Abdülvehhâb-ı Şa'rânî kuddise sırruh
Abdülvehhâb-ı Şa'rânî'nin hayatını
kronolojik sırayla ve geniş bir izahatla sunmak için kaynaklarda yer alan
bilgileri aşağıda detaylı bir şekilde derledim:
Abdülvehhâb-ı Şa'rânî'nin tam ismi ve
nesebi Abdülvehhâb bin Ahmed bin Ali bin Ahmed bin Muhammed bin Zerka bin
Mûsâ bin Sultan Ahmed Tilimsânî Ensârî'dir. Nesebi, Peygamber Efendimize
dayanır. Kendisi Mısır evliyâsının büyüklerinden ve Şâfiî mezhebi fıkıh
âlimidir. Ayrıca İmâm-ı Şa'rânî ve Kutb-i Şa'rânî lakaplarıyla meşhurdur.
Erken Dönem (1493 – y. 1505)
- Doğum (1493 / H. 898): Abdülvehhâb-ı Şa'rânî, 1493
(H. 898) yılında Mısır'ın Kalkaşend kasabasında doğdu.
- Ailesini Kaybetmesi: Çocukluğunun erken yaşlarında
iken anne ve babasını kaybetti. Annesi öldüğünde küçük yaşta
olduğu, annesinin elinde büyüdüğü belirtilmiştir.
- İlk Eğitimi: Babası, küçük yaşında onu ilim tahsiline verdi.
Henüz yedi yaşında Kur'ân-ı kerîmi ezberledi.
- İbadet Hayatının Başlangıcı: Sekiz yaşında iken,
geceleri teheccüd namazlarını hiç terk etmeden kılmaya başladı. Hatta büluğ çağına
gelmeden, kıldığı gece namazlarında Kur'ân-ı kerîmi hatmederdi.
- Celâleddin es-Süyûtî ile Karşılaşma (y. 1505 öncesi):
Çocuk denilecek yaşta iken Celâleddin es-Süyûtî (ö. 911/1505) ile
karşılaştı. Babası hayatta iken Süyûtî'den bir icâzet (izin) almıştı. Daha
sonraları Kahire'ye gittiğinde Süyûtî'den Kütüb-i Sitte'yi ve el-Menâhic
fi’l-Fıkh'tan bazı yerleri okudu. Süyûtî bir ay sonra vefat etti ve
Şa'rânî onun cenaze namazında bulundu.
İlim ve Tasavvuf Yolundaki Gelişimi
- Fıkıh ve Hadis Eğitimi: Çalışkanlığı ve anlayışı
sayesinde hocalarının gönüllerini kısa zamanda kazandı. Okuduğu kitapları
ezberlerdi. Genç yaşında, hadîs ve fıkıh ilimlerinde ehliyet kazandı.
- Hocaları ve Feyz Aldığı Zâtlar: Pek çok velînin feyz
ve teveccühlerine kavuştu. Bunların başlıcası, Aliyy-ül-Havvâs
hazretleridir. Sohbetiyle şereflendiği ve feyz aldığı diğer hocalarından
bazıları şunlardır: Muhammed Magribî, Muhammed bin Anân, Ebü'l-Abbâs
Gamrî, Nûreddîn Hasenî, Şeyhulislâm Zekeriyyâ el-Ensârî, Ali Darîr, Ali
bin Cemâl, Abdülkâdir bin Anân, Muhammed Âdil, Muhammed bin Dâvûd,
Muhammed Servî, Nûreddîn Mürsâfî, Tâcüddîn Zâkir ve Efdalüddîn.
- Mısır'a Gelişi: Kahire’ye gelişi, kendisi için
Allah’ın lütuflarından biri olarak kabul edilmektedir. Burada sadece Şâfiî
ulemâdan değil, diğer mezheplere mensup âlimlerden de dersler okumuştur.
- Tasavvufi Terbiyesi: Tasavvuf yolunu önce Hızır aleyhisselam'dan ve
üstadı Aliyy-ül-Havvâs'tan öğrendi. Aliyy-ül-Havvâs (ö. 939/1532-3),
Şa'rânî'nin düşünce çizgisi üzerinde en çok etkili olan zattır. Şa'rânî
ona tam olarak inanıp teslim oldu ve ne emrettiyse hepsini yaptı.
Aliyy-ül-Havvâs, Şa'rânî'den tüm kitaplarını satmasını ve parasını fakirlere
tasadduk etmesini istemiştir.
- Riyazet ve Mücâhede: Senelerce nefsiyle mücâhede etti.
Nefsinin istemediklerini yaparak onu terbiye etti. Yalnız kaldığında, odasının tavanına bir ip
bağlar, onu boynuna takarak ibadet ederdi; böylece uykusuna engel olurdu.
Haramlardan şiddetle kaçındığı gibi, mübahların fazlasını dahi terk
ederdi. Yiyecek bir şeyi olmadığında ot yer, kimseden bir şey istemezdi.
Önemli Olaylar ve Dönüm Noktaları
- Osmanlı Fethi (y. 1517): Osmanlı pâdişâhı Sultan
Selîm Han Mısır'ı zaptettiği zaman, o sırada hazır bulunuyordu. Cuma
namazında bir hadiseye müdahil olarak, rızkın Allah'tan geldiği hususunda
bir hatibi ikna etmiştir.
- Kalp Gözünün Açılması: Uzun mücâhedeler ve ibadetler neticesinde kalp
gözü açıldı, yakîn (kesin bilgi) hâsıl oldu ve hakîkatin kaynağına erişti.
- Hac (1540 / H. 945): 1540 senesinde hacca gitti.
Kâbe'nin altın oluğunun altında duâ ederek ilminin artırılmasını istedi. O
anda gizliden gelen bir ses (hâtif), ona, müctehidlerin sözlerini tartıp
anlayan bir mîzân (terazi) verildiğini bildirdi.
- **Yaşlı Velî Ziyareti (yısır'da önemli bir idareci olan Muhyiddin
Abdülkadir el-Özbekî, onun için bir zâviye inşâ etti ve gayr-ı
menkûlün tamamını bu zâviyeye bağışladı. Bu durum, kendisini kıskanan
ulemâ arasında muhalefete yol açtı.
Edebi ve İlmî Faaliyetleri
- Eserlerinin Tamamlanması:
- 1536 (H. 942): Kibrît-i Ahmer
(Kırmızı Kükürt) adlı eserin yazılması, Hicrî 942 (Milâdî 1536) senesi,
Ramazan ayının on birinci Pazar gününde sona erdi. Bu eser, İbn Arabi’nin
büyük eserlerinin özetinin özeti olarak hazırlanmıştır.
- 1545 (H. 952): Tabakâtü’l- Kübrâ
veya benzeri büyük bir eserin (kaynakta "bu eserin") yazılışı,
Hicrî 15 Receb 952 (Milâdî 1545) yılında Mısır-ı Mahruse'de tamamlandı.
- Eserleri ve Konuları: Dînî sahada çok sayıda kıymetli
eser kaleme almıştır. Bunlardan bazıları: el-Mîzânü’l-Kübrâ (dört
mezhebin fıkıh bilgilerini toplar), et-Tabakâtü’l- Kübrâ
(evliyâların hayatlarını anlatır), el-Envâru’l-Kudsiyye, el-Ecvibetü’l-Merdiyye,
el-Bahru’l-Mevrûd, ed- Dürerü’l-Mensûre, el-Kibritü’l-Ahmer,
Esmâü’l-Müelliffn ve Keşfü’l-Hicâb ve’r- Ran an
Vechi’l-Es'ileti’l-Cân.
- Felsefesi ve Yaklaşımı: Bütün eserlerinde ve
faaliyetlerinde Müslümanların birliğini hedefledi. Dört mezhebin de
(özellikle Hanefi ve Şâfiî) sahih olduğunu savunur, mezhepler arasında
uzlaştırma yolunu seçer. İbnü’l-Arabî'nin görüşlerini savunmuş ve kelâmî
görüşlerini Ehl-i Sünnet'in görüşleriyle uzlaştırmaya çalışmıştır.
Son Yılları ve Vefatı
- Öğrenci Yetiştirme ve Etkisi: Pek çok talebe
yetiştirdi. Talebelerine hem zâhirî (fıkıh, hadis), hem de bâtınî
(tasavvuf) ilimleri öğretirdi. Talebeleri etraftan akın akın gelerek
medreseyi doldururdu.
- Kerametleri: Hayatında pek çok keramet gösterdi;
örneğin Şeyhülislâm Nasîruddîn Lekânî'nin kitabını bir gecede okuyup şerh
etmesi, timsahlardan korkmaması, cinlerle olan hadiseleri, ve rüyalar
aracılığıyla insanları ikaz etmesi.
- Ölüm (1565 / H. 973): Abdülvehhâb-ı Şa'rânî 1565
(H. 973) yılında Mısır'da vefât etti.
İbn
Arabî'nin Görüşlerini Savunma ve Uzlaştırma Çabası
Abdülvehhâb-ı Şa'rânî'nin (ö. 1565) İbn
Arabî'yi (ö. 1240) savunurken öne sürdüğü görüşleri ve bu savunmaya ilişkin
örnekleri içermektedir. Şa'rânî, eserlerinin önemli bir kısmını İbn Arabî'yi
savunmaya adamıştır. Onun bu çabasının temelinde, İbn Arabî'nin kelâmî
görüşlerini Ehl-i Sünnet akâidiyle uzlaştırma arzusu yatmaktadır.
İşte Şa'rânî'nin İbn Arabî'yi savunduğu ve
yorumladığı bazı temel konular ve bu konulara dair örnekler:
1.
İbn Arabî'nin Görüşlerini Savunma ve Uzlaştırma Çabası
Şa'rânî, İbn Arabî'nin kitaplarında
(özellikle el-Fütûhâtu'l-Mekkiyye ve Fusûsu'l-Hikem) ulemânın
zahirî kelâmına aykırı görünen her şeyin aslında sonradan eklenmiş
(sokuşturulmuş) veya yoruma açık olduğunu belirtir.
- Eserlerin Üstünlüğü: Şa'rânî, el-Kibrîtü'l-Ahmer
(Kızıl Kükürt) adlı eserini, "Şeyh-i Ekber" (Muhyiddin
İbnü'l-Arabî)in ilimlerini beyan etmek amacıyla yazdığını ifade etmiştir.
Bu kitaptaki bilgilerin, diğer tasavvuf kitaplarındaki bilgilere
nispetinin, altın iksirinin mutlak altına nispeti gibi olduğunu öne
sürmüştür. Ona göre, el-Fütûhâtu'l-Mekkiyye, şeriatın sırları,
müçtehitlerin görüş farklılıkları ve bunların sebepleri gibi konularda
başka bir eserde bulunmayacak kadar önemli bilgiler içerir.
- İlmî Paralellik: Şa'rânî, İbn Arabî'nin kelâmî
konularda Sünnî kelâmcılarla paralel düşündüğü ön kabulüyle hareket
eder ve bütün gücünü bunu ispatlamaya harcar. O, Ehl-i Sünnet kelâmcıları
ile İbn Arabî'nin görüşlerini yan yana koyarak aynı sonuca işaret
ettiklerini ortaya koyar.
2.
İbn Arabî'ye Atfedilen Tartışmalı Görüşlerin Te'vili ve Reddi
Şa'rânî, İbn Arabî'ye atfedilen, dinî
anlayışa aykırı görülen en tartışmalı görüşleri dahi ya reddeder (sokuşturulma
iddiasıyla) ya da Ehl-i Sünnet'e uygun şekilde yorumlar (te'vil eder).
a.
Firavun'un İmanı Meselesi
Bu, İbn Arabî'nin en çok eleştirildiği uç
örneklerden biridir. İbn Arabî'nin Fusûs'taki bazı yorumlarında, Firavun'un ruhunu teslim etmeden
önce iman ederek tertemiz öldüğü ve küfür hâlindeyken işlediği
kötülüklerin hükümsüz kaldığı düşüncesinin var olduğu belirtilir.
- Şa'rânî'nin Savunması: Şa'rânî, İbn Arabî'nin bu
yorumunu reddeder. O, İbn Arabî'nin el-Fütûhât'ta geçen bir
ifadesine dayanarak (62. bab), İbn Arabî'nin Firavun gibi rablığını
iddia edenlerin cehennemde ebedî kalacaklarını belirttiğini ileri
sürer. Şa'rânî'ye
göre, eğer İbn Arabî Firavun'un imanını geçerli saysaydı, onun ebedî
cehennemlik olduğunu belirtmezdi; dolayısıyla Firavun'un imanının geçerli
olduğu iddiası, İbn Arabî'ye atılmış bir iftiradır ve bu ifadeler sonradan
eserlerine sokuşturulmuştur.
b.
Allah ile Âlem Arasındaki Karşılıklı Teshîr (Zorunlu Bağlılık)
Bazı felsefi tasavvuf çevreleri, Allah ile
âlem arasında karşılıklı zorunlu bir bağlılık (teshîr) olduğu fikrini İbn
Arabî'ye atfetmiştir. Bu görüş, Ehl-i Sünnet kelâmındaki "Allah'ın Fâil-i
Muhtâr (dilediğini yapan) ve Kâdir-i Mutlak (mutlak güç sahibi)
olduğu" anlayışına aykırıdır.
- Şa'rânî'nin Savunması: Şa'rânî, bu zorunlu bağlılık
görüşünün İbn Arabî'ye ait olmadığını iddia eder ve bu ifadelerin de
Fusûs'a sonradan sokuşturulduğunu belirtir. Şa'rânî, bu konuyu yine el-Fütûhât'tan
(361. bab) yaptığı alıntılarla temellendirir. Buna göre, İbn Arabî,
Allah'ın âlemlerden müstağnî (ihtiyaçsız) olduğu ilkesi
doğrultusunda açıklamalar yapar.
c.
Peygamberlerin Hataları (İsmet)
Peygamberlerin mâsumiyeti (ismet) konusu,
İbn Arabî'nin Fusûs'ta peygamberlerin bazı fiillerini "hata"
olarak nitelendirmesi nedeniyle tartışmalıdır.
- Şa'rânî'nin Yorumu: Şa'rânî, peygamberlere atfedilen hataların, bizim
anladığımız anlamda günahlar olmadığını, bilakis onların çok yüksek
makamları sebebiyle, dereceleri yükselse bile bir velînin bile
ulaşmayacağı derecedeki makamlarına göre hata sayıldığını açıklar.
Onların hatalarının varabileceği nihai noktanın, mubah bir şeye bakmak
ya da Hz. İbrâhim'in (as) kavmine delil getirmek için "Belki bu
büyükleri yapmıştır, ona sorun" veya "Ben hastayım"
(hastalığa meyilliyim) demesi gibi, içindeki ilim ve iyilik bulunan bir
söz söylemek olduğunu belirtir.
- Âdem'in Günahı: Şa'rânî, Hz. Âdem'in (as) işlediği günahın, aslında
günah olmadığı, çocuklarına günah işlediklerinde nasıl tövbe
edeceklerini öğretmek için günahın bir sureti olduğu görüşünü İbn
Arabî'nin kaynaklarından aktarır.
3.
Vahdet-i Vücûd ve Tevhîd Anlayışını Savunma
İbn Arabî, İslâm tasavvuf düşüncesinde Vahdet-i
Vücûd (Varlık Birliği) inanışının temsilcisi sayılır. Şa'rânî, İbn
Arabî'nin bu tevhidi anlayışını Ehl-i Sünnet çerçevesinde yorumlamaya çalışır:
- Tevhidin Kaynağı: Şa'rânî, dört mezhebin de İslamiyet
bilgilerinin aynı kaynaktan alıp yaydıklarını, bu mezheplerin hiçbirinde
İslâmiyet dışında hiçbir hüküm bulunmadığını anlamak için Ehlullah yoluna
sarılmayı ve tasavvuf yolunda ilerlemeyi tavsiye eder. Bu, İbn Arabî'nin
savunduğu bütüncül bakış açısıyla örtüşür.
- Günah ve Mâsiyetlerde Rıza: Şa'rânî, günah ve
mâsiyetlerde rızaya düşenlerin (fenalıklardan Allah’ın razı olduğuna
inananların) ekserisinin umumi tevhid makamının sahipleri (vahdet-i
mevcutçular) olduğunu söyler. Ancak hemen ardından, bu kişilerin bir
mürşidi olmayınca zanlarına kapıldıklarını ve şeriatın hilâfına bir emirle
muhatap olduklarını sanmalarının küfür ve telbîs (hile) olduğunu
vurgular. Bu, İbn Arabî'nin tevhîd makamını tasvip etmekle birlikte, bu
makamın şeriatla sınırlandırılması gerektiğini gösteren bir savunma ve
tedbir ifadesidir.
- Hulûl, İttihad ve Mekân: Şa'rânî, İbn Arabî gibi ariflerin, Allah'ın Zât'ının
ve sıfatlarının mekândan münezzeh olduğunu savunduğunu belirtir.
Örneğin, Şeyh Abdülkâdir el-Geylânî'ye atfedilen "Allah'ın yukarı
cihette olduğu" ifadesini bile, kulun ihtiyaçlarını arz ettiği,
yüzünü çevirdiği "yukarı cihet" anlamında te'vil etmenin
doğru olduğunu söyler. Böylece İbn Arabî'nin Allah'ın mekânsız olduğu
yönündeki görüşünü savunur.
4.
İlmî Konularda İbn Arabî'nin Kerametvari Yaklaşımlarının Kabulü
Şa'rânî, İbn Arabî'nin keşif yoluyla elde
ettiği bazı zor ve ince ilimleri kabul eder ve bunları destekler:
- Rü'yetullah (Allah'ı Görme): Şa'rânî, rü'yetullah
(Allah'ı ahirette görmek) konusunda Ehl-i Sünnet kelâmcılarının
görüşlerini destekledikten sonra, "Sûfiyyenin görüşüne gelince" diyerek, en
fasih ifadelerin İbn Arabî'ye ait olduğunu belirtir ve onun bu görüş
doğrultusundaki beyanlarını el-Fütûhât'tan alıntılarla verir.
Sonuçta, İbn Arabî'nin mütekellimlerden farklı bir kanaate sahip
olmadığını belirtir. Ali el-Havvâs'tan naklen, Allah'ı gören kimselerin
gözlerin kendisiyle değil, gözler aracılığıyla görenler olduğunu
aktararak tasavvufi bir açıklama sunar.
- Tecellî ve Nûrâniyet: İbn Arabî'nin "Allah,
göklerin ve yerin nûrudur" ayeti hakkındaki yorumu: Yoğun (kesif) cisimdeki
nûrâniyet olmasaydı, velîlerin duvarların arkasını ve yerin altındakileri
keşfetmesi mümkün olmazdı. Bazı velîlerin duvarları yarıp geçmesi,
ölünün üzerinde toprak varken ayağa kalkması da bu sayede mümkündür.
5.
Şeyh-i Ekber'e Verilen Övgü
Şa'rânî, İbn Arabî'ye büyük bir saygı gösterir. Ona göre İbn Arabî, Resûl-i
Ekrem’in velâyetine, ilim ve ahlâkına vâris olanların en büyüklerindendir.
Ayrıca, İbn Arabî'yi öven ve onun faziletini itiraf eden alimlerin olduğunu da
zikreder. Örneğin, Hâfız Ebû Abdullah ez-Zehebî'nin, İbn Arabî'yi eleştirmesine
rağmen, onun Fusûs'u nübüvvet makamından bir izinle yazdığına dair sözleri
sorulunca, "Şeyh Muhyiddin gibi birisinin yalan söyleyeceğini asla
zannetmiyorum" dediğini aktarır.
İmam
Abdülvehhâb-ı Şa'rânî’yi Etkileyen Olaylar
İmam Abdülvehhâb-ı Şa'rânî'nin hayatındaki
onu derinden etkileyen ve gelişimini şekillendiren en önemli olayları,
kaynaklardaki detaylara dayanarak kronolojik ve tematik bir sırayla aşağıda
sunuyorum:
1.
Erken Dönem Kayıplar ve Eğitim (1493 - y. 1505)
Abdülvehhâb-ı Şa'rânî'nin hayatını en erken etkileyen olay, çocukluğunun
erken yaşlarında iken anne ve babasını kaybetmesidir. Annesi öldüğünde
küçük yaşta olduğu ve onun elinde büyüdüğü belirtilmiştir.
- İlim Tahsiline Başlaması: Babası onu küçük yaşta ilim
tahsiline yönlendirmiştir (önceki bilgilere göre 7 yaşında Kur'an'ı
ezberlemişti).
- Kahire'ye Geliş: Şa'rânî, Kahire'ye gelişini
Allah’ın kendisine olan lütuflarından biri olarak kabul etmiştir.
Burada sadece Şâfiî mezhebi ulemâdan değil, diğer mezheplere mensup
âlimlerden de dersler alarak mezhepler arası bilgi edindi.
- Celâleddin es-Süyûtî ile Karşılaşma: Şa'rânî, Celâleddin
es-Süyûtî (ö. 1505) ile daha çocuk denilecek yaşta iken karşılaştı.
Babası hayattayken
Süyûtî'den bir icâzet (izin) almıştı. Kahire'ye geldiğinde ondan Kütüb-i
Sitte'yi ve teberrüken el-Menâhic fi’l-Fıkh'tan bazı bölümleri
okudu. Süyûtî, bu görüşmeden bir ay sonra vefat etmiş ve Şa'rânî onun
cenaze namazına katılmıştır.
2.
Şeyhi Ali el-Havvâs’ın Mutlak Etkisi (y. 1515 – 1533)
Şa'rânî'nin tasavvufî ve fikrî çizgisini
en köklü şekilde etkileyen olay, şeyhi Ali el-Havvâs el-Burullusî (ö.
1532-3) ile tanışması ve ona intisap etmesidir.
- Ümmî Şeyhe Teslimiyet: Şa'rânî, dinî ilimlerdeki derinliğine rağmen, "efendim"
dediği ümmî (okuma yazma bilmeyen) bir zât olan el-Havvâs’a bağlanması,
onun düşünce çizgisi hakkında önemli ipuçları vermektedir.
- Kitaplarını Terk Etme Emri: El-Havvâs, Şa'rânî ile bağ
kurduğunda ondan önemli bir fedakârlık talep etti: "Tüm
kitaplarını satmasını ve parasını fakirlere tasadduk etmesini
istemesi". Şa'rânî'nin bu emri tereddütsüz yapması, tasavvufî
yolun onun hayatında şeriat ilimlerinden önce geldiğini ve derin bir etki
yarattığını gösterir. Şa'rânî, sahip olduğu güzel ahlâkı ondan tevârüs
ettiğini beyân etmiştir.
- İtaat ve Gönüllü Kölelik: Şa'rânî, el-Havvâs’ın
kendisine verdiği tüm görevlere saygı duyarak itaat etti. Örneğin, el-Havvâs’ın
kendisini bir cariye ile zina etmekle veya mal çalmakla suçlamasına
rağmen, Şa'rânî kendisine verilen cezaları (sopa yemek dahil) kabul etmiş
ve efendisinin sözünü yere düşürmemiştir. Bu durum, şeyhine karşı duyduğu
saygının boyutunu gösterir.
3.
Aşırı Riyâzet ve Manevi Açılımlar
Şa'rânî'nin erken dönemdeki şiddetli nefs
mücâhedesi ve riyâzeti, onun manevi makamının yükselmesinde belirleyici
olmuştur:
- Yaşam Tarzı: Mübahların fazlasını bile terk ederdi.
Yiyecek bir şeyi olmadığında ot yerdi ve kimseden bir şey
istemezdi. Hatta mevki sahibi olana saygı göstermemek adına, vali
konaklarının ve sultan adamlarının evlerinin gölgesinden dahi geçmez,
yolunu değiştirirdi.
- İbadet Zorlukları: Uykusuna engel olmak için halvethanesinin
tavanına asılı bir ipi boynuna bağlayarak ibadet ederdi.
- İlahi İhsanlar ve Keşif: Bu amellerin neticesinde
Allah (cc), ona ibadetleri zevkle yapmayı ihsân etti. Ayrıca, kalp gözü
açıldı, kesin bilgi (yakîn) hâsıl oldu ve hakîkatin
kaynağına erişti.
- Helal Rızık Hassasiyeti: Öyle bir hâle geldi ki, gelen
yiyeceğe bakarak, Rabbinin ihsânıyla onun helâl olup olmadığını, temiz
veya kötü kokusundan anlamaya başladı.
4.
Siyasi Olaylar ve Önemli Misyonlar
- Osmanlı Fethi (1517): Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan
Selîm Han Mısır'ı fethettiği sırada hazır bulunuyordu.
- Rızık Tartışmasına Müdahale: Ezher Camiindeki Cuma
namazında, Sultan Selîm'in bağışladığı altınlar yüzünden görev sırasını
devreden hatîb ile devralan hatîb arasındaki tartışmaya müdahil oldu.
Şa'rânî, nöbetini veren hatîbe, rızkın Allah’tan geldiğini, diğer kişinin
sadece ilâhî kudretin bir aracı (âlet) olduğunu söyleyerek onu
susturdu.
5.
Hac ve Mîzân (Manevi Terazi) Hediyesi (1540)
Şa'rânî'nin en önemli manevi dönüm
noktası, bilgisini birleştirme ve uzlaştırma misyonunu aldığı olaydır.
- Hac Yolculuğu (1540): 1540 senesinde hacca gitti.
- İlahi
Söz ve Mîzân:
Kâbe'nin altın oluğunun altında, duâ ederek Allahü Teâlâ'dan ilmini
arttırmasını istedi. O anda gizliden gelen bir ses (hâtifden)
ona, "Sana, şimdiye kadar gelen müctehidlerin ve onlara tâbi
olanların sözlerini tartıp anlayan bir mîzân (terazi) verdim. Bu sana
yetmez mi?" dedi. Şa'rânî'nin "Daha fazlasını
isterim" demesine rağmen, bu olay onun mezhepleri uzlaştırma
misyonunu (el-Mîzânü’l-Kübrâ) ve bütüncül ümmet yaklaşımını
belirlemiştir.
6.
Yaşlı Velî Ziyareti (1540)
Yine 1540 senesinde, Nil üzerindeki Hâkimî
Köprüsü'nün altında yaşayan, 143 yaşındaki yaşlı bir velîyi ziyareti de
önemlidir.
- Helal Lokmanın Önemi: Şa'rânî'nin elini sıkan bu velî, olağanüstü
kuvvetini, gençliğinden beri yediği helâl lokmalar ile hamurunun
helâl bir maya ile yoğrulmasına bağladı. Bu görüşme, Şa'rânî'nin dönemindeki
insanların dinde zayıfladığını ve günahlara aldırmadığını belirterek, helal
rızık ve sâlih amellerin önemini pekiştirmiştir.
7.
İlmî ve İrşad Faaliyetleri
- Talebe Yetiştirmesi: Pek çok talebe yetiştirdi.
Etraftan akın akın gelen talebeler medreseyi doldurur, hem zâhirî (fıkıh,
hadis) hem de bâtınî (tasavvuf) ilimleri ondan öğrenirlerdi.
- Keramet ve Muhaliflerle İlişkisi: Kendisini çekemeyen ve
aleyhinde konuşanlara karşı bile merhamet gösterir, rüyâda görünerek
onları ikâz eder, bozuk düşüncelerden korumaya çalışırdı. En
bilinen kerametlerinden biri, Şeyhülislâm Lekânî'nin çok ciltli kitabını
bir gecede okuyup özetleyerek onu tövbe etmeye sevk etmesidir.
- İbn Arabî Savunması: Şa'rânî, eserlerinde sürekli
İbnü’l-Arabî'yi meşrû bir zeminde değerlendirmeye çalışmıştır. Bu, onun ümmetin
birliğini sağlama ve kutuplaşmanın önüne geçme çabasının bir devamı
olarak değerlendirilir.
Abdülvehhâb-ı Şa'rânî, bu köklü manevi
eğitim ve ağır mücâhedelerden sonra, 1565 (H. 973) yılında Mısır'da vefat edene
kadar, ümmetin birliği ve şeriat ile hakikatin uzlaştırılması gayesiyle
yaşamıştır.
Abdülvehhâb-ı
Şa'rânî'nin (ö. 1565), üstâdı Aliyyü'l-Havvâs el-Burullusî (ö. 1532-3)
Abdülvehhâb-ı
Şa'rânî'nin (ö. 1565), üstâdı Aliyyü'l-Havvâs el-Burullusî (ö. 1532-3) ile
olan münasebeti, onun tüm hayatını ve eserlerini şekillendiren en kritik dönüm
noktasıdır. Kaynaklarınızda bu ilişkiye ve Şa'rânî'nin ondan öğrendiklerine
dair kapsamlı bilgiler bulunmaktadır.
Aşağıda, bu ilişkiyi kronolojik ve tematik
olarak inceleyerek, sorduğunuz soruları ve aldığınız cevapları bölümler halinde
detaylıca sunmaktayım:
Abdülvehhâb-ı
Şa'rânî ve Aliyyü'l-Havvâs: Birinci Bölüm
1.
Teslimiyet ve Manevi Yolculuğun Başlangıcı
Abdülvehhâb-ı Şa'rânî, hadîs ve fıkıh
ilimlerinde genç yaşta ehliyet kazanmış bir âlim olmasına rağmen, tasavvuf
yolunda ilerlemek için pek çok velînin feyz ve teveccühüne nail olmuş, bunların
başlıcasının Aliyy-ül-Havvâs hazretleri olduğunu belirtmiştir.
Şa'rânî'ye "Tasavvuf yoluna nasıl girip ilerledin ve buna
kimler sebep oldu?" diye sorulduğunda, şöyle cevap vermiştir:
- Üstaddan İlim Alma: Tasavvuf yolunu önce Hızır
aleyhisselâmdan ve üstâdım Aliyy-ül-Havvâs'tan öğrendim.
- Tam Teslimiyet: Önce onlara tam olarak inanıp
teslim oldum. Ne emrettilerse hepsini yaptım.
- Mücâhede: Senelerce nefsimle mücâhede ettim.
Şa'rânî'nin bu teslimiyeti, onun düşünce
çizgisini derinden etkilemiştir. Onun, ulûmü’d-diniyye ile bu kadar iç içe bulunmasına rağmen, okuma
yazma bilmeyen (ümmî) bir zât olan el-Havvâs’a intisap etmesi ve onu
sürekli "efendim" diyerek önder kabul etmesi mânidârdır.
Şa'rânî, sahip olduğu güzel ahlâkı ondan tevârüs ettiğini beyân
etmiştir.
2.
Kitaplarını Satma Emri ve Fikrî Dönüşüm
Aliyyü'l-Havvâs ile kurduğu bu manevi
bağlamda, Şa'rânî'nin hayatını değiştiren ve onun tasavvuf yoluna tam geçişini
sağlayan en çarpıcı olay, şeyhinin talebidir:
- Varlıkların Tasadduku: El-Havvâs, Şa'rânî'den tüm
kitaplarını satmasını ve parasını fakirlere tasadduk etmesini istemiştir.
- Şa'rânî'nin bu emri tereddütsüz yapması, sûfî
anlayışın onun hayatında ne kadar etkili olduğunu göstermesi açısından
önemlidir.
Bu olay, Şa'rânî'nin sadece teorik ilimde
kalmayıp, tasavvufî tecrübeyi ve mânevî temizliği her şeyin üstünde tuttuğunu
göstermiştir.
3.
Aliyyü'l-Havvâs'ın Tanımı ve Vasıfları
Şa'rânî, Aliyyü'l-Havvâs’ın, Muhammed
b. İnan Hazretlerini bilmediğini ve tanımadığını, ancak İbrahim Metbuli'nin onu
kendisine anlattığını nakletmiştir. Ancak bu tanışmadan sonra onun
bilgisine ve manevi gücüne tam olarak inanmıştır.
Aliyyü'l-Havvâs'ın keşif ve manevi
görüşleri:
- Köpek ve Merkep İdrarından Kötü Su: Şa'rânî,
efendisinden şunu işittiğini nakleder: "Allah’ın basîretini açtığı kimse, büyük
günahların artığı olan suyu, köpek ve merkeblerin idrarı ya da leşinden
daha kötü ve daha iğrenç olarak görür".
- Ebû Hanîfe ve Necâset: El-Havvâs, İmam Ebû Hanîfe'nin keşif ehli olduğu
için, temizlikte kullanılan suyun necâset olduğunu söylediğini, zira
suya baktığında bununla günahların yıkandığını gördüğünü ve bu
sebeple bu suyu pis ve kötü kokulu olarak müşâhede ettiğini işitmiştir.
- Veli ve Marifet: El-Havvâs'a göre, bir velî kulu tanımak ve
"İşte bu zat, bir velîdir" diyebilmek Allah Teâlâ'yı bilmekten
daha zordur.
- Edepli Halife: Emirin (idarecinin) şeyhe karşı tavrını
anlatırken; ona dost olana dost, düşman olana düşman olması, şeyhten bir
talepte bulunduğunda son derece zillet ve alçak gönüllülük içerisinde
bulunması gerektiğini; şeyh hanımlarıyla halvette dahi kalsa, ondan emin
olması gerektiğini ifade etmiştir. Aksi takdirde, emirin edep sınırlarını
çiğnemiş olacağını belirtmiştir.
Abdülvehhâb-ı
Şa'rânî ve Aliyyü'l-Havvâs: İkinci Bölüm
Bu bölümde, Şa'rânî'nin bizzat kendisinden
veya huzurunda Ali el-Havvâs’a sorulan manevi ve kelâmî meseleler ile bu
meselelere verilen cevaplar yer almaktadır.
4.
Şa'rânî'nin Manevi Gelişimine Dair Sözleri
Şa'rânî'nin Ali el-Havvâs'tan duyduğu en
dikkat çekici manevi kriterler şunlardır:
- Kemâlin Şartı: Ali el-Havvâs'tan duyduğu bir söze göre: "Bizim
katımızda adam kemâle ermez. Tâ ki, müridinin Elestü bi Rabbiküm
gününde nutfe iken intikalinden, cennet veya cehennemde istikrar
edinceye kadar (sürede her şeyini) bilmiş olsun".
- Ruhun Bilinmezliği: Şa'rânî'nin aktardığına göre
el-Havvâs, kulun bir şekilde ruhun künhüne vakıf olsa bile, dinleyeni
bunun mârifetine sevk eden herhangi bir ibareyle ifade edemeyeceğini; zira
Hak Teâlâ'nın bunu bizim âciz olduğumuz bir mertebede kıldığını
belirtmiştir.
5.
Kelâmî ve Tasavvufî Sorular ve Cevaplar
Aliyyü'l-Havvâs’a yöneltilen sorular
(Şa'rânî’nin huzurunda veya kardeşi Efdaleddin tarafından sorulanlar da dahil)
ve cevapları, onun derin ilmini göstermektedir:
A.
Tevhid ve Marifetullah Konusundaki Sorular
|
Konu |
Soru/Tespiti Soran |
Aliyyü'l-Havvâs’ın Cevabı |
Kaynak |
|
En Üstün Tevhid |
Hangi tevhid en üstündür? Delillerden
yola çıkanın mı, yoksa canlı/cansız gibi delillere bakmayanların mı? |
Delillere bakmayanların tevhidi, keşifle
olduğu için daha üstündür. Şayet taklitle olsaydı, delillere bakanlarınki
ondan üstün olurdu. |
|
|
Allah’ın Tekliği |
Yüce Allah’ın bir olması konusunda
delile dayanan kimsenin durumu. |
Böyle biri cahildir. Çünkü bütün mahlûkat fıtrat
itibariyle Allah’ın bir olduğunu bilir. İnsanın delillerden yola çıkarak
varabileceği son nokta, hayrete ulaşmaktır ki bu da hayvanların hâlidir. |
|
|
Hakk’ın Zâtı |
"Falan kişi Allah’ı
bilenlerdendir" ifadesinin anlamı nedir, zât meçhul ise? |
Kastedilen O’nun zâtının bilgisi değil, varlığı ve
sahip olduğu kemâl sıfatların bilgisidir. O, ne delille ne de burhanla
bilinir. |
|
|
Hulûl ve İttihad |
İttihad'tan kastedilen nedir? |
"İttihat"tan kastedilen, kulun muradının Hakk’ın
muradında yok olmasıdır. |
|
|
Mûsâ ve Rü’yetullah |
Allah'ın Mûsâ’ya (as) "Beni asla
göremezsin" demesindeki hikmet. |
Mûsâ, kuvvetine rağmen, seni sürekli
gördüğün hâlde, gördüğün şeyin ben olduğumu hissedemezsin. |
|
|
İlim ve Cehalet |
İlim bazen hicab, cehalet bazen ilim
olur mu? (Kardeşi Efdaleddin sordu) |
İlim bir sıfattır, ona dayanan da bir
sıfattır. Her ikisi de dışıdır (yani bunlar Hakk'ın zatına nispetle
hicaptır). |
B.
Amel ve İbadet Konusundaki Sorular
|
Konu |
Soru/Tespiti Soran |
Aliyyü'l-Havvâs’ın Cevabı |
Kaynak |
|
Farz ve Sünnet |
Farz ve sünnetlerin önemi. |
Farz olan ibadetler anahtardır, sünnet olan ibadetler
ise onun dişleridir. Anahtar dişlerinde bir eksiklik olursa, kilit açılmaz. |
|
|
Rızık ve Mekke |
Mekke'ye giren herkes için rızık genel
midir, yoksa sadece belirli bir cemaat için midir? |
Rızık, burada umumidir. Mekke'ye
giren Müslümanların hepsi içindir, ama istidadın kadardır. |
|
|
Hacda Soyunma |
Hacılar iyiliklerinden nerede
soyunurlar? (Kardeşi Efdaleddin sordu) |
Mertebelere göredir. Ama sanmam ki Bâb-ı
Muallâ’dan (Mekke'de bir bölge) başka bir yerde olabilsin. |
|
|
Hacdan Sonra Giyinme |
Hacılar ne zaman ve nerede giyinirler
(iyiliklerle süslenirler)? (Kardeşi Efdaleddin sordu) |
Resulüllah’ın (salla'llâhu aleyhi ve sellem) kabrini
ziyaret ettikleri zaman giyinirler. Bunun sebebi Allah Teâlâ'nın keremini ve nimetinin
eserini onun huzurunda göstermek isteyişidir. |
C.
İbn Arabî ve Tasavvuf Ehlinin Sözleri
|
Konu |
Soru/Tespiti Soran |
Aliyyü'l-Havvâs’ın Cevabı/Yorumu |
Kaynak |
|
İbn Arabî’nin Sözü |
İbn Arabî’nin "Ben sadece (saf) bir
kulum" sözü. |
Bu söz, Şeyh’e hulûl ve ittihadı
nispet edene, cevap olmaktadır (Şeyh bu sözüyle hulûl ve ittihadı
reddetmektedir). |
|
|
Salavat (Mutlaklık) |
Resulullah'a okunan salavatın itlak ve
takyidi meselesi (Şa'rânî'ye soruldu, Ali el-Havvâs cevapladı). |
Kendi görüşünle, bir şey kullanmaya yeltenme. Bilhassa itlak ve takyid
babında. Zira itlak, gide gide takyide dayanır; takyidin sonu da itlak olur. |
|
|
Tefekkür |
Kur'an'da tefekkürün, diğer tefekkürler
gibi olup olmadığı (Şa'rânî huzurundaydı). |
Tefekkür aynıdır. Kur'an'da ya da
başkalarında. Asıl iş, aletin kesiciliği ile, kesilenin katı veya yumuşak
oluşuna kalır. |
6.
Ali el-Havvâs'ın Şa'rânî'ye ve Çevresine Dair Kerametleri
Ali el-Havvâs, Şa'rânî'nin özel hallerini
keşfeder ve ona yönelik manevi tasarruflarda bulunurdu:
- Evdeki Halden Haberdar Etmesi: Ali el-Havvâs, Şa'rânî'yi
çok severdi. Bir adamı vasıtasıyla, Şa'rânî'nin evinde başına gelen
halleri tek tek ona bildirirdi.
- İrşad Yönlendirmesi: Bolak Rif'inden bir çocuğu görse ve babası ona
Kur'an öğretmek istese, ona "Abdülvehhab'ın tekkesine git"
derdi. Bu yoldan, Şa'rânî'ye nice çocuklar göndermiştir.
- Gizli Durumun Ortaya Çıkması: Şa'rânî, mana ehli
katında iyi sayılmayan bir hareket (muhtemelen bir kadına bakmak) yaptığı
zaman, bunun hemen ardından kızın babasının gelip kızı kendisine
nişanladığını; bu nişanlanan kızın adının Zeynep olduğunu ve kızın üç
kardeşi olduğunu Ali el-Havvâs'ın müridi Ahmed Uchlül Hazretlerinin
anlattığı gibi çıktığını kaydeder. (Bu durum Şa'rânî'nin halinin
keşfedilip ilahi bir düzenlemeye tabi tutulduğunu gösterir.)
7.
Aliyyü'l-Havvâs'ın Vefatından Sonra Tasarrufu
- Şa'rânî, Muhammed b. İnan Hazretlerinden duyduğuna göre, tarikat
şeyhlerinin kabirlerinde dahi olsalar, talebelerinin suallerini
cevaplandırdıklarını belirtir. Bu durumun, fukaha (fıkıh âlimleri)
şeyhleri için geçerli olmadığını ekler, zira tarikat talebelerinin
şeyhlerine kalbi bağlılıkları tamdır. Bu genel hüküm, Ali el-Havvâs’ın
vefatından sonra Şa'rânî üzerindeki manevi etkisinin devam ettiğini vurgular.
"Durratü'l Ğavvâs fî Evhâmi'l
Havâss"
Abdülvehhâb-ı Şa'rânî'nin tam adıyla "Durratü'l
Ğavvâs fî Evhâmi'l Havâss" (Havâssın Vehimlerindeki Dalgıcın İncisi)
adlı eserine dair spesifik bir içerik analizi veya detaylı konu başlıkları
bulunmamaktadır.
Ancak, kaynaklarda Şa'rânî'nin bu tarz
ince ve derinlikli konuları ele aldığı, dürer (inciler) kelimesini
kullandığı ve özellikle havâss (seçkinler/velîler) zümresinin hallerini
incelediği diğer önemli eserlerine dair bilgiler mevcuttur. Bu bilgiler,
bahsettiğiniz eserin muhtemel içeriği hakkında geniş bir çerçeve sunmaktadır:
I.
Eserin Muhtemel İçeriği ve Amaçları
Adında geçen "Ğavvâs" (Dalgıç)
ve "Dürre" (İnci/Kıymetli Söz) kelimeleri, Şa'rânî'nin eserlerinin en
derin ve en kıymetli kısımlarına işaret ederken; "Evhâmi'l Havâss"
(Seçkinlerin Vehimleri/Yanlış Anlayışları) ifadesi ise onun temel misyonuyla
uyumlu olarak, tasavvuf erbabının şeriata aykırı düşebilecek söz ve
hallerini düzeltme çabasını yansıtmaktadır.
A.
Kaynaklarda Geçen Benzer Eserler ve Muhtevası
- "Cevâhir ve Dürer" (el-Yevâkît ve'l-Cevâhir):
Kaynaklarınızda Şa'rânî'nin Cevâhir ve Dürer adlı eserinden (veya el-Yevâkît
ve’l-Cevâhir fî Beyâni Akâidi’l-Ekâbir adlı eserinin bir
parçası/benzeri) bahsedilmektedir. Şa'rânî, Ali el-Havvâs'tan öğrendiği çok güzel
cümlelerin çoğunu "Cevâhir ve Dürer" adlı eserine aldığını
belirtir. Bu sözler o kadar güçlüdür ki, Hanbeli, Hanefi, Maliki ve
Şafii mezheplerinden önde gelen âlimler (örneğin Şeyh Şihabeddin Fütühi,
Nasırüddin Likani) dahi onların cevabını vermekte âciz kalmışlardır. Bu,
bahsettiğiniz eserin de havâssın derin ve çetrefilli ilimlerini
içerdiğine işaret eder.
- Mîzân ve Uzlaştırma Misyonu: Şa'rânî'nin genel olarak
eserleri, mütekellim (kelâmcı) ve sûfîlerin ilgili konu hakkındaki
görüşlerini birlikte verme ve bunları uzlaştırma yöntemi üzerine
kuruludur. Bu, Havâssın Vehimleri başlığı altında, sûfî görüşlerin
zahirî ulemâ tarafından yanlış anlaşılmasını veya sûfîlerin kendi
içlerindeki hatalı yorumları ele aldığı anlamına gelir.
B.
Şa'rânî'nin Havâss (Seçkinler) Hakkındaki Yaklaşımı
Şa'rânî'nin bu tür bir eseri kaleme
almasının temel motivasyonu, seçkin velîlerin bile düşebileceği manevi
tehlikeleri ve ilmî karmaşaları gidermektir:
- Tevhid Makamındaki Tehlikeler: Şa'rânî, günah ve
mâsiyetlerde rızâya düşenlerin ekserisinin umûmî tevhîd makamının
sâhipleri (vahdet-i mevcutçular) olduğunu, ancak bunların mürşidi
olmayınca zanlarına kapılarak şerîatle gelenlerin hilâfına bir emirle
muhatap bulunduklarını sanmalarının küfür ve telbîs (hile) olduğunu
net bir dille ifade eder. Durratü'l Gavvâs, bu tür
"vehîmleri" hedef alıyor olabilir.
- Keşfin Sınırlılıkları: Şa'rânî, bir velînin keşif yöntemiyle
peygamberlerin keşfine muhalif bir şey getirmesi durumunda hükmün
reddetmek olduğunu ve velînin keşfinde eksiklik meydana
gelebileceğini, hatta yorumda hata edebileceğini belirtir. Bu, havâss
makamının mutlak olmadığına dair kritik bir uyarıdır.
- Gizli İlimleri Açıklamanın Edebi: Sûfîlerin,
bilgilerini herkesin anlamayacağı sembollerle (rumuz)
söylemelerinin sebebinin, halka olan şefkat, merhamet ve muhabbetlerinden
kaynaklandığını; aksi takdirde yanlış anlaşılıp tekfir edilebileceklerini
aktarır. Bu, havâss ilminin zorluğunu ve halkın bu ilme nasıl
yaklaşması gerektiğini gösterir.
II.
Eserin Muhtemel Konu Başlıkları (Çıkarımsal)
Durratü'l Ğavvâs fî Evhâmi'l Havâss
adlı eserin, Şa'rânî'nin diğer büyük eserlerindeki (özellikle el-Yevâkît
ve Kibrît-i Ahmer) metodolojisine uygun olarak aşağıdaki gibi konuları
barındırması beklenebilir:
A.
Havâssın Yanılgıları ve İlmî Hataların Düzeltilmesi (Evhâmi'l Havâss)
- Hulûl, İttihâd ve Vahdet-i Vücûd Yorumları: Vahdet-i
Vücûd makamının şeriatla nasıl uzlaştırılacağı ve Hakk'ın yaratılanlarla
birleşmesi (ittihad) veya onlara girmesi (hulûl) gibi yanlış
anlamalardan kaçınma yolları. (Özellikle kulun muradının Hakk’ın muradında
yok olması).
- Keşif ve Şeriatın Üstünlüğü: Velîlerin keşiflerinin
(ilham/vâridât) peygamberlerin risâletine aykırı düşmesi durumunda hüküm.
- Hissî Algı ve Gerçeklik: "Hissî keşif" ve
manevi hallerin, mârifetin tam kemâli olup olamayacağı; zira bu durumun
bazen sarhoşluk hâli getirdiği.
- Marifetullah ve Gaybın Sınırları: Kalbin Hakk'ın
ilmini aldığına dair rivayetler doğrultusunda, Hakk’ı görmeyi engelleyen
asıl sebebin aşırı yakınlık olduğu.
- Amellerdeki Gizlilik ve İhlas: Amellerin nasıl
gizlenmesi gerektiği, amellerdeki niyetin (halis) olması ve sırf
Hakk'ın rızası için amel etme mertebesi.
B.
Tarikat ve Şeriat Arasındaki Uyum
- Müçtehidlerin ve Velîlerin Delilleri: Fıkıh
âlimlerinin ictihad yöntemlerinin (örneğin Mi'rac'daki Hz. Mûsâ ve Hz.
Peygamber örneği) ve velîlerin keşif yöntemlerinin mukayesesi.
- Farzlar ve Sünnetler: İbadetlerin makbuliyetindeki
incelikler; farzların anahtar, sünnetlerin ise anahtarın dişleri
olduğu ve dişlerdeki eksikliğin kilidi açmayacağı.
- İlahi Emirlere Teslimiyet (Rızâ): Hakk'tan gelen her
hüküm için müridin Evet demesi gerektiği ve teslimiyetin manevi
açılışın anahtarı olduğu.
- Peygamberlerin İsmeti (Masumiyeti): Peygamberlere
atfedilen hataların, onların yüksek makamları sebebiyle bizim
anladığımız anlamda günahlar olmadığı; nihai hatanın mubah bir şeye
bakmaktan ibaret olduğu.
C.
Üstâdın (Ali el-Havvâs) Rolü ve Kerametler
- Müridin Üstada Bağlılığı: Üstadın nurunun müride güneş
gibi olması, müridin üstadına nasıl teslim olması gerektiği ve onu her
türlü güçlüklere karşı koruması.
- Kemâl Makamının Şartları: Kemal mertebesine ulaşan velînin, müridinin nutfe
iken intikalinden, cennet veya cehennemde istikrar edinceye kadar her
şeyini bilmesi gerektiği.
- Ehl-i Sünnet’e Uygunluk: Ali el-Havvâs'ın keşif ehli
olduğu için, İmam Ebû Hanîfe'nin temizlikte kullanılan suyun necâset
olduğunu söylemesini (çünkü o suyla günahların yıkandığını görüyordu)
haklı bulması, bu yolla fıkhı ve tasavvufu uzlaştırması.
El-Yevâkît
Ve’l-Cevâhir Fî Beyâni Akâidi’l-Ekâbir
Abdülvehhâb-ı Şa'rânî'nin (ö. 1565) te'lif
ettiği ve adında "Cevâhir" (cevherler/kıymetli taşlar) ve
"Dürer" (inciler) kelimelerini barındıran eserler, onun ilim ve
tasavvuf dünyasında uzlaştırmacı misyonunu en iyi yansıtan çalışmalardır.
Kaynaklarda bu eser, özellikle el-Yevâkît ve’l-Cevâhir fî Beyâni Akâidi’l-Ekâbir (Büyüklerin
İnançlarını Açıklamada Yakutlar ve Cevherler) ismiyle zikredilmekte olup, Cevâhir
ve Dürer olarak da anıldığı görülmektedir.
Aşağıda, kaynaklarda yer alan bilgiler
ışığında bu eserin içeriği, amacı ve ele aldığı konular detaylıca sunulmuştur:
I.
Cevâhir ve Dürer Kitabının Genel Nitelikleri ve Amacı
A.
Temel Amaç ve Türü
Şa'rânî, bu eserinin temelini İbnü’l-Arabî’yi
savunmaya ve onun görüşlerini meşru bir zeminde değerlendirmeye adamıştır.
- Eser, her ne kadar bir akâid ve kelâm kitabı olarak
nitelense de, sûfî yöntemi sıklıkla kullanmaktadır.
- Temel hedefi, İbnü’l-Arabî’nin kelâmî görüşleriyle Ehl-i
Sünnet mütekellimlerinin görüşlerini uzlaştırma çabası üzerine bina
edilmiştir.
- Şa'rânî'nin kendisi, eserlerindeki tüm faaliyetlerde Müslümanların
birliğini ve ümmetin bütünlüğünü sağlamayı hedeflemiştir.
B.
Eserin Kaynakları ve Üslubu
- İbnü’l-Arabî'nin Mirası: Şa'rânî, eserlerinde
İbnü’l-Arabî’ye sürekli göndermeler yaparak, kelâm konularında önce kelâm
âlimlerinin değerlendirmelerini verir, daha sonra başta Muhyiddin
İbnü’l-Arabî olmak üzere sûfîlerin görüşlerine yer verir. Bu
yöntem, hem mukayese etmeyi hem de meseleyi anlamayı kolaylaştırır.
- Ali el-Havvâs'tan Nakiller: Şa'rânî, Cevâhir ve Dürer adlı
eserine, efendisi Ali el-Havvâs'tan (ö. 1532-3) duyduğu çok
güzel cümlelerin çoğunu aldığını ifade etmiştir. Bu sözler o
kadar derin ve kıymetlidir ki, Hanbeli, Hanefi, Maliki ve Şafii
mezheplerinden önde gelen âlimler (örneğin Şeyh Şihabeddin Fütühi ve
Nasırüddin Likani) dahi onların cevabını vermekte âciz kalmıştır.
- Telifin Hızı: Şa'rânî, el-Yevâkît ve’l-Cevâhir'i
bir aydan daha kısa bir sürede telif ettiğini ve bu esnada el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye'yi
mebhaslar sayısınca mütalaa ettiğini (günde 25 cüz) belirtmiştir ki, bu
durum kerametlerden sayılmıştır.
II.
Kitabın Muhtemel Konu Başlıkları ve Örnekleri
Eser, isminin de işaret ettiği gibi,
genellikle tasavvuf erbabının (ekâbir) inançlarını, Ehl-i Sünnet'in temel kelâm
ve fıkıh konularıyla harmanlayarak veya uzlaştırarak açıklar.
A.
Tevhid ve Allah'ın Sıfatları
|
Konu Başlığı |
Açıklama ve Örnekler (Şa'rânî'nin
Yaklaşımı) |
Kaynaklar |
|
Zât-Sıfat İlişkisi |
Eserde zât-sıfât ilişkisi, hulûl ve
ittihâd gibi konulara öncelik verilir. Şa'rânî, İsmin müsemmânın aynı
olması ve sıfatların isim olarak isimlendirilmesinin edepten
olduğu görüşünü destekler. |
|
|
Rü’yetullah (Allah’ı Görme) |
Bu konuda önce Ehl-i Sünnet
kelâmcılarının görüşü verilir. Ardından sûfîlerin rü'yete dair yorumlarına
yer verilir. Ali el-Havvâs'tan naklen, O'nu görenlerin gözlerin kendisiyle
değil, gözler aracılığıyla görenler olduğu belirtilir. |
|
|
Hulûl ve İttihadın Reddi |
Şa'rânî, Hulûl ve İttihad gibi konulara
değinir. İttihad’dan kastedilenin, kulun muradının Hakk’ın muradında yok
olması olduğu ifade edilir. Şa'rânî, bu tür ifadeleri yorumlayarak
tevhidin aslından sapılmasını engellemeyi amaçlar. |
|
|
Yaratma ve Kudret |
Tekvîn sıfatının ne olduğu ve
bunun diğer sıfatlarla ilişkisi ele alınır. Ebu Hanîfe'nin, Allah'ın
yaratmadan önce de yaratıcı (Hâlık) olduğu görüşü desteklenir. Ayrıca
Allah’ın bir şeyi bir şey ile değil, bir şey yanında yarattığı
(sebepleri isyana yormama) vurgulanır. |
B.
Peygamberlik (Nübüvvet) ve Velâyet (Velâyet)
|
Konu Başlığı |
Açıklama ve Örnekler (Şa'rânî'nin
Yaklaşımı) |
Kaynaklar |
|
Nübüvvet ve Velâyet Kaynağı |
Peygamberlerin ruhlarının Adn
cennetlerinde olduğu ve nübüvvetin ilahî bir özellik olduğu
belirtilir. Aynı zamanda velîlerin (evliyâ) ve enbiyânın aynı kaynaktan
beslendiği fikri (İbn Arabî'den naklen) işlenir. |
|
|
Peygamberlerin Masumiyeti (İsmet) |
Peygamberlere atfedilen hatalar
(günahlar), onların çok yüksek makamları sebebiyle, hiçbir velînin
ulaşamayacağı derecede yüksek makamlarına göre hata sayıldığı şeklinde
yorumlanır. Onların hatalarının nihai noktasının mubah bir şeye bakmak
olduğu söylenir. |
|
|
İctihadın Meşruiyeti |
Müctehidlerin hüküm çıkarmadaki
delilinin, Miraç gecesi Hz. Mûsâ'nın, Hz. Peygamber'i (sav) namaz sayısını
azaltması için Rabbine müracaat etmeye yönlendirmesindeki ictihad olduğu
örnek verilir. |
|
|
Gizli İlim (Ledün İlmi) |
Ali el-Havvâs’tan gelen derin ve müşkil
manaların çoğunun esere alındığı, bu ilimlerin akıl ve nakil ile değil, keşf
ve ilham ile elde edildiği vurgulanır. |
C.
Tasavvufi Hallerin ve Şatahatların Yorumlanması
|
Konu Başlığı |
Açıklama ve Örnekler (Şa'rânî'nin
Yaklaşımı) |
Kaynaklar |
|
Şatahat (Zahirî Aykırı Sözler) |
Şeriatın zâhirine aykırı olan şatahatların
tamamının, ya sonradan sokuşturulmuş, ya o andaki hâlin galebesiyle ya da
tarikatta henüz işin başındayken söylendiği belirtilir. Kâmil olan
sûfîlerin (Cüneyd gibi) edep üzere olduğu vurgulanır. |
|
|
Tevhid Makamında Hata |
Günah ve mâsiyetlerde rızâya
düşenlerin (fenalıklardan Allah’ın razı olduğuna inananların) ekserisinin
vahdet-i mevcutçular olduğu; ancak bunların mürşidi olmayınca zanlarına
kapılarak şeriatın hilâfına hareket etmelerinin küfür ve telbîs (hile)
olduğu açıkça ifade edilir. |
|
|
İbn Arabî’nin Tartışmalı Görüşleri |
Firavun’un imanı gibi konularda,
İbn Arabî’nin eserlerine sonradan sokuşturulmuş olduğu düşünülen
ifadelerden kaçınılarak, Ehl-i Sünnet’e uygun olan ifadeler esas alınır. |
|
|
Gizli Şirk ve Gaflet |
Yapılan fiilin suretiyle meşgul olarak, yapanı
(Allah'ı) mülâhazadan bir nefes miktarı olsun, gafil olmanın gizli şirk
olduğu açıklanır. |
D.
Ahiret ve Gayb Âlemleri
|
Konu Başlığı |
Açıklama ve Örnekler (Şa'rânî'nin
Yaklaşımı) |
Kaynaklar |
|
|
|
|
|
Cennet ve Cehennem Ehli |
Cennetlik ve cehennemliklerin buralarda ebedî
kalacaklarına inanılır. Cehennemliklerden kastedilenin kâfir, müşrik,
münafık ve muattıl olduğu, muvahhid âsilerin oradan çıkacağı belirtilir. |
|
|
Cennet Nimetleri |
Cennet nehirlerinin dört
olmasının hikmeti, ilmî tecellînin su, süt, şarap ve bal olmak üzere dört
sûrette gerçekleşmesine bağlanır. Cennet yemişlerinin sürekliliğinin, sürekli
yeme değil, arzuladıkları her an hiçbir şeyin kesilmemesi anlamına
geldiği izah edilir. |
|
|
Kabir Azabı |
Münker ve Nekîr’in soruları ve kabir
azabının hak olduğu; bunun bilinen kabirle sınırlı olmayıp, yırtıcıların
yediği veya kül olanlar için de geçerli olduğu, zira Berzah hâllerinin dünya
hâlleriyle karşılaştırılamayacağı anlatılır. |
|
|
Ruhların Durumu |
Peygamberlerin ruhlarının Adn
cennetlerinde olduğu; şehitlerin ruhlarının yeşil kuşların kursağında olduğu;
üzerinde hak bulunan Müslümanların ruhlarının, hasımları razı oluncaya
kadar havada asılı kaldığı gibi detaylı bilgilere yer verilir. |
Abdülvehhâb-ı Şa'rânî'nin hayatı ve
eserleri üzerinde en derin etkiye sahip olan üstâdı Aliyyü'l-Havvâs
el-Burullusî'nin (el-Yevâkît ve’l-Cevâhir fî Beyâni Akâidi’l-Ekâbir
ve diğer ilgili kaynaklarda) geçen menkıbeleri, sözleri ve ısrarla durduğu
konuları detaylı olarak aşağıda sunulmuştur.
I.
Aliyyü'l-Havvâs'ın Menkıbeleri ve Şa'rânî ile İlişkisindeki Önemli Olaylar
Aliyyü'l-Havvâs (ö. 1532-3), Şa'rânî'nin
düşünce çizgisi üzerinde en çok etkili olan zâttır. Şa'rânî, hadis ve fıkıh
âlimi olmasına rağmen, ümmî (okuma yazma bilmeyen) olan bu zâta intisap
etmiştir. Şa'rânî, tasavvuf yolunu önce Hızır aleyhisselâm'dan ve üstâdı
Aliyyü'l-Havvâs'tan öğrendiğini, onlara tam olarak inanıp teslim olduğunu
ve ne emrettilerse hepsini yaptığını belirtmiştir.
A.
Tasavvuf Yolundaki Kritik Emir
- Kitapların Satılması: El-Havvâs, Şa'rânî ile bağ
kurduğunda ondan tüm kitaplarını satmasını ve parasını fakirlere
tasadduk etmesini istemiştir. Şa'rânî, bu emri tereddütsüz yerine
getirmiştir. Bu olay, Şa'rânî'nin manevi yolu zahirî ilmin önüne koyuşunun
en büyük göstergesidir. Şa'rânî, sahip olduğu güzel ahlâkı ondan
tevârüs ettiğini beyân etmiştir.
B.
Kerametleri ve Manevi Koruyuculuğu
- Zor Durumdan Kurtuluş: El-Havvâs, bir zor duruma
düştüğü zaman, adam yollar ve durumunu Meczûb İbrahim Hazretleri'ne
bildirirdi ve akabinde o zor durumdan kurtulurdu. Ashâb-ı nöbet
kendisine mızrak attığında, Meczûb Hazretleri yetişip onu kurtarmıştır.
- Timsaha Karşı Yardım: Ali el-Havvâs'ın, kendisine
karşı düşmanca davranan valilerin helakının adeta kendi elinde olduğu bir
manevi güce sahip olduğu belirtilir. Bir vali kendisine hakaret
ettiğinde, el-Havvâs parmağını toprağa dürtmüş ve kısa süre sonra valinin
evi harap olmuş, vali ise sultan tarafından öldürülmüştür.
- Ümmetin Belasını Yüklenme: Mısır halkına inecek bir bela olduğunda,
El-Havvâs'ın büyük bir manevi çaba içinde olduğu ve bu belayı üzerine
aldığı manevi bir keşif ile görülmüştür. Bu durumu gören Şeyh
Muhammed b. İnan Hazretleri, "Allah'a hamd olsun ki: Bu ümmet içinde,
bu ümmetin belalarını, mihnetlerini yüklenecek birini yarattı"
diyerek secdeye kapanmıştır.
C.
Diğer Âlimlerle İlişkisi
- İlmî Üstünlüğü: Şa'rânî, Ali el-Havvâs'tan duyduğu
çok güzel cümlelerin çoğunu "Cevâhir ve Dürer" adlı eserine
aldığını ve bu sözlerin o kadar derin olduğunu ki, Hanbeli, Hanefi,
Maliki ve Şafii mezheplerinden önde gelen âlimlerin (örneğin Şeyh
Şihabeddin Fütühi ve Nasırüddin Likani) dahi onların cevabını vermekte âciz
kaldığını kaydetmiştir.
II.
Aliyyü'l-Havvâs'ın Temel Sözleri ve Öğretileri
Aliyyü'l-Havvâs'ın sözleri, Şa'rânî'nin el-Yevâkît
ve’l-Cevâhir'de uzlaştırmaya çalıştığı kelâm ve tasavvuf meseleleri için
temel referans noktası olmuştur:
A.
Tevhid, Marifet ve Keşif
- Marifetin Üstünlüğü: "Hakkın zâtı, herhangi bir
ilim veya idrakin kapsamına girmekten yücedir". Zât meçhul olduğu
için, "Falan kişi Allah’ı bilenlerdendir" ifadesiyle kastedilen
O'nun zâtının bilgisi değil, varlığı ve sahip olduğu kemâl sıfatların
bilgisidir.
- Tevhidin Çeşitleri: Delillere dayanarak Allah'ın
birliğini ispata çalışan kimse cahildir, zira bütün mahlûkat fıtrat
itibariyle Allah'ın bir olduğunu bilir. Keşifle elde edilen tevhid,
delillerden yola çıkanların tevhidinden daha üstündür.
- Varlık ve Yokluk (Adem ve Vücud): Cehalet ve yokluğun,
kulların zuhuruna bir asıl olduğunu; marifet ve varlığın ise Hakk'ın
zuhuru için bir temel olduğunu söylemiştir.
- Rü’yetullah (Allah’ı Görme): Allah’ın "Gözler
O’nu idrak etmez" âyetinin zahiren sahih olduğunu, ancak Hak
Teâlâ’yı gören kimselerin, gözlerin kendisiyle değil, gözler aracılığıyla
görenler olduğunu ifade etmiştir. Ayrıca, Mûsâ aleyhisselâm'ın görmeyi
talep etmeden önce Allah hakkında bilgi sahibi olduğu için bayıldığını
belirtmiştir, zira onu görmeyi engelleyen şey, aşırı yakın olmasıdır.
- Kudret ve Yaratma: Kudretin mümkün varlıklar için bir
hakkı olmadığını, onların ancak ilahi eserin kabulü için bir mekan
olabileceğini; kudretin, Ulûhiyet sıfatının tekelinde olduğunu ve bizzat
güçlü olduğunu söylemiştir.
B.
Şeriat ve Batın İlişkisi
- Kullanılmış Suyun Necaseti Üzerine Yorum: El-Havvâs, İmam
Ebû Hanîfe'nin keşif ehli olduğu için, temizlikte kullanılan suyun
necâset olduğuna hükmettiğini söylemiştir. Çünkü İmam Ebû Hanîfe, suya
baktığında bununla günahların yıkandığını görerek, suyu pis ve kötü
kokulu olarak müşahede ediyordu.
- Günah Artığı Suyu: "Allah’ın basîretini açtığı
kimse, büyük günahların artığı olan suyu, köpek ve merkeblerin idrarı
ya da leşinden daha kötü ve daha iğrenç olarak görür" demiştir.
(Bu, zahirî temizliğin ötesindeki manevi kirin önemini gösterir.)
- Farz ve Sünnetlerin Önemi: Farz olan ibadetlerin
anahtar, sünnet olan ibadetlerin ise anahtarın dişleri
olduğunu; anahtar dişlerinde bir eksiklik olursa, kilidin açılmayacağını,
meğer ki o kilidin yerinden sökülsün.
C.
Sûfîlerin Hâlleri ve Mürşidlik
- Müridin Kemâl Şartı: "Bizim katımızda adam kemâle
ermez. Tâ ki, müridinin sulbte (Elestü bi Rabbiküm gününde nutfe iken
intikalinden), cennet veya cehennemde istikrar edinceye kadar (sürede her
şeyini) bilmiş olsun" demiştir.
- Velîyi Tanımanın Zorluğu: "Bir velî kulu tanımak
ve: 'İşte bu zat, bir velîdir' diyebilmek zordur. O kadar ki: Allah
Taâlâ'yı bilmekten daha zor" demiştir.
- Müctehidlerin Verâseti: Müctehidlerin verasetlerinin onun
şeriatini öğretmek ve bununla fetvâ vermek şeklinde olduğu için
peygamberlere veraseti en kâmil olanların müctehidler olduğunu ifade
etmiştir. Sûfîler ise daha çok bâtınî ahlâkı öğretenlerdir.
- Keramet Korkusu: Kâmil olanların, kerametin
ellerinde meydana gelmesinden korktuklarını ve bunun istidrâc
(aldatma) olma ihtimalinden dolayı korku ve paniklerinin arttığını ifade
etmiştir.
III.
Aliyyü'l-Havvâs'ın Israrla Durduğu Temel Konular
Kaynaklar, Aliyyü'l-Havvâs'ın özellikle
tasavvufi makamların tehlikeleri, zahirî hükümlere bağlılık ve nefsaniyetten
arınma konularında ısrarcı olduğunu göstermektedir:
- Şeriatın Mutlak Geçerliliği ve Nefsin Terbiyesi: En
temel ısrar noktası, nefsin terbiyesi ve şer'î hükümlere mutlak
bağlılıktır. Günah artığı sudan nefret etme hassasiyeti ve helal lokma
konusunda titiz davranan terazicinin yemeğini yememesi, helal ve haram
sınırlarının manevi keşif makamlarında dahi ne kadar kesin ve belirleyici
olduğunu vurgular.
- Makamlardaki Tehlike ve Teslimiyet: Kulun yaptığı
ibadetlerde ucba (kendini beğenme) kapılmasının tehlikesini
vurgulamış. Ayrıca,
ilahi bir zarar geldiğinde sabretmeyi denemek yerine, derhal Allah'a
yalvarıp o zararın kaldırılmasını isteme gerektiğini öğütlemiştir.
Zira insanın Rabbine dert yanması, takvaya uygun bir edeptir.
- Hükümde Edep ve Kibriya: Halife için âleme tahakküm
(hakimiyet kurma) yerine teslimiyetin öncelikli olduğunu.
Riyaset (başkanlık) ve kibrin kaynağı olan burunun abdestte
yıkanmasının Arap örfünde zillet ve küçülmeye işaret ettiğini, böylece
kulun Rabb'inin huzurunda alçakgönüllülüğü izhar etmesi gerektiğini
İbnü’l-Arabî'den naklen izah etmiştir.
- İlahi Ahid ve Ezelî Söz: Ahd ve misakın (Elestü bi
Rabbiküm) alındığına kesinlikle inanmak gerektiğini, zira bu sözü Ali b.
Ebû Tâlib gibi büyüklerin kesinlikle hatırladığını ve bu konunun detayıyla
uğraşmanın manevi yoldan uzaklaştırdığını vurgular.
- İttihad (Birlik) Kavramının Te'vili: İttihat kelimesinden
kastedilenin, kulun muradının Hakk’ın muradında yok olması olduğu,
bunun birlik (ittihad) anlamına geldiği, ancak bunun ontolojik bir
birleşme olmadığı konusunda ısrarcıdır.
Aliyyü'l-Havvâs’ın
Sözleri Ve Ona Yöneltilen Sualler İle Cevapları Yer Almaktadır
Abdülvehhâb-ı Şa'rânî'nin, üstâdı
Aliyyü'l-Havvâs el-Burullusî ile olan münasebeti, eserlerinde ve özellikle el-Mîzânü’l-Kübrâ
ve el-Yevâkît ve’l-Cevâhir gibi büyük eserlerinde en detaylı işlediği
konulardan biridir. Zira Şa'rânî, tasavvuf yolunu önce Hızır aleyhisselam'dan
ve üstâdı Aliyyü'l-Havvâs'tan öğrendiğini, onlara tam olarak inanıp teslim
olduğunu belirtmiştir.
Aşağıda, kaynaklarda "Efendim Ali
el-Havvâs" veya "kardeşim Efdaleddin sordu" gibi ifadelerle
geçen, konunun bütünlüğünü koruyacak şekilde, Aliyyü'l-Havvâs’ın sözleri ve ona
yöneltilen sualler ile cevapları yer almaktadır:
1.
Fıkıh ve Keşif Arasındaki Uyum (Necaset ve Temizlik)
Şa'rânî, fıkıh âlimlerinin zahirî
hükümleri ile keşif ehlinin bâtınî müşâhedelerini uzlaştırma çabası kapsamında,
en çarpıcı örnekleri Ali el-Havvâs'tan aktarır.
Necaset Hükmü ve Günahların Müşâhedesi
Şa'rânî, Efendim Ali el-Havvâs’ın
defalarca şöyle dediğini işittiğini nakleder:
- İmam Ebû Hanîfe ve Necaset: "Ebû Hanîfe keşif
ehli olduğu için, temizlikte kullanılan suyun necâset olduğunu
söylemiştir. Suya baktığı zaman, bununla günahların yıkandığını
görür ve diğer kullanılmış sulardan ayırt ederdi. Bu şekilde bir keşfe
sahip birisi, müşâhede ettiklerinin dışına çıkamaz. Zira o, bu suyu pis
ve kötü kokulu olarak görmektedir. Bununla abdest alması veya
yıkanması nasıl mümkün olur?".
- Günahların Artığı Olan Su: Efendim Ali (rh.a) şöyle
derdi: "Allah’ın basîretini açtığı kimse, büyük günahların artığı
olan suyu, köpek ve merkeblerin idrarı ya da leşinden daha kötü ve daha
iğrenç olarak görür".
Farz ve Sünnetlerin Manevi Yapısı
Ali el-Havvâs, ibadetlerin yapısını
anahtar benzetmesiyle açıklamıştır:
- Anahtar ve Dişleri: "Faruz (farz) olan
ibadetler, anahtardır.. Sünnet olan ibadetler ise.. onun dişleridir.
Anahtar dişlerinde bir eksiklik olursa.. kilit açılmaz. Açılması
için de, başka bir şey yapılamaz.. Meğer ki, o kilit yerinden
söküle."
2.
Tevhid, İsimler ve Marifetullah
Tevhid ve Allah'ı bilme (marifet)
konuları, Ali el-Havvâs'ın en çok üzerinde durduğu ve derin manalar aktardığı
başlıklardır.
Allah'ı Görmeyi Engelleyen Aşırı Yakınlık
Şa'rânî, görme (rü’yetullah) meselesini
aktarırken, Ali el-Havvâs'tan duyduğu şu ince noktayı aktarır:
- Müşâhede ve Göz: Efendim Ali el- Havvâs (rh.a.) şöyle
derdi: "Allah’ın ‘Gözler O’nu idrak etmez.’ âyeti, zâhiri açıdan
sahihtir. Hak Teâlâ’yı gören kimseler, gözlerin kendisini değil,
gözler aracılığıyla görenlerdir".
- Yakınlığın Perdesi: Şa'rânî, Allah'ın bize şah
damarımızdan daha yakın olduğu halde O’nu görmemizi engelleyen şeyin
sorulduğu bağlamda:
"O’nun görülmesini engelleyen şey, aşırı yakın olmasıdır."
Yüce Allah’ın "Biz ona sizden daha yakınız, ancak görmüyorsunuz"
buyurmasını delil gösterir.
Varlık, Yokluk, İlim ve Cehalet
İlişkisi
Kardeşi Efdaleddin, Ali el-Havvâs'a zor
bir kelâmî soru yöneltmiştir:
- Soru: "Ya seyyidi, Hakkın zâtından gayrı her şey
meçhuldür; ma'dumdur.. Ancak, yüce Hak vardır.. O ise.. maruftur ve
mevcuttur.. Durum bu olunca, marifet ve varlık dışında, kulun cehle
(cehalete) ve yokluğa yönelmesi, nereden kendisine arız oluyor?.".
- Cevap: Ali Havas Hazretleri şöyle cevaplandırdı: "Cehalet ve yokluk, bizim
zuhurumuza bir asıldır.. Marifet ve varlık ise.. Hakkın zuhuru için
bir temeldir. Durum böyle olunca, kullarının elinde; marifet ve varlık
cinsinden bir şey hâsıl oluyorsa.. o: Hakkın bir fazlıdır; rahmetidir..
Bunun dışında, kulların eli, ile cehalet ve yokluk cinsinden bir şey hasıl
oluyorsa.. o da, Hakkın, bir adaleti ve nimetidir".
Tevhid Makamları ve Vehimler
Ali el-Havvâs, tevhid makamındaki
tehlikelere dikkat çekmiş ve bazı tasavvufi kavramları yorumlamıştır:
- Kutbun Yeri: Kutbun (Gavs'ın) sürekli Mekke'de kalıp
kalmadığı sorulduğunda, şöyle cevap vermiştir: "Kutbun kalbi, kendisini kaplayan
Hakkı daima tavaf eder.. Tıpkı: İnsanların Kâbe’ye yöneldiği ve onu
gördükleri gibi.. Çünkü o: Ancak, Allah Teala’nın kullara vereceğini
dağıtma makamındadır.. Ve o: Ancak, Allah Taala’nın dilediği şekilde,
cesedi ile yeryüzündedir".
- Teşbih ve Tenzih: Yalnız tenzih veya yalnız teşbihte
kalanların yanlış yaptığını, zira teşbihin akıllar seviyesine inme ve
kabul etmeye bir hazırlık (ameliyesi) olduğunu söyler. (Bu, Şa'rânî'nin el-Yevâkît
ve el-Kibrîtü’l-Ahmer’de İbn Arabî'yi uzlaştırma metodunun
temelidir.)
3.
Müridlik, Şeyh ve Amel Edebi
Aliyü'l-Havvâs, müridliğin şartları ve bir
şeyhe teslimiyetin manevi yönü hakkında kesin hükümler vermiştir:
Teslimiyet ve Müridin Yükü
- Ağırlığın Şeyhe Yüklenmesi: "Mürid, bütün yükünü şeyhinden
almadıkça, kemal derecesini bulamaz.. Zira. ağırlığını şeyhine
yükleyen, edepte kusurludur.. Çünkü o ağırlıklar, tekrar kendisine döndüğü
zaman, nefsi onlarla ülfet edebilir.. Dolayısı ile istidadı noksanlaşır..
Sonra, o ağırlıklara kendisini alıştırmadığı için, en ufak bir tökezleme
halinde, duvarı meyillenir.. Kaldı ki: Şeyhi de, onunla baki kalıp onu
doğrultacak değildir".
Şeyhe Teslimiyetin Mutlaklığı
- Rüyanın Düzeltilmesi (Efdaleddin'in rüyası): Kardeşi
Efdaleddin'in rüyasını yorumlarken (rüyada öldüğünü, cesedinin bir kısmını
kendisinin, üst kısmını ise Ali el-Havvâs’ın yüklediğini gördüğü rüya):
"Sen, kusurlusun.. Neden hepsini yüklenemedin?.. Eğer cesedini
tamamen alşaydın; kamil olurdun.. Nefsini döğüş.. müdataaya geç..
Allah Taala dilerse.. şeyhin de sana yardımcı olur.. Sonra.. -... Çek
secdelerinle nefsine üstün gelmeye bak".
Nefs ve Helal Rızık Hassasiyeti
Ali el-Havvâs, helal rızık konusunda aşırı
hassasiyet göstermiş ve müridlerini uyarmıştır:
- Şüpheli Yemeğin Hükmü: Kendisine, vera' haline dikkat etmeyen kimseler
tarafından gönderilen yemekler hakkında sorulduğunda:
"Böyle bir halle karşılaşan kulun, arzu edilen şeyin dışmda herhangi
bir şey arzu etmesi yakışık almaz... Hakikaten aç isen... ondan
ihtiyacın kadar yiyesin.. Kalanını da, Allah’ın dilediği kimse için
bırakasın.. Sonra.. sakın, nefsin için, iyi bir hal aramaya kalkma..
tahkik ehli mertebesinden düşersin.. Sonra, şunu da, iste: Allah, senin
dünya ve ahirette ayıplarını örte.. cömertliği ve keremi ile".
- Terazicinin Yemeği: Şa'rânî, Ali el-Havvâs’ın,
kendisine Bulak’ta terazicilik yapan birinin yemek teklifini geri
çevirmesini şöyle aktarır: "Bunun üzerine o adam şöyle dedi: Bu,
helâldir.. Alnımın teri ile kazandım.. Onun bu sözüne karşılık şöyle dedi:
Ben, terazisini tutanın, hangi tarafın ağır bastığını ihlasl.a
gözetmeyenin taamını yemem".
4.
İmtihan, Tasavvufi Kavramlar ve Yüksek İlimler
İmtihan ve Kader Karşısındaki Durum
- Ağlamaktan Sakınma: "İmtihan edildiğinizi anladığınız yerlerde,
bilhassa. ağlayıp sızlanmaktan sakının.. Sonra, Allah Taala, sizi daha
çetini ile imtihan eder.." Kardeşi Efdaleddin'in sabır
konusundaki itirazına cevabı: "Hakkı belli bir kayd altına alma..
Zira, mazharları, şanları. esma ve sıfatı cihetinden Hakka giden yollar
geniştir.. çoktur.. İstıdad ise.. ancak o yollardan bir tanesidir".
- Kötülükte Rıza ve Korku: Bir keresinde, Ali Havas
Hazretlerinin şöyle dediğini duydum: "Hangi iyi vasıf ve naat olursa
olsun.. onun içinde zem ve korku vardır.. Hangi kötü vasıf ve naat
olursa olsun.. onun içinde de, övmek ve iyi ümit vardır.. Ama bu: Basiret
sahibi olanlara.. İşte.. Allah'ın hikmeti, kelamında böyle tecelli eder..
Anla".
Kelâmî İlimler
- Salavatın İtlakı ve Takyidi: Resulullah'a okunan salavatın mutlak mı
(kayıtsız) yoksa mukayyed mi (kayıtlı) olması gerektiği sorulduğunda:
"Kendi görüşünle, bir şey kullanmaya yeltenme.. Bilhassa,
itlak ve takyid babında.. Sebebine gelince: İtlak, gide gide.. takyide
dayanır.. Nasıl ki, takyidin sonu da, bir bakıma. itlak olur".
- Tefekkürün Türü: Kur'an’daki tefekkürün diğer
tefekkürler gibi olup olmadığı sorulduğunda: "Tefekkür aynıdır..
Kur’an’da, ya da başkalarında.. Asıl iş, aletin kesiciliği ile, kesilenin
katı veya yumuşak oluşuna kalır".
Ebedi Hayat ve Berzah Alemi
- Türbe Yapımı Arzusunun Reddi: Şa'rânî'nin ihvanı
vefatından sonra kendisine türbe yapma izni istediğinde, Ali el-Havvâs
şöyle demiştir: "Biz hayatımııda dahi. Allah Taala'nın arzusuna muhalif bir arzuya
kapılmadık. Öldükten sonra, nasıl olur da. onun arzusuna muhalif bizden
bir arzu belirebilir?".
- Berzah Nuru: Kardeşi Efdaleddin'in, Berzah alemi
nurunun neden kesif (yoğun) olduğu sorusuna cevabı: "O nurun kesif
olmasının sebebi: Dünyada bu uzuvlarla yapılan amellerin nurları
oluşudur... Zira, dünya ve bu uzuvlar da, aynı şekilde
kesiftir..".
Not: Şa'rânî'nin el-Mîzânü’l-Kübrâ
ve el-Yevâkît ve’l-Cevâhir fî Beyâni Akâidi’l-Ekâbir gibi eserleri,
kelâmî ve fıkhî konuları mistik keşiflerle uzlaştırma üzerine kuruludur. Bu
nedenle Ali el-Havvâs'tan nakledilen yukarıdaki tüm bu derin ve çoğu zaman
zahirî ilimlere aykırı görünen sözler, Şa'rânî'nin havâss zümresinin
itikadını açıklama çabasının özünü oluşturur.
Aliyyü'l-Havvâs,
Müridlerin Manevi Halleri Ve Nefs Terbiyesi
Abdülvehhâb-ı Şa'rânî'nin üstâdı Aliyyü'l-Havvâs
el-Burullusî'ye (rh.a) doğrudan atfedilmiş, Şeytan'ın (İblis'in)
yaratılışı, tabiatı veya belirli eylemleri hakkındaki özel ve ayrıştırıcı
görüşlerini içeren açıkça belirtilmiş bir paragraf bulunmamaktadır.
Ancak, Şa'rânî’nin genel olarak aktardığı
tasavvufi öğretiler ve özellikle el-Yevâkît ve’l-Cevâhir ve Kibrît-i
Ahmer gibi eserlerdeki tartışmalar, Şeytan’ın insanın manevi yolculuğundaki
rolü ve nefisle ilişkisi bağlamında dolaylı olarak şu konulara değinmektedir:
Şeytan ve Nefis İlişkisi ile İlgili
Genel Görüşler
Aliyyü'l-Havvâs, müridlerin manevi halleri
ve nefs terbiyesi konularında Şa'rânî’ye pek çok öğüt vermiştir ve bu öğütler
Şeytan’ın vesvese yoluyla kurduğu hâkimiyet alanına işaret eder:
- Nefsin Şeytanın Oyuncağı Olması: Tasavvufi
makamlardaki tehlikeler anlatılırken, nefsin ıslah edilmemesi durumunda
karşılaşılan tehlikelerden bahsedilir:
- Nefis, aynı zamanda hayvani arzulardır.
- Islah edilmediği takdirde, nefis Şeytanın
elinde bir oyuncaktır.
- Hatta Şeytanın bir çocuğu sayılan nefis,
köpek misali öfke ve saldırı bulundurur. Bu bağlamda, Şeytan’ın temel
etki alanı, terbiye edilmemiş nefistir.
- Amelleri İptal Etme Hedefi: Şeytan'ın temel
maksatlarından biri, ihlâs ile başlanmış hayırlı bir ameli iptal
ettirmektir. Şayet kişi riya ve sum’a (gösteriş) gibi vesveselerle
çarpışmak durumunda kalsa bile, ameli iptal etmesi, Hak Teâlâ'nın emrine
muhâlif ve Şeytanın maksadına muvâfık bir hareket olur ki bu asla
doğru değildir.
- İbadetlerdeki Gafletlere Vesvese İkâsı:
- Kaynaklar, velînin kalbine Şeytanın ilkaatta
(vesvese vermede) bulunduğunu ve kişinin nefsinin bu duruma ne
yapacağına kulak vererek durumunun karmakarışık olmasını arzuladığını
belirtir.
- Ayrıca, namaz safı gibi kâinatta herhangi bir
boşluk olduğu zaman, Şeytan'ın oraya girdiği ve velîyi, şeriatla
meşru olmayan bir şekilde gurur ve azamet gibi ilahi özelliklerle
ahlâklanmaya yönlendirebileceği belirtilmiştir.
- Secdenin Şeytan İçin Zillet Olması: Şeytan, hadislerde
secdenin zıddı olarak anılmaktadır. Amel konusunda şöyle bir rivayet
aktarılmıştır: "Her
kim asıl ve erkâna ait bazı amelleri terk etmek hususunda sehv secdesi
yaparsa onun için düşmanını öldürmüş veya yaralamış olanın ecri vardır.
Nitekim; ‘İki secde şeytan için ve kâfirlerden olan şeytan için
zillet ve hakaret oldu’ hadisi buna işâret etmektedir".
İblis'in İsyanının Sebebi
Şa'rânî'nin Muhyiddin İbn Arabî'den naklen
aktardığı İblis'in Âdem'e (as) secde etmeme gerekçesine dair yoruma göre (ki bu
yorumlar genellikle Havâss'ın akâid sisteminin temelini oluşturur):
- Allah’ın İblis’e, "Kendi ellerimle yarattığım şu
varlığın önünde secde etmekten seni alıkoyan nedir? Büyüklük mü
taslıyorsun yoksa ululardan mısın?" hitabıyla kastedilen, İblîs’in
kendi içinde Âdem’den daha üstün olduğunu düşünmesi ve büyüklendiğini
bakışında/düşüncesinde taşımasıdır.
- Bu durum, İblîs’in cehâletidir.
Cehennemde Şeytanın Azabı
Şeytan'ın cehennemdeki konumuna dair
sorulan bir soru ve cevabında (Şa'rânî’nin genel yaklaşımı içinde):
- Şeytan’ın dört tabakalı ateşin orta tabakasında
olduğuna dair bilgilerin, onun azabının hafifletilmesi anlamına gelmediği
belirtilmiştir.
- Aksine, Şeytan ateşin odağıdır ve azap gören hiçbir
kimse yoktur ki, İblîs onun azabında ona ortak olmasın. Zira onların
azabının sebebi İblîs’tir.
- Bu durum, "Kötü
bir gelenek başlatan kimseye, onun günahı ve kıyamete kadar onu işleyenin
günahının misli vardır" hadisiyle de desteklenir.
Özetle: Aliyyü'l-Havvâs, Şeytan'ı;
nefsin işbirliği yaptığı, kibrin ve cehaletin timsali olan, insanın hayırlı
amellerini bozmaya çalışan ve azabının hafifletilmesi söz konusu olmayan bir
düşman olarak kabul edilen tasavvufi çerçevede ele almıştır.
Azîmet
(Şer'î Hükümlere En Sıkı Şekilde Uyma) Ve Ruhsat
Abdülvehhâb-ı Şa'rânî'nin fıkıh ilmindeki
başyapıtı kabul edilen el-Mîzânü’l-Kübrâ’daki (Büyük Terazi), azîmet
(şer'î hükümlere en sıkı şekilde uyma) ve ruhsat (dinen tanınmış
kolaylık ve müsaade) konularına dair görüşleri, onun uzlaştırmacı
(tevfîkî) metodolojisinin temelini oluşturur. Şa'rânî, dört büyük mezhebin
hükümlerini topladığı bu eserinde, hükümler arasındaki farklılıkların temel
nedenini, Allah'ın kullarına olan merhametine ve farklı mükellefiyet
(sorumluluk) hallerine dayandırarak, ruhsat ve azîmetin şeriatın özünden
kaynaklandığını savunur.
Bu bağlamda, Şa'rânî’nin azîmet ve ruhsat
hakkındaki görüşlerini ve örneklerini aşağıda detaylıca sunmaktayız:
I.
Şeriatın Özü: Kolaylık (Ruhsat Prensibi)
Şa'rânî’nin genel yaklaşımı, İslâm
Dini'nin özünün zorluk değil, kolaylık (yüsr) olduğu prensibine dayanır.
Bu prensip, farklı fıkıh mezheplerinin kolaylık içeren hükümlerini
meşrulaştırır.
A. Temel İlahi Murâd:
Şa'rânî, ruhsatın meşruiyetini doğrudan
Kur'an ve Sünnet'e dayandırır. Ona göre, "Allah sizin için hiçbir
güçlük murad etmedi" âyeti ile "Allah’ın dîni
kolaylıktır" şerefli hadîsi, bu prensibin temelidir. Bu, önceki
yazılarımızda bahsettiğimiz gibi, Şa'rânî'nin ümmetin farklı mezheplere
ayrılmasının bile aslında kolaylık sağladığı yönündeki genel düşüncesiyle
uyumludur.
B. Ruhsat Örnekleri:
- Hazar (İkamet Hâli) Namazlarının Cem'i (Birleştirilmesi):
Bazı Zâhiriyeci âlimler (ki Şa'rânî onlardan bir topluluğun mezhebinin
bile makbul olduğunu belirtir), hazar vakitlerinde (yolculukta
değil, ikamet halindeyken) bir zaruret olmaksızın öğle ile ikindi, akşam
ile yatsı namazlarını birleştirmeyi (cem' etmeyi) caiz görmüşlerdir.
- Gerekçe: Bu görüş, yukarıda zikredilen "Allah
sizin içinde hiçbir güçlük murad etmedi" âyeti ile İbn Abbas’tan
(ra) gelen, Hz. Peygamber’in bir mazeret olmaksızın cem' etmesindeki
muradın "ümmetine güçlük olmamasını murad etmesi" olduğu
hadisine dayanır. Şa'rânî, ulemânın çoğunun buna muhalefet etmesine
rağmen, bu görüşü bir kolaylık (ruhsat) olarak zikrederek şeriatın
genişliğini gösterir.
- Abdestte Niyet Meseleleri: Şa'rânî, teyemmüm ve
abdestteki hüküm farkını açıklarken, suyun özündeki ruhsatı ortaya koyar:
- Açıklama: Bazı ulemâ, niyeti toprakla yapılan teyemmümde şart koşarken, su
ile yapılan abdestte lüzum görmez. Bunun sebebi şudur: "Su,
hayatın sırrıdır. Bizâtihi hayat verir." Bunda niyet olsa da
olmasa da eşittir (müsâvîdir). Toprak ise kesîf (yoğun) olduğu için
niyete muhtaçtır. Suyun doğasındaki bu hayat verici özellik, abdestte
niyet şartının hafiflemesi yönünde bir ruhsat sağlar.
II.
Azîmet ve İhtiyat (Sıkı Takvâ Prensibi)
Azîmet, Şa'rânî için sadece en kâmil
ibadet şeklini değil, aynı zamanda nefsi terbiye etmek ve manevi yolda kemâle
ulaşmak için izlenen en ihtiyatlı yolu temsil eder. Bu, özellikle Havâss
(seçkinler) için vazgeçilmez bir düsturdur.
A. Verâ (Şüpheliden Kaçınma) ve Zühd
(Terk) Arasındaki Fark:
Şa'rânî, dünyadan el çekme konusunda
ruhsat ve azîmet makamını ayırt eder:
- Tanım: Dünyaya rağbet etmemek, onun faydasız zevk
ve menfaatlerini terk edip elindeki cüz’î ve zarûrî ihtiyacına kâfi meta’ı
ile dünyadan ayrılmak her akıl sahibi için uygun bir harekettir. Ancak
bu hâl, şüpheli şeylerden el çekme anlamında bir verâdır.
- Ayırım: Verâ, şüpheliden kaçınmayı gerektiren bir
azîmet hâlidir; zühd (terk) ise genel anlamda dünyadan yüz çevirmedir.
Şa'rânî, ta’n ve takbih (ayıplama ve kınama) edilecek şüpheli mallara
gelince, onları elde tutmanın hiç doğru olmadığını ve bunlardan el
çekmenin verâ olduğunu belirterek, azîmeti nefsi arındırmanın ön
şartı kılar.
B. İbadetlerin Kemâli için Azîmet:
Aliyyü'l-Havvâs'tan nakledilen bir söz,
ibadetlerin kabulünde azîmetin şart olduğunu vurgular:
- Farzlar ve Sünnetler: Farz olan ibadetlerin anahtar,
sünnet olan ibadetlerin ise anahtarın dişleri olduğunu belirtir.
"Anahtar dişlerinde bir eksiklik olursa.. kilit açılmaz".
- Yorum: Bu ifade, farzların yerine
getirilmesinin temel bir ruhsat olduğunu, ancak sünnetlere riayet
etmenin (ki bu azîmettir), ibadetin manevi kilidini açan ve onu tam
kılan bir zorunluluk olduğunu ima eder.
C. Ariflerin Azîmeti (Tövbeden Tövbe):
Azîmetin en üst makamı, keşif ehlinin
manevi hayatındaki en ince detaylara dahi dikkat etmesidir.
- Tövbeden Tövbe Prensibi: Bazı ariflerin "Tövbenin
şartı, tövbeye de tövbe etmektir" sözü, en yüksek azîmet makamına
işaret eder.
- Açıklama: Bununla kastedilen, kulun Allah’ın
hiddetleneceği zâhirî ve bâtınî şeylere düşmekten mahfûz oluncaya kadar
sürekli olarak Allah’ı murakabe etmeyi (gözetmeyi) itiyat hâline
getirmesidir. Kul, tövbesinin ihlâstan yoksun olması şüphesiyle dahi
nefsini itham eder. Bu, nefsi itham etme ve kusursuzluğa ulaşma yolunda
gösterilen mutlak bir azîmettir.
D. İbnü’l-Arabî ve Azîmet Yolu:
Şa'rânî, İbnü’l-Arabî’den naklen de
müridin, manevi yoldan ayrılmamak için azîmetle hareket etmesi gerektiğini
vurgular:
- Mubahın
Terki:
İbnü’l-Arabî'nin şöyle dediğini aktarır: "Mubahları çokça
işlemenden dolayı hızlân (terk edilmişlik) perdesinin ardından levhaların
parladığını gördüğünde ve bunun mekruha dönüşeceğinden korktuğun
zaman, bu mubaha karşı sende hoşnutsuzluk yaratması için Allah’a yalvar;
aksi takdirde helâk olursun". Bu, ruhsat dairesindeki mubahları dahi,
kalbin manevi huzurunu bozma tehlikesine karşı terk etme azîmetini
öğütler.
Sonuç
Abdülvehhâb-ı Şa'rânî, el-Mîzânü’l-Kübrâ
ve diğer eserlerinde, şeriatın hem ruhsat (kolaylık) hem de azîmet
(ihtiyat/sıkı takva) olmak üzere iki geniş kanada sahip olduğunu gösterir.
Azîmet, özellikle keşif ve irfân yolunda ilerleyen Havâss için manevi
yükselişin şartı iken; ruhsat, umumî ümmetin dinî hükümleri zorlanmadan yerine
getirebilmesi için İlahi bir lütuftur. Şa'rânî, bu ikiliği uzlaştırarak, her
iki yaklaşımın da Allah'ın muradına uygun olduğunu kanıtlamayı hedeflemiştir.
Kaynakça
ABDÜLVEHHAB eş-ŞA’RÂNÎ. ABDUeLVEHHAB_SARANi.pdf.
ABDÜLVEHHÂB eş-ŞA’RÂNÎ. KİBRİT AHMER.pdf. ABDÜLVEHHÂB eş-ŞA’RÂNÎ. KİBRİT
AHMER.pdf. ABDÜLVEHHÂB eş-ŞA’RÂNÎ. KİBRİT AHMER.pdf. ABDÜLVEHHÂB
eş-ŞA’RÂNÎ. KİBRİT AHMER.pdf. ABDÜLVEHHÂB eş-ŞA’RÂNÎ. elyevakit Cilt
2.pdf. ABDÜLVEHHÂB eş-ŞA’RÂNÎ. elyevakit Cilt 2.pdf. ABDÜLVEHHÂB
eş-ŞA’RÂNÎ. elyevakit Cilt 2.pdf. ABDÜLVEHHÂB eş-ŞA’RÂNÎ. İmam Şarani
| Evliyalar ansiklopedisi 3_ Tabakat_ül Kübra.pdf.
Aliyyü'l-Havvâs
El-Burullusî'nin Kadınlar Hakkındaki Görüşleri
Abdülvehhâb-ı Şa'rânî'nin üstâdı Aliyyü'l-Havvâs
el-Burullusî'nin kadınlar hakkındaki görüşleri, genel tasavvufî ahlâkın ve
özellikle nefs-i emmâre ile mücadele (mücâhede) prensibinin katı bir
yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır. Şa'rânî, bu görüşleri aktarırken,
şeyhinin keşif ve hakikat bilgisine dayalı olduğu hususunda ısrarcıdır.
Bu görüşler, kadınları genellikle hissî
(duygusal/cismanî) ve nefsanî arzulara eğilimli bir tabiatla ilişkilendiren
keskin bir dikotomi (ikilik) üzerine kuruludur.
İşte el-Yevâkît ve’l-Cevâhir fî Beyâni
Akâidi’l-Ekâbir ve ilgili diğer eserlerde yer alan Aliyyü'l-Havvâs'ın
kadınlar hakkındaki temel görüşleri ve tespitleri:
1.
Manevi İhtisas ve Cismanî Eğilim Dikotomisi
Aliyyü'l-Havvâs, erkekler ve kadınlar
arasında manevi potansiyel ve ilgi alanları açısından net bir ayrım
yapmaktadır:
"Erkekler, kudsî nimetlere (ilahî, kutsal nimetler)
ehildirler... Kadınlar ise.. hissî zinetiere meyillic:Urler (cismanî süs
ve hazlara eğilimlidirler)".
Bu ifade, kadınların yaratılış itibarıyla
daha çok maddî ve duygusal güzelliklere yöneldiğini ortaya koyar. Bu durum,
önceki yazılarımızda detaylıca bahsettiğimiz mücâhede (nefsi arındırma)
yolunun, kadınlar için hissî zinetlerden yüz çevirme zorunluluğunu
getirdiğini göstermektedir.
2.
Kadınların Şehvet (Cismanî Arzu) ve Nefsanî Tabiatı
Aliyyü'l-Havvâs, kadının yaratılışını Hz.
Âdem'in gizli arzularının bir tezahürü olarak yorumlar ve kadın tabiatını
cismanî şehvetle ilişkilendirir. Bu, onun kadınlar hakkındaki en keskin ve
teorik görüşüdür:
"Vakta ki, Havva; Âdem'in
-aleyhisselam- gizli şehvetine surette bir mazhar oldu (görünür bir yer)
oldu.. Artık bir kadın için, bundan ötesi beklenemez.. Ve kadın, ancak, cismi
bir şehvet ve arzu görür.. Bundan ötesini idrak onun için güçtür..
anlayamaz, kavrayamaz.. Sonra.. gayretini bundan öteye aşıramaz.. Onun için, neticeleri
ve sonucu gözetmek diye bir şey yoktur.. Onun bu âlemde, yaratılışı icabı,
koştuğu yön: Ancak behîmî vehmin (hayvanî içgüdülerin) tahrik ettiği
arzulardır".
Bu görüşe göre kadın, doğası gereği sadece
cismanî arzularla ilgilenir, sonuçları ve akıbeti düşünmek (irfan
yolculuğunun gerektirdiği bir haslet) onun için zor ve idrak dışıdır. Bu, onun
nefsinin hayvanî (behîmî) yönüne tabi olduğunu gösteren, tasavvufî bir
tahlildir.
3.
Manevi Makama Yükselme Yolu: "Manada Erkek Olmak"
Kadınların cismanî eğilimlerine rağmen,
Ali el-Havvâs, manevi üstünlüğe ulaşmanın yolunu da tarif eder:
"Hangi kadın olursa olsun... maddî zinetlere kapılmadan kendisini
ulvi nimetlere verebilirse.. O, manada bir erkek sayılır (ruhâniyette erkek
mertebesine ulaşır). İsterse, zahirde bir kadın olsun".
Bu ifade, manevi kemalin (olgunluğun)
cinsiyetten bağımsız, ancak cismaniyetten arınmaya bağlı olduğunu; bu
arınmayı gerçekleştiren kadının, ruhaniyet mertebesinde erkeklere has kabul
edilen bir kemâle ulaştığını göstermektedir.
4.
Şeyh'in Hanımlarına Yönelik Edebin Sınırı
Aliyü'l-Havvâs, manevi liderin (şeyh)
kutsallığını ve dokunulmazlığını tesis ederken, kadınları dolaylı olarak bu
manevi makamın koruyucu çemberine almıştır.
- Emîrin Mürşide Karşı Tavrı: Şeyh ile mürid arasındaki
ilişkilere dair bir hükümde, emîrin (idarecinin) şeyhe karşı sergilemesi
gereken edep anlatılırken, emîrin; "şeyh kendisinin hanımlarıyla
halvette dahi kalsa, ondan emin olması ve hiçbirine asla şehvetle
bakmayacağını düşünmesi gerektiğini" ifade etmektedir. Aksi takdirde,
emîr edep sınırlarını çiğnemiş sayılır. Bu, şeyhin manevi gücünün ve
ahlaki bütünlüğünün, onun hanımlarının bile şehvetten azade bir koruma
altında olduğunu garanti ettiğini gösterir.
5.
Sosyal ve Hukukî Durumlara İlişkin Örnekler
Bazı menkıbelerde kadınlar, manevi keşfin
ortaya çıktığı birer vesile olarak yer alır:
- Zina Eden Adamın Cezası: Meczub Muhaysin
Hazretleri'nin kerametini anlatırken (ki Şa'rânî'nin etkilendiği zatlardan
biri), Muhaysin'in, kendisiyle alay eden bir adamın hastalığının sebebini
yüzüne karşı söylediği aktarılır: "Bu adamın, böyle bir şeyi hak etmesinin yegane sebebi: Komşusunun
hanımı ile zina etmesidir". Burada kadınlar doğrudan konu
edilmese de, cinsel suçların ilahi ve manevi cezalandırılmasında merkezi
bir rol oynadığı gösterilmiştir.
- Müezzinin Eşiyle İlgili Mesele: Kardeşim Ahmed Uchlül
Hazretleri'nin, Şa'rânî'nin mana âleminde iyi sayılmayan bir hareketi
(önceki yazılarımızda bahsedildiği üzere) akabinde kızının nişanlanması
meselesini detaylı anlatması da, kadınların Şa'rânî'nin manevi hayatındaki
önemli anlarda belirleyici olduklarını gösterir.
Sonuç:
Aliyyü'l-Havvâs'ın kadınlar hakkındaki
görüşleri, Şa'rânî'nin fıkıh ve tasavvufu uzlaştırma çabasının aksine, tasavvufî
ihtiyat (ihtiyât-ı tasavvufî) açısından son derece katıdır. Kadın,
yaratılışın en büyük imtihanlarından biri olan cismanî şehvetin mazharı
olarak görülür ve yüksek manevi makamlara ulaşmak için bu hissî/cismanî
eğilimden tamamen uzaklaşma azîmetini (önceki bölümlerde ele alınan azîmet
prensibi) gerekli kılar.
**
Abdülvehhâb-ı Şa'rânî'nin (ö. 1565),
üstâdı Aliyyü'l-Havvâs el-Burullusî'den (ö. 1532-3) naklettiği görüşler
zinciri, şeriatın zâhirî hükümleri ile tasavvufun azîmet (sıkı takvâ) yolunu
uzlaştırmayı amaçlar. Hac ibadeti esnasında kadınların yüzüne bakmanın manevi
bir cezaya (ya da noksanlığa) yol açtığına dair vurgu, Havvâs'ın tasavvufî
ahlâkın zirvesi olarak gördüğü azimete riayet prensibinden
kaynaklanmaktadır.
Bu konuya ilişkin Aliyyü'l-Havvâs'ın
görüşleri, kaynaklarda doğrudan bir fıkıh hükmü olarak değil, manevi bir
uyarının temelini oluşturan iki ana unsur üzerinden izah edilmektedir:
Kadınlara bakışın nefsanî tehlikesi ve Hac makamının gerektirdiği mutlak
manevi temizlik.
1.
Kadınlara Bakışın Nefsanî Tehlikesi ve Cismani Arzu
Aliyyü'l-Havvâs, genel olarak kadınları ve
onlara yönelik bakışı, müridin manevi yolculuğundaki en büyük engellerden biri
olarak görür. Bu bağlamda, nefsi emmârenin (behîmî vehim) tahrikine
karşı mutlak bir mücadele (mücâhede) tavsiye eder:
- Behîmî Vehim (Hayvanî İçgüdü): Havvâs, kadının
yaratılışını, Hz. Âdem'in gizli şehvetine (cismanî arzu)
surette bir mazhar olmasıyla ilişkilendirir. Ona göre, bir kadın ancak cismi
bir şehvet ve arzu görür; sonuçları gözetme (yani akıl ile hareket
etme) onun için güçtür. Bu teolojik (kelâmî) bakış açısı, kadınlara
yönelmenin, kişinin nefsinin behîmî vehmin (hayvanî içgüdülerin)
tahrik ettiği arzulardan kaynaklandığını pekiştirir.
- Maneviyetin Temel Şartı: Havvâs’ın öğretisine göre,
hangi kadın olursa olsun, eğer maddî zinetlere kapılmadan kendisini
ulvî nimetlere verebilirse, o manada bir erkek sayılır. Bu, kadın
olsun erkek olsun, manevi yükselişin yolunun hissî ve cismanî
arzulardan azîmetle kaçınmak olduğunu gösterir.
- Edep ve Gözetim: Şa'rânî, şeyhinin hanımlarıyla bir
emîrin halvette dahi kalsa, ondan emin olması ve hiçbirine asla
şehvetle bakmayacağını düşünmesi gerektiğini ifade eden edep kuralını
aktarır. Bu, şeyhinin huzurundaki masumiyetin dahi ciddiyetle korunması
gerektiğini gösterir. Bu hassasiyet, Hac gibi en kutsal mekân ve zamanda
çok daha zorunlu hâle gelmektedir.
2.
Hac ve Manevi Kemâlâtın Kaybı (Ceza/Noksanlık)
Hac, müslümanların elde edebileceği manevi
temizliğin zirvesi kabul edilir. Bu makamda, nefse ait en küçük bir arzuya dahi
meyletmek, elde edilen büyük manevi kazanımı tehlikeye atar ve bir nevi ceza
(noksanlık) olarak döner.
A. Hac Makamının Yüksekliği
Aliyyü'l-Havvâs’ın kardeşi Efdaleddin’e
yaptığı açıklamalarda geçen Hac’daki manevi temizlik derecesi, azîmetin neden
bu kadar önemli olduğunu açıklar:
- Mutlak Arınma: Mekke'ye giren kimse, anasından
doğduğu günkü gibi olur. Bu, kulun tüm günahlarından arındığı bir ruhsat
makamıdır.
- İyiliklerin Noksan Görülmesi: Hac'da manevi makam o
kadar yüksektir ki, kulun o ekmel mahalle nispetle (kıyasla), iyilikleri
dahi kötülük mesâbesindedir. Yani, kişinin en iyi amelleri bile o
ilahi makam karşısında yetersiz kalır ve bu, azîmetin sürekli artırılması
gerektiğini gösterir.
- Azîmete Tâbi Olmanın Gerekliliği: Bu derece bir arınma
halindeyken, şeytanın maksadına muvâfık (uygun) olacak en ufak bir nefsanî
arzuya (kadınlara bakış) yönelmek, kişinin o an itibarıyla ruhsattan çıkıp
fenalığa düşme riskini taşır. Zira Şa'rânî'nin de belirttiği gibi,
kul perdelenmedikçe mâsiyet işlemez, ve bu perdelenme yeme, içme ve
gafletle başlar.
B. Manevi Cezanın (Noksanlığın) Anlamı
Hac esnasında cismânî şehvete meyletmek,
Havvâs’ın bakış açısıyla, kişinin elde ettiği büyük manevi derecenin zayi
olması anlamına gelir; ki bu, tasavvuf ehli için dünyevi cezadan çok daha
şiddetli bir kayıptır.
- Şibli'nin İhtiyatı: Bu azîmet hâline verilebilecek en
önemli örnek, Şibli'nin hikâyesidir. Şibli, yolda kancık bir eşek
görünce bile nefsinden korkarak ondan uzaklaşır ve "Nefsimin
zaafını anladım, korunma yoluna giremeyeceğini sezdim" diyerek
halktan yardım talep eder.
- Kıyas-ı Evlâ: Eğer Şibli gibi bir ârif, hayvanî
bir arzuya meyleden bir eşekten dahi bu denli şiddetle kaçınıyorsa; Hac gibi kutsal bir
zamanda, güzelliğiyle gözü çeken bir kadının yüzüne şehvetle bakmak,
kişinin tüm manevi saflığını derhâl noksanlığa düşürecek bir telbîs
(şeytanın hilesi) olarak kabul edilmelidir.
- Mübahın Terki: İbnü'l-Arabî'den naklen Şa'rânî, mubahları
çokça yapmanın dahi utanç perdesi ardından görüntüler getirdiğini ve
mekruha düşmekten korkulduğunda, mubah için dahi tiksinti
yaratılmasını istemeyi öğütler. Kadınlara bakmak gibi, şehvet kapısını
aralayan bir eylemin bu manevi makamdaki cezası, tövbe ile elde edilen o
mutlak temizliğin kaybolması ve kalp gözünün perdelenmesi olacaktır.
Özetle, Aliyyü'l-Havvâs'a göre Hac’daki
manevi ceza, fıkhî bir cezadan öte, kişinin Allah’ın ona bahşettiği ilâhî
nûr ve kemâlâtı kendi nefsanî arzusuyla (şehvetle bakış) bozması ve böylece
Havâss (seçkinler) makamından avam (sıradan halk) makamına rücû
etmesi (geri düşmesi) şeklinde tezahür eden bir noksanlıktır.
**
Abdülvehhâb-ı Şa'rânî'nin ve üstâdı
Aliyyü'l-Havvâs’ın kelâmî, fıkhî ve tasavvufî meselelere yaklaşımı, her zaman azîmet
(sıkı takva) ve uzlaştırma (tevfik) metodolojisine dayanır.
Kadınların namazda yüzlerini açık tutmaları meselesi, fıkhî olarak (özellikle Hanefî ve Şâfiî
mezheplerinde) genellikle caiz görülse de, erkeğin bu durumda kadının yüzüne
bakmasının Havâss (seçkinler) makamında sakıncalı görülmesi, nefsanî
arzulardan arınma (mücâhede) ve ibadette mutlak huzûr
gerekliliğinden kaynaklanmaktadır.
Kaynaklarda bu konu, doğrudan bir fıkıh
hükmü olarak değil, ibadet esnasında zihinsel saflığın korunması ve kadınların
yaratılışındaki şehvet mazharlığı bağlamında ele alınmıştır.
1.
Azîmet ve Ruhsat Bağlamında İbadetteki İhtiyat
Şa'rânî'nin el-Mîzânü’l-Kübrâ’daki
temel prensibi, şeriatın hem ruhsat (kolaylık) hem de azîmet (zorluk/ihtiyat)
yollarını içerdiğini göstermektir. Namaz gibi en önemli ibadet anında, en ufak
bir nefsanî kaygı dahi ibadetin kemâlini bozar.
- Ruhsattan Azîmete Geçiş: Temizlik (taharet)
meselesinde olduğu gibi, bazı âlimler halkın rahatlığı için ruhsatı
(kullanılmış suyla temizlenmeyi) yeterli görürken, günahın büyüklüğü ve
çirkinliğini dikkate alanlar temizlik için mutlak suyu
(azîmeti) şart koşmuşlardır. Bu kıyasla, namazdaki en küçük bir gaflet
dahi, en büyük temizlenme fırsatını (ibadet huzurunu) bozabilir.
- Aklın ve Şuurun Önemi: Şa'rânî, "İnsanın
namazında akıl ve şuur ile yaptıklarından başkası kabul edilmez"
hadisine dikkat çekerek, ibadet esnasında kalbin ve aklın dağınık
olmasının manevi bir noksanlık (sev-i şeytânî) olduğunu vurgular.
Kadın yüzüne bakmaktan doğacak en ufak bir cinsel veya nefsanî düşünce,
namazın bu şuur halini derhal ihlal edecektir.
2.
Aliyyü'l-Havvâs'a Göre Kadın ve Nefsanî Tehlike
Aliyyü'l-Havvâs'ın kadınlar hakkındaki
görüşleri, erkeğin bakışının neden tehlikeli olduğunu temellendirir:
- Gizli Şehvetin Mazharı: Havvâs, kadınların yaratılış
itibarıyla "hissî zinetlere meyillic:Urler" (duygusal ve
cismanî süslere eğilimli) olduğunu belirtmiştir. Hatta Havva'nın, Âdem'in
gizli şehvetine surette bir mazhar (görünür bir yer) olduğunu ve
kadının ancak cismi bir şehvet ve arzu gördüğünü ifade etmiştir. Bu
keskin tasavvufî bakış açısı, kadına yönelmenin, erkeği doğrudan behîmî
vehmin (hayvanî içgüdülerin) tahrik ettiği arzulardan kaynaklanan bir
yola sevk edeceğini gösterir.
- Manevi Düşüş: Namaz, kulun Allah'ın huzurunda "âciz
bir kulun efendisine yalvarış hâlindeki zavallı tavrı" gibi
durduğu bir edep makamıdır. Bu makamda, kadının yüzüne bakmakla ortaya
çıkabilecek bir cismanî şehvet düşüncesi, Rabbanî sırrın
üzerine vurulmuş mührü etkilemez, ancak bu mühürlenişten sonra bile, eğer
kişi bir köle kıza (câriye) tutuluyorsa, bu ancak tabiatının
hükmü (nefsanî zorunluluk) ile açıklanır. Hac gibi bir arınma
makamında (ve namazda), bu tür bir bakış, elde edilen manevi kemalâta
karşı bir noksanlık ve manevi ceza olarak değerlendirilir.
- İyilerin Hata Riskine Karşı İhtiyat:
Aliyyü'l-Havvâs'ın kendisi bile, vera' (şüpheden kaçınma) halinin
gereği olarak, teraziyi tutanın ihlasla gözetmediği (helalliğinden şüphe
duyduğu) yemeği yememiştir. Aynı ihtiyat prensibi, müridin en kâmil
ibadeti olan namazda, gözünün nefse ait şüpheli bir zevke kaymasına karşı
da geçerlidir. Zira şeyh de, "nefsanî hazlardan yana temiz
oldukları takdirde ibadet sayılır" demiştir.
3.
Şeytanın Maksadına Muvafık Hareket Etme Endişesi
Kadın yüzüne bakmanın sakıncalı
görülmesinin bir diğer boyutu, şeytanın maksadına muvâfık (uygun)
hareket etme endişesidir.
- Riya ve Şeytan: Şeytanın temel hedeflerinden biri,
ihlâsla başlanan bir amelin iptal edilmesidir. Eğer bir kimse ihlasla bir
hayır işe (cihada/ibadete) başlar, sonra riya ve sum’a (gösteriş)
gibi vesveselerle çarpışmak zorunda kalırsa, ameli iptal etmesi "Hak
Teâlâ’nın: (Amellerinizi iptal etmeyiniz!) emrine muhâlif ve şeytanın
maksadına muvâfık bir harekette bulunması asla doğru değildir".
- Namazda kadına bakış, nefsin behîmî vehim tarafından
tahrik edilmesiyle ortaya çıkarsa, bu, kişinin dikkatini Allah'tan alıp
nefsine yöneltir. Bu durum, ibadet sırasındaki huzuru (kalbi
birlikteliği) bozarak, şeytanın maksadına hizmet eder. Bu nedenle, kalbi
dünya ve cismanî şeylerle meşgul etme, manevi bir arınmanın (kalp
temizliğinin) önündeki en büyük engeldir.
**
Abdülvehhâb-ı
Şa'rânî’nin (ö. 1565) tasavvufî ve fıkhî külliyatında, Peygamber Efendimiz Hz.
Muhammed’e (sallallahu aleyhi ve sellem) salavât getirmek (salât-ü selâm),
ibadetlerin özü ve manevi tekâmülün (olgunlaşmanın) anahtarı olarak merkezi bir
konuma sahiptir. Üstâdı Aliyyü’l-Havvâs el-Burullusî’den (ö. 1532-3) edindiği
derin manevi edep ve keşif bilgisinin ışığında, salavât meselesi sadece fıkhî
bir vecîbe olmanın ötesinde, manevi bir ihtiyat (azîmet) ve Hakk’a vuslat
(ulaşma) yolu olarak görülmüştür.
I.
Peygamberimize Salavât Getirmenin Önemi ve Fazileti
Kaynaklarımız,
salavâtın ehemmiyetini ve manevi hayat üzerindeki etkilerini açıkça ortaya
koymaktadır:
A. Manevi Makam ve
Teşbihin Devamı
İslâm inancına göre,
Peygamberler zümresine yöneltilen özel bir dua ve övgü şekli olan salavât, Ehlullah
(Allah dostları) için dahi ulaşılması zor olan bir mertebeye işaret eder:
- Peygamberlerin Nasibi: Velilerin nasibi ile
peygamberlerin nasibi kıyaslandığında, nebilerin (peygamberlerin)
nasibinin yanında velilerin nasibinin pek az kaldığı belirtilir. Bu duruma
bir tulum misali verilerek: "O tulumun içindeki bal, nebilerin
nasibidir; dışa sızan az bir miktar da, velilerin nasibidir. Nebilere
salat ü selam, velilere ise, Hak'tan rıza ve rahmet dile"
denilmiştir. Bu, salavâtın yalnızca peygamberlere has bir yüceltme biçimi
olduğunu teyit eder.
- İbadetlerdeki Süreklilik: Şa'rânî, ibadetlerin kemâle
ermesinde azîmetin şart olduğunu vurgular (önceki yazılarımızda Mîzânü’l-Kübrâ
bağlamında ele almıştık). Salik (yolcu), virdini (düzenli zikrini) yapmaya
devam etmelidir; zira ibadet, hayır kapısının anahtarıdır ve bu yola
başlarken virdi terk etmek, vâridâttan (ilhamlardan) mahrum kalmaya
sebep olur. Salavât da bu virdlerin en önemlilerinden biridir.
- Toplu Zikrin Yayılması: Şa'rânî’nin mensup olduğu
manevi çevrede, toplu salavât okuma meclislerinin yeryüzüne yayıldığı
belirtilir (her ne kadar kaynakta Şevni Hazretleri üzerinden bahsedilse
de, bu durum o dönemin tasavvufî pratiğinin genel yükselişini gösterir).
Peygamberimiz döneminden, bu velinin zamanına kadar toplu salavât
okunduğunun duyulmadığı, bu geleneğin sonradan yaygınlaştığı
kaydedilmiştir.
- Rahmetin Kaynağı: Rahmetin ilk ineceği yerin zikir
halkası olduğu ve oradan cemaate dağıldığı belirtilmiştir. Salavât, bu
zikir halkalarının temelini oluşturduğu için, rahmetin celbi (çekilmesi)
ve manevi faydalanma açısından hayati bir öneme sahiptir.
B. Nefs-i Emmâre ile
Mücadele ve Edep (Davranış)
Salavât, dilin manevi
temizliği ve kalbin huzuru için bir araçtır:
- Lisanın Kullanımı: Şa'rânî'nin edebe dair kesin
hükümleri vardır. Bir dervişin, kendisine lanet okuması caiz olan Şeytan'a
dahi lanet okuması üzerine, Hanefi Hazretleri ona darılmış ve şöyle
demiştir: "Dilini,
ancak hayır işlere kullan.. isterse.. söylediğin, caiz olan; şeyler
nevinden, bir şey olsun". Salavât, dilin yalnızca hayra tahsis
edilmesini sağlayan en üstün hayırdır.
- Gafletten Kurtulma: Namaz gibi ibadetlerin kemâli,
kişinin akıl ve şuurla yaptıklarının kabul olmasına bağlıdır. Kadınlara
bakmak gibi cismanî kaygılara sebep olacak her türlü durumdan kaçınılması
gerektiği (önceki bölümlerde detaylıca ele aldığımız üzere) gibi, salavât
da kalbin Hakk'a yönelmesinde bir mihenk taşıdır.
II.
Aliyyü'l-Havvâs'ın Tercih Ettiği Salavât Şekli (İtlak ve Takyid Prensibi)
Aliyyü'l-Havvâs'ın
salavâtın lafzı (sözü) hakkında kaynaklarda spesifik bir metin (vird)
verilmemiştir; ancak, onun bu konudaki yaklaşımı ve tercih ettiği prensip
açıkça ortaya konmuştur. Bu, itlak (mutlak, kayıtsız) ve takyid
(kayıtlı, sınırlı) kavramları üzerinden gerçekleşir.
Şa'rânî'nin önceki
yazılarımızda zikrettiği diyalogda, Resûlullah'a okunan salavâtın itlak
ve takyid (mutlak veya kayıtlı bir şekilde okunması) meselesi
sorulduğunda, Aliyyü'l-Havvâs şöyle cevap vermiştir:
"Kendi görüşünle, bir şey kullanmaya
yeltenme.. Bilhassa, itlak ve takyid babında.. Sebebine gelince: İtlak,
gide gide.. takyide dayanır.. Nasıl ki, takyidin sonu da, bir bakıma. itlak
olur."
Bu ifade,
Aliyyü'l-Havvâs'ın salavât lafızları hakkında katı bir şekil dayatmak yerine
edebe dayalı bir tevfik (uzlaştırma) prensibini benimsediğini
göstermektedir:
- Edep ve Teslimiyet: Müridin, kendi sınırlı aklıyla
veya tecrübesiyle, salavâtın şekli (mutlak veya kayıtlı) konusunda bir
tercihe zorlanmaması gerektiğini belirtir. Bu, nübüvvet makamının
yüceliğine karşı duyulan mutlak edeptir.
- Karşılıklı Bağımlılık (Tevfik): İtlak (mutlak
form) ve takyid (kayıtlı form) arasındaki geçişkenlik, manevi
hallerin zıtlıkları barındırsa da, sonuçta aynı hakikate ulaştığını ifade
eder. Havvâs, bu yolla, farklı tarikatların veya bireysel tercihin
kullandığı çeşitli salavât lafızlarının özde aynı amaca hizmet ettiğini
ima eder. Zira ilimler bile, harflere bağlı bir şekilde zuhur ettiklerinde
tağyire (değişime) uğrar, ancak esas kaynaklarında (kaynağı mutlak)
iken genişliğe sahiptirler. Salavâtın Hakikat-i Muhammediyye'ye ulaşma
yönü de böyledir.
- Hükümde İhtiyat: Havvâs'ın bu konudaki tavrı, zahiri
bir şekil dayatmasından ziyade, Peygamber'e (sav) yönelik hürmet ve
manevi kazancın korunması yönünde olmuştur. Şeriat, peygamberlerin
getirmiş olduğu hükümlerle sınırlıdır ve Şâri' (şeriat koyucu) Hak
Teâlâ'ya karşı edepte kusur edilmemelidir. Bu nedenle, salavâtın mutlak
bir kaynaktan geldiği bilinciyle, kulun kendi yorumuyla bu makamı
daraltmaması esastır.
Dolayısıyla,
Aliyyü'l-Havvâs'ın tercih ettiği salavât şekli, mutlak edebe riayet edilen,
ister mutlak ister kayıtlı olsun, Hakikat-i Muhammediyye'ye ulaşmayı amaçlayan
ve müridin kendi görüşünü dayatmadığı her form olarak anlaşılmalıdır.
Kaynakça
ABDÜLVEHHÂB eş-ŞA’RÂNÎ.
elyevakit Cilt 2.pdf.
ABDÜLVEHHÂB eş-ŞA’RÂNÎ.
elyevakit vel cevahir1.pdf.
ABDÜLVEHHÂB eş-ŞA’RÂNÎ.
İmam Şarani | Evliyalar ansiklopedisi 3_ Tabakat_ül Kübra.pdf.
ABDÜLVEHHÂB eş-ŞA’RÂNÎ.
KİBRİT AHMER.pdf.
**
Abdülvehhâb-ı
Şa'rânî'nin eserlerinde, özellikle el-Yevâkît ve’l-Cevâhir fî Beyâni
Akâidi’l-Ekâbir ve Kibrît-i Ahmer gibi derin tasavvuf ve kelâm
metinlerinde, Hz. Îsâ’nın (aleyhisselam) ve beklenen Mehdî’nin zuhuru meselesi,
nübüvvet (peygamberlik) ve velâyet (velilik) makamlarının
tahakkuku (gerçekleşmesi) bağlamında ele alınmaktadır.
Şa'rânî, bu konuları,
önceki yazılarımızda sıkça vurguladığımız gibi, keşf ve ilham yoluyla
elde edilen bâtınî (içsel) ilimler çerçevesinde değerlendirir ve bu bilgileri Ehl-i
Sünnet akâidine uygun şekilde yorumlamaya çalışır.
I.
Hz. Îsâ’nın Konumu ve Olayların Manevi Yorumu
Şa'rânî'nin
kaynaklarında, Hz. Îsâ (a.s.)’nın âhir zamanda zuhuruna dair doğrudan bir
kronolojik anlatım olmamakla birlikte, onun peygamberlik ve manevi makamına
dair önemli hususlar belirtilmiştir. Bu hususlar, onun geri dönüşüyle ilgili
inancın temelini sağlamlaştırmaktadır:
A. Kul ve İlah
Olmama Vurgusu
Hz. Îsâ’nın konumu
hakkındaki en kesin ve felsefi vurgu, onun ulûhiyetten (ilahlıktan) tamamen
münezzeh bir kul olduğu gerçeğidir:
Şeyh-i Ekber İbn Arabî,
Hz. Îsâ’nın kuş yaratmasını açıklarken: “Îsâ (a.s.)’ın kuşu yaratması, sadece
Allah’ın izniyle olmuştur. Onun kuşu yaratması, Allah’a yaklaşması için bir
ibâdettir. Çünkü o bu hususta izinlidir. Allah Teâlâ yaratma (olayını)da iznini
vermiştir. Îsâ (a.s.)
bir kuldur. Kul ise ilâh olamaz.” demektedir.
Bu ifade, onun
gelecekteki rolünün de tamamen Allah’ın iradesi ve izniyle gerçekleşeceğini,
zâhirî (dışsal) ilimlere aykırı herhangi bir hulûl (ilahi ruhun bedene
girmesi) veya ittihad (birleşme) inancına mahal bırakmayacağını
göstermektedir.
B. Nübüvvetin İlmî
Boyutu
Hz. Îsâ’nın
mucizelerinin ve sözlerinin manevi altyapısı, ilm-i zevkî (tatmakla,
tecrübeyle elde edilen ilim) ile açıklanır:
- Çocukluk Hikmeti: İnsanların, küçük çocuktan sâdır
olan hikmeti (hikmet, derin bilgi) garip karşıladıkları belirtilir.
Oysa Allah’ın inâyeti (yardımı), temiz mahalde zuhur eder. Yahya ve Îsâ
(a.s.)’a çocukken konuşmalarıyla (nutkettikleriyle) bir ilim (ilm-i
zevkî) fazladan verilmiştir. Çünkü bu ilmin o yaşta zuhuru ancak
zevkan sahih olur. Bu durum, peygamberlik hükmünün, zevken elde edilen bir
bilgi kaynağıyla desteklendiğini ortaya koyar.
II.
Beklenen Şahsiyet: Mehdî’nin Tasavvufî Çerçevede Görünümü
Şa'rânî, eserlerinde
genellikle büyük velîlerin hayatlarından ve keşiflerinden bahsederken, âhir
zamanın en büyük mürşidi olarak beklenen şahsiyetin vasıflarına ve zuhuruna
dair önemli bir rivayeti nakleder. Bu rivayet, Şâzelî Hazretleri’nden (ö. 1258)
gelen bir manevi haberdir:
A. Şazilî’den Gelen
Keşif Rivayeti
Mehdî’nin (veya ona
benzer çok yüksek manevi mertebedeki bir zâtın) gelişine dair manevi işaretler
şöyledir:
- Zuhurun Yeri ve Zamanı: Kaynak, Mısır'dan bir genç
çıkacağını, bunun bir rivayet olduğunu ve manevi bir hareketin
başlangıcına işaret ettiğini belirtir.
- Fiziksel ve Sosyal Vasıfları:
- İsim ve Lakap: Adının Hasan oğlu
Muhammed olacağı ve “Tevbekâr Delikanlı” (Teubekar
Delikanlı) namıyla anılacağı rivayet edilir.
- Mezhep ve Köken: Hanefî mezhebine mensup
olacağı.
- Görünüş: Sağ yanında bir beni
(ben/leke) bulunacağı; pembe tenli (al karışımı, beyaz renkli),
gözlerinin karası çok kara; beyazının da çok beyaz ve güzel olacağı.
- Çocukluğu: Yetim ve fakir olarak
büyüyeceği.
B. Mehdi’nin
İşlevine Dair Tasavvufi Yorumlar (Hatmü’l-Velâye)
Şa'rânî, Mehdi’yi,
velâyet makamını kapatan (Hâtemü’l-Velî) veya o makamda en kâmil mertebeye
ulaşan büyük bir kutb (manevi kutup) olarak görür.
- Devri Kapatan Velî: Herhangi bir velî şayet devrini
kendisi ile kapayan bir velî ise (Hâtemü’l-Velî), o, Hâtemü’l-Enbiyâ’nın
(sav) kalbi üzerine devrini tamamlar. Mehdî’nin bu makamın zirvesinde
olması beklenir.
- Tam Kemâl Vasıfları: Kutbiyet vazifesini alan
zatın, mümkün nevinden tam bir kemâl vasfını aldığı ve Hakk’ın
nurunun mazharı olduğu ifade edilir.
- İlmî Donanım: Bu manevi önderlerin, varlığı Hakk'ın
Zat ve Sıfatının mazharı olarak müşahede eden, en derin ilimlere sahip
kimseler olduğu belirtilir. Onların konuşmaları, manevi bir İsrafil
vazifesi görmek, manaları ruha üflemek gibidir.
III.
İlahi Yardımlaşma ve Vazifelerin Ayrımı
Şa'rânî, Hz. Îsâ ve
Mehdî gibi iki büyük manevi şahsiyetin görevlerini ve yetki alanlarını
ayırmakta, bu ayrımın dahi İlahi bir hikmete dayandığını vurgulamaktadır:
- Vazifelerin Çakışmaması: Musa (a.s.) ve Hızır (a.s.) kıssasından çıkarılan
ders şudur: Kulların ayrı ayrı şekillerde tecellilere uğramaları ilahi bir
kaidedir. Vazifeleri ayrı ayrı olan iki zümreden biri, diğerinin
vazifesine müdahale etmeye yetkili değildir.
- Peygamber ve Velî İlişkisi: Hatta bu kural, müdahale
eden peygamber; müdahale edilen de velî olsa bile geçerlidir. Her ikisinin
vazifesini de Hak tayin eder ve hiçbir şekilde biri, diğerine karışamaz.
- İlyas ve Hızır'ın Manevi Rolleri: Hz. Îsâ’nın zuhuruna
yakın dönemde İlyas ve Hızır (a.s.)’ın manevi görevleri önemlidir: İlyas
(a.s.) evliyâ için peygamberlerin Cibril'i gibidir ve ekseriyetle mücâhede
(nefsle mücadele) ehli zâtlar onu görebilir. Hızır (a.s.) ise evliyâ için Mikâîl
mesâbesindedir ve onu çoğunlukla müşahede ehli zâtlar görür.
Bu, beklenen liderlerin de, bu iki büyük peygamberin manevi desteği
altında hareket edeceğini düşündürmektedir.
IV.
İlmî İstidatların Kaynağı
Şa'rânî'nin
eserlerinde, bu tür gaybî bilgilere erişimin, sıradan ilimden farklı olduğu
ısrarla belirtilir. İbn Arabî'den naklen, Hakikî bilgilerin Kur’ân ve
hazinelerinden çıktığı, bütün bu bilgilerin Hakk’ın sohbet meclislerinden
çıkmamak gayesine matuf olduğu ifade edilir. Bu da, Mehdî ve Îsâ (a.s.) hakkındaki bilgilerin, ancak
bu manevi makamlara ulaşanlar tarafından tam olarak anlaşılabileceğini
gösterir.
**
Abdülvehhâb-ı Şa'rânî'nin eserlerinde,
şeytanın adlarından biri üstâdı Aliyyü'l-Havvâs’tan (rh.a) naklen
zikredilmiştir:
• Şeytanın Adı: Aliyyü'l-Havvâs'ın
aktardığına göre, şeytanın adlarından biri Ebumürre'dir.
• Anlamı: Bu isim, Acıbabası
anlamına gelmektedir.
• İlişkisi: Havvâs, bu adı şeytanın
"Acı nefis" ile ilişkilendirir ve Mürre'nin (acı) cismanî olan
nefis olduğunu, bütün kötülüklerin özünün bu nefis olduğunu belirtir
**
Abdülvehhâb-ı Şa'rânî (ö. 1565) ve üstâdı
Aliyyü'l-Havvâs el-Burullusî'nin (ö. 1523) vefatlarına dair son konuşmaları ve
durumları, kaynaklarda ayrı ayrı manevi ibretler içerecek şekilde
kaydedilmiştir. Bu incelememizde, her iki büyük zâtın hayatlarının son
demlerini, kronolojik ve tematik bütünlük içinde, elimizdeki bilgilere
dayanarak detaylıca sunacağız.
I.
Aliyyü'l-Havvâs el-Burullusî’nin Son Konuşmaları ve Vefatı (1523 M.)
Aliyyü'l-Havvâs Hazretleri, Şa'rânî'nin
manevi hayatında en belirleyici figür olması sebebiyle, onun son anları ve
vasiyetleri, Şa'rânî tarafından büyük bir dikkatle kaydedilmiştir. Vefatı,
Hicrî 930 yılı (Milâdî 1523) civarında gerçekleşmiş ve Mısır'da, Emir Hüseyin
Köprüsü civarındaki zâviyesine defnedilmiştir.
A. Vefat Yakınındaki Vasiyet ve Manevi
Tedbirler
Aliyyü'l-Havvâs, hayatının sonlarına
doğru, mürşidlik makamının sorumlulukları ve manevi zorlukları hakkında
Şa'rânî’ye çok keskin ve azîmet dolu (sıkı takvâ gerektiren) vasiyetlerde
bulunmuştur. Bu vasiyetler, Havvâs'ın, öğrencisi Şa'rânî'yi dönemin fitne
ve teklif makamından koruma arzusunu göstermektedir:
- Mürid Edinmeyi ve Eser Yazmayı Yasaklayan Vasiyet:
Şa'rânî'ye vefatından önce yaptığı en önemli tavsiye şudur:
"Müridin olmasın.. Böyle bir yola da tevessül etme .. Yazıl~
bir eserin de olmamalı: . Tekken, zaviyen de olmasın .. ... Ve imkan
niSbetinde, insanlardan uzak dur.. kaç .. Çünkü bu zaman, kaçmak zamanıdır..”.
(Bu vasiyet, önceki yazılarımızda bahsettiğimiz gibi, Şa'rânî’nin daha sonra Mîzânü’l-Kübrâ
ve Tabakâtü’l-Kübrâ gibi hacimli eserleri yazarak ve mürid yetiştirerek
kısmen hilâfına hareket etmesi açısından önemli bir dönüm noktası teşkil eder.)
- Hastalık ve Ağlama Hâli: Vefatına yaklaştığı günlerde,
ağlaması ve hüznü, Hac’dan döndükten sonraki haline kıyasla çok daha fazla
artmıştı. Vefat edinceye kadar onu gülerken gören olmamıştı. Ağlamasının
sebebi sorulduğunda, onun derin teslimiyeti ortaya çıkmıştır:
Ağlaması gerektiği söylendiğinde, şöyle
demiştir: "Acaba, cehennem benden başkası için mi?”. Bu, onun
nefsine yönelik sürekli muhâsebesini ve azîmet yolundaki korkusunu gösterir.
- İbadet ve Uzlet Halindeki İhtiyat: Havvâs, ömrü
boyunca riayet ettiği manevi edep ve ihtiyat kurallarını son anlarına
kadar sürdürmüştür:
- Giyim ve Temizlik: Giydiği bir elbise veya
sardığı bir sarık, yıkanması için başkaları gelip çıkarmadığı sürece
kendisi çıkarmazdı. Bazan unutulur, bu yüzden elbisesi çamur rengini
alırdı. Bu durum, onun aşırı utanmasından (edep) kaynaklanırdı,
zira elbisesinden bir nur fışkırır gibiydi (yaptığı amellerin nuru).
- Uykudaki Utanma: Hiçbir kimse ile aynı yatakta yatıp
uyumazdı. Sebebini soranlara: "Uyurken, benden yel çıkarsa. ~
Utanırım” derdi. Bu, cismanî hallerin en tabiî olanında dahi Hak
huzurunda duyduğu üstün edep (utanma/hürmet) anlayışını gösterir.
B. Halef Tayini Üzerine Son Konuşmalar
Vefatı yaklaştığı zaman, müridleri yanına
gelerek tarikat halifesinin kim olacağını sormuşlardır:
Müridleri sordular: "Ya seyyidi,
sizden sonra, talikat halifesi kim olacak? Onu tanıyalım da, kendisine gerekli
edebi gösterelim.”.
Havvâs şöyle cevap verdi: "Bu hususta, falana falana izin
verdik. Bu iş için tam on kişi saydı. Sonra şöyle dedi: '...Bunların
hangisi olursa olsun; zikir meclisini, cemaate aça-'".
Bu, Havvâs Hazretleri'nin manevi irşad
görevini tek bir kişiye tahsis etmek yerine, yetkili gördüğü on kişiye
yaydığını gösterir.
II.
Abdülvehhâb-ı Şa'rânî’nin Son Konuşmaları ve Vefatı
Şa'rânî’nin Mısır’da 1565 (H. 973) yılında
vefat ettiği bilinmekle birlikte, elimizdeki kaynaklarda Aliyyü'l-Havvâs’ın
son konuşmalarında olduğu gibi, Şa'rânî’nin ölüm döşeğinde yaptığı özel
konuşmalarına, vasiyetlerine veya manevi hâllerine dair bir anlatım
bulunmamaktadır. Kaynaklar, daha çok onun gençlik dönemi mücâhedelerine,
üstâdından aldığı derslere ve yazdığı eserlerin (özellikle el-Yevâkît
ve’l-Cevâhir ve Kibrît-i Ahmer) derinliklerine odaklanmıştır.
Ancak, Şa'rânî’nin hayatının son dönemine
dair genel yaklaşımı, daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz üzere, onun
sürekli bir mücâhede ve uzlaştırma misyonu içinde olduğunu
göstermektedir:
- İlmî Misyonun Devamlılığı: Şa'rânî, ömrünün sonlarına
doğru yazdığı büyük eseri el-Fütûhât’ı baştan sona incelediğini
belirterek, herkesin Şeyh-i Ekber’in (İbn Arabî) görüşlerini destekleyen
veya çürüten delilleri kendi eserlerine eklemesini rica etmiştir. Bu, onun
ömrünün sonuna kadar ilmî tahkik ve uzlaştırma görevini
sürdürdüğünü gösterir.
- Mürşitlik Makamının İcrası: Şa'rânî, üstâdının
vasiyetine rağmen yazmayı bırakmamış ve yetiştirdiği talebelerle Mısır'da
büyük bir etki bırakmıştır. Onun ilmî otoritesinin, vefatına kadar Mısır’daki
âlimler üzerinde hayret ve saygı uyandırdığı (fetvalarının üslubundaki
tatlılık ve hasmı korkutucu kelimelerle hakikati kabullendirmesi)
belirtilmiştir.
- İstidraçtan Korkma: Şa'rânî'nin manevi tavsiyelerinin
bütününde, Hakk'a yaklaşma hallerindeki nefsanî tehlikelerden sürekli
korkma prensibi hâkimdir. Bir kulun Hakiki cephenin kendisine
açılmasıyla "Siz O'sunuz" vehmine kapılmasının istidraç
(şeytanın aldatmacası) olduğu uyarısını yapmıştır. Onun kendi hayatının
son demlerinde de, bu tür nefsanî vehimlerden kaçınma azîmetini sürdürmüş
olması beklenir.
Şayet Şa'rânî’nin vefat anına veya son
konuşmalarına dair spesifik bir bilgiye ulaşılamamışsa, bu durum, kendisinin
zaten üstâdından öğrendiği "gizlilik" (uzlet) prensibini
hayatının sonuna kadar koruma çabasıyla da açıklanabilir (önceki yazılarımızda
bahsettiğimiz gibi, Aliyyü'l-Havvâs da eser yazmaması ve mürid almaması yönünde
vasiyet etmişti). Bu manevî edep, vefatının da sade ve azametli bir şekilde,
halkın gözünden uzak gerçekleşmiş olabileceğine işaret eder.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Yorumlar
Yorum Gönder