İslamî Tartışmalar ve Kur'an Metodu...Erkan Özsaatçılar
Yapay Zeka /NOTEBOOKLM Erkan Özsaatçılar’ın bloğundaki yayınlar ile
hakkındaki raporu ve sorularımıza cevaplar
Sunulan youtube yayınlarına göre [https://www.youtube.com/@erkanozsaatcilar/videos]
, İslam düşüncesi, teoloji ve güncel olaylar etrafında dönen çok çeşitli
konuları incelemektedir. Bir dizi tartışma, Kur'an'ın Arapça dili, gramer
yapısı ve kelime kökenleri gibi dilbilimsel meselelere odaklanmakta, aynı
zamanda kader, risalet ve peygamberlerin mahiyeti gibi temel İslami inançları
da ele almaktadır. Kaynaklar ayrıca, tasavvufun eleştirisi, tarikatlardaki şirk
unsurları ve bilim ile dinin ilişkisi gibi önemli konuları farklı
perspektiflerden değerlendirmektedir. Güncel olaylar bağlamında ise,
İsrail-Filistin çatışması, ateşkes süreci ve Ka'be baskını gibi küresel ve
bölgesel gelişmelere değinilmektedir. Genel olarak, metinler geleneksel İslami
anlayışlara meydan okuyan ve alternatif yorumlar sunan derin akademik ve
teolojik tartışmaları yansıtmaktadır.
RAPOR
Dinlediğiniz
Her Şeyi Unutun: Farklı Disiplinlerden 6 Sarsıcı Gerçek
Giriş: Fikir
Dünyanızı Sarsmaya Hazır Mısınız?
Merhaba. Günümüzün bitmek bilmeyen bilgi
bombardımanı altında, farkında olmadan kendi düşünce kalelerimize hapsoluyoruz.
Düşünür Mustafa İslamoğlu'nun tabiriyle, her birimiz kendi
"mahallemizin" doğrularıyla çevrili "zihniyet kalelerinde"
yaşıyoruz. Bu kaleler, sorgulamadan kabul ettiğimiz fikirlerle inşa ediliyor ve
zamanla dışarıdaki farklı gerçekliklere karşı bizi körleştiriyor.
Bu yazının amacı, tam da bu kalelerin
duvarlarında gedikler açmak. Farklı disiplinlerden altı uzmanın, genel
kabulleri ve yerleşik ezberleri altüst eden, ilk duyduğunuzda "yok
artık!" dedirtecek kadar şaşırtıcı ve sarsıcı fikirlerini bir araya getirdik.
Sizi, zihinsel konfor alanınızın sınırlarını zorlayacak ve bildiğinizi
sandığınız gerçekleri yeniden tartmanıza neden olacak bu entelektüel yolculuğa
davet ediyorum.
1. Beynini
Yiyen Canlı: Tarikat ve Cemaat Yapıları İçin "Deniz Üzümü" Metaforu
Sorgusuz itaatin zihinsel bedelini,
biyolojiden gelen güçlü bir metaforla anlamak mümkün. Mustafa İslamoğlu,
"deniz üzümü" (sea squirt) olarak bilinen bir canlının yaşam
döngüsünü, bu bedeli anlatmak için sarsıcı bir örnek olarak sunuyor.
Deniz üzümü, hayatının ilk evresinde hareketlidir ve bu dönemde basit bir
beyin ve sinir sistemine sahiptir. Ancak kendine tutunacak "sağlam bir
kaya" bulduğunda, hayatının geri kalanını orada geçirmek üzere sabitlenir.
Bu andan sonra ilginç bir şey olur: Artık hareket etmesine ve karar vermesine
gerek kalmadığı için kendi beynini sindirir. Beynini yiyerek, sadece besinlerin
ağzına gelmesini bekleyen pasif bir varlığa dönüşür.
İslamoğlu, bu biyolojik olayı, bir şeyhe,
lidere veya ideolojiye aklını ve iradesini kayıtsız şartsız teslim eden
insanların durumuna uyarlar. "Sağlam bir kaya" olarak gördüğü bir
yapıya tutunan insan, artık düşünme, sorgulama ve eleştirme ihtiyacı duymaz.
Tıpkı deniz üzümü gibi, eleştirel düşünme yetisini, yani beynini
"yemeye" başlar ve zamanla "zombileşir".
Mustafa İslamoğlu, bu süreci kendi özgün
ve akıcı üslubuyla şöyle özetliyor:
Bir kaya buluncaya kadar sağlam bir kaya
bulupta o kayaya tutunup o kayaya çarpan suları içinden geçirecek bir onun
aldığı zaman bir o suların içindeki mikroorganizmalarla besleniyor o beleş
beslenme kanalına bağlandığı zaman hem bir beynini yiyen bir canlıdır bu...
Deniz üzümüne çevirirler. Hey insan bu iplere bu şeylere bağlanan her insanı
bekleyen ya deniz üzümü olmak ya da deniz üzümü olmayı reddetmektir.
Zihinsel uyuşukluğun böylesine biyolojik
bir kökeni olabiliyorken, acaba modern çağın en yaygın dertlerinden yalnızlığın
kökeni de mutfağımızdaki en masum görünen gıdada saklanıyor olabilir mi?
2.
Yalnızlığın Sebebi Yoğurt Olabilir mi? Mikrobiyota Üzerine Aykırı Bir Bakış
Özellikle Türkiye'deki yerleşik beslenme alışkanlıklarını doğrudan
hedef alan bu iddia, duyanları oldukça şaşırtıyor. Prof. Dr. Oytun Erbaş,
modern çağın en büyük sorunlarından biri olan yalnızlık hissinin kökeninde
yoğurt ve ayran tüketiminin olabileceğini öne sürüyor.
Erbaş'a göre yoğurt, içinde tek tip baskın bakteri barındıran bir
"bakteri çorbasıdır". Düzenli olarak tüketildiğinde,
bağırsaklarımızdaki binlerce farklı türden oluşan zengin bakteri çeşitliliğini
(mikrobiyota) yok eder ve tek tip bir bakteri egemenliği yaratır.
Peki bunun yalnızlıkla ne ilgisi var? Bilimsel çalışmalar,
bağırsaklardaki bakteri çeşitliliği azaldıkça sosyal anksiyete ve yalnızlık
hissinin arttığını gösteriyor. Mantık basit: Bağırsak florasındaki çeşitlilik,
beyin kimyasını ve sosyal davranışları doğrudan etkiliyor. Erbaş'ın ifadesiyle,
"çeşitlilik azsa yalnızlık da çok oluyor." Bu şaşırtıcı bağlantı,
yediğimiz şeylerin sadece fiziksel değil, sosyal ve psikolojik sağlığımızı da
derinden etkilediğini gösteriyor.
Mümkün oldukça yoğurt ürünleri ayran olsun yoğurt olsun gibi ürünleri
ben size daha söyledim kullanmayın evinize sokmayın ben kullanmıyorum evime de
sokmuyorum.
Mutfaktaki bir alışkanlığın sosyal hayatımızı bu denli etkileyebileceği
fikri ne kadar sarsıcıysa, 1400 yıllık dini bir kabulün de aslında bambaşka bir
tarihi gerçeğe işaret ediyor olabileceği fikri bir o kadar ezber bozucudur.
3. Tebbet
Suresi Aslında Firavun'u mu Anlatıyor? Ezber Bozan Bir Kur'an Okuması
1400 yıldır neredeyse hiç sorgulanmadan
kabul edilen geleneksel bir yorum, aykırı bir bakış açısıyla temelden
sarsılıyor. Geleneksel olarak, Kur'an'daki Tebbet Suresi'nin, Hz. Muhammed'in
amcası Ebu Leheb ve karısı hakkında indiğine inanılır.
Ancak araştırmacı Ramazan Demir, bu
geleneksel yoruma ciddi bir itiraz getiriyor. Demir'e göre, surenin ilk
ayetindeki "elleri kurusun, kurudu da" ifadesi, tarihi bir çelişki
barındırıyor. Rivayetlere
göre Ebu Leheb, bu ayetin indiği iddia edildikten sonra yaklaşık 12 yıl daha
gücünü, servetini ve etkisini koruyarak yaşamıştır. Ayetteki kesin ve
gerçekleşmiş bir durumu bildiren ifadeyle bu tarihi gerçeklik birbiriyle
örtüşmemektedir.
Demir'in alternatif tezi ise oldukça
radikal: Ayette geçen "Ebu Leheb" (Alevin Babası) ifadesi, bir özel
isim değil, Hz. Musa'ya karşı çıkan ve ona ateşiyle (gücüyle, ordusuyla)
düşmanlık eden Firavun için kullanılan bir sıfattır. Bu yoruma göre sure, Hz. Muhammed Salla'llâhu aleyhi ve sellem'in amcasına
yönelik bir beddua değil, çok daha önceki bir tarihi olayı, yani Firavun ve
onun düzeninin (karısı) çöküşünü anlatan bir ifadedir. Bu bakış açısı,
metindeki çelişkileri ortadan kaldırırken, ayetin anlamını da kişisel bir
bedduadan çıkarıp evrensel bir tarihi derse dönüştürüyor.
Bu bakış açısı, sureyi sadece tarihsel bir
çelişkiden kurtarmakla kalmaz, aynı zamanda onu peygamberin kişisel hasımlarına
yönelik bir beddua olmaktan çıkarıp, her çağdaki Firavun benzeri zalim
düzenlerin ve onlara destek olanların kaçınılmaz sonunu anlatan evrensel bir
ilkeye dönüştürür.
Ebu Leheb'in kim olduğu Efendim
firavundur.
Dini metinlerdeki köklü bir yorumu
sorgulamak zihin açıcı olduğu kadar, tarihin en bilinen anlatılarından birine
bizzat o dönemin tanıklarının gözünden bakmak da bir o kadar aydınlatıcıdır.
4. Kılıç Zoru
mu, Kurtuluş mu? İlk Müslüman Fetihlerine Hristiyanların Gözünden Bakmak
İslam'ın yayılışına dair Batı merkezli
yaygın "kılıç zoruyla yayılma" anlatısı, o dönemin tanıklarının
kaleminden çıkan belgelerle çelişiyor. Doç. Dr. Zafer Duygu, Papa'nın
"Muhammed [Salla'llâhu aleyhi ve sellem]dünyaya kılıç ve kandan başka ne
getirdi?" şeklindeki meşhur sorusuna en net cevabın, bizzat 7. yüzyıl
Hristiyan kaynaklarında bulunduğunu belirtiyor.
Duygu'nun araştırmalarına göre, o dönemde
Bizans İmparatorluğu'nun uyguladığı mezhepsel baskı altında ezilen Doğu
Hristiyanları (Miyofizitler, Nesturiler) ve Yahudiler, Müslümanların gelişini
bir "kurtuluş" olarak görmüşlerdir. Bizans'ın kendileriyle aynı
mezhepten olmayanlara yönelik ağır vergileri, kiliselerine el koyması ve
inançlarını yaşamalarına izin vermemesi, bu toplulukları canından bezdirmişti.
Müslüman yönetimi ise fethettiği
topraklarda "zimmi hukuku"nu uyguladı. Bu hukuka göre, gayrimüslimler
"cizye" adı verilen bir vergi karşılığında tam bir koruma altına
alınıyordu. Canları, malları, ibadethaneleri ve inançları devletin güvencesi
altındaydı. Bu durum, Bizans zulmüyle kıyaslandığında büyük bir rahatlama ve
özgürlük anlamına geliyordu. Dolayısıyla, o dönemin Hristiyan kronikleri,
Müslümanların gelişini istila olarak değil, kendilerini zalim bir dindaş
yönetimden kurtaran bir gelişme olarak kaydetmiştir.
Müslüman yönetimi bu iklimi onlara sundu
yani Müslüman yönetimine onların İslam sonrası dönemdeki metinlerinde yani
sıcak sempatik yaklaşımın temeli buradan kaynaklanıyor.
Tarihsel olayları farklı pencerelerden
değerlendirmek nasıl ki bakış açımızı zenginleştiriyorsa, ahlak gibi evrensel
bir kavramı da dar 'mahalle' pencerelerinden çıkarıp evrensel bir ilkeye
bağlamak, tüm ahlaki yargılarımızı yeniden gözden geçirmemizi gerektirir.
5. Ahlakın
Evrensel Yasası: Yerel Ahlak, Ahlaksızlıktır
Ahlak kavramının temeline dair basit ama
son derece güçlü bir ilke var: Ahlak evrensel olmak zorundadır. Mustafa
İslamoğlu, bu ilkeyi net bir şekilde ortaya koyuyor: Eğer bir davranış sadece
"bizim mahalleye", "bizim kabileye" veya "bizim dinden
olanlara" yapıldığında kötü, ancak "düşman" olarak görülen
ötekine yapıldığında meşru veya hatta iyi görülüyorsa, bu ahlak değildir;
ahlaksızlıktır.
Bu prensip; her türlü kabileciliği,
ırkçılığı, mezhepçiliği ve ideolojik dışlayıcılığı temelinden sarsar. Örneğin,
'bizden' bir siyasetçi yolsuzluk yaptığında gerekçeler ararken, 'karşı
mahalleden' birinin aynı suçu işlemesi durumunda anında ahlaki bir yargıya
varmak, İslamoğlu'nun tanımına göre ahlakın kendisinin inkârıdır. Gerçek ahlak,
kişiye, duruma, coğrafyaya veya kimliğe göre değişen bir kurallar bütünü
değildir. Coğrafya, din, ırk veya ideoloji ayırt etmeksizin, tüm insanlar için
geçerli olan evrensel ilkeler bütünüdür. Ahlak, yerel olduğunda ahlak olmaktan
çıkar.
Ahlak evrensel olmaktan çıkınca ahlaksızlık olur. Yerel
ahlak olmaz. Ahlakı ahlak yapan şey evrensel olmasıdır.
Ahlakın bu denli evrensel ve yüce bir
ilkesinden sonra, başarının en kaba ve belki de en dürüst tanımına inmek,
düşünce yolculuğumuzun son durağında bizi yeniden en temel gerçeklerle
yüzleştirecek.
6. Başarının
Kaba ve Gerçekçi Tanımı: "Başarı Götteki Ağrıdır"
Başarıya dair anlatılan ilham verici ve
romantik hikayelerin ardındaki gerçeği, Prof. Dr. Oytun Erbaş'ın esprili ve bir o kadar da kaba
tespiti özetliyor. Başarı, genellikle parlak fikirler, ilham anları ve
yetenek patlamalarıyla süslenir. Ancak bu anlatılar, başarının ardındaki
sancılı, ağrılı ve son derece somut süreci genellikle göz ardı eder.
Erbaş, bu süslü anlatıları bir kenara
bırakarak başarının ve bilimin temelindeki kaba gerçeği ortaya koyuyor. Ona
göre başarı, saatlerce, günlerce, hatta yıllarca aynı sandalye üzerinde
oturmanın, emek vermenin, zihinsel ve fiziksel olarak "ıkınmanın" ve
sebat etmenin bir sonucudur.
Bu ifade, başarının bir yetenek
gösterisinden çok, disiplinli ve çoğu zaman fiziksel acı veren bir çalışma
sürecinin ürünü olduğunu dürüstçe hatırlatır. O ilham anları veya parlak
fikirler, ancak bu ağrılı sebat sürecinin sonunda bir anlam kazanır.
Bazen başarı ne demektir diye başarı
diyorum götteki ağrıdır... Oturmaktan, deney yapmaktan, gerçekten ıkınmaktan.
Sonuç: Şimdi
Hangi Ezberinizi Yıkacaksınız?
Deniz üzümü metaforundan evrensel ahlak
ilkesine, yoğurdun sosyal etkilerinden Tebbet Suresi'nin alternatif okumasına
kadar bu altı aykırı fikrin ortak bir noktası var: Sorgulanmamış kabulleri ve
yerleşik düşünce kalıplarını sarsmak.
Asıl soru şu: Bu entelektüel
provokasyonlardan sonra, kendi zihniyet kalenizin duvarlarında açılan
gediklerden içeri sızan hangi yeni ışık huzmesini takip edeceksiniz?
Bu fikirlerden sonra, sorgulamadan doğru
kabul ettiğiniz başka hangi "gerçekler" olabilir?
Videolarında Görüştüğü
Kişiler Listesi Ve Ençok Etkilendiği Konu
Bu kapsamlı bilimsel inceleme (doktora
makalesi tarzında) çerçevesinde, sunulan kaynaklardaki videolar aracılığıyla
etkileşim kurulan şahısların listesi ve konuşmacılar üzerinde en çok tesir
bırakan veya çalışma odağı oluşturan ana temaların analizi aşağıda detaylı
olarak sunulmuştur.
I. Videolarda
Görüşülen veya Etkileşim Kurulan Kişiler Listesi
Kaynaklar, genellikle Erkan Özsaatçılar
tarafından moderasyonu yapılan ve alanında uzman akademisyenler ile bilim
insanlarının katıldığı derinlemesine sohbetleri içermektedir. Bu bağlamda,
yayınlarda konuk olarak yer alan, sunuculuk yapan veya görüşleri/eserleri
doğrultusunda doğrudan etkileşim kurulan başlıca isimler şunlardır:
İsim (Unvan/Rol) |
Etkileşim Tipi ve Kaynaklar |
Ana Tema İlişkisi |
Ramazan Demir |
Konuk/Uzman (Sık Tekrarlanan Ders
Serileri) |
Kur'an Metodolojisi, Arapça Dilbilimi,
Huruf-u Mukattaa. |
Oytun Erbaş (Doç. Dr.) |
Konuk/Uzman |
Deneysel Tıp, İlaç Ar-Ge'si,
Mikrobiyota, Sosyal Psikoloji. |
Erkan Özsaatçılar |
Moderatör/Sunucu (Çok Sık Tekrarlanan) |
Metot Tartışmaları, Atatürk, Tasavvuf. |
Prof. Dr. Mehmet Okuyan |
Konuk/Uzman (Ayrıca Ramazan Demir'in
eleştiri konusu) |
Fıkıh, İbadetler, Cuma Namazı, Kur'an
Yeterlilik Tartışması. |
Prof. Dr. Caner Taslaman |
Konuk/Uzman (Oytun Erbaş ile) |
Din ve Bilim, Estetik. |
Prof. Dr. Süleyman Uludağ |
Konuk/Uzman |
Faiz ve Riba Kavramları. |
Prof. Dr. Muhammed Nur Doğan |
Konuk/Uzman |
Tasavvuf ve Tarikatlar. |
Fehmi İlkay Çeçen |
Konuk/Uzman |
Atatürk ve Din Anlayışı, Tarih
Metodolojisi. |
Doç. Dr. Zafer Duygu |
Konuk/Uzman (Ayrıca Bülent Şahin Erdeğer
tarafından atıf yapılan) |
İslam ve Hristiyanlık Tarihi, Hristiyan
Kaynakları. |
Ali Aydın |
Konuk/Uzman |
Nebî, Resul ve Peygamber Farkı. |
Bekir Çöl |
Konuk/Uzman |
Tasavvufta Şirk Unsurları. |
Bülent Şahin Erdeğer |
Konuk/Uzman/Yayıncı |
Dinler Tarihi, Kur'an Arkeolojisi, Mitik
Aktarım. |
Fikret Çetin |
Konuk/Uzman |
Kur'an Tefsiri Metodolojisi, Kötü
Yorumların Analizi. |
Yasemin Özçelik |
Sunucu/Görüşmeci |
Oytun Erbaş'ın Kariyer ve Yaşam
Hikayesi. |
Buket Aydın |
Sunucu/Görüşmeci |
Din ve Bilim Tartışması. |
Sinan Canan |
Konuk/Uzman |
Kur'an Metodolojisi ve Kavram Analizi. |
Mücahit Hoca (Mücahit Öztürk) |
Konuk/Uzman (Ramazan Demir ile) |
Kur'an Dili ve Kelime Analizi. |
Ayrıca, Mehmet Okuyan ve Mustafa
İslamoğlu, Ramazan Demir tarafından eleştirel metodolojik analizlerin odak
noktaları olmuşlardır. Tartışılan diğer akademisyenler ve halk figürleri
arasında Ali Erbaş, Celal Şengör, Hasan Hoca, Yalçın Küçük, Ali Osman Ateş, ve
Cemil Meriç gibi isimler yer almıştır.
II.
Konuşmacıları Etkileyen ve Öne Çıkan Ana Temalar
Kaynaklar genelinde, konuşmacıların
uzmanlık alanları doğrultusunda belirginleşen ve tutkulu bir şekilde savunulan
üç ana tema öne çıkmaktadır: Kur'an'ı Anlama Metodolojisi, Tıp ve
Bilim-Endüstri İlişkisi ve Eleştirel Sosyolojik Duruş.
1. Kur'an'ı
Anlama Metodolojisi ve Dildeki Hassasiyet
Ramazan Demir'in ve Erkan Özsaatçılar'ın
uzun soluklu sohbet serilerinde, Kur'an'ın kendi bütünlüğü içinde anlaşılması
gerektiği (Kur'an'ı Kur'an'la anlama metodu) ve bu metodun tutarlılığı ana
meseleyi teşkil etmektedir.
A. Geleneksel Yöntemlere Metodolojik
İtiraz: Bu çalışmalar, rivayetlerin, İsrailiyat'ın ve alimlerin
görüşlerinin Kur'an'ın önüne geçerek onu anlaşılmaz kıldığı fikrini temel
almaktadır. Rivayetlerin, Allah'ın kitabında açık ve tam olan konulara (Kitab-ı
Mübin) muğlaklık kattığı ve hatta çelişkilere yol açtığı savunulur. Örneğin,
Tebbet Suresi'ndeki "Ebu Leheb" figürünün kimliğinin Kur'an içinden
(kelimenin kökü ve bağlamı) değil, rivayetlerden tespit edilmeye çalışılmasının
vahyin bütünlüğüne gölge düşürdüğü ileri sürülmüştür. Kur'an'ın apaçık (Mübin)
olduğu iddiası, bu tür harici kaynaklara olan bağımlılığın reddedilmesinin
temelidir.
B. Dil ve Metin Sorunları (Huruf-u
Mukattaa ve Harekelendirme): Konuşmalarda Kur'an'ın Arapça metnine sonradan
eklenen hareke ve noktaların (noktasız ve hareketsiz metinlerin aksine) anlam
kaymalarına yol açtığı vurgulanmıştır. Bu eklemelerin, Kur'an'ın şiirsel bir
kafiye (ses uyumu) elde etmek amacıyla yapıldığı ve bu durumun gramer ve manaya
aykırı olduğu savunulmuştur.
Ayrıca, sure başlarındaki "Huruf-u
Mukattaa" (kesik harfler) meselesine, geleneksel yaklaşımların aksine
ezoterik veya şifreli anlamlar yüklenmesinin Kur'an'ın açık olma vasfına aykırı
olduğu belirtilmiştir. Bu harflerin aslında "bu yazının/kitabın
işaretleridir" anlamında kullanıldığı tezi öne sürülmüştür. Bu bağlamda,
harflerin bir sayı değeri taşıdığı (hurufilik) veya sır içerdiği yönündeki
yaklaşımlar eleştirilmiştir.
C. Kur'an'ın Kitap Olma Vasıfları
(Zirve Nokta): Kaynaklarda, Kur'an'ın "Kitap" (yazılı metin) olma
vasfının göz ardı edilip, rivayetler temelinde "Hitap" (sözlü
aktarım) olarak algılanması eleştirilir. Kur'an'ın 300'den fazla ayette
kendisini "kitap" olarak tanımladığı hatırlatılır. Musa'ya verilen
levhaların yazılı olması da dahil, vahyin yazılı halde gelmesinin
"acayip" bir durum olmadığı belirtilir.
2. Tıp,
Deneysel Bilim ve İlaç Endüstrisi Eleştirisi
Doç. Dr. Oytun Erbaş, deneysel tıp ve
fizyoloji alanındaki uzmanlığını, özellikle ilaç araştırmaları ve
geliştirilmesi (İlaç Ar-Ge'si) üzerindeki deneyimlerini paylaşmıştır.
A. İlaç Endüstrisinin Kâr Odaklılığı:
En çok vurgulanan konu, ilaç endüstrisinin (pharmaceutical industry) kronik
hastalıkları tedavi etmek yerine, ömür boyu sürecek ilaçlar satarak kâr
maksimizasyonu yapmasıdır. Erbaş,
kanserle ilgili çok başarılı çalışmalar yapıldığını, ancak bu projelerin büyük
firmalar tarafından satın alınıp kapatıldığını iddia etmiştir.
İlaçların, hastalığı fıs yapıp yok edecek tümör aşıları ve bağışıklık
güçlendiriciler yönünde ilerlemesi beklenirken, mevcut sistemin eskiyi
sürdürmeyi amaçladığı belirtilir.
B. Mikrobiyota ve Hastalıkların Kökeni:
Kabızlık gibi basit
semptomların bile kolon kanseri, diyabet ve tansiyon gibi ciddi hastalıkların
seneler öncesinden gelen emareleri olduğu, bağırsak florasının (mikrobiyota)
öneminin gelecekte merkezde olacağı vurgulanır. Oytun Erbaş, Hint kültüründeki düşük hijyen seviyesine
rağmen kanser oranlarının az olmasını, flora çeşitliliğinin fazla olmasına
bağlamış ve fazla hijyenin mikrobiyotayı bozabileceği yönünde bir tartışma
başlatmıştır.
C. Bireysel Sağlık ve Psikoloji: Kuduz
hikayesiyle büyümesi sonucu kendisinde aşırı bir hipokondriyal (hastalık
hastalığı) geliştiği kişisel bir anekdot olarak verilmiştir. Ayrıca, estetik yaptırmanın,
bedenin Allah'ın yarattığı formunu bozmaya çalışmak olması nedeniyle
"günah" olduğunu söyleyerek, bedeniyle çok uğraşan insanlarda
genellikle beyin sorunu (antipsikoz ilaçları gerektiren durumlar) olduğunu
ileri sürmüştür.
3. Sosyolojik
ve Ahlaki Eleştiri
Konuşmacılar, özellikle Mustafa İslamoğlu
ve Ramazan Demir, modern toplumdaki zihinsel ve sosyal sapmaları keskin bir
dille eleştirmiştir.
A. İlkesizlik ve Zihniyet Kaleleri:
Mustafa İslamoğlu, "zihniyet kaleleri" metaforunu kullanarak,
insanların içine girdiği ideolojik veya mezhepsel yapıların (tarikatlar,
cemaatler, siyasi partiler) bireyin aklını, vicdanını ve kişiliğini hapse
atarak mezar haline getirdiğini savunur. Bu yapıların yerine, hakikat, adalet,
merhamet ve liyakat gibi değişmez Kur'anî ilkelerin konulması gerektiğini
vurgular.
B. Tasavvufi Yapıların Sorgulanması:
Tasavvuf ve tarikatlardaki mürit-mürşit ilişkisi, sorgulamadan teslimiyeti
(mankurtlaşma) teşvik etmesi nedeniyle şiddetle eleştirilmiştir. Ramazan Demir,
sahabenin Hz. Peygamber'in "deniz üzümü" (Star Tunic - basit, beynini
yiyen canlı) tarzında iradesiz takipçileri olmadığını belirterek, piramidal
sosyolojiyi eleştirir. Bu yapıların, Allah'a aracı (Gavs) koyarak Mekke
müşriklerinin ilah anlayışına yaklaştığı (şirk) ve "Fenafillah" gibi
kavramlarla Allah'ta yok olmayı hedeflediği belirtilir.
C. İradenin Merkeziyetçiliği (Unutulan
Konu Olarak): Tekrarlar olmasına rağmen Ramazan Demir'in üzerinde sürekli
durduğu ve modern insanın unuttuğu kilit nokta, Kur'an'ın iradeyi sürekli ön
plana çıkarmasıdır. Adem'in hatasından sonra suçu kadere atmaması, Nuh'un
oğlunun iradesine saygı duyulması gerektiği, ve meleklerin bile akıl ve irade
sahibi varlıklar olması konuları, bireyin sorumlu ve seçim yapabilen varlık
olduğu gerçeğini pekiştirir. Bu noktada, Kur'an'ın sürekli seçim yapmaya
zorladığı ve bu seçimin sonuçlarına katlanılması gerektiğini öğreterek, insanı
amaçsız bırakmadığı gerçeği, ana temaların ötesinde metodun nihai amacını
oluşturur.
İlginç Ek
Bilgiler ve Vakalar:
1. Deniz Üzümü (Star Tunic) Metaforu:
İnsanın bir kayaya (Mürşit veya zihniyet kalesi) tutunup beleş beslenmeye
başladığında beynini yiyen basit bir canlıya (Deniz Üzümü - Ascidian)
dönüştürülmesini anlatan biyolojik bir vakadır. Bu metafor, sorgulamayan mürit
tipini tanımlamak için kullanılmıştır.
2. Lina Medina Vakası: Erken
ergenliğe dair literatürdeki en erken gebelik vakası olarak, 5 yaş 6 aylık
Perulu kız Lina Medina'nın biyolojik olayları üzerinden ergenlik faktörlerinin
bilinmezliği anlatılmıştır.
3. Kâbe Baskını (Cüheyman olayı):
1979'da gerçekleşen ve sahte Mehdi (Cüheyman el-Uteybi) önderliğindeki silahlı
grubun Mescid-i Haram'ı ele geçirmesi olayı, tarikatların ve mehdilik inancının
potansiyel tehlikeleri bağlamında hatırlatılmıştır.
4. Akıl Kelimesinin Kökeni:
Arapça'da "akıl" (akıl etme) kavramının, kafadaki başörtüsünün
uçmaması için konulan kalın yuvarlak şeye (İkal) dayandırılarak, bir şeyi
bağlama, kontrol etme anlamında kullanıldığı etimolojik olarak belirtilmiştir.
Bu analizler ışığında, kaynaklardaki
tartışmaların büyük ölçüde, Kur'an'ın nasıl anlaşılması gerektiği (metodoloji)
ve bu anlayışın bireyin sosyal, ahlaki ve bilimsel hayatına nasıl yansıtılması
gerektiği üzerindeki derin ayrışmalar etrafında toplandığı görülmektedir. Ramazan Demir'in metodolojik
ısrarı ve Oytun Erbaş'ın bilim-sağlık alanındaki sert eleştirileri,
kaynaklardaki en etkileyici ve tekrarlanan konulardır.
Erkan
Özsaatçıların Görüştüğü Kimseler İle Fikir Ayrılığın Düştüğü Yerler. Konukların
Birbirleri Tartışsalar Hangi Konuda Uyuşamazlar. Bu Kişilerin Hadisler
Karşısındaki Tutumu Nasıl, Onun Yerine Neyi Koyduklarına Dair Geniş Bilgi
Bu bilimsel analizin amacı, sunulan video
kayıtlarındaki ana konuşmacıların (bilhassa Erkan Özsaatçılar'ın konuklarının)
metodolojik ve teolojik yaklaşımlarını incelemek, kendi aralarındaki potansiyel
veya açık çatışma noktalarını tespit etmek ve özellikle hadis/rivayet
metinlerine karşı geliştirdikleri eleştirel tutum ile bunun yerine ikame
ettikleri Kur'an merkezli metodolojiyi (usul) derinlemesine açıklamaktır.
I. Erkan
Özsaatçılar'ın (EO) Görüştüğü Kimseler ile Fikir Ayrılığının Düştüğü Yerler
Erkan Özsaatçılar, videolarında genellikle
Kur'an'ın anlaşılmasına dair eleştirel ve metodolojik yaklaşımları savunan
akademisyenleri ağırlamaktadır. EO'nun rolü, kaynaklarda büyük ölçüde bu
eleştirel tezi destekleyen bir moderatör veya katalizör olarak belirmektedir.
1. Metodolojik Çerçevede Ortaklık:
EO'nun Ramazan Demir (RD) ve Mustafa İslamoğlu (Mİ) gibi isimlerle yaptığı
yayınlar, Kur'an'ın kendi içinde bütüncül, yeterli ve açık bir metin olduğu (Kitab-ı
Mübin) tezi üzerine kuruludur. EO, RD'nin Kur'an'daki Arapça metne sonradan eklenen hareke ve
noktaların (özellikle Asım kıraati) yol açtığı anlam kaymalarına dair tezlerini
titizlikle gündeme taşımaktadır. Bu bağlamda, EO ile bu konuklar
arasında doğrudan bir fikir ayrılığı görülmemektedir; bilakis, EO bu eleştirel
duruşun sağlamlaştırılmasına katkı sağlamaktadır.
2. Eleştirel Tarih ve Düşünce
Alanındaki İşbirliği: EO, Fehmi İlkay Çeçen (FİÇ) ile yaptığı sohbette,
Atatürk'ün yaratılış ve din kavramları üzerine yazdığı resmi belgeleri ve
görüşleri, yargılamadan sadece bilgi paylaşımı amacıyla ele almıştır. EO bu
noktada, geleneksel tepkileri (örneğin, "ölünün arkasından
konuşulmaz" veya "tarihsel değeri verilir" gibi) aşarak,
"belgeye dayalı" bir analizi teşvik etmektedir. Bu, geleneksel din
algısının otoritesini sorgulama arzusunda ortaklaştıkları anlamına gelir.
3. Tekrarların Anımsatılması ve
Derinleştirme Çabası: EO, Ramazan Demir ile yaptığı uzun soluklu
sohbetlerde, konunun derinliğini korumak ve izleyicinin konuya olan
hakimiyetini artırmak için, önceki yazılarda değinilen noktalara atıfta
bulunarak ilerlemektedir. Örneğin,
Kur'an Yeter tezinin sadece bir slogan değil, rivayetsiz okumanın bir
gerekliliği olduğunu vurgularken, RD'nin önceki derslerinde sunulan bilgileri
tekrar hatırlatma görevini üstlenir.
II.
Konukların Birbirleriyle Tartışabileceği (Uyuşamayacağı) Konular
Kaynaklar ışığında, konuşmacıların
uzmanlık alanları ve temel tezleri arasındaki metodolojik ve felsefi
farklılıklar göz önüne alındığında, olası güçlü çatışma alanları şunlardır:
1. Metodolojik Kutuplaşma: Kur'an
Yeterliliği ve Rivayet Kullanımı (Ramazan Demir ve Mustafa İslamoğlu vs. Mehmet
Okuyan)
Bu, kaynaklardaki en açık çatışma hattıdır; zira Ramazan Demir ve Erkan
Özsaatçılar, Prof. Dr. Mehmet Okuyan'ın (MO) tefsir ve fıkıh metodolojisini
şiddetle eleştirmektedir.
• Çatışma Noktası: Kur'an'ın tek
başına anlaşılıp anlaşılamayacağı ve hadis/rivayetlerin rolü.
• RD ve Mİ’nin Tezi: Kur'an, kendi
iç bütünlüğü içinde tam ve yeterlidir (Kur'an Yeter). Hadis ve
rivayetler, Kur'an'ı anlaşılmaz hale getirmekte, Kitab-ı Mübin olma vasfını
bozmaktadır. MO gibi isimlerin hem Kur'an Yeter demeleri hem de ayetleri
anlamlandırmak için rivayetleri ve ulemanın görüşlerini referans göstermeleri,
"ikiyüzlülük" ve "çelişki" olarak görülmektedir.
• MO'nun Konumu: MO, Cuma namazının
hükmü veya intiharın hükmü gibi konularda, Peygamber'in uygulaması (sünnet) ve
kültürel malzemenin (cahiliye toplumunun kadına bakışı) fıkhi belirlemeleri
şekillendirdiğini kabul etmektedir. Ona göre, Kur'an'daki ifadeler erkek kalıbında
gelse de muhatap bütün inananlardır, ancak bazı hükümlerin evrensel mesajı
olmasına rağmen hükmü yöresel veya özel olabilir. MO, rivayetlere başvurulmadan
Kur'an'ın anlaşılamayacağı düşüncesine karşı çıkanları, Kur'an'ı tek başına
anlaşılmaz bir metin haline getirmekle suçlamaktadır.
2. Felsefi ve Teolojik Kutuplaşma: Bilimsel Determinizm
ve İrade (Oytun Erbaş vs. Tasavvuf Eleştirmenleri)
Doç. Dr. Oytun Erbaş'ın bilimsel ve hayata
dair görüşleri, tasavvufi yapılar ve ruhani kavramlar üzerine eleştirel
yaklaşım sergileyen Mustafa İslamoğlu, Muhammed Nur Doğan ve Bekir Çöl'ün
teolojik itirazlarıyla kesişecektir.
• OE'nin Duruşu: Erbaş, hayatta bir
"kader" olduğuna, bunun genden veya çevreden geldiğine ve temelde
değiştirilemediğine inanmaktadır. Estetik operasyonlar ve bedenle aşırı
uğraşmanın "beyin sorunu" olabileceği yönündeki yorumları, dış
görünüşün ve genetik mirasın önemini vurgulamaktadır.
• Tasavvuf Eleştirisi (Mİ, BÇ, MND):
Bu grup, insanın en temel değerinin irade, akıl ve kişilik olduğunu
savunur. Mİ'nin zihniyet kaleleri metaforu, bireyin aklını ve iradesini
hapseden yapıları (tarikatları) hedef alır. BÇ ve MND, tasavvufun insana iradesiz
bir kölelik (gavsın kölesi olmak) dayattığını ileri sürer.
• Potansiyel Çatışma: OE'nin
genetik determinizmi ve kader inancı, Mİ ve BÇ'nin Kur'an'ın sürekli seçim
(irade) yapma zorunluluğunu öğütleyen fıtrat merkezli teziyle çelişir.
Kur'an'da Adem'e üflenen ruh, akıl ve irade sahibi olma vasfını sağlar. OE'nin vurguladığı
"değiştirilemez kader," Kur'an'ın insandan beklediği aktif
sorgulama ve değiştirme çabasıyla (Kur'an'ın insanı insan kalmaya
çağırması) tezat oluşturabilir.
Önceki analizlerimizde sıkça
vurguladığımız üzere, Kur'an'ın iradeyi merkeze koyan ve zulüm
karşısında sessiz kalmamayı öğütleyen temel öğretisinin, modern determinist
yaklaşımların gölgesinde nasıl yorumlanması gerektiği sorusunu detaylıca ele
almayı ihmal etmeyelim.
III. Hadisler
Karşısındaki Eleştirel Tutum ve Alternatif Metodoloji
Görüşülen kritikler (başta Ramazan Demir ve Mustafa İslamoğlu) hadis ve
rivayetlere karşı son derece şüpheci ve eleştirel bir tutum sergilemektedir;
bu, onların Kur'an'a yaklaşım metodunun temel direğidir.
A. Hadislerin
ve Rivayetlerin Reddi veya İkincil Konuma İndirgenmesi
Bu eleştirel usulün temelinde, hadislerin
ve rivayetlerin Kur'an'ın kendisini tanıttığı Kitab-ı Mübin (apaçık ve
tam kitap) vasfıyla çelişmesi yatmaktadır.
1. Kur'an'ın Yeterliliği Prensibi:
Rivayetlerin kabulü, Kur'an'ın yetersiz olduğu anlamına gelir. Kur'an,
kendisinin kılavuz (huden) olduğunu ve hiçbir şeye ihtiyaç duymadan kıyamete
kadar baki kalacağını iddia etmektedir. Hadisler, bu kılavuz metni, rivayetler,
ulema görüşleri, kıyaslar ve Medinelilerin ittifakları gibi birçok harici
malzemeyle destekleyerek Kur'an'ı anlaşılamaz hale getirmiştir.
2. Rivayetlerin Güvenilirliği Sorunu
(Tahrif Riski): Hadisler, Kur'an gibi ilahi bir koruma altında değildir ve
kolayca üretilebilirler. Örneğin, Hz. Ömer'in Kur'an hafızlarının ölümü üzerine
Kur'an'ı toplatması ve Zeyd bin Sabit'in bu süreçte son iki ayeti bulamaması
gibi rivayetler, Kur'an metninin bile kusursuz bir şekilde aktarılmadığı
izlenimini vermektedir—bu durum, hadislerin durumunun daha da vahim olduğunu
ima eder.
3. Rivayetlerin Çelişkisi ve Anlam
Kaybı: Rivayetler, Kur'an'daki açık kelimelerin anlamını çarpıtır. Örneğin,
"Ebu Leheb" kavramının kimliğinin Kur'an içinden (Ateşin Önderi)
değil, harici rivayetlerden aranması, ayetin anlamını Allah'ın bedduasının
tutmaması gibi çelişkilere götürmektedir (zira rivayetlere göre Ebu Leheb, sure
indikten sonra 12 yıl daha yaşamıştır).
B. İkame
Edilen Alternatif Metot: Kur'an'ın İlkelere Dayalı Okunması
Hadis/rivayet metinlerinin, Kur'an'ın
önüne geçerek bir "hapis" ya da "zihniyet kalesi"
oluşturduğu fikrinden hareketle, Kur'an'ı anlama çabası için aşağıdaki
yöntemler önerilmektedir:
1. Metin Bütünlüğü ve İç Tutarlılık
(Siyak-Sibak): Kur'an'daki herhangi bir kelime, ayet veya olay, Kur'an'ın
bütünü dışına çıkarılarak anlaşılamaz. Bir kavram (örneğin nebi, resul),
Kur'an'ın tamamındaki kullanımı ve bağlamı (siyaq-sibak) içinde
değerlendirilmelidir. Bu iç tutarlılık ilkesi, Kur'an'ın anlamının
"kafamızdaki rivayetlere" uymadığı yerde, rivayeti değil, kendi
anlayışımızı sorgulamayı gerektirir.
2. Etimoloji ve Türetme (İştikak):
Arapça kelimelerin kök anlamlarına inilmesi (iştikak) ve kelimenin kazandığı
anlam değişikliklerinin gramer kurallarına göre izlenmesi esastır.
• Dilin İlahi Kökeni: Kur'an'daki
dilin (Arabi'yün) kutsal olduğu, çünkü Allah'ın Adem'e kelimeleri öğrettiği
(allemehul beyan) ve dilin insanlar tarafından üretilebilecek bir yapı olmadığı
savunulur.
• Hareke ve Nokta Eleştirisi: Mevcut mushaflarda kullanılan
hareke ve noktalamanın (özellikle Asım kıraatine dayanan) sonradan eklendiği ve
hatalara yol açtığı vurgulanır. Doğru anlamlandırma için noktasız ve harekesiz
metin üzerinde sarf (morfoloji) kuralları işletilmelidir.
• Huruf-u Mukattaa Analizi: Ramazan
Demir’in tezi, sure başlarındaki bu harf gruplarının şifre veya ezoterik
anlamlar taşımadığı, bunun Kur'an'ın açık olma vasfına aykırı olduğu
yönündedir. Aksine, bu harflerin "Bu yazının işaretleridir" (yani
metnin içeriğini gösteren harfler) anlamında, yazının bir parçası olarak
değerlendirilmesi gerektiğini, bunun noktasız ve harekesiz metinle (yazı dili)
tutarlı olduğunu ileri sürmektedir.
3. Kavram Analizi ve Mecazın Konumu:
Kelimelerin, Kur'an'daki özel anlamları doğrultusunda analiz edilmesi
önemlidir:
• Kitap vs. Hitap: Kur'an, yüzlerce
ayette kendisini kitap (yazılı metin) olarak adlandırmasına rağmen,
geleneksel anlayışın onu hitap (sözlü anlatım) olarak kabul etmesi
eleştirilir. Ketebe kökünden gelen hiçbir kelimenin hitap anlamı
yoktur; bu, Kur'an'ın genetiğiyle oynamaktır.
• Mecazın Sınırları: Mecaz, sözü
güzelleştirmek için kullanılan bir teknik olsa da, Kur'an'ı anlamada asıl
olanın hakiki anlam olduğu ve mecaza ancak zorunlu durumlarda başvurulması
gerektiği savunulur. Aksi takdirde, kelimelere rastgele anlamlar yüklenerek
Kur'an, yorumcunun egosuna tabi kılınır.
Ek Konu ve
Tarihi Vaka: Zihniyet Kaleleri ve Piramidal Sosyoloji
Mustafa İslamoğlu ve Ramazan Demir'in
üzerinde durduğu temel ilke, Kur'an'ın yatay sosyoloji (Musaf) ve ilke
merkezli bir duruş gerektirmesidir. Buna karşın, tarikatlar ve cemaatler piramidal
sosyoloji yaratmakta, en üstteki "Mürşit" veya
"Kutub"un emirlerinin sorgulanmadan uygulandığı bir düzen
kurmaktadır.
Bu piramidal yapının tehlikesi, bireyin
aklını, iradesini ve kişiliğini hapsederek bir "mezar" haline
getirmesidir. Tarihte bu tür otoriter dini/politik yapıların kontrolden
çıkışına dair çarpıcı bir örnek, 1979'daki Kâbe Baskını (Cüheyman
el-Uteybi olayı) sırasında yaşanmıştır. Cüheyman ve adamlarının Mescid-i Haram'ın bodrumlarına
saklanması, nihayetinde Fransız askerlerinin Zemzem kuyusundan su basması ve
patlayıcı kullanmasıyla bastırılmıştır. Bu olay, dini otoritenin sorgusuz itaat
mekanizmasının (piramidal sosyoloji) toplumsal kaos ve yıkıma yol
açabileceğinin tarihsel bir vakası olarak sunulmaktadır.
Etimolojik Not: Kur'an'da yer alan akıl
kavramı (fiil olarak kullanılır), Arapça'da develerin bağlanmasına yarayan
"İkal" (ayağı bağlama ipi) kelimesinden türemiştir, yani bir şeyi
kontrol altına alma, disiplinize etme ve kullanma anlamlarını taşır. Bu, aklın kullanılmadığı
zaman yok hükmünde olduğunu vurgular.
Edip Yüksel
ve 19 mucizesi
Sunulan akademik kaynaklar ve önceki
analizlerimiz bağlamında, spesifik olarak Edip Yüksel ismine veya bu
şahsın kişisel kariyerine dair herhangi bir atıf bulunmamaktadır. Ancak, ilgili
şahısla özdeşleşen ve modern Kur'an yorumculuğu alanında sıklıkla tartışılan
"19 Mucizesi" (veya sayısal uyum/örüntü) tezi, kaynaklarda yer alan
diğer akademisyenler tarafından hem kabul hem de eleştiri konusu yapılmıştır.
Bu tezin eleştirel analizi ve metodolojik konumu, aşağıda doktora makalesi
formatına uygun olarak sunulmuştur.
I.
Kur'an'daki Sayısal Uyum ve 19 Mucizesi Kavramı
Kaynaklar, Kur'an metninin dilbilimsel ve
estetik boyutları üzerinde dururken, aynı zamanda bu metnin sahip olduğu iddia
edilen matematiksel veya sayısal yapıyı da ele almaktadır. Tartışmanın odağını
oluşturan 19 Mucizesi, genellikle Kur'an'ın belli harf, kelime veya sure
sayılarının 19’un katlarına bölünmesi gibi matematiksel örüntülere sahip olduğu
iddiasına dayanmaktadır.
1. Sayısal
Uyumun Kabulü ve Gerekçesi (Literatürdeki Destekleyici Yaklaşım)
Bazı uzmanlar, Kur'an metninde görülen bu
tür matematiksel örüntülerin tesadüfî olamayacağını ve bunun bilinçli bir
tasarımın sonucu olduğunu ileri sürmektedir. Bu örüntüler, özellikle
"Huruf-u Mukattaa" (kesik harfler) bağlamında incelenir. Örneğin, Hâ
Mîm harflerinin belirli surelerdeki toplam sayısının 19'a kalansız
bölünebildiği belirtilmiş ve bu durumun, Kur'an'ın edebi ve müzikal
mucizelerinin doğal bir uzantısı olduğu savunulmuştur.
Doç. Dr. Bülent Şahin Erdeğer, Kur'an'ın edebi
bir mucize olduğunu kabul ettiği takdirde, metinde doğal olarak müzikal
ve sayısal bir uyum (harmonizasyon) içermesi gerektiği kanaatindedir.
Ona göre, matematik, edebiyat ve müzik aynı şeyin üç farklı tezahürüdür.
Dolayısıyla sayısal uyumun varlığı, Kur'an'ın edebi değerinin zorunlu bir
sonucudur.
2.
Metodolojik Eleştiri ve Fikir Ayrılığı Noktaları (Erkan Özsaatçılar ve Ramazan
Demir Ekseninde)
Erkan Özsaatçılar'ın (EO) sohbetlerinin
ana teması olan Kur'an'ı anlama metodolojisi (Kur'an-ı Kur'an'la anlama)
çerçevesinde, sayısal uyum iddiasının aşırı vurgulanması ciddi eleştirilere
neden olmaktadır.
A. Kur'an Metninin Bütünlüğünün İhlali:
Bülent Şahin Erdeğer'in de vurguladığı gibi, "19 mucizesi" teziyle
öne çıkan kesimin en büyük fikir ayrılığı yaratan yanı, bu sayısal uyumu
sağlamak adına Kur'an'dan iki ayeti (ayetlerin numaralandırılması veya metin
bütünlüğü açısından) reddettiği iddiasıdır. Bu durum, Kur'an metnini
matematiksel bir şifreye uydurmak için vahyin kendisine müdahale edilmesi
anlamına gelmektedir.
B. Huruf-u Mukattaa'nın Konumu:
Ramazan Demir (RD) ve EO'nun üzerinde ısrarla durduğu Kur'an'ın Kitab-ı
Mübin (apaçık ve açıklayıcı kitap) olduğu ilkesi, bu harflere ezoterik
(batınî) veya şifreli anlamlar yüklenmesini reddeder. RD, Huruf-u Mukattaa
üzerine yapılan yorumların sayısının 20'ye yaklaştığını ve bu harflere
"gizemli" veya "şifreli" bir anlam yüklenmesinin, Kur'an'ın
açık olma vasfına aykırı olduğunu belirtir. RD, bu harflerin aslında "bu
yazının işaretleridir" anlamında kullanıldığını ve dilin temel yapısını
(sarf, iştikak) öğreten ilkeler olduğunu savunur.
RD, ayrıca, bu tür sayısal yaklaşımların
kökeninin, harflere sayı değeri yükleyen mistik akımlara dayandığını ima eder.
Örneğin, Hurufilik akımında ebced hesabının 15, 17 ve 19 gibi
sayılar üzerine kurulu olduğu dile getirilmiştir.
C. Metodolojik Tutarsızlık ve Rivayet
Karşıtlığı: RD'nin sıkça belirttiği gibi, Kur'an'ın noktasız ve
hareketsiz gelen orijinal metninin (el yazmaları) tutarlılığını savunanlar,
sayısal uyum arayışına girdiklerinde, metnin geleneksel (harekeli ve noktalı)
versiyonuna dayanmak zorunda kalmaktadırlar. Bu durum, önceki yazılarımızda da
sıklıkla ele aldığımız, rivayetlere karşı duruş sergileyenlerin dahi farkında
olmadan rivayet ürünlerini (harekeleme, noktalama, sure sıralaması) kullanmak
zorunda kalması gibi bir çelişkiyi barındırmaktadır.
RD bu konudaki eleştirisini şöyle dile
getirir: Sayısal uyum arayanlar, metin tutarsızlığıyla karşılaştıklarında,
Kur'an'ı kendi kurallarına uydurmak için "Kur'an'ın genetiğiyle
oynama" çabası içine girmektedirler. Eğer herkes Kur'an'ı şifrelerle
anlamaya çalışırsa, bu durum Kur'an'ı Kitab-ı Mübin (apaçık) olmaktan
çıkarıp, anlamsızlığa sürükler.
II. İlginç
Vaka ve Tartışmaya Ek Boyut: Şifreler ve Manevi Manevra
Konuşmacıların Kur'an'ı anlama çabaları,
sadece metin içi çatışmalarla sınırlı kalmamış, aynı zamanda bu tür ezoterik
yaklaşımların güncel manevi uygulamalara nasıl dönüştüğünü de incelemiştir.
Ramazan Demir, Huruf-u Mukattaa harflerinin ebced ve benzeri
yöntemlerle sayısal karşılıklar bulunarak, bu kombinasyonların "garantili
dua" yerine geçecek formülasyonlara dönüştürüldüğünü belirtmektedir.
Bu tür uygulamalar, çakra sistemleri veya evrensel enerji gönderme pratikleri
ile karıştırılarak, İslami bir ambalaj içinde sunulmakta ve böylece Kur'an'ın
derin anlamından tamamen uzaklaşılmaktadır.
Bu durum, önceki yazılarımızda sıkça
değindiğimiz, Kur'an'ın amacının bilgi vermek değil, bilinç
vermek olduğu (bilge etmek) tezine zıt düşmektedir. Sayısal şifre arayışı,
Kur'an'ı ilahi bir talimatname veya ahlaki bir ilke kaynağı olmaktan çıkarıp,
sadece teknik, ezoterik bir nesneye indirgeme tehlikesi taşımaktadır.
Zira Metodolojik Çerçeve
Unutulmamalıdır: Kaynaklarda üzerinde uzlaşılan temel ilke, Kur'an'ın
Arapça dil yapısına ve kendi iç tutarlılığına (iştikak ve sarf
kuralları) sadık kalınarak anlaşılması gerektiğidir. Bu bağlamda, metnin
anlamını saptıran her türlü harici (dışsal) zorlama, ister geleneksel
rivayetlerden isterse modern sayısal yöntemlerden gelsin, reddedilmesi gereken
bir müdahale olarak görülmektedir.
Tebbet suresi
hakkında firavun diyen Ramazan Hoca hangi delil ile bunu öne sürüyor. Mısır
kaynaklarında Firavunlar sıkı kayıt altında olduklarına göre bunu nasıl aşmış Olabilir
Bu derinlemesine metodolojik analiz
(doktora makalesi tarzında) çerçevesinde, Ramazan Demir’in (RD) Tebbet
Suresi’nde geçen “Ebu Leheb” karakterinin Kur’an’ın iç tutarlılığı bağlamında
Firavun olduğunu öne sürmesinin dayanakları ve bu tezin harici (Mısır)
kaynakların sıkı kayıtlarına nasıl yaklaştığı aşağıda detaylı olarak
incelenmiştir.
I. Ramazan
Demir’in "Ebu Leheb = Firavun" Tezine Dayanakları
Ramazan Demir'in temel metodolojik duruşu,
Kur'an'ın kendi içinde tam, açık ve yeterli (Kitab-ı Mübin) olduğu
ilkesine dayanmaktadır. Bu nedenle, Kur'an'daki bir kavram veya ismin
anlaşılması için harici rivayetlere, tefsirlere, ulema görüşlerine veya siyer
metinlerine başvurulmasını reddeder.
RD, Tebbet Suresi'ndeki "Ebu
Leheb" kavramının geleneksel rivayetlerde geçtiği gibi Hz. Muhammed'in
amcası Abdül Uzza değil, Kur'an'ın Musa kıssasında bahsettiği Firavun olduğunu
iddia eder. Bu tezin dayanakları şunlardır:
1.
Metodolojik Çelişkilerin Reddi (Geleneksel Yorum Eleştirisi)
Geleneksel rivayetler, Tebbet Suresi'nin
(111. sure) Ebu Leheb'in (amcası Abdül Uzza) inkârı üzerine indiğini söyler.
Ancak RD, bu rivayetin Kur’an’ın hüküm koyucu vasfıyla çeliştiğini ileri
sürer:
• Bedduanın Gerçekleşmemesi:
Surenin ilk kelimesi olan Tebbet kelimesi, Arap edebiyatında beddua
anlamına gelecek şekilde "kurusun, mahvoldu, beceremedi" manalarında
kullanılabilir. Allah'ın bizzat beddua ettiği veya bir hüküm bildirdiği bir
kişinin, rivayetlere göre surenin inmesinden sonra 12 yıl daha yaşaması ve ne
malının mülkünün elinden gitmesi, ne de çocuklarının Mekke'nin fethinden sonra
bile İslam döneminde yöneticiler/zenginler arasında köşe başlarını tutması,
Allah'ın bedduasının tutmadığı gibi bir çelişkiye yol açar.
• Rivayetin Amaca Aykırılığı:
Kur'an, insanları sürekli seçim yapmaya zorlayan ve iradeyi
merkeze koyan bir kitaptır. Geleneksel rivayetlere göre, Tebbet Suresi'nin Ebu
Leheb'in amca Abdül Uzza olduğu varsayımı, Kur'an'ın bu açık mesajını
rivayetlerle anlamsızlaştırmaktadır.
2. Kelime ve
Bağlam Analizi (Kur'an İçi Deliller)
RD, Ebu Leheb'in kimliğinin Kur'an'ın
diğer ayetleri referans alınarak bulunması gerektiğini savunur.
• Ebu Leheb'in Anlamı: RD'ye göre,
"Ebu Leheb" kelimesi, Ateşin Önderi ya da Ateş Lideri
anlamına gelmektedir. Bu tanım, Kur'an'da anlatılan ve cehenneme sürükleyen bir
lider karakterine işaret eder.
• Destekçiler (Yedâ): Surenin
devamında geçen Ebu Leheb'in iki elinin (yedâ) kuruması ifadesi, iki
destekçi veya yardımcı anlamına gelir. RD, bu iki destekçiyi, Musa
kıssasında Firavun’un yardımcıları olarak bilinen Haman ve Karun ile
ilişkilendirir.
• Musa Kıssasına Atıf: RD, Tevbe
Suresi’nde bahsi geçen Firavun’un iki yardımcısıyla ilgili olan ayetlerin,
Tebbet Suresi’nin siyak-sibak (öncesi ve sonrası) bağlamı içerisinde
değerlendirilmesi gerektiğini, bu sayede Ebu Leheb'in kim olduğunun Kur'an'dan
çözülebileceğini belirtir. Ayrıca, Firavun'un kıyamet günü kavmine önderlik
edeceği (ateşe sürükleyeceği) Hud Suresi 98. ayetinde geçmektedir: "Kıyamet
günü kavminin önüne geçer ve onları ateşe götürür". Bu, "Ateş
Önderi" tanımıyla örtüşmektedir.
Sonuç: RD, Ebu Leheb = Firavun
tezini, geleneksel rivayetlerin yarattığı çelişkiyi çözmek ve Kur'an'ın kendi
içindeki dil ve tematik tutarlılığı sağlamak amacıyla, Ebu Leheb kelimesinin
etimolojik karşılığını (Ateş Lideri) ve destekçileri (Haman ve Karun) Kur'an'ın
diğer yerlerindeki benzer karakterlerle eşleştirerek öne sürmektedir.
II. Mısır
Kaynaklarının Kayıtlarının Aşılması ve Metodolojik Duruş
Kullanıcının sorduğu üzere, Firavunların
tarihi, Mısır kaynaklarında ve hiyerogliflerde sıkı ve detaylı bir kayıt
altında bulunmaktadır. Bu durum, geleneksel tarih okumasına göre, Firavun'un
kimliğinin veya hikayesinin Kur'an'daki belirsizliğiyle çelişebilir.
Ramazan Demir'in metodolojisi, bu tür
harici tarihi kayıtların Kur'an'ın anlaşılması önündeki etkisini ve otoritesini
tamamen ortadan kaldırmaktadır. Bu yaklaşım, harici kaynaklardan gelen bilginin
mutlaklaştırılmasını reddeder:
1. Tarih ve
Siyer Bilgisinin Reddi
RD, Kur'an okuyucusunun Kur'an'ı anlamak
için İbni Hişam veya İbni Kesir gibi siyer/tarih kitaplarını okuma zorunluluğu
olmadığını kesin bir dille belirtir. Eğer bir okuyucu, Kur'an’ın herhangi bir
yerinde geçen bir olayı anlamak için harici bilgilere (rivayetler, uzun siyer
anlatımları) başvurmak zorunda kalıyorsa, bu durum Kur'an'ın Kılavuz
(Huden) ve Apaçık (Mübin) olma vasfını yitirdiği anlamına gelir.
2. Kur'an'ın
Kendini Referans Göstermesi
RD'ye göre, Kur'an'ın kendisi, konularıyla
ilgili herhangi bir dipnot veya dış referans göndermemektedir. Dolayısıyla,
Tebbet Suresi'ni anlamak için bir okuyucunun yapması gereken tek şey, Kur'an'ın
içinde bu kavrama dair bilgiyi aramaktır.
• Örnek Vaka: RD, Kur'an okumaya
başlayan birinin Tebbet Suresi'ni okuduğunda, Ebu Leheb'in kim olduğunu merak
etmesinin doğal olduğunu kabul eder, ancak bu merakın cevabının Kur'an'da
aranması gerektiğini vurgular. Geleneksel anlayışta bu cevap dışarıdan geldiği
için (amcası Abdül Uzza rivayeti), okuyucunun Kur'an'ın hakikati yerine,
rivayetlere itaat eden bir hale geldiğini savunur.
3. Tarihsel
Bağlamın Sorgulanabilirliği
RD, geleneksel İslam tarihi anlatılarının
(Nüzul sebepleri, Mekki/Medeni ayet ayrımı, siyer bilgileri) bile rivayetler
yoluyla geldiğini ve bu rivayetlerin güvenirliğinin sorgulanması gerektiğini
belirtir. Kur'an'ın Kur'an'a göre okunması gerektiği metodolojisinde,
Mısır'daki firavun kayıtlarının detaylı olup olmadığı gibi harici bilgiler,
vahyin bütünlüğünü koruma çabasının önünde bir engel teşkil etmez.
Özetle, Ramazan Demir'in bu tezini
destekleyen deliller Kur'an'ın bütünselliğinden kaynaklanırken; Mısır
kaynaklarındaki detaylı kayıtların varlığı, onun metodolojisi açısından bir
sorun teşkil etmez, çünkü Kur'an'ın kendisi Kitab-ı Mübin olduğu
sürece, dışsal kayıtların Kur'an'ın iç mesajını tahrif etmesine izin
verilmemelidir.
Hadisleri Toptan
Kaldırma, Harekeleri Kaldırarak, Kuranın Tekrar Belagat Ve Sarf Ve Nahiv
Kuralları İle Okunacak Şekle Getirilmesi, Evrensellik Tarihsellik İle Kuranı Ele
Almak İle Oluşacak Dinin Allah’ın İstediği Din Olacak Üzerine Kaynaklardaki
Kişilerin Görüşleri İle Nasıl Bir Din İnanışı Ortaya Çıkacak.
Namaz Nasıl
Kılınacak Oruç Nasıl Tutulacak Zekat, Hac, Muamelat Ve Ukubat Nasıl Olacak Zina
Hırsızlık Ve Diğer Örnekler İle Nasıl Bir Dini Hayat Olacak.
Kaynaklarda Ramazan Demir (RD), Mustafa
İslamoğlu (Mİ) ve Ali Aydın (AA) gibi ana konuşmacıların savunduğu,
Hadis/Rivayet geleneğini eleştirel bir süzgeçten geçirme veya toptan reddetme
üzerine kurulu metodolojinin, ortaya çıkaracağı din anlayışı (inanış ve pratik)
derinlemesine incelenmiştir.
I.
Metodolojik Çerçeve ve Otorite Transferi
Kaynaktaki eleştirel ekolün ortaya koyduğu
din anlayışının temeli, otoritenin, geleneksel rivayet külliyatından (Hadis,
Siyer, İsrailiyat, Ulema İcması) tamamen Kur'an'ın kendi iç tutarlılığına ve
dilbilgisel yapısına (Sarf ve Nahiv) kaydırılmasıdır.
1.
Rivayetlerin Konumu ve Kur'an'ın Yeterliliği Prensibi
Konuşmacılar, hadis ve rivayetlerin,
Kur'an'ın sistemini dağıtan, bütünlüğünü bozan ve anlaşılmasını imkansız kılan
"çok tehlikeli bir kelime" (peygamber kelimesi) veya hareket olduğunu
savunur. Hadislerin tamamının (yüzde yüzünün) Allah Resulü adına uydurulmuş
yalan ve batıl (Emevi ve Abbasi) rivayetler olduğu, bu rivayetlere dayanarak
Kur'an'ın açıklanmasının ise Kur'an’ı rivayetlere mahkûm etmek anlamına geldiği
ileri sürülür.
İkame Edilen Otorite (Kur'an
Yeterlilik): Kur'an, kendisini Kitab-ı Mübin (apaçık, açıklayıcı kitap)
olarak tanımladığı için, herhangi bir harici kaynağa (Dipnot, referans) ihtiyaç
duymaz. Kur'an, bilgi (ilim) için değil, bilinç (hikmet/bilgelik) vermek için
gönderilmiştir. Bu anlayışa göre, Kur'an'a iman etmek, onun eksiksiz ve yeterli
olduğuna peşinen inanmak demektir; aksi takdirde "ikiyüzlülük"
(ikircikli bir tavır) sergilenmiş olur.
2.
Metodolojik Diriliş: Noktasız ve Hareketsiz Metne Dönüş
Hadisleri reddeden bu ekol, Kur'an'ın
anlaşılması için, Arapça dilin yeniden Kur'an’ın metnini esas alması
gerektiğini savunur.
• Orijinal Metin: Allah Resulü'ne
verilen Mushaf'ın noktasız ve hareketsiz (düz bir metin) olduğu ve bu haliyle
dahi okumaya, anlamaya ve itaat etmeye tam olarak yettiği iddia edilir.
• Harekeleme ve Noktalama Eleştirisi:
Metne sonradan eklenen noktalar ve harekelerin (örneğin Asım kıraatine dayanan
mevcut Mushaflar), Kur'an'ın aslı değil, bir "meal çalışması" olduğu
ve anlam kaymalarına, çelişkilere ve tahrife (bozulmaya) neden olduğu
vurgulanır.
• Dilin İlahi Kaynağı: Kur'an’da
kullanılan dilin (Arapça) ve beyan yeteneğinin (allemehul beyan) Allah
tarafından insana doğrudan öğretildiği; dolayısıyla bu dilin gramer
kurallarının ilahi olduğu ve rastgele değiştirilemeyeceği savunulur. Bu, dilin
insan tarafından oluşturulduğu tezinin reddidir.
3. Nebi ve
Resul Ayrımı
Ali Aydın'ın (AA) iddialı cümlesiyle,
Kur'an'daki Nebi ve Resul sisteminin farkının anlaşılması, din ve hükümler
açısından en büyük keşif sayılmalıdır.
• Peygamber: Bu kelimenin kendisi,
Kur'an'ın bütünlüğünü bozan "çok tehlikeli" bir kelime olarak görülür
ve kullanılmaması gerekir.
• Resul (Elçi): Vahyi (Kur'an'ı)
aktaran, Allah’ın sözünün gücüne sahip olan kişidir. Resul'e itaat, Allah'a
itaatle eşittir, zira Resul ayrı bir kural koymaz.
• Nebî (Haberci): Resul'ün özel
hayatla alakalı makamıdır. Nebi, söz ve hareketlerinde Allah'a karşı hata
edebilir. Örneğin, Tahrim Suresi 1. ayette Nebi'nin, hanımlarının rızasını
gözeterek Allah'ın helal kıldığı bir şeyi kendisine haram kılması, bir hata
olarak ele alınır.
Bu ayrım sayesinde, Nebi'nin özel hayatına
ve hatalarına dair rivayetlerin, dinin evrensel ve hüküm koyucu kaynağı
(Kur'an) yerine, dinin kaynağı olamayacağı anlaşılır.
II. Ortaya
Çıkan Din Anlayışı ve Evrensel İlke Merkeziyetçilik
Bu metodolojiyle ortaya çıkan din, mutlak
Tevhid'i, sorgulayıcı aklı, iradeyi ve aktif ibadeti merkeze alır;
geleneksel ritüelistik ve fatalistik yaklaşımları reddeder.
1. Kader
Anlayışı ve İrade
Bu sistemde, bireysel irade ve sorumluluk
merkezidir.
• Kaderciliğin Reddi: İblis'in dahi
ilk kaderci olduğu ve kötülükleri Allah'a nispet ederek sorumluluktan kaçtığı
belirtilir. Kur'an, insanı başıboş bırakmaz.
• Adem ve Yunus Örneği: Kur'an'da
sunulan hiçbir şahsiyet (Adem, Yunus, Sebe Kraliçesi) hatalarını Ezeli Takdire
bağlamamış, aksine "Biz ne ettiysek kendimize ettik" (Zalemna
Enfûsena) diyerek sorumluluğu üstlenmiştir. İnsan, iradesiyle karar verdiği
eylemlerin sonuçlarına katlanır.
2. Toplumsal
Rol ve Ahlak (Aktif İbadet)
Dinin amacı sadece bireysel kurtuluş ve
içe kapanma (pasif ibadet) değildir.
• İslamcılığın Reddi: Mİ,
"İslamcı" ideolojik tanımını terk ettiğini belirterek, Kur'an'ın
koyduğu tanımın Müslüm (Barış gönüllüsü) olduğunu, bunun da iç barışı ve
küresel barış projesini kurmak olduğunu söyler.
• Zihniyet Kaleleri: Mustafa
İslamoğlu, insanların akıllarını, vicdanlarını ve iradelerini hapseden
ideolojik yapıları (mezhepler, cemaatler, tarikatlar) "zihniyet
kaleleri" ve "mezarlar" olarak niteler. Bu kalelerin yıkılması
(bilişim ve iletişim yoluyla) zorunludur.
• Aktif İbadet (İslah): Namazın
sadece ritüel olarak anlaşılması eleştirilir. İbadetin özü, hayatı Allah için
yaşama bilinci, yeryüzünü ıslah etme çabası (Emr-i bi'l Maruf ve Nehy-i
ani'l Münker) ve hayatın tüm alanlarına müdahil olmayı gerektirir. Pasif
ibadet (riyazet, dünyadan el çekme) ise insanı iradesizliğe (inaktif duruma)
sürükler.
III.
Hükümlerin (Namaz, Zina, Hırsızlık) Uygulanması
Kur'an'ın kendi bütünlüğü içinde ele
alınmasıyla, geleneksel fıkhi hükümlere dair temelden farklı yaklaşımlar ortaya
çıkar:
1. İbadet
Pratikleri
• Namaz (Salat): Namaz, Kur'an'ın
açık emridir ve kulların içtihadına kurban edilemez.
◦ Kadınların
Cuma Namazı: Cuma Suresi 9. ayetteki hitabın (Ey iman edenler)
evrensel olması nedeniyle, Cuma namazı kadınlara da farzdır. Kadınların camiye
gitmesini engellemek, cahiliye kültürü kaynaklıdır.
◦ Özel Haller
(Regl): Kadınların özel hallerinde (regl dönemi), cinsel yakınlaşma haram
kılınmıştır (La takrabuhunne). Ancak bu durum, namaz, oruç gibi
ibadetlerin terk edilmesi için bir gerekçe değildir; aksine, kadınlar bu
dönemde de ibadetlerini yapmalıdır. Zira Kur'an'da buna dair bir yasak yoktur,
yasak iddia edenler delil getirmelidir.
• Riba/Faiz: Kaynaklarda, riba'nın
haram olduğu kabul edilirken, modern finansal işlemlerin helal kılınması için
yapılan "parayı kiralamak" gibi benzetmelerin mahiyet farkını göz
ardı ettiği ileri sürülür.
2. Ukubat ve
Muamelat (Ceza Hukuku ve Sosyal İlişkiler)
Hadislerin toptan kaldırılması, geleneksel
ceza hukukunun (had cezaları) uygulama biçimini temelden sarsar, zira bu
detaylar büyük ölçüde rivayetlerle sabitlenmiştir. Bu yeni din anlayışında,
Kur'an'ın Evrensel doğrular (Maruf) ve yanlışlar (Münker) üzerine
yoğunlaşılır.
• Zina ve Hırsızlık (Ukubat):
Kaynaklarda Kur'an'daki cezaların uygulanış detayları (örneğin hırsızlıkta el
kesme) hakkında net bir fıkhi karar belirtilmemekle birlikte, genel olarak
vurgu şöyledir: Kur'an'ın yasakladığı her şey (zulüm, yolsuzluk, haksızlık)
münkerdir.
• Helal ve Haram Koyma Yetkisi: En
temel ilke şudur: Allah’ın helal kıldığını haram kılmak, bir beşerin
yapabileceği bir şey değildir. Bir nebinin dahi, eşlerini memnun etmek adına
Allah’ın helal kıldığını kendisine haram etmesi dahi, teolojik olarak Resul’e
hakaret ve Allah’ın hükmünü değiştirmeye teşebbüs olarak görülür. Bu durum,
Kur'an'ın hüküm koyma yetkisinin merkeziliğini pekiştirir.
• Estetik ve Tıp Ahlakı: Tıbbi
bakış açısıyla, bedenin Allah'ın yarattığı formu bozmaya çalışmanın günah
olduğu ve bedenle aşırı uğraşın (estetik) genellikle bir beyin sorununun
(antipsikoz gerektiren durumlar) belirtisi olabileceği görüşü dile getirilir.
3.
Tarihsellik ve Evrensellik
Kur'an'ın evrenselliği (mesaj açısından)
ve hükümlerin yöreselliği (hüküm açısından) arasındaki ayrım, fıkhi hükümlere
yaklaşımı belirler.
• Evrensel Kılavuz: Kur'an, insanı
karanlıklardan aydınlığa çıkarmak iddiasında olan tek kitaptır. Hükümlerin
temel dayanağı (adalet, merhamet, tevhid) evrenseldir.
• Tarihsel Bağlam: Bir hükmün
yöresel veya özel bir durum için inmiş olması (örneğin Tahrim Suresi’ndeki özel
hükümler) onun evrensel mesajını ortadan kaldırmaz, ancak o hükmün tüm ümmete
genelleştirilmesini engeller.
• Metodolojik Çelişkiyi Aşma:
Tarihselci yaklaşımın kendisi, Kur'an'ın bazı ayetlerinin hükmünün bugün
geçersiz olduğu sonucuna vararak, Kur'an'ın genetiğini tahrif etme tehlikesi
taşır. Bu eleştirel ekol, tarihselci yaklaşımlara karşı Kur'an'ın hiçbir
kelimesinin zamanla değer kaybetmeyeceğini savunur.
IV. İlginç
Gelecek Ek Konu: İbadet ve Cinsellik
Bu Kur'an merkezli yaklaşımla ortaya çıkan
en çarpıcı sonuçlardan biri, kadınların özel dönemlerindeki ibadet
serbestisidir.
Geleneksel fıkıh, Bakara 222'yi,
kadınların özel hallerinde namaz kılmaları, oruç tutmaları veya tavaf
etmelerini yasaklayan hadislerle desteklemiştir. Oysa bu yeni metodoloji,
ayetin açıkça cinsel yakınlaşmayı yasakladığını (La takrabu hunne) ve bu
dönemdeki temizlik kurallarına odaklandığını, dolayısıyla kadının ibadetlerden
alıkonulmasının Allah'ın emri olmadığını, aksine toplumun borcunun kadınları
ibadete götüren yolları engellemek yerine kolaylaştırmak olduğunu belirtir. Bu,
dini yaşamı kültürel yasaklardan arındırma çabasının somut bir sonucudur.
Hayız
döneminde bu kişiler namaz kılabilir mi ve Namaz konusu
Sunulan kaynaklardaki konuşmacıların
Kur'an merkezli metodolojisi, ibadetlerin pratik uygulamalarına dair net ve
genellikle geleneksel fıkıh anlayışından ayrılan hükümler ortaya koymaktadır.
Bu kapsamda, hayız (regl) döneminde namaz ibadeti ve namaz (salat) kavramının
genişletilmiş manası aşağıda detaylı olarak izah edilmiştir.
I. Hayız
(Regl) Döneminde Namaz İbadetinin Hükmü
Kaynaklarda bu konu, bilhassa Prof. Dr.
Mehmet Okuyan’ın (MO) görüşleri üzerinden ele alınmış olup, Kur'an’ın hükümleri
ile kültürel veya rivayete dayalı kısıtlamalar arasındaki ayrım
netleştirilmiştir. Konuşmacıların temel hareket noktası, Kur'an’ın Kitab-ı
Mübin (apaçık ve tam kitap) olduğu ve harici bir yasaklayıcı delil
bulunmadıkça, emredilen ibadetlerin devam etmesi gerektiğidir.
1. Regl
Dönemine Dair Kur'anî Hüküm
Mehmet Okuyan, Bakara Suresi 222. ayetini
temel alarak regl dönemine dair Kur'an'ın yalnızca tek bir yasak koyduğunu
belirtir. Ayet, bu dönemde kadınlardan uzak durulmasını emreder. MO,
ayetteki "uzak durma" ifadesinin (la takrabu hunne) açıkça cinsel
birlikteliği yasakladığını vurgular.
2. Namaz ve
Diğer İbadetlerin Konumu
Bu dönemde ibadetlerin yasaklanması ya da
ertelenmesine dair Kur'an’da herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Aksine,
ibadetler için getirilen evrensel emirler geçerliliğini korur:
• Abdestsizlik Hali Değildir: Regl
dönemi, cünüplük ya da abdestsizlik hali olarak tanımlanamaz. Bu, irade ile
meydana gelen bir isteğin sonucu (cünüplük) değil, vücudun normal fizyolojik
bir halidir. Hatta regl olmaması bir hastalık belirtisidir, yani bu hal sağlıklı
olmanın bir göstergesidir.
• Kanın Hükmü: Kan akışı nedeniyle
temizlik (necasetten arınma) gereklidir. Kan pis olsa da, kadın bu dönemde
abdestini alıp, giysilerini temizleyerek tüm ibadetlerini yapmalıdır.
• Kesin Emir: MO, kadınların bu
dönemde ibadetlerini yapıp yapamayacakları sorusuna, "yapabilir"
değil, "yapmalıdır" yanıtını verir. Zira Allah'ın yüzlerce
ayette emrettiği hususları iptal edecek ve vahiy derecesinde kuvvetli bir delil
getirilmesi gerektiğini, ancak bu delilin bulunmadığını savunur.
• Kültürel Malzemenin Reddi:
Kadınları ibadetten men eden anlayışın, cahiliye toplumunun kadına bakışından
kaynaklanan kültürel malzeme olduğunu ve bunun hukuki düzenlemeleri veya
fıkhi belirlemeleri şekillendirdiğini ancak Kur'an'ın bu yaklaşıma izin
vermediğini belirtir. Bu yaklaşım, önceki yazılarımızda sıkça değindiğimiz,
Kur'an'ı rivayet ve kültürel kalıntılardan arındırma metodunun pratik bir
sonucudur.
Dolayısıyla, bu metodolojiyi benimseyen kişilere göre, hayız döneminde
kadınların namaz kılmaları, oruç tutmaları ve Kabe’yi tavaf etmeleri (varsa bu
konuda Kur'anî bir yasak olmaması koşuluyla) yasak değildir.
--------------------------------------------------------------------------------
(Önceki yazılarımızda da görüldüğü
gibi, tefsir ve fıkıh alanındaki bu tür görüş ayrılıkları, Kur'an'ın beyanının
rivayetlerin veya kültürel kabullerin otoritesine karşı mutlaklaştırılması
çabasından doğmaktadır.)
--------------------------------------------------------------------------------
II. Namaz
(Salat) Konusunun Genişletilmiş İzahatı
Kaynaklar, namaz ibadetine (Salat) sadece
bir ritüel olarak bakmanın, Kur'an’ın istediği din anlayışını eksik bıraktığını
vurgular. Namaz, dinin temel bir unsuru olmasına rağmen, bütünü temsil etmez.
1. Salat
Kavramının Özü: Hayatı Allah İçin Yaşama Bilinci
Mustafa İslamoğlu (Mİ) ve Muhammed Nur
Doğan (MND) gibi konuşmacılar, ibadet ve namaz kavramını geniş bir bağlama
oturtur:
• Pasif İbadet Eleştirisi: Namazı
sadece günde beş vakit tekrarlanan bir ritüel olarak görmek, İslam'ı pasif
ibadet (riyazet, dünyadan el çekme) haline getiren bir yaklaşım olarak
eleştirilir.
• Aktif İbadet: Asıl ibadet, hayatı
Allah için yaşama bilincidir. Bu, yeryüzüne güzellik katma, çevreyi ıslah etme,
hayatın gelişmesi ve Emr-i bi’l Maruf ve Nehy-i anil Münker (iyiliği
emretme, kötülükten sakındırma) mücadelesini içerir. MND, tasavvufi yapıların
müslümanları aktif ibadetten pasif ibadete sevk ettiğini belirtir.
• Namazın Yeri: Namaz (Salat),
dinin direği değil, belki giriş kapısının bir unsurudur. Namazın sadece
ritüelistik anlamda alınması, Kur'an'ın sunduğu ubudiyet (kulluk) dini
kavramını tam olarak yansıtmaz.
2. Cuma
Namazı ve Evrensellik İlkesi
Kur'an merkezli yaklaşıma göre, Cuma
namazı, geleneksel görüşlerin aksine, sadece erkeklere değil, kadınlara da
farzdır.
• Evrensel Hitap: Cuma Suresi 9.
ayet, “Ey iman edenler (Ya eyyuhellezine amenu)” ifadesiyle
başlamaktadır. Bu hitap, kadınları ve erkekleri ayırt etmeksizin bütün
inananlara yöneliktir.
• Dil ve Muhatap: Geleneksel
fıkıhta, ayetteki fiil ve zamirlerin eril (müzekker) kalıpta gelmesi nedeniyle
hükmün erkeklere has olduğu savunulur. Ancak MO, Kur'an’da kadınlarla ilgili
özel bir hüküm varsa kadın kalıplarının tercih edildiğini, aksi takdirde
ifadeler erkek kalıbında gelse de muhatabın bütün inananlar olduğunu
belirtir. Aksi takdirde, oruç ve diğer ibadet ayetlerinin de sadece erkeklere
hitap ettiği gibi mantık dışı bir sonuca varılır.
• Rızık Arama Argümanının Reddi:
Cuma ayetinde alışverişi bırakma emri geçmektedir. Geleneksel görüş, alışverişi
yapanların erkekler olduğu için hükmün erkeklere ait olduğunu ileri sürer. MO,
bu mantığı reddederek, alışverişi yapanların erkekler olduğunun Kur'an'da
yazmadığını ve bu tür bir çıkarımın "kulağını tersten tutmak"
olduğunu ifade eder.
3. Namazda
Dil ve Metodoloji Tartışması
Ramazan Demir'in (RD) öncülük ettiği
metodolojik eleştiri, Kur'an'ın kelimelerine sonradan eklenen hareke ve
noktaların (özellikle Asım kıraati) anlam kaymalarına yol açtığını ve bunun
ibadetlerin özünden uzaklaşmaya neden olduğunu iddia eder.
• Sarf ve Nahiv Kuralları: RD,
noktasız ve hareketsiz metinlerin (ilk Mushaf'ın bu halde geldiği kabul edilir)
Arapça Sarf (morfoloji) ve Nahiv (sentaks) kuralları işletilerek okunması
gerektiğini savunur. Bu, Salat kelimesinin ritüelistik anlamına
odaklanmak yerine, kelimenin türetildiği kök anlamlarına (dua, çağrı, destek)
daha geniş bir bağlamda ulaşılmasını amaçlar.
• Mecazın Sınırları: Fikret Çetin,
Kur'an'ı anlamada asıl olanın hakikat (gerçek anlam) olduğunu, mecaz
(dolaylı anlam) için sağlam bir delil gerektiğini belirterek, kelimelerin
Kur'an dışından gelen yorumlarla çarpıtılmasını metodolojik olarak eleştirir.
Bu ilke, Salat gibi kilit kelimelerin anlamının sadece dar bir ritüele
indirgenmesini engellemeyi hedefler.
III. İlginç
Bir Konu: Zihniyet Kaleleri ve Kişisel İrade Üzerine Namaz
Mustafa İslamoğlu, sürekli olarak
sorgulamanın önemini vurgular. Namaz ibadetinin dahi, kişiyi sorgulamadan
alıkoymaması gerektiğini belirtir.
• Fatiha'nın Sorgulama Anlamı:
Namazda Fatiha okunurken söylenen "Bizi dosdoğru yola yönelt"
(İhdinâ’s-sırâta’l-mustakîm) duası, kişinin zaten Müslüman olduğunu beyan
etmesine rağmen bir arayışın ve sorgulamanın ifadesidir. Eğer
kişi, dosdoğru yolda olduğundan %100 emin ise, bu duayı etmesine gerek kalmaz.
Bu, sürekli bir bilinç ve irade kullanımı gerekliliğini vurgular.
• Allah'ı Emir Kulu Yapma Cinayeti:
Mİ'nin sıklıkla eleştirdiği nokta (ki bu, namaz ve zekat gibi ibadetlerin nasıl
anlaşılacağını da etkiler), dini mercilerin Allah'ı kendi istekleri
doğrultusunda emir kulu yapması cinayetidir. Bu tür bir anlayış, dinin evrensel
ahlaki ilkelerden (adalet, merhamet) koparılarak bir ideolojiye veya kabile
ilahına dönüştürülmesine yol açar.
Bu çerçevede, kaynaklarda savunulan din inanışı, Hadis/Rivayetleri
toptan kaldırma ya da ikincil konuma indirme çabasının, temel ibadetlerin dahi
dar ritüel kalıplarından çıkarılıp, Kur'an'ın küresel ahlaki ve bilinçlenme
mesajına hizmet eden aktif eylemler bütünü olarak anlaşılması
gerektiğini göstermektedir. Namaz, bu aktif ibadet bilincinin bir parçasıdır.
Hadisler dini
kurban etmek bunu anlamakta zorlanıyorum. Kuranı tek başına nasıl anlayacağız.
Peygambere itaat edin ayetleri hadisler için değil başka konularda diye gelmiş
deniyor bu nasıl olacak
Bu derinlemesine bilimsel inceleme çerçevesinde, hadis/rivayet metinlerinin dini
otorite olarak mutlaklaştırılmasına karşı çıkan Kur'an merkezli ekolün (Ramazan
Demir, Mustafa İslamoğlu gibi konuşmacılar) temel eleştirileri ve bu
eleştirilerin ortaya çıkardığı din anlayışı detaylı olarak ele alınmıştır.
I. Hadislerin
Dini "Kurban Etmesi" Tezi Üzerine Metodolojik Eleştiri
Konuşmacılar, hadis ve rivayet
külliyatının Kur'an'ın önüne geçirilmesini veya ona denk tutulmasını, dinin
özünü, ahlakını ve bütünlüğünü zedeleyen bir eylem olarak görmekte ve bu
durumu, dinin kendisinin kurban edilmesi olarak nitelendirmektedirler.
1. Kur'an'ın
Bütünlüğünün İhlali
Bu ekolün temel tezi, Kur'an'ın kendisini Kitab-ı Mübin (apaçık,
açıklayıcı kitap) olarak tanımladığıdır. Hadislerin varlığı ve Kur'an'ı açıklama görevi
üstlenmesi, zımnen Kur'an'ın eksik, kapalı (mücmel) ve yetersiz olduğunu
kabul etmek anlamına gelir. Kur'an'ın yeterliliği iddiası, onun eksiksiz ve tam
olduğu inancından gelir. Rivayetleri kabul etmek, bu yeterliliğe karşı
"ikiyüzlülük" (ikircikli bir tavır) olarak görülür.
2. İrâdenin
ve Aklın Kurban Edilmesi
Mustafa İslamoğlu, insanların mezhepler,
tarikatlar veya ideolojik yapılar içine girmesini, İpek böceğinin kozasına
girip orayı kendine mezar etmesine benzetir. Bu yapılar "zihniyet
kaleleri" inşa ederek, bireyin aklını, iradesini ve vicdanını hapseden
mezarlara dönüştürülmektedir. Bu, Kur'an'ın insandan beklediği sorgulayıcı
ve iradeli duruşun terk edilmesidir.
Bekir Çöl gibi isimler, tasavvuftaki mürit-mürşit ilişkisinde
sorgulamadan teslimiyetin esas alınmasını eleştirirler. Bu teslimiyet,
Allah'ın insana bahşettiği akıl ve iradeyi kullanma sorumluluğunu ortadan
kaldırır. Ayrıca, hadisleri Kur'an'ın önüne koyanlar, Allah'ın hüküm koyma
yetkisini gasp etme "cinayetini" işlemekle suçlanırlar.
3. Metinsel
Tahrif ve Anlam Çelişkisi
Ramazan Demir, Kur'an metnine sonradan
eklenen noktalar ve harekelerin (özellikle Asım kıraati) orijinal metnin
manasını bozduğunu ve metinsel bir "meal çalışması" haline
getirdiğini savunur. Rivayetlerin, Kur'an'ın ayet sonlarındaki ses uyumunu (kafiyeyi)
sağlamak amacıyla kullanıldığını, bunun da metni şiir gibi göstermeye
çalıştığını ve manayı bozduğunu ileri sürer.
Örneğin, Tebbet Suresi'nde geleneksel rivayetler, Allah'ın bedduasına
rağmen Ebu Leheb'in 12 yıl daha yaşamasını ve çocuklarının Mekke fethinden
sonra bile zengin olmaya devam etmesini söylemektedir. Bu durum, Allah'ın
bedduasının tutmadığı gibi bir çelişki yaratarak, vahyin mutlak gücünü
zedelemektedir. Rivayetler, Allah'ın sözünün mutlaklığını bozduğu için dinin
özünü feda etmektedir.
II. Kur'an'ı
Tek Başına Anlama Metodolojisi (Usul)
Hadisleri kökten eleştiren bu ekol,
Kur'an'ı tek başına anlamak için boşluk doldurmaya dayalı yaklaşımlar yerine,
metnin kendi içindeki tutarlılığını esas alan katı bir dilbilimsel ve kavramsal
metot önerir.
1. Sarf ve Nahiv (Dilbilimsel Köken)
Kur'an'ın dili (Arabi'yyün) ilahidir ve bu
dilin kuralları rastgele değildir. Anlamlandırma, Kur'an'a sonradan eklenen
hareke, nokta ve ayet sonu işaretleri gibi harici unsurlardan arındırılmış noktasız
ve hareketsiz metin üzerinden yapılmalıdır.
• İştikak (Türetme): Bir kelimenin
anlamı, tüm Kur'an'daki kullanımları ve kelimenin kök anlamı (iştikak)
üzerinden bulunmalıdır. Bu sayede kelimenin kök manası (asıl mana) asla
kaybolmaz, sadece derinleşir.
• Hakikat Önceliği: Yorumlamada
aslolan, kelimelerin hakiki (gerçek) anlamlarıdır. Mecazi (dolaylı) anlamlar
için kuvvetli delil gerekir; aksi takdirde Kur'an, yorumcunun sübjektifliğine
teslim edilmiş olur.
2. Kapsam
Bütünlüğü (Metin Bütünlüğü)
Kur'an bir konuyu açıklarken Dipnot
göndermediği için, Kur'an'daki herhangi bir kelime, kavram veya isim (örneğin
Ebu Leheb, Kâbe, Namaz) Kur'an'ın tamamı referans alınarak anlaşılmalıdır. Bu,
metnin başı, ortası ve sonu olmayan bir bütün olarak görülmesini
gerektirir; zira Kur'an'ın sahibi (Allah) da başı sonu olmayan bir varlıktır.
3. Tarihsel
Bağlamın Reddi
Kur'an'ı anlamak için Siyer (Hz.
Muhammed’in hayatı), Esbab-ı Nüzul (ayetlerin iniş sebepleri) veya
harici tarih kitaplarının (İbni Hişam, İbni Kesir) okunması zorunluluğu yoktur.
Eğer bunlar olmadan Kur'an anlaşılamıyorsa, bu durum Kur'an'ın Mübin
olma vasfıyla çelişir. Nitekim, Kur'an'ın bir coğrafyaya indiği gerçeği kabul
edilse de, metnin kendisi tarihselci yorumları desteklemez.
III.
"Peygambere İtaat Edin" Ayetlerinin Yorumlanması
Kur'an'da yer alan "Resul'e itaat
edin" (veya "Allah ve Resulüne itaat edin") şeklindeki emirler,
hadis ve rivayetlere itaat etme anlamına gelmez. Bu ekol, hadisleri değil, vahyi
merkeze koyan bir teolojik ve dilbilimsel ayrım üzerinden bu ayetleri yorumlar:
1. Nebî,
Resûl ve Peygamber Farkı
Bu ekol, geleneksel olarak üç farklı
kavramı temsil eden Nebî (haberci), Resûl (elçi) ve Türkçe/Farsça
kökenli Peygamber kelimeleri arasında keskin bir ayrım yapar.
• Resûl (Elçi): Resûl, Allah'ın
gönderdiği vahyi (Kur'an'ı) insanlara aktaran kişidir. Resûl'e itaat,
bizzat Allah'ın sözüne (vahye) itaat demektir, çünkü Resûl bu vahyin
yeryüzündeki tebliğcisidir.
• Peygamber/Nebî (Haberci):
"Peygamber" kelimesi eleştirilmelidir, zira "her an hata yapmaya
mahkûm" olan birinin sözünün vahiy ile karıştırılmasına yol açar. Nebi'lik
makamı ise, Resul'ün kişisel ve beşerî yönlerini içerir; bu yönlerde hata
yapması mümkündür.
2. İtaatin
Muhatabı: Söz Değil Vahiy
"Peygambere itaat edin"
ayetleri, Resul'ün vahyi aktarma görevine itaati emreder, yani Kur'an'a
itaat etmeyi gerektirir.
• Söz Değeri: Ramazan Demir,
hadislerin (rivayetlerin), Kur'an gibi insanların ve cinlerin bir araya gelse
bile benzerini üretemeyeceği bir söze asla denk tutulamayacağını vurgular.
Milyonlarca rivayet üretilebiliyorken, Kur'an'ın söz değeri tartışılmaz.
• Yaşantı Olarak İtaat (Aksiyon):
Hz. Muhammed salla'llâhu aleyhi ve sellem'in hayatı ve eylemleri, Kur'an'ın
teorik emirlerinin pratiğe nasıl döküldüğünü gösteren bir aksiyoner
modeldir. O, yolun kenarında durup "namaz kıl" diye bağıran bir figür
değil, Kur'anî ilkeler doğrultusunda toplumsal bir devrim başlatan, harekete
dayalı bir liderdir. Dolayısıyla, ona itaat etmek, onun gibi vahyin
rehberliğinde aktif ve ilkeli bir hayat sürmek demektir.
3.
İbadetlerin Açık Hükümleri
Namaz, oruç, zekât ve hac gibi temel
ibadetlerin kılınış biçimlerinin (rükû, secde, vakitler) rivayetlerden değil, Kur'an'ın
içindeki açık ve tekrarlanan emirlerden çıkarılması gerekir. Namazın rükû
ve secde gibi fiziki teslimiyet eylemleri Kur'an'da emredilmiş
eylemlerdir. Bu emri ihmal etmek, Kur'an'ın otoritesine karşı gelmektir.
Sonuç olarak, bu ekole göre, hadislerin
dinden çıkarılmasıyla ortaya çıkan din anlayışı, kişinin kendi keyfi
yorumlarına (örneğin namazı sadece duaya indirgeme) yer vermez; aksine, aklı,
iradeyi ve Kur'an’ın dilbilimsel bütünlüğünü kullanarak saf vahye mutlak
teslimiyeti amaçlayan, ilkeli ve aktif bir Müslüm (barış
gönüllüsü) kimliği inşa eder.
Kitab-ı
Mübin'in Dilsel Mutlakiyeti ve Toplumsal Ahlakın Zirvesi Olarak Zulümden
Kaçınma
Bu tebliğde ele aldığımız konuşmacıların
(özellikle Ramazan Demir ve Mustafa İslamoğlu), geleneksel İslam algısını
eleştirme motivasyonlarının temelinde yatan en önemli unsur, Kur'an'ın dilsel
yapısının herhangi bir tahrife (bozulmaya) uğramadan anlaşılması gerektiği ve
bu saf anlayışın, bireysel ahlaktan toplumsal yönetim biçimine kadar uzanan
sonuçlarıdır.
1. Kur'an'ın
Dilinin Kutsallığı ve Mutlak Otoritesi
Önceki analizlerimizde sıkça değindiğimiz
gibi, Ramazan Demir, Kur'an'ın Arapçasının (Arabiyyun) ilahi kökenli
olduğunu savunur, zira Allah'ın Adem’e dilleri öğrettiği (allemehul beyan)
ayetine dayanır. Bu, dilin sadece insanların uzlaşısıyla ortaya çıkmış bir olgu
olduğu tezini reddeder.
Bu tez, Kur'an'ın anlaşılmasında Sarf
(morfoloji) ve Nahiv (sentaks) kurallarının mutlak otorite olmasını
zorunlu kılar. Kelimelerin kök anlamlarının (iştikak) ve gramer
kalıplarının asla değiştirilemeyeceği savunulur; aksi takdirde, metin Kur'an
olmaktan çıkar. Bu bağlamda, mevcut Mushaf’lardaki hareke ve noktalamaların
dahi Kur'an'ın orijinal metnini bozduğu ve bu eklemelerin anlamı zorla bir yöne
çektiği iddia edilir (örneğin, Kur'an'ın mazi (geçmiş zaman) fiilleri bile
tefsirciler tarafından muzari (geniş/gelecek zaman) kipine çevrilerek anlam
kaymasına uğratılmıştır).
Bu katı dilsel metodun tek amacı,
Kur'an'ın apaçık (Mübin) olma iddiasını korumaktır. Eğer metin
rivayetler ya da keyfi dilbilimsel yorumlar yoluyla manipüle edilirse, metin
bir "çözülemez meseleler yığınına" (mücvel mesele) dönüşür.
2. Zulmün
Reddi ve İktidar Hırsının Ahlaki Çöküşü
Bu ekol, Kur'an'ın yalnızca bireysel
ibadet ve ahlakı değil, aynı zamanda toplumsal adalet ve yönetim ilkelerini de
belirlediğini savunur. En çok gözden kaçan noktalardan biri, Tevhid
ilkesinin sadece Allah'ı birlemek değil, aynı zamanda Allah'ın
hükümranlığını hiçbir beşere veya zihniyet kalesine (tarikat, cemaat, parti)
vermemek anlamına gelmesidir.
Mustafa İslamoğlu'nun zihniyet kaleleri
metaforuyla belirttiği gibi, insanlar sorgulama iradesini terk ettiklerinde,
içine girdikleri ideolojik yapılar (parti, cemaat) onların aklına, vicdanına ve
kişiliğine mezar olur. Bu durum, piramidal sosyoloji yaratır.
Bu sosyolojik eleştirinin zirvesi,
otoriteyi ele geçirme arzusunun tehlikesidir. Erkan Özsaatçılar, Firavun'un
zulmünden kaçanların bile, bu zulmü bitirmek için değil, kendisinin zulmeden
olmak için çaba sarf ettiğini imâ eden tarihi/sosyolojik bir gözlemle, bu
iktidar hırsını eleştirir. Eğer iman, bireye ilke vermeyecek ve dik
duruş sağlamayacaksa, o imanın hiçbir değeri yoktur; zira ilkesizlik, zulmün
bizden de olsa hoş görülmesine yol açar.
Dolayısıyla, Kur'an’ın istediği din,
yalnızca ritüelleri doğru yapmaktan ibaret değildir; aynı zamanda, yeryüzünde
zulüm ve haksızlığa karşı ilkesel bir duruş sergilemeyi (Münker'den kaçınma) ve
adaleti tesis etmeyi (Maruf) gerektirir.
III. Genel
Sonuç ve Nihai İnanış Modeli
Bu tebliğ boyunca sunulan görüşler bir
araya getirildiğinde, hadisleri toptan kaldırma veya en azından Kur'an'ın
gerisine koyma çabasından ortaya çıkan din inanışı, mutlak Tevhid ve iradî
sorumluluk üzerine inşa edilmiş, sadeleştirilmiş bir İslam modelidir:
1. Namaz ve İbadetler: İbadetler,
Kur'an'ın açıkça emrettiği şekillerde (rükû ve secde gibi temel fiziki
teslimiyet eylemleri Kur'an'dan çıkarılmalıdır), ancak rivayetlerin eklediği
karmaşık ritüel detaylarından arındırılmış olarak icra edilmelidir. Önceki
analizlerimizde de belirtildiği gibi, Kur'an'ın emrettiği farzlar (Salat,
Savm, Hac, Zekat) üzerindeki pazarlık veya keyfi esnetme (oruçta atıştırma,
haccın mekanını değiştirme) kesinlikle kabul edilemez bir teslimiyet
noksanlığıdır, zira bunlar vahyin mutlak hükmüdür. Hayız döneminde namaz yasağı
gibi kültürel kısıtlamalar ise Kur'an’da olmadığı için reddedilir.
2. Riba ve Ekonomik Ahlak: Faiz
(Riba) yasağı mutlaktır ve bu yasağı ihlal eden bir eylem, genel ahlaki duruş
ne kadar yüksek olursa olsun, Kur'an’ın temel ilkesine aykırıdır.
3. Ahlak ve İrade: Din, insanlara insan
kalmayı öğretmek için gönderilmiştir, çünkü insan olmak için çabaya gerek
yoktur, ancak insan kalmak için Kur'an’ın ilkelerine ihtiyaç vardır.
Kadercilik reddedilir; her eylem, bireysel iradenin ürünüdür ve sonuçları
insana aittir.
4. Resul'e İtaat: Daha önce
etraflıca ele alındığı gibi, Resul'e itaat, Hadis/Rivayetlere değil,
Resul'ün aktardığı Vahye (Kur'an’a) mutlak teslimiyete dayanır.
Sonuç
Değerli akademik incelemelerimiz ve bu
tebliğ boyunca yürüttüğümüz kapsamlı analizler neticesinde, eleştirel Kur'an
merkezli ekolün metodolojik duruşu, Hadis/Rivayet geleneğine olan eleştirel
yaklaşımı, temel ibadet pratikleri üzerine görüş ayrılıkları ve ahlaki
sorumluluk konuları detaylıca incelenmiştir.
Ancak, konunun bütünlüğü içerisinde,
kaynaklarda sürekli olarak ima edilen ve bu ekolün felsefi temelini oluşturan,
fakat pratik uygulamalara geçilirken bazen gölgede kalan hayati bir meseleyi,
yani Kur'an'ın Dili ve Yönetimdeki Otoritenin Reddi ilkesini yeterince
derinlemesine bir başlık altında ele almayı ihmal ettik. Bu husus, aşağıda
toparlayıcı bir "Son Söz" niteliğinde sunulmuştur.
Son Söz:
Bu eleştirel ekolün ortaya koyduğu din
anlayışı, Kur'an metnini, kendisini açıklayan, yorumlayan ve kutsayan yegâne
merci olarak kabul etmeye dayanmaktadır. Bu yaklaşım, sadece teolojik bir
sadeleşme getirmekle kalmaz, aynı zamanda, Kur'an'ın kelimelerine yapılan
her türlü dilbilimsel müdahalenin, kaçınılmaz olarak toplumsal ve siyasi zulme
kapı araladığı fikrini de taşır.
Nihayetinde, bu metodoloji ile hedeflenen,
bireyi sorgulamayan bir mürit (iradesiz varlık) olmaktan çıkarıp, Kur'an’ın
dilini ve ilkelerini bilen, iradesini kullanan, mazlumun yanında duran ve
hiçbir gücü Kur'an’ın otoritesine denk görmeyen bir Müslüm (Barış
Gönüllüsü) kimliği inşa etmektir. Başka bir deyişle, amaç; Allah'ın
buyruklarına sadık kalarak, hadislerin "kurban ettiği" (tahrif
ettiği) düşünülen saf, ahlaki ve ilkesel dindarlığa geri dönmektir.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar
Yorum Gönder