Print Friendly and PDF

Yayınlar


Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî (rh.a) ile Şeyhi Aliyyül-Havvâs (k.s.) Arasındaki İlişkiler ve Yaşanmışlıklar

Bunlarada Bakarsınız

 

Muhterem Üstadımız Şeyh Aliyyül-Havvâs el-Berlisî (k.s.), Mısır evliyâsının büyüklerinden olup, okuma-yazma bilmeyen (ümmî) ancak Kur’ân-ı Kerîm ve hadîs-i şerîfler üzerine âlimleri hayrete düşüren açıklamalarıyla maruf bir zâttır. Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî, bu büyük ârifin mânevî terbiyesi altında uzun bir süre geçirmiş ve ondan derin ilimler iktisap etmiştir.

Şa‘rânî, eserlerinde bu on senelik birlikteliğin kendisine bir saat gibi geldiğini ifade etmiş, ve üstadının çok kıymetli sözlerinin çoğunu meşhur eseri El-Cevâhir ved-Dürer'de kaydettiğini belirtmiştir. Bilindiği üzere Şa‘rânî, Mîzânü’l-Kübrâ adlı eserinin usûlünü, keşf ve yakîn ile şerîatin menbaına erişerek, öncelikle Hızır (a.s.)'dan aldığı ilim, iman ve teslimiyet temelleri üzerine, nihayetinde ise bilhassa Üstadı Aliyyül-Havvâs’ın elindeki sülûk (mânevî yolculuk/terbiye) esnasında tahsil etmiştir.

Aşağıda, kaynaklarda zikredilen ve Şa‘rânî’nin üstadıyla yaşadığı veya ondan naklettiği önemli olayların ve ilmî müzakerelerin bir dökümü sunulmuştur:

I. Kelâmî ve Fıkhî Meselelerdeki Müzakereler

Şa‘rânî’nin aktardığına göre, Aliyyül-Havvâs’ın cevapları o dönemin büyük Hanefî, Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî fıkıh âlimlerini hayran bırakmıştır. Bu durum, Havvâs Hazretlerinin zâhir ilimler karşısındaki mânevî kudretini göstermektedir.

  1. Tevhîd’in Kaynağı ve Mertebesi Üzerine Görüşler: Şa‘rânî, Havvâs Hazretlerine tevhidin en üstün mertebesini sormuş, o da keşif yoluyla tevhid edenlerin (yani delillere bakmayanların) tevhidini, delile dayananlardan üstün görmüştür. Zira delile dayanmak, sadece hayrete (şaşkınlığa) ulaştırır ki, bu da hayvanların (behâim) fıtratındaki hâldir. Havvâs Hazretleri ayrıca, Allah’ın bir olması konusunda delile dayanan kimseyi cahil olarak nitelemiştir, zira bütün mahlûkat fıtraten Allah’ın birliğini bilir.
  2. Müsta‘mel Su (Kullanılmış Su) ve Keşif Ehliyetinin Rolü: Bu, Şa‘rânî’nin üstadından en çok naklettiği konulardan biridir. Havvâs Hazretleri, İmâm Ebû Hanîfe’nin kullanılmış suyu necâset (pislik) olarak görmesinin sebebini, onun keşif ehli (içgörü sahibi) olmasına bağlamıştır. İmâm, suya baktığında abdest alanın günahlarının yıkandığını görür ve bu suyu pis ve kötü kokulu hissettiği için onunla temizlenmenin imkânsız olduğunu belirtirdi. Havvâs Hazretleri’nin kendi yaşanmış tecrübesi de bu durumu teyit eder:
    • Şa‘rânî, üstadının, müminlerin âsilerinin Cehennem ateşiyle temizlenip Cennet’e girmesine kıyasla, maddî necâsetin de ateşle temizleneceği yönündeki bir içtihadı teyit ettiğini aktarır.
    • Şa‘rânî, bizzat üstadının Mescidlerin küçük havuzlarından abdest almaktan çekindiğini, zira o suyun "bizim gibilerden içine düşen hataların onu kirletmesi sebebi ile, uzuvlarımızı ihya etmez, tazelemez" dediğini nakleder.
    • İlginç Olay: Şa‘rânî, üstadıyla Ezher Medresesi’nin abdest yerine girdiğinde Havvâs Hazretleri’nin suya bakıp geri döndüğünü ve suyun büyük bir günahla (zina) değiştiğini (kirlendiğini) gördüğünü söylemiştir. Şa‘rânî durumu bizzat araştırarak doğrulayınca, günahı işleyen şahıs gelip tevbe etmiştir. Bu olay, Havvâs Hazretleri'nden gördüğü üstün hâllerden biri olarak kaydedilmiştir.
  3. İbadetlerdeki Edep ve Zâhirî Hükümler:
    • Besmele’nin Hükmü: Havvâs Hazretleri, abdestte Besmele okumanın hükmünü kişinin mânevî makamına göre ayırmıştır: Allah’ı müşahede edenler (kurb sahihleri) için müstehab (tahfif), diğer insanlar için ise vâcib (teşdîd) hükmündedir.
    • Boyun Meshinin Hikmeti: Havvâs, boyun meshinin sünnet olup olmadığı tartışılırken, nakiller zayıf olsa bile, tecribe (deneyim) ile sabit olduğunu, bunun gam ve kederi gidermesi gibi bir hikmetinin bulunduğunu belirtmiştir.
    • Taharette Örtünme (Edep): Havvâs Hazretleri, bir dervişin, tek başına bile olsa, yıkanırken örtüsüz (peştemalsiz) olmasını şiddetle yasaklamıştır, zira "Allah yolu, ancak Allah ile edeb (terbiye/hürmet) üzerine kurulmuştur".
    • Cuma Hutbesi: Havvâs Hazretleri, Cumada tek hutbenin vâcib olduğunu söyleyenlerin sözünü büyük âlimlerin hâline, iki hutbenin de vâcib olduğunu söyleyenleri ise avamın hâline hamletmek gerektiğini ifade etmiştir. Büyükler, küçük bir uyarı (tenbîh) ile kalplerinin Allah ile cemiyet hâsıl etmesini sağlayabilirken, avam için bu durum geçerli değildir.

II. Havvâs Hazretlerinin Hayatından ve Sülûk Hakkındaki Öğütlerinden Şa‘rânî’ye Yansımalar

  1. Sülûk ve Mânevî İlham: Şa‘rânî’nin mânevî yolculuğunun (sülûk) Havvâs’ın rehberliğinde şekillendiği açıktır. Havvâs, Şa‘rânî’ye bir velinin, peygamberinin ayağını önünde görmeden bir şeye adım atmasının haram olduğunu öğretmiştir.
  2. Müctehid İmamların Taklidi: Şa‘rânî, Ali Havvâs'a büyük kutubların (Seyyid Abdülkâdir Geylânî, Seyyid Muhammed Hanefî Şâzili) mezhep imamlarını neden taklit ettiklerini sormuş. Havvâs, bunun kemâl mertebesine ulaşmadan önce olduğunu, kemâle erdikten sonra taklitten çıktıklarını, ancak insanların kendilerine bu lakapla hitap etmeye devam ettiklerini açıklamıştır.
  3. Kazanç ve Kanaat Üzerine Öğüt: Havvâs Hazretlerinin meşhur sözü, Şa‘rânî tarafından kaydedilmiştir: Birisi ona para getirip gözleri iyileşinceye kadar istirahat etmesini teklif ettiğinde, parayı kabul etmemiş ve "Şu hâlimle kendi kazancıma güvenemiyorum, başkasının kazancına nasıl güvenebilirim?" buyurmuştur.
  4. Tavaf ve Namazdaki Mânevî Seyir: Havvâs, tavafın seyrini (mânevî yolculuk/ilerleme), namazdan farklı olarak, hem kalple hem de âzâlarla (bedenle) yapılan bir kaçış olarak tanımlamıştır; kulun günahlarından ve azaptan koruyacak olana kaçan bir köle misali.
  5. Sadaka-i Fıtır’ın Hikmeti: Havvâs Hazretleri, bayram günü zenginlerden beklenen şeyin fakirlere iyilik ve ikramı artırmak olduğunu ifade etmiş; oruç tutamayan çocuk için sadaka-i fıtır verilmesinin vâcib kılınmasını, fakirlere yardım ve kolaylık sağlamakla ilişkilendirmiştir.

III. Aliyyül-Havvâs’ın Vefatı ve Defni

Şa‘rânî, üstadının vefatı sırasında yaşananları da bizzat tecrübe etmiş ve kaydetmiştir.

Aliyyül-Havvâs vefat ettiğinde, cenaze namazı Kahire’deki Hâkim Câmii’nde kılınmış ve bu sırada çok şiddetli yağmur yağmıştır. Şa‘rânî, kardeşi Efdalüddîn’e nereye defnedileceğini sormuş, o da Fetihler Kapısı dışındaki Şeyh Berekât’ın zaviyesini işaret etmiştir. Tabutun İmâm-ı Şâfiî’nin kabrine yakın bir yere defnedilmesi yönünde bir itiraz (Şeyh Şerâfüddîn Sagîr tarafından) gelmesine rağmen, Efdalüddîn, Şa‘rânî’yi uyarmış ve bu kalabalığın (cinlerin bile) tabutu belirlenen ilk yerden başka yere götüremeyeceğini, zira ilk yerin mukadder (kaderle belirlenmiş) olduğunu ifade etmiştir. Nitekim kalabalığın arasından çıkan güçlü kimseler tabutu alıp Fetihler Kapısı’na götürerek defnetmiştir.

IV. Kardeşi Efdaleddîn ile Yapılan İlmî Müzakereler (Şa‘rânî’nin Kayıtları)

Şa‘rânî, kardeşi Efdaleddîn’in Aliyyül-Havvâs’a sorduğu bazı derin soruları da kaydetmiştir, bu da Şa‘rânî’nin bu sohbetlere tanıklık ettiğini veya onları kayda geçirdiğini gösterir.

  1. Gayb ve Şehâdet Âlemleri: Efdaleddîn, gayb âleminin daha büyük olduğunu söylemiş, Havvâs Hazretleri ise ayn (öz) açısından gaybın, hüküm açısından ise şehâdet âleminin daha büyük olduğunu, ancak hüküm ve özün birbirinden ayrılmadığını, tıpkı kelime-i şehâdetin iki yarısı gibi olduğunu belirtmiştir.
  2. Rüya Yorumu (Ceset Yükü): Efdaleddîn bir rüya görmüş, ölüp kendi cesedini kendisinin yıkadığını, alt kısmını kendisinin yüklediğini, ancak üst kısmını Havvâs Hazretleri’nin aldığını anlatmıştır. Havvâs Hazretleri, Efdaleddîn’e, neden tüm yükü kendisinin yüklenmediğini sorarak, nefsine karşı mücadelenin eksik kaldığına işaret etmiştir. Zira tam yüklenilseydi, kâmil (olgun) olunurdu.

V. Şa‘rânî’ye Özel Nasihatler (Önemli Not)

  • Aliyyül-Havvâs’ın Şa‘rânî’ye hitaben söylediği bir sözde, eğer Şa‘rânî’nin rüyasında gördüğü kişinin (Muhammed bin İnan) kızını alması için yapılan tavsiye gerçekleşirse, Şa‘rânî’nin dünyalığının artacağını ve dervişlik makamının tehlikeye gireceğini söylemiştir.

Görüldüğü üzere, Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî’nin Aliyyül-Havvâs ile ilişkisi, zâhir ve bâtın ilimlerinin en incelikli konularından günlük hayattaki edep kurallarına, hatta ölüm sonrası defnedilme olaylarına kadar uzanan, derin bir üstad-mürid ilişkisi yumağıdır. Bu tecrübeler, Şa‘rânî’nin sonraki eserlerine, özellikle mezhepler arasındaki ihtilafları uzlaştıran Mîzân (denge) teorisine temel teşkil etmiştir.


Kaynaklar

Eş-Şa‘rânî, A. (t.y.). ALİ HAVVÂS [Havas] kuddise sırruhu.pdf. [1–12]. Eş-Şa‘rânî, A. (t.y.). Kibriti Ahmer.pdf. [15–30]. Eş-Şa‘rânî, A. (t.y.). KİBRİT AHMER.pdf. [31–49]. Eş-Şa‘rânî, A. (t.y.). elyevakit Cilt 2.pdf. [50–56]. Eş-Şa‘rânî, A. (t.y.). mizanül kübra tüm.pdf. [75–209]. Eş-Şa‘rânî, A. (t.y.). İmam Şarani _ Evliyalar ansiklopedisi 3_ Tabakat_ül Kübra.pdf. [210–575]. (Not: Diğer kaynaklar (First_sufis_in_Azerbaijan_Tasawwuf_histo.pdf ve elyevakit vel cevahir1.pdf) bu iki âlim arasındaki olaylara dair doğrudan bilgi içermemektedir.)

Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî’nin (rh.a) Kayıtlarında Şeyhi Aliyyül-Havvâs el-Berlisî’nin (k.s.) Fıkhî ve Mânevî İctihadları (Fetvâları)

Daha önceki yazılarımızda (önceki yanıtımızda) belirttiğimiz üzere, Şeyh Aliyyül-Havvâs (k.s.), ümmî (okuma-yazma bilmeyen) olmasına rağmen, Kur’ân-ı Kerîm ve hadîs-i şerîflere dair yaptığı açıklamalarla devrinin büyük fıkıh âlimlerini hayrette bırakmıştır. Talebesi Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî’nin meşhur eserlerinde (özellikle El-Cevâhir ved-Dürer’de) kayıt altına aldığı, keşif (sırları görme) ve yakîn (kesin bilgi) temelli bu görüşler, geleneksel fıkhın zâhiri (dış görünüşü) ile hakikatin (özün) uzlaştırılmasına yönelik önemli birer tebliğ hükmündedir.

Aşağıda, Şa‘rânî’nin naklettiği, Aliyyül-Havvâs Hazretlerine ait başlıca fıkhî, kelâmî ve ahlâkî fetvâların dökümü sunulmuştur:

I. Fıkhî Hükümlerin (Ahkâmın) Mânevî Dayanakları

Aliyyül-Havvâs Hazretleri’nin fetvâlarının en çarpıcı yönü, zâhirî (görünür) hukukun hükümlerini, âlimlerin mânevî hallerine ve keşf (içgörü) seviyelerine bağlamasıdır.

  1. Müsta‘mel Suyun (Kullanılmış Su) Hükmü: Havvâs Hazretleri’ne, İmâm Ebû Hanîfe’nin temizlikte kullanılmış suyu necâset (pislik) saymasının sebebi sorulduğunda, bunun İmâm’ın keşif ehli (içgörü sahibi) olmasından kaynaklandığını belirtmiştir. İmâm Ebû Hanîfe, suya baktığı vakit, abdest alan kişinin günahlarının suyla birlikte yıkandığını görüyor ve bu suyun pis ve kötü kokulu olduğunu hissediyordu. Bu durum, Havvâs Hazretleri’ne göre, keşif sahibi bir kimsenin müşâhede (gözlemleme) ettiklerinin dışına çıkamamasından ileri gelmektedir. Zira Allah’ın basîretini (içgörüsünü) açtığı kimse, büyük günahların artığı olan suyu, köpek idrarı veya leşten daha iğrenç görür. (Not: Bu, Havvâs Hazretleri’nin, Şa‘rânî’ye bizzat anlattığı ve Şa‘rânî’nin kaydettiği önemli bir hükümdür. O, kendi adına abdest alırken mescidin küçük havuzundan su kullanmaktan çekinir ve bu suyun "bizim gibilerden içine düşen hataların onu kirletmesi sebebi ile, uzuvlarımızı ihya etmez" derdi.)
  2. Abdestte Örtünme ve Edep: Şa‘rânî, yıkanırken (gusül abdesti alırken) sadece peştemalle (küçük bir örtüyle) görüldüğünde, Havvâs Hazretleri’nin kendisini uyarmış ve şunları buyurmuştur: "Dervişin cümle bedeni avret mahallidir (mahrem yeridir). Neden uzun boylu bir gömlek içinde yıkanmıyorsun?". Bu fetvâ, mânevî yolun (tarîkat) gereği olarak bedenin tamamının bir edep (terbiye) ve saygı konusu olduğunu göstermektedir.
  3. İctihadın Mertebesi ve Veraset (Mirasçılık): Havvâs Hazretleri’nin nazarında, peygamberlere (aleyhisselâm) verasetleri (mirasçılıkları) en kâmil (olgun) olanlar mutlak müctehidlerdir. Zira onların veraseti, şeriatı öğretmek ve bununla fetvâ (hukukî görüş) vermek şeklindedir. Sûfîler (tasavvuf erbabı) ise daha ziyade bâtınî (iç) ahlâkı öğretenlerdir. Havvâs, Şâri‘in (hüküm koyucunun) hakiki vârisinin, ictihadının sevk ettiği her şeyle amel etmeyi emretmesi sebebiyle, mutlak müctehid olduğunu vurgulamıştır. İctihadın başlangıcı zan (tahmin/olasılık) olsa dahi, nihayeti ilmü’l-yakîn, aynü’l-yakîn ya da hakkü’l-yakîndir (kesin bilgidir).
  4. Sadaka-i Fıtır’ın Hikmeti: Bayram günü zenginlerden beklenen şeyin, fakir ve miskinlere iyilik ve ikramı artırmak olduğunu ifade etmiştir. Şeriatın sahibinin (Hz. Peygamber’in), fakirlere yardım ve kolaylık sağlamak amacıyla, oruç tutamayan çocuk için babaya sadaka-i fıtır (fıtır sadakası) vermeyi vâcib (gerekli) kıldığını belirtmiştir.

II. Mânevî Makamlara ve Sülûke (Manevi Yolculuk) Dair Görüşler

  1. Tevhidin En Üstün Mertebesi: Havvâs Hazretleri’ne tevhidin mertebeleri sorulduğunda, aklî delillere (burhan) bakmadan tevhid edenlerin (keşifle idrak edenlerin) tevhidini daha üstün görmüştür. Çünkü delile dayanan kimse, Hak Teâlâ’nın (Yüce Allah’ın) bir olması konusunda câhildir, zira bütün mahlûkat (yaratılmışlar) fıtraten (doğuştan) O’nun bir olduğunu bilir. Aklî delillerle varılabilecek en son nokta hayrete (şaşkınlığa) ulaşmaktır ki, bu da hayvanların (behâim) hâlidir.
  2. Kerametten Korkmak (Kâmil Velinin Hali): Kâmil (olgun) velilerin, ellerinde meydana gelen kerametin (olağanüstü hallerin) istidrâc (sapmaya yol açan aldatıcı nimet) olma ihtimalinden dolayı korku ve paniğe kapıldıklarını ifade etmiştir. Peygamberlerin mucizesi (olağanüstü olayı) ise mâsum (korunmuş) olduğu için kalplerini daha da sabit kılar.
  3. Huzur ve Gaflet İlişkisi (İtikâf ve Namaz): Havvâs Hazretleri’ne göre, itikâfın (ibadet amacıyla mescitte kalmanın) şartlarından biri, Hak Teâlâ’yı dâima (kalbinde) müşâhede (gözlemleme) etmektir. Nefsinin arzusuna dönmek ile bu şart bozulur. Aynı şekilde, namazda bir şey yemek de bu sebeple haramdır; zira Halık’ı (Yaratıcıyı) görmekle, nefsi görmek bir yerde toplanamaz.
  4. Müridin Şeyhe Karşı Edep ve Yükümlülüğü: Havvâs Hazretleri’ne göre, müridin (talebenin) bütün mânevî yükünü şeyhinden alması (ona yüklemesi) edepte kusurdur. Eğer mürid ağırlığını şeyhine yüklerse, o ağırlıklar (mücadeleler) tekrar kendisine döndüğünde nefsi onlarla ülfet (alışkanlık) edebilir ve istidadı (kabiliyeti) noksanlaşır.
  5. Gavs (Kutup) Makamı ve Velilerin Rolü: Kutupluk makamının aziz (yüce) olduğunu ve her kişinin parlaklığını görmesinden yüce olduğunu belirtmiştir. Onun görüşüne göre, Seyyidî Abdulkâdir el-Cîlî’nin dediği gibi, kutupluk ihata (kapsama) açısından on altı âlemi (dünya ve âhiret bunlardan sadece birer âlem) kapsamaktadır. Kendisine müracaat eden bazı tanınmış şeyhlerin (Yûsuf el-Acemî, Ahmed ez-Zâhid vb.) kutup olması gerekmez; onlar, sultanın kapısındaki hâcibler (kapı görevlisi) gibidirler ve taliplere (isteklilere) edebi öğretirler.

III. Genel Ahlak ve Dünyevî Tavsiyeler

  1. Edep ve İyi Hâllerin Muhafazası: Aliyyül-Havvâs, bir şahsın başka bir hâl sahibini küçültücü sözlerle eleştirmesi üzerine, o şahsın iyi hâllerinin anında kaybolduğunu ve bir daha o hallere kavuşamadığını aktararak, "Evlâdım, edeb (terbiye) olmayınca, insanda böyle iyi hâller kalmaz" buyurmuştur.
  2. Kanaat ve Helal Kazanç: Gözleri şişmesine rağmen sepet örmeye (kendi sanatı) devam eden Havvâs’a, bir seveni para getirip istirahat etmesini teklif ettiğinde, parayı reddetmiş ve şöyle demiştir: "Şu hâlimle kendi kazancıma güvenemiyorum, başkasının kazancına nasıl güvenebilirim?". Bu, onun helal kazanca ve kanaate (elindeki ile yetinmeye) verdiği önemi göstermektedir.
  3. Velilerin Gizlenmesi ve Keramet: Havvâs Hazretleri, bir ağacı ziyaret eden haceti (ihtiyacı) olan kimseler hakkında, o ağacın altında velilerin toplandığını ve gelenlerin seslenişlerini duyarak hacetlerini yerine getirdiklerini, ağacın ise sadece bir vâsıta (aracı) veya işaretten ibaret olduğunu açıklamıştır. Bu, putlara tapanlar gibi hareket ettiğini iddia edenlere karşı bir cevap teşkil eder. Ayrıca, bir müezzinin okuduğu ezanı duyduğu an, Hak Teâlâ’nın heybet (ululuk) ve azametinden titreyerek erir gibi olduğu ve huzûr-i kalble (kalp huzuruyla) icabet ettiği de nakledilmiştir.

IV. Şa‘rânî ve Kardeşi Efdaleddin ile Vaki Olan İlmî Müzakereler

  1. Gayb ve Şehadet Âlemlerinin Büyük Olması: Kardeşi Efdaleddin’in, gayb âleminin daha büyük olduğu yönündeki sualine, Havvâs Hazretleri mânevî bir ayırım getirmiştir: Gayb âlemi, ayn (öz) açısından daha büyüktür, şehadet (görünen) âlemi ise hükmen daha büyüktür. Ancak, bu iki âlemin hüküm ve özlerinin birbirinden ayrılmayacağını, tıpkı kelime-i şehâdetin iki yarısı gibi olduğunu ifade etmiştir.
  2. Rüya Yorumu ve Nefsin Yükü: Efdaleddin, ölüp kendi cesedini yıkadığını ve alt kısmını kendisinin yükleyip üst kısmını Havvâs Hazretleri’nin aldığı rüyasını anlattığında, Havvâs Hazretleri, Efdaleddin’e "Sen kusurlusun. Neden hepsini yüklenemedin?" diye sormuş ve cesedin tamamının yüklenilmesi halinde kâmil (olgun) olunacağına işaret etmiştir. Bu, mânevî terbiye (nefsinin terbiye edilmesi) yolunda tam teslimiyet ve yükümlülük almanın önemini vurgulayan bir fetvâdır.

Bu dökümde görüldüğü üzere, Aliyyül-Havvâs Hazretlerinin fetvâları, sadece kuru bir hukukî hüküm (fıkıh) beyan etmekten öte, şeriatın (dini kanunun) derin mânevî hikmetlerini, sülûk (mânevî terbiye) ve keşif (içgörü) yoluyla aydınlatan, tasavvufî bir perspektifi yansıtmaktadır.


Kaynakça

Anonim. (t.y.). ALİ HAVVÂS [Havas] kuddise sırruhu.pdf. [1–11]. Anonim. (t.y.). Kibriti Ahmer.pdf. [14–69]. Anonim. (t.y.). KİBRİT AHMER.pdf. [70–124]. Anonim. (t.y.). elyevakit Cilt 2.pdf. [125–147]. Anonim. (t.y.). mizanül kübra tüm.pdf. [169–243]. Anonim. (t.y.). İmam Şarani _ Evliyalar ansiklopedisi 3_ Tabakat_ül Kübra.pdf. [271–637].

Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî’nin Külliyatında Aliyyül-Havvâs’ın (k.s.) Kadın, Erkek İlişkileri ve Cinsellik Konularındaki Fetvâ ve Öğütleri: Mânevî Edep ve Fıkhî Derinlik Açısından Bir Analiz

Muhterem Üstadımız Şeyh Aliyyül-Havvâs el-Berlisî (k.s.), fıkhî meselelere yaklaşımında, zâhirî (dışsal) hükümleri mânevî keşifler ve yakînî (kesin) bilgilerle temellendirmesiyle tanınmıştır. Kadın, erkek ilişkileri ve cinselliğe (tenasül) dair verdiği fetvâ ve öğütler de, dervişin mânevî yolculuğu (sülûk) sırasında uyması gereken katı bir edep (terbiye) ve nefis terbiyesi (mücâhede) anlayışına dayanmaktadır.

Daha önceki yazılarımızda (önceki yanıtlarda) ifade ettiğimiz gibi, Şa‘rânî’nin eserlerinde yer alan bu meselelere dair görüşler, çoğu zaman fıkhî kuralların (ahkâm) arkasındaki ilahi hikmeti aydınlatmayı amaçlar.

I. Taharet (Temizlik) ve Mânevî Edep Üzerine Fetvâlar

Aliyyül-Havvâs, temizlik ve mahremiyet konularında, tasavvuf yolundaki kişinin yüksek mânevî makamına uygun bir titizlik (verâ) ve edep beklemiştir:

  1. Dervişin Avret (Mahrem) Hükmü ve Yıkanma Âdâbı: Şa‘rânî’nin bizzat naklettiği bir olayda, Havvâs Hazretleri, kendisini yıkanırken (gusül alırken) sadece bir peştemal (örtü) ile görmüş ve şiddetli bir uyarıda bulunmuştur: “Dervişin cümle bedeni avret mahalli (mahrem yeridir). Neden uzun boylu bir gömlek içinde yıkanmıyorsun?”. Bu fetvâ, mânevî yolun (tarîkat) gereği olarak bedenin tamamının, tek başına bile olsa, bir saygı ve edep konusu olduğunu göstermektedir.
  2. Kullanılmış Suyun Necâsetinde (Pislik) Günahların Rolü: Havvâs Hazretlerinin fıkıh ilminde en bilinen görüşlerinden biri, İmâm Ebû Hanîfe’nin kullanılmış suyu necis (pis) kabul etme illetini (gerekçesini), onun keşif ehli olmasına bağlamasıdır. İmâm’ın suya baktığında, abdest alan kişinin günahlarının suyla aktığını gördüğünü ve bu sebeple suyu pis hissettiğini belirtmiştir. Bu durum, Havvâs’a göre, Allah’ın basîretini (içgörüsünü) açtığı kimsenin, büyük günahların artığı olan suyu, köpek idrarı veya leşten daha iğrenç görmesinden kaynaklanır. Bu yaklaşım, temizlik ve necaset hükmünü, bedenden çıkan maddî kirin ötesinde, mânevî kirle (günah) ilişkilendirerek cinsel hayatta ve temizlikte yüksek bir hassasiyet gerektirmiştir.
  3. Cinsel Temizlikte Guslün Vücûbu: Şa‘rânî’nin külliyatında, Şeyh-i Ekber’den (İbn Arabi) naklen, henüz bir yaşına yaklaşan kızı Zeyneb’e sorulan fıkhî bir mesele nakledilmiştir: "Eşine yaklaşıp da kendisinden inzal (boşalma) vâki olmayan bir adam hakkında ne dersin?" Yavrucağın hemen: "Gusletmesi lazımdır" diye cevap verdiği belirtilmiştir. Bu, cinsel ilişki (vaty) sonucu guslün, yalnızca meninin gelmesi şartına bağlanmadığına dair fıkhî bir görüşü yansıtır.

II. Evlilik, Aile Hukuku ve Cinsiyet Üzerine Mânevî Yorumlar

Havvâs Hazretleri, evlilik ve boşanma gibi aile hukukuna dair fıkhî meseleleri dahi, kişinin nefsine olan hâkimiyeti bağlamında değerlendirmiştir:

  1. Hul’ (Bedel Karşılığı Boşanma), Talâk (Boşanma) ve Zıhâr (Karısını Annesine Benzetme) Hükümlerinin Kaynağı: Aliyyül-Havvâs, evlilik hayatındaki husumet ve boşanma durumlarının (Hul‘, Talâk, Recâ, Îlâ ve Zıhâr gibi fıkhî konular), kişinin aşırı yemesi ve şımarmasıyla (batrul helâl) doğrudan bağlantılı olduğunu öne sürmüştür. Helal şeylerle bile doyduğu ve şımardığı zaman, kişinin âzaları acıkır; husumet ve günaha dalar. Bu durumda, kişi eşine sıkıntı verir, câriye ve kumalarla haksızlık eder, bu da kadını hul’ (boşanma) talep etmeye sevk eder. Koca ise şımarıklıkla karısından ayrılır, hatta zıhâr (büyük günah sayılan bir ayrılma türü) yapar. Yani Havvâs Hazretleri'ne göre, bu fıkhî hükümlere yol açan cinsel ve ailevi sorunların kökeninde, maddî doyumun getirdiği ahlâkî gevşeklik yatmaktadır.
  2. Câriye ile Nikâh Hükmü: Genel bir tasavvufî prensip olarak, câriye (kadın köle) ile nikâhlanmanın ancak güç bulamayanlar (el-avl, yani yoksulluk) için olduğu belirtilmiş; bunun her hak meselesinde yoksulluk gerektirmeyen nadir hükümlerden olduğu ifade edilmiştir.
  3. Hac İhramında Kadın ve Erkek Ayrımı: Hac ibadetinde erkeklerin dikilmiş ihrama bürünmesinin haram kılınmasının (kadınlara haram kılınmaz) hikmeti, teşbih (benzerlik) meselesiyle açıklanmıştır. Erkek "basitlere daha yakın" iken, kadın "muhakkak bir bileşikten (erkekten) meydana getirildiği" için basitlerden uzaklaşmıştır. Bu ayrım, Havvâs’ın, hükümlerde cinsiyetin mânevî ve ontolojik (varoluşsal) temellerini aradığını gösterir.

III. Şehvetin Esareti ve Nefs Mücadelesi Üzerine Öğütler

Havvâs Hazretleri, müridlerini nefsin şehvetinden ve dünya meylinden uzak durmaya teşvik etmiştir.

  1. Şiblî’nin (rh.a) İbretlik Vakası: Şa‘rânî külliyatında nakledilen ve nefs terbiyesinde mihenk taşı kabul edilen bir hikaye, Havvâs’ın bu konudaki hassasiyetini gösterir: İmam Şiblî Hazretleri’nin, bir kancık (dişi) eşeği gördüğünde, nefsine hâkim olamayacağını anlayarak müslümanlardan yardım istediği ve "Ey müslümanlar, çabuk bana yetişin ve bu kancık eşeği benden uzaklaştırın... Çünkü ben, nefsimin zaafını anladım" dediği anlatılır. Bu olay üzerine Havvâs (veya Hanefi Hazretleri): “Şimdi... Şiblî'nin bir kancık eşeğe karşı durumu bu olunca... Peki, güzel yüzlü bir insana karşı nasıl olur?” diye sormuştur. Bu hikayeden ders alan iki genç, birlikte kalmaktan vazgeçmiş, ayrılmışlardır. Bu olay, Havvâs'ın, insanın şehvet karşısındaki zayıflığını kabul etmesi ve nefsi tehlikeli durumlardan tamamen izole etmesi gerektiğini vurguladığını gösterir.
  2. Maddî Mekândan Kaçışın Hikmeti: Havvâs Hazretleri, ruhun özgürleşmesi için şehvetten azade olmanın önemini belirtmiştir: “Şehvetin esaretinden kurtulmuş olarak kamıştan bir evde oturman, büyük bir köşkte sevgilinden hicaplı (perdeli) olarak hapis hayatı yaşamandan daha hayırlıdır”. Bu, dünyevî zenginliğin ve rahatlığın, mânevî huzur ve mahremiyetin (şehvetten uzak olmanın) yerini tutamayacağı anlamına gelmektedir.

Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî’nin (rh.a) Mânevî ve Fıkhî Tecrübelerinde Zuhur Eden Üzüntü Kaynakları, İlmî Çelişkiler ve Nefs Muhasebeleri:

İmam Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî’nin hayatı ve mânevî yolculuğu (sülûk), bilhassa üstadı Aliyyül-Havvâs’ın (k.s.) rehberliğinde (önceki yazılarımızda bu ilişkinin on yıl sürdüğünü belirtmiştik) şekillenmiştir. Şa‘rânî, eserlerinde zâhir ve bâtın ilimleri arasındaki uzlaşmazlıkları giderme gayreti güderken, kişisel yaşamında da hem büyük manevi lütuflara mazhar olmuş hem de birtakım hayret verici hadiseler ve pişmanlık gerektiren durumlarla karşılaşmıştır.

Aşağıda, kaynaklarda zikredilen, İmam Şa‘rânî’yi etkileyen veya onun hayatında dönüm noktası teşkil eden olaylar, ilmî çelişkiler ve nefs muhasebeleri (pişmanlıkları) sunulmuştur:

I. Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî’yi Üzen ve Hayrete Düşüren Olaylar

Şa‘rânî’nin yaşadığı üzüntü veya hayretin ana kaynağı, genellikle kendisi veya etrafındaki âlimler hakkında ortaya çıkan manevî sırlara dair meseleler veya zâhir ulemasıyla yaşadığı ihtilaflardır.

  1. Peygamberi (salla’llâhu aleyhi ve sellem) Görememe ve Sırrı İfşa Etme Pişmanlığı (En Büyük Üzüntü Kaynağı): Şa‘rânî’nin manevî hayatında derin bir üzüntüye neden olan başlıca olay, Hz. Peygamber’i (salla'llâhu aleyhi ve sellem) rüyasında veya uyanık halde görme makamından perdelenmesidir (hicap). Bir ihvanına (kardeşine), gördüğü rüyalardan bazı sırları anlattıktan sonra, Efendimiz (salla'llâhu aleyhi ve sellem) kendisine şöyle buyurmuştur: “Sen, bizi görmeye ehil değilsin artık. Çünkü, sırlarımızı insanlara açıklıyorsun”. Bu durum karşısında Şa‘rânî hemen tövbekâr olmuş ve bu tövbeden sonra Hz. Peygamber’i (salla'llâhu aleyhi ve sellem) tekrar görmeye başlamıştır. Bu hadise, mânevî sırlara riayet etmemenin (edep eksikliği) Şa‘rânî için ne denli büyük bir üzüntü ve pişmanlık kaynağı olduğunu göstermektedir.
  2. Şeyhülislâm Lekânî ile Yaşanan Uyuşmazlık ve Kerametle İspat: Şeyhülislâm Nasîruddîn Lekânî’nin (Mâlikî fıkıh âlimlerinden) Şa‘rânî hakkındaki yalan ve iftiralara inanması, onu üzmüş olmalıdır. Şa‘rânî, bu durumu düzeltmek için Lekânî’den Kâsım Abdürrahmân’ın yazdığı, Mâlikî fıkhına ait Müdevvene adlı birkaç ciltlik eseri emanet istemiştir. Lekânî’nin talebesi, kitabı gece Şa‘rânî’nin evine getirmiş, ancak Şa‘rânî’nin sabaha kadar kendisiyle sohbet ve ibadetle meşgul olduğunu görmüş, kitaba hiç bakmadığını düşünmüştür. Talebe, kitabı geri götürdüğünde, Şeyhülislâm sayfaların kenarlarında Şa‘rânî’nin kendi el yazısıyla yazılmış lüzumlu açıklamalar ve kayıtlar olduğunu görmüş ve hayretten aklı karışmıştır. Bu olay, Lekânî’yi tövbe ve istiğfara sevk etmiş, Şa‘rânî’nin merhametini ve kerametini ortaya koymuştur.
  3. İlmî Hayretler ve Mânevî İrkilmeler: Şa‘rânî, tasavvuf yolunda ilerlemesini sağlayan, ancak geleneksel ilimlerle kolayca açıklanamayan durumları araştırmıştır:
    • Dedeler Meselesi: Kâbe’yi tavaf ederken tanımadığı bir toplulukla karşılaşmış, onlardan birisi kendisine 40.000 seneden fazla ölen ilk atalarından biri olduğunu söylemiştir. Şa‘rânî, Âdem’in (a.s.) bu kadar yaşının olmadığını belirtince, dedesi ona "Hangi Âdem’den bahsediyorsun, sana yakın olandan mı yoksa başkasını mı?" diye sormuş ve Şa‘rânî, Hz. Peygamber’den (salla’llâhu aleyhi ve sellem) rivayet edilen "Allah yüz bin Âdem yaratmıştır" hadisini hatırlayarak bu durumu hayretle (şaşkınlıkla) karşılamış ve meseleyi meçhul olarak kabul etmiştir.
    • Keşfin Sınırları: Şa‘rânî, Hz. Ali bin Vefa’nın sözünde geçen İhsân makamının ötesindeki İkan makamını (kesin bilgi makamı) görmüş olmasını, başka hiçbir kimseden duymadığı için merak konusu yapmış ve eserine not etmiştir.

II. Şeyhin Kitap Konusunda Uyarıları

Şa‘rânî’nin, üstadı Aliyyül-Havvâs’ın kitaplar hakkındaki uyarısına rağmen telif faaliyetine devam etmesi meselesi, kaynaklarda dikkatle incelenmelidir:

  1. Şeyhin Uyarısı (İtaat): Şa‘rânî’nin üstadı Ali el-Havvâs el-Burullusî ile bağlantıya geçtiğinde, Havvâs Hazretleri ondan tüm kitaplarını satmasını ve parasını fakirlere tasadduk etmesini (sadaka olarak dağıtmasını) istemiştir. Şa‘rânî bu emri tereddütsüz yerine getirmiştir. Bu emir, Şa‘rânî’nin mânevî yolculuğunda (sülûk) maddî ve ilmî bağlılıklardan arınmasını sağlamayı amaçlayan bir imtihan (imtihan/terbiye) olarak görülmektedir.
  2. Telif Faaliyetine Devam Etme Gerekçesi: Kaynaklar, Aliyyül-Havvâs’ın, Şa‘rânî’ye gelecekte yeni kitap yazmayı yasakladığına dair açık bir ifade sunmamaktadır. Aksine, Şa‘rânî'nin telif faaliyeti, üstadının terbiyesinden sonra, Şeriatın hakikatine keşf yoluyla ulaşmasının bir neticesi olarak görülür.
    • İlmî Veraset (Mirasçılık) ve Vâcib Olan Sorumluluk: Şa‘rânî, Mîzânü’l-Kübrâ gibi eserlerini, Hızır (a.s.)’dan aldığı ilim, iman ve teslimiyet temelleri üzerine, ve bilhassa üstadı Aliyyül-Havvâs’ın elindeki sülük ile elde ettiği zevk, keşf ve yakîn (kesin bilgi) ile şeriatın menbaına erişerek yazdığını ifade eder.
    • Müceddidlik Rolü: Şa‘rânî, mezheplerin ihtilaflarını uzlaştıran bu Mîzân (denge/terazi) teorisiyle yeni bir çığır açtığı ve kendisinin bir müceddid (yenileyici) olarak kabul edildiği belirtilmektedir. Onun eserleri, sûfîlerin ve fakihlerin görüşlerini uzlaştırma çabası üzerine kurulmuştur.
    • Tevhide Hizmet: Eserlerinde, Hazret-i Kur’ân ve hazinelerinden başka hiçbir şeyin dile getirilmediğini ve bunların Hakk’ın sohbet meclislerinden çıkmamak gayesine matuf olduğunu vurgular.

Dolayısıyla, Şa‘rânî’nin mevcut dünyevi ve nefsanî bağlılıklardan kurtulmak için istenen kitapları satma emri ile çelişmez; bilakis, yeni kazandığı manevi ilimlerin (ledünnî ilimler) ve ilmî sorumluluğun bir gereği olarak, yazma faaliyetine devam etmiştir.

III. Pişmanlıkları ve Nefs Muhasebeleri

Şa‘rânî, pişmanlıklarını (tövbe) ve nefs muhasebelerini genellikle nefsini terbiye etmek (mücâhede) ve manevi makamından sapmamak amacıyla yapmıştır.

  1. Sır İfşası Nedeniyle Tövbe: Yukarıda değinildiği gibi, Hz. Peygamber’i (salla’llâhu aleyhi ve sellem) görmekten perdelenmesi üzerine hemen tövbe ederek hatasını düzeltmiştir. Bu, onun manevi hayatındaki en belirgin pişmanlık ve nefs muhasebesi örneğidir.
  2. Nefsi Terbiye Yoluyla Mücâhede: Şa‘rânî, pişmanlıklarını anlık hatalarla sınırlamaz; tüm yaşamını bir nefs mücâhedesi (çalışma/savaş) olarak görmüştür:
    • Uykusuzluk ve İbadet: Nefsini terbiye etmek için senelerce mücâhede ettiğini; yalnız kaldığı zaman odasının tavanına bir ip bağlayıp halkasını boynuna takarak ibadet ettiğini, uykusu geldiğinde ipin uykuya engel olduğunu ve mecburen ibadete devam ettiğini anlatır.
    • Vera’ (Titizlik) Ölçüsü: Vera’da öyle bir mertebeye geldiğini ki, makamına uygun olmayan helal yiyecek bulamadığı zaman, kuru toprak yediğini belirtmiştir.
  3. İmamların Hükmüne Karşı Edep: Şa‘rânî, büyük din imamlarına karşı edep (terbiye) konusunda aşırı hassasiyet göstermiştir. Bir Şafiî talebenin İmam Ebû Hanîfe’yi reddeden bir hadis olduğunu söylemesi üzerine Şa‘rânî’nin üstadı Aliyyül-Havvâs: “Allahü teâlâ böyle dediğin için dilini kessin. Senin için edeb, İmam bu hadîse belki muttali’ olmadı demektir” buyurmuştur. Şa‘rânî bu tür olayları aktararak, âlimlere karşı saygıda en ufak bir kusur dahi bulunmasının büyük bir tehlike olduğunu ve bunun bir pişmanlık sebebi sayılması gerektiğini ima etmiştir. Hatta, Hanefi âlimlerini inkâr eden bir talebenin düşüp kemiğinin kırılması üzerine, Şa‘rânî’nin İmam-ı A‘zam’ın mezhebindeki âlimlere edebinden dolayı onu ziyaret etmediği bile nakledilmiştir.
  4. Haksız Kazançtan Uzak Durma: Şa‘rânî, vali konaklarının ve sultanın adamlarının konaklarının gölgesinden geçmez, yolunu değiştirirdi. Bu, haramlardan şiddetle kaçınmakla kalmayıp, şüpheli (hilâf-ı evlâ) durumlardan dahi nefsini arındırma gayretinin bir sonucudur.

Kaynakça

Anonim. (t.y.). ABDUeLVEHHAB_SARANi.pdf. [1–8]. Anonim. (t.y.). ALİ HAVVÂS [Havas] kuddise sırruhu.pdf. [9–16]. Anonim. (t.y.). Kibriti Ahmer.pdf. [17–55]. Anonim. (t.y.). KİBRİT AHMER.pdf. [56–88]. Anonim. (t.y.). elyevakit Cilt 2.pdf. [89–121]. Anonim. (t.y.). elyevakit vel cevahir1.pdf. [122–169]. Anonim. (t.y.). mizanül kübra tüm.pdf. [171–252]. Anonim. (t.y.). İmam Şarani _ Evliyalar ansiklopedisi 3_ Tabakat_ül Kübra.pdf. [253–491].

 

Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî Külliyatında İblîs ve Şeytanın Hileleri (Deceptions) Üzerine Bir İnceleme: Mânevî Sülûk ve Kelâmî Boyutlar

Muhterem İmam Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî (rh.a), başta Kibrît-i Ahmer olmak üzere, eserlerinde mânevî yolculuğun (sülûk) önündeki en büyük engellerden biri olan İblîs'in   ve cin taifesinden olan şeytanların hileleri (aldatmaları) ve düşmanlıklarının (fitne) mahiyetini, hem kelâmî (teolojik) hem de tasavvufî (mistik) açılardan detaylıca incelemiştir. Şa‘rânî'nin kaydettiği bu konular, sâlikin (yolcu) nefs terbiyesindeki zaafiyetlerini ve bu zaafları kullanan şeytanın stratejilerini ortaya koymaktadır.

Daha önceki yazılarımızda Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî’nin manevi terbiyesinde keşif ve yakîn ilimlerinin önemine değinmiş ve büyük âriflerin sırlara vâkıf olduğunu belirtmiştik. Şeytanın hileleri de, bu keşif ehlinin müşahedeleriyle açıklığa kavuşmuştur.

I. İblîs’in Düşmanlığının (Adâvet) Ontolojik (Varoluşsal) Mahiyeti

Şeyhu’l-Ekber (İbnü’l-Arabî), Şa‘rânî tarafından aktarılan sözlerinde, İblîs’in Âdemoğullarına yönelik düşmanlığının kökenini ve şiddetini, yaratılışın temel unsurlarına bağlamaktadır:

  1. Düşmanlığın Şiddeti ve Kaynağı: İblîs’in, Âdemoğullarına karşı duyduğu düşmanlık, bizzat babaları Âdem’e (a.s.) olan düşmanlığından daha fazladır.
  2. Yaratılış Zıtlığı (Su ve Ateş): Bu düşmanlığın temelinde, Âdemoğullarının sudan yaratılmış olması yatmaktadır, zira su ateşe zıttır. İblîs ise ateşten yaratılmıştır. Hz. Âdem’e (a.s.) gelince; hem Âdem’i hem de İblîs’i toprakta var olan kuraklık (yübs) birleştirmiştir. Bu sebeple çocuklar (Âdemoğulları), İblîs’i kendilerine her yönden zıt (zıd) gördükleri için ona olan düşmanlıkları babalarının düşmanlığından daha zorlu ve fazladır.
  3. İblîs’in Yüksek İrade Mertebesi: İlahi kudret karşısında Şeytan’ın hilesi (mizanı) zayıf olsa da, insanlara göre o gerçekten güçlüdür. Zira Şeytan, bütün âlemi kahredecek bir irade mertebesindedir. Bu durum, ondan korunma gerekliliğini artırmaktadır. İblîs, Âdem ve zürriyeti için asla hayır dilemez.

II. Şeytanî Hilelerin ve Aldatmaların (Telbîs) Alanları

Şeytan, insanı Hak’tan saptırmak için farklı mertebelerde hileler kullanır; bunlar arasında itikadî saptırmalar ve nefsânî vesveseler öne çıkar.

  1. İtikadî Telbîs (Saptırma) ve Genel Tevhid Makamı: Şeytanın en tehlikeli hilesi, kulun inancını bozmaya yönelik olan aldatmadır. Günah ve mâsiyetlerde (günahlarda) Allah’ın rızâsı (razı olması) olduğuna inananların (fenâlıklardan Hakk’ın razı olduğuna inananların) çoğunluğu, genel tevhid makamının sahipleridir (Vahdet-i mevcutçular/varlık birliği savunucuları). Bu kişiler, kâmil bir mürşid (yol gösterici) rehberliği olmadan kendi zanlarına kapılırlar ve Şeriat’ın (dini kanunun) men ettiği şeyleri, Hak Teâlâ tarafından gelen bir emirle kendilerine mübah (izinli) kılındığını sanırlar. Şa‘rânî, bunu açıkça "küfür ve aldatmadır (telbîstir)" olarak niteler, zira Allah’ın peygamberlerinin diliyle men ettiği şeyleri, onların ardından hiçbir ümmet ferdine asla mübah kılmayacağını belirtir.
  2. Şehvet ve Günah Alanındaki Tahrik (Tahriç): Şehvet (lezzet alma isteği) esas alındığında, zânî (zina eden) şehvet duyduğu şeyi, irade ederek değil, zorlanarak ister ve iştahı kabardığı için bu eylemi yapar. Şeytan, velinin kalbine vesvese (ilhâk) verir ve kulak vererek onun karmakarışık olmasını arzular. Nefis, şeytanın bir çocuğu sayılır, ıslah edilmezse köpek misali saldırgan ve yırtıcı olur; tadı bozuk bir varlık olduğu için girdiği yeri bozar.
  3. Ceza ve Had (Hukukî Ceza) Konusundaki Saptırma: Şeyh-i Ekber’e göre, bir hâkimin cezalıya haddi/cezayı uyguladığı için mutlaka sevinmesi gerekir. Çünkü bu cezanın uygulanması, onu âhiretteki soruşturmadan (muahezeden) kurtarır. Bu, şeytanın, dünyevî cezayı bir hakaret gibi gösterip kulun tövbeden uzak durmasını sağlama hilesine karşı bir duruştur.

III. Şeytanın Hilelerine Karşı Korunma Yolları ve İbretlik Vakıalar (Yaşanmış Olaylar)

Şa‘rânî, eserlerinde şeytanî hilelerden korunmanın yolunun, mânevî rehberliğe (üstad) tam bağlılık, edep ve Allah’ın câmî (kapsayıcı) ismine sığınmaktan geçtiğini vurgular.

  1. Kâmil Şeyhe İtaat ve Şeytanın Etkisizleştirilmesi: Kâmil bir üstadın (şeyh) hüküm ve telkini altında bulunan mürid, şeytanın vesveselerine karşı korunur. Müridin, bu konularda şeyhinin hüküm ve tavsiyelerine tâbi olması gerekir. Şeyhi olmayan kimsenin, kendisini sapıtanlarla sohbet etmesindeki vebâli yalnızca kendisi yüklenir.
  2. Câmî İsim İle Sığınma (İstiâze): Şeytanın hilesine karşı sığınma emri, zayıf hilesi nedeniyle başkasına değil, tüm ferî (tali) isimlerin aksine, huzura gelmesini men edecek olan câmî (tüm esmayı kapsayan) isim olan Allah iledir. Cinler, Allah’ın ismini duyduğu an uzaklaşır.
  3. Mücâhede ve İmtihan (Sınama): Allah, kullarını görevlendirdiği şeyle imtihan eder. Kulu ameli yaptıktan sonra, amelin Hakkın dediğiyle mi yoksa dışında mı yapıldığını imtihan eder.
  4. İlginç Tarihî Vakıa: Şa‘rânî ve Keçi Kılığındaki Cin: Şa‘rânî, cinlerle yaşadığı ilginç olayları anlatırken, cinlerin insanlara karşı olan düşmanlığını ve hilelerini tecrübe etmiştir: Bir zamanlar evine cinlerden biri gelmeye başlamış ve Şa‘rânî, Allah’ın ismini söylediğinde cin hemen uzaklaşmıştır.
    • Keçi Kılığı Hilesi: Kıtlık olduğu günlerde evine yerleşen cinlerden biri, keçi kılığına girerek geceleri odaya girer, lambayı söndürür ve gürültü çıkarırdı. Çocukların korkması üzerine Şa‘rânî, bir gece sedirin altına saklanarak cini yakalamıştır. Cin, tövbe etmiş ve bir daha gelmeyeceğine söz vermiştir. Şa‘rânî ayağını bırakmadığında, cinin ayağı elinde incelmiş, bir kıl inceliğini aldıktan sonra avucundan çekilip gitmiştir. Bu olay, şeytanın hilelerinin maddi âlemde dahi nasıl tezahür edebileceğine dair somut bir örnek sunmaktadır.

Kaynakça

Anonim. (t.y.). ABDUeLVEHHAB_SARANi.pdf. [1–3]. Anonim. (t.y.). Kibriti Ahmer.pdf. [17–48]. Anonim. (t.y.). KİBRİT AHMER.pdf. [55–79]. Anonim. (t.y.). elyevakit Cilt 2.pdf. [87–112]. Anonim. (t.y.). elyevakit vel cevahir1.pdf. [113–152]. Anonim. (t.y.). mizanül kübra tüm.pdf. [155–230]. Anonim. (t.y.). İmam Şarani _ Evliyalar ansiklopedisi 3_ Tabakat_ül Kübra.pdf. [231–526]. (APA).

 

Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî (rh.a) Külliyatında Sihir (Magic), Şeytanî Hileler ve Mânevî Korunma Yolları Üzerine Görüşler

Muhterem İmam Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî’nin (rh.a) eserleri, mânevî ilimlerin (tasavvuf) ve zâhirî fıkhın derinliklerini birleştirmesiyle meşhurdur. Şa‘rânî, şeytanın ve cinlerin aldatmacaları (telbîs) ile sihir (büyü) gibi mesâile karşı, hem itikadî hem de amelî korunma yollarını detaylıca ele almıştır. Onun bu konulara yaklaşımı, bilhassa üstadı Aliyyül-Havvâs’ın (k.s.) keşif (içgörü) ve yakîn (kesin bilgi) temelli öğretileriyle şekillenmiştir.

Aşağıda, kaynaklarda geçen sihir, cinler, okunacak dualar (okuma) ve korunma yollarına dair görüşlerin dökümü sunulmuştur:

I. Sihir ve Büyünün Fıkhî ve Kelâmî Hükmü

Şa‘rânî, sihir ve büyü meselesini tartışırken, mezhep imamlarının görüş ayrılıklarını, hükmün şiddeti (teşdîd) ve hafifliği (tahfîf) bağlamında ele almıştır.

  1. Sihrin Mahiyeti ve İtikadî Tehlikesi: Sihrin (büyünün) içeriğinde küfür (imansızlık) bulunduğu ifade edilmiştir. Kendisini sihir üzerine belirleyen kâfir ruhlar, İslam dininden çıktıkları zaman bu eyleme icabet ederler. Şa‘rânî, "Başkasına sihir yapan kâfirdir" diyen kimsenin, sihrin içeriğinde küfür olduğu için bunu kastetmiş olduğunu belirtir. Kelâmî açıdan tehlikeli olan bir diğer husus, küfrü mûcib (küfrü gerektiren) sözler sarf etmektir. Örneğin, Bâbil halkının yedi seyyâreye (gezegenlere) yaklaşma ve onların, kendilerinden isteneni yapacaklarına dair sözler söylemesi kâfir yapar. Aynı şekilde, sihrin mubah (izinli) olduğuna inanmak da küfrü gerektirir.
  2. Büyü ve Cezası Hakkındaki İhtilâf (Mîzân Perspektifi): Büyünün gerçek olup olmadığı konusunda İmamlar arasında ihtilâf vardır:
    • Gerçekliğine İnananlar (Müşedded Hüküm): İmam Mâlik, İmam Şafiî ve İmam Ahmed bin Hanbel, büyünün gerçek (vâki‘) olduğuna inanırlar.
    • Gerçekliğine İnanmayanlar (Muhâffef Hüküm): İmam Ebû Hanîfe ise büyünün gerçek olmadığını ve cisimlere te’sirinin (etkisinin) bulunmadığını buyurmuştur. Şafiî âlimlerinden Ebû Ca’fer Esterâbâdî de bu görüşe katılmıştır.
    • Cezası: İmam Mâlik ve Ahmed bin Hanbel, büyü öğrenenin ve kullananın öldürülmesini (katlini) vâcib görmüşlerdir (teşdîd). Eğer büyü, birisini öldürürse, üç imam (Mâlik, Şafiî, Ahmed) büyücünün öldürüleceğini söylemişlerdir. Ebû Hanîfe’ye göre ise, büyücü sadece bir sihirle öldürmekle katledilmez; ancak bu durum tekrar ederse öldürülür.
  3. Hz. Musa (a.s) ve Sihirle Mücadele: Hz. Mûsâ’nın (a.s) asası yılan şekline dönüştüğünde korkmasının sebebi, sihirbazlara bunun kendisinin sihri olmadığını bildirmek içindir. Zira bir kimse, hakikatte hakikat olmadığını bildiği kendi fiilinden (sihrinden) korkmaz.

II. Şeytanî Telbîs (Aldatma) ve Vesveseler

Şeytanın hileleri yalnızca büyü yapmakla sınırlı değildir; itikad ve amel sahasında da aldatmacalar (telbîs) kullanır.

  1. Günahlarda Rızâya Düşme Hilesi: Şa‘rânî’ye göre, günah ve mâsiyetlerde (itaatsizliklerde) Hak Teâlâ’nın rızası (razı olması) olduğuna inananların (vahdet-i mevcutçular) ekserisi (çoğunluğu), kâmil bir mürşid (yol gösterici) olmadan kendi zanlarına (varsayımlarına) kapılırlar. Bu durumun, Hak Teâlâ’nın, peygamberlerinin lisanı (dili) ile menettiği şeyleri asla mübah kılmayacağı gerçeği karşısında, açık bir "küfür ve telbîs" (aldatma) olduğunu vurgular.
  2. Müridlerin Zaafı ve Şeyh Zayıflığı: Müridin kâmil bir üstadın hükmü ve telkini altında bulunması halinde şeytanın vesveselerine karşı korunacağı belirtilir. Şeyhi olmayan kimsenin, kendisini sapıtanlarla sohbet etmesindeki vebâli (sorumluluğu) yalnızca kendisi yüklenir. Aynı zamanda, Allah’ın câmî (kapsayıcı) ismi ile sığınmanın (istiâze), şeytanın hilesinin zayıf olması sebebiyle, huzura gelmesini men edecek en etkili yöntem olduğu belirtilir.

III. Cinler, Korunma ve Okuma Üzerine Görüşler

Şa‘rânî, cinlerin varlığını kabul etmekle birlikte, onlardan korunmanın duâlar, Kur’an tilaveti ve edebe riayetle mümkün olduğunu, cinlerle oturmanın ise sakıncalı olduğunu ifade eder.

  1. Cinlerle İlişkiler ve Korunma Yöntemleri (Yaşanmış Olay): Şa‘rânî, cinlerle yaşadığı hadiseleri, okunacak duâları zamânında okumaları için insanlara öğüt vermek maksadıyla anlattığını belirtmiştir.
    • Keçi Kılığı: Kıtlık günlerinde evine yerleşen cinlerden birinin keçi kılığına girerek gürültü çıkardığı ve lâmbayı söndürdüğü, çocukları korkuttuğu anlatılır. Şa‘rânî onu yakaladığında, cin tövbe etmiş, ancak Şa‘rânî ayağını bırakmayınca cin, bir kıl inceliği alıp avcundan çekilip gitmiştir.
    • Allah İsmi ve Cin: Cin kendisine yaklaştığında vücudundaki kıllar diken diken olurdu, ama Allahü teâlânın ismini söylemeye başladığı an cin derhal uzaklaşırdı.
    • Turunç Kokusu Hilesi: Cin tayfası, turunç (bir tür narenciye) kokusuna tahammül edemez ve kokunun bulunduğu yere gelmezlerdi.
  2. Cinlerle Oturmanın Mekruh (Kötü) Oluşu: Şa‘rânî, ruhanî âlimlerden dahi olsa, cinlerle oturmayı tercih eden kimsenin cahil olduğunu belirtir. Cinlerin galip özelliğinin boş işlerle meşgul olmalarıdır. Cinlerin aslı ateş olduğu için, akıl sahibi kimse fâsıklardan kaçtığı gibi cinlerden de kaçar, zira cinler kendileriyle oturana, insanlardan daha şiddetli fitne (imtihan) kaynağıdır.
  3. Okuma ve Ruhaniyet: Kur’ân-ı Kerîm okumanın (kıraat), gıybetten (dedikodudan), nemîmeden (koğuculuktan), haram ve şüphelileri yemekten temizlenmiş bir dille yapılması gerektiği hususunda edebe vurgu yapılır. Şa‘rânî, rüyanın peygamberliğin bir parçası (vahyin başlangıcı) olduğunu belirtir ve Hz. Peygamber’in (salla’llâhu aleyhi ve sellem) ümmetine rüyayı ispat etmesini sevdiğini aktarır.

IV. Muska ve Mânevî Korunma

Kaynaklarda doğrudan "muska" kelimesi geçmemekle birlikte, korunma duâları (okuma) ve mânevî temizlik (taharet) vurgulanmıştır.

  1. Dua ve Sığınma: Peygamberlerin bile ölülerin fitnesinden Allah’a sığındıkları, bunun kulluklarının bir gereği olduğu ve acziyetlerini (zayıflıklarını) gösterdiği belirtilir. Şa‘rânî’nin cinlerle yaşadığı tecrübeler, özel duâların okunması yoluyla korunmanın mümkün ve gerekli olduğunu ortaya koyar.
  2. Gizli Sadaka: Gizli sadakanın (hayrın) tanımını yaparken, sadakanın manasını dahi bilmemek ve verilen şeyin ne olduğunu aklına getirip öğrenmek istememenin en kâmil hâl olduğunu ifade eder. Bu, dünyevî hırslardan ve nefsânî arzularla ibadet etme hilesinden (telbîs) korunmanın bir yoludur.

Sonuç:

İmam Şa‘rânî’nin şeytanın hilelerine ve sihre dair görüşleri, sadece sihir ve büyücülük gibi zâhirî suçları değil, aynı zamanda kulun kalbine arız olan itikadî sapmaları (telbîs) da kapsar. Bu tehditlere karşı en temel korunma yolu, kâmil bir mürşidin rehberliği altında (önceki yazılarımızda değinildiği üzere Aliyyül-Havvâs’ın rehberliği gibi), Allah’ın câmî ismi ile sığınmak, Kur’ân ve dualarla mânevî edebe riayet etmek ve nefsânî arzulardan uzak durmaktır.


Kaynakça

Anonim. (t.y.). ABDUeLVEHHAB_SARANi.pdf. [1–6]. Anonim. (t.y.). Kibriti Ahmer.pdf. [13–45]. Anonim. (t.y.). KİBRİT AHMER.pdf. [46–79]. Anonim. (t.y.). elyevakit Cilt 2.pdf. [79–148]. Anonim. (t.y.). elyevakit vel cevahir1.pdf. [148–152]. Anonim. (t.y.). mizanül kübra tüm.pdf. [149–246]. Anonim. (t.y.). İmam Şarani _ Evliyalar ansiklopedisi 3_ Tabakat_ül Kübra.pdf. [253–527]. (APA).

Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî (rh.a) Külliyatında İhramlı Kadının ve Namaz Kılan Kadının Yüzüne Bakmanın Mânevî Hükmü ve Cezâ İlleti: Tasavvufî ve Fıkhî Edep Çerçevesinde Bir Değerlendirme

Muhterem İmam Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî (rh.a), fıkıh ve tasavvufu uzlaştırma çabasında, üstadı Aliyyül-Havvâs (k.s.) ve Şeyh-i Ekber İbnü’l-Arabî’nin (rh.a) görüşlerine dayanarak, zâhirî (dışsal) hükümleri dahi manevî edep ve keşif (içgörü) makamlarıyla ilişkilendirmiştir. Bu bağlamda, bir kişinin Huzûr-i İlâhî’de (İlahî Huzurda) bulunan kadınların yüzüne bakmasının, ciddi bir mânevî sorumluluğu ve cezayı gerektirdiğini açıkça ifade etmiştir.

Bu hassas konuya dair görüşler, kadının belirli ibadetler esnasında ulaştığı yüksek mânevî makamın, diğer müminler için mutlak bir saygı (ta'zîm) gerektirmesinden kaynaklanmaktadır.

I. Namaz Kılan Kadının Yüzüne Bakmanın Hükmü

Şa‘rânî, üstadı Aliyyül-Havvâs’tan (k.s.) naklen, namaz (Salât) kılan bir kadının yüzünün açık olmasının ardındaki derin manevî hikmeti açıklamaktadır:

  1. Kadının Namazdaki Yüksek Makamı: Hür bir kadının namazda yüzünün ve elinin içinin açık (örtüsüz) olmasında, âriflere (ilim ve irfan sahibi olanlara) göre, Allahü Teâlâ için büyük bir ta'zîm (saygı/yüceltme) bulunmaktadır. Bu durum, İmam Şa‘rânî’nin Mîzânü’l-Kübrâ gibi eserlerinde fıkhî ihtilafları uzlaştıran manevî temellerden birini teşkil eder.
  2. Namahrem Bakışının Yasaklanması: Ârifler, kadını namazda, Allahü Teâlâ’nın huzurunda ve korumasında (muhafazasında) bulunan bir varlık olarak görürler. Kadın, tıpkı aslan yuvasındaki bir aslan yavrusu gibidir. Bu kutsal huzur nedeniyle, hiçbir kimsenin, hiçbir şekilde başını kaldırıp ona bakması câiz değildir.
  3. Mânevî Cezaya Müstehak Olma: Bu ilahî edebe riayet etmeyenler, yani Allahü Teâlâ’nın şakî (bahtsız) kıldıkları, bu durumdan gâfil (habersiz) kalırlar, bakarlar ve neticede Allahü Teâlâ’nın cezasına müstehak olurlar. Bu ifade, namaz kılan kadının yüzüne bakmanın, kulun manevî dünyasında büyük bir günah ve ilahi gadaba (öfkeye) yol açan bir hareket olduğunu kesin bir dille belirtmektedir.

II. İhramlı Kadının Yüzüne Bakmanın Hükmü

Hac ibadeti esnasında ihrâm (haccın veya umrenin ifası için girilen özel kutsal hâl) durumundaki kadının yüzünü açması da benzer bir manevî sırrı taşır ve bakmak aynı derecede büyük bir edepsizlik sayılır.

  1. İhram Hâlinin Sırrı: Kadının ihrâmda yüzünü açmasındaki sır da, namazdaki gibidir. Çünkü ihrâmda bulunan kadın, Allahü Teâlâ’nın husûsi huzûrundadır.
  2. Mahcubiyet (Utanç) ve Zül (Alçakgönüllülük) Gerekliliği: İhramlıdan beklenen, alçakgönüllülük (zül), miskinlik ve Hak Teâlâ’dan mahcûbluk (utanma/hâyâ) içinde olması, ceza korkusundan af ve mağfiret dileğini açıkça göstermesidir. Üstad Aliyyül-Havvâs'tan duyulduğuna göre, Hacda kalbinden perdesi açılan kimsenin Rabbinden haya etmesi, utanması ve mahcûbluk duyması zarurîdir.
  3. Edebe Riayetsizlik: Bu makamda, kadının yüzünün açık olması, Allahü Teâlâ’nın koruması altındaki bir yem misâlidir. Allahü Teâlâ’nın koruduğu kimse, o huzuru yüce tutar ve yabancı (nâmahrem) kadının yüzüne, huzurunda bulunduğu Rabbine karşı edebi gözeterek, hiçbir zaman bakmaz. Dolayısıyla, bu kutsal hâlde kadının yüzüne bakmak, Allah’ın huzuruna karşı yapılan en büyük edep ihlallerinden biri olarak kabul edilir.

III. İlmî Netice: Mânevî Cezanın İlleti

Şa‘rânî’nin naklettiği bu iki durumun ortak paydası ve mânevî cezanın (cezaya müstehak olmanın) illeti (gerekçesi), Huzûr-i İlâhî’ye olan saygısızlıktır.

Hem namaz hem de ihrâm, kulun Rabbi ile doğrudan münâcaât (içten konuşma) ve yakınlık (kurbiyet) kurduğu zamanlardır. Kadın, bu ibadetler esnasında Allah’ın husûsî huzûrunda bulunmakla, tıpkı peygamberlerin ve büyük velilerin makamına benzer bir hâl alır. Bu makama saygısızlık eden (yani kadının yüzüne şehvetle veya gâfilce bakan) kişi, namazın ya da haccın getirdiği kutsal ortama ve bu ortamın en değerli varlıklarından birine hürmetsizlik etmiş olur.

Bu ceza, kulun Rabbine karşı olan edep (terbiye) ölçütünü ihlal etmesinden kaynaklanmaktadır. Zira Allah’ın (cc) azabı hak edenler, Hak ile olan huzuru (yakîn) bozacak, kadının mahrem yerlerini hatırlamak gibi dünyevî düşüncelere dalarlar. Şerîatteki hükümlere manevî açıdan bu kadar derin bir anlam yüklenmesi, sâlikin (mânevî yolcunun) her an Allah ile birlikte olma bilincini (ihsan) muhafaza etmesi gerektiğini gösterir.


Kaynakça

Anonim. (t.y.). ALİ HAVVÂS [Havas] kuddise sırruhu.pdf.. Anonim. (t.y.). Kibriti Ahmer.pdf.. Anonim. (t.y.). KİBRİT AHMER.pdf.. Anonim. (t.y.). elyevakit Cilt 2.pdf.. Anonim. (t.y.). elyevakit vel cevahir1.pdf.. Anonim. (t.y.). mizanül kübra tüm.pdf.. Anonim. (t.y.). İmam Şarani _ Evliyalar ansiklopedisi 3_ Tabakat_ül Kübra.pdf.. (APA).

Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî (rh.a) Külliyatında Rüya Görememe veya Mânevî İdrâk Perdelenmesi (Hicap) Üzerine Kelâmî ve Tasavvufî Gerekçeler

Şa‘rânî’nin eserlerinde, rüyanın mahiyeti (nevm) ve mânevî idrâkin önündeki engeller (hicâb/perde) üzerinde durulmaktadır. Kaynaklarda, bazı insanların hiç rüya görememesinin kesin ve maddî nedenleri açıkça listelenmese de, rüyalar aracılığıyla elde edilen keşfî bilginin (zarurî ilim) ve Hak Teâlâ'yı veya Hz. Peygamber’i (salla’llâhu aleyhi ve sellem) görme lütfunun engellenmesine yol açan temel manevî ve fizyolojik engeller (hicaplar) detaylıca izah edilmiştir.

Bu engeller ve perdelenme sebepleri, hem İbnü’l-Arabî’nin kelâmî açıklamaları hem de Şa‘rânî’nin kendi manevî tecrübeleri ile desteklenmiştir.

I. Uykunun (Nevm) Fizyolojik ve Ruhani Mekanizması

Rüya görmenin veya görmemenin temelinde yatan hâl, uykunun tanımında gizlidir. Şa‘rânî’nin aktardığına göre, uyku (nevm), mutlak yokluk (ölüm) anlamına gelmez; sadece duyusal idraklerin (hissî müdrikeler) perdelenmesidir.

  1. Maddî Perdelenme (Buğu): Uykunun meydana gelmesi, ruhun bedenden tamamen ayrılması değil, kişinin canlı kalmasıyla birlikte, buğu (buhar/duman) adı verilen bir engelin, kişinin kuvvetleri ile hissî idrakleri arasına girmesiyle oluşur. Bu durum, bulutun güneş ile yeryüzünün arasına girip ışığı engellemesine benzetilir.
    • Eğer bir kişi hiç rüya görmüyorsa, bu, duyusal idraklerinin tam olarak örtülmesinden sorumlu olan bu buğunun çok yoğun olması veya idrak kuvvetlerinin yeterince latîf (ince/hassas) olmamasından kaynaklanabilir.

II. Mânevî İdrâki Engelleyen Perde ve Hicaplar

Rüya, uykunun ölümün kardeşi olması hasebiyle, manevî âlemle geçici bir temas anıdır. Bu teması engelleyen temel faktörler ise şahsın mânevî kusurları ve edep eksikliğidir.

  1. Sır İfşası (Edebe Riayetsizlik): Şa‘rânî’nin bizzat yaşadığı en büyük üzüntü ve manevî perdelenme sebebi, gördüğü rüyalardan bazı sırları ihvanına (kardeşlerine) açıklamasıdır. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) bu nedenle kendisine: “Sen, bizi görmeye ehil değilsin artık. Çünkü, sırlarımızı insanlara açıklıyorsun” buyurmuştur.
    • Bu durum, mânevî makamlara (rüya yoluyla görme dâhil) ulaşmanın, edinilen sırlara karşı mutlak edebe riayet etmeye bağlı olduğunu ve bu edebi ihlal etmenin cezâsının manevî perdelenme (hicap) olduğunu göstermektedir.
  2. Cehâlet (Bilgisizlik) ve Günahlar: Kalp gözünün (basîret) açılması, Hak Teâlâ’nın nûru ile görme (ferâset) makamına bağlıdır. Bu makama ulaşmanın önündeki en büyük engeller şunlardır:
    • İtikat ve Cehâlet: Kâfirlerin, Rablerini görmemelerinin (veya görseler bile idrak edememelerinin) sebebi, aralarındaki perdenin cehâletleri (bilgisizlikleri) olmasıdır. İlim nûr perdelerini açarken, bilgisizlik zulmet perdelerini oluşturur. Rüya yoluyla dahi olsa Hak Teâlâ’yı idrak etmede başarısız olmak, cehâletin bir sonucudur.
    • Huzûr-i İlâhîden Uzaklaşma (İsyan): Kul, Allah’a isyan ettiğinde, Hak Teâlâ’nın mertebesinden uzak olması sebebiyle, perde onun Hakk’ı müşâhedesine (gözlemlemesine) engel olur. Zina, insanı Allah’ın nurundan uzaklaştıran en büyük perdeler arasında sayılmıştır. Bu manevî kirlilikler, kalbin berraklığını bozar ve rüya yoluyla gelen feyzi engeller.
  3. Dünyevî Meşguliyet ve Nefsin Kirleri: Mânevî aydınlanma (varidat) sadece arınmış kalplere gelir.
    • Kalbin Temizliği: Kalp bir aynaya benzer; ne zaman ki kalp, tabii ve vehmî şeylerden (doğal ve hayali kuruntulardan) temizlenir ve arınır, işte o zaman aydınlık nuru ona çarpar ve gayb âlemi işleri (yani keşfî rüyalar ve vizyonlar) onda görülmeye başlar.
    • Cismani İşlerle Meşguliyet: Kişi, kalbini dünyevi ve cismani şeylerin herhangi biriyle meşgul ederse, özellikle fani ve kıl bitim mahalli olan yerlerin meşgalesinden (cinsel ve dünyevî hazlar) kalbini arıtmazsa, rüya yoluyla gelen saflığı bulamaz.

III. Sülûk (Mânevî Yolculuk) ve İlmî Engeller

Rüya makamından perdelenen kişi, genellikle manevî makamın gerektirdiği sebat ve teslimiyetten de uzak düşer.

  1. Varidatın Engellenmesi: Bir kişiye ilahi varidat (mânevî aydınlanma) geliyor ise, bu o kişinin özünde saklıydı ve zamanı gelince zuhur etti demektir. Eğer bir kimse elde edemediği şeyi inkâr ederse, elde etmiş olduğu şeyin bereketinden mahrum kalır. Bu, rüya gibi manevî kanallardan gelen bilgiyi de kapsar.
  2. İddia ve Nefsâniyet: Mânevî yolda (tarikatta), iddia makamında bulunan kimse imtihana tâbi tutulur ve imtihanı iddiası kadar ağır olur. Rüya ve manevî vizyonları kendi nefsine bağlamak ve bunlarla övünmek, perdelenmeye yol açan bir nefsaniyet göstergesidir.

Sonuç olarak, bir kişinin rüya görememesinin veya rüyalarından fayda sağlayamamasının ana engelleri, fizyolojik sebeplere ek olarak; manevî alandaki edep eksikliği (sır ifşası), itikadî cehâlet, günahlar ile perdelenen kalp ve kalbin dünyevî meşgalelerle temizlenmemiş olmasıdır. Kâmil bir manevî idrâk için kalp, bütün yabancı (ağyâr) düşüncelerden arınmış olmalıdır.


Kaynakça

Anonim. (t.y.). ABDUeLVEHHAB_SARANi.pdf.. Anonim. (t.y.). Kibriti Ahmer.pdf.. Anonim. (t.y.). KİBRİT AHMER.pdf.. Anonim. (t.y.). elyevakit Cilt 2.pdf.. Anonim. (t.y.). elyevakit vel cevahir1.pdf.. Anonim. (t.y.). İmam Şarani _ Evliyalar ansiklopedisi 3_ Tabakat_ül Kübra.pdf.. (APA).

 

Şeyh Aliyyül-Havvâs el-Berlisî’nin (k.s.) Hikmetli Nasihatleri: Dureru’l-Gavvâs alâ Fetâvâ Sîdî Ali el-Havvâs Eserinden Örnekler

Muhterem İmam Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî, üstadı ve mânevî rehberi Seyyid Ali el-Havvâs’ın derinlikli fetvâlarını, görüşlerini ve öğütlerini, ismini bizzat koyduğu eseri Sîdî Ali el-Havvâs’ın Fetvaları Üzerine Dalgıcın İncileri (Dureru’l-Gavvâs alâ Fetâvâ Sîdî Ali el-Havvâs) başta olmak üzere, külliyatının pek çok yerinde kaydetmiştir. Bu nasihatler, zâhirî (dışsal) âdâb, helal kazanç hassasiyeti ve sâlikin (mânevî yolcu) karşılaşacağı zorluklara karşı mânevî korunma yollarını içermektedir.

Aşağıda, kaynaklarda zikredilen ve Havvâs Hazretleri’nin hikmet dolu nasihatlerinden bazıları, ilgili konular çerçevesinde sunulmuştur:

I. Mânevî Terbiye (Sülûk) ve Ahlâkî Temeller

Bu nasihatler, kulun Allah (c.c.) ile olan ilişkisini düzenlemede edeb (terbiye) ve ihlas (samimiyet) kavramlarını merkeze alır.

  1. Edep ve İyi Hâllerin Korunması: Ali Havvâs Hazretleri’nin üzerinde durduğu en temel prensip, edebin korunmasıdır. Bir kişinin, kendisinden ayrılan hâl sahibi bir zâtı küçültücü sözlerle eleştirmesi üzerine, o kişinin bütün iyi hâllerinin kaybolduğunu gördükten sonra şöyle buyurmuştur: "Evlâdım, edeb olmayınca, insanda böyle iyi hâller kalmaz". Bu, dervişler için edebin, mânevî sermayenin korunmasındaki mutlakiyetini göstermektedir.
  2. Dünyalık Arzulara Karşı Tavır: Şa‘rânî'nin kaydettiği üzere, dünyalık istemek için vâlinin (devlet büyüklerinin) kapısına giden Sâlih bir kimseyi "ne kötü" olarak nitelemiş, ancak "başkasının bir işine yardımcı olmak için gitmiş ise, çok iyi bir kimsedir" buyurarak, niyetin önemini vurgulamıştır.
  3. Kâmil Velinin İrâdesi ve Sınırları: Havvâs Hazretleri’nden nakledilen mânevî olgunluğa (kemâl) dair bir nasihat, bir adamın, müridinin "sulbte [baba belinde], yani Elestü bi Rabbiküm gününde nutfe iken intikalinden, cennet veya cehennemde istikrar edinceye kadar (sürede her şeyini) bilmiş olsun" denilmedikçe kendi katlarında kemâle ermeyeceğini belirtir. Bu, irfânî bilginin derinliğini ve kâmil velinin geniş şuurunu ifade eder.

II. Helal Kazanç, Kanaat (Yetinme) ve Dünyadan Beri Olma

Havvâs Hazretleri, zâhirî olarak mütevazı zanaatlarla (önce sabun ve temizlik malzemeleri, sonra zeytin, en son sepet örme) geçimini sağlayan bir zât olarak, kanaate dair güçlü nasihatlerde bulunmuştur:

  1. Kendi Kazancına Güvenme: Gözleri şişmişken dahi sepet örmeye devam ederken, sevenlerinden birinin kendisine para teklif etmesi üzerine parayı reddetmiş ve şöyle demiştir: "Şu hâlimle kendi kazancıma güvenemiyorum, başkasının kazancına nasıl güvenebilirim?". Bu, mânevî bağımsızlığın ve helal rızka olan mutlak güvenin bir dersidir.
  2. Zâlimin Malından Kaçınma: Zâlimlerin ve onlara yardımcı olanların yemeklerini yemez. Onların verdiği paraları kendi ve ailesinin ihtiyacına harcamaz, ancak dul kadınlar, iş yapamayacak yaşlılar ve zor durumda olanlar gibi muhtaçlara taksim edip verirdi.
  3. Terk Edilen Ticarete Dönüş Nasihati: Kumaş ticaretini bırakıp şeyhlik yapmaya başlayan bir zâta nasihati: "Sen ilk san’atına ve işine dön. Zira bu, senin için daha iyi, kalbin için de daha temiz bir iştir". Bu nasihati dinlemeyen zâtın, dünyayı sevmesi ancak ondan mahrum olması için dua etti.

III. İlmî ve Fıkhî Meselelerdeki Tavsiyeler

Havvâs Hazretleri, fıkhî konuları mânevî hakikatler zeminine oturtarak, şerî hükümlere farklı bir perspektiften bakılmasını öğütler.

  1. Abdestte Namahremden Korunma (İtikâf Hükmü): İtikâfın (ibadet amacıyla mescitte kalmanın) şartının, Hak Teâlâ’yı dâima (kalpte) müşâhede ve mülâhaza etmek olduğunu belirtir. Kişi nefsânî arzusuna dönerse bu şart bozulur. Aynı ilke namazda yemenin haram olmasının sebebidir: "Hâlık’ı (Yaratıcıyı) görmekle, nefsini görmek bir yerde toplanamaz". Bu, kişinin beden ve nefis temizliğini koruması gerektiğine dair üst düzey bir nasihattir.
  2. Kur’ân Okuma ve Ecrin Kesinliği: Avamın (halkın), Kur’ân-ı kerîmin mânâsını anlamadan okumaları hakkında sorulduğunda, "Okudukları Kur’ân-ı kerîmin her harfi için onlara on sevâb vardır" buyurmuştur. Bu, genel halkın ibadetine dair büyük bir teşvik ve kolaylaştırma (tahfîf) hükmüdür.
  3. Hüküm Koymada Dikkat ve Tevhid: Ali Havvâs’ın, tevhidin şirkle bir arada bulunmayacağına dair verdiği nasihat, kişinin bütün fiil ve sıfatların aslının kendisine değil, Allah Teâlâ için olduğunu müşahede etmesi gerektiğidir. Bu, riyakârlıktan ve kendini beğenmişlikten (ucb) uzak durmanın temelidir.
  4. Hukukî Hakları İstemede Samimiyet: İnsanlara hakların büyüklüğünü göstermek için, hak sahibine karşı samimi davranmanın önemini vurgular. "Kıyâmet gününde kendilerini mihnet (sıkıntı) altında bırakmamak için hakkımızı istemekle, kendilerine karşı samimî davranmış oluyoruz" demiştir.

IV. Mânevî İdrak ve Çirkin Düşünceler (Vesvese)

Havvâs Hazretleri, mânevî makam sahiplerine dahi gelen çirkin düşünceler (vesvese) hakkında da yol göstermiştir:

  1. Çirkin Düşüncelerin Mahiyeti: "Çirkin düşünceler (kötü vesveseler), halkın aklına geldiği gibi seçkinlerin de aklına gelir mi?" sorusuna karşılık, kâmillerin aklına kendi çirkin düşünceleri gelebileceğini, ancak bu düşüncelerin mahiyetinin farklı olduğunu ima etmiştir.
  2. Nefse Karşı Mücâdele: Şeytanın hilelerinden korunmak için, nefsin tahrik ettiği (harekete geçirdiği) durumlardan sakınmak gerekir. Havvâs Hazretleri, müridini uyararak: "Çünkü mutlak hakikate sahip olsanız bile, onun [nefsin] nefsi harekete geçer ve size karşı gelir. Çünkü nefs harekete geçtiğinde şeytan onu yakalar ve onun sesi olur." Bu durumda, öfkeye kapılmak yerine, kardeşini etkileyenin Şeytan olduğunu görmek ve onu anlamak gerekir.

Bu nasihatler silsilesi, Şa‘rânî'nin eserlerinde merkezi bir yer tutar ve zâhir ile bâtını birleştiren mânevî irfanın rehberliğini sunar.


Kaynakça

Eş-Şa‘rânî, A. (t.y.). ALİ HAVVÂS [Havas] kuddise sırruhu.pdf.. Eş-Şa‘rânî, A. (t.y.). Durar-alGhawas-Fatawa-Ali-Khawas_MaktabaAzhariyya tr.pdf.. Eş-Şa‘rânî, A. (t.y.). Kibriti Ahmer.pdf.. Eş-Şa‘rânî, A. (t.y.). KİBRİT AHMER.pdf.. Eş-Şa‘rânî, A. (t.y.). elyevakit Cilt 2.pdf.. Eş-Şa‘rânî, A. (t.y.). elyevakit vel cevahir1.pdf.. Eş-Şa‘rânî, A. (t.y.). mizanül kübra tüm.pdf.. Eş-Şa‘rânî, A. (t.y.). İmam Şarani _ Evliyalar ansiklopedisi 3_ Tabakat_ül Kübra.pdf..

Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî’nin (rh.a) Külliyatında Kayıtlı Önemli Hikâyeler (Vakıalar) ve Yaşanmış Mânevî Hadiseler

Muhterem Üstadımız Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî’nin eserleri, sadece fıkhî ve kelâmî tartışmaların bir dökümü değil, aynı zamanda kendisinin ve üstadı Şeyh Aliyyül-Havvâs’ın (k.s.) hayatlarında zuhur eden, insanın aklını ve idrâkini zorlayan, ibret verici mânevî ve tarihî hadiselerin (vakıaların) bir kaydıdır. Bu hikâyeler, sâlikin (mânevî yolcu) nefs terbiyesi (mücâhede) ve keşif (içgörü) makamlarının hakikatini gözler önüne sermektedir.

Aşağıda, kaynaklarda geçen ve Şa‘rânî ile diğer büyük zâtların yaşadığı başlıca olayların dökümü sunulmuştur:

I. Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî’nin Kişisel Mücâhede (Nefs Terbiyesi) ve Kerametleri

Şa‘rânî, hayatı boyunca yüksek bir vera‘ (dini hassasiyet) ve şiddetli bir riyâzet (nefsine zorluk yükleme) içinde yaşamıştır:

  1. Yılanların Bulunduğu Türbede Yatış: Bir zamanlar, Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî bir türbede yatmış, türbenin etrafında bulunan halk ise yılan korkusundan oraya yaklaşamamıştır. Halk kendisine bu durumu sorduğunda, "Allahü Teâlâ yılanlara beni sokmaları için ilhâm etmedikçe, onlar beni sokmazlar. Allahü Teâlâ’nın irâdesi olmadan, yılanın bir kimseyi sokması mümkün değildir" buyurmuştur.
  2. Keçi Kılığındaki Cin Vakıası: Şa‘rânî, evine yerleşen cinlerden bir grubun kıtlık olduğu günlerde gürültü çıkardığını ve çocukları korkuttuğunu anlatmıştır. Cinlerden biri keçi kılığına girip lambayı söndürüyordu. Şa‘rânî, bir gece sedirin altına saklanarak önünden geçen bu cini ayağından yakalamış. Cin tövbe ederek bir daha gelmeyeceğine söz vermiştir. Buna rağmen Şa‘rânî ayağını bırakmayınca, cinin ayağı elinde incelmiş, bir kıl inceliğini aldıktan sonra avucundan çekilip gitmiştir. Şa‘rânî, bu tür olayları, insanların okunacak duâları zamanında okuması için anlattığını belirtmiştir.
  3. Uykusuz Kalmak İçin Yapılan Mücâhede: Şa‘rânî, nefsine senelerce mücâhede (nefisle savaş) yüklediğini ifade etmiştir. Halvet (yalnız kalma) odasının tavanına bir ip bağlayıp, halkasını boynuna geçirmiş, böylece uzanıp yatmadığını, uykusu geldiğinde ipin onu ibadete devam etmeye zorladığını anlatmıştır.
  4. Kuru Toprak Yemek Suretiyle Vera’ (Titizlik): Vera’ (dini hassasiyet) konusunda öyle bir mertebeye geldiğini, makamına uygun olmayan helâl yiyecek bulamadığı zaman, kuru toprak yediğini ve bu toprakta et ve sütteki yağlılığı bulduğunu söylemiştir. Bu hususta İbrahim bin Edhem’in de yirmi gün kuru toprak yemekle yetindiği hikâyesini örnek vermiştir.
  5. Hâtibin Kısmetsizlik Hikâyesi (Sosyal Uyuşmazlık Çözümü): Osmanlı padişahı Sultan Selîm Han Mısır’ı fethettiğinde, Cuma namazını Ezher Câmii’nde kıldıran hatîbe yüz altın bağışlamıştır. Bu altını alan hatîb, nöbetini devrettiği arkadaşından izin almıştı. Altını alamayan hatîb söylenmeye başlayınca, Şa‘rânî araya girip ona; "Arkadaşın ilâhî kudretin bir âletidir. Senin böyle söylemen, sopa ile dövülüp de, sopayı vurana değil sopaya kızan adamın hâline benziyor" diyerek onu susturmuştur.

II. Şeyh Aliyyül-Havvâs’ın (k.s.) Olağanüstü Halleri ve Mânevî Darbeleri

  1. Halkın Belasını Yüklenme Hadisesi: Muhammed bin Anan, rüyasında Mısır üzerine büyük bir belâ indiğini görmüş ve durumu Aliyyül-Havvâs’a bildirmiştir. Havvâs Hazretleri, "Müjde haberi yok. Fakat bereket olacağı umulur" demiştir. Bir müddet sonra Canbolat isminde bir muhassıl (vergi görevlisi/subaşı) gelerek Havvâs’ı yakalamış, bağlayıp hakaret etmiş ve elleri bağlı olduğu hâlde Mısır sokaklarında dolaştırmıştır. Muhammed bin Anan, öğle namazından sonra belânın kalktığını görünce, Havvâs’ın bu acıklı hâlini öğrenmiş ve "Allah Teâlâ’ya hamdolsun ki, bu ümmet içerisinde, ümmetin belâ ve musibetlerini yüklenecek olanları da yarattı" diyerek şükür secdesine varmıştır. Bu olay, evliyanın halkın yükünü (musibet) üstlenmesine dair en önemli yaşanmış örneklerden biridir.
  2. Zalimin Ölümü Vakıası: Hanefî Hazretleri’nin (Muhammed b. İnan) davetçi gönderdiği zalim, Hanefî Hazretleri’ne hakaret etmiş, o da parmağını toprağa dürtercesine yere bastırmıştır. Bu olayın peşinden, sultan o zalime öfkelenmiş ve evinin başına yıkılması emrini vermiştir. O vali daha sonra boynu vurularak öldürülmüştür. Bu, velilerin sözünün tesirine dair bir hikâyedir.
  3. Meyve Ağaçlarının Korunması: Havvâs Hazretleri, meyve ağaçları çiçek açtığı zaman onlara zarar verecek bir durum olduğunda, bütün gece uyumaz, gözyaşları dökerek Allah Teâlâ’ya yalvarır ve o zararın kalkması için dua ederdi.
  4. Abdest Suyundaki Günahları Görme Keşfi: Şa‘rânî, üstadının, Ebû Hanîfe’nin (rh.a) müsta‘mel (kullanılmış) suyu necis saymasının sebebini açıkladığını nakleder: Ebû Hanîfe, suya baktığı vakit, abdest alan kişinin günahlarının suyla aktığını görür ve bu suyu pis hissederek onunla temizlenmenin imkânsız olduğunu bilirdi. Havvâs Hazretleri, Allah’ın basîretini açtığı kimsenin, büyük günahların artığı olan suyu, köpek idrarı veya leşinden daha iğrenç gördüğünü belirtmiştir.
  5. Ölümünden Sonra Tabutunun Taşınması: Havvâs Hazretleri vefât ettiğinde, cenaze namazı Kahire’de kılınmış ve şiddetli yağmur yağmıştır. Tabutunun İmâm-ı Şâfiî’nin kabrine yakın bir yere defnedilmesi önerilmiş, ancak kardeşi Efdalüddîn, Şa‘rânî’yi uyararak, "Bu kalabalığa, Hazreti Süleymân’ın emrindeki cinler dahî katılsa bu cenâzeyi denilen yere götüremez" demiştir. O sırada kalabalığın arasından sacları kazınmış güçlü genç kimseler ortaya çıkarak tabutu kapmış ve ilk gömülecek yer olan Fetihler Kapısı dışındaki Şeyh Berekât’ın zaviyesine defnetmiştir.
  6. Kendi Kitaplarını Satma Emri (İlmî Bağlılıktan Arınma): Şa‘rânî, Aliyyül-Havvâs ile bağlantıya geçtiği zaman, üstadı ondan tüm kitaplarını satmasını ve parasını fakirlere sadaka olarak dağıtmasını istemiştir. Şa‘rânî bu emri yerine getirmiş; bu durum, onun mânevî yolda dünyevi ve ilmî bağlılıklardan arınmasının bir göstergesidir (önceki yazılarımızda bu hususa değinilmiştir).

III. Kadın ve Erkek İlişkileri ile Şehvet Üzerine İbretlik Vakıalar

  1. Şiblî’nin Kancık Eşeği Karşısındaki Zaafı: İmam Şiblî Hazretleri’nin, bir kancık (dişi) eşeği gördüğünde, nefsine hâkim olamayacağını anlayarak müslümanlardan yardım istediği ve "Ey müslümanlar, çabuk bana yetişin ve bu kancık eşeği benden uzaklaştırın... Çünkü ben, nefsimin zaafını anladım" dediği hikâye edilir. Muhammed Hanefî Hazretleri bu hikâyeden ders çıkararak: "Şimdi... Şibli'nin bir kancık eşeğe karşı durumu bu olunca... Peki, güzel yüzlü bir insana karşı nasıl olur?" demiştir. Bu olay üzerine, iki genç mürid, nefsaniyetten kaçınmak için birlikte kalmaktan vazgeçmiş, ayrılmışlardır.
  2. Yumuşaklığa İhtiyaç Duyan Sultan: Cin tayfasının sultanı, Muhammed Hanefî Hazretleri’ne bir iş için gelmiş ve onun kayınbabası ile musafaha (el sıkışma) eylemesini, zira o elin Hz. Peygamber’in (salla'llâhu aleyhi ve sellem) eliyle musafaha ettiğini söylemiştir. Daha sonra vezirinin de Hanefî Hazretleri ile musafaha etmesini emretmiştir. Bu, kutsal dokunuşun manevi aktarımına dair bir olaydır.
  3. Cariye Bereket’in Azatlanması ve Yürüyememesi: Muhammed Hanefî Hazretleri, çok temiz bir cariyesi olan Bereket’i azad etmiş ve bunu kimseye söylememesini tembihlemiştir. Ancak Cariye bu sırrı ifşa edince, Hanefî Hazretleri ona gitmesini ve bir yerde oturup kalmasını emretmiştir. Cariye bir ara ayağa kalkmak istemiş ama kalkamamıştır. Yürümesi için tekrar izin istediğinde, Hanefî Hazretleri, "O, yalnız ayağa kalkmak için izin istedi" diyerek, izinsiz hareket etmenin manevi engellerini göstermiştir. Sonunda yürümesi için izin vermiştir.

IV. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) ve Diğer Nebîlere Dair Hikmetli Anlatılar

  1. Sır İfşası ve Hz. Peygamber’den Perdelenme: Şa‘rânî, mânevî makamına zarar veren ve onu üzen bir olayı anlatmıştır (önceki yazılarımızda da belirtildiği üzere): Bir ihvanına (arkadaşına) rüyasında gördüğü sırları açıklayınca, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) ona, "Sen, bizi görmeye ehil değilsin artık. Çünkü, sırlarımızı insanlara açıklıyorsun" buyurarak kendisini görmekten men etmiştir. Şa‘rânî tövbe ile bu durumu düzeltmiştir.
  2. Emzikteki Kızın Fıkhî Cevabı: Şeyhu’l-Ekber İbnü’l-Arabî, bir yaşındaki kızı Zeyneb’e fıkhî bir soru sormuş: "Eşine yaklaşıp da kendisinden inzal (boşalma) vâki olmayan bir adam hakkında ne dersin?" Kızın hemen "Onun gusletmesi gerekir" diye cevap vermesi üzerine oradakiler hayret etmiştir.
  3. İbrahim (a.s.) ve Putlar Meselesi: Şeyhu’l-Ekber, Hz. İbrahim (a.s.) ile manevi buluşmasında ona, "Niçin aksine onların büyüğünü yaptı (putları kırdı)" diye sorduğunu, İbrahim’in (a.s.) ise, "Çünkü onlar, Hâlık’ın (Yaratıcının) onların kabul ettikleri ilâhlarından yüce olduğuna kâildirler" diye cevap verdiğini aktarır. Bu, Hz. İbrahim'in eyleminin ardındaki derin tevhidî hikmeti gösteren bir diyalogdur.
  4. Hz. Eyüp’ün Çekirge Sürüsü: Allah Teâlâ’nın, Hz. Eyüp’e altından bir çekirge sürüsü gönderdiği zaman, Hazret-i Eyüp’ün onlardan birkaçını alıp elbisesine sürdüğü ve "Ya Rabbi! Senin bereketinden bana doyum yoktur" dediği nakledilmiştir. Bu olay, peygamberlerin maddî düşünce ve nefsânî zevklerden münezzeh olduğunu gösterir.

Kaynakça

Anonim. (t.y.). ABDUeLVEHHAB_SARANi.pdf. [1–2]. Anonim. (t.y.). ALİ HAVVÂS [Havas] kuddise sırruhu.pdf. [4–13]. Anonim. (t.y.). Durar-alGhawas-Fatawa-Ali-Khawas_MaktabaAzhariyya tr.pdf. [16–36]. Anonim. (t.y.). Kibriti Ahmer.pdf. [38–57]. Anonim. (t.y.). KİBRİT AHMER.pdf. [97–146]. Anonim. (t.y.). elyevakit Cilt 2.pdf. [148–219]. Anonim. (t.y.). elyevakit vel cevahir1.pdf. [178–197]. Anonim. (t.y.). mizanül kübra tüm.pdf. [220–292]. Anonim. (t.y.). İmam Şarani _ Evliyalar ansiklopedisi 3_ Tabakat_ül Kübra.pdf. [293–460].

 


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar