DİSCUSSİONS WİTH RİCHARD DAWKİNS
ATEİSTLERİN
POLEMİKLERİ (Belgesel)
DİSCUSSİONS
WİTH RİCHARD DAWKİNS, EPİSODE 1: THE FOUR HORSEMEN (VİDEO 2008)
120 min - 10 January 2008 (USA)
Director: Josh Timonen
Writer: Richard Dawkins
Stars: Richard Dawkins, Daniel
C. Dennett and Sam Harris
TÜRKÇE ALT YAZISI
Hepimizin karşılaştığı
şeylerden biri de çok ağır eleştiri yapmakla veya kendimizi beğenmiş olmakla
suçlanmak. Ya da iğneleyici veya
çığırtkan olmakla. Bu konuda ne
düşünüyorsunuz?
Beni eğlendiriyor, çünkü kitabımı yazarken
makul dindar insanlara hitap edebilmek için çok uğraştım. Test uçuşunu da, müsveddesini son derece
dindar öğrenci gruplarına okutarak yaptım.
Ve tabii, ilk müsvedde büyük acılara maruz kaldı. Düzeltmeler yapıp durdum. Ama sonunda bunlar
da pek bir işe yaramadı. Çünkü hâlâ kaba
ve saldırgan olmakla suçlanıyorum. Ve
artık anladım ki bu, kazananın olmadığı bir durum. Nafile bir çaba. Dinler, kabalaşmadan eleştirel bir şekilde
onlarla aynı fikirde olmamayı imkansız kılmanın bir yolunu bulmuşlar. -
Kabalaşmadan. Her fırsatta "duygularım
incindi" kartını oynuyorlar.
Siz de,
"Kabalaşacak mıyım? "
veya
"Bu eleştiriyi açıkça
yapacak mıyım?"
seçimiyle yüzleşiyorsunuz. Açıkça ifade edecek miyim, yoksa çenemi mi kapatacağım?
Bir tabuyu çiğnemek böyle bir şey. Dinin, akılcı eleştirinin masasından formel
bir tarzda, uzak tutulmasıyla sanırım hepimiz karşılaşıyoruz. Üstelik, fark ediyoruz ki lâik ve ateist
dostlarımız yapıyor bunu. İnsanlar
batıl inançlarıyla başbaşa bırakılıyor. Ne kadar sefil de olsa, zarara da yol açsa
yakından bakmıyorlar. Bu, benim
kitabımın adının da ana fikriydi; böyle bir büyü var ve biz de o büyüyü
bozmalıyız. Ama bu rencide edicilik
suçlaması herkese açık bir tartışmada kabul edilebiliyorsa, o zaman biz de
incindiğimizi ve aşağılandığımızı söyleyebiliriz. Yakınlarda Oxford Üniversitesi'ne konuşmacı
olarak da kabul edilmiş olan Tarık Ramazan gibi biri, kadınları taşlama cezası
konusunda en çok istediği şeyin bir süre askıya alınması olduğunu söylediğinde
hissettiğim şey sadece fikrine katılmamak değil. Çok derinden de Hissettiğim şey can
sıkıntısından çok daha fazlası. Evet,
ama bence-- Aşağılayıcı, ama sadece
aşağılayıcı da değil; tehditkâr. Ama
rencide olmadınız. Kişisel olarak
algıladığınızı sanmıyorum. Belli bir
düşünce tarzının getirdiği bazı sorumluluklar gereği endişelendiniz. Ramazan'ın durumunda olduğu gibi. Evet. Ama diyebilirdi ki... Ya da onun gibi
biri Muhammet peygamberin tarihsel gerçekliğinden şüphe edecek olursam bunun
onu çok derinden inciteceğini söyleyebilirdi.
Rencide oldum da, doğrusu. Bence
herkes de olmalı, en azından kendi zihinsel tutarlılıkları açısından. Mesela; doğaüstü semavi bir diktatörlük
olmadan doğruyu yanlıştan ayırt edemeyeceğimiz dinsel önermesinden. Ama gerçekten rencide oldun mu bundan?
Sorun sendeymiş gibi görünmüyor mu?
Hayır, Sam. Sadece diyorum ki rencide edici
olma suçlaması genel kabul görüyorsa ve medya da bu yönde hakemlik yapıyorsa o
zaman, bu kadarını iddia etmeye hakkımız var.
Kendimizi acındırmadan veya mazlum bir azınlık olarak sunmadan. Bunun zıt yönde bir tehlike olduğunu
düşünüyorum. Ayrıca Daniel'e katıldığımı
da eklemek istiyorum. Suçlandığımız
şeyden tamamen kaçınabilmemizin bir yolu yok.
Çünkü söylediklerimiz, dini bütün herhangi bir insanı çok derinden
rencide edici şeyler. İsa'nın
kutsallığını reddediyoruz örneğin ki son derece sarsıcı olabilir ve rencide
edebilir. Üzücü. Dinin gücenme kapasitesiyle, insanların
sanatsal zevk gibi bir konuda gücenebilme kapasitesi arasındaki fark çok ilgimi
çekiyor. Veya herhangi başka bir konuda. Müzik zevkiniz, sanat zevkiniz, siyasi
tercihininiz Böyle konularda çok, çok kaba davranabilir ama yine de olmak
istediğiniz kadar kaba görünmeyebilirsiniz.
Bunun miktarını belirleyebilmek isterdim. Aktif olarak araştırıyorum da. Tuttukları takım, sevdikleri müzik parçası
gibi şeyler üzerine edilen sözleri kullarak insanları test ediyorum. Ve onları rencide etmeden ne kadar ileri
gidilebileceğine bakıyorum.
"Yüzünüz ne kadar
çirkin" demekten daha rencide edici bir şey var mı?
Veya kocanızın, karınızın, kız arkadaşınızın,
partnerinizin yüzünün. Evet, evet. Bunu söylemeniz ilginç çünkü Catholic Defence
League'den John Donahue denen korkunç adamla düzenli olarak tartışıyorum. Ve kendisi gelip geçici bazı modern sanat
eserlerine gerçekten de ahlâken bozuluyor.
Dine küfür olduğunu iddia ederek bunlara ilgi çekmek gibi bir eğilimi
var. Mesela, Serrano'nun "Çişli
İsa"ına veya "Meryem Ana üstündeki fil dışkısı"na,
v.s. Kutsal şeylere yapılan küfür ve
tecavüze karşı bir tiksintiyi Sofokles ve tek tanrıcılık öncesinde yaşamış
başkalarıyla paylaşıyor olmamız çok önemli bence. Kiliselerin yıkıldığını görmek istiyor
değiliz. Hayır, tabii ki
istemiyoruz. Veya dinsel ikonaların çöpe
atılmasını, v.s. Dinin kazandırdığı
estetik şeylerin en azından bir kısmına karşı bir hayranlık besliyoruz. Bütün bu mesele Aslında eleştirimizin bundan
daha iğneli algılandığını düşünüyorum.
İnsanları rencide ediyoruz ve bir taraftan da onlara rencide olmakta haksız
olduklarını söylüyoruz. FİZİKÇİLER,
TEORİLERİ ÇÜRÜTÜLDÜĞÜNDE VEYA SORGULANDIĞINDA GÜCENMİYORLAR. Akılcı bir zihin, hayatta neyin gerçekten
doğru olduğunu anlamaya çalıştığında böyle işlemez. Ve dinler de, gerçekliği temsil ettiklerini
iddia ederler. Ama yine de inançları sorgulanınca
bu hırçın ve ilkel sonuç olarak da tehlikeli, refleksif yanıtı verirler. Bizim de, gerçeğin getirdiği bu yükümlülüğe
dikkat çekmekte olduğumuzu düşünüyorum.
Ayrıca da, birine şunu söylemenin kibar bir yolu yok Yaşamını boşa
harcadın! Yaşamını boşa harcadığının
farkında mısın?
Bütün çabalarını; malını,
mülkünü sadece bir miti onurlandırmaya adadığının farkında mısın?
Hatta, bunu hiç düşündün mü?
Hatta, yaşamını böyle harcamış
olma ihtimalin olduğunu hiç düşündün mü?
diye sorsan bile. Bunu söylemenin kırıcı olmayan bir yolu
yok. Ama biz söylemek zorundayız. Çünkü
bunu iyice düşünmek zorundalar. Tıpkı
bizim kendi hayatlarımız konusunda yaptığımız gibi. Kesinlikle!
Dan Barker, inancını kaybetmiş ama yaşamlarını bundan kazandıkları için
bunu itiraf edemeyen rahiplerden bir derleme yapıyor. Yapmayı bildikleri tek iş bu. Evet, en azından bir tanesini duymuştum. Duydun mu?
Evet. Gençken,
Komünist Parti üyeleriyle yaptığım süreğen tartışmalarda da bunu
görüyordum. Sovyetler Birliği'nin çökmek
üzere olduğunun farkındalardı. Çoğu
çok acı çekti kendi fikirlerinin, mükemmel yaşamın anahtarı olduğunu mertçe
savunmak için çok fedakârlıkta bulunup, çok çaba gösterdiler. Temel kaideleri yıkılmıştı ama pes
edemediler. Çünkü benzeri bir vazgeçişi
gerektiriyordu. Ama elbette, eğer biri
gelip; "Sovyetler Birliği hakkında..." "...onlarla nasıl böyle konuşursun;
ağlatıp duygularını inciteceğini görmüyor musun?"
diye sorarsa; "Gülünç
olma, saçmalama!" derdim. Buna
tıpatıp benzer argümanlara başka birçok durumda da rastlıyorum. İnsanlar beni kaba, ahlaksız veya aşırı
saldırgan olmakla suçladıklarında diyorum ki; Bunları ilaç sanayi hakkında
söylüyor olsam veya petrol çıkarları hakkında yine kaba olur mu, sınırı aşar mı?
Hayır.
Elbette olmaz. Dinin de, ilaç ve
petrol sanayi gibi ele alınabilmesini istiyorum. İlaç şirketlerine karşı değilim. Yaptıkları
bazı şeylere karşıyım. Dinlerin de
onlarla aynı yere konulmasını istiyorum.
Vergi muafiyetinden yararlanmasını istememek de dahil. Veya İngiltere'de devlet
sübvansiyonundan. Dinin, başka
herhangi bir şeye nazaran sahip olduğu bu büyüleyici konumu nasıl kazanmış
olduğunu merak ediyorum. Ve dindar olsak
da, olmasak da bazen hepimiz kapılabiliyoruz çekiciliğine. Dinin bu bağışıklığına aşırı derecede alıngan
olabilmesine bazı tarihsel süreçler yol açtı.
Beni eğlediren ayrıntılardan biri de önceleri çok kızdırıyordu ama artık
eğlendiriyor. Dinin, dindar olmayan
insanlardan kendisi adına gücenebilen bir kitle yaratabilmesi. Hem de nasıl!
Hatta, kitabıma yapılan en şirret eleştiriler kendisi dindar olmayan ama
dindar insanların duygularını incitmekten aşırı derecede korkan insanlardan
geldi. Ve beni gerçekten dindar olan
herkesten daha fazla yerden yere vurdular.
Aynısını ben de yaşadım. Biriniz
bunun ne kadar küçümseyici bir bakış açısı olduğunu belirtmişti. Cezaevi fikri gibi; yani ötekiler yararına bu
insanları kendi mitleri içinde güvenle hapsetmeliyiz, gibi. Evet.
Bu sorunun; bir farklılığı en azından bana ait bir farklılığı belki
üçünüzde de olan bir farklılığı aydınlatabilecek bir cevabı var. Ben, "ruhani",
"gizemli" gibi kelimeleri kaşlarımı çok çatmadan da
kullanabiliyorum.
Birçok ateistin de şaşkınlıktan
ağzı açık kalabiliyor. Nadiren
gerçekleşen bazı deneyimler var. Ve
huzursuzluk duymadan da ancak dinsel söylem içerisinde ele alınabiliyorlar. Sadece boş inançlar kullanılarak açıklanıyor
bunlar. Ve makul bir şekilde yapılması
mümkün olmasa da çeşitli metafizik kurguları açıklamakta kullanılıyorlar. Ama açıkça ortada ki, insanlar sıra dışı bazı
deneyimler yaşıyorlar. Onları LSD etkisi
altında yaşasalar da veya bir mağarada bir yıl yalnız kaldıklarında ya da
sadece buna neden olacak kadar değişken bir sinir sistemleri olduğu için. Fakat sonuçta insanlar bir tür kendilerini
aşma deneyimleri yaşıyorlar. Bu
hayatlarının en güzel günü oluyor; doğayla bir olmuş gibi hissediyorlar. Bu yüzden de, din o deneyimlere değer veren
ve onlardan bahseden tek alan olduğundan onu eleştirmek de tabu olarak
görülüyor. Çünkü hayatlarındaki en
önemli anlar hakkında konuşup onları değersizleştiriyorsunuz. En azından onların bakış açısından böyle
bu. Bu dediklerinin iyi bir şey olduğunu
söylemek için seninle aynı fikirde olmama gerek yok, Sam. Çünkü dinin, maneviyat konusunda senin
söylediğin gibi, tek alan olmadığını görmemizi sağlıyor.
Siyaseten sağcı olup da,
ateist olan birini düşünmek iyi fikir. Aksi takdirde, değerler karmaşasına düşeriz
ki bize pek bir faydası yok. Ve bu
çeşitliliğe başka alanlarda da sahip olmamız çok daha iyi olur. Bir anlamda sana katılıyorum. Ama katılmasam bile buna sahip olmanın
değerli olduğunu düşünürdüm. Doğru. Eğer değiştirebileceğimiz bir tek şey olsa,
sadece tek bir şey benimki, aklın almadığı şeylerle doğaüstü olanların ayrımını
yapmak olurdu. Doğru. Francis Collins'ten harika bir alıntınız
vardı genom projesi öncüsü. Dağ
tırmanışı yaptığı bir gün, manzaranın o kadar büyüsüne kapılmış ki dizleri
üzerine çöküp İsa'yı kabul etmiş:
Tamamen alâkasız. O manzarayı
İsa'nın yarattığı hiçbir yerde öne sürülmüyor.
Donmuş bir şelâle kutsal üçlemeyi hatırlatır bir şekilde üç parça
halinde donmuş. Kesinlikle. Hepimiz bir
şekilde üçlüyüz bunun için programlanmışız. Bu çok açık. Hiçbir yerde dört kafalı bir tanrı
bulamazsınız. Doğru. Siz de bilirsiniz bunu. Ama göstermenin çok önemli olduğu bir ayırım
bu. Ve birçok insanın kafa karışıklığını
aydınlatabileceğini düşünüyorum. His
dünyamızdaki şeyler; kişiliklerimizin artık değerleri. Belirli bir evrimsel değeri olmayan ya da
bunu ispatlayamadığımız kısımlar. Ama
yine de bize aitler doğaüstüne değil. Ve
herhangi bir papazlık kurumu tarafından da zapt edilip kullanılmamalılar. İnsanların yaşadıkları gizemli deneyimler
konusunda kendi değerlendirmelerine güvenmemeleri üzücü. Tanrıdan kaynaklanmıyor veya din için bir tür
kanıt sayılmıyorsa yaşadıklarının göründüğü kadar iyi olmadığını
düşünüyorlar. Hayır, böyle de harika bir
şey. Böyle de o kadar önemli.
Hayatınızın en önemli anı. Kendinizden
geçtiğiniz ve olabileceğinizi düşündüğünüzden çok daha iyi hissettiğiniz bir
an. Ve bütün tevazusu içinde, doğanın
muhteşemliğini gördüğünüz. Hepsi bu
kadar. Ve bu harika. Ama tutup da "Vay canına! Bu bana
daha bile muhteşem bir şey tarafından gönderilmiş olmalı." demek
fazladan bir şey eklemiyor. Gaspedilmiş
oluyor, değil mi?
Bu aynı zamanda insan kişiliğindeki bir
bozukluğa veya noksanlığa da işaret ediyor açıkçası. Çünkü din sürekli ne kadar mütevazı ne kadar
uysal, hoşgörülü olduğunu vurgulayıp duruyor.
Neredeyse kendinden vazgeçiş derecesinde. Ama aslında, o anlar hakkında aşırı derecede
kibirli iddialarda bulunuyor.
"Birden anladım ki,
evren benim etrafımda dönüyormuş." "Ve de bu konuda çok mütevazı
hissediyorum."
Yapmayın! Buna gülerler. Ayrıca, yapmamız gereken Şundan çok bıktım
"Şayet, Profesör Dennett tevazu gösterir de bilmem ne, bilmem ne..." Tevazu, tevazu Bu da müthiş kibirli
insanlardan geliyor üstelik. Ve bence
Birini kenara çekip "Bana aldırmayın, Tanrı küçük bir iş için yolladı
sadece." desek?
Bu ne kadar alçak gönüllüce?
Bilimin kendini beğenmişliği meselesi tekrar
dönmemiz gereken bir konu sanırım. Çünkü
alçakgönüllü olmaya bu kadar zorlandığınız başka bir alan yok. Bildiğim kadarıyla, bilim adamları
bilmediğini söyleyecek ilk insanlar.
Eğer bir bilim adamını kendi alanı dışında bir konuda konuşturursanız
gayet ihtiyatlı bir şekilde konuşmaya başlayacak ve diyecektir ki;
"Emin değilim, ama
benden daha iyi bilen biri mutlaka vardır..."
"Yeterli veri
yok..."
Cahili olduğumuz bir alanda en
fazla bu şekilde konuşuruz. Aslında
birçok akademisyen sahte alçak gönüllü tavırlar takınabiliyor. Ama ne kastettiğinizi anlıyorum. Evet, evet öyle. Birçok tarihçi, "kabul etmek
zorundayım ki" diyerek Her akademisyen öyle yapmalı. Evet, yapmalılar. Dindarlarda bir de şu var; "Nicene
Creed"i her hafta ezberden okuyorlar.
...ki tam olarak inandıkları şeyi söylüyor. Üç tane tanrı var; bir tane değil, Bakire
Meryem İsa öldü, sonra şeye gitti Neydi o, gidip üç gün sonra tekrar ortaya
çıktığı yer?
En küçük ayrıntısına kadar. Ve üstüne de, bizi kendimizden fazla emin
olmakla şüphe etmeyi bilmemekle suçlayacak kadar da yüzsüz olabiliyorlar. Ben birçoğunun bilim adamlarının kendi
kendilerine sürekli sorduğu bir soru üzerine hiç düşündüklerini sanmıyorum.
"Ya, yanılıyorsam?
"Repertuvarlarında bu
yok. Aslında, kusura bakmazsanız, bu
konuda size katılmıyorum. Dindar
insanların sürekli söylediği çürütmenin değil ama itiraz etmenin zor olduğu bir
şey var. O da; sürekli bir inanç
krizinde oldukları. Bir dua da var; "İNANDIĞIM
TANRIM, İNANÇSIZLIĞIMDAN KURTAR BENİ!"
Graham Greene, Katolik olmanın
güzel tarafının inançsızlığını kamçılaması olduğunu söylüyor. Birçok insan, iki ayrı yaşantı sürüyor. Doğrusu, benim izlenimim şu ki Kendilerine inançlı
veya inanç insanı diyen insanların çoğu bunu her zaman yapıyor. Bu şizofrenidir diyemem; kaba olur. Ancak söylediklerinin makul bir şey
olmadığının da gayet farkındalar.
Doktora gittiklerinde, seyahat ettiklerinde veya bu tür başka bir şey
yaptıklarında bu şekilde davranmıyorlar. Ama bir açıdan bu olmadan da
yapamazlar. Ama şüphe duyma fikrine
oldukça saygılılar. Doğrusu,
yapabildiklerinde şüphe duymaya çalışıyorlar.
İlginç bir durum o zaman. Yani,
görünürdeki apaçık ikna olmuşluğuna rağmen "THE CREED"i
okuduklarında bu kendilerini şüpheden kurtulmaya zorladıkları bir tür mantra
mı, o zaman?
"Evet, inanıyorum! İnanıyorum!
İnanıyorum!"
“Çünkü aslında
inanmıyorum."
Ve tabii, lâik emsalleri gibi,
başkalarının inanmasından memnunlar.
Başkalarının yapmamasını istemeyecekleri bir onaylama bu. Ayrıca bir de, en son "İnanç
Üzerine"de dikkat çekmeye çalıştığım kendi içinizde yapılan türden
tuhaf bir düşünüş tarzı var. Fikir şu;
"KANIT OLMADAN İNANÇ,
BAŞLI BAŞINA SOYLU BİR ŞEYDİR." ...önermesiyle başlıyorsunuz. İnancın
doktrini bu. ŞÜPHELİ THOMAS MESELİ bu.
Bununla başlıyorsunuz sonra da birçok tartışmada da rastladığım şu düşünceyi
ekliyorsunuz
"İNSANLARIN KANIT
OLMADAN DA İNANABİLMESİ..."
"...KENDİ BAŞINA BİR TÜR KANITTIR."
Yani, bu bir anlamda içimizde
işli olan bir şey. Aslında, sizin de
andığınız Francis Collins bahsediyor bundan kitabında. İçimizde olan tanrı sezgisinin kendisinin
ince tür bir kanıt olduğundan. Bir kez;
"Kanıt olmadan
başlamak iyidir."
dediğinizde bu bir tür kıvılcım oluyor.
Ve bunu yapabilmenizin de bir tür kanıt olduğunu düşünüyorsunuz. Sonra da, daha fazla kanıt istemek bir tür
zihinsel bozulma sayılıyor. Ya da günaha
girmek veya sakınılması gereken bir şey.
Böylece kendinizi kandırmaya yarayan bir tür devridaim makineniz oluyor
ve hep işler halde tutabiliyorsunuz onu.
"İSPATLANAMAZ; ÇÜNKÜ İSPATLANIRSA İNANÇ
DUYULACAK BİR ŞEY KALMAZ."
fikri gibi. Doğru, inancın ana fikri
bu. İsa'nın dirilişini herkes görmüş
olsaydı ve onun tarafından kurtarılmış olduğumuzu hepimiz bilseydik o zaman
değiştirilemez bir inanç düzeni altında yaşıyor olurduk. Ve sürekli kontrol altında tutuluyor
olurduk. Biz inanmayanlar bunun
olmamasından memnunuz çünkü bunun korkunç olacağını düşünüyoruz. Ama inananlar da, kesin olarak kanıtlanmış
olmasını istemezdi. Çünkü o zaman
şüpheye yer kalmazdı. İnanç için
mücadele etmek, ruhun karanlık geceleri olmazdı. Birisi; kitaplarımızdan birini eleştiren
biriydi, hangisi hatırlamıyorum ama tam olarak bundan bahsediyordu. Kesin bir kanıt istemenin ateistlerin ne de
ahmakça bir beklentisi olduğundan. Şayet
herkes, ancak çok fazla kanıtla inanmak zorunda hissetseydi büyücülüğün çok
daha az olacağından. Aslında Francis
Collins'ti bunu söyleyen, pardon. Bir
arkadaşım; Oxford'dan Canon Fenton Eğer kilise, kutsal Torino kefenini onaylasaydı
kendisinin kilise saflarını terk edeceğini söylemişti. Böyle şeyler yapıyorlarsa bunun bir parçası
olmak istemiyormuş çünkü. Evet. Kitabım için tura çıkarken bu kadar şanslı
olduğumu bilmezdim. Turdaki ilk haftamda
Jerry Falwell öldü. İnanılmazdı.
Evet, inanılmaz bir şans! Rahibe
Teresa'nın ateist çıkmasını da beklemezdim.
Ama şu an da yanımda olan mektuplarını okudukça Oldukça ilgi
çekici.
"Bunlardan hiçbirine
kendimi inandıramıyorum."
diye yazmış. Bütün itiraflarını anlatmış
üst makamlarına.
"Tek bir ses
duyamıyorum, varlığını hissedemiyorum."
"...insanların içindeyken bile, ayinlerde bile." "...en ufak bir şey bile."
Ve ona şöyle cevap yazmışlar
"Bu iyi, çok güzel.
Acı çekiyorsun, İsa'nın çektiği acıları paylaşıyorsun..." "...Calvary'yi hissediyorsun."
Böyle bir argümanı
çürütemezsiniz. İnancınız azaldıkça;
daha çok ispatlanıyor. Gerçekliğini daha
çok ispatlıyorsunuz. Evet, bu mücadele bu
şüphe içinde çırpınışların kendisi bir kanıt sayılıyor. Bunun gerçekten de, tamamen ayrı bir
hükümranlık alanı olduğunu anlamalıyız.
Böyle bir zihniyetle tartışmayı kim ister. Aslında buna katılmıyorum. Hayır, ama şu an yaptığınız şeyi
yapabiliriz. Yani, diyebiliriz ki;
Bakın, böyle ilginç aldatmacalar var.
Dairesel yapısına bakın; kendinden menkul bir şey. Bu herhangi başka bir konuda da
olabilirdi. Ve onlarla tartışmaya
girmezsin. Sadece bunun herhangi bir
konuda karar verebilmek için geçerli bir düşünce yöntemi olmadığını
belirtirsin. Çünkü aynı numaralar sahtekârlık
olduğu apaçık olan bir şeyi desteklemek için de kullanılabilir. Ve doğrusu bana çok ilginç gelen bir şey ise
Kullandıkları birçok numaranın aynılarını dolandırıcıların da kullanıyor
olması. Onlar da emsâlleriyle aynı sahte
argümanları kullanıyor aynı alâkasız sonuçlara varıyorlar. Ve de inancı erdem gibi gösteriyorlar
mesela. Ve bu dolandırıcılara herhangi
bir şüphe duyduğunuzu gösterirseniz de size çok kırılıyorlar. Duygularım incindi kartını oynuyorlar. Ve de inancın ne harika bir his olduğunu
hatırlatıyorlar size. Yani, yeni bir
numara yok. Bu numaralar binlerce
yıllık. Özel efektlerle yapılmış bir
kurguyu da dahil edebilirsiniz buna. Ve
bu da, dinin hilebazlık olduğunun en büyük kanıtlarından biri. Mucizelere duyulan inanç. Aynı insanlar, Einstein'ın şöyle söylerken
manevi bir güç hissettiğini söylüyor:
"Bütün mesele şu ki;
mucize diye bir şey yok..."
"...doğanın düzeninde değişiklikler yok..." "...İşte, asıl mucizevi olan da
bu."
Bunu, söz ağzından çıkar çıkmaz
iddia edebilecek kadar da alaycılar. Her
dindar, başkalarının inancına biz ateistlerin yaptığı gibi, eleştirel
yaklaşıyor. Başkalarının sahte mucize ve
sahte iddialarını kesin olarak reddediyorlar.
Başkalarının inancındaki üçkâğıtçılığı görüyorlar. Ve çok da hazır bir şekilde yapıyorlar
bunu. Her Hristiyan, Kuran'ın kâinatın
yaratıcısının eksiksiz sözü olamayacağını ve böyle düşünen varsa da, onu
yeterince dikkatli okumadığını onun sadece, öz eleştirel olamayan dışa çok kapalı
bir söylem olduğunu düşünür. Buna dikkat
çekmekle de çok sağlam bir argüman ortaya koyduğumuzu düşünüyorum. Ve de şunu belirtmekle; insanlar kilisedeyken
veya dua ederken çok belirgin de olsa; ne hissediyor olurlarsa olsunlar
Budistlerin de, Hinduların da, Müslümanların da, Hristiyanların da hepsinin
bunu hissediyor oluşu meselenin İsa'nın kutsallığı ya da Kuran'ın emsalsiz
kutsallığıyla ilgili olamayacağını kanıtlıyor.
Çünkü; O'na varmanın on yedi farklı yolu var, evet. Bu arada, küçük bir şey daha var. Konuyu
dağıtmaz umarım. Ama şunu da akılda
tutmanın faydası var. Şu soruyla
karşılaştığınızda, ki bu sabah ABC News'ta soruldu bana; "Dinin dünyada yaptığı iyi işler de
var; iyi insanlar da var, diyemez misiniz?"
Bu tartışmaya girmezsiniz. Ve bu arada; öyle bir şey denmemesi için de
bir neden yok, dersiniz ki; Evet,
gerçekten de Hamas'ın Gazze'de toplumsal hizmetler sağladığını duydum Hatta,
Farrakhan'ın grubunun da hapishanelerde siyah gençleri uyuşturucudan
kurtardığını da. Doğru olup olmadığını
bilmiyorum; olabileceğini kabul etmeye hazırım.
Ama bu, birincisinin; fanatik Yahudi düşmanı, silahlı bir terörist örgüt
ikincisininse; ırkçı, çılgın bir tarikat olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Ve SCİENTOLOGY'nin de insanları
uyuşturucudan kurtardığına şüphem yok.
Benim bu insanlar konusunda ısrar ettiğim şey şu bir tanesini bu yüzden
haklı görecek olursanız hepsini de öyle görmelisiniz. - Buna karşı bir diğer hamle de... - Çünkü
görmemeniz ahlâksızlık olur. Bir
ideoloji uydurabilirsiniz; o an aklınıza ne gelirse. Uydurma olduğu apaçık olan bir şey. Ama milyarlara yayılırsa yararlı olabilecek
bir şey. Dersiniz ki; benim yeni dinim
bu İnsanlara şunu öğretmek;
Çocuklarınınız, yetenekleri doğrultusunda fen, matematik ve ekonomi
okuyacaklar. Ve diğer bütün dünyevi
disiplinleri yoksa yeterince çaba göstermezlerse öldükten sonra, on yedi şeytan
tarafından işkence görecekler. Bu son
derece faydalı olabilirdi; belki İslam'dan çok daha faydalı olabilirdi. Milyarlara yayılmış olsaydı. Buna rağmen, o on yedi şeytanın var olma
ihtimali nedir?
Sıfır.
Şunda da bir kaypaklık yok mu?
Kültürlü entelektüeller ve
ilahiyatçılarla bir şekilde konuşulurken cemaatler ve hepsinden öte,
çocuklarımızla başka bir şekilde konuşuluyor.
Sanıyorum hepimiz Jerry Falwell gibi kolay hedefler seçmekle
suçlanmışızdır. Ve kültürlü ilahiyat
profesörlerini görmezden gelmekle. Size
de öyle geliyor mu, bilmiyorum ama o kültürlü ilahiyat profesörleri birbirleriyle
ve genel olarak entelektüellerle konuşurken bir türlü cemaatlerle de tamamen
başka türlü konuşuyorlar. Mucizelerden
bahsediyorlar ya da-- Bir cemaate
demiyorlar ki Başpiskoposlar diyor.
Evet, ama kültürlü ilahiyatçılar, vaizlerle onların hiçbir şey
anlayamayacağı şekilde konuşmaya çalışıyor.
Bu doğru, evet. İlahiyatta
uzmanlaşmanın pul koleksiyonculuğu gibi bir şey olduğunu anlamalısınız. Çok özelleşilmesi gereken bir alan ve çok az
insan yapıyor. Nüfuzları ihmal
edilebilir düzeyde. Kendileri söyleyip
kendileri dinliyorlar. Gizemli bazı
detaylara aşırı ilgi duyuyorlar. Ve
kendi dinleri bile ne dediklerine pek aldırmıyor. Küçük bir kısmı süzülüp alınıyor elbette ama
genel tüketime sunulmadan önce de daima kuvvetlendiriliyor. Çünkü söyledikleri şeyler; en azından benim
rastladıklarım göz boyayıcı, kafa karıştırıcı ve yaşamla pek bir alâkası
olmayan çok ince konular. Hayır! Israr
etmek zorundayım. Profesör Allister
McGrath için bir iki iyi söz etmeliyim.
Kendisi Richard'a saldırırken dedi ki;
"Bize hep anlatılan
doğru değil..." Birçok Hristiyan;
Tertullian'ın "credo quia absurdum" yani, "saçma olduğu için
inanıyorum ona" dediğine inanıyor.
"Ama hayır, ortaya
çıktı ki; şimdi kontrol ettim ki..." Bu McGrath'ta mıydı, bilmiyorum ama; Tertullian, aslında demiş ki;
"Olanaksızlığı, onu
en inanılabilir yapan şeydir." Önemli bir ayrım bence. Zihin alıştırması yapmak için çok yararlı
olabilir. Eğer saçmalığa neden olan
olasılığıysa Faydalı bir zihin alıştırması.
Olasılığı; başka bir deyişle, uydurulmuş olma ihtimali inanılmazlığı
yüzünden azalıyor:
"Bu kadar inanılmaz
bir şeyi kim uydurabilir?"
Bu kadar acayip. Çok iyi bir noktaya temas ettiniz bu
sözlerle. - Gerçekten de öyle... - Güzel
bir nokta. Tartışılmaya çok değer bir
konu. Bu insanlara şöyle diyorum; E-postanızı ya da mektubunuzu yanlış adrese
gönderdiniz. Herkes, sadece köktendincilere
bakarak dini yargılamayalım diyor; tamam.
İngiltere Kilisesini ele alalım.
Üst düzey liderlerinden ikisi yakınlarda dedi ki Kuzey Yorkshire'daki
sel baskını, eşcinsel davranışların bir sonucudur. Kuzey Yorkshire değildi galiba; muhtemelen
Londra. Tanrı biraz ıskalamış! Bir tanesi, Carlisle piskoposu ve belli ki
yakında Canterbury başpiskoposu olacak.
Bu olağan dışı. Ilımlı,
düşünceli, dikkatli ve az çok kaygılı olması beklenen bir kilise bağnaz
beyanlarda bulunuyor. Allister
McGrath'ın, Carlisle piskoposuna ne yazacağını duymak isterdim bana ne
yazacağını değil. Şöyle diyecek mi;
Sayın piskoposum kiliseyi ve kendinizi ne büyük bir aptal konumuna
düşürdüğünüzün farkında mısınız?
Bunu yaptı mı?
Eğer özel olarak yapmışsa; pek
etkilelenmedim. Herkesin önünde yapmalı.
- Carlisle piskoposu sözünü
geri almış. - Bana bunu neden söylüyorlar?
Kiliseyi, kendi piskoposlarının
söyledikleriyle yargılarım. Sanırım bunu
yapmaya hakkım vardır. Şu da var ki;
akademisyen ilahiyatçılar, piskopos ve papazlar bizleri veya başkalarını, hiç
çekinmeden kutsal metinleri düz anlamıyla ele almakla suçlayabiliyorlar. ...ki elbette ki, Tekvin'e düz anlamıyla
inanıyor değiliz. Ama yine de, Âdem ile
Havva'nın yaptıkları hakkında sanki onlar gerçekten var olmuşlar gibi vaazlar
veriyorlar. Kendileri veya herhangi
kültür düzeyindeki birinin de kurgu olduğunu bildiği şeyler üzerinde
konuşabilmek için bir tür salâhiyet belgeleri varmış gibi. Yine de kendi cemaatlerine; koyunlarına
sahiden var olmuşlar gibi, gerçeklermiş gibi anlatabiliyorlar. Ve o cemaatin büyük kısmı da gerçekten de var
olmuş olduklarına inanıyor. Bu vaizlerden
birinin, böyle bir konu açıldığında şöyle dediğini hayal edebiliyor musunuz?
"Bu, bir tür teorik kurmaca." "Gerçek değil ama çok ince bir
metafor." Hayır, bunu hiçbir zaman Sonradan, bunu
biliyor olmanızı beklediklerini ima ediyorlar.
Evet, ama hiç açıkça söylemiyorlar.
Burada bir de şöyle bir mesele var.
Onu nasıl olup da düz anlamında kabul etmeyi bıraktıklarını hiç itiraf
etmiyorlar. Çünkü bizi, bu kaba
düz-anlamcılıkla suçlayan bu kadar insan varken biz de köktendinciler kadar
köktendinciyiz. Yine de bu ılımlılar
nasıl ılımlı olduklarını itiraf etmiyorlar.
Ilımlılık, neden meydana gelir?
Bu önermelerin hepsine veya yarısına duyulan
inancın yitirilmesinden. Çünkü bilimin
ve laik siyasetin darbeleri sürekli iniyor.
Ve de eleştirmenlerin düz anlamcılığının. Evet. Din, sayısız mesele üzerindeki
mandasını kaybetti. Ve ılımlılar bunun
aslında inancın bir zaferi olduğunu inancın kendi kendine bir aydınlanma
yaşadığını savunuyor. Oysa, aydınlanma
dışarıdan geliyor. Bilimin zorla içeri
tuttuğu bir ışıktan. Bu noktada bizim
sözde köktendinciliğimiz meselesine gelmek istiyordum. Bir Southwark rahibi var. Yazılı basında ikimizi de en az Londra
metrosunu havaya uçuranlar kadar köktenci olmakla suçlayan ilk kişiydi. - Adını hatırlayabiliyor musun?
- Hayır, hatırlamıyorum. Pardon, hatırlayamadım. Southwark piskoposluk bölgesinden önemli bir
Anglikan papazıydı. Onunla BBC'ye
çıkmıştım. Antrparantez sordum ki;
Cemaatinize nasıl olur da sürü dersiniz?
Bu dininiz hakkında çok şey söylemiyor mu?
Onları koyun yerine mi koyuyorsunuz?
O da dedi ki; Ben, Yeni Gine'de rahiplik
yapıyordum Orada hiç koyun yok. Tabii
ki, hiç koyunun olmadığı bir sürü yer var.
İncil'i öğretmenin zor olmasının bir nedeni de bu. Oranın yerlileri için, en önemli hayvanın
hangisi olduğunu bulduk ve iyi hatırlıyorum ki bölge piskoposum onlardan şöyle
bahsediyordu; ...işte bu domuzlar. ...yeni cemaati için. Ama, böyle bir şeyi kasten yapabilen bu adam
ummadığınız kadar alaycı olabilen her ortama ayak uydurabilen bu adam diyor ki;
biz şüphe duyanlar Londra metrosunda kendi yurttaşlarını havaya uçuranlar kadar
köktendinciymişiz. Bu insafsızlık! Bu nedenle, ben böyle insanları alaya almakla
veya küçümsemekle suçlanmama aldırmıyorum.
Açıkçası yapabileceğim başka bir şey yok. Bir mizah duygum var ve bazen
sivrileşebiliyor da. İnsanların nezaketi
uğruna bunu bastırmayacağım. Uzmanlar ve
amatörler arasında ayırım yapmanın faydalı olabileceğini düşünür müsünüz?
Kilise görevlilerine yönelik
tahammülsüzlüğünüze katılıyorum. Onların
mesleki yaşamı bu. Daha iyi bilirler
gibi geliyor bana. Doğru. Cemaat daha iyi bilemiyor. Çünkü daha iyisini bilmeyecek şekilde
tutuluyorlar. Liderlerine böylesine
teslim oldukları için de "sürü"nün inançlarıyla alay edilmesi
konusunda giderek daha huzursuz oluyorum.
Çünkü yetkiyi liderlerine devretmişler ve onların da bunu doğru
kullanacağını varsayıyorlar. Kalkıp da
bu yetkiye itiraz edebilecek olan kim?
Bana öyle geliyor ki; ...yine kendileri; vaizler, rahipler,
piskoposlar. Ve biz de onlara göz
açtırmamalıyız. Örneğin, yaradılışçılık
konusunu ele alalım. Köktenci bir
kiliseden biri, yaratılışçılığın akla uygun olduğunu çünkü papazlarının öyle
söylediğini düşünüyorsa bunu anlayabilir ve mazur görebilirim. Hepimizin, saygı duyduğu ve otorite olarak
gördüğü insanlar öyle olduğunu söylediği için doğru olarak kabul ettiği birçok
şey var. Her şeyi kontrol
etmiyoruz. Ama papaz bu fikri nereden
edinmiş?
Nereden edinirse edinsin. Çünkü bundan
sorumlu olan o. Onun işi konuştuğu konuyu
bilmek. ...ki böylece cemaat de Böyle
söylerken küçümseyici olmamaya dikkat etmeliyiz vaizleri küçümsüyormuş izlenimi
uyanacağından. Evet, çünkü siz ve
Richard sosyal veya doğal bilimler konusunda bir şey söylediğinizde ben kontrol
etme ihtiyacı hissetmiyorum. Çoğu zaman
yapamam da. Ama sizlerin bunu önceden
kontrol edecek türden insanlar olduğunuzu biliyorum. Ama;
"Piskopos (hoca) öyle
dediği için inanıyorum."
derseniz bana kendinizi aptal konumuna düşürüyormuşsunuz gibi gelir. Ve insan böyle düşünmekte de haklı. Tıpkı, sıradan bir ırkçıyla uğraşırken
fikirlerinin tiksinç olduğunu söylemekte haklı olduğu gibi. Daha iyisini bilmiyor olabilir ama bu onu,
benim onu kınamamdan azade kılmaz; ve kılmamalı da. Esas küçümseyici olan; ...insanlarla teke tek veya topluca
yüzleşmemek olur diye düşünüyorum.
Kamuoyunun kanaati çoğu kez yanlıştır.
Ayak takımının görüşü ise neredeyse her zaman yanlıştır. Biraz da bu konu üzerinde durduktan-- Dinsel fikir yanlıştır; tanımı gereği
yanlıştır. Bunu söylemekten
kaçınamayız. Bu noktada, H. L. Mencken
adını anmak istiyorum. Şimdilerde de,
haklı bir üne kavuşmuş olan Amerikalı bir yazar. Benim zevkime pek de hitap etmiyor; fazla
Nietzscheci. Bir dereceye kadar da
Sosyal Darwinist görüşleri var. Ama 20'ler
ve 30'larda bu ülkedeki birçok insanın çok büyük saygısını nasıl kazandı?
Şöyle söyleyerek; "Metodistlerin ya
da..." "...William Jennings
Bryan'ın söylediği şeylere inanan insanlar aptaldır." Aptal yerine konulduklarını değil; aptal
olduklarını söyledi. "Bana
inandıkları için utanmalılar."
Evet, kendilerini değersiz ve cahil durumuna düşürdüler. Söyleyecek şey bulamıyorum. Zeka, delil ve mantık yürütmenin güzel bir
karışımı. Çok başarılı. Muhtemelen, modern dünyada yapılmış en başarılı
din karşıtı polemik. Ve 20. yy'da
tabii. Üzerinde daha da fazla durmamız
gereken bir noktaya temas ettik diye düşünüyorum. O da, bütün bu otorite kavramı. Çünkü dindar insanlar sıklıkla bilimin sadece
karşılıksız çek sayfalarından ibaret olduğunu savunurlar. Otoritelere hepimiz başvuruyoruz. Kozmolojik sabitin ne olduğunu nereden
biliyorsunuz?
O yüzden, siz ikinizin bunu iyi yapabilecek
konumda olduğunuzu düşünüyorum. Yani,
bilim ve rasyonellik çatısı altında korkusuzca uyguladığımız "otoriteye
güven" beslemekle eleştirdiğimiz ilahiyatçı ve vaizlere güven duymak
arasında bir ayrım yapmayı. Biz fizikçi
olmayanların, fizikçilerin söylediklerine güven duymakla aslında yaptığımız
şey, şunları öne sürmek için kanıtlara sahip olmamız; Fizikçiler meseleyi inceliyorlar, deneyler
yapıyorlar Bulguları meslektaşlarınca gözden geçiriliyor Birbirlerini
eleştiriyorlar Seminer ve konferanslarda meslektaşlarının yoğun bir eleştisine
maruz kalıyorlar Ve ondan sonra çıkıp Ve oradaki yapısal bir özelliği de
hatırlayın. Mesele sadece meslektaşlarca
değerlendirilmek değil. Bunun rekabetçi
bir ortamda oluyor olması da çok önemli.
Örneğin; Fermat'ın son teoremi
şey tarafından kanıtlandığında Andrew Wiles.
Bizim bu kanıtı anlamamızın -aslında o kanıtı hiç anlayamayacağım- Ama bunun gerçekten onun kanıtı olduğuna
güven duymamızın nedeni - Herkesin kendisinin bulmak istemesi. - Dünyada bu
konuda yeterli olan her matematikçinin onu incelemek için çok istekli
olması. Doğru mu, değil mi görmek için,
evet. Ve inanın bana eğer bu kanıt
yüzünden onu kıskanıyorlarsa; o kanıt doğrudur.
Ve böyle bir durum şeyde yok Evet, çünkü bizler bunun antiteziyiz. Hiçbir din adamı Einstein'in şu söylediğini
söyleyemedi Eğer haklıysam; bir sonraki güneş tutulması Afrika'nın batı
kıyısının açıklarında olacak -kaç ay ve yıl sonra dediğini unuttum şimdi- ve oldu da; çok küçük bir sapma payıyla. Bu derece doğrulanan hiçbir kehanet
olmadı. Ya da gerçekleşeceği iddiasına
ünlerini ve bir anlamda da hayatlarını bu derece bağlamaya istekli kimse
çıkmadı. Bir keresinde, halka açık bir
toplantıda bana şöyle soruldu;
"Kuvantum
teorisindeki gizemliliğinin, tıpkı kutsal üçleme veya..." "...İsa'nın et ve kanının, ekmek ve şaraba
dönüşmesindeki gizemliliğe..."
"...benzediğini düşünmüyor musunuz?"
Ve cevap da tabii, Richard
Feynman'dan iki alıntıyla verilebilir.
İlk olarak, Feynman diyor ki;
"Eğer kuvantum
teorisini anladığınızı düşünüyorsanız, onu anlamıyorsunuz." Onun oldukça gizemli olduğunu itiraf
ediyor. Ama şu da var; kuvantum
teorisinin öngörüleri deneysel olarak, Kuzey Amerika'nın genişliğini, bir saç
teli genişliğinde yanılma payıyla öngörebilmeye eşit olacak ölçüde doğrulanıyor. Yani kuvantum teorisi, doğru çıkan
öngörüleriyle muazzam ölçüde destekleniyor.
Kopenhag yaklaşımının gizemini anlayamazsanız bile. ...ya da artık her nesiyse.
Gelgelelim, kutsal üçlemenin
gizeminin doğrulanması şöyle dursun, bir öngörüde bulunma çabası bile yok. Gizemli bir şey de değil ayrıca. "Gizem" kelimesinin böyle
kullanılmasından hoşlanmıyorum.
Gizemciler ya da yeni-gizemciler de denen bir kesimin de olduğu
felsefede bu terime yönelik birçok bilinçlendirme çabası var. Gizem terimini seven insanlar bunlar. Noam Chomsky, sık alıntılanan
sözlerinden birinde diyor ki:
"İki tür soru vardır;
bulmacalar ve gizemliler..."
"...Bulmacalar çözülebilir olanlardır, gizemliler öyle
olmayanlar." Öncelikle, bunu kabul etmiyorum. Sadece ayrımı kabul ediyorum ve diyorum ki;
bilimde gizemin yeri yoktur. Bulmacalar
vardır ve çok zor bulmacalar vardır bilmediğimiz şeyler vardır ve hiçbir zaman
bilemeyeceklerimiz vardır. Ama insan
aklının sistematik olarak alamayacağı şeyler değildirler. Bunların, insan aklının sistematik olarak
alamayacağı şeyler oldukları fikrini övmenin bence bilimde yeri yoktur. Bu da, "gericilik" ve "kafa
karıştırıcılığı" gibi bazı kelimeleri konuşmamızda yeniden
canlandırmaktan neden memnun olmamız gerektiğini düşünmemin nedeni. Çünkü öyleler. Ve de şunu belirtmekten; ...zeki insanların aptal gibi davranmasına
yol açıyor. John Cornwell, yakınlarda
sana karşı yeni bir eleştiri yazdı, Richard.
...benim eski bir arkadaşımdır; çok zeki bir adam. Katolik Kilisesi ve faşizm üzerine yapılmış
en iyi çalışmalardan birinin sahibidir. Seni
eleştirirken diyor ki "Profesör Dawkins..." "...sadece kutsal üçlemeye ayrılmış olan
kitap raflarına bir bakmalı..."
"...kütüphaneler bu sorunu ondan önce de çözmeye kalkışmış
olanlarla dolu." Ama mesele şu
ki; o din kütüphanelerindeki kitapların hiçbiri de bunu çözebilmiş değil. Bütün ana fikir de çözülemez kalması
zaten. Böylece insanları bilemez bir
halde tutup kendilerini küçük hissettirmek.
Fizikteki gizem meselesine geri dönmek istiyorum. Bunun nedeni evrimleşmiş beyinlerimiz olamaz
mı?
Çünkü biz, benim "orta dünya"
dediğim yerde evrim geçirdik. Hiçbir
zaman çok küçük olan veya astronomik büyüklükteki şeylerle uğraşmamız
gerekmedi. Kuvantum mekaniğinde olanları
algılayacak bir sezgiye hiç sahip olamayabiliriz. Buna rağmen öngörülerini test
edebiliyoruz. Öngörülerini fiilen test
edebilecek fizik ve matematiği yapabiliyoruz, çünkü bir ekrandaki rakamları
herkes-- Doğru, sanırım görebildiğimiz
şey bilim adamlarının yüzyıllar içinde geliştirmiş oldukları bir araçlar
dizisi; Akıl araçları, düşünme araçları,
matematiksel araçlar, v.s. Evrimleşmiş
beyinlerimizin sınırlılıklarının Ya da dilerseniz; taş çağı beyinlerimizin
sınırlılıklarının bir dereceye kadar üstesinden gelebilmemizi sağlayan araçlar. Ve bu sınırlılıkların üstesinden gelmek de
her zaman doğrudan olmuyor. Bazen bir
şeyden vazgeçmeniz gerekebiliyor. Evet,
bu konuda hiçbir zaman sezgisel olarak düşünemeyebilirsiniz. Ama bilebilirsiniz. Sezgisel olarak düşünemiyor olsanız bile
İlerleyebilmenin çok zahmetli olduğu bir süreç var ve onu yapmayı belirli bir otoriteye
bırakmanız gerek. Ama onu test
edebilirsiniz. Ve bu da sizi A
noktasından B'ye aynı şekilde götürür.
Kol ve bacaklarınız felçliyse; sizi A'dan B'ye taşıyabilecek bir araç
kullanırsınız. Bu, A'dan B'ye
yürüyebildiğiniz anlamına gelmez. Ama A'dan B'ye gidebilirsiniz. Ayrıca daha cüretli fizikçiler de diyecektir
ki "Matematik varken, sezgi kimin umrunda?"
Evet, doğru. Protezleriyle
yaşamak konusunda kendileriyle barışıklar.
Bunun mükemmel bir örneği de; üçüncü boyutun ötesindeki boyutlar. Çünkü dördüncü veya beşinci bir boyutu
gözümüzde canlandıramıyoruz. Ama onları
matematiksel olarak temsil etmek çocuk oyuncağı. Ve böylece de, o boyutlarda dolaşabiliyoruz. Şimdi, lisans öğrencilerimize n boyutlu
uzayları nasıl manipüle edeceklerini öğretiyoruz. Ve de n-boyutlu uzaylarda vektörleri
düşünmeyi. Ve bu duruma
alışıyorlar. Pek hayal edemiyorlar
-yaptığınız şey; üç boyutu düşünmek sonra da diyelim; elinizi biraz sallayıp,
işte aynından biraz daha diyorsunuz. Ama
sezginizi matematiği kullanarak kontrol ediyorsunuz ve işe yarıyor. Şöyle kolay bir... Diyelim ki; kişiliği
inceleyen bir psikologsunuz. Ve
diyorsunuz ki; kişiliğin on beş boyutu vardır ve onları uzaydaki on beş boyut
gibi düşünebilirsiniz. Ve herkes de, o
boyutlardan herhangi birinde hareket ettiğini hayal edebilir. Diğerlerine nazaran. On beş boyutlu bir uzayı gerçekten gözünüzde
canlandırmak zorunda değilsiniz. Evet,
ve bunu istemekten de vazgeçiyorsunuz.
Ve fark ediyorsunuz ki; bu olmadan da yapabilirim. Yapabilsem güzel olurdu. Ama zaten çıplak gözle bakterileri de
göremiyorum. Bu olmadan da yapabilirim.
Sanırım bir de-- Evet, bu konuda
üstüme gelen oldu. Geçen gün, radyoda.
Oldukça şey biriydi Dedi ki;
"Atomlara hiç kanıt
olmadan inanıyorum, çünkü hiç atom görmedim." George Galloway, hiç petrol varili görmediğini
söylediğinden beri olmamıştı bu. Evet,
çok hoştu! Ama fark ediyorsunuz ki, bu
noktaya gelmiş insanlar kendilerini çok yıpratıyorlar. Bu aşamaya geldiklerinde artık çaresiz bir
durumda oluyorlar. Bundan bahsettim,
çünkü Yaşamlarımız kolaylaşsın istediğimden değil ama tartışmayı
basitleştiriyor bu. Bilmediğimiz birçok
şey olduğunu söylemekte hiç tereddüt etmiyoruz.
Şöyle diyen Haldane'di sanırım;
"Evren, sadece
anladığımızdan daha tuhaf değil, anlayabileceğimizden de daha tuhaf." Çok büyük yeni keşifler olacağını; çok güzel
şeyler göreceğimizi biliyoruz. Ama çok
büyük bir belirsizlik olduğunu da biliyoruz.
Bütün ayırım da bu. İnançlı
kimse, tanrının varlığından daha da fazlasını iddia ediyor. Yoksa ki, deist bakış açısı; evrende işleyen
bir akıl olabileceği fikri çürütemeyeceğimiz bir önerme. Ama onlar bu aklı biliyor ve
yorumluyorlar. Onunla gayet sıkı
fıkılar. Ara sıra kendini ifşa ediyor
onlara. Kendi ağzından yazılmış bir
kitapları var. Ondan brifing
alıyorlar. Düzgün herhangi bir tartışma,
yeterli herhangi bir akıl bilebilmelerinin mümkün olduğundan daha fazlasını
bildiklerini iddia eden insanları dışarıda tutarak işe başlamak zorundadır.
"Bu şekilde başlamak
yanlış, ama şimdi devam edebilir miyiz?" ...diyerek başlıyorsunuz. Teizm de daha ilk
rauntta yere seriliyor. Evet. Adaya veda ediyor, şovdan çıkıyor. Dan'in söylediğine iliştirmek istediğim bir
dipnot var. Şayet, gizem; ...eninde sonunda yutmamız gereken bir acı
ilaçsa bile bilişsel olarak, gerçeğe bir dereceye kadar kapalıyız
demektir. Bu da, teizme hâlâ bir hareket
alanı sunmuyor. Tabii ki, çünkü onlara
da başkalarına olduğu kadar kapalı.
Üstüne, kendisini tamamen görünür kılmış olduğu da iddia ediliyor. Ayrıca, istediklerini yapabilecek kadar güçlü
oldukları zamanlarda söylemiş oldukları şeyleri unutmaya hakları yok:
"Bu gerçekten doğru;
her detayına kadar." "...ve
inanmazsanız sizi öldürürüz." Sizi öldürürüz, evet. Sizi öldürürüz; bu biraz zaman alabilir ama
işimizi yaparız. Evet, sizi yavaş yavaş
öldüreceğiz. O zaman o kadar güçlü
olmamış olsalardı, şimdi de bu kadar güçlü olamazlardı. Doğru, ve biliyor musun bu söylediğin
Christopher inançlı birçok insanda aslında dehşete, endişeye yol açıyor. Çünkü bu yaptıklarının yasak bir hamle olduğu
onlara daha önce hiç açıkça gösterilmemiş.
Oyun böyle oynanmıyor. Bunu
yapamazsınız! Hayatları boyunca onlara bunu
yapabilecekleri öğretilmiş. Bir
tartışmayı yürütmenin meşru yöntemi olarak.
Sonra da, birden biz ortaya çıkıp
"Kusura bakmayın, ama
bu oyunda böyle bir hamle yapamazsınız." diyoruz. Hatta, bu diskalifiye olmanıza neden olacak
bir hamle.
"Bu, yapmanıza
kesinlikle ayrıcalık tanınamayacak bir hamle." Evet.
O hamlenin ne olduğunu bana hatırlatabilir misiniz; ya da bize?
Belki de, sadece benim için. O hamle nedir?
- Birinin inanç kartını oynaması. -
Evet. Diyorlar ki;
"Bakın, ben bir
Hristiyanım..."
"...ve biz
Hristiyanlar buna inanmak zorundayız; o kadar." Bu
noktada da, zannediyorum bunu söylemenin kibar yöntemi
"Tamam; ama bu
doğruysa..."
"...kendinizi bu
tartışmadan muaf tutmalısınız..."
"...çünkü buna açık
bir zihinle devam edebilmekten..."
"...aciz olduğunuzu
ifade ettiniz."
Umduğum şey bu. Bunu
söylemenizi beklerim. Eğer gerçekten
fikrinizi savunamıyorsanız o zaman kusura bakmayın ama, doğruluğunu da iddia
edemezsiniz. İnanç kartını oynamanıza
izin veremeyiz. Kutsal kitabınızda
yazanları bizim de saygı duyacağımız şekilde savunmak istiyorsanız; tamam.
Ama;
"Öyle; çünkü kutsal
kitapta öyle yazıyor."
hiçbir şey söylemiyor. Ve söylediğini
düşünüyorsanız da Bu öncelikle, küstahça.
Kural tanımayan bir hamle ve bunu kabul edemeyiz. Ve başka bir inanç adına yapıldığında onların
da kabul etmediği bir hamle.
Kesinlikle! Şimdi, üçünüzün de benden
daha bilgili olduğu şu konuda bir şey sorabilir miyim?
Victor Stenger'in, tanrının varlığının artık
bilimsel olarak çürütülebildiğini söylediği kitabı hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Bu konuda bir görüşünüz var mı?
- Ne tür bir tanrıyı?
Kitabı okumadım Her tür tanrıyı. Sadece yaratıcı olan veya denetleyici olan ya
da elbette; müdahale eden. Sanırım bu
yeterince kapsamlı. Benim görüşüm, her
zaman bir belirsizlikle yaşamak zorunda oluşumuza dayanıyordu. Ve ancak emin olanlar tartışma bitmeden masadan
kalkar. Victor Stenger, artık haklı bir
güvenle "çürütüldü" diyebileceğimiz bir aşamaya geldiğimizi
düşünüyor gibi. Sadece "Doğrulanamadı."
ya da "Daha iyi bir açıklaması var." değil de İlginç bir sav
olduğunu düşündüm. Çünkü görüşlerimizin
bir belirsizlik olduğu varsayılarak oluşmuş olması benim için çok fark
ediyor.
- Sanırım zayıf halka...
- Başka bir deyişle; şüphe
duyuyoruz. Kitabının büyük bir
hayranıyım. Hatta, kapağına tanıtım
yazısı da yazdım. Sanırım en zayıf
halka, kutsal metinlerdeki temel iddia.
Fikir şu; İncil'in her şeyi bilen bir tanrının kusursuz sözleri olma
iddiasında olduğunu biliyoruz. Bu
gerçekten zayıf bir halka ve iddia da gerçekten bu. Epistemolojik altın ölçütlerine göre altın
değerinde olan bu. Yani, kalan hepsi
buna dayanıyor. Şayet İncil, sihirli bir
kitap değilse; ...bu durumda,
Hristiyanlık buhar olup uçuyor. Kuran
sihirli bir kitap değilse; İslam buharlaşıp uçuyor. Ve kitaplara bakıp da, kendinize burada her
şeyi bilenliğin en küçük bir kanıtı var mı?
diye sorduğunuzda Burada, tek bir cümle
görebiliyor musunuz ki el arabasını, ileri teknoloji sayabilecek bir insan
tarafından söylenemeyecek olsun?
Cevabınız hayır olmalı. Yani, eğer İncil'de DNA'nın ve elektriğin ve
bizi afallatacak başka şeylerin bir açıklaması olsaydı; tamam. Ağzımız açık kalırdı, doğal olarak. Ve bu bilginin kaynağı hakkında duyarlı bir
söyleşi yapıyor olurduk. Dinesh D'Souza,
yeni kitabında şundan bahsediyor Bu arada, kendisi muhaliflerimiz arasındaki en
aydın, bilgili ve eğitimli insanlardandır. Yakında da bir tartışmaya
katılacağım kendisiyle. Diyor ki,
İncil'in insanların dalga geçtiği, "Yaradılış" bölümünde "Işık
olsun!" deniyor ve yalnızca birkaç kıta sonrasında da güneş, ay ve
yıldızlardan bahsediliyor. Bu nasıl
olabilir?
Büyük patlamaya göre bu doğru olabilir. Ama bu çok patetik. Patlama galaksilerden önce oluyor. İnanın; bence de çok patetik ama Bu düşünce
tarzını, "The End of Faith"in çok uzun sonuç bölümünde
göstermeye çalışmıştım. Dedim ki; her
metin çözülebilir. İnanç gözlükleriyle
bakarsanız, her metinden sihirli öngörüler çıkarabilirsiniz. Ve gerçekten de, bir kitapçıya girdim; yemek
kitaplarının olduğu koridora rastgele bir yemek kitabını açtım ve bir tarif
buldum. Wok tavada kızarmış ogo çeşnili
karides. Ya da onun gibi bir şey. Ve de tarifle ilgili mistik bir yorumda
bulundum. Ve siz de yapabilirsiniz. Her
uçuk metinle noktaları birleştir oynayabilir ve içinde bir hikmet bulabilirsiniz. Michael Shermer, "The Bible
Code"da yaptı bunu. Okumadım
onu ama, evet. İncil'deki gizli
mesajlar. Çok, çok iyi. Ne zaman isterseniz ona bakarak dünün haber
başlıklarını yazabilirsiniz. Üçünüze bir
sorum var:
İnanç lehine; ateizminizi
sorgulatan bir argüman oldu mu? ...şöyle
bir durup düşünmenize yol açan?
Sizi afallatan verilecek hazır bir cevabınız
yokmuş gibi hissettiğiniz, vesaire.
Aklıma bir şey gelmiyor doğrusu.
Sanırım buna en yakın fikir;
...evrenin temel sabitinin gerçek olamayacak kadar iyi olması. Eğer doğruysa, bunun bir açıklama gerektirdiğini
düşünüyorum. Victor Stenger, doğru
olduğunu düşünmüyor. Ama birçok fizikçi
öyle düşünüyor. Bu, hiçbir anlamda zeki
bir yaratıcıyı aklıma getirmiyor benim.
Çünkü elinizde hâlâ onun da nereden geldiğini açıklama sorunu var. Ayrıca, yaratıcı olabilecek yeterlikte ve
evrenin sabitlerine bizim var olmamızı sağlayan bir ince ayar çekebilecek kadar
da zeki olan, zeki bir yaratıcı çok daha ince olmalıydı Evet, güneş
sistemimizdeki diğer bütün ölü gezegenleri neden yaratsın?
O ayrı bir soru. O kadar iyi olduğunu düşünürsek. Montefiore piskoposu bu konuda çok iyiydi.
Eskiden arkadaşımdı. Derdi ki; yaşamın
oluştuğu koşullara ve onların bu derece bıçak sırtında oluşuna hayranlık
duymalısınız. Bıçak sırtında, evet;
gezegenlerimizin çoğu ya aşırı sıcak, ya da aşırı soğuk. Diğer gezegenler yaşam için ya aşırı sıcak,
ya da aşırı soğuk. Bu da sadece bir
güneş sistemi; içinde yaşam olduğunu bildiğimiz tek yer. Hiç tasarımcı işine benzemiyor. Ve elbette,
"Ondan önce ne vardı?"dan kurtulamıyorsunuz.
Bu konuda ikna edici tek bir
argümana bile hiç rastlamadım. Ama
olmasını bekliyor da değilim çünkü bir akşam düşünürken fark ettim ki hiç yeni
bir şeyle ortaya çıkmıyorlar. Neden?
Çünkü argümanları tanımı gereği çok eski. Ve hepsi de doğanın düzeni hakkında çok, çok
az şey bildiğimiz bir zamanda ortaya çıkmış.
Biraz da olsa ilgi çekici bulduğum tek argüman Ve bu teizm için olduğu
kadar sorduğunuz şey; inanç için de geçerli.
Apotropaik diyebilirim sanırım.
Bir şey için bütün övgünün tanrıya ait olduğunun söylenmesi Her şey için
ona şükredilmesi gerektiğinin söylenmesi Bir tür alçak gönüllülük bu
aslında. Batıl; bu yüzden apotropaik
diyorum. Ama kibri önlüyor. Yine aynı nedenle, açık ki tek tanrıcıllık
öncesi döneme ait. Ama din, insanları
kibirden uzak tutuyor ya da durmalarına yardım edebiliyor. Düşünüyorum ki, manen ve entelektüel açıdan
bu-- Ama bu doğru bir argüman
değil. Oh, tanrım! Hayır. Öyle bir argüman yok ve olabileceğini de
sanmıyorum. - Belki de soruyu
genişletmeliyim. - Hayır, hayır. Bir dakika!
Cevap vermeden önce, Dan-
- Sana, inancımı kökünden sarsabilecek bazı
bulgular sayabilirim.
- İzninizle sorumu
genişleteyim.
- Tabii. Yalnızca şey değil Prekambriyen dönemi
tavşanları?
Hayır, hayır. O işe yaramaz. Yalnızca dinsel inancın akla yatkınlığıyla
ilgili bir argüman değil dini eleştirmekle aslında kötü bir şey yapıyor
olduğumuza dair bir argüman.
- Bu çok daha kolay. - Bunu
yapmamalısınız, bırakın diyen. Evet,
şüphesiz! Yaptığımız şeyi yapmamalıyız
diyen. Bu çok daha kolay. İyi bir gerekçe bulması mı, daha kolay?
Yani, birisi; herkes sahte bir şeye inanırsa
dünya daha iyi bir yer olur, diyen bir argümanla gelebilir. Çalışmalarınızda ya da eleştirmenlerle
girdiğiniz diyaloglarda sizi durup düşünmeye sevk eden böyle bir argüman oldu
mu?
Evet, evet.
"Breaking The Spell"de pek değil ama özgür iradeyle
ilgili kitabım; "Freedom Evolves" üzerine çalışırken
oldu. Dinsel olan birkaç tanesine çok
benzer fikirleri savunan eleştirmenlerle sürekli karşılaştım. Bak! Özgür irade çok önemli bir şey ve özgür
irade kavramından vazgeçersek insanlar sorumluluk duygusunu yitirir ve kaosa
sürükleniriz. Çok kurcalama; görmezden
gel Bu özgür irade ve determinizm meselesini fazla kurcalama. Ben de konuyu çevresel etkileri bağlamında
enikonu düşündüm. Şöyle bir durum hayal
edebiliyor muyum?
Bastırılamaz merak duygumun doğru ya da
yanlış dünyada tahrip edici etkileri olabilecek ve çenemi kapalı tutup konuyu
değiştirmem gereken bir meselede açıkça konuşmama neden olacağı bir durum. Bence bu hepimizin kendisine sorması gereken
iyi bir soru. Evet, iyi. Kesinlikle!
Ve bu konuda çok da düşündüm. Ve
bu yolda devam etmenin de bir anlamda; sadece çevresel açıdan güvenli değil
zorunlu da olduğu sonucuna varmasaydım o iki kitabı yayınlatmazdım. Bence bu soruyu sormalısınız, ben
soruyorum. Bir kitabı yayınlatmadan
önce; evet ama kendi adımıza, bu doğru mu yanlış mı? diye düşünürken
değil. Bazı siyasete güdümlenmiş
eleştirmenlerin yaptığını asla yapmamalı.
Yani, bir şeye; "Siyaseten o kadar uygunsuz ki, doğru
olamaz." dememeli. Bu farklı
bir Bu tamamen farklı bir şey, evet.
Siyah ve beyazların zeka yaşı farklarıyla ilgili yorumun doğru olduğunu
düşündüğünüzü fark etmeniz gibi. Evet,
ve de öyle bir yayını önleyebilir Tekrar bakar, gözden geçirirsiniz "Şimdi
ne yapacağım?" dersiniz. Neyse
ki, bu sorunlar gerçekte kendisini bu şekilde göstermiyor. Bana kendisini gösterdiği bir yeri
anlatayım. Sanırım, LA Times'ın yorum
sayfasında bir yazıydı; karıştırıyor olabilirim. Ama birisi, ABD'deki müslüman nüfusun Batı
Avrupa'daki gibi köktencileşmemiş olmasının nedenini büyük oranda, bizde
inancın çok saygın bir yeri olmasına ve böylece onların Batı Avrupa'da olduğu
gibi kendi içine kapanıp sorunlarla boğuşmak zorunda kalmamış olmalarına
bağlıyordu. Batı Avrupadaki gibi. Doğru mu, değil mi bilmiyorum ama doğruysa
bir durup düşünmeme neden olurdu. Çok
ilginç gerçekten.
James Wolfensohn; eski Dünya Bankalı olup
yakınlarda Gazze'de arabuluculuk yapmıştı.
Hamas'taki Müslüman Kardeşler üzerinde çok büyük bir nüfuz kazandığıma
inanıyorum demiş Ortodoks bir Yahudi olduğu için.
Eğer öyleyse bunun iğrenç
olduğunu söylemeliyim. İlk başta o işe
hiç atanmamalıydı. Çünkü o çatışma
hakkında kesin olarak emin olduğumuz bir şey varsa o da böyle şeylerin bunu çok
daha kötüleştireceği. Eğer bu yalnızca
ulusal ve toprakla ilgili bir tartışma olsaydı şimdiye dek çözülürdü. Ama onun bunu söylerken ki kendine güveni
-o dediği doğruysa bile-
beni kendisine daha da cephe
almaya zorluyor. Burada birbiri içine
geçen iki mesele var. İlki;
"Ne elde etmek
istiyoruz?"
sorusu. Neyi başarabilmek bize makul
geliyor? Ve inanç üzerine o makale de
bizim bakış açımızdaki insanlara maalesef, "herkesle inancını
tartışamazsın" düşüncesini yayıyor.
Bu tamamen akılsızca bir çaba mı?
Yoksa insanlarla yaptığımız bu fikir savaşını
gerçekten kazanabilir miyiz?
Ve e-postalarıma bakarak diyorum ki; elbette
kazanabiliriz. Yapılan tartışmalar
sonucu inançlarını kaybetmiş olan insanlardan sürekli e-posta alıyorum. Bardağı taşıran son damla; bizim
kitaplarımızdan biri ya da başka türlü bir muhakeme de olsa Yahut, inançlarıyla
doğru bildiklerinin uyuşmaması sonucunda da olsa İnsanlara, inançlarına içkin
olan çelişkileri veya inançlarıyla evren hakkında doğru bildiğimiz şeyler
arasındaki çelişkileri göstermenin mümkün olduğu gerçeğini vurgulamak zorunda
olduğumuzu düşünüyorum. Bu süreç;
dakikalar, aylar ya da yıllar alabilir.
Ama insanlar öğrendikleri doğrular karşısında batıl inançlarını er geç
terk edecektirler. Çok bilgili ve
evrimin zeki bir açıklayıcısı olan bir biyologla tartışıyordum. Ve kendisi yine de tanrıya inanıyordu. Ben de
"Bu nasıl olabiliyor?" diye sordum;
"Nedir aslı?" O da dedi ki; bütün akılcı argümanlarınızı
kabul ediyorum ama sonuçta bu inanç. Ve
de benim çok çarpıcı bulduğum şu sözleri söyledi;
"Ona inanç denmesinin
bir nedeni var." Bunu çok katı ve neredeyse sinirli bir
şekilde söyledi.
"Adına inanç denmesinin bir nedeni
var." Bu, ona göre tartışmayı bitiren bir
hamleydi. Bunu tartışamazsın çünkü bu
inanç. Ve bunu savunma modunda değil de
gayet mağrur ve meydan okuyan bir tavırla söyledi. Kuzey Amerika'da bununla hep
karşılaşıyorsunuz. İnsanlar gelip,
William James'i okumanız gerektiğini ve böylece başka insanların algılarını
etkileyebileceğinizi söylüyorlar. ...ki
tanımı gereği imkansız bir şey bu.
Evet. Bunu yapabiliyorsa, onlara
saygı duymamı neden sağlamıyorlar o zaman?
Başka hiçbir tartışmada kabul edilmez
bu. Yarattıkları izlenim insanlar için
çok önemlidir sonuçta. Orange County'de,
kıdemli bir presbiteryenle yaptığım bir tartışmada ona şöyle sormuştum; Çünkü İncil'i düz anlamında kabul etmek
üzerine konuşuyorduk ve o bunun bir savunucusu değildi. Sordum ki; peki ya çarmıha gerilme esnasında
mezarların açılmasına ne diyorsunuz; Aziz Matta İnciline göre?
Matta demeyi tercih ederim. Kudüs'te herkes mezarından çıkmış ve
şehirde dolaşıp eski arkadaşlarını selamlamış.
Bu, İsa'nın yeniden dirilişi meselesini ucuzlaştırmıyor mu?
diye soracaktım ona. Ama yanlış anladı ve benim bunun olduğuna
inanıp inanmadığımı sordu. Ve dedi ki;
bir tarihçi olarak, ki öyleydi, bundan şüphe duymaya meyilliyim ama bir
presbiteryen papazı olarak doğru olduğunu düşünüyorum. Peki, o zaman tamam. Benim için ona bu kadarını söyletmek
yeterliydi. Dedim ki, o zaman bu durumda
söyleyeceklerim bu kadar. Daha fazla
konuşmak istemiyorum. Söyleyebileceğim
her şeyi zaten söylediniz. Eklemek
istediğim bir şey daha var. Francis
Collins ya da az önce bahsettiğiniz biyolog gibi gerçeklerden fazlasıyla
haberdar olan doğru olanı bilebilecek kadar bilimsel eğitimi olan ama yine de
bilmeyen ya da bildiğini açık etmeyen insanlar var. Bunun kültürel bir sorun olduğunu
düşünüyorum. Buna yaptığım konuşmalardan
birinde ikna oldum. Konuşmamın sonunda
bir fizik profesörü yanıma geldi. Sadık
bir Hristiyan olan, bir yüksek lisans öğrencisini de yanında getirdiğini ve
onun konuşmamdan çok etkilenmiş olduğunu söyledi. Anlattıklarından anladığım şuydu ki; İnancı ilk kez bu kadar açık bir şekilde
sorgulanmıştı. O zaman şöyle söylemek
doğru; Bir bilim adamı olmak için
gerekli öğretimden geçseniz de bütün o süreç boyunca, bunu yapmak tabu
olduğundan inancınız hiç açıkça sorgulanmamış olabilir. Ve böylece Müslüman dünyasında, nükleer bomba
imal edebilecek bir mühendis olup bir yandan da, cennette yetmiş iki bakire
edinmeyi akla yatkın bulanlar olabiliyor.
Ya da Francis Collins gibi, pazar günü donmuş bir şelalenin
huzurunda çimlere kapanarak kendini İsa'ya adayıp pazartesi de bir genetik
doktoru olabileceğini düşünen insanlar olabiliyor. Veya bir arkadaşımız büyük Pakistanlı fizikçi
Pervez Hoodbhoy'un dediğine göre cinlerin ve şeytanların güçlerini
reaktör için kullanmayı düşünen insanlar varmış. Çok cazip bir yatırım. Evet!
Görünüşe bakılırsa, anlıyorum ki, hala kafamdan atamıyorum onu; Oxford, Saint Anthony's College'den
saygıdeğer Tarık Ramazan kitabında kendisinin de cinlere inandığını
söylüyormuş. Umarım haksızlık
yapmıyorumdur. Kitabı; "In the
Steps of the Prophet"te böyle dediği söylendi bana.
İnsan, apaçık ilkel ve batıl
olan şeylerle hep yüz yüze geliyor.
İnsanların inançlarını sarsmayı ummaktan daha kolayı olabilir. Bu konu uzun süredir askıya alınmış
durumda. İnsanların inancının açıkça
sorgulanacağı bir dönemin daha başlangıcındayız. Ve sonuç da veriyor. Bana öyle geliyor ki, önümüzdeki asıl
engeller gerçeklere ya da argümanlara sahip olmamak değil bunu açıkça
söylemenin, itiraf etmenin önündeki bu stratejik gerekçeler. Kendinize itiraf edememek, başkalarına itiraf
edememek; ...aileniz bunu ihanet olarak
göreceğinden ya da bu kadar zaman kandırılmış olduğunuzu kabul
edemediğinizden. Ondan vazgeçtiğinizi
açıklamak bile büyük cesaret isteyen bir iş diye düşünüyorum. İnsanların o cesareti bulmalarına yardım
edebilseydik, ...bunu daha önce yapmış
olup da şu anda gayet iyi durumda olanlardan örnek verseydik; ...bir ebeveyn veya başkalarının etkisinden
kurtulmalarına yardımcı olabilirdik.
Belki ailelerinden birkaç kişinin duyguları incinebilir ama ben yine de
buna cesaretlendirmenin iyi bir şey olduğunu düşünüyorum. Ve bunu yapamayacağımıza da
hükmetmemeliyiz. Bence yapabiliriz. Evet, yapamayacağımızı ve yapmamamız
gerektiğini düşünmek neredeyse küçümseyici bir fikir. Diğer taraftan, galiba hepimiz bu tür bir
zihinsel kompartmantalizasyonu maharetle uygulayabilen insanlar tanıyoruz. Sam'in dediği gibi pazar günü bir şeye
inanıp, haftanın geri kalanında tamamen tutarsız veya onunla bağdaşmayan başka
bir şeye inanılabiliyor. Bunun nörolojik
bir sorun olduğunu hiç sanmıyorum.
İnsanın bu şekilde bölünmüş bir zihne sahip olmaması için bir neden
yok. Bir açıdan dengesizlik olsa da,
eminim haklısınızdır. İnsanlar bunu
yapıyor ve bu konuda da çok iyiler.
Dikkatlerini ona yöneltmeyerek yapıyorlar bunu. Dikkat üzerine odaklanabiliriz. Ama böyle bir çelişkiyle nasıl yaşanabilir?
Bunu yaptığını unutarak ve dikkatini ona
vermeyerek. Bunu adlandırmak için
hatırda kalıcı bir söz veya ifade bulabilmeyi isterdim. Böylece, insanlar bunu yaptıklarında,
zihinlerinde birden uyanırdı ve ve durup düşünürlerdi ki; İşte, bu o kozmik 'çevir kazı yanmasın'
anlarından biri Dennett, Dawkins ve Harris ve Hitchens'ın
bahsettiği. Ve de bunun gayrimeşru
türden bir şey olduğunu düşünürlerdi. Ne
tuhaf bir şey yaptıklarının biraz olsun farkına varırlardı. Korkarım; ben bilişsel uyumsuzluğun günlük yaşam
için belki de gerekli bir şey olduğunu düşünüyorum. Herkes biraz olsun yapıyor. Bilişsel uyumsuzluğa göz yummayı mı?
- Hayır, onu uygulamayı.
- Gerçekten uygulamayı. moveon.org sitesine üye olan birini
ele alalım. ABD hükümetinin
yoksulları ezip, başka insanların ülkelerini istila eden; ...zalim, militer ve emperyalist bir rejim
olduğunu düşünüyorlar. Ama vergilerini
ödüyorlar; çok nadirdir ödemeyenleri.
Çocuklarını okula gönderiyorlar, işlerini yapıyorlar. Yani, dediklerinin onda biri bile doğruymuş
gibi davranmıyorlar. Kısmen bunun
imkansız oluşundan. Ya da 50''lerde John
Birch derneği üyesi olanlar diyelim;
Başkan Eisenhower'ın bile komünist olduğunu düşünüyorlardı. Tamam; bir sabah kalkıp buna inanabilirsiniz; Beyaz Saray Kremlin'den yönetiliyor. Ama sonra da bakkala alışverişe gitmek ve bu
tür şeyler yapmak zorundasınız. Hala
bunları yapmalısınız. Çok fazla bağımlılık,
evet. Ama hala hiç sorgulanamayacak
derecede inançlı olabilirsin. Senin için
çok, çok önemli olabilir ama hayatında; gerçek hayatında fikrini uygulaman veya
haklı olduğunu savunman hiç mümkün olmayabilir.
Ve aynı durum, eminim ki, şöyle söyleyen insanlar için de
geçerlidir; Bir çocuğumu, diğerine
tercih etmemeliyim ya da bir ebeveynimi diğerine ama ediyorum, fakat ediyormuş
gibi davranmayacağım. Birçok şey
böyle. Ama bir eğitimci olarak-- Veya senatör Craig'in eşcinsel olmadığını
söylemesi. Kendi kafasında, olmadığından
kesinlikle emin olabilir. Ama öyle
olduğunu söyleyerek yaşamını idare edemiyor.
...ya da olmadığını. O yüzden
sormak istediğim soru buydu. Kendimize
gerçek amacımızın ne olduğunu sormalıyız.
Gerçekten inancın olmadığı bir dünya istiyor muyuz?
Ben istemediğimi söylemeliyim. Bunu görmeyi ne bekliyorum, ne de
istiyorum. İnançla neyi kastediyorsunuz?
Mümkün olduğunu sanmıyorum, çünkü inanç çok
hızlı çoğalan bir şey. Ne kadar da önü
kesilse, yerine başka bir şey de konulsa gözden de düşse, o oranda çoğalıyor. Olağanüstü ölçüde hızlı çoğalıyor gibi
geliyor bana. Freudyen nedenlerden ötürü
olduğunu düşünüyorum. Özellikle de yok
olmaya, ölmeye duyulan korku yüzünden.
Doğaüstü sistemlere olan inancı kastediyorsunuz. Evet, istek.
- Peki neden isteyemiyorsunuz?
- Hüsnükuruntu. Diğer bir mesele de; ...bu tartışmanın bitmesini ister miydim?
Herkes kabullenecek Emekli olup başka
şeylerle ilgilenmek Hitchens, bu raundun kesin galibi; artık dünyada kimse
tanrıya inanmıyor. Böyle bir şeyi
kafamda canlandıramıyor oluşum bir yana istediğim şeyin tam olarak bu
olduğundan da emin değilim. O; epistemoloji,
felsefe, biyoloji vs. üzerine olan bütün argümanların bir tür temeli olarak da
düşünülebilir. Her zaman itiraz etmeniz
gereken şey o; diğer açıklama. Sıra dışı
bir şey. Anlamıyorum Yani, hiçbir zaman
işe yaramayacağını söylemenizi anlayabiliyorum.
Bunu neden istemeyebileceğinizi anlamıyorum. Çünkü, bu bir parça Huxley ve Darwin
arasındaki tartışmaya benziyor. Pardon,
bağışlayın. Huxley ve Wilberforce arasındaki ya da Darrow ve William Jennings
Bryan. Sürmesini istiyorum. İlginç olduğundan mı?
Bizim tarafın daha rafine olmasını isterdim
ve onların da daha savunmasız. Ama tek
elden ses çıkmıyor. Ama cihatçılarla
devam etmek istemezdiniz herhalde?
Orada belirli bir Hayır, ama cihatçılara
karşı öne sürecek bir fikrim yok zaten.
Amaçlarının meşruluğu hakkında var ama.
Hayır, pek değil. O konuda tartışacak birşey yok. Kimin hayatta kalacağı meselesi bu.
Mahvedilmelerini isterdim. Tamam; bunu
kök hücre araştırmalarını engelleyenlere de yöneltin o zaman. Hayır, benimki çok primatça bir yanıt kendi
yaşamımı güvenceye almak için düşmanı yok etmek gerektiğini kabul etmek. Ne düşündükleri hiç ilgimi çekmiyor. Ama öyle görünüyor ki Hayır...
İslam'la ilgili sorunuza
hala gelemedik
Ama ne düşündükleriyle hiç mi hiç ilgilenmiyorum.
Tek ilgilendiğim onları yok
etme metotlarını geliştirmek.
Tamam. Başka bir deyişle, basitçe
vazgeçiyorsunuz-- Ve de, bu arada, çok
az laikten destek gören bir vazife bu.
Dikkate değer bu, evet. Birçok
ateist bu savaşı istemiyor. En önemli
olanından kaytarmak istiyorlar. Billy
Graham'a esip gürlemeyi tercih ediyorlar.
Çünkü o şekilde tehlikede olmadıklarını biliyorlar. Bu insanları "katletmek"
düşüncesini çok nefret dolu bulduğumuzdan Diğer taraftan bu onları-
- Hayır, ben "mahvetmek" dedim. Mahvetmek?
Evet, cihatçı güçlerin tamamen yok
edilmesi. Katletmek; bunu bütün bir türe
uygulamak olur sanırım. Fakat
Christopher, sana dönersek Kulağa sanki, asıl sevdiğin şey tartışmaymış gibi
geliyor. Entelektüel bir tartışmayı
neredeyse kazanılıp, kaybedilecek bir gösteri olarak görüyormuş gibisin. Diyalektik demeyi tercih ederim,
Richard. Başka bir deyişle, insan
başkalarıyla tartışarak öğrenir.
Evet. Bu masadaki herkesin,
düşünen bir insan olarak kendi kapasitesini artırdığını veya geliştirdiğini
düşünüyorum. Evet, ama üzerinde mantık
yürütülecek bir yığın şey var. Dine
karşı mücadeleyi kazanırsak tekrar bilime dönebiliriz, ya da hangi alanla
meşgulsek. Ve o konularda mantık yürütüp
tartışabiliriz. Tartışılacak, tartışmaya
değer çok konu var. Ama durum her zaman
şöyle olacak; ...bazıları dünyadaki
varlık nedenlerini biyoloji yasalarına;
...diğerleriyse onlar için tertiplenmiş ilahi bir plana bağlayacak. Ve bana göre, hangi görüşten olduklarına
bakarak insanlar hakkında çok şey söyleyebilirsiniz. Ve hepimizin bildiği gibi, o görüşlerden bir
tanesi mantıklı. Bunu nereden biliyoruz?
Zıttıyla karşılaştırmak zorunda
oluşumuzdan. Müsaadenizle bir benzetme
yapacağım. Çünkü aynı şey, yakın tarihin
belirli bir noktasında büyücülük için de söylenebilirdi. Diyebilirdiniz ki; bütün kültürlerde büyü
inancı var Büyülü sözlerin işe yaradığı inancı.
Büyücülük her yerde var ve bundan asla kurtulamayacağız ve kurtulmaya
çabaladığımız için de aptalız. Ya
da sadece diyalektik olsun diye deneyebiliriz ama büyücülük hep olacak. Buna rağmen, günümüzde büyücülük neredeyse
istisnasız bir şekilde belirli cemaatler bulunabilir ama Hiç de değil. Gerçek büyücülükten bahsediyorum.
Dindarlardaki gibi değil Büyücülük asla kökü kazınamayacak bir şeydir; ot gibi
biter. Sıklıkla da animizm ve
Hristiyanlık altında.
- Hayır, onu kastetmiyorum... -
Ama Batıda değil.
- Gerçek büyücülükten
bahsediyorum. - Washington Post-
- Kem göz büyücülüğü Tıbbın yerini dolduran ve-
- Bundan kurtulduğumuzu mu düşünüyorsunuz?
Bundan temel olarak kurtulmuş olduğumuzu
düşünüyorum, evet. Ama durum ne olursa
olsun bundan kurtulmak istemiyor musunuz?
Hiç de değil.
Şu anda, Wiccaların Arlington mezarlığına gömülebilmesi için bir
kampanya var. Ama Ünitaryenler ne
kadar... Wiccalar da o kadar büyücü.
Doğru, onlar gerçek değil.
Bahsettiğim şey; ...kötü
niyetiyle, tarladaki ürününüzü psişik bir şekilde yok edebilmesine yol
açabilecek nedensel bir işleyişe olan inancınızdan ötürü komşunuzu çekinmeden
öldürebilmek. Ya da kötü nazarda
bulunabileceği Tıptan bihaber olmaktan kaynaklanıyor. Yani, insanların niye hastalandığını
bilmiyorsunuz ve komşunuzun kötü niyetinden şüpheleniyorsunuz. Ve büyücülük de o boşluğu dolduruyor. Hayır, öyle bir durum için tartışacak ilginç
bir konu kaybedileceğinden ondan kurtulmak istenmeyebilir diyemem. Ama şu anda, cadıların tıp alanına giren
iddialarıyla uğraşmıyoruz. Ve alternatif
tıbba ya da akupunktura hiç girme.
Gerçek büyücülükten bahsediyorum; Orta Çağ büyücülüğünden. Ben de, tam ona değinmek üzereydim. Washington Post her gün burç köşesi
yayınlıyor. - Astroloji de farklı bir
mesele.
- Evet, ve bu Astroloji, çok
zayıf Astroloji, ben burcumu okumadığımda yok olacak değil. Tamam, ama yok edilmesine gerek de yok. Evet, ama yok olmasıyla sizin bunu isteyip
istememenizi karıştırıyorsunuz. Ve
kulağa da sanki, aleyhinde muhalafet yapıp üzerinde zekanızı bileyebilmek için
yok olmasını istemiyorsunuz gibi geliyor.
Evet, aslında düşünüyorum ki Ama yok olmasını düşünmek yerine neden bir
evrimsel epidemoloğun yapacağı gibi yapıp, demiyoruz ki; ...yapmak istediğimiz şey; zararsız olanın
evrimini teşvik etmek. Zararlı
olanlardan kurtulmak istiyoruz. Yani,
astroloji pek umrumda değil. Çok zararlı olduğunu düşünmüyorum. Tamam; söylendiğine göre Reagan'ın kararlar
almak için astrolojiye danışması biraz ürkütücü ama bunun münferit bir vaka
olduğunu umuyorum. Astroloji gibi bir
batıl inancın nispeten zararsız oluşunun önemli olduğunu düşünüyorum. Aynı şeyi diğer ilgi alanlarına da yapabilsek
onları da astrolojinin konumuna indirgeyebilirsek memnun olurdum. Bakın, cevabımı kabul etmeyebilir ya da
beğenmeyebilirsiniz ama kanımca sormamız gereken ve de soracağımız soru şu
olmalı; ...ki bugün bir tv'de yine
sordum bunu aslında: Bu sabah ABD'de
hiç kimsenin kiliseye gitmemesini ister misiniz?
Sizin cevabınız nedir?
Cevabımı daha önce verdim, Richard da
katılmamıştı. Bu sabah verdiğim yanıt
şuydu; İnsanların sahte avuntular
olmadan çok daha iyi durumda olacağını düşünüyorum. Ve fikirlerini bana dayatmalarını da
istemiyorum. Bundan vazgeçerlerse hem
bana hem de kendilerine iyilik yapmış olurlar.
Bu bağlamda, belki de kendime ters düşüyorum. Yani, bundan vazgeçsinler istiyorum ama o
zaman da tartışacak kimse kalmayacak.
Ama farklı birçok konunuz da var.
Ve tabii; dediklerimi dinlerlerse bundan vazgeçerlerdi, diye düşünüyorum
da demedim. Tamam, o zaman şimdi iki
sorumuz var. Benim çok deneysel cevabım
buydu. Şunu duymak isterdim; Kimsenin doğaüstü şeylere inanmadığı bir
dünya ister miydiniz?
Bunu yanıtlamak istiyorum. Astroloji, din ya da herhangi bir başka
şey. İnsanların, kendi şüphecilikleriyle
düşündükleri kanıtlar aradıkları bir dünyada yaşamak istiyorum. Astroloji zararlı olduğu için değil;
muhtemelen de zararsız. Fakat, hiçbir
kanıt olmadan birşeylere inanmanın sorun edilmediği bir dünyayı onaylıyorsanız
çok şey kaçırıyorsunuz demektir. Dünyada
yaşamak, harika bir deneyim. Ve neden
dünyada yaşamakta olduğunuzu; onun nasıl işlediğini anlamak gerçek yıldızları
anlamak; astronomiyi anlamak. Oysa,
astrolojinin küçüklüğüne indirgenmenin yoksullaştırıcı olduğunu ki sanırım
aynısı din için de söylenebilir. Evren,
çok muazzam, güzel ve harika bir yer.
Cinlere, doğaüstü yaratıcılara, doğaüstü müdahalelere inanmak ise dar
görüşlü, ucuzlaştırıcı ve değersiz bir şey.
Kurtulmak istediğimiz şeyden belki estetik bir malzeme-- Evet, güzel Tamamen katılıyorum. Ama gelin önceliklerden bahsedelim. Tamam.
En zararlı ve can sıkıcı bazı aşırılıklardan kurtulabilecek olsak
başarmaya çalışacağınız ilk şey ne olurdu?
Ulaşılması gereken, sizi gerçekten
heyecanlandıran amaç ne olurdu?
İslamı ele alalım. Ve yapabileceğimiz kadar gerçekçi bir şekilde
ele alalım. Çok zayıf da olsa ılımlı,
makul bir İslam için herhangi bir umut var mı?
Şu andaki saldırgan İslam aslında oldukça
yeni bir olgu değil mi?
Vahabilik Çok daha geri gitmelisiniz Bir
noktaya kadar. Tekrar söylüyorum; bizler
bunun eleştirisi için ne yeterince donanımlıyız ne de onun en ikna edici
sözcüleriyiz. Ayaan Hirsi Ali
veya İbn Warrak gibi bir İslam alimi İslam’ı doğru bir şekilde
eleştirebilir ve kitlelere duyurabilir.
Özellikle, bizim konuyu ele alış şeklimize pek güvenmeyecek olan laik
liberallere. Ama bana öyle geliyor ki;. ...İslam tarihinde farklı tarihsel anlar da
var. Mesela, İslam'ın gerçekten
Müslüman bir halkın ve halifenin olduğu, İslam'ın dışarıdan rahatsız edilmeden
belirli bir süre saltanat sürdüğü bir Müslüman ülkede İslam'ın olabildiğince
totaliter ve kendinden mesut olduğu dönemler. Ama içsel bir çatışma veya inançla ilgili
içsel bir hesaplaşma da göremiyorsunuz. Samuel
Huntington, İslam’ın sınırlarının kanlı olduğunu söylemişti. Bu sorunun farkına o sınırlarda
varıyoruz. Şu anda da, İslam ve
modernitenin sınırında; İslam ve
modernite arasındaki çatışmada. Evet,
tarihte insanların cihat için koşturmadıkları anlar görebilirsiniz. Ama bunun nedeni cihat konusunda zaten
başarılı olmuş olmalarıdır. Peki ya, o
dünyadaki kadınların durumu?
Kesinlikle. O sınırlar içindeki kadınların
sorunları. Üstelik en iyi zamanlarında
da. Ama açıkça bir tür eş zamanlılık da
var. Artık, üzerine daha çok şey
biliyoruz. Çok güzel bazı kitaplar var; Maria Menocal'ın, Endülüs üzerine yazdığı
örneğin. İslam uygarlığının komşularıyla
görece barış içinde yaşadığı ve yaptığı cihat amaçlı olmayan pek çok işler
var. Ve ben kendim gördüm ki; Yugoslavya yıkıldıktan sonraki savaş
sırasında Bosnalı Müslümanlar Katolik veya Ortodoks Hristiyanlardan çok daha
iyiydiler. Dinsel katliamların
kurbanı da oldular ama kendileri böyle bir şey yapmadılar. Ve çok-kültürlülüğe en çok inananlar da
onlardı. Yani olabiliyor. Hatta, ateist-Müslüman olduğunu söyleyen
insanlarla bile karşılaşabiliyordunuz.
Ya da Müslüman-ateist, laik Müslüman olduğunu. Saraybosna'da, evet Teknik açıdan
imkansız. Ama sorun şöyle düşünüp
düşünmemeniz; ...ki ben tamamen böyle
düşünüyorum Totalitarizm bütün dinlerde içseldir. Çünkü mutlak, sorgulanamaz ebedi bir
otoriteyi gerektirir.
- Bütün dinler. - Böyle
olmalı. İradî bir yaratıcının iradesi
üzerine ne düşündüğümüz önemsizdir.
İradesi mutlaktır, sorgulanamaz.
Doğumumuzdan önce olduğu gibi, ölümümüzden sonra da geçerlidir. Totalitarizmin kökeni budur. Tektanrılı dinlerin üçüncüsü olarak İslam'ın
bunu en ürkütücü şekilde ifade ettiğini düşünüyorum; daha fazlasına gerek
yok. Doğru. Tanrıdan daha önce de sözler geldi, bunu
kabul ediyoruz. Tek olduğumuzu iddia
etmiyoruz ama sonuncu olduğumuzu iddia ediyoruz. Bundan sonra başka bir şey yapılmasına gerek
yok. Ve iddia ediyoruz ki ilahiyatla da
Dünyadaki, muhakkak ki, en kötü şey, birinin şöyle söylemesidir;
"Artık sorgulamaya
gerek yok." Bilmeniz gereken
her şey bu kadar. Geri kalan her şey sadece tefsir. En fena ve tehlikeli şey bu. Bu İslam'ın, diğerlerinin pek de aynı şekilde
yapmadığı bir iddiası. Biraz şeytanın
avukatını oynayayım. Hristiyanlıkta veya
Yahudilikte İslam'ın yalanlanması yok.
Ama İslam’da onların yalanlanması var.
Yahudiliğin bütün kötü kısımlarını kabul ediyoruz. İbrahim'i seviyoruz ve oğlunu kurban
etmesini. Ya da buna gönüllü oluşunu.
Bütün bunları seviyoruz. 'Lekesiz
doğum'a çok saygı duyuyoruz ve Hristiyanlığın en saçma kısımlarına. Hepsi harika, bir arada olmak çok güzel ama
son söz bize ait. Bu ölümcül. Bu telkinin varoluşumuzla bağdaşmadığını
düşünüyorum. Müsaadenizle biraz şeytanın
avukatını oynayayım. En azından durumu
netleştirmiş oluruz. Ben şeytan için,
ücret almadan da konuşabilirim. Hepimiz
şeytanın adına konuşabiliriz. Eminim ki,
birçok insan şu an tam da bunu yaptığımızı düşünüyordur. Ben öncelikle bir şeyin gerçek olmasının, onu
yaymak ya da keşfetmeye çabalamak için pek de yeterli olmadığını
düşünüyorum. Aslını öğrenmememiz gereken
bazı şeyler olduğu düşüncesi benim ciddiye aldığım bir düşünce. Kanımca, en azından; 'faydalı olandan
fazlasını bilmek' diye bir şey olduğu önermesini sorgulamalıyız. Şimdiye dek hemfikirseniz bu ciddiye almamız
gereken bir ihtimal ve reddetsek de, ciddiye alarak reddetmeliyiz. O da şu müslüman düşüncesi; Aslında, Batının basitçe ifade edersek;
çok fazla ileri gitmiş olduğu ortada bizim için iyi olandan çok fazla bilgi
olduğu ve onsuz çok daha iyi olacağımız.
Ve de birçok müslüman aslında geçmişte yaşamak isterdi. Bu olamaz elbette. Ama bir müslüman şöyle dediğinde onu biraz
anlayabiliyorum; Olan oldu, artık
çok geç, bu bir trajedi. Siz batılılar
gerçeği kendinize ifşa ettiniz şimdi de bize dayatıyorsunuz. Oysa insanlığın bunu bilmemesi çok daha
iyi. Söylediklerinizi gerçekten çok
ilginç buluyorum. Teoride ya da pratikte
bunun bir örneğini duymak isterdim. Yani
bildiğimiz ama kendimizi bilmekten men edebileceğimiz bir şeyin. Çünkü bunu hayal etmek, inancın olmadığı bir
dünyayı hayal etmekten daha zor benim için.
Çan eğrisi bahsini siz açmıştınız.
Yani, zeka konusunda ırklar ya da türler arasında kesin farklılıklar
varsa Evet, ama hiçbirimizin durumun böyle olduğunu düşündüğünü
sanmıyorum. İnanabileceğiniz ama bilmeyi
istemeyeceğiniz bir şeyin kastedildiğini düşünüyorum. İnsanlığın bilmemesinin daha iyi olabileceği
şeyler hayal edebilmenin zor olmadığını düşünüyorum. Ama biraz daha somutlaştıramaz mısınız bunu?
Yani, varsayımsal olanlar ayrı ama
Christopher soruyor ki Hiç, gerçekten bu nedenle örtbas ettiğiniz bir şey oldu
mu?
Hayır, olmadı. Böyle bir durumu hayal edebiliyor musunuz?
Ben edemiyorum. Evet, edebiliyorum. Umarım böyle bir şeye
gerek kalmaz. Biyolojik silahların
sentezlenmesini ele alalım, mesela.
Nature dergisi, çiçek hastalığının kodlarını yayınlayabilir mi?
Laboratuvarındaki herkes yapabilir bunu. Evet, kesinlikle. Bu tip şeyler. Tamam, ama bu masumiyetimizi hâlâ
koruyabileceğimiz türden bir şey olur.
Daha çok bir yeterlik meselesi olur.
Birinin, tek uygulama alanı etik dışı olan veya yayılmasıyla gücün
yanlış ellere geçeceği bir bilginin peşinde olabileceği bir durumu elbette ki
hayal edebilirsiniz. Fakat burada
aslında çok önemli olduğunu düşündüğüm bir konuyu açtınız. Çünkü mesele pek de kışkırtıcı gerçeklerin
İslam dünyasına ya da dünyanın geri kalanına yayılması değil. Muhaliflerimizin gözünde suçlu olmamızın
nedeninin kolayca ölçülebilecek, bilimde kolayca tartışılabilecek gerçekleri
kabullenmekle ilgili olduğunu sanmıyorum.
Hepimizin rastladığı klasik karşılık;
"Bana karınızı sevdiğinizi ispatlayın." Sanki bunu kanıtlayamamak ateizmi çürüten bir
argümanmış gibi. Biraz daha açarsanız
kanıtlayabilirsiniz, gösterebilirsiniz.
'Aşk'la neyi kastettiğinizi biliyoruz.
Ama bir kutsallık alanı var ki bilim tarafından pek ele alınamıyor. Bilim de bunu, gerçekte dinsel alana terk etmiştir. Ve de sanatsal alana ki onun da, ille de,
dinsel olması gerekmez. Ama sanatın bile
bunu, ille de, ele alabilmiş olmadığını iddia edebilirim. Aşk için de aynısı geçerli. ...ve sevgi için de. Yani sanatta bunlar temsil edilebilir, ama
indirgenemeyen şeyler. Bir müzeye gidip
de sevginin en saf hâlini bulamazsınız.
Biz ateistlerin, ...dindar
insanların birbirlerini inandırabildikleri sahte iddiaları sadece reddetmekle
bir şeyi gözden kaçırdığımızı ve bu konuda daha hassas olmamız gerektiğini
düşünüyorum. Kesinlikle! Bu yüzden de;
Laiklik, ne zaman Durham Katedrali veya Chartres gibi bir şey inşa etti? diye
sorabiliyorlar. Veya dinsel bir resim ya
da şeyin müziğini yapabildi diye. -
Bach'ın. - Bach olmalı, evet. Ama buna
verebileceğimiz cevaplar var. - Evet,
var.
- Sizin çok iyi bir cevabınız
var buna; Eğer sanatın laik bir
himayecisi, müşterisi olmuş olsaydı bunlar olurdu. Michelangelo'nun gerçekten inançlı olup
olmadığını bilemeyiz. Çünkü o dönemde
inançsızlığını itiraf etmenin cezası ölümdü.
Ama laik bir organizasyonumuz olmuş olsaydı Michelangelo'ya görev
verecek. ...Michelangelo'ya görev
verecek. O zaman onun lâik sanat yapıtlarını da görebilirdik. Gerçi, siz... Ben aslında doğal sonucun bu
olacağını söylemiyorum. Hangisinin?
Doğru; dinsel resmin, heykeltıraşlığın,
mimarinin onları kimin himaye ettiğiyle ilgisi yoktur diyemeyiz. Ama lâik bir ressamınız olsa, aynı derecede
iyi eserler verirdi de diyemem. Hayır,
hayır. Sanırım Richard'la ikinizi karıştırdım burada. Neden bilmiyorum. Bilmediğimi fark etmiş olmaktan da memnunum,
ama öyledir diyemiyorum. Ama neyi?
Michelangelo, bir bilim müzesi tavanına resim
yapmak için görevlendirilecek olsa o kadar güzel işler üretemeyecek olduğunu mu?
Bir açıdan, bunu onaylamakta gönülsüzüm,
evet. Gerçekten mi?
Buna inanmak bana çok, çok kolay geliyor. Aramızda böyle bir fark olabilir. Dinsel şiiri düşünürsek Resim, mimari ya da
müzik hakkında çok şey bilmiyorum. Ya da
dinsel mimariyi düşünürsek; mesela St Peter's diyelim Yapılamazdı. Aslında sevmiyorum. Ücretinin kilisenin günahlarını bağışlaması
karşılığı ödendiğini bilmek yetiyor zaten.
Evet, doğru. Dinsel şiirin; John
Donne'un şiirinin mesela ya da George Herbert'ınkinin hissedilmeden ve bir
müşteri için yapılabileceğine inanmakta zorlanıyorum. Evet, haklısın. İnsanın, birini memnun etmek için böyle bir
şiir yazabilmesi pek mümkün değil. Aklın
ışığıyla yapılamaz mı, böyle bir şey?
Açıkçası tek açıklamanın bu olduğunu
düşünüyorum. Ama yine de, bundan nasıl
bir sonuç çıkarırdınız?
Yani, Donne'un dinsel şiiri harika olabilir;
tamam. Ama herhangi şekilde gerçeği
temsil ediyor değil. Hiçbir şekilde.
Benim favori dinsel şiirim, Philip Larkin'in "Kiliseye
gidiş"i. Yazılmış en iyi
şiirlerden biri belki de. Tam olarak
ifade ettiği şey Keşke yanımda olsaydı. Gerçi yanımda da; isterseniz
okuyabilirim. İngiltere kırsalındaki,
gotik bir kilisenin etrafındayken Larkin'in olduğundan daha fazla ya da daha az
inançlı hisseden birine güvenmezdim.
İnançlı gibi demiyorum, inançlı diyemem Ama sahip olduğundan daha
fazlasını hissettiğini söylüyor. Kendisi
bir ateist. Burada önemli bir şey
olduğunu hissettiğini söylüyor. Ve insan
kişiliğinde yazılı olan bir şey ve doğada.
Bununla tekrar sorunuza dönelim.
Bunun özel bir durumdan - ...fazlası olduğunu sanmıyorum.
- Dinin doğruluğuna dair bir
şey söylemiyor. Bunun, nasıl özel bir
durumdan fazlası olmadığını anlamıyorum.
Başka özel durumlar mesela; ...kusursuz
bir örnek gelmiyor aklıma. Bir tekneyle
denizde iki yıl kaybolup hayatta kalmak olabilir. Ancak böyle bir durumda bunu
söyleyebilirsiniz ama kurmaca için olamaz.
Ya da sigarayı bırakmak. Olağanüstü,
harika bir sanat. Ve doğru da olabilir,
kabul ediyoruz; doğru. Ve Donne'un şiiri
de yalnızca sıra dışı koşullar altında mümkün olabilirdi. Ve bunu mümkün kıldığı için, biz de o sıra
dışı koşullara minnettar olabiliriz. -
Onun durumunda mı?
- Evet.
Ama denizde kaybolmayı herkese öneremezsiniz, değil mi?
Hayır. Hayır.
"Gururlanma, Ey Ölüm!"ü de kimseye öneremem. ...harika bir şiir de olsa. Tam bir saçmalık; sadece kelimelere
bakarsanız. En büyük saçmalık; sadece
kelimelere bakarsanız. Ama işin içinde
bir de x faktörü var. İki iddianın da
hala sürmesinden ve yüzleşilmesi gerekmesinden memnunum. Evet, ama konuyu da siz açmıştınız; ...pazar günleri kiliselerin boş olmasını
ister miyiz? diye sorararak. Ve sanırım
bu konuda da kararsızsınız. Ben kabul
edebilirim. Farklı bir kilise olsun isterdim.
Farklı düşüncelerin motive ettiği farklı dinsel törenler olsun
isterdim. Sanırım kutsal olanın
hayatımızda bir yeri var. Ama bir
anlaşılırlık çerçevesi içinde çeşitli zırvalıkları barındırmasına gerek yok. Fakat dikkatimizi derin şeylere yöneltmenin
faydalı olduğunu düşünüyorum. Biz
ateistler, bu alanı ihmal ederek bazen en çılgın muhaliflerimizin bile bizden
daha bilge konumda görünmesine neden oluyoruz.
Seyyid Kutub gibi birini ele alalım mesela. Usama Bin Ladin'in favori filozofu olacak
denli çılgın. 1950 civarında
sanırım, Colorado, Greeley'e gelip Amerika'da bir yıl geçirmiş. Ve bütün bu Amerikalı evsahiplerinin sadece
film yıldızları hakkında dedikodu yapıp çitlerini süslediklerine ve
birbirlerinin arabalarına gıpta ettiklerine dikkat etmiş. Ve Amerika, ya da Batının bu kadar önemsiz şeylerle
meşgul olduğu ve bu kadar materyalist olduğu için de yok edilmesi gerektiğine
inanmış. Bu, onun dünya görüşüne
inanılması gerektiği anlamına gelmez ama dokunduğu bir nokta var. Çoğumuzun, zamanının çoğunda ilgilendiği
günlük şeylerde bir önemsizlik, bir korkunçluk var. Dikkatinizi akıllıca, anlamlı bir şekilde
kullanmakla sürekli bir şeylerle oyalanmak arasında bir fark var. Ve geleneksel olarak da bu farkı yalnızca din,
ifade edip açıklığa kavuşturuyor. Bunun
da bir eksikliğimiz-- Sanırım bunu
yeterince açıkladın ve biz de kabul ettik Sam.
Kiliseleri boş görmek
ister miyiz?
meselesine dönersek; ben isterdim.
Görmek istemeyeceğim şey ise, İncil'i bilmemek. Evet.
Çünkü İncil'i bilmeden edebiyatı anlayamazsınız. Sanatı anlayamazsınız, müziği
anlayamazsınız. Tarihsel nedenler
yüzünden anlayamayacağınız birçok şey var.
O tarihsel nedenleri silip atamazsınız.
Kiliseye gidip dua etmiyorsanız bile dua etmenin insanlar için anlamını
ve bunu niye yaptıklarını bilmelisiniz.
İncil'deki o satırların anlamını ve--
Ama sadece bu kadar mı?
Atalarımızın cehaletinin geçmişe dönük,
tarihsel değerlendirmesini yapmak için mi?
Değerlendirmekten fazlasını
yapabilirsiniz. İçinde
kaybolabilirsiniz. Tıpkı karakterlerin
gerçek olduğuna inanmadan kurmaca bir kitabın içinde kendinizden geçer
gibi. Ama kiliseleri boş görmek
istediğinizden emin misiniz?
Farklı türde kiliseler hayal edemez misiniz?
Doğası tamamen değişmiş kiliseler. Ayinleri olan, bağlılık isteyen ortak bir
sebebi ve amacı olan hatta Müziği - müziği olan.
- Evet. Şarkı söylüyorlar, ayinler yapıyorlar Ama
mantık dışı şeyler artık yok. O zaman,
tamam. Yani oralara sadece cenaze ve düğünler için gidilecek ve güzel şiir ve
müzik olacak. Ve belki de Grup dayanışma
toplantıları. ...grup dayanışma
toplantıları; belli bir proje yaratmak için.
Yoksa iyi bir başlangıç yapmak güç olur.
Küçük bir şey daha var. Kiliseye
gitmeye zaten pek eğilimli değilim, çok da önemsiz bir mesele fakat onun
dışında kalmamı kolaylaştıran şeylerden biri de - ...yeni İngiliz İncil'inin
kullanılması.
- Çok ruhsuz, evet. ...King James'inki. Yani, gerçekten çok anlamsız. İnsan neden
gidip de - Bütün şeyi atmışlar... - Bütün şiiri. ...içindekilerin hepsinden daha değerli olan
şeyleri. - Kesinlikle. - Doğru. Sahip oldukları şeyi bile bilmiyorlar;
korkunç. Ben ölmek üzere olan bir
Katolik olsam ve cenazemin nasıl düzenlenmesi gerektiğine kafa yoruyor olsam,
bu - Lâtince ayinler olmazdı.
- Evet!
- Kesinlikle.
- Şüphesiz. Burada başka bir mesele daha var. Anlaşılır olursa bütün o saçmalıklar daha
görünür hale gelirdi. O yüzden Lâtince
olduğunda yaşama şansı daha da artıyor.
Kendini kamufle eden bir böcek gibi.
Bu şekilde engelleri geçebiliyor çünkü onu göremiyorsunuz. Oysa İngilizceye çevrildiğinde, sadece İngilizceye
de değil; modern İngilizceye Aslında ne olduğunu görebiliyorsunuz. Ama şimdi, cidden Kiliselerin modernizasyonu
hoşunuza gidiyor mu?
Metinlerini ve Hayır, gitmiyor. Bu estetik
bir mesele. Hayır, hoşlanmıyorum. İki
dünyanın da en kötüsü. Ve bunun için de
minnettar olmalıyız. Bunu onlara biz yapmadık.
Evet, doğru. Bunu biz dayatmadık onlara.
Yeterince becerikli değiliz! Şii
camilerini de biz havaya uçurmuyoruz. - Birmingham
budalarını da.
- Birmingham budalarını
da, kesinlikle. Kutsala böyle hakaret
etmiyoruz. Belirli nedenlerden ötürü, en
azından ben muhaliflerime Kutsala yapılan hakaret ve tecavüze doğal bir karşı
çıkışımız var. Bunu yobazlara
bırakıyoruz. Kiliseleri yok etmeyi,
sinagogları yakmayı Birbirlerinin camilerini havaya uçurmayı. Bu kanımca üzerinde daha fazla
durabileceğimiz bir nokta. Çünkü bizden
bu yüzden çekiniliyor. Başlangıç noktam da buydu. O müzikten, şiirden, esrarlı şeylerden
tamamen azade bir dünya istediğimiz sanılıyor.
Bu "Cesur Yeni Dünya"da çok mutlu olacağımız
düşünülüyor. Ve hiçbirimiz için de bunun
doğru olduğunu düşünmediğimden Evet, değil.
Bu üzerinde biraz daha durulabilecek bir mesele. Hiçliğin uluyan vahşetinin; ...din savaşlarından, din çatışmalarından
veya teokrasiden kaynaklanması çok daha muhtemel. Doğru uygulanan bir lâiklikten değil. ...ki bu da; İnanca sadece izin vermek,
ilgilenmemek hoş görmek, küçümsemek veya tepeden bakmak değil inanç gibi bir
şeyin sürmesini bir anlamda, hoş karşılamak olurdu. Şimdi başlangıçta yaptığımdan daha iyi ifade
ettim bunu sanki. Ama o zamanki kadar
akıllıca değil; "inanç gibi bir şey"le ne kastediyorsunuz?
Evet, "inanç gibi" nasıl
oluyor?
Bilebileceğimizden daha fazlası olması
gerektiğine duyulan inanç gibi bir şey. -
Güzel. - Buna katılabiliriz. Dan
Dennett, bunun inanç olmadığına inanıyor.
Elbette. Yani; şu an
bildiğimizden daha fazlası olduğunu zaten biliyoruz. Şunu söylerken asıl vurgulamaya çalıştığım
buydu zaten; Batıl inançlarla, esrarlı
şeyler arasındaki ayrımı netleştirmenin yolunu bulabilirsek kültürel açıdan
oldukça önemli bir iş yapmış olurduk.
Evet. Bu meseleler hakkında
konuşurken Richard'la Central Hall'da yapmıştık bunu. Scruton ve o oldukça tuhaf ekibe karşı
tartışmıştık. Özellikle Scruton; "Peki
ya o eski, güzelim gotik çan kuleleri?" gibisinden sorular sorup
duruyordu. Dedim ki; Bak, Partenon
Tapınağı hakkında bir kitap yazdım. Bu
konuyla çok ilgiliyim. Bence herkes de
gitmeli, araştırmalı vesaire. Ama herkes
de, Pallas Atina inancından uzak durmalı.
Herkes, duvarlara işli o heykellerin çok güzel tasvir ettiği şeylerin
insan kurban etme ritüeleriyle ilgili olabileceğini anlamalı. Atina emperyalizmi, öyle çok da hoş bir şey
değildi. Perikles'in yönetimi
altındayken bile. Başka bir deyişle;
büyük kültürel proje pekâlâ da, sanat ve esteği, doğaüstü olanı onlardan
ayıklayarak dinden kurtarmak olabilir.
Ve de kötülüğün, en başından itibaren onun bir parçası olduğunu kabul
etmek. Yani, Azteklerin inançlarına
ve yaptıklarına göz yumamayız. Ama
mimarileri ve birçok başka kültürel özelliklerine saygı duyup, korumak
isteyebiliriz. Ama yaptıkları
şeyleri ve inançlarını değil. Bir
keresinde, "Desert Island Discs" adında bir İngiliz radyo
programına katılmıştım. Issız bir adaya
düşerseniz yanınıza alacağınız albümü
seçip bunlar hakkında konuşuyorsunuz.
Seçtiklerimden bir tanesi de;
Bach'tan, "Mache dich, mein Herze, rein" idi. Harika bir dinsel müzik. Ama benimle konuşan kadın, neden bunu
seçtiğimi anlayamadığını söyledi. Dar
kafalı! Güzel bir müzik ve manasını
bilmek de güzelliğini artıran bir şey elbette.
Ama yine de, buna gerçekten inanmak zorunda değilsiniz. Kurmaca bir yapıt okumak gibi. Bir kurgunun içinde kendinizi
kaybedebilirsiniz. Sizi göz yaşlarına
boğabilir. Ama hiç kimse, üzülmeniz için
o karakterlerin gerçekten var olduğuna ve o şeyin gerçekten yaşandığına
inanmanız gerektiğini söylemez. Evet,
tıpkı Swift'in aleyhinde vaaz veren Dublin piskoposunun "Gulliver'in
Seyahatleri"nin bütün ciltlerini okuduğunu ve tek kelimesine bile
inanmadığını söylemesi gibi. Klasik bir
pasajdır. Açık ki, kültürel vandallar
değiliz ama belki de birçok insanın öyle olduğumuzdan kuşkulanması üzerine
düşünmeliyiz. Bu insanların yaptığı
eleştirilerden biri veya duyduklarından şüphelendiğim bir kuşku; ...ya da sahip olabilecekleri bir korku, bu
olabilir. Her şeyin krom ve çelik
olacağı, ve Evet, aynen. Noel
şarkıları olmayacak, Yahudilerin şamdanları olmayacak Bu eleştiriyi yapan
biri, içimizden hiçbirinin bir kitabını okumuş olamaz.
Evet. Bu da bir başka mesele. Sorun şu ki, insanlar Eleştiri yalnızca
kitaplarımızla ilgili değil. Çok fazla kitap var.
Evet. İnsanlar onları okumuyor, sadece eleştiri
yazılarını okuyorlar ve de
- Noel savaşları başlamak üzere. Tekraren,
tabii. Eylül'ün son günündeyiz ve bunun
yaklaşmakta olduğunu hissedebilirsiniz.
Böyle şeyler olduğunda o televizyon şovlarından birine çıktığımda
diyorum ki; Noel ağaçlarını kesip,
onları yasaklayan Oliver Cromwell'di.
Aşırı püriten Protestanlardı, Amerikan köktendincilerinin atalarıydı
Noel'in dine küfür olduğunu söyleyenler.
Kendi geleneklerinize saygı da mı duymuyorsunuz?
Çünkü ben duyuyorum. Cromwell, bence büyük
bir adamdı. Birçok başka yönden de. Bu aslında bir pagan inancı. Biz, geçen sene bütün Noel ağaçlarımızı
kurduk. Noel ağaçlarıyla ilgili en ufak
bir sorunum bile yok. Hayır, hayır. Biz
Noel kartlarımızı kendi resimlerimizle yaptık.
Eski, güzelim Norveç eğlencesi. Neden olmasın ki?
- Doğru. - Ama sadece o kadar da değil. Gündönümlerini ben de yanımda oturan kişi
kadar severim. Biz her yıl Noel ayini
yaparız. İlahileri de söyleriz, bütün
sözleriyle. Öyle lâik bir yılbaşı
geçirmeyiz. Evet, neden olmasın ki?
Olağanüstü şeyler. Hristiyanlık masalının o kısmı fantastik. Sadece güzel bir hikâye. Ve ona inanmadan da her şeyine
bayılabilirsiniz. Bir keresinde, bir
öğle yemeğinde Londra'daki tartışmada muhalifimiz olan bir kadının yanına
düşmüştüm. Rabbi Neuberger. Rabbi Neuberger. Ve bana New College'da, kıdemli üye olduğumda
şükran duası edip etmediğimi sordu. Ben
de; tabii ki ettim, dedim. Basit bir incelik meselesi bu.
- Ve çok öfkelendi. - Gerçekten
mi?
Evet.
Şükran duası edecek kadar ikiyüzlü olduğum için. Ben de sadece diyebildim ki; bakın, bu size
bir anlam ifade ediyor olabilir ama benim için hiçbir anlamı yok. Sadece bir
tarihe sahip olan Latince gevelemeler.
Ben de tarihe saygı duyarım.
Felsefeci, Freddy Ayer de şükran duası ederdi. Ve derdi ki;
"Yalan atmam, ama
işkembeden atmaya itirazım yok."
Evet! Çok iyiydi.
- Wykeham profesörü olan mı?
- Evet.
Eski bir arkadaş.
İslam’la ilgili sorunuzu
cevaplayabildik mi?
Bilmiyorum. Alâkalı başka bir soru soracağım. Bir din eleştirmeni olarak dinleri
eleştirirken objektif olma yükümlülüğü hissediyor musunuz? Veya; dinsel fikir ve vaatlerin çeşitliliğini
dikkate almak adil bir tavır mı?
Bir uçta İslam var, diğerinde Amişler ve
Jainistler. Ve de diğerleriyle
diğerleri. Ve aralarında da ciddiye
almamız gereken büyük farklılıklar var.
Kendileri ciddiye almalılar elbette.
Fakat biz her zaman bir denge tutturmakla uğraşmak zorunda değiliz. İyi ve tehlikesiz birçok yanları olduğuna
dikkat çekmekle ilgilenen bir sürü insan var.
Biz de onları onaylayabilir ve sorunlara odaklanabiliriz. Eleştirmenler böyle yapar. Ve tekrar
söylüyorum İlaç endüstrisiyle ilgili kitaplar yazıyor olsak Yapılan iyi işler
için de eşit zaman mı ayırdık?
Yoksa sorunlara mı yoğunlaşırdık?
Bence bu çok açık. Bence Sam'in sorduğu şey daha çok-
- Merck'i eleştirebiliriz. Eğer başka bir şirkete göre gerçekten
kötülerse. Yine ilaç sanayinden
gidersek; Bütün ilaç firmaları aynı
derecede kusurlu olamaz. Evet,
doğru. O zaman soru nedir?
Biz... Yanlış olan Sanırım yanlış anladınız;
Sam'in sorduğu şey farklı dinleri eleştirirken objektif olup olmamamız
gerekliliği. Oysa siz iyi ve kötü
arasındaki objektiflikten bahsediyorsunuz.
Bütün dinler eşit derecede kötü mü, değil mi?
- Evet. - Doğru.
İslam, Hristiyanlıktan
daha kötü mü ya da Bana öyle geliyor ki Bu konuyu tartarken dostlarımızı
belirlemekte başarısız oluyoruz. Demek
istediğim, bu bir taktik. Bir medya
taktiği. Bütün inanç iddialarının bir
anlamda eşit olduğunu söylemek ateizmin ontolojik bir yükümlülüğüdür.
MEDYA DER Kİ; müslümanların
aşırılıkçıları var ve bizim de aşırılıkçılarımız var.
Orta Doğu'da Cihatçılar
var ve bizde de Orada bir oransızlık var, evet.
...kürtaj yapan doktorları öldürenler.
Bu doğru bir denklem değil. İSLAM'IN HİMAYESİ ALTINDA UYGULANAN
SAKATLAMA CEZASIYLA BURADAKİ; ON YIL KADAR ÖNCE KÜRTAJ YAPANLARI ÖLDÜREN İKİ
İNSAN KARŞILAŞTIRILAMAZ. O YÜZDEN
DÜŞÜNÜYORUM Kİ, BANA DÜŞEN BU ATEİZM KAVRAMIYLA İLGİLİ SORUNLARIMDAN DA BİRİ VE
BU KONUŞMADA DA ELEŞTİRİYİ HER AN, HER YÖNE EŞİT BİR ŞEKİLDE YÖNELTMEMİZ
GEREKTİĞİ BAHSİNDE DE BİZİ SEKTEYE UĞRATTIĞINI DÜŞÜNÜYORUM. BELİRLİ HERHANGİ BİR MESELEDE DİNDAR
İNSANLARIN ÇOĞUNLUĞUNU YANIMIZA ALABİLİRİZ DİYE DÜŞÜNÜYORUM. BU ÜLKEDEKİ; ABD'DEKİ İNSANLARIN ÇOĞUNLUĞU ŞU
KONUDA AÇIKÇA HEMFİKİR; İSLAM'DAKİ
ŞEHİTLİK DOKTRİNİ KORKUNÇ BİR ŞEY; TEHLİKESİZ BİR ŞEY DEĞİL BİRÇOK İNSANIN
ÖLÜMÜNDEN SORUMLU VE DE ELEŞTİRİLMESİ GEREKİYOR. Aynı şekilde, laboratuvar kaplarında ruhların
yaşadığı doktrinine de Hristiyanlar bile, Amerikalıların % 70'i bile inanmak
istemiyor; ...kök hücre araştırmalarının
geleceği ışığında düşünürsek. Yani bana
öyle geliyor ki; belirli ayrıntılara odaklanırsak rakamların gücünü elde edebiliriz. Ama sadece ateizmin surları üzerinden
bakıp; "Hepsi uydurma!" dediğimizde komşularınızın % 90'ını
kaybediyoruz. Eminim ki,
doğrudur. Diğer taraftan beni asıl ilgilendiren şey, dinin kötülükleri
değil; Onun doğru olup olmaması. Ve bu konuyla da tutkuyla ilgileniyorum. Her şeyin aslı nedir; evrenin gerçekten
doğaüstü bir yaratıcısı var mı?
Bu gerçekten çok ilgimi çekiyor. Dinin yaptığı kötülükleri de önemsiyor olsam
da objektif olmaya da hazırım. Çünkü
hepsi aynı iddiada bulunuyor. Bütün
dinlerin eşit derecede sahte olduğunu söylemekten asla vazgeçmem. Ve inancı akla tercih etmeye zorladıkları
için de en azından potansiyel olarak da olsa hepsi eşit derecede
tehlikeliler. Eşit ölçüde sahte ama pek
de eşit ölçüde tehlikeli olamazlar çünkü--
Potansiyel olarak öyle olduklarını düşünüyorum. Potansiyel olarak, belki. Çünkü akıldan vazgeçiliyor. Bizi daha gelişmiş bir primat türü yapan tek
şeyi ıskartaya çıkarmaktan tereddüt edilmiyor:
Aklı. - Bu hep ölümcüldür. -
Evet. Ve hep de Ben o kadar emin
değilim. Potansiyel olarak diyor
Amişlerden bana zarar gelmez belki ama kendi topluluklarındaki insanlara
gelebilir. Biraz totaliter bir
sistem. Ama tamamen aynı şekilde değil
Dalai Lama, babadan kalma tanrısallığıyla monarşik bir tanrı-kral olduğu
iddiasında. Olabilecek en iğrenç fikir
ve Dharamsala'daki küçük, tapon bir diktatörlüğü yönetiyor. Daha da kötüleşebilir. Hindistan'ın nükleer testlerini övüyor. Daha
da kötüleşebilir. Onu sınırlayan tek şey
kendi sınırlı ufku. Aynı kötülük burada da var.
Ama buna bir de cihadı eklerseniz, daha da kaygılanırsınız. Ne zaman İslamcılarla bir tartışmaya girsem,
hep diyorlar ki;
"Bir milyar
Müslüman'ı rencide ettiniz." Sanki hepsi adına konuşuyorlarmış gibi. Sanki söyledikleriyle farklı bir şekilde
tehdit eder gözdağı verir gibi, askeri bir tepkiye neden olacaklarmış gibi. Başka bir deyişle;
"Bir Müslüman olarak
ben rencide oldum."
deseler kulağa aynı gelmiyor, değil mi?
Muhammed'e inanan yalnız kendileri olsa. Ama hayır; bir milyar! Bu arada, bununla ima edilen şey;
"Dikkat et!" Umrumda değil. Peygamberliğin Muhammed'e başmelek Cebrail
tarafından bildirilmiş olduğuna inanan yalnızca bir kişi bile olsa ben yine
aynı şeyi söylerdim. Evet, ama geceleri
daha rahat uyuyabilirdin. Ve bu da tıpkı
öteki kadar tehlikeli olurdu. Çünkü
yayılabilirdi. İnanç yaygınlaşabilirdi.
İslam'ı ele alırsak;
yayıldı da. Yayılmaya da devam
ediyor. O yüzden tehlike burada sadece
potansiyel değil, gerçek. Evet, çelişki
göremiyorum. Evet, ama uzun vadede
bunlar muazzam ölçüde eşitleniyor. Yani, 60''larda mesela, Yahudi
köktendincilerinden bir tehdit gelebileceğini ben hiç beklemezdim -eminim ki,
siz de. Görece az sayıdalar ama çok
önemli konumlardalar, stratejik yerlerdeler.
İsa'yı geri getirmek için başka insanların topraklarını çalmaya
karar verebiliyorlar. Ve sona yol
açmaya çalışıyorlar. Sayıca çok azlar
ama sonuçlar kesinlikle felaket boyutunda.
Yahudiliğin bu anlamda bir tehdit olduğunu hiç düşünmezdik. Ta ki, siyonist hareket mesiyaniklere
eklemlenene dek. Ya da onların içinde
eriyene dek, çünkü mesiyanikler, siyonist değildi. O yüzden, bizi neyin beklediğini hiç
bilemeyiz. Ben çok iyi biliyorum. Evet, bir Quaker'ın bir süpermarkette
boğazımı kesmesi pek olası değil. Ama
Quakerların, bizim insanlara kötülüğe teslim olmayı telkin ettiğimizi söylemesi
de az şey değil. Sahip olabileceğiniz en
kötücül bakış açısı. Uygun bir bağlamda,
evet. Bundan daha dehşete düşürücü ne
olabilir?
Kötülüğü, şiddeti ve zulmü görüyorsunuz ama
onunla savaşmıyorsunuz?
Evet, onlar beleşçiler. Evet.
Franklin'in yazdıklarını okuyun ve özgürlük savaşı verilirken
Philadelphia'da Quakerların ne yaptığını ve insanların onları neden sevmediğini
görün. O zaman için, Quakerlığın A.B.D.
için büyük bir tehlike olduğu söyleyebilirdim.
Sadece zaman ve mekan meselesi. Hepsi
eşit derecede kokuşmuş düzmece, sahtekâr yozlaşmış, somurtkan ve
tehlikeli. Doğru, burada üzerinde
durduğunuz bir nokta üzerine birkaç şey daha söylemeliyiz diye
düşünüyorum. O da; "akıldışı"
olandan gelecek olan tehlikeyi önceden neredeyse hiç kestiremeyebilecek
oluşumuz. Ötekilerle ve evrenle olan
etkileşime geçme şekliniz, gerçekleri onaylamak olabilir ama her zaman
onaylayacak bir konumda olmayabiliyorsunuz.
Bunun yükümlülükleri potansiyel olarak sonsuz sayıda da olabilir,
bilemezsiniz. Az önce dile getirdiğim
bir konuyu; ...kök hücre araştırmalarını
ele alalım. Tam gebelik anında zigotun
içine bir ruh girdiği düşüncesinin ne zaman sahne alacağını bilmiyorsunuz; korkunç
bir fikir. Tamamen zararsız bir fikre
benziyor ancak kök hücre araştırmaları gibi çok şey vaat eden yaşam kurtarıcı
bir şey icat ettiğinizde bunun önünde engel oluyor. Dogmatizmin, gerçeklikle bir çatışmaya
düştüğünde kaç cana mal olabileceğini önceden bilebilmenizin neredeyse hiç yolu
yok. İŞTE BU YÜZDEN, HER ŞEYİN
TERS GİTTİĞİ ANIN HELENİST YAHUDİLERİN, MESİYANİK YAHUDİLER TARAFINDAN YENİLİŞİ
OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM. Bunun
kutlaması, Hristiyanlık dünyasıyla çatışmaya neden olmaması için zararsız bir
şey olarak sunulan Hanukah. İnsanlığın
en kötü değişimi buydu. Sayıca çok azdılar
ama hayvan kurban etmeyi, sünneti geri getirip Yahova inancını, Helenizm ve
felsefenin önüne geçirdiler. Ve
Hristiyanlık da ondan apartma.
Hristiyanlık hiç olmayabilirdi de. İslam da. Şüphesiz başka bir sürü meczup inanç olurdu
ama Helenizm uygarlığının yok olmaması için bir umut da olabilirdi. Bu sayıca azlık çokluk meselesi değil. Dalai Lama hâlâ var. Bu 'mem'ler ve onların sirayeti
meselesi. ...ki çok hızlı bir şekilde
yayılabiliyorlar. Elbette, 1930'larda,
Katolik Kilisesinin en ölümcül örgüt olduğu söylenebilirdi. Faşizmle olan çok açık, belirgin ve sefil
ittifakı nedeniyle. en tehlikeli cemaat
oldukları söylenebilirdi. Ama şu an için
papanın en tehlikeli dini otorite olduğunu söyleyemem.
ŞÜPHE YOK Kİ, EN TEHLİKELİ
DİN İSLAM. VE BUNUN DA NEDENİ KISMEN,
BAŞINDA BÖYLE TEK BİR OTORİTESİNİN BULUNMAMASI.
BİR FERMAN ÇIKARIP DURMALARI İSTENEMİYOR.
ŞÜPHESİZ Kİ ÖYLE.
Ama ben yine de, sorunun
kaynağının Yahudilik olduğunu söylemeliyim. Yine de bu sadece Müslümanların o
topraklara olan düşkünlüğünü düşünürsek sorunun kaynağı. Müslümanlar, Filistin'i umursamasalardı
yerleşimciler Mesih'lerinin yolunu gözlüyor olurlardı. Sorun olmazdı. Bu sadece o arazinin hak sahipliği üzerine
bir çatışma. İki tarafta da var bu
inatçılık. İki taraf da hatalı. Ama .
yerleşimcinin muhtemel bir küresel çatışmaya yol açabilecek olmasının tek
nedeni o yerleşimcilerin, Mescid-i Aksa'yı yıkıp yıkmamasını gerçekten
önemseyen bir milyar insan olması. Bunu
yapmak da onların hayali çünkü dünyanın bir parçasının diğerinden daha kutsal
olduğuna inanıyorlar. Daha delice,
mantıksız ve yersiz bir inanç olamaz.
Sadece küçük bir kısmının bu görüşe ve onu gerçekleştirme gücüne sahip
olması sonunda kaybedenin medeniyet olabileceği bir medeniyetler çatışmasına
yol açmak için yeterli. Nükleer bir
savaş olmadan bu çatışmadan çıkabilirsek çok şanslı sayılırız. Aslında bu çok iyi bir konu: En büyük umutlarımız ve korkularımız neler?
Sizce çocuklarımızın görebileceği en makul
kazanım ne olabilir?
Kazanabileceğimiz ve kaybedebileceğimiz
şeyler nelerdir?
Ve bu sonuca nasıl vardınız?
Evet. Yani, sadece oturup eleştirmek yerine
mühendisliğini yapabileceğimiz bir şey var mı?
Pratik türden girişimler?
Milyar dolarınız olsaydı düşüncelerde önemli
bir değişiklik olması için ne yapardınız?
Ben, siyaseten kaybeden taraftaymışım gibi
hissediyorum entelektüel açıdan ise kazanan.
Ama yapılabilecek hiçbir şey yok mu?
Bakın; günümüz koşullarında, çok uzun süre
ihmal edilmiş bir tartışmayı daha ileri taşıdığımızı ve de açıkça kazanmakta
olduğumuzu söylersek ya da hakkımızda böyle söylenmesine izin verirsek yersiz
bir kibirle suçlanabileceğimizi sanmıyorum.
A.B.D. ve İngiltere'de şu an için bu kesinlikle doğru gibi geliyor
bana. Ama küresel ölçekte bakarsak
teokrasinin güçleri tarafından yenilecek, çok küçük, zayıflamakta olan bir
azınlığız. Bize şans vermiyorsunuz yani?
Hayır, bence onlar uygarlığı yok edecek. Bunu çok düşündüm. Elbette haklı olabilirsiniz çünkü Ama
mücadele etmeden değil. ...çünkü tek bir
felaket bile yetebilir. İşte, profesör
Dawkins'le en uyuşamadığım nokta da bu.
O, biziz; şu anda lâikliğin gerçek savaşçıları. Ve de,
ve hava indirme tugayları; Asıl düşmanla gerçekten savaşanlar. Peki, hangi anlamda uyuşmuyorsunuz?
Ve sanırım, lâik dünya görüşüne sahip olanlar
arasında sahip olabileceğiniz en acayip bakış açısı olarak görülüyor bu. Onlar için diş perisine inanmak gibi bir şey
bu. Ama ben bunun mutlak doğru olduğunu
düşünüyorum. Yalnızca, ABD'nin
teokrasiyle çarpışmaya, ona karşı gelmeye istekli oluşuyla ancak onu alt etme
şansımız var. Argümanlarımızın o açıdan
hiçbir önemi yok. Çok daha fazla
destekçi bulabilirsiniz; Irak'ta olmasa da.
Belki hava indirmeye başka bir yerde, başka bir savaş için ihtiyaç
duyabiliriz. Aynı amaç için, aynı
belirtilmiş amaç için. İşte bu! Elbette
ki, ben yerinizi seve seve ayırtırım.
Ama prensipte, bunu kabul etmenin de çok önemli olduğunu düşünüyorum. Maalesef zamanımız bitiyor muhtemelen
filmimiz de. Harika bir tartışma
olduğunu düşünüyorum. - Çok teşekkürler!
- Evet, düşünecek çok şeyimiz oldu.
Çeviri: skopofil
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar