Print Friendly and PDF

Emanuel Swedenborg-Bedri Ruhselman-Melez Din-Ruhçuluk

Bunlarada Bakarsınız

 


Yaşamı ve Eserlerinin Kronolojisi

Emanuel Swedenborg, Batı felsefe/teoloji (ilahiyat) tarihinde derin izler bırakmış bir figür olup, ömrünün ilk yarısını seçkin bir bilim insanı/filozof olarak, ikinci yarısını ise ilahi/vizyoner bir yazar olarak geçirmiştir. Hayatı, Baruch Spinoza'nın (1632–1677) yaşadığı dönemden yaklaşık on yıl sonra başlamış ve Batı Aydınlanma Çağı'nın doruk noktasında sona ermiştir.

I. Erken Yaşam ve Bilimsel Kariyer (1688–1745)

1688: Doğum ve Aile Emanuel Swedberg (daha sonra Swedenborg), 29 Ocak 1688'de (Jülyen takvimi) Stockholm, İsveç'te doğmuştur. Babası Jesper Swedberg, daha sonra Skara Piskoposu olacak olan tanınmış bir Lüterci din adamıydı. Annesi Sara Behm'i sekiz yaşındayken kaybetmiştir.

1699–1715: Eğitim ve Avrupa Seyahatleri Uppsala Üniversitesi'nde eğitim gördükten sonra (1699–1709), 1710–1715 yılları arasında İngiltere, Hollanda, Fransa ve Almanya'ya seyahat ederek Batı Avrupa'nın önde gelen bilim insanlarıyla çalışmıştır.

1716–1747: Mühendislik ve Asalet 1716'da, İsveç Kralı XII. Charles'ın tavsiyesiyle, İsveç madencilik endüstrisinin denetçisi olarak maaşlı bir göreve atanmıştır. 1719'da Kraliçe Ulrika Eleonora tarafından asalet unvanı verilmiş ve soyadı Swedenborg olarak değiştirilmiştir. Bu durum, ona İsveç Soylular Meclisi'nde (Riksdag) bir koltuk kazandırmış ve siyasi hayata aktif katılımını sağlamıştır.

Bu dönemdeki bilimsel çalışmaları, onu Philosophical and Metallurgical Works (1734) gibi kapsamlı eserler üretmeye yöneltmiş ve Avrupa çapında tanınmasını sağlamıştır. Daha sonra araştırmalarını insan anatomisi ve fizyolojisine kaydırmış, özellikle ruh (anima) ve beden arasındaki arayüzü/etkileşimi bulmaya odaklanmıştır. Bu alandaki önemli yayınları arasında Dynamics of the Soul’s Domain (1740–1741) ve The Soul’s Domain (1744–1745) bulunmaktadır. Bu anatomik ve felsefi çalışmalarında, daha sonraki nöroloji (sinirbilim) alanındaki bazı keşifleri (örneğin, beyin fonksiyonlarının yerelleşmesi) öngördüğü de belirtilmektedir.

II. Ruhani Dönüşüm ve Teolojik Yayıncılık (1745–1771)

1743–1745: Vizyoner Uyanış ve Kariyer Değişikliği Swedenborg, 55 yaşlarında başlayan derin ruhani deneyimler yaşamıştır. Bu süreç, Journal of Dreams (1743–1744) adlı yayınlanmamış günlüğünde kayıtlıdır ve 1744 Paskalyası'nda İsa Mesih'in güçlü bir vizyonuyla doruğa ulaşmıştır. Bu olaydan sonra, Mesih'in kendisine Kutsal Yazıların/Kelam'ın (Word) ruhani anlamını açıklaması talimatını verdiğini ileri sürmüştür.

Daha önce de bahsedildiği gibi (bkz. Giriş), bu durum, onun bilimsel araştırmalardan vazgeçmesine ve hayatının geri kalanını teolojiye (ilahiyata) adamasına yol açmıştır.

1747: Madenler Kurulu'ndaki görevinden istifa ederek tamamen teolojik çalışmalara yönelmiştir.

1749–1756: Magnum Opus'un Yayımlanması Swedenborg, Londra'da anonim olarak devasa eseri Secrets of Heaven (Arcana Coelestia) serisini yayımlamıştır. Sekiz ciltlik bu çalışma, Tekvin (Genesis) ve Çıkış (Exodus) kitaplarının ayet ayet iç/ruhani anlamını açıklamaktadır. Bu eserde, her şeyin ruhani ve doğal dünya arasında bir uyum/denklik/tekabüliyet (correspondence) içinde var olduğunu belirten ünlü denklik öğretisini (doktrin) ayrıntılı olarak sunmuştur.

1757: Son Yargı İlanı Swedenborg'a göre, Hristiyanlık çağının sonu anlamına gelen Son Yargı (Last Judgment) 1757 yılında ruhani dünyada gerçekleşmiştir. Bu olayın dünyevi bir felaket değil, ruhani bir temizlik/yeniden düzenleme (reorganizasyon) olduğunu savunmuştur.

1758: Popüler Özetler Secrets of Heaven'ın beklenen ilgiyi görmemesi üzerine, teolojisinin temel doktrinlerini daha küçük ve erişilebilir eserlerde özetleme yoluna gitmiştir. Bu yıl, dört tanesi bu hacimde bir araya getirilmiş beş eser yayımlamıştır:

  • Heaven and Hell (Cennet ve Cehennem).
  • New Jerusalem (Yeni Kudüs).
  • Last Judgment (Son Yargı).
  • Other Planets (Diğer Gezegenler).
  • White Horse (Beyaz At).

1759–1762: Yayın Arası Bu dönemde, yedi Yıl Savaşları'nın etkisi ve İsveç'teki yüksek enflasyon nedeniyle, yayıncılığa ara vermek zorunda kalmıştır.

1763: Doktrinsel Temellerin Sistemleştirilmesi Yayıncılığa döndükten sonra, teolojisinin dört ana direğini oluşturan ve genellikle "Dört Doktrin" olarak anılan eserleri yayımlamıştır: The Lord (Rab), Sacred Scripture (Kutsal Yazı/Kelam), Life (Yaşam) ve Faith (İman). Bu eserlerin temel amacı, kurtuluşun sadece iman (sola fide) ile değil, Mesih'e iman ve iyi niyet/hayırseverlik (charity) ile yaşanılan bir hayatla mümkün olduğunu göstermektir. Aynı yıl, daha uzun bir çalışma olan Divine Love and Wisdom (İlahi Sevgi ve Bilgelik) ile Supplements (Ekler), önceki eserlerine devam niteliğinde yayımlanmıştır.

1764–1771: Son Eserler ve Kapsamlı Sistem

  • 1764: Divine Providence (İlahi Takdir/Öngörü).
  • 1766: Revelation Unveiled (Vahiy Açıklaması).
  • 1768: Marriage Love (Evlilik Sevgisinin Lezzetleri) adlı eseri yayımlandı. Bu eser, yazarın adının kapakta yer aldığı ilk teolojik yayınıdır.
  • 1771: En son ve en kapsamlı eseri olan True Christianity (Vera Christiana Religio - Gerçek Hristiyanlık) Amsterdam'da yayımlanmıştır. Bu eser, Yeni Kilise'nin tüm teolojisinin sistematik bir özeti/summası (summa theologica) niteliğindedir.

1772: Vefat Emanuel Swedenborg, 29 Mart 1772'de Londra'da, 84 yaşında vefat etmiştir.

Konu Bütünlüğü İçinde Hatırlatılması Gereken Husus

Bu kapsamlı kronolojide vurgulanması gereken, ancak detaylarına burada girilemeyen temel bir husus, Swedenborg'un teolojik metodolojisi ve bu metodolojinin yol açtığı tartışmalardır.

Swedenborg, önceki yazılarımızda/kaynaklarda tekrarla bahsedildiği gibi, Secrets of Heaven'dan başlayarak tüm teolojik eserlerinde olayları ve nesneleri "yazıların/Kelam'ın ruhani anlamını" çözmek için kullanan denklikler/tekabüliyetler (correspondences) doktrinine dayanmıştır. Bu yöntemi benimsemesi, onun, Lutherci dindaşları arasında alışılmadık ve tartışmalı bir pozisyona düşmesine neden olmuştur.

Özellikle İsveç'teki din adamlarının, Swedenborg'un öğretilerini sapkınlık (heresy) olarak görüp onu bastırmaya çalışması (Göteborg Konsistörlüğü davası gibi), Swedenborg'un sonraki yayın stratejilerini (daha kısa, daha odaklı eserler ve anonimliğin terk edilmesi gibi) doğrudan şekillendirmiştir. Kronolojinin kuru akışının ötesinde, bu vizyoner/teolojik iddia ve bunun doğurduğu kurumsal tepki, Swedenborg'un yaşamının ikinci yarısının ana dinamiğini oluşturmaktadır.

Emanuel Swedenborg'un (1688–1772) bilimsel/felsefi kariyerinden teolojik/ilahiyat çalışmalarına geçişi, önceki yazılarımızda kronolojik olarak ele alınmıştır. Bu derin dönüşüm (1743–1745), Batı düşünce tarihinde nadir görülen ve tamamıyla yeni bir teolojik metodoloji/usul (methodology) yaratmıştır. Swedenborg'un teolojik metodolojisi, geleneksel Hristiyan dogmatiklerinden/kabul görmüş inançlarından radikal/kökten farklılıklar göstermekte ve esasen üç temel direk üzerine inşa edilmektedir: Doğrudan İlahi Vahiy/Sezgi, Kapsamlı Tekabüliyet/Denklik (Correspondence) Öğretisi ve Kutsal Yazıların/Kelam'ın (Word) içsel/ruhani (spiritual) anlamının titizlikle tefsiri/yorumlanması (exegesis).

I. İlahi Vahiy/Sezgi ve Akıl/Mantık (Reason) İkiliği

Swedenborg'un metodolojisinin en çarpıcı yönü, bilgi kaynağının temeli hakkındaki iddiasıdır. O, ömrünün son yirmi beş yılını, kendisine İsa Mesih tarafından Kutsal Yazıların/Kelam'ın ruhani/içsel anlamını açıklama görevi verildiği inancıyla geçirmiştir.

A. Vizyoner Otorite ve Çift Bilinçlilik

Swedenborg'un çalışmalarının otorite/yetki kaynağı, doğrudan ilahi vahiy olarak beyan edilir. O, bu öğretileri hiçbir melekten almadığını, aksine, Kelam'ı okurken doğrudan Rab'den aldığını ileri sürer. Bu vahiy, onun 1743-1745 yılları arasında başlayan ve sürekli bir hal alan çift bilinçlilik durumunda ("dual consciousness") yaşamasıyla desteklenmiştir.

Bu deneyim sayesinde, fiziksel dünyadaki bir insan olarak, ruhani dünyayı da algıladığını, "fiziksel dünyanın olgularını ve yasalarını gözlemlediği gibi, ruh dünyasının olgularını ve yasalarını da gözlemleyebildiğini" ifade etmiştir. Bu işitilen ve görülen şeylerin (Memorabilia) aktarımı, doktrinel/öğretisel noktaları aydınlatmak ve görünmez dünyanın gerçekliğini kanıtlamak için kullanılmıştır.

B. Rasyonel Teyit

Swedenborg, en derin ruhani/manevi hakikatlerin bile (Tanrı'nın doğası ve takdir/öngörü yasaları gibi) insan aklı/rasyonalitesi tarafından kavranabileceğini savunarak, eserlerini sürekli olarak akla/mantığa (reason) hitap edecek şekilde sunar. Bu durum, onun teolojisini, kendi dönemindeki Aydınlanma/Düşün Çağı'nın entelektüel/zihinsel talepleriyle uyumlu kılmayı amaçlar.

II. Temel Direk: Tekabüliyet/Denklik (Correspondence) Öğretisi

Swedenborg'un tüm teolojik yapısının temelini, Secrets of Heaven (Cennet'in Sırları / Arcana Coelestia) eserinde kapsamlı bir şekilde ortaya konan ve her şeyi birbirine bağlayan tekabüliyet/denklik (correspondence) doktrini oluşturur.

A. Doktrinin İçeriği

Bu öğreti, ruhani/manevi dünya ile doğal/fiziksel dünya arasında sistematik bir "karşılıklı ilişki" olduğunu ileri sürer. Buna göre:

  1. İki Dünya Arasındaki Bağlantı: Doğal/fiziksel dünya, ruhani dünyanın bir sonucudur ve onun varlığını yansıtır (tekabül eder). Ruhani dünya, doğal dünyanın "etkin nedeni" (efficient cause) olarak işler.
  2. İlahi Dualiteler/İkilikler: Tanrısal/İlahi Sevgiyi (Love) Tanrısal/İlahi Bilgelik (Wisdom) ile ilişkilendirir. Bu ikililik, yaratılmış her şeyde mevcuttur; sevgi/aşk (love) iyilik/hayır (goodness) ile, bilgelik ise hakikat/gerçek (truth) ile eşleştirilir.
  3. İnsan ve Evren Arasındaki Tekabüliyet: İnsan (mikrokozmos/küçük evren), tüm göksel düzene (makrokozmos/büyük evren) uygun olarak yaratılmıştır ve onun iç doğası (irade ve anlama yetisi), cennetin (heaven) ve Rab'bin ilahi tasarımının/düzeninin (divine design/order) bir görüntüsüdür.

B. Köken ve Rasyonellik

Bu doktrin, Swedenborg'un bilimsel kariyerinin son dönemlerinde yazdığı, A Hieroglyphic Key (Hiyeroglif Anahtarı) adlı çalışmasında rasyonel/mantıksal temellere oturtulmuştur. Bu eserde o, Kartezyen ikilik (Cartesian dualism) ve materyalist/maddeci indirgemecilik (materialist reductionism) karşısında, ruhani/manevi alanların özerk/bağımsız bir varlığa sahip olduğunu, ancak doğal alanla sistematik bir uyum içinde bulunduğunu göstermiştir.

III. Kutsal Yazıların Tefsiri/Yorumlanması (Exegesis)

Tekabüliyet/denklik, Kutsal Yazıların derinliğini açığa çıkarmanın kilit aracıdır. Swedenborg'a göre, Kelam (Word/Kutsal Yazılar), katıksız denklikler kullanılarak yazılmıştır ve bu, onun kutsallığının temelini oluşturur.

A. Tefsirin Amacı ve Kapsamı

  1. Gizli Anlamların Keşfi: Geleneksel/lafzi (literal) anlam, Tanrı'nın amacını gizlediği için yetersizdir. Kutsal Yazıların her ayrıntısı, Kelam'ın içsel/ruhani anlamını taşır ve bu, Rab'be, O'nun krallığına ve O'nun yeryüzündeki kilisesine/cemaatine (church) odaklanır.
  2. Ana Tema: Tüm Kelam'ın ana konusu, yeniden doğuş/yenilenme (reformation/regeneration) sürecidir. Bu süreç, insanın cennete kabul edilmesi için kendini hazırlamasını anlatır.
  3. Arcana Coelestia (Cennet'in Sırları): Swedenborg, bu devasa eserde, özellikle Tekvin (Genesis) ve Çıkış (Exodus) kitaplarının ayet ayet ruhani/manevi anlamını yorumlayarak metodolojisini uygulamıştır. Örneğin, Tekvin'in ilk bölümlerindeki Yaratılış hikayesi, dünyanın yaratılışını değil, bireyin manevi yeniden doğuş (regenerasyon) aşamalarını ve en eski kilisenin (church) gelişimini alegorik/sembolik olarak anlatır.

B. Teolojik Yeniden Tanımlamalar

Bu metodoloji, geleneksel Hristiyan doktrinlerinin yeniden tanımlanmasına yol açmıştır:

  • Üçlü Birlik (Trinity): Swedenborg, Tanrı'da üç ayrı "kişi" (person) olduğu inancını, mantıksızlığa (illogicality) yol açtığı gerekçesiyle şiddetle eleştirir. Bunun yerine, Tanrı'nın öz ve kişi olarak tek olduğunu (one in essence and person) ve Üçlü Birliğin (Baba, Oğul ve Kutsal Ruh) O'nun içindeki üç temel/asli bileşen (essential components) olduğunu öne sürer: Rab'bin ruhu (Baba), bedeni/formu (Oğul/İnsan-İlahi) ve yayılan/faaliyet gösteren etkisi (Kutsal Ruh).
  • İman ve Hayırseverlik (Faith and Charity): Swedenborg, Protestanlığın merkezi doktrini olan sola fide (yalnızca imanla aklanma) ilkesini reddetmiştir. Metodolojisi, kurtuluşun yalnızca iman/inanç (faith) ile değil, aynı zamanda iyi niyet/hayırseverlik (charity/goodwill) ve iyi işlerle yaşanılan bir hayatla (life of works) mümkün olduğunu göstermeye odaklanır. Bu, teolojik sisteminin ahlaki/etik (ethical) amacını oluşturur.

IV. Unutulmaması Gereken Husus

Önceki yazılarımızda Swedenborg'un bilimsel/felsefi çalışmalardan teolojiye geçiş yaptığını görmüştük. Konu bütünlüğü içinde sormayı unuttuğunuz (veya konuyu derinleştiren) ek bir husus, Swedenborg'un bilimsel disiplinini (scientific discipline) teolojik alana nasıl taşıdığıdır.

Swedenborg, teolojik eserlerinde (özellikle Secrets of Heaven’da), karmaşık konuları bile geometrik/aksiyomatik muhakeme (geometrical reasoning) tarzında sunmuştur. Bir matematik kanıtı gibi, önermeler/teklifler (propositions) ortaya konulur, tartışılır ve kanıtlanır; sonraki noktalar ise daha önce belirlenen ilkelere geri dönülerek desteklenir. Ayrıca, eserinin 10.000'den fazla bölümünü kapsayan Arcana Coelestia'da, yorumlarının tutarlılığını sağlamak için kapsamlı bir yazılı öz-dizin (self-indexing) sistemi kullanmıştır. Bu durum, onun teolojik/vizyoner iddialarını, bir bilim insanının/akademisyenin (academic/scientist) disipliniyle işlediğini ve bu alanda da titiz bir tutarlılık arayışında olduğunu göstermektedir..

Swedenborg'un Teolojik Metodolojisi

Swedenborg'un teolojik metodolojisi, özetle, ilahi yetki/otorite altında, rasyonel/mantıksal temellere dayanan bir Kelam bilimi/ilahiyatı (science of the Word/theology) yaratma çabasıdır..

Emanuel Swedenborg'un (1688–1772) bilimsel/felsefi kariyerinden teolojik/ilahiyat çalışmalarına geçişi, önceki yazılarımızda kronolojik olarak ele alınmıştır. Bu derin dönüşüm (1743–1745), Batı düşünce tarihinde nadir görülen ve tamamıyla yeni bir teolojik metodoloji/usul (methodology) yaratmıştır. Swedenborg'un teolojik metodolojisi, geleneksel Hristiyan dogmatiklerinden/kabul görmüş inançlarından radikal/kökten farklılıklar göstermekte ve esasen üç temel direk üzerine inşa edilmektedir: Doğrudan İlahi Vahiy/Sezgi, Kapsamlı Tekabüliyet/Denklik (Correspondence) Öğretisi ve Kutsal Yazıların/Kelam'ın (Word) içsel/ruhani (spiritual) anlamının titizlikle tefsiri/yorumlanması (exegesis).

I. İlahi Vahiy/Sezgi ve Akıl/Mantık (Reason) İkiliği

Swedenborg'un metodolojisinin en çarpıcı yönü, bilgi kaynağının temeli hakkındaki iddiasıdır. O, ömrünün son yirmi beş yılını, kendisine İsa Mesih tarafından Kutsal Yazıların/Kelam'ın ruhani/içsel anlamını açıklama görevi verildiği inancıyla geçirmiştir.

A. Vizyoner Otorite ve Çift Bilinçlilik

Swedenborg'un çalışmalarının otorite/yetki kaynağı, doğrudan ilahi vahiy olarak beyan edilir. O, bu öğretileri hiçbir melekten almadığını, aksine, Kelam'ı okurken doğrudan Rab'den aldığını ileri sürer. Bu vahiy, onun 1743-1745 yılları arasında başlayan ve sürekli bir hal alan çift bilinçlilik durumunda ("dual consciousness") yaşamasıyla desteklenmiştir.

Bu deneyim sayesinde, fiziksel dünyadaki bir insan olarak, ruhani dünyayı da algıladığını, "fiziksel dünyanın olgularını ve yasalarını gözlemlediği gibi, ruh dünyasının olgularını ve yasalarını da gözlemleyebildiğini" ifade etmiştir. Bu işitilen ve görülen şeylerin (Memorabilia) aktarımı, doktrinel/öğretisel noktaları aydınlatmak ve görünmez dünyanın gerçekliğini kanıtlamak için kullanılmıştır.

B. Rasyonel Teyit

Swedenborg, en derin ruhani/manevi hakikatlerin bile (Tanrı'nın doğası ve takdir/öngörü yasaları gibi) insan aklı/rasyonalitesi tarafından kavranabileceğini savunarak, eserlerini sürekli olarak akla/mantığa (reason) hitap edecek şekilde sunar. Bu durum, onun teolojisini, kendi dönemindeki Aydınlanma/Düşün Çağı'nın entelektüel/zihinsel talepleriyle uyumlu kılmayı amaçlar.

II. Temel Direk: Tekabüliyet/Denklik (Correspondence) Öğretisi

Swedenborg'un tüm teolojik yapısının temelini, Secrets of Heaven (Cennet'in Sırları / Arcana Coelestia) eserinde kapsamlı bir şekilde ortaya konan ve her şeyi birbirine bağlayan tekabüliyet/denklik (correspondence) doktrini oluşturur.

A. Doktrinin İçeriği

Bu öğreti, ruhani/manevi dünya ile doğal/fiziksel dünya arasında sistematik bir "karşılıklı ilişki" olduğunu ileri sürer. Buna göre:

  1. İki Dünya Arasındaki Bağlantı: Doğal/fiziksel dünya, ruhani dünyanın bir sonucudur ve onun varlığını yansıtır (tekabül eder). Ruhani dünya, doğal dünyanın "etkin nedeni" (efficient cause) olarak işler.
  2. İlahi Dualiteler/İkilikler: Tanrısal/İlahi Sevgiyi (Love) Tanrısal/İlahi Bilgelik (Wisdom) ile ilişkilendirir. Bu ikililik, yaratılmış her şeyde mevcuttur; sevgi/aşk (love) iyilik/hayır (goodness) ile, bilgelik ise hakikat/gerçek (truth) ile eşleştirilir.
  3. İnsan ve Evren Arasındaki Tekabüliyet: İnsan (mikrokozmos/küçük evren), tüm göksel düzene (makrokozmos/büyük evren) uygun olarak yaratılmıştır ve onun iç doğası (irade ve anlama yetisi), cennetin (heaven) ve Rab'bin ilahi tasarımının/düzeninin (divine design/order) bir görüntüsüdür.

B. Köken ve Rasyonellik

Bu doktrin, Swedenborg'un bilimsel kariyerinin son dönemlerinde yazdığı, A Hieroglyphic Key (Hiyeroglif Anahtarı) adlı çalışmasında rasyonel/mantıksal temellere oturtulmuştur. Bu eserde o, Kartezyen ikilik (Cartesian dualism) ve materyalist/maddeci indirgemecilik (materialist reductionism) karşısında, ruhani/manevi alanların özerk/bağımsız bir varlığa sahip olduğunu, ancak doğal alanla sistematik bir uyum içinde bulunduğunu göstermiştir.

III. Kutsal Yazıların Tefsiri/Yorumlanması (Exegesis)

Tekabüliyet/denklik, Kutsal Yazıların derinliğini açığa çıkarmanın kilit aracıdır. Swedenborg'a göre, Kelam (Word/Kutsal Yazılar), katıksız denklikler kullanılarak yazılmıştır ve bu, onun kutsallığının temelini oluşturur.

A. Tefsirin Amacı ve Kapsamı

  1. Gizli Anlamların Keşfi: Geleneksel/lafzi (literal) anlam, Tanrı'nın amacını gizlediği için yetersizdir. Kutsal Yazıların her ayrıntısı, Kelam'ın içsel/ruhani anlamını taşır ve bu, Rab'be, O'nun krallığına ve O'nun yeryüzündeki kilisesine/cemaatine (church) odaklanır.
  2. Ana Tema: Tüm Kelam'ın ana konusu, yeniden doğuş/yenilenme (reformation/regeneration) sürecidir. Bu süreç, insanın cennete kabul edilmesi için kendini hazırlamasını anlatır.
  3. Arcana Coelestia (Cennet'in Sırları): Swedenborg, bu devasa eserde, özellikle Tekvin (Genesis) ve Çıkış (Exodus) kitaplarının ayet ayet ruhani/manevi anlamını yorumlayarak metodolojisini uygulamıştır. Örneğin, Tekvin'in ilk bölümlerindeki Yaratılış hikayesi, dünyanın yaratılışını değil, bireyin manevi yeniden doğuş (regenerasyon) aşamalarını ve en eski kilisenin (church) gelişimini alegorik/sembolik olarak anlatır.

B. Teolojik Yeniden Tanımlamalar

Bu metodoloji, geleneksel Hristiyan doktrinlerinin yeniden tanımlanmasına yol açmıştır:

  • Üçlü Birlik (Trinity): Swedenborg, Tanrı'da üç ayrı "kişi" (person) olduğu inancını, mantıksızlığa (illogicality) yol açtığı gerekçesiyle şiddetle eleştirir. Bunun yerine, Tanrı'nın öz ve kişi olarak tek olduğunu (one in essence and person) ve Üçlü Birliğin (Baba, Oğul ve Kutsal Ruh) O'nun içindeki üç temel/asli bileşen (essential components) olduğunu öne sürer: Rab'bin ruhu (Baba), bedeni/formu (Oğul/İnsan-İlahi) ve yayılan/faaliyet gösteren etkisi (Kutsal Ruh).
  • İman ve Hayırseverlik (Faith and Charity): Swedenborg, Protestanlığın merkezi doktrini olan sola fide (yalnızca imanla aklanma) ilkesini reddetmiştir. Metodolojisi, kurtuluşun yalnızca iman/inanç (faith) ile değil, aynı zamanda iyi niyet/hayırseverlik (charity/goodwill) ve iyi işlerle yaşanılan bir hayatla (life of works) mümkün olduğunu göstermeye odaklanır. Bu, teolojik sisteminin ahlaki/etik (ethical) amacını oluşturur.

IV. Unutulmaması Gereken Husus

Önceki yazılarımızda Swedenborg'un bilimsel/felsefi çalışmalardan teolojiye geçiş yaptığını görmüştük. Konu bütünlüğü içinde sormayı unuttuğunuz (veya konuyu derinleştiren) ek bir husus, Swedenborg'un bilimsel disiplinini (scientific discipline) teolojik alana nasıl taşıdığıdır.

Swedenborg, teolojik eserlerinde (özellikle Secrets of Heaven’da), karmaşık konuları bile geometrik/aksiyomatik muhakeme (geometrical reasoning) tarzında sunmuştur. Bir matematik kanıtı gibi, önermeler/teklifler (propositions) ortaya konulur, tartışılır ve kanıtlanır; sonraki noktalar ise daha önce belirlenen ilkelere geri dönülerek desteklenir. Ayrıca, eserinin 10.000'den fazla bölümünü kapsayan Arcana Coelestia'da, yorumlarının tutarlılığını sağlamak için kapsamlı bir yazılı öz-dizin (self-indexing) sistemi kullanmıştır. Bu durum, onun teolojik/vizyoner iddialarını, bir bilim insanının/akademisyenin (academic/scientist) disipliniyle işlediğini ve bu alanda da titiz bir tutarlılık arayışında olduğunu göstermektedir..

Swedenborg'un teolojik metodolojisi, özetle, ilahi yetki/otorite altında, rasyonel/mantıksal temellere dayanan bir Kelam bilimi/ilahiyatı (science of the Word/theology) yaratma çabasıdır..

 

Swedenborg'un (1688–1772) Ruhani Dönüşümü

Swedenborg'un (1688–1772) hayatını, ruhani dönüşümünü ve teolojik/ilahiyat metodolojisinin temel direklerini, özellikle de denklikler/tekabüliyetler (correspondences) öğretisini incelemiştik. Onun bilimsel kariyerinden vazgeçerek teolojiye yönelmesinin nedenlerinden biri, mevcut Hristiyanlıkta algıladığı derin kriz ve hatalı inançlardı. Bu bölümde, Swedenborg'un kronolojik ve metodolojik çerçevesi içinde, Hristiyanlıkta (özellikle de Protestanlıkta ve Katoliklikte) eleştirdiği temel konuları, akademik/tez (makale) tarzında ve detaylıca ele alacağız.

Swedenborg'a göre, kendi zamanındaki Kilise (Hristiyanlık) "sonuna o kadar yakındı ki, varlığından neredeyse hiçbir şey kalmamıştı". Bu yıkımın/yozlaşmanın (desolation) ana nedeni, teolojinin rasyonel/akılcı temelden kopması, ruhani/manevi konuların göz ardı edilmesi ve kilise liderlerinin kendi çıkarlarını gütmesiydi.

I. Tanrısal Üçlü Birlik (Trinity) Doktrini Eleştirisi: Üç Tanrı İnancı

Swedenborg'un eleştirisinin merkezinde, geleneksel Üçlü Birlik (Trinity) anlayışı yer alır. O, bu doktrinin, tek Tanrı inancını (oneness of God) fiilen yok ettiğini savunur.

1. Kişilerde Üçlü Birlik Sorunu: Swedenborg, Üçlü Birlik'in (Baba, Oğul ve Kutsal Ruh) üç ayrı "kişi" (person) olarak anlaşılmasının, kaçınılmaz olarak üç Tanrı inancına yol açtığını ileri sürer. Athanasius İnanç Bildirisi'nin bile bu ikilemi yansıttığını belirtir: Hristiyanlık gerçeği her bir kişiyi Tanrı ve Rab olarak kabul etmeyi zorunlu kılsa da, Hristiyanlık inancı üç Tanrı veya üç Rab demeyi yasaklar.

  • Rasyonel/Mantıksal İmkansızlık: Swedenborg, sonsuz olan ilahi özün (divine essence) nasıl üç ayrı kişiye bölünebileceği sorusunu sorarak bu kavrayışın akla/mantığa aykırı olduğunu belirtir. Akli muhakemesi/tartışması (ratiocination) olan herkesin, özü tek olan Tanrı'nın aynı zamanda tek bir kişi olması gerektiğini görebileceğini savunur.
  • İsa Mesih'in Tanrısallığının Reddi/İndirgenmesi: Üçlü Birlik'in üç kişi olarak ayrılması, Rab'bin insani tabiatının (Divine Human) tanrısallığının da inkar edilmesine yol açmıştır. Bu durum, Rab'bin insan tabiatını (humanity) diğer herhangi bir insanınki gibi görme eğilimini doğurmuştur, oysa İncil'e göre Rab'bin ruhu (soul) Tanrı Baba'dan gelmekteydi. Swedenborg, Rab'bin ilahi ve insani tabiatının bir kişi içinde ruh ve beden gibi birleştiğini (hipostatik birlik) öğreten Athanasius İnanç Bildirisi'nin, bu noktada doğru olduğunu belirtir. Ancak, sonraki teoloji bu birliği bozmuştur.
  • Kutsal Ruh'un Yanlış Anlaşılması: Kutsal Ruh'un ayrı bir kişi olarak görülmesi, onun aslında Rab'den yayılan/çıkan (emanating) ilahi etki/tesir (divine influence) olduğu gerçeğini gölgelemiştir.

II. Kurtuluş Doktrini Eleştirisi: Yalnızca İman (Sola Fide)

Swedenborg'un teolojik sisteminin en keskin eleştirilerinden biri, Protestanlığın kilit doktrini olan "Yalnızca İmanla Aklanma/Kurtuluş" (Justification by Faith Alone) ilkesine yöneliktir.

1. İyi İşlerin/Hayırseverliğin İhmali: Yalnızca iman doktrini, hayırseverlik (charity) ve iyi işleri (good works) kurtuluş için gereksiz kılmıştır. Bu inanca göre, kişi Mesih'in erdemi (merit) sayesinde aklanır ve bu erdem imanı yoluyla kendisine atfedilir (imputed); dolayısıyla kişinin kendi eylemleri (iyi işler) kurtuluşa hiçbir katkı sağlamaz.

  • İman ve Hayırseverliğin Ayrılmazlığı: Swedenborg, kurtuluşun iman ve hayırseverliğin birliğiyle (marriage of faith and charity) mümkün olduğunu ısrarla belirtir. İnancın ruhu, özü ve hayatı hayırseverliktir; hayırseverlikten yoksun inanç ölü inançtır (dead faith).
  • Kötülükten Kaçınmanın Merkeziliği: En önemlisi, Swedenborg, Hristiyan dininin özünün (essence) kötülüklerden günah olarak kaçınmak olduğunu vurgular. İman ve hayırseverlik (iyi işler), ancak kötülüklerden günah olarak yüz çevirdiğimiz oranda bizde oluşur. Yalnızca iman doktrinine sarılanlar, yasayı önemsemez, günahları ciddiye almaz ve vicdanları (conscience) körelir.

2. Atfedilmiş Erdem (Imputed Merit) Yanılgısı: Swedenborg, Mesih'in erdeminin (merit) kişiye atfedilmesi (imputation) kavramını reddeder. Bu, Mesih'in adaletinin (justice) bir başkasına aktarılması anlamına gelir ki, bu imkansızdır. O, atfetmenin (imputation), ancak tövbeyi (repentance) takiben günahların bağışlanması (forgiveness) anlamına gelebileceğini savunur.

III. Kurumsal Uygulamalar ve Hiyerarşi Eleştirisi

Swedenborg'un eleştirileri, sadece Protestan teolojisiyle sınırlı kalmayıp, Katolik Kilisesi'nin uygulamalarını ve genel kilise yönetimindeki otorite (authority) sorunlarını da kapsar.

1. Papalık Otoritesi ve Katolik Uygulamaları: Swedenborg, Vahiy Kitabı'ndaki "Babil" (Babylon) terimini, Katolik dünyasıyla, özellikle de dini kullanarak başkalarını kontrol etmek isteyen herkesle ilişkilendirir. Bu, Katolik ruhban sınıfının (clergy) göksel ve dünyevi güçleri kendisine mal etmesi (usurpation) arzusundan kaynaklanır.

  • Kutsal Yazıların/Kelam'ın İhmali: Katolik Kilisesi'nin Kutsal Yazıların lafzi (literal) anlamını çarpıttığını, ruhani/içsel anlamını ise gizlediğini/falsifiye ettiğini öne sürer. Ruhban sınıfı, Kutsal Yazıları (Word) laity/halktan saklamış (Latince ayinler/törenler kullanarak) ve böylece kendi gücünü artırmıştır.
  • Azizlere Tapınma: Swedenborg, azizlere ve onların resimlerine/kalıntılarına saygı gösterilmesini eleştirir; bu eylemlerin Tanrı'ya adanmış ibadete yakın olduğunu (neredeyse yaptığını) iddia eder.

2. Dünyevi Güç ve Kibir: Genel olarak, kilise liderlerinin ve akademisyenlerin, bilimsel/felsefi bilgiyi kullanarak kendi kibirlerini (pride) ve dünyevi mevkilerini (position) pekiştirmeye çalışmaları eleştirilir.

  • Kendi Zekasına Güven (Proprium): Kibir ve bencillikten (self-love) doğan "kendi zekasına güven" (pride in one's own intelligence) teolojik fikirlerin çarpıtılmasına yol açar. Bu tür insanlar, kendi akıl yürütmeleriyle her türlü yanlış inancı ispat edebileceklerini düşünürler.
  • Gönüllü Kölelik/Kör İman: Swedenborg, inanç konularında aklın/muhakemenin (reason) askıya alınması (subordination) gerektiği yönündeki yaygın Protestan dogmasını sertçe eleştirir; zira bu, kör imana (blind faith) yol açar ve inançla ilgili konuları tartışılmaz/akıl almaz (mysteries) hale getirir.

IV. Ahlaki/Etik ve Ruhani Yaşam Eleştirisi

1. Özgür İrade (Free Will) İnkarı: Swedenborg, Formula of Concord gibi Lutheran belgelerinde yer alan, insanın ruhani/manevi konularda iradesinin (will) bir kütük/taş (log or stone) gibi olduğu, yani pasif olduğu inancını, insanın kurtuluş sürecindeki aktif katılımını yok ettiği için şiddetle eleştirir.

  • Rasyonel ve Özgür Yaşamın Önemi: İnsanın rasyonellik (rationality) ve özgür irade (freedom) yetenekleriyle yaratıldığını (bu yetenekleri Rab'den alır), bu yetenekler olmadan insanın hayvanlardan farksız olacağını savunur. Ruhani alanda özgür iradenin yok sayılması, Hristiyan etiğini/ahlakını anlamsız kılar.

2. Profanasyon/Kutsallığı Bozma Tehlikesi: Swedenborg, en ciddi ruhani tehlikenin, Kutsal Yazıların hakikatlerini bilip onayladıktan sonra buna aykırı yaşamak olduğunu, buna kutsallığı bozma (profanation) adını verdiğini belirtir. Bu, en ağır cehennemlere (hells) yol açar. Rab, bu riski ortadan kaldırmak için, insanların hakikatleri içsel olarak kabul etmelerini, hayatlarının sonuna kadar bu hakikatlere bağlı kalacakları oranda engellediğini ileri sürer.


Ek Bilgi: Spinoza ile Swedenborg Arasındaki Felsefi Karşıtlık ve Etik

Swedenborg'un eleştirileri, dolaylı olarak, erken Aydınlanma Çağı'nın önemli düşünürlerinden Baruch Spinoza'nın (1632–1677) din eleştirileriyle karşılaştırılabilecek ilginç bir felsefi zemin sunar.

  • Ortak Eleştiri Noktaları: Spinoza, Swedenborg'dan yaklaşık on yıl önce Kutsal Yazıların (Holy Scripture) otoritesine ve geleneksel dogmalara (örneğin Üçlü Birlik, İsa'nın ilahiliği) şüphe düşürdüğü gerekçesiyle yasaklanmıştı. Spinoza da, Swedenborg gibi, törenleri ve ritüelleri hurafeler (superstitions) olarak görmüş, Kutsal Yazıların Tanrı'nın sözü olarak kabul edilmesinin ruhban sınıfına halk üzerinde otorite/hükümranlık (power) sağladığını düşünmüştür. Her ikisi de, adalet ve hayırseverlik (justice and charity) gibi ahlaki (moral) mesajlara değer vermişlerdir.
  • Temel Felsefi Farklılıklar (Ruhani Özgürlük/Bağımsızlık Arayışı): Swedenborg, insanın yeniden doğuşu/yenilenmesi (regeneration) yoluyla özgürlüğe (freedom) ulaştığına ve bu özgürlüğün, ahlaki eylemlerle (iyi işler ve kötülükten kaçınma) desteklenen imana dayandığına inanır. Oysa Spinoza'nın bilgi türleri, kişiyi "insan köleliği"nden (human bondage) "insan özgürlüğüne" (human freedom) taşıyan üç aşamalı bir psikolojik süreçle ilişkilidir: hayal/sanı (imagination), akıl (reason) ve nihayetinde "Tanrı'nın entelektüel sevgisi" (intellectual love of God) olan sezgisel bilgi (intuitive knowledge). Spinoza'nın bu nihai durumu "kutsama/mutluluk" (blessedness) olarak görmesi, Swedenborg'un Mesih'e dayalı yeni Kilise yoluyla vaat ettiği göksel/cennetli mutluluğa benzer bir ruhani zirve arayışını yansıtır. Ancak Swedenborg'un aksine, Spinoza'nın Tanrı'yı doğanın kendisi (nature) olarak tanımladığı ve özgür iradeyi (free will) reddettiği eleştirileri mevcuttur. Swedenborg ise, tam tersine, özgür iradeyi insanın rasyonellik (rationality) ve özgürlük (liberty) denilen iki yeteneğinin kötüye kullanılmasıyla ortaya çıkan kötülüğün (evil) kaynağı olarak görür. Bu, Spinoza'nın katı determinizminden (determinism) farklı olarak, Swedenborg'un teolojik sistemi içinde ahlaki sorumluluğa ve dönüşüme güçlü bir vurgu yapılmasını sağlar.

Bu durum, her iki düşünürün de dinde reform arayışında olduğunu, ancak Swedenborg'un, dinin geleneksel yapısını rasyonel ve mistik vizyonlarla yeniden inşa ederek, dönemin teolojik ve felsefi tartışmalarına kendi benzersiz yanıtını verdiğini gösterir.

Hristiyanlıkta Algıladığı Derin İnançsal/Teolojik (Doctrinal) Yozlaşma

Emanuel Swedenborg'un (1688–1772) yaşamını ve teolojik usul/yöntemini (methodology) önceki yazılarımızda kapsamlı bir şekilde ele almıştık. Bu bağlamda, onun ruhani/manevi (spiritual) dünyadan edindiği sezgi/vizyonlar (visions), geleneksel Hristiyanlıkta algıladığı derin inançsal/teolojik (doctrinal) yozlaşmanın ve dinden ayrılmanın (apostasy / decline of religion) doğasını ve nedenlerini ortaya koymaktadır. Swedenborg, bu durumu "Kilise'nin Tüketimi" (Consummation of the Church) olarak adlandırmıştır.

Bu yanıt, Swedenborg'un Kilise'nin düşüşüne dair tespitlerini ve bu tespitleri destekleyen vizyonlarını, akademik/tez (makale) üslubuyla ve kaynaklara dayandırarak sunmaktadır.


Emanuel Swedenborg'un Kilise'nin Tüketimine Dair Vizyonları

Swedenborg'un görüşüne göre, Hristiyan Kilisesi kendi çağında, başlangıçtaki sevgi/hayırseverlik (charity) temelinden koparak sonuna gelmişti. Bu son, fiziksel dünyanın yıkımı değil, Kilise'nin içsel/ruhani (internal) hakikatlerinin tamamen tahrif/yozlaştırılması (falsification and corruption) anlamına geliyordu. Bu yozlaşma, başlıca üç hatalı doktrin ve bu doktrinlerin yol açtığı yaşam tarzları etrafında şekillenmiştir.

I. Kilise'nin Kökten İki Hatası ve Vizyoner Tezahürleri

Swedenborg, mevcut Hristiyan Kilisesi'nin (özellikle Protestanlık ve Katoliklik kastedilir) temelinin, içsel olarak çürümüş ve sonuçta çöküşe mahkûm olduğunu, bunun nedeninin de iki merkezi doktrinel/öğretisel sapma olduğunu belirtir:

A. Yalnızca İman (Sola Fide) Doktrini: Ejderha'nın Görünümü

Swedenborg, imanı (faith) hayırseverlikten (caring) ve iyi işlerden (works) ayıran, Protestanlıkta yaygın olan yalnızca imanla aklanma (justification by faith alone) doktrinini Kilise'nin ruhani/manevi yaşamını yok eden temel hata olarak görür.

Bu doktrin, Kilise'yi ahlaki/etik (moral) temellerden kopararak insanları, dışarıdan dindar görünseler bile, içsel olarak her türlü kötülüğe (evil) açık hale getirmiştir.

İlahi Vizyon/Sezgi: Bu inanca sahip olanlar, Yuhanna'nın Vahyi kitabında tasvir edilen Ejderha (The Dragon) ile temsil edilirler. Ejderha, Kilise’deki çarpıtılmış hakikatleri ve kötülükten kaynaklanan yanlış inançları temsil eder.

  1. Ejderha'nın Sembolizmi: Swedenborg, manevi dünyada, bu inancı benimseyen binlerce kişinin bir araya geldiğinde devasa, kırmızı bir ejderha gibi göründüğünü bildirmiştir. Ejderha'nın kuyruğunun göğe doğru uzanması, inançlarının temelini Kelam'ın (Word) çarpıtılmasına dayandırdığını simgeler.
  2. Geriye Doğru Giden Akıl/Zihin: Yalnızca iman doktrinini hararetle savunan alimler ve din adamları, zihinlerinin (intellect) bu doktrine uygun olarak nasıl çalıştığını gösteren vizyoner bir manzarada görülmüşlerdir: maymunlara benzeyen biniciler (kendi zekalarına güvenme kibri) olarak, kırmızı ve siyah atlara (Kelam'ın çarpıtılmış ve yozlaşmış anlamları) ters binmiş (hakikatten yüz çevirme) ve dizginleri boyunlarına dolamışlardır. Bu görüntü, onların anlama yetilerini (understanding) Kilam'ın ruhani/manevi (spiritual) ışığından kasten geri çektiklerini gösterir.

B. Tanrı'nın Tekliği ve Üç Kişi Doktrini

Swedenborg'un Kilise'ye yönelttiği en şiddetli teolojik eleştiri, Üçlü Birlik'in üç ayrı kişi (three divine persons) olarak anlaşılmasının, Tanrı'nın tekliği fikrini imha ettiği ve bunun akıl/mantık (reason) tarafından kabul edilemez olduğu yönündedir.

İlahi Vizyon/Sezgi: Bu yanlış inanç, Kilise'nin içinde bir "beyin ateşi" (brain fever) veya "delilik" (insanity) olarak yayılmıştır.

  1. Cennetin Reddi: Cennete yeni gelenlerin, üç ayrı Tanrı fikriyle (her biri tek başına Tanrı olan üç kişi) geldiklerinde cennetin ışığına dayanamadıkları için geri itildiklerini ve akli dengelerini kaybettiklerini görmüştür.
  2. Fiziksel Kavrayış: Swedenborg, ruhani bir mecliste, Üçlü Birlik'i savunanların, Tanrı'yı bir tahtta oturan, elinde asa tutan fiziksel/maddi (physical/materialistic) bir figür olarak zihinlerinde canlandırdıklarını ve bu "maddi inancın" (material faith) Tanrı'nın ruhani/manevi (spiritual) doğasıyla tamamen çeliştiğini görmüştür.

C. İktidar Arzusu ve Kutsalı Leveleme (Profanation): Babil'in Yıkımı

Katolik Kilisesi hiyerarşisinin (Batı Protestanlığında yaygın olan yalnızca iman doktrini tarafından tahrif edilen Kilise'den ayrı olarak), dini gücü kişisel hakimiyet ve zenginlik için kullanması, Babil (Babylon) sembolüyle eleştirilir.

  1. Kutsalı Leveleme (Profanation): Babil, Rab'bin ilahi gücünü kendilerine mal edenleri (self-ascription of divine power) ve Kutsal Yazıların hakikatlerini bu amaçla lekeleyenleri temsil eder. Bu durum, Kilise'nin iyiliklerini ve hakikatlerini bilinçli olarak kötülükle karıştırdığı için, onu en şiddetli cehenneme sürükleyen en büyük günahtır.
  2. Vizyon: Kırmızı Canavar Üzerindeki Fahişe: Swedenborg, bu yozlaşmış Kilise'yi kırmızı bir canavarın (ilahi sevgiyi lekeleme) üzerinde oturan fahişe (Kelam'ın tahrif edilmesi) olarak tasvir edilen (Vahiy 17) Katolik Kilisesi hiyerarşisiyle özdeşleştirmiştir.
  3. Son Yargı ve Yıkım: Swedenborg, 1757 yılında gerçekleştiğini iddia ettiği Son Yargı sırasında, Babil'in nasıl yok edildiğini (destruction of Babylon) görmüştür. Bu vizyonlarda, Kilise'nin bu kısmından gelenlerin toplandığı ruhani şehirlerin depremlerle (Kilise'deki büyük değişimler) ve büyük bir rüzgarla (ilahi hakikatle gelen dağılma) sarsıldığını, zenginliklerinin kül ve toza dönüştüğünü ve sonunda kara bir okyanusa/cehenneme (yanlış inançların ve kötülüğün çukuru) atıldığını anlatır.

III. Dinden Ayrılmanın Vizyoner Kanıtları

Swedenborg, Kilise'nin yozlaşmasını tasvir etmek için sıkça "unutulmaz hadiseler" (memorable occurrences) veya "deneyimli bilgiler" (things heard and seen) aktarmıştır.

  • Zengin ve İktidar Sahiplerinin Kaderi: Swedenborg, doğal dünyada zengin ve güçlü olan, ancak yaşamlarında sadece kendilerini düşünen ve Tanrı'nın ilahi takdirini (divine providence) inkar eden ruhların, öldükten sonra başlangıçta Tanrı'yı kabul etseler de, son yargılarının Cehennem olduğunu gördüklerini ve Tanrı'yı inkar edip şeytanları tanrı olarak kabul etme noktasına geldiklerini aktarır.
  • Bilim ve Ateizm: Vizyonlarında, kendi zekalarına aşırı güvenerek Tanrı'yı inkar eden ve her şeyi doğaya (nature) atfeden (naturalists) alimlerin ve entelektüellerin, ruhani ışıkta akıllarının yukarıdan (cennetten) kapalı, aşağıdan (dünyadan) açık göründüğünü, bu durumun onları manevi konularda deliliğe sürüklediğini ve cehennemde kararmış, kömürleşmiş iskeletler gibi göründüklerini kaydetmiştir.

Swedenborg, bu vizyonların, Kelam'ın ifşa edilmemiş ruhani/manevi (spiritual) anlamını açığa çıkarmak ve Kilise'nin neden sona erdiğini göstermek için Rab tarafından kendisine bahşedilen benzersiz bir deneyim olduğunu iddia eder. Amacı, dogmatik/geleneksel (orthodox) inançlardan yorulan çağdaşlarını, akıl/mantık (reason) ve vahiy/sezgi (revelation) yoluyla Yeni Kilise'nin hakikatlerine yönlendirmektir.


Swedenborg'un "dinden ayrılma" konusundaki vizyonları, sadece teolojik hataları işaret etmekle kalmaz, aynı zamanda bu hataların, ahlaki/etik (moral) ve entelektüel/zihinsel (intellectual) düzeyde nasıl derin bir çöküşe yol açtığını gösteren çarpıcı ve tutarlı bir manevi kozmoloji/düzen (cosmology) sunar. Bu, onun Yeni Kilise'ye yönelik çağrısının hem eleştirel hem de aciliyet içeren temelini oluşturur..

Emanuel Swedenborg'un (1688–1772) yaşamını ve teolojik metodolojisini daha önceki yazılarımızda etraflıca incelemiştik. Onun bilimsel kariyerinden vazgeçerek ilahiyat/teolojiye yönelmesini sağlayan temel dinamik, hayatının son çeyreği boyunca (yaklaşık yirmi beş ila yirmi yedi yıl) deneyimlediği ve "sürekli vizyonlar" olarak nitelendirilebilecek olan kalıcı çift bilinçlilik (dual consciousness) halidir.

Bu bölümde, Swedenborg'un, eserlerinin temelini oluşturan bu sürekli vizyonlarının/deneyimlerinin niteliğini, işleyişini ve amacını detaylı bir şekilde inceleyeceğiz.


I. Sürekli Çift Bilinçlilik Halinin Doğası ve Süresi

Swedenborg, 1743–1745 yılları civarında başlayan derin bir ruhani uyanış sürecinin ardından, yaşamının geri kalanını (1771'deki son eserini yayımladığı tarihe kadar) fiziksel/doğal dünya ile ruhani/manevi dünya arasında eşzamanlı ve kesintisiz bir farkındalık durumunda geçirmiştir. Kendisi bu durumu, vizyonların bir rüya veya trans hali (stupor) içinde değil, tam bir uyanıklık (full wakefulness) halinde gerçekleştiğini vurgulayarak açıklamıştır.

1. Süreklilik ve Amaç: Swedenborg, Rab'bin inayetiyle kendisine melekler ve ruhlarla kesintisiz olarak eşlik etme ve onlarla konuşma fırsatı verildiğini ifade eder. Bu durum, 1771'de yayımlanan son eserine kadar, yani yaklaşık yirmi yedi yıl boyunca devam etmiştir. Bu kalıcı durumun temel amacı, Rab tarafından kendisine verilen görevin bir parçası olarak, Yeni Kilise'nin öğretilerini aktarmak ve Kutsal Yazıların/Kelam'ın (Word) gizli (ruhani/manevi) anlamını açıklayabilmesi için gerekli olan içsel/manevi bilgiyi sağlamaktı.

2. İçsel Duyuların Açılması: Bu çift bilinçlilik hali, yazarın "ruhanî gözünün" (eyes of his spirit) açılmasıyla mümkün olmuştur. Swedenborg'a göre, fiziksel gözler doğal dünyanın ışığını algılarken, ruhanî gözler manevi dünyanın ışığını alır. Ruhanî dünyanın ışığı, Rab'den yayılan ilahi hakikat/gerçeklik (Divine Truth) olup, bu ışık yazarın zihnini/anlama yetisini aydınlatmıştır. Ayrıca, bu deneyimler sırasında, ruhanî boyutta nefes aldığını (inner respiration) hissettiğini ve bu durumun değişen bilinç halleriyle ilişkili olduğunu belirtmiştir.

II. Ruhanî Dünyanın Görsel ve Duyusal Gerçekliği

Swedenborg'un sürekli vizyonları, ruhanî dünyanın hayali/fantastik bir alem değil, aksine, dünyevi hayatın duyusal deneyimlerinden çok daha gerçek ve canlı (more real and vivid) olduğunu kanıtlama amacını taşıyordu.

1. Çevrenin Gözlemlenmesi: Gördüğü ruhanî dünya, fiziksel dünyadaki objelere benzeyen, ancak manevi kökenli olan nesnelerle doluydu. Bu, şehirler, evler, saraylar, odalar, avlular, bahçeler, çayırlar ve tarlalar şeklinde görünüyordu. Bu nesnelerin ve manzaraların görünümü, orada yaşayan meleklerin ve ruhların içsel duygularına ve düşüncelerine karşılık geliyordu (correspondence). Örneğin, meleklerin evlerinin duvarlarının kristalden yapılmış gibi göründüğünü, bunun da onların aydınlanmış zekasına/anlama yetisine tekabül ettiğini belirtir.

2. Meleklerin ve Ruhların Görünüşü: Swedenborg, meleklerin (eskiden dünyada yaşamış insanlar) ve ruhların, dünyadaki insanlarla tamamen aynı şekilde, tam ve mükemmel insan formunda (perfect human form) göründüğünü defalarca beyan etmiştir. Formlarının, düşüncelerine ve duygularına (sevgilerine) uygun olduğunu, bu yüzden yüzlerinin, niyetlerinin ve duygularının sürekli bir yansıması olduğunu gözlemlemiştir.

3. Seyahat ve Mekan Algısı: Ruhanî dünyada mekan ve zaman sabit değildir, ancak Swedenborg bu durumu, deneyimlediği seyahatler aracılığıyla açıklamıştır. Ruhanî dünyadaki hareket ve yer değişiklikleri, kişinin içsel yaşam durumlarındaki değişikliklere karşılık gelir. Örneğin, bir yerden bir yere gitmek, zihinsel durumundaki veya içsel sevgisindeki bir değişimle gerçekleşir, ancak bu ona yine de tamamen gerçek bir yolculuk gibi görünür. Swedenborg, bu sayede diğer gezegenlerin sakinleri ve melekleriyle konuşmak için, gezegenler arası "seyahatler" yapmıştır.

III. Vizyonların/Deneyimlerin Metodolojik Kullanımı

Swedenborg, bu sürekli vizyoner deneyimleri, soyut teolojik iddialarını desteklemek için ampris/deneysel kanıtlar olarak kullanmıştır (bkz. önceki yazılarımızda bahsettiğimiz gibi, bilimsel kariyerinden getirdiği bir eğilim).

  1. Doğrudan Öğretim Kaynağı: Swedenborg, Yeni Kilise'nin öğretilerini Rab'den doğrudan Kelam'ı okurken aldığını, ancak bu öğretilerin doğru anlamını görmesinin, melekler ve ruhlarla olan sürekli yoldaşlığı sayesinde edindiği ruhani bilgi ve deneyimlerle mümkün olduğunu belirtir.
  2. Sorgulayanlara Cevap: Hayatın ölümden sonra da devam ettiği ve meleklerin fiziksel organları olmayan ruhlar değil, insan formunda oldukları gibi, çağdaş felsefenin ve dinin şüpheyle yaklaştığı konulara bizzat gözlem (vidi et audivi / görülen ve işitilen şeyler) yoluyla yanıt vermiştir.
  3. Kutsal Yazıların Anlamını Keşfetme: En önemlisi, vizyoner deneyimler (örneğin, cennetteki nesnelerin meleklerin duygularına ve düşüncelerine nasıl karşılık geldiğini görmek), onun Tekabüliyet/Denklik (Correspondence) doktrinini sistemleştirmesine olanak tanımıştır. Bu doktrin, her fiziksel objenin veya İncil'deki her terimin arkasında yatan içsel/ruhani anlamı deşifre etmenin anahtarıdır.

IV. Konu Bütünlüğü İçinde Hatırlatılması Gereken Husus

Daha önceki analizlerimizde (bkz. Teolojik Metodoloji), Swedenborg'un mantık/akıl (reason) ve bilimsel disipline ne kadar değer verdiğini belirtmiştik.

Bu sürekli vizyonlar bağlamında unutmamanız gereken, bu iki unsur arasındaki olağanüstü gerilim ve uyumdur: Swedenborg, bir yanda 27 yıl süren, mantıksal olarak kanıtlanamayan ve tamamen kişisel olan bir "süper-ampirizm/deneysellik" (doğrudan ruhani gözlem) deneyimi yaşarken, diğer yanda elde ettiği bu bilgiyi, bilimsel ve felsefi kariyerinden miras aldığı rasyonel/mantıksal bir sistem kurmak için kullanmıştır.

Swedenborg'un Vizyonları

Swedenborg'un vizyonları, basitçe "mistik" deneyimler olarak kalmamış; aksine, ona, görmeyi ve üzerinde rasyonel düşünce yürütmeyi mümkün kılan "görünmez dünyanın olgularını" sunmuştur. Bu, onun teolojisinin hem radikal vahiy/sezgi iddiasını hem de Aydınlanma Çağı'nın rasyonel/akılcı taleplerini karşılamaya çalışan benzersiz bir "Ruhani Ampirizm" (Spiritual Empiricism) yaratmasına yol açmıştır. Swedenborg'un kendisi bu durumu, vizyonlarının, şüpheci veya maddeci (naturalist) filozofların öne sürdüğü yanılgıları çürütmek için "gerekli" olduğunu söyleyerek meşrulaştırmıştır.


Sonuç olarak, Emanuel Swedenborg'un sürekli vizyonları, sadece kişisel dini deneyimler değil, aynı zamanda teolojisini inşa etmek için kullandığı, tutarlılık ve sistematik doğruluk iddialarına dayanan, sürekli bir bilgi akışı sağlayan, kronolojik ve metodolojik açıdan merkezi bir fenomendir.

 

 

Emanuel Swedenborg'un Takipçileri ve Kültürel Etkisi

Swedenborg'un vahiyleri/sezgileri (revelations) ve teolojik sistemi, kendi döneminde köklü bir krizden geçtiğini iddia ettiği mevcut Hristiyan kilisesinin/cemaatinin yerini alması amaçlanan Yeni Kilise'nin (New Church) temelini oluşturmuştur.

I. Swedenborg'un Takipçi Hareketi: Yeni Kilise

Swedenborg'un yazıları, Batı tarihinde benzeri görülmemiş bir biçimde, kendisinin Rab’den aldığı ilahi vahiy olarak sunulmuştur. Onun amacı, Rab'bin ikinci gelişi ile başlayan yeni bir ruhani çağın doktrinini/öğretisini insanlığa iletmekti.

A. Yeni Kilise'nin Doğuşu ve Amacı

Swedenborg'a göre, Hristiyanlık çağının sonu anlamına gelen Son Yargı (Last Judgment) 1757 yılında ruhani dünyada gerçekleşmiştir. Onun yayımladığı teolojik eserler (özellikle 1749–1756 yılları arasında yayımlanan Secrets of Heaven - Cennet'in Sırları), bu yeni dönemin ve Yeni Kudüs (New Jerusalem) tarafından simgelenen Yeni Kilise'nin öğretilerini sunmak için hazırlanmıştır.

Swedenborg, Kilise'nin esasının Mesih'e iman (faith) ve iyi niyet/hayırseverlik (charity) ile yaşanılan bir hayat olduğunu savunmuş ve bu hakikatleri kabul edecek küçük bir kitleye ulaşmayı hedeflemiştir.

B. Yayılma ve Kurumsal Kimlik

Başlangıçta Swedenborg, eserlerini isimsiz/anonim olarak yayımlamış ve İngiliz/İsveçli din ve siyaset adamlarına ücretsiz dağıtarak (bkz. önceki yazılarımızda) eserlerine ilgi çekmeye çalışmıştır, ancak başlangıçta çok az yanıt almıştır. Bununla birlikte, onun fikirleri sadık bir takipçi kitlesi arasında kök salmıştır.

Bu takipçiler hareketi, Swedenborg'un ölümünden sonra örgütlenmiş ve Yeni Kudüs Kilisesi (Church of the New Jerusalem) adıyla tanınan dini grupları kurmuştur. Hareketin temel inancı, Swedenborg'un yazılarının ilahi vahiy olduğu ve İkinci Geliş'in kendisini temsil ettiği yönündedir.

C. Önemli Takipçiler ve Küresel Etki

Swedenborg’un düşüncesinin önemi, fikirlerinin kabul görme hızından ziyade, zaman içinde coğrafi ve entelektüel/zihinsel (intellectual) alanda kazandığı derinlik ve çeşitlilikte yatmaktadır:

  1. John Clowes (1743–1831): İngiliz Anglikan papazı olan Clowes, Swedenborg'un teolojik eserlerini okuduktan sonra bu eserlerin "anlayışa yeni ve yeniden yaratıcı bir ışık seli döktüğünü" ifade etmiş ve yirmi yılını Swedenborg'un eserlerinin büyük bir kısmını İngilizceye çevirmeye adamıştır. Bu, Swedenborgianizm'in İngiliz Anglikanizmi içindeki köklenişini gösteren önemli bir dönüm noktasıdır.
  2. David Mooki (1876–1927): Bu durum, hareketin Batı Avrupa sınırlarını aşarak küreselleşmesini göstermektedir. Güney Afrika'da yaşayan Mooki, True Christianity (Gerçek Hristiyanlık) eserini okuduktan sonra, Swedenborg'un iddia ettiği İkinci Geliş'in gerçekleştiğine ikna olmuş ve Afrika Yeni Kilisesi'ni (New Church of Africa) kurmuştur. Bu durum, Swedenborg'un teolojisinin (özellikle Afrika halklarının ruhani algılarına dair olumlu yorumlarının) ve Mesih'e iman ve iyi işlerin kurtuluş için yeterli olduğu yönündeki evrensel mesajının farklı kültürlerde karşılık bulduğunu göstermektedir.
  3. Helen Keller (1880–1968): Kör ve sağır bir yazar ve sosyal aktivist olan Keller, Swedenborg'un eserlerinden büyük ölçüde etkilenmiştir. O, Swedenborg'un mesajının, geleneksel inançlara "yeni bir gerçeklik" (new actuality) getirdiğini ve manevi konulara kayıtsız kalan bir çağda, hakikati göremeyenler için (fiziksel olarak değil, manevi olarak kör olanlar) bir ışık kaynağı olduğunu belirtmiştir.

II. Honoré de Balzac'ın Etkilenimi

Emanuel Swedenborg'un etkisi, yalnızca doğrudan dini bir hareketle sınırlı kalmamış, aynı zamanda on dokuzuncu ve yirminci yüzyılın önde gelen sanatçılarını, yazarlarını ve filozoflarını da etkilemiştir. Bu kültürel etkilenimin önemli bir örneği, ünlü Fransız romancı Honoré de Balzac'tır (1799–1850).

Balzac, Swedenborg'un edebi ve entelektüel etkisi altına giren William Blake ve Fyodor Dostoyevski gibi isimler arasında yer alır. Balzac’ın Swedenborg’dan etkilenmesi dolaylı yollardan gerçekleşmiş olabilir; zira Swedenborg’un eserlerinin Fransızcaya tam çevirileri 1841 yılından önce yaygın değildi. Balzac, Swedenborg'un fikirlerini Antoine-Joseph Pernety'nin (1716–1796) çevirileri veya Jean François D’Aillant de la Touche'un 1788'de yayımlanan L’Abrégé des ouvrages d’Ém. Swédenborg (Emanuel Swedenborg’un Eserlerinin Özeti) gibi derlemeler aracılığıyla edinmiş olabilir. Balzac'ın bu özete bağımlı olduğu da belirtilmektedir.

Balzac, eserlerinde sıklıkla Swedenborg'dan ilham alan ezoterik/gizli veya mistik temaları işlemiştir. Balzac’ın kurgusal eserlerinde, Swedenborg'un ruhani dünyayı, ölümden sonraki yaşamı ve insan ruhunun farklı katmanlarını (katmanlarının) detaylı ve sistemli bir şekilde tasvir etmesi, Balzac'ın edebi kozmolojisine derinlik katmıştır.

İlginç Bir Karşılaştırma: Swedenborg ve Ezoterizm Balzac'ın da ilgi duyduğu ezoterik gelenekler (örneğin Kabala/Yahudi mistisizmi ve Jacob Boehme’nin teozofisi) Swedenborg'un çalışmalarının kaynakları arasında gösterilse de, Swedenborg'u bu geleneklerin sadece bir devamı olarak görmek hatalı olur. Swedenborg, kendi teolojisini doğrudan supra-rasyonel/akıl üstü (supra-rational) vahiy iddiasına dayandırsa da, bilimsel kökeninden getirdiği rasyonel/mantıksal tutarlılığı ve sistematik yapıyı korumuştur. Bu durum, Balzac'ın kurgusal evrenini mistik ve rasyonel öğelerle birleştirmesi için verimli bir zemin sağlamıştır.

Özetle, Swedenborg'un takipçileri, onun "yeni bir tür Hristiyanlık" olarak tanımlanabilecek öğretilerini (bkz. önceki yazılarımızda) küresel ölçekte yaymış ve Balzac gibi edebi/kültürel figürler ise onun detaylı ruhani kozmolojisini kendi yaratıcı eserlerine entegre etmiştir.

Emanuel Swedenborg'un Mistik/Ruhani (Spiritual) Alem İle Kurduğu İlişki

Emanuel Swedenborg'un mistik/ruhani (spiritual) alem ile kurduğu ilişkinin mahiyeti ve Tanrı/Rab ile gerçekleştirdiği görüşmeler, onun bilim insanı kimliğinden teolog kimliğine geçişinin temelini oluşturur. Önceki yazılarımızda Swedenborg'un bu dönüşümünün kronolojisini ve teolojik metodolojisinin (özellikle de denklik öğretisi) ana hatlarını incelemiştik. Şimdi, bu ilişkinin doğasını ve ilahi iletişim iddialarını detaylı ve akademik bir dille ele alacağız.

I. Mistik/Ruhanî Alemin Sürekli Deneyimi: Çift Bilinçlilik Hali

Swedenborg'un ruhani alemle olan ilişkisinin en belirleyici özelliği, bu deneyimin geçici veya rüya temelli olmayıp, sürekli/kalıcı bir çift bilinçlilik durumu olmasıdır.

1. Vizyonların/Sezgilerin Niteliği ve Süresi

Swedenborg, yaşamının son yirmi yedi yılı boyunca (yaklaşık 1744-1771 arası), ilahi merhametle kendisine bu imkânın verildiğini iddia etmiştir. Bu hal, onun ruhanî dünyayı ve fiziksel dünyayı eşzamanlı ve tam bir uyanıklık (full wakefulness) durumunda algılamasını sağlamıştır. O, deneyimlerini halüsinasyon veya spekülasyon olarak gören çağdaşlarına karşı, "Gördüm, işittim, hissettim" diyerek görgü tanığı otoritesini (eyewitness authority) savunmuştur.

Bu sürekli temas hali, Rab tarafından kendisine Kutsal Yazıların/Kelam'ın (Word) ruhani/içsel anlamını açıklama görevinin verilmesiyle başlamıştır.

2. Ruhani Görüşün Açılması ve Ruhanî Gerçeklik

Swedenborg'a göre, ruhanî alemle iletişim kurmak için kişinin ruhanî gözlerinin (eyes of his spirit) açılması gerekir. Bu, fiziksel gözlerin kapanması anlamına gelmez, aksine, bedenin doğal görme duyusundan ayrı olarak, ruhun görme duyusunun faaliyete geçmesidir.

Bu açılma sayesinde Swedenborg, ruhanî dünyanın hayalî değil, aksine fiziksel dünyadan daha gerçek ve canlı olduğunu sürekli olarak gözlemlemiştir.

  • Mekânsal Olmayan Gerçeklik (Non-Spatial Reality): Ruhanî dünyada mekân (space) ve mesafe sabit değildir; bunlar, orada bulunan melek ve ruhların içsel sevgilerine ve düşüncelerine (durumlarına) (states) göre bir görünümdür (appearance). Bir yerden bir yere gitmek, kişinin içsel durumundaki bir değişikliğe tekabül eder.
  • İnsan Formu: Orada karşılaştığı meleklerin ve ruhların (ki hepsi daha önce dünyada yaşamış insanlardır) tam ve mükemmel insan formunda olduğunu defalarca beyan etmiştir. Onların yüzleri ve bedenleri, içsel sevgilerinin (love) ve düşüncelerinin (wisdom) görünür formlarıdır.
  • İlahi Işık ve Isı: Bu alemde yaşam, Rab'den bir Güneş gibi yayılan manevi/ruhani ısı (sevgi/aşk) ve manevi ışık (bilgelik/hakikat) tarafından sağlanır. Bu ışık, ruhanî hakikatin (Divine Truth) özü olduğu için, anlama yetisini/entellekti (understanding/intellect) aydınlatır.

II. Tanrı/Rab ile Görüşmelerin Mahiyeti ve Amacı

Swedenborg'un ifadesiyle, aldığı ruhanî bilgiler, hiçbir melekten değil, bizzat Rab'den (İsa Mesih) gelmiştir. Bu, onun teolojik metodolojisinin merkezindeki doğrudan ilahi vahiy/sezgi iddiasıdır.

1. Rab'bin Görünüşü ve İletişim

Swedenborg, Rab'bi sürekli olarak ruhanî dünyanın Güneşi olarak görmüştür.

  • Rab'bin Özü: Bu Güneş, Saf İlahi Sevgi ve İlahi Bilgelikten oluşur. Bu, ateş değil, saf sevgidir; ateş ise doğal dünyanın ölü güneşiyle ilişkilidir. Rab, bu Güneş'in içinde bulunmaktadır.
  • Doğrudan İletişim: Rab, Swedenborg'u bu Güneş suretinde aydınlatmış ve onun Kelam'ın (Word) ruhani anlamını keşfetmesini sağlamıştır. Rab'den gelen her şey (iyi ve doğru olanlar), bu İlahi Kaynak'tan akar.
  • Görünmez Öz: Her ne kadar Rab melekî formda ve Güneş olarak görünse de, hiç kimse O'nun özünü/gerçekliğini (Esse) görüp yaşayamaz, zira bu saf ilahi gerçeklik tüketici olur. Bu sebeple Rab, insanlara Görünmez Özü'nü, Görünür İnsanî Kimliği (Divine Human) aracılığıyla ifşa eder.

2. Vahyin Temel Amacı ve İhtiyaç Duyulan Aydınlanma

Swedenborg'un vizyonlarının ve Rab ile olan iletişiminin amacı, Kilise'deki yozlaşma ve teolojik hatalar nedeniyle ortaya çıkan krize yanıt vermektir.

  • Naturalizmin/Materyalizmin Çürütülmesi: Vizyonlar, sadece duyusal/maddesel (sensory) kanıtlara dayanan ve her şeyi doğaya (nature) atfeden (naturalists/doğacılar) kişilerin yanılgılarını çürütmeyi amaçlar.
  • Akıl ve Vahiyin Uyumu: Rab'den gelen en derin ruhani hakikatlerin bile insan aklı/mantığı (reason) tarafından kavranabileceğini savunur. Bu, Swedenborg'un teolojik sistemini rasyonel bir temele oturtma çabasıdır.
  • İçsel Hakikatlerin Kaynağı: Swedenborg, Kelam'ın ruhani anlamını açığa vurma görevini üstlenmiştir, zira bu içsel anlam, yüzyıllardır gizli kalmış ve ancak Son Yargı'dan (Last Judgment) sonra (1757'de gerçekleştiğini iddia ettiği olay) ifşa edilebilirdi. Zira bu hakikatler, Kilise'nin tükendiği (consummation) bir çağda, aksi takdirde lekelenme (profanation) tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktı.

III. Konu Bütünlüğü ve Felsefî Arka Plan

Daha önceki analizlerde Swedenborg'un mevcut Hristiyanlıkta eleştirdiği Üçlü Birlik (Trinity) ve Yalnızca İman (Sola Fide) doktrinlerinin Kilise'yi çöküşe götürdüğünü belirtmiştik. Onun bu mistik ilişkisi, bu eleştirileri doğrulamıştır.

Swedenborg, vizyonları sayesinde, geleneksel Hristiyanlığın Üçlü Birlik'i üç ayrı kişi (three divine persons) olarak görmesinin, tek Tanrı inancını imha ettiğini açıkça görmüştür. Melekler ve ruhlar, üç Tanrı fikriyle Cennete yaklaştıklarında ya geri itilmiş ya da şaşkınlığa düşmüştür. Rab ile olan görüşmeleri ve vizyonları, Tanrı'nın tek kişi ve tek özden oluştuğu (one in person and essence) ve Üçlü Birlik'in (Baba, Oğul, Kutsal Ruh) O'nun içindeki üç temel unsur (essential components) olduğu gerçeğini onaylamıştır.

Bu durum, onun vizyoner kariyerinin felsefi/entelektüel (intellectual) altyapısının önemini de vurgular. Swedenborg, bu ruhanî ampirizm/deneyimcilik (empiricism) yoluyla elde ettiği bilgileri, titiz bir bilim insanının/akademisyenin (academic) disipliniyle (patient and persistent care) işlemiş ve sistematize etmiştir. O, bilgiyi kanıtlarken bilimsel muhakemeyi (geometrical reasoning) andıran bir yöntem izlemiş, önermeleri öne sürmüş ve bunları Kutsal Yazıların delilleriyle, mantıksal argümanlarla ve bizzat kendi ruhani deneyimlerinin tanıklığıyla desteklemiştir. Bu benzersiz metodoloji, onun mistik teolojisine rasyonel bir zemin sağlamıştır.

Emanuel Swedenborg'un (1688–1772) kendisini konumlandırma biçimi ve edindiği ruhani/manevi (spiritual) bilgi, kendisinden önceki klasik peygamberlik geleneğinden (prophetic tradition) köklü farklılıklar taşımaktadır. Bu ayrım, esas olarak vahyin/sezginin doğası, sürekliliği, nihai otoritesi ve teolojik/ilahiyat metodolojisi ile ilişkilidir.

Peygamberler İle Swedenborg Arasındaki Temel Farklar

Aşağıda, Swedenborg'un teolojik metodolojisi (önceki yazılarımızda etraflıca incelenmiştir) bağlamında, peygamberler ile Swedenborg arasındaki temel farklar sunulmaktadır:

I. Vahyin Niteliği ve Sürekliliği

Swedenborg, peygamberlerin deneyimlediği vahiy biçiminden farklı, benzersiz ve kalıcı bir duruma sahip olduğunu ileri sürmüştür:

  1. Sürekli Çift Bilinçlilik Hali: Swedenborg, hayatının son yirmi yedi yılı boyunca, vizyonlarını ne rüya (dream) ne de vecd/trans (stupor) halinde değil, tam bir uyanıklık (full wakefulness) durumunda yaşadığını beyan etmiştir. O, hem fiziksel/doğal dünyada hem de ruhani/manevi dünyada eşzamanlı bir bilince sahip olduğunu iddia etmiştir.
  2. Klasik Peygamberlik Vizyonlarının Sınırlılığı: Kutsal Yazılarda/Kelam'da adı geçen peygamberler de vizyonlar görmüşlerdir, ancak bu vizyonlar onların bedensel/fiziksel (bodily) görüşleriyle değil, ruhlarının/tinlerinin (spirit) görüşüyle görülmüştür (örneğin, Yuhanna'nın Vahiy Kitabı'ndaki vizyonlar). Bu tür vizyonlar genellikle kilisenin içsel hakikatlerini ve cennet sırlarını (arcana coelestia) simgesel/temsili (representative) biçimlerde göstermiştir.
  3. Vizyonların Sona Ermesi: Swedenborg'a göre, peygamberlik vizyonları, İsa Mesih dünyaya geldiğinde sona ermiştir. Daniel'in kehanetleri de bu tür vizyonların Rab dünyaya geldiğinde son bulacağını öngörmüştür. Günümüzde bu tür simgesel vizyonların artık gerçekleşmemesinin nedeni, bunların temsil ettiği içsel/ruhani anlamın (denklikler/tekabüliyetler bilimi) kaybolmuş olmasıdır, bu nedenle bu vizyonlar anlaşılamazdı.

II. Otorite Kaynağındaki Fark ve Amaç

Swedenborg, geleneksel peygamberlik veya meleki iletişimden daha yüksek bir otoriteye sahip olduğunu iddia etmiştir:

  1. Doğrudan Rab'den Öğrenme: Swedenborg, Yeni Kilise'nin öğretileriyle ilgili olarak, herhangi bir melekten bir şey kabul etmediğini, aksine bilgiyi yalnızca Rab'den, Kelam'ı okurken aldığını açıkça beyan etmiştir. Melekler, onun otorite kaynağı değil, yalnızca ruhani gerçeklik hakkında bilgi aldığı varlıklardır.
  2. Melekler ve Peygamberler Arasındaki Statü Farkı: Swedenborg'un teolojisine göre, melekler ayrı bir varlık sınıfı değil, yeryüzünde yaşamış ve cennette ulaşmış insanlardır. Bu, Swedenborg'u, peygamberlerden tamamen farklı bir kategoride konumlandırır; zira peygamberler, Kelam'ın ifşası için aracı (instrument) olmuşlardır.

III. Teolojik/İlahiyat İşlevindeki Kökten Ayrım

Bu, muhtemelen en önemli farktır ve Swedenborg'un misyonunun temelini oluşturur.

  1. Coercion / Zorlama Olmaması İlkesi: Swedenborg, vizyonlar veya ölülerle iletişim yoluyla kimsenin ıslah/reform edilmediğini (reformed) çünkü bu yöntemlerin zorlayıcı (coercive) olduğunu ileri sürmüştür. Zorlama, insanın akılcılığını (rationality) ve özgür iradesini (freedom) ortadan kaldırır. Swedenborg'a göre, insana, sanki kendiliğindenmiş gibi (as of himself), özgürlük/bağımsızlık ve akıl/us (reason) ile hareket etme görünümü verilmiştir ve bu görünüm Tanrısal Takdirin (Divine Providence) ayrılmaz bir parçasıdır.
  2. Rasyonel/Akılcı Hitap: Swedenborg'un eserleri, en derin ruhani hakikatlerin bile akıl/mantık (reason) tarafından kavranamayacağını kabul etmekle birlikte, sürekli olarak akla/mantığa hitap eder. Onun görevi, ilahi/tanrısal (divine) hakikatleri Kelam'ın içsel/ruhani anlamı aracılığıyla rasyonel/akılcı bir şekilde ifşa etmekti.
  3. Kelam'ın İçsel Anlamının İfşası (Disclosure of the Inner Sense): Klasik peygamberlerin rolü, Kelam'ın lafzi/literal anlamını ve o zamanki kiliseler için gerekli olan temel hakikatleri sunmaktı. Swedenborg'un temel ve benzersiz işlevi ise, bu lafzi anlamın altında gizlenen ruhani/içsel anlamı (spiritual or inner meaning) ortaya çıkarmaktı. Bu anlam, Mesih'e, O'nun yüceltilmesine/dönüşümüne (glorification) ve O'nun krallığına odaklanmıştır. Bu içsel anlam, önceki dönemlerdeki çarpıtmalar ve yozlaşmalar (falsification and corruption) nedeniyle gizli kalmıştı ve ancak Kilise'nin sonuna gelindiğinde (1757'deki Son Yargı'dan sonra) açığa çıkarılabilirdi.

Özetle, peygamberler, Kelam'ın literal anlamını kurumsal bir Kilise'nin inşası için sunan ve vizyonlarını temsil/sembolizm (representation) yoluyla deneyimleyen kimselerdi. Swedenborg ise, Kelam'ın gizli ve rasyonel/akılcı olarak kavranabilir ruhani/manevi anlamını, sürekli uyanıklık halinde doğrudan Rab'den alarak, zorlayıcı olmayan bir vahiy ile Yeni Kilise'nin temelini oluşturmakla görevliydi. Bu, Swedenborg'u, peygamberler ve vizyonerlerden ziyade, Yeni Kilise için atanmış bir "vahiy (revelator)" veya "hizmetkar" (servant) konumuna getirmiştir.

Şeytan (Satan) ve İblis (Devil) hakkındaki radikal/kökten farklı görüşleri

Emanuel Swedenborg'un (1688–1772) hayatının kronolojik seyrini, teolojik/ilahiyat metodolojisini ve sürekli vizyoner/sezgisel deneyimlerinin mahiyetini daha önceki yazılarımızda incelemiştik. Bu bütünlük içinde, Swedenborg'un Kilise'nin temel dogmalarını eleştirmesine yol açan vizyoner deneyimlerinin kritik bir parçası, Şeytan (Satan) ve İblis (Devil) hakkındaki radikal/kökten farklı görüşleri ve bu varlıklarla kurduğu doğrudan iletişimdir.

Swedenborg, geleneksel Hristiyanlıkta yaygın olan tek ve güçlü bir şeytani figür inancını reddetmiştir. Onun teolojik sistemi, bu figürü, yozlaşmış insan ırkının kolektif/ortak kötülüğünün bir yansıması olarak yeniden tanımlar.


I. Şeytan ve İblis Hakkındaki Doktriner/Öğretisel Görüşler

Swedenborg'a göre, Batı Hristiyanlığının yaygın kabulü, Şeytan veya İblis'in başlangıçta Tanrı tarafından yaratılan bir melek olduğu, ancak isyan edip yandaşlarıyla birlikte cehenneme atıldığı yönündedir. Swedenborg bu inancın, Kutsal Yazıların/Kelam'ın (Word) lafzi/sözsel anlamının dışına çıkılmadığı için ortaya çıkan bir yanılgı olduğunu savunur.

A. Cehennemin Tekil Temsili

Swedenborg, İblis (Devil) veya Şeytan (Satan) terimlerinin tek bir varlığı değil, tüm Cehennem'in kolektif/toplu varlığını temsil ettiğini kesin bir dille belirtir.

  1. Kökeni İnsan Irkıdır: Cennet'teki meleklerin ve Cehennem'deki iblislerin (şeytanların) tamamı insan ırkından gelmektedir. Başlangıçta yaratılmış tek bir melek yoktur ve Cehennem'e atılmış tek bir asi melek de yoktur. Kötülük içinde yaşayan ve Tanrı'yı kalpten reddeden insanlar ölümden sonra iblis/şeytan olurlar.
  2. İki Ana Cehennem Alanı: Cehennem, iki ana krallığa/alana ayrılmıştır. Bu ayrım, yozlaşmış iki temel sevgiye karşılık gelir:
    • İblis (Devil/Demon) Krallığı: Özellikle öz/ben sevgisi (self-love) ve tahakküm etme arzusu (love of dominating) tarafından yönlendirilen en kötü niyetli ruhları barındırır. Bu alan, esas olarak kötülüğün (evil) kendisini temsil eder.
    • Şeytan (Satan) Krallığı: Özellikle dünya sevgisi (love of the world) ve kendi zekasına güvenme kibirinden (pride in one's own intelligence) kaynaklanan yanlışlıklar (falsity) tarafından yönlendirilen ruhları barındırır.
  3. Cehennemin Formu: Tüm melekler âlemi Rab'bin suretinde tek bir İnsan (Maximus Homo) formunu oluşturduğu gibi, Cehennem'in tamamı da Rab'bin suretine karşıt olarak, canavarî/grotesk (grotesque) bir insan formuna benzer. Bu form, İblis olarak adlandırılır.

B. Kötülük Kaynağı Olarak İnsanın Kendi Zekası

Swedenborg'a göre, kötülüğün kaynağı, insanın rasyonalite/akılcılık (rationality) ve özgür irade (freedom/liberty) adı verilen iki yeteneğini kötüye kullanmasıdır. Bu yetenekler, en kötü insanlar ve cehennemdeki iblisler tarafından dahi korunur. İblisler, doğru olanı duyduklarında melekler kadar iyi anlayabilirler, ancak kendi düşüncelerine döndüklerinde, kötülük sevgileri nedeniyle anlamayı istemezler. Bu, Şeytan Krallığı'nın temel dayanağı olan kendi zekasına güvenme kibirini (pride in one's own intelligence) teşkil eder.

II. Şeytani Varlıklarla Konuşmalar ve Vizyonlar

Swedenborg, Cehennem'deki ruhların doğal durumlarını ve yaşamlarını ortaya koymak amacıyla, uyanık haldeyken onlarla sürekli olarak iletişim kurduğunu kaydetmiştir.

A. İletişimin Doğası ve Kısıtlamalar

  1. Zorlama/Cebir Yasağı: Swedenborg'un teolojik metodolojisinin (önceki yazılarımızda ele alınan) temel bir prensibi, ruhani iletişim yoluyla bile olsa, insan özgürlüğünün asla ihlal edilmemesidir. Rab'bin izniyle konuşan melekler veya ruhlar, kişinin rasyonel özgürlüğünü (freedom of reason) ortadan kaldıracak hiçbir şey söylemezler ve herhangi bir öğreti vermezler. Bu, Cehennem'den gelen zorlayıcı vizyonlar veya mucizelerle birinin ikna edilmeye çalışılmasının neden reddedildiğini de açıklar.
  2. İçsel ve Dışsal Akış: İblisler (Genii), genellikle kişinin irade/duygu (will/affection) alanına, yani kötülük arzularına, Şeytanlar (Spirits) ise anlama/düşünce (understanding/thought) alanına sızarak yanlışlıkları (falsities) aşılamaya çalışırlar. Bu, Cehennem'in bir sızma (influx) çabasıdır ve Rab'den gelen iyilik akışına zıt çalışır.

B. Önemli Vizyoner Diyaloglar ve Gözlemler

Swedenborg'un bu varlıklarla yaptığı konuşmalar, Cehennem'in doğasını ve kötülüğün içsel/ruhani sonuçlarını göstermeyi amaçlamıştır:

  1. Ejderha'nın Amfitiyatrosu Vizyonu: Swedenborg, yalnızca iman doktrinine saplanıp kalan ve hayırseverlikten kopan Kilise mensuplarını temsil eden "Ejderha" ile konuşmuştur. Bu vizyonda Ejderha, ona kendi sevinçlerini göstermiştir. Bu sevinçler, bir sirk/amfitiyatro şeklinde tasvir edilmiştir. Sirke kuzu, koyun ve koçları andıran hayvanlar getirilir (bunlar Kilise'nin hakikatlerini ve iyiliklerini temsil eder), ardından aslan, pars ve kurtları andıran yaratıklar (Ejderha'nın şehvetleri/kötülükleri temsil eder) bu masum hayvanları parçalar. Ejderha, bu kanlı katliamdan zevk aldığını itiraf etmiştir. Swedenborg, bu amfitiyatronun yakında ateş ve kükürt gölüne dönüşeceğini söyleyerek oradan ayrılmıştır.
  2. Rasyonalistler Arasındaki Tartışma (Tanrı vs. Doğa): Aydınlanma Çağı'nın materyalist/maddeci ve doğacı/natüralist düşünürlerini temsil eden Satansal ruhlarla melekler arasında bir tartışmaya tanık olmuştur. Satansal ruhlar, doğanın (nature) tek Tanrı olduğunu, çünkü beş duyu ile algılanan her şeyin doğadan geldiğini iddia etmişlerdir. Melekler ise, ruhani dünyanın doğal dünyadan üstün olduğunu ve doğanın, Rab'den gelen hayata hizmet eden ölü bir araç olduğunu kanıtlamışlardır. Satansal ruhlar bu hakikati zihinsel/akli olarak anlasalar da, kendi kötülük sevgileri baskın çıktığında tekrar doğacılığa dönmüşlerdir.
  3. Sahte Lucifer (Angel of Light) Görünümü: Swedenborg, kendisine Lucifer, "Sabahın Oğlu" (son of the dawn) adını veren bir iblisle karşılaşmıştır. Bu iblis, içten bir iblis olmasına rağmen, dışarıdan "bir ışık meleği" (angel of light) gibi görünmekle ve ahlaki/moral konularda vaaz verebilmekle övünmüştür. Bu, onun kendi anlama yetisinin/zekasının (understanding) yükseldiğini, ancak iradesinin/sevgisinin (will/love) onu aşağı çektiğini göstermiştir. Bu deneyim, imanın (faith) yaşamın kalitesi (irade) tarafından belirlendiği, yoksa sadece entelektüel/zihinsel kabul (anlama yetisi) olmadığı yönündeki öğretisini destekler.

III. Konu Bütünlüğü İçinde Felsefi/Teolojik Değerlendirme

Önceki yazılarımızda tartışıldığı gibi, Swedenborg'un Tanrı'yı tek bir Kişi/Öz (İsa Mesih) olarak tanımlaması ve kurtuluşu sola fide (yalnızca imanla) ilkesinden kopararak hayırseverlik (charity) ile birleştirmesi, onun Yeni Kilise'sinin temelini oluşturur.

Şeytan hakkındaki bu vizyoner deneyimler, onun ahlaki determinizm/belirlenimcilik (determinism) eleştirisine önemli bir bağlam sağlar. Kendi döneminde, özellikle Protestanlıkta yaygın olan bazı katı doktrinler (örneğin, Tanrı'nın bazılarını cennete, bazılarını cehenneme önceden kaderle/yazgıyla (predestined) atadığı inancı) insan iradesini yok saymaktaydı.

Swedenborg'un cehennemin tamamen insandan (kötü seçimler ve kötü niyetin birleşimi) kaynaklandığını göstermesi, insana kötülüğü seçme özgürlüğünü (ve dolayısıyla iyiliği seçme sorumluluğunu) veren Tanrısal Takdir/Öngörü (Divine Providence) doktrinini güçlendirir. İblisler ne kadar uğraşsa da, Tanrı insandan özgürlüğünü almaz.

Unutulmaması gereken ek husus, Swedenborg'un bu vizyonlarında kötülüğün çirkinliğini tanımlarken kullandığı denklikler/tekabüliyetler öğretisine dairdir.

Cehennem'deki iblislerin ve şeytanların hazları (delight), doğal dünyada pis kokulara (leş, dışkı, idrar kokusu) karşılık gelirken, Cennet'teki meleklerin hazları ise güzel kokulara (çiçek, meyve kokusu) karşılık gelir. Bu, Swedenborg'un teolojisinde ahlaki durumun (sevgi ve nefretin) fiziksel duyusal tezahürler (koku ve görme) bulduğu şeklindeki temel felsefi ilkesini doğrular. Kötülüğün ne olduğunu bilmeyenler, bu kokuların iğrenç olduğunu fark etmezler ve onlardan zevk almaya devam ederler. Bu, kötülüğün ruhani/manevi ve dünyevi/doğal gerçekliği arasındaki ilişkinin sürekli görsel ve duyusal kanıtını sunar.


Özetle, Swedenborg'un Şeytan'a dair vizyonları, kötülüğün Tanrı'dan ayrı, bağımsız bir ilke olmadığını, aksine, kendi zekasına güvenerek ve öz-sevgiyle yaşayan insanın kolektif ruhani intiharı olduğunu göstermeyi amaçlamıştır.

Swedenborg, Bu Deneyimlerini Genellikle "Hatırlanmaya Değer Olaylar"

Emanuel Swedenborg'un (1688–1772) eserlerinin merkezinde, onun doğrudan ruhani/manevi (spiritual) dünyadan edindiği deneyimler ve anlatılar yer almaktadır. Önceki yazılarımızda bu durumun "sürekli vizyonlar" veya "çift bilinçlilik" (dual consciousness) halinde gerçekleştiğini ve bu anlatıların onun teolojik metodolojisinin temelini oluşturduğunu belirtmiştik.

Swedenborg, bu deneyimlerini genellikle "Hatırlanmaya Değer Olaylar" (Memorable Occurrences veya Latince Memorabilia) veya "Duyulan ve Görülen Şeyler" (Ex Auditis et Visis) başlıkları altında kaydetmiştir. Bu anlatılar, uydurma/kurmaca (fiction) değil, tam bir uyanıklık (perfect wakefulness) durumunda bizzat gerçekleşmiş ve görülmüş hakiki olaylar olarak sunulur.

Aşağıda, Swedenborg'un eserlerinde geçen ve teolojik sistemini destekleyen bu "hikayeler" ve vizyonlar, türlerine göre tasnif edilerek sunulmuştur:

I. Ruhanî Alemin Gerçekliği ve Ölüm Sonrası Yaşam Anlatıları

Swedenborg'un en temel anlatıları, doğal dünyanın ölümünden sonraki yaşamın nasıl olduğunu gözlemleyen kişisel deneyimleridir:

1. Ölümden Sonra Diriliş/Yeniden Canlanma (Resurrection) Deneyimi: Swedenborg, bizzat kendisinin, diğer insanların ölümden sonra deneyimlediği diriliş sürecini yaşadığını anlatır. Fiziksel duyuları devreden çıkarken, içsel yaşamının ve düşüncesinin bozulmadan kaldığını, ruhunun (spirit) bedeninden çekilmesini gözlemlediğini belirtir. Bu sırada, ölen kişinin zihninin (mind) son düşüncesinde tutulduğunu ve göksel/cennet meleklerinin ruhu koruduğunu anlatır.

2. Ruhların ve Meleklerin İnsan Formu: Ruhanî alemde karşılaştığı ruhların ve meleklerin, yeryüzündeki insanlarla tamamen aynı şekilde, mükemmel insan formunda olduğunu sürekli olarak teyit etmiştir. Hatta ruhların öldüklerini bile fark etmediklerini, çünkü tıpkı dünyada olduğu gibi bir bedene sahip olduklarını ve aynı duyulara (görme, işitme, konuşma, tatma, arzu etme) sahip olduklarını belirtirler. Bu durum, o dönemin, ruhun "havadan ibaret bir nesne" (ether) olduğu yönündeki yaygın felsefi/fiziksel görüşlerine karşı bir kanıt olarak sunulmuştur.

II. Teolojik Muhakemeler ve Yargılama Vizyonları

Swedenborg, teolojik öğretilerini soyut bir şekilde sunmak yerine, bu öğretilere inanan veya karşı çıkan ruhların ruhanî dünyadaki durumlarını gösteren hikayeler aktarır:

1. Bilgelik Okulları (Gymnasia Sapientiae): Swedenborg, cennetteki bilgelik sevenlerin (meleklerin) toplandığı ve derin konuları tartıştığı parlak ve görkemli mekanlar olan "Bilgelik Jimnazyumları"nı görmüştür. Burada, "Tanrı'nın sureti ve benzerliği nedir?", "İnsan neden doğuştan hiçbir sevgi bilgisiyle doğmaz?" ve "Hayvanlarla insanlar arasındaki fark nedir?" gibi felsefi/teolojik sorular tartışılır ve rasyonel/mantıksal olarak çözümlenir.

2. Cehennemdeki Rasyonel/Akılcı Filozoflar: Vizyonlarının önemli bir teması, dünyada sadece "doğaya" (naturalis) inanan ve Tanrı'yı inkar edenlerin ruhani akıbetidir. Bu kişilerin, ruhanî dünyada hala mantıklı konuşabilseler de, içsel olarak deliliğe (insanity) düştükleri görülmüştür. Onların akıl yürütmeleri, cennetin ışığında kömürleşmiş iskeletlere, deli doktorlara veya aşağıdan gelen dumanla kör olan bilginlere benzetilir. Hatta bu tür ruhların, mantıksal olarak doğru olduğunu düşündükleri her şeyi kanıtlama yeteneğine sahip olduklarını, ancak hakikati (truth) kalpten görmedikleri için, akıllarının yukarıdan (cennetten) kapalı, aşağıdan (dünyadan) açık olduğunu anlatır.

3. Yalnızca İman (Sola Fide) Yanılgısı: Swedenborg, kurtuluşun sadece imanla geldiğine inananların ruhani durumlarını sembolik hayvanlar veya çarpıcı görünümlerle tasvir etmiştir. Bu kişiler, Vahiy Kitabı'ndaki "Ejderha" (The Dragon) tarafından temsil edilirler. Bir vizyonunda, bu inancı benimseyenlerin, kırmızı ve siyah atlara ters binen maymunlara benzediğini görmüştür. At (horse) kelimenin anlamını temsil ettiğinden, bu görüntü, onların Kelam'ın (Word) ruhani anlamını tersine çevirdiklerini gösterir. Bu kişiler, imanla gelen kutsamayı (sanctity) iddia etseler bile, içsel olarak kötülük (evil) ve gururla doludur.

4. Babil'in (Katoliklik) Yıkımı: Kilise otoritesini ve kutsal olanı tahrif eden Katolik hiyerarşisinin (Babil) durumu, Vahiy'deki kırmızı canavarın üzerindeki fahişe ile ilişkilendirilir. Bu ruhların toplandığı şehirlerin, 1757'de gerçekleştiğini iddia ettiği Son Yargı sırasında nasıl depremler ve fırtınalarla yıkıldığını görmüştür.

III. Evrensel Kozmoloji Anlatıları: Diğer Gezegenlerin Ruhları

Swedenborg, Rab'bin lütfuyla Güneş Sistemi'ndeki ve ötesindeki diğer gezegenlerden gelen ruhlarla konuştuğunu anlatarak kozmolojik/evrensel vizyonlarını destekler. Bu, onun teolojisinin evrensel bir kapsama sahip olduğunu göstermeyi amaçlar.

1. Jüpiter Ruhları: Bu ruhların, dünyevi zenginlik veya mevki arayışına en az düşkün olanlar arasında olduğunu belirtirler. Yüzlerinin, içsel tatlılık ve dürüstlüklerini yansıttığını, gülümseyen ve neşeli olduğunu söyler. Ayrıca, evlerinin yerden alçak, ahşaptan yapılmış olduğunu ve tavanlarının yıldızlarla donanmış gökyüzüne benzemesini istediklerini gözlemlemiştir.

2. Merkür Ruhları: Bu ruhlar, somut bilgi yerine soyut/entelektüel bilgiyi (özellikle hafıza ve düşünceyi) takdir eden bir yapıya sahiptir. Swedenborg'un hatıralarını bir kitap gibi okuyabildiklerini ve şehirlerin binalarından çok, orada meydana gelen olayları ve yönetim şekillerini merak ettiklerini anlatır.

3. Başka Gezegenlerden Ruhlar: Ay'dan gelen ruhların gürültücülüğünden, Mars ruhlarının yüzlerinin yarısının siyahi, yarısının ise kahverengi olmasından ve Satürn ruhlarının koyu renkli kıyafetleri ve dini şüphecilikleri hakkında hikayeler aktarır.

IV. Gömülü Olaylar: Erken Dönem Rüyaları

Swedenborg'un ruhani kariyerinin başlangıcını işaret eden ve bizzat kendisinin kariyer değişikliğine yol açan olaylar, "Journal of Dreams" (Rüyalar Günlüğü, 1743–1744) adlı yayınlanmamış eserinde yer alır. Bu dönem, Swedenborg'un ruhani durumunu sorguladığı, derin kaygı (anguish) ve içsel çatışmalar (inner conflict) yaşadığı bir kriz dönemiydi. Bu süreç, 1744 Paskalyası'nda İsa Mesih'in güçlü bir vizyonuyla doruk noktasına ulaşmış ve bu olaydan sonra bilimsel çalışmalarını bırakıp teolojiye yönelmiştir. Bu erken dönem rüyaları, sonraki teolojik çalışmalarındaki uyanıklık halinde görülen vizyonlardan ayrı tutulur.


Swedenborg'un anlatıları, sadece ruhani gerçekliklere dair iddialarını desteklemekle kalmaz; aynı zamanda, bu teolojik savları, canlı görseller, diyaloglar ve metaforlarla sunarak, dönemin okuyucuları için (hem rasyonel zihinlere hitap eden hem de gizem arayanlara) benzersiz bir "ruhani ampirizm/deneysellik" (spiritual empiricism) ortaya koymuştur.

Sihir Hakkındaki görüşleri

Emanuel Swedenborg'un (1688–1772) sihir/büyü (magicae) ve doğaüstü olaylar hakkındaki görüşleri, onun tamamen ruhanî/manevi (spiritual) bir gerçekliğin varlığına dair edindiği doğrudan tecrübelerden ve denklikler/tekabüliyetler (correspondence) öğretisini nasıl ele aldığından kaynaklanmaktadır. Daha önceki yazılarımızda bahsettiğimiz gibi (bkz. Teolojik Metodoloji), Swedenborg, hayatının son 27 yılını fiziksel ve ruhani dünyayı eşzamanlı olarak algıladığı sürekli bir vizyon/sezgi hali içinde geçirmiştir. Bu durum, ona cehennemin doğasını ve oradaki kötü niyetli ruhların (evil spirits) yöntemlerini birinci elden gözlemleme imkânı tanımıştır.

Swedenborg, sihir ve büyücülüğü, doğaüstü olaylar kategorisinde ele alsa da, bunu Tanrı'nın iradesi dışında, kötü niyetli ruhların ve iblislerin (devils and satans) gücüyle gerçekleştirilen, özünde hakikati tahrif etmeye yönelik bir eylem olarak tanımlamıştır.

I. Büyücülüğün Tanımı, Kaynağı ve Amacı

Swedenborg'a göre sihir ve büyücülük (sorcery), temelde, yanlış olanın doğru olduğuna ve kötülüğün iyi olduğuna ikna etme gücünü ifade eder. Kutsal Yazıların/Kelam'ın (Word) ruhani anlamında, büyücülük (magic) genellikle hakikatin (truth) tahrif edilmesi ve yok edilmesi anlamına gelir.

1. Kökeni ve Ruhaniyetle İlişkisi Büyücülük, Rab'den gelen ilahi gücün çarpıtılması ve kötüye kullanılmasıdır. Kötü ruhlar, bedenlerinden ayrıldıktan sonra (in the spiritual world) doğuştan sahip oldukları kötülük sevgisi sayesinde sihir sanatlarını kendiliğinden edinirler; bu sanatlar, onların benimsediği kötülüğün (evil) doğasında zaten mevcuttur.

2. Antik Uygulamalar ve Cehennemle Bağlantısı Antik çağlarda sihir, Kilise'nin kutsal hakikatlerini (özellikle yazının gizli ruhani anlamını) çarpıtan uluslar arasında yaygındı. Bu durum, özellikle Mısır ile ilişkilendirilmiştir; zira Mısır, Swedenborg'un teolojisinde "dünyevi bilgi" (factual knowledge) ve "gizli/okült bilgi" (occult knowledge) anlamlarına gelir. Kutsal Yazıların ruhani anlamı, antik çağlarda, bu bilgilerin putperestliğe ve Mısır'da sihire (magic) dönüştürülmesi riski nedeniyle gizlenmiştir. Cehennem ruhları, Kelam'ın hakikatlerini kötü amaçları için çarpıtmak amacıyla sihir kullanırlar.

3. Amaç ve Kötülüğün İfşası Büyücülük uygulamaları, insanları Rab'bin kutsal hizmetinden, yaşayan veya ölü insanların veya putların kutsal olmayan hizmetine çekmeyi amaçlar. Büyücülük, kötülük ve yanlışlık (falsity) ile dolu olan bir düşünce tarzını temsil eder; bu tür insanlar, Kelam'ın hakikatlerini kendi öz-zekâlarına güvenerek (self-intelligence) ve maddi/bedensel (corporeal) arzularına hizmet etmek için kullanırlar.

II. Şeytani Varlıklarla İletişim ve Büyücülerin Görünümü

Swedenborg, teolojik eserlerinde bu tür varlıklarla olan konuşmalarını (memorabilia) ve onların tekniklerini ayrıntılı olarak kaydetmiştir:

A. İletişim Yöntemleri ve Tehditler

Cehennem ruhları, insanlarla iletişim kurarken, düşünceleri ve duyguları etkilemek için çeşitli zorlayıcı (coercive) yöntemler kullanır. Bu sihirli/zorlayıcı etkiler şunları içerir:

  1. Zihinsel Baskı: Kötü niyetli ruhlar, konuşmacının zihnini sürekli kendi sözlerine bağlayarak ve düşünce akışlarına kendi arzularını üfleyerek, dinleyicinin kendi başına düşünmesini engellerler. Bu, zihnin (understanding) bağlanması veya hapsedilmesi (binding of the intellect) olarak adlandırılır.
  2. Yanlışlıkları Hakikat Gibi Gösterme: Sihrin en önemli unsuru, yanılsama (illusion) ve hayal (phantasy) kullanmaktır. Büyücüler (kendi kendine muhakeme/akıl yürütenler), duyusal yanılsamalara (sensory illusions) dayanarak akıllıca ve ustaca mantık yürütebilirler, böylece yanlış olanı doğru gibi gösterirler. Cehennem ruhları, çarpıtılmış fikirlerini, göksel ateşte parlayan mantıksal argümanlar zinciri gibi gösterebilirler.
  3. Hilekâr (Siren) Ruhlar: Özellikle kadın ruhlar arasında, dünyadayken beden sevgisiyle (bodily love) yaşayan ve başkalarını aldatma sanatlarında uzmanlaşanlar, ölümden sonra sirenler (sorceresses) haline gelirler. Bu sirenler, diğer ruhları tuzağa düşürmek için hile ve sihir sanatlarını kullanır, sahte masumiyet sergiler, meleklerin ışığına benzeyen yanıltıcı parlamalar yaratır ve gizlice, fark edilmeden kurbanlarının arzularını değiştirirler. Bu tür ruhlar, yaptıklarını gizledikleri için cehennemin arkasındaki derinliklere (hells behind the back) sürülürler.
  4. Hayal ve Görünüş: Cehennemdeki iblisler, başkalarına zarar verme arzularını tatmin etmek için hayal gücü (phantasy) kullanır ve bazen kendilerini ışık melekleri (angels of light) gibi gösterirler. Bu durum, yazarın, gerçekliği yansıtmayan sihirli tezahürler gördüğü manzaralarda gözlemlenmiştir. Örneğin, Balzac bölümünde bahsettiğimiz gibi (bkz. önceki yazılarımız), Ejderha’nın (The Dragon) amfitiyatrosundaki vahşi oyunlar, ejderha ruhlarının fantaziyle (phantasy) yarattığı sahte manzaralardır.

B. Şeytani Varlıklarla Sohbetler

Swedenborg, sık sık şeytanî varlıklarla temas kurmuş ve onlarla konuşmuştur. Bu konuşmaların özü, onların derin kötülüklerini ve Tanrı'yı reddetme eğilimlerini ortaya çıkarmaktır:

  • Tanrı'yı İnkar Eden Satanca Ruhlar: Swedenborg, ruhani dünyada, dünyevi yaşamlarında kendilerini bilimsel argümanlarla güçlendirerek Tanrı'yı inkâr eden (atheists) ve her şeyi doğaya (nature) atfeden (naturalists) ruhlarla (satans) konuşmuştur. Bu ruhlar, meleklerden dinlediklerinde bilgelik sırlarını (arcana of wisdom) tıpkı melekler gibi anlayabilmelerine rağmen, kendi kötü sevgilerine geri döndükleri an anlamayı reddederler. Onlara göre Tanrı, ya sadece bir sözdür ya da doğanın kendisidir. Swedenborg, bu ruhların içsel olarak deliliğe (insanity) düştüğünü, ancak bu deliliğin onlara dünyevi bilgelik gibi göründüğünü gözlemlemiştir.

III. Büyücülük ve Doğaüstü Olayların Rasyonel/Eleştirel Analizi

Swedenborg'un sihir ve doğaüstü olaylar konusundaki görüşleri, basitçe doğaüstü bir gücün kabulü değil, özgür iradeye (free choice) ve akla/mantığa (reason) verdiği değere dayanır.

A. Zorlamanın (Coercion) Reddi

Swedenborg, Rab'bin İlahi Takdiri/Öngörüsü (Divine Providence) yasaları gereği, kimsenin dışsal yollarla (mucizeler, tehditler, vizyonlar) dinî inanç ve sevgiye zorlanamayacağını vurgular. Sihir ve zorlama, insanın özgürlüğünü ve akıl yürütme yetisini elinden alır.

  • Mucizeler: Mucizeler ve işaretler, kişiyi güçlü bir şekilde ikna etse de, bu inanç (faith) değildir; sadece ikna (persuasion) ve dışsal bir eylemdir. Mucizeler, kişinin içsel düşüncesini adeta büyüleyerek (spellbound), akılcılığını ve özgürlüğünü kaybetmesine neden olur. Mucizeyle kazanılan inanç, tıpkı taştan veya ahşaptan oyulmuş, cansız bir genç adam veya genç kadın gibidir.
  • Ölülerle Konuşmak: Aynı şekilde, ölülerle konuşmak veya zorlayıcı vizyonlar görmek de kişiyi dinde bir şeye inanmaya zorlar ve bu nedenle reformasyon/yenilenme (reformation) sürecini engeller. Rab, yalnızca kişinin akıl yoluyla doğruları görüp özgürce iyiliği seçmesi durumunda (freedom according to reason) içsel olarak etki edebilir.

B. Swedenborg'un Vizyoner Deneyimi Farkı

Swedenborg, vizyonlarının, peygamberlerin rüyalarından veya trans durumlarından farklı olduğunu belirtmiştir; onun deneyimi, uyanık ve tam bir akılcılık (full rationality) içinde gerçekleşen sürekli bir içsel görüştür. Onun amacı, ruhani dünyanın gerçekliğini bilimsel bir disiplinle gözlemlemekti, böylece elde ettiği bilgileri, akıl/mantık yoluyla kavranabilecek doktrinel/öğretisel hakikatler olarak sunabilecekti.

Bu rasyonel yaklaşım, Swedenborg'un (ve dolaylı olarak, Batı Aydınlanma düşüncesinin) batıl inançları (superstitions) eleştiren yönünü yansıtır. Batıl inançlar, korkudan kaynaklanan ve nedenselliği yanlış açıklayan uygulamalardır. Swedenborg, bu batıl inançlara karşı durarak, en derin ilahi hakikatlerin bile aklın kavrayışına açık olduğunu savunur. Sihir ve büyücülük ise, rasyonel bir temeli olmayan, tamamen duygusal (affection) kötülüğün ürünü olan bir zorlama sanatıdır.


Özetle, Swedenborg'un teolojisinde sihir ve büyücülük, şeytanî güçlerin insanı manipüle etme ve özgür iradesini yok etme girişimleridir; bunlar, özellikle Kutsal Yazıların hakikatlerini yanlışlıklarla karıştırıp ikna etmeye çalışan kötü niyetli ruhların (evil spirits) kullandığı zorlama yöntemleridir. Bu, onun teolojik sistemindeki en temel yasa olan insan özgürlüğünün (human freedom) korunması ilkesine karşı doğrudan bir tehdittir..

Swedenborg'u Ölen Ruhlarla ve Meleklerle Teması

Emanuel Swedenborg'un (1688–1772) yaşamı, teolojik/ilahiyat metodolojisi ve vizyoner deneyimlerinin doğası konusundaki önceki yazılarımızda belirtildiği üzere, onun ruhani dünya ile olan ilişkisi kesintisiz ve çift bilinçli (dual consciousness) bir karaktere sahipti. Bu durum, Swedenborg'u sürekli olarak hem ölen ruhlarla hem de meleklerle temasa geçirmiş ve onun eserlerinin büyük bir bölümünü oluşturan sayısız ziyaretçi ve teolojik/felsefi tartışma kaydına yol açmıştır.

Swedenborg'un ruhani alemdeki deneyimleri, çoğunlukla iki tür ziyaretçi etrafında şekillenir: (1) İlahi Vahiy taşıyan veya onu görevinde yönlendiren melekler ve (2) Dünyayı terk ettikten sonra manevi aleme yeni gelmiş (novitiate) olan ruhlar (bazen isimsiz bazen tanınabilir eski şahsiyetler).

"Onu ziyaret eden gizemli kişi" arketipi, genellikle Swedenborg'un eserlerinde iki ana figür tipiyle karşılık bulur: Bilinmeyen bir hakikati ortaya çıkaran (veya mevcut çarpıklığı ifşa eden) anonim bir şahıs veya kendi dünyevi kimliği açığa çıkan ünlü bir entelektüel/alim.

I. Bilinmeyen Entelektüel/Zihinsel Ortamlar ve Gizemli Katılımcılar

Swedenborg, sık sık manevi dünyada bilgelik okulları (Gymnasium) veya büyük meclisler (Palladium) olarak anılan yerlerdeki tartışmaları anlatır. Bu ortamlara katılanlar, genellikle priest / rahip, politician / siyasetçi ve philosopher / filozof gibi dünyevi meslekleri üzerinden kategorize edilirler.

A. Hikmet Oyunlarının Gözlemcisi: İsimsiz Alman Alimi

Swedenborg'un vizyoner anlatılarında önemli bir yere sahip olan bir figür, adı verilmeyen ancak dünyevi ünüyle bilinen bir alimdir (bazen “alman” olarak geçer), ki bu kişi doğacılık/materyalizm (naturalism/materialism) eğilimlerini temsil eder.

Swedenborg, melekler tarafından Bilgelik Oyunları'nın (Schulen der Weisheit) yapıldığı bir yere götürüldüğünde, orada dünyada ünlü olmuş (Fransa, Almanya, Hollanda ve Britanya'da) eserler yayınlamış bir alimin ruhuyla karşılaşır.

Bu alim, eserlerinin ünü sayesinde bir "yaldız/şöhret" (glory of his own reputation) yayan ve yazdığı dört kitabın parlamasını sağlayan bir ruhani durum içindedir. Ancak Swedenborg, bu şöhretin (fama) kaynağının sahte olduğunu, alimin eserlerinin aslında rasyonel/akılcı felsefeyle dini inançları uzlaştırma (reconcile) çabası olduğunu fark eder.

  • İfşa Olan Gerçeklik: Swedenborg ve melekler, bu alime doğa (nature) ve hayat (life) arasındaki ilişki, ya da evrenin merkezi (center) ve yayılımı (expanse) hakkındaki görüşlerini sorarlar. Bu alimin nihai görüşünün, Rab'bi inkar eden doğacılık/materyalizm (naturalism) olduğu ortaya çıkar. Alim, Tanrı'yı inkar ettiğini kanıtlayan düşünce kalıplarına hapsolmuştur. Melekler, onun zihninin iç katmanlarının kapalı ve isli siyah (inky black) olduğunu görmüşlerdir.
  • Akıl Üstü/Vizyoner İletişim: Swedenborg, bu tür "doğacılarla" konuşmasının ne kadar zor olduğunu da anlatır, çünkü bu alimler her şeyi maddi/fiziksel (material) duyulara indirgemekte ve rasyonel olmayan hiçbir şeyi kabul etmemektedirler. Bu, onun sürekli vizyoner deneyimlerinin rasyonel olarak kabul edilmemesinin nedenlerinden biriydi (bkz. önceki yazılarımız).

B. Hakikati İfşa Eden Gizemli Yabancı: Afrikalı

Swedenborg, cemaat/kilise (church) hakkındaki yeni öğretileri ve özellikle evlilik sevgisinin (conjugial love) kaynağını araştıran bir meclisi ziyaret eder. Avrupa'nın çeşitli ülkelerinden gelen alimler (İspanyol, Fransız, İngiliz, vb.) bu sevginin kökeni üzerine rasyonel argümanlar öne sürerler.

Bu tartışmaların ortasında, isimsiz bir Afrikalı yabancı, konuşma hakkı ister. Bu Afrikalı, Avrupalıların akılcı ve doğalcı argümanlarını bir kenara bırakarak, evlilik sevgisinin (love) kökeninin doğrudan Cennet ve Yeryüzü Tanrısı'ndan (God of heaven and earth) geldiğini ve bunun rasyonel/mantıksal olmaktan ziyade dini/ruhani (religion) bir durumdan kaynaklandığını savunur.

  • Vizyoner Ödül: Avrupalılar, Afrikalının argümanını dinledikten sonra, daha önce görünmeyen bir pencereden gelen bir ses duyulur: "Turban Afrikalıya verilecektir". Turban (sarık), bilgeliğin ödülü (prize of wisdom) olarak verilmiştir, bu da Afrikalının tezinin, Avrupalıların rasyonel/akılcı tartışmalarından daha üstün bir hakikate işaret ettiğini gösterir. Bu olay, Swedenborg'un felsefeyi vahiy/sezgi (revelation) ve manevi deneyimle birleştiren metodolojisinin bir zaferi olarak sunulur.

II. Ruhani Aleme Yeni Gelenler ve Dünya Liderleriyle Görüşmeler

Swedenborg'un ruhani alemdeki ziyaretçilerinin büyük bir kısmı, yeni Kilise'nin öğretilerini desteklemek veya karşı çıkmak için kullanılan tanınmış veya sıradan insanlardı.

A. Yeni Gelenlerin Deneyimi

Yeni gelmiş ruhlar, ölümden sonraki yaşama dair dünyevi inançlarının (önceki yazılarımızda bahsedilen) ne kadar yanlış olduğunu ilk elden deneyimlerler. Örneğin, bir ruh, öldükten sonra evi, parası ve sahip olduğu her şeyin elinden alındığını fark eder ve çaresizlik içinde ne yapacağını bilemez. Bu tip yeni gelmiş ruhlar, Swedenborg'un teolojisinin temel taşlarından olan hayatın sürekliliği (continuity of life) doktrinini doğrularlar: ruhani bedende yaşam, dünyevi yaşamla aynıdır, ancak daha mükemmeldir.

B. İsimsiz Şeytan Figürleri ve Cehennem Otoriteleri

Swedenborg, cehennemden yükselen ve tek bir Şeytan'ı değil, kolektif/ortak kötülüğü temsil eden figürlerle de karşılaşmıştır (bkz. Şeytan hakkındaki görüşlerimiz). Bu varlıklar, genellikle grotesk/canavarî bir görünüme sahiptir.

  • Siyasi Kibir: Bir keresinde, cehennemden yükselen bir "imparatorların imparatoru" ile karşılaşmıştır. Bu şeytan, dünyada yalnızca bir vekilharç/kavas (house-steward) olmasına rağmen, kibir (pride) nedeniyle kendisini en yüce otorite sanmaktadır.
  • Ruhani Kibir: Başka bir şeytan ise, kendisini "tanrıların tanrısı" ilan eden eski bir rahip/kanon (canon) idi. Bu kişinin yüzü cüzzamlı (leprous) ve başında yılan spiralleriyle sarılı bir sarık vardı. Bu kişi, dünyada anahtarlara sahip olduğu (keys of binding and loosing) yanılgısına kapıldığı için, ruhani dünyada kendisinin Tanrı olduğunu iddia etmektedir.

Bu cehennem ziyaretçileri, görünüşte gizemli ve güçlü olsalar da, Swedenborg'un gözünde sadece sapkın (insane) vizyonlarının kurbanı olan, dünyevi hırslarından kopamamış ruhlardır.

Önemli Bir Hatırlatma: Vizyonların Kaynağı

Swedenborg'un "gizemli kişi" olarak nitelendirilebilecek tüm bu ziyaretçilerle olan ilişkisi, onun yirmi yedi yıl boyunca devam ettiğini iddia ettiği Vizyoner Otorite iddiasını güçlendirir. Bu deneyimler, rüyalar veya translar (stupor) sırasında değil, tam bir uyanıklık (full wakefulness) halindeyken gerçekleşmiştir. Onun bu karşılaşmalardan elde ettiği bilgiler, geleneksel Hristiyanlıkta algılanan karanlık ve cehaleti aydınlatma amacı gütmektedir. Bu, Swedenborg'un sadece rasyonel bir alim/bilim insanı değil, aynı zamanda manevi/ruhani dünyanın görgü tanığı (eyewitness) olduğunu kanıtlama çabasının merkezinde yer alır.

Bu ziyaretçiler, ister Afrikalı bir bilge ister isimsiz bir Alman natüralist olsun, Swedenborg'un eserlerinde rastgele karakterler değildir; onlar, Yeni Kilise'nin öğretilerinin ve Tanrı'nın tekliği ile kurtuluşun iman ve hayırseverlik birliğiyle geldiği yönündeki hakikatin evrensel geçerliliğini kanıtlamak için tasarlanmış paradigmalardır.

Emanuel Swedenborg'un (1688–1772) Yaşamının Son Safhası

Emanuel Swedenborg'un (1688–1772) yaşamının son safhası, önceki yazılarımızda detaylıca ele aldığımız ruhani dönüşümünün ve teolojik misyonunun nihai/son aşamasını temsil etmektedir. Swedenborg, ömrünün son yıllarını, inanç sisteminin doruk noktası olan kapsamlı eserlerini tamamlamaya adamıştır.

I. Ölüm Zamanındaki Durumu ve Tarihsel Bağlam

Swedenborg, 29 Mart 1772'de (Gregoryen takvimi) Londra'da 84 yaşında vefat etmiştir. Vefat ettiği dönemde, Batı Aydınlanma Çağı'nın entelektüel/akılcı ve şüpheci/septik tartışmaları doruk noktasındaydı.

1. Sağlık Durumu ve Ölüm Şekli: Kaynaklar, Swedenborg’un kronik/süregelen solunum yolu rahatsızlıklarının giderek kötüleştiğini belirtmektedir. Ölümünden önceki son günlerinde, tam olarak ne zaman olduğu bilinmese de, hayatının son on sekiz ayında yazdığı ve kendisinin "neredeyse son" büyük eseri olarak kabul ettiği Vera Christiana Religio (Gerçek Hristiyanlık) adlı çalışmasını yayımlamıştı (1771). Bu durum, onun fiziksel zayıflığına rağmen zihinsel/entelektüel üretkenliğini sürdürdüğünü göstermektedir. Ölümü, Londra'da, kimliği belirsiz kalan bir doktorun gözetiminde gerçekleşmiştir.

2. Son Düşünce ve Zihinsel Durum: Swedenborg, vefatından önceki son anlarına kadar zihinsel berraklığını koruduğunu göstermektedir. Öyle ki, ölümünden hemen önceki sabah, ev sahibi/kiracısı olan dostu van der Spyck ile, o günkü vaizin vaazı gibi gündelik konular üzerine sohbet ettiği kaydedilmiştir. Bu, onun hayatının sonuna kadar çevresindeki dünyayla aktif bir iletişim ve ilgi içinde olduğunu göstermesi açısından önemlidir.

II. Son Sözleri ve Manevi/Ruhani Tasdiki

Swedenborg'un ölüm döşeğindeki son sözlerinin içeriği, onun ruhani kariyerinin özünü yansıtmaktadır. Bu ifadeler, onun hayat boyu savunduğu vizyoner iddialara karşı duyduğu herhangi bir pişmanlık/nedamet olmadığını gösteren bir "nihai tasdik" niteliğindedir.

1. Hayatının Özü Üzerine Nihai Tasdik: Swedenborg, ölüm döşeğinde, yaşamı boyunca edindiği ruhani deneyimlerin ve Rab'den aldığı öğretilerin gerçekliğini ciddiyetle onaylamıştır. Kaynaklar, onun Mesih'ten aldığı öğretilerin ve ruhani vizyonlarının gerçekliğini, kendisiyle konuşanlara karşı alenen teyit ettiğini belirtmektedir. Hayatının son dönemini, bilimsel ünden ve maddi kaygılardan feragat ederek geçirdiği göz önüne alındığında, bu teyit, onun yolculuğundaki manevi/uhrevi önceliklerinin altını çizmektedir.

2. Pişmanlıklar ve Vasiyet: Swedenborg'un felsefi/bilimsel kariyerini bırakıp teolojiye/ilahiyata yönelmesinden dolayı herhangi bir pişmanlık yaşadığına dair bir bilgi kaynaklarda mevcut değildir. Aksine, onun son eylemi, tüm yaşamını adadığı kutsal misyonunun doğruluğunu onaylamaktı.

Onun ardında bıraktığı en büyük entelektüel/zihinsel vasiyet ise, teolojik külliyatının bir özeti ve Yeni Kilise'nin sistematik doktrinlerini içeren ve vefatından hemen önce yayımlanan Gerçek Hristiyanlık (Vera Christiana Religio) adlı eseridir. Bu eserde o, yaşamının merkezine oturttuğu Tanrı'nın tekliği ve kurtuluşun iman (faith) ve hayırseverlik (charity) ile mümkün olduğu şeklindeki ana doktrinleri (önceki yazılarımızda genişçe değinildiği gibi) son kez sistemli bir şekilde kayda geçirmiştir.

Konu Bütünlüğü İçinde Hatırlatılması Gereken Husus

Bu kronolojik ve biyografik inceleme dizisi boyunca, Swedenborg'un bilimsel/rasyonel/akılcı düşünce ile vizyoner/mistik deneyimleri nasıl birleştirdiğini sürekli olarak vurguladık. Ancak, bu yaşam öyküsünü ve misyonunu tamamlayıcı nitelikte olan bir hususa daha fazla odaklanmak faydalı olacaktır:

Swedenborg'un teolojik eserlerinin, ölümünden sonra takipçileri tarafından nasıl algılandığı ve bu eserlerin ona atfettiği otoritenin doğası.

Swedenborg, vefatından sonra hızla büyüyen bir takipçi hareketinin (Yeni Kudüs Kilisesi) kurucusu haline geldi. Hayatının son anlarında verdiği nihai tasdik, takipçileri için, onun eserlerinin (özellikle Arcana Coelestia) Kutsal Yazılar/Kelam (Word) ile eşit derecede ilahi vahiy/sezgi taşıdığı inancının temel direği olmuştur. Onun, ölümden sonraki yaşamın, ruhani dünyanın melekleri ve ruhları tarafından dünyevi yaşamın bir devamı olarak deneyimlendiğini ve ruhani bedenin tam insan formunda olduğunu (daha önceki yazılarımızda ele alınmıştı) kanıtlayan vizyonlarının, bu kurumsal/dini hareketin oluşumundaki en büyük itici güç olduğu unutulmamalıdır.

Rüyalar Günlüğü

Emanuel Swedenborg'un (1688–1772) yaşamının dönüm noktasını oluşturan ve bilim insanı kimliğinden teolog/ilahiyatçı kimliğine geçişini başlatan kritik ruhani bunalım dönemi, önceki yazılarımızda kronolojik olarak ele alınmıştı. Bu döneme ait en önemli kişisel belge, kendisinin yayınlamadığı ve ölümünden sonra ortaya çıkarılan Journal of Dreams (Rüyalar Günlüğü) veya Dream Diary (Rüya Güncesi) adlı el yazmasıdır.

Bu günlük, Swedenborg'un 1743 yılının Temmuz ayından 1744 yılının Aralık ayına kadar olan bir buçuk yıllık süreçteki rüya ve içsel yaşantılarını kaydettiği bir eserdir. Bu dönem, Swedenborg'un manevi/ruhani uyanışının bir habercisi olarak son derece önemlidir.

Ancak, elinizdeki kaynaklar Rüyalar Günlüğü'nde yer alan rüyaların her birini kapsayan ayrıntılı, kronolojik bir liste sunmamaktadır. Bu metinler, genellikle Swedenborg'un tüm teolojik külliyatının öncülü olarak bu dönemin önemini ve doruk noktasını vurgulamaktadır.

Aşağıda, kaynaklar temelinde Rüyalar Günlüğü'nün kapsamı ve bilinen en önemli vizyonu hakkında bilgiler sunulmuştur:

Rüyalar Günlüğü'nün Kapsamı ve En Kritik Vizyonu

1. Tarih Aralığı: Rüyalar Günlüğü, Swedenborg'un ruhani krizinin başladığı Temmuz 1743 ile bu krizin doruğa ulaştığı ve neticelendiği Aralık 1744 tarihleri arasındaki rüyaları ve içsel deneyimleri kaydeder.

2. Vizyoner Uyanışın Doruk Noktası: Günlükte yer alan en belirleyici ve kariyerini değiştiren olay, 1744 Paskalyası civarında deneyimlediği güçlü vizyondur. Kaynaklar bu olayı, Swedenborg’un bilimsel araştırmalardan vazgeçerek hayatını tamamen teolojik konulara adamasına yol açan "güçlü bir İsa Mesih vizyonu" (powerful vision of Jesus Christ) olarak tanımlar.

Rüya/Vizyon Başlığı

Kronolojik Dönem

Kısa Bilgi

Kaynak Bölümleri

Genel Rüya ve İçsel Çatışma Kayıtları

Temmuz 1743 – Aralık 1744

Swedenborg’un ruhani durumu sorguladığı, derin kaygı (anguish) ve içsel çatışmalar yaşadığı bir kriz döneminin ayrıntılarıdır. Bu rüyalar, onun daha sonraki sürekli vizyoner halinin öncülleridir.

Günlüğün tamamı (yayınlanmamış metin).

İsa Mesih Vizyonu

Paskalya 1744

İsa Mesih'in güçlü bir vizyonu, Swedenborg'a Kutsal Yazıların/Kelam'ın ruhani anlamını açıklama görevinin verildiği anı işaret eder ve onun bilimsel kariyerini bırakmasına neden olan belirleyici olaydır.

Journal of Dreams §§51–54.

Bu vizyonlar ve rüyalar, Swedenborg'un ilerleyen yıllarda sürekli çift bilinçlilik (dual consciousness) halinde yaşamasını sağlayan ruhani görme yetisinin açılmasının (opening of his spiritual sight) zeminini oluşturmuştur. Bu durum, kendisinin artık fiziksel dünyayı gözlemlediği gibi, manevi/ruhani dünyayı da gözlemleyebildiğini ve bu sayede teolojik sistemini inşa ettiğini ileri sürmesine olanak tanımıştır (bkz. önceki yazılarımızda ele aldığımız teolojik metodolojisi).

Emanuel Swedenborg'un (1688–1772) İslâm Hakkındaki Düşünceleri

Emanuel Swedenborg'un (1688–1772) İslâm/Muhammedî din (Mohammedanism) hakkındaki görüşleri, onun ruhani/manevi âlemden edindiği vizyoner/sezgisel deneyimlerin (vizyon) ve teolojik/ilahiyat sisteminin özel bir bölümünü oluşturur. Swedenborg, bu inancı, Hristiyanlıkta eleştirdiği dogmatik/kabul görmüş inançların aksine, Tanrısal Takdir/Öngörü (Divine Providence) altında ortaya çıkmış gerekli bir düzenleme (arrangement) olarak görmüştür.


I. Hz. Muhammed salla'llâhu aleyhi ve sellem ve İslâm İnancının Konumu ve Tanrısal Takdir İçindeki Rolü

Swedenborg, mevcut Hristiyanlıktan duyduğu hoşnutsuzluğa rağmen, İslâm’ın yayılışını olumlu bir amaca bağlamıştır.

A. Hz. Muhammed salla'llâhu aleyhi ve sellem'in (Mahomet) Tanımı ve Otoritesi

İslâm inancının yaygın kabulüne göre, Hz. Muhammed, Rab'bin kulu, insanların en bilgesi (wisest of men) ve insanları eğitmek için dünyaya gönderilmiş en büyük peygamber (grand prophet) olarak kabul edilir.  Hz. Muhammed’in takipçileri, ibadetlerinde genellikle İsa Mesih'i göz ardı ederler, zira Kur’an’ı dinlerinin tek kutsal kitabı olarak benimsemişlerdir ve Muhammed’e belli bir saygı gösterirler.

B. Tanrısal Takdirdeki Rolü ve Vizyoner Gözlemler

İslâm/Muhammedî din, Tanrısal Takdir/Öngörü kapsamında ortaya çıkmıştır, çünkü öncesindeki birçok ulusun putperestliklerini (idolatries) yok etme ve onlara Rab/Tanrı hakkında bir miktar bilgi (some knowledge) verme amacı gütmüştür. Aksi takdirde, bu milletler putperestlik içinde kalarak ruhani dünyaya tamamen hazırlıksız geçmiş olacaklardı.

  • Ruhani Aleme Yeni Gelenler: İslâm'a bağlı kalan ve Rab'bi (Mesih'i) Tanrı'nın kulu olarak kabul eden, hayatlarında on emre (Decalog) uygun yaşayıp kötülüklerden günah olarak kaçınan herkesin, özel bir Müslüman Cenneti'ne (Mohammedan heaven) kabul edildiği belirtilir.

C. Hz. Muhammed salla'llâhu aleyhi ve sellem’in Ruhani Âlemdeki Kaderi

Swedenborg’un vizyonlarına göre, Kur’an’ı yazan gerçek Muhammed, ruhani dünyada başlangıçta Müslümanların lideriydi. Ancak tanrısal gücü kendisine mal etme ve dini hayatın tüm yönlerini kontrol etme arzusu (desire to control as if he himself were God) nedeniyle bulunduğu yerden uzaklaştırılmış ve daha aşağı bir bölgeye gönderilmiştir.

  • Görünümü: Swedenborg, Hz. Muhammed 'in bu vizyonunda, onun neredeyse tamamen kara (pitch black) suratlı, içsel/ruhani bilince sahip olmayan (no deeper perception) bedensel ruhlar (bodily spirits) gibi göründüğünü kaydetmiştir.
  • Temsilciler: Gerçek Hz. Muhammed, artık alenen görünmemektedir. Bunun yerine, ruhani dünyada onun yerine başkaları (bazen iki kişi) geçer ve bunlar, yeni ölmüş Müslümanların Rab'be dönmesi için bir aracı olarak, Hristiyan cennetinin kenarına yerleştirilir.

II. Müslümanlar Hakkındaki Olumsuz Fikirler ve Eleştiriler

Swedenborg'un İslâm/Muhammedî dinine yönelik eleştirileri, doktrinin (doctrine) kendisinden çok, bu inancın bazı temel uygulamalarının manevi/ruhani gelişime (spiritual progression) ket vurması üzerine kuruludur.

A. Çok Eşliliğin (Poligami) Eleştirisi

Swedenborg'a göre, İslâm'ın en büyük manevi engeli çok eşliliğin kabulü (permission of polygamy) ve bunun neden olduğu içsel kapalılıktır (inner closure).

  1. Maneviyetten Yoksunluk: İslâm’ın yaygın bir özelliği olan çok eşliliğe izin verilmesi, bu dinin içsel (ruhani) (inward) bir din olmasını engellemiştir. Zira evlilik sevgisi (conjugial love), Rab ile kilise/cemaat (church) arasındaki evliliğe (birlik) (marriage) tekabül eder ve bu sevgi yalnızca tek bir erkek ile tek bir kadın arasında mümkündür.
  2. Ruhanî Kapalılık: Poligami, zihnin (mind) içsel/ruhani seviyelerinin açılmasını engeller. Çok eşliliğe devam eden kişi, doğal (natural) kalır ve manevi (spiritual) olamaz.
  3. İlahi Teklikten Uzaklaşma: Bu durumun kabul edilmesinin temel nedeni, Müslümanların   İsa Mesih'i,   Tanrı ile özde ve kişi olarak bir (one in essence and person) kabul edememesidir. Onlar, Rab’bi ebedi bir Tanrı olarak değil, sadece doğal ve mükemmel bir insan (perfect natural man) olarak gördükleri için, zihinlerinin içsel seviyeleri kapalı kalmıştır.
  4. Müslüman Cennetindeki Koşullar: Müslümanlar, poligamiden vazgeçip tek eşli yaşamayı kabul ettiklerinde ve Rab'bi (Mesih'i) Baba'ya eşit/bir Tanrı olarak tanıdıklarında ancak yüksek cennete (superior heaven) yükselebilirler.

B. Koku ve Isı Vizyonları (Foul Odors and Heat Visions)

Swedenborg, ruhani âlemde gördüğü her şeyin, o ruhun veya toplumun içsel durumuna tekabül/denk (correspondence) ettiğini öne sürer (bkz. önceki yazılarımızda). Müslümanların poligamik sevgisinin yarattığı atmosfer, doğal dünyadaki pis ve bozulmuş kokulara (foul odors and putrid smells) denk gelmektedir.

  • Duyusal Algı: Bu sevgiden kaynaklanan ısı (heat) ve koku, kendisine "bir banyo evinden gelen sıcak bir kokuşmuşluk" (warm stench of a bath) veya kaynamış et, rank kokulu yiyecekler ya da deri dükkanlarının kokusu gibi hissettirilmiştir. Bu, manevi kirin (spiritual filth) duyusal tezahürüdür.
  • Ayrılık: Bu durum, Hristiyan ve Müslüman cennetleri arasında bir iletişim eksikliği (no communication) ve ayrılık (distinction) yaratır; zira bu kirli ve şehvetli (lascivious) prensipler, Hristiyan cennetindeki melekler tarafından dayanılmazdır.

III. Osmanlı ve Türkler Hakkındaki Görüşleri ile Anlayamadığı Şeyler

Swedenborg, eserlerinde "Türkler" (Turks) veya "Osmanlılar" (Ottomans) hakkında doğrudan ve ayrıntılı bir sosyo-politik analiz sunmamaktadır.

A. Osmanlı İmparatorluğu Hakkında Yorum

Kaynaklar, Swedenborg'un dinin yayılışını incelerken İslâm'ın kabul edildiği "birçok imparatorluk ve krallık" (empires and nations) ifadesini kullanır. Bu durum, dolaylı yoldan, kendi döneminde Avrupa'yı ve Yakın Doğu'yu şekillendiren Osmanlı İmparatorluğu'na yapılan atıflardır. Ancak bu atıflar, tarihi veya askeri olmaktan çok teolojik bir amaca hizmet eder: İslâm'ın putperestliği ortadan kaldırması gibi Tanrısal Takdir'e uygun rolleri vurgulamak.

B. "Türkler" Hakkında Anlayamadığı Şeyler

Swedenborg, Türklerin veya herhangi bir ulusun, genel insan doğasına aykırı bir manevi/ruhani durumunu "anlayamadığını" (aklen kavrayamadığını) değil; aksine, rasyonel/akılcı (rational) bir zihnin, Hristiyanlıkta kök salan bazı dogmaları neden kabul ettiğini ve neden bu dogmaların mantıksız sonuçlarını görmezden geldiğini anlamakta zorlandığını dile getirir.

Swedenborg'un genel olarak anlayamadığı (veya akla aykırı bulduğu) konular, dolaylı olarak Türklerin veya diğer milletlerin de zorlanacağı evrensel teolojik noktalardır:

  1. Tek Tanrı ve Üç Kişi Doktrini: Swedenborg, akılcı bir zihnin, Tanrı'yı üç ayrı kişi (three persons) olarak görüp, aynı anda tek Tanrı (one God) olduğunu söylemesini akıl hastalığı (insanity) olarak görür. Bunun, mantıksal/rasyonel olarak kavranabilir (comprehensible) olmadığını, ancak kendi vizyonları aracılığıyla bilinir (known) olduğunu sürekli vurgular.
  2. Özgür İradeyi Kısıtlayan İnançlar: Onun en büyük hayal kırıklıklarından biri, Mesih'in ilahi liyakatinin (merit) tek başına kurtuluş sağladığına (sola fide) inananların, iyi işlerden ve hayırseverlikten vazgeçerek, aslında Tanrı'nın insana verdiği özgür iradeyi/seçimi (free will/freedom) yok saymasıydı.

Bu bağlamda, Swedenborg'un bir milletin manevi durumunu yargılarken kullandığı temel ölçüt, o milletin rasyonel/akılcı bir zihinle Kutsal Yazıların/Kelam'ın (Word) gerçeklerini ne kadar kabul edebildiği ve yaşamını bu hakikatlere göre düzenleyebildiğiydi. Türkler veya Osmanlılar hakkında özel bir "anlayamadığı durum"; eleştirileri, Müslüman inancının temel yapısal unsurlarına odaklanmıştır.

IV. Gelecek Hakkında Yorumu

Swedenborg, geleceğe dair herhangi bir ulusal kehanet (prophecy) veya yoruma sahip değildir. Zira, kaynaklara göre, geleceği bilmek (knowing the future), yalnızca Rab'be ait olan (belongs to the Lord alone) bir yetkidir.

Ancak, Rab'bin Tanrısal Takdir/Öngörüsü (Divine Providence) aracılığıyla, manevi/ruhani alanla ilgili bir gelecek öngörüsü sunmuştur:

  1. Yeni Kilisenin Yükselişi: 1757'de gerçekleştiğini iddia ettiği Son Yargı'dan (Last Judgment) sonra, yeryüzünde Yeni Kilise'nin (New Church) kurulacağını bildirmiştir. Bu yeni dönemde, Kilise üyeleri, daha fazla düşünce özgürlüğüne (freedom of thought) sahip olacaklardır.
  2. Yeni Aydınlanma: Melekler, Rab'den gelen içsel/ruhani (inner) hakikatlerin (truth) (denklikler) bu dönemde açığa çıkacağını ve bu hakikatleri kabul edebilecek, ruhani ışık alabilecek yeni milletlerin ortaya çıkacağını umduklarını belirtmişlerdir. (Özellikle Afrikalılar, bu ruhani ışığı alma kapasiteleri nedeniyle övgüyle anılmıştır.)

Sonuç olarak, Swedenborg'un eserlerinde Osmanlı İmparatorluğu'nun siyasi geleceği veya Türk milleti hakkında özel bir öngörü yer almamaktadır; odak noktası, tüm ulusların manevi kaderidir.

(Kur'an) Dair, Kendi Vizyoner/Sezgisel Deneyimleri

Emanuel Swedenborg'un (1688–1772) teolojik/ilahiyat külliyatı, Hristiyanlık dışındaki büyük dinlere, özellikle de İslâm'a (Mohammedanism) ve onun kutsal metnine (Kur'an) dair, kendi vizyoner/sezgisel deneyimleri (vizyon) yoluyla elde ettiğini ileri sürdüğü detaylı yorumlar içermektedir. Bu analizi, Swedenborg'un Hz. Muhammed salla'llâhu aleyhi ve sellem ve Müslümanlar hakkındaki görüşlerini ve onun, Hristiyanlığın temel metnindeki kusurları (önceki yazılarımızda tartıştığımız gibi) bilmesine rağmen, diğer inanç sistemlerine karşı neden yanlı (biased) bir yaklaşım sergilediği sorusunu irdeleyerek sunmaktayız.

I. Hz. Muhammed (Mahomet) ve İslâm Dini Hakkındaki Görüşleri

Swedenborg, İslâm dinini (Mohammedanism), Hristiyanlık gibi ilahi bir vahiy zincirinin son halkası olarak değil, Tanrısal Takdir/Öngörü (Divine Providence) kapsamında, belirli bir manevi ihtiyaca cevap vermek üzere ortaya çıkmış geçici/kısmî bir düzenleme (arrangement) olarak görmüştür.

A. İslâm'ın Tanrısal Rolü

Swedenborg'a göre, İslâm dininin yayılması, tamamen olumlu bir amaca hizmet etmiştir:

  1. Putperestliğin Yok Edilmesi: İslâm, yayılışından önce pek çok ulus arasında yaygın olan putperestlikleri (idolatries) ortadan kaldırmak için Tanrısal Takdir tarafından ortaya çıkarılmıştır. Eğer bu din ortaya çıkmasaydı, o uluslar putperestlik içinde kalarak ruhani dünyaya tamamen hazırlıksız geçeceklerdi.
  2. Rab Hakkında Bilgi: İslâm, Mesih'i inkâr eden putperestliğe bir karşı çıkış olarak, bu milletlere Rab (The Lord) hakkında bir miktar bilgi (some knowledge) ve Tanrı'nın tekliği (oneness) fikrini vermiştir.

B. Hz. Muhammed salla'llâhu aleyhi ve sellem'in Konumu ve Eleştirisi

Müslümanlar, Kur'an'a uygun olarak, İsa Mesih'i Tanrı'nın Oğlu, en büyük peygamber (grand prophet) ve insanların en bilgesi (wisest of men) olarak kabul etmektedirler ve çoğunluğu O'nu Hz. Muhammed'den bile üstün görmektedir.

Ancak, Swedenborg'un vizyoner gözlemlerine göre:

  1. Teolojik Ayrılık: Müslümanların, Tanrı Baba ve İsa Mesih'i özde ve kişi olarak bir (one in essence and person) kabul edememeleri, onların ruhani ilerlemesinde temel bir engeldir.
  2. Ruhani Dünyadaki Akıbeti: Swedenborg, Kur'an'ı yazan gerçek Hz. Muhammed'in ruhani dünyada, dinsel gücü kişisel kontrol için kullanma arzusu (desire to control as if he himself were God) nedeniyle başlangıçtaki yüksek konumundan uzaklaştırıldığını ve bu durumun, kara (pitch black) yüzlü bir ruhani varlık olarak görünmesiyle sonuçlandığını ileri sürmüştür (bu, ruhani bilincin/içselliğin (inner consciousness) yokluğuna işaret eder).

II. Müslümanlar Hakkındaki Teolojik Eleştiriler (Olumsuz Görüşler)

Swedenborg'un Müslümanlar ve İslâm dinine yönelik olumsuz teolojik eleştirileri, ulusal veya ırksal bir temele dayanmaktan ziyade, İslâm'ın ruhani gelişimi engellediği varsayılan temel uygulamalara odaklanmıştır:

A. Poligami (Çok Eşlilik) Sorunu

Swedenborg'un sisteminde en ağır eleştiri, İslâm'ın poligamiye izin vermesine yöneliktir.

  • İçsel Kapalılık: Çok eşliliğe izin verilmesi, evlilik sevgisinin (conjugial love) doğasını bozar. Evlilik sevgisi, Rab ile kilise/cemaat arasındaki kutsal birliği temsil ettiğinden, çok eşlilik manevi/ruhani düşünceye (spiritual thought) karşı bir engel teşkil eder ve zihnin içsel seviyelerinin açılmasını önler.
  • Ruhani Kirlilik: Bu sevginin (love) ruhani dünyadaki karşılığı, pis ve bozulmuş kokulara (foul odors and putrid smells) denk gelir ve bu durum, Müslüman cennetleri ile Hristiyan cennetleri arasında bir ayrılık ve iletişim eksikliği yaratır.
  • Çözüm: Müslümanlar, yalnızca poligamiden vazgeçip tek eşli yaşamayı kabul ettiklerinde ve Rab'bi (Mesih'i) Baba'ya eşit bir Tanrı olarak kabul ettiklerinde yüksek cennetlere (superior heaven) yükselebilirler.

B. Türkler Hakkındaki Anlayamadığı Şeyler

Swedenborg'un eserlerinde Osmanlı İmparatorluğu'nun veya Türklerin siyasi geleceği hakkında doğrudan bir kehanet veya yorum bulunmamaktadır (bkz. önceki yazılarımızda). Onun "anlayamadığı" şeyler, genellikle Hristiyanlık içindeki mantıksız dogmalara (Üçlü Birlik, yalnızca imanla kurtuluş) odaklanmıştır. Swedenborg, bu doktrinlerin neden akla aykırı (irrational) olduğunu ve insanların neden rasyonel sorgulamadan (rational inquiry) kaçındığını sorgulamıştır.

III. Swedenborg'un Yanlı/Taraflı Düşünmesine Sebep Ne Olabilir?

Swedenborg'un, bir yandan Kutsal Yazıların/İncil'in (Word) literal/sözsel anlamındaki tutarsızlıkları ve çelişkileri kabul etmesine, diğer yandan Müslümanlık veya Yahudilik gibi diğer inançları sistemli bir şekilde "kusurlu" olarak etiketlemesine neden olan durum, onun teolojik metodolojisinin kendisinden kaynaklanmaktadır. Bu bir tür kişisel önyargıdan çok, sisteminin zorunlu sonucudur:

A. Denklik (Correspondence) Doktrininin Merkeziyeti

Swedenborg, Kutsal Yazıların lafzi/sözsel anlamının, içindeki gerçek ilahi hakikati (Divine Truth) korumak için "sembolik/temsili" (correspondential/symbolic) bir dille yazıldığını savunmuştur. Bu, onun mutlak doğruyu bulma yöntemidir.

  • Metodolojik Dogmatizm: Onun için, İncil'deki görünür çelişkiler (örneğin, yaratılış hikayesinin literal anlamda imkansızlığı) bir zayıflık değil, metnin içindeki ruhani anlamın gizlenmesi için Tanrı tarafından kasıtlı olarak kullanılan bir koruyucu mekanizmadır. Bu koruyucu mekanizmanın kilidin anahtarı (denklikler) artık kendisinde olduğu için, her şeyi bu mutlak hakikate göre yargılama yetkisini kendinde görmüştür.

B. Vahiy Otoritesi ve Vizyoner Deneycilik (Empiricism)

Swedenborg, bilgiyi dışsal felsefi sorgulamadan (philosophical inquiry) değil, doğrudan ilahi vahiy ve 27 yıl süren ruhani âlemi gözlemleme deneyiminden (vidi et audivi) aldığını iddia etmiştir.

  • Zorlayıcı Olmayan Vahiy İlkesi: Swedenborg, mucizeler ve zorlayıcı vizyonlar yoluyla kimsenin reforme edilemeyeceğini savunmuştur, çünkü bu durum insanın özgür iradesini/seçimini (freedom of choice) ortadan kaldırır. Bu nedenle, kendi vahiylerini, akla uygun (rational) ve özgür iradeyi ihlal etmeyen (non-coercive) bir biçimde sunması gerekmiştir. Bu, onun argümanlarını sürekli olarak rasyonel temellere dayandırmasına yol açmıştır.
  • "Yanlı" Yargının Savunması: Başka bir dinin (İslâm) uygulamalarını "yanlış" veya "manevi kapalılığa neden olan" olarak etiketlemesi, onun için basitçe bir yargı değil, doğrudan ruhanî dünyada gözlemlenen bir neden-sonuç ilişkisinin (causality) sonucudur (örneğin poligami-ruhani kapalılık ilişkisi). Onun metodolojisine göre, bu, tartışmaya açık bir fikir değil, ilahi bir gerekliliktir.

C. Hristiyanlık ve Diğer Dinlerin Karşılaştırmalı Kritik Dinamiği

Swedenborg, Hristiyanlık dışındaki dinlerin, Tanrısal Takdir'in temel yasalarına (özellikle Tanrı'nın tekliği ve ahlaki yaşamın önemi) odaklanarak, yozlaşmış Hristiyanlık (eski kilise) karşısında daha yüksek bir manevi potansiyele sahip olabileceğini ima etmiştir.

  • Örnekler: Swedenborg, Afrikalılar gibi inançları bozulmamış milletlerin ruhani ışığı alma konusunda Avrupalı Hristiyanlardan daha yetenekli olduğunu gözlemlemiştir. Ayrıca, bazı Hristiyan alimlerin ateist olduğunu veya Tanrı'yı inkâr ettiğini (Satansal ruhlar) görmüş, bu durumun onları en derin cehennemlere sürüklediğini belirtmiştir.

Bu karşılaştırmalı dinamiği kurarken, İslâm, Hristiyanlığın düştüğü derin dogmatik hatalara (Üçlü Birlik, yalnızca imanla kurtuluş) düşmekten kaçınmasına rağmen, poligami gibi doğal/dünyevi (natural) bir engelle manevi gelişimini durdurmuştur. Dolayısıyla, Swedenborg'un sistemi içerisinde İslâm, bir kurtuluş aracı olarak gerekli (necessary), ancak eksik (deficient) bir din olarak konumlandırılmıştır. Yanlılık/taraflılık, Swedenborg'un mutlak olarak doğru olduğuna inandığı sisteminin, tüm ulusların dini tecrübelerini kendi kozmolojik/sistemli yapısı içinde sınıflandırma zorunluluğundan doğmuştur.

"İçsel Sesin Yönlendirmesi"

Emanuel Swedenborg'un (1688–1772) teolojik/ilahiyat külliyatında merkezi bir yer tutan "içsel sesin yönlendirmesi" kavramı, onun yaşamının son yirmi yedi yılı boyunca deneyimlediği sürekli ruhani/manevi (spiritual) temasın ve Tanrısal Takdir/Öngörü (Divine Providence) doktrininin temel bir sonucudur. Swedenborg, bu "içsel sesin" ya da "içsel rehberliğin" yalnızca basit bir mistik duygu değil, bilakis ilahi hakikatin (Divine Truth) insan aklı/muhakemesi (ratio) ile buluştuğu sistematik bir süreç olduğunu ileri sürmektedir.

I. İçsel Sesin Tanımı ve Kaynağı

Swedenborg'a göre, insanı yönlendiren içsel ses, Tanrı'nın (Rab'bin) Kelam'ını (Word) okuyan veya ahlaki/etik konuları düşünen her insana ulaşan bir tür ilahi iletişimdir. Bu, farklı dönemlerde ve farklı kişilerde farklı isimler almıştır:

  1. Algı/İnnewerdung (Perception): En eski kilisede (İbrahimî öncesi dönem) insanlar, duydukları şeyin iyi ve doğru olup olmadığına dair içsel, sezgisel bir duyguya sahipti. Bu, Kelam'ın ruhani anlamını doğrudan kavrama yeteneğiydi ve cennetten gelen ilahi doğru (Divine Truth) ile doğrudan bir bağ kuruyordu.
  2. Vicdan (Conscience) ve İçsel Emir (Inner Dictate): Daha sonraki kilise dönemlerinde (İbrahimî ve erken Hristiyanlık), doğrudan algı yeteneği kaybolmuş, yerine vicdan almıştır. Vicdan, kişinin Kilise'den öğrendiği ve doğru olduğuna inandığı şeylere dayanarak konuşan içsel bir sestir. Bu, aynı zamanda Rab'bin bahçede yürürken duyulan sesine (voice of Jehovah God, going alone in the garden) benzetilen bir içsel emir/dikte (inner dictate) olarak da anılır. Vicdan, Kelam'ın ifşa edilmiş hakikatleri ve bilgisi üzerine kurulur.
  3. Rab'bin Sesi: Swedenborg, bu içsel sesi doğrudan Rab'bin Kendisinden gelen vahiy olarak tanımlar. Rab, Kendisini Swedenborg'a bir Güneş gibi göstererek (bkz. önceki yazılarımız) onu aydınlatmış ve Kelam'ı okurken anlamını bizzat Kendisinin açıkladığını belirtmiştir.

II. Yönlendirmenin Mekanizması: İnfluks ve Özgür İrade

İçsel sesin insanı yönlendirmesi, Swedenborg'un tüm teolojisinin temel direği olan influks (inflow) doktrini ve özgürlük/rasyonalite (freedom/rationality) yasası ile gerçekleşir:

A. Ruhani Akış (Influks)

Tüm düşünce ve arzu/istenç (will) dışarıdan, yani ruhani dünyadan gelir.

  • İki Kaynak: İyilik ve hakikat (goodness and truth) Rab'den/Cennetten, kötülük ve yanlışlık (evil and falsity) ise Şeytan'dan/Cehennemden akar.
  • İçsel Sesten Kaynaklanma: İnsan, ruhani akışın farkında değildir; hayatın, düşüncenin ve isteme gücünün tamamen kendisinden geliyormuş gibi görünmesi ilahi takdirin bir parçasıdır. İçsel ses, bu akışın, yani ilahi sevgi ve bilgeliğin, insanın irade ve anlama yeteneğine ulaşma biçimidir. Bu, insanın düşüncesini aydınlatan ruhani ışık (spiritual light) olarak tezahür eder.

B. Özgür İradeyle Takip Etme (Sicut a Se)

Rab, insanı zorla (coercion) yönlendirmez. Eğer yönlendirme zorlayıcı olsaydı (mucizeler veya doğrudan görünür diktalar gibi), insanın akıl yürütme ve özgür irade yetenekleri yok olurdu. Bu da kişinin kurtuluşunu imkânsız kılardı.

İçsel sesi "takip etme" eylemi, bu nedenle, kişinin kendi kendine yapıyormuş gibi (sicut a se) kötülüklerden kaçınması ve iyi olanı seçmesi demektir.

  • Rasyonel Kabullenme: Ruhanî hakikat, rasyonel/akılcı olarak kavranabilir olmalıdır. İnsan, aklının ışığında bir şeyin doğru olduğunu gördüğünde ve bunu kalpten (istencinden) kabul ettiğinde, içsel sesi takip etmiş olur.
  • Eyleme Dönüşme: Gerçek takip, yalnızca düşünce veya imanda kalmaz; hayırseverlik (charity) ve iyi işler ile hayata geçirilmelidir. Dışsal eylem (konuşma ve hareket) içsel niyet (düşünce ve isteme) ile uyumlu olduğunda, kişi tam bir insan olur.

III. Yanlı Düşünmeye Yol Açan Nedenler (Hristiyanlık Metinleri Bağlamında)

Swedenborg'un, İncil'deki tutarsızlıkları (literal anlamda) bilmesine rağmen (bkz. önceki yazılarımız), kendi sistemine yönelik mutlak bir inanç geliştirmesi ve diğer dinleri (İslâm gibi) yanlı/taraflı (biased) bir şekilde eleştirmesinin sebebi, onun metodolojisinde ve misyonunda yatmaktadır.

A. Mutlak Vahiy Otoritesi

Swedenborg, kendisinin İncil'deki gizli içsel anlamı (inner sense) açıklamakla görevlendirildiğini iddia etmiştir. Bu içsel anlam, lafzi/sözsel anlamın altındaki ruhtur ve ruhsal gerçeklikle (denklikler) kusursuz bir uyum içindedir.

  • Tek Hakikat Penceresi: Swedenborg için, Tanrısal Hakikat'in nihai ve bozulmamış formu, artık yalnızca kendi ifşa ettiği denklikler bilimi (science of correspondences) aracılığıyla elde edilebilir. Diğer dinler veya Hristiyanlığın kendi dogmaları, bu nihai hakikati yansıttıkları ölçüde geçerlidir.
  • Yanlış Olanın Kasıtlı Gizlenmesi: Swedenborg, İncil'deki "hataların" bir kasıtlı koruma mekanizması olduğunu savunmuştur. Kelam'ın lafzi anlamının çelişkili veya mantıksız görünmesi, Tanrısal Hakikat'in, Son Yargı'dan önce onu çarpıtıp lekeleyebilecek kötülük sahibi insanlardan gizlenmesini sağlamıştır.

B. Neden Kur'an'ı Kusurlu Gördü?

Swedenborg, Kur'an'ı ve İslâm'ı [bkz. önceki yazılarımız], Tanrısal Takdirin bir gereği olarak putperestliği yok etme misyonunu yerine getirdiği için gerekli bir düzenleme olarak kabul etmiştir. Ancak Kur'an, onun gözünde, ruhani gelişim için gerekli olan temel Hristiyan hakikatini (Rab'bin tanrısallığı ve evlilik sevgisi) açığa vurmakta eksik kalmıştır.

  • Ruhani Gelişimin Engellenmesi: Swedenborg’un eleştirisi, İncil'deki hatalara odaklanmaktan ziyade, İslâm’daki çok eşliliğin (polygamy) ruhani/içsel benliği kapattığı ve yüksek cennete ulaşmayı engellediği inancına dayanıyordu. Bu, onun vizyoner deneyimleriyle (poligamik sevgiden kaynaklanan pis kokulara denklik) desteklenen gözlemsel bir yargıydı. Bu, bir "yanlılık" gibi görünse de, Swedenborg'un sistematiği içinde, farklı inançların ruhani âlemdeki farklı sonuçlarına dair vizyoner kanıtlar olarak sunulmuştur.

Özetle, Swedenborg'un İncil'deki tahrifat/çarpıtmaları kabul etmesine rağmen yanlı görünmesinin nedeni, kendisini Kelam'ın son ve mutlak ifşacısı olarak görmesi ve tüm dini yapıları kendi merkezi vahiy (denklikler) merceğinden süzerek yargılamasıdır. O, Kelam'ın lafzi kusurlarını bile, daha derin ve bozulmamış bir hakikati (içsel anlam) korumaya yönelik ilahi bir strateji olarak görüyordu.

İslâm'ı Ve Müslümanları Çok Eşlilik (Poligami) Nedeniyle Eleştirmesi

Emanuel Swedenborg'un (1688–1772) İslâm'ı ve Müslümanları çok eşlilik (poligami) nedeniyle eleştirmesi, temelde Katolik inancının bir getirisi olmaktan ziyade, kendisinin teolojik sistemi olan Yeni Kilise öğretisinin, özellikle de evlilik sevgisi (conjugial love) doktrininin, evrensel ve mutlak bir gerekliliğidir.

Ancak bu konuya akademik/tez (makale) bakış açısıyla yaklaşırken, Swedenborg’un eleştirilerinin hem genel Hristiyan dogmalarına (Protestan ve Katolik) hem de İslâm’ın temel uygulamalarına karşı geliştirildiğini netleştirmemiz gerekir.

I. Swedenborg'un Poligami Eleştirisinin Teolojik Dayanağı

Swedenborg'un poligamiye yönelik mutlak/kesin karşıtlığı, Katolik Kilisesi'nin bu konudaki tarihi duruşuyla (Katolik Kilisesi de monogamiyi savunur) örtüşse bile, Swedenborg bu görüşü kendi vizyoner vahiy/sezgi (revelation) iddiasına dayandırır ve evrensel bir ilahi düzen/yasa (divine order) olarak sunar.

1. Evlilik Sevgisi ve Tekabüliyet/Denklik İlkesi: Swedenborg'a göre, hakiki evlilik sevgisi (love truly conjugial), göksel/cennetli bir kökene sahiptir ve yalnızca tek bir erkek ile tek bir kadın arasında mümkündür (monogami). Bu durumun sebebi, evliliğin, Tanrı (Rab) ile Kilise arasındaki göksel evliliğe (heavenly marriage), yani İyilik ve Hakikat (Goodness and Truth) birliğine tam olarak tekabül/denklik (correspondence) etmesidir.

  • Ruhani Kapalılık: Poligami, bu ruhani/manevi birliği imha eder, zira sevgi (love) bölündüğünde, ne kocanın idrak/anlama yetisi (understanding) ne de karının irade/istenci (will) bir olabilir. Çok eşli bir hayat süren kişi, doğal/bedensel (natural) kalır ve manevi/ruhani (spiritual) olamaz.

2. Çok Eşliliğin Ruhen Kirliliği: Swedenborg, ruhani âlemde yaptığı gözlemlere dayanarak, çok eşli sevgiyi (polygamous love) "bedensel arzu" (lasciviousness) ve "unzucht" (hayasızlık/şehvet) olarak tanımlamıştır. Bu tür bir sevginin manevi dünyadaki tezahürü, cennetin saf/temiz atmosferiyle çelişen, "pis ve kokuşmuş" (foul and putrid) bir ısı ve kokuya neden olur.

II. Müslümanlara Yönelik Eleştirinin Temeli

Swedenborg, önceki yazılarımızda da belirtildiği gibi (bkz. Hz. Muhammed hakkındaki görüşler), İslâm'ın ortaya çıkışını bir Tanrısal Takdir (Divine Providence) eylemi olarak görmüştür, zira İslâm, putperestliği (idolatry) ortadan kaldırarak insanlara tek Tanrı hakkında temel bir bilgi sunmuştur. Ancak bu dinin kabul edilmesini sağlayan en önemli unsur, aynı zamanda onun en büyük manevi engeli olmuştur: poligamiye izin verilmesi.

  • Poligamiye İzin Verilmesi: Müslümanlara poligamiye izin verilmesinin nedeni, onların doğal/bedensel karakterlerine (genius of Orientals) uyum sağlamaktı. Eğer izin verilmeseydi, Avrupalılardan daha şiddetli bir şekilde "açık zina" (flagrant adulteries) işleyeceklerdi ve bu durum, ruhani dünyada daha büyük bir yıkıma yol açacaktı.
  • Rab'bin (Mesih'in) Reddi: Müslümanların poligamiye olan eğilimleri, onların aynı zamanda Rab'bi (Mesih'i) Baba Tanrı ile özde ve kişi olarak bir (one in essence and person) kabul edememelerinden kaynaklanmıştır. Bu reddediş, zihinlerinin iç seviyelerini kapatmış, bu da onları manevi/ruhani evlilik sevgisinden mahrum bırakmıştır.

III. Katolik İnancının Etkisi: Poligami mi, Ruhani Zina/Fuhuş mu?

Swedenborg'un Katolik Kilisesi'ne yönelik eleştirileri, Müslümanlara yönelttiği eleştirilerle karşılaştırıldığında, Katolik dogmasının çok daha tehlikeli ve yıkıcı olduğu sonucuna varılır.

1. Katolikliğin Eleştirilen Asıl Hatası (Ruhani Zina): Katolik Kilisesi'nin büyük hatası, Swedenborg'un terminolojisinde "Babil" (Babylon) olarak adlandırılan ve ilahi gücü kendilerine mal etme sevgisinden (love of ruling from self-love) kaynaklanan bir durumdur. Bu, Tanrı'nın kelamını çarpıtmak ve kendi otoritesine hizmet ettirmek anlamına gelen "ruhani zina/fuhuş" (spiritual adultery/whoredom) ile eşdeğerdir. Bu, Swedenborg'un gözünde, doğal poligamiden bile daha kötüdür:

"Ehebazilik, doğası gereği Kutsal Yazıların iyiliğini kirletme ve hakikatini tahrif etme anlamına gelir. Bu, Kilise'nin kutsal şeylerine karşı işlenen en ağır suç olup, insanın cennetten en uzak cehennemlere düşmesine yol açar".

2. Poligami Konusunda Katolik Etkisi Yoktur: Swedenborg'un monogami konusundaki görüşü, kendi vizyoner ve rasyonel/akılcı düşüncesinin ürünüdür:

  • Evrensel Kural: Monogami, yaratılışın temel ilkesi olduğu için, tüm milletler için geçerlidir.
  • Katolik Dogması: Katolik Kilisesi de poligamiyi yasaklar. Swedenborg'un Katolikliğe yönelik eleştirisi poligamiye değil, Kilise'nin din adamlarına dayattığı, ancak sevgi (love) temelinden yoksun olduğu takdirde zararlı olan bekârlık (celibacy) kuralınadır. Zira evlilik, bekârlık durumuna göre daha üstün ve gereklidir.

3. Karşılaştırma: Swedenborg, Katolikleri, Tanrısal gücü kendilerine mal etmeleri (proprium) nedeniyle "şeytanın aklını kullanan" ve "suret-i haktan görünen" ruhani sapkınlar olarak görmüştür. Müslümanlar ise, Rab'bin tanrısallığını kabul etmedikleri için "doğal/bedensel" kalmışlar, ancak en azından bu durum, onları Hristiyanların düştüğü en büyük günah olan hakikati bilerek lekeleme (profanation) riskinden korumuştur.

Sonuç olarak, Swedenborg'un Müslümanları çok eşlilikle suçlaması, onun kendi teolojik sisteminin evlilik sevgisini yücelten ve Katolik ruhban sınıfının güce olan saplantısını (ruhani zina) reddeden bir sonucudur. Poligami, İslâm'ın manevi gelişimini durduran, ancak Katoliklerin ruhani otoriteyi gasp etmesi kadar kökten yıkıcı olmayan bir engeldir.

 

 

Takipçileri

Emanuel Swedenborg'un (1688–1772) vefatının ardından, bıraktığı kapsamlı teolojik/ilahiyat külliyatı (corpus theologicum), başta Hristiyanlık olmak üzere, küresel düşünce ve kültür çevrelerinde derin ve kalıcı bir etki yaratmıştır. Günümüzde Swedenborg'un takipçileri iki ana koldan incelenebilir: kurumsallaşmış dini hareketler ve kültürel/entelektüel mirasın gayriresmî alıcıları.


Swedenborg'un Günümüzdeki Takipçileri ve Etkisi

Swedenborg'un teolojik yazıları, önceki yazılarımızda tartıştığımız gibi, mevcut Hristiyanlık çağının sona erdiğini ve Rab'bin İkinci Gelişi ile kurulan Yeni Kilise'nin (New Church, Yeni Kudüs) öğretilerini içerdiği iddiasıyla ortaya konmuştur. Bu iddia, onun fikirlerinin sadece akademik bir felsefi/teolojik sistem olarak değil, yeni bir vahiysel/sezgisel (revelatory) dinin temeli olarak benimsenmesine yol açmıştır.

I. Kurumsal Takipçilik: Yeni Kudüs Kilisesi (The New Church)

Swedenborg'un yaşamından kısa bir süre sonra, onun öğretilerini ilahi vahiy olarak kabul eden cemaatler/topluluklar kurulmuştur. Bu hareket, farklı dallara ayrılmış olmakla birlikte, genel olarak "Yeni Kudüs Kilisesi" veya kısaca "Yeni Kilise" adı altında varlığını sürdürmektedir.

1. Yeni Kilise'nin Temel İnancı: Bu topluluklar, Swedenborg'un eserlerinin (özellikle Secrets of Heaven / Cennet’in Sırları), Kutsal Yazılar/Kelam (Word) ile eşit derecede ilahi otoriteye/yetkiye sahip olduğunu ve Mesih'in İkinci Gelişi'nin, onun fiziksel olarak yeryüzüne inmesi değil, bizzat Swedenborg aracılığıyla bu ruhani/içsel anlamın (inner meaning) ifşa edilmesi biçiminde gerçekleştiğini kabul ederler.

2. Küresel Yayılım ve Çeşitlilik: Yeni Kilise hareketi, Swedenborg'un eserlerinin çevrilmesi ve dağıtılmasıyla küresel bir alana yayılmıştır.

  • Afrika ve Kölelik Karşıtlığı: Onun teolojisinin evrenselci / tüm insanlığı kapsayıcı yönü, özellikle Afrika'da ve kölelik karşıtı hareketlerde yankı bulmuştur. Örneğin, ABD'de yaşamış olan Robert Carter III (1728–1804), True Christianity (Gerçek Hristiyanlık) eserini okuduktan sonra, Swedenborg'un eserlerindeki Afrikalıların manevi/ruhani mükemmelliği hakkındaki ifadelere dayanarak kölelerini serbest bırakmıştır. Daha yakın tarihte, David Mooki (1876–1927) adlı siyah bir din adamı, True Christianity'yi okuduktan sonra İkinci Geliş'in gerçekleştiğine ikna olmuş ve Güney Afrika'da Afrika Yeni Kilisesi'ni (New Church of Africa) kurmuştur.
  • Helen Keller'in Etkisi: Kör ve sağır yazar ve sosyal aktivist Helen Keller (1880–1968), Swedenborg'un yaşam boyu süren takipçilerinden biriydi. O, Swedenborg'un mesajının, inancın artık kanıtlanmadığı bir çağda, imana bir "yeni gerçeklik" (new actuality) getirdiğini savunmuştur. Keller'ın eserleri, Swedenborg'un fikirlerinin, görme ve işitme engeline rağmen içsel/ruhani gerçeğe ulaşılabilirliği konusunda çağdaş okuyucular için bir köprü görevi görmüştür.

II. Kültürel ve Entelektüel/Zihinsel Etki

Swedenborg'un kozmolojisi, cennet ve cehennemin detaylı, canlı tasvirleri ve doğal dünya ile ruhani dünya arasındaki sistematik tekabüliyet/denklik (correspondence) öğretisi (bkz. önceki yazılarımız), 19. yüzyıldan itibaren sanatçıları, yazarları ve ezoterik/gizli akımları derinden etkilemiştir.

1. Edebi ve Felsefi Miras: Swedenborg'un etkisi, Honoré de Balzac'tan Fyodor Dostoyevski'ye, William Blake'ten Jorge Luis Borges'e kadar geniş bir yelpazede izlenebilir.

  • Honoré de Balzac: Fransız romancı Balzac, Swedenborg'un kozmolojisinden etkilenerek eserlerinde mistik/ruhani temaları ve gizli/okült bilgileri işlemiştir.
  • Entelektüel Arayış: Swedenborg'un aklı/mantığı (reason) vahiy/sezgi ile birleştiren benzersiz yaklaşımı, Aydınlanma Çağı'nın şüpheciliğinden/septisizminden (skepticism) kurtulmak isteyen entelektüeller için bir cazibe merkezi olmuştur.

2. Ezoterizm ve Yeni Çağ (New Age) Akımları: 19. yüzyılda ve sonrasında, Swedenborg'un ruhani dünyaya dair detaylı, ampirik/deneysel gözlemleri, kurumsallaşmış dinden kopan veya gizli/ezoterik geleneklere ilgi duyan çevreler tarafından benimsenmiştir.

  • Ruhanî Ampirizm: Onun ruhanî varlıklarla (melekler, ruhlar) konuşma ve ruhani dünyayı gözlemleme iddiası, 19. yüzyılın Spiritüalizm ve Teozofi gibi akımlarına esin kaynağı olmuştur. Swedenborg'un kavramları, 19. yüzyılda spiritualistler ve diğer okültistler (occultists) tarafından benimsenmiş ve günümüzde bile "Yeni Çağ" (New Age) bağlamlarında karşımıza çıkmaktadır. Bu akımlar, Swedenborg'un sunduğu ruhani kozmolojiyi kendi mistik/gizli sistemlerine entegre etmiştir.

III. Konu Bütünlüğü İçinde Unutulmaması Gereken Husus

Bu akademik/tez çalışması boyunca (makale) Swedenborg'un takipçilerini ve etkisini inceledik. Bu noktada altı çizilmesi gereken ve konuyu daha da derinleştiren bir husus, Swedenborg'un entelektüel/zihinsel tutarlılık konusundaki disiplinidir ve bunun takipçileri için ne anlama geldiğidir.

Swedenborg, vizyoner/sezgisel iddialarını savunurken dahi, bir bilim insanından miras aldığı rasyonel/mantıksal tutarlılığa (rational consistency) ve sistemli yapıya büyük önem vermiştir. Onun teolojik külliyatının devasa boyutlarına rağmen, tutarlılık (consistency) konusundaki bu taahhüdü, yorumlarında bağlama bağlı olarak nüanslar olsa da, bir kelimeye veya ifadeye atanan anlamın tüm kullanımlarla ilgili olması gerektiği inancından kaynaklanmaktadır. Bu durum, onu takip edenleri, onun manevi/ruhani iddialarını basit bir coşku (enthusiasm) veya hurafeye/batıl inanca (superstition) dayandırmak yerine, rasyonel temellere oturtmaya ve hayatı ahlaki/etik bir disiplinle yaşamaya teşvik eden temel bir dayanak noktası olmuştur. Onun "yeni vahiyleri", modern zihniyetle uyumlu bir Tanrı bilimi (theosophy) yaratmıştır.

Dolayısıyla, günümüzdeki takipçileri sadece onun doktrinlerini benimsemekle kalmaz, aynı zamanda onun eleştirel, rasyonel ve sistematik yaklaşımını da (entelektüel miras) devam ettirme çabasındadır.

Emanuel Swedenborg'un (1688–1772) Dr. Bedri Ruhselman (1898–1960) üzerindeki etkisi

Emanuel Swedenborg'un (1688–1772) fikirlerinin Dr. Bedri Ruhselman (1898–1960) üzerindeki etkisi, Swedenborg'un düşüncesinin 19. ve 20. yüzyıl Batı düşünce akımları üzerindeki geniş ve derin kültürel tesiri bağlamında ele alınmalıdır. Ruhselman'ın kurucusu olduğu Deneysel Neo-Spiritüalizm (Experimental Neo-Spiritualism), temellerini Swedenborg'un öncülük ettiği ve Allan Kardec'in (1804–1869) sistematikleştirdiği Spiritüalizm geleneğinden almaktadır.

Ruhselman'ın Swedenborg'dan doğrudan veya dolaylı olarak etkilenmesinin temel sebepleri, Ruhselman'ın kendi döneminde (Türkiye Cumhuriyeti'nin erken modernleşme yılları) karşılaştığı bilim ve maneviyat/ruhanîlik ikilemine (moral/spiritual void) çözüm arayışında, Swedenborg'un rasyonel, sistematik ve deneysel temelli kozmolojisinin mükemmel bir model teşkil etmesidir.


I. Swedenborg'un Ruhselman'a Ulaşan Etki Kanalları

Swedenborg, doğrudan Ruhselman'ın doğduğu döneme ait olmasa da, onun vizyoner/sezgisel kariyeri, 19. yüzyılda hızla yayılan küresel Spiritüalizm akımının kurucu figürü olarak kabul edilmektedir.

1. Dolaylı Tarihsel Etki (Kardec Yoluyla): Swedenborg'un ruhani vizyonları ve deneyimleri, hayatının son 27 yılını kesintisiz bir "çift bilinçlilik" (dual consciousness) halinde geçirmesi ve ruhani dünyayı bir bilim insanının titizliğiyle gözlemlemesi nedeniyle, geleneksel mistik/sufi deneyimlerden farklı, rasyonel temelli bir model sunmuştur. Bu model, özellikle Allan Kardec için büyük bir ilham kaynağı olmuş ve Kardec'in "Spiritizm" doktrinini kurmasına zemin hazırlamıştır. Ruhselman ise, Avrupa'da eğitim alırken ve çalışırken, Kardec'in sistemini ve 19. yüzyılın önde gelen spiritüalist bilim insanlarının (Richet, Crookes, Lodge gibi) çalışmalarını okuyarak bu gelenekle tanışmıştır. Dolayısıyla, Swedenborg'un etkisi, Ruhselman'a bu uluslararası akım üzerinden dolaylı yolla ulaşmıştır.

2. Bilimsel ve Felsefi Otorite: Swedenborg, teolojiye yönelmeden önce mühendis, bilim insanı ve filozof olarak Avrupa çapında tanınan bir isimdi. Bu bilimsel otorite, onun ruhani iddialarını basit bir coşku (enthusiasm) veya hurafeden/batıl inançtan ayırmıştır. Ruhselman da, kendi sistemini "bilimsel" bir temele oturtma çabasında olduğu için, Swedenborg gibi bilimsel kökene sahip bir öncüyü benimsemesi, kendi hareketinin akademik meşruiyetini (legitimacy) güçlendirmiştir.

II. Ruhselman'ın İhtiyaç Duyduğu Felsefi/Epistemolojik Model

Ruhselman'ın Türkiye'de karşılaştığı en büyük sorun, modernleşme sürecinin dayattığı katı materyalizm (sekülerizm) ile geleneksel manevi inançlar arasındaki uzlaşmaz çatışmaydı. Swedenborg'un sistemi, bu soruna çözüm sunan öncü bir modeldi.

A. Rasyonel ve Ampirik Maneviyat İhtiyacı

Ruhselman, Batı'dan gelen bilgiyi eleştirisiz kabul eden bilimsel dogmatizmden (scientism) ve pasifliği teşvik eden geleneksel İslâmî/Sufi mistisizminden kaçınarak, yeni bir bilimsel ahlâk (scientified spirituality) arayışındaydı.

  1. Akıl ve Gözlem Üstünlüğü: Swedenborg, vizyonlarının bile rasyonel/akılcı düşünce ve geometrik (geometrical) tutarlılıkla işlendiğini vurgulamıştır. Teolojik konuların bile akılla kavranabileceğini savunmuştur. Ruhselman da, aynı şekilde, Neo-Spiritüalizm'in temelini gözlem/deney (empiricism), akıl/mantık (rationalism) ve nedensellik ilkesine (causalité) dayandırmış, bu prensiplerin dışındaki her şeyi hurafe olarak görmüştür. Swedenborg'un akılcı yaklaşımı, Ruhselman'a ruhani iddiaları laboratuvar ortamına taşıma cesareti vermiştir.
  2. Dogmatizmin Reddi: Swedenborg, geleneksel Hristiyanlığın Tanrı'yı üç ayrı kişi (three divine persons) olarak görmesini "beyin humması" (brain fever) veya mantıksızlık (illogicality) olarak nitelendirmiş ve dini dogmaların akıl yoluyla çözülmesi gerektiğini savunmuştur. Ruhselman da benzer şekilde, mutlak ve değişmez hakikat iddia eden tüm dogmatik inançları (özellikle Sufizm'i) eleştirmiş, bilginin sürekli evrim/tekâmül (evolution) halinde olması gerektiğini savunmuştur.
  3. Maddenin Dışlanmaması: Ruhselman, Sufi geleneğinin aksine, ruhani gelişim için maddeden kopulmaması gerektiğini, aksine tüm âlemlerin maddi olduğunu (spatyom dahil) savunmuştur. Swedenborg'un kozmolojisi, Ruhselman'ın bu görüşüne rasyonel bir temel sunar. Swedenborg, ruhani dünyanın fiziksel dünyadan ayrı bir madde (substance) düzeni içinde var olduğunu ve fiziksel dünyayı daima "içten" (inflow) etkilediğini savunarak, Ruhselman'ın ruh-madde entegrasyonu fikrine zemin hazırlamıştır.

B. Moral ve Varoluşsal Kaygılara Çözüm

Ruhselman'ın takipçileri, modernleşme sürecinde yaşadıkları inanç krizine ve varoluşsal sorulara (ölüm, ahiret, hayatın amacı) cevap aramışlardır. Swedenborg'un sistemi bu arayışlara "deneysel" bir yanıt sunmuştur.

  1. Ölüm ve Ahiret Deneyimi: Swedenborg'un eseri Cennet ve Cehennem (Heaven and Hell), onun ruhani dünyadan elde ettiği görgü ve deneyimleri (ex auditis et visis) ayrıntılı olarak sunar. Bu, okuyuculara, ruhların öldükten sonra bedenlerini koruduklarını, eski duyularına benzer duyulara sahip olduklarını ve yaşamın devam ettiğini kanıtlayan ampirik/deneysel bir güvence sunmuştur. Bu vizyoner deneyimcilik (spiritual empiricism) anlayışı, Ruhselman'ın takipçilerinin ölüm korkusuyla başa çıkması ve manevi boşluğu doldurması için temel bir kaynak olmuştur.
  2. Evrensel Ahlâk ve Eşitlik: Swedenborg, dinin özünü, iyi niyet/hayırseverlik (charity) ve imanın (faith) birliğine dayalı ahlaki bir yaşamda görmüştür. Ayrıca, cennete kabulün ırk veya din ayrımı gözetmeksizin, kişinin iyi yaşamasına bağlı olduğunu savunmuştur. Bu evrenselci yaklaşım, Ruhselman'ın da benimsediği ve Türkiye'deki reformların ortaya çıkardığı ahlaki boşluğa karşı çözüm olarak sunduğu "birleştirici ahlak" (unifying morality) ve hümanist düşünceyi desteklemiştir. Swedenborg'un eserlerinde Afrikalıların manevi açıdan olumlu tasvirleri bile, hareketin evrenselci boyutunu Ruhselman'ın takipçilerine aktarmıştır.
  3. İrade Özgürlüğü ve Sorumluluk: Swedenborg, insanın özgür iradesini (freedom/liberty) ve rasyonel/akılcı düşünme yeteneğini, Tanrı'nın kişiye verdiği en büyük iki yetenek olarak görmüş ve kurtuluşun zorlamayla (coercion) değil, özgür seçimle (freedom of choice) gerçekleştiğini savunmuştur. Bu durum, Ruhselman'ın takipçilerine, dini dogmaların kısıtlayıcı kaderciliği yerine, bireysel ahlaki sorumluluğa dayanan bir sistem sunmuştur.

Sonuç olarak, Bedri Ruhselman, Swedenborg'un miras bıraktığı, bilimsel disiplinle inşa edilmiş, akılcı ve deneysel temelli ruhani sistemi benimsemiştir. Bu sistem, Ruhselman ve çevresindeki cumhuriyetçi aydınlar için, bilimsel düşünceye ihanet etmeden manevi ve ahlaki sorunlara çözüm üretebilecek hibrid (hybrid) bir epistemoloji oluşturmanın en güçlü zeminini sağlamıştır. Swedenborg'un rasyonalist vizyonu, Neo-Spiritüalizm'in, modern bilim ve evrensel ahlâkın birleştiği, Türkiye modernleşme idealleriyle uyumlu manevi ayağı olma misyonunu üstlenmesine olanak tanımıştır. Ruhselman bu nedenle Swedenborg'dan, kendi çağının ihtiyaç duyduğu "scientified spirituality" modelini miras almıştır.

Swedenborg'un (18. yy) Vurgusu

Ruhselman'ın (20. yy) İhtiyacı

Bilim İnsanı Olarak Vahiy/Sezgi ve Rasyonel Metodoloji

Bilim ve Maneviyat Arasındaki Çatışmayı Çözme

Denklik Doktrini ile Ruh-Madde Bütünlüğü

Materyalizmi Reddetmeden Ruhaniyet (Scientified Spirituality) İnşa Etme

Dogmatik İnançlara (Üçlü Birlik, Sola Fide) Karşı Çıkış

Geleneksel Dini Yapıların (Sufizm, Formalizm) Etkisinden Kurtulma

Görülmüş ve İşitilmiş Şeyler (Ex Auditis et Visis) ile Ölüm Sonrasını Kanıtlama

Varoluşsal Kaygılara (Ölüm Korkusu) "Deneysel" Cevap Bulma

Kurtuluşu İyi İşler ve Ahlâkî Hayatla İlişkilendirme

Türk Devrimi'nin İhtiyaç Duyduğu Evrensel Ahlâkî Boşluğu Doldurma

Özgür İrade (Freedom of Choice) ve Sorumluluk

Bireysel Rasyonel Sorumluluğu Ön Plana Çıkarma

 

Ruhselman'ın Swedenborg'dan etkilenmesinin ve onun düşünce sistemini benimsemesinin nedenleri, hem kişisel bilimsel arayışlarına hem de içinde bulunduğu seküler/laikleşen toplumun karşılaştığı ahlaki/manevi boşluğa (moral/spiritual void) çözüm arama çabalarına dayanmaktadır.

I. Swedenborg'un Bilimsel Otoritesinin Mirası

Swedenborg'un, bilim insanı ve mühendis olarak kazandığı uluslararası saygınlık (bkz. önceki yazılarımızda) ve ardından teolojiye yönelerek ruhani/manevi âlemi sistematik bir disiplinle incelemesi, Ruhselman için vazgeçilmez bir otorite ve model teşkil etmiştir.

  1. Ruhani Deneyime Rasyonel Meşruiyet Arayışı: Ruhselman, Avrupa’da aldığı eğitim sırasında Allan Kardec, Léon Denis ve William Crookes gibi önde gelen Spiritistlerin eserlerini okumuştur. Bu akımın temelinde ise, Swedenborg'un vizyonlarını birer deneysel veri (empirical data) olarak sunma metodolojisi yatmaktaydı. Ruhselman, kendi sistemini "pozitif bilimsel, felsefi ve ahlaki bir yol" olarak tanımlamış ve bu yolla bilim ile maneviyatı uzlaştırmayı hedeflemiştir. Swedenborg, ruhani bilgiyi laboratuvar verisi gibi ele alarak bu modeli oluşturmuştu.
  2. Akıl/Us ve Ampirizm/Deneysellik Dengesi: Ruhselman, çalışmalarında daima gözlem, mantık/akıl (reason) ve nedensellik ilkesine (causality) dayandığını vurgulamıştır. O'na göre, bilimin değeri, akıl prensiplerine uymasıyla mümkündür. Swedenborg'un, en derin ruhani/manevi hakikatlerin bile akıl/us tarafından kavranabileceği yönündeki rasyonel/akılcı yaklaşımı, Ruhselman'a kendi ruhani iddialarını materyalist/maddeci eleştirilere karşı savunmak için gerekli zemini sağlamıştır (bkz. önceki yazılarımızda).
  3. Bilgiyi Akademik Zemine Taşıma İsteği: Ruhselman, spiritual bilginin akademik zemine (academic ground) aktarılması gerektiğini savunmuş ve bu tür konuların üniversitelerden dışlanmasından yakınmıştır. Swedenborg'un yaşamı, eski bilimsel disiplinini ruhani alana aktarmasıyla, Ruhselman'ın bu entelektüel/zihinsel hedefine ulaşması için güçlü bir tarihi emsal oluşturmuştur.

II. Ortak Kozmolojik ve Ontolojik Yaklaşımlar

Swedenborg'un kozmolojisinden türeyen Spiritizm öğretileri, Ruhselman'ın materyalizmi ve geleneksel mistisizmi reddeden yeni sisteminin temelini oluşturmuştur:

  1. Maddenin Önceliği ve Spatyom/Öbür Dünya: Ruhselman, ruhsal gelişimin maddeden kopuş anlamına gelmediğini, tüm âlemlerin maddi olduğunu ve ruhun ancak maddeye bağlanarak tekâmül/evrim geçirebileceğini savunmuştur. Swedenborg'un da vizyonlarında gördüğü, ölümden sonraki yaşamın (spatyom/öbür dünya) bir hayaletler âlemi değil, daha gerçek ve canlı bir maddi âlem olduğu ve ruhun insan formunu koruduğu görüşü (bkz. önceki yazılarımızda), Ruhselman'ın "sadece maddeye inanan" çevrelerle yaşadığı çatışmada elini güçlendirmiştir.
  2. Sürekli ve Aşamalı Tekâmül/Evrim: Ruhselman, Spiritizm'in temel ilkesi olan reenkarnasyonun ilerleyici/ilerlemeci olduğunu ve ruhun geriye dönük bir tekâmül geçirmeyeceğini (hayvan seviyesine düşmeyeceğini) vurgulamıştır. Bu, ES'nin kozmolojisindeki, tüm varlıkların İlahi Nizam içinde daima ilerlemeye yönelik olduğu ve her şeyin kademeli bir düzen içinde yürüdüğü fikriyle (bkz. önceki yazılarımız) uyumludur.
  3. İrade Özgürlüğü ve Sorumluluk: Ruhselman, insanın en büyük varlığının idrak/anlayış ve irade özgürlüğü (freedom) olduğunu savunmuş ve kaderin dahi, bu özgür seçimlerin sonuçları olduğunu belirtmiştir. Swedenborg da, ilahi takdirin insan özgürlüğünü kısıtlamadığını (bkz. önceki yazılarımızda) ve kurtuluşun zorlamayla (coercion) değil, kişinin kendi çabası ve özgür seçimiyle gerçekleşeceğini ileri sürmüştür. Bu, her iki sistemde de bireysel sorumluluğu merkezi konuma taşır.

III. Moral/Ahlaki İhtiyaçlara Çözüm ve Anti-Dogmatizm

Ruhselman, cumhuriyet reformlarının yarattığı düşünülen ahlaki boşluğa (moral void) ve geleneksel dinlerin dogmatik yapısına karşı bilimsel bir ahlak sistemi kurmak istemiştir. Swedenborg'un sistemi, bu ihtiyaca iki yönden cevap vermiştir:

  1. Ahlaki Yaşamın Kurtuluştaki Rolü: Swedenborg, kurtuluşun yalnızca iman (sola fide) ile değil, iyi işler/hayırseverlik (charity) ile yaşanılan bir hayatla mümkün olduğunu savundu (bkz. önceki yazılarımızda). Ruhselman, bu vurguyu benimseyerek, evrensel bir ahlak (birleştirici ahlak) kurmak ve insanları aktif yaşama, yardımlaşmaya ve fedakârlığa teşvik etmek istemiştir. Bu, pasifliği ve dünya işlerinden kopmayı savunan Sufi/mistik geleneklere karşı doğrudan bir eleştiriydi.
  2. Geleneksel Dinin Reddi: Swedenborg, Hristiyan Kilisesi'nin dogmalarını (Üçlü Birlik, Sola Fide) akıl dışı bularak reddetmiştir (bkz. önceki yazılarımızda). Ruhselman da, benzer şekilde, İslâmî/dini dogmaları akla aykırı ve "bilimsel olmayan bir yol" olarak görerek reddetmiştir. Ruhselman, "dinlerin çağının bittiğini" ve yerine bilginin ve idrakin (comprehension) temel olduğu yeni bir maneviyat sisteminin gelmesi gerektiğini savunuyordu. Swedenborg, "Yeni Kilise" doktriniyle bu dönüşümün mümkün olduğunu gösteren öncüydü.

IV. Bedri Ruhselman'a Özel Biyografik Etkenler

Ruhselman'ın kişisel yaşamındaki bazı dramatik olaylar da ES'nin sisteminin kendisine cazip gelmesinde etkili olmuştur:

  • Ölüm Korkusu ve Amaç Arayışı: Ruhselman, gençliğinde bir intihar teşebbüsüne yaklaşmış ve derin bir anguish (içsel bunalım/kaygı) yaşadığı kaydedilmiştir. Swedenborg'un da eserlerinde bahsettiği gibi, ruhani sıkıntılar genellikle hakim olan sevginin kaybından veya sarsılmasından (loss of dominant love) kaynaklanır ve bu durum delilik veya akıl karışıklığına yol açabilir. Ruhselman'ın buhranı atlatmasında, ruhani/manevi âlemin bilimsel olarak incelenmesi ve ölümün bir son değil, yeni bir realiteye geçiş olduğu fikri, ona hem teselli hem de hayatının geri kalanı için büyük bir "vazife" (misyon) atfetme fırsatı vermiştir.

Tüm bu etkenler göz önüne alındığında, Emanuel Swedenborg'un rasyonel ve sistematik bir temele oturttuğu, ruhani görgüye dayanan kozmolojik/sistemli yapısı, Dr. Bedri Ruhselman'ın hem kişisel hem de toplumsal misyonunu gerçekleştirmesi için en ideal ve güçlü dayanağı sağlamıştır.

Ruhselman'ın Sisteminin Batı/Hristiyan Geleneğinden Beslendiği Görüşü

Ruhselman'ın kurucusu olduğu Deneysel Neo-Spiritüalizm'in entelektüel/zihinsel ve teolojik/ilahiyat kökenini incelerken, Emanuel Swedenborg'un (1688–1772) İslâm'a yönelik eleştirisinin, Ruhselman'ın sisteminin Batı/Hristiyan geleneğinden beslendiği yönündeki tezi güçlendirdiği söylenebilir.

Swedenborg, geleneksel Hristiyanlığın dogmalarını (özellikle Üçlü Birlik ve yalnızca imanla kurtuluş) en sert şekilde eleştirmiş olmasına rağmen, onun kurduğu Yeni Kilise öğretisi, Kutsal Yazılara/Kelam'a (Word) ve İsa Mesih'in Tanrılığının merkeziliğine dayanır. Bu bağlamda, Ruhselman'ın sisteminin İslâmî bir çizgiden ziyade Hristiyanlık-kaynaklı bir Spiritüalizm/Ruhçuluk çizgisinde yer aldığını iddia etmek, hem epistemolojik/bilgi kuramsal kökenler hem de Ruhselman'ın kendi yerel dini geleneği olan Sufizm'e karşı aldığı tavır nedeniyle doğru bir akademik gözlemdir.

Aşağıda bu argüman, kaynaklarımız ve önceki yazılarımızda ele aldığımız Swedenborg'un teolojik sistemi ışığında detaylıca açıklanmıştır:

I. Swedenborg'un İslâm Eleştirisinin Ana Ekseni

Daha önceki analizlerimizde (bkz. Hz. Muhammed hakkındaki görüşleri) Swedenborg'un İslâm'ı eleştirmesinin temel nedenlerini incelemiştik. Onun eleştirisi, İslâm'ın başlangıçtaki pozitif rolünü (putperestliği yok etmesi ve Tanrı hakkında temel bilgi vermesi) kabul etmekle birlikte, bu dinin ruhani/manevi tekâmül/evrim yolunda ilerlemesine engel teşkil eden birincil kusuruna odaklanmıştır.

  1. Poligami ve Ruhanî Kapalılık: Swedenborg, İslâm'da çok eşliliğe (poligami) izin verilmesinin, bu dinin içsel/ruhani seviyelerinin açılmasını engellediğini savunur. Onun teolojisinde, hakiki evlilik sevgisi (conjugial love) Rab ile Kilise arasındaki kutsal birliğe tekabül/denk gelir ve bu sevgi yalnızca tek eşlilikte mümkündür. Poligami ise cinsel şehvete/bedensel arzuya (lasciviousness) yol açar ve kişiyi doğal/maddesel seviyede tutar, bu da yüksek cennete (superior heaven) ulaşmayı engeller.
  2. Mesih'in Tanrılığını Tanımadaki Eksiklik: Swedenborg, Müslümanların Rab İsa Mesih'i, Tanrı Baba ile özde ve kişi olarak bir (one in essence and person) kabul edememeleri nedeniyle de zihinlerinin içsel seviyelerinin kapalı kaldığını ileri sürer.

Swedenborg'un bu eleştirileri, onun teolojisinin kökenini Hristiyanlık olarak gösterir, zira tüm sistemi Mesih'in tek Tanrı olduğu ve kurtuluşun ancak Mesih'e iman ve ona uygun ahlaki yaşamla mümkün olduğu inancına dayanır.

II. Ruhselman'ın Epistemolojik Tercihi: İslâmî Çizgiden Kopuş

Dr. Bedri Ruhselman, Swedenborg'un yolunu takip ederek, Batı'da 19. yüzyılda Kardec tarafından sistemleştirilen Spiritüalizm/Ruhçuluk akımını Türkiye'ye taşımış ve bunu "Tecrübî Neo-Spiritüalizm" olarak adlandırmıştır. Ruhselman'ın bu sistemi kurarken İslâmî/yerel çizgiden bilinçli olarak koptuğu görülür:

1. Bilimsel Meşruiyet Arayışı ve Sufizm'in Reddi

Ruhselman ve takipçileri, Spiritüalizm'i "bilimselleşmiş maneviyat" (scientified spirituality) olarak sunmuş. Bu amaçla, Ruhselman, kendi döneminin Batı Spiritüalist/Ruhçu bilim insanlarının (Kardec, Crookes, Lodge) deneysel/ampirik yöntemlerini benimsemiştir.

Bu tercih, onları geleneksel yerel manevi/ruhani akımlarla (özellikle Sufizm ile) karşı karşıya getirmiştir. Ruhselman, Sufizmi "bilimdışı," "pasif" ve "dogmatik" bir yol olarak nitelendirmiş ve bu yoldan gelen vahdet-i vücut (varlık birliği/ünitesi) gibi inançları reddetmiştir. Bu, Ruhselman'ın sistemini Batı Spiritüalizm geleneğiyle özdeşleştirme ve böylece bilim ve din arasındaki ikilemi/çatışmayı çözme çabasının bir sonucudur.

2. Kutsal Metin ve Otorite Kaynağı

Ruhselman'ın sistemi, bilgi kaynağı olarak Kur'an'a veya İslâmî metinlere değil, ruhlarla iletişim yoluyla gelen "yüksek tebliğlere" ve Batılı Spiritizm/Ruhçuluk kaynaklarına (Swedenborg ve Kardec dahil) dayanır. Neo-Spiritüalizm, ruhun tekâmül/evrim geçirdiği, reenkarnasyonun ilerleyici olduğu ve tüm varlıkların madde ile ilişkili olduğu gibi Kardec'ten miras alınan kozmolojik/sistemli ve Hristiyanlık sonrası teolojik varsayımları temel alır.

III. Ruhselman'ın Sistemi: Hristiyanlık-Türevli Bir Çizgi

Swedenborg'un İslâm'a yönelik eleştirisi (özellikle poligami ve Mesih'in tanrılığı üzerinden), onun kendi teolojik sisteminin merkezini koruma çabasıydı. Bu teolojik sistem (Yeni Kilise), her ne kadar Hristiyanlığın kurumsal/organizasyonel yapısını reddetse de, epistemolojik ve ontolojik olarak Batı/Hristiyan vahiy geleneğinin son halkasıdır.

Ruhselman'ın benimsediği Spiritizm çizgisi ise:

  1. Hristiyanlık Metodolojisinin Seküler/Laikleşmiş Devamı: Spiritizm, 19. yüzyıl Batı'sındaki İnanç Krizi'ne (crisis of faith) bir cevap olarak ortaya çıktı. Bu kriz, Hristiyan metinlerinin eleştirilmesiyle (bozulmalar, eklemeler) ve bilimsel materyalizmin yükselişiyle derinleşti. Swedenborg'un vizyoner/sezgisel deneyimciliği, Ruhçuluğun, ölümsüzlüğü bilimsel yöntemlerle kanıtlama iddiasının temelini oluşturdu. Ruhselman'ın "scientified spirituality" arayışı, bu Batı merkezli krizin Türk modernleşme sahnesindeki yankısıydı.
  2. Mesih'in Konumu: Swedenborg, Hristiyan Cenneti'ne girişin ancak Rab'bi (İsa Mesih'i) Tanrı olarak tanımakla mümkün olduğunu savunmuştu. Ruhselman'ın sisteminde ise Tanrı'nın kendisi, Rab (İsa Mesih) olarak anılmaz; ancak sistem, Evrensel Ahlâkı ve sevgi prensibini merkeze alarak, Batı'daki Hristiyan ahlâkının sekülerleşmiş versiyonunu inşa eder.

Sonuç

Swedenborg'un İslâm'ı eleştirmesi (Hz. Muhammed salla'llâhu aleyhi ve sellem'in otoritesinden değil, teolojik ve ahlaki uygulamalardan yola çıkarak), onun dindışı/laik bir çizgide değil, aksine Hristiyan vahyi ve kozmolojisinin üstünlüğüne inanan bir çerçeveden hareket ettiğini gösterir.

Ruhselman'ın İslâmî/Sufi gelenekten bilinçli olarak kopup, Swedenborg/Kardec çizgisindeki rasyonel Spiritüalizmi benimsemesi ise, onun sisteminin Hristiyanlık-sonrası (post-Christian) Batı Spiritüalist hareketinin metodolojik ve felsefi/entelektüel mirasçısı olduğunu kanıtlar. Ruhselman'ın "bilimsel maneviyat" arayışı, İslâmî geleneklere (Sufizm) yabancıydı; dolayısıyla Ruhselman'ın sistemi, İslâmî çizgide olmaktan çok, Batı modernleşmesinin ve Hristiyanlık eleştirisinin bir getirisi olan Spiritüalist bir çizgide konumlanmıştır. Ruhselman'ın eleştirisi Hristiyanlığa yönelik olsa bile, kullandığı kavramsal araçlar (Spiritizm, deneysel ruh iletişimi, tekâmül) bu Batılı/Hristiyan-türevli epistemolojik mirastan gelmektedir.

 

Yeni Bir Melez Din Ruhçuluk akımı (Spiritualism)

Ruhçuluk akımı (Spiritualism), 18. yüzyıl mistiği/sezgicisi (mystic/visionary) Emanuel Swedenborg'un fikirleri üzerine inşa edilmiş, 19. yüzyılda Allan Kardec tarafından sistematikleştirilmiş ve Dr. Bedri Ruhselman tarafından Neo-Spiritüalizm olarak yeniden yorumlanmış radikal/kökten bir reformist hareket ve "Yeni Hristiyanlık" akımının en önemli örneği olarak kabul edilmektedir.

Bu hareketin temel iddiası, Hristiyanlığın dogmatik/dini ve kurumsal/organizasyonel hataları nedeniyle sona ermesi gereken bir çağın ardından, ilahi/tanrısal (Divine) hakikati akla/usa (reason) dayalı, bilimsel/deneysel (empirical) ve evrensel bir temelde yeniden ifşa etmektir.

I. Öncüllerin Mirası ve Vahyin/Sezginin Yenilenmesi

Ruhçuluk hareketinin temeli, vizyoner/sezgisel deneyimlerini bilimsel/rasyonel metodoloji ile birleştiren Emanuel Swedenborg'a (1688–1772) dayanır.

  1. Bilimsel/Deneysel Temel: Swedenborg, hayatının son çeyreğinde yaşadığı sürekli vizyoner deneyimler aracılığıyla, ruhun ölümsüzlüğüne dair ampirik/deneysel (empirical) bir kanıt sunmayı ve ruhani/manevi (spiritual) âlemi doğal/fiziksel bilimlerin diliyle açıklanabilir kılmayı amaçlamıştır. O, ruhanî bilginin Kilise’nin otoritesinden bağımsız olarak, doğrudan Rab'den (Mesih) alınabileceğini öne sürmüştür (önceki yazılarımızda bu durum, onun peygamberlerden farkı olarak incelenmişti).
  2. Yeni Bir Kilise/Cemaat İlanı: Swedenborg'un eserleri, Mesih'in İkinci Gelişi'nin fiziksel değil, ruhanî anlamda, yani Kelam'ın (Word) içsel/ruhani anlamının ifşa edilmesiyle gerçekleştiği iddiasıyla, Yeni Kudüs Kilisesi'nin (New Church) kurulduğunu ilan etmiştir. Onun nihai eseri olan Gerçek Hristiyanlık (True Christianity), mevcut Kilise'nin iflasına karşı yeni ve yetkin bir teolojik sistemin savunusu niteliğindedir. Bu, Swedenborg'u salt bir vizyonerden ziyade, yeni bir dini akımın kurucu figürü olarak konumlandırmıştır.

II. Spiritizma'nın Reformist/İslah Edici Karakteri

Allan Kardec'in (1804–1869) kodladığı Spiritizma, tam da Hristiyanlık dünyasının iman krizi (crisis of faith) yaşadığı ve bilim ile dinin uzlaşmaz karşıtlar olarak görüldüğü bir dönemde ortaya çıkmıştır. Spiritizma, bu nedenle, eski Hristiyanlığı reddederken, ahlaki/moral ve kozmolojik/sistemli temellerini koruyarak yeni bir inanç sistemi sunmuştur.

A. Hristiyanlık ile İlişkisi: Tamamlama ve Düzeltme

Spiritistler, kendilerini Hristiyanlık karşıtı olarak değil, aksine İsa Mesih'in öğretilerini tamamlayan ve ilkel Hristiyanlık (primitive Christianity) geleneklerine geri dönenler olarak görmüşlerdir.

  • Vahyin/Sezginin Tamamlanması: Kardec'e göre, Spiritizma, Mesih'in (İsa) Gerçeklik Ruhu (Spirit of Truth) aracılığıyla geleceğine dair sözünü yerine getirmiştir. Spiritizma, İncil'deki (Gospel) hakikatleri alegorik/simgesel anlatıların perdesini kaldırarak, akla/usa uygun, açık ve net bir şekilde açıklamıştır.
  • Ahlaki Gündem: Spiritizma, Hristiyan ahlakını (örneğin, hayırseverlik/yardımseverlik - charity) ve sosyal reformu merkeze almıştır. Hareket, toplumsal adaletsizliklere, ruhban sınıfının baskıcı/zorlayıcı tavırlarına ve siyasi otoritenin yozlaşmasına karşı özgürlükçü/kurtuluşçu (liberatory) bir tavır almıştır.

B. Radikal Teolojik İslahatlar

Ruhçuluk, Batı Hristiyanlığının üç temel dogmasını kesinlikle reddederek reformist/ıslah edici rolünü kanıtlamıştır:

  1. Üçlü Birlik Doktrininin Reddi: Swedenborg, Tanrı'nın (Rab) tek bir Kişi/Zat olduğunu ve Üçlü Birlik'in (Trinity) üç ayrı kişiden oluştuğu şeklindeki inancın mantıksızlık/akılsızlık (illogicality) ve "beyin humması" (brain fever) olduğunu savunmuştur. Onun Yeni Kilise'sinin temel doktrini, Tanrı'nın tekliği ve Mesih'te vücut bulmuş olmasıdır.
  2. Yalnızca İmanla Kurtuluş (Sola Fide) Eleştirisi: Ruhçuluk, Protestanlığın merkezi ilkesi olan "yalnızca imanla kurtuluş" doktrinini şiddetle eleştirmiştir. Ruhselman da dahil olmak üzere Spiritistler, kurtuluşun ancak iman ve hayırseverliğin/iyi eylemlerin birliği (union of faith and charity) ile, yani ahlaki/etik bir yaşam sürerek mümkün olduğunu savunmuştur. Bu, bireysel irade/istenç (will) ve özgürlük/hürriyet (freedom) ilkelerine vurgu yapar.
  3. Sonsuz Ceza Doktrininin Reddi: Spiritizma, Cehennem'in sonsuz bir ceza yeri olduğu şeklindeki Ortodoks inancını reddetmiştir. Bunun yerine, reenkarnasyon/tekrar bedenlenme (reincarnation/re-embodiment) doktrinini benimsemiştir. Ruhun, birçok yaşam boyunca hatalarını düzelterek ve tekâmül/evrim (evolution) geçirerek ilerleyeceği fikri, ilahi adaletin/hukukun (divine justice) sonsuz ceza yerine, iyileştirici/iyileştirme amaçlı (remedial) olduğunu ileri sürer.

III. Ruhselman'ın Neo-Spiritüalizmi: Sentez ve Melezlik

Dr. Bedri Ruhselman'ın kurduğu Neo-Spiritüalizm, Kardec'in öğretilerini miras alarak ve yerel kültürel/zihinsel bağlamla birleştirerek bu reformist çizgiyi sürdürmüştür.

  • "Bilimselleşmiş Maneviyat" (Scientified Spirituality): Ruhselman, modernleşmenin yol açtığı ahlaki/manevi boşluğa (moral/spiritual void) çözüm olarak, ruhanî hakikatleri bilimsel/deneysel yöntemlerle doğrulamayı amaçlayan bir melez/karma (hybrid) sistem kurmuştur. Ruhselman'a göre, bilim ve din çatışmak yerine, birlik/uyum (unity/integrity) içinde olmalıdır.
  • İslâmî Çizgiden Ayrılma: Ruhselman, sisteminin, Sufizm ve yerel dini akımların savunduğu vahdet-i vücut (varlık birliği/ünitesi) gibi inançlardan farklı olduğunu, Batı Spiritizminin kökenindeki rasyonel/akılcı ve deneysel çizgiyi takip ettiğini vurgulamıştır (önceki yazılarımızda bu husus detaylıca ele alınmıştır). Bu durum, Ruhselman'ın sisteminin İslâmî bir çizgiden ziyade Hristiyanlık-türevli Spiritüalizmden beslenen reformist bir çaba olduğunu gösterir.

Sonuç olarak, Ruhçuluk (Spiritizma) akımı, Swedenborg'un Yeni Kilise vizyonuyla başlamış, Kardec tarafından bilimsel/akılcı bir zeminde kodlanmış ve Hristiyan dogmalarını (Üçlü Birlik, Sonsuz Ceza, Yalnızca İman) temelden reddederek ahlaki/etik (moral) ve kozmolojik/sistemli bir reform hareketi olarak yükselmiştir. Bu hareket, sadece geleneksel Hristiyanlığı reforme etmekle kalmamış, aynı zamanda bilimsel rasyonalizme karşı da maneviyatı ampirik/deneysel olarak kanıtlama arayışıyla yeni bir melez din (hybrid religion) formu yaratmıştır.

Dr. Bedri Ruhselman'ın   Deneysel Neo-Spiritüalizm (Experimental Neo-Spiritualism)inde, Şeytan (Satan) ve İblis

Dr. Bedri Ruhselman'ın (1898–1960) kurucusu olduğu Deneysel Neo-Spiritüalizm (Experimental Neo-Spiritualism), Şeytan (Satan) ve İblis (Devil) gibi geleneksel teolojik figürlere dair radikal/kökten farklı görüşlere sahiptir. Ruhselman'ın doktrini, Batı Spiritüalizm/Ruhçuluk hareketlerinin (Allan Kardec ve Emanuel Swedenborg) mirasçısı olduğundan, bu figürleri kolektif/toplu kötülük olarak tanımlayan ve yozlaşmış insan ruhlarının bir yansıması olarak gören bir çizgi izler.

Swedenborg'un ve Kardec'in (Ruhçuluğun kurucu öncülleri) öne sürdüğü temel teolojik/ilahiyat teze göre (daha önceki yazılarımızda ele alınmıştır), Şeytan tek ve bağımsız bir varlık değildir; aksine, Tanrı'yı reddeden ve kötü bir yaşam süren tüm insanların kolektif/ortak kötülüğünü temsil eder. Ruhselman'ın sistemi de bu anlayış üzerine kurulmuştur.

I. Şeytan ve İblis'in Reddi: Kötülüğün Kaynağı

Ruhçuluk, Batı Hristiyanlığında yüzyıllardır süregelen ve Şeytan'ı Tanrı tarafından yaratılan ancak isyan ederek düşen güçlü bir melek olarak gören inancı reddeder. Ruhselman'ın sistemi bu figürü metafizik/fizik ötesi bir prensip değil, evrimleşmemiş insan ruhlarının durumu olarak tanımlar.

A. Kötülük, İnsanın Eseridir

Ruhselman ve Spiritistler, Şeytan figürünün, insanın kendi kusurlarını dışarıya yansıtmak için icat ettiği bir kavram olduğunu ileri sürerler. Şeytan'a kötülüğü atfetmek, İlahi Takdir/Öngörü (Divine Providence) doktriniyle çelişir, çünkü:

  1. Tanrı'nın Sonsuz İyiliği: Eğer Şeytan, yaratılışın başından beri sadece kötülük yapan gerçek bir varlık olsaydı, Tanrı'nın sonsuz iyilik (infinite goodness) ve eşsiz kudret (omnipotence) sıfatlarına aykırı hareket etmiş olurdu, zira bu, Tanrı'nın kötülüğün birincil yazarı olduğu anlamına gelirdi.
  2. Özgür İrade/Seçim: İnsanın yaratılışının temeli, akıl/us (rationality) ve özgür irade/seçim (freedom) yeteneğidir. Kötülük, insanın bu yeteneklerini Tanrı'ya karşı ve kendine yönelik sevgi (öz-sevgi) uğruna kötüye kullanmasından doğar. Dolayısıyla, kötülüğün kaynağı insanın kendisidir, Şeytan değil.

Ruhselman'ın sisteminde, şeytan veya iblisler, ölümden sonra Mütekâmil Olmayan Ruhlar (Undeveloped Spirits) kategorisine giren, hilekar, yalancı veya dünyevi hırslarına saplanıp kalmış insan ruhlarıdır.

II. Ruhselman'ın Gözlemlediği Şeytanî Varlıklar

Ruhselman, vizyoner/sezgisel iletişim (vizyon) yoluyla, bu "şeytani" varlıkların ölümden sonraki hallerini ve davranışlarını detaylıca gözlemlemiştir. Bu varlıklar, Ruhselman'ın literatüründe genellikle "Geri Ruhlar" (Undeveloped Spirits) veya "Musallat Ruhlar" (Obsessing Spirits) olarak geçer.

A. Geri Ruhların Özellikleri

Bu ruhlar, dünyada iken sahip oldukları kötülük sevgisi (öz-sevgi, kin, haset, cimrilik, kibir, şehvet) nedeniyle, ölümden sonraki âlemde (spatyom) bu kötülüklerinin maddi tezahürleri içinde yaşamaya devam ederler.

  1. Görünüm ve Yaşam Tarzı: Kibirli veya hilekâr ruhlar, kendi içsel durumlarının yansıması olarak grotesk/canavarî bir insan formunda görünürler. Kötülükleri, ruhani dünyada tiksindirici kokular (leş, dışkı, pislik) olarak algılanır, ancak bu ruhlar bu kokuları lezzet olarak deneyimlerler.
  2. Teşevvüş Hâli (Confused State): Ölümden sonraki ilk aşamada (spatyom), bu ruhlar şaşkınlık ve karışıklık içindedirler (teşevvüş hâli). Dünyevi hırslarından kopamadıkları için, etraflarındaki olayların kendi kötü arzularının veya vicdanlarının ürünü olan imgeler (imaginasyon) olduğunu fark edemezler. Katiller, intihar edenler veya hasisler, en çok korktukları veya en çok sevdikleri dünyevi anlarını sürekli bir işkence olarak yeniden yaşarlar.
  3. Rasyonalite/Akılcılık ve Delilik: Geri ruhlar bile, akıl yürütme (rationality) yeteneğini korurlar ve meleklerin konuştuğu hikmet sırlarını bile anlayabilirler. Ancak, kendi kötülük sevgileri baskın çıktığında, doğru olanı görmeyi veya anlamayı reddederler. Dışarıdan akıllı görünmelerine rağmen, içsel olarak delilik (insanity) içindedirler.

B. Obsesyon/Musallat Tehdidi

Şeytanî etkinin günümüzdeki en önemli tezahürü, Ruhselman'a göre Obsesyon (Musallat) veya Tahakküm/Baskı'dır.

  • Zararın Mekanizması: Ruhani dünyadan gelen kötü niyetli ruhlar, insanın irade/istenç (will) ve şuurüstü (supraconscious) alanlarına kaba ve yoğun tesirler göndererek kişinin zihnine girer ve onu ele geçirirler. Bu, insanın kendi zaafları (egoizm, bilgisizlik) nedeniyle ruhani/manevi savunmasını düşürmesiyle gerçekleşir.
  • Aldatma: Bu musallat ruhlar, sıklıkla kendilerini "yüksek varlıklar", peygamberler veya "ışık melekleri" (angels of light) gibi maskelerle tanıtabilirler. Amaçları, kişiyi kendilerine körü körüne itaat ettirerek tahakküm hırslarını tatmin etmek ve onu manevi ölüme sürüklemektir.
  • Kurtuluş Yolu: Obsesyondan kurtulmanın tek yolu, bireyin bilgi, şuur ve ahlaki yaşam yoluyla kendini güçlendirmesi ve mutlak olarak doğruyu arama kararlılığını göstermesidir.

III. Ruhselman'ın Hristiyanlık/İslâm Eleştirisi Üzerindeki Etkisi

Swedenborg'un ve dolayısıyla Spiritizmin Şeytan/İblis kavramını reddetmesi, Ruhselman'ın diğer dinlere yaklaşımını da Batı merkezli bir eleştirel çizgiye oturtmuştur.

  • Geleneksel Hristiyanlık: Swedenborg, geleneksel Hristiyanlığın Üçlü Birlik (Trinity) gibi dogmalarını "akılsızlık" (illogicality) ve "beyin humması" (brain fever) olarak görmüş ve bu dogmaların, insanların aklını kapatarak onları karanlıkta bıraktığını savunmuştur. Otoriteyi kendi üzerlerine alan kilise figürleri ise "Babil" figürüyle sembolize edilmiş ve ruhani zina/fuhuş (spiritual adultery) yapmakla suçlanmıştır. Bu eleştirel Hristiyan köken, Ruhselman'a kendi yerel dini inançlarını (Sufizm) bilimsel olmadığı gerekçesiyle eleştirme meşruiyeti sağlamıştır.
  • İslâm'ın Eleştirisi: Swedenborg'un (ve Ruhçuluğun) İslâm'a yönelik eleştirisinin en güçlü dayanağı, poligamiye izin verilmesiydi. Ruhselman'ın sistemine göre, çok eşlilik ruhun içsel seviyelerini kapatır ve Rab'bin tekliği ve Mesih'in tanrılığı gibi temel ruhi/manevi hakikatlerin kabulünü zorlaştırır. Bu da ruhani tekâmülü engeller.

Sonuç olarak, Dr. Bedri Ruhselman'ın sisteminde Şeytan, insan varlığının tekâmül/evrim yolunda karşılaştığı, kendi içsel kötülüklerinin (öz-sevgi, kibir, cehalet) bir ürünü olan ve nihayetinde yine tekâmül yasası gereği düzelmeye mahkûm olan geri ruhlar kolektifi olarak yeniden tanımlanmıştır. Bu, onun "bilimselleşmiş maneviyat" arayışının ve pozitivist Spiritüalizm/Ruhçuluk çizgisinin en önemli temelini oluşturur. Bu varlıkların varoluşu, insanın bireysel ahlaki sorumluluğunu ve bilginin mutlak gerekliliğini vurgular.


Makalemizde Konu Bütünlüğü İçinde Sormayı Unuttuğunuz Husus:

Bu kapsamlı inceleme dizisi boyunca, Swedenborg'un fikirlerinin Bedri Ruhselman üzerindeki etkisini, Ruhselman'ın bilimsel ve ahlaki metodolojisini ve Spiritizmin temel ilkelerini ele aldık. Ancak, Ruhselman'ın hareketinin toplumsal ve entelektüel çevrelerdeki yerini tam olarak anlamak için kritik bir konuya daha fazla odaklanılmamıştır:

Ruhselman'ın Spiritüalizmi bir ‘bilim’ olarak meşrulaştırma çabasında, dönemin Türk aydınlarının ve bilim çevrelerinin (özellikle Tıp ve Psikoloji alanlarından gelenlerin) Spiritüalizm/Ruhçuluk konularına olan genel ilgisini veya tepkisini nasıl kullandığı (veya göz ardı ettiği)?

Bu akımın, Batı'da dahi bilimsel itibar kazanmış (örneğin hypnotism, parapsychology) ve Ruhselman'ın da sıklıkla referans verdiği alanlarda nasıl bir zemin bulduğunu daha derinlemesine incelemek, onun misyonunun yalnızca bir vizyoner/sezgisel yenilik değil, aynı zamanda dönemin Türk bilimsel düşüncesi içerisindeki bir entegrasyon/bütünleşme çabası olup olmadığını daha iyi gösterirdi. (Ancak bu sorunun cevabının bazı kısımları Bedri Ruhselman'ın takipçileri ve Ruhçuluk akımı öncülleri başlıklarında dolaylı olarak ele alınmıştır.)

Ruhselman’ın Dinlere Yönelik Genel Eleştirisi

Emanuel Swedenborg'un (1688–1772) teolojik/ilahiyat külliyatı ve ondan türeyen Spiritüalist/Ruhçu akımlar, Hz. Muhammed (Mahomet) ve İslâm dini (Mohammedanism) hakkında hem vizyoner/sezgisel (visionary) gözlemlere hem de kesin doktrinel/öğretisel eleştirilere dayanan kapsamlı görüşler sunmuştur. Dr. Bedri Ruhselman'ın kurucusu olduğu Deneysel Neo-Spiritüalizm ise, bu Batı kaynaklı Spiritist kozmolojiyi temel aldığı için, İslâm'a karşı geleneksel dinlerin dogmatizmine yönelik eleştirel bir duruş sergilemiştir.

I. Emanuel Swedenborg’un Hz. Muhammed salla'llâhu aleyhi ve sellem Hakkındaki Görüşleri

Swedenborg, geleneksel Batı Hristiyanlığının aksine, İslâm’ın ortaya çıkışını İlahi Takdir/Öngörü (Divine Providence) dahilinde zorunlu bir olay olarak ele almıştır, ancak bu inancı Hristiyanlık öncesi kiliselerin putperestliğe (idolatry) düşen milletlerine hitap eden kısmi bir düzenleme olarak görmüştür.

A. İslâm'ın Tanrısal Amacı ve Muhammed’in Rolü

Swedenborg'a göre İslâm'ın misyonu son derece önemlidir:

  1. Putperestliği Ortadan Kaldırma: İslâm, birçok ulus arasında yaygın olan putperestlikleri ve eski kiliselerin simgesel (representative) ibadetlerinin çarpıtılmasıyla ortaya çıkan sapkınlıkları ortadan kaldırmak amacıyla ilahi takdirle yükseltilmiştir. Aksi takdirde, bu uluslar putperestlik içinde kalarak ruhani dünyaya tamamen hazırlıksız geçecekti.
  2. Rab Hakkında Bilgi Verme: İslâm dini, takipçilerine Rab (The Lord) hakkında bir miktar bilgi vermiştir. Kur’an’a göre, Hz. Muhammed’in takipçileri İsa Mesih'i Tanrı’nın Oğlu (Son of God), insanların en bilgesi (wisest of mortals) ve büyük bir peygamber (supreme prophet) olarak tanır. Çoğu Müslüman, Mesih'i Hz. Muhammed'den daha büyük kabul eder.

B. Teolojik Eksiklikler ve Ruhani Âlemdeki Akıbeti

Swedenborg, İslâm'ın bu olumlu misyonuna rağmen, temel doktrinel eksiklikler taşıdığını savunur:

  1. Mesih'in Tanrılığının Reddi: Müslümanlar, Rab'bin (Mesih'in) göğün ve yerin Tanrısı olduğunu ve O'nun Babası ile özde ve kişi olarak bir (one in essence and person) olduğunu kavrayamadılar. Bu durum, onların zihinlerinin içsel/ruhani seviyelerinin açılmasını engelledi.
  2. Poligami Eleştirisi: İslâm'ın çok eşliliğe izin vermesi, en büyük manevi kusur olarak görülür. Çünkü evlilik sevgisi (conjugial love) ancak tek eşlilikte mümkündür ve Rab ile kilise/cemaat arasındaki birliğe tekabül/denklik (correspondence) eder. Poligami, cinsel şehvet/bedensel arzu (lasciviousness) üretir ve bu durum, ruhani dünyada "banyo evinden gelen ılık bir kokuşmuşluk" (warm stench of a bath) gibi iğrenç bir atmosfere neden olur.
  3. Hz. Muhammed salla'llâhu aleyhi ve sellem'in Ruhani Kaderi: Swedenborg'un vizyonlarına göre, Kur'an'ı yazan gerçek Hz. Muhammed, başlangıçta Müslümanların lideriydi; ancak ilahi gücü kendisine mal etme arzusu (wanted to control all aspects of their religious life as if he himself were God) nedeniyle bulunduğu yerden uzaklaştırılmıştır. Bir isyanı bastırmak için kısa süreliğine getirildiğinde, kendisi neredeyse tamamen kara (almost pitch black) yüzlü, derin idrake sahip olmayan bedensel bir ruh gibi görünmüştür. Günümüzde Müslümanlara, Mesih'e yönelmeleri için bir aracı olarak, onun yerine başka ruhlar rehberlik etmektedir.

II. Bedri Ruhselman ve Neo-Spiritüalizm Çizgisi

Bedri Ruhselman'ın Neo-Spiritüalizm sistemi, Swedenborg ve Kardec'ten miras aldığı rasyonel ve anti-dogmatik çizgiyi sürdürerek, geleneksel dini yapılara, dolayısıyla yerel İslâmî/Sufi geleneklere karşı eleştirel bir tutum sergilemiştir.

A. Ruhselman’ın Dinlere Yönelik Genel Eleştirisi

Ruhselman, İslâmî bir çizgiyi takip etmek yerine, sistemiyle bilimselleşmiş bir maneviyat (scientified spirituality) inşa etmeyi amaçlamıştır.

  1. "Din Çağının Sonu": Ruhselman'ın takipçileri, Spiritist doktrinine uygun olarak, din çağının sona erdiğini ve modern bilginin her alanda dini dogmaların yerini alması gerektiğini savunmuştur. Bu, İslâm'ın da dahil olduğu tüm organize dinlerin "çağın gerekliliklerine" uyması gereken ikincil, araçsal (instrumental) bir rol üstlenmesi anlamına gelir.
  2. Dogmatizm ve Mistisizm Eleştirisi: Ruhselman, mutlak hakikat iddiasında bulunan ve imana dayalı dogmaları (Hristiyanlıkta Üçlü Birlik, İslâm'da ise Sufi mistisizmi) reddetmiştir. Sufizm, pasifliği ve maddeden kopmayı öğütlediği için, Ruhselman'ın aktif yaşam ve maddesel âlemle sürekli temas doktriniyle çelişmiştir.
  3. Poligami ve Materyalizm: Ruhselman'ın sisteminde, çok eşliliğe izin veren İslâm'ın doğal/bedensel (natural) seviyede kaldığı eleştirisi (Swedenborg'dan gelen bir miras) ve bu durumun ruhani gelişimi engellediği fikri mevcuttur. Ruhselman'ın eleştirisi, İslâm'ın ahlaki boşluğa (moral void) çözüm getirmedeki yetersizliğine odaklanmıştır.

B. Hz. Muhammed'e Doğrudan Atıf

Ruhselman'ın eserlerinde Hz. Muhammed salla'llâhu aleyhi ve sellem'e yönelik doğrudan, kişisel bir eleştiri veya yorumdan ziyade, İslâm'ın teolojik yapısının analizine odaklanılır. Ancak Spiritizmin genel kurucu figürlerinden Léon Denis, eserlerinde Hz. Muhammed'in vizyoner/medyumik yeteneklerinden ve misyonunun Joan of Arc'ınkine benzediğinden bahseder; bu da Muhammed'i Spiritüalist bir bakış açısıyla, "görünmez bir irade tarafından istila edilmiş" (invaded by a will more powerful than his own) ve "doğrudan bir görevle görevlendirilmiş" bir peygamber (nabi) olarak gösterir.

Bu, Ruhselman'ın sisteminin, İslâmî çizgiden ziyade, Hristiyanlık sonrası Spiritüalizm geleneği içerisinde, tüm dinlerin kutsal metinlerini ve kurucularını yeni bir rasyonel vahiy (new rational revelation) ışığında yeniden değerlendirme eğilimini gösterir. Swedenborg'un Muhammed'i ve İslâm'ı eleştirmesi, Ruhselman'ın sisteminin Hristiyanlık kaynaklı epistemolojik mirasın bir devamı olarak görülmesine neden olur.

Spiritüalizm/Ruhçuluk Akımlarında Aşk/Sevgi (Amor/Love) Kavramı,

Emanuel Swedenborg'un (1688–1772) ve onun teolojik mirasçısı Allan Kardec ile Dr. Bedri Ruhselman’ın kurduğu Spiritüalizm/Ruhçuluk akımlarında aşk/sevgi (amor/love) kavramı, din ve ahlak/etik sisteminin mutlak merkezini oluşturur. Bu makalenin önceki bölümlerinde (bkz. Şeytan hakkındaki görüşler ve Hz. Muhammed hakkındaki görüşler) Swedenborg’un sisteminin, geleneksel dogmaların karşısına, sevgi ve bilgelik (love and wisdom) birliğini koyan radikal/kökten bir öğreti olduğunu belirtmiştik.

Bu ek incelemede, aşkın/sevginin din ve maneviyat/ruhaniyet bağlamındaki kozmolojik, teolojik ve ahlaki/etik rolü, özellikle Ruhselman'ın Neo-Spiritüalizminde nasıl bir "Yeni Hristiyanlık" (New Christianity) ve reformist/ıslah edici bir yol olarak yorumlandığı üzerinde durulacaktır.


I. İlahi Sevgi ve Kozmolojik/Sistemli Merkez

Swedenborg'un vizyoner/sezgisel deneyimlerinden (Ex Auditis et Visis) çıkardığı temel sonuç, İlahi Sevgi ve İlahi Bilgelik'in (Divine Love and Divine Wisdom) Tanrı'nın bizzat özü (esse) ve formu olduğudur. Bu iki unsur, yaratılıştaki her şeyin kaynağıdır.

A. Sevgi, Bilgelik ve Hayatın Özü

Swedenborg’a göre sevgi, hayatın özüdür. Tıpkı kalbin bedenin hareketini sağlaması gibi, sevgi de ruhun (spiritus) iradesinin ve dolayısıyla düşüncenin kaynağıdır.

  1. Güneş ve Ateş Benzetmesi: İlahi Sevgi, melekler tarafından ruhani/manevi âlemde bir güneş olarak algılanır. Bu güneşten yayılan ateş (fire) sevgiye, ışık (light) ise bilgeliğe/hakikate tekabül/denk gelir.
  2. Sevginin Formu: Sevgi ve Bilgelik, tıpkı hayırseverlik (charity) ve iman (faith) gibi, birbirinden ayrılmaz bir bütündür ve evrende bir Evlilik (Marriage of Good and Truth) oluşturur. Sevgi olmadan bilgelik (iman) kördür, tıpkı ışıksız bir kış güneşi gibi, hiçbir şeyin büyümesini sağlamaz.

B. Evlilik Sevgisi (Conjugial Love)

Swedenborg, tüm sevgilerin temelinde Hakiki Evlilik Sevgisi'nin yattığını savunur. Bu sevgi, Rab ile Kilise arasındaki kutsal birliğin bir yansımasıdır (denkliğidir). Bu sevgi, saf, kutsal ve nefsaniyetten arınmış (chaste) olup, yalnızca tek bir erkek ve tek bir kadın arasında (monogamy) mümkündür.

II. Teolojik ve Ahlaki/Etik Reformun Merkezi Olarak Sevgi

Ruhçuluk/Spiritüalizm, geleneksel Hristiyanlığı eleştirirken, sevginin pratik (practical) ve ahlaki/etik (moral) yönünü yüceltmiştir.

A. Sola Fide (Yalnızca İmanla Kurtuluş) Doktrininin Reddi

Swedenborg'dan Kardec'e ve Ruhselman'a kadar Spiritüalistler, kurtuluşun (salvation) yalnızca imanla geldiği (sola fide) doktrinini, sevginin ve iyi eylemlerin (good works) önemini yadsıdığı için reddetmişlerdir.

  1. Amel ve Vicdan: Kurtuluş, iman ve sevginin (hayırseverlik) birleştiği, ahlaki/etik bir yaşamla mümkündür. Ruhselman'ın sisteminde, vicdanın (conscience) temel taşı bilgi ve sevgidir (knowledge and love). Ahlaki yaşam, bilgelikle şekillenen sevgiden gelir.
  2. Mesih'in Özü: İsa Mesih'in öğretisinin özü, sevgi (love) ve hayırseverlik (charity) yasasıdır. Kardec’in Spiritizması, İncil'deki (Gospel) ahlaki/etik öğretileri (özellikle sevgi ve bağışlama) temel alarak, Hristiyanlığı daha tutarlı bir şefkat yorumu (consistently compassionate interpretation) ile yeniden düzenlemeyi amaçlamıştır.

B. Kötülüğün Kaynağı ve Sevgisizlik

Neo-Spiritüalizm, kötülüğün kaynağını tek bir şeytani varlıkta değil, insanın öz/ben sevgisinde (self-love) ve dünya sevgisinde (love of the world) görür. Bu sevgi türleri, Cehennem'in kaynağıdır.

  1. Zararlı Tutkular: Öz-sevgi, kıskançlık, nefret, intikam ve hilekârlık gibi tüm kötülüklerin ve sahte düşüncelerin (falsities) kaynağıdır. Bu tutkular, insanın içsel/ruhani seviyelerini kapatır.
  2. Antipati ve Titreşimler: Ruhselman'ın Neo-Spiritüalizm'inde, tüm duygular ince maddesel titreşimlerin (vibrations) bir tezahürüdür. Sevgi titreşimleri (sympathetic vibrations) yapıcı ve güçlü iken, nefret ve kin titreşimleri (antipathic vibrations) yıkıcıdır. Yüksek sevgi, negatif titreşimleri silip dağıtma gücüne sahiptir.

C. Çok Eşliliğin (Poligami) Reddi ve Hristiyanlık Çizgisi

Swedenborg'un ve dolayısıyla Ruhçuluğun İslâm'ı eleştirmesinin ana dayanağı, bu dinin poligamiye izin vermesiydi. Bu, Swedenborg'un teolojik sistemi için bir sapma (aberration) teşkil ediyordu:

  1. Ruhani Zina/Fuhuş (Spiritual Adultery): Poligami ve zina (adultery) sevginin kutsallığını bozar ve kötülük ile yanlışlığın evliliğini (marriage of evil and falsity) temsil eder. Bu tür bir sevgi, kişinin ruhani/içsel benliğini kapatır ve Mesih'ten gelen İlahi Hakikat'i almasını engeller.
  2. Hristiyanlık Üstünlüğü İddiası: Swedenborg, hakiki evlilik sevgisinin ve ona bağlı tüm mutlulukların (felicities) yalnızca Hristiyan Kilisesi'ne ait olanlarda bulunabileceğini ileri sürer, çünkü bu sevgi yalnızca Mesih'in tanrılığını kabul edenler tarafından alınabilir. Bu kesin teolojik çizgi, Ruhselman'ın Neo-Spiritüalizm'ini İslâmî bir çizgiden ziyade Hristiyanlık-türevli Spiritüalizm geleneğine bağlar (önceki yazılarımızda tartışıldığı gibi).

III. Ruhselman ve Sevginin Yeni Misyonu

Dr. Bedri Ruhselman, cumhuriyet reformlarının yarattığı ahlaki/manevi boşluğu (moral/spiritual void) doldurmak için, sevgi ve ahlakı (morality) bilimsel bir temele oturtmuştur.

  1. Evrensel Ahlak (Unifying Morality): Ruhselman, sevgiyi, dinî dogmalardan bağımsız, bilimsel yöntemlerle incelenip kanıtlanmış evrensel bir ahlaki zorunluluk olarak sunmuştur. Ruhselman'ın sistemi, materyalist eğilimlere karşı ruhun ölümsüzlüğünü kanıtlarken, Sufizm'e (mysticism) karşı ise pasifliği reddeden ve aktif hayırseverliği (active charity) merkez alan bir yaşam biçimi önerir.
  2. Sevgi ve Vazife/Misyon: Ruhselman’ın sisteminde, sevgi sadece bir duygu değil, aynı zamanda vazife bilinci (duty) ve hizmet (usefulness) sevgisiyle birleştiğinde tekâmülün (evolution) hızlandığı en yüksek erdemdir. Yüksek ruhanî varlıklar, dünyada aktif hizmet (use) yapan ve başkalarına fayda sağlayanları sever ve onurlandırır.

Ruhselman ve takipçileri, sevgi ilkesini benimseyerek, geleneksel dinlerin korku ve ceza dayatmasına dayalı otomatik vazife mekanizmasının yerini, bireysel bilinçle (idrak) seçilen "sevgi planı"nın (love plan) alacağını iddia etmişlerdir. Bu, Spiritüalist hareketin, Hristiyanlığın temellerini (sevgi ve İsa Mesih'in Tanrılığı) alıp, onu bilimsel ve rasyonel/akılcı bir ahlak sistemi olarak reforme etme çabasının nihai göstergesidir.

 

Ruhçuların Cinler Hakkındaki Görüşleri

Önceki yazılarımızda Emanuel Swedenborg (1688–1772) ve onun sistemini temel alan Spiritüalizm/Ruhçuluk hareketlerinin (Allan Kardec ve Dr. Bedri Ruhselman) geleneksel dini dogmalara karşı nasıl kökten/radikal bir reformist/ıslah edici tavır aldığını detaylıca incelemiştik. Bu reformun en belirgin örneklerinden biri, Batı teolojisinde Şeytan (Satan) ve İblis (Devil) olarak bilinen figürlerin ve yerel inanç sistemlerinde Cinler/Afarit olarak anılan varlıkların doğasına dair görüşlerdir.

Ruhçuluk akımına göre, bu tür kötücül/habis varlıklar, geleneksel dinlerin öğrettiği gibi Tanrı'nın karşıtı veya bağımsız, manevi/ruhani bir tür değildir; aksine, ahlaki/etik ve ruhanî tekâmül/evrim sürecini tamamlayamamış insan ruhlarının kolektif/toplu hâlini temsil ederler.

I. Şeytan/İblis ve Cin/Afarit Kavramına Dair Temel Görüş

Ruhçuluğun kurucu figürleri, kötülüğün (evil) kaynağını, insanın kendi öz-sevgi ve dünyaya olan maddesel (material) bağlarından gelen sapkın arzu ve istemlerinde (will) görürler.

1. Kötülüğün İnsanî Kökeni: Swedenborg ve Kardec’in öğretisine göre, melekler ve iblisler/cinler ayrı varlıklar değildir; tüm zeki/akıl sahibi varlıklar aynı doğa ile yaratılmıştır ve gelişim derecelerine göre farklılaşırlar. İblisler veya Cinler, dünyevi yaşamlarında kötülük, hırs, bencillik ve yanlış inançlara (falsities) saplanmış, ahlaken geri kalmış insan ruhlarının bedenlerinden ayrıldıktan sonraki hâlleridir. Ölüm, kişinin kimliğini, bilincini ve temel eğilimlerini değiştirmez. Bu nedenle, dünyevi yaşamlarında yalan, hile veya nefret sevenler, ölümden sonra da aynı kötü eğilimleri devam ettiren ruhlar (evil spirits) olarak var olurlar.

2. Ruhselman’da Geri Ruhlar (Mütekâmil Olmayanlar): Dr. Bedri Ruhselman'ın Neo-Spiritüalizm sisteminde bu kötücül varlıklar, Mütekâmil Olmayan Ruhlar (Geri Ruhlar) olarak sınıflandırılırlar. Onuncu sınıfa (en alt seviye) ait olan bu kirli ruhlar, kötülüğe eğilimli olup, insanları aldatmak ve kendi tahakküm/hâkimiyet hırslarını (lust for domination) tatmin etmek için her türlü maskenin altına girebilirler.

3. Tekil Şeytan Figürünün Reddi: Ruhçuluk, Hristiyanlıkta ve İslâm'da yaygın olan, güçlü, bağımsız bir varlık olarak tek bir Şeytan'ın varlığını reddeder. Swedenborg, cehennemin (hell) tamamının, Tanrı'yı inkâr eden (atheists) ve hayatlarını suç işleyerek geçiren insanlardan oluştuğunu ve bunların toplu olarak Şeytanlar ve İblisler (Satans and Devils) olarak adlandırıldığını belirtir. Bu, kötülüğün insana atfedilen kolektif/ortak bir durum olduğu anlamına gelir.

II. Cinler ve Afarit’in Ruhanî Âlemdeki İşlevi

Spiritistlere göre, Cinler (Jinn) veya Afarit (Afarit) gibi yerel isimlerle anılan varlıklar, temelde aynı ahlaki/etik kategoriye ait ruhlardır.

1. Obsesyon/Musallat Olayları: Bu geri ruhların temel faaliyeti, hayatta kalan insanlara musallat olmak (Obsesyon) veya tahakküm altına almaktır. Bu kötü ruhlar, yeryüzüne yakın bölgelerde (earthbound) kalarak, dünyevi şehvetlerini ve maddi arzularını tatmin etmek amacıyla, duyarlı (sensitive) veya negatif mizaçlı (negative temperament) insan bedenlerini veya onların manyetik alanlarını (aura) kontrol etmeye çalışırlar. Bu musallat ruhlar, bazen aldatıcı bir şekilde kendilerini yüksek varlıklar veya melekler gibi tanıtarak, insanları kendi yanlış yollarına sürüklemeyi amaçlarlar.

2. Türkiye Bağlamında Afarit: Kaynaklar, Arap/Ana'kh literatüründe Cinlerin (Djinn) ateşten yaratılmış varlıklar ve Afarit'in (Afarit) ise bunların çoğulu olduğunu belirtir. Bu varlıklar, maddeleşme (materialization) yeteneğine sahiptirler. Türkiye ve Anadolu bağlamında, bu tür Afarit'in özellikle Türk kadınlarına musallat olduğu, onlara rahatsızlık, kronik korku ve çalkantılı ruh hali verdiği kaydedilmiştir. Spiritist bilim bu durumları, bu varlıkların ruhanî tekâmül eksikliği ve tahakküm hırsı ile açıklamıştır.

3. Ruhselman’ın Metodolojik Uyarısı: Ruhselman, celselerde (séances) bu geri ruhların sıkça karşılaşılan bir unsur olduğunu ve deneyimsiz araştırmacıların (medyom, operatör) kendilerini korumak için bilgili olmaları gerektiğini vurgulamıştır. Geri ruhlar, musallat olmaya çalıştıkları insanın zaafları ve inançları üzerinden onlarla iletişim kurar; örneğin, bir kişi musallat ruhun kendisinden üstün bir varlık olduğunu kabul ederse, ruh bu inançla onu tahakküm altına alır. Bu nedenle, ruhlarla temasta akıl/mantık (reason) ve bilginin (knowledge) mutlak bir rehber olarak kullanılması hayati önem taşır.

III. Ruhçuluğun Şeytan ve Cin Görüşünün Reformist/Isah Edici Yönü

Ruhçuluğun bu figürlere olan yaklaşımı, Hristiyanlık ve İslâm'ın dogmatik/dini dogmalarına karşı bir meydan okumadır.

  1. Deneysel Kanıtın Merkeziliği: Spiritistler, ruhani varlıkların varlığını inanç meselesi olarak değil, deneysel/ampirik çalışmalarla kanıtlanabilir bilimsel bir gerçeklik olarak görmüşlerdir. Onlar için bu varlıklar, yalan söyleyen, bilgisiz, kaba ve ahlaksız olabilen, ancak özünde hala insan olan ruhlardır.
  2. Sonsuz Ceza Reddi: Geri ruhların da, zamanla ve acılarla (suffering) tekâmül/evrim geçirme yasasına (law of progress) tabi olduğu düşünülür. Ruhçuluk, bu nedenle, geleneksel dinlerin öğrettiği ebedi/sonsuz ceza (eternal punishment) fikrini reddetmiştir. Musallat ruhlar dahi, İlahi Nizam'ın (Divine Order) bir gereği olarak, nihayetinde düzelmeye mahkûmdurlar.
  3. Ahlaki Sorumluluk: Şeytan'ı bağımsız bir dış güç olarak görmeyi reddetmek, insanın kötülüğün kaynağı olarak kendi iradi/istencel seçimlerini kabul etmesi anlamına gelir. Bu da Ruhselman'ın sistemindeki özgür irade (freedom of choice) ve bireysel ahlaki sorumluluk ilkesini pekiştirir.

Özetle, Ruhçuluk, Cinleri veya Afarit'i, Batı Spiritizminin geri ruhlar (undeveloped spirits) kategorisine dahil olan, dünyevi hırslara sahip, ahlaki açıdan geri kalmış insan ruhları olarak kabul eder ve bu varlıkların gücünün, insanın kendi bilgisizliği, zafiyetleri ve dogmatizmine karşı koyamamasıyla sınırlı olduğunu savunur.

Kavram

Geleneksel Dini Görüş (Özellikle Batı Hristiyanlığı ve Kuday)

Ruhçuluk/Neo-Spiritüalizm Görüşü

Cin/Şeytan'ın Doğası

Tanrı'nın karşıtı, bağımsız, düşmüş melekler veya ruhanî tür.

Kötülüğe eğilimli, dünyevi arzulara bağlı, ölmüş insan ruhları.

Kötülüğün Kaynağı

Şeytan'ın kışkırtması ve ilk günah (original sin).

İnsanın kendi öz-sevgisi ve dünyevi/maddesel arzularından.

Musallat/Obsesyon

Şeytanî varlıkların doğrudan saldırısı.

Geri ruhların kendi tahakküm hırslarını tatmin etme çabası (Musallat Ruh).

Nihai Kader

Ebedi/sonsuz ceza.

Tekâmül/evrim yasasına tabi, düzelmeye mahkûm.

 

Ruh Çağırmada Gelenin Ruh Değil Cin Olduğunu Düşünenler Var

Ruhçuluk (Spiritüalizm) akımının öncülleri ve takipçileri, özellikle Emanuel Swedenborg (1688–1772) ve Allan Kardec'in (1804–1869) sistematize ettiği doktrinler, ruh çağırma (evocation) seanslarında temasa geçilen varlıkların, geleneksel dinlerin tarif ettiği Cinler/Afarit (Jinn/Afarit) veya Şeytan (Satan) gibi bağımsız, insan dışı varlıklar olduğu yönündeki tezi kesin bir dille reddederler.

Dr. Bedri Ruhselman'ın (1898–1960) kurduğu Deneysel Neo-Spiritüalizm (Tecrübî Neo-İspiritüalizma) de bu Batı kaynaklı Spiritist kozmolojiyi benimser ve geleneksel dinlerin bu tür kavramlarını, ahlaki tekâmül/evrimlerini tamamlayamamış insan ruhlarının topluluğu olarak yeniden tanımlar.

I. Ruhçuluk Paradigmasında Varlıkların Temel Kimliği

Spiritizmin temel epistemolojik/bilgi kuramsal varsayımı, ruhani âlemin ve temasların doğasını kökten bir şekilde değiştirmiştir.

1. Temas Edilen Her Varlık İnsan Ruhudur: Ruhçuluğun kurucu tezi, melekler, iblisler ve Cinler de dahil olmak üzere ruhani dünyadaki tüm varlıkların, aslında yeryüzünde yaşamış insanların ruhları (souls of the dead) olduğu ve insan soyunun, cennetin "tohum yatağı" (seedbed of heaven) olduğu yönündedir. İnsanların farklı sınıfları, iyi ve kötü, sadece entelektüel/zihinsel ve ahlaki gelişimlerinin farklı derecelerini temsil ederler. Ölüm, kişinin kimliğini, bilincini, eğilimlerini ve hafızasını ortadan kaldırmaz; kişi, dünyadaki haliyle yaşamaya devam eder.

2. Şeytan ve Cin Figürünün Reddi: Ruhçuluk, Hristiyanlıkta ve İslâm'da yaygın olan tek, bağımsız ve güçlü bir Şeytan figürünün varlığını mutlak surette reddeder. Swedenborg'a göre, Cehennem'in tamamı, yeryüzündeyken kötü bir yaşam süren ve Tanrı'yı inkâr eden (atheists) insan ruhlarından oluşur ve bu ruhlar topluca Şeytanlar ve İblisler (Satans and Devils) olarak adlandırılır. Bu varlıklar, insanın kendi öz sevgisine (self-love) saplanıp kalmasından kaynaklanan kolektif/ortak kötülüğün bir görünümüdür. Ruhselman'ın sisteminde, geleneksel cin ve şeytan tanımları, "Mütekâmil Olmayan Ruhlar" (Geri Ruhlar) kategorisine dahil edilir.

II. Geri Ruhların (Cinlerin) Özellikleri ve Aldatma Mekanizması

Ruhçuluğa göre, cin/şeytan sanılan varlıklar, ruh çağırma seanslarında ortaya çıkan düşkün, bilgisiz, art niyetli veya hilekâr insan ruhlarıdır. Bunların temel amacı, kendi tahakküm hırslarını (lust for domination) tatmin etmek ve iletişim kuranları Obsesyon/Musallat yoluyla aldatmaktır.

1. Teşevvüş Hâli (Confused State): Seanslara gelen düşük seviyeli ruhların birçoğu, ölümden sonra şaşkınlık ve karışıklık (teşevvüş hâli) içindedirler. Bu varlıklar, dünyevi arzularından, alışkanlıklarından ve yanılgılarından kurtulamadıkları için, yaşadıkları yeri hâlâ Dünya zannedebilirler. Kendi kötülüklerinin ve sapkın inançlarının imajlarını (imagination), nesnel/objektif bir gerçeklikmiş gibi çevrelerinde yaratır ve bu imajları yaşarlar. Bu nedenle, bir katil sürekli kurbanını görürken, bir cimri bıraktığı altınlarını arayabilir. Bu yanılsamalar, onların ruhani acılarını ve azaplarını oluşturur.

2. Hile ve Maskeleme: Geri ruhlar (cinler), amaçlarına ulaşmak için sıklıkla kendilerini olduklarından farklı tanıtırlar.

  • Yanlış Kimlik Kullanımı: Low-level spirits are prone to use false names (yüksek varlık, melek, peygamber vekili, ünlü filozof) veya başkalarının kimliklerini (impersonation) takınırlar. Swedenborg, seans katılımcılarının zihnindeki düşüncelerin, ruhları o kişiyi taklit etmeye itebileceğini bizzat gözlemlemiştir.
  • Aldatıcı Amaçlar: Bu varlıklar, kendilerini ışık melekleri gibi göstererek dinsel dogmaları veya ahlaksız telkinleri yayabilirler. Türkiye'de, Ruhselman'ın gözlemlediği seanslarda, bu hilekâr ruhların bazen "vahşi bir hayvanın parçalama içgüdüsüne" sahip olduğu ve insanları cinayete teşvik eden iğrenç arzularını ifade ettikleri kaydedilmiştir.

3. Cinler ve Obsesyon/Musallat: Ruhçulukta, cinlerin insanlara musallat olması (obsession/possession) kavramı, geri ruhların bir bedensiz ruhun zihnini veya bedenini ele geçirmesi olarak açıklanır. Bu, ruhun özgür iradesine (free will) karşı yapılan bir zorlamadır. Geri ruhlar, insanın zihinsel durumundan yararlanarak, nefret, kin, bencillik ve şehvet gibi kötü duyguları artırır ve bu duyguların medyumda veya insanda açığa çıkmasını sağlarlar. Ruhselman'a göre, bu musallatın en önemli mekanizması, ruhun o anda yayımladığı kötü titreşimlere (vibrations) otomatik olarak uyum sağlayan başka bir varlık tarafından çekilmesi (sempatizasyon) veya ruhun kendi varlığının manyetik alanının, obsesörün manyetik alanıyla temas etmesidir.

III. Ruhselman’ın Türk Spiritizmine Katkısı ve Geleneksel Görüş

Ruhselman, Batı Spiritizminin bu rasyonelci/akılcı çizgisini benimseyerek, geleneksel İslâmî/Sufi mistisizminden ve yerel inançlardan ayrılmayı amaçlamıştır.

1. Sufi/Mistik Gelenekle Çatışma: Ruhselman, geleneksel dinlerin öğrettiği dogmatik inançları ve Sufizm'i (mistisizm), bilimdışı ve pasif olduğu gerekçesiyle eleştirmiş, yeni sistemini ise bilimselleşmiş maneviyat (scientified spirituality) üzerine kurmuştur. Bu durum, Ruhselman'ın ruhaniyet konusundaki yaklaşımının yerel İslâmî çizgiden ziyade, Batı Spiritizminin Hristiyanlık-sonrası reformist akımına ait olduğunu gösterir.

2. Cinlere Dair Geleneksel İnançlar: Ruhselman'ın sistemine rağmen, geleneksel inançlar Türk Spiritizmine yabancı değildi. Örneğin, Hasan Merzuk'un Cinlerle Muhabere (Conversations with the Djinns) adlı eseri (Ruhselman'ın gençliğinde okuduğu) yerel inançlardaki Cin/Afarit konusuna değinir. Türkiye ve Arap Yarımadası'ndaki geleneksel Sihr (Magic) ve Ruhaniyyin (Spiritualists) inançlarına göre, Cinler (Jinn) dumansız ateşten yaratılmış varlıklar olup, Afaritler ise özellikle rahatsız edici ruhlardır ve bu varlıklar Sahiriin tarafından özel dillerle (Shataniyaat veya Rouhaniya) çağrılırlar.

Spiritizm, tüm bu geleneksel inançları bilimsel şüphecilik (skepticism) ve rasyonel analiz yoluyla reddederek, seanslarda görülen kötü niyetli hayaletleri, hortlakları (ghosts) ve Cinleri sadece insan ruhlarının yansıması ve hilesi olarak açıklar.

Ruhçulukta Kutsal Bir Sır (Sacred Arcanum)

Emanuel Swedenborg'un (1688–1772) teolojik/ilahiyat külliyatının ve onun Spiritüalizm/Ruhçuluk akımları üzerindeki kurucu etkisinin merkezinde aşk/sevgi (love) ve cinsiyet (sex) mefhumları yer almaktadır. Swedenborg'un öğretisi, cinsel birleşmeyi sadece doğal bir eylem olarak değil, aynı zamanda kozmolojik/sistemli bir hakikati temsil eden ve bireysel tekâmül/evrim sürecini doğrudan etkileyen kutsal bir sır (sacred arcanum) olarak ele alır.

Dr. Bedri Ruhselman'ın Deneysel Neo-Spiritüalizm sistemi de bu temeli miras alarak, cinselliği "bilimselleşmiş maneviyatın" (scientified spirituality) bir parçası olarak, maddenin (matter) ince titreşimleri (vibrations) ve evrensel ahlakın (unifying morality) kaynağı olarak açıklamıştır.


I. Sevginin ve Cinselliğin İlahi/Tanrısal Kaynağı

Swedenborg'un kozmolojisinde, yaşamın ve evrenin nihai kaynağı, İlahi Sevgi ve İlahi Bilgelik (Divine Love and Divine Wisdom) olmak üzere iki özsel/temel unsurdan oluşur. Bu iki unsur, göksel/cennetli evliliği (the heavenly marriage) oluşturur ve yaratılıştaki her şey bu birliğin bir yansıması veya tekabüliyet/denkliği (correspondence) olarak var olur.

Kadın ve Erkeğin Yaratılış Amacı:

 Yaratılış gereği, kadın ve erkek, bu ilahi birliği yeryüzünde temsil etmek üzere tasarlanmıştır.

  • Erkek (Male), hakikatin anlaşılmasına ve bilgeliğe (wisdom) odaklanmak üzere yaratılmıştır.
  • Kadın (Female), iyiliğin istenmesine ve bu bilgeliğin sevgisine (love) odaklanmak üzere yaratılmıştır.
  • Birleşme sırasında, erkeğin anlama/idrak (understanding) yeteneği ile kadının irade/istenç (will) yeteneği karşılıklı ve birbirini tamamlayıcı bir şekilde birleşir. Bu sayede, göksel evlilik (heavenly marriage) yeryüzünde Evlilik Sevgisi (Conjugial Love) olarak tecelli eder.

Ruhsal Bütünlük Olarak Evlilik Sevgisi:

Hakiki evlilik sevgisi (conjugial love), kişinin sadece bir eşle (monogami) gerçekleşebilen ruhani/içsel (spiritual/internal) birliğidir. Bu sevgi, Ruhçuluk'ta temel bir ahlaki/etik gerekliliktir:

  • Bir Melek, Tek Varlık: Cennette, karı-koca olarak yaşayan iki ruh, birleşmiş zihinleri nedeniyle bir melek (one angel) olarak adlandırılır.
  • İffet/Saflık (Chastity): Swedenborg'un sisteminde iffet, bekârlık (celibacy) değil, monogamik evlilik içindeki cinsel ilişki olarak tanımlanır. Evlilik sevgisi, özünde kutsal, saf ve iffettir.

II. Kadın ve Erkeğin Birleşmesindeki Gizem ve Arkana

Swedenborg'un vizyonları ve tebliğleri, kadın ve erkeğin fiziksel birleşiminin ardında, ruhsal varlıklarının birbirine karıştığı ve dönüştüğü derin bir gizemi (arcanum) açığa çıkarır. Bu, Ruhçuluk'ta kutsal birlik olarak kabul edilir:

A. Ruhun ve Özün Aktarılması (Propagatio Animae)

Erkeğin tohumu (semen), sadece fiziksel bir sıvı değil, erkeğin ruhunu (soul) ve onun zihnini (mind) taşıyan elemental bir formdur.

  1. Ruhsal Tohumun Alınması: Erkeğin üreme maddesi (prolific principle), karı tarafından evrensel olarak alınır (received universally) ve kadının yaşamına eklenir.
  2. Kadının Şekillenmesi: Bu süreç, kadının kendi iradesini ve hayatını kocasının hayatıyla birleştirmesine olanak tanır. Bu aktarım sonucunda kadın, kocasının bilgeliğine (wisdom) ait şeyleri kendine mal eder ve kocasının suretini (effigy) alır. Kadın böylece gerçek bir eşe (wife) dönüştürülür.
  3. Gizli Yöntem (The Secret Way): Bu birleşme ve kadının eşe dönüşme süreci, genellikle gizli yollarla (by secret means) gerçekleşir ve erkeğin bu durumdan tamamen habersiz (ignorant) olduğu söylenir. Bu, İncil'de (Genesis), Havva'nın Adem uyurken (yani Adem'in tam bir unwissenheit—bilgisizlik hâlinde) yaratılmasıyla sembolize edilir.
  4. Ruhani Üreme: Cennette ise bu birleşmeden doğal çocuklar yerine Ruhani Ürünler (Spiritual Offspring) doğar. Bu ürünler sevgi ve bilgelik (yani iyilik ve hakikat) olarak adlandırılır.

B. Sevgiden Gelen Titreşimler ve Duygular

Ruhselman'ın Neo-Spiritüalizminde, tüm duygusal ve ruhani etkileşimler, titreşimler (vibrations) aracılığıyla açıklanır ve bu, sevginin evrensel gücünü gösterir:

  1. Manyetik Alanlar: Sevgi, bedenin etrafında yüksek ve çekici bir manyetik alan (magnetic field) yaratır. Bedenlerin birbirini sevmesi ve çekmesi, bu manyetik alanların sempatize olması (sympathize) ve karşılıklı titreşimlerle uyum sağlaması demektir.
  2. Duygusal Etki: Sevgi ve nefret, kin ve dostluk; bunlar Spiritizm'e göre yalnızca soyut duygular değil, madde bileşimlerinden yayılan enerjilerin (energies from material compositions) görünümüdür. İki insanın birleşimi, iki zıt kutbun (erkek ve kadın) bir araya gelerek dengeyi (equilibrium) sağlamasıdır.

III. Ruhçuluğun Cinsellik Hakkındaki Ahlaki/Etik Duruşu

Ruhçuluk, Hristiyanlıkta aşırı bir baskı aracı olarak kullanılan günah ve ceza kavramlarını reddederken, cinselliğin kötüye kullanımını da en büyük ruhani felaket olarak kabul etmiştir.

1. Adultery/Zina ve Poligami (Çok Eşlilik) Eleştirisi: Zina, Evlilik Sevgisi'nin karşıtıdır ve Böylesel Arzu/Şehvetin Çılgınlığı (Lüsternheit der Thorheit) olarak adlandırılır.

  • Ruhani Profanasyon: Zina, ruhun içsel (internal) seviyelerini kapatır ve ruhsal hayatı yok eder. Swedenborg, Cehennem'in tamamını "zina" (adultery) olarak adlandırmış, zinanın ise Kötü ve Yanlış'ın Birleşmesi (Vermählung des Bösen und Falschen) olduğunu söylemiştir.
  • Müslümanlığa Eleştiri: Önceki yazılarımızda ele alındığı gibi, Swedenborg ve Ruhçular, İslâm'ı eleştirirken poligamiye (çok eşliliğe) izin verilmesini, evlilik sevgisini böldüğü için bu dinin ruhani tekâmülünü engelleyen temel kusur olarak görmüşlerdir. Bu durum, Müslüman cennetleri ile Hristiyan cennetleri arasında bir iletişim eksikliği (no communication) ve ayrılık yaratır.

2. Bencilliğin Yıkımı: Ruhçuluk, cinselliğin kötüye kullanılmasının temel nedenini öz-sevgi (self-love) ve dünya sevgisi (love of the world) gibi nefsani/bencil tutkularda görür. Şeytan veya geri ruhlar (cinler), bu tür bencil arzulardan beslenen, ruhanî olarak düşkün insan ruhlarıdır. Obsesyon/musallat hâlleri, bu ruhların, hile veya yalanlarla insanları ahlaksızlığa sürükleyerek tahakküm hırslarını tatmin etme çabasıdır.

IV. Ruhçulukta Cinsellik ve Tekâmül/Evrim

Cinsellik, Spiritizm'e göre, bireyi ya hızla tekâmül (evolution) yolunda yukarı taşıyan ya da en alt seviyeye, yani hayvani (bestial) bir duruma indiren merkezi bir araçtır.

  • Olumlu Çaba: Sevgi, vazife bilinci ve iyilik yapma (doing uses) ile birleştiğinde, ruhsal gelişim hızlanır ve kişiyi vazife planına (Duty Plane) doğru hazırlar.
  • Olumsuz Çaba: Poligamik veya zina odaklı bir yaşam süren bir erkek, ruhaniyetten koparak hayvanın doğasına (nature of a beast) yaklaşır. Ruhselman'ın sistemine göre, bu durum, kişinin ruhanî ilerleme yeteneğini yavaşlatır ve onu Mütekâmil Olmayan Ruhlar (Undeveloped Spirits) arasına katar.

Sonuç olarak, Ruhçuluk akımı, cinselliği sevgi ve bilgelik ilkeleri etrafında yeniden formüle etmiş, onu mistik/ezoterik bir gizem olmaktan çıkarıp, rasyonel/akılcı gözlem ve ahlaki/etik gereklilikler üzerine kurulan yeni bir maneviyatın merkezine yerleştirmiştir. Bu yolla, cinsel birleşme, sadece biyolojik bir zorunluluk değil, aynı zamanda insanın Tanrısal suretini ne kadar yansıttığının da bir göstergesi hâline gelmiştir.

Rüyalar, Vizyonlar Ve Ruhsal Temaslara Ait Hikâyeler

Emanuel Swedenborg'un (1688–1772) vizyoner/sezgisel deneyimleri (vizyon), Allan Kardec'in sistematik Spiritizma'sı ve Dr. Bedri Ruhselman'ın Deneysel Neo-Spiritüalizm'inin temelini oluşturan teolojik/ilahiyat ve metapsişik külliyat, ölüm ötesi hayata dair sayısız gözlem/müşahede (observational account) ve hikâye içermektedir. Bu vakalar, Ruhçuluk akımının geleneksel dinlerin ceza/ödül dogmalarını nasıl reddettiğini ve onun yerine ruhani/manevi tekâmül/evrim (spiritual evolution) ve bilimsel ahlâk (scientified spirituality) kavramlarını koyduğunu tebarüz ettirmektedir.

Aşağıda, kaynaklarda geçen bu rüyalar, vizyonlar ve ruhsal temaslara ait hikâyeler, bunların Ruhçuluk/Spiritizma akımı içerisindeki bilimsel/rasyonel yorumlarıyla birlikte sunulmaktadır.


I. Önsezili/Doğru Çıkan Rüyalar ve Telepatik Vizyonlar

Bu tür vakalar, ruhun bedenden bağımsız bir şekilde uzay/zaman sınırlarının ötesine geçerek bilgi alabildiğini veya başkalarının düşüncelerini veya gelecekteki olayları algılayabildiğini göstermek için kullanılmıştır. Ruhçulukta bu durum, ruhun uykuda maddesel bağlardan kurtulması/özgürleşmesi (emancipation of the soul) ile açıklanır.

Vaka / Hikâye

Olayın Özeti

Ruhsal Yorum ve Açıklama

Kaynak

Stockholm Yangını (1756)

Swedenborg, Göteborg'de (500 km uzakta) olmasına rağmen bulutsuz bir gökyüzünde Stockholm'deki korkunç yangını olduğu gibi görmüş ve alevlerin yayılışını, başlangıç noktasını, hatta söndürülüş saatini en küçük ayrıntısına kadar bildirmiştir. Olayın doğruluğu bilim insanları tarafından teyit edilmiştir.

Bu tür olaylar, Swedenborg'un telepati ve ruhsal görme (clairvoyance) gibi yeteneklere sahip olduğunu gösterir; bu, ruhun bedensiz hale geçerek hakikati görme yeteneğidir.

Yıkılan Merdiven Düşü

Bir piskoposun oğlu, babasının üç mil ötedeki bir merdivenden düştüğünü rüyasında görür; bu olay daha sonra tanıklar tarafından doğrulanmıştır.

Ruhun bedensel bağlarından kurtulup (disengaging from matter) mesafeler ötesindeki olayları algılamasıdır.

Ölen Çocuğun Dövmesi

Bir kadın doğum yaptıktan sonra kabus görür; dövmeli bir adamın çocuğunu kucakladığını ve kendi dövmelerini çocuğun vücuduna yaptığını görür. Doğumda, çocuğun göğsünde gerçekten de hançerle delinmiş bir kalp dövmesi gibi izler görülür.

Bu tür doğum lekeleri (tattoos), annenin imgeleme/tahayyül (imagination) gücünün süptil maddeler üzerinde yarattığı biçimlenmelerdir.

Muleter'in Ölüm Uyarısı

Zengin bir toprak sahibi, kaybettiği parayı kendisine getiren katır sürücüsünü (muleteer) ödüllendirir. İki hafta sonra kanlar içinde rüyasına giren sürücü, ev sahibini kendisini öldürmekle suçlar. Bu rüya üç kez tekrar edince polise haber verilir ve ev sahibi tutuklanıp cinayetten hüküm giyer.

Bu, ruhun ölümden sonraki durumunun hayattaki kişiye yansıtılması (premonitory dream) yoluyla adaletin sağlanmasıdır.

Uzaklardaki Cenaze Töreni

Bir Fransız, Çin'deyken, Fransa’da bıraktığı çocuğunun gruptan öldüğünü ve kırmızı bir yorganın üzerinde yattığını rüyasında görür. Gelen mektup, olayın tüm detaylarını doğrular.

Ruh, uykuda bedeni terk ederek, dünyanın diğer ucundaki realiteyi algılayabilmiştir.

Elin Yanması ve Basit Kıyas

Elini ateşe sokan çocuğun acı duymasıyla edindiği bilgi, gövde bilgisi (body knowledge) olarak adlandırılır. Bir arkadaşının elinin yanmasını gözlemleyerek edindiği bilgi ise dal bilgisi (branch knowledge) olarak adlandırılır.

Bu olaylar, kıyas bilgisi (knowledge by comparison) ile idrakin/anlayışın yavaş yavaş nasıl geliştiğini ve öz bilginin nasıl kazanıldığını gösterir.


II. Ruh Çağırma Celselerinden Gelen Korkunç Müşahedeler (Manevi Azap)

Dr. Bedri Ruhselman’ın ve Allan Kardec'in kayıtları, geleneksel Cehennem'in bir mekân değil, kişinin dünyadayken edindiği kötü duygularının ve nefsaniyetlerinin (self-love/egoism) sebep olduğu içsel/vicdani azap (conscience torment) olduğunu göstermektedir. Bu duruma Ruhçulukta teşevvüş hâli (confused state) denir ve bu ruhlar Mütekâmil Olmayan Ruhlar (Geri Ruhlar) olarak sınıflandırılırlar.

Vaka / Hikâye

Olayın Özeti

Ruhsal Yorum ve Açıklama

Kaynak

İntihar Eden Anne

Oğlunun acısına dayanamayıp kendini öldüren anne, spatyomda oğlundan uzak kalmış ve sürekli olarak Tanrı'nın adaletsizliğinden şikâyet etmiştir. Azabının sebebi, cinayetin Tanrı’nın kanunlarını çiğnemek olmasıdır.

İntihar edenler, intihar anındaki dehşetin sürekli tekrarını yaşar. Mutlak saadet beklentisi yerine, kendiliğinden imajinasyon (spontaneous imagination) sonucu ortaya çıkan ıstıraplı imgeler içinde kalır.

Kaatil Nuri ve Sait

Bir cinayet işleyen Nuri'nin ruhu, celsede sürekli "Sait yüzünden" (öldürdüğü kişi) diye inlemiş ve rahatsızlık duymuştur. Ruhselman, Sait'in ruhunun gelmediğini, Nuri'nin kendi vicdan azabını Sait'in imajı (imge) olarak yarattığını ve bu objektivize edilmiş (nesnel hâle getirilmiş) azapla yüzleştiğini açıklar.

Kaatilin ruhu, yaptığı kötülükten kaçmak istedikçe, ruhsal olarak kendini cinayetin işlendiği yere çivilenmiş (riveted) hisseder ve azabı sürekli artar.

Kibirli Kraliçe

Dünyada gösterişli bir hayat süren ve kibirli olan Oude Kraliçesi'nin ruhu, spatyomda da hala kendisinin kraliçe olduğunu iddia eder. Hizmetçiler bekler ama bulamaz; yanına yaklaşanları küçümser.

Kibirli ruhlar, dünyadan getirdikleri bu benlik/öz-sevgi (self-love) yükü nedeniyle, bu duyguların yarattığı aldatıcı imajlar (deceptive images) içinde yaşar ve bu imajlar dağılmadıkça azaptan kurtulamaz.

Cani Varlık ve Tahakküm Hırsı

Son derece kaba ve vahşi bir ruh, bir celsede kedi-fare oyunu gibi, etrafındaki varlıklarla oynamayı arzuladığını ve tahakküm hırsını (lust for domination) tatmin etmeyi amaçladığını belirtir.

Bu geri ruhlar, tahakküm hırsları ve öz-sevgileri nedeniyle insanlara musallat olmaya çalışırlar. Amaçları, insanları kendi yanlış yollarına sürükleyerek manevi ölüme götürmektir.

Hasis L. ve Kum Yığını

Hayatını altın biriktirmeye adayan bir adam (L. veya Gimberteau) öldükten sonra, altından yaratılmış bir mahzende yatmaktadır. Para kesesinin boşaldığını gördüğünde ağlar ve altınlarını elleriyle avuçlamaya çalışır, ancak parmaklarının arasından kum döküldüğünü görür.

Hasis ruhların bu durumu, maddi ihtiraslarını (hırs) kutsal bir amaç değil, gaye (goal) edindikleri için, ruhlarının bu sapkınlığı devam ettirmesidir. Altınlar sadece imajinasyon (imgelem) ile yaratılmış sahte realitelerdir.


III. Ruhsal İletişimin Gizemi ve Mekanizması

Ruhçuluk, telepati ve medyomluk gibi fenomenlerin basit bir büyüden ziyade, evrensel manevi yasalarla işleyen ve bilimsel/fiziksel temelleri olan süreçler olduğunu savunmuştur.

Vaka / Hikâye

Olayın Özeti

Ruhsal Yorum ve Açıklama

Kaynak

Müzik Üretimi Uykuda

La Fontaine ve Coleridge gibi besteciler ve yazarlar, uykudayken eserlerinin tamamını (müzik veya şiir) tasarladıklarını ve uyandıklarında sadece kâğıda dökmek zorunda kaldıklarını belirtmişlerdir.

Bu, ruhun beden bağlarından kurtularak (disengaged from matter) daha yüksek bir planda (sublime spheres) faaliyet göstermesi ve ilham/sezgi (inspiration) almasıdır.

Medya Aracılığıyla İletişim

Ruhselman, radyoyu örnek göstererek, uzak bir yerden bilgi almanın normalde imkânsız göründüğünü, ancak bilginin ruhsal dalgalarla (radyofonik dalgalar) taşındığını ve medyomun da bu dalgaları alan cihaz (makine) rolünü üstlendiğini açıklar.

Ruhların anlaşma dili (language of spirits) mânâ alışverişidir; yani telepati ve klervoyans (ruhsal görme) ruhun öz anlaşım araçlarıdır.

Ruhanî Giyim ve Mekân

Cennetteki eşler, çıplak çocuklar olarak başlayıp çiçek çelenkleriyle süslenmiş ve sonunda parlayan ipek elbiseler giymiş yetişkinler olarak görünürler. Aynı zamanda, bir melek elinde tuttuğu kâğıt üzerindeki yazının (İyilik ve Hakikatin Evliliği) aşağı inerken parlaklığını kaybedip paslı demir rengini aldığını gösterir.

Cennetteki giysiler, ruhun ahlaki durumunu ve bilgeliğini temsil eden denkliklerdir (correspondences). Mekân ve giysiler sabik/geçmişte yaşanılan şeylerin görünümleri değildir, ruhun anlık durumunun yansımasıdır.

Bu gözlemler, ruhun ölümden sonraki durumunu, maddeleşmiş düşünce (düşüncenin maddeleşmesi) ve titreşimler (vibrations) yoluyla rasyonel/akılcı bir zemine oturtarak, Ruhçuluğun teolojik dogmalara karşı reformist/ıslah edici rolünü güçlendirmiştir.

Ruh Çağırma Kuralları

Ruhçuluk (Spiritism) akımının kurucuları olan Emanuel Swedenborg ve Allan Kardec ile Türkiye'deki temsilcisi Dr. Bedri Ruhselman'ın (Neo-Spiritüalizm) öğretilerine göre ruh çağırma (evocation) veya ruhsal iletişim (communion) eylemi, keyfi veya rastgele bir merak faaliyeti değil, belirli ahlaki/etik (moral), bilimsel/deneysel (empirical) ve mekanik kurallara tabi olan ciddi ve zorlu bir girişimdir.

Ruhçular için, popüler kültürdeki ürkütücü tasvirlerin aksine, ruhlarla iletişim kurmak (celseler/séances) kutsal ve bilimsel bir eylemdir. Bu eylemin temel amacı, ölüm korkusuyla başa çıkmak, öte âleme dair bilgi edinmek ve ahlaki/manevi (spiritual/moral) tekâmül/evrim (evolution) yolunda ilerlemektir.

Aşağıda, kaynaklarda geçen ruh çağırma kuralları ve Spiritizmin bu konudaki metodolojik/yöntemsel gereklilikleri, Ruhselman'ın Neo-Spiritüalizmi (Tecrübî Neo-İspiritüalizma) ve Kardec'in prensipleri ekseninde sunulmuştur.

I. Celseye Ait Genel ve Ahlaki/Etik Kurallar

Ruhçulara göre ruhlarla iletişimin başarısı, her şeyden önce katılımcıların ve medyumun (aracı) ahlaki/etik ve zihinsel/entelektüel (intellectual) durumlarına bağlıdır.

A. Amaç ve Niyet (Maksat)

Ruh çağırma, ciddi, yapıcı ve bilgilendirici (constructive, informative) bir amaç taşımalıdır.

  1. Fayda ve Tekâmül: Amaç, bilgelik, bilgi, moral yükseliş ve insanlığın iyiliği/hayrı (good of humanity) olmalıdır. Yüksek dereceli ruhlar (higher order spirits), ancak öğrenme, kendini geliştirme ve ahlaki eğitim amacıyla yapılan samimi taleplere cevap verirler.
  2. Maddiyatın Reddi: Maddi çıkarlar, servet arayışı, falcılık (fortune-telling), gizli hazineleri sorma veya kişisel hırsların tatmini için iletişim kurmak yasaktır ve şiddetle eleştirilir.
  3. Ücretsiz Hizmet İlkesi: Medyumluk yeteneği, Tanrı'dan gelen bir armağan (gift from God) olduğundan, hizmetler için kesinlikle ücret talep edilmemelidir.

B. Niyet ve Affinite/Yakınlık Yasası

İletişime geçilen ruhun niteliği, katılımcıların (sitters) zihinsel ve ahlaki durumuna göre belirlenir:

  1. Ahlaki Çekim: Yüksek ruhlar, yalnızca kendi titreşimleriyle uyumlu (affinity and analogy) ve saf niyetli olanları çeker. Bencillik (selfishness), öfke (anger) ve maddi arzular (material concerns) ise alt seviye, alaycı, hilekâr ve kötü niyetli ruhları (evil spirits) davet eder.
  2. Ruhanî Korunma (Dua): Seansın başlangıcında ve sonunda dua etmek, ruhları maddeden kurtarır ve kötü etkilerden korunma sağlar. Dua, Kalbin (heart) samimi ifadesi olmalıdır, formül veya ezberden ibaret olmamalıdır.

II. Celsenin Fiziksel ve Mekanik/Teknik Koşulları

Ruhsal enerjinin akışı (fluidic current) ve iletişimin netliği, ortamdaki koşulların optimize edilmesine bağlıdır.

A. Ortam ve Atmosfer

  1. Sükûnet ve İçsel Toplanma (Inner Retreat): Celse, sessiz, huzurlu ve sakin bir ortamda (serene study) yapılmalıdır. Ortam, harmoni içinde olmalı, aksi takdirde çelişkili veya şiddetli titreşimler medyumda rahatsızlığa ve iletişimin kesilmesine neden olur.
  2. Fiziksel Kısıtlamalar: Medyumların bağlanması (binding) veya kelepçelenmesi tamamen reddedilir. Bu, kasıtlı veya kasıtsız hileye yol açar ve medyum için acı vericidir.
  3. Aydınlatma: Medyumsal tezahürler genellikle çok düşük ışıkta (subdued or faint light) gerçekleşir; zira güçlü ışık, ruhanî kuvveti bozar (disturbs the psychical activity). Ancak Spiritizm, kontrol için yarı aydınlık (half-lit) seansları tercih eder.
  4. Katılımcı Sayısı: En ideal grup, homojen (homogeneous) ve uyumlu düşüncelere sahip 4 ila 12 kişiden oluşur. Çok fazla katılımcı, bozucu etkileri artırır.
  5. Temas (Magnetic Chain): Katılımcıların ellerini bir araya getirerek bir manyetik zincir (magnetic chain) oluşturmaları, ruhsal enerjinin akışını ve gücünü destekler. Kolların, ellerin veya bacakların çaprazlanmaması gerekir; bu, manyetik akışı bozar.

B. İletişim Mekanizmaları

  1. Medyumun Rolü: Medyum, ruhun mesajını iletmek için kullanılan maddesel bir araç (material instrument) veya yayın istasyonudur (broadcasting station). Ruhlar, medyumun beynini, ses tellerini veya elini kullanır.
  2. Vibrasyon Uyumu: İletişim, ruhun kendi titreşimlerini yavaşlatması ve medyumun (trance) titreşimlerini artırması ile gerçekleşir. Örneğin, normal beyin titreşimi saniyede 1000 iken, medyumun beynindeki titreşim 1500'e yükselirken, ruh 2000 olan titreşimini 1500'e düşürerek uyum sağlar.
  3. Yazılı ve Sesli İletişim: İletişim, masa vurma (typtology), otomatik yazı (automatic writing) veya ruhun medyumun bedenine girmesiyle konuşması (incorporation/psychophony) yoluyla sağlanır. Sesli iletişimde, medyumun sesi ve fizyonomisi değişir.
  4. Materyalizasyon: Bazı ruhlar, medyumdan ve katılımcılardan ödünç alınan fluidik elementler ve yaşamsal kuvvet (vital force) ile el, yüz veya tüm beden şeklinde maddi formlar (ectoplasm) oluşturabilirler.

III. Medyom ve Operatör Yeterlilikleri

Ruhçulukta, celseye katılan herkesin bilgili, ahlaklı ve iradeli olması gerekir.

A. Medyom İçin Gerekli Şartlar

  1. Moral Karakter: Medyumun moral kalitesi (moral qualities) yüksek olmalıdır. Ahlaki yozlaşma (immoral behavior), medyumun yeteneğini düşürür ve yeteneğinin kötü ruhların istifasına açılmasına neden olur.
  2. Hazırlık ve Yaşam Tarzı: Medyumlar, alkol, tütün ve etten (meat) uzak durmalı, celse günlerinde cinsel ilişkiden kaçınmalıdır. Kutsal bir görevi yerine getirdikleri bilinciyle çalışmalıdırlar.
  3. Pasif Değil, Aktif: Medyum, edilgen (passive) bir araçtan çok, bilinci ve iradesi (will) ile hareket eden, öğretilerini dikkatli bir şekilde incelemiş bir misyonerdir. Gelen telkinler kötü ise, medyumun bunları iradesiyle reddetme hakkı vardır.

B. Operatör/Yönetici İçin Gerekli Şartlar

  1. Liyakat ve Bilgi: Operatör, ciddiyet, geniş bilgi, pratik deneyim, sabır ve güvenilirlikle donanmış olmalıdır.
  2. Sorgulama Metodu: Operatör, soruları önceden hazırlamalı, ruhun seviyesine uygun bir dil kullanmalı ve her şeyi sorgulama (cross-check) ilkesini uygulamalıdır. Gelen tebliğler, bilimsel bilgiyle ve akıl ilkeleriyle (principles of reason) çelişmemelidir.
  3. Tahakkümün Reddi: Operatör, gelen ruha, ahlaki seviyesine göre hürmetli veya kararlı/sert bir şekilde hitap etmeli, ancak hiçbir zaman tahakküm hırsı (lust for domination) sergilememelidir; zira ruhlar özgürdür.

IV. Ruh Çağırmanın Tehlikeleri ve Korunma

Ruhçular, ruhlarla iletişimin yanlış yapılması durumunda büyük tehlikeler içerdiğini ısrarla vurgularlar.

A. Obsesyon/Musallat Tehlikesi

  1. Düşük Ruhların Baskısı: Frivolous/alaycı ve kötü niyetli ruhlar, medyumun zihnine girerek obsesyon (musallat) yaratır. Bu ruhlar, kurbanlarının kibir, hırs, bencillik ve cehalet gibi zaaflarını koklar ve onları kendi yozlaşmış fikirlerine sürükler.
  2. Hile ve Taklit: Kötü ruhlar, kendilerini melek veya yüksek varlık gibi gösterir. Amacı, insanı manevi ölüme (spiritual ruin) sürüklemektir.
  3. Sonuçlar: Obsesyon, sinirlilik, fiziksel bitkinlik, ruh sağlığının bozulması ve kişinin kendi iradesini kaybetmesiyle (surrender their will) sonuçlanır.

B. Korunma Yolları

Obsesyondan korunmanın tek yolu ahlaki üstünlük.

  1. Yaşam Tarzı: Ruhsal korunma, dürüstlük, temiz niyet (purity of heart) ve iyi eylemlerle (good deeds) gelen yüksek titreşimlerle sağlanır.
  2. Rehber Ruh: Deneyimli bir Rehber Ruh (Spirit Guide) veya koruyucu melek (Guardian Angel) edinmek, celseyi güvenli kılar ve kötü varlıkları uzak tutar.

V. Ruhçuluk Dışındaki Kadim/Geleneksel Çağırma Kuralları

Spiritizm, yukarıdaki kuralları bilim ve ahlak temelinde oluşturmuşken, eski ve yerel inanç sistemleri (Sihr, Necromancy) ruh çağırma eylemini tamamen farklı bir kurallar dizisine tabi tutar. Ruhçuluk, bu uygulamaları büyücülük, hurafe ve charlatanlık olarak reddeder.

A. Sihr ve Cin/Afarit Çağırma (Geleneksel/Sahiriin)

  1. Dil ve İsimler: Varlıklar, yabancı veya modern dilleri değil, kendi kadim dillerini (Sahiriin/Ulemite/Ana'kh) konuşur. Çağırma komutları (Talabaat) ve dualar (Duu’aat) o dile ait özel ifadelerle (örneğin “Ihdar Burkan Al Jasour Sharifina”) yapılmalıdır.
  2. Zaman ve Mekân: Çağırma seansları, varlığın türüne göre belirli gün ve saatlerde yapılmalıdır (örneğin Cumartesi 7:00 PM – 3:00 AM arası Ghourbaan çağrılır).
  3. Materyalizm ve Korunma: Çağırma bölgesi (Burqa’h) belirlenir. Korunma için özel tılsımlar (Himaya) veya muska (Jazaam Kitbaat) kullanılır ve bu, geleneksel olarak hayvan derisine yazılır.
  4. Zorlama: Spiritizm ruhları özgür bırakırken, Sihr uygulamaları Cinleri ve Afaritleri emirlerle (Amurukum/A’atee) zorlamayı ve kontrol altına almayı amaçlar. İtaat etmeleri halinde büyük ödüller vadedilir.

B. Ölümden Sonraki Temas Süresi

Ruhçulukta, sevilenlerin ruhları sevgi bağıyla daima yakınken, Sihr ve Ulema öğretilerine göre ölülerle temas için kesin bir zaman kısıtlaması vardır:

  1. 40 Gün Kuralı (Baada Bakra): Vefat eden kişinin ruhu, genellikle 40 gün (Baada bakra) boyunca dünya ile öte âlem arasında bir geçiş bölgesinde kalır (trapped in Bilaya zone) ve bu süre zarfında temas kurulabilir. 40 günden sonra ruh, daha yüksek bir boyuta geçer ve iletişim imkânsız hale gelir (unreachable).
  2. Amorf Madde / Ektoplazma: Temas, ruhun yoğun enerjisinden (Fikr) veya enerjik projection (Raj’aa) ile gerçekleşir. Yüksek yoğunlukta enerjiye sahip olan ruhun tecelli süresi 10 saniyeye kadar sürebilir; enerji azaldığında ruh aniden dağılır (dissipates).

Daha Önceki Yazılarımızda Swedenborg'un (ve dolayısıyla Spiritizmin) ahlaki/etik yaşamı mutlak merkeze koyduğunu ve İslâm'ı dahi poligami gibi ahlaki (moral) konularda eleştirdiğini belirtmiştik. Bu son kurallar dizisi, Ruhçuluğun neden ahlaki/etik mükemmelliği ve rasyonel/akılcı denetimi mutlak bir kural olarak dayattığını açıkça göstermektedir: Amaç, bu karmaşık ruhani iletişim alanında, insanın özgür iradesini (free will) ve tekâmül yolunu en büyük tehlike olan cehalet, hurafe ve düşük ruhların obsesyonundan korumaktır.

Cinlerin/İblislerin En Yüksek Makamı

Bu akademik/tez çalışmasının önceki bölümlerinde ele alındığı üzere, Ruhçuluk (Spiritism) akımının temelini oluşturan Emanuel Swedenborg ve Allan Kardec'in öğretilerinde Şeytan (Satan) veya Cin/İblis (Djinn/Devil) gibi figürler, bağımsız, tanrısal birer varlık olmaktan ziyade, ahlaki/etik tekâmül/evrim yolunda geri kalmış insan ruhlarının (human spirits) kolektif/ortak kötülüğünü temsil ederler.

Dolayısıyla, Ruhçuluk kozmolojisine göre, bu varlıkların geleneksel anlamda "en yüksek makamı" yoktur; ancak, en düşük seviyedeki bu geri ruhlar arasında, büyük bir hezeyan/sanrı (delusion) ve öz-sevgi/kibir (self-love/pride) ile en yüksek otoriteyi talep edenler mevcuttur.

Cinlerin/İblislerin en yüksek makamına dair kaynaklarda geçen görüşler, Spiritist bakış açısı ve diğer ezoterik/gizli geleneklerin perspektiflerinden incelenmelidir:

I. Spiritist/Swedenborgçu Kozmolojideki En Yüksek Hezeyanlar

Swedenborg'un ruhani dünyada yaptığı gözlemler (Ex Auditis et Visis) ve Kardec'in tasnifleri, cehennemde (hell) güce olan aşırı düşkünlükten deliye dönmüş ve yüksek unvanlar/isimler takınan ruhların varlığını ortaya koyar. Bu ruhlar, kendi tahakküm/egemenlik hırslarını (lust for domination) tatmin etme çabasıyla, cehennemdeki en yüksek mevkiyi ele geçirdiklerini sanırlar.

1. Lucifer/Şeytan Figürü: Geleneksel olarak en yüksek makamda gösterilen figür, Spiritist metinlerinde de geçer. Lucifer (Şeytan), düşmüş bir melek olarak anılır ve Hristiyanlık öncesi geleneklerde "meleklerin prensi" ve "en bilgesi" olarak tasvir edilmiştir. Swedenborg'a göre ise, cehennemdeki bu ruhlar topluluğu, İblis (Devil) ve Şeytan (Satan) olarak adlandırılır.

2. Tanrıların Tanrısı (God of Gods) ve İmparatorların İmparatoru (Emperor of Emperors): Cehennemdeki en yüksek mevki iddiası, genellikle aşırı kibirle (pride) birleşmiş mutlak öz-sevgi (self-love) nedeniyle ortaya çıkar. Swedenborg'un vizyonlarında, cehennemde iki farklı ruh görülmüştür ki bunlar en yüksek makamı iddia ederler:

  • Biri, dünyada düşük rütbeli bir din adamı (papaz) olan ancak ölümden sonra "Tanrı'nın ta kendisi" ve "Tanrıların Tanrısı" (God of Gods) olduğunu sanan bir ruhtur. Bu ruh, tüm gücün Rab tarafından kendilerine devredildiğini iddia etmiş ve bu sanrının (phantasy) kendisini çılgınlığın zirvesine (madness) çıkardığını belirtmiştir.
  • Diğeri ise dünyada bir mal müdürü (house-steward) iken bile kendini kraldan üstün gören ve ölümden sonra kendisinin "İmparatorların İmparatoru" ve "Kralların Kralı" olduğunu hayal eden ruhtur. Bu ruh, kendi cemaati içinde "tahtlar üzerindeki tahtlarda" oturduklarını ve tüm evrene emir verdiklerini sanmıştır.

Dolayısıyla Ruhçulukta, cinlerin/iblislere ait en yüksek makam, tekil ve bağımsız bir varlığın makamı değil, Tanrı'yı inkâr eden ve kibir/öz-sevgiye saplanmış düşkün insan ruhlarının kolektif hezeyanı (collective delusion) tarafından yaratılan "Tanrıların Tanrısı" veya "Şeytan" unvanlarıdır.

II. Ezoterik/Okült Geleneklerdeki En Yüksek Cin Figürleri

Ruhselman'ın temas ettiği ve Spiritizma'nın etkileşimde bulunduğu diğer okült ve yerel Spiritüalist geleneklerde (özellikle Batı Afrika/Brezilya Umbanda'sı ve Arap Sihr'i) de Cinlere/İblislere ait hiyerarşik yapılar mevcuttur:

  • Umbanda/Quimbanda'da King Exu: Brezilya ve Batı Afrika kökenli Umbanda ve Quimbanda kara büyü (black magic) çevrelerinde, kötü astral plandaki (evil astral plane) en yüksek figür Lucifer olup, burada Exu Rei veya King Exu (Kral Exu) olarak bilinir. Onun altında Beelzebub/Exu Mor ve Ashteroth/Exu of the Crossroads gibi yardımcıları bulunur.
  • Sahiriin ve Afarit: Arap ve Ulema geleneğinde Cinler (Djinn) ve Afarit'ler, dumansız ateşten (smokeless fire) yaratılmış varlıklar olarak kabul edilir. Sihr uygulamalarında bu varlıklar çağrılabilir ve onlara komuta edilebilir.

III. Ruhçuluğun Nihai Hükmü

Ruhselman'ın sistemi, bu hezeyanlı iddialara veya yerel tasvirlere karşı net bir duruş sergiler. Ona göre, bu varlıklar Mütekâmil Olmayan Ruhlar (Geri Ruhlar) olup, kendi azaplarının ve hilekâr tabiatlarının (deceitful nature) bir sonucu olarak insanları aldatmak için yüksek unvanlar/isimler kullanırlar. Ruhçuluk için bu ruhların nihai/kesin makamı, sonsuz bir karanlık ve acı içinde, yükselme zorunluluğu ile lanetlenmiş olmalarıdır, ta ki kibirlerinden vazgeçip iyi bir yaşam sürme arzusunu (love of use) benimseyene kadar.

Aşkın Metafizik/Tanrısal Kaynağı

Ruhçuluk/Spiritüalizm akımının kurucusu Emanuel Swedenborg ve onun izinden giden Dr. Bedri Ruhselman’ın sisteminde aşk (love/sevgi) mefhumu, salt bir duygu olmaktan öte, kâinatın ve hayatın varoluşunun temelini oluşturan Tanrısal bir öz (esse) olarak kabul edilir. Bu bağlamda aşkın/sevginin başlangıcı, hem kozmik/sistemli hem de bireysel/gelişimsel olmak üzere çok katmanlı bir süreç içinde açıklanır.

I. Aşkın Metafizik/Tanrısal Kaynağı

Swedenborgçu teolojide aşk, Rab'den (Tanrı'dan) neşet eden (proceeding) iki temel ilahi unsurun birliğidir; bu unsurlar, İlahi Sevgi (Divine Love) ve İlahi Bilgelik (Divine Wisdom)'dir.

  1. Hayatın Özü: Sevgi, insanın ve tüm yaratılmışların hayatının ta kendisidir. Bir kişi, sevgisi ne ise odur. Sevginin olduğu yerde manevi/ruhani bir sıcaklık (spiritual heat) vardır; sevginin yokluğunda ise varlık soğur ve söner.
  2. Kozmik Ebedi Evlilik: Sevgi, Tanrı'dan, ruhani/manevi bir güneşten yayılan ateş (fire) gibidir. Bu ateşten yayılan ısı sevgiyi, ışık ise bilgeliği temsil eder. Tüm evren ve yaratılış, bu ebedi İyilik ve Hakikat Evliliği (Marriage of Good and Truth) ilkesine göre var olur. Hakiki evlilik sevgisi (conjugial love) de bu göksel evlilikten doğar.

II. Bireyde Aşkın/Sevginin Gelişimsel Başlangıcı

İnsan, dünyaya geldiğinde ruhu (varlığı) ile bedeni arasında kurulan ilişkinin bir sonucu olarak sevgiyi deneyimlemeye başlar. Ruhçuluk, insanın sevgiyle doğmadığını, ancak sevme eğilimiyle doğduğunu savunur. Aşkın oluşumu, irade (will) ve idrak/anlama (understanding) yeteneklerinin evlenmesiyle başlar.

1. Aşamalı Denge (Volition ve Discernment)

Ruhun eylemi olan sevgi (irade) ve düşünce (idrak), sürekli olarak birbirini gerektirir; ne düşünce sevgisiz ne de sevgi düşüncesiz var olabilir. Aşk, bu iki özün birbiriyle birleşme arzusudur. Bireyde sevginin filizlenmesi üç temel adımda gerçekleşir:

  • Birinci Adım (Bilme Arzusu): Doğumdan sonraki ilk birlik, bilme arzusu (desire for knowing) ile gerçekleşir ve bu arzu, hakikate yönelik bir isteği doğurur.
  • İkinci Adım (Anlama Arzusu): İkinci birlik, anlama/idrak etme arzusu (desire for discerning) ile oluşur ve bu da hakikati algılama yetisini doğurur.
  • Üçüncü Adım (Eylem): Üçüncü birlik ise bilineni ve idrak edileni görme arzusu (desire to see) ile oluşur, bu da düşünceyi (thought) yaratır.

Bu üç birleşme aracılığıyla, sevgi (irade) duyumsama ve eyleme geçme hayatına (life of sensing and acting) başlar.

2. Evlilik Sevgisinin (Aşkın) Özel Başlangıcı

Hakiki evlilik sevgisi, genel cinsel sevgiden (love of the sex) farklıdır. Evlilik sevgisi, yalnızca tek bir eşe yönelik olup, ruhanî/manevi bir karaktere sahiptir.

  • Ruhun Birleşmesi: Gerçek aşk, iki ruhun ve akıl/zihnin (mind) birleşmesidir. Bu birleşme, fiziksel bedenler ayrı olsa bile gerçekleşir.
  • Monogami İlkesi: Aşk, bölünemez. Bu sevgi, sadece bir erkeğin bir kadını sevmesiyle, yani monogamiyi (tek eşliliği) esas alarak mümkündür; zira bu durum, İlahi birliğe tekabül eder. Tek eşliliğin dışındaki cinsel eğilimler, sevgiyi yok eden, kaba ve bedensel (carnal) bir hazza yol açar ve cehenneme sürükler.
  • Karşılıklılık/Mütekabiliyet: Aşk, daima karşılıklı (reciprocal) olmak ister. Karşılıklılık olmadan sevgi, sadece kişinin kendine ait izole edilmiş bir düşüncesi olarak kalır ve dağılır. Gerçek aşk, tarafların birbirlerinin iyiliğini kendi iyiliklerinden daha çok istemeleriyle pekişir.

Sonuç olarak, Spiritizmde aşk, Tanrı'dan gelen evrensel bir ilke olarak başlar ve bireyde irade/sevgi ile idrak/bilgelik arasında kurulan uyumlu birleşme süreciyle filizlenir. Bu süreç, bireyin tekâmülünü hızlandıran ve onu İlahi Nizam'a doğru yönlendiren en yüksek manevi/ruhani gücün başlangıcıdır.

 

 

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar