hüseyin arasındaki anlaşmayı Kürtlerin davası açısından geçici bir gerileme olarak nitelendirdi. “Olayların iyi yönde evrileceğine % 90 eminim” dedi. Bu tespitler, Barzani’yi dinlemeye gelen askeri kumandanları ve parti yetkililerini şaşırt­mıştı. Barzani’nin buradan ayrılmasının ardından herkes Kazzaz’ın etrafında toplandı. Akıllarında şu tür sorular vardı:

Barzani’yi bu denli iyimser kılan neydi? (Kazzaz’da bile yoktu bu sorunun cevabı)

Barzani, diğerleriyle paylaşmadığı şeyler mi biliyordu?

Yoksa tek niyeti moralleri yüksek tutmak mıydı?

Bununla birlikte, kısa süre içerisinde Barzani nin iyimserliği tevekküle dönüştü. 18 Mart günü üst düzey askeri kumandanlarıyla yaptığı toplantı sırasında, artık bu şekilde devam edemeyeceğini bildirdi. İran, 30 Nisan günü Kürtlere sınırını kapatacaktı; Türkiye zaten sınırını çoktan kapatmıştı; Irak ordusu Kürdistanı güneye ve batıya doğru tecrit edecekti. Bu umutsuz bir durumdu; ancak eğer birisi onun yerine mücadelenin dizginlerini eline alırsa, söz konusu kişiye tüm moral desteğini verebilirdi. Bu teklif, gerçek olmaktan ziyade formalite icabıymış gibi göründü. Onu dinleyenler açısından, Barzani nin aslında söylemek istediği şuydu: “Artık sona geldik. Durmalıyız.” Dolayı­sıyla, kumandanlar, silah ve erzak alabilecekleri açık bir sınır olmaksızın mücadeleye devam etmelerinin imkânsız olduğu konusunda hemfikir oldular. Ancak, bu görüşte olmayan tek bir kişi vardı: Ali Askari. Kendisi, birliklerini toplamak için birkaç gün istedi; ardından da direnişin anlamsız olduğunu o da idrak etti.

Kumandanların büyük çoğunluğu toplantıdan gözyaşları içerisinde ayrıldı. Haber etrafa yayıldığında, bazı peşmerge birlikleri arasında kaos patlak verdi. Bazı askerler silahlarını imha ettiler, bazıları onları çaresizlik içerisinde nehirlere fırlattı; kimileri ise intihara kalkıştı. Geniş çaplı bir hayal kırıklığı, şok ve öfke ortamı söz konusuydu. Geçmişe dair ümitleri ve hayalleri suya düşmüştü; geleceğin onlara sunabileceği tek şey ise, İrana sürgün ile (BAAS hükümetinin onları affedeceği inancıyla) Iraka geri dönüş arasında sıkışıp kalan kasvetli bir tercih idi. Çöküşün yarattığı şok dalgası, Barzani nin kişisel doktoru ve yardımcısı Dr. Osman’ın bile Barzani ile bozuşmasına ve silahlı mücadeleden geri adım attığı için onu kınamasına yol açtı.

Peki, bu iki toplantı arası dönemde Barzani nin fikirlerini bir anda bu kadar çarpıcı biçimde değiştiren neydi?

18 Mart günü bu açıklamayı yapmadan önce, Barzani nin Tahrandan iki telefon aldığı söyleniyor. Acaba İranlılar mı onu tehdit etmişti? Yoksa Amerikalılar mı devreye girip cesaretini kırmıştı?

Kimse bu soruların yanıtını tam olarak kestiremiyordu; ancak Barzani yi biraz tanıyanların daha sonraları vardığı sonuç şu oldu: 1940’lı yıllardan beri büyük çaplı tüm Kürt ayaklanmalarına öncülük eden bu adam, tehditler karşısında yılmazdı. Yetmiş iki yaşına geldiğinde ise, artık bir başka dağ gerillası seferberliğine öncülük edecek sağlığı ve enerjisinin olmadığının farkındaydı. Artık dağlarda tüm gece ilerleyip, bir mevziden diğerine koşamaz, düşmanı eskisi gibi etkin şekilde kollayamaz, emirler veremezdi. Eğer Mustafa Barzani artık liderlik ede­meyecekse, başka biri neden olmasın? Başka birine ise güveni yoktu. Bu zamana dek kendi eliyle başardıklarının başkaları tarafından devam ettirilebileceğine inanmıyordu.

Bazı Kürtler onu daha da sert biçimde yargılamıştı. Bunun sebebi, Barzani nin yerini kimsenin dolduramayacağına olan inancı değildi sadece. Onlara göre, Barzani, aslında yerini kimseye kaptırmak istememişti! Zamanında o kadar uzun süre onun elinde olan dizginlerin artık başkasına geçmesi fikrine kendisini alıştıramamıştı. Dola­yısıyla, eğer Mustafa Barzani artık mücadelelerinde Kürtlere önderlik yapamayacaksa, başka kimse de yapmamalıydı.

Şah’ın Misafiri

Kürt ayaklanmasının sona ermesiyle birlikte, Barzani, kendisine ihanet eden Şah Pevlevinin “misafiri” oldu. O ve aile üyeleri, İran gizli polisi SAVAK’ın yönlendirmesiyle, Tahranda bir eve taşındılar. Geniş ve konforlu olan evde yok yoktu. Bununla birlikte, Barzani kendisini yine de sanal bir dünyada hissediyordu; yandaşlarından ve dünyanın geri kalanından tecrit edilmişti. Tutuklu gibiydi. Bu başarısızlığı karşısında depresyona girip giderek sağlığından endişe edilir hale geldi. 1970’li yılların başından beri sol bacağında bir ağrı vardı ve bundan dolayı hareketleri de kısıtlanıyordu. Doktorları, bunun sinirsel bir şey olduğunu söylemişler, yaşamını tehdit eden bir konu olmadığını açıklamışlardı. İlerleyen yaştan kaynaklanan potansiyel komplikasyonlardan sadece biriydi...

Bununla birlikte, şimdilerde yepyeni ve daha acı veren bir semptom başlamıştı: Göğsünün sağ üst kısmında bir ağrı. Temmuz 1975 başında, Molla Mustafa’nın oğlu İdris, Kerküklü genç bir Kürt fizikçi olan Dr. Necmeddin Kerim’den babasını mua­yene etmesini istedi. Musul Üniversitesi tıp fakültesinde bir öğrenci olan Kerim, Kürt milliyetçiliğiyle yanıp tutuşan birisiydi. 1973 Ağustosunda oturma izni biter bitmez, dağdaki Barzani güçlerine katılmıştı. Dr. Osman ile birlikte Barzanilerin karargâhında küçük bir hastane açmışlardı. Osman’ın savaşta siyasi ve askeri yöne kaymasıyla birlikte hastanenin idaresi Kerime kalmış; kendisi günde yüzlerce hastaya bakar hale gelmişti. Görevine o kadar konsantre olmuştu ki, karargâhtaki siyasi gelişmelerle ilgilenemiyor, savaşın gidişatını yakından takip edemiyordu. Ardından, Barzaninin aile doktoru olarak Osman’ın sarayına alınmıştı.

Kerim, yaşlı adama yaptığı muayenede, kalbin sağlam olduğunu belirtti. Sorun; köprücük kemiği yakınlarındaki ağrılı bir yumrudan kaynaklanıyordu. Kerim, kan­serden şüphelendi. Keza kendisine söylenen belirtiler hep bu yöndeydi. Ayrıca Barzani çok fazla sigara içiyordu. Hem de içtiği sigaralar dükkândan alınanlardan değildi; Kürt dağlarından elde edilen tütünü kendisi sarıyordu. Yani bu, günde iki paketten fazla sigara içtiği anlamına geliyordu ve bunu neredeyse 60 yıldır kesintisiz yapmaktaydı. Ancak, bu konuda teşhiste bulunmak için X-ray cihazından geçmesi gerekiyordu. Barzani bunu derhal reddetti; Şahın ona gönderdiği İranlı uzmanlara tedavi olmayı istemiyordu. “Burada X-ray falan istemiyorum” demişti Kerime. “Eğer tedavime burada başlarsam beni asla bırakmazlar; tedavimi burada sonlandırmam gerektiğini söylerler.”

Onun istediği ABD ye gitmekti. Hem burada daha iyi bir tıbbi tedavi alabilirdi, hem de Kürt meselesini bizzat Henry Kissinger a açardı. Şah’ın Saddam ile anlaşmaya varmasından iki hafta önce, Kissinger, Barzani ye yazdığı mektupta şöyle demişti: “Size, halkınıza ve yorulmak bilmez çabanıza olan hayranlığımızı bilmenizi isterim.” Barzani, ABD’de güçlü müttefikleri olduğuna inanıyordu. Özellikle de Senatör Henry “Scoop” Jackson, Washington eyaletinde güçlü bir muhafazakâr Demokrattı. AFL-CIO’nun başında bulunan George Meany ile birlikte bu iki kişi, Kürt haklarına olan etkin destekleriyle bilinirdi. Öte yandan, Amerikan halkının da ona sempatiyle yaklaşacağını umuyordu. Hastalığı sayesinde İran’da yaşadığı hapis hayatından kurtulup Amerika’ya gidebilirdi.

Ancak ne Şah ne de Kissinger, Barzani’nin ABDde sokak sokak dolaşıp Amerikanın Iraklı Kürtlere olan yardımı ve bu yardımın aniden sonlanmasına dair halen gizlili­ğini koruyan sıkıcı hikâyeyi ifşa etmesini istemiyordu. Ancak Molla Mustafa, aslında, Jackson ve Meany gibi güçlü dostlara da sahipti. Eğer ABDde tıbbi tedavi görmesine izin verilmezse, bu iki kişi onun durumunu kamuoyu nezdinde görünür hale getire­bilirdi. Bu kararda çekimser kalan Şah ve Kissinger, son kertede şuna karar verdiler: Barzani nin teşhis ve tedavi için Amerika’ya gelmesine izin verilmesi, ancak hareketleri ve kurduğu temasların titizlikle kısıtlanması. CIA, tüm ayarlamaları, fatura ödemelerini yapacak; CIA ve SAVAK yetkilileri ise, Barzani ve parti üyelerine her daim eskortluk yapacaktı. Nihayet Barzani’nin Amerika’ya gitmesine izin verildi ve kendisi 1975 yılı Ağustos ayının nemli bir öğleden sonrası Amerika topraklarına ayak bastı.

ABD’de Tedavi

Kuzey Irak’ın önde gelen Kürt ailelerinden Muhammed Dosky, 1975 yılı Eylül ayında Mayo Clinic’te Barzani’yi ziyaret etti. Kısa boylu, gürbüz ve ifadesiz suratlı bu adam, kırklı yaşlarının ortasındaydı fakat on yıl daha yaşlı gösteriyordu. Çocukluğundan beri Molla Mustafa Barzani’nin hayranıydı; ancak Kürt davasında hiçbir zaman aktif olma­mıştı. 1971 yılına kadar Irak diplomatik servisinde memur olarak çalışmıştı. Bu tarihte ise Irak’taki BAAS rejimi, “yabancı” kadınlarla evli kişilerin eşlerinden boşanmaları veya hükümet hizmetlerinden istifa etmesini talep etmişti. Bunun üzerine görevden ayrılmaya karar veren Dosky, ülkesinden de göç etmişti. 1950’li yılların başında misafir öğrenci olduğu yıllarda tanışıp evlendiği Amerikalı eşiyle birlikte ABD’ye yerleşmişlerdi. Ancak gitmeden önce diplomatik deneyimlerini Kürt davası lehine kullanmayı teklif etmişti. Barzani nin bu konuda nabzını yoklamak üzere ulaklar göndermiş ve kendisiyle buluşmuştu. Barzani ise, onun yeteneklerini takdir etmişti. O tarihte ABD’de çok az sayıda Kürt yaşamaktaydı ve Barzaninin Kürdistan Demokratik Partisinin Washingtonda bir temsil ofisi yoktu. Dolayısıyla, Barzani, Doskyden orada kendisi için temas kuracağı kişiler bulmasını ve bu konuda kendisine geri bildirimde bulunmasını istedi. Dosky 1972 yılında Washingtona geldi ve burada Kongre ve Senato nezdinde temaslarda bulundu. Senatör Jackson ve kendisinin genç asistanı Richard Perle ile, George Meany ile ve Meanynin damadı Ernst Lee ile tanıştı. Lee, AFL-CIOnun dış işleri departmanının başında bulunuyordu.

Ancak, Dosky, Barzaninin çevresine geç katılanlardandı; bu yüzden de onun tam güvenine mazhar olamadı. Molla Mustafa’nın oğlu İdris ve Dr. Osman’ın aynı yıl içeri­sinde CIA karargâhında toplantılarda bulunmak üzere gizlice Washingtona geldiğinden bile habersizdi. Barzaniler ve CIA arasındaki devamlı süregiden ilişki hakkında da bir şey bilmiyordu. Barzani ancak Ağustos 1975 yılında ABD’ye geldikten sonra, Dosky, Barzani nin yakın çevresine, kısmi çekimserliklere rağmen, kabul edildi.

Dosky, Eylül 1975’te Mayo Clinicte Barzani’yi ziyaret ettiğinde, Kürt liderin CIA ve SAVAK’ın vesayeti altına girdiğini anladı. Ekim ayı başında Dosky nin kliniğe yap­tığı ziyaret ise, gizli kapaklı şekilde gerçekleşti. Öğleden sonra Rochester a geldi ve Barzani nin kaldığı (kliniğin bitişiğindeki) otele sahte bir isimle kayıt yaptırdı. Ardın­dan, Şefik Kazzaz’ın kendisine verdiği oda numarasını aradı. Kırk beş dakika sonra Kazzaz ve Mesud Barzani -keza kendisi de bir süredir Rochesterda babasının yanında bulunuyordu- Dosky nin kapısını çaldılar. Planı anlattılar: Akşam 8:30da ikisi, CIA ve SAVAK yetkililerini akşam yemeğine götüreceklerdi. Orta Doğu misafirperverli­ğini gösterecekler, birçok kez içki ve yemek siparişi verecekler, dolayısıyla konuklarını yemek masasında en az iki saat tutacaklardı. Bu sırada da Molla Mustafa, Dosky ile görüş alışverişinde bulunmak için yeterince zaman bulacaktı.

Dosky, Barzani yi yatakta uzanmış bir şekilde buldu. Yeterince iyi görünüyordu; ancak radyasyon ve kemoterapi yüzünden saçları dökülmüştü. Barzani, Senatör Jacksondan gelen bir mektubu okuyan Dosky yi dikkatlice dinledi. Dosky, ayrıca, George Meany nin de sözlü bir mesajını kendisine iletti. Meanyden gelen mesaj, Barzaniyi yakından ilgilendiriyordu; keza bu mesajda Kürtler lehine kamuoyuna dönük bir kampanya başlatılmasını öneriyordu. îki mesajı dinledikten sonra Barzani, Doskyyi söyledik­leriyle korkuttu: Ağustos tan beri klinikte olduğuna dikkat çekiyordu. Radyasyon terapisi sona ermişti, kemoterapisini ise her yerde alabilirdi. Washingtona gitmek için birçok kez talepte bulunmuş; ancak CIA yetkilisi her defasında türlü bahaneler bularak talebini reddetmişti. Haftaya, yarın veya bir gün sonra şeklinde bahaneler işitmişti. Barzani, Dosky’den küçük bir uçak kiralamasını ve Mesud ile Şefik, CIA ve SAVAK görevli­lerini akşam yemeğinde alıkoyarken, Dosky ile beraber otelden kaçıp Washingtona gidebileceklerini önerdi.

Dosky, bu planı ne kadar gülünç bulduğunu Barzani ye söylemedi. O anda ABD’de bulunuyorlardı; küçük bir Orta Doğu polis devletinde değil. Uçak kiralamaya gerek yoktu, ticari bir uçuştan da bilet alınabilirdi. Ancak, Dosky bu konuda Barzani ile mü­nakaşa etmek istemedi; bu durumu bir şekilde idare edebileceğinden emin olduğunu söylemekle yetindi. Barzani, Dosky’den bir kaçış planı üzerinde çalışmasını talep etti ve ertesi akşam yeniden görüşmek üzere sözleştiler.

Dosky geri geldiğinde karşılaştığı soğuk muamele karşısında şaşırdı. “Beni dün gördüğünüzden beri başka birisiyle mi konuştunuz?” diye bağırdı Barzani. “Sadece Şefik ve Mesud” diye yanıt verdi Dosky. Barzani niçin böyle bir soru yöneltmişti acaba. “Çünkü bu öğlen CIAden bir yetkili geldi ve Washingtona gitmek üzere onay aldığını söyledi. Belki de onlara senin söylemiş olabileceğini düşündüm.” Dosky, “Kesinlikle hayır” şeklinde yanıt verdi. Belki de odada bir dinleme cihazı vardı. “Kontrol edelim mi?” diye sordu. “Önemli değil, varsa var” yanıtını aldı Barzani’den. “Eğer bulursak, bir yenisini daha koyacaklardır.”

Barzani, Dosky’den, Washingtona dönüp onun için Jackson, Meany, Wisconsin Senatörü William Proxmire ve diğerlerinden randevu ayarlamasını talep etti. Dosky, ertesi gün Washingtona döndü; ardından bekledi ve bekledi... İki hafta geçti; ancak ne gelen vardı ne giden. Üçüncü hafta başlarken, Rochester’daki oteli aradı. Kendisine söylenen, heyetin çoktan otelden ayrıldığı ve arkalarında hiçbir adres bırakmadığı şeklindeydi. Dosky, neredeyse panik olmak üzereydi. Belki de CIA onları kaçırmıştı; belki de Barzani’yi İrana geri göndermişlerdi veya gizli bir yerde esir tutuyorlardı?

Dördüncü hafta başlarken Kazzaz aradı. CIAin Barzani ve parti üyelerini “tatile” götürdüğünü açıkladı. Kaliforniya’da Tahoe Gölünde bir hafta geçirmişler; ardından da Batı eyaletlerinde başka bir yere gitmişlerdi. Üç gün sonra Washington’a varmışlardı. Orada CIA tarafından Virginia’nın banliyölerinde bir eve yerleştirilmişlerdi; ancak evdeki telefon çalışmıyordu. CIA görevlileri Barzani ve heyetini Washington’da “şe­hir turuna çıkarmışlar, Beyaz Saray’ın önünden geçirmişler, buranın “Beyaz Saray” olduğunu söyleyip, Barzani istemesine karşın durmamışlardı. Aynı şey Capitol’de de gerçekleşmişti. Kazzaz, Washingtonda yaşayan Amerikalı bir kadınla olan, ancak daha sonra biten evliliği sonucu doğan öz kızını görme bahanesiyle aralarından ayrılabilmişti.

Aynı günün sonunda, Dosky Rosslyndeki Marriott OteFin lobisinde Kazzaz ile görüştü. Otel, Georgetownun tam karşısındaydı. Kazzaz’ın anlattığına göre, CIA, Molla Mustafa’nın İrana dönmesi konusunda ısrarcıydı. Ancak Barzani reddediyor, tedavisi bitene kadar buradan ayrılmak istemediğini söylüyordu. İranda iyi bir tedavi göremezdi ve eğer ABDden ayrılması gerekiyorsa, İsviçre veya İsveç’e gitmeyi tercih ederdi; en azından bu iki ülkede iyi bir tedavi alacağı kesindi. Tüm bu itirazlarına aldığı yanıt ise, “Şah sizi geri istiyor” şeklindeydi.

Dosky’ye göre, Barzani en sonunda pes etmişti; çünkü retçi tavrına devam ederse, İran’da yaşayan ailesine veya yandaşlarına bir kötülük yapabilirlerdi. ABD’den ayrıl­madan önce kendisine küçük de olsa bir imtiyaz tanınacaktı. Barzani, sürekli olarak Henry Kissinger ile görüşmeyi talep etmişti. Kissinger nezdinde bu davadan söz ederse, Dışişleri Bakanı, Kürtlerin meselesini olumlu bir doğrultuya çevirebilirdi. Yaşlı Kürt savaşçı, ilk zamanlar kendisine bu denli sıcak ve içten mektuplar gönderen adamı yanlış değerlendirmişti oysaki... Kissinger (her ne kadar kendisinin reddettiği söylense de) Amerika’nın Kürtlere yardım ettiğine dair iddiayı yalanlayacak; “gizli eylemlerin misyoner çalışmalarla karıştırılmaması gerektiği” şeklinde aşağılayıcı bir tespitte bulu­nacaktı. Artık Barzani’yle görüşmek gibi bir niyeti yoktu. Bununla birlikte, Barzani’yi tamamen elinin tersiyle de itmemek konusunda temkinli davranmıştı. Bunun üzerine siyasi işler müsteşarı Joseph Sisco’ya şu talimatı verdi: “Barzani’yle dışarıda görüş ve kurtlarını dökmesini sağla. Ama başka bir şey yapma.”

Sisco açısından bu nahoş bir görevdi. Sisco, 1972 yılında Yakın Doğu ve Güney Asya işleri masasında müsteşar yardımcılığı yapmıştı. Bu tarihte Kissinger, Kürtlere yönelik ilk gizli yardım kanalını kurmuştu. Sisco, bu konuda fazla bir şey bilmiyordu. 1974 yılında müsteşar olduktan sonra bile, söz konusu programın idaresi hakkındaki detaylara vakıf olamadı. Tüm bilgiler, Kissinger’da gizliydi. Şimdiyse aynı Kissinger, ondan, bu programın sona ermesi üzerine kendisini ihanete uğramış hisseden bir adamla yüzleşmesini istiyordu.

Barzani ve heyetinin yaşamakta olan güvenli eve, CIA tarafından gecenin bir vakti getirildi Sisco... Barzani, pek iyi gözükmüyordu; ancak kendisine reva görülen muamele karşısındaki memnuniyetsizliğini de sert bir dille ifade etmişti. Amerikan Hükümetiyle bir zamanlar vardıkları anlaşmaları anlatmış; Amerikalılara ne kadar gü­ven beslediğini söylemişti. Şaha ise en ufak bir güven duymamıştı. Ancak, ne zamanki

Amerikalılar ona destek verdiyse, işte o zaman sırtının yere gelmeyeceğine inanmıştı. Amerikanın taahhütlerinin arkasında tüm gücüyle duracağından emin olsaydı, Bağdat hükümetiyle savaşa asla gitmezdi.

Sisco, Amerikanın Kürtlere yardım eli uzatmasında Şahın talebinin etkili ol­duğunu anlatmıştı. Şimdiyse, aynı Şahın talebi üzerine bu yardım geri çekiliyordu. Kendisine tembihlenenlere uymak zorunda olan Sisco, ABD nin bu durumu yeniden gözden geçireceğine dair en ufak bir umut bile vermemeliydi. Barzani nin kendisine anlattıklarını üstlerine aktaracağını söylemekle yetindi sadece...

Barzaninin Amerika ziyareti, 1975 yılı Ekim ayı sonunda sona erdi. İrana döneceği günün sabahında, CIA kendisine altı ay yetecek kadar ilaç takviyesi yaptı. Dosky ve Kazzaz, bunun sinik bir jest olduğunu düşündüler. Kuşkusuz CIAye de, Barzani nin altı aydan az ömrü kaldığı söylenmişti. Onu bir kez daha görme umutları yoktu. Verilen ilaçlar da, kendisine mahcup bir “hoşça kal” demenin bir yoluydu aslında...

Ancak niyetleri bu olsa da, sonuç farklı çıktı. Mayo’da yapılan teşhis, “agresif kanser” yönündeydi. Kanser, göğsün üst kısmına metastaz yapmıştı ve hızlı bir şekilde yayılması an meselesiydi. Mayodaki doktorun Şefik Kazzaza söylediğine bakılırsa, “belki de sekiz aylık ömrü kalmıştı.” Ancak, Molla Mustafa’nın dirayetli bedeni, bu hastalığı üç buçuk yıl daha taşıyarak direndi.

Yine Şah’ın Esiri

Tahrana geri dönen Barzani, bir kez daha Şah’ın esiri oldu; bir zamanlar önderlik yaptığı halktan koptu. İçlerinden çoğu, gönüllü olarak Iraka geri dönmüşlerdi; ancak içlerinden yüz binlercesi İranda kalmışlardı. Bununla birlikte, kendilerine vaat edilen muameleyi görememişlerdi. Çoğu, sıkı denetim altındaki kamplarda, işsiz güçsüz şe­kilde tutulmuş, neredeyse aç sefil yaşamışlardı ve sürekli olarak Iraka zorunlu göçle veya İran’ın ücra bölgelerine gönderilmekle tehdit edilmişlerdi. Barzani’yi kör gibi takip ettikten sonra artık birçoğu ona lanet okuyor; içine düştükleri bu felaketten onu sorumlu tutuyorlardı.

Bu, Barzani açısından üzücü bir durumdu. Erkek kardeşi Şeyh Babo, ki kendisi çocukluktan-beri yakın dostu ve yoldaşıydı, Şubat 1976’da öldü. Kazzaz ve Kerim, bu haberi aldıklarında Barzaninin yanındaydılar. Onu daha önce hiç bu kadar ağlarken görmemişlerdi. Yaralı bir hayvan misali yapayalnız hissediyordu kendisini. Babo’nun ölümü, hastalığına da eklenince, giderek daha depresif bir hal aldı. Ayakta tedavi görüyordu ve kemoterapi yoluyla kanseri sürekli gözlem altında tutuluyordu; ancak kemoterapi onu daha da hasta hale getirmişti. Halen aile doktorları olan Dr. Kerim, Tahrandaki bir hastanede tedavisini gözlemliyor; Barzani’ye kendisini iyi hissettirecek ilaç ve sıvı takviyesinde bulunuyordu.

Barzani, geri döndürülmesinden dolayı İrana sitem etti. Kerime anlattıklarına bakılırsa, bunu büyük bir hata olarak görüyordu. Amerika’ya geri dönmek istiyordu. Oraya bir kez daha giderse, Amerikalıları Kürtlere yeniden yardım vermek ve Şah’ı kararından vazgeçirmek konusunda ikna edeceğinden adı gibi emindi. İranlılar, Barzani nin ABD ye geri dönme talebini -tıpkı Tahrandaki Amerikan elçiliğinin yaptığı gibi- duymazdan geldiler. Dolayısıyla, Dosky bir kez daha Washington’da girişimlerde bulunmak durumunda kaldı.

Barzani Washingtondan ayrıldıktan sonra, Dosky, Barzanilerin yeniden Tahranda sorun çıkarmasından korkarak kayıtlı görüşmelerde bulunmaktan sakındı; ancak Barzani’nin hastalığı hakkında sessiz sedasız ortada birtakım söylentiler yaydı ve Amerika’da kaldığı süre zarfında CIA tarafından tedavi edildiğinin herkes tarafından bilinmesini istedi.

Kasım 1975’te Dosky, CBS televizyonunda görevli Daniel Schorr’la görüşmeye gitti ve ona olayları anlattı. Schorr bu anlatıyı CBS Akşamüstü Haberleri için kaydetti ve 16 Şubat 1976 tarihinde The Village Voice, Nixon yönetiminin Kürtlere yaptığı gizli yardımı ve bu yardımın utanç verici şekilde bir anda kesilmesini kanıtlayan gizli Kongre belgesinden alıntılar yayımladı.

Mayıs 1976 başında, Dosky, Orta Doğu konusunda Dışişleri Bakanlığı müsteşar yardımcısı Sidney Sober’i aradı. Sober, Dosky’nin Barzani için istediği Amerikan vi­zesi talebini duymazdan geldi. Aynı şekilde, Barzani’nin İran’dan ayrılması konusunda Dışişleri Bakanlığının Şah ile görüşmesi yönündeki ricasına da aldırış etmedi.

“İran’ın içişlerine karışamayız” dedi Sober. “Şah, bu tür şeylere izin vermez.”

Dosky, bu konuda daha sert konuşması gerektiğine karar verdi. “Geçtiğimiz yıl, CBS’in benimle yaptığı röportajda, Amerika’nın Barzani’ye nasıl muamele ettiğine dair bazı şeyler anlattım. Ama daha anlatacaklarım bitmedi. Barzani şu anda ölüm döşeğinde. Eğer kendisine tıbbi tedavisi için Amerika’ya geri dönme izni vermezseniz, tüm hikâyeyi anlatacağım.”

Dosky blöf yapıyordu. On yıl kadar sonra kendisiyle yapılan bir röportajda, zaten Schorr a anlattığından daha fazla şey bilmediğini kabul etti. Her halükârda, bilse bile, Barzani konuşmasına izin vermezdi. Ancak blöf işe yaradı.

Endişelenen Sober yanıt verdi: “Bekle, bu konuyla ilgileneceğim ve sana geri döneceğim.”

İki gün sonra, Sober m Dosky ye söylediklerine bakılırsa, Dışişleri Bakanlığı Barzani ye vize vermeyi kabul etmişti. Tek yapacağı şey, pasaportunu Tahranda bulunan Ameri­kan elçiliğine göndermekti. Ancak, Barzani, Iranlıların ona pasaport vermesini nasıl sağlayacaktı? Dosky bunu sordu. “Bu bizim meselemiz değil” yanıtını aldı Sober’den. Bunun üzerine Dosky çılgına döndü:

“Siyasi olarak Barzani’yi öldürdünüz. Fiziksel olarak da mı öldürmek niyetindesiniz? Adam hasta. Buraya gelip tedavi görmesi gerekiyor. Onu bu tedaviden mahrum bırak­mak, onu öldürmekle eşdeğer. Bunun hiçbir anlamı yok. İran ile ilişkileriniz hayli iyi. Barzani’ye tedavi için buraya gelme izni vermeniz, ne size ne de İran’a bir zarar verir.”

Dosky, karşı tarafta bir etki yarattığını görebiliyordu. “Sizi bir iki gün içerisinde arayacağım” dedi Sober.

Üzerinden kırk sekiz saat geçtikten sonra Dosky, Dışişleri Bakanlığına geri döndü. “Tamam,” dedi Sober. “kanlıların General Barzaninin gitmesine izin verecekleri bilgisini edindik. Ancak, Barzaninin ABD’de kalmasının bazı koşulları var. Bu kez, masraflarını kendisi karşılayacak ve ne medyayla görüşecek ne de siyasi açıklamalarda bulunacak. Dosky onay verdi; ancak onun da bazı koşulları vardı. Bu kez Barzani CIA’in deneti­minde olmayacaktı. İstediği yere gidip istediği kişiyle istediği kadar görüşebilecekti; basın ile görüşmeyeceğini de kabul ediyordu.

Yeniden ABD Topraklarında

Haziran 1976’da Molla Mustafa Barzani, ikinci kez John F. Kennedy Havaalanına indi. Barzani’yi karşılamak üzere terminalde bulunan Dosky, Kürt lideri beklemekte olan CIA yetkilisini uzun boyundan hemen fark etti. Adam, sadece Barzani’yi karşılamak üzere geldiğini kabul etmedi; onu daha evvelden tanıyordu. Bununla birlikte, CIA, Barzani’yi gölge gibi takip etmeye devam etti. Barzani, check-up ve tedavi için Mayo Clinic’e gittiğinde, orada da bir CIA görevlisi bulunuyordu. CIA bu kez onun için Shoreham Otel’de lüks bir süit kiralamıştı. Ağustos ayı başında, Barzaninin CIA ve Dışişleri Bakanlığından üst düzey yetkililerle bir araya geldiği bir akşam yemeği de CIA’in ev sahipliğinde gerçekleşti.

Bir yıl önce olduğu gibi, CIA ve SAVAK, İran’a geri dönmesi için Barzani’yi ikna etmeye çalıştı. Ancak bu kez bu çaba reddedildi. Halen Amerikan kamuoyunu etkilemek üzere çalışabileceğini düşünüyordu. İran’da Kürtler için hiçbir şey yapamayacağının farkındaydı; ayrıca orada ihtiyaç duyduğu tıbbi titizliği de bulamazdı. Barzani İran’a geri dönmeyi reddedince, CIA de ona açtığı finansman musluklarını kapattı. Dosky onun için Georgetown un eteklerinde bir ev buldu. Burada yaklaşık bir yıl kadar kaldı. Barzani düzenli olarak Mayoya gidiyordu. Ziyaretleri arasında George- town Üniversite Hastanesi ve Sibley Hastanesinde radyoloji ve kemoterapi tedavileri görüyordu. Kanser sürekli gözlem altında tutuluyordu. Artık az çok normal hayatına dönebilecek durumdaydı. Senatör Jackson ve Senatör Proxmire ile, George Meany’le, Kongre üyesi Stephen Solarz ile ve diğerleriyle görüştü. Dışişleri Bakanlığının kendi­sine yaptığı “halkın önüne çıkmama” ikazına giderek daha fazla sinirleniyordu çünkü gazeteciler sürekli olarak ondan röportaj talebinde bulunuyordu.

1977 baharında Uluslararası İnsan Hakları Birliği yönetici direktörü Roberta Cohen, Barzani yi New York’taki ofisine davet etti. O zamanlarda söz konusu kurum, Amerikanın başlıca insan hakları grubuydu. Dışişleri Bakanlığının Barzani’nin ifade özgürlüğü hakkını ihlal etmesine sinirlenen Cohen, bunun üzerine, federal hükümetin (bir Amerikan vatandaşı olduğu için) kendisine gazetecilere konuşmama uyarısı yapa­mayacağı çıkarımında bulundu. Cohen, yaşlı Kürt savaşçıyı aynı odada muhabirlerle bir araya getirdi, Barzani ye sorular yöneltilmesini sağladı ve Barzani nin yanıtlarını kendi ağzından muhabirlere iletti. Bu maskaralık, Dışişleri Bakanlığını oldukça sinirlendirdi; ancak o dönemde artık dışişleri bakanlığı koltuğunda Kissinger oturmuyordu ve insan haklarına saygıyı ön planda tutan Demokrat bir yönetim başa gelmişti. Barzani nin artık sınır dışı edilme gibi bir endişesi kalmamıştı.

Barzani nin yaptığı lobi çalışmaları sayesinde, Kongre, bin kadar Iraklı Kürdün Amerika’ya mülteci olarak kabul edilmesine izin verdi; ancak bununla kaldı. Amerika’nın politikasının değişmesini veya Kürt sorununu Amerikan dış politika gündemine yer­leştirmeyi sağlayamadı. Kürtler yok sayılmaya devam edildi ve giderek de Barzani gözden düştü.

Dosky’ye bakılırsa, Barzani, ABD’ye bir zamanlar duymuş olduğu güvenden sü­rekli yakınıyordu: “Amerika’da nereden geldiği dahi bilinmeyen bu kadar farklı insa­nın yaşadığını bilseydim, bu işe asla kalkışmazdım” demişti bir keresinde. Bir başka konuşmasında da şöyle söylediği bilinir: “CIA’in Kongre ve Amerika halkı tarafından bu kadar sevilmediğini, bu ulusun bir parçası olmadığını nereden bilebilirdim ki?” yılı başından 1979 Martında ölene dek, Barzani sürekli bir başarısızlık hissiyle yanıp tutuştu. Sık sık başkalarını suçlasa da zaman zaman sorumluluğu üstlendi. Bir keresinde 1977 yazında Barzani, Washington’da Kazzaz, Dosky, Kerim ve Londra eski temsilcisi Cemal Alemdar ile birlikte bir Orta Doğu restoranında öğle yemeği yerken, masalarına bir adam yaklaştı ve onlarla Arapça konuştu.

“Siz Kürtsünüz değil mi?” diye sordu.

“Kürtçe konuştuğunuzu işittim.” Adam Süryaniydi; Barzani’nin isyanının çökmesinin sonucunda Kürtler kadar o da acı çekmişti. Barzani’yi tanımayan bu adam, sözlerine şu şekilde devam etmişti.

“Söylesenize, Barzani denen o adamın zeki oldu­ğuna nasıl inandık?

İran şahına güvenmek kadar aptalca bir işi yapan bir insan zeki olabilir mi?”

Barzani, bu sözler karşısında sessiz sedasız oturdu; diğerleri de adama kendi işiyle ilgilenmesini söyleyip başlarından savdı. Ancak, restorandan çıktıklarında Alemdar, Barzani nin son derece sessiz olduğunu fark etti. Onu teskin etmenin yollarını ararken, Süryani adamın tespitlerinin onu üzmediğini umduğunu söyledi. Barzani, “Hayır” dedi. “Söylediği her şey doğruydu; ben çok salaktım. Ben bir fiyaskoydum.”

Amerikan dostları da Barzaniyi teskin etmeye çabaladı. Yaşamı boyunca çok büyük işler başardığını anımsattılar ona. Tarihte “büyük adam” olarak anımsanacağını söylediler. Ancak hatıralarını yazmasını istediklerinde, ret cevabını aldılar. “Eğer ba­şarılı olsaydım yazardım” dedi bir keresinde. “Ancak hayatım bir fiyasko. Anlatılacak bir şey yok.”

Barzani nin kanseri, 1978 sonuna kadar gözlem altında tutuldu; bu tarihten sonra da hızlı bir yayılma sürecine girdi. Koşulları kötüleşti, yatalak oldu, Ocak 1979 başında da Mayoya geri döndü. Barzani buradan ayrıldığında, ona bakan Doktor Doskyye üzgün bir ses tonuyla şöyle dedi: “Burayı bir daha görebileceğimi sanmıyorum.”

Barzani, McLean deki evine geri döndü. Şubat başında, artık doktorların onun için yapabilecekleri bir şeyin kalmadığını anladı. Evine dönüp -her ne kadar Iran Kürdistanı olsa da- Kürt topraklarında ölmek istediğini açıkladı. Dosky’yi Tahran uçuşunu ayarlamakla görevlendirdi; ancak plan kısa süre içerisinde sıkıntıya düştü. Havayolları şirketi, Barzani nin uçuş sırasında bir oksijen tüpü istediğini öğrenince, bu uçuş sonucunda hayatta kalabilecek kadar iyi olduğuna dair tıbbi bir belge talep etti. Dosky ise özel bir uçak ayarlamaya çalıştı; ancak onun da fiyatı çok ama çok yüksekti.

Barzani McLeandeki evindeyken Şubat ayının son haftasında sağ kolu davul gibi şişti. İdris, Dosky ve Muhsin Dizayi (kendisi Barzani nin kadim destekçisiydi) onu derhal hastaneye götürmek istediyseler de, Barzani bu tavsiyeyi reddetti. “Artık benim için yapılacak bir şey kalmadı” dedi. Ancak doktor onu zorla çağırdı ve kolundaki şişliği indirmek gerektiğini söyledi. Barzani, Georgetown Üniversite Hastanesine gitti. Dosky ve Barzani nin genç torunu Ferhad Barzani, orada onunla birlikte her gün sabah 7den akşam 7 ye kadar kaldı; İdris ve Muhsin Dizayi ise gece nöbetini üstlendi. Mart ayı başından itibaren Barzani nin durumu iyileşmeye başladı; hatta doktorları İrana dönmesi için belge hazırlamaya söz verdiler.

Dosky ve Ferhad, 3 Mart 1979 sabahı hastaneye geldiklerinde Barzaniyi oldukça iyileşmiş gördüler. Ayağa kalkmıştı ve artık acısı olduğundan söz etmiyordu. O gün olaysız geçti. Öğleden sonra saat beş civarında yatağından kalkıp odasındaki oturmak istedi Barzani. Ne Dosky ne de Ferhad bunda tuhaf bir şey görmediler; daha önce de kaç kez benzer şeyleri yapmışlardı. Dosky koltuğu yatağın yanına çekti; güçlü kuvvetli Ferhad da dedesinin arkasından destek çıkarak onu koltuğa oturtmaya ça­baladı. Ancak Ferhad dedesini kaldırmaya başlamışken, dedesinin yüzünün giderek kızardığını fark etti. Anında ara verdi. Barzani bir an dinlendi, ardından torununa yeniden denemesini söyledi. Ferhad, bunu yaparken kendini iyi hissetmiyordu, ancak emre itaat etti. Dedesinin emirlerini hiç sorgulamazdı ne de olsa...

Ferhad onu ikinci kez kaldırdığında, Barzani kıpkırmızı kesildi, başı yana düştü. Dosky derhal bir hemşire çağırdı ve dakikalar içinde doktor geldi. Molla Mustafa Barzani’nin öldüğünü teyit ettiler.

Ferhad derhal başucundaki telefondan îdris dayısını aramaya yöneldi. Kendisi McLean’deki evindeydi. Normalde evin numarasını ezberden bilirdi, ancak şimdi anım- sayamıyordu. Ahizeyi geri bıraktı ve kendisini toplamaya çalıştı. Bir kez daha telefonu eline aldı; ancak aklına sadece birkaç rakam geliyordu. En sonunda Doskyden telefonu öğrendi de arayabildi.

Ceset, Washington’da bir cenaze evine götürüldü. Ertesi gün yüzlerce Kürt’ten oluşan kalabalık, ölen liderlerine son görevlerini yerine getirmek üzere bekleme odasına doluştu. 5 Mart 1979da Barzani nin eşyası ve tabutu, îran Havayolları Boeing 747 nin birinci sınıf kabinine yerleştirildi. idris Barzani, Ferhad Barzani, Muhsin Dizayi ve Muhammed Dosky, İrana kadar olan uzun yolculukta tabutla birlikte oturdular.

Tahranda, ertesi gün parti üyelerinden oluşan kalabalık bir grup, Barzani’yi evinde karşıladılar. Erkekler havaya ateş açıyorlar, kadınlar ağıt yakıyorlardı. Tanınmayan ulu­sun çığlıkları, Kürt dağlarında yankılanıyordu.

Barzani ölünce, hataları bağışlandı. Artık o bir fiyasko değil, bir kahraman olarak anılıyordu. Kürt halkının görüp görebileceği en yüce kahramandı. Tarih, 6 Mart 1979 idi: Şah Muhammed Rıza Pevlevi’nin Cezayir uçağından inmesinin ve Barzani ve hal­kını sürgüne götüren emirleri vermesinin üzerinden dört yıl geçmişti. Aynı zamanda Şah’ın devrilip halkı tarafından lanetlenmesinin üzerinden de sadece birkaç hafta...

Kissinger’ın Barzani’ye mektubu

Kürdistan Demokratik Partisinin 1970’li yıllar boyunca Washington temsilciğini yapmış olan Muhammed Dosky’nin kişisel dosyaları arasında, aşağıdaki “isimsiz kâğıt” yer almaktadır. Bu mektubun üzerinde bir başlık ve gönderenin ismi bulunmuyor. Sadece baş harfleri (H.K.) okunuyordu. Bunun ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissingerdan Mustafa Barzani ye CIA üzerinden gönderilen bir mektup olduğuna inanıyoruz.

22 Şubat 1975

Sayın General,

22 Ocak 1975 tarihli mesajınızı almaktan dolayı onur duyuyorum. Size ve halkınıza ve göstermekte olduğunuz yılmaz çabaya karşı beslediğim hayranlığı bilmenizi isterim. Çok büyük zorluklarla karşılaştınız. Askeri ve siyasi duruma dair yaptığınız değerlendirmeyi okumaktan memnun oldum. Mesajlarınızın Amerikan Hükümeti nezdinde en üst düzeyde ciddiyetle okunduğunu bilmenizi isterim, çünkü size önem veriyoruz.

Amerikan Hükümetine durum hakkında daha fazla bilgi vermek üzere Washington’a güvenilir bir ulak göndermek istersenizmemnuniyetle karşılarız.

Bu zamana dek yaptıklarımızı devam ettirmemiz için gizliliğin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden desizinle burada kişisel bir toplantı yapmak konusunda çekimser davrandım. Ayrıca sizin kişisel güvenliğiniz de bir endişe kaynağı oluşturuyordu.

Yanıtınızı sabırsızlıkla bekliyorum.

En içten saygılarımla, H.K.

 

Kaynak:
http://www.meforum.org/220/the-last-years-of-mustafa-barzani

Ömer ÖZKAYA, Amerikan İstihbarat Belgeleriyle Kürtler, Pegasus, İstanbul, Mayıs, 2013, sh:385-410

 

 


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar