“GÜL VE HAÇ KARDEŞLİĞİ” (ROSE CROİX) (GÜL HAÇ ÖRGÜTÜ)
"Avrupa'daki en esrarengiz örgüt 'Gül ve
Haç Kardeşliği', 'Tapınak Şövalyeleri' ve masonlar 18. yüzyıldan bu yana ortak
bir strateji izleyerek Avrupa Birliği'ni kurmaya çalışmaktadır. Son yüzyılda,
özellikle Avrupa siyasetinin 'perde arkasındaki' en güçlü temsilcileri bu üç
gizli örgüttür."
1188’de Prieree De Sion MS 46 yılında kurulan
ORMUS (inisiye edilenler tarikatı veya tekris edilenler tarikatı) isimli
tarikatın bir adının da l’Ordre de la Rose-Croix Veritax olduğu, bir rivayete
göre de Isa’nın çarmıhtan inip bu tarikatı kurduğu söylense de, Dames Frances
Yates’e göre ilk ismine 1614’de yayımlanan Fama Fraternatis’de, Confessio
Fraternatis ve The Chemical Wedding of of Christian RosenKreuz’ da rastlanır.
Bu devirde yazılan ve Rosy Cross Manifestoları olarak bilinen üç eser bir
Hıristiyan olan Rossy Cross’dan ve allegorik bir efsaneden ve bir manifestodan
bahseder. Almanya’da 1378’de doğan Rosy Cross Anadolu’ya ve kutsal topraklara
gitmiş 106 yaşında 1484’de ölmüştür. Bu eserler simya ile, gizli bilimle ve
tıpla uğraşan kiliseye karşı olan gizli bir topluluğun varlığından dem vurur.
Eserlerde masonik sembolizm ve dolaylı anlatım kullanılır. Bu yazılarda
belirttiğimiz gibi Boyle ve Leonardo da Vinci’den, Isaac Newton’a kadar pek çok
bilim insanı bu gizli örgüte üye olmuş ve bu örgüt sayesinde kendini
geliştirmiştir. Örgütün tüm özellikleri masoniktir ve Tapınak Şövalyeleri ile
ilişkileri olduğuna kesin gözüyle bakılmaktadır. Daha sonra ABD’ye masonluğu
getiren kişiler ve Benjamin Franklin’in kendisi bile Gül Haç örgütünün iç
çekirdeğindendir. Manifestolar insanlık için çalışan kardeşlik ve iyiliği yayma
motiflerini işler, Fransız Ihtilali ve Amerikan ihtilalinde de gelişen devrimci
masonik örgütlenme Rose Croix ile içiçedir. Gül Haç isminin de çok sembolik bir
anlamı vardır (detaylar için Baigent 1983 ve Barret 1999) Rose Croix ayrıca pek
çok yönü ve mistik işlevi ile Kabalizmle içiçedir, bu da hem Yahudilerden hem
de konuyu işleyen Tapınak Şovalyelerinden geçmiş bir gelenektir. 1623’de Gül
Haç örgütü Pariste çok yaygındı ve bazı üyelerinin görünür, bazı üyelerinin de
görünmez olduğu ve görünmez olanların şeytanla işbirliği içinde olduğu
dedikodusunu doğurmuştur. 1640’larda Avrupa ve Ingiltere’de pek çok Rose Croix
örgütü mevcuttu ve Ashmole ve Lilly tarafından Londra’da 1646’da kurulan bir
locanın Hür ve Kabul Edilmiş masonluğun, Tapınak Şovalyeleri ile birlikte
temeli attığı iddia edilmiştir. 17. Yüzyıldan sonra Gül Haç örgütü masonluktan
daha gizli ve daha ölümcül bir biçimde devam etmiş ve bir kola ayrılarak
ILLUMINATI’yi oluşturmuştur. Rose Croix o kadar gizlidir ki, halen sürüp
sürmediği bile resmi olarak bilinmemektedir. Şeytana taparlar mı? Bu konuda
belirsizdir, ama 20. yüzyılın başında GOLDEN DAWN (ALTIN GÜNDOĞUMU) isimli koyu
okkült, kara büyü ve satanizm örgütünü kuran Aleister Crowley’in Rose Croix
örgütünden olduğu iddia edilmektedir, aynı zamanda Crowley Hür, Kabul Edilmiş
Masonlar Locası’nda Büyük Üstadlık yapmış, Skoç ritinde de 33. derece mason
olmuştur.
Rose Croix örgütünün hiç bir zaman yok
olmamıştır. Fakat başka örgütler doğurmaya devam etmiştir. 16. yüzyıldan beri
gerek masonluğun, gerekse ILLUMINATI’nin ve Skulls and Bones Society’nin
doğuşunda etkin rol oynamıştır. Ama Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar resmi ve
kanuni bir dernek olmasına karşın, ne ILLUMINATI ne de Rose Croix ortaya çıkıp
kendini gösteren birer dernek değildirler ve masonluğu kendilerine üye çekmek
için bir havuz olarak kullanırlar. Yani daireler içiçedir. En içteki dairede ve
çelik çekirdekte hangi mistik gizli örgütün yüzyıllarca etkili olduğu meçhul
kalmıştır.
Aytunç
Altındal bu konuda bir eser hazırlamıştır. Konu hakkında bu eseri referans
alarak birçok kitap üretilecek kadar bilgi ile doludur. Okumayanların okumasını
tavsiye ediyorum. Günümüz meselelerine
ışık tutacak kitaptan birkaç alıntıyı aşağıda sunalım.
Kitaptan alıntılar
Geçtiğimiz
yılın (2002) Nisan ayında Sayın Suat İlhan Paşa'dan bir mektup almıştım. Benden
AB Bayrağı'ndaki 12 yıldızın sembolik anlamlarının ne oldukları konusunda 30
sayfalık bir açıklama yazmamı istemişti. Bu ricayı bir kitap yazarak yerine
getirdim. 30 sayfalık kısa bir açıklama yazmaktansa, kanımca, kalıcı olabilmesi
ve geniş bir okur kitlesi tarafından okunabilmesi için böylesi daha iyi
olacaktı. Umarım yararlı olur...
AB ile
Türkiye ilişkileri, bu kitabın yazıldığı dönemde yine Türkiye'nin en önemli
meselelerinden biriydi. Kişisel görüşüm: Türkiye'nin AB üyeliği için gerçek
engeli İslamiyet değildir. AB'yi kuran ve yönetenler "Takiyye" yapıyorlar. İlginçtir ki, "Takiyye" İslami değil, Kilise
Hıristiyanlığının bir buluşudur. Dileyenler Yeni Ahit'in Aziz
Paul'la ilgili bölümlerini -bizzat Paul'un ağzından-okusunlar, anlayacaklardır.
AB'de
Kilise Hıristiyanlığı olmayacak, Papa'nın tüm girişimleri, bakın, akim kaldı.
AB'de Gnostik-Maso-nik Hıristiyanların Birliği ve Tanrısı ve Ahlakı
yönlendirici olacaktır. Adamlar kendi uluslarının kiliselerini dıştalarken,
1400 yıldır, değişmemiş ve değiştirilememiş bir Kutsal Kitabı (Kuran) ve onun
Peygamberi'ne yürekten bağlılık duyan Türkleri, nereye koysunlar?
AB Anayasa Konvansiyonu Başkanı eski Fransa Cumhurbaşkanı
Valery Giscard d'Estainq'in 3 Eylül 2003'te yaptığı uyarı ilginçtir:
"TÜRKİYE AB MUKTESEBATINI HAZMEDEMEZ. TÜRKİYE'Yİ ALDATMAYA SON
VERELİM."
Giscard,
şu yıllarda Avrupa'da yaşayan en kıdemli masonların başında gelmektedir.
1972'den bu yana "Gül ve Haç
Şövalyeliği" de dâhil, birçok Masonik-Gnostik unvanın
taşıyıcısıdır. Giscard'ın dediği doğrudur. AB'ye Vatikan ve Papa BİLE resmen
alınmazken Türkiye, ne olduğu belirsiz laiklik anlayışıyla AB'nin hangi
Gnostik-Masonik standardını "Hazmedebilecek" ki?
Bunları ve
diğer hususları, bu "Göze Görünmeden" hayatlarımıza yön veren
gizli kişileri ve örgütleri kitapta okuyacaksınız. Örneğin, kitapta ayrıntılı
şekilde anlatılmış olan MRA adlı Masonik-Evangelist
örgütün üyesi ve AB'nin kurucusu Jean Monnet'i bulacaksınız. AB, özellikle
Türkiye'ye TC Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla yıllardır "Burslar" veriyor. Diğer bir örnek de Leonardo da
Vinci'dir. AB'nin en önemli eğitim programı ve dev fonları da "Leonardo Projesi" adı
altında Türkiye'deki belirli kişi ve kurumlara aktarılıyor. AB'ye girebilir
miyiz, yoksa bize "Takiyye" mi
yapıyorlar, kararı siz verin.
“Christendome'da
çeşitli adlar birer kod olarak kullanılmaktadır. Monoteizm Geleneği'ne en çok
sembol, şifre ve kod sokmuş olan inanç sistematiği Hıristiyanlık'tır. Bu
nedenle Hıristiyanlık gerçekte bir "Din"den çok bir "Cult/kült"te
bulunması gereken özellikleri yansıtmaktadır. Hıristiyanlık'ta örneğin, İncir,
Balık, Yılan, Güvercin ve Kuzu vd. adlar birer kod olarak kullanılmaktadır.
Bunlardan Güvercin 'Kutsal Ruh'un,
Kuzu ise 'İsa Mesih'in kodudur.
Kutsal
Kitap'ta ilginçtir ki, yaklaşık 100 kadar bitkiden ve iki düzine kadar da
çiçekten söz edilmektedir. Ancak bu 100 bitki ve çiçek için sadece 14 İbranice
kök sözcük kullanılmıştır. Kutsal Kitap'ta, koku ve şifa veren bitkiler,
çiçekler, tahıllar, meyveler ve sebzeler belirli önemde yer tutarlar. Tanrı'ya
sunulabilecek güzel kokulu bitkiler olduğu gibi yenilmesi ya da törenlerde
kullanılması yasaklanmış ağaçlar, bitkiler, sebzeler ve kökler de vardır. Bu
anlamında Kutsal Kitap'ta 'Autocton' (belirli bölgeye ait olmak) bir Habitat
(doğal ortam, yetişme ortamı, vatan) vardır. Ve bazı dinsel yasaklar, özellikle
de Yahudilik'te, bu Habitat dikkate alınarak konulmuştur. Yahudilik'te ve
Hıristiyanlık'ta dinsel törenlerde ve kutsamalarda belirli bitkilerin ve bunlardan
elde edilen yağların başa ve ayaklara sürülmesi geleneği vardır.
Örneğin,
İsa'nın ayakları, Hıristiyanlık'taki üç kutsal Meryem'den biri olan Martha ve
Lazarus'un kız kardeşi tarafından yağ sürülerek kutsanmıştı. (Lk:10:38:Jn:2,
20,32,12:3). (Not: Lazarus, İsa tarafından ölüyken diriltilmişti.)
Kutsal
Kitap'ta adından tam olarak söz edilmediği halde ilginçtir ki daha sonra
Hıristiyanlık'ta en önemli kod haline gelen çiçek, Gül'dür. Kutsal Kitabın
Yahudiler için olan Eski Ahit bölümünde, günümüz İngilizcesine "Gül"
(Rose) olarak çevrilmiş olan bu çiçekten sadece iki yerde söz edilmiştir.
Tevrat'taki adı "Chabazzelet" olan bu çiçeğin gerçekte "Gül"
olup olmadığı bilinmemekte ve/fakat o olduğu varsayılmaktadır. Muhtemelen "Crocus"
türü bir çiçektir bu ama daha sonra Hıristiyan yorumcular tarafından yer
aldığı bölüm dikkate alınarak bir "Cult" sembolü haline
getirilmiştir. Gül'den Eski Ahit'teki Isaiah Kitabı'nın 35.Bab'ında konu
edilmiştir. Bu bölüm İsrail'e yakında bir "Kurtarıcının / Redeemer"ın
geleceğinin muştulanışını anlatmaktadır. Metin şöyledir: "Kıraç
topraklar coşacak ve yeşerecek, tıpkı 'crocus' (chabazzelet) goncası gibi
açacak." Bu metinde açılan Gül'ün Karmel Dağı'nın ve Sharon'un
görkemini yansıtacağından da söz edilmektedir. Eski Ahit'in başka bir kitabında
da "Sharon'un Gülü" diye bir 'Şarkı' vardır. Metin şöyledir: "Ben
Sharon'un bir gülüyüm, vadinin sümbülüyüm (veya zambağı)." (SS 2:1)
Bu metinde yer alan "Sharon'un Gülü" Yahudiler için "Beklenen
Kurtarıcı"yı simgelerken, aynı kodu kullanan Hıristiyan yorumcular
bunu başka bir kişiye mal etmişlerdir.
Yahudilik'te
olmayan bu yeni Kod, Hıristiyanların sadece Katolik mezhebinde vardır ve "Bakire
Meryem"e verilmiş olan adlardan/sıfatlardan biridir. Hıristiyanlık
böylelikle kendi dinsel meşruiyetinin Yahudilik'te bulunduğunu göstermek
istemiştir. Öyle ki, Bakire Meryem adına tesmiye edilen "Map-pa" denilen
tılsım ve haçlarda, Meryem'in tasvirinin üzerine İsrail'in Tanrısı JHVH'in
(Yahveh) adı yazılıyordu ve yanına da başlangıç ve son anlamına gelen Grekçe
Alfa ve Omega harfleri (Grek alfabesinin ilk ve son harfleri) ekleniyordu. Ayrıca
JHVH'in 72 adı ve çift "Tau Haçı" (TT) tılsımı tamamlıyordu.
*****
1710'da
Sincerus Racatus adını kullanan Sigmund Richter adlı bir Alşimist "Altın
ve Gül Haç Kardeşliği Örgütü'nün gizli yöntemine göre gerçek ve mükemmel
Felsefe Taşı'nın hazırlanması"
adlı bir risale yayınladı. (Not: Risalenin İngilizce adı şöyledir: A Perfect
and True Preparation of the Philosophi-cal Stone according to the Secret
Methods of the Brotherhood of the Golden and Rosy Cross.) Bunu 1785'te yayınlanan
"Gül ve Haç Kardeşliğinin Gizli Sembolleri" adlı kitabın
Altona'da yayınlanışı izledi. Daha önce 1618'de Henrichus Neuhaseus adlı
bir Adept, Latince yayınladığı bir risalesinde Gül ve Haç'ın Hindistan ve
Tibet'e geri döndüğünü bildirmişti. Buna göre yaklaşık 150 yıl sonra örgüt
yeniden Alman topraklarına dönmüştü.
*****
Gül ve
Haç’ın gizli terminolojisinde bazı ülkelerin ve ulusların adları da "Kod
ve Şifre" olarak kullanılmıştı. Örneğin Kıbrıs, bu gizli dilde
"Bakır" ve "Venüs" anlamında kullanılıyordu. "Fama
Confessio"da "Kıbrıs'ı Al, Türk Çıksın" şeklinde bir
deyiş vardı ve bu da gerçekte ne Kıbrıs Adası'nı ne de Türk ulusunu
işaretliyordu. Bu gizli deyimde Kıbrıs,
Venüs'ü yani "Dişil
Prensibi", Türk sözcüğü ise
"Bilinçaltını, yani Kalpgözünü" simgeliyordu. Dolayısıyla
R.C.'nin Kıbrıs'a gidişi ilkin Venüs ile hesaplaşması anlamına geliyordu.
Katolik Kilisesi'nde bunun adı "Penance" idi. Türk işte bu
hesaplaşmadan sonra ortaya çıkacak olan spiritüel yükselişi temsil ediyordu.
Kafası sürekli olarak Venüs ile, yani Dişil Prensip’le meşgul olan bir erkeğin
Türkleşmesi olası değildi.
Kıbrıs
bilindiği üzere bakırın keşfedildiği ve mitolojiye göre Venüs'ün sahile
çıktığı yerdir. Kıbrıs (Cyprus) aynı zamanda Hıristiyan Teolojisinde "Cyprian"
olarak geçer. İS 240 yıllarında, Hıristiyanlığın ağır baskı gördüğü bir
dönemde, Kartacalı bir avukat-hukukçu, Thascius Cyprianus (Kıbrısi) cesaretle
ortaya çıkarak onları sadır.
Yeri
gelmişken AB'nin kuruluş aşamasında yaşanmış ilginç bir gelişmeden de söz
edelim. 1950'li yılların başlarında AB'nin ilk uluslar ve devletlerarası
görüşmeleri başladığında ilk dört devlet gelecekte kurulacak olan AB'nin
bayrağının nasıl olacağını da gündeme almışlardı. Uzun süren çabalar sonucunda
bir bayrak modeli kabul edilmişti. Bu bayrak bugünkünden çok farklıydı. Sarı
zemin üzerine yuvarlak bir daire çizilmiş ve ortasına da 4 köşeli bir haç konulmuştu. Bu haçın rengi kırmızıydı. Daha sonra
bu haçlı Bayrak, kurucu üyesi olduğu halde asil üye yapılmayan TC Devleti'ne
kabul ettirilmek istendi fakat Türkiye, çok ilginçtir ki, İslam dinine bağlı
olduğunu öne sürerek bu kırmızı Haçlı AB Bayrağı'nı kabul etmeyeceğini ve
değiştirilmesi gerektiğini bildirdi. Bugünkü AB Bayrağı Türkiye'nin itirazı
üzerine AB'nin değiştirilerek kabul edilmiş olan ikinci bayrağıdır.
AB'nin ilk
dört köşeli kırmızı haçlı bayrağını kendi İslami değerleriyle çatışacağı
endişesiyle reddeden TC Devleti, nedir ki bu reddiyesinden bir süre sonra yine
dört köşeli başka bir haçı güle oynaya sembol olarak kabul etmişti. Bu haç
ünlü NATO'nun sembolü olan Mavi Haç'tır.
İlginçtir ki askeri savunma amacıyla kurulmuş olan Kuzey Atlantik Paktı'nın sembolü de bir haçtır. Buna rağmen Türkiye
bu haça hiç itiraz etmemiştir. Askeri bir örgütün sembolü niçin haçtır diye
sorulmamalıdır, çünkü AB'nin ilk sekiz ülkesinin üst yöneticilerinin ve egemenlerinin
tamamı da geçmişte Tapınak Şövalyeleri diye bilinen gizli Askeri-Dinci örgütün
üyeleriydiler. Yaptıkları tek değişiklik kendi sekiz köşeli haçlarını
-günümüzde Malta Haçı diye bilinir- 4 köşeli düz haç ile değiştirmiş
olmalarıydı.
*****
Roma
hukukuna göre kişi(lere)ye Çarmıh cezası verilebilmesi çok uzun bir süreçte
tamamlanıyordu. İsa Mesih'in döneminde bu cezaya çarptırılabilmesi için
kişinin, bağlı olduğu dinsel cemaatin tam onayının alınması gerekiyordu. Yeni
Ahit'te belirtildiğine göre bölgedeki Romalı Vali Pilatus İsa'ya defalarca
Çarmıh'tan kurtulabilmesi ve serbest kalabilmesi için fırsatlar vermişti ama
Yahudi cemaatinin önderleri İsa'nın mutlaka idam edilmesi gerektiği hususunda
ısrarcı olmuşlardı. Pilatus son olarak İsa'yı sarayının önüne çıkarmış ve bir
kez daha affedilmesi için Yahudilere göstermişti. Yahudiler, bunun üzerine İsa
ile birlikte ama adi suçtan idama mahkûm edilmiş olan Barabbas'ı affetmesini
fakat İsa'yı idam etmesini Pilatus'tan istemişlerdi. Vali de, bunun üzerine,
haydut olarak tanınan Barabbas'ı affetmiş, İsa'yı ise ölüme mahkûm etmişti.
(NOT: Bu Barabbas'ın haydut değil, Yahudilerin lideri olduğu da söylenir.)
Ancak, Pilatus ilginç bir söz söylemişti: "Bu
zavallı adamın kanı benim ellerimde değildir. Siz bu kanı taşımayı kabul
ediyor musunuz?" Yahudiler bu sözler üzerine bağırarak; "Onun kanı, her zaman bizim elimizde
olsun, as onu!" demişlerdi. İsa Mesih'in Çarmıh'a gerilmesi bundan
sonra olmuştur. Şu da bir gerçek ki, İsa'nın kanı son 2000 yıldır hep
Yahudilerin üstünde olmuş ve milyonlarcası, Çarmıh'ta değil ama, yakılarak
idam edilmiştir. Şunu da geçerken belirtelim ki, İSA, 'TANRI'NIN OĞLU' OLDUĞU
İDDİASINDAN DOLAYI DEĞİL, 'YAHUDİLERİN KRALI' OLDUĞUNU İDDİA ETMESİNDEN DOLAYI
İDAM EDİLMİŞTİR.
Avrupa
tarihinde işkence ve ölüm cezaları da belirli bir hiyerarşiye göre yapılırdı.
Her suçluya aynı işkence yapılamaz ve örneğin ırz düşmanı biriyle, gözden
düşmüş bir devlet adamı aynı 'idam' tarzıyla öldürülemezdi. Yakılarak idam, Çarmıh'taki idamdan daha
soysuz bir idam şekliydi.
İşkence
çeşitlerinden en korkuncu 8. Henry döneminde Şansölye olan ünlü Ütopyacı Thomas More tarafından uygulanmıştı.
16.yy'dan bu yana 'Aydınlanman',
'Bilimsel Düşüncenin' öncüsü vs. gibi sahte
yaftalarla, özellikle solcu gençlere bir ilah gibi tanıtılan Thomas More,
"Sıfır" hoşgörü sahibi bir siyaset cambazıydı. O dönemde daha
yeni filizlenen Protestan hareketine şiddetle karşı çıkmıştı ve Papa'nın
"Koruma Köpeği" (Natchdog) olarak tanınıyordu. More,
Protestanlığı yaydıklarından kuşkulandığı 26 İngiliz hakkında, bağırsaklarının
deşilerek, suçlu tarafından taşınması cezasını vermiş ve bu fermanların altına
imza atmıştı! Ütopyacı More'un bir diğer kariyeri de, Protestan kadınlarla
ilgiliydi. Buna göre, Ütopyacı More, "Tüm Protestan kadınlar fahişedirler,
onlara tecavüz suç değildir," diyebilmişti.
İsa'nın yaşadığı dönemde Çarmıh'ta idam edilmesine
karar verilmiş kişi ve/veya kişiler önce çırılçıplak soyunurlardı. Üstlerinde
giysi olmamasının nedeni, bunların tıpkı hayvanlar gibi, giyimli olmaya layık
görülmedikleri gerekçesine bağlıydı. GİYSİ,
(TESETTÜR=ÖRTÜNME) ONLARI İNSAN YAPIYORDU. Çıplaklaştırılan kişi sırtına
yüklenen haçını taşımak zorundaydı. Sırtında haçıyla çıplak olarak, kentin en
işlek sokaklarında dolaştırılıp idamların yapıldığı Calvary'ye getiriliyordu.
Ancak bu Haç taşıma işine bir de dayak eklenmişti. Haçını taşıyarak ölümüne
yürüyen kişiye "Flagellant" denilen kişiler, uçları demir iğneli kırbaçlarla
vurmak zorundaydılar. Bundan amaç, işlediği suçun kefaretini ödemesi anlamına
geliyordu.
NOT: Daha
sonra 11-15. yy'da ve özellikle 14.yy'da Flagellantlar diye bilinen bir tarikatın
üyeleri Kilise'den sapanları kırbaçlayarak yola getiriyorlardı. Bunlar
Avrupa'da "Anti-Semitizm"i yeniden canlandırdılar. Kent kent
dolaşarak Katoliklerden önce, Yahudileri cezalandırdılar, evlerini yaktılar,
erkeklerini öldürdüler. Flagellantlar, 1348-1349 yılları arasında başlayan Kara
Veba salgını sırasında, Yahudilerin, Türk sultanlarının emriyle, sütlere ve
sulara zehir karıştırdıklarını öne sürerek bu cinayetleri işlemişlerdi. Flagallentler kendilerini
cezalandırmak için vücutlarını bıçakla keserler ve kanatırlar. Bu gelenek günümüzde bazı manastırlarda ve
İran Şiileri'nde, Uzakdoğu Katolikleri arasında yaşanmaktadır.
Dönelim Çarmıh'a... Çıplak olarak ve
kırbaçlanarak haçını Calvary'ye taşıyan kişi burada haçı dikeceği çukuru
kazmakla yükümlüydü. İsa'nın döneminde kullanılan Çarmıhlar, (T) Tau haçlarıydı.
Bu haçtaki yatay tahtaya "Patibulum" denilirdi. Suçlu işte bu
Patibulum'a bağlanır ya da çivilenirdi. Roma hukukuna göre, suçlunun taşıması
gereken haçın boyu, 4 metreden uzun ve ağırlığı da 100 kilodan fazla olamazdı.
Suçlu, boyları 18 cm'yi geçmeyecek olan çivilerle (T) Haçı'nın Patibulum'una çivilenir
ve sallandırılırdı. Bu sırada kendisini ölüme mahkûm eden karar yüzüne karşı
okunurdu. Bunlar da iki türlüydü, ya "Humiliores" ya da "Titulus"
şeklinde olurdu. Birincisi adi suçlulara ve esirlere, ikincisi, soylu ölüme
gönderilenlerin boynuna asılırdı. İsa Mesihde Titulus şekliyle asılmıştı ve
üstüne de "Yahudilerin Kralı olduğunu
iddia etmiştir" yazılmıştı. Humiliores, tek dilde, Latince
vazılırken, Tituluslar Latince, Grekçe ve Aramice yazılırdı. Roma Hukuku'na
göre kadınlar Çarmıh'a gerilemezdi. Yahudiler ise kadın suçluları taşlayarak
(recm) öldürürlerdi.
Çarmıh'a
gerilerek Haç'ın üzerinde ölen kişilerin ıstırabı ölmekle bitmezdi. Bunların
cesetleri 40-45 dereceyi bulan güneş ışınlarının altında çürümeye terk
edilirdi. Önce akbabalar, sonra köpekler, sonra da büyücüler bu cesetleri
yağmalardı. Büyü ve sihirle uğraşan ve gizli örgütlerin üyeleri olan kişiler,
cesetlerin belirli organlar (penis, kafa ve dil) ile çivileri çalarlar ve bunları
sihir amacıyla kendilerine başvuran kişilere onları koruyacakları gerekçesiyle
yedirirler ya da verirlerdi. Christendome'da ölü eti yemek çok yaygın bir
gelenekti. Özellikle 15. yy'da Avrupa'nın soyluları, cinsel güçlerini
arttırdığı gerekçesiyle 'Mumya' eti yerlerdi. Mısır'dan ve diğer
yerlerden yapılan ticaretin kalemlerinden biri de toz haline getirilmiş
mumyalardı!!!
Haç sözcüğü
(İng. Cross, Fra. Croix, Alm. Kreutz, Latince. Crux) muhtemelen ilk kez
Afrika'da, Kartaca'da kullanılmıştır. Yeni Ahit'te Haç sözcüğü değil, 'Çarmıha Gerilme' (Crucifie) terimi
sadece iki Evangelist tarafından kullanılmıştır. Bunlar birer kez 'Çarmıha
Gerildi' diye yazmışlardı (Mt 28.5 ve Ma 16.6). Ayrıca bunların dışında Paul
tarafından yazılan Acts bölümünde de bir kez yer almıştı.
İlk 350
yıl içinde Hıristiyanlar, çeşitli biçimlerde hazırlanmış olan haçlara
tapıyorlardı. Roma'nın katakomblarında yer alan çizimlere göre, örneğin, III.
yy'da, Priscille adıyla bilinen Kata-kombdaki çizimde haç yoktur ama ilginçtir
ki, bir 'Çapa' (gemilerde, sandallarda kullanılan) vardır. Bu çapanın iki
yanına yüzleri gökyüzüne dönük iki balık konulmuştur. İlahiyatçı (Cizvit)
Bernard Serboue'nün de belirttiği gibi, haçın önemi onun maddesinde değil,
ondaki sırda (mystere) saklıdır. Bu çapa haçında balıklar yeni Hıristiyanları,
Çapa ise Umut'a ve Kurtuluş'a (İsa'nın kurtarıcılığına) bağlanmış olunduğunu
sembolize etmektedir.
Yine ilk
bölümlerde kullanılan bir haç ise üç üst kolu olan ve 4'üncüsü (alt) el olarak
çizilmiş olan haçtır. Alttaki elin, işaret ve ortaparmakları bağlanmış
durumdadır. Bu el 'Tanrı'nın Eli'dir. En güzel örneği, 11. yy'da Yunanistan'da
Hosios Loukas Kilisesi'ndedir. Bu Haç'ın ilginç bir özelliği de bir daire
üzerinde olması ve tüm zemininin 8 köşeli yıldızlarla kaplanmış olmasıdır. Bu
sembollere göre haç, tüm Kozmoz'un 'İmzası'
olan Kurtarıcı İsa'nın ta kendisidir. Böylece hiç kimse ve hiçbir nesne
Haç'ın'İmzasından' aynı ve uzak olamaz (!) deniliyordu.
Nedir ki
Haç'ın Kilise tarafından vazgeçilmez bir kod ve sembol olarak benimsenmesi,
İsa'dan çok sonra, 350'li yıllarda gerçekleşmiştir. Bu yıllarda Konstantin'in
annesi Helena, Filistin topraklarına bir gezi yapmış ve İsa'nın üzerinde idam
edildiği haçın bulunması için araştırmalar yapmıştır. Anladığınız gibi, kısa
bir araştırmadan sonra bu haç, 300 yıl sonra Helena tarafından bulunuvermiş ve
Kudüs Kilisesi'ne armağan edilmiştir. İşte bu müthiş keşiften (!) sonra,
Konstantin'in emriyle Haç, Hıristiyanların sembolü olmuştur. Ne var ki, Katolik
Kilisenin törenlerinde ve ayinlerinde kullanılmaya başlanması (Liturgy'de) XI.
yy'da olmuştur. Kilise 'Good Friday' (Hayırlı Cuma) günleri yaptığı ayinlerde
haç 'Kültünü' kutsamaktadır.
Buna
rağmen Yeni Ahit'teki ünlü Apokalyps bölümünde Haç'tan hiç söz edilmemiştir.
Armegeddon (Mecidiye) Savaşı diye adlandırılmış olan ve Kıyamet öncesi
yaşanacağı varsayılan savaş(lar)da, İsa'nın adının sakladığı 'Sır' esas
alınmış ve Haç'a hiçbir özel 'Kurtarıcılık' atfedilmemiştir.
Haç
Katolik Kilisesi'nin dışındaki kiliseler tarafından da kullanılmaktadır. Haç,
aynı zamanda Kilise mimarisinde de kullanılmış ve birçok kilise haç esas
alınarak inşa edilmiştir. Nedir ki haç 200'den fazla Gnostik, Okültist,
Ezoterik, Alşimist topluluk ve gizli örgüt tarafından da kullanılır. Fakat
Katolik Kilisesi bunları, tehlikeli ve 'Dinsel Açıdan' zararlı kuruluşlar
olarak nitelemekte ve bunların kullandıkları 'Haç'ların Hıristiyanlığı
yansıtmadığı şeklinde yayınlar yapmakta, yasaklar koymaktadır. Yakın
zamanlarda (1986) Vatikan Din Devleti bu 'Sektleri' inceleyen ve Episcopal
delegasyonu üyesi Jean Vernette'in Papa adına önsözünü yazdığı bir 'Belge' (La
Document Romain) yayınlanmıştır. Bu belgede zararlı ve tehlikeli görünen
birçok örgüt arasında 'Gül ve Haç Kardeşliği' ile onun iki kolu, 'Rose Croix
Max Heindel' ile 'Altın Gül ve Haç'
(Lectorium Rosyicru-cianum) adlı kuruluşlar (ikisi de ABD'de) da vardır.
Kilise'ye göre, bu örgüt her 108 yılda bir aktif çağına girer ve 108 yıl boyunca
'Christendome'u' değiştirmeye, ona yeni bir nizam vermeye uğraşır.
GÜL VE HAÇ'IN CHRİSTENDOME'U DOLAYISIYLA DÜNYAYI
DÜZENLEME DÖNEMİ, VATİKAN'A GÖRE, 1909 YILINDA BAŞLAMIŞTIR VE 2017 YILINDA TAMAMLANACAKTIR.
Yine aynı
kaynağa göre Gül ve Haç Kardeşliği'nin anlattığı İsa Mesih ile Kilise'nin resmi
belgelerinde ve kutsaal metinlerinde yer alan İsa Mesih'in hiçbir ilgisi ve
benzerliği yoktur. Vatikan belgesine göre Christendo-me'da halen en çok saygı
gören kuruluş budur. Bu örgüt her biri 36 yıl süren 3 periyotluk (3x36=108)
zaman dilimlerinde dünyaya yön vermeye çalışmış tek Okült örgütüdür.
****
MRA'nın bu
basına ve dış dünyaya kapalı toplantılarında Alman ve Fransız tarafından
geleceğin başkanı olacak kişiler de belirlenmişti. Bunlardan biri, o dönemde
dış ülkeler bakanı olan genç François Mitterrand'dı - ve Mitterrand daha sonra
Fransa Cumhurbaşkanı yapılarak uzun yıllar "AB
Ruhu"nu yerleştirmeye çalıştı. Mitterrand'ın "AB Ruhu"
dediği, Adenauer'in 1951'de Frank Buchman'a gönderdiği bir mektuptu ve Robert
Schuman'ın 13 Eylül 1953 tarihli MRA Dünya Konferansında söyledikleri
"Caux Ruhu"dur. Adenauer, mektubunda MRA'nın iki ülkenin birleşmesinde
"Göze Görünmeyen" bir rol üstlendiğini belirtmişti. Shuman ise
konuşmasında, MRA felsefesinin ve ruhunun (Fresh hope from Caux)
"uluslararası ilişkilere dönüştürülmüş olmasından" duyduğu
memnuniyeti açıklamıştı. İlginç olan Schuman'ın, Adenauer'in ve Mitterrand'ın
Gül ve Haç bağlantılı mason localarının üyeleri olmalarıdır. Mitterrand,
1970'lerde, lideri olduğu Sosyalist Parti'nin amblemi olarak "Kızıl
Gül'ü" seçmişti..
….
Şimdi
gelelim MRA'nın İstanbul'daki şubesine; Türkiye'de MRA, "Manevi Cihazlanma
Derneği" adıyla, Beyoğlu, Asmalımescit Sokağı'ndaki bir apartmanın üst
katında faaliyetlerini sürdürmüştür. Derneğin üyesi ve kurucularından biri,
ünlü İstanbul Valisi Prof. Dr.
Fahrettin Kerim Gökay'dır.
Gökay, 33.
dereceden masondu. Sayısız derneğin kurucusu ve üyesiydi. Mason cemaati içinde
adı çok geçen bir valiydi. Manevi Cihazlanma Derneği'nin bazı özel toplantıları
bu "minik" valinin Kadıköy-Göztepe'deki köşkünde yapılırdı. Derneğin
başka bir toplantı yeri de Kadıköy-Selamiçeşme'deki İsmail Agar'ın köşküydü. İsmail
Agar, 1961'de idam edilen Dışişleri Bakanı Fatih Rüştü Zorlu'nun yakın
akrabasıydı. Derneğin tüm üyeleri Circle d'Orient'ın (Büyük Kulüp)
üyeleriydiler. Derneğin açık propagandası "Anti Komünizm"di ve buna
karşı "Maneviyatı" yeniden "Cihazlandırmak" gerekiyordu! Dernek, aynı zamanda İstanbul'da
sayısız "Güzelleştirme
Derneği" açmış ve buralardan "Adam Derlemişti" !!!
1960 yıllarındaki 27 Mayıs darbesinden önce dernek,
Menderes hükümetine ilginç bir "Reconciliation" projesi götürmüştü.
Buna göre İstanbul şehri, "Dünya Dinlerinin Başkenti" yapılacaktı. Fener Patrikhanesi, Vatikan gibi bir devlet haline getirilecek, Kariye
Camisi bir tür Hilafet Merkezi yapılacak ve Yahudilik de en üst düzeyde
yeniden yapılandırılacaktı - Dönme ve Karaim
Yahudileri de böylelikle temsil hakkına kavuşacaklardı. Bu projeyi hayata
geçirmek için MRA'nın Türkiye Şubesi, 1957'den sonra Menderes'e ünlü "İstimlak ve Onarım" projesini
götürmüş ve Ayasofya'da "Ortodoks
İbadetine" başlanmasını salık vermişti. Derneğin o dönemdeki başkanı
DP Milletvekili Ekrem Tok'tu.
Bu
derneğin üyelerinin tamamı masondu. İlginçtir ki bu kişiler, İstanbul'u "Dünya Dinlerinin Başkenti"
yapmak ideallerini 1963'ten sonra "Dinlerarası
Diyalog ve Hoşgörü" toplantıları ile yaygmlaştırmışlardı. Son
yıllarda moda olan üç din birliği projesi (İbrahimi Dinler Projesi) de bu örgüt
tarafından ilk kez 1957'de mason derneklerinde teklif haline getirilmişti.
Manevi
Cihazlanma Derneği'nden yetişen ve/veya ona üye yapılmış birçok siyasetçi,
bilim adamı, işadamı ve bürokrat vardı. Bunlardan biri daha sonra Türkiye
tarihinde önemli rol oynadı. Cumhurbaşkanı Celal Bayar'a yakınlığıyla tanınan
bu kişi Hazım Atıf Kuyucak idi.
İktisat Profesörü olan Kuyucak, 27 Mayıs sonrasında adını unutturdu ve Masonik
"Uykuya Yattı". Kuyucak, masonların en üst kurulu olan "Supreme
Council'de-ki en etkili iki profesörden biriydi (diğeri Sahir Erman). Türkiye'nin tüm petrol tasarıları ve anlaşmaları
onun elindeydi. Fakültedeki görevini
başka bir mason biraderine (Prof. Şükrü Baban'a) bırakarak tüm çabalarını
Türkiye'nin Avrupa ile "Bütünleştirilmesi" meselesine adamıştı.
Hazım Atıf Kuyucak, masonların en etkili "Spekülatif" locası,
"Nur Locası'nın" 33 dereceli Maşrık-ı-Âzam'ı idi. Ünlü Bilderberg'in
1959'da İstanbul Yeşilköy'de toplanan gizli oturumunda Türkiye'yi Kuyucak
temsil etmişti. Günümüzde AB-Türkiye ilişkilerinin perde arkasında kalan
görüşmelerini masonlar yönetmektedirler. Özellikle Fransız Büyük Doğu Mason
Locası'nın Üstadı Alain Bauer ile Türkiye'deki masonlar bağlantılıdır.
İlginçtir ki, Kuyucak, aynı zamanda "Gül ve Haç
Kardeşliği" gizli örgütünün de 1964'e kadar başında olan kişiydi. Gül ve Haç'ın gizli toplantıları İstanbul ve İzmir'de yapılıyordu
(İstanbul'da Teşvikiye'de). 1964'te Gül ve Haç Şövalyeliği'ne yeni bir isim
getirildi. Bu kişi İzmirli bir Avdeti Sabataycı olan Cemal Birik'ti. 17.
derecede Mason olan Birik'i 1964'te İskoç Riti'nin izniyle önce Tapmak
Şövalyeliği mertebesine, sonra da 33 dereceye çıkartarak, Gül ve Haç Baş
Şövalyesi tayin edenler Hazım Atıf Kuyucak, Necmettin Erol ve çok ilginç bir
siyasetçi olmuştu: TC Dışişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı vekili ve adayı İhsan
Sabri Çağlayangil. Eski bir vali ve istihbaratçı olan Çağlayangil, 33
derecedeki siyasetçilerden biriydi. Ünlü
Humeyni, Bursa'da zorunlu oturuma tabiyken, Çağlayangil, Ayetullah ile ilgili
tüm gizli bilgilerin elinde toplandığı kişiydi. Çağlayangil, MRA'nın
Türkiye'deki güçlü ellerinden biriydi. Başta Koç ve Sabancı aileleri olmak
üzere kalburüstü kişileri bu İsviçreli örgütle tanıştıran oydu.
*****
….ilginçtir
ki, "Seçilmemiş Yöneticiler"
olarak ABD'yi yönetmektedirler. Perde arkasında, bu kişilerin bağlı oldukları
mason locaları ve yine bu kişilerin yöneticileri oldukları dev şirketler
vardır. Örneğin Nelson Rockefeller, CFR'nin en güçlü üyelerinden biriydi. 1946
yılında Rockefeller Vakfı'nın yayınlandığı raporda, "Dünyayı tek dünya yapmak bu vakfın iddiasıdır" ibaresi yer
almıştı. Aynı Rockfeller, 1975 yılında "Seçilmemiş Başkan
Yardımcısı" olarak CIA'nın faaliyetleriyle ilgili bir rapor hazırlamış ve
CIA o raporda öngörüldüğü şekilde Başkan Gerald Ford tarafından yeniden
düzenlenmişti. Rockefeller Komisyonu'nda görev alanların
tamamına yakını CFR üyesiydi.
MRA ve CFR
gibi kuruluşlar, 16-18. yüzyılların gizli, 20. yüzyılın yarı gizli
"Operative" kuruluşlarıdırlar. Amaçları tektir: ABD'nin, dinsel
öngörüler ve kehanetlerle belirlenmiş olan 5. İmparatorluk (Messianik Devlet)
olduğunu dünyaya kanıtlamak ve ulusları tüm yeraltı ve yerüstü kaynaklarıyla
çoğunluğunu üyelerinin oluşturduğu bir Evanjelist Elitin
"Seçkinlerin"emrine sunacak bir Tek Dünya Hükümeti kurmaktır. Tevrat'a
göre "Seçilmiş Halk" Yahudilerdir. Günümüzdeki
Evanjelist-Methodist CFR ve benzeri örgütler, gerçek "Seçkinlerin"
kendileri olduğunu öne sürmüşler ve egemenliklerini ilan etmişlerdir.
Evanjelik-Methodist
dünya hâkimiyeti için yürütülen çalışmalarda bazı tırnak içinde din adamları
sınır tanımadan insanlığa karşı kışkırtıcı yayınlar yapmakta ve baş düşman
ilan ettikleri İslamiyet'i yeryüzünden sileceklerini bağıra çağıra haykırmaktadırlar.
Bunların sayısı çoktur ama en yakın dönemde yayınlanmış bir kitaptan alıntılar
yaparak durumu örneklemekle yetineceğim. Kitabın adı: "War on
Terror/Unfolding Bible Prophecy"dir ve yazarı, Grant R. Jeffrey adlı bir
Evanjelist papazdır. Kitap 2002'de yayınlandı. Papaz Jeffrey aynen şunları
yazmış:
"Bu kitabı yazmaktaki amacım, yakında dönecek
olan İsa Mesih'in Ortadoğu ile ilgili kehanetlerinin bizim neslimizin döneminde
gerçekleşeceğini göstermektir. Korkunç İslami terörün (terrible İslamic
terrorist attacks) saldırıları konusunda sizleri bilgilendirmektir. Tüm Batı
dünyasının Hıristiyanlarını, İsrail'in Yahudilerini ve yumuşak başlı ve
bizimle uyumlu Müslüman hükümetleri yok etmeyi planlamış olan İslamcı teröristlere
karşı topyekûn bir savaş başlatmalıyız. Kutsal Kitap'ta yazdığına göre (Jev.
50-51) Babil (bugünkü Bağdat) en kısa zamanda yerle bir edilecektir. Bu
kehanet çok yakında gerçekleşebilir."
Papaz
Jeffrey'in Kutsal Kitap'tan yaptığı alıntı ve kehanet saldırganlık için "Spekülatif
(manevi) zemini hazırlamış ve 2003 baharında da ABD ve müttefikleri silahlı
saldırıyla "Operatif" olanı gerçekleştirmişlerdir. (NOT:
Papazın toplam 18 kitabı 5 milyon okura satılmış.)
Kaynakça
Aytunç
ALTINDAL- Gül ve Haç Kardeşliği İstanbul 2007.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar