Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî (rh.a) ile Şeyhi Aliyyül-Havvâs (k.s.) Arasındaki İlişkiler ve Yaşanmışlıklar
Muhterem Üstadımız Şeyh Aliyyül-Havvâs
el-Berlisî (k.s.), Mısır evliyâsının büyüklerinden olup, okuma-yazma bilmeyen
(ümmî) ancak Kur’ân-ı Kerîm ve hadîs-i şerîfler üzerine âlimleri hayrete
düşüren açıklamalarıyla maruf bir zâttır. Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî, bu büyük
ârifin mânevî terbiyesi altında uzun bir süre geçirmiş ve ondan derin ilimler
iktisap etmiştir.
Şa‘rânî, eserlerinde bu on senelik
birlikteliğin kendisine bir saat gibi geldiğini ifade etmiş, ve üstadının çok
kıymetli sözlerinin çoğunu meşhur eseri El-Cevâhir ved-Dürer'de
kaydettiğini belirtmiştir. Bilindiği üzere Şa‘rânî, Mîzânü’l-Kübrâ adlı
eserinin usûlünü, keşf ve yakîn ile şerîatin menbaına erişerek, öncelikle Hızır
(a.s.)'dan aldığı ilim, iman ve teslimiyet temelleri üzerine, nihayetinde ise
bilhassa Üstadı Aliyyül-Havvâs’ın elindeki sülûk (mânevî
yolculuk/terbiye) esnasında tahsil etmiştir.
Aşağıda, kaynaklarda zikredilen ve
Şa‘rânî’nin üstadıyla yaşadığı veya ondan naklettiği önemli olayların ve ilmî
müzakerelerin bir dökümü sunulmuştur:
I. Kelâmî ve Fıkhî Meselelerdeki
Müzakereler
Şa‘rânî’nin aktardığına göre,
Aliyyül-Havvâs’ın cevapları o dönemin büyük Hanefî, Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî
fıkıh âlimlerini hayran bırakmıştır. Bu durum, Havvâs Hazretlerinin zâhir
ilimler karşısındaki mânevî kudretini göstermektedir.
- Tevhîd’in Kaynağı ve Mertebesi Üzerine Görüşler:
Şa‘rânî, Havvâs Hazretlerine tevhidin en üstün mertebesini sormuş, o da keşif
yoluyla tevhid edenlerin (yani delillere bakmayanların) tevhidini, delile
dayananlardan üstün görmüştür. Zira delile dayanmak, sadece hayrete (şaşkınlığa)
ulaştırır ki, bu da hayvanların (behâim) fıtratındaki hâldir.
Havvâs Hazretleri ayrıca, Allah’ın bir olması konusunda delile dayanan
kimseyi cahil olarak nitelemiştir, zira bütün mahlûkat fıtraten
Allah’ın birliğini bilir.
- Müsta‘mel Su (Kullanılmış Su) ve Keşif Ehliyetinin Rolü:
Bu, Şa‘rânî’nin üstadından en çok naklettiği konulardan biridir. Havvâs
Hazretleri, İmâm Ebû Hanîfe’nin kullanılmış suyu necâset (pislik)
olarak görmesinin sebebini, onun keşif ehli (içgörü sahibi)
olmasına bağlamıştır. İmâm, suya baktığında abdest alanın günahlarının
yıkandığını görür ve bu suyu pis ve kötü kokulu hissettiği için onunla
temizlenmenin imkânsız olduğunu belirtirdi. Havvâs Hazretleri’nin kendi
yaşanmış tecrübesi de bu durumu teyit eder:
- Şa‘rânî, üstadının, müminlerin âsilerinin Cehennem
ateşiyle temizlenip Cennet’e girmesine kıyasla, maddî necâsetin de ateşle
temizleneceği yönündeki bir içtihadı teyit ettiğini aktarır.
- Şa‘rânî, bizzat üstadının Mescidlerin küçük havuzlarından abdest
almaktan çekindiğini, zira o suyun "bizim gibilerden içine düşen
hataların onu kirletmesi sebebi ile, uzuvlarımızı ihya etmez,
tazelemez" dediğini nakleder.
- İlginç Olay: Şa‘rânî, üstadıyla Ezher
Medresesi’nin abdest yerine girdiğinde Havvâs Hazretleri’nin suya bakıp
geri döndüğünü ve suyun büyük bir günahla (zina) değiştiğini (kirlendiğini)
gördüğünü söylemiştir. Şa‘rânî durumu bizzat araştırarak doğrulayınca,
günahı işleyen şahıs gelip tevbe etmiştir. Bu olay, Havvâs
Hazretleri'nden gördüğü üstün hâllerden biri olarak kaydedilmiştir.
- İbadetlerdeki Edep ve Zâhirî Hükümler:
- Besmele’nin Hükmü: Havvâs Hazretleri,
abdestte Besmele okumanın hükmünü kişinin mânevî makamına göre
ayırmıştır: Allah’ı müşahede edenler (kurb sahihleri) için müstehab
(tahfif), diğer insanlar için ise vâcib (teşdîd) hükmündedir.
- Boyun Meshinin Hikmeti: Havvâs, boyun
meshinin sünnet olup olmadığı tartışılırken, nakiller zayıf olsa bile, tecribe
(deneyim) ile sabit olduğunu, bunun gam ve kederi gidermesi gibi bir
hikmetinin bulunduğunu belirtmiştir.
- Taharette Örtünme (Edep): Havvâs
Hazretleri, bir dervişin, tek başına bile olsa, yıkanırken örtüsüz
(peştemalsiz) olmasını şiddetle yasaklamıştır, zira "Allah yolu, ancak
Allah ile edeb (terbiye/hürmet) üzerine kurulmuştur".
- Cuma Hutbesi: Havvâs Hazretleri, Cumada tek
hutbenin vâcib olduğunu söyleyenlerin sözünü büyük âlimlerin hâline, iki
hutbenin de vâcib olduğunu söyleyenleri ise avamın hâline hamletmek
gerektiğini ifade etmiştir. Büyükler, küçük bir uyarı (tenbîh) ile
kalplerinin Allah ile cemiyet hâsıl etmesini sağlayabilirken, avam için
bu durum geçerli değildir.
II. Havvâs Hazretlerinin Hayatından
ve Sülûk Hakkındaki Öğütlerinden Şa‘rânî’ye Yansımalar
- Sülûk ve Mânevî İlham: Şa‘rânî’nin mânevî yolculuğunun
(sülûk) Havvâs’ın rehberliğinde şekillendiği açıktır. Havvâs,
Şa‘rânî’ye bir velinin, peygamberinin ayağını önünde görmeden bir şeye
adım atmasının haram olduğunu öğretmiştir.
- Müctehid İmamların Taklidi: Şa‘rânî, Ali Havvâs'a
büyük kutubların (Seyyid Abdülkâdir Geylânî, Seyyid Muhammed Hanefî
Şâzili) mezhep imamlarını neden taklit ettiklerini sormuş. Havvâs, bunun
kemâl mertebesine ulaşmadan önce olduğunu, kemâle erdikten sonra taklitten
çıktıklarını, ancak insanların kendilerine bu lakapla hitap etmeye devam
ettiklerini açıklamıştır.
- Kazanç ve Kanaat Üzerine Öğüt: Havvâs Hazretlerinin
meşhur sözü, Şa‘rânî tarafından kaydedilmiştir: Birisi ona para getirip
gözleri iyileşinceye kadar istirahat etmesini teklif ettiğinde, parayı
kabul etmemiş ve "Şu hâlimle kendi kazancıma güvenemiyorum,
başkasının kazancına nasıl güvenebilirim?" buyurmuştur.
- Tavaf ve Namazdaki Mânevî Seyir: Havvâs, tavafın
seyrini (mânevî yolculuk/ilerleme), namazdan farklı olarak, hem
kalple hem de âzâlarla (bedenle) yapılan bir kaçış olarak tanımlamıştır;
kulun günahlarından ve azaptan koruyacak olana kaçan bir köle misali.
- Sadaka-i Fıtır’ın Hikmeti: Havvâs Hazretleri, bayram
günü zenginlerden beklenen şeyin fakirlere iyilik ve ikramı artırmak
olduğunu ifade etmiş; oruç tutamayan çocuk için sadaka-i fıtır
verilmesinin vâcib kılınmasını, fakirlere yardım ve kolaylık sağlamakla
ilişkilendirmiştir.
III. Aliyyül-Havvâs’ın Vefatı ve
Defni
Şa‘rânî, üstadının vefatı sırasında
yaşananları da bizzat tecrübe etmiş ve kaydetmiştir.
Aliyyül-Havvâs vefat ettiğinde, cenaze
namazı Kahire’deki Hâkim Câmii’nde kılınmış ve bu sırada çok şiddetli yağmur
yağmıştır. Şa‘rânî, kardeşi Efdalüddîn’e nereye defnedileceğini sormuş, o da
Fetihler Kapısı dışındaki Şeyh Berekât’ın zaviyesini işaret etmiştir. Tabutun
İmâm-ı Şâfiî’nin kabrine yakın bir yere defnedilmesi yönünde bir itiraz (Şeyh
Şerâfüddîn Sagîr tarafından) gelmesine rağmen, Efdalüddîn, Şa‘rânî’yi uyarmış
ve bu kalabalığın (cinlerin bile) tabutu belirlenen ilk yerden başka yere
götüremeyeceğini, zira ilk yerin mukadder (kaderle belirlenmiş) olduğunu ifade
etmiştir. Nitekim kalabalığın arasından çıkan güçlü kimseler tabutu alıp
Fetihler Kapısı’na götürerek defnetmiştir.
IV. Kardeşi Efdaleddîn ile Yapılan
İlmî Müzakereler (Şa‘rânî’nin Kayıtları)
Şa‘rânî, kardeşi Efdaleddîn’in
Aliyyül-Havvâs’a sorduğu bazı derin soruları da kaydetmiştir, bu da Şa‘rânî’nin
bu sohbetlere tanıklık ettiğini veya onları kayda geçirdiğini gösterir.
- Gayb ve Şehâdet Âlemleri: Efdaleddîn, gayb âleminin
daha büyük olduğunu söylemiş, Havvâs Hazretleri ise ayn (öz)
açısından gaybın, hüküm açısından ise şehâdet âleminin daha büyük
olduğunu, ancak hüküm ve özün birbirinden ayrılmadığını, tıpkı kelime-i
şehâdetin iki yarısı gibi olduğunu belirtmiştir.
- Rüya Yorumu (Ceset Yükü): Efdaleddîn bir rüya görmüş,
ölüp kendi cesedini kendisinin yıkadığını, alt kısmını kendisinin
yüklediğini, ancak üst kısmını Havvâs Hazretleri’nin aldığını anlatmıştır. Havvâs Hazretleri,
Efdaleddîn’e, neden tüm yükü kendisinin yüklenmediğini sorarak, nefsine
karşı mücadelenin eksik kaldığına işaret etmiştir. Zira tam yüklenilseydi,
kâmil (olgun) olunurdu.
V. Şa‘rânî’ye Özel Nasihatler (Önemli
Not)
- Aliyyül-Havvâs’ın Şa‘rânî’ye hitaben söylediği bir sözde,
eğer Şa‘rânî’nin rüyasında gördüğü kişinin (Muhammed bin İnan) kızını
alması için yapılan tavsiye gerçekleşirse, Şa‘rânî’nin dünyalığının
artacağını ve dervişlik makamının tehlikeye gireceğini söylemiştir.
Görüldüğü üzere, Abdülvehhâb
eş-Şa‘rânî’nin Aliyyül-Havvâs ile ilişkisi, zâhir ve bâtın ilimlerinin en
incelikli konularından günlük hayattaki edep kurallarına, hatta ölüm sonrası
defnedilme olaylarına kadar uzanan, derin bir üstad-mürid ilişkisi yumağıdır.
Bu tecrübeler, Şa‘rânî’nin sonraki eserlerine, özellikle mezhepler arasındaki
ihtilafları uzlaştıran Mîzân (denge) teorisine temel teşkil etmiştir.
Kaynaklar
Eş-Şa‘rânî, A. (t.y.). ALİ HAVVÂS
[Havas] kuddise sırruhu.pdf. [1–12]. Eş-Şa‘rânî, A. (t.y.). Kibriti
Ahmer.pdf. [15–30]. Eş-Şa‘rânî, A. (t.y.). KİBRİT AHMER.pdf.
[31–49]. Eş-Şa‘rânî, A. (t.y.). elyevakit Cilt 2.pdf. [50–56].
Eş-Şa‘rânî, A. (t.y.). mizanül kübra tüm.pdf. [75–209]. Eş-Şa‘rânî, A.
(t.y.). İmam Şarani _ Evliyalar ansiklopedisi 3_ Tabakat_ül Kübra.pdf.
[210–575]. (Not: Diğer kaynaklar (First_sufis_in_Azerbaijan_Tasawwuf_histo.pdf
ve elyevakit vel cevahir1.pdf) bu iki âlim arasındaki olaylara dair doğrudan
bilgi içermemektedir.)
Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî’nin (rh.a)
Kayıtlarında Şeyhi Aliyyül-Havvâs el-Berlisî’nin (k.s.) Fıkhî ve Mânevî
İctihadları (Fetvâları)
Daha önceki yazılarımızda (önceki
yanıtımızda) belirttiğimiz üzere, Şeyh Aliyyül-Havvâs (k.s.), ümmî (okuma-yazma
bilmeyen) olmasına rağmen, Kur’ân-ı Kerîm ve hadîs-i şerîflere dair yaptığı
açıklamalarla devrinin büyük fıkıh âlimlerini hayrette bırakmıştır. Talebesi
Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî’nin meşhur eserlerinde (özellikle El-Cevâhir
ved-Dürer’de) kayıt altına aldığı, keşif (sırları görme) ve yakîn (kesin
bilgi) temelli bu görüşler, geleneksel fıkhın zâhiri (dış görünüşü) ile
hakikatin (özün) uzlaştırılmasına yönelik önemli birer tebliğ hükmündedir.
Aşağıda, Şa‘rânî’nin naklettiği,
Aliyyül-Havvâs Hazretlerine ait başlıca fıkhî, kelâmî ve ahlâkî fetvâların
dökümü sunulmuştur:
I. Fıkhî Hükümlerin (Ahkâmın) Mânevî
Dayanakları
Aliyyül-Havvâs Hazretleri’nin fetvâlarının
en çarpıcı yönü, zâhirî (görünür) hukukun hükümlerini, âlimlerin mânevî
hallerine ve keşf (içgörü) seviyelerine bağlamasıdır.
- Müsta‘mel Suyun (Kullanılmış Su) Hükmü: Havvâs
Hazretleri’ne, İmâm Ebû Hanîfe’nin temizlikte kullanılmış suyu necâset
(pislik) saymasının sebebi sorulduğunda, bunun İmâm’ın keşif ehli (içgörü
sahibi) olmasından kaynaklandığını belirtmiştir. İmâm Ebû Hanîfe, suya
baktığı vakit, abdest alan kişinin günahlarının suyla birlikte yıkandığını
görüyor ve bu suyun pis ve kötü kokulu olduğunu hissediyordu. Bu durum,
Havvâs Hazretleri’ne göre, keşif sahibi bir kimsenin müşâhede (gözlemleme)
ettiklerinin dışına çıkamamasından ileri gelmektedir. Zira Allah’ın
basîretini (içgörüsünü) açtığı kimse, büyük günahların artığı olan suyu,
köpek idrarı veya leşten daha iğrenç görür. (Not: Bu, Havvâs
Hazretleri’nin, Şa‘rânî’ye bizzat anlattığı ve Şa‘rânî’nin kaydettiği
önemli bir hükümdür. O, kendi adına abdest alırken mescidin küçük
havuzundan su kullanmaktan çekinir ve bu suyun "bizim gibilerden
içine düşen hataların onu kirletmesi sebebi ile, uzuvlarımızı ihya
etmez" derdi.)
- Abdestte Örtünme ve Edep: Şa‘rânî, yıkanırken (gusül
abdesti alırken) sadece peştemalle (küçük bir örtüyle) görüldüğünde,
Havvâs Hazretleri’nin kendisini uyarmış ve şunları buyurmuştur:
"Dervişin cümle bedeni avret mahallidir (mahrem yeridir). Neden uzun
boylu bir gömlek içinde yıkanmıyorsun?". Bu fetvâ, mânevî yolun
(tarîkat) gereği olarak bedenin tamamının bir edep (terbiye) ve saygı
konusu olduğunu göstermektedir.
- İctihadın Mertebesi ve Veraset (Mirasçılık): Havvâs Hazretleri’nin
nazarında, peygamberlere (aleyhisselâm) verasetleri (mirasçılıkları) en
kâmil (olgun) olanlar mutlak müctehidlerdir. Zira onların veraseti,
şeriatı öğretmek ve bununla fetvâ (hukukî görüş) vermek şeklindedir.
Sûfîler (tasavvuf erbabı) ise daha ziyade bâtınî (iç) ahlâkı
öğretenlerdir. Havvâs, Şâri‘in (hüküm koyucunun) hakiki vârisinin,
ictihadının sevk ettiği her şeyle amel etmeyi emretmesi sebebiyle, mutlak
müctehid olduğunu vurgulamıştır. İctihadın başlangıcı zan
(tahmin/olasılık) olsa dahi, nihayeti ilmü’l-yakîn, aynü’l-yakîn ya da
hakkü’l-yakîndir (kesin bilgidir).
- Sadaka-i Fıtır’ın Hikmeti: Bayram günü zenginlerden
beklenen şeyin, fakir ve miskinlere iyilik ve ikramı artırmak olduğunu
ifade etmiştir. Şeriatın sahibinin (Hz. Peygamber’in), fakirlere yardım ve
kolaylık sağlamak amacıyla, oruç tutamayan çocuk için babaya sadaka-i
fıtır (fıtır sadakası) vermeyi vâcib (gerekli) kıldığını belirtmiştir.
II. Mânevî Makamlara ve Sülûke
(Manevi Yolculuk) Dair Görüşler
- Tevhidin En Üstün Mertebesi: Havvâs Hazretleri’ne tevhidin mertebeleri
sorulduğunda, aklî delillere (burhan) bakmadan tevhid edenlerin (keşifle
idrak edenlerin) tevhidini daha üstün görmüştür. Çünkü delile dayanan
kimse, Hak Teâlâ’nın (Yüce Allah’ın) bir olması konusunda câhildir, zira
bütün mahlûkat (yaratılmışlar) fıtraten (doğuştan) O’nun bir olduğunu
bilir. Aklî delillerle varılabilecek en son nokta hayrete (şaşkınlığa)
ulaşmaktır ki, bu da hayvanların (behâim) hâlidir.
- Kerametten Korkmak (Kâmil Velinin Hali): Kâmil (olgun)
velilerin, ellerinde meydana gelen kerametin (olağanüstü hallerin) istidrâc
(sapmaya yol açan aldatıcı nimet) olma ihtimalinden dolayı korku ve paniğe
kapıldıklarını ifade etmiştir. Peygamberlerin mucizesi (olağanüstü olayı)
ise mâsum (korunmuş) olduğu için kalplerini daha da sabit kılar.
- Huzur ve Gaflet İlişkisi (İtikâf ve Namaz): Havvâs
Hazretleri’ne göre, itikâfın (ibadet amacıyla mescitte kalmanın)
şartlarından biri, Hak Teâlâ’yı dâima (kalbinde) müşâhede (gözlemleme)
etmektir. Nefsinin arzusuna dönmek ile bu şart bozulur. Aynı şekilde,
namazda bir şey yemek de bu sebeple haramdır; zira Halık’ı (Yaratıcıyı)
görmekle, nefsi görmek bir yerde toplanamaz.
- Müridin Şeyhe Karşı Edep ve Yükümlülüğü: Havvâs
Hazretleri’ne göre, müridin (talebenin) bütün mânevî yükünü şeyhinden
alması (ona yüklemesi) edepte kusurdur. Eğer mürid ağırlığını şeyhine
yüklerse, o ağırlıklar (mücadeleler) tekrar kendisine döndüğünde nefsi
onlarla ülfet (alışkanlık) edebilir ve istidadı (kabiliyeti) noksanlaşır.
- Gavs (Kutup) Makamı ve Velilerin Rolü: Kutupluk
makamının aziz (yüce) olduğunu ve her kişinin parlaklığını görmesinden
yüce olduğunu belirtmiştir. Onun görüşüne göre, Seyyidî Abdulkâdir
el-Cîlî’nin dediği gibi, kutupluk ihata (kapsama) açısından on altı âlemi
(dünya ve âhiret bunlardan sadece birer âlem) kapsamaktadır. Kendisine
müracaat eden bazı tanınmış şeyhlerin (Yûsuf el-Acemî, Ahmed ez-Zâhid vb.)
kutup olması gerekmez; onlar, sultanın kapısındaki hâcibler (kapı
görevlisi) gibidirler ve taliplere (isteklilere) edebi öğretirler.
III. Genel Ahlak ve Dünyevî
Tavsiyeler
- Edep ve İyi Hâllerin Muhafazası: Aliyyül-Havvâs, bir
şahsın başka bir hâl sahibini küçültücü sözlerle eleştirmesi üzerine, o
şahsın iyi hâllerinin anında kaybolduğunu ve bir daha o hallere
kavuşamadığını aktararak, "Evlâdım, edeb (terbiye) olmayınca, insanda
böyle iyi hâller kalmaz" buyurmuştur.
- Kanaat ve Helal Kazanç: Gözleri şişmesine rağmen sepet
örmeye (kendi sanatı) devam eden Havvâs’a, bir seveni para getirip
istirahat etmesini teklif ettiğinde, parayı reddetmiş ve şöyle demiştir:
"Şu hâlimle kendi kazancıma güvenemiyorum, başkasının kazancına nasıl
güvenebilirim?". Bu, onun helal kazanca ve kanaate (elindeki ile
yetinmeye) verdiği önemi göstermektedir.
- Velilerin Gizlenmesi ve Keramet: Havvâs Hazretleri, bir
ağacı ziyaret eden haceti (ihtiyacı) olan kimseler hakkında, o ağacın
altında velilerin toplandığını ve gelenlerin seslenişlerini duyarak
hacetlerini yerine getirdiklerini, ağacın ise sadece bir vâsıta (aracı)
veya işaretten ibaret olduğunu açıklamıştır. Bu, putlara tapanlar
gibi hareket ettiğini iddia edenlere karşı bir cevap teşkil eder. Ayrıca,
bir müezzinin okuduğu ezanı duyduğu an, Hak Teâlâ’nın heybet (ululuk) ve
azametinden titreyerek erir gibi olduğu ve huzûr-i kalble (kalp huzuruyla)
icabet ettiği de nakledilmiştir.
IV. Şa‘rânî ve Kardeşi Efdaleddin ile
Vaki Olan İlmî Müzakereler
- Gayb ve Şehadet Âlemlerinin Büyük Olması: Kardeşi
Efdaleddin’in, gayb âleminin daha büyük olduğu yönündeki sualine, Havvâs
Hazretleri mânevî bir ayırım getirmiştir: Gayb âlemi, ayn (öz)
açısından daha büyüktür, şehadet (görünen) âlemi ise hükmen daha
büyüktür. Ancak, bu iki âlemin hüküm ve özlerinin birbirinden
ayrılmayacağını, tıpkı kelime-i şehâdetin iki yarısı gibi olduğunu ifade
etmiştir.
- Rüya Yorumu ve Nefsin Yükü: Efdaleddin, ölüp kendi
cesedini yıkadığını ve alt kısmını kendisinin yükleyip üst kısmını Havvâs
Hazretleri’nin aldığı rüyasını anlattığında, Havvâs Hazretleri,
Efdaleddin’e "Sen kusurlusun. Neden hepsini yüklenemedin?" diye
sormuş ve cesedin tamamının yüklenilmesi halinde kâmil (olgun) olunacağına
işaret etmiştir. Bu, mânevî terbiye (nefsinin terbiye edilmesi) yolunda
tam teslimiyet ve yükümlülük almanın önemini vurgulayan bir fetvâdır.
Bu dökümde görüldüğü üzere, Aliyyül-Havvâs
Hazretlerinin fetvâları, sadece kuru bir hukukî hüküm (fıkıh) beyan etmekten
öte, şeriatın (dini kanunun) derin mânevî hikmetlerini, sülûk (mânevî terbiye)
ve keşif (içgörü) yoluyla aydınlatan, tasavvufî bir perspektifi yansıtmaktadır.
Kaynakça
Anonim. (t.y.). ALİ HAVVÂS [Havas]
kuddise sırruhu.pdf. [1–11]. Anonim. (t.y.). Kibriti Ahmer.pdf.
[14–69]. Anonim. (t.y.). KİBRİT AHMER.pdf. [70–124]. Anonim. (t.y.). elyevakit
Cilt 2.pdf. [125–147]. Anonim. (t.y.). mizanül kübra tüm.pdf.
[169–243]. Anonim. (t.y.). İmam Şarani _ Evliyalar ansiklopedisi 3_
Tabakat_ül Kübra.pdf. [271–637].
Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî’nin
Külliyatında Aliyyül-Havvâs’ın (k.s.) Kadın, Erkek İlişkileri ve Cinsellik
Konularındaki Fetvâ ve Öğütleri: Mânevî Edep ve Fıkhî Derinlik Açısından Bir
Analiz
Muhterem Üstadımız Şeyh Aliyyül-Havvâs
el-Berlisî (k.s.), fıkhî meselelere yaklaşımında, zâhirî (dışsal) hükümleri
mânevî keşifler ve yakînî (kesin) bilgilerle temellendirmesiyle tanınmıştır.
Kadın, erkek ilişkileri ve cinselliğe (tenasül) dair verdiği fetvâ ve öğütler
de, dervişin mânevî yolculuğu (sülûk) sırasında uyması gereken katı bir edep
(terbiye) ve nefis terbiyesi (mücâhede) anlayışına dayanmaktadır.
Daha önceki yazılarımızda (önceki
yanıtlarda) ifade ettiğimiz gibi, Şa‘rânî’nin eserlerinde yer alan bu
meselelere dair görüşler, çoğu zaman fıkhî kuralların (ahkâm)
arkasındaki ilahi hikmeti aydınlatmayı amaçlar.
I. Taharet (Temizlik) ve Mânevî Edep
Üzerine Fetvâlar
Aliyyül-Havvâs, temizlik ve mahremiyet
konularında, tasavvuf yolundaki kişinin yüksek mânevî makamına uygun bir
titizlik (verâ) ve edep beklemiştir:
- Dervişin Avret (Mahrem) Hükmü ve Yıkanma Âdâbı:
Şa‘rânî’nin bizzat naklettiği bir olayda, Havvâs Hazretleri, kendisini
yıkanırken (gusül alırken) sadece bir peştemal (örtü) ile görmüş ve
şiddetli bir uyarıda bulunmuştur: “Dervişin cümle bedeni avret mahalli (mahrem
yeridir). Neden uzun boylu bir gömlek içinde yıkanmıyorsun?”. Bu
fetvâ, mânevî yolun (tarîkat) gereği olarak bedenin tamamının, tek başına
bile olsa, bir saygı ve edep konusu olduğunu göstermektedir.
- Kullanılmış Suyun Necâsetinde (Pislik) Günahların Rolü:
Havvâs Hazretlerinin fıkıh ilminde en bilinen görüşlerinden biri, İmâm Ebû
Hanîfe’nin kullanılmış suyu necis (pis) kabul etme illetini (gerekçesini),
onun keşif ehli olmasına bağlamasıdır. İmâm’ın suya baktığında, abdest
alan kişinin günahlarının suyla aktığını gördüğünü ve bu sebeple suyu pis
hissettiğini belirtmiştir. Bu durum, Havvâs’a göre, Allah’ın basîretini
(içgörüsünü) açtığı kimsenin, büyük günahların artığı olan suyu, köpek
idrarı veya leşten daha iğrenç görmesinden kaynaklanır. Bu yaklaşım, temizlik
ve necaset hükmünü, bedenden çıkan maddî kirin ötesinde, mânevî kirle (günah)
ilişkilendirerek cinsel hayatta ve temizlikte yüksek bir hassasiyet
gerektirmiştir.
- Cinsel Temizlikte Guslün Vücûbu: Şa‘rânî’nin
külliyatında, Şeyh-i Ekber’den (İbn Arabi) naklen, henüz bir yaşına
yaklaşan kızı Zeyneb’e sorulan fıkhî bir mesele nakledilmiştir:
"Eşine yaklaşıp da kendisinden inzal (boşalma) vâki olmayan
bir adam hakkında ne dersin?" Yavrucağın hemen: "Gusletmesi
lazımdır" diye cevap verdiği belirtilmiştir. Bu, cinsel ilişki (vaty)
sonucu guslün, yalnızca meninin gelmesi şartına bağlanmadığına dair fıkhî
bir görüşü yansıtır.
II. Evlilik, Aile Hukuku ve Cinsiyet
Üzerine Mânevî Yorumlar
Havvâs Hazretleri, evlilik ve boşanma gibi
aile hukukuna dair fıkhî meseleleri dahi, kişinin nefsine olan hâkimiyeti
bağlamında değerlendirmiştir:
- Hul’ (Bedel Karşılığı Boşanma), Talâk (Boşanma) ve Zıhâr
(Karısını Annesine Benzetme) Hükümlerinin Kaynağı: Aliyyül-Havvâs, evlilik
hayatındaki husumet ve boşanma durumlarının (Hul‘, Talâk, Recâ, Îlâ ve
Zıhâr gibi fıkhî konular), kişinin aşırı yemesi ve şımarmasıyla (batrul
helâl) doğrudan bağlantılı olduğunu öne sürmüştür. Helal
şeylerle bile doyduğu ve şımardığı zaman, kişinin âzaları acıkır;
husumet ve günaha dalar. Bu durumda, kişi eşine sıkıntı verir, câriye ve
kumalarla haksızlık eder, bu da kadını hul’ (boşanma) talep etmeye
sevk eder. Koca ise şımarıklıkla karısından ayrılır, hatta zıhâr
(büyük günah sayılan bir ayrılma türü) yapar. Yani Havvâs Hazretleri'ne
göre, bu fıkhî hükümlere yol açan cinsel ve ailevi sorunların kökeninde,
maddî doyumun getirdiği ahlâkî gevşeklik yatmaktadır.
- Câriye ile Nikâh Hükmü: Genel bir tasavvufî prensip
olarak, câriye (kadın köle) ile nikâhlanmanın ancak güç
bulamayanlar (el-avl, yani yoksulluk) için olduğu belirtilmiş; bunun
her hak meselesinde yoksulluk gerektirmeyen nadir hükümlerden olduğu ifade
edilmiştir.
- Hac İhramında Kadın ve Erkek Ayrımı: Hac ibadetinde
erkeklerin dikilmiş ihrama bürünmesinin haram kılınmasının (kadınlara
haram kılınmaz) hikmeti, teşbih (benzerlik) meselesiyle
açıklanmıştır. Erkek "basitlere daha yakın" iken, kadın
"muhakkak bir bileşikten (erkekten) meydana getirildiği" için
basitlerden uzaklaşmıştır. Bu ayrım, Havvâs’ın, hükümlerde cinsiyetin
mânevî ve ontolojik (varoluşsal) temellerini aradığını gösterir.
III. Şehvetin Esareti ve Nefs
Mücadelesi Üzerine Öğütler
Havvâs Hazretleri, müridlerini nefsin
şehvetinden ve dünya meylinden uzak durmaya teşvik etmiştir.
- Şiblî’nin (rh.a) İbretlik Vakası: Şa‘rânî külliyatında
nakledilen ve nefs terbiyesinde mihenk taşı kabul edilen bir hikaye,
Havvâs’ın bu konudaki hassasiyetini gösterir: İmam Şiblî Hazretleri’nin,
bir kancık (dişi) eşeği gördüğünde, nefsine hâkim olamayacağını anlayarak
müslümanlardan yardım istediği ve "Ey müslümanlar, çabuk bana yetişin
ve bu kancık eşeği benden uzaklaştırın... Çünkü ben, nefsimin zaafını
anladım" dediği anlatılır. Bu olay üzerine Havvâs (veya Hanefi
Hazretleri): “Şimdi...
Şiblî'nin bir kancık eşeğe karşı durumu bu olunca... Peki, güzel yüzlü bir
insana karşı nasıl olur?” diye sormuştur. Bu hikayeden ders alan
iki genç, birlikte kalmaktan vazgeçmiş, ayrılmışlardır. Bu olay,
Havvâs'ın, insanın şehvet karşısındaki zayıflığını kabul etmesi ve nefsi
tehlikeli durumlardan tamamen izole etmesi gerektiğini vurguladığını
gösterir.
- Maddî Mekândan Kaçışın Hikmeti: Havvâs Hazretleri,
ruhun özgürleşmesi için şehvetten azade olmanın önemini belirtmiştir:
“Şehvetin esaretinden kurtulmuş olarak kamıştan bir evde oturman, büyük
bir köşkte sevgilinden hicaplı (perdeli) olarak hapis hayatı
yaşamandan daha hayırlıdır”. Bu, dünyevî zenginliğin ve rahatlığın, mânevî
huzur ve mahremiyetin (şehvetten uzak olmanın) yerini tutamayacağı
anlamına gelmektedir.
Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî’nin (rh.a)
Mânevî ve Fıkhî Tecrübelerinde Zuhur Eden Üzüntü Kaynakları, İlmî Çelişkiler ve
Nefs Muhasebeleri:
İmam Abdülvehhâb
eş-Şa‘rânî’nin hayatı ve mânevî yolculuğu (sülûk), bilhassa üstadı
Aliyyül-Havvâs’ın (k.s.) rehberliğinde (önceki yazılarımızda bu ilişkinin on
yıl sürdüğünü belirtmiştik) şekillenmiştir. Şa‘rânî, eserlerinde zâhir ve
bâtın ilimleri arasındaki uzlaşmazlıkları giderme gayreti güderken, kişisel
yaşamında da hem büyük manevi lütuflara mazhar olmuş hem de birtakım hayret
verici hadiseler ve pişmanlık gerektiren durumlarla karşılaşmıştır.
Aşağıda, kaynaklarda
zikredilen, İmam Şa‘rânî’yi etkileyen veya onun hayatında dönüm noktası teşkil
eden olaylar, ilmî çelişkiler ve nefs muhasebeleri (pişmanlıkları) sunulmuştur:
I. Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî’yi Üzen ve
Hayrete Düşüren Olaylar
Şa‘rânî’nin yaşadığı
üzüntü veya hayretin ana kaynağı, genellikle kendisi veya etrafındaki âlimler
hakkında ortaya çıkan manevî sırlara dair meseleler veya zâhir ulemasıyla
yaşadığı ihtilaflardır.
- Peygamberi (salla’llâhu aleyhi ve sellem) Görememe ve
Sırrı İfşa Etme Pişmanlığı (En Büyük Üzüntü Kaynağı): Şa‘rânî’nin manevî
hayatında derin bir üzüntüye neden olan başlıca olay, Hz. Peygamber’i (salla'llâhu
aleyhi ve sellem) rüyasında veya uyanık halde görme makamından
perdelenmesidir (hicap). Bir ihvanına (kardeşine), gördüğü
rüyalardan bazı sırları anlattıktan sonra, Efendimiz (salla'llâhu aleyhi
ve sellem) kendisine şöyle buyurmuştur: “Sen, bizi görmeye ehil değilsin artık. Çünkü,
sırlarımızı insanlara açıklıyorsun”. Bu durum karşısında Şa‘rânî
hemen tövbekâr olmuş ve bu tövbeden sonra Hz. Peygamber’i (salla'llâhu
aleyhi ve sellem) tekrar görmeye başlamıştır. Bu hadise, mânevî sırlara
riayet etmemenin (edep eksikliği) Şa‘rânî için ne denli büyük bir üzüntü
ve pişmanlık kaynağı olduğunu göstermektedir.
- Şeyhülislâm Lekânî ile Yaşanan Uyuşmazlık ve Kerametle
İspat: Şeyhülislâm Nasîruddîn Lekânî’nin (Mâlikî fıkıh âlimlerinden)
Şa‘rânî hakkındaki yalan ve iftiralara inanması, onu üzmüş olmalıdır.
Şa‘rânî, bu durumu düzeltmek için Lekânî’den Kâsım Abdürrahmân’ın yazdığı,
Mâlikî fıkhına ait Müdevvene adlı birkaç ciltlik eseri emanet
istemiştir. Lekânî’nin talebesi, kitabı gece Şa‘rânî’nin evine getirmiş,
ancak Şa‘rânî’nin sabaha kadar kendisiyle sohbet ve ibadetle meşgul
olduğunu görmüş, kitaba hiç bakmadığını düşünmüştür. Talebe, kitabı geri
götürdüğünde, Şeyhülislâm sayfaların kenarlarında Şa‘rânî’nin kendi el
yazısıyla yazılmış lüzumlu açıklamalar ve kayıtlar olduğunu görmüş ve
hayretten aklı karışmıştır. Bu olay, Lekânî’yi tövbe ve istiğfara sevk
etmiş, Şa‘rânî’nin merhametini ve kerametini ortaya koymuştur.
- İlmî Hayretler ve Mânevî İrkilmeler: Şa‘rânî, tasavvuf
yolunda ilerlemesini sağlayan, ancak geleneksel ilimlerle kolayca
açıklanamayan durumları araştırmıştır:
- Dedeler Meselesi: Kâbe’yi tavaf ederken tanımadığı bir
toplulukla karşılaşmış, onlardan birisi kendisine 40.000 seneden fazla
ölen ilk atalarından biri olduğunu söylemiştir. Şa‘rânî, Âdem’in
(a.s.) bu kadar yaşının olmadığını belirtince, dedesi ona "Hangi
Âdem’den bahsediyorsun, sana yakın olandan mı yoksa başkasını mı?"
diye sormuş ve Şa‘rânî, Hz. Peygamber’den (salla’llâhu aleyhi ve sellem)
rivayet edilen "Allah yüz bin Âdem yaratmıştır" hadisini
hatırlayarak bu durumu hayretle (şaşkınlıkla) karşılamış ve
meseleyi meçhul olarak kabul etmiştir.
- Keşfin Sınırları: Şa‘rânî, Hz. Ali bin
Vefa’nın sözünde geçen İhsân makamının ötesindeki İkan makamını
(kesin bilgi makamı) görmüş olmasını, başka hiçbir kimseden duymadığı
için merak konusu yapmış ve eserine not etmiştir.
II. Şeyhin Kitap Konusunda Uyarıları
Şa‘rânî’nin, üstadı
Aliyyül-Havvâs’ın kitaplar hakkındaki uyarısına rağmen telif faaliyetine devam
etmesi meselesi, kaynaklarda dikkatle incelenmelidir:
- Şeyhin Uyarısı (İtaat): Şa‘rânî’nin üstadı Ali
el-Havvâs el-Burullusî ile bağlantıya geçtiğinde, Havvâs Hazretleri ondan tüm
kitaplarını satmasını ve parasını fakirlere tasadduk etmesini (sadaka
olarak dağıtmasını) istemiştir. Şa‘rânî bu emri tereddütsüz yerine
getirmiştir. Bu emir, Şa‘rânî’nin mânevî yolculuğunda (sülûk) maddî ve
ilmî bağlılıklardan arınmasını sağlamayı amaçlayan bir imtihan (imtihan/terbiye)
olarak görülmektedir.
- Telif Faaliyetine Devam Etme Gerekçesi: Kaynaklar,
Aliyyül-Havvâs’ın, Şa‘rânî’ye gelecekte yeni kitap yazmayı
yasakladığına dair açık bir ifade sunmamaktadır. Aksine, Şa‘rânî'nin
telif faaliyeti, üstadının terbiyesinden sonra, Şeriatın hakikatine keşf
yoluyla ulaşmasının bir neticesi olarak görülür.
- İlmî Veraset (Mirasçılık) ve Vâcib Olan
Sorumluluk: Şa‘rânî, Mîzânü’l-Kübrâ gibi eserlerini, Hızır
(a.s.)’dan aldığı ilim, iman ve teslimiyet temelleri üzerine, ve bilhassa
üstadı Aliyyül-Havvâs’ın elindeki sülük ile elde ettiği zevk, keşf ve
yakîn (kesin bilgi) ile şeriatın menbaına erişerek yazdığını ifade
eder.
- Müceddidlik Rolü: Şa‘rânî, mezheplerin
ihtilaflarını uzlaştıran bu Mîzân (denge/terazi) teorisiyle yeni
bir çığır açtığı ve kendisinin bir müceddid (yenileyici) olarak kabul
edildiği belirtilmektedir. Onun eserleri, sûfîlerin ve fakihlerin
görüşlerini uzlaştırma çabası üzerine kurulmuştur.
- Tevhide Hizmet: Eserlerinde, Hazret-i
Kur’ân ve hazinelerinden başka hiçbir şeyin dile getirilmediğini ve
bunların Hakk’ın sohbet meclislerinden çıkmamak gayesine matuf olduğunu
vurgular.
Dolayısıyla,
Şa‘rânî’nin mevcut dünyevi ve nefsanî bağlılıklardan kurtulmak için istenen kitapları
satma emri ile çelişmez; bilakis, yeni kazandığı manevi ilimlerin (ledünnî
ilimler) ve ilmî sorumluluğun bir gereği olarak, yazma faaliyetine devam
etmiştir.
III. Pişmanlıkları ve Nefs
Muhasebeleri
Şa‘rânî,
pişmanlıklarını (tövbe) ve nefs muhasebelerini genellikle nefsini terbiye etmek
(mücâhede) ve manevi makamından sapmamak amacıyla yapmıştır.
- Sır İfşası Nedeniyle Tövbe: Yukarıda değinildiği gibi,
Hz. Peygamber’i (salla’llâhu aleyhi ve sellem) görmekten perdelenmesi
üzerine hemen tövbe ederek hatasını düzeltmiştir. Bu, onun manevi
hayatındaki en belirgin pişmanlık ve nefs muhasebesi örneğidir.
- Nefsi Terbiye Yoluyla Mücâhede: Şa‘rânî,
pişmanlıklarını anlık hatalarla sınırlamaz; tüm yaşamını bir nefs
mücâhedesi (çalışma/savaş) olarak görmüştür:
- Uykusuzluk ve İbadet: Nefsini terbiye etmek
için senelerce mücâhede ettiğini; yalnız kaldığı zaman odasının tavanına
bir ip bağlayıp halkasını boynuna takarak ibadet ettiğini, uykusu
geldiğinde ipin uykuya engel olduğunu ve mecburen ibadete devam ettiğini
anlatır.
- Vera’ (Titizlik) Ölçüsü: Vera’da öyle bir
mertebeye geldiğini ki, makamına uygun olmayan helal yiyecek bulamadığı
zaman, kuru toprak yediğini belirtmiştir.
- İmamların Hükmüne Karşı Edep: Şa‘rânî, büyük din
imamlarına karşı edep (terbiye) konusunda aşırı hassasiyet
göstermiştir. Bir Şafiî talebenin İmam Ebû Hanîfe’yi reddeden bir hadis
olduğunu söylemesi üzerine Şa‘rânî’nin üstadı Aliyyül-Havvâs: “Allahü
teâlâ böyle dediğin için dilini kessin. Senin için edeb, İmam bu hadîse belki
muttali’ olmadı demektir” buyurmuştur. Şa‘rânî bu tür olayları aktararak,
âlimlere karşı saygıda en ufak bir kusur dahi bulunmasının büyük bir
tehlike olduğunu ve bunun bir pişmanlık sebebi sayılması gerektiğini ima
etmiştir. Hatta, Hanefi âlimlerini inkâr eden bir talebenin düşüp
kemiğinin kırılması üzerine, Şa‘rânî’nin İmam-ı A‘zam’ın mezhebindeki
âlimlere edebinden dolayı onu ziyaret etmediği bile nakledilmiştir.
- Haksız Kazançtan Uzak Durma: Şa‘rânî, vali
konaklarının ve sultanın adamlarının konaklarının gölgesinden geçmez,
yolunu değiştirirdi. Bu, haramlardan şiddetle kaçınmakla kalmayıp, şüpheli
(hilâf-ı evlâ) durumlardan dahi nefsini arındırma gayretinin bir
sonucudur.
Kaynakça
Anonim. (t.y.). ABDUeLVEHHAB_SARANi.pdf.
[1–8]. Anonim. (t.y.). ALİ HAVVÂS [Havas] kuddise sırruhu.pdf. [9–16].
Anonim. (t.y.). Kibriti Ahmer.pdf. [17–55]. Anonim. (t.y.). KİBRİT
AHMER.pdf. [56–88]. Anonim. (t.y.). elyevakit Cilt 2.pdf. [89–121].
Anonim. (t.y.). elyevakit vel cevahir1.pdf. [122–169]. Anonim. (t.y.). mizanül
kübra tüm.pdf. [171–252]. Anonim. (t.y.). İmam Şarani _ Evliyalar
ansiklopedisi 3_ Tabakat_ül Kübra.pdf. [253–491].
Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî Külliyatında
İblîs ve Şeytanın Hileleri (Deceptions) Üzerine Bir İnceleme: Mânevî Sülûk ve
Kelâmî Boyutlar
Muhterem İmam
Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî (rh.a), başta Kibrît-i Ahmer olmak üzere,
eserlerinde mânevî yolculuğun (sülûk) önündeki en büyük engellerden biri olan
İblîs'in ve cin taifesinden olan şeytanların hileleri
(aldatmaları) ve düşmanlıklarının (fitne) mahiyetini, hem kelâmî (teolojik) hem
de tasavvufî (mistik) açılardan detaylıca incelemiştir. Şa‘rânî'nin kaydettiği
bu konular, sâlikin (yolcu) nefs terbiyesindeki zaafiyetlerini ve bu zaafları
kullanan şeytanın stratejilerini ortaya koymaktadır.
Daha önceki
yazılarımızda Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî’nin manevi terbiyesinde keşif ve yakîn
ilimlerinin önemine değinmiş ve büyük âriflerin sırlara vâkıf olduğunu
belirtmiştik. Şeytanın hileleri de, bu keşif ehlinin müşahedeleriyle açıklığa
kavuşmuştur.
I. İblîs’in Düşmanlığının (Adâvet)
Ontolojik (Varoluşsal) Mahiyeti
Şeyhu’l-Ekber
(İbnü’l-Arabî), Şa‘rânî tarafından aktarılan sözlerinde, İblîs’in
Âdemoğullarına yönelik düşmanlığının kökenini ve şiddetini, yaratılışın temel
unsurlarına bağlamaktadır:
- Düşmanlığın Şiddeti ve Kaynağı: İblîs’in,
Âdemoğullarına karşı duyduğu düşmanlık, bizzat babaları Âdem’e (a.s.) olan
düşmanlığından daha fazladır.
- Yaratılış Zıtlığı (Su ve Ateş): Bu düşmanlığın
temelinde, Âdemoğullarının sudan yaratılmış olması yatmaktadır, zira su
ateşe zıttır. İblîs ise ateşten yaratılmıştır. Hz. Âdem’e (a.s.) gelince;
hem Âdem’i hem de İblîs’i toprakta var olan kuraklık (yübs)
birleştirmiştir. Bu sebeple çocuklar (Âdemoğulları), İblîs’i kendilerine
her yönden zıt (zıd) gördükleri için ona olan düşmanlıkları
babalarının düşmanlığından daha zorlu ve fazladır.
- İblîs’in Yüksek İrade Mertebesi: İlahi kudret
karşısında Şeytan’ın hilesi (mizanı) zayıf olsa da, insanlara göre o
gerçekten güçlüdür. Zira Şeytan, bütün âlemi kahredecek bir irade
mertebesindedir. Bu durum, ondan korunma gerekliliğini artırmaktadır.
İblîs, Âdem ve zürriyeti için asla hayır dilemez.
II. Şeytanî Hilelerin ve Aldatmaların
(Telbîs) Alanları
Şeytan, insanı Hak’tan
saptırmak için farklı mertebelerde hileler kullanır; bunlar arasında itikadî
saptırmalar ve nefsânî vesveseler öne çıkar.
- İtikadî Telbîs (Saptırma) ve Genel Tevhid Makamı:
Şeytanın en tehlikeli hilesi, kulun inancını bozmaya yönelik olan
aldatmadır. Günah ve mâsiyetlerde (günahlarda) Allah’ın rızâsı (razı
olması) olduğuna inananların (fenâlıklardan Hakk’ın razı olduğuna
inananların) çoğunluğu, genel tevhid makamının sahipleridir (Vahdet-i
mevcutçular/varlık birliği savunucuları). Bu kişiler, kâmil bir mürşid
(yol gösterici) rehberliği olmadan kendi zanlarına kapılırlar ve Şeriat’ın
(dini kanunun) men ettiği şeyleri, Hak Teâlâ tarafından gelen bir emirle
kendilerine mübah (izinli) kılındığını sanırlar. Şa‘rânî, bunu açıkça
"küfür ve aldatmadır (telbîstir)" olarak niteler, zira Allah’ın
peygamberlerinin diliyle men ettiği şeyleri, onların ardından hiçbir ümmet
ferdine asla mübah kılmayacağını belirtir.
- Şehvet ve Günah Alanındaki Tahrik (Tahriç): Şehvet
(lezzet alma isteği) esas alındığında, zânî (zina eden) şehvet duyduğu
şeyi, irade ederek değil, zorlanarak ister ve iştahı kabardığı için bu
eylemi yapar. Şeytan, velinin kalbine vesvese (ilhâk) verir ve kulak
vererek onun karmakarışık olmasını arzular. Nefis, şeytanın bir çocuğu
sayılır, ıslah edilmezse köpek misali saldırgan ve yırtıcı olur; tadı
bozuk bir varlık olduğu için girdiği yeri bozar.
- Ceza ve Had (Hukukî Ceza) Konusundaki Saptırma: Şeyh-i
Ekber’e göre, bir hâkimin cezalıya haddi/cezayı uyguladığı için mutlaka
sevinmesi gerekir. Çünkü bu cezanın uygulanması, onu âhiretteki
soruşturmadan (muahezeden) kurtarır. Bu, şeytanın, dünyevî cezayı bir
hakaret gibi gösterip kulun tövbeden uzak durmasını sağlama hilesine karşı
bir duruştur.
III. Şeytanın Hilelerine Karşı
Korunma Yolları ve İbretlik Vakıalar (Yaşanmış Olaylar)
Şa‘rânî, eserlerinde
şeytanî hilelerden korunmanın yolunun, mânevî rehberliğe (üstad) tam bağlılık,
edep ve Allah’ın câmî (kapsayıcı) ismine sığınmaktan geçtiğini vurgular.
- Kâmil Şeyhe İtaat ve Şeytanın Etkisizleştirilmesi:
Kâmil bir üstadın (şeyh) hüküm ve telkini altında bulunan mürid, şeytanın
vesveselerine karşı korunur. Müridin, bu konularda şeyhinin hüküm ve
tavsiyelerine tâbi olması gerekir. Şeyhi olmayan kimsenin, kendisini sapıtanlarla
sohbet etmesindeki vebâli yalnızca kendisi yüklenir.
- Câmî İsim İle Sığınma (İstiâze): Şeytanın hilesine
karşı sığınma emri, zayıf hilesi nedeniyle başkasına değil, tüm ferî
(tali) isimlerin aksine, huzura gelmesini men edecek olan câmî (tüm
esmayı kapsayan) isim olan Allah iledir. Cinler, Allah’ın ismini duyduğu an uzaklaşır.
- Mücâhede ve İmtihan (Sınama): Allah, kullarını
görevlendirdiği şeyle imtihan eder. Kulu ameli yaptıktan sonra, amelin
Hakkın dediğiyle mi yoksa dışında mı yapıldığını imtihan eder.
- İlginç Tarihî Vakıa: Şa‘rânî ve Keçi Kılığındaki Cin:
Şa‘rânî, cinlerle yaşadığı ilginç olayları anlatırken, cinlerin insanlara
karşı olan düşmanlığını ve hilelerini tecrübe etmiştir: Bir zamanlar evine
cinlerden biri gelmeye başlamış ve Şa‘rânî, Allah’ın ismini söylediğinde
cin hemen uzaklaşmıştır.
- Keçi Kılığı Hilesi: Kıtlık olduğu günlerde
evine yerleşen cinlerden biri, keçi kılığına girerek geceleri odaya
girer, lambayı söndürür ve gürültü çıkarırdı. Çocukların korkması üzerine Şa‘rânî, bir
gece sedirin altına saklanarak cini yakalamıştır. Cin, tövbe etmiş
ve bir daha gelmeyeceğine söz vermiştir. Şa‘rânî ayağını bırakmadığında,
cinin ayağı elinde incelmiş, bir kıl inceliğini aldıktan sonra avucundan
çekilip gitmiştir. Bu olay, şeytanın hilelerinin maddi âlemde dahi nasıl
tezahür edebileceğine dair somut bir örnek sunmaktadır.
Kaynakça
Anonim. (t.y.). ABDUeLVEHHAB_SARANi.pdf.
[1–3]. Anonim. (t.y.). Kibriti Ahmer.pdf. [17–48]. Anonim. (t.y.). KİBRİT
AHMER.pdf. [55–79]. Anonim. (t.y.). elyevakit Cilt 2.pdf. [87–112].
Anonim. (t.y.). elyevakit vel cevahir1.pdf. [113–152]. Anonim. (t.y.). mizanül
kübra tüm.pdf. [155–230]. Anonim. (t.y.). İmam Şarani _ Evliyalar
ansiklopedisi 3_ Tabakat_ül Kübra.pdf. [231–526]. (APA).
Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî (rh.a)
Külliyatında Sihir (Magic), Şeytanî Hileler ve Mânevî Korunma Yolları Üzerine
Görüşler
Muhterem İmam
Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî’nin (rh.a) eserleri, mânevî ilimlerin (tasavvuf) ve
zâhirî fıkhın derinliklerini birleştirmesiyle meşhurdur. Şa‘rânî, şeytanın ve
cinlerin aldatmacaları (telbîs) ile sihir (büyü) gibi mesâile karşı, hem
itikadî hem de amelî korunma yollarını detaylıca ele almıştır. Onun bu konulara
yaklaşımı, bilhassa üstadı Aliyyül-Havvâs’ın (k.s.) keşif (içgörü) ve yakîn
(kesin bilgi) temelli öğretileriyle şekillenmiştir.
Aşağıda, kaynaklarda
geçen sihir, cinler, okunacak dualar (okuma) ve korunma yollarına dair
görüşlerin dökümü sunulmuştur:
I. Sihir ve Büyünün Fıkhî ve Kelâmî
Hükmü
Şa‘rânî, sihir ve büyü
meselesini tartışırken, mezhep imamlarının görüş ayrılıklarını, hükmün şiddeti
(teşdîd) ve hafifliği (tahfîf) bağlamında ele almıştır.
- Sihrin Mahiyeti ve İtikadî Tehlikesi: Sihrin (büyünün)
içeriğinde küfür (imansızlık) bulunduğu ifade edilmiştir. Kendisini sihir
üzerine belirleyen kâfir ruhlar, İslam dininden çıktıkları zaman bu eyleme
icabet ederler. Şa‘rânî,
"Başkasına sihir yapan kâfirdir" diyen kimsenin, sihrin
içeriğinde küfür olduğu için bunu kastetmiş olduğunu belirtir.
Kelâmî açıdan tehlikeli olan bir diğer husus, küfrü mûcib (küfrü
gerektiren) sözler sarf etmektir. Örneğin, Bâbil halkının yedi seyyâreye
(gezegenlere) yaklaşma ve onların, kendilerinden isteneni yapacaklarına
dair sözler söylemesi kâfir yapar. Aynı şekilde, sihrin mubah (izinli)
olduğuna inanmak da küfrü gerektirir.
- Büyü ve Cezası Hakkındaki İhtilâf (Mîzân Perspektifi):
Büyünün gerçek olup olmadığı konusunda İmamlar arasında ihtilâf vardır:
- Gerçekliğine İnananlar (Müşedded Hüküm):
İmam Mâlik, İmam Şafiî ve İmam Ahmed bin Hanbel, büyünün gerçek (vâki‘)
olduğuna inanırlar.
- Gerçekliğine İnanmayanlar (Muhâffef Hüküm):
İmam Ebû Hanîfe ise büyünün gerçek olmadığını ve cisimlere te’sirinin
(etkisinin) bulunmadığını buyurmuştur. Şafiî âlimlerinden Ebû Ca’fer
Esterâbâdî de bu görüşe katılmıştır.
- Cezası: İmam Mâlik ve Ahmed bin Hanbel, büyü öğrenenin ve
kullananın öldürülmesini (katlini) vâcib görmüşlerdir (teşdîd).
Eğer büyü, birisini öldürürse, üç imam (Mâlik, Şafiî, Ahmed) büyücünün
öldürüleceğini söylemişlerdir. Ebû Hanîfe’ye göre ise, büyücü sadece bir
sihirle öldürmekle katledilmez; ancak bu durum tekrar ederse öldürülür.
- Hz. Musa (a.s) ve Sihirle Mücadele: Hz. Mûsâ’nın (a.s)
asası yılan şekline dönüştüğünde korkmasının sebebi, sihirbazlara bunun
kendisinin sihri olmadığını bildirmek içindir. Zira bir kimse, hakikatte
hakikat olmadığını bildiği kendi fiilinden (sihrinden) korkmaz.
II. Şeytanî Telbîs (Aldatma) ve
Vesveseler
Şeytanın hileleri
yalnızca büyü yapmakla sınırlı değildir; itikad ve amel sahasında da
aldatmacalar (telbîs) kullanır.
- Günahlarda Rızâya Düşme Hilesi: Şa‘rânî’ye göre, günah
ve mâsiyetlerde (itaatsizliklerde) Hak Teâlâ’nın rızası (razı olması)
olduğuna inananların (vahdet-i mevcutçular) ekserisi (çoğunluğu), kâmil
bir mürşid (yol gösterici) olmadan kendi zanlarına (varsayımlarına)
kapılırlar. Bu durumun, Hak Teâlâ’nın, peygamberlerinin lisanı (dili) ile
menettiği şeyleri asla mübah kılmayacağı gerçeği karşısında, açık bir
"küfür ve telbîs" (aldatma) olduğunu vurgular.
- Müridlerin Zaafı ve Şeyh Zayıflığı: Müridin kâmil bir
üstadın hükmü ve telkini altında bulunması halinde şeytanın vesveselerine
karşı korunacağı belirtilir. Şeyhi olmayan kimsenin, kendisini
sapıtanlarla sohbet etmesindeki vebâli (sorumluluğu) yalnızca kendisi
yüklenir. Aynı zamanda, Allah’ın câmî (kapsayıcı) ismi ile sığınmanın
(istiâze), şeytanın hilesinin zayıf olması sebebiyle, huzura gelmesini men
edecek en etkili yöntem olduğu belirtilir.
III. Cinler, Korunma ve Okuma Üzerine
Görüşler
Şa‘rânî, cinlerin
varlığını kabul etmekle birlikte, onlardan korunmanın duâlar, Kur’an tilaveti
ve edebe riayetle mümkün olduğunu, cinlerle oturmanın ise sakıncalı olduğunu
ifade eder.
- Cinlerle İlişkiler ve Korunma Yöntemleri (Yaşanmış Olay):
Şa‘rânî, cinlerle yaşadığı hadiseleri, okunacak duâları zamânında
okumaları için insanlara öğüt vermek maksadıyla anlattığını
belirtmiştir.
- Keçi Kılığı: Kıtlık günlerinde evine
yerleşen cinlerden birinin keçi kılığına girerek gürültü çıkardığı ve
lâmbayı söndürdüğü, çocukları korkuttuğu anlatılır. Şa‘rânî onu
yakaladığında, cin tövbe etmiş, ancak Şa‘rânî ayağını bırakmayınca cin,
bir kıl inceliği alıp avcundan çekilip gitmiştir.
- Allah İsmi ve Cin: Cin kendisine
yaklaştığında vücudundaki kıllar diken diken olurdu, ama Allahü teâlânın
ismini söylemeye başladığı an cin derhal uzaklaşırdı.
- Turunç Kokusu Hilesi: Cin tayfası, turunç (bir tür narenciye) kokusuna
tahammül edemez ve kokunun bulunduğu yere gelmezlerdi.
- Cinlerle Oturmanın Mekruh (Kötü) Oluşu: Şa‘rânî,
ruhanî âlimlerden dahi olsa, cinlerle oturmayı tercih eden kimsenin cahil
olduğunu belirtir. Cinlerin galip özelliğinin boş işlerle meşgul
olmalarıdır. Cinlerin aslı ateş olduğu için, akıl sahibi kimse fâsıklardan
kaçtığı gibi cinlerden de kaçar, zira cinler kendileriyle oturana,
insanlardan daha şiddetli fitne (imtihan) kaynağıdır.
- Okuma ve Ruhaniyet: Kur’ân-ı Kerîm okumanın (kıraat),
gıybetten (dedikodudan), nemîmeden (koğuculuktan), haram ve şüphelileri
yemekten temizlenmiş bir dille yapılması gerektiği hususunda edebe vurgu
yapılır. Şa‘rânî, rüyanın peygamberliğin bir parçası (vahyin başlangıcı) olduğunu
belirtir ve Hz. Peygamber’in (salla’llâhu aleyhi ve sellem) ümmetine
rüyayı ispat etmesini sevdiğini aktarır.
IV. Muska ve Mânevî Korunma
Kaynaklarda doğrudan
"muska" kelimesi geçmemekle birlikte, korunma duâları (okuma) ve
mânevî temizlik (taharet) vurgulanmıştır.
- Dua ve Sığınma: Peygamberlerin bile ölülerin
fitnesinden Allah’a sığındıkları, bunun kulluklarının bir gereği olduğu ve
acziyetlerini (zayıflıklarını) gösterdiği belirtilir. Şa‘rânî’nin cinlerle
yaşadığı tecrübeler, özel duâların okunması yoluyla korunmanın mümkün ve gerekli
olduğunu ortaya koyar.
- Gizli Sadaka: Gizli sadakanın (hayrın) tanımını
yaparken, sadakanın manasını dahi bilmemek ve verilen şeyin ne olduğunu
aklına getirip öğrenmek istememenin en kâmil hâl olduğunu ifade eder. Bu,
dünyevî hırslardan ve nefsânî arzularla ibadet etme hilesinden (telbîs) korunmanın
bir yoludur.
Sonuç:
İmam Şa‘rânî’nin
şeytanın hilelerine ve sihre dair görüşleri, sadece sihir ve büyücülük gibi
zâhirî suçları değil, aynı zamanda kulun kalbine arız olan itikadî sapmaları
(telbîs) da kapsar. Bu tehditlere karşı en temel korunma yolu, kâmil bir
mürşidin rehberliği altında (önceki yazılarımızda değinildiği üzere
Aliyyül-Havvâs’ın rehberliği gibi), Allah’ın câmî ismi ile sığınmak, Kur’ân ve
dualarla mânevî edebe riayet etmek ve nefsânî arzulardan uzak durmaktır.
Kaynakça
Anonim. (t.y.). ABDUeLVEHHAB_SARANi.pdf.
[1–6]. Anonim. (t.y.). Kibriti Ahmer.pdf. [13–45]. Anonim. (t.y.). KİBRİT
AHMER.pdf. [46–79]. Anonim. (t.y.). elyevakit Cilt 2.pdf. [79–148].
Anonim. (t.y.). elyevakit vel cevahir1.pdf. [148–152]. Anonim. (t.y.). mizanül
kübra tüm.pdf. [149–246]. Anonim. (t.y.). İmam Şarani _ Evliyalar
ansiklopedisi 3_ Tabakat_ül Kübra.pdf. [253–527]. (APA).
Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî (rh.a)
Külliyatında İhramlı Kadının ve Namaz Kılan Kadının Yüzüne Bakmanın Mânevî
Hükmü ve Cezâ İlleti: Tasavvufî ve Fıkhî Edep Çerçevesinde Bir Değerlendirme
Muhterem İmam
Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî (rh.a), fıkıh ve tasavvufu uzlaştırma çabasında, üstadı
Aliyyül-Havvâs (k.s.) ve Şeyh-i Ekber İbnü’l-Arabî’nin (rh.a) görüşlerine
dayanarak, zâhirî (dışsal) hükümleri dahi manevî edep ve keşif (içgörü)
makamlarıyla ilişkilendirmiştir. Bu bağlamda, bir kişinin Huzûr-i İlâhî’de
(İlahî Huzurda) bulunan kadınların yüzüne bakmasının, ciddi bir mânevî
sorumluluğu ve cezayı gerektirdiğini açıkça ifade etmiştir.
Bu hassas konuya dair
görüşler, kadının belirli ibadetler esnasında ulaştığı yüksek mânevî makamın,
diğer müminler için mutlak bir saygı (ta'zîm) gerektirmesinden
kaynaklanmaktadır.
I. Namaz Kılan Kadının Yüzüne
Bakmanın Hükmü
Şa‘rânî, üstadı
Aliyyül-Havvâs’tan (k.s.) naklen, namaz (Salât) kılan bir kadının
yüzünün açık olmasının ardındaki derin manevî hikmeti açıklamaktadır:
- Kadının Namazdaki Yüksek Makamı: Hür bir kadının
namazda yüzünün ve elinin içinin açık (örtüsüz) olmasında, âriflere
(ilim ve irfan sahibi olanlara) göre, Allahü Teâlâ için büyük bir
ta'zîm (saygı/yüceltme) bulunmaktadır. Bu durum, İmam Şa‘rânî’nin Mîzânü’l-Kübrâ
gibi eserlerinde fıkhî ihtilafları uzlaştıran manevî temellerden birini
teşkil eder.
- Namahrem Bakışının Yasaklanması: Ârifler, kadını namazda,
Allahü Teâlâ’nın huzurunda ve korumasında (muhafazasında) bulunan bir
varlık olarak görürler. Kadın, tıpkı aslan yuvasındaki bir aslan yavrusu
gibidir. Bu kutsal huzur nedeniyle, hiçbir kimsenin, hiçbir şekilde
başını kaldırıp ona bakması câiz değildir.
- Mânevî Cezaya Müstehak Olma: Bu ilahî edebe riayet
etmeyenler, yani Allahü Teâlâ’nın şakî (bahtsız) kıldıkları, bu
durumdan gâfil (habersiz) kalırlar, bakarlar ve neticede Allahü
Teâlâ’nın cezasına müstehak olurlar. Bu ifade, namaz kılan kadının
yüzüne bakmanın, kulun manevî dünyasında büyük bir günah ve ilahi gadaba
(öfkeye) yol açan bir hareket olduğunu kesin bir dille belirtmektedir.
II. İhramlı Kadının Yüzüne Bakmanın
Hükmü
Hac ibadeti esnasında ihrâm
(haccın veya umrenin ifası için girilen özel kutsal hâl) durumundaki kadının
yüzünü açması da benzer bir manevî sırrı taşır ve bakmak aynı derecede büyük
bir edepsizlik sayılır.
- İhram Hâlinin Sırrı: Kadının ihrâmda yüzünü açmasındaki sır da, namazdaki
gibidir. Çünkü ihrâmda bulunan kadın, Allahü Teâlâ’nın husûsi
huzûrundadır.
- Mahcubiyet (Utanç) ve Zül (Alçakgönüllülük) Gerekliliği:
İhramlıdan beklenen, alçakgönüllülük (zül), miskinlik ve Hak
Teâlâ’dan mahcûbluk (utanma/hâyâ) içinde olması, ceza korkusundan
af ve mağfiret dileğini açıkça göstermesidir. Üstad Aliyyül-Havvâs'tan
duyulduğuna göre, Hacda
kalbinden perdesi açılan kimsenin Rabbinden haya etmesi, utanması ve
mahcûbluk duyması zarurîdir.
- Edebe Riayetsizlik: Bu makamda, kadının yüzünün açık
olması, Allahü Teâlâ’nın koruması altındaki bir yem misâlidir. Allahü Teâlâ’nın koruduğu
kimse, o huzuru yüce tutar ve yabancı (nâmahrem) kadının yüzüne, huzurunda
bulunduğu Rabbine karşı edebi gözeterek, hiçbir zaman bakmaz.
Dolayısıyla, bu kutsal hâlde kadının yüzüne bakmak, Allah’ın huzuruna
karşı yapılan en büyük edep ihlallerinden biri olarak kabul edilir.
III. İlmî Netice: Mânevî Cezanın
İlleti
Şa‘rânî’nin naklettiği
bu iki durumun ortak paydası ve mânevî cezanın (cezaya müstehak olmanın) illeti
(gerekçesi), Huzûr-i İlâhî’ye olan saygısızlıktır.
Hem namaz hem de ihrâm,
kulun Rabbi ile doğrudan münâcaât (içten konuşma) ve yakınlık (kurbiyet)
kurduğu zamanlardır. Kadın, bu ibadetler esnasında Allah’ın husûsî huzûrunda
bulunmakla, tıpkı peygamberlerin ve büyük velilerin makamına benzer bir hâl
alır. Bu makama saygısızlık eden (yani kadının yüzüne şehvetle veya gâfilce
bakan) kişi, namazın ya da haccın getirdiği kutsal ortama ve bu ortamın en
değerli varlıklarından birine hürmetsizlik etmiş olur.
Bu ceza, kulun Rabbine
karşı olan edep (terbiye) ölçütünü ihlal etmesinden kaynaklanmaktadır.
Zira Allah’ın (cc) azabı hak edenler, Hak ile olan huzuru (yakîn)
bozacak, kadının mahrem yerlerini hatırlamak gibi dünyevî düşüncelere dalarlar.
Şerîatteki hükümlere manevî açıdan bu kadar derin bir anlam yüklenmesi, sâlikin
(mânevî yolcunun) her an Allah ile birlikte olma bilincini (ihsan) muhafaza
etmesi gerektiğini gösterir.
Kaynakça
Anonim. (t.y.). ALİ
HAVVÂS [Havas] kuddise sırruhu.pdf.. Anonim. (t.y.). Kibriti Ahmer.pdf..
Anonim. (t.y.). KİBRİT AHMER.pdf.. Anonim. (t.y.). elyevakit Cilt
2.pdf.. Anonim. (t.y.). elyevakit vel cevahir1.pdf.. Anonim. (t.y.).
mizanül kübra tüm.pdf.. Anonim. (t.y.). İmam Şarani _ Evliyalar
ansiklopedisi 3_ Tabakat_ül Kübra.pdf.. (APA).
Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî (rh.a)
Külliyatında Rüya Görememe veya Mânevî İdrâk Perdelenmesi (Hicap) Üzerine
Kelâmî ve Tasavvufî Gerekçeler
Şa‘rânî’nin
eserlerinde, rüyanın mahiyeti (nevm) ve mânevî idrâkin önündeki engeller
(hicâb/perde) üzerinde durulmaktadır. Kaynaklarda, bazı insanların hiç rüya
görememesinin kesin ve maddî nedenleri açıkça listelenmese de, rüyalar
aracılığıyla elde edilen keşfî bilginin (zarurî ilim) ve Hak Teâlâ'yı veya Hz.
Peygamber’i (salla’llâhu aleyhi ve sellem) görme lütfunun engellenmesine yol
açan temel manevî ve fizyolojik engeller (hicaplar) detaylıca izah edilmiştir.
Bu engeller ve
perdelenme sebepleri, hem İbnü’l-Arabî’nin kelâmî açıklamaları hem de
Şa‘rânî’nin kendi manevî tecrübeleri ile desteklenmiştir.
I. Uykunun (Nevm) Fizyolojik ve
Ruhani Mekanizması
Rüya görmenin veya
görmemenin temelinde yatan hâl, uykunun tanımında gizlidir. Şa‘rânî’nin
aktardığına göre, uyku (nevm), mutlak yokluk (ölüm) anlamına gelmez;
sadece duyusal idraklerin (hissî müdrikeler) perdelenmesidir.
- Maddî Perdelenme (Buğu): Uykunun meydana gelmesi,
ruhun bedenden tamamen ayrılması değil, kişinin canlı kalmasıyla birlikte,
buğu (buhar/duman) adı verilen bir engelin, kişinin kuvvetleri ile
hissî idrakleri arasına girmesiyle oluşur. Bu durum, bulutun güneş ile
yeryüzünün arasına girip ışığı engellemesine benzetilir.
- Eğer bir kişi hiç rüya görmüyorsa, bu, duyusal
idraklerinin tam olarak örtülmesinden sorumlu olan bu buğunun çok yoğun
olması veya idrak kuvvetlerinin yeterince latîf (ince/hassas)
olmamasından kaynaklanabilir.
II. Mânevî İdrâki Engelleyen Perde ve
Hicaplar
Rüya, uykunun ölümün
kardeşi olması hasebiyle, manevî âlemle geçici bir temas anıdır. Bu teması
engelleyen temel faktörler ise şahsın mânevî kusurları ve edep eksikliğidir.
- Sır İfşası (Edebe Riayetsizlik): Şa‘rânî’nin bizzat
yaşadığı en büyük üzüntü ve manevî perdelenme sebebi, gördüğü rüyalardan
bazı sırları ihvanına (kardeşlerine) açıklamasıdır. Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem) bu nedenle kendisine: “Sen, bizi görmeye ehil değilsin artık. Çünkü,
sırlarımızı insanlara açıklıyorsun” buyurmuştur.
- Bu durum, mânevî makamlara (rüya yoluyla görme
dâhil) ulaşmanın, edinilen sırlara karşı mutlak edebe riayet etmeye bağlı
olduğunu ve bu edebi ihlal etmenin cezâsının manevî perdelenme (hicap)
olduğunu göstermektedir.
- Cehâlet (Bilgisizlik) ve Günahlar: Kalp gözünün
(basîret) açılması, Hak Teâlâ’nın nûru ile görme (ferâset) makamına
bağlıdır. Bu makama ulaşmanın önündeki en büyük engeller şunlardır:
- İtikat ve Cehâlet: Kâfirlerin, Rablerini
görmemelerinin (veya görseler bile idrak edememelerinin) sebebi,
aralarındaki perdenin cehâletleri (bilgisizlikleri) olmasıdır.
İlim nûr perdelerini açarken, bilgisizlik zulmet perdelerini oluşturur.
Rüya yoluyla dahi olsa Hak Teâlâ’yı idrak etmede başarısız olmak,
cehâletin bir sonucudur.
- Huzûr-i İlâhîden Uzaklaşma (İsyan): Kul,
Allah’a isyan ettiğinde, Hak Teâlâ’nın mertebesinden uzak olması
sebebiyle, perde onun Hakk’ı müşâhedesine (gözlemlemesine) engel olur. Zina,
insanı Allah’ın nurundan uzaklaştıran en büyük perdeler arasında
sayılmıştır. Bu manevî kirlilikler, kalbin berraklığını bozar ve rüya
yoluyla gelen feyzi engeller.
- Dünyevî Meşguliyet ve Nefsin Kirleri: Mânevî
aydınlanma (varidat) sadece arınmış kalplere gelir.
- Kalbin Temizliği: Kalp bir aynaya benzer;
ne zaman ki kalp, tabii ve vehmî şeylerden (doğal ve hayali
kuruntulardan) temizlenir ve arınır, işte o zaman aydınlık nuru ona
çarpar ve gayb âlemi işleri (yani keşfî rüyalar ve vizyonlar) onda
görülmeye başlar.
- Cismani İşlerle Meşguliyet: Kişi, kalbini dünyevi
ve cismani şeylerin herhangi biriyle meşgul ederse, özellikle fani ve
kıl bitim mahalli olan yerlerin meşgalesinden (cinsel ve dünyevî hazlar)
kalbini arıtmazsa, rüya yoluyla gelen saflığı bulamaz.
III. Sülûk (Mânevî Yolculuk) ve İlmî
Engeller
Rüya makamından
perdelenen kişi, genellikle manevî makamın gerektirdiği sebat ve teslimiyetten
de uzak düşer.
- Varidatın Engellenmesi: Bir kişiye ilahi varidat
(mânevî aydınlanma) geliyor ise, bu o kişinin özünde saklıydı ve zamanı
gelince zuhur etti demektir. Eğer bir kimse elde edemediği şeyi inkâr
ederse, elde etmiş olduğu şeyin bereketinden mahrum kalır. Bu, rüya gibi
manevî kanallardan gelen bilgiyi de kapsar.
- İddia ve Nefsâniyet: Mânevî yolda (tarikatta), iddia
makamında bulunan kimse imtihana tâbi tutulur ve imtihanı iddiası
kadar ağır olur. Rüya ve manevî vizyonları kendi nefsine bağlamak ve
bunlarla övünmek, perdelenmeye yol açan bir nefsaniyet göstergesidir.
Sonuç olarak, bir kişinin rüya görememesinin veya
rüyalarından fayda sağlayamamasının ana engelleri, fizyolojik sebeplere ek
olarak; manevî alandaki edep eksikliği (sır ifşası), itikadî cehâlet,
günahlar ile perdelenen kalp ve kalbin dünyevî meşgalelerle
temizlenmemiş olmasıdır. Kâmil bir manevî idrâk için kalp, bütün yabancı
(ağyâr) düşüncelerden arınmış olmalıdır.
Kaynakça
Anonim. (t.y.). ABDUeLVEHHAB_SARANi.pdf..
Anonim. (t.y.). Kibriti Ahmer.pdf.. Anonim. (t.y.). KİBRİT AHMER.pdf..
Anonim. (t.y.). elyevakit Cilt 2.pdf.. Anonim. (t.y.). elyevakit vel
cevahir1.pdf.. Anonim. (t.y.). İmam Şarani _ Evliyalar ansiklopedisi 3_
Tabakat_ül Kübra.pdf.. (APA).
Şeyh Aliyyül-Havvâs el-Berlisî’nin
(k.s.) Hikmetli Nasihatleri: Dureru’l-Gavvâs alâ Fetâvâ Sîdî Ali el-Havvâs
Eserinden Örnekler
Muhterem İmam
Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî, üstadı ve mânevî rehberi Seyyid Ali el-Havvâs’ın
derinlikli fetvâlarını, görüşlerini ve öğütlerini, ismini bizzat koyduğu eseri Sîdî
Ali el-Havvâs’ın Fetvaları Üzerine Dalgıcın İncileri (Dureru’l-Gavvâs
alâ Fetâvâ Sîdî Ali el-Havvâs) başta olmak üzere, külliyatının pek çok
yerinde kaydetmiştir. Bu nasihatler, zâhirî (dışsal) âdâb, helal kazanç
hassasiyeti ve sâlikin (mânevî yolcu) karşılaşacağı zorluklara karşı mânevî
korunma yollarını içermektedir.
Aşağıda, kaynaklarda
zikredilen ve Havvâs Hazretleri’nin hikmet dolu nasihatlerinden bazıları,
ilgili konular çerçevesinde sunulmuştur:
I. Mânevî Terbiye (Sülûk) ve Ahlâkî
Temeller
Bu nasihatler, kulun
Allah (c.c.) ile olan ilişkisini düzenlemede edeb (terbiye) ve ihlas
(samimiyet) kavramlarını merkeze alır.
- Edep ve İyi Hâllerin Korunması: Ali Havvâs
Hazretleri’nin üzerinde durduğu en temel prensip, edebin korunmasıdır. Bir
kişinin, kendisinden ayrılan hâl sahibi bir zâtı küçültücü sözlerle
eleştirmesi üzerine, o kişinin bütün iyi hâllerinin kaybolduğunu gördükten
sonra şöyle buyurmuştur: "Evlâdım, edeb olmayınca, insanda böyle
iyi hâller kalmaz". Bu, dervişler için edebin, mânevî sermayenin
korunmasındaki mutlakiyetini göstermektedir.
- Dünyalık Arzulara Karşı Tavır: Şa‘rânî'nin kaydettiği
üzere, dünyalık istemek için vâlinin (devlet büyüklerinin) kapısına giden
Sâlih bir kimseyi "ne kötü" olarak nitelemiş, ancak "başkasının
bir işine yardımcı olmak için gitmiş ise, çok iyi bir kimsedir"
buyurarak, niyetin önemini vurgulamıştır.
- Kâmil Velinin İrâdesi ve Sınırları: Havvâs
Hazretleri’nden nakledilen mânevî olgunluğa (kemâl) dair bir nasihat, bir
adamın, müridinin "sulbte [baba belinde], yani Elestü bi Rabbiküm
gününde nutfe iken intikalinden, cennet veya cehennemde istikrar edinceye
kadar (sürede her şeyini) bilmiş olsun" denilmedikçe kendi katlarında
kemâle ermeyeceğini belirtir. Bu, irfânî bilginin derinliğini ve kâmil
velinin geniş şuurunu ifade eder.
II. Helal Kazanç, Kanaat (Yetinme) ve
Dünyadan Beri Olma
Havvâs Hazretleri,
zâhirî olarak mütevazı zanaatlarla (önce sabun ve temizlik malzemeleri, sonra
zeytin, en son sepet örme) geçimini sağlayan bir zât olarak, kanaate dair güçlü
nasihatlerde bulunmuştur:
- Kendi Kazancına Güvenme: Gözleri şişmişken dahi sepet
örmeye devam ederken, sevenlerinden birinin kendisine para teklif etmesi
üzerine parayı reddetmiş ve şöyle demiştir: "Şu hâlimle kendi
kazancıma güvenemiyorum, başkasının kazancına nasıl güvenebilirim?".
Bu, mânevî bağımsızlığın ve helal rızka olan mutlak güvenin bir dersidir.
- Zâlimin Malından Kaçınma: Zâlimlerin ve onlara yardımcı olanların
yemeklerini yemez. Onların verdiği paraları kendi ve ailesinin ihtiyacına
harcamaz, ancak dul kadınlar, iş yapamayacak yaşlılar ve zor durumda
olanlar gibi muhtaçlara taksim edip verirdi.
- Terk Edilen Ticarete Dönüş Nasihati: Kumaş ticaretini bırakıp
şeyhlik yapmaya başlayan bir zâta nasihati: "Sen ilk san’atına ve
işine dön. Zira bu, senin için daha iyi, kalbin için de daha temiz bir
iştir". Bu nasihati dinlemeyen zâtın, dünyayı sevmesi ancak ondan
mahrum olması için dua etti.
III. İlmî ve Fıkhî Meselelerdeki
Tavsiyeler
Havvâs Hazretleri,
fıkhî konuları mânevî hakikatler zeminine oturtarak, şerî hükümlere farklı bir
perspektiften bakılmasını öğütler.
- Abdestte Namahremden Korunma (İtikâf Hükmü): İtikâfın
(ibadet amacıyla mescitte kalmanın) şartının, Hak Teâlâ’yı dâima
(kalpte) müşâhede ve mülâhaza etmek olduğunu belirtir. Kişi nefsânî
arzusuna dönerse bu şart bozulur. Aynı ilke namazda yemenin haram
olmasının sebebidir: "Hâlık’ı (Yaratıcıyı) görmekle, nefsini
görmek bir yerde toplanamaz". Bu, kişinin beden ve nefis
temizliğini koruması gerektiğine dair üst düzey bir nasihattir.
- Kur’ân Okuma ve Ecrin Kesinliği: Avamın (halkın),
Kur’ân-ı kerîmin mânâsını anlamadan okumaları hakkında sorulduğunda, "Okudukları
Kur’ân-ı kerîmin her harfi için onlara on sevâb vardır"
buyurmuştur. Bu, genel halkın ibadetine dair büyük bir teşvik ve
kolaylaştırma (tahfîf) hükmüdür.
- Hüküm Koymada Dikkat ve Tevhid: Ali Havvâs’ın,
tevhidin şirkle bir arada bulunmayacağına dair verdiği nasihat, kişinin
bütün fiil ve sıfatların aslının kendisine değil, Allah Teâlâ için
olduğunu müşahede etmesi gerektiğidir. Bu, riyakârlıktan ve kendini
beğenmişlikten (ucb) uzak durmanın temelidir.
- Hukukî Hakları İstemede Samimiyet: İnsanlara hakların
büyüklüğünü göstermek için, hak sahibine karşı samimi davranmanın önemini
vurgular. "Kıyâmet
gününde kendilerini mihnet (sıkıntı) altında bırakmamak için hakkımızı
istemekle, kendilerine karşı samimî davranmış oluyoruz" demiştir.
IV. Mânevî İdrak ve Çirkin Düşünceler
(Vesvese)
Havvâs Hazretleri,
mânevî makam sahiplerine dahi gelen çirkin düşünceler (vesvese) hakkında da yol
göstermiştir:
- Çirkin Düşüncelerin Mahiyeti: "Çirkin düşünceler
(kötü vesveseler), halkın aklına geldiği gibi seçkinlerin de aklına gelir
mi?" sorusuna karşılık, kâmillerin aklına kendi çirkin düşünceleri
gelebileceğini, ancak bu düşüncelerin mahiyetinin farklı olduğunu ima
etmiştir.
- Nefse Karşı Mücâdele: Şeytanın hilelerinden korunmak
için, nefsin tahrik ettiği (harekete geçirdiği) durumlardan sakınmak
gerekir. Havvâs Hazretleri, müridini uyararak: "Çünkü mutlak
hakikate sahip olsanız bile, onun [nefsin] nefsi harekete geçer ve size
karşı gelir. Çünkü nefs harekete geçtiğinde şeytan onu yakalar ve onun
sesi olur." Bu durumda, öfkeye kapılmak yerine, kardeşini
etkileyenin Şeytan olduğunu görmek ve onu anlamak gerekir.
Bu nasihatler
silsilesi, Şa‘rânî'nin eserlerinde merkezi bir yer tutar ve zâhir ile bâtını
birleştiren mânevî irfanın rehberliğini sunar.
Kaynakça
Eş-Şa‘rânî, A. (t.y.). ALİ
HAVVÂS [Havas] kuddise sırruhu.pdf.. Eş-Şa‘rânî, A. (t.y.). Durar-alGhawas-Fatawa-Ali-Khawas_MaktabaAzhariyya
tr.pdf.. Eş-Şa‘rânî, A. (t.y.). Kibriti Ahmer.pdf.. Eş-Şa‘rânî, A.
(t.y.). KİBRİT AHMER.pdf.. Eş-Şa‘rânî, A. (t.y.). elyevakit Cilt
2.pdf.. Eş-Şa‘rânî, A. (t.y.). elyevakit vel cevahir1.pdf..
Eş-Şa‘rânî, A. (t.y.). mizanül kübra tüm.pdf.. Eş-Şa‘rânî, A. (t.y.). İmam
Şarani _ Evliyalar ansiklopedisi 3_ Tabakat_ül Kübra.pdf..
Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî’nin (rh.a)
Külliyatında Kayıtlı Önemli Hikâyeler (Vakıalar) ve Yaşanmış Mânevî Hadiseler
Muhterem Üstadımız
Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî’nin eserleri, sadece fıkhî ve kelâmî tartışmaların bir
dökümü değil, aynı zamanda kendisinin ve üstadı Şeyh Aliyyül-Havvâs’ın (k.s.)
hayatlarında zuhur eden, insanın aklını ve idrâkini zorlayan, ibret verici mânevî
ve tarihî hadiselerin (vakıaların) bir kaydıdır. Bu hikâyeler, sâlikin (mânevî
yolcu) nefs terbiyesi (mücâhede) ve keşif (içgörü) makamlarının
hakikatini gözler önüne sermektedir.
Aşağıda, kaynaklarda
geçen ve Şa‘rânî ile diğer büyük zâtların yaşadığı başlıca olayların dökümü
sunulmuştur:
I. Abdülvehhâb
eş-Şa‘rânî’nin Kişisel Mücâhede (Nefs Terbiyesi) ve Kerametleri
Şa‘rânî, hayatı boyunca
yüksek bir vera‘ (dini hassasiyet) ve şiddetli bir riyâzet
(nefsine zorluk yükleme) içinde yaşamıştır:
- Yılanların Bulunduğu Türbede Yatış: Bir zamanlar,
Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî bir türbede yatmış, türbenin etrafında bulunan halk
ise yılan korkusundan oraya yaklaşamamıştır. Halk kendisine bu durumu
sorduğunda, "Allahü
Teâlâ yılanlara beni sokmaları için ilhâm etmedikçe, onlar beni sokmazlar.
Allahü Teâlâ’nın irâdesi olmadan, yılanın bir kimseyi sokması mümkün
değildir" buyurmuştur.
- Keçi Kılığındaki Cin Vakıası: Şa‘rânî, evine yerleşen
cinlerden bir grubun kıtlık olduğu günlerde gürültü çıkardığını ve
çocukları korkuttuğunu anlatmıştır. Cinlerden biri keçi kılığına girip
lambayı söndürüyordu. Şa‘rânî, bir gece sedirin altına saklanarak önünden
geçen bu cini ayağından yakalamış. Cin tövbe ederek bir daha gelmeyeceğine
söz vermiştir. Buna rağmen Şa‘rânî ayağını bırakmayınca, cinin ayağı
elinde incelmiş, bir kıl inceliğini aldıktan sonra avucundan çekilip
gitmiştir. Şa‘rânî, bu tür olayları, insanların okunacak duâları
zamanında okuması için anlattığını belirtmiştir.
- Uykusuz Kalmak İçin Yapılan Mücâhede: Şa‘rânî, nefsine
senelerce mücâhede (nefisle savaş) yüklediğini ifade etmiştir.
Halvet (yalnız kalma) odasının tavanına bir ip bağlayıp, halkasını boynuna
geçirmiş, böylece uzanıp yatmadığını, uykusu geldiğinde ipin onu ibadete
devam etmeye zorladığını anlatmıştır.
- Kuru Toprak Yemek Suretiyle Vera’ (Titizlik): Vera’
(dini hassasiyet) konusunda öyle bir mertebeye geldiğini, makamına uygun
olmayan helâl yiyecek bulamadığı zaman, kuru toprak yediğini ve bu
toprakta et ve sütteki yağlılığı bulduğunu söylemiştir. Bu hususta İbrahim bin
Edhem’in de yirmi gün kuru toprak yemekle yetindiği hikâyesini örnek
vermiştir.
- Hâtibin Kısmetsizlik Hikâyesi (Sosyal Uyuşmazlık Çözümü):
Osmanlı padişahı Sultan Selîm Han Mısır’ı fethettiğinde, Cuma namazını
Ezher Câmii’nde kıldıran hatîbe yüz altın bağışlamıştır. Bu altını alan
hatîb, nöbetini devrettiği arkadaşından izin almıştı. Altını alamayan
hatîb söylenmeye başlayınca, Şa‘rânî araya girip ona; "Arkadaşın
ilâhî kudretin bir âletidir. Senin böyle söylemen, sopa ile dövülüp de,
sopayı vurana değil sopaya kızan adamın hâline benziyor" diyerek onu
susturmuştur.
II. Şeyh Aliyyül-Havvâs’ın (k.s.)
Olağanüstü Halleri ve Mânevî Darbeleri
- Halkın Belasını Yüklenme Hadisesi: Muhammed bin Anan,
rüyasında Mısır üzerine büyük bir belâ indiğini görmüş ve durumu
Aliyyül-Havvâs’a bildirmiştir. Havvâs Hazretleri, "Müjde haberi yok.
Fakat bereket olacağı umulur" demiştir. Bir müddet sonra Canbolat isminde bir muhassıl
(vergi görevlisi/subaşı) gelerek Havvâs’ı yakalamış, bağlayıp hakaret
etmiş ve elleri bağlı olduğu hâlde Mısır sokaklarında dolaştırmıştır.
Muhammed bin Anan, öğle namazından sonra belânın kalktığını görünce,
Havvâs’ın bu acıklı hâlini öğrenmiş ve "Allah Teâlâ’ya hamdolsun ki, bu ümmet
içerisinde, ümmetin belâ ve musibetlerini yüklenecek olanları da
yarattı" diyerek şükür secdesine varmıştır. Bu olay, evliyanın
halkın yükünü (musibet) üstlenmesine dair en önemli yaşanmış
örneklerden biridir.
- Zalimin Ölümü Vakıası: Hanefî Hazretleri’nin (Muhammed
b. İnan) davetçi gönderdiği zalim, Hanefî Hazretleri’ne hakaret etmiş, o da parmağını
toprağa dürtercesine yere bastırmıştır. Bu olayın peşinden, sultan
o zalime öfkelenmiş ve evinin başına yıkılması emrini vermiştir. O vali
daha sonra boynu vurularak öldürülmüştür. Bu, velilerin sözünün tesirine
dair bir hikâyedir.
- Meyve Ağaçlarının Korunması: Havvâs Hazretleri, meyve
ağaçları çiçek açtığı zaman onlara zarar verecek bir durum olduğunda,
bütün gece uyumaz, gözyaşları dökerek Allah Teâlâ’ya yalvarır ve o zararın
kalkması için dua ederdi.
- Abdest Suyundaki Günahları Görme Keşfi: Şa‘rânî,
üstadının, Ebû Hanîfe’nin (rh.a) müsta‘mel (kullanılmış) suyu necis
saymasının sebebini açıkladığını nakleder: Ebû Hanîfe, suya baktığı vakit,
abdest alan kişinin günahlarının suyla aktığını görür ve bu suyu pis
hissederek onunla temizlenmenin imkânsız olduğunu bilirdi. Havvâs Hazretleri,
Allah’ın basîretini açtığı kimsenin, büyük günahların artığı olan suyu,
köpek idrarı veya leşinden daha iğrenç gördüğünü belirtmiştir.
- Ölümünden Sonra Tabutunun Taşınması: Havvâs Hazretleri
vefât ettiğinde, cenaze namazı Kahire’de kılınmış ve şiddetli yağmur
yağmıştır. Tabutunun İmâm-ı Şâfiî’nin kabrine yakın bir yere defnedilmesi
önerilmiş, ancak kardeşi Efdalüddîn, Şa‘rânî’yi uyararak, "Bu
kalabalığa, Hazreti Süleymân’ın emrindeki cinler dahî katılsa bu cenâzeyi
denilen yere götüremez" demiştir. O sırada kalabalığın arasından
sacları kazınmış güçlü genç kimseler ortaya çıkarak tabutu kapmış ve ilk
gömülecek yer olan Fetihler Kapısı dışındaki Şeyh Berekât’ın zaviyesine
defnetmiştir.
- Kendi Kitaplarını Satma Emri (İlmî Bağlılıktan Arınma):
Şa‘rânî, Aliyyül-Havvâs ile bağlantıya geçtiği zaman, üstadı ondan tüm
kitaplarını satmasını ve parasını fakirlere sadaka olarak dağıtmasını
istemiştir. Şa‘rânî bu emri yerine getirmiş; bu durum, onun mânevî yolda
dünyevi ve ilmî bağlılıklardan arınmasının bir göstergesidir (önceki
yazılarımızda bu hususa değinilmiştir).
III. Kadın ve Erkek İlişkileri ile
Şehvet Üzerine İbretlik Vakıalar
- Şiblî’nin Kancık Eşeği Karşısındaki Zaafı: İmam Şiblî
Hazretleri’nin, bir kancık (dişi) eşeği gördüğünde, nefsine hâkim
olamayacağını anlayarak müslümanlardan yardım istediği ve "Ey
müslümanlar, çabuk bana yetişin ve bu kancık eşeği benden uzaklaştırın...
Çünkü ben, nefsimin zaafını anladım" dediği hikâye edilir. Muhammed
Hanefî Hazretleri bu hikâyeden ders çıkararak: "Şimdi... Şibli'nin
bir kancık eşeğe karşı durumu bu olunca... Peki, güzel yüzlü bir insana
karşı nasıl olur?" demiştir. Bu olay üzerine, iki genç mürid, nefsaniyetten
kaçınmak için birlikte kalmaktan vazgeçmiş, ayrılmışlardır.
- Yumuşaklığa İhtiyaç Duyan Sultan: Cin tayfasının
sultanı, Muhammed Hanefî Hazretleri’ne bir iş için gelmiş ve onun
kayınbabası ile musafaha (el sıkışma) eylemesini, zira o elin Hz.
Peygamber’in (salla'llâhu aleyhi ve sellem) eliyle musafaha ettiğini
söylemiştir. Daha sonra vezirinin de Hanefî Hazretleri ile musafaha
etmesini emretmiştir. Bu, kutsal dokunuşun manevi aktarımına dair bir
olaydır.
- Cariye Bereket’in Azatlanması ve Yürüyememesi:
Muhammed Hanefî Hazretleri, çok temiz bir cariyesi olan Bereket’i azad
etmiş ve bunu kimseye söylememesini tembihlemiştir. Ancak Cariye bu sırrı
ifşa edince, Hanefî Hazretleri ona gitmesini ve bir yerde oturup kalmasını
emretmiştir. Cariye bir ara ayağa kalkmak istemiş ama kalkamamıştır.
Yürümesi için tekrar izin istediğinde, Hanefî Hazretleri, "O, yalnız
ayağa kalkmak için izin istedi" diyerek, izinsiz hareket etmenin
manevi engellerini göstermiştir. Sonunda yürümesi için izin vermiştir.
IV. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi
ve sellem) ve Diğer Nebîlere Dair Hikmetli Anlatılar
- Sır İfşası ve Hz. Peygamber’den Perdelenme: Şa‘rânî,
mânevî makamına zarar veren ve onu üzen bir olayı anlatmıştır (önceki
yazılarımızda da belirtildiği üzere): Bir ihvanına (arkadaşına) rüyasında
gördüğü sırları açıklayınca, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)
ona, "Sen, bizi görmeye ehil değilsin artık. Çünkü, sırlarımızı
insanlara açıklıyorsun" buyurarak kendisini görmekten men etmiştir.
Şa‘rânî tövbe ile bu durumu düzeltmiştir.
- Emzikteki Kızın Fıkhî Cevabı: Şeyhu’l-Ekber
İbnü’l-Arabî, bir yaşındaki kızı Zeyneb’e fıkhî bir soru sormuş:
"Eşine yaklaşıp da kendisinden inzal (boşalma) vâki olmayan
bir adam hakkında ne dersin?" Kızın hemen "Onun gusletmesi
gerekir" diye cevap vermesi üzerine oradakiler hayret etmiştir.
- İbrahim (a.s.) ve Putlar Meselesi: Şeyhu’l-Ekber, Hz.
İbrahim (a.s.) ile manevi buluşmasında ona, "Niçin aksine onların
büyüğünü yaptı (putları kırdı)" diye sorduğunu, İbrahim’in (a.s.)
ise, "Çünkü onlar, Hâlık’ın (Yaratıcının) onların kabul ettikleri
ilâhlarından yüce olduğuna kâildirler" diye cevap verdiğini aktarır.
Bu, Hz. İbrahim'in eyleminin ardındaki derin tevhidî hikmeti gösteren bir
diyalogdur.
- Hz. Eyüp’ün Çekirge Sürüsü: Allah Teâlâ’nın, Hz.
Eyüp’e altından bir çekirge sürüsü gönderdiği zaman, Hazret-i Eyüp’ün
onlardan birkaçını alıp elbisesine sürdüğü ve "Ya Rabbi! Senin
bereketinden bana doyum yoktur" dediği nakledilmiştir. Bu
olay, peygamberlerin maddî düşünce ve nefsânî zevklerden münezzeh olduğunu
gösterir.
Kaynakça
Anonim. (t.y.). ABDUeLVEHHAB_SARANi.pdf.
[1–2]. Anonim. (t.y.). ALİ HAVVÂS [Havas] kuddise sırruhu.pdf. [4–13].
Anonim. (t.y.). Durar-alGhawas-Fatawa-Ali-Khawas_MaktabaAzhariyya tr.pdf.
[16–36]. Anonim. (t.y.). Kibriti Ahmer.pdf. [38–57]. Anonim. (t.y.). KİBRİT
AHMER.pdf. [97–146]. Anonim. (t.y.). elyevakit Cilt 2.pdf.
[148–219]. Anonim. (t.y.). elyevakit vel cevahir1.pdf. [178–197].
Anonim. (t.y.). mizanül kübra tüm.pdf. [220–292]. Anonim. (t.y.). İmam
Şarani _ Evliyalar ansiklopedisi 3_ Tabakat_ül Kübra.pdf. [293–460].
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Yorumlar
Yorum Gönder