Futuhattaki Bilgiler ve Kabala İzleri Var mı?
Bu metinler, Muhyiddin İbn Arabî'nin
eserleri ile Yahudi mistik geleneği olan Kabala arasındaki doğrudan tarihi bir
bağlantıya açıkça işaret etmemekle birlikte, her iki sistemin de paylaştığı
derin ve karmaşık ezoterik temaların varlığına dair güçlü göstergeler
sunmaktadır.
Kabala ve Futûhât-ı Mekkiyye
(Futûhat) arasındaki olası izler, özellikle kozmoloji, manevi makamların
hiyerarşisi ve harflerin mistik kullanımı gibi alanlarda ortaya çıkmaktadır.
İşte kaynaklarınızdaki bilgiler ışığında
bu konuya dair detaylı bir analiz:
1. Kozmoloji ve Varlığın Tecellisi
Konusunda Benzerlikler
Hem Kabala hem de İbn Arabî'nin eserleri,
mutlak olan (Tanrısal Öz) ile yaratılmış olan (Âlem) arasındaki geçişi ve
bağlantıyı açıklayan sofistike hiyerarşik sistemler kullanır.
• Sonsuzluk Kavramı ve Yaratılışın
Başlangıcı:
◦ Kabala, Mutlak
Varlığı Ain Sof (Sınırsız) ve Ain Sof Or (Sınırsız Işık) olarak
tanımlar ve bunun insan algısının ötesinde olduğunu belirtir. Ain Sof, evreni
doğrudan yaratmamıştır, aksine her biri bir öncekinden daha az mükemmel olan
ardı ardına Tecelliler (Emanations/Sefirot) şeklinde meydana gelmiştir.
◦ Futûhat'ta da
yaratılışın başlangıcı, varlık ve yokluk ile nitelenemeyecek bilinen bir
hakikatten ve Heba'dan (ilk madde) başlatılır. Varlık, Hak'tan gelen
tecellilerle sürekli yenilenir.
• Hiyerarşik Dünyalar/Alemler:
◦ Kabala,
yaratılış sürecini Dört Âlem (Olamot) üzerinden açıklar: Atzilut
(Arketip/Tecelli), Beriyah (Yaratılış/Saf Ruhlar), Yetzirah
(Oluşum/Melekler) ve Assiyah (Eylem/Madde).
◦ İbn Arabî,
varlığın hakikatlerini Zati hakikatler (dile getirilemeyen), Sıfatlara
nispet edilen hakikatler (bilen, kadir vb.) ve Kevni hakikatler
(oluşla ilgili, cisimler vb.) olarak üçe ayırarak benzer bir hiyerarşi sunar.
Ayrıca Futûhât-ı Mekkiyye'de bahsedilen Hakikat Arzı, Kabalistik
Yetzirah/Assiyah alemlerine benzer şekilde, kendine özgü fiziksel ve manevi
kuralları olan bir varlık düzlemini tanımlar.
• Adam Kadmon (Arketip İnsan):
◦ Kabala'da On
Sefirot'un tamamı, Adam Kadmon (Önsel Adam veya Arketip İnsan) olarak
sembolize edilir. Bu, insanın Tanrı suretinde yaratılışını ifade eder.
◦ İbn Arabî,
Kabalistik metinlerde de geçen Tzelem Elokim (Tanrı'nın görüntüsü)
fikrine gönderme yaparak, Sefirot düzenini insan bedeni olarak ileri süren
Kabalistik görüşe benzer bir yapıdan söz eder.
• Sufi ve Kabala İlişkisi:
◦ Kaynaklar,
Lurianik Kabala'daki Tzimtzum (Büzülme/Çekilme) ve yaratılış kuramının, İslâm/Sûfi
geleneğinde öne sürülen yaratılış teorileri arasında çok büyük
benzerlikler gösterdiğini açıkça belirtmektedir. Bu, her iki mistik akımın
da ortak ezoterik kaynaklardan beslendiğini düşündürmektedir (örneğin
Gnostisizm, Neo-Platonizm ve Hermetizm).
2. Harfler ve Sayıların Mistik İlmi
(Harfi Kabala)
Her iki gelenek de dilin, yaratılışın
temel aracı olduğu ve harflerin kozmik sırlar içerdiği fikrine büyük önem
verir.
• Harflerin ve Sayıların Mutlak Önemi:
◦ Kabala'da, Harfi
Kabala (Gematria, Notarikon, Temura) İbrani harflerinin sayısal değerlerine
ve permütasyonlarına dayanır. Sefer Yezirah, 10 Sefirot ile birlikte
İbrani alfabesinin 22 harfini Bilgeliğin Otuz İki Yolu olarak tanımlar.
◦ Futûhat'ta İbn
Arabî de Harflerin İlmi'ne (Ledün ilmi olarak da bilinir) geniş yer
ayırır. Harflerin sırlarından ve hakikatlerinin gereklerinden söz açılmış
olsaydı, Levh-i Mahfuz'un bile yetmeyeceği belirtilir. Harfler âlemdeki
yerleri, oluşumları ve kozmik düzenle ilişkileri açısından incelenir.
◦ İbn Arabî,
tevhidin derecelenmesini yazarken kendisine ilahi hükümleri içeren yirmi
zira genişliğinde açılmış bir sayfa (deri üzerine) verildiğini görmüştür.
Bu vizyon, Kabala'nın Sefer Yezirah gibi metinlerinin temelini
oluşturan, harflere ve sayılara dayalı kutsal bilginin doğrudan aktarımı
geleneğiyle paralellik gösterir.
3. Kabala ve Futûhat Arasındaki Ayrım
ve Kaynaklar
Kabala, İbn Arabî'nin yaşadığı dönemde ve
sonrasında İspanya'da gelişmiş ve Rönesans döneminde Hristiyan mistikleri
(Hıristiyan Kabalistler) tarafından da benimsenmiştir.
• Doğrudan İlişki Tespiti Yok:
Kaynaklar, İbn Arabî'nin Kabala'dan doğrudan etkilendiğine dair spesifik bir
bilgi vermemektedir. Kabala metinlerinin Batılı yazarları (Westcott, Mathers)
genellikle Kabala'nın kökenini İbrani hahamlara, Babil esaretine (Keldani
irfanı), Mısır bilgeliğine, Gnostisizm ve Neo-Platonizm'e dayandırır.
• Ledün İlmi ve Silsile: İbn
Arabî'nin öğretisi ise, bilgiyi Ledün ilminden (ölümsüz diriden) ve
keşif yoluyla doğrudan Hak'tan aldığını vurgular. Şeyh Ebû Medyen'in,
"Kurutulmuş et yemek istemiyoruz. Gidin, taze et getirin" sözü, nakil
(gelenek) zincirine dayalı bilginin yerine doğrudan manevi idrakin (keşf)
önemini vurgular. Buna karşın, Kabala kelimesi de zaten "kabul etmek"
veya sözlü aktarım yoluyla gelen gelenek anlamına gelir.
Sonuç olarak:
Kaynak metinleriniz, İbn Arabî'nin
eserlerinde Kabala terminolojisinin (örneğin Sefirot, Adam Kadmon)
kullanıldığına dair kesin bir kanıt sunmamaktadır. Ancak, hem Kabala'nın hem de
Futûhat-ı Mekkiyye'nin dayandığı harflerin ve sayıların ezoterik
yorumu, yaratılışın aşamalı tecellisi ve arketipsel varlıkların hiyerarşisi
gibi ortak mistik geleneklerin (özellikle Gnostisizm ve
Hermetizm/Neo-Platonizm'den beslenen ortak ezoterik felsefe) izlerini
taşıdığını söyleyebiliriz. Kabalistik yaratılış teorisi ile Sufi yaratılış
teorisi arasındaki belirgin benzerlik, bu ortak kaynaktan beslenmenin doğal bir
sonucudur.
Futahatta bölümler sifr olarak geçer.
Arapça telif eserlerde bu şekilde bir kullanım yok. Sifr kelimesi kabala
terminolojisinde kullanılıyor mu?
İbn Arabî'nin Futûhât-ı Mekkiyye eserindeki bölümlerin
"sifr" (sıfır/sifir) olarak adlandırılması ile Kabala terminolojisi
arasındaki potansiyel bağlantıya odaklanmaktadır.
Kaynaklarınız, "Sifr" kelimesinin Kabala'daki temel
bir kavram olan Sefirot (sayılar/tecelliler) ile kökensel olarak
yakından ilişkili olduğunu ve Kabala'nın sayısal ve harfsel mistisizminin
merkezinde yer aldığını göstermektedir.
İşte Kabala bağlamında
"Sifr" kelimesinin izleri ve ilgili kavramlar:
1.
Kabala’da "Sayı" Anlamındaki Sefirot/Sifrim Kavramı
Kabala'nın en eski ve temel metinlerinden
biri olan "Sefer Yezirah" veya "Oluşum Kitabı",
"On Sayı ve Yirmi İki Harften oluşan Otuz İki Yolu" ruhsal
bilgeliğin kaynağı olarak kabul eder. Bu on sayı, İlahi Tecelli olan Sefirot'u
simgeler.
• Sefirah/Sefirot'un Kökeni:
Sefirah (tekil) ve Sefirot (çoğul) kelimelerinin gerçek anlamı **"sayısal
tecelli"**dir.
• "Sayı" Anlamındaki
Kullanım: Kaynaklar, SPRIM kelimesinin (Sefirot'un eril çoğulu)
genellikle "kitap" veya "harf" olarak çevrildiğini, ancak
burada "ifade biçimleri" anlamına geldiğini ve "Sayılar,
Harfler ve Sesler" (SPR, SPR ve SIPUR) ile ilgili olduğunu belirtir. Sefirot
teriminin başlangıçta en çok bilinen anlamı "sayılar" veya
sayısal güçler idi.
• Sifir ve İbranice SPR/Sifrah
İlişkisi: İbranice kök olan SPR'nin (Sefer, Sefirah, Sefirot)
"sayı" anlamına gelmesi ve Sefirot'un on soyut sayıyı temsil etmesi,
Arapçadaki "Sifr" (sıfır) ve İbranicedeki Sefirah/Sifrah
(sayı) kelimelerinin etimolojik olarak yakından ilişkili olduğuna dair güçlü
bir göstergedir (her ne kadar kaynaklarınız bu Arapça/İbranice köklerin fonetik
bağlantısını doğrudan belirtmese de, mistik metinlerdeki "sayı"
vurgusu önemlidir).
Kabala'da yaratılış, bu on Sefirot
(sayı) ile İbrani alfabesinin yirmi iki harfinin birleşimi olan Otuz İki
Bilgelik Yolu ile açıklanır. İbn Arabî'nin Futûhat'ta harflerin, sayıların, ilahi isimlerin
ve varlık alemlerinin karmaşık hiyerarşisini (Mesela harflerin mertebeleri,
harflerin alemlerdeki yeri ve harflerin sayısal değerleri/gematria)
detaylandırması, Kabala'nın temelini oluşturan bu Harfi Kabala (Gematria)
ile olan tematik paralelliği güçlendirmektedir.
2.
Sifr/Sayıların Mistik Yorumu
Kabala'daki on Sefirot (sayısal
tecelli), "Hiçlik'ten gelen On Sefirot" olarak adlandırılır.
Bu, mutlak ve sınırsız olan Ain Sof'un (Negatif Varoluş/Hiçlik) tezahür
etmesinin ilk aşamalarını temsil eder.
• Sonsuzluk ve Sayı (Sefirot): Ain
Sof (Sınırsız/Sonsuz) kavramının kendisi, mantık dışı ve tanımlanamazdır.
Sayı, bu sonsuz varlığın tezahür etmeye başladığı sınırlı ve idrak edilebilir
ilk adımlardır. Dolayısıyla "sayı" (Sefirah), "hiçlik"ten
(Ain Sof/sıfır) çıkan ilk varoluşun sınırlandırılmasıdır.
• Sefer Yezirah'ta Sayı Vurgusu:
Metinde defalarca "On Sefirot"un önemi vurgulanır: "On, dokuz
değil; On, on bir değil. Bunu hikmetle anla ve anlarken bilge ol". Bu,
İbn Arabî'nin eserinde de görülen, manevi mertebelerin ve bilginin hassas
sayımına verilen öneme benzer.
3.
Futûhat'taki Bölümlerin "Sifr" Olarak Adlandırılması
İbn Arabî'nin eserindeki bölümlerin
Arapça'da nadir bir kullanım olan "Sifr" (çoğul olarak Esfâr)
şeklinde adlandırılması, bu metinlerin geleneksel Arapça telif eserlerinden
farklı olarak, mistik sayısal kodlamaya gönderme yaptığını
düşündürmektedir. Arapça/Farsça/Türkçe'de Sifr (sıfır), aslında
Hint-Arap sayı sisteminin Avrupa'ya taşınmasında önemli rol oynamıştır; ancak
terimin Kabalistik bağlamdaki asıl anlamı "sayı" veya "yazılı
metin" (İbranice Sefer) ile yakındır.
• Kaynaklarda İbn Arabî'nin eserindeki bölümlere ait Arapça 'sifr'
kelimesi doğrudan geçmemekle birlikte, Futûhât'ın bölümleri için "Bölüm"
(Fasl) veya "Kısım" (Kısm) kelimeleri
kullanıldığı görülmektedir.
• Ancak yazar, 'eseri'ni, harflerin,
sayıların ve manevi hiyerarşinin sıkı düzenine tabi kılar. Örneğin:
"Bu kitapta, alemin yaratılışında gerekli isimleri açıklamak istedik...
İsimler hakikatinin bilinmesi için sure başlarındaki harflerin hakikatlerini
öğrenmedikçe iman sırlarını kemale erdiremez".
Sonuç:
Elinizdeki kaynaklar, Kabala terminolojisinin merkezinde yer alan Sefirot
(sayılar) kavramının İbranice kökü olan SPR (saymak, kitap) ile
yakından ilişkili olduğunu göstermektedir. İbn Arabî'nin eserinin
bölümlerini "Sifr" olarak adlandırması, eğer bu bilgi
doğruysa, geleneksel Arapça eser kullanımından bir sapmayı temsil eder ve
eserin amacının basit bir bölümlendirme değil, Kabala'da olduğu gibi harfler
ve sayılarla kodlanmış ezoterik bir düzeni (Hikmetin Otuz İki Yolu'na
benzer şekilde) yansıtma çabası olarak yorumlanabilir. Bu, Futûhât'ta
sayıların, harflerin mistik sırlarına ve kozmik düzenlemeye verilen aşırı önemi
pekiştirmektedir.
İslam tarihinde Hz. İsmail kurban
edildi derken, Futuhatta İbni arabi Hz. İshak olarak kabul eder. Bu yahudilerin
kabulettiği bir bilgidir. İbn Arabi neden Hz. İshak olarak kabul etmiş olabilir?
Sorunuz, İslam ve Yahudi gelenekleri
arasındaki meşhur bir ayrılığa ve bu ayrılığın Muhyiddin İbn Arabî'nin
eserindeki yansımasına ilişkindir. Klasik İslami kaynaklar Hz. İbrahim'in
(Abram'ın) kurban etmeye niyetlendiği oğlunun Hz. İsmail olduğunu kabul
ederken, Yahudi geleneği (Tevrat’taki Akedah anlatısı) bu oğulun Hz.
İshak olduğunu belirtir.
Verdiğiniz kaynaklar, İbn Arabî’nin Futûhât-ı
Mekkiyye eserinde bu tercihi neden yaptığına dair doğrudan bir
açıklama içermemekle birlikte, bu konuya Kabala ve ezoterik sembolizm üzerinden
yaklaşımını destekleyen güçlü tematik bilgiler sunmaktadır.
İbn Arabî’nin bu tercihi yapmasının
altında yatan potansiyel neden, Hz. İshak'ın (Isaac) ezoterik sistemlerde
temsil ettiği manevi makam ve ilahi sıfat ile ilgilidir.
1. Kabala ve Ezoterik Bilgide
İshak’ın Yeri
Kaynaklarınız, İbn Arabî’nin mistik
felsefesi (Futûhat) ile Yahudi mistik sistemi olan Kabala’nın (özellikle
Sefer Yezirah ve Zohar) ortak ezoterik temaları
paylaştığını göstermektedir. Bu ortak zemin, İbn Arabî'nin geleneksel
anlatılardan farklı bir yorumu benimsemesinin arkasındaki kaynağı işaret eder.
Kabala'ya göre, Hz. İshak, Yaratılış’ın
temel yapı taşlarını oluşturan on ilahi tecelliden (Sefirot) biriyle
ilişkilendirilir:
• İshak ve Gevurah (Korku/Yargı):
Kabala öğretisinde, Gevurah sefirahı (Yargı, Sertlik, Adalet, Korku)
insan bedeninde (Arketip İnsan olan Adam Kadmon'da) sol kola karşılık
gelir ve Tevrat'ta İbrahim’in oğlu İshak’a karşılık gelir.
• Gevurah’ın Nitelikleri:
Gevurah'ın ruhsal durum tanımlaması yirah (korku) ile ilişkilendirilir.
Bu sefira, Dünyadaki kusursuz ceza ve öfkenin korkunç güçlerini temsil
eder. Bu güçler yıkıcı olmasına karşın, gerekli düzeni sağlar ve işlenen
suçun tam karşılığı olan cezayı uygular. Gevurah, aynı zamanda Tanrı
korkusu olarak da bilinir.
2. Kurban Olayının Ezoterik Yorumu
Kurban etme eylemi, mutlak Adalet
ve Yargının (Gevurah) zirve noktasıdır; bu, baba sevgisi (Merhamet) ile
ilahi emre mutlak itaat (Yargı) arasındaki çatışmanın bir ifadesidir.
İbn Arabî, geleneksel şeriat hükümlerini
yorumlarken bile, amelin ardındaki derin manevi hakikate odaklanır.
Kurban olayı, ilahi bir emrin ifası için yüksek bir korku/yargı (yirah)
makamını gerektirir.
• Eğer İbn Arabî, kurban edilecek oğlun,
bu eylemin gerektirdiği ilahi sıfatı (Yargı/Sertlik) temsil etmesini
amaçladıysa, Gevurah sefirahı ile ilişkilendirilen Hz. İshak'ı tercih
etmesi mantıksal bir ezoterik seçim olacaktır.
• İbn Arabî’nin eserlerinde, varlığın sırlarının ve
hakikatlerinin dilin ve harflerin ötesinde keşif yoluyla alındığı vurgulanır.
Harflerin, sayıların ve manevi tecellilerin kozmik sırlar içerdiği (Harfi
Kabala'nın temelini oluşturan bir anlayış) Futûhat'ın temelini
oluşturur. Bu nedenle, literal hikâye yerine, arketipsel ve sembolik anlamı
taşıyan figürün seçilmesi doğaldır.
• Kaynaklar, kurban hadisesinin bedel
(fidye) yönüne de değinir ve ölümün kurban edilmesinin, "Hz.
İbrahim'in oğlunun bedeli olan değerli ve büyük bir kurban" olarak
görüldüğünü belirtir. Bu, olayın ontolojik (varlıksal) önemini vurgular, kimin
kurban edildiğinden ziyade, kurbanın neyi sembolize ettiğine (ilahi bir
kurtuluş ve değişim) odaklanır.
Sonuç: Neden İshak?
Kaynaklara dayanarak, İbn Arabî'nin Hz.
İshak'ı kabul etmesinin nedeni, büyük ihtimalle, Yahudi inancına sırf uymak
değil, Hz. İshak’ın Kabala’da temsil ettiği arketipsel makam olan Gevurah’ın
(Yargı/Korku/Sertlik), kurban emrinin gerektirdiği manevi hakikatle (ceza
ve hüküm gücü) mükemmel bir uyum içinde olmasıdır.
İbn Arabî, evrensel ezoterik bilgi arayışında olan bir arif olarak,
bilgiyi doğrudan kaynağından (Ledün ilmi) ve keşif yoluyla aldığını
savunur, bu da onu geleneksel Sünni veya Yahudi anlatılarından bağımsız olarak,
manevi bir hakikati açıklamak için en uygun sembolü kullanmaya yöneltmiş
olabilir. Kabala’daki arketipsel insanın (Adam Kadmon) yapısının ve
Sefirot’un anlamının, İbn Arabî'nin felsefesiyle gösterdiği güçlü tematik
benzerlikler, onun bu tür bir ezoterik tercihe gitme eğilimini
desteklemektedir.
Fütuhatta hayat ağacı ile benzeşen
konu
Kabala geleneğinin merkezinde yer alan Hayat
Ağacı (Etz Hayyim), Muhyiddin İbn Arabî’nin Futûhât-ı Mekkiyye
eserindeki kozmik düzen, varlık mertebeleri ve insanın manevi yapısıyla ilgili
konularla derin ve yapısal benzerlikler taşıdığını göstermektedir.
Bu benzeşim, özellikle iki mistik sistemin
de evreni ve insanı (Mikrokozmos) hiyerarşik, harfsel ve sayısal semboller
aracılığıyla açıklama çabasında ortaya çıkar:
1. Kozmik Hiyerarşi ve Âlemlerin
Yapısı
Kabala'daki Hayat Ağacı, Mutlak Varlık (Ain
Sof) ile fiziki dünya arasındaki tecellinin kademeli yayılımını gösteren
bir haritadır. Bu yayılım On Sefirot (İlahi Tecelliler/Sayılar) ve Yirmi
İki Yoldan oluşur ve dört ana âlemde (Olamot) gerçekleşir: Atzilut,
Beriyah, Yetzirah, ve Asiyah.
Bu yapı, İbn Arabî’nin varlık anlayışındaki hiyerarşi ile büyük ölçüde
örtüşür:
• Dört Âlemin Paralelliği:
Kaynaklarda, Kabala’daki üçüncü âlem olan Yetzirah Âlemi (Oluşum/Melekler
Dünyası), Sühreverdî ve İbn Arabî’nin eserlerinde geçen "İmajinal"
dünya (Âlem-i Misâl) ile büyük benzerlik gösterdiği açıkça
belirtilir. Yetzirah, yüksek ruhsallık (Beriah) ile alt ruhsallık (Asiyah)
arasındaki geçiş derecesi olup, bu aşağı ruhlar dünyası açıklaması, İbn
Arabî’nin mistik kozmolojisinin temel taşlarından biridir.
• Tecelliler ve İsimler: Kabala'da
varoluş, Sonsuz Işık (Ain Sof Or)'dan ardı ardına çıkan, her biri bir
öncekinden daha az mükemmel olan Tecelliler (Sefirot) şeklinde meydana
gelir. İbn Arabî’nin teorisinde de varlık, Hak'tan gelen tecellilerle sürekli
yenilenmekte, âlem ise Hak'kın varlığından başka bir şey olmamakla birlikte,
Hak'tan gelen yaratıcı isimler ve hakikatler (âyân-ı sâbite) vasıtasıyla
tecelli eder.
2. İnsan Modeli (Mikrokozmos) Olarak
Ağaç
Hayat Ağacı, Kabala'da Adam Kadmon
(Arketip Adam) olarak adlandırılan ilkel varlığın suretini temsil eder. On
Sefirot, insan bedeninin (Mikrokozmos) bir yansıması olarak ve İlahi İmaj (Tzelem
Elokim) olarak görülür. Her bir Sefirah, anatomik bir eklem veya organla
ilişkilendirilir (örneğin Chesed sağ kol, Gevurah sol kol).
• Tzelem Elokim'in Futûhat'taki
Karşılığı: İbn Arabî'nin eserindeki manevi düzenlemeler de bu insan-kozmos
benzeşimini kullanır. Kaynaklar, Kabala'daki Sefirot düzeninin İbn Arabî’nin
sisteminde "Tzelem Elokim" (Tanrı'nın imajı) veya "Etz"
(Ağaç) olarak da bilinen bir düzenleme ile insan bedeni olarak ileri
sürüldüğünü belirtir.
• Ruhun Üçlü Bölünmesi: Kabala'da
insan ruhu, en yaygın olarak Neşamah (Ruhsal arayış/Akli âlem), Ruah
(Zeka/Ahlaki âlem) ve Nefeş (Tutkular/Duygusal âlem) olarak üçe ayrılır.
Bu üç bölüm, Hayat Ağacının Taç, Kral ve Kraliçe üçlülerinde (Üst, Orta ve Alt
Üçlü) nihai ifadelerini bulur.
• İbn Arabî de kozmik oluşumu Evren,
Yıl ve İnsan üçlemesinin birliği içinde inceler. Harflerin âlemdeki
tabakalarını ilahi mertebeye ve yakınlığa göre tabaka tabaka ayırır.
3. Harfler ve Sayıların Mistik
Temelleri
Hayat Ağacı, 10 Sefirot (sayılar) ve 22
İbrani harfinden oluşan Bilgeliğin Otuz İki Yolu'ndan elde edilir. Bu
yollar, tüm okült bilimleri (astroloji, tarot) tek bir çatı altında toplayarak
evrenin arketipsel düzenini kucaklar.
İbn Arabî’nin Futûhat'taki Harfler
İlmi (Ledün ilmi) bu yapıya tam bir paralellik sunar:
• Harflerin ve Sayıların Kozmik Rolü:
Futûhat, harflerin sırlarından ve hakikatlerinin gereklerinden söz
açıldığında, Levh-i Mahfuz'un bile yetmeyeceğini belirtir. Eserde harfler
(Hemze, Elif, Nun, Mim vb.) ve harflerin hareketleri kozmik güçleri,
mertebeleri, doğaları ve hareketleri (eğik, doğrusal, karışık) açısından
incelenir.
• Üçlü/Yedili/On İkili Gruplama:
Kabala'daki Sefer Yezirah'ta harfler üçe (Ana Harfler: A, M, Ş), yediye
(Çift Harfler: gezegenler) ve on ikiye (Tek Harfler: Zodyak burçları/organlar)
bölünür. İbn Arabî de varlığı benzer bir kozmik matematiğe tabi tutar; örneğin,
dört ana unsurun karıştırılmasından dört şey meydana gelmiş ve dört yön kabul
etmiştir.
Özetle, Futûhât-ı Mekkiyye'de Kabalistik Hayat Ağacı'na
birebir karşılık gelen bir sembol bulunmasa da, Ağacın temelini oluşturan On
Sefirot ve Yirmi İki Yol'un (Bilgeliğin 32 Yolu) felsefi ve yapısal
mantığı, İbn Arabî'nin eserindeki Tzelem Elokim, Harflerin İlmi
ve Hiyerarşik Tecelliler (Olamot) doktrinlerinde yankılanmaktadır. Her
iki sistem de, nihai olarak, ruhun İlahi Kaynağa geri dönme yolculuğunu bu
karmaşık kozmik haritalar üzerinden açıklamayı amaçlar.
Hatmü’l-Velâye Kabalada Nasıl Geçer?
İbn Arabî’nin Futûhât-ı Mekkiyye
eserindeki kilit kavramlardan biri olan Hatmü’l-Velâye (Velayeti
Hatmetme veya Velayetin Mührü) kavramı, kaynaklarınızda yer alan Kabala
metinlerinde bu isimle geçmemektedir. Ancak, Kabala öğretisinin nihai amacını
ve kozmik mükemmelliğin tamamlanışını ifade eden, kavramsal olarak çok güçlü
paralellikler taşıyan merkezi doktrinler mevcuttur.
Kabala'daki manevi yolculuğun ve kozmik
düzenin zirvesini temsil eden bu paralel konular şunlardır:
1. Tikkun (Onarım, Restorasyon ve
Mükemmelleşme)
Hatmü’l-Velâye, manevi silsilenin ve
evliyalık mertebelerinin nihai olarak tamamlanmasını ve kemale ermesini
simgeler. Kabala'nın özellikle İsaac Luria'nın geliştirdiği sisteminde bu nihai
mükemmelleşme, Tikkun (Onarım/Restorasyon) kavramıyla açıklanır.
• Evrensel Tamamlanma: Lurianik
Kabala'ya göre, evren başlangıçta bir kozmik felaket (Shevirat ha-Kelim
/ kapların kırılması) yaşamıştır ve yaratılışın nihai amacı Tikkun ha-Olam
(Dünyanın Yeniden Kurulması/Onarılması) sürecini tamamlamaktır.
• Ruhların Döngüsünün Tamamlanması:
Tikkun sürecinin tamamlanması, önceden var olan bütün ruhların doğup,
enkarne olup mükemmelliğe eriştikten sonra gerçekleşir. Bu döngü
tamamlandığında, bütün varlıklar Kutsal Olanın Aşk Öpücüğüyle Tanrı'yla
birleşir ve tezahür eden evren İlahi Plan tarafından yenileninceye dek yok
olur. Bu durum, bütün ruhsal potansiyelin gerçekleşmesiyle, velilik
mertebesindeki seyr-ü sülukun sonlanmasına ve nihai birliğe (Mutlak Birliğe)
ulaşılmasına benzer bir kapanışı ifade eder.
2. Adam Kadmon (Arketip İnsan) ve
Beşeri Mükemmellik
Hatmü’l-Velâye, nihai veli figürünün,
bütün manevi hakikatleri kendinde toplaması anlamına gelir. Kabala'da bu
arketipsel mükemmellik, Adam Kadmon (Önsel Adam, Arketip Adam/İnsan-ı
Kebir) figüründe somutlaşır.
• Kozmik Form: On Sefirot'un (ilahi
tecelliler) tamamı, Hayat Ağacının nihai şekli olan Adam Kadmon’dur.
• İnsanlığın Hedefi: Kabalistik
öğretinin tüm amacı, insanı yüksek benliğinin bilgisine getirmek,
arındırmak, güçlendirmek ve nihayetinde içinde yatan İlahi İnsan (Adam
Kadmon) ile tekrar birleşmesini sağlamaktır. Ruh, bu tekâmül tırmanışını
tamamladığında beşeri mükemmelliğe ulaşır. Bu, insanın yaratılıştaki
soyluluğuna ve mutluluğuna yeniden kavuşması hedefine de hizmet eder.
• Bölünmenin Sona Ermesi: Adam
Kadmon'un tam şeklinin tecelli etmesi, aynı zamanda yaratılışta ortaya çıkan
karşıtlıkların (eril ve dişil, lütuf ve yargı gibi) uyumunun ve birliğinin
sağlanması anlamına gelir. Bu, parçalanmış varlığın bütünlüğe dönme halidir.
3. Gizli Bilgelik ve Ledünni İlim
Hatmü’l-Velâye, bilginin en yüksek ve en
gizli düzeyine ulaşılmasını işaret eder. Kabala’da bu, gizli bilgelik
olarak adlandırılır.
• Qabalah: Sözcüğün kendisi
İbranice QBL kökünden gelip "almak, kabul etmek, aktarmak"
anlamına gelir ve sözlü aktarım yoluyla iletilen ezoterik öğreti
geleneğini ifade eder.
• Gizli Hikmet (Hokma Nistara):
Kabala'nın bir diğer anlamı, Gizli Hikmet (HOKMA NİSTARA) olmaktadır ve
bu, sadece sırrı bilenlerce anlaşılabilir demektir.
• Musa ve Yüksek İlim: Bazı
Kabalistler, gizli Kabala bilgilerinin, 40 gün boyunca Sina dağında kalan
Musa’ya, doğrudan doğruya, Tanrı tarafından verildiğini ve onun bu kutsal
ruhun ödülünü seçilmiş azizlere aktardığını öne sürerler. Bu, Sufi geleneğinde
bilgiyi "ölümsüz diriden" (Ledün ilmi) alma fikriyle temelde
paraleldir.
Dolayısıyla, Futûhât-ı Mekkiyye'deki Hatmü’l-Velâye kavramı,
Kabala'da Adam Kadmon'un nihai olarak tezahür etmesi ve kozmik-ruhsal
onarımın (Tikkun) tamamlanması ile, bütün ruhların enkarne olarak mutlak
mükemmelliğe ulaşması fikriyle tematik olarak örtüşmektedir.
Futuhatta Peygamberimizi Eleştirdiği
Kısımlar Var mı?
Elimizdeki kaynaklar, Muhyiddin İbn Arabî'nin Futûhât-ı
Mekkiyye eserinde Hz. Muhammed'e (s.a.v.) yönelik doğrudan bir eleştiri
içerdiğine dair herhangi bir bilgi veya bölüm aktarmamaktadır. Aksine,
metinler boyunca Hz. Peygamber'e karşı aşırı hürmet, övgü, mutlak üstünlük
atfı ve onun manevi makamının yüceltilmesi temel bir tema olarak öne
çıkmaktadır.
Ancak, İbn Arabî'nin Hz. Peygamber'in
eylemlerini, sözlerini veya makamını yorumladığı kısımlarda, bu yorumlar bazen
geleneksel fıkıh veya kelam anlayışının sınırlarının dışına çıkmakta ve
Peygamber'in beşeri yönüne ya da ilahi sırların bilgisindeki
inceliklere odaklanmaktadır. Bu yorumlar, yüceltme amacına hizmet etse
bile, bazı eylemleri veya sözleri açıklama gereği doğurur.
İşte kaynaklarda Hz. Peygamber ile ilgili
geçen ve onun makamını açıklayan kilit noktalar:
1. Hz. Peygamber'in Makamının Mutlak
Yüceltilmesi
• Evrenin Sebebi ve Efendisi: Hz.
Muhammed (s.a.v.), âlemin sırrı, gayesi ve varlık sebebi olarak
nitelendirilir. O, âlemin efendisidir. O, Hatemu'l-Mürselîn
(Gönderilenlerin Mührü/Sonuncusu) ve Hatemü’l-Halifeler (Halifelerin
Mührü) olarak anılır.
• Keşifte ve Âlemde Üstünlük: İbn
Arabî, kendisinin dâhil olduğu bütün peygamberlerin ve insanların efendisi (seyyid)
olarak Hz. Muhammed’in üstünlüğünün sabit olduğunu belirtir. Hz. Peygamber,
ruh, nefs, akıl ve duyu itibarıyla şeriatları koyan ve kaldırandır. Onun
feleğinden daha geniş felek yoktur ve kuşatıcılık ona aittir.
• Hamd Makamı (Makâm-ı Mahmûd): Hz.
Muhammed, Kıyamet Günü'nde bütün yaratılmışların (melekler ve peygamberler
dahil) şefaat kapısını açması için kendisine muhtaç olduğu Makâm-ı Mahmûd'un
sahibidir.
• Peygamberlik Önceliği: Hz.
Peygamber, Âdem su ve toprak arasındayken bile peygamberdi. Berri
bedenlerden ilk ortaya çıkan Hz. Âdem olsa da, onun ortaya çıkışı Hz.
Peygamber'e vekil olması yönündendir.
• Veli Olan Üstünlük: Onun
ümmetindeki velilerin en faziletlisi olan Hz. İsa bile, velilerin sonuncusu
olarak onun şeriatıyla hüküm verecektir.
2. Yorum Gerektiren İfadeler ve
Eylemler
İbn Arabî, Peygamber'in makamını
yüceltirken, bazı eylemlerin derin ezoterik anlamını açıklar ve bu açıklamalar,
beşeri zaafların ötesinde, manevi hakikatleri ortaya koyar:
A.
Beşeri Zafiyet Görünümü ve İlahi Gizem:
• Bana Ne Yapılacağını Bilmiyorum:
Hz. Peygamber’in "Rabbimin bana ve size ne yapacağını bilmiyorum"
ayetini ve "Ben de sizin gibi bir insanım" hadisini zikrederken, İbn
Arabî bunu Peygamber'in beşeri görünümünü koruma ve yardım isteme sırrının
ondan gizlenmesi ile ilişkilendirir. Bu, onun risaletinin genel olduğu için
kendisine verilen tevhid ve şeriat sırlarının bir gereğidir.
• Gece Yolculuğundaki Korkusu: Hz.
Peygamber'in İsra (Miraç) gecesinde ürktüğü rivayet edildiğinde, kendisine Ebû
Bekir'in sesiyle nida edildiği ve buna ünsiyet (yakınlık) bulduğu
anlatılır. İbn Arabî, bunun nedenini, ikisinin aynı topraktan yaratılmış
olmasına bağlar. Oysa Peygamber'in gücü, hayal gözüyle gördüğü şeyin bedeninde
etki yapmamasını sağlayacak kadar yücedir.
• İzinsiz Vermesi ve Azarlanması:
Hz. Peygamber'e gelen "Sana izin vermeden onlara neden izin verdin?"
azarlama ayeti (Tövbe Suresi), İbn Arabî’ye göre, azarlama içermeyen özel
anlamdaki bir müjdedir. Ona göre bu ayet, insaf sahibi ve ilim ehline
haklarını veren kimse için bir sorudur. Bu durum, aynı zamanda "Allah
senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlasın diye" ayetiyle de
benzerdir; bağışlanan günahların onda hükmü ve etkisi yoktur.
B. Müşrik Hatibe Tepkisi (Edep
İlkesi):
• Hz. Peygamber, bir hatibin "Allah
ve kulu diledi" şeklinde konuşması üzerine "Ne kötü hatipsin
sen!" diyerek onu kınamıştır.
• İbn Arabî'ye göre bu, bir eleştiri
değil, bir edep dersidir. Hatip, bu birleştirmeyi ne ilahi izinle ne de Ledünni
bilgi (Hızır örneğinde olduğu gibi) ile yapmıştır. Hakk'ı ve
yaratıkları, Peygamber'den gelen ilahi bir izin veya ledünni bilgi olmaksızın
tek bir zamirde bir araya getirmesi uygun değildi. Dolayısıyla kınama,
Peygamber’in makamını koruma ve edebe uyma zorunluluğundan kaynaklanır.
C. Beşeri İlişkilerde ve Hüküm
Vermedeki Tercihleri:
• Evlatlarının Durumu: Hz. Ali’nin,
Ebu Hureyre’nin şakasına "Bu nedenle seni geride bıraktılar da emir
yapmadılar" demesinin nedeni, Hz. Ali’nin latifeleşmesi ve şaka
yapmasından kaynaklanmıştır. İbn Arabî, Hz. Peygamber’in makamının ve
görevinin onu yaşlılarla şakalaşmaktan alıkoyduğunu belirtir. Bu,
Peygamber’in makamının getirdiği ciddiyeti ve edebi vurgular.
• Boşanma Hükmü: Rüyasında bir
kimsenin üç talakla boşaması hakkında sorulan soruya Hz. Peygamber'in "O
üç talaktır" demesi, fıkıh alimlerinin aksine, onun kendi makamındaki
hükmü vermesi anlamına gelir. Bu, onun hükmünün mutlak olduğunu, diğer
müçtehitlerin ise rivayetlere göre isabetli hüküm verdiklerini gösterir.
Görüldüğü üzere, İbn Arabî'nin Hz.
Peygamber'in davranışlarını yorumladığı tüm bu pasajlar, onun üstün manevi
mertebesini ve ilahi sırların bir tecellisi olduğunu kanıtlama amacını taşır.
Bu yorumlar, geleneksel anlamda bir "eleştiri" değil, mükemmel
varlığın (Hakikat-i Muhammediye) beşeri suretteki tezahürlerinin ezoterik izahı
olarak okunmalıdır.
Mehdi Görüşü Kabalada Geçiyor mu?
Elimizdeki kaynaklar, Kabala'nın temel doktrinlerini, yaratılış
teorisini (Tzimtzum, Sefirot) ve ruhun tekâmülünü (Tikkun) ayrıntılı
olarak açıklamaktadır. Ancak, "Mehdi" (Mesih figürünün
İslami karşılığı) görüşünün Kabala'da bu isimle veya İslami Mesih
beklentisi formunda geçip geçmediğine dair doğrudan bir bilgi
bulunmamaktadır.
Bununla birlikte, Kabala metinlerinde, İslami Mehdi beklentisine kavramsal
olarak paralel olan, Yahudi mistisizminin merkezinde yer alan Mesih
beklentisi ve kozmik kurtuluş figürleri yer almaktadır:
1. Mesih'in İlk Örnek Ruhu ve Adam
Kadmon
Kabala'nın Lurianik sisteminde, kozmik
düzenin zirvesinde yer alan ve yaratılışın tamamlanmasında merkezi role sahip
olan bir figürden bahsedilir: Adam Kadmon (İlksel Adam/Arketip İnsan).
• Adam Kadmon'un Mesih ile İlişkisi:
Adam Kadmon, "oluşun paradoksal doğasını çağrıştırır" ve sıklıkla Mesih’in
ilkörnek ruhunu betimlediği söylenir. Adam Kadmon’un dünyası (Olam Adam
Kadmon) o kadar yüksek ve uludur ki, neredeyse Ain Sof'dan
(Sınırsız/Mutlak Tanrı) ayırt edilemez.
• Gizli Bilinçlilik: Kabala ve
Hasidut'ta, Keter düzeyi içindeki üç üstün "baş"ın (özellikle Radla
- Bilinemez Baş) Mesih’in ruhunun kaynağı olduğu açıklanmaktadır.
Önceleri, İsrail Kralı'na taç giydirilmeden önce, Mesih'in ruhu ne kendi iç
yeteneğini biliyordu ne de halk tarafından tanınıyordu. Bu, beklenen kurtarıcı
figürün gizli veya keşfedilmemiş bir potansiyele sahip olduğu fikrini yansıtır.
2. Tikkun (Onarım/Restorasyon)
Doktrini ve Kurtuluş
İslami Mehdi inancı, dünyanın adaletsizlik
ve kaosla dolmasından sonra, ilahi adaleti tesis edecek kurtarıcı bir figürün
beklentisine dayanır. Kabala'daki Tikkun ha-Olam (Dünyanın Yeniden
Kurulması/Onarılması) doktrini, kozmik düzeyde bu kurtuluş sürecini anlatır:
• Kozmik Felaket ve Onarım:
Lurianik Kabala'ya göre, evren bir felaket (Shevirat ha-Kelim / Kapların
Kırılması) sonucu parçalanmıştır ve insanlığın mistik çabaları (kavannot)
ile kutsal ışığın en yüksek formu olan Adam Kadmon'un yeniden doğması Tikkun
(restorasyon, tamirat) ile gerçekleşecektir.
• Dünyanın Amacı: Tikkun,
Yahudiliğin en önemli ahlâki hükmü ve Kabala’nın tek ve en önemli ahlâki
hükmüdür; kırılıp dökülen dünyanın kurtulması ve yeniden yapılması için
insanlığa verilen bir emirdir.
• Bu onarım süreci tamamlandığında, bütün
ruhlar çile ile ıslah edilip mükemmelleşmiş ve Tanrı ile yeniden birlik
içinde olacaklardır. Bu nihai bütünleşme, beklenen Mesih çağı ile paralel bir kutsal
bütünleşme ve kurtuluş durumunu ifade eder.
3. Kabala ve Mesihçilik İlişkisi
Kaynaklarda, mucizevi işleyişle ilgilenen
hahamlar arasında, "Mucizeler Yapan Rabbinler" olarak bilinen ve
Kabala'ya atfettikleri garip şeyler yapabilen Yahudilerin varlığından
bahsedilir. Ayrıca, Müslümanlığı seçen ve pratik Kabala'nın temsilcisi
olan Sabatay Sevi gibi figürler de Kabala külliyatında yer alır. Sabatay
Sevi, Mesihlik iddiasıyla ortaya çıkmış ancak geleneksel Yahudilikten ayrılmış
bir figürdür ve onun Kabala ile ilişkisi, bu mistik sistemin Mesihçi akımlarla
olan bağını göstermektedir.
Özetle, Futûhât-ı Mekkiyye'de
bahsedilen "Mehdi" kavramının birebir karşılığı Kabala metinlerinde
yer almasa da, Mesihçi beklenti, yaratılışın onarımı (Tikkun) ve kozmik
mükemmelliğin arketipi (Adam Kadmon'un ruhu) gibi merkezi kavramlar,
Mehdi'nin getireceği kurtuluş ve düzen çağı vizyonuyla büyük benzerlikler
taşımaktadır.
Vahdet-i Vücudun kabala ile örtüştüğü
yer neresi?
İbn Arabî’nin Futûhât-ı Mekkiyye
eserinin merkezinde yer alan Vahdet-i Vücud (Varlığın Birliği) öğretisi,
Kabala'nın temel metafizik ve kozmolojik sistemleri ile doğrudan ve derin bir
şekilde örtüşmektedir.
Vahdet-i Vücud'un temel prensibi—Mutlak
Varlık’ın (Hak) tek olduğu ve âlemin O'nun sürekli tezahürü, yansıması veya
sureti olduğu—Kabala'da özellikle Ain Sof ve Sefirot
doktrinlerinin işleyişinde karşılık bulur.
İşte kaynaklarınızdaki bilgilere dayanarak
bu iki sistemin örtüştüğü temel noktalar:
1.
Mutlak Varlıktan Tecelliye Geçiş (Ain Sof ve Evrensel Kaynak)
Vahdet-i Vücud, âlemin varlık öncesi
halini (varlık ve yokluk ile nitelenemeyecek bilinen bir hakikat) tanımlar.
Kabala da bu mutlak, bilinemez özü tanımlar:
• Ain Sof'un Konumu: Kabala'da
Mutlak Varlık, insan algısını aşan, Sınırsız, Sonsuz ve Mekandan Münezzeh olan Ain
Sof (Negatif Varoluş veya Hiçlik) olarak adlandırılır. Ain Sof, bütün anlam
ve değerlerin kaynağıdır.
• Doğrudan Yaratım Yok, Tecelli Var:
Kabala'ya göre, Mutlak Tanrı dünyayı doğrudan yaratmamıştır; ancak bütün
şeyler İlk Kaynak'tan ardı ardına fışkıran, her biri bir öncekinden daha az
mükemmel olan Tecelliler (Sefirot) şeklinde meydana gelmiştir.
• Varlığın Tezahür Eden Şekli: Bu
tecelli süreci, Vahdet-i Vücud'un temel önermesini oluşturur: Evren,
"Tanrının Tezahür" eden şeklidir. Madde, bu İlahi Kaynak'tan
zuhur eden Tecelliler'in sadece bir yönüdür.
• Varlıktaki Teklik: Kabalistik
ideal, ruh ve maddenin tek bir varlığın zıt kutupları olduğunu savunur ve "Her
şey Ruhtur" der. Bu, varlıkta Hak'tan başka bir şey olmadığı ve
varlığın (vücudun) Hak ile bir olduğu fikrine (Vahdet-i Vücud'un özüne) çok
yakındır.
2.
Âlemin Sureti ve İlahi İnsan (Adam Kadmon)
Vahdet-i Vücud'a göre, yaratılmış âlem
Hak'kın bir sureti veya giysisidir. Bu durum Kabala'da arketipsel Adam Kadmon
figüründe açıkça sembolize edilir.
• Kozmik Giysi: Kabala'da ortaya
çıkan dünya, algıladığımız Evren'dir ve Evrene "Tanrının Giysisi"
denilir. Bu, fiziksel dünyanın Tanrısal ışığın en gizli olduğu dünya olduğu
ve Tanrı'nın kendisini gizlediği kutsal giysiler olduğu fikriyle
örtüşür.
• Adam Kadmon ve Sefirot:
Kabala'daki On Sefirot'un (ilahi tecelliler) tamamı, Adam Kadmon (Önsel
Adam/İnsan-ı Kebir) olarak adlandırılan İlkel Varlık'ın suretini temsil eder.
Adam Kadmon, Tanrısal sonsuzluktan ilk meydana çıkıştır ve neredeyse Ain
Sof'dan ayırt edilemez. Bu, İbn Arabî'deki Hakikat-i Muhammediye'nin ilk
yaratılan olması ve ilahi zattan ayrılmaması fikriyle paralellik gösterir.
• Mikrokozmos/Makrokozmos:
Kabala'da insan, Arketip Adam'ın sureti (Mikrokozmos) olarak
yaratılmıştır ve maddi bedeni en alt âlemde (Asiyah) demirlenmiş olmasına
rağmen, onda bütün Sefirot ve âlemlerinkine benzer ilke ve melekeler vardır.
İbn Arabî'nin de Kâbe'yi Arş'a, insan kalbini ise Hakkı sığdıran yegâne mekân
olan varlığın kalbine benzetmesi, bu mikrokozmos-makrokozmos birliğini
vurgular.
3.
Harfler ve Söz (Kelam/Harfi Kabala)
Vahdet-i Vücud, tecellinin ilahi
kelimeler/isimler aracılığıyla dış varlığa çıkışını esas alır. Kabala'da
yaratılışın işlevi tamamen harfler ve sayılar üzerine kuruludur (Harfi Kabala).
• Yaratılışın Aracı Olarak Dil:
Kabala'da yaratılış süreci, Bilgeliğin Otuz İki Yolu (10 Sefirot ve 22
İbrani harfi) ile açıklanır. Kaplar olarak adlandırılan 22 harf, Tanrı'nın
dünyayı yarattığı kelimelerin kombinasyonlarını içerir ve Kabalistler, Tanrı'nın
dünyayı yaratırken kullandığı aracın kesinlikle açığa çıkma (dil) olduğunu
belirtirler.
• Gizli Sırlar: Kabala'nın kendisi
de Gizli Hikmet (Hokma Nistara) veya sözlü aktarım yoluyla
gelen ezoterik öğreti anlamına gelir. İbn Arabî'nin de harflerin ve
kelimelerin (Kelimeler) ilahi ilimdeki varlıklardan dış varlığa geçişi
anlattığı ve harflerin kozmik sırlar içerdiğini vurguladığı görülmektedir.
Bu nedenlerle, İbn Arabî'nin Vahdet-i Vücud felsefesi, Kabala'nın
yaratılış teorisindeki kozmik onarım (Tikkun), tecellilerin hiyerarşisi
(Sefirot) ve varlığın arketipsel birliği (Adam Kadmon) gibi temel
doktrinleri ile güçlü ve yapısal bir şekilde örtüşmektedir. Her iki sistem de,
nihayetinde, görünen çokluğun arkasındaki biricik, mutlak ve aşkın varlığı
açıklamayı amaçlar.
Fütuhatta Şeriat Konusu Ve
Hassasiyeti Nasıldır
Muhyiddin İbn Arabî'nin Futûhât-ı
Mekkiyye eserinde Şeriat konusu, tasavvufi yolculuğun ve manevi
bilginin (marifet) mutlak temeli olarak ele alınır, ancak bu ele alınış,
geleneksel fıkıh (hukuk) ve kelam (ilahiyat) çevrelerinin yaklaşımlarından
farklı, derin bir ezoterik hassasiyet taşır.
İbn Arabî, Şeriatı yalnızca bir kurallar
bütünü olarak değil, varlığın ve hakikatin ta kendisinin tezahürü olarak görür.
1. Şeriatın Mutlak Hakikati ve
Bilginin Kaynağı
İbn Arabî'ye göre Şeriat, kozmik düzenin
ve ilahi amacın kendisidir ve mutlak hakikati temsil eder:
• Şeriat, bütünüyle haktır. O,
Hakikatler arasından bir hakikattir, fakat Şeriat diye isimlendirilmiştir.
• İyilik ve kötülük (cirkin ve kötü), sadece
Şeriata ve gayeye göre sabittir. Yani ahlaki yargıların nihai ölçütü
Şeriattır.
• Dinin kendisi ilim (bilgi) demektir;
bu nedenle bilgisizlik (cehalet), kurtuluş yolunda bir engeldir. Şeriat
ilimleri, nasihat edenin bilmesi gereken, insanlığın bütün hallerini kuşatan
genel bilgi demektir.
• Yaratılış, Harfi Kabala'ya benzer
şekilde harfler, kelimeler ve ilahi isimler üzerine kuruludur. Harflerin
sırlarını ve hakikatlerini öğrenmedikçe, bir kul imanın sırlarını kemale
erdiremez.
• Amellerin belirlenmesi (şeriatlar),
bütün Şeriatlarda geçerli olan tevhit ve kulluğu yerine getirme
hususunda nebilerin ortak olduğu temellere dayanır.
2. Ezoterik Bilgi (Keşf) ve Şeriata
Uyma Hassasiyeti
Futûhât'ın en büyük hassasiyeti,
tasavvuf yolunda ilerleyen ariflerin elde ettiği yüksek manevi bilginin (keşf
ve ledünni ilim) Şeriata ters düşmemesi gerektiğidir.
• Keşifte Şeriata Sarılma: Mistik
yolcu (salik), düşünceyi (fikir) bir kenara bırakıp keşifte
şeriata sarılmalıdır; zira bu, kurtuluşa ermiş bir kişinin yoludur.
• Akıl ve Keşfin Sınırları: Akıl,
ilahi sırları ve zorlu hakikatleri tek başına anlayamaz. Akıl, bir şeyi ancak
koyu bir filtreden görebilir. İbn Arabî, kendi bilgisinin kaynağının teorik
akıl (akıl) değil, keşif olduğunu ve bunun kendisinin üzerinde
yürüdüğü yol olduğunu açıkça belirtir.
• Bilginin Yanıltıcılığı: Eğer bir
öğrenci, kendi derecesinden daha yüksek bir derecenin bilgisini elde ederse, bu
ona hezeyan, abes, hayal kırıklığı ve karanlık getirir. Bu, manevi
bilginin Şeriatın belirlediği edep ve makam hiyerarşisine uygun olarak alınması
gerektiği anlamına gelir.
• Veli ve Nebi İlişkisi: Bir veli
(dost) bir bilgi getirdiğinde, bu bilgi aklın mutlaka imkansız görmeyeceği,
onaylayacağı veya en azından çekimser kalacağı bir şey olmalıdır. Ayrıca, bu
bilgi Kur’an’ın bir öğretisiyle veya aslıyla çelişmemelidir.
• Tenzih ve Teşbih Dengesi: Şeriat,
Tanrı'nın zatını hem teşbih (benzerlik) hem de tenzih (aşkınlık) ifadeleriyle
aktarır. Tenzih, bir sınırlamadır. Tenzihçinin (soyutlayanın) hatası, gördüğünü
görmediğine kıyaslamasından kaynaklanır. Hakikatleri bilenler, ne tefritten
(aşırı tenzih) ne de ifrattan (aşırı teşbih) yana olur; "o zuhur edenin
ve batın kalanın aynı olduğu gibi dolunay gibi ortaya çıkanın ve gizlenenin
aynıdır" diyerek varlığın birliğini görürler.
3. Fıkıh ve Edep Duyarlılığı
İbn Arabî’nin mistik ifadeleri, Şeriatın
literal kurallarını uygulayan fakihler (juristler) arasında sıklıkla
kafa karışıklığına yol açmıştır.
• İlahi Sıfatlar ve İfşa: Fakihler,
sahtekar iddia sahipleri nedeniyle (Allah’a yeni nitelikler izafe etmeye yol
açan) bu kapıyı kapatmışlardır. İbn Arabî bu durumu, doğruyu
söyleyenlere zarar gelmediği için (çünkü Şeriatta bu ifadeler zaten Hz.
Peygamber’den gelmiştir) yerinde bulur. Eğer bir Veli bu tür ifadeleri tek
başına kullansaydı, muhtemelen tekfir edilirdi.
• Edep Yüksek Bilgiden Önce Gelir: Hz. Peygamber (s.a.v.),
"Allah ve kulu diledi" diyen bir hatibi "Ne kötü hatipsin
sen!" diye kınamıştır. İbn Arabî bu kınamanın sebebini, hatibin bu
birleştirmeyi ne ilahi izinle ne de Ledünni bilgiyle (Hızır örneğinde
olduğu gibi) yapmasına bağlar. Edebe aykırı bu davranış, Peygamber'in
hassasiyetini gösterir.
• Hükümlerin Değişimi (Nesih):
Müctehitler, yeni delil bulduklarında önceki hükümlerinden dönerler (hata
ederler). Ancak Peygamber’in verdiği ilk hüküm doğrudur; sonra Allah o hükmü
zıddıyla ortadan kaldırır ki bu durum nesih diye isimlendirilir. Nesih
nerede, hata nerede?. Bu, Peygamberlik hükmünün mutlak doğruluğunu ve
Şeriatın ilahi kökenli oluşunu vurgular.
4. Şeriatın Amacı: Nefsi Kurtuluşa
Sevk Etmek (Teklif)
Şeriatın amacı, kulun nefsini kurtuluş ve
mutluluğun bulunduğu yola sevk etmektir. Varlık, nefsini kurtuluş ve
mutluluğunun bulunduğu yola sokmaya direnirse, bu durumun nedeni bilgisizlik
veya kötü doğadır.
• Farzlar, kulun varlığının aslı ve Hak'kın
varlığı ile ilişkilendirilirken; nafileler (sünnetler), kulun varlığa ilave
oluşuyla (sonradan var olmasıyla) ilişkilendirilir. Bu, her Şeriat hükmünün
ontolojik (varlıksal) bir temele sahip olduğunu gösterir.
• Bir Müslüman, amelini işlerken kendini
bir araç ve alet gibi müşahede etmelidir; zira onun vesilesiyle o işin
faili Yaratandır. Şeriat, kulun kulluk hakikatinin gerektirdiği şekilde var
olması için önemlidir.
İbn Arabi kendini neden üstün
görmektedir?
İbn Arabî'nin (Futûhât-ı Mekkiyye
metinlerinde kendisini üstün görmesi veya özel bir makamda konumlandırması),
geleneksel hiyerarşiden ziyade, benzersiz mistik bilgisi, doğrudan ilahi
keşifleri ve kozmik sistemdeki merkezi rolü ile ilgilidir. İbn Arabî, bu üstünlüğü kendi
çabasıyla değil, ilahi bir tahsis ve atama sonucu elde ettiğini öne sürer.
İşte kaynaklara dayanarak İbn Arabî'nin bu
özel konumu neden üstlendiğini açıklayan temel noktalar:
1. Doğrudan ve Üstün Bilgi Kaynağı
(Ledünni İlim ve Keşif)
İbn Arabî, kendisinin ve ekolünün
bilgisinin, geleneksel âlimlerin (nakil yoluyla) elde ettiği bilgiden üstün ve
daha taze olduğunu vurgular:
• Ölümsüz Diri'den Alma: İbn
Arabî'nin geleneği, bilgiyi "ölülerden" (nakil zinciriyle) alan
âlimlere karşı, bilgiyi "ölümsüz diriden" (Allah’tan)
aldıklarını belirtir. Şeyh Ebû Medyen, himmetlerini yükseltmek için,
"Kurutulmuş et yemek istemiyoruz. Gidin, taze et getirin" diyerek,
bilgiyi doğrudan ilahi kaynaktan almanın önemini vurgular.
• Keşif Yoluyla Bilgi: O, kendi
bilgisinin kaynağının teorik düşünce (fikir) olmadığını, aksine ilahi
tecelli ve keşif olduğunu ifade eder. Akıl, tek başına bu sırlara ulaşamaz
ve sadece "koyu bir filtreden" görebilir. İbn Arabî, bu keşif yolunun
kurtuluşa ermiş kişinin yolu olduğunu belirtir.
• Gizli Bilgilerin Açığa Çıkarılması:
İbn Arabî, "gizli sırları" kendisine gnderildiğini ve bu bilgileri
başkalarının taşıyamayacağını belirtir. Ona bir mecliste, daha önce hiçbir
dosttan duyulmamış garip bir sır duyurulduğu ve o hakikatlerin kendisi adına
tamamlandığı söylenmiştir.
• Vizyoner Deneyimler: Tevhidin
derecelenmesini yazarken kendisine koyun derisine benzeyen, ilahi hükümleri
içeren açılmış bir sayfa verildiğini gördüğünü aktarır.
2. Kozmik Düzendeki Eşsiz Rolü
İbn Arabî, yalnızca kendisinin ulaştığı
bir manevi mertebe ve varoluşsal bir konum olduğunu ima eder:
• Tek Yetkin Zuhur Mahalli:
Kendisine (veya Kâmil İnsana) hitaben gelen ilahi bir sözde, Hak şöyle
buyurmuştur: "Nasıl eşit olabilirsiniz ki? Beni sizden başkası kalbine
sığdıramamış, sizin mananızın dışında hiçbir şeyde yetkin bir surette tecelli
etmemişim". Bu ifade, İnsan-ı Kâmil'in (ki İbn Arabî'nin kendini bu
makamda gördüğü varsayılır) Mutlak Varlık'ın tecelli edebildiği yegâne yetkin
varlık olduğunu gösterir.
• Yüce Şeref ve Kıymet: Hak, bu
üstünlüğün üzerine ekler: "Artık size verdiğim yüce şerefin kadrini ve
kıymetini biliniz! Ben büyük ve yüceyim".
• Arş'a Yakınlık: Bir manevi
müşahadede (vizyon), Rab kendisine şöyle demiştir: "Baban dolayısıyla sana
yardım edildi. Bereketim sana yerleşti... Hakk’a yakın meleklerin menzilleri
yanında senin yerin neresidir?". Bu, onun yerini yüce melekler
mertebesine yakın bir yerde konumlandırır. Hatta kendisi için "Melekler
babamıza secde emrine isyan ettikten sonra / Benim kendisine secde edilenin
oğluyum" diyerek Hz. Adem'e ve secde edilen soylu varlığa gönderme yapar.
3. "Muhakkik" (Tahkik
Sahibi) ve "Ârif" Unvanı
İbn Arabî, kendisini geleneksel âlimlerden
ayıran ve üstün kılan unvanları ve yöntemi kullanır:
• Tahkik (Kesin Bilgi): İbn Arabî
ve takipçileri, kesin ve metafizik anlamda doğru bilgiye ulaşan kişi anlamında "Muhakkik"
terimini kullanır. Tahkik, başkasına uymak anlamına gelen taklidin
zıttıdır ve görme kesinliği (hakkalyakin) anlamına gelir. Bu yönüyle
muhakkik, "Sufi" kelimesinden daha özel ve üstün bir anlama sahiptir.
• "Muhakkik-Ârif" Olarak
Kendini Konumlandırma: O, kendi makamının değerini, Rabb'in gece göğe
inmesinin sırrını yalnızca Muhakkik-ârifin bilebileceğini söyleyerek
vurgular.
4. İbn Rüşd Tarafından Onaylanma
İbn Arabî, genç yaşta İbn Rüşd'ün huzuruna
çıktığında, İbn Rüşd'ün onun ulaştığı manevi mertebeden dolayı şaşkınlığını ve
hayranlığını dile getirmesini aktarır:
• İbn Rüşd, onun keşif bilgisini
onayladıktan sonra şöyle demiştir: "Allah'a hamdolsun ki, beni bu
asırda, yürüyen bir ceset görenlerden eyledi". Bu ifade, İbn Arabî'nin
henüz gençken dahi, beden varlığını sürdürürken ruhsal olarak en yüksek manevi
hakikatleri idrak etme durumunun (kâmil bir keşif hâli) dışarıdan gelen bir
tanığıdır.
Bu nedenlerle İbn Arabî, kendini ilahi tecellilere doğrudan muhatap
olan, kozmik düzenin sırlarını çözmüş ve manevi kemale ermiş bir arif
olarak konumlandırmaktadır. Bu, kişisel bir kibirden ziyade, üstün olduğunu
iddia ettiği ezoterik ekolün ve ulaştığı manevi makamın bir gereğidir.
İbn Arabi kendinden sonra kıyamet
kopacağını söylemiştir. Fakat böyle olmadığına göre neden bu görüşü benimsedi?
İbn Arabî’nin Futûhât-ı Mekkiyye eserinde, kendisinden hemen
sonra Kıyamet'in kopacağına dair kesin bir tarih veya doğrudan bir kehanet
ifadesi bulunmamaktadır. Ancak, kozmik süre ve varlık âlemlerinin
döngüsüne dair sunduğu bilgiler, İnsanlık tarihinin bir sonuna yaklaşıldığı
yönündeki genel bir anlayışı yansıtabilir. Özellikle insan türünün yönetim
süresinin yedi bin sene olduğu bilgisi mevcuttur.
İbn Arabî’nin bu tür bir görüşü (Kıyametin
yakınlığını veya bir döngünün sonunu) benimsemesinin ve bu görüşün literal
zaman çizelgesinde gerçekleşmemesinin nedenleri, onun zaman ve bilginin
doğasına dair ezoterik felsefesinde aranmalıdır.
1. Zamanın Mutlak Olmayışı ve
Göreceliği (Zamanın Mistik Boyutu)
İbn Arabî felsefesinde, zaman ve varoluş
geleneksel ve sabit bir anlayışla sınırlı değildir.
• Sürekli Yaratılış ve Değişim:
Âlemdeki her şey, her an bir halden başka bir hale geçmektedir. Zaman âlemi
her anda, nefesler âlemi her nefeste değişir. Bu durum, "O, her gün
bir iştedir" ayetiyle desteklenir.
• Zamanın Mevhum Oluşu: Zaman
kavramının kendisi bile dışta gerçek varlığı olmayan mevhum bir şey
olarak ele alınır.
• Kıyamet Süresinin Göreceliği: En çarpıcı örnek, Kıyamet
Günü'nün süresinin 50 bin sene olarak ifade edilmesine rağmen, büyük korkunun
kendilerini üzmediği güvenlikteki insanlar için sabah namazının iki
rekatının kılınma süresi kadar kısa olabileceğinin belirtilmesidir. Bu,
zamanın mutlak değil, tecrübe eden kişinin manevi durumuna bağlı olarak son
derece göreceli olduğunu gösterir.
• Küçük Kıyamet: Bireysel düzeyde,
ölen kişinin kendi kıyametinin koptuğu söylenir ("Men mâte, fekad kâmeti
kıyâmetuh"). Bu, kozmik bir sona dair literal beklentiden ziyade, manevi
tekâmülün ve kişisel varoluş döngüsünün kapanışına odaklanıldığını
gösterir.
Bu bağlamda, İbn Arabî’nin
"Kıyamet" ifadesi, literal anlamda dünyanın sonu değil, ezoterik
döngülerin tamamlanması veya manevi bir çağın nihayete ermesi
anlamında kullanılmış olabilir.
2. Bilginin Kaynağı Olarak Keşif ve
İlahi İrade
İbn Arabî, bilgiyi keşif yoluyla, yani
doğrudan Hak’tan aldığını iddia eder. Bu tür bilgiler, geleneksel akli
ölçütlerle değerlendirilemez:
• Doğrudan İlim (Ledünni): İbn
Arabî, kendisinin bilgiyi "ölümsüz diriden" (Allah’tan) aldığını
söylerken, teorik aklın (fikir) ötesindeki sırlara vakıf olduğunu
belirtir.
• Keşfin Sınırları: Keşif yoluyla
elde edilen bilgiler, aklın tek başına idrak edemeyeceği, hatta imkansız
sayacağı işler olabilir. Bir ârifin getirdiği bilginin aklın mutlaka
imkansız görmeyeceği veya şeriatın bir esasını yıkmayacağı bir şey olması
gerektiği kuralı, bu bilgilerin sıradan kehanetler olmadığını gösterir.
• İlahi Hükümlerdeki Değişim
(Nesih/İlahi Meşiyyet): Allah'ın ezeli iradesine ilişkin mistik bilgi,
değişime açık olabilir. Allah’ın dilediği bir şeyi sildiği ve dilediğini sabit
kıldığı ("Allah dilediğini siler ve dilediğini sabit kılar")
belirtilir. Bu, kozmik süreye dair bir keşif olsa bile, İlahi İrade'nin (meşiyyet)
bunu değiştirebileceği yönünde bir metafizik hassasiyet yaratır.
3. Kabalistik Parallellik: Kozmik
Süre Hesapları
İbn Arabî'nin Kabala ile paylaştığı ortak
ezoterik temalar da, bu tür kozmik süre hesaplarının ardındaki mantığı
destekler:
• Yedi Bin Yıllık İnsanlık Süresi: İbn Arabî, Adem’in yedinci
mertebede oluştuğunu ve insan yönetim süresinin yedi bin sene olduğunu
belirtir. Bu, Yahudi ve Hristiyan teolojisindeki dünyanın altı bin yıl süreceği
ve yedinci binde Mesih çağına (Sabat/Dinlenme) girileceği şeklindeki Mesihçi
hesaplamalarla (Kabala ve Hristiyan eskatolojisinde yaygın) tematik bir
paralellik gösterir. Bu tür bir süre tespiti, mutlak bir kehanetten ziyade, ilahi
düzendeki bir dönemin sembolik bitişi olarak görülür.
Futuhattaki ifadelerinde kendine
özgüven, kibir yahut üstünlük ifadelerini hissettiriyor mu?
Futûhât-ı Mekkiyye'deki ifadeleri incelediğimizde, Muhyiddin İbn
Arabî'nin dilinde çok yüksek düzeyde bir özgüven (self-confidence) ve manevi
üstünlük (spiritual superiority) iddialarının belirgin olduğu
görülmektedir. Bu
ifadeler, geleneksel ilim çevrelerince yorumlandığında kibir veya gurur olarak
algılanabilecek olsa da, İbn Arabî bunları doğrudan ilahi bir lütuf (ihsan)
ve keşif (gnosis) makamının bir gereği olarak sunar.
İbn Arabî’nin ifadelerinin bu hisleri
uyandırmasına yol açan temel noktalar şunlardır:
1. Bilginin Kaynağı ve Yöntemindeki
Üstünlük İddiası
İbn Arabî, kendi elde ettiği bilginin,
geleneksel akıl ve nakil yoluyla elde edilen bilgiden farklı ve daha üstün
olduğunu açıkça belirtir:
• Keşif ve Tahkik Yolu: O, bütün
bilgilerinde dayandığı esasın keşif yolu olduğunu belirtir ve bu yolu
kurtuluşa ermiş kişinin yolu olarak tanımlar. Akıl sahibi bir kişi dahi, keşfin
ötesindeki bir konuda hüküm veremez ve bilgideki hatanın yönünü incelemesi
gerekir.
• "Ölümsüz Diri"den Bilgi Alma: Kendi ekolünün, bilgiyi
"falanca falandan aktarmış" diyenlerden (ölülerden) değil, "ölümsüz
diriden" (Allah’tan) aldığını ifade eder. Bu, bilginin kaynağı
açısından kendisini geleneksel âlimlerden ayırır.
• Harflerin Sırrına Vâkıf Olma:
Harflerin (kef, mim, elif vb.) kozmik sırlarını ve hakikatlerini öğrenmedikçe,
bir kulun imanın sırlarını kemale erdiremeyeceğini vurgular. Bu sırlar,
aklen imkânsız sayılan durumları içerir.
• Doğrudan İlahi Görüş: Bir
vizyonda kendisine, tevhidin derecelenmesini yazarken ilahi hükümleri içeren
açılmış bir sayfa verildiğini görmüştür. Bu, bilgisinin kaynağının doğrudan
ilahi olduğunu kanıtlar niteliktedir.
• İddiaları Reddetme: İbn Arabî,
fikir gücünü (fikir) genel olarak kesin bilgiye ulaştıran bir yol olarak
kabul etmez ve onun karıştırmaya ve güvenilir olmayan bilgiye yol açtığını
belirtir.
2. İlahi Tayin ve Özel Makam İddiası
İbn Arabî, kendisine ait olduğunu
düşündüğü manevi makamı ve ilahi ilgiyi aktararak özel bir statüye sahip
olduğunu ifade eder:
• Kendini Sultan Olarak Nitelendirme: Şiirsel bir ifadeyle kendini
tanımlarken: "Ben seçilmiş zayıf kulum / Ve ben sultanım, aziz ve yüce
olan" der. Bu, kul ve sultan makamlarını kendinde birleştirerek
üstünlüğünü vurgular.
• "Kendisine Secde Edilenin
Oğlu" Olma: Hz. Âdem'e (kendisine secde edilen) atıfta bulunarak,
"Ben kendisine secde edilenin oğluyum" ifadesini kullanır ve bununla
kendi manevi soyunun yüceliğini vurgular.
• Manevi Yakınlık ve Bereket:
Rabbinin kendisine hitaben "Baban dolayısıyla sana yardım edildi. Bereketim
sana yerleşti" dediğini aktarır ve Hakka yakın meleklerin menzilleri
yanında kendi yerinin neresi olduğunu sorar. Bu, onu en yüksek manevi
varlıkların yanına konumlandırır.
• Yegâne Tecelli Mahalli: İlahi bir
hitapta, Hak'kın kendisine şöyle buyurduğunu aktarır: "Beni sizden
başkası kalbine sığdıramamış, sizin mananızın dışında hiçbir şeyde yetkin bir
surette tecelli etmemişim". Bu ifade, İnsan-ı Kâmil'in (ki İbn
Arabî'nin kendini bu makamda gördüğü varsayılır) Mutlak Varlık'ın tecelli
edebildiği yegâne yetkin varlık olduğunu ileri sürer.
3. Diğer Otoriteler Karşısında
Konumlanma
İbn Arabî, felsefe ve fıkıh dünyasının
büyük isimleriyle karşılaştığı anları anlatarak üstünlüğünü pekiştirir:
• İbn Rüşd’ün Onaylaması: Genç
yaşta Kurtuba Kadısı İbn Rüşd’ün huzuruna girdiğinde, İbn Rüşd, onun ruhsal
durumunu gördükten sonra dehşete düşerek, "Allah'a hamdolsun ki, beni
bu asırda, yürüyen bir ceset görenlerden eyledi" demiştir. Bu, İbn
Arabî'nin keşif yoluyla ulaştığı makamın, dönemin en büyük filozofları
tarafından bile tasdik edildiğini gösterir.
• Bağdat'ta Kendini İfşa Etme:
Kitabının girişinde, ulaştığı bilgileri bazı seçkinlere bildirmekten söz
ettiğini ve bu tür durumlarda kendi konumunu ve mertebesini açık ifadelerle
dile getirdiğini belirtir.
Sonuç
İbn Arabî’nin ifadeleri, metafizik ve ezoterik bilgiye yönelik çok
güçlü bir özgüven ve üstünlük hissi taşır. Bu üstünlük,
kişisel bir kibirden çok, kendisine ilahi olarak tahsis edildiğine inandığı Keşif
ve Ledünni İlim yoluyla elde edilen hakikate dayanır. O, kendisini sıradan
insanların veya akıl ehlinin ulaşamayacağı sırların taşıyıcısı ve açıklayıcısı
olarak konumlandırır. Bu durum, onun ifadelerinin geleneksel düşünce sahipleri
tarafından kibirli veya iddialı olarak algılanmasına neden olabilirken,
kendi nazarında ilahi bir emaneti taşımanın ve ifşa etmenin gereği
olarak görülür.
Futuhatı Kuranla karşılaştırması
Muhyiddin İbn Arabî'nin Futûhât-ı
Mekkiyye eserinde, kendi manevi keşiflerini ve bilgilerini (Futûhat) Kur'an-ı
Kerim ile doğrudan eleştirel bir karşılaştırmaya tabi tuttuğu bölümler
bulunmamaktadır. Zira İbn Arabî'nin felsefesinde Kur'an, mutlak ve aşkın
hakikatin kaynağıdır. Ancak, eserinde Kur'an ile kendi ezoterik ilmi (ledünni
ilim) arasındaki ilişkiyi, anlam katmanlarını ve Kur'an'ın kozmik
konumunu açıkladığı, bu yönüyle mukayese niteliği taşıyan önemli temalar
mevcuttur.
İbn Arabî’nin Futûhât’ta Kur'an ile
ilişkilendirdiği temel konular ve karşılaştırma izleri şunlardır:
1. Kozmik Kitap Olarak Âlem ve
Kur'an’ın Varlığa Dönüşümü
İbn Arabî, varlığın tamamını (âlem)
İlahi Kelamın somutlaşmış hali olarak görür ve bu bağlamda Kur'an'ın manevi
konumunu evrenle ilişkilendirir:
• Büyük Mushaf (Büyük Kitap): İbn
Arabî'ye göre bütün âlem, baştan sona kadar büyük bir mushaftır. Bu
Büyük Mushaf, Kur'an-ı Kerim'in sözlü okuması olduğu gibi, yaratılışın
bize okuduğu bir hâl okumasıdır. Bu, evrenin ve yaratılışın, Kur'an'da
gizli olan hakikatlerin dışa vurumu ve tezahürü olduğu anlamına gelir.
• Tek Söz, Çok Kitap: Futûhat'ta,
Kur'an'ın ayet ve surelerinin bu çokluğuna rağmen, aslında tek bir söz
olduğu belirtilir. Bu tek söz, Tevrat, İncil, Zebur ve sayfalardan (suhuf)
ibaret olan bütün ilahi kitapları kapsar. Bu, Kur'an'ı, diğer semavi kitapların
kaynağı ve özeti olarak yücelten bir karşılaştırmadır.
• Fatiha ve Kitab'ın Üstünlüğü: İbn
Arabî, Fatiha Suresi'nin Kur'an'ın anası (Ümmü'l-Kur'an) olduğunu
belirtir. Ancak delilin değerinin gösterdiği şeye bağlı olduğunu söyleyerek, Kitab'ın
(İlahi İlimdeki Kitap), Fatiha'dan daha üstün olduğunu, zira Fatiha'nın
delil, Kitab'ın ise delilin gösterdiği şey olduğunu belirtir.
2. Ezoterik Bilgi (Bâtın) ve Kur'an
Sırları
İbn Arabî, Kur'an'ın literal anlamının (zâhir)
ötesinde, ancak keşif ve manevi ilim (ledünni) yoluyla çözülebilecek
derin sırlar içerdiği konusunda ısrarcıdır:
• Gizli Hakikatler: O, Kur'an'ın bu
sırlarının (ayetlerin sırları) sadece belirli makamlara ulaşmış
kişilerce anlaşılabileceğini belirtir. Bu bağlamda, İbn Arabî, ünlü sahabe İbn
Abbas'tan bir rivayet aktarır: İbn Abbas, bir ayet hakkında, "Onu
yorumlasaydım, beni taşlardınız" (veya "kâfir olduğumu iddia
ederdiniz") demiştir. İbn Arabî, bu tür ifadeleri, Şeriatın zahirinin bazı
hakikatleri açığa vurmaktan koruduğunu ve bu bilgilerin Kur'an'ın sırlarından
olduğunu kanıtlamak için kullanır.
• İbn Arabî'nin Kur'an ile
Özdeşleşmesi: İbn Arabî, bir mecliste okuduğu ve İsra isimli
kitabına koyduğu mısralarda, kendisini manevi olarak Kur'an'ın özüyle
ilişkilendirir: "Ben Kur'an ve Fatiha suresiyim / Ruhun ruhuyum,
canlıların ruhu değil". Bu, kendisinin Kur'an'ı basitçe yorumlamak
yerine, onun temel ruhsal hakikatini taşıdığı yönünde güçlü bir iddiadır.
• Harflerin Sırrı (Harfi Kabala):
İbn Arabî'nin harfler ilmi (Huruf İlmi) konusundaki detaylı incelemeleri,
Kur'an’ın temel yapı taşları olan harflerin, evrensel ve kozmik bilgeliği
kodladığını gösterir. Yazar, sure başlarındaki harflerin hakikatlerini
öğrenmedikçe, iman sırlarının kemale erdirilemeyeceğini vurgular. Bu,
Kur'an'a bilimsel bir titizlik ve ezoterik bir derinlikle yaklaşımını gösterir.
3. Şeriat ve Mistik Bilginin
Doğruluğu
İbn Arabî, en yüksek seviyede keşif
yoluyla elde edilen bilginin bile, Şeriatın nihai hükmüne uyması gerektiği
konusunda büyük bir hassasiyet gösterir. Bu durum, Kur'an'ı mutlak bir hakem
konumuna koyar:
• Nihai Kriter: Bir velinin
getirdiği bilginin, Kur’an’ın bir öğretisiyle veya aslıyla çelişmemesi
gerektiğini belirtir.
• Kullanımda Edep: İbn Arabî,
Kur'an'ı okurken edebe uyulmasını ister. Arapça bilmeyen birinin Kur'an
okumasının sevap getireceğini, zira o kişinin anlamını bilmeden bile olsa
"Şer’i bir ibadet olarak" Rabbinin muradına göre zikrettiğini
belirtir. Ayrıca, Kur'an ayetleri hakkında tartışmanın (cidâl) küfür
olarak adlandırıldığını aktarır.
Özetle, Futûhât-ı Mekkiyye'de İbn Arabî, kendi mistik sistemini Kur'an'ın
kozmolojik bir tefsiri olarak sunar. Kur'an, bilginin nihai kaynağı ve
doğruluk ölçütüdür; Futûhat ise, bu kaynağın harfler, sayılar ve semboller
aracılığıyla gizlenmiş olan bâtıni sırlarının açıklanmasıdır.
Zahitlik Konusunda Çok İbadet Etme
Hakkında
İbn Arabî'nin Futûhât-ı Mekkiyye
eserindeki Zahidlik (Dünyadan el çekme) ve ibadet (kulluk) anlayışı, nicelikten
ziyade niteliğe, zahirî amellerden ziyade manevi bilgiye (marifet) ve yüce
himmete (aspirasyona) odaklandığı için, çok ibadet etme eylemini (özellikle
nafileleri ve riyazeti) amaç haline getiren geleneksel zahidliği eleştirel bir
süzgeçten geçirir.
Kaynaklarınızda, İbn Arabî'nin "çok
ibadet etmeyi hoş görmediği" yönündeki görüşünü destekleyen tematik
unsurlar şunlardır:
1. Manevi Bilginin Üstünlüğü ve
Zahirî Amellerin Sınırı
İbn Arabî'ye göre, en yüksek manevi
seviye, kuru ibadet veya çilecilikle değil, keşif ve ilahi bilgi (marifet)
ile elde edilir:
• Marifet (İlahi Bilgi) Yoluyla
Yakınlık: Yakınlık (Kurb) elde etmenin yolları arasında amelle
yaklaşmak olduğu kadar, bilgiyle yaklaşmak da vardır. Amelle
yaklaşmak farz ve mendupların (nafilelerin) yerine getirilmesiyle ilişkilidir.
Ancak bilgiyle yaklaşmak, manevi makamın bilgisine sahip olanlara özgüdür.
• Keşfe Dayalı Yolculuk: Hak
yolunun yolcusu (salik), düşünceyi (fikir) bir kenara bırakıp, keşifte
şeriata sarılmalıdır; zira bu, kurtuluşa ermiş bir kişinin yoludur. Fikri
(teorik düşünceyi) kasapta bir et gibi terk etme metaforu kullanılır.
• Niyetin Önemi: Amellerin neticesi
niyete değil, niyetin ilgili olduğu şeye göredir. Niyetin işlevi,
yağmurun sadece yağmasıdır; çiçeğin güzel kokmasının ortaya çıkması, toprağın
mizacının iyi ya da kötü olmasına bağlıdır. Bu, amelin dışsal formundan ziyade
içsel bağlamının önemini gösterir.
2. İbadetin Zâhirî Hapsi ve Eksik
Zahidlik
İbn Arabî, zahirî ibadetleri (dışsal
amelleri) abartarak manevi hakikatlerden uzaklaşanların durumunu ele alır:
• Zahirî Amellerin Hapishanesi:
Kullar, hiçbir zaman ulaşamayacakları bir sorumlulukla yüz yüze geldiklerinde, görünen
tarafları alışkanlık ve ibadet çadırlarında hapsedilir. Bu çadır, zahirî
amellere ve farzlara sınırlı bir şekilde devam etmedir. Bu durum, amelin mutlak
Hakikat’e ulaşmak için araç olmaktan çıkıp amaç haline gelmesinin tehlikesini
ima eder.
• Mübahı Terk Etme Eleştirisi:
Zuhd, mübahları (izin verilen şeyleri) terk etmek demek değildir. Mübah, insan
için en yetkin dini hükümdür. İyilik, mübahlardan uzaklaşmak demek
değildir ve mübahı terk etmeyi savunan, iftiracı olarak nitelendirilir.
• Cinlerle Oturmanın Değersizliği:
Bazı zahidlerin (zahit toplumu) cinler gibi ruhanilerle oturup kalkması,
mertebe bakımından daha aşağı görülür. Zira cinler ateşte yaratılmış oldukları
için çok hareketlidirler ve gereksiz işlerle ilgilenmede insanlara benzerler.
Cinlerle sohbet, insanda bir yücelenme duygusu meydana getirir, ancak
bu, Allah'ı bilme konusunda bir koku (tecriibe) taşımaz. Zeki adam,
insanlardan kaçtığı gibi cinlerden de kaçan kimsedir.
3. Aşırılık ve Mükemmellik
(Teklif/Riyazet)
Manevi yolculukta zorluk çekmek ve kendini
fazla yormak yerine, mükemmelliğe odaklanmak esastır:
• Farzlar ve Nafileler: Farzlar,
kulun varlığının aslı ve Hak'kın varlığı ile ilişkilidir. Nafileler ise,
kulun varlığa ilave oluşuyla (sonradan var olmasıyla) ilişkilendirilir.
Bu, farzların temelde ontolojik bir zorunluluk, nafilelerin ise ek bir çaba
olduğunu gösterir.
• Sürekli Yükselme Gereği: İbn
Arabî, sürekli kendi kurtuluşu için çalışmayı ve her nefeste derecelerde
yükselmek için mücadele etmeyi öğütler.
• İtaat ve Tövbenin Anlamı: Kendini
amelin tamamlanmasından fani görenler, yani amelini gözetmeyip sadece
yapana odaklananlar, Hadimlerdendir. Bu, ameldeki benliği ortadan kaldırmanın
önemini vurgular.
• Utanma ve Bağışlanma:
Bağışlanmanın (mağfiret) ariflere ceza almaktan daha ağır geldiğini
belirtir. Zira cezalandırma bir karşılıktır ve tamamlandığında rahatlama
gerçekleşirken, bağışlanmada Hak'kın sürekli lütfunu görür ve sürekli
utangaç ve mahcup kalırsın. Bu da ibadet ve tövbenin duygusal ve manevi
derinliğini vurgular.
Dolayısıyla, İbn Arabî, çok ibadet etmeyi
(riyazet, mücahede gibi zahidlik uygulamalarını) kesinlikle yasaklamaz, ancak
bu ibadetlerin niyetini (himmetini) yüksek tutmayan, sadece dışsal
şekillere hapseden, ya da bu yolla üstünlük ve menfaat peşinde koşan zahidleri,
daha düşük makamlarda konumlandırarak bu tür bir "aşırı"
zahidliği eleştirir. Gerçek üstünlük, bilgiyle yaklaşmaktadır.
Kadınla cinsel birleşmeyi tanrısal
birleşme gibi kabul etmesi
Muhyiddin İbn Arabî'nin Futûhât-ı Mekkiyye eserindeki cinsel
birleşme (nikâh) anlayışı, onu salt biyolojik veya üreme amaçlı bir eylem
olarak görmekten öteye taşıyarak, derin bir manevi sırrın, ilahi tecellinin
ve kulun en yüksek makamlara dair bilgisinin (marifet) bir tezahürü olarak
ele alır. Bu bağlamda, cinsel birleşme, Tanrısal Birliğe (Vahdet-i
Vücud) ulaşmanın en yetkin ve duyusal deneyimlerinden biri olarak kabul
edilir.
Aşağıda, kaynaklarınızdan elde edilen, İbn
Arabî'nin ve Kabala'nın bu konudaki ezoterik görüşleri ve paralellikleri yer
almaktadır:
I. Futûhât'ta Cinsel Birleşmenin Yüce
Anlamı ve Sırrı
İbn Arabî, cinsel ilişkiyi, hem
yaratılışın özünde hem de kâmil ariflerin manevi yükselişinde merkezi bir rol
oynayan bir eylem olarak tanımlar:
1. Cennetliklerin Yüksek Hazzı ve İlahi
İktidarın Kanıtı:
◦ İbn Arabî,
cennet ehlinin cennette eş ve cariyeleriyle duyusal bir tarzda cinsel
ilişkiye girebildiğini belirtir.
◦ Bu birleşmeler,
uzvun girmesi ve bundan kaynaklanan özel haz ile gerçekleşir. Bu durum,
cennetteki daimi nimetin ve Allah'ın iktidarının (wahl iktidar)
kanıtı olarak sunulur.
◦ Cinsel ilişki
aynı zamanda, kulun varlığının aslı ve Hak'kın varlığı ile
ilişkilendirilen farzlarla (ibadetlerle) karşılaştırılmıştır.
2. Kâmil Arifler İçin Şehvetin Övgüsü:
◦ Makam sahibi bir
Kutub (kâmil arif), cinsel ilişkiyi üremek için değil, salt şehvet amacıyla
arzular. Bu, cennetteki ilişki gibi, yalnızca şehvet amaçlıdır.
◦ Bu makam sahibi
için, cinsel ilişki (arzusu) "hayvani" (hayat sahibi olmak)
niteliğinden ötürü, hayatın üstün bir niteliği ve övgünün ta kendisidir.
İnsanların bunu hayvani bir haz sayarak kendilerini ondan uzak tutmaları ise
eleştirilir.
3. Kahır ve Haz Birleşimi (Kulluğun
İspatı):
◦ Cinsel ilişkide,
insanı gücünden ve iddiasından uzaklaştıran kahır (eziklik) hazzı
vardır.
◦ Bu, insana kulluğun
hakkı olan zayıflığı gösteren üstün bir delildir. Kahır (eziklik) normalde
haz ile çelişir, ancak bu fiilde durum farklıdır; bu kahır haz veren bir
kahırdır. Bu, kulun acizliğini kabul etmesinin manevi bir hazza dönüştüğünü
gösterir.
◦ Bütün bu
fiillerin failinin Yaratıcı olduğu gerçeği, kulun kendini sadece bir araç (alet)
gibi müşahede etmesiyle anlaşılır.
4. Sembolizm ve Gizem:
◦ Cinsel ilişki
dilde "sır" kelimesiyle ifade edilir.
◦ Kavuşma ve
birleşme, nesillerin (tenasül) sebebidir. Nikâhlı kavuşmadan doğan kişi
tertemiz ruhlarla beraber olurken, zinadan doğan kişi ıslah edilecek
kimselerden sayılır; ancak hepsi gayb ve şehadet aleminde O’nun kullarıdır.
5. Kozmik Yaratılışın Eşleşmesi:
◦ Allah, yeryüzünü adeta bir
eş, göğü ise bir koca gibi yaratmıştır. Erkek cinsel ilişkiyle kadına
suyunu ulaştırır gibi, gök de Allah'ın vahyettiği emri yeryüzüne bildirir ve
yeryüzü farklı türlere göre Hak'kın kendisinde sakladığı şeyleri ortaya
çıkarır.
◦ Erkek ve kadının birleşmesi, Vav
harfinin sembolizmiyle (yüceliğe ait illet harfi) ilişkilendirilir; birleşme
sırasında kalemin görünür varlığının kalmaması, Adem'in menisinin
aktarılmasının sır olmasıdır.
6. Elbise Sembolizmi ve Kuşatıcılık:
◦ Cinsel ilişki, örtü
ve gizlenmek demektir. Bu nedenle erkek kadının, kadın da erkeğin elbisesi
haline gelmiştir.
◦ İbn Arabî, bir
âlimin (Alim) bilgisinin her şeyi kuşatmasıyla ve kulun kalbinin Hakk'ın
evi olmasıyla bu durumu özdeşleştirir: Kul, varlığıyla Hak'kı kalbine
yerleştirdiğinde, bütün güçleriyle O'nu giyinmiş ve kuşanmıştır. Bu,
cinsel birleşmedeki örtünme/birleşme durumunun, İlahi Kuşatıcılığın (el-Cami
İsmi) bir yansıması olduğunu gösterir.
II. Kabala’daki Paralellikler (Cinsel
İlişki ve Tikkun)
Kabala geleneği, özellikle Lurianik
Kabala, cinsel birleşmeye kozmik bir onarım ve birlik (Tikkun) misyonu
yükleyerek İbn Arabî'nin ezoterik yorumuyla örtüşür:
• Kozmik Onarımın Erotik Yorumu:
Lurianik Kabala'da, yaratılıştaki kozmik felaket olan "Kapların
Kırılması" (Shevirah), erotik açıdan da yorumlanır.
• Ayrılıktan Birleşmeye: Kapların
kırılması, evrenin dişil ve eril yanlarının ilişkisini düşündürür. Başlangıçta "yüz
yüze" (panim el panim) olan cinsel ilişki, çiftlerin birbirinin
üstünde geri döndürülmesiyle (uyumsuz ilişki) ayrılmayla sonuçlanmıştır.
Ancak cinsiyetlerin yenilenmesi ve onarılması koşuluyla cinsel soğukluk
ortadan kalkar, yeniden birleşme ve üreme olur (Tikkun süreci).
• Beden ve Ruhun Uyumu: Kabala'da,
evlilikteki uyumun gizemi (Kah adı) aracılığıyla, beden ve ruh
"ayrılmaz dostluk" düzeyine yükselir. Bu, cinsel birleşmenin,
ruhsal ve bedensel varlığın en yüksek uyumunu sağlayan kutsal bir araç olduğu
fikrini destekler.
• Harflerdeki Arzu: Kabala, Lamed harfini "cinsel
arzuda etkili" olarak belirleyerek, harflerin kozmik yaratılışındaki
sayısal ve harfsel mistisizmin (Harfi Kabala), İbn Arabî'de olduğu gibi cinsel
itkiyi de kapsadığını gösterir.
Bu bulgular, İbn Arabî'nin cinsel birleşmeyi, Hak'kın varlıkta yetkin
bir şekilde tecelli ettiği ve kulun en yüksek manevi haz ve ezikliği aynı anda
deneyimleyerek kulluğun ve marifetin sırrına erdiği, derin bir mistik
birleşme anı olarak kabul ettiğini göstermektedir.
Kabala Cinsel Birleşmeye Nasıl Yorum
Getiriyor
Kabala, cinsel birleşmeye ve evliliğe,
sadece biyolojik bir üreme eylemi veya dünyevi bir hazdan öte, kozmik
düzeyde onarım (Tikkun) ve varlığın temel birliğini sağlamayı amaçlayan
kutsal ve ezoterik bir eylem olarak yorum getirmektedir.
Kaynaklarınızda yer alan Kabala
metinlerindeki (özellikle Sefer Yezirah ve Zohar'dan türetilen Lurianik
Kabala) bu yoruma dair temel noktalar şunlardır:
1. Kozmik Onarım (Tikkun) ve Yeniden
Birleşme
Kabala'nın merkezindeki yaratılış
teorisine göre, cinsel birleşme, evrenin başlangıcındaki kozmik kırılmanın (Shevirat
ha-Kelim) onarılmasında kritik bir role sahiptir:
• Shevirah'ın Erotik Yorumu:
Lurianik Kabala'ya göre, "Kapların kırılması" (Shevirah) olayı
erotik açıdan da yorumlanmıştır. Bu kırılma, evrenin dişil ve eril
yanlarının ilişkisini düşündürür.
• Cinsel Soğukluğun Giderilmesi:
Kırılma (Shevirah) ile ortaya çıkan kaos, cinsel soğukluğa neden
olmuştur. Ancak, cinsiyetlerin yenilenmesi ve onarılması (Tikkun)
koşuluyla bu cinsel soğukluk ortadan kalkar, yeniden birleşme ve üreme
gerçekleşir.
• Kutsal Birliğin Uyumu:
Kabalistlere göre, kutsal dişilik ve erkekliğin birleşmesi, mükemmelliğin
bir parçası ve birliğin uyumudur. Bu, karşıtların birleşmesi sembolü olarak
ilahi bir bakış açısıyla anlaşılabilir.
• Arketipsel İlişki: Cinsel ilişki
başlangıçta "yüz yüze" (panim el panim) olmuştur; çiftlerin
birbirinin üstünde geri döndürülmesi ise ayrılmayla sonuçlanır.
2. Ruhların Bütünleşmesi ve Evlilik
Sırrı
Cinsel birleşme, bireysel ruhsal
parçaların tamamlanmasını sağlayan bir sırdır:
• Bölünmüş Parçaların Birleşmesi:
Eğer bu ölümlü yaşamda erkek taraf, dişi tarafını bulursa, aralarında kuvvetli
bir bağ oluşur; bu nedenle denilir ki, evlilikte bölünmüş taraflar yeniden
birleşir. Ruhun gizli biçimleri, Kerubim'e benzerdir.
• Beden ve Ruhun Yükselişi: İlahi
isim Kah'ın (sayısal değeri 15) gücü aracılığıyla, evlilikteki uyumun
gizemi temsil edilir. Bu güç, beden ve ruhu "ayrılmaz dostluk"
düzeyine yükseltir.
3. Harfler İlmi ile İlişkilendirme
Kabala, cinsel arzuyu dahi harflerin
mistik gücüyle ilişkilendirir:
• Lamed Harfi: Oluşum Kitabı (Sefer
Yezirah) öğretisine göre, Lamed harfi yaratılmıştır ve "cinsel
arzuda etkili" kılınmıştır. Lamed, Terazi burcu ve insanın "sol
mahrem yerleri" (özel parçaları) ile ilişkilendirilmiştir.
4. Ahlaki Değerlendirme
Kabala metinleri, cinsel ahlâk
kurallarının (ritüelik cinsel ahlâk kuralları) mistik yaşam için
vazgeçilmez önemini vurgular, bu kuralların ihmal edilmesinin sapkınlığa yol
açabileceğini belirtir.
Kabalada Cinsel Kurallar
Geniş bir Yahudi mistik geleneği olan
Kabala'daki cinsel kurallar (veya ahlak kuralları) konusuna kaynaklarınız
ışığında açıklık getirebiliriz. Kabala, cinsel birleşmeye derin ezoterik ve
kozmik bir anlam yüklerken, bu eylemin ritüelik ve ahlaki kurallara sıkı
sıkıya bağlı kalınarak yerine getirilmesi gerektiğini savunur.
Mevcut kaynaklar, Kabala'nın cinsel
kurallarını ve ahlak hassasiyetini şu noktalarda vurgulamaktadır:
1. Ritüelik Cinsel Ahlakın
Vazgeçilmezliği
Kabala'nın merkezinde yer alan Zohar
gibi metinler, geleneksel Yahudi şeriatı (mitzvot) içinde yer alan
cinsel ahlak kurallarının önemini mistik düzeyde vurgular:
• Zohar'ın Vurgusu: Zohar, ritüelik
el yıkama ve cinsel ahlak kuralları dahil olmak üzere, mitzvotların
(buyrukların) sıraladığı ahlaki değerlerin ihmal edilmemesi gerektiğini
vurgulamaktadır.
• İhmalin Tehlikesi: Kurallar
gevşer, tembellik ve cehalet sonucu akılcılık ve sapkınlık yaygınlaşırsa,
dinsel kurallar ve bu ahlaki değerler ihmal edilir. Bu, ahlaki kuralların ihmal
edilmesinin sapkınlığa yol açabileceğini gösterir.
2. Cinsel Birleşme ve Kozmik Onarım
(Tikkun)
Kabala'da evlilik ve cinsel ilişki,
kişisel bir eylemden ziyade kozmik bir görevin yerine getirilmesidir. Bu
eylemin kutsal kurallara uygun yapılması, evrenin onarımına (Tikkun)
katkıda bulunur:
• Bölünmüş Ruhların Birleşmesi:
Evlilikte, Tanrısal buyruklara uygun yaşanan hayat sonucunda "bölünmüş
taraflar yeniden birleşir" ve ruhlar ayrılmaz dostluk düzeyine
yükselir. Bu birleşme, ruhsal ve bedensel uyumun sağlanması anlamına gelir.
• Dişil ve Eril Birliğin Tamamlanması:
Kabalistlere göre, Kutsal dişilik ve erkekliğin birleşmesi, mükemmelliğin
bir parçası ve birliğin uyumudur. Evlilikteki cinsel birleşme, bu kutsal
birliği yeryüzünde simgeler.
• Gizli Olanın Onarımı:
İnsanoğlunun Mitzvotları (Yahudi şeriatı) eksiksiz uygulaması ve
Tanrısal tapınma yoluyla, Tanrı ve onun Shekinah’ı (Tanrı’nın dişi
yüzü) arasındaki birliği yeniden kurma yeteneği bulunmaktadır. Bu eylemler,
cinsel ahlakı da kapsar.
3. Cinsel Suçlar ve Hukuki Hükümler
Kabala'nın dayandığı geniş Yahudi geleneği
(Talmud), cinsel suçlar konusunda katı hukuki hükümler içerir:
• Talmud'da Zina Hükmü: Eğer bir
Yahudi erkek, bir Yahudi kadınla evlilik dışı bir cinsel ilişkiye girerse, her
ikisinin de öldürülmesi gerekir.
• Yahudi Olmayanlara Yönelik Ayrım:
Eğer zina yapan kadın Yahudi olmayan ise, erkek sadece dayak cezası alır; kadın
ise yine ölüm cezasına çarptırılır. Bunun arkasındaki mantık, Yahudi olmayan
kadının her durumda "baştan çıkarıcı" sayılmasıdır.
4. Bireysel Ahlaki Davranışın Önemi
Kabala öğretisi, inisiyasyon ve sır
bilgisine erişim için yüksek bir ahlak seviyesi talep eder:
• Seçkinlik ve Ahlak: Merkava
gizemciliği uygulayıcıları (Tzenu’im), geleneğe kabul edilmeden önce özel
ahlak niteliklerine sahip olmaları istenen istekliler arasından özenle
seçilirlerdi.
• Nefs Kontrolü: Bu seçkin
kişilerin eğitim boyunca sürekli olarak egolarını kontrol etmeleri ve sürekli
oruç tutarak kendilerini gizemci deneyimlere hazır tutmaları gerekliydi.
• Gizliliğin Korunması: Kabala, "cahil, ham ve tutarsız insanların
önüne bilgelik incilerini sermezler, temiz olmayanları, temizlenmeye niyetli
olmayanları bilgelik mabedine sokup, kirletmezler". Bu, manevi
bilginin, temiz bir yaşam biçimini benimseyenlere aktarılma zorunluluğunu
gösterir.
Dolayısıyla, Kabala, cinsel birleşmeyi
kozmik bir onarım aracı olarak yüceltirken, bu eylemin ve genel olarak cinsel
yaşamın Yahudi şeriatının (Mitzvot) ahlaki ve ritüelik kuralları
dahilinde, azimli bir çaba ve temiz bir yaşam ile sürdürülmesini şart koşar.
İbn Arabi şeytanı neden haklı görüyor
Kaynaklarınız, Muhyiddin İbn Arabî’nin Futûhât-ı
Mekkiyye eserindeki İblis'i (Şeytan'ı) "haklı görme"
argümanını içeren spesifik pasajı doğrudan aktarmamakla birlikte, bu ezoterik
görüşün temelini oluşturan kader (ilahi takdir) ve varlığın birliği
(vahdet-i vücud) felsefesine dair geniş bilgiler sunmaktadır.
İbn Arabî’nin bu konudaki yaygın olarak bilinen yorumu (kaynaklarınızda
yer almasa da), İblis’in isyanının ardında yatan görünüşteki
"haklılık" unsurunun, onun aşırı bir tevhid (mutlak birlik)
anlayışından kaynaklandığıdır. Yani İblis, Allah'tan başkasına (Hz. Âdem'e) secde etmeyi
reddederek, sadece Allah'a itaat etme emrini, O'ndan başkasına secde etmeme
emriyle karıştırmış veya bu emri kendi saf tevhid anlayışıyla yorumlamıştır.
Bu yoruma temel oluşturan,
kaynaklarınızdaki İbn Arabî felsefesine ait ilgili kavramlar şunlardır:
1. Her Şeyin Kaynağı Olarak Mutlak
Kader ve İlahi İrade
İbn Arabî'nin kozmolojisinin temelini, var
olan her şeyin İlahi İrade (Kader) tarafından belirlendiği inancı oluşturur. Bu, İblis’in isyanı dahil,
evrendeki her eylemin nihai olarak Hak’ka ait olduğu anlamına gelir:
• Kaderin Mutlak Hükmü: Geçmişte
yaşanan ve gelecekte yaşanacak olan tüm olaylar yalnızca Allah’ın takdir
ettiği kader ile gerçekleşmektedir. Hatta "hayır ve şerrin hepsi
Allah’ın emri ile" gerçekleşmektedir.
• Suçluların ve Günahkârların Rolü:
Kaynaklarda, "her ülkenin önde gelenlerini, orada hileli düzenler
kursunlar diye, oranın suçlu günahkârları kıldık" ayetine atıf yapılır.
Bu, günahkârların dahi İlahi Plan içinde bir rolü olduğunu ve eylemlerinin,
Allah’ın tayin ettiği kader ile belirlenmiş bir güçten ibaret olduğunu
gösterir.
• İlahi Hükümde Hikmet Arayışı:
Kaderin dışında hiçbir şeyin olmadığını düşünenler, düşmanlarına bile öfke
duymamakta, çünkü onların da Allah'ın kendilerine çizdiği kaderi yaşadığını
kabul etmekte ve "hepsinde hayır ve hikmet" görmektedirler. Bu
bakış açısı, İblis'in isyanında bile bir hikmet ve nihai bir Hakikat olduğunu
kabul etmeye yol açar.
• Kulluğun İspatı: İbn Arabî'ye
göre, kul, amelini işlerken kendini bir araç ve alet gibi müşahede etmelidir,
zira onun vesilesiyle o işin faili Yaratandır. Dolayısıyla İblis’in eylemi de
onun bireysel seçimi değil, İlahi İradenin kendisi olmuştur.
2. Tevhid ve Aşkınlık (Tenzih)
Hassasiyeti
İbn Arabî’nin İblis’in tevhidine dair
yorumu, onun tenzih (Tanrı'yı yaratılmışlardan soyutlama) ve teşbih
(Tanrı'yı yaratılmışlara benzetme) arasındaki hassas denge arayışıyla yakından
ilişkilidir.
• Tenzihin Önceliği: Kur'an'daki
bazı ifadeler, yaratılmışlara benzerlik (teşbih) anlamı verebilirken,
İbn Arabî gibi arifler tenzih yorumunu esas alırlar. İblis, secde
etmeyerek Allah'ın zatını, O'nun suretinde yaratılmış olan Âdem'e benzetmekten
(teşbih) kaçınmış ve O'nu mutlak aşkın (tenzih) olarak görmeyi
tercih etmiş olabilir.
• İblis’in (varsayılan) Tevhidi:
Eğer İblis, secde emrini sadece Allah'a itaat etme (tenzih) yönünden
yorumladıysa, bu durum, İbn Arabî'nin de vurguladığı gibi, en yüksek manevi
seviyenin mutlak birlik ve ilahi bilgi (marifet) olduğu felsefesiyle
örtüşür.
3. Hata Olarak Edep Eksikliği, Yoksa
İman Eksikliği Değil
İbn Arabî, bazı sözlerin veya eylemlerin edep
kurallarına uymadığı için kınandığını, ancak bu kınamanın kişinin mutlak
imanına zarar vermediğini belirtir:
• Edep Eksikliği: Hz. Peygamber’in
"Allah ve kulu diledi" diyen hatibi kınaması, bu ifadenin Ledünni
bilgi veya ilahi izin olmaksızın yapılmasından kaynaklanır. Bu,
hatibin tevhidi bozmasından çok, makamına uygun edebi gözetmemesinden
kaynaklanır.
• Bu durum, İblis'in durumuna bir paralel
sunar: İblis, belki de en yüksek düzeyde bir tevhid hakikatini (sadece Tanrı'ya
secde) savunmuş, ancak bu hakikati yerine getirirken İlahi emrin literal ve
zahiri gereklerini (Âdem'e secde) ihmal etme edepsizliğini
göstermiştir. Bu, onun hatasını mutlak bir küfür değil, makamın gerektirdiği
edebe aykırı bir tavır olarak yorumlamasına yol açar.
Özetle, İbn Arabî'nin şeytanı "haklı" görmesi, onun eyleminin
literal anlamda doğru olduğunu iddia etmekten ziyade, eylemin ardındaki saf
tevhidi niyeti ve eylemin İlahi Kaderin zorunlu bir sonucu olduğu ezoterik
bakış açısıyla ilişkilidir. Bu görüş, insanın özgür iradesine atfedilen
kötülüğü bile, kozmik bütünlük içinde İlahi İradeye bağlamaktadır.
İblise verilen ağır ceza huzurdan
kovulmasını neye yorumlamak lazımdır?
Yani; İblis'e verilen ağır ceza ve İlahi
huzurdan (makam-ı kurb/yakınlık) kovulmasının, İbn Arabî’nin ezoterik bakış
açısıyla nasıl yorumlanması gerektiği üzerinedir.
Muhyiddin İbn Arabî'nin felsefesinde, İblis’in durumu ve cezası, basit
bir itaatsizlikten ziyade, varlığın birliği (vahdet-i vücud) ve ilahi
tecellinin makamlarını yanlış anlamanın bir sonucu olarak ele alınır.
Huzurdan kovulma, esasen ilahi yakınlıktan ve yetkin tecelliden mahrum kalma
halidir.
İbn Arabî’nin metinlerine göre İblis’e
verilen ceza ve kovulma durumu şu şekilde yorumlanmalıdır:
1. Kovulmanın Esas Nedeni: Kime Karşı
Kibirlendiğini Bilemeyişi
İblis'in ağır ceza görmesinin ve
kovulmasının nedeni, emir karşısındaki kibirli direnişi ve bu direnişin
ardındaki cehalettir:
• Asıl Hata: Ezeli İlme Karşı Beşeri
Edepsizlik: İblis, İlahi emre karşı gelerek secde etmeyi reddetmiştir. İbn
Arabî'ye göre İblis'e azap veren şey, emre karşı çıkmasıdır. Bu karşı çıkma
ise, kime karşı kibirlendiğini bilemeyişinin ta kendisiydi.
• Tecelliyi Tanımadaki Eksiklik:
Huzurdan kovulma, Allah’ın zatının en yetkin bir surette tecelli ettiği mahal
olan İnsan-ı Kâmil’e (Hz. Âdem) karşı yüz çevirmektir. İbn Arabî'ye göre İlahi
mertebeden tecelli edilmeyen kalp, Allah’tan gafil ve O’na yakınlıktan
kovulmuş kişinin kalbidir. İblis, bu yüce tecelliye sırt çevirdiği için
kovulmuştur.
• Yaratılış Kaynağıyla Kibir:
İblis, kendisinden yaratıldığı toprağa karşı kibirlenmişti. Oysa her iki varlık
da nihayetinde İlahi İrade’nin tezahürüdür.
2. Kovulmanın Niteliği: Manevi Azap
ve Tecelliden Mahrumiyet
Huzurdan kovulma, yalnızca fiziksel bir
mekândan uzaklaşma değil, ruhsal bir çile ve ilahi bilgiden perdelenmedir:
• Manevi Ateşle Azap: İblis'e
cehennemdeki azabın çoğunluğu, yaratılışının aslı olan ateşin zıddıyla,
yani aşırı soğukla gerçekleşir. Ancak en esaslı azap, ruhuna musallat
olan manevi ateştir; bu ateş "kalplere ulaşan ateştir".
• İtaatsizlik Ruhsal Azaba Dönüşür:
Ruhuna bu ateşle azap edilir çünkü bu ruh (İblis'in yönetici ruhu), secde
etmesi emredilmiş, o ise emre karşı gelmiştir. Azap eden şey, emre karşı
çıkmanın kendisidir.
• Kurb'tan Uzaklık (Bu'd): Manevi
yakınlık (Kurb), itaatleri yerine getirmekle ve kalbi Allah’ın evi
kılmakla kazanılır. Buna karşın uzaklık (Bu'd) ise günahla kalmak
ve hallerin değişmesiyle uzaklaşmak demektir. İblis’in kovulması, bu en yüksek
yakınlık makamından ebediyen uzak kalmasıdır.
3. İlahi Kader İçindeki Rolü
İblis'in eylemi, Hak'kın varlıkta dilemiş
olduğu mutlak kaderin dışına çıkmaz:
• Kaderin Gereği: İblis’in hileli
düzenler kurması dâhil, bütün bu olayların İlahi Kader'in dışında olmadığı
belirtilir. İblis, eylemi İlahi Kader ile belirlenmiş bir güçten ibaret olduğu
için, onun eylemi bile Hak’kın iradesiyle gerçekleşir.
• Hayır ve Şerrin Uçurumu: Kabala
ile paralellik kurulan İbn Arabî felsefesinde, On Sefirot (Tecelliler), "hayır
ve şerrin uçurumu" (abyss) olarak tanımlanır. Bu, İblis'in şerri
temsil eden rolünün, yaratılışın temel yapısı içinde zorunlu bir yer işgal
ettiğini gösterir.
Sonuç olarak, İblis'in huzurdan kovulması, onun İlahi İrade’yi zahirde
okuyamaması, tevhidin mutlakiyetini edebe aykırı bir şekilde kullanarak
kibirlenmesi ve bu nedenle ilahi tecellinin en yetkin hali olan Kâmil
İnsan (Âdem) ile kurulan bağlantıyı reddetmesidir. Ceza, onun öz varlığında
(ruhta) duyduğu, kendisinin sebep olduğu manevi azap ve Tanrısal yakınlıktan
ebedi mahrumiyettir.
İblis, Peygamberimizi neden
kıskanmaktadır?
Muhyiddin İbn Arabî'nin Futûhât-ı
Mekkiyye eserinin temel felsefesi ve metinlerinizde yer alan Kabala
öğretilerindeki ezoterik temalar, İblis'in (Şeytan'ın) Hz. Peygamber'i (s.a.v.) kıskanması (haset)
durumunu, basit bir haset eyleminden ziyade, manevi makamların ve ilahi
tecellilerin zirvesine olan erişilmez bir öfke olarak yorumlamaya olanak
tanır.
Kaynaklar, İblis'in bu kıskançlığının
nedenini doğrudan bir kehanet olarak belirtmemekle birlikte, bu kıskançlığa yol
açan ve Futûhât'ta vurgulanan temel makam ve korunmuşluk farklarını
ortaya koymaktadır:
1. Hz. Peygamber'in Mutlak ve Kozmik
Üstünlüğü
İblis’in kıskançlığının temel nedeni, Hz.
Peygamber’in evrensel ve erişilmez makamıdır. Bu makam, İblis'in kibir ve isyan
sonucu kaybettiği yakınlığın (kurb) tam tersini temsil eder:
• Peygamberlikteki Öncelik: Hz.
Peygamber, "Âdem su ve toprak arasındayken ben peygamberdim" diyerek
varoluşta önceliğini ve üstünlüğünü bildirmiştir. O, Âdemoğlunun efendisidir.
• Velayetin Mührü ve Bütün Evrenin
Efendisi: Hz. Peygamber, Gönderilenlerin Mührü (Hatemü’l-Mürselîn)
ve halifelerin mührüdür. Bütün efendilikleri toplayan genel üstünlük ve bütün
âleme genel oluş ona aittir.
• En Yüksek Bilgiye Sahip Olma: Hz.
Peygamber, Allah'tan "cevamiu'l-kelim" (kelimelerin özü, küllî bilgi)
özelliğini almıştır. O, hiçbir kimsenin ulaşamayacağı bilgi ve sırları elde
etmiştir.
2. İblis'in İsyankar Varlığı ve
Yetkin Tecelliden Mahrumiyeti
İblis'in asıl cezası, ilahi emre karşı
gelmesi ve İlahi Tevhidi kendi hatalı görüşüyle yorumlaması sonucu yetkin
tecelliden perdelenmesidir. Hz. Peygamber ise tam tersine, İlahi Tecellinin
(Hakikat-i Muhammediye) ilk ve en yetkin mahalli olmuştur.
• Yetkin Suretin Korunmuşluğu: İbn
Arabî'nin görüşüne göre, taşlanmış şeytan (İblis), asla Hz. Peygamber'in
suretine (formuna) giremez. Bu, Peygamber'in sadece peygamberlik görevi (risalet)
nedeniyle iç dünyasının (bâtın) korunmuşluğunu (ismet) değil,
aynı zamanda fiziksel ve manevi suretinin de mutlak bir kutsiyetle
perdelendiğini gösterir. Bu, İblis’in erişemediği ve taklit edemediği bir
mertebedir.
• İblis'in İtaati Reddetmesi:
İblis, İlahi emre karşı çıkarak secde etmeyi reddettiğinde, azabın nedeni emre
karşı çıkmasıydı. Hz. Peygamber ise bütün hareketlerinde ve sözlerinde Allah'a
uyması emredilmiş ve bu itaat tam bir masumiyet (ismet) ile
gerçekleşmiştir. İblis'in isyanla kovulduğu makam, Peygamber'in daima bulunduğu
ve yüceltildiği makamdır.
3. Kıskançlık (Haset) ve İnkâr
İlişkisi
İbn Arabî, mistik gerçekleri inkâr
edenlerin davranışlarını açıklarken kıskançlık (haset) temasını
kullanır. Bu kavramsal çerçeve, İblis’in durumunu yorumlamada kritiktir:
• Bilgili Kişinin Kıskançlığı: İbn
Arabî, manevi bilgileri ve sırları getiren bir veliyi (arif) reddeden bilgili
inkârcının kıskançlık nedeniyle bu şekilde davrandığını açıkça belirtir.
İblis, ilahi ve kozmik hiyerarşi hakkında derin bilgiye sahip, ancak bu bilgiyi
kibir ve isyanla birleştiren ilk varlık olduğundan, onun üstün varlıkları
(başta Hz. Âdem ve Hz. Muhammed) kıskanması, bu ezoterik geleneğin mantığına
uygundur.
• Edebin İhlali: Hz. Peygamber'in makamına karşı edep
göstermeyen hatibi (Allah ve kulu diledi diyerek) kınaması, edepten sapmanın
(kibir, haset vb. kaynaklı) kabul edilemezliğini gösterir. İblis’in hatası da,
görünürde tevhidi savunurken, emre uymama ve yaratılışın en yetkin suretine
(Âdem/Peygamber) karşı edep eksikliği göstermesidir.
Sonuç olarak, İblis'in Hz. Peygamber'i
kıskanmasının nedeni, Peygamber'in mutlak kudret, yetkinlik ve korunmuşluk
makamını temsil etmesi ve bu makamın, İblis’in kendi elleriyle mahvettiği
ilahi yakınlık makamının zirvesi olmasıdır. Kıskançlık, İbn Arabî felsefesinde, manevi hakikatleri
bilen bir kişinin onu kabul etmek yerine reddetmesine yol açan temel bir ruhsal
kusurdur.
İbn Arabi hadislere karşı kabul
etmedeki tavrı, yani Kuran bana yeter demeyişi...
İbn Arabî’nin Hadislere karşı tavrı
ve Kur’an’ı tek başına yeterli görmekten ziyade, Hadis ve Sünneti de kapsayan Şeriatın
bütününe olan mutlak bağlılığı, kaynaklarınızda net bir şekilde ortaya
konmaktadır. İbn Arabî, geleneksel âlimlerin aksine, Hadisleri kabul etme ve
yorumlama yöntemine derin bir ezoterik boyut katsa da, onların otoritesini ve
gerekliliğini hiçbir zaman reddetmez; aksine, Şeriatın ve Sünnetin
korunmuşluğuna büyük hassasiyet gösterir.
İşte İbn Arabî’nin bu konudaki tavrı:
1. Hadisleri Mutlak Otorite Olarak
Kabul Etme
İbn Arabî, eserinde Kur’an’ın yanı sıra
hadislere ve Sünnet'e sürekli atıfta bulunur ve onları İlahi bilginin bir
parçası olarak kabul eder.
• Peygamber ve Sünnet:
Müslümanların haksızlığa ve zulme karşı tepkisinin her zaman Kur'an'a ve
Sünnete uygun olması gerektiği belirtilir. İbn Arabî'nin bu klasik İslami
prensibi kabul ettiği açıktır.
• Hadislerin İlim Kaynağı Olması:
İbn Arabî, eserinde sahih hadislere atıfta bulunarak kendi mistik
teorilerini destekler. Örneğin:
◦ "Siz dünyâ
işlerinizi benden daha iyi bilirsiniz" hadisi ile dünyevî ilim ve Allah’ı
bilme (ilim) arasındaki farkı açıklar.
◦ Allah'ın, Âdem
yaratılmadan önce, altında ve üstünde hava bulunmayan **"Ama"**da
olduğu hadisini (Ama mertebesi) kendi kozmolojik teorisinin temeli
yapar.
◦ "Allah’ın
doksan dokuz ismi vardır, onları ezberleyen cennete girer" hadisine
dayanarak harflerin sayısal değerlerini açıklar.
◦ "Müminin
kalbi iki parmağı arasındadır" gibi teşbih (benzetme) içeren
hadisleri, aklen imkânsız görülse bile, mecaz veya derin ezoterik anlamlar
yükleyerek kabul eder ve bu yorumun zaruri olduğunu savunur.
2. Peygamberlik ve Şeriatın
Korunmuşluğu
İbn Arabî, vahiy, Kur'an ve Sünnet
üçlüsünü tek bir İlahi Hakikat zincirinin parçası olarak görür ve Şeriatı
korumanın önemini vurgular:
• Masumiyetin Delili: Hz.
Peygamber’in suretine taşlanmış şeytanın (İblis) asla giremeyeceği
şeklindeki hadis, İbn Arabî'ye göre Peygamber'in korunmuşluğunun (ismet)
somut bir delilidir.
• Edep Yoluyla İtaat: Hz.
Peygamber’in, edep gereği "Allah ve kulu diledi" diyen hatibi
kınaması, Sünnetin, manevi makam ve bilgiden önce gelen edep kurallarını
içerdiğini gösterir. İbn Arabî, Müslümanların, haksızlığa ve zulme karşı
tepkilerinin Kuran'a ve Sünnete uygun olması gerektiğini kesin bir dille
belirtir.
3. Hadisleri Kabul Etmede Mistik
Tavır
İbn Arabî, Hadisleri kabul ederken
"Kur'an bana yeter" diyenlerin aksine, Şeriatın zahirini reddetmeden
Hadisin bâtınî ve sırrî anlamına odaklanır.
• Ezoterik İlimle (Keşif) Yorumlama:
Hadislerin taşıdığı ifadeleri anlamada, teorik düşünce (nazar) ve akli
kanıttan (burhan) ayrı bir yol izlediğini açıklar:
◦ Kendi yolunun, "kalpleri
teorik düşünceden boşaltıp, zikrederek edep, murakabe ve huzur yaygısında
Hak’ın karşısında oturmak" olduğunu belirtir. Bu sayede Hak, onlara keşif
ve kesinlik üzere öğretimini üstlenir.
◦ Bu yöntem, akli
delillerle çelişen veya zor anlaşılan hadisleri bile tevil etmeyi gerektirir.
Örneğin, teşbih (cisimleştirme) zannı veren hadislerin, akıl ve mecazın
konumuna göre, Allah'a yakışır bir anlamda açıklanması şarttır.
• Ebû Hureyre Hadisi Örneği: İbn
Arabî, Hadislerin içerdiği yüksek manevi sırların varlığını kanıtlamak için,
Ebû Hureyre’nin şu sözünü delil olarak kullanır: "Resulünden iki kap
[bilgi] aldım. Birinciyi yaydım, diğerini size bildirseydim şu boğazım
(boğazım) kesilirdi".
◦ Bu, İbn
Arabî'nin, bazı hadislerin sıradan insanlar için tehlikeli olabilecek ezoterik
sırlar içerdiğini ve bu sırların ancak arifler (keşif ehli) tarafından tam
olarak bilinebileceğini kabul ettiğini gösterir.
Sonuç: Kur'an Bana Yeter Demeyişi
İbn Arabî, "Kur'an bana yeter"
(Ehl-i Sünnet dışı bir tavır) demeyişinin aksine, Kur'an'ın mutlak ve ezeli
kelam olduğunu, Hadislerin ise Kur'an'ın bu kelamının yeryüzündeki pratiği ve
ezoterik açıklaması olduğunu kabul eden bir tavır sergiler.
Onun Şeriat hassasiyeti şöyledir:
1. Kur'an'a Uymak: Kur’an'ın hüküm
ve hikmet sahibi Allah'tan indirildiği için batılın ona yaklaşamayacağı
inancındadır.
2. Sünneti Korumak: Müslümanların
her zaman Kuran'a ve Sünnete uygun hareket etmelerini zorunlu görür.
3. Hata Yapma Endişesi: Manevi
makamı ne olursa olsun, bir arifin getirdiği bilginin Kur'an'ın bir
öğretisiyle veya aslıyla çelişmemesi gerektiğini şart koşar.
Dolayısıyla, İbn Arabî Hadislere karşı reddedici değil, en yüksek
manevi makamdan hareketle, Hadislerin zorlayıcı ve ezoterik anlamlarını
açıklama taraftarıdır.
İbn Arabi en çok hangi duayı tekrar
ederdi
Bu konuyla ilgili mevcut kaynaklarda,
Muhyiddin İbn Arabî'nin hayatı boyunca en sık tekrar ettiği tek bir duayı
veya münacatı (özel yalvarış) açıkça belirten bir ifade bulunmamaktadır. Ancak,
eserlerinde kendisinin ve mistik yolun takipçilerinin önem verdiği belirli zikir
(anma/hatırlama) ve manevi uygulamalara dair güçlü kanıtlar mevcuttur.
İbn Arabî'nin en çok tekrar ettiği manevi
ifadeye dair en somut bilgi, bir anekdotta geçen Kelime-i Tevhid'dir:
Kelime-i Tevhid ve Yetmiş Bin Zikir
İbn Arabî, bir olay sırasında,
gerçekleştirdiği yoğun bir zikir uygulamasından bahseder:
• Bir delikanlının annesinin cehennem
azabından kurtulması için (manevi bir bağışlama olarak), "Kelime-i
Tevhidi yetmiş bin kez söylediğim sana malumdur." (Lâ ilâhe illallah
veya benzeri tevhid ifadeleri kastedilmektedir) cümlesiyle bu zikri okuduğunu
ve bağışladığını belirtir.
• Bu olay, Hz. Peygamber’in bir hadisi (70
bin tevhidin annesini cehennemden azat ettiğine dair rivayet) ile delikanlının
keşfinin birleşmesiyle İbn Arabî için sahih kabul edilmiş ve bu hadisin
bereketiyle eşi öldüğünde de aynı ameli tecrübe ettiğini aktarmıştır.
Bu, İbn Arabî'nin Kelime-i Tevhid'i
sadece söylemekle kalmayıp, onu belli bir amaç uğruna (burada 70 bin gibi büyük
bir sayı) tekrar eden bir manevi uygulamayı (zikri) benimsediğini ve bu
uygulamayı tecrübe ettiğini göstermektedir.
Diğer Zikir ve Hamd Biçimleri
İbn Arabî, yücelttiği makamlar ve manevi
haller bağlamında başka zikir biçimlerine de değinir:
1. Zikrin Zirvesi Olarak Hüviyet:
Zikredenlerin son ve en yüce zikri, "Hüviyet" (O'dur, yani
Mutlak Hakikat'i işaret eden zamir) zikridir. Bu zikir, İbn Arabî'nin Vahdet-i
Vücud felsefesinin nihai manevi ifadesidir.
2. Kapsayıcı Zikir: En büyük
zikrin, her vakitte ve durumda bütün gayretini Hak'ka yaklaştıran işleri
yapmak üzere harcamak olduğu tavsiye edilir. Kur'an'da "çok zikreden
erkek ve kadınlar" övülmüştür.
3. Hamd ve Tespih: İbn Arabî, Tespih'i
(Subhane gibi yüceltme ifadeleri), tenzih (Tanrı'yı
yaratılmışlardan soyutlama) olarak tanımlar. Bu, alemin her varlığının yaptığı
övgüdür: "Her şey O'nun hamdini tespih eder".
4. Münacat: İbn Arabî’nin gece ve
gündüz ibadeti, Kur'an'ı okuyarak Allah ile sohbet etme (münacat) ve
namazda O'nunla karşılıklı konuşma şeklindedir.
Özetle, kaynaklar İbn Arabî'nin Kelime-i Tevhid'i yoğun bir şekilde
tekrar ettiğine dair somut bir örnek sunsa da, onun genel manevi pratiği, Allah'ı
her durumda (her vakitte ve halde) zikretmeye ve özellikle O'nun mutlak
varlığını (Hüviyet) yücelten ifadelere dayanmaktadır.
Kendinden sonra hakkında söylenecek
sözler hakkında hangi işaretleri sunmuştur
Muhyiddin İbn Arabî, Futûhât-ı Mekkiyye eserinde kendi bilgisi,
makamı ve eserinin kalıcılığı hakkında üstün bir özgüvenle konuşur, ancak
kendisinden sonra hakkında söylenecek sözlere veya gelecek
eleştirilere dair spesifik işaretler sunar. Bu işaretler, hem onun
yüceliğini kabul edenlerin hem de onu anlayamayanların tepkilerini kapsar.
İbn Arabî’nin kendisinden sonra söylenecek
sözler hakkında sunduğu ve kaynaklarınızda yer alan temel işaretler şunlardır:
1. Eserlerinin Kafa Karışıklığına ve
Anlaşılmazlığa Yol Açması
İbn Arabî, kendisinin sunduğu ezoterik
bilgilerin sıradan akıl ve düşünce yoluyla anlaşılamayacağını ve bunun kafa
karışıklığına yol açacağını öngörür:
• Gizliliğin Artması: İbn Arabî'nin
bahsettiği derin manevi bilgiler ve sırların açığa vurulmaya çalışılması, kapalı
hâli artırır, açıklamak belirsizleştirir.
• Yanlış Anlaşılma Korkusu:
Kendisi, hikmeti kendi yerlerinin dışına koyma korkusuyla, yerli yerinde
bıraktığını belirtir. Bu, manevi bilginin, cahillerin eline geçmesiyle doğacak
yanlış yorumların farkında olduğunu gösterir.
• Fikrin Yetersizliği: Fikrin
(teorik düşünce) bilgiyi karıştırmaya ve güvenilir olmayan bilgiye yol açtığını
belirtir. Bu nedenle, eseri hakkında yalnızca akıl yürüterek konuşacak
olanların yanılgıya düşeceğini ve sözlerinin değer taşımayacağını ima eder.
2. Yüce Makamının Kıskançlığa Neden
Olması
İbn Arabî'nin iddia ettiği eşsiz keşif ve
ilahi yakınlık makamı, diğer âlimler ve sufiler arasında kıskançlık ve inkâra
yol açacaktır:
• Görmemezlikten Gelme: İbn Arabî,
bir kimsenin manevi bilgileri getiren bir veliyi reddetmesinin (inkâr
etmesinin) nedenini kıskançlığa bağlar. Dolayısıyla, kendisinin
getirdiği sırları reddedenlerin arkasında yatan nedenin haset (kıskançlık)
olacağını işaret eder.
• Yanlışlama İddiaları: Onun
getirdiği bilgilere tepki gösteren ve insanların bilgisinin kendisinin halinden
yüksek olduğunu görenlerin olacağını belirtir. Ancak İbn Arabî, bu tür bir
insanın (hakikati bilen âriften) daha üstün olduğunu söyler, çünkü bu arif,
bilinmeyen şeyleri dile getirmiştir.
3. Varlığının Yüceliği ve Dualarla
Korunma İsteği
Kendisi hakkında söylenecek sözlerin
temelinde, onun eriştiği eşsiz makamı kabul etmeyenlerin şaşkınlığı yatacaktır:
• Kitabın Yazarı ve Tanıklık: İbn
Arabî, kitabının yazarı olarak, okuyucuları kendisine tanık tutar. Bu, eserinde
söylediklerinin ilahi kaynaklı ve doğru olduğunun bizzat okuyucular tarafından
onaylanması gerektiği anlamına gelir.
• Kendi Konumunun Tanımlanması:
Kendini "seçilmiş zayıf kul" ve aynı zamanda "sultan,
aziz ve yüce olan" olarak tanımlar. Kendisini bu ikilikte gören
birisinin sözleri, hakkında konuşanların şaşkınlığına neden olacaktır.
• Gizli Sırların Açıklanması: O,
kendisine gönderilen ağır sırları (keşifleri) başkalarına bildirdiğini
(bazı seçkinlere) ve bu sırları taşıyamayacak kişilerin ondan perdelendiğini
belirtir. Bu, onun sözlerinin büyük bir kısmının, onu anlamaya yetkin
olmayanlar tarafından eleştirileceğini ve reddedileceğini işaret eder.
• Emanet ve Tevhid Hassasiyeti:
Hakkında konuşacak olanlara, kendi hayatı ve eserleri hakkında yargıya varmadan
önce, Tevhid (Birlik) ve imanın sırlarına vakıf olmaları
gerektiğini üstü kapalı bir şekilde belirtir. O, ruhun gıdası olan bu sırları yalnızca
kendisini içtenlikle bilenler için açığa çıkardığını vurgular.
Özetle, İbn Arabî, kendi eserlerinin anlaşılmaz, çelişkili veya
kibirli bulunacağını öngörmüş, ancak bu tepkileri, sözlerin üstün manevi
kaynaktan (keşif) gelmesi ve dinleyicilerin (eleştirenlerin) bilgi ve
manevi kapasitesinin eksikliği ile açıklamıştır. Hakkında söylenecek
sözler, onun iddiasının büyüklüğünü ve benzersizliğini yansıtacaktır.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Yorumlar
Yorum Gönder