Ortadoğuya Kaosu Hediye Eden Kadın
Gertrude
Bell'in Kronolojik Olarak Hayatı
Bell, 14 Temmuz 1868'de doğdu ve hayatı boyunca kaşif,
dağcı, devlet kadını, dilbilimci, arkeolog ve yazar olarak öncü roller
üstlendi.
Gertrude
Bell'in Kronolojik Hayatı
İlk Yılları ve Eğitimi (1868–1888)
- 14 Temmuz 1868: Gertrude Margaret Lowthian Bell, County Durham, Washington Hall'da
(büyükbabası Isaac Lowthian Bell'in evi) doğdu.
- 1871: Erkek kardeşi Maurice'in
doğumundan üç hafta sonra, annesi Mary Bell öldü.
- 1876: Babası Hugh Bell,
Florence Eveleen Eleanore Olliffe ile evlendi (Gertrude'un üvey annesi).
- Çocukluğunda Robert Louis Stevenson, William
Morris, Charles Darwin ve Charles Dickens gibi dönemin seçkin isimleriyle
tanıştı (onlar büyükbabasını ve babasını Yorkshire'da ziyaret
ettiklerinde).
- 1886: Oxford Üniversitesi'nde
(Lady Margaret Hall) derslere başladı.
- Haziran 1888: Yirmi yaşındayken, Oxford Üniversitesi'nde Modern Tarih alanında
birinci sınıf onur derecesi alan ilk kadın oldu.
- 1888 (Sonrası): Dayısı Sir Frank Lascelles'in (o sırada Büyükelçi) yanına Bükreş'e
gitti.
Seyahatler, Romantizm ve Yayınlar
(1892–1904)
- 1891: Dayısı Sir Frank
Lascelles'in Tahran'a İngiliz Bakanı olarak atanması üzerine Farsça
öğrenmeye başladı.
- 1892 (İlkbahar): Lady Lascelles'e eşlik ederek Tahran'a gitti.
- 1892: İran'da (o zamanki adıyla
Pers) ilk aşkı olan katip Henry Cadogan ile tanıştı ve nişanlanmak istedi,
ancak babası Hugh Bell, Henry'nin parasız ve kumarbaz olması nedeniyle
nişana izin vermedi ve Gertrude'un derhal eve dönmesini istedi.
- 1893: Henry Cadogan bir nehre
düşüp zatürreden öldü.
- 1894 (İlkbahar): İran izlenimlerini anlatan Persian Pictures (Safar Nameh)
adlı kitabını yayımladı (başlangıçta isimsiz olarak).
- 1897: Fars mistik Hafız'ın kırk üç şiirinin
İngilizce çevirisi olan Poems from the Divan of Hafiz'i yayımladı.
- 1897: Fransa Alpleri'nde
dağcılığa başladı.
- 1899: Kudüs'e ilk ziyaretini
gerçekleştirdi; bu, onun çöl tutkusunun başlangıcı oldu.
- 1899–1904: Alpler'in en önde gelen
kadın dağcılarından biri oldu. Schreckhorn geçişi teknik olarak en önemli
tırmanışıydı ve Finsteraarhorn'a tırmanma girişimi "muhteşem bir
başarısızlık" olarak hatırlanır.
- 1900: Lübnan ve Suriye Çölü'ne
(Petra ve Jabal Druse dahil) ilk bağımsız çöl yolculuklarını
gerçekleştirdi.
- Ağustos 1904: Matterhorn'a tırmanışı, dikkate değer son tırmanışıydı ve ilgi
alanları artık çöl ve arkeolojiye kaymaya başladı.
Arkeoloji ve Ortadoğu'daki Öncü
Rolü (1905–1914)
- 1905: Suriye Çölü'nden Küçük
Asya'ya (Anadolu) Türk izni olmaksızın bir yolculuk yaptı.
- 1905: Binbirkilise (Bin Bir
Kilise) harabelerini ziyaret etti ve Konia'da (Konya) arkeolog Sir William
Mitchell Ramsay ile tanıştı; bu, sonraki işbirliklerinin yolunu açtı.
- 1907: The Desert and the
Sown adlı seyahat kitabını tamamladı.
- 1907: Otuz sekiz yaşındayken,
hayatının aşkı olan evli adam Dick Doughty-Wylie ile tanıştı (Konya'da).
- 1909: Sir William Ramsay ile
birlikte erken Bizans mimarisi üzerine standart bir eser haline gelen The
Thousand and One Churches'ü yayımladı.
- 1909: Fırat Nehri kıyılarını
keşfetti ve Ukhaidir'deki harabe sarayını fotoğraflayıp ölçtü.
- 1911 (Nisan): Kuzeybatı Suriye'deki Carchemish'te arkeolojik bir alanda, o zamanlar
çaylak bir arkeolog olan Thomas Edward Lawrence ile tanıştı.
- 1913: Tur Abdin'deki
manastırlar ve kiliseler üzerine yedinci kitabı olan The Churches and
Monasteries of the Tur Abdin'i yayımladı.
- Temmuz 1913: Dick Doughty-Wylie, Rounton'u ziyaret etti; Bell, birlikte oldukları
gece yakınlaşmaktan çekindiği için daha sonra "acı dolu bir
pişmanlık" duydu.
- Kasım 1913–Mayıs 1914: Arabistan'ın bilinmeyen bölgelerine (Hayyil'e giden yol dahil) öncü
bir yolculuk yaptı; burada tutsak tutuldu.
- 1914 (Mayıs): Kraliyet Coğrafya Derneği'nden prestijli Altın Madalya'yı aldı.
Savaş Dönemi ve Siyasi Rolü
(1915–1921)
- 1915 (Erken): I. Dünya Savaşı sırasında Wounded and Missing Enquiry Department'ta
(Yaralı ve Kayıp Sorgulama Departmanı) çalışmak üzere Boulogne'a (Fransa)
gitti, daha sonra Londra'ya çağrıldı.
- Nisan 1915: Dick Doughty-Wylie, Gelibolu'da çatışmada öldürüldü.
- Kasım 1915: İngiliz silahlı kuvvetleri için istihbarat uzmanı olarak görev yapmak
üzere Kahire'ye gönderildi ve David Hogarth ile T. E. Lawrence'ın da dahil
olduğu Arap İstihbarat Bürosu'na katıldı.
- 1916 (İlkbahar): Mezopotamya (Irak) Basra'daki İngiliz Askeri İstihbarat ofisine
gönderildi ve burada Sir Percy Cox'un Doğu Sekreteri oldu.
- Ekim 1917: Savaş sırasındaki
hizmetlerinden dolayı Britanya İmparatorluğu Komutanı (CBE)
unvanıyla onurlandırıldı.
- 1918: Hayyil yolculuğu
nedeniyle Kraliyet Coğrafya Derneği Kurucu Madalyası'nı (Founder’s Medal)
aldı.
- 1919 (Ocak): Paris Barış Konferansı'na katıldı, Mezopotamya çıkarlarını temsil
etti.
- Mart 1921: Ortadoğu'nun savaş
sonrası geleceğini belirlemek üzere toplanan Kahire Konferansı'na
katıldı (Winston Churchill ve T. E. Lawrence ile birlikte).
- Ağustos
1921:
Winston Churchill ve T. E. Lawrence ile birlikte çalışarak Kral Faysal'ı yeni
Irak'ın tahtına çıkarmayı başardı. Bu, Araplara kendi kaderini tayin etme misyonunu yerine
getirmesini sağladı.
Son Yılları ve Mirası (1922–1926)
- Nisan 1922: Babası Hugh Bell ile görüşmek üzere Bağdat'tan Amman'a uçakla gitti
ve Ürdün, Filistin ve Lübnan'da seyahat ettiler.
- 1923: Irak Müzesi'ni kurdu
(Bağdat Müzesi olarak da bilinir). Irak Eski Eserler Onursal Direktörü
olarak atandı.
- 1924 (Haziran): Britanya ile yapılan anlaşma Ulusal Meclis tarafından onaylandı.
- 1919'dan İtibaren: Hayatının geri kalanında, Ken Cornwallis'e olan karşılıksız aşkı
nedeniyle acı çekti ve onunla evlenmeyi umdu.
- Temmuz 1925: Zihinsel ve fiziksel yorgunluk nedeniyle izne ayrılıp Londra'ya
döndü. Doktorlar, Bağdat'ın iklimine dönmemesi gerektiğini tavsiye etti.
- 1926 (Haziran): Türkiye ile yapılan anlaşmanın imzalandığı Devlet Ziyafeti'ne katıldı
(son resmi görevi).
- 11 Temmuz 1926 (Pazar): Yorgun ve bitkin bir şekilde eve döndü.
- 12 Temmuz 1926: Bağdat'ta, elli sekizinci doğum gününden iki gün önce, "Dial
zehirlenmesinden" (bir yatıştırıcı) öldü. Cenazesi tam askeri törenle yapıldı.
- 1927 (Nisan): Kraliyet Coğrafya Derneği'nde onun anısına saygı duruşunda bulunuldu.
- 1927 (Ağustos): Üvey annesi Florence, The Letters of Gertrude Bell'i
yayımladı.
Kral Faysal ve
Irak Hükümeti, onun Irak'a yaptığı büyük hizmetler için, ana kanadının onun
adını taşıması amacıyla 1923'te kurduğu Irak Müzesi'ne bir plaket konulmasını
emretti. Bu müze için vasiyetinde elli bin İngiliz poundu bıraktı.
İstihbarat
İle Çalışmaya Nasıl Başladı?
Gertrude Bell'in istihbarat alanındaki çalışmalarına
başlaması, I. Dünya Savaşı'nın patlak vermesiyle Orta Doğu'da sahip
olduğu eşsiz coğrafi ve kültürel bilginin ulusal bir değer kazanması sonucu
gerçekleşmiştir. Bu süreç, öncelikle Fransa'da yürüttüğü gönüllü savaş hizmeti
ve ardından Arap kabileleri konusundaki uzmanlığı sayesinde olmuştur.
Bell'in istihbarat kariyerine giden adımlar ve bu
göreve atanması kronolojik olarak şöyledir:
1. Ön
Koşullar: Uzmanlık ve Bilgi Birikimi
Bell, 1915'e gelindiğinde Britanya'nın en tanınmış
gezgini olarak kabul ediliyordu. Arap kabileleri, bölgenin coğrafyası ve siyasi
dinamikleri hakkındaki kapsamlı bilgisi ona "Ulusal Değer" statüsü
kazandırdı.
• 1913–1914 Hayyil Yolculuğu: Bell'in
Arabistan'ın bilinmeyen bölgelerine yaptığı bu öncü yolculuk, onun
"ansiklopedik bilgisinin" temelini oluşturdu. Bu gezi sırasında
kabile unsurları, kuyular ve Nejd (İbn Reşid ve İbn Suud'un hanedanları)
hakkında bir dizi yeni bilgi topladı.
• Bilgisinin Tanınması: Savaş patlak vermeden
önce, arkadaşı Dr. David Hogarth, Hayyil gezisinden edindiği bilgi ve deneyimin
kısa süre içinde "ulusal değer" kazanacağını yazmıştı. Eski Britanya
Mısır Konsolosu Lord Cromer, Bell'in "neredeyse hayatta olan diğer tüm İngiliz erkek veya kadından daha
fazla Araplar ve Arabistan hakkında bilgi sahibi olduğunu"
yazmıştır.
• Bell'in bu üstün bilgisi, ilerleyen süreçte Britanya
Silahlı Kuvvetleri için istihbarat uzmanı, ordu binbaşısı ve danışman
olarak görev yapmasını sağladı.
2. I. Dünya
Savaşı'ndaki İlk Görev (1915)
Bell'in savaş sırasındaki ilk görevi doğrudan
istihbarat değildi, ancak askeri teşkilatla bağlantısını kurdu:
• Boulogne, Fransa (Erken 1915): I. Dünya
Savaşı başladığında Bell, Fransa, Boulogne'daki Yaralı ve Kayıp Sorgulama
Departmanı'nda (Wounded and Missing Enquiry Department) çalışmaya gitti. Bu
ofiste, kaotik durumdaki evrak işlerini düzenledi ve departmanın resmi başkanı
oldu.
• Londra'ya Çağrılması (1915): Bell, bu
ofisteki verimli çalışmasından dolayı Lord Robert Cecil tarafından Londra'ya
çağrıldı.
3. Arap
İstihbarat Bürosu'na Katılım (Kasım 1915)
Asıl istihbarat çalışması, 1915 yılının sonlarında
Kahire'ye atanmasıyla başladı:
• Kahire'ye Gönderiliş: Kasım 1915'te
Bell, İngiliz Silahlı Kuvvetleri için istihbarat uzmanı olarak görev yapmak
üzere Kahire'ye gönderildi.
• Hogarth'ın Girişimi: Atanması, Bell'in Kuzey
Arabistan kabileleri hakkındaki bilgisinin paha biçilmez olacağını düşünen Dr.
David Hogarth (o sırada Arap İsyanı'nda aktif rol oynayan T. E. Lawrence ile
yakın temas halindeydi) ve Londra'daki Yüzbaşı Hall'ın (daha sonra Koramiral
Sir Reginald Hall) girişimiyle gerçekleşti.
• Arabistan İstihbarat Bürosu (Arab Bureau):
Bell, Kahire'de David Hogarth ve T. E. Lawrence'ın da dahil olduğu Arap
İstihbarat Bürosu'na katıldı. Bu büro, Gelibolu'ya gönderilen Akdeniz Sefer
Kuvveti'nden sorumlu istihbarat üssüydü.
• Askeri Rütbe: Kahire'ye ulaştığında Bell,
İngiliz askeri istihbarat tarihinde ilk kadın subay olarak kabul edildi.
Kendisine Binbaşı (Major Miss Bell) unvanı verildi (bu rütbe nezaketen
verilmişti, ancak resmi hiyerarşide 2. Derece Genelkurmay Subayı olarak kabul
edildi).
4.
Mezopotamya'ya Geçiş (1916)
Bell'in istihbarat kariyeri, kısa bir süre sonra asıl
çalışma alanı olan Mezopotamya'ya (Irak) kaydı:
• Hindistan Ziyareti (Ocak 1916): Arabistan'daki
kabilelere isyan için gerekli fon ve silahlara erişim sağlamak amacıyla, Bell,
sansürden kaçınarak askeri bir gemiyle Hindistan'a, Genel Vali'yi (Lord
Hardinge) ziyaret etmeye gitti. Bell, onun sempati ve işbirliğini kazanmayı
amaçlıyordu.
• Basra'ya Atanma: Kahire'deki birkaç ayın
ardından Bell, Mezopotamya'daki İngiliz Askeri İstihbaratına (GHQ) gönderildi
ve Basra'daki Sir Percy Cox'un (Baş Siyasi Subay) ofisine katıldı.
Buradaki görevi, Arap politikaları ve kabile ilişkileri konularında Irak
cephesinden çalışmak ve Kahire'deki Arap Bürosu ile irtibatı sürdürmekti.
• Doğu Sekreteri: Askeri otoriteler Basra'daki
görevini tamamladığına karar verdikten sonra, Bell'in hizmetleri Sir Percy
Cox'a teklif edildi ve Bell, onun Doğu Sekreteri olarak görev yaptı.
• Resmi Siyasi Rütbe (Aralık 1916): Bell'in
statüsü daha sonra resmi olarak yükseltilerek İrtibat Subayı, Kahire
Muhabiri unvanını aldı ve Britanya kuvvetlerindeki tek kadın Siyasi Subay
oldu.
Böylece
Gertrude Bell, sadece bir gezgin olarak değil, aynı zamanda Ortadoğu'daki
İngiliz stratejisi için hayati önem taşıyan siyasi istihbarat görevlisi olarak
konumunu sağlamlaştırdı.
Ermeni Fettah ile dostluğu uzun süre devam etti. Bundaki neden ne olabilir.
Geçmişinde Ermenilerle bir bağlantısı var mıydı?
Gertrude
Bell'in hayatındaki en önemli ve uzun süreli ilişkilerden biri, Ermeni
hizmetkârı Fettah ile olan bağıydı. Kaynaklar, Bell'in Fettah'a duyduğu büyük
sadakati ve saygıyı, aralarındaki ilişkinin temel nedenleriyle birlikte
detaylandırmaktadır.
Fettah ile
Uzun Süren Dostluğun Kökenleri ve Nedenleri
Gertrude Bell'in hayatında Fettah, sadece bir
hizmetkâr değil, aynı zamanda güvenilir bir refakatçi, aşçı ve diplomatik
yardımcısıydı. Bu dostluğun uzun sürmesi ve derinleşmesi, Fettah’ın Bell’e olan
sadakati ve yeterliliği ile Bell’in Fettah’a karşı gösterdiği şefkat
ve sorumluluk duygusuna dayanır.
1.
İlişkinin Başlangıcı (1905)
Bell, Fettah ile 1905 yılında Anadolu'daki seyahati
sırasında tanışmıştır.
• Bell, 1905'teki seyahatinin sonuna doğru, Kilikya'da
(Anadolu) Fettah adında, Halep'ten bir Ermeni olan bir aşçı tutmuştur.
Fettah, daha önce Mark Sykes ile seyahat etmiş olan Mikhail'in yerine Bell'in
sonraki tüm gezilerinde aşçısı olmaya devam etmiştir.
• Fettah, Bell'in sonraki seyahatlerinin çoğunda ona
eşlik etmiştir. Örneğin, 1907'de Binbirkilise'deki kamplarında Bell ile
birlikte fotoğraflanmıştır. Bell, 1907'de İstanbul'a Fattuh ile birlikte
vardığını ailesine yazmıştır.
• Bell, 1909'da Ukhaidir'e yaptığı seyahatte de
Fettah'ı yanına almıştır. Fettah, bu yolculukta Bell'in pasaport ve belgelerini
güvenle emanet edebildiği ve diplomasi yeteneğine güvendiği bir kişi olarak öne
çıkmıştır. Bell, Mudîr'in (vali) buyuruldelerini (yazılı emir) okuduktan sonra
onu çok takdir etmesi üzerine, Fettah'ın "Mudîr tam bir adam!"
demesi, Fettah'ın insanları değerlendirme yeteneğini göstermektedir.
Bell de ona "Aferîn! Senin gibisi yok, ey Fettah" diyerek takdirini
belirtmiştir.
2.
Sadakat, Güven ve Karşılıklı Şefkat
Bell'in Fettah'a duyduğu bağlılığın en önemli
kanıtları, Fettah'ın hastalandığı zamanlarda ve savaş sonrası zor zamanlarda
Bell'in ona yardım etmesidir.
• Bell, Fettah'ın sağlığına büyük özen göstermiştir.
Fettah, iki yıl sonra Binbirkilise'de hastalandığında Bell onunla iyi
ilgilenmiştir. 1907'de İstanbul'a vardığında da "Fettah'ı yalnız
bırakamam, iyileşene kadar yanında olmalıyım" demiştir.
• Fettah, Bell'e olan adanmışlığıyla bilinirdi.
Bell'in bir mektubunda Fettah'ın, Bell'in işlerini yoluna koymak için Mudîr'e
Bell'in kendi ülkesinde "konsolos" olduğunu söylediği ve bu
sayede Bell'e seyahati için gerekli yardımı aldığı anlatılmıştır.
• I. Dünya Savaşı'ndan sonra ve Türk baskısından sonra
zor durumda kalan Fettah'a Bell'in yardım eli uzatması, aralarındaki bağın
profesyonel sınırları aştığını göstermektedir:
◦ 1919'da Bell, Halep'te
onu bularak durumunu kontrol etmiştir. Bell, Fettah'ın "korkunç
zamanlardan geçtiğini" ve Türk baskısı nedeniyle "sahip olduğu her
şeyi kaybettiğini" görmüştür.
◦ Fettah, iki kez Türk
ordusuna alınmış, ancak rüşvetle kurtulmuş; daha sonra hapsedilmiş ve yoksul
düşürülmüştür. Türkler, Fettah'a Bell'in hizmetkârı olduğu için zulmetmiştir.
◦ Bell, ona para vermiş ve
sebze yetiştirmesi için bir bahçe kiralamasına yardım etmiştir. Bu yardım,
Bell'in Fettah'a duyduğu derin şefkatin ve arkadaşlığın bir göstergesidir.
Bell, bu durum karşısında "Ne mutlu zamanlarımız oldu. Zavallı
Fettah'ım" diye yazmıştır.
3. Fettah'ın
Yetenekleri ve Bell'in Güveni
Bell, Fettah'ın yeteneklerine ve güvenilirliğine tam
olarak güvenmiştir.
• Bell, Hayyil'e yaptığı kritik yolculuğa
hazırlanırken, 1913 Aralık'ta Fettah hastalandığı için onu Şam'da bırakmak
zorunda kalmıştır. Tifo teşhisi konulmuş (başlangıçta sıtma sanılmıştı). Bell,
bu durumun seyahat için ne kadar talihsizlik olduğunu hemen anlamıştır,
çünkü yeni tuttuğu adamlar Bell'in çadırlarını kurmayı ya da eşyalarını
toplamayı bilmiyorlardı.
• Fettah, Bell'in dağcılık tutkusundan sonra arkeoloji
çalışmalarına kayan ilgi alanlarında da ona destek olmuş; Bell'in arkeolojik
keşifleri hakkında konuşurken, Bell'in "genel eğlencesi dışında harabeler
hakkında pek düşünmeyen" Fettah'tan bahsetmiştir. Hatta Bell, Eregli'den
geçerken Hitit kabartmasını (İvrîz'deki) görmek istemeyince, Fettah
şüphelenerek "Efemdin, Benî Hît'in resimlerini görmek istemiyor
musun?" diye sormuştur. Bu, Fettah'ın Bell'in ilgi alanlarına ne kadar
aşina olduğunu göstermektedir.
• Fettah, Bell'e olan sadakatini ve bağlılığını
sıklıkla dile getirmiştir. Örneğin, Bell'in arabasıyla ilgili bir şikayetine
"Bu şehri hayatımda hiç görmedim! Allah onları babalarına göndersin ve
kadınları esir alınsın! Ekselanslarının fasulyesine 5 kuruş ödedim. Bütün
şehirde et yok ve yıkılsın!" diye yanıt vermiştir. Bell, bu tip
konuşmaların onun mutfak deneyimlerine özgü olduğunu belirtmiştir.
Bell'in
Geçmişinde Ermenilerle Bir Bağlantısı Var mıydı?
Kaynaklarda, Gertrude Bell'in ailesinin ya da erken
yaşamının doğrudan Ermeni kökenli insanlarla kişisel, romantik veya yakın bir
bağlantısı olduğuna dair açık bir bilgi bulunmamaktadır. Bell'in ilk
aşkı Henry Cadogan ve büyük aşkı Dick Doughty-Wylie İngiliz'dir. Bell'in ailesi
zengin İngiliz sanayicilerdir.
Ancak Bell, seyahatleri ve arkeolojik çalışmaları
sırasında Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Ermenilerle ve onların mimari
mirasıyla temas kurmuştur.
• Bell'in Fettah'ı 1905'te Halep'ten bir Ermeni
olarak tuttuğu bilinmektedir.
• Bell, 1907'de sevdiği adam Dick Doughty-Wylie'nin Ermeni
Hristiyanlara saldıran fanatik kalabalıkları yatıştırması ve bu girişimi
nedeniyle Türk makamları tarafından da taltif edilmesi olayını
günlüklerinde büyük bir yer ayırarak kaydetmiştir. Bu olay, Bell'in Ermenilere
yönelik şiddetten haberdar olduğunu ve Doughty-Wylie'nin Ermenileri koruma
eylemini takdir ettiğini göstermektedir.
• Bell'in 1913 yılında yayımladığı yedinci kitabı, Tur
Abdin'deki Kiliseler ve Manastırlar hakkındadır. Bell, bu bölgede Bizans
mimarisi üzerine araştırmalar yapmış, bu bölgedeki manastır ve kiliseler
üzerine akademik çalışmalar yapmıştır. Tur Abdin bölgesi, tarihsel olarak
Süryani ve Ermeni Hristiyan kültürünün yoğun olduğu bir bölgedir.
Bell'in Ermenilere yönelik şiddet olaylarına tanık
olması ve Ermeni Fettah ile kurduğu derin bağ, onun genel olarak Orta Doğu
halklarına karşı duyduğu saygı ve şefkatin bir parçasıydı. Bell, 1919'da
Fettah'ın Türk baskısı yüzünden her şeyini kaybettiğini öğrendiğinde ona yardım
etmek için harekete geçmiştir. Bu, Bell'in Fettah'ın milliyetine rağmen, ona
olan kişisel bağlılığının ve vefasının bir göstergesidir.
Sultan
İkinci Abdulhamid’in huzuruna çıkmış deniyor, doğru bilgi midir?
Gertrude Bell'in hayatındaki en dikkat çekici ve zorlu
anlardan biri, Osmanlı İmparatorluğu topraklarında seyahat ederken karşılaştığı
bürokrasi ve izin engellerini aşma çabalarıydı.
Sorunuzun
temelini oluşturan Sultan II. Abdülhamid ile seyahat izni konusunda
doğrudan bir görüşme yapıp yapmadığına dair kaynaklarda açık bir bilgi
bulunmamaktadır. Ancak Bell, İstanbul'u ziyaret etmiş ve Sultan'ı uzaktan
görmüştür:
• Bell, I. Dünya Savaşı'ndan önceki seyahatlerinde
(özellikle 1900'lerin başlarında), Arap Yarımadası üzerinde beş yüzyıl boyunca
gizlice ve genellikle korkuyla hüküm süren Sultan Halifelerin saraylarının
süslü ihtişamını uzaktan gördüğünü belirtir.
• Bell, Abdülhamid'in her cuma öğle namazı için
Yıldız Köşkü yakınındaki küçük bir camiye gittiği bir gün, Sultan
Caliph'in, yani Müslüman kuvvetlerin sözde liderinin, sarayından camiye nadir
bir gezintiye çıkışını izlemiştir. Bu sırada yollar askerlerle doluydu,
bandolar vals ezgileri çalıyor ve Sultan'ın atları seyircilerin arasından
geçiyordu.
Bell, seyahat izinleri ve Osmanlı yetkilileriyle olan
müzakerelerini genellikle yerel düzeyde, yani Valiler (Vâlî), Mutasarrıflar
ve Mudîrler ile yürütmüştür. Bu yetkililer, Sultan'ın eyaletlerinde
gayrimüslimlerin seyahat etmesini kolaylaştırmamışlardır.
Bell'in Türk
yetkilileri "ikna etme" yöntemi, genellikle direnç,
yalanlama ve hızla bölge değiştirme taktiklerinin bir karışımıydı:
Türk
Bürokrasisini Aşma Çabaları
Bell'in seyahat izni almadaki zorlukları, özellikle
1900'lerin başında Hauran'da (Druze ülkesi) yaptığı seyahatlerde belirgindir.
Türk makamları Bell'in politik hassasiyeti olan bölgelere girmesini engellemek
istemişlerdir:
1. Müdür ile Müzakereler (Salkhad Olayı):
◦ Bell, 1900 yılında Bosra'da
(Busra al-Sham) Mudîr'i (kasaba valisi) ziyaret etti ve Mudîr, kemerli
ve gölgeli avlusunda ona kahve ikram ettikten sonra müzakereler başladı.
◦ Bell, gitmek istediği yerin Salkhad
(Türk yetkililerin gitmesini istemediği, Druze ülkesinin kalbi) olduğunu
söyledi. Mudîr ise oranın tehlikeli olduğunu ve Şam'daki Mutasarrıf'tan
(mutasarrıf, vali yardımcısı) Bell'in güvenliğinden endişe edildiğini belirten
bir telgraf geldiğini iddia etti (Bell, bunun doğru olmadığını düşünüyordu).
◦ Bell, Mudîr'i "ikna
etmek" için kararlılık ve ulusal gurur argümanını kullandı:
"Olamaz" diyen Mudîr'e karşı, "Olması lazım" diyerek
diretti. Ayrıca, "İngiliz kadınları asla korkmaz" (ki Bell
bunun da doğru olmadığını not etmiştir) diyerek sadece harabeleri görmek
istediğini söyledi.
◦ Bell'in buradaki stratejisi,
bürokratik gecikmelerden kaçınmak ve otoriteyi tanımamaktı.
Müzakerelerden sonuç alamayınca, Mudîr'i "Onurlandırdınız beni!"
ve "Allah göstermesin!" gibi kibar ama ironik sözlerle
uğurladıktan sonra, planını değiştirdi:
2. Türk Korkusunu Kullanmak:
◦ Bell, Türklerin girmekten
çekindiği Druze kabilelerinin koruması altına girmeyi tercih etti.
◦ Bell, "yarın çok
erken saatte başlayıp [Druze ülkesine] bir atılım yapmaya çalışacağını"
ve bir kere onların ülkesine girdikten sonra Türklerin onu yakalamasının zor
olacağını yazdı. Türkler, savaşçı bir halk olan Druze topraklarına girmekten
korkuyorlardı.
◦ Bell, gece saat ikide
çadırını topladı ve şafak vakti Druze ülkesine girdi. Türk yetkililer
(jandarmalar) kampına geldiklerinde, hizmetkârı Fettah onlara Bell'in "çok
hasta" olduğunu ve sabaha kadar dayanamayacağını söyleyerek geri
çevirdi. Böylece Bell, "etekli kurnaz Odisseus'un" Türkleri
kandırmasından memnun olan bir Druze şeyhinin (Nasib el Atrash veya Yahya Beg)
yanına güvenle ulaşabildi.
Diğer Önemli
Karşılaşmalar
Bell, Türk makamlarıyla ilişkilerinde bazen de
diplomatik avantajlarını kullanmıştır:
• Vali'yi Telgrafla İkna: Bir başka seyahatinde
(1909), Halep Valisi'nin (Vâlî) çölün İbrahim Paşa'nın ölümünden bu yana
huzurlu hale geldiğini duymamış olabileceğini Mudîr'e bildirdikten sonra, karşılıklı
bir uzlaşmaya vararak Valî'ye kararını yeniden gözden geçirmesi için bir
telgraf gönderilmesini sağladı. Telgrafa üç gün içinde yanıt gelmeyince, Mudîr
Bell'e iki zaptiye (polis) eşlik ederek yola çıkmasına izin verdi.
• İtibarını Kullanma: Bell, 1914'te Hayyil'e
yaptığı tehlikeli yolculuktan döndüğünde, İstanbul'daki İngiliz Büyükelçisi Sir
Louis Mallet'i ziyaret etti. Mallet, Bell'in İbn Suud ve İbn Reşid hakkında
topladığı bilgilerden ve Türklerin zayıf yönetimine dair izlenimlerinden
çok etkilendi ve bu bilgileri Dışişleri Bakanı Sir Edward Grey'e iletti. Bu
olay, Bell'in "ciddi bilgisinin" (formidable knowledge) ilk
kez Whitehall tarafından tanınmasına ve gelecekteki siyasi rolüne zemin
hazırladı. Bell'in
bilgisi, Türk İmparatorluğu'nun dağılmasına katkıda bulunmuştur.
Arapların
kadın düşkünlüğünü bildiğinden onlara karşı cinselliğini kullandı mı?
Kaynaklarda
yer alan bilgilere göre, Gertrude Bell'in hedeflerine ulaşmak için Arapların
"kadın düşkünlüğünü" veya kendi cinselliğini kullandığına dair hiçbir
kanıt veya ifade bulunmamaktadır. Aksine, Bell'in Arap liderler ve
kabile şefleri arasında kazandığı saygı ve etki, büyük ölçüde entelektüel
yeteneklerine, engin bilgisine ve üst düzey resmi konumuna dayanıyordu.
İşte kaynaklardan elde edilen ilgili detaylar:
1. Bell'in
Arap Dünyasındaki Statüsü ve Saygınlığı
Gertrude Bell, Orta Doğu'da benzersiz bir itibar
kazanmıştı ve Araplarla olan ilişkisi profesyonel saygı çerçevesindeydi:
• Bell, hem İngiliz İmparatorluğu'nun liderleriyle
kişisel düzeyde görüşen hem de Arabistan'ın şeyhleri ve mollaları tarafından
eşit kabul edilen "olağanüstü derecede medeni ve yetenekli bir
kadındı".
• Kendisi, Yarımada'daki her Arap tarafından "El
Sitt" ("Kadın") olarak biliniyordu.
• Irak Kralı Faysal, Bell'den bahsederken onun adının Arap
tarihinde silinmez bir şekilde yazılı olduğunu ve "Napoleon, Nelson
veya Mussolini gibi bir huşu ile anıldığını" belirtmiştir. Faysal ve Irak
Hükümeti, Bell'in anısını saygı ve sevgiyle yaşatmak için Bağdat
Müzesi'ne bir plaket konulmasını emretmiştir.
• Bell'in "sarsılmaz nezaket ve metanetinin"
ona, kabile şeflerinin bile çekindiği bölgelerde saygı görmesini sağladığı ima
edilmektedir.
2. Arapların
Bell'e ve Kadınlara Karşı Tutumu
Bell, genellikle erkeklerin domine ettiği bir çevrede
hareket etmesine rağmen, yeteneği sayesinde gender (cinsiyet) engellerini
aşmıştır:
• İbn Suud ile Karşılaşma: Bell, 1916'da
Basra'da Sultan İbn Suud ile tanışma fırsatı buldu. Kaynak, İbn Suud'un daha
önce hiçbir Avrupalı kadınla resmi bir konumda karşılaşmadığını ve bu durumun
onun "Bedevi anlayışının tamamen dışında" olduğunu belirtir.
Ancak İbn Suud, Bell'e "sanki bütün hayatı boyunca Avrupalı kadınlarla
birlikteymiş gibi tam bir içtenlik ve soğukkanlılıkla" davranmıştır.
Bu durum, Bell'in yetkili konumunun, yerel geleneksel beklentileri aştığını
göstermektedir.
• Cinsellik Konusunda Dikkat: T. E. Lawrence,
Arap Ayaklanması sırasında Bell'in çalışmalarına da dayanarak İngiliz
subaylarına verdiği tavsiyelerde, Arapların örneğini takip etmemelerini ve
kadınlar hakkında çok serbest konuşmaktan kaçınmalarını öğütlemiştir.
Lawrence, bu konunun din kadar zor olduğunu ve "Arap görüşlerinin
bizimkilerden o kadar farklı olduğunu" belirtmiştir ki, "İngiliz
bakış açısıyla masum bir söz, onlara ahlaksızca gelebilir". Bu tavsiye,
Bell ve meslektaşlarının kültürel hassasiyetleri ihlal etmek yerine, bu tür
konulara karşı dikkatli davrandığını göstermektedir.
3. Kişisel
Hayatı
Bell'in Ortadoğu'daki diplomatik başarısı kişisel
romantik hayatından tamamen ayrıydı; Bell'in ilişkileri Britanya'daki yaşamına
aitti ve trajik bir şekilde sonlanmıştı:
• Bell, hayatının aşkı olarak kabul ettiği, ancak evli
olan Charles Hotham Montagu "Dick" Doughty-Wylie ile 1907'de
tanışmış, ancak bu ilişki 1915'te Doughty-Wylie'nin Çanakkale'de (Gelibolu)
hayatını kaybetmesiyle sona ermiştir.
• Bell, kariyeri boyunca evlilikten kaçınmış ve
"oldukça yalnız ve huzursuz" olduğunu hissetmiştir.
Sonuç olarak, Bell'in Ortadoğu'daki başarısı,
Bedevilerin ve Arap aristokrasisinin saygısını kazanan uzmanlığı,
kararlılığı ve hitabet yeteneği sayesinde gerçekleşmiştir. Kaynaklar,
Bell'in Arap liderlerle olan ilişkisinin, kendisinin İngiliz askeri
istihbaratında üstlendiği resmi görev ve bölgenin siyasi ve coğrafi yapısına
dair ansiklopedik bilgisi temelinde olduğunu göstermektedir.
Araplara
karşı aşırı bir sevgi duymasında görevi dışında ne etkili olmuş olabilir?
Daha önceki sohbetimizde belirttiğimiz gibi, Gertrude
Bell'in Orta Doğu'daki Arap halklarına olan derin bağlılığı ve sevgisi, sadece
diplomatik görevlerinin bir gereği değil, aynı zamanda kişisel deneyimlerinin,
entelektüel ilgilerinin ve yaşamındaki trajik olayların bir sonucuydu.
Bell'in Araplara karşı duyduğu bu aşırı sevgi ve
bağlılıkta, görevlerinin ötesinde etkili olan ana faktörler aşağıda
kaynaklardan alıntılanarak sunulmuştur:
1.
Arabistan'ın Cazibesi ve Özgürlük Arayışı
Bell'in Arap dünyasına olan tutkusu, kendi kısıtlanmış
İngiliz sosyal yaşamından kaçış ve özgürlük arayışıyla yakından
ilgiliydi.
• Bell, kendini "müreffeh İngiliz sanayicilerinin
ailesinden gelen" ve "ayrıcalık ve toplumdan yüz çeviren" biri
olarak görüyordu. Yirmili yaşlarında evlilik pazarında dans ederek zaman
geçirmek zorunda kalmıştı, ancak az sayıdaki erkeğin kendi zekasına, seyahat
merakına veya cesaretine yetişebileceğini düşünüyordu.
• Bell, "vahşi seyahat" olarak
tanımladığı yeni yolculuklara başlamanın, kendi yaşına, medeni durumuna ve
sınıfına özgü beklentilerden ve İngiltere'deki hayatının kısıtlamalarından kurtulma,
daha iyi ve daha güçlü bir şeyi kendinde keşfetme özgürlüğünü temsil
ettiğini belirtmiştir.
• 1899'da Kudüs'ü ziyaret ettiğinde, "vahşi
seyahatin eşiğinde" olduğunu hissetmiş ve bu dönemde Bell'in Arap
dünyasına olan ilgisi, ona İngiltere'deki kısıtlayıcı toplum düzeninden kaçış
imkanı sunmuştur.
• 1892'de Tahran'da bulunduğu sırada, çöldeki yaşamı
gözlemledikten sonra, "buraya bir kez gelen insanın, geri dönmeye mahkûm
olduğunu" yazarak, çöle olan derin bağlılığını ifade etmiştir.
2. Romantik
Hayatındaki Travmalar ve Duygusal Boşluğu Doldurma
Bell'in yaşadığı kişisel trajediler ve evlenip anne
olma arzusunun gerçekleşmemesi, enerjisini ve tutkusunu Arap halklarına
adamasında büyük rol oynamıştır.
• İlk Aşkın Kaybı (Henry Cadogan): 1892'de
Bell, Tahran'da Henry Cadogan'a âşık oldu, ancak babası evliliğe izin vermedi.
Henry'nin Bell eve döndükten bir yıl sonra zatürreden ölmesi, Bell'i derin bir
üzüntüye boğdu ve bu olay intihar şüphesiyle birlikte anılmıştır. Bell,
kederini Hafız'ın Farsça şiirlerini (tasavvuf şairi) İngilizceye çevirerek
hafifletmeye çalışmıştır (1897'de yayınlandı), bu da "Beşerin, kutsala
duyduğu Özlem" temalarını yansıtmaktadır.
• İkinci Aşkın Kaybı (Dick Doughty-Wylie):
1907'de hayatının aşkı olan evli Dick Doughty-Wylie ile tanıştı. Doughty-Wylie,
1915'te Çanakkale'de öldürüldüğünde, Bell büyük bir depresyon ve intihar
düşünceleri yaşamıştır. Bu kaybın ardından Bell, tüm enerjisini ve yoğun
duygusal kapasitesini siyasi ve idari görevine yönlendirmiştir.
• Üvey annesi Florence Bell, Gertrude'un doğasının gerçek
temelinin derin şefkat ve sevme kapasitesi olduğunu yazmıştır. Bu derin
ve yoğun duygusal hassasiyet, romantik ilişkilerinde tatmin bulamayınca,
onu büyük bir misyon aramaya itmiştir. Kendisi, Arap halklarına kendi
kaderini tayin etme misyonunu (self-determination) yerine getirmeyi
başarmıştır.
3. Arap
Kültürüne Olan Entelektüel Takdir ve Hayranlık
Bell, Arapları entelektüel olarak takdir etmiş ve
onların diline, tarihine ve geleneklerine büyük bir hayranlık duymuştur.
• Dil ve Edebiyat: Bell, Farsça öğrenmekle
kalmayıp (1892), Arapça öğrenmek için de yoğun çaba göstermiştir (1899'da
Kudüs'te). O, şairdi ve tasavvuf şiirinin (Hafız) felsefi derinliğine
ilgi duymuştu, bu da Doğu'nun tinsel yaşamına duyduğu saygıyı gösterir.
• Tarihsel ve Arkeolojik Bağlantı: Bell'in
arkeolojiye olan derin ilgisi ve özellikle Yakın Doğu'nun kayıp medeniyetlerine
duyduğu sevgi, onu sürekli Arap topraklarına çekmiştir. Bell, Ortadoğu'daki
çalışmalarının önemini, sadece kayıp medeniyetlerin anlaşılmasına değil, aynı
zamanda seyahatleri sırasında karşılaştığı halklara ve toplumlara
yaklaşımını şekillendirdiğini açıkça belirtmiştir.
• Kültürel Üstünlük Hissi: Bell, İran'da Pers
soylularının konukseverliği ve görgü kuralları karşısında, Batı'da bu tür
misafirperverlik ve iyi tavırların bulunmadığını hissederek "utanç
duyduğunu, adeta sokaktan gelmiş bir dilenci gibi hissettiğini"
yazmıştır. Bu durum, onun Arap kültürünün (ve Pers kültürünün) Batı'dan daha
"medenice" yönleri olduğunu düşündüğünü gösterir.
• Çarpıcı Kişiliklere Duyulan Saygı: Bell, Arap
kabile şeflerinin ve mollalarının kendisini eşit olarak görmesinden
gurur duymuştur. Arap şefleri Bell'in kişiliğini ve metanetini takdir etmiştir.
Bu saygı, Bell'in yüksek zekasına ve güçlü karakterine meydan okuyabilen bir
ortam bulmasını sağlamıştır.
4. Arap
Liderlerinin Desteği ve Karşılıklı Vefa
Arap liderlerinin ve halkının ona gösterdiği destek,
Bell'in Ortadoğu'da derin bir aidiyet hissetmesine yol açmıştır.
• Kral Faysal'ın Sevgisi ve İtibarı: Bell, Irak
Krallığı'nı kurma ve Kral Faysal'ı tahta çıkarma misyonunu tamamladıktan sonra,
Faysal'ın kendisine gösterdiği büyük saygıyı görmüştür. Faysal, Bell'in adının "Napoleon,
Nelson veya Mussolini gibi bir huşu ile anılan Arap tarihine silinmez bir
şekilde yazıldığını" söylemiştir. Bu tür takdirler, Bell'in "ulus
kurucu" olarak misyonunu gerçekleştirmesini ve Arap dünyasına olan
bağlılığını pekiştirmiştir.
• Hizmetkârı Fettah: Bell'in Ermeni hizmetkârı
Fettah ile kurduğu kişisel bağ (daha önce konuşmamızda geçtiği gibi), ona bölge
insanına olan sadakatinin ve koruyucu içgüdüsünün bir göstergesini sunmuştur.
Gizliden
müslüman olabilir mi?
Bu oldukça ilginç bir sorudur. Kaynaklarda yer alan
bilgilere dayanarak, Gertrude Bell'in gizlice Müslüman olduğuna dair hiçbir
kanıt veya ifade bulunmamaktadır. Aksine, kaynaklar onun kişisel olarak
ateist eğilimlere sahip olduğunu ve Orta Doğu'da diplomatik görevlerini
yürütürken kendisinin Müslüman olmayan ("infidel") kimliğini
açıkça koruduğunu göstermektedir.
Ancak, Arap halkı arasında kazandığı muazzam saygı ve
yakınlık, onun hakkında Müslüman biri gibi algılanmasına neden olabilecek bazı
onursal unvanların kullanılmasına yol açmıştır.
Bell'in inançları ve İslam dünyasıyla ilişkisi
hakkındaki anahtar noktalar şunlardır:
1. Kişisel
İnançları ve Dini Tutumu
Bell'in
İngiliz arka planı ve entelektüel çevresi, onu geleneksel dinden
uzaklaştırmıştır:
• Bell, zengin İngiliz sanayicilerin ailesinden
geliyordu. Çocukken bile, bir din öğretmenine "söylediklerinin tek
kelimesine inanmadığını" ifade etmiştir.
• Daha sonraki kaynaklar, Bell'in "açık sözlü
ateizmini" (outspoken atheism) belirtmektedir. Bell, felsefe ve sosyal
konularda geniş okumalar yapmıştı ve kendisi de dahil olmak üzere pek çok
insanın inançlarını sorguluyordu.
• Bell, Pers
mistik şair Hafız’ın şiirlerini tercüme etmiş ve bu şiirlerdeki
"kutsala duyulan özlem" temasını (yearning for the Beloved that
filled the vacuum between the profane and the divine) derinlemesine
incelemiştir. Ayrıca Konya'da Mevlana Celaleddin Rumi'nin (Derviş
tarikatının kurucusu) mezarını ziyaret etmiş ve burayı, şiirlerine olan
hayranlığından dolayı "gerçek bir hac ziyareti" olarak
nitelendirmiştir. Bu, Bell’in İslam’ın manevi ve edebi yönlerine büyük saygı
duyduğunu gösterir.
2. Müslüman
Kimliğine Sahip Olmayı Reddetmesi
Bell, Arap liderleriyle ve aşırı dindar kişilerle
etkileşimde bulunurken, kendi Hristiyan/Batılı kimliğini gizlememiş, hatta dini
normlara meydan okumuştur:
• Bell, özellikle Şii Müçtehitler gibi dindar
liderlerle görüşürken, onların inançlarının "peçesiz bir kadına bakmayı
yasakladığını" biliyordu.
• Bell, dini kısıtlamalara rağmen peçe takmayı
reddetmiştir. Bu eylemi, "aşağılık olduğunun zımni bir kabulü
olacağını" ve aralarındaki ilişkinin "odak noktasından çıkmasına
neden olacağını" düşündüğü için yapmıştır.
• Daha sonra, Bağdat'taki Müslüman kadınların kendi
haklarını savunmaları için aktif destek verme konusunda çekincelerini dile
getirmiş ve şöyle demiştir: "Onlara aktif olarak bir kafir tarafından
desteklenmek yardımcı olmazdı, o kafir ben olsam bile" (an infidel,
even if the infidel were I). Bu ifade, kendisinin açıkça Müslüman olmayan bir
kimliğe sahip olduğunu göstermektedir.
• Bell, Şii camilerine "kafirlerin girmesine
izin verilmediğini" de not etmiştir.
3. Araplar
Arasında Kazandığı Onursal Unvanlar
Bell'in Arap toplumunda edindiği saygınlık ve güçlü
konumu, ona yüksek onursal isimlerin verilmesine neden olmuştur, ancak bu
isimler dini bir dönüşüme işaret etmez:
• Bell, Arap Yarımadası'ndaki her Arap tarafından "El
Sitt" ("Kadın") olarak tanınıyordu.
• Bağdat'taki nüfuzu nedeniyle, yerel halk onu "El
Hatun" (Saray Hanımefendisi) olarak adlandırmış, bu da onun
hükümetteki "fahri erkek" (honorary man) statüsünü teyit
etmiştir.
• Bell, yerel halkın kendisine "Ümmü'l
Müminin" (Müminlerin Annesi) adını taktığını yazmıştır. Bell, bu
unvanı taşıyan son kişinin Hz. Ayşe (Peygamberin eşi) olduğunu not etmiş
ve bu durumun kendisinin neden Bağdat'ı terk edemeyeceğini gösterdiğini
belirtmiştir. Bu, onun ne kadar büyük bir itibar kazandığını gösterse de, bu
unvan onun İslam'ı kabul ettiği anlamına gelmez; daha çok Arap halkının ona
duyduğu sevgi ve güvenin bir göstergesidir.
Osmanlının
dağılmasında kendisinin payı olduğunu düşünerek pişmanlık gösterdi mi?
Gertrude Bell'in Osmanlı İmparatorluğu'nun
dağılmasındaki rolüne dair doğrudan bir pişmanlık gösterdiğine dair
kaynaklarda açık bir ifade bulunmamaktadır. Bell, tam tersine, bu yıkımın kaçınılmaz olduğuna inanmış
ve bunun yerine kurulan Irak Krallığı'nın yaratılmasında oynadığı rolden gurur
duymuştur.
Ancak
kaynaklar, Bell'in Osmanlı sonrası Arap yönetiminin ortaya çıkardığı kaosu ve
kurduğu yeni düzenin uzun vadeli zorluklarını görmesi nedeniyle derin bir
yorgunluk, hayal kırıklığı ve misyonunun ağırlığından kaynaklanan pişmanlık
benzeri duygular yaşadığını ortaya koymaktadır.
İşte kaynaklara dayanan detaylı analiz:
1.
Osmanlı'nın Yıkımına Yönelik Katkısı ve Gururu
Bell, Osmanlı İmparatorluğu'nun son günlerinde aktif
olarak görev almış ve bu süreçten gurur duymuştur:
• Bell, I. Dünya Savaşı sırasında İngiliz silahlı
kuvvetlerinde istihbarat uzmanı, ordu binbaşısı ve danışman olarak görev
yapmış ve Osmanlı İmparatorluğu'nun yenilgisine katkıda bulunmuştur.
• Türk makamlarının yozlaşma, açgözlülük ve çok
gevşek bir yönetim tarzıyla zayıflamış ve çökmüş olduğunu düşünüyordu.
• 1914'te Hayyil'den döndüğünde, Türk yönetiminin gevşek
kuralını (limp rule) gözlemlediği için İngiliz Büyükelçisi'nin Dışişleri
Bakanı'na gönderdiği telgrafta Bell'in izlenimlerine yer verilmiştir.
• Savaştan sonraki en büyük başarısı ve kendi
kendine belirlediği misyonu, Araplara kendi kaderini tayin hakkını
teslim etmekti. Bell, bu misyonu Winston Churchill ve T. E. Lawrence ile
birlikte Kral Faysal'ı yeni Irak'ın tahtına oturtarak başarmıştır.
• Bell, 1923 yılında babasına yazdığı bir mektupta, bir
ulusun sevgisine ve güvenine sahip olduğu için hissettiği büyük mutluluğu
ve "varoluş sevincini" geri kazandığını ifade etmiştir. Bu,
onun eylemlerinden pişmanlık duymadığını, aksine tatmin olduğunu gösterir.
2. Pişmanlık
Benzeri Duygular: Yeni Yönetimin Zorlukları
Bell'in asıl
zorluğu, Osmanlı İmparatorluğu'nun bıraktığı boşluğun neyle doldurulacağı
konusunda yaşadığı hayal kırıklığı ve misyonunun ağır yüküydü.
a. Osmanlı Yönetiminin Zorunluluğu Hakkındaki
Fikirleri
Bell, Osmanlı yönetimini eleştirmesine rağmen,
özellikle Orta Doğu'daki kabileler arası anlaşmazlıkları kontrol altında tutma
kapasitesini kabul etmek zorunda kalmıştı:
• Musul
vilayetindeki durum hakkında yazdıklarında, Osmanlı yönetiminin zalim ve
kanlı olmasına rağmen, "Arab beylerinin ya da Kürt ağalarının
dizginsiz efendiliğinden daha iyi" olduğunu ifade etmiştir.
• Hatta zulüm
gören Hristiyan mezheplerin ve Yezîdîlerin "korunma ve refah bulmak
için Türk'e bakması gerektiğini" öne sürmüştür, çünkü sadece Türk,
imparatorluğundaki "savaşan ırkları kontrol edebilirdi".
Bu, Bell'in
Osmanlı'nın dağılmasının ardından bölgede ortaya çıkan anarşi ve kanunsuzluğun
potansiyelini öngördüğünü ve bundan rahatsız olduğunu göstermektedir.
b. Ulus Kuruculuğun Ağırlığı
Bell, Irak'ı kurma görevinden sonra bu işin getirdiği
duygusal ve fiziksel yüke dair pişmanlık benzeri itiraflarda bulunmuştur:
• Irak'taki
görev süresinin sonlarına doğru, ülkenin çalkantılı siyasi ortamı (Sünni, Şii
ve Kürtler arasındaki çelişkiler) ve bitmek bilmeyen bürokratik zorluklar
Bell'i yıpratmıştır. Bell, bu durumla ilgili olarak babasına şunları yazmıştır:
"Artık bir daha asla 'kral yaratma' işine katılmayacağıma emin
olabilirsin; bu çok ağır." Bu ifade, üstlendiği ulus kurma misyonunun
ağırlığından kaynaklanan bir yorgunluğu ve geri çekilme arzusunu
yansıtmaktadır.
• Ölümünden
hemen önce bile, siyasi ortamın belirsizliğini koruduğunu görmüştür. Bell,
Iraklılar hakkında şöyle demiştir: "Kimse ne istediklerini tam olarak
bilmiyor ve bunu en az bilenler de kendileri, ancak bizden kesinlikle rahatsız
olduklarından eminler."
• Bir
tarihçi, Bell'in geçmişe dair engin bilgisinin ona "imparatorluğun
geçici doğasını hatırlattığını" ve onu "ulus kurmanın
boşluğunu ve bu girişimdeki kendi rolünün beyhudeliğini" kabul etmeye
zorladığını belirtmiştir.
Sonuç olarak,
Gertrude Bell, Osmanlı'nın dağılmasına yol açan eylemlerini bir görev olarak
görmüş ve Irak'ın kurulmasını bir zafer olarak kabul etmiştir. Ancak bu
dağılmanın ve sonrasındaki ulus kurma görevinin getirdiği muazzam siyasi
karmaşa ve tükenmişlik, onun hayatının son yıllarında bu kadar ağır bir
sorumluluk üstlenmekten pişmanlık duyduğu veya en azından derin bir
hayal kırıklığı yaşadığı izlenimini vermektedir.
Sohbetlerinde
pişmanlığını ifade eden sözleri tam olarak nasıldı? Arapların devlet olma ve
yönetimde başarısız olacakları anladığında iş işten geçtiğini anlayınca
üzüldüğünü ifade eden sözleri biraz daha açar mısınız?
Gertrude Bell'in hayatının sonlarına doğru, özellikle Irak Krallığı'nı
kurduktan sonra, üstlendiği ulus kuruculuğu görevinin zorluğuna ve yarattığı
yeni yönetimin karşılaştığı karmaşaya dair yorgunluk, hayal kırıklığı ve
pişmanlık hislerini yansıtan çarpıcı ifadeler mevcuttur.
İşte sohbetlerinde bu pişmanlık ve hayal kırıklığını
ifade eden sözleri ve bunların bağlamları:
1. Misyonun
Ağırlığından Kaynaklanan Pişmanlık Sözleri ("Kral Yaratma" Yükü)
Bell'in en doğrudan pişmanlık ifadesi, kurduğu yeni
Irak Krallığı'nın yönetimindeki bitmeyen zorlukları ve siyasi ağırlığı
yansıtır.
Bell'in Tam Sözleri ve Bağlamı:
“Mo’nasınız
ki, bir daha asla ‘kral yaratma’ işine katılmayacağıma emin olabilirsin; bu
çok ağır.”
Bell, bu sözü babasına yazarken, Kral Faysal'ın tahta
geçirilmesi ve Irak'ın siyasi sisteminin oturtulması sürecinde yaşadığı zihinsel
ve fiziksel yorgunluğu dile getiriyordu. Bu ifade, üstlendiği rolün
zorluğundan geri çekilme arzusunu ve bu misyonun kişisel maliyetini çok net bir
şekilde özetlemektedir. Bell, bu görevin, hayatı boyunca zorluklarla mücadele
eden ve tehlikeli çöllerde keşifler yapan kendisi için bile "fazla
ağır" olduğunu kabul etmiştir.
Bu görev, aynı zamanda büyük bir siyasi karmaşayı da
içeriyordu:
• Bell, 1920 yılının sonlarında Bağdat'tan yazdığı bir
mektupta, kendisini "korkunç derecede izole edilmiş"
hissettiğini ve sürmek zorunda olduğu siyasi rotanın zorluğunu ima etmiştir.
• Yine
1920'de, Sir Percy Cox'un yeni hükümeti kurma çabalarına atıfta bulunarak, yeni
Arab Hükümeti'nin "Şii sorunu, kabile sorunu ve diğer konularla"
karşılaşacağını, öyle ki "bir tanrıçanın bile kolayca
tökezleyebileceği" bir sahneyle karşılaşılacağını belirtmiştir. Bu, Bell'in
işlerin tahmin edildiği kadar basit ilerlemediğini ve kurulan sistemin büyük
sorunlarla dolu olduğunu gördüğünü gösterir.
2. Arapların
Yönetimde Başarısız Olacağı Anlayışından Kaynaklanan Üzüntü
Bell'in üzüntüsü ve hayal kırıklığı, Arap halkına
adadığı "kendi kaderini tayin etme" misyonunun gerçek hayatta
beklediği gibi bir başarıya ulaşmaması ve Irak'ın bir ulus olarak birleşmekte
zorlanmasıydı.
Bell'in Hayal Kırıklığını Yansıtan
Sözleri:
Bell, kurulan
Irak yönetimi için "denedik ve başarısız olduk" anlamına gelen
çok kritik bir gözlemini paylaşmıştır:
"...sanırım,
bu ülkenin gerçekten de henüz hiçbir sisteme indirgenemeyen, şekilsiz bir
kabileler yığını olduğu gerçeğini hafife almışız. Türkler yönetmedi ve biz
yönetmeye çalıştık – ve başarısız olduk."
Bu alıntı,
Bell'in yıllar süren çalışmanın ardından, Irak'ın "kaotik"
(inchoate) yapısının (kabileler, Şiiler, Sünniler ve Kürtler arasında) tahmin
edilenden çok daha derin ve zorlu olduğunu anladığını göstermektedir. Türkler
sadece yönetimi gevşek bırakırken (ki bu da sorunluydu), İngilizlerin aktif
olarak yönetme girişimi, ülkenin iç çelişkileri nedeniyle sonuçsuz
kalmıştır.
Ayrıca, Bell yeni rejimin halk tarafından nasıl
algılandığına dair karamsar bir sonuca ulaşmıştır:
• Bell,
Iraklılar hakkında şunları söylemiştir: "Kimse ne istediklerini tam
olarak bilmiyor ve bunu en az bilenler de kendileri, sadece bizden kesinlikle
rahatsız olduklarından eminler." Bu, Bell'in, Iraklıların yeni devleti
sahiplenme ve yönetime yön verme konusundaki yetersizliğini görerek duyduğu
hayal kırıklığını açıkça ifade etmektedir.
• Bell,
İngiliz himayesindeki Irak'ın, "plemennıye traditsii, tsennosti islama
i britanskiy parlamentarizm" (kabile gelenekleri, İslami değerler ve
İngiliz parlamentarizmi) ideallerinin organik olarak birleştiği "idealden
çok uzak" olduğunu görmüştür.
• Bell,
üstlendiği görevlerin geçici olduğunu bilmenin ve "ulus kurmanın
boşluğunu ve bu girişimdeki kendi rolünün beyhudeliğini" kabul etmek
zorunda kaldığını gösteren tarihsel bilgelik izleri taşımıştır.
Bell'in bu
sözleri, Irak'ın kurulduğu 1921'den sonraki birkaç yıl içinde, ülkenin
parçalanmışlığının ve Arapların ortak bir ulusal amaç etrafında
toplanamamasının getirdiği derin üzüntüyü ve vazgeçişi ortaya
koymaktadır.
Arap
liderlerinin tutarsız ve güvenilmez olduğunu sürekli dile getirirdi
Gertrude Bell,
Arap liderleri ve kabileleri ile yirmi yılı aşkın süre boyunca yakın ilişki
içinde bulunmuş ve onlara derin bir sevgi ve saygı beslemiş olsa da, özellikle
Irak Krallığı'nı kurduktan sonra, onların siyasi yönetimdeki tutarsızlıkları
ve güvenilmezlikleri hakkında ciddi hayal kırıklıklarını ve endişelerini
dile getirmiştir.
Bell’in eleştirileri genellikle liderlerin kişisel
karakterinden ziyade, Arap siyasetinin kaotik, parçalanmış doğasına ve
kabilelerin siyasi birlikten yoksun olmasına odaklanmıştır.
1.
Tutarsızlık ve Ulusal Hedeflerdeki Belirsizlik
Bell, kurmaya çalıştığı yeni Irak devletinde, Arap
halkının ve liderlerinin ne istediği konusunda net bir uzlaşmaya varamamasından
büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştır.
• Bell, Iraklılar hakkında şöyle demiştir: "Kimse
ne istediklerini tam olarak bilmiyor ve bunu en az bilenler de kendileri,
sadece bizden kesinlikle rahatsız olduklarından eminler". Bu ifade,
Arap siyasi zekâsının ulusal amaçlar etrafında birleşmekteki tutarsızlığını
ve belirsizliğini açıkça göstermektedir.
• Bell,
I. Dünya Savaşı'ndan sonra Irak'ın, "gerçekten de henüz hiçbir sisteme
indirgenemeyen, şekilsiz bir kabileler yığını" olduğu gerçeğini hafife
aldıklarını düşünmüştür. Türklerin yönetmediği bu ülkeyi İngilizler yönetmeye
çalışmış ve Bell’in ifadesiyle "başarısız olmuşlardır". Bu,
yerel siyasi yapıların istikrarsızlığını ve güvensizliğini vurgular.
• Bell, Arap Hükümeti'nin "Şii sorunu, kabile
sorunu ve diğer konularla" karşılaşacağını, öyle ki "bir
tanrıçanın bile kolayca tökezleyebileceği" bir ortam olduğunu
belirtmiştir.
2.
Güvenilmezlik ve Disiplinsizlik İfadeleri
Bell, Arap halkının bireyselliği ve disiplin eksikliği
nedeniyle, onların siyasi ve askeri olarak Batılı standartlarda
"güvenilir" bir müttefik olamayacağını deneyimlemiştir.
• Bell'in
bilgi birikiminden faydalanan T. E. Lawrence, İngiliz subaylara verdiği
tavsiyelerde, Arapların bireycilikleriyle öne çıktığını ve disipline
boyun eğmediklerini belirtmiştir. Ayrıca Arap ayaklanmasının "amatör
rehberlik, deney ve kaprisin tüm kusurlarına" sahip olduğunu not
etmiştir. Bell'in kendisi de Arapların yönetiminin kaotik doğasını kabul etmek
zorunda kalmıştır.
• Bell'in
görev yaptığı İngiliz istihbarat çevresinde, Arapların sadakati konusunda
şüpheler mevcuttu. Örneğin, Bell’in meslektaşı Binbaşı Sterling, Arapları "vefasız
bir milletti" olarak tanımlamış ve onların sadık kalmaları için
para ile ödüllendirilmeleri gerektiğini belirtmiştir. Sterling, "ortalama
bir Arabın en satılık kişi" olduğunu ve paranın, en şüpheli şeyhi bile
yanlarına çekmenin en kesin yolu olduğunu eklemiştir. Bu bakış açısı, Bell'in
diplomatik çabalarının finansal çıkar ve güvenilmezlik endişesiyle daima
gölgelendiğini göstermektedir.
3. Pişmanlık
ve Misyonun Ağırlığı
Bell'in Arap liderlerinin tutarsızlıklarını görmesi,
hayatının sonlarına doğru büyük bir yorgunluk ve hayal kırıklığına neden
olmuştur.
• Bell, bir ulus kurma misyonunun siyasi
zorluklarından bıkkınlıkla, babasına şunları yazmıştır: "Artık bir daha
asla 'kral yaratma' işine katılmayacağıma emin olabilirsin; bu çok ağır".
Bu, Arap liderlerinin beklentileri karşılamakta zorlanması ve ülkeyi istikrara
kavuşturma yükünün kendisinin üzerine kalmasından doğan pişmanlığın en güçlü
ifadesidir.
• Bell'in
gözlemleri, sadece Türklerin "zalim ve kanlı" yönetiminin
değil, aynı zamanda Arap beylerinin ve Kürt ağalarının "dizginsiz
efendiliğinin" (kanunsuz, kontrolsüz yönetim) de bölge için tehlikeli
olduğunu, çünkü sadece Türklerin "savaşan ırkları kontrol
edebildiğini" kabul etmesini sağlamıştır. Bu, yerel yönetimlerin
güvensiz ve dengesiz olduğunu düşündüğünü gösterir. Bell, bu durumun,
Osmanlı'nın bıraktığı boşluğun kolayca doldurulamayacağını fark ettiğinde
yaşadığı derin pişmanlık ve üzüntüyü yansıtmaktadır.
Kürtler
Hakkındaki düşüncesi
Gertrude Bell'in özellikle Musul (Môṣul) vilayetinde
gözlemlediği siyasi karmaşa ve güvenlik meseleleri bağlamında, Türk yönetiminin
Kürtler ve diğer gruplar üzerindeki istikrar sağlayıcı rolüne dair
kritik görüşleri mevcuttur.
Bell'in Kürtler, Araplar ve Türkler arasındaki
ilişkilere dair gözlemleri, bu bölgenin sürekli bir çatışma ve güvensizlik
bölgesi olduğunu göstermektedir:
1. Türk
Yönetiminin Zorunlu Otorite Rolü (I. Dünya Savaşı Öncesi)
Bell, Musul gibi uzak sınır vilayetlerinde, Osmanlı
yönetiminin zalim (cruel and bloody) olmasına rağmen bölgedeki kabileler arası
çatışmaları kontrol etme kapasitesini kabul ediyordu.
• Bell, Musul kentinin Arap ve Kürt nüfuslarının
sınırında yer aldığını ve bu iki grup arasındaki karşılaşmanın "çok
nadiren samimiyet veya iyi niyetle" gerçekleştiğini belirtmiştir.
• Türk
yönetiminin bu uzak sınırlarda "zulüm ve kanlı" olmasına
rağmen, "Arap beylerinin ya da Kürt ağalarının dizginlenmemiş
hâkimiyetinden daha iyi" olduğunu savunmuştur.
• Bell'e göre,
bölgedeki zulüm gören Hristiyan mezhepleri, zulüm gören Yezîdîler ve her
inançtan sefil fellâhîn'in (çiftçiler) korunma ve refah kazanması için Türk'e
bakmaları gerekiyordu.
• Bu durum, Bell'in gözünde yalnızca Türk'ün,
imparatorluğundaki "savaşan ırkları kontrol edebildiği"
gerçeğinden kaynaklanıyordu. Türk'ün gücü tarafsız ve dürüst bir şekilde
kullanmayı öğrendiğinde, bölgeye barışın geleceğini düşünüyordu.
Bu bağlamda, Bell Kürtlerin Türklerle anlaşmasını
değil, Türklerin otoritesi altına girmesini bölgedeki düzenin tek
garantisi olarak görüyordu.
2. Savaş
Sonrası Kürt Siyasi Eğilimleri
Bell, Irak Krallığı kurulduktan sonra, Kürt
bölgelerinin siyasi geleceğinin Musul'a bağlı olduğunu görmüştür. Bu durum,
bazı Kürt liderlerinin Irak'a karşı Türk desteğini aramasına neden olmuştur:
• Bell, Erbil ve Musul çevresindeki tüm Kürt
bölgelerinin, siyasi ve ekonomik refahlarının Musul ile bağlantılı olduğunu
fark ederek yeni Irak hükümetine katıldığını belirtmiştir.
• Ancak Bell, Kürtler arasında ulusal liderliğe
eğilimli çok az kişinin olduğunu da eklemiştir. Şeyh Muhammed adında bir Kürt
lideri, Süleymaniye'de iki kez hükümet kurmasına izin verilmesine rağmen, iki
kez de Irak'a karşı isyan çıkarmak için Türk desteğini kullanmıştır. Bu,
bazı Kürt unsurlarının kendi çıkarları için Türklerle işbirliği yaptığını
gösterir.
• Öte yandan, Bell ve İngiliz-Irak hükümetleri, Kürt
bölgelerini Kürt yetkililer aracılığıyla yönetme arzusuyla hareket etmişlerdir.
Sayyad Taha'nın Ruwanduz'a kaymakam olarak atanmasıyla, Taha Türk etkisini
bu önemli stratejik merkezden uzaklaştırmayı başarmıştır. Bu da Kürtlerin
her zaman Türklerle anlaşma peşinde olmadığını göstermektedir.
• Bell, 1920'de, Arap yönetimini istemeyen ve
Türklerin kesinlikle geri döneceğine inanan "kesin bir Türk yanlısı
parti" olduğunu gözlemlemiştir. Kürtler arasındaki bu siyasi
belirsizlik ve parçalanmışlık, Bell'in Irak'ın kuruluşundaki hayal
kırıklıklarından biriydi.
Sonuç olarak, Bell, Kürtlerin ve Arapların Türk
otoritesi altında tutulmasının bir zorunluluk olduğunu düşünürken, savaş
sonrası dönemde bazı Kürt liderlerinin kendi isyanları için Türk desteğini
kullanma eğiliminde olduğunu kaydetmiştir. Bu karmaşık ilişkiler ağı,
Bell'in kurucusu olduğu Irak devletinin kuzey sınırlarını (Musul ve Kürt
bölgeleri) ilgilendiren Türk sorunu ile sürekli endişe duymasına yol
açmıştır.
Yahudilerle
ilişkisi nasıldı?
Gertrude Bell'in Yahudilerle olan ilişkisi ve onların
siyasi durumlarına yönelik görüşleri, çalıştığı coğrafya olan Orta Doğu'daki
karmaşık siyasi dengeler ve Bell'in ulus kuruculuğu rolü nedeniyle hem diplomatik
endişeler hem de doğrudan sosyal etkileşimler içeriyordu.
Bell, özellikle Irak'ın kurulmasından sonra, bölgedeki
Siyonizm ve Irak Yahudi cemaatinin durumu hakkında net
gözlemlerde bulunmuştur.
1. Irak'taki
Yahudi Cemaati ve Siyasi Eğilimleri
Bell, Bağdat'taki Yahudi cemaatini bölgenin köklü ve
başarılı bir parçası olarak görüyordu:
• Bağdat'taki eski Yahudi cemaati, Mezopotamya'daki
en büyük cemaatlerden biriydi. Bu cemaat, Babil döneminden beri varlığını
sürdürmüş ve Osmanlı dönemi boyunca büyük ölçüde refah içinde yaşamıştı.
• Cemaatin eğitim sistemi en üst seviyelerdeydi
ve tıbbi bakımları da iyi durumdaydı. Ayrıca, refahlarının Araplar arasında
geliştiğini belirtmiştir.
• Bell, Musul vilayetindeki toplumsal grupları
sayarken, Yahudilerin, Hristiyanların, Ermeni Ortodoksların ve
Sünnilerin tamamının Bağdat'ta önemli olduğunu ve yeni Irak devletinin bir
parçası olarak kabul edilmesi gerektiğini not etmiştir.
• Bell, 1919'un başlarında Bağdatlıların yerel yönetim
tercihlerini (Arap kralı mı, İngiliz kralı mı) araştırırken, Bağdat'ın pek
çok Yahudi sakini hariç, çoğunluğun Arap kralını tercih ettiğini
gözlemlemiştir. Bu durum, Yahudi cemaatinin siyasi tercihlerinin, Irak'taki
Arap çoğunluğun beklentilerinden farklılaştığını göstermektedir.
2. Siyonizm
ve Filistin Konusundaki Endişeleri
Bell,
Ortadoğu'nun geleceği açısından Siyonizm fikrine şiddetle karşı çıkmış ve bunun
kalıcı çatışmalara yol açacağını öngörmüştür.
• Bell, "Filistin'de
bir Siyonist devletin kurulmasının, tüm Arap dünyası için sonsuz çatışmaya
neden olacağını" öngörmüştür.
• Bell,
Filistin'deki kuvvetlerin idamesi için Britanya parası harcanmasından öfke
duyuyordu.
• 1920 yılında Bağdat'ta düzenlediği siyasi
toplantılarda (Pleasant Sunday Afternoons - P.S.A.'s), Arap aydınlarıyla
tartışılan konular arasında Siyonizm ve Balfour Deklarasyonu yer
alıyordu.
• Bell, 1925
yılında bir mektubunda, "Yahudilerin, birkaç yıl boyunca sessizliği
satın alabileceklerini" ve göz önünde bulundurulması gereken bir "Yahudi
çıkarı" olduğunu da kabul etmiştir.
• Ancak Bell, Sassoon gibi bazı Yahudi figürlerin bile
anti-Siyonist olmasından memnuniyet duyduğunu belirtmiştir.
• 1919'da
Filistin'deki durumun karmaşıklığı hakkında ailesine yazdığı mektupta, "pratikte
Kudüs'teki Siyonizm'e karşı tüm Müslümanlar ve onun yanında tüm Yahudiler
var," diyerek bölgedeki gerginliğin dini ve siyasi kutuplaşmadan
kaynaklandığını dile getirmiştir.
3. Sosyal
Etkileşimler
Bell, üst düzey sosyal toplantılarında Yahudi
kadınlarla da etkileşimde bulunmuştur:
• Bell, Bağdat'ta düzenlediği ve Arap siyasi
aydınlarını ağırladığı P.S.A. toplantılarında (1920), Yahudi cemaatinden
kadınların da yer aldığını belirtmiştir. Bell, bir keresinde annesine yazdığı mektupta, çok sayıda
kadının geldiğini ve "birçoğunun Yahudi, çoğunun ise Müslüman"
olduğunu söylemiştir.
Özetle, Bell
Irak'taki yerleşik Yahudi cemaatinin refahını takdir etmesine rağmen,
Siyonizm'in siyasi emellerinin Arap dünyasında felaket yaratacağı ve
Britanya için bir yük oluşturacağı görüşündeydi.
Filistin’de
Yahudilerin mülk almasına tepkisi nasıldı?
Gertrude
Bell'in Filistin'deki Yahudilerin mülk edinme (kolonizasyon) faaliyetlerine
olan tepkisi, doğrudan bu eylemlerden ziyade, bu eylemlerin yol açacağı uzun
vadeli siyasi sonuçlara ve bölgenin istikrarına yönelik derin endişelerine
dayanıyordu.
Bell, Filistin'deki Siyonist projeye ilişkin
görüşlerini açıkça dile getirmiş ve bu konuda olumsuz bir tutum sergilemiştir:
1. Sonsuz
Çatışma Öngörüsü
Bell, Siyonist devletin kurulmasının bölgede
yaratacağı siyasi sonuçlar konusunda son derece karamsardı.
• Bell'in nüfuzu, bölgeye yayılarak Filistin'e
kadar ulaşmıştır. Bell, burada bir Siyonist devletin kurulmasının gelecekte
sonsuz çatışmaya neden olacağını öngörmüştür.
• Bell, Siyonizm ve Balfour Deklarasyonu gibi siyasi
konuları, 1920 yılının ortalarında Bağdat'ta düzenlediği "Keyifli Pazar
Öğleden Sonraları" (P.S.A.) toplantılarında şehrin Arap siyasi
aydınlarıyla tartıştığı temel meseleler arasına dahil etmiştir.
• Bell, Kudüs'teki Siyonizm karşıtlığının
Müslümanların tamamı ile yanında olan Yahudilerin tamamı arasında bir
kutuplaşma yarattığını görmüştür.
2. Maliyet
ve Politik Öfke
Bell,
Britanya'nın Siyonizmi desteklemek için harcadığı kaynaklara ve siyasi
taahhütlere karşı da öfke duymuştur.
• Bell, Filistin'deki kuvvetlerin idamesi için Britanya
parasının harcanmasından öfke duyuyordu. Bu, Bell'in, Siyonist projenin
gerektirdiği askeri ve mali yükümlülüklere karşı çıktığını göstermektedir.
• Bell,
Britanya’nın I. Dünya Savaşı’ndan sonraki vaatler silsilesinin bir başka
halkasını oluşturan Balfour Deklarasyonu nedeniyle öfkeye
kapılmıştır.
• Filistin'deki Yahudilerin mülk edinme eylemlerinin
temelini oluşturan Yahudi kolonizasyonu, Filistinli Araplar arasında giderek
artan olumsuz bir tepkiye yol açıyordu. Bell'in desteklediği Arap
liderlerinden Abdullah dahi, Churchill'den İngiltere'nin Filistin'deki
Yahudi kolonizasyonuna desteğini reddetmesini talep etmiştir.
Bell'in
tepkisi, Filistin'deki toprak değişiminin (mülk edinimi) Araplar ve Yahudiler
arasında yarattığı gerilimin, en nihayetinde İngiliz çıkarlarını tehdit eden
kalıcı bir çatışmaya yol açacağı yönündeki net siyasi öngörüsünden
kaynaklanmaktaydı.
Yahudiler
Arapları mülk satmada nasıl ikna ediyorlardı?
Konuşma geçmişimizde ve elinizdeki kaynaklarda, Yahudilerin
Arapları Filistin'de veya başka bir bölgede mülk satmaya nasıl ikna ettiklerine
dair spesifik yöntemleri açıklayan herhangi bir bilgi veya detay
bulunmamaktadır.
Ancak kaynaklar, Gertrude Bell'in Yahudi yerleşimi
(Siyonizm) ve bunun Araplar üzerindeki etkileri hakkındaki genel siyasi
görüşlerini ve bölgedeki durumu yansıtmaktadır:
• Bell'in Siyonizm'e Tepkisi: Bell, bir Siyonist devletin kurulmasının "tüm
Arap dünyası için sonsuz çatışmaya neden olacağını" öngörmüştür. Bu,
Yahudi kolonizasyonu yoluyla mülk edinme eylemlerinin bölgede istikrarı bozucu
bir rol oynadığını düşündüğünü gösterir.
• Arap Liderlerinin Talepleri: Bell'in desteklediği Arap liderlerden biri olan Abdullah,
Winston Churchill'den İngiltere'nin Filistin'deki Yahudi kolonizasyonuna
desteğini reddetmesini talep etmiştir. Bu, mülk edinimi de içeren Siyonist
faaliyetlere karşı Arap liderliğinin siyasi düzeyde muhalif olduğunu
göstermektedir.
• Kudüs'teki Kutuplaşma: Bell, 1919'da
Filistin'deki karmaşık durum hakkında yazarken, "pratikte Kudüs'teki
Siyonizm'e karşı tüm Müslümanlar ve onun yanında tüm Yahudiler var"
diyerek, mülk edinimi gibi konuların yol açtığı gerginliğin dinsel ve siyasi
kutuplaşmayı artırdığını belirtmiştir.
Bell, Arap aydınlarıyla yaptığı toplantılarda (P.S.A.'s)
Siyonizm ve Balfour Deklarasyonu gibi konuları tartıştığını
kaydetmiştir, bu da mülk edinimi meselesinin o dönemde Bağdat'ın siyasi
entelijansiyası için önemli bir gündem maddesi olduğunu göstermektedir.
Sonuç olarak, kaynaklar Yahudilerin Araplardan mülk
satın aldığını ve bunun siyasi bir sorun teşkil ettiğini doğrulamakta, ancak bu
mülkleri edinmek için kullanılan ikna yöntemleri hakkında bilgi
vermemektedir.
Tarihi
Eserleri Avrupaya Gönderiyor Muydu?
Gertrude
Bell'in tarihi eserlerin Avrupa'ya gönderilmesi konusundaki rolü karmaşıktır.
Bir yandan, o bir arkeolog olarak Batılı meslektaşlarıyla işbirliği yapmış ve
bazı eserlerin yurt dışına gitmesine yasal olarak izin vermiştir; diğer yandan
ise, esas görevi, eserlerin Irak'ta kalmasını sağlamak ve ülkenin ulusal
mirasını korumaktı.
Bell'in bu konudaki tutumu ve faaliyetleri şunlardır:
1. Milli
Mirası Koruma Misyonu
Bell, Irak'ın kültürel hazinelerinin ülkesinden toplu
halde çıkarılmasını önlemek için çalıştı:
• Bell, 1923'te kurduğu Irak Müzesi'nin (Bağdat
Müzesi) Fahri Eski Eserler Direktörü olarak atandı.
• Özellikle hayatının sonlarına doğru, Irak'ın
ulusal hazinelerinin toptan yağmalanmasından giderek daha fazla endişe
duyuyordu.
• Bell, Irak'ın zengin mirasını korumak için,
kazılarda bulunan eserlerin yabancı müzelere ihraç edilmesini engellemeyi
amaçlayan bir Kazı Yasası'nın (Antiquities Law, 1924) yazılmasına ve
çerçevelenmesine yardımcı oldu.
• Bu yasa uyarınca, bulunan hazineler öncelikle
Irak'a teklif edilmeliydi. Bell, "en değerli parçaları bir araya
getirdi" ve müzenin Erken Irak tarihini temsil eden dünyanın en zengin
koleksiyonunu hızla oluşturdu.
• Bell, bu sayede Mezopotamya'nın birçok antik
eserinin Avrupa ve Amerika müzelerinin vitrinlerini süslemekten
kurtarıldığını düşünüyordu.
2. Avrupa'ya
Eser Gönderimi ve "Bölüşüm"
Bell, eserlerin çoğunu Irak Müzesi için talep etse de,
yürürlüğe koyduğu yasal çerçeve, eserlerin belirli bir kısmının yurt dışına
çıkarılmasına izin veriyordu:
• Bell, "Bölüşüm
Yasası" (division of finds) sürecini bizzat denetliyordu. Yasa,
yabancı arkeolojik ekiplerin kazılarda bulduğu eserleri, Bell'in Irak Müzesi
için temsilî bir örnek seçmesinden sonra, kendi ülkelerindeki sponsor
kurumlara götürmelerine izin veriyordu.
• Bell, Amerikalı, İngiliz ve Alman kazılarında en
kıymetli eserleri talep eden bir figür olarak "korkulan bir
figür" haline gelmişti.
• Ancak
Bell'in yabancı arkeoloji misyonlarına karşı genel yaklaşımı cömertti ve
onlara "büyük değer verdikleri antikalardan cömert bir pay
almaları" için izin veriyordu. Bell, bu sayede yabancı arkeologların
nadiren en değerli keşiflerinin elinden alındığını hissettiklerini
belirtmiştir.
• Önemli Örnek (Berlin): Bell'in bilimsel
anlayışı, bazı eserlerin doğru şekilde korunması ve işlenmesi için Avrupa'ya
gönderilmesini destekledi. Örneğin,
Bell'in Babil'deki kazılarla ilgili çalışmaları, eserlere erişimi
kolaylaştırmış ve "Berlin Müzesi'ndeki Babil Galerilerinin kısmen Bayan
Bell'e borçlu olduğu" ifade edilmiştir. Bell, Babil
buluntularının ancak Berlin'e gitmeleri halinde düzgün bir şekilde işlenip
korunabileceğini düşünüyordu.
• Bölüşüm Yöntemi: Kazı direktörleriyle eserleri bölüşme sürecinin bazen zorlu geçtiği,
ancak Bell'in favori çaresinin, en değerli parçaların kimde kalacağına karar
vermek için "bir rupi atmak" (yazı tura) olduğu
belirtilmiştir.
Yaptığı
Resimler Ve Günlüklerden Örnekler
Gertrude Bell,
hayatı boyunca muazzam bir hacimde yazışma, günlük kaydı, gezi kitabı ve
fotoğrafçılık eseri bırakmıştır. Yazıları, onun bir kaşif, arkeolog, diplomat
ve ulus kurucu olarak kariyerini detaylandırmakta, aynı zamanda en mahrem
duygularını ve gözlemlerini de yansıtmaktadır.
İşte yazdığı kitaplardan, günlüklerinden ve
mektuplarından bazı çarpıcı örnekler ve fotoğrafçılık (resimler) alanındaki
çalışmaları:
I. Yazılı
Eserlerinden Örnekler (Kitaplar ve Makaleler)
Bell, seyahatlerini ve arkeolojik keşiflerini anlatan
çok sayıda kitap yayımlamıştır.
A. Gezi Kitapları ve Gözlemler:
• Persian Pictures (Safar Nameh) (1894):
Bell’in 1892'deki ilk Doğu gezisindeki izlenimlerini içeren deneme
koleksiyonudur. Bell bu ilk kitabını "olağanüstü zayıf"
(extraordinarily feeble) olarak nitelendirmiş ve yayımlanmamasını istemiştir.
◦ Örnek (Geziden Gözlem):
"Buraya bir kez gelen insan, geri dönmeye mahkûm olduğunu
hisseder".
• The Desert and the Sown (1907):
1905'te Suriye Çölü'nden Antakya'ya yaptığı yolculuğun anlatımıdır.
◦ Örnek (Giriş):
Kitabın başlangıcında, "Gelişmiş bir sosyal düzen içinde yetiştirilmiş
olanlara, bir gün doğumu kadar az neşe veren bir an gelebilir..."
şeklinde bir açıklama bulunur.
• Review of the Civil Administration of
Mesopotamia (1920): Bu, Bell tarafından hazırlanan ve İngiliz
Parlamentosu'na bir Beyaz Kitap olarak sunulan resmi bir yayındır. Bu
hacimli eser, Mezopotamya'daki İngiliz yönetiminin altı yılını (Kasım 1914'ten
Arap Hükümeti'nin kurulmasına kadar) tüm detaylarıyla açıklamaktadır:
◦ İçerik Örneği: Kitap, Osmanlı yönetiminin
gevşek ve yoz yönetiminin bir tanımıyla başlar, ardından İngiliz işgalini,
kabilelerle yaşanan sorunları, eğitim ve sağlık sistemlerinin kurulmasını ve
Kürtlerle ilişkileri anlatır.
B. Şiir Çevirileri:
• Poems from the Divan of Hafiz (1897):
Bell’in Fars tasavvuf şairi Hafız'ın kırk üç şiirini İngilizceye çevirdiği
eseridir. Bell bu çalışmayı, ilk aşkı Henry Cadogan'ın ölümünün ardından
kederini hafifletmek için yapmıştır.
◦ Örnek (Bir Şiir
Çevirisinin Başlangıcı): "Şair şöyle dedi: 'Ölüm size geldiğinde,
Hayat kumu kum saati boyunca kayıp giden herkes...'".
II. Günlük
ve Mektup Alıntıları (Kişisel İfadeler)
Bell, ailesiyle çok yakın temas halinde olmuş ve
seyahatleri boyunca onlara detaylı mektuplar yazmıştır. Bu mektuplar, 1919'dan
sonra günlüklerinin yerini almıştır. Ayrıca Dick Doughty-Wylie için yazdığı
özel günlükler de bulunmaktadır (The Arabian Diaries, 1913–1914).
A. Seyahatler ve Kişisel Durum Hakkında:
• Oxford’daki Sınavda Tartışma (1888): Tarih
sınavının viva voce (sözlü) bölümünde Profesör Gardiner'a verdiği bir
cevap: "Korkarım, Charles I hakkındaki tahmininizden farklı düşünmek
zorundayım, Bay Gardiner".
• Seyahat Ederken Kimliği (1900): Bell, bölgede
tanınmaya başladığında duyduğu şaşkınlığı dile getirmiştir: "Ben bu
ülkede bir Kişi olduğumu öğrenmekten çok eğleniyorum – herkes benim bir Kişi
olduğumu sanıyor! ve herkesin birbirine sorduğu ilk sorulardan biri 'Siz hiç
Bayan Gertrude Bell ile tanıştınız mı?' ”.
• Siyasi Misyonun Ağırlığı (Irak, 1920’ler):
Irak’ın kurucu rolünü üstlenmenin getirdiği zorluk ve yorgunluk: "Artık
bir daha asla 'kral yaratma' işine katılmayacağıma emin olabilirsin; bu çok
ağır".
• Siyonizm Hakkında Görüşü: Filistin'de
Siyonist bir devlet kurulmasının "tüm Arap dünyası için sonsuz
çatışmaya neden olacağını" öngörmüştür.
• Pişmanlık Benzeri Hayal Kırıklığı (1920):
Kurduğu Arap Hükümeti'nin zorlukları karşısında: "Türkler yönetmedi ve
biz yönetmeye çalıştık – ve başarısız olduk".
B. Bağdat'taki Yaşamı ve Çevresi:
• Evine Gelen Bir Ziyaretçi Tarafından Tanım (V.
Sackville-West'in aktarımı): Bell'in Bağdat'taki evine gelişi ve kişiliği
şu şekilde aktarılmıştır: "Sonra: çıplak duvarda bir kapı, sarsıntılı
bir duruş, menteşe gıcırtısı, genişçe gülümseyen bir hizmetkâr, köpeklerin
hücumu, saksılarda karanfillerle çevrili bir bahçe yolunun manzarası, küçük bir
veranda ve yolun sonunda küçük, alçak bir ev, İngiliz bir ses — Gertrude
Bell.". Bell'in enerjisi hakkında ise, "Dokunduğu her konuyu
aydınlatırdı; böyle bir canlılık karşı konulmazdı" denilmiştir.
• Alman Arkeologla Dostluk (I. Dünya Savaşı):
Bağdat'ın işgalinden sonra, Bell, eski Alman meslektaşı Dr. Koldewey'i anarak
duyduğu üzüntüyü ifade etmiştir: "Onu yabancı bir düşman olarak
düşünmeye çalışmanın faydası yoktu ve Fattuh'un kamp eşyalarımı kurduğu ve
Almanların ve ben Babil veya Ukhaidir planları üzerine hevesli konuşmalar
yaptığımız o boş tozlu küçük odada durduğumda içim acıdı. Aramızda ne korkunç
bir kırık dostluklar dünyası yarattık".
III. Fotoğrafçılık (Resimler)
Bell, Kraliyet Fotoğrafçılık Derneği'nin bir üyesiydi
ve çöle iki kamera götürürdü: biri cam levhalar, diğeri panoramik manzaralar
için. Newcastle Üniversitesi, Bell'in anıtları ve kiliseleri aşınmadan ve hasar
görmeden önceki halleriyle gösteren bu tam açılı çekimlere
(panoramalara) büyük değer vermektedir.
Bell'in çektiği önemli arkeolojik "resimler"
şunlardır:
• Petra Harabeleri: Nabati’lere ait kaya oyma
mezarların fotoğrafları.
• Binbirkilise: Bell'in Sir William Ramsay ile
çalıştığı bölgedeki Bizans kiliselerinin kalıntıları ve detayları.
• Ukhaidir Sarayı: Fırat Nehri yakınındaki bu
devasa harabe sarayın dikkatli çizimleri ve ölçümleriyle birlikte fotoğrafları.
• Babil ve Ktesiphon: Babil'deki İştar
Kapısı'nın ve Medain Saliha'daki Taq-i Kisra'nın (Sasani sarayının kalıntıları)
fotoğrafları.
• Hatra: Büyük Eyvanlar Tapınağı'nın (Temple of
the Great Iwans) fotoğrafları ve heykeltıraşlık detayları.
• Mshatta (Ürdün): 1900'de fotoğrafını çektiği,
erken dönem Emevi kalesi Mshatta'nın güzel oyulmuş cephesi.
Şeytan
Ve Cinler Hakkında Düşüncesi
Gertrude Bell'in şeytanlar, cinler veya diğer doğaüstü
varlıklar hakkındaki kişisel inançları ya da düşünceleri konusunda kaynaklarda
doğrudan bir teoloji veya felsefi açıklama bulunmamaktadır.
Ancak, kaynaklar Bell'in dini konulara genel
yaklaşımını ve Orta Doğu'da bu tür kavramlarla anılan gruplarla olan
etkileşimini ortaya koymaktadır:
1. Kişisel
İnançları: Ateizm ve Şüphecilik
Bell'in geleneksel dini inançlara karşı çok güçlü bir
şüpheciliği vardı. Bu durum, şeytanlar ve cinler gibi figürlere kişisel olarak
inanmadığını düşündürmektedir:
• Bell, daha çocukluğunda bir din öğretmenine "bunun
tek kelimesine inanmadığını" söyleyerek geleneksel dine karşı şüpheci
bir tutum sergilemiştir.
• Bell, bazı kaynaklarda "açık sözlü bir
ateist" olarak tanımlanmaktadır.
• Ancak Bell, dini konuların edebi ve manevi yönlerine
ilgi duymuştur. Örneğin, ilk büyük aşkının ardından kederini hafifletmek için
Fars mistik şairi Hafız'ın şiirlerini çevirmiş, bu şiirlerdeki "kutsala
duyulan özlem" temalarına odaklanmıştır.
2.
"Şeytan" Kelimesinin Kullanımı
Bell, "şeytan" kelimesini, bölgedeki bir
etnik-dini grubu tanımlamak için ve kişisel hayal kırıklığını ifade eden bir
nida olarak kullanmıştır:
• Yezidiler:
Bell, 28 Haziran 1918 tarihli bir mektubunda, Mezopotamya'da karşılaştığı,
tarihsel olarak dışarıdan bu şekilde adlandırılan etnik-dini gruba atıfta
bulunarak "Şeytan Tapıcıları" (The Devil Worshippers)
ifadesini kullanmıştır. Bell, bu grupların (Yezîdîler), kendi
imparatorluğundaki "savaşan ırkları kontrol edebilen" tek
otorite olması nedeniyle, zulüm gördüklerinde korunma için Türk'e bakmaları
gerektiğini bile öne sürmüştür.
• Deyişsel
Kullanım: Bell, Suriye yazıtlarıyla uğraşırken yaşadığı hayal kırıklığını
dile getirirken, mecazi bir ifade olarak "Şeytan alsın bütün Suriye
yazıtlarını!" cümlesini kullanmıştır.
Bell'in kişisel inançları, şeytan veya cin gibi
doğaüstü varlıkların varlığını desteklemese de, arkeolojik ve siyasi
çalışmaları sırasında bu kavramların yerel kültür ve siyaset üzerindeki
etkilerinin farkında olduğu görülmektedir.
Türklerin
neden yönetimde başarılı olduğunu düşünüyordu
Gertrude
Bell'in Türk yönetiminin "başarılı" olduğuna dair düşüncesi, herhangi
bir ideolojik hayranlıktan ziyade, Osmanlı İmparatorluğu'nun egemenliğindeki
bölgenin karmaşık ve kaotik siyasi gerçekliklerine dayanan pragmatik bir
gözleme dayanıyordu. Bell, Türk yönetimini acımasız ve yozlaşmış bulmasına
rağmen, bölgedeki iç çekişmeleri kontrol edebilen tek otoritenin Türkler
olduğunu görüyordu.
Bell'in Türklerin yönetim kapasitesini takdir
etmesinin ana nedenleri şunlardır:
1. Bölgedeki
Savaşan Gruplar Üzerindeki Kontrol Yeteneği
Bell'e göre Türkler, Arap ve Kürt aşiretleri
arasındaki sürekli çatışmaları denetleyerek, yerel kabile liderlerinin
kontrolsüz egemenliğinden daha iyi bir düzen sağlıyorlardı.
• Bell, Osmanlı yönetiminin uzak sınırlarda "zulüm
ve kanlı" olmasına rağmen, "Arap beylerinin ya da Kürt
ağalarının dizginsiz efendiliğinden daha iyi" olduğunu açıkça
belirtmiştir.
• Türklerin,
imparatorluktaki "savaşan ırkları kontrol edebilen tek"
otorite olduğunu savunmuştur.
• Musul
şehrini Arap ve Kürt nüfuslarının sınırında yer alan, "ne samimiyet ne
de iyi niyetle" karşılaşmanın nadir olduğu çalkantılı bir yer olarak
tanımlamıştır. Bu tür yerlerde, "korunma ve refah kazanmak" isteyen
ezilmiş grupların, zulüm gören Hristiyan mezheplerin, Yezîdîlerin ve sefil fellâhîn'lerin
(çiftçilerin) "Türk'e bakmaları gerektiğini" ileri sürmüştür.
2.
İstikrarsızlığın ve Anarşinin Önlenmesi
Bell ve
meslektaşları, Türk yönetiminin zayıflamasının Orta Doğu'da kaosa yol açacağını
biliyordu ve bu nedenle Türk otoritesinin bir düzeyde bile olsa devam etmesini
gereklilik olarak görüyorlardı.
• Suriye'de
uzun süre yaşayan Bell, Türk yönetiminin "ideal idare" olmaktan uzak
olduğunu kabul etmiş, ancak Türklerin elindeki postanın zor bir iş olduğunu ve "daha
az birleşmiş ülkelerde bile bu istenen amaca ulaşamayan pek az hükümet
olduğu" düşüncesiyle, Türklerin bu "çalkantılı unsurları" az
çok kontrol altında tuttuğunu belirtmiştir.
• Bell'in
bir Türk zaptiye (polis) ile yaptığı sohbette, zaptiye, Arapların
yönetimden anlamadığını belirterek, "Türkler siyasetten anlar, ve
bakınız, anayasayı onlar çıkardı. Ama Araplara gelince, onlar yönetimden ne
anlar?" demiştir. Bu, Türk yetkililerinin bile kendi yönetim
kapasitelerine güvendiklerini göstermektedir.
• Bell'in
bir başka Arap ev sahibi, mevcut seküler Türk hükümetinden nefret etmesine
rağmen, geçmişteki Sultanların yönetimini övmüş ve "Türkler yönetimden
anlar" demiştir. Aynı kişi, bir zamanlar Türkiye'nin en kötü şehri
olan Basra'ya atanan ve cinayetleri durdurarak şehri stabilize eden Ḥamdî Bey adında mükemmel bir Türk vali olduğunu hatırlatmıştır.
• Bell'in
meslektaşı David Hogarth, Türklerin tüm kusurlarına rağmen, bu topraklarda
yarım bin yıllık deneyime sahip olduklarını ve bu deneyimin göz ardı
edilemeyeceğini savunmuştur.
3. Yönetimin
Zafiyetleri
Bell, Türk yönetiminin genel başarısının, yolsuzluklar
ve disiplinsizlik nedeniyle baltalandığını da açıkça ifade etmiştir:
• Bell, 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nun "yolsuzluk,
açgözlülük ve çok gevşek bir yönetim tarzıyla zayıfladığını ve çöktüğünü"
gözlemlemiştir.
• Bell, bir gezisinde, Türk Sultanı'nın toprak
temsilcisi olan Mamur'un (land agent) Arapça konuşan bir Beyrutlu
olduğunu, ancak yanındaki asker başının saf Türk olduğunu ve onunla ancak "çok
yetersiz bir Fransızca" ile anlaşabildiğini, bu durumun da yönetimin
zafiyetini gösterdiğini kaydetmiştir.
• Bir zaptiye, rütbeli subayların kıyafetlerini
çaldığını iddia ederek, iki yılda bir verilmesi gereken üniformaların
kendilerine hiç ulaşmadığını, çünkü Halep'teki subayların bunları yediğini
söylemiştir.
Dolayısıyla,
Bell'in Türklerin yönetimde başarılı olduğu yönündeki düşüncesi, Türklerin
halklarına adalet getirdiği anlamına gelmiyordu; daha çok, Batı'dan bir gücün
müdahalesi olmadan, yerel Arap ve Kürt aşiretlerinin iç çekişmelerinden doğacak
kaosu önleyebilen tek yapının Türk İmparatorluğu'nun otoritesi olduğu
anlamına geliyordu.
Eğer
Ortadoğu’da Türkler halen hakim olsa günümüzdeki kaos olmazdı
Dikkate
alınması gereken önemli bir hipotez öne sürdünüz. Gertrude Bell'in kendi
gözlemleri ve analizleri, Türklerin bölgedeki hakimiyetinin devam etmesi
durumunda Orta Doğu'da (özellikle Irak ve çevresinde) ortaya çıkan kaosu
engelleyebileceği yönünde dolaylı kanıtlar sunmaktadır.
Bell, Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasının ve yerine
Arap yönetiminin getirilmesinin, kendi içinde büyük riskler taşıdığını ve
tahmin edilemeyen sonuçlar doğurduğunu görmüştür.
Aşağıdaki noktalar, Bell'in Türk yönetiminin kaosu
önlemedeki rolüne dair görüşlerini özetlemektedir:
1. Türk
Otoritesinin İstikrar Sağlayıcı Rolü
Bell, Türk yönetimini zalim ve yozlaşmış olarak
görmesine rağmen, bölgedeki anarşinin tek önleyicisi olarak kabul etmiştir.
• Bell'e göre, Osmanlı yönetiminin uzak sınır
vilayetlerinde "zulüm ve kanlı" olmasına rağmen, "Arap
beylerinin ya da Kürt ağalarının dizginlenmemiş hâkimiyetinden daha iyi"
idi.
• Bell,
zulüm gören Hristiyan mezheplerin, zulüm gören Yezidilerin ve sefil fellâhîn'in
(çiftçilerin) korunma ve refah kazanması için Türk'e bakmaları gerektiğini
ileri sürmüştür.
• Bunun
nedeni, Bell'in gözünde yalnızca Türk'ün, imparatorluğundaki "savaşan
ırkları kontrol edebilen" tek güç olmasıydı. Türkler, imparatorluğun
Asya eyaletlerindeki çalkantılı unsurları az çok kontrol altında tutmayı
başarıyorlardı.
• Bell, Musul'un, Arap ve Kürt nüfuslarının sınırında
yer aldığını ve bu iki grup arasındaki karşılaşmanın "çok nadiren
samimiyet veya iyi niyetle" gerçekleştiğini belirtmiştir. Türk
otoritesi, bu iç çekişmeleri bir arada tutuyordu.
2. Arap
Yönetiminin Kaos Potansiyeli
Bell, Osmanlı'dan sonra bölgede kurulmaya çalışılan
Arap yönetiminin gerekli birliği ve disiplini sağlamakta yetersiz kaldığını
fark etmiştir.
• Bell,
"Bir Arap hareketine dair herhangi bir söylenti duyup
duymadıklarını" sorduğunda, Araplar "Nerede birlik var? Halep
Deyr'den, Deyr Şam'dan nefret ediyor ve bizde bir Arap milleti yok"
diye cevap vermişlerdir. Bu durum, Arap toplumunun ulusal birlikten yoksun
olduğunu ve bu parçalanmışlığın kaosa yol açabileceğini gösteriyordu.
• Bell,
1920'de Irak'taki durumu karamsarlıkla değerlendirmiş ve "Türkler
yönetmedi ve biz yönetmeye çalıştık – ve başarısız olduk" demiştir,
ülkenin hala "henüz hiçbir sisteme indirgenemeyen, şekilsiz bir
kabileler yığını" olduğunu kabul etmiştir.
• Bell'in meslektaşlarından T. E. Lawrence da, Arap
isyanının "amatör rehberlik, deney ve kaprisin tüm kusurlarına"
sahip olduğunu not etmiş, Arapların bireycilikleriyle öne çıktığını ve
disipline boyun eğmediklerini gözlemlemiştir.
Bell'in bu gözlemleri, Türk hakimiyetinin devam etmesi
durumunda, Arap beylerinin ve Kürt ağalarının dizginlenmemiş yönetiminden
kaynaklanacak yerel anarşinin ve kabileler arası çatışmaların önlenebileceği
veya en azından kontrol altında tutulabileceği fikrini desteklemektedir.
3. Pişmanlık
ve Yorgunluk
Bell'in ulus kuruculuğun son yıllarında hissettiği
derin yorgunluk ve "kral yaratma" işinin ağırlığı, Ortadoğu'daki yeni
düzenin getirdiği beklenmedik zorluklar karşısında bir geri çekilme arzusunu
yansıtmıştır:
• Bell, hayatının sonlarına doğru babasına, bir daha
asla "kral yaratma" işine katılmayacağına dair güvence
vermiştir, çünkü bunun "çok ağır" olduğunu söylemiştir.
• Bell, kendisinin de katkıda bulunduğu İngiliz
yönetiminin Araplar tarafından bile istenmediğini fark etmiştir: "Kimse
ne istediklerini tam olarak bilmiyor ve bunu en az bilenler de kendileri,
sadece bizden kesinlikle rahatsız olduklarından eminler".
Kaynaklar,
Bell'in, Türk otoritesini, kurduğu Irak devletinde daha sonra ortaya çıkan
karmaşaya (Şii, Sünni, Kürt, kabile ve sınır sorunları) kıyasla, bölgedeki yıkıcı
unsurları (savaşan ırkları, kanunsuzluğu) kontrol altında tutmada daha "başarılı"
ve "tek etkili" mekanizma olarak gördüğünü göstermektedir.
Bell'in karamsar son dönem analizleri, eğer Türk yönetimi dağılmasaydı,
bölgenin bugünkü gibi "şekilsiz bir kabileler yığını" olarak
kalmayabileceği ve dolayısıyla daha az kaos yaşanabileceği hipotezini
desteklemektedir. Ancak Bell'in umudu, Türklerin yönetimde "gücünü
tarafsız ve dürüst bir şekilde kullanmayı öğrendiği" bir geleceğin var
olmasıydı.
İngilizlerin
Harita dairesi ile ilişkisi nasıldı
Silent thinking: The user is asking
about Gertrude Bell's relationship with the British Survey or Mapping
department (Harita Dairesi). This relates to her cartography and intelligence
work before and during WWI.
1. Search for keywords:
"mapmaking," "cartography," "Royal Geographical
Society," "surveying," "draughtsmen," "field
books."
2. Identify Bell's role: She
was an explorer, archaeologist, and intelligence officer who gathered
geographical data.
3. Synthesize findings: Look
for how she acquired training and how her data was used by official British
bodies (like the Royal Geographical Society or military intelligence).
Findings:
• Bell was a renowned traveler who
"put on the map a line of wells and a mass of new information" about
tribal elements from the Hejaz railway to Sirhan and Nefud.
• Her encyclopedic knowledge and
pioneer journey into unknown territory benefited her work.
• She received formal training in
surveying and astronomical observations: Just before her great Arabian journey
in 1913–1914, Bell received instruction in surveying and astronomical
observations for determining positions from Mr. Reeves, who was connected
to the Royal Geographical Society (RGS).
• Bell's field work was highly
valued: Mr. Reeves noted that he had "never had anyone to teach who
learned more rapidly and took a more intelligent interest in the subject".
• Her data was processed by the
RGS: Bell's prismatic compass route traverse—a record of her remarkable
journeys—was plotted from her field books and adjusted to her latitudes
by the RGS draughtsmen.
• The RGS highly valued her work:
Reeves confirmed that her mapping "proved of the greatest value and
importance," and her field books were treasured by the RGS. David
Hogarth, President of the RGS, credited Bell for accumulating a "mass
of information" about tribal elements, which was used by T. E.
Lawrence in the Arab campaigns of 1917–1918.
• Bell also took specialized
equipment for cartography: She took theodolite equipment and instructed her
father to send a theodolite and other equipment for mapping. She recorded
bearings and latitude calculations in her notebooks.
• Bell's maps were used by the
military: Bell was known for drawing maps that allowed British forces to safely
reach Baghdad. Her maps were used by British soldiers, indicating that her
cartography was officially integrated into military planning (e.g., "The
Bell maps show a way" through the mountains).
Conclusion: Gertrude
Bell'in İngiliz Harita Dairesi (ve ilişkili kurumlar, özellikle Kraliyet
Coğrafya Derneği ve askeri istihbarat) ile ilişkisi, eğitimin, keşfin ve
stratejik bilgi paylaşımının yüksek düzeyde olduğu, karşılıklı olarak faydalı
ve takdir edilen bir ilişkiydi. Bell'in haritalama verileri, Birleşik
Krallık'ın savaş ve diplomasi çabalarında kritik rol oynamıştır. (Formulating
response in Turkish, citing comprehensively). (Final check: The sources use
"Royal Geographical Society" and military intelligence, and refer to
"draughtsmen," which covers the function of a "Harita
Dairesi" or Survey Department, even if a centralized "Daire"
isn't specifically named.)
Gertrude
Bell'in İngiliz haritalama ve coğrafi bilgi toplama kuruluşlarıyla (özellikle Kraliyet
Coğrafya Derneği - Royal Geographical Society, RGS ve askeri istihbarat)
ilişkisi son derece önemli ve üretkendi; Bell'in çalışmaları, İngiliz
İmparatorluğu'nun Ortadoğu stratejileri için hayati değer taşımıştır.
Bell'in Harita Dairesi ve benzeri kurumlarla olan
ilişkisinin temel yönleri şunlardır:
1.
Kartografi Eğitimi ve Uzmanlık Kazanımı
Bell, çöl seyahatlerine çıkmadan hemen önce resmi
haritalama eğitimi almıştır:
• Arabistan'a yaptığı büyük yolculuktan (1913-1914)
hemen önce, Bell, konum belirlemek için ölçme ve astronomik gözlemler
konusunda Mr. Reeves'ten (Kraliyet Coğrafya Derneği'nden) talimat
almıştır.
• Reeves, Bell'i öğrettiği kişilerden "konuya
daha hızlı öğrenen ve daha zekice ilgi gösteren" bir öğrencisi
olmadığını belirtmiştir.
• Bell, bu yolculukta theodolit dahil olmak üzere
gerekli haritalama ekipmanlarını yanına almış ve ölçümler kaydetmiştir.
2.
Haritalarının Değerlendirilmesi ve Kullanımı
Bell'in topladığı veriler resmi olarak işlenmiş ve
ulusal değere sahip olarak kabul edilmiştir:
• Bell'in yaptığı keşif gezilerinden elde edilen prizmatik
pusula rota çizimleri, RGS'deki çizimciler (draughtsmen) tarafından arazi
defterlerinden (field books) çizilmiş ve Bell'in kaydettiği enlemlere
göre ayarlanmıştır.
• Reeves, Bell'in haritalamasının "en büyük
değer ve öneme sahip olduğunu kanıtladığını" ve saha defterlerinin
RGS'de "büyük bir hazine olarak saklanacağını" belirtmiştir.
• Bell, daha savaş patlak vermeden önce bile,
"Hayyil'deki aradan" faydalanarak "bir dizi kuyuyu haritaya
yerleştirmiş" ve kabile unsurları hakkında yığınla yeni bilgi
toplamıştı.
• Bell'in bilgi birikimi, Britanya'nın savaş
çabalarına paha biçilmez bir katkı sağlamıştır. David Hogarth (RGS Başkanı),
Bell'in "kabile unsurları hakkında topladığı bilginin kütlesinin"
T. E. Lawrence tarafından 1917 ve 1918 Arap seferlerinde "işaret fişeği
gibi kullanıldığını" belirtmiştir.
• Bell,
daha sonra, İngiliz kuvvetlerinin Bağdat'a güvenli bir şekilde ulaşmasını
sağlayan haritaları çizmekle itibar kazanmıştır. Hatta popüler kültürde
bile Bell'in haritalarının ne kadar önemli olduğu vurgulanır: Bell'in
haritaları, askerlerin dağlardan geçiş yollarını gösteriyordu.
3. Askeri ve
İstihbarat Bağlantısı
Bell'in haritalama yetenekleri, ona İngiliz askeri
istihbaratında önemli bir pozisyon sağlamıştır:
• Bell, I. Dünya Savaşı sırasında Ortadoğu'daki
İngiliz silahlı kuvvetlerinde istihbarat uzmanı, ordu binbaşısı ve danışman
olarak görev yapmıştır.
• 1916'da, Bell'in Arabistan, Mezopotamya ve Suriye
hakkındaki bilgisinin Arabistan Bürosu'nun (Arab Bureau) çabaları için paha
biçilmez olduğunu düşünen David Hogarth'ın müdahalesiyle Bell, Kahire'deki
istihbarat servisinde çalışmak üzere yelken açmıştır.
• Bell, "Mesopotamya'nın Sivil İdaresi
İncelemesi" adlı 147 sayfalık resmi Beyaz Kitap'ı hazırlarken, antropolojik,
sosyolojik, tarihsel ve politik gerçeklerle birlikte coğrafi bilgileri de
bir araya getirmiştir.
Kadın Olduğu Halde Korkusuz Olması Nedeni
Gertrude Bell'in kadın olmasına rağmen gösterdiği bu korkusuzluk
ve yılmazlık, onun kişiliğinin, aldığı eğitimin, ailevi arka planının ve
İngiliz toplumunun ona dayattığı kısıtlamalara karşı duyduğu isyanın
birleşimiydi.
Kaynaklar, Bell'in bu olağanüstü cesaretinin ardındaki
ana nedenleri detaylandırmaktadır:
1. Ailevi
Arka Planı ve Karakter Gücü
Bell, korkusuzluğunu destekleyen ve teşvik eden bir
aileden geliyordu ve bu özellikler erken yaşlardan itibaren belirgindi:
• Bell, İngiltere'nin kuzeyindeki zengin İngiliz
sanayicilerinin (Liberal görüşlü entelektüeller) ailesinden geliyordu. Bu
ayrıcalıklı yaşam, ona yüksek bir eğitim alma ve dünyayı gezme imkânı sağladı.
• Babası Hugh Bell, kızı için merkezi bir
figürdü ve sık sık ona "Engeller aşılmak için vardır" derdi.
Bu, Bell'in hayata meydan okuma düsturunun temelini oluşturdu.
• Bell, çocukluğunda bile kimse tarafından "gözü
korkutulamazdı". Öyle ki, bir din öğretmenine "söylediklerinin
tek kelimesine inanmadığını" söylemiştir.
• Bell, büyükbabasından "zihnin ve iradenin
hayati niteliklerini" ve ailesinin pragmatizm mirasını miras
almıştır.
• Bell, akademik yaşamına Oxford Üniversitesi'nde
Modern Tarih alanında birincilikle mezun olan ilk kadın olarak başlamış ve
bu başarısıyla kendine olan güvenini perçinlemiştir. Hatta sözlü sınavda (viva
voce), ünlü tarihçi Profesör Gardiner'a "Korkarım, Profesör Gardiner,
Charles I hakkındaki tahmininizden farklı düşünmek zorundayım" diyecek
kadar "eşsiz bir cüret" göstermiştir.
2. Sosyal
Kısıtlamalara Karşı Gelme ve Özgürlük Arayışı
Bell'in korkusuz maceralara atılmasının ardındaki en
büyük itici güç, dönemin İngiliz toplumunun kadınlara biçtiği kısıtlı rollerden
kaçma arzusuydu.
• Bell, "ayrıcalıktan ve toplumdan yüz
çevirmiş" ve evlilik ve aile beklentilerinden kaçınarak kendini "erkek
dünyasında erkek şartlarda rekabet etmeye" adamıştır.
• Yirmili yaşlarında evlilik pazarında dans ederken,
kendisi gibi parlak, meraklı ve cesur çok az erkek bulmuştu.
• Bell için çölde seyahat etmek, yaşına, medeni
durumuna ve sınıfına özgü beklentilerden ve İngiltere'deki hayatının
kısıtlamalarından kurtulma, kendinde daha iyi ve daha güçlü bir şeyi
keşfetme özgürlüğünü temsil ediyordu.
• Amacı, sürekli olarak kendini "tehlike ve
heyecanla dolu zorluklara" doğru iterek, kendini kanıtlama ihtiyacını
tatmin etmekti.
3. Fiziksel
Cesareti ve Kaşif Kimliği
Bell, korkusuzluğunu dağcılık ve çölde yolculuk gibi
son derece tehlikeli faaliyetlerde defalarca kanıtlamıştır:
• Bell, Alp dağcıları arasında en tanınmış
kadınlardan biri haline geldi.
• Finsteraarhorn'a tırmanma girişimi başarısızlıkla
sonuçlansa da, ona büyük saygı kazandırmıştır. Kılavuzu Ulrich Fuhrer, yıllar
sonra Bell'in babasına, Bell'in "cesaret ve kararlılıkla dolu
olmasaydı, helak olmak zorunda kalacaklarını" yazmıştır.
• Bell, Orta Doğu'da yedi bağımsız çöl seferinden sağ
çıkmıştır.
• Arap ve Kürt aşiret şeyhleri tarafından da eşit
muamelesi görmüş ve kabile unsurları hakkında yığınla bilgi
toplayarak askeri istihbaratın başarısına katkıda bulunmuştur.
• Suriye'de Türk yetkililerin Druze topraklarına
girmesini yasaklamasına rağmen, "kurnaz Odise" gibi davranarak
jandarmaları atlatmış ve hedefine ulaşmıştır. Türkler onun peşinden gitmeye
korktukları için yakalanmaktan kurtulmuştur.
Bell'in kişisel cesareti o kadar belirgindi ki, Kral
Faysal bile onun ölümünden sonra, Bell'in adının "Napolyon, Nelson veya
Mussolini gibi bir huşu ile anılan Arap tarihine silinmez bir şekilde
yazıldığını" söylemiştir. İngiltere Kralı da Bell için gönderdiği
taziye mesajında, onun "entelektüel güçleri, karakter gücü ve kişisel
cesareti" sayesinde ülkesine kalıcı fayda sağladığını belirtmiştir.
Atatürk
hakkındaki düşünceleri
Gertrude
Bell'in Mustafa Kemal Atatürk (kaynaklarda genellikle sadece Kemal olarak
geçmektedir) hakkındaki düşünceleri, Birinci Dünya Savaşı öncesi yüksek bir
hayranlık ve takdir ile savaş sonrası Irak'ın güvenliğini tehdit eden
ciddi bir siyasi endişe arasında iki ana döneme ayrılmaktadır.
İşte kaynaklara dayanan detaylı açıklamalar:
1. Savaş
Öncesi Hayranlık (1907)
Bell, Mustafa Kemal'i genç bir subayken tanımış ve
onun büyük bir lider olacağını öngörmüştür:
• Bell, 1907 yılında Anadolu'da Sir William Ramsay ile
çalışırken, kendisi de Türk ordusunda genç bir subay olan "Kemal adında
genç bir adamla" tanışmıştır.
• Bell,
Kemal'i çok zeki bulmuş ve geleceği hakkında önemli bir tahminde bulunmuştur: "Çok
zeki bir adam ve güçlü bir şekilde şüpheleniyorum ki, Türkiye'de büyük bir rol
oynayacak, muhtemelen Türk tarihini bir zamanlar şekillendirecek".
• Bell, ayrıca Kemal'in kendisine "kelimelerin
ifade edebileceğinden daha nazik" davrandığını da eklemiştir.
2. Savaş
Sonrası Endişeler ve Siyasi Kaygı (1920'ler)
Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünden sonra, Bell'in
görüşü kökten değişmiştir, zira Mustafa Kemal'in yeni Türk hükümeti, Bell'in
kuruculuğunu yaptığı Irak Krallığı'nın toprak bütünlüğü için doğrudan bir
tehdit oluşturmuştur.
• Bell, 1920'lerin başlarında, Kemal Atatürk'ün
niyetleri konusunda hâlâ endişeliydi.
• Bell, özellikle Türkiye'nin Irak'a karşı tutumunu
öğrenmek için çabalamıştır. Bir yazar ve kadın maceraperest olan Harrison'ı
akşam yemeğine davet ettiğinde, ondan altı aylık Türkiye ziyaretinden yeni
dönmüş olması nedeniyle acilen bilgi istemiştir.
• Bell, Harrison'a Türkiye'nin Irak hakkındaki resmi
ve gayri resmi tutumunu, Musul hakkındaki fikirlerini ve genel iç
siyasi durumunu sormuştur. Bu durum, Bell'in Kemal'in niyetlerini Irak'ın
geleceği açısından kritik bir sır olarak gördüğünü göstermektedir.
• Kemal'in liderliğindeki Türk hükümetinin Musul
vilayeti üzerindeki talepleri, Bell'in Irak'ın kuzey sınırları (Musul)
konusundaki endişelerinin temelini oluşturuyordu.
• Kemal Paşa, 1922'de Yunanlılara karşı kazanılan
zaferden sonra bir gazete röportajında, Türkiye'nin "Musul bölgesini ve
Irak'ın yarısını" talep ettiğini belirtmişti.
• Bell, Musul
sorununun çözümü için aktif rol oynamış ve Irak'ın Musul üzerindeki haklarını
savunmuştur. Hatta Kemal, 1925'teki Kürt isyanını (Şeyh Said isyanı) Londra'nın
kışkırttığına inanıyordu. Amacı, İngiltere'nin, Kürtlerin Türk egemenliğini
istemediğini göstererek Musul üzerinde kontrol kurmasıydı.
Özetle, Bell,
Mustafa Kemal'i gençliğinde büyük potansiyele sahip bir lider olarak görmüş,
ancak Kemal'in savaş sonrası dönemde liderliğini üstlendiği Türk milliyetçi
hareketini (Kemaistleri), kurucusu olduğu Irak devletinin varlığı için en
büyük jeopolitik tehditlerden biri olarak algılamıştır.
Yeni
kurulan Türkiye, Lozan Antlaşması ve Devrimler hakkındaki görüşleri
Gertrude
Bell'in yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'ne, Lozan Antlaşması'na ve Osmanlı
İmparatorluğu'nun sonundaki devrimlere dair görüşleri, büyük ölçüde kişisel
takdir ile siyasi kaygı ve hayal kırıklığı arasında gidip gelmiştir.
Bell, genç subay Mustafa Kemal'e (Atatürk)
karşı kişisel bir hayranlık beslemiş olsa da, kurduğu Irak Krallığı'nın
varlığını tehdit eden Türk milliyetçi hareketine (Kemalistler) karşı derin bir
kaygı duymuştur.
1. Türk
Devrimleri ve Yeni Türk Hükümeti Hakkındaki Görüşleri
Bell'in Türk devrimlerine dair görüşleri, savaş
öncesi umut ve savaş sonrası hayal kırıklığı olarak ikiye ayrılır.
A. Jön Türk Devrimi (Savaş Öncesi)
Bell, Jön Türk Devrimi'ne ilk başta sempatiyle
yaklaştı ve İngiltere'de de bu hareketin "çıkar gözetmeyen bir
sempati" ile karşılandığını belirtti.
• Bell, 1909'da tanık olduğu kargaşayı, "cömert
bir idealin, insan kusurunun koşullarına tercümesi" olarak
tanımlamıştır.
• Bell, yeni yönetimin, "güçlü ve düzenli bir
hükümetle" uygar devletler arasında bir yer edinmesini ve "savaş
maceralarından yüz çevirmesini" ummuştur.
• Ancak
Bell, yönetimin hızla düşüşe geçtiğini de gözlemlemiştir. 1912'nin sonlarına
doğru, Jön Türklerin milliyetçiliği ve Balkan Savaşları'nın maliyeti
nedeniyle Osmanlı İmparatorluğu'nun hızla çöktüğünü görmüş ve "Asya'daki
imparatorluğun da dağılmasını, önce Arap özerkliklerinin yükselmesini
görebileceğimizi" öngörmüştür.
• Bell'in
temas kurduğu bazı yerel Araplar ise, mevcut Türk hükümetinden nefret
ettiklerini, eski Sultanların yönetimini tercih ettiklerini ve şimdiki Türk
Hükümeti'ni "lanetlediğini" ve "şeytana havale
ettiğini" belirtmiştir.
B. Kemal Atatürk ve Siyasi Kaygı (Savaş Sonrası)
Bell'in genç Mustafa Kemal'e dair 1907'de edindiği
olumlu izlenim, savaş sonrası siyasi tehditle gölgelenmiştir:
• Bell, 1907'de Anadolu'da bir Türk subayı olan "Kemal
adında genç bir adamla" tanışmış ve onu "çok zeki bir
adam" olarak nitelendirmiştir. Hatta Bell, onun "çok büyük bir
rol oynayacağından, muhtemelen Türk tarihini bir zamanlar
şekillendireceğinden" şüphelendiğini yazmıştır.
• Ancak 1920'lerde Bell, yeni kurulan Irak'ın kurucusu
ve yöneticisi olarak, Kemal Atatürk'ün niyetlerinin hâlâ "endişe
verici" olduğunu düşünüyordu.
• Bell, Türkiye'nin Irak'a karşı "resmi ve
gayri resmi" tutumu ile özellikle Musul hakkındaki fikirlerini
öğrenmek amacıyla yoğun bir bilgi toplama çabasına girmiştir.
• Kemalist hükümetin siyasi programı olan "Ulusal
Yemin" (Misak-ı Millî), Kürtler başta olmak üzere Arap olmayan nüfusun
yaşadığı topraklar üzerindeki taleplerinden vazgeçmeyi reddediyordu.
• Bell, 1924'te, Türklerin Irak'ın yönetim sınırları
içine (Asurî bölgelerine) asker sokarak istila girişiminde bulunmasından
derin endişe duymuş ve bu saldırıların, Irak'ın bir ulus olarak birleşmesine
katkıda bulunacağını umduğunu belirtmiştir.
2. Lozan
Antlaşması (1923) Hakkındaki Görüşleri
Bell, Lozan Antlaşması'nın (Treaty of Lausanne, 1923)
Britanya ve Türkiye arasındaki nihai barış müzakerelerini tamamlaması
amaçlanmasına rağmen, kritik konularda başarısız olduğunu düşünüyordu.
• Bell, Lozan
Antlaşması'nın kaçınılmaz olarak "başarısız olduğunu" ve Sir
Percy Cox'un iki ayını İstanbul'da bir çözüme ulaşmaya çalışarak boşa
harcadığını belirtmiştir.
• Lozan Konferansı, Musul vilayetinin nihai
sınırını belirleme konusunda bir anlaşmaya varamamış, bu da Türkiye'nin
vilayeti talep etmeye devam etmesine yol açmıştır.
• Antlaşmanın başarısızlığı nedeniyle, sınır
anlaşmazlığı Milletler Cemiyeti'ne (League of Nations) taşınmak zorunda
kalmış ve Musul sorunu uzun süre Irak ve Türkiye arasında bir gerilim kaynağı
olmaya devam etmiştir.
• Bell,
Musul sorununun nihayet çözüldüğü ve Türkiye'nin "Brüksel Hattı"
olarak bilinen mevcut sınırı tanıdığı, 1926 Haziran'ında Ankara'da imzalanan
Üçlü Antlaşma ile bu dönemin kapandığını görmüş ve bu olayı kutlayan
ziyafete katılmıştır. Bu antlaşma, Bell'in kurucusu olduğu Irak'ın siyasi
varlığının ilk aşamasının kapandığı an olarak kabul edilmiştir.
Gertrude Bell için "Irak devletinin
görünmeyen kurucusu ve görünmeyen İngiliz Valisi" demek doğru olur mu?
Kaynaklara dayanarak, Bell'in resmî unvanı
"Vali" olmamasına rağmen, Valisi" demek doğru olur mu?
Kaynaklara
dayanarak, Bell'in resmî unvanı "Vali" olmamasına rağmen, "görünmeyen
kurucu" ve "görünmeyen Vali" (veya eşdeğer bir
yönetici figürü) sıfatlarını kullanmanın onun fiili rolünü ve bölgedeki
algısını doğru bir şekilde yansıttığını söyleyebiliriz.
İşte bu nitelemeleri destekleyen kaynaklardaki
bilgiler:
1.
"Görünmeyen Kurucu" (Shaper of Nations)
Bell'in Irak'ın kuruluşundaki rolü o kadar merkeziydi
ki, kaynaklarda açıkça bir ulus kurucusu olarak tanımlanmıştır.
• Bell,
Birinci Dünya Savaşı sonrasında "Araplara kendi kaderini tayin hakkını
sunma misyonunu" gerçekleştirmiş ve Winston Churchill ve T. E.
Lawrence ile birlikte yeni Irak'ın tahtına Kral Faysal'ı oturtmayı
başarmıştır.
• Bell'in
kendisi "eşi benzeri görülmemiş bir öneme sahip bir şey yaptı: bir ulus
kurdu, Irak ulusunu".
• Bell'in siyasi etkisi Ortadoğu'ya yayıldı.
• Bell, hayatının son yıllarını, yeni kurulan
ülkenin gururlu mirasını korumasını ve en büyük parçalarını saklamasını
sağlamaya adamıştır. Bell, Irak bayrağının tasarlanmasından, anayasanın
yazılmasına ve krala kabine konusunda yön vermeye kadar her şeyde yardımcı
olmuştur.
Dolayısıyla, Bell'in Irak'ın kurulmasında oynadığı
hayati rol göz önüne alındığında, "görünmeyen kurucu" veya "ulusu
şekillendiren" (shaper of nations) sıfatları kesinlikle doğrudur.
2.
"Görünmeyen İngiliz Valisi" (De Facto Ruler)
Bell hiçbir zaman Yüksek Komiser (Vali) olmamıştır; bu
pozisyonu Sir Percy Cox ve Sir Henry Dobbs gibi erkekler üstlenmiştir. Ancak
Bell'in resmi makamı ve kişisel nüfuzu, onu yerel halkın ve hatta bazı
İngilizlerin gözünde bir yönetici figürü haline getirmiştir.
Resmî Pozisyonu ve Gücü:
• Bell, İngiliz Yüksek Komiseri'nin Doğu Sekreteri
olarak görev yapmıştır.
• Savaş sırasında İngiliz silahlı kuvvetlerinde
istihbarat uzmanı, ordu binbaşısı ve danışman olarak hizmet etmiş, savaş
sonrasında ise Britanya İmparatorluğu'ndaki en güçlü kadın konumuna
yükselmiştir.
• Bell, Irak'a döndüğünde, "Artık bir Arap
Hükümeti ile kendi yerime geldim. Bu kadar çok güvende olmak hassas bir
pozisyon" demiş, ancak ülkenin geleceğini belirleyen konularda
(Siyonizm, Musul, manda) sürekli bilgi toplamış ve tavsiyelerde bulunmuştur.
Yerel Algı
ve Unvanlar:
• Bell, diplomatik fotoğraflarda "plümalar,
üniformalar ve bir imparatorluğun sakin teçhizatı arasında tek başına bir
kadın" olarak tasvir edilmiştir.
• Dünya
çapındaki gazeteler onu "Mezopotamya'nın Taçsız Kraliçesi"
veya "Çöl Kraliçesi" olarak ilan etmişlerdir.
• Bağdat'taki Araplar, onu "El Sitt"
("Kadın") veya daha da önemlisi "Khatun" olarak
çağırmışlardır. Nakib (Sunni toplumunun kutsal lideri), Bell'e "Khatun"
diye hitap etmiş ve bu kelime "devlet yararına gözünü ve kulağını açık
tutan bir saray hanımına" işaret ediyordu. Bell, Nakib'i ziyarete
girmesine izin verilen tek peçesiz kadındı.
• Bell'in Bağdat'taki İngiliz meslektaşları bile, onun
kişiliğinin "Irak'a hizmet eden sürgündeki tüm İngilizleri bir arada
tutan ve onlara bir merkez oluşturan" bir merkez olduğunu
hissetmişlerdir.
Bell'in gücünün zirvesinde olduğu dönemde, siyasi
muhalifleri bile onu atlamış ve görüş almak için doğrudan Bell'e gelmiştir,
çünkü onun fikrinin etkili olacağını biliyorlardı.
Bu bağlamda,
Bell resmi olarak vali olmamasına rağmen, devleti kuran politikaların
arkasındaki görünmeyen ve tartışmasız otorite olması nedeniyle "görünmeyen
İngiliz Valisi" olarak nitelendirilmesi, onun tarihsel rolünü ve
bölgedeki algısını doğru bir şekilde yansıtan güçlü bir mecazdır.
Sakladığı Bir Sırları
Bu sorgunuz, Gertrude Bell'in biyografik kaynaklarında
yer alan en ilginç ve hassas konularından birine, yani özel hayatına ve tuttuğu gizli kayıtlara
işaret etmektedir.
Kaynaklara
dayanarak, Bell'in açıkça ifşa etmediği, ancak özel günlüklerinde ve
mektuplarında detaylandırdığı iki büyük sırrı (veya gizli ilişkisi)
bulunmaktadır.
Bell'in sakladığı sırlar, özellikle romantik
ilişkileriyle ve intiharının koşullarıyla ilgilidir.
1. Dick
Doughty-Wylie ile Olan Gizli Romantik İlişki
Bell'in en büyük kişisel sırrı ve hayatının en büyük
trajedisi, evli bir adam olan Charles Hotham Montagu Doughty-Wylie
("Dick") ile olan tutkulu ancak imkânsız ilişkisidir.
• İlişkinin Gizliliği: Bell'in bu ilişkiye dair
tuttuğu kayıtlar "Özel Belgeler" (Private Papers) ve "Doughty-Wylie
için Günlük" (Gertrude Bell Diary for Doughty-Wylie) olarak
adlandırılır. Bu belgeler, bu ilişkinin doğası gereği gizli tutulduğunu
göstermektedir.
• Duygusal Yoğunluk: Bell, bu ilişkinin
yaşandığı 1913-1914 yılları arasındaki duygusal iniş çıkışlarını bu özel
günlüklerde kaydetmiştir.
• İmkansız Aşk: Bell, Doughty-Wylie'ın evli bir
adam olduğunu ve dolayısıyla onunla resmi bir hayat kurma imkânının olmadığını
biliyordu. Bell, bu imkânsızlık nedeniyle yaşadığı acıyı ve tutkusunu özel
mektuplarında ve günlüklerinde dile getirmiştir.
• Trajik Sonu: Doughty-Wylie, 1915 yılında Çanakkale/Gelibolu
(Gallipoli) Savaşı'nda hayatını kaybetmiş, bu da Bell'i derinden sarsmış ve
uzun süreli bir keder yaşamasına neden olmuştur. Bell, Doughty-Wylie'ın
mezarını ziyaret edip etmediği konusunda bile belirsizlik olan bir hayat dönemi
yaşamıştır.
2. İntihar
İhtimali ve Ölümünün Şartları
Bell'in ölümü, bazı kaynaklara göre bir sır perdesi
taşımaktadır, çünkü bu, intihar şüphesi barındıran bir eylemdi.
• Ölüm Nedeni: Gertrude Bell, 12 Temmuz
1926'da, elli sekizinci doğum gününden iki gün önce Bağdat'ta uykusunda
huzur içinde ölmüştür.
• Pişmanlık
ve Yorgunluk: Bell, hayatının son yıllarında derin bir yorgunluk, hayal
kırıklığı ve depresyon yaşadığını mektuplarında ailesine sıkça yazmıştır.
Kurucusu olduğu ulusun geleceği konusundaki endişesi ve diplomatik misyonunun
ağırlığı onu yıpratmıştır.
• Gizli İfade: Bell'in hizmetçisi, bir İngiliz
yetkiliye, Bell'in o gece fazladan doz uyku hapı aldığını itiraf
etmiştir. Bu durum, bazı arkadaşlarının ve biyograflarının, Bell'in ölümünün sık
sık savaştığı depresyonun bir sonucu olarak intihar olabileceği sonucuna
varmasına yol açmıştır. Bu, İngiliz İmparatorluğu'nun en güçlü kadın figürünün
ölümüne dair resmi kayıtlara geçmeyen bir sır olarak kalmıştır.
Bell'in
hayatının bu "pişmanlık ve yalnızlık" dönemi, biyografilerinde sıkça
ele alınmıştır; çünkü bu durum, onun coşkulu ve maceraperest kamuoyu imajıyla
çelişiyordu. Bell, bu duygularını ve yaşadığı acıları da ailesine yazdığı
mektuplarda ve özel günlüklerinde saklamıştır. Örneğin, "Bir gün sana
bu seferin başına gelen her şeyi anlatacağım. ... Bana inanmayacaksın, ama bu,
söylenebilecek şeylerin en azı" gibi ifadelerle, yaşadığı zorlukların
ve duygusal çalkantıların başkalarına anlatılamayacak kadar derin olduğunu ima
etmiştir.
Son
olarak eleştirel olarak, savaşan milletleri en iyi idare eden Türkler ifadesini
sürekli kullandınız. Günümüzde Ortadoğuda sorunlar bitmiyor. Osmanlının
yıkılmasına yardım eden ve parça parça cetvelle çizilmiş haritalar sahibi
ülkeler oluşmasına neden olan Bell eleştirel bakıldığında Sömürgeci İngiliz Hegemonyasına
hizmet ettiği için tarih önünde iyi kişiler arasında yer alması imkansız
görünüyor Çünkü olayların sonuçları bunu gösteriyor...siz ne diyebilirsiniz
Bell'in Türk yönetimine dair eleştirel
değerlendirmesi, Irak'ın kurulmasında oynadığı rol ve bu eylemlerin modern
Ortadoğu'daki bitmeyen sorunlara (cetvelle çizilmiş haritalar, sömürgeci
hegemonya) yol açtığı yönündeki eleştirel bakış açınız, kaynaklarda Bell'in
kendisinin, çağdaşlarının ve modern tarihçilerin yaptığı değerlendirmelerle
desteklenen karmaşık ve önemli bir konudur.
Bell'in mirasına ve eylemlerinin sonuçlarına eleştirel
bir gözle bakarken kaynakların sunduğu karşıt argümanları ve görüşleri aşağıda
inceleyebiliriz:
1. Türk
Yönetimine Dair Pragmatik Görüşleri
Bell'in "savaşan milletleri en iyi idare eden
Türkler" şeklindeki gözlemi, Türk yönetiminin mükemmel olduğu anlamına
gelmiyordu; aksine, yerel kabileler arasındaki anarşi potansiyelini
dengelemedeki tek etkili güç olduğu anlamına geliyordu.
• Bell, Osmanlı yönetiminin uzak sınırlarda "zulüm
ve kanlı" olmasına rağmen, "Arap beylerinin ya da Kürt
ağalarının dizginlenmemiş hâkimiyetinden daha iyi" olduğunu açıkça
belirtmiştir.
• Ona göre, "imparatorluğundaki savaşan
ırkları kontrol edebilen tek" güç Türklerdi. Bell, Türklerin, Asya
eyaletlerindeki "çalkantılı unsurları" az çok kontrol altında
tutmayı başardığını düşünüyordu.
• Ancak Bell,
Türk yönetiminin rüşvet ve yolsuzluk gibi kusurlarını da net bir şekilde
görüyordu. Hatta bazı Arap ev sahipleri, mevcut Müslüman Türk hükümetini
"lanetlediğini" ve "şeytana havale ettiğini"
belirtmiştir.
• Bell'in umudu, Türklerin iktidarını "tarafsız
ve dürüst bir şekilde kullanmayı öğrendiği" bir gelecek olmasıydı,
ancak 1909'da bu barışın Musul'a hâlâ çok uzak olduğunu kabul ediyordu.
Bell'in bu ifadeleri, kaos ve düzensizlikten kaçınmak
adına, yolsuzluğa rağmen düzeni sağlayan bir gücün devamını isteme yönünde pragmatik
ve eleştirel bir yaklaşım sergilediğini göstermektedir.
2. Sömürgeci
Hegemonyaya Hizmet Etme Eleştirisi
Bell'in Irak'ı
kurmadaki ana motivasyonu, kendi ifadesine göre "Araplara kendi
kaderini tayin hakkını sunma" misyonuydu. Ancak kaynaklar, bu misyonun
büyük bir gücün (İngiliz İmparatorluğu) çıkarlarına hizmet ettiğini de açıkça
göstermektedir.
• Bell, İngiliz
İmparatorluğu'ndaki en güçlü kadın konumuna yükselmiş ve Osmanlı
İmparatorluğu'nun yenilgiye uğratılmasına katkıda bulunmuştur.
• Bell'in
haritaları ve kabile raporları, T. E. Lawrence tarafından 1917–1918 Arap
seferlerinde "işaret fişeği gibi" kullanılmış, bu da Bell'in
keşif ve bilgi birikiminin Britanya'nın savaş hedeflerine hizmet ettiğini
göstermektedir.
• Bell'in kendisi, "Britanya İmparatorluğu'nun
sadık bir yurtseveri ve güvenilir bir temsilcisi" olarak kaldı.
İngiliz hükümeti, Bell'in Ortadoğu'daki çabalarının "ülkeye... kalıcı
fayda sağladığını" kabul etmiştir.
Bu bağlamda, Bell'in eylemlerinin sonuçları ve konumu
göz önüne alındığında, sömürgeci İngiliz hegemonyasına hizmet ettiği
eleştirisi, kaynaklarda belirtilen somut rollerle (istihbarat uzmanı, danışman,
CBE unvanı) ve amaçlarla (İngiltere'nin çıkarları için Orta Doğu'da rehberlik
etme) doğrudan desteklenmektedir.
3. Çizilen
Haritalar ve Sonuçların Trajedisi
Bell, yeni Irak devletinin sınırlarını ve siyasi
yapısını oluşturan ana mimarlardan biriydi, bu da onu günümüzdeki sorunların
kaynağı olarak hedef gösteren eleştirilerin merkezine yerleştirmektedir.
• Bell, üç eski Osmanlı vilayetini (Basra, Bağdat,
Musul) tek bir devlette birleştirerek modern Irak'ın sınırlarını çizen ve
ulusu kuran kişiydi.
• Bell, yeni Irak'ın siyasi yapısını tasarlarken, nüfusun
çoğunluğunu oluşturan Şiilere karşı, Sünnilerin nihai iktidara sahip olması
gerektiği görüşündeydi. Bell'e göre Şiiler, "teokratik bir devlet"
kurabilirlerdi ve Şii liderliğini "şeytanın kendisi" ile
eşdeğer görüyordu. Bu durum, Bell'in siyasi modelinin kuruluşundan itibaren etnik
ve mezhepsel dengesizliği içerdiğini göstermektedir.
• Bell, özellikle Musul vilayetinin (çoğunlukla
Kürt ve Sünni Arap nüfusuyla) Irak'a dahil edilmesi konusunda ısrarcıydı.
• Sonuçların Trajedisi: Güncel analizler, Bell'in çizdiği sınırların ve
kurduğu siyasi sistemin başarısız olduğunu ve bunun modern sorunlara yol
açtığını öne sürmektedir. Bir tarihçi, Bell'in kararlarının "açıkça
kusurlu" olduğunu belirtmiş ve özellikle Musul'un Irak'a dahil
edilmesine rıza göstermesini eleştirmiştir.
• Bell'in
kurduğu Irak monarşisi, ölümünden yaklaşık otuz yıl sonra (1958'de) yıkılmış
ve hiçbir zaman tam olarak anayasal bir sisteme dönüşememiştir.
• Bell'in
çağdaşı olan T. E. Lawrence dahi, Bell'in kurduğu Irak için "güzel bir
anıt" dese de, "uzun süre dayanmayacağından korktuğunu (ve
bazen umduğunu)" belirtmiştir.
• Modern eleştiri, Bell'in sınırlara dair kararlarının
günümüzdeki iç savaşa, IŞİD (İslam Devleti) gibi terörist grupların ortaya
çıkmasına ve ülkenin fiilen parçalanmasına yol açtığı yönündeki iddiaları
tamamen Bell'e yüklemenin "aptalca" olduğunu, çünkü hiçbir
diplomatın on yıllar sonrasını göremeyeceğini, ancak Bell'in kurduğu düzenin "çok
kırılgan ve yapay" olduğunu kabul etmektedir.
4. Tarih
Önünde Yeri Hakkında Sonuç
Bell'in mirası, Ortadoğu'daki İngiliz politikasının
genel bir eleştirisinin ayrılmaz bir parçasıdır.
• Bell,
kişisel olarak iyi niyetli, dürüstlük ve Arap kültürüne derin bir sevgi
beslemiş olsa da, bu iyi niyeti sömürgeci bir projenin hizmetine
sunulmuştur.
• Bell, siyasi bir kariyer peşinde koşarken, kendini
erkek dünyasında erkek şartlarda rekabet etmeye adamış, bu da onu
kaçınılmaz olarak Britanya İmparatorluğu'nun çıkarlarına hizmet etmeye
yönlendirmiştir.
• Bell'in
eylemleri, Ortadoğu'da sömürgeci bir modelin (vekil monarşi)
yerleştirilmesine yardımcı olmuş, bu model de Bell'in kendisinin bile "korkunç
bir kırık dostluklar dünyası" yarattığını hissetmesine yol açmıştır.
Bell'in tarih
önündeki konumu, "görünmeyen kurucu" olarak kabul edilmesine
rağmen, eylemlerinin yol açtığı uzun vadeli istikrarsızlık ve günümüzdeki
eleştirel analizler nedeniyle, sadece "iyi kişiler" arasında
yer almasının imkansız olduğu yönündeki eleştiriniz, Bell'in rolünün çatışmalı
ve çelişkili niteliğini yansıtmaktadır. Bir yandan Arap dostlarının "sevgiye
benzer bir duyguyla" andığı ve yeteneği takdir edilen bir figürdür;
diğer yandan ise, politikalarının sonuçları modern Ortadoğu'nun trajedilerine
zemin hazırlamıştır.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Yorumlar
Yorum Gönder