Print Friendly and PDF

DÜNYA İNSANLARININ BAŞINA DERT OLSUN DİYE ZORLA KURDURULAN İSRAİL DEVLETİ

 


Kısa Bir Açıklama

Yahudiler, tarih boyu kendilerine has özellikleri ve dünyaya aşırı meyilleri yüzünden kullanılmaya müsait durumları ile sürekli mağdur duruma düşmüşlerdir. Bunun sonucu olarak ileri seviyede, Hristiyanların antisemitizm durumlarının gizli bir yüzü olarak, Yahudileri Müslümanlara karşı bir koz olarak kullanıldılar. Tarihe bir bütün olarak baktığımızda, İslâm dünyasına en çok zarar verenlerin Hristiyanlar olmasına rağmen, Yahudilerin, bahsedilen durumları ile ön planda olmaları ve ateşlenmiş kavgalarda ileri sürülmüş maşa vaziyetleri dikkatli bakılınca görülecektir. Yani, İslâm’ın öz planında içeriğine yapılan saldırıların asıl merkezi tarih boyunca hep Hristiyanlar olduğu halde, görünürde Yahudiler olmuştur. Bu husus Hristiyanların,  Müslümanlardan gelecek olağan tepkiyi Yahudilere yönlendirmemelerinde ki başarılarıdır. En son olarak yüzyıllık proje olarak uygulamaya konan emperyalist komitenin aldığı karalar ile Theodor Herzl tarafından başlatılan Yahudi devleti kurma fikri ve zamanlamasının arkaplanında Yahudileri Ortadoğu’da çıbanbaşı haline getirilişi, Arap, Türk ve Müslüman yapının parçalanmasında kullanılmış olmasıdır. Günümüz ve daha sonraki dönemlere doğru, Yahudiler başlarına sardığı bu belayı ister istemez kabullenmişler, huzursuz hayatlarını da zamanımıza kadar devam ede getirmişlerdir. Yahudiler, Ortodoks (Sünni) Yahudi çizgisi üzerinden hareket etme imkânlarını bulmuş olsalardı, belki hem dünya ve hem ahiret için daha verimli bir düzeyde olacaklar, uzay çağı dediğimiz çağı yakalama imkânına, dünya daha erken kavuşma imkânı bulacaktı. Hala sınırlarını çizilemeyen İsrâil devleti bu gidişle, çok rahat yüzü geremeyeceği gibi, dönülmez siyasî düşüncesiyle insanlığa da rahat yüzü vermeyecektir. Global dünya devleri emperyalist emellerine hizmet için kullanadıkları Yahudiler, bir ileri gitseler de beş geri giden pozisyonları ile evin içinde olsalar da huzursuz hayatlarıyla her geçen gün daha mağdur olacaklardır. Bu gidişe dur demenin onlar için olabilme imkânı da, her geçen gün azalmaktadır. Aslında Yahudilerin Hristiyan gizli ittifaklarına karşı Müslümanlar ile birleşmesi ile Osmanlı dönemindeki muhteşem hayatlarına geri dönebilme imkânı vardır. Ancak emperyalist gizli komite onlara bu fırsatı vermemekte ve Yahudiler bu durumu bildikleri halde geri dönüş için gayret etmemekte direnmektedirler. Gizli Hristiyan İttifakı, destekçileri olarak “Müslüman İseviler” diye oluşturdukları guruplara yardım etmeleri, bir yandan İslâm dünyasını ve Yahudileri yok etme planlarının gerçek yüzüdür. Dünyanın Müslümanlardan arındırılması projesinde bir taşla iki kuş vurulması hedeflendiği gözlemlenmektedir. Ne zamanki Yahudiler “ütopik” masaların etkisinden kurtulup “Ultra-ortodoks” yolu benimseye başladıklarında dünya ve kendileri için en güzel etkinliğe ulaşmalarıyla, dünya insanlarına yardımcı oldukları gibi, kendileri de refah hayat seviyesine ulaşacakları düşünülmektedir. Bu açıklamaya söylenecek bir söz kalıyor, o da Yahudilerin kendilerine verdikleri zararı kimse vermemiştir. Ayrıca uyanma zamanları da gelmiştir.

Aşağıdaki yazılar okununca ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır.

 

İsrail Devleti, modern çağda kurulmuş tek Yahudi Devleti olarak karmaşık bir fikri ve demografik yapıya sahiptir. Son yüz yıl içerisinde Filistin bölgesine dünyanın çeşitli coğrafyalarından, farklı siyasi ideolojilerle ve dünya görüşleriyle göç eden Yahudilerin oluşturduğu İsrail, bu karmaşık fikir ve demografik yapıya rağmen sorunlarla çevrili bir coğrafyada doğmayı ve hayatta kalmayı başarmıştır.

 

Siyasî Arkaplan

İsrail iç siyasi yapısının anlaşılabilmesi büyük ölçüde Siyonizm tarihinin bilinmesini gerektirmektedir. Şüphesiz İsrail Devleti’nin var oluşunun fikri ve siyasi temellerini oluşturan Siyonizm akımı bu gün de İsrail’de mevcut partilerin fikri temelleri üzerinde önemli etkilere sahiptir. Siyonizm akımının zaman içerisinde doğurduğu farklı yorumlar ve yaklaşımlar neticesinde bu gün de İsrail iç siyasi yapısında geniş bir fikri yelpazenin yer aldığı görülmektedir. Bugünkü İsrail iç politik düzende kutupları ve cepheleri belirleyen başlıca etken, 19. yüzyılda ortaya çıkan Siyonizm akımı merkezli olmak üzere, bu akımın kendi içinde doğan farklı yaklaşımları ve Siyonizm karşıtı düşüncelerin mücadelesinin bir özetidir.

Siyonizm’in Kısa Tarihi

Siyonizm’in herkes tarafından genel kabul gören bir tanımını yapmak çok zor olsa da en genel anlamda Filistin topraklarında bir Yahudi Devleti kurulmasını amaçlayan ve 19. yüzyılda ortaya çıkan siyasal bir akım olarak ifade edilebilir. İsrail topraklarına ve Kudüs’e Tevrat’ta verilen ismi ile Siyon’a dönmeyi, bu topraklarda bir Yahudi Devlet kurmayı amaçlayan milliyetçi bir harekettir.

16. ve 17. yüzyıllarda Mesih olduklarını ilan ederek Yahudileri kutsal topraklara (Filistin) dönmeleri konusunda ikna etmeye çalışan din merkezli denemelerden farklı olarak modern Siyonizm, Fransız Devrimi (1789) sonrası ortaya çıkan milliyetçilik akımının bir sonucu ve Avrupa kıtasında artan anti- semitik (Yahudi karşıtı) uygulamalara bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Fikri önderliğini Macaristan doğumlu bir Yahudi gazeteci olan Theodor HERZL yapmıştır.

Viyana’da yayın yapan bir gazetenin (Neue Frei Presse) muhabiri olarak Dreyfus Davasını [1] izlemek üzere Fransa’ya giden Theodor HERZL, Yahudilere karşı bu ülkede gelişen anti-semitik uygulamaları ve önyargıları, Dreyfus Davası özelinde gördükten sonra Yahudilerin Avrupa kültürü içinde asimile olması ve kaynaşması yoluyla "Yahudi Meselesi”nin halledilebileceği fikrini terk etmiş ve kendi günlüğünde yazdığı ifadeleri ile "Avrupa’da Yahudi karşıtlığı ile mücadele etmenin boş ve faydasız” olduğuna karar verdiği söylenebilir.(?) Theodor HERZL bu tespitinden sonra "Yahudi Meselesi” için tek çözüm yolunun Yahudilerin kendilerine ait bir devlete sahip olmalarından geçtiğine inanmıştır. Bu yönde çalışmalarına başlayan HERZL, 1896 yılında "Yahudi Devleti” (Der Judenstaat) isimli kitabını yayınlamış ve 1897 yılında İsviçre’nin Basel kentinde Birinci Dünya Yahudi Kongresinin toplanmasını sağlamıştır.

Şüphesiz bu yıllarda özellikle ABD’de yaşayan Yahudiler arasında bir Yahudi Devleti’nin gerekli olup olmadığı tartışılmış, Yahudiliğin bir millet mi yoksa dini bir topluluk mu olduğu tartışmaya açılmıştır. Ancak I. Dünya Yahudi Kongresi Yahudi Devleti’nin kurulmasına yönelik organlar ve Filistin’e Yahudi göçünün organizasyonuna yönelik teşkilatların kurulmasıyla İsrail Devleti tarihinde önemli bir mihenk taşını oluşturmuştur.

Siyonizm tam bir fikri birlik içinde olmamasına rağmen büyük oranda laik karakterlidir. Diğer devletlerin topraklarında ne kadar özgür yaşarlarsa yaşasınlar, kendi topraklarına kavuşmadan bir devlet olamayacakları gerçeği ile Filistin toprakları Yahudi siyasi varlığının kurulabileceği bir yer olarak seçilmiştir. Bu seçim 19. yüzyılın sonlarında çöküş dönemini yaşayan Osmanlı İmparatorluğunun paylaşımı kapsamında yaratacağı fırsatlar ve özellikle dindar Yahudilerin "Vaat Edilmiş Topraklar” söylemleriyle uyuşması nedeniyle de uygun düşmüştür.

Siyonistlere göre, Yahudi varlığının Avrupa’da geleceği yoktur. Yahudilerin de diğer uluslar gibi hakları vardı ve ulus olmak istiyorlarsa bu ancak kendi topraklarına sahip olmalarıyla gerçekleşebilir.

Ancak 1930’lu yıllara kadar Siyonistler, Yahudi toplumun genelinde azınlıkta kalmıştır. Avrupa’da gelecek göremeyen ve yükselen Yahudi karşıtlığı tehdidini hisseden bazı Yahudiler, Siyon (Filistin) yerine Kanada veya Amerika’ya göç etmeyi tercih etmişlerdir. Oysa Siyonizm 19. yüzyılda tek çözümün Filistin’e göç olduğunu savunmuştur. Siyonistler, içinde bulundukları yüzyılın temel akımlarına da uygun olarak dinsel bir topluluk değil "ulus” olmayı hedeflemişlerdir. Ancak binlerce yıl önce dağılmış bir ulusun uzak bir coğrafyada yeniden toplamasını ön görmesi nedeniyle Siyonizm başlangıçta Yahudiler arasında da bir ütopya olarak görülmüş ve azınlıkta kalmıştır. Siyonizm’in Yahudi toplumu içerisinde güç kazanmasının en önemli etkenleri Avrupa’da Yahudi karşıtlığının artması, ABD’nin göçe sınırlama getirmesi ve II. Dünya Savaşı’nda yaşanan "Yahudi Soykırımı” olmuştur. Kıskaca alınan Yahudiler için “Ya öleceksin, ya öleceksin” arasında bırakıldılar.

“Kötü insanlar kötü insanları yaratır,” sözü, kısmen şu gerçeğe dayanmaktadır: kötüden nefret eden kişiler, kendilerini o kötüye benzetirler ve böylece, kö­tülük devam eder. Bu durumda fanatiklerin hem kendi­lerine benzetme hem de karşıt duruma getirme yoluyla dünyaya kendi benzerlerini yaydıkları açıkça görülmek­tedir. Fanatik Hıristiyanlık eski devirlerde, hem taraftar­lar kazanmak hem de yeni bir gaddarlık örneği vermek yoluyla kendini devam ettirmiştir. Mesela Hitler, hem Nazizmi geliştirerek hem de demokrasileri hoşgörüsüz ve insaf­sız olmaya zorlayarak kendini dünyaya kabul ettirdi.

Hitler, Yahudileri “düşman” olarak seçtiği zaman, Almanya’nın dışında bütün ülkeleri Yahudilerin veya onlara hizmet edenlerin istilasına uğramış olarak gösterdi. Hitler, “İngiltere’nin, Fransa’nın, Ame­rika’nın arkasında İsrail vardır” diye demeç vermişti. Stalin de düşmanını seçerken tek Tanrı prensibine uy­gun hareket etmiştir. Bu düşman önceki faşizm, sonra­dan da Amerikan plütokrasisi olmuştur.

Hitler Avrupası’nda yok edilmeye boyun eğmiş Yahudilerin, Filistin’e getirildikleri zaman cesaretle çarpış­mış olmaları ilgi çekici bir olaydır. Her ne kadar onların Filistin’de çarpışmaktan başka çareleri olmadığı (yani ya çarpışacakları veya Araplar tarafından boğazlanacakları) söylenmektedir. Filistin’de onlar gerçekten, henüz ol­mayan şehirleri imar etmek ve henüz olmayan bahçeleri meydana getirmek için çarpıştılar ve öldüler. [Eric Hoffer/ THE TRUE BELIEVER-(Kesin İnançlılar / Gerçek İnananlar/Müminler)-trc: ERKIL GÜNUR, Tur Yayınları; 1978, (Kitabın sonraki baskıları; Akran Yayıncılık, 1993 ve İm Yayın Tasarım, 1998)]

Yukarıda da belirtildiği gibi, Siyonizm içinde de farklı görüşleri ve yöntemleri savunan gruplar oluşmuştur. Özellikle Siyonist örgütlenmenin tamamlandığı 1920’li yıllardan sonra bu görüş ayrılıkları daha da belirginleşmiştir. Bu görüş ayrılıkları Filistin’e Yahudi göçünün kapsam ve boyutlarından başlayarak, İngiliz Manda Yönetimi ve yerli Araplara karşı izlenecek politikalar, İsrail Devleti’nin sınırları gibi geniş bir yelpazeye yayılmıştır.

1948 yılında İsrail Devleti ilan edilip Geleneksel Siyonistler (İşçi Partisi) iktidara geçince, Avrupa’da yaşanan Soykırımın da etkisiyle bu iki farklı görüş bazı noktalarda uzlaşmaya varmıştır. İşçi Partisi iktidar olup devlet sorumluluğunu aldıktan sonra; Yahudi göçünün serbest olması, Arapların Yahudilerin göç hakkına karşı çıkamamaları ve Yahudilerin kesinlikle kendi devletlerinde azınlık olarak yaşayamayacakları konularında revizyonistlerle aynı çizgiye gelmiştir.

SİYASAL DÜŞÜNCE AKIMLARI

Siyasi Siyonizm

Siyasi Siyonizm; Filistin topraklarında Yahudi egemenliğinin tekrar tesis edilebilmesi için siyasi bir eylem yürütülmesi gerekliliğini savunan, modern anlamda Theodor HERZL ile bağdaştırılan bir kavramdır. Yahudi meselesinin uluslararası alanda çözülmesi gereken siyasi bir mesele olduğunu savunmuştur. Birinci Siyonist Kongre (1897) sonucunda oluşturulan “Basel Programı” çerçevesinde Yahudi halkı için, Filistin topraklarında, kanunlarla düzenlenmiş güvenli bir ülke yaratmayı hedeflemiştir. Bu hedefe ulaşmak için Dünya Siyonist Organizasyonu, Yahudi Ulusal Fonu, Yahudi Koloni Kredisi gibi politik ve ekonomik teşkilatlar oluşturulmuştur.

Siyasi Siyonizmin temelinde, Theodor HERZL’in uluslararası hukuka göre tanınmış, zamanın büyük devletlerinin himayesini kazanmış bir Yahudi Devleti kurulması çabaları vardır. Yöntemi Filistin topraklarında bir Yahudi Devleti tesisi amacına uluslararası politika araçlarını kullanarak ulaşmaktır. Bu kapsamda Theodor HERZL önce Osmanlı İmparatorluğu Padişahı II. Abdulhamit sonra Almanya İmparatorluğu Kayzeri ve son olarak da Büyük Britanya İmparatorluğu nezdinde girişimlerde bulunmuştur. Tüm bu çabalar Balfour Deklerasyonu [2] (1917) ile sonuçlanmıştır. Siyonizm kavramını siyasi gerekçeler yerine Yahudi halkının dili, kültürü ve tarihsel köklerinin yeniden güçlendirilmesi üzerine kuran bir düşünce akımıdır. Bu düşünce akımının kurucusu Ahad HAAM olarak bilinen Asher GINSBERG (1856-1927)’dir. 1889 yılında yayınladığı "Yanlış Yol” isimli makalesi ile Filistin’e ilk fırsatta göç edilmesi fikrini eleştirerek, öncelikle Yahudi kültürel eğitimine ağırlık verilmesi, sağlam ve kaliteli bir Yahudi kuşağının oluşturulmasını müteakip göçün gerçekleşmesi gerektiğini savunmaktadır.

HAAM, Yahudi ulusal hareketini, Yahudi halkı ile Musevi dinini birbirine tekrar bağlamak için bir araç olarak görmüştür. Theodor HERZL ve Siyasi Siyonizmden farklı olarak çözümün bir Yahudi Devleti kurulmasından önce, Yahudiliğin manevi değerlerini yeniden kazanmasından geçtiğine inanmaktadır.

Filistin’in tüm Yahudi halkına toprak sağlamakta yeterli olmadığı düşüncesiyle, orada kurulacak bir Yahudi Devleti’nin dünya Yahudilerinin sosyal ve ekonomik problemlerini çözemeyeceğini savunmaktadır. Bu nedenle Filistin’de kurulacak devletin sadece çok yüksek kalitede Yahudi yaşam tarzı ve kültürünü yaşatmaya yetecek çapta, elit bir Yahudi toplumunu ihtiva etmesi gerektiği, burada hayata geçirilecek örnek Yahudi yaşam tarzının ve kültürünün de diasporada yaşayan tüm Yahudiler için bir örnek teşkil etmesi gerektiğini savunmaktadır. Burada oluşturulacak yüksek kalitedeki ve elit Yahudi yaşamı çevresinde dünya genelindeki Yahudilerin problemlerine çözüm üretilebileceğini düşünmektedir.

[Diaspora veya diyaspora, (Eski Yunanca: διασπορά – "saçılma, tohum saçma, zerreler halinde dağılma"; İng: diaspora) bir kavim veya ulusun anavatanından çıkarak başka ülkelere dağılmasına verilen addır. Sözcük hem dağılma eylemini hem de dağılmış olarak yaşayan toplulukları ifade eder.]

HAAM tarafından en doğru hareket tarzı olarak Filistin’e yoğun bir göç yapılması yerine, göç dalgasının kısıtlı tutularak bunun yerine tüm gayretlerin yoğun ve sürekli bir Yahudi kültürel eğitimine yönlendirilmesi görülmektedir.

Siyonist hareketin kurucularının ve önemli liderlerinin laik fikirli olduğu hatta bazılarının sosyalist karakterleri nedeniyle din karşıtı olduğu göz önüne alındığında, Dini Siyonizm akımının bir çelişki olduğu düşünülebilir. Ancak Siyonist hareket doğduğunda, dindar Yahudiler yaşadıkları ikilem karşısında genel olarak izleyebilecekleri üç yol belirlemişlerdir. Bunlar;

1.    Siyonist hareketin tamamen reddi ve bu hareketin karşısında yer almak,

2.    Siyonist hareketi mevcut durumda herhangi bir dini karakteri olmasa da Yahudileri "selamet”in gelişine yaklaştıran gerekli ve faydalı bir politik hareket olarak görmek,

3.    Siyonist hareketi ve bu hareketin içerisinde yer alan kişileri, kendileri farkında olmamalarına rağmen "selamet süreci”nin bir parçası olarak kabul etmektir.

Yukarıda listelenen seçeneklerden birincisi genel olarak Torah’ı takip eden Yahudiler tarafından II. Dünya Savaşı sonuna kadar savunulmuştur. Ancak soykırım sonucunda milyonlarca Yahudi’nin Avrupa’nın göbeğinde katledilmesinin Yahudi toplumu üzerinde yarattığı etki, birçok dindar Yahudi’nin Siyonizm’e sıcak bakmasına yol açmıştır. Günümüzde sadece ultra-Ortodoks ya da Haredi diye adlandırılan dindar Yahudiler bu görüşü savunmaya devam etmektedir. Siyonizm karşıtı bu gruplar Anti-Siyonist Dinci Akımlar başlığı altında müteakip maddelerde incelenmiştir.

İkinci ve üçüncü seçenekler ise Dini Siyonizm’in temeli ve asıl dayanak noktalarını oluşturmaktadır.[3]

Siyonist Yahudiler ile Dindar Yahudiler arasında fikri köprü kuran, uzlaşma ortamı yaratan ve Dini Siyonizmin ideolojik temellerini atan kişi Haham Abraham Isaac KOOK (1864-1935) olmuştur. Letonya doğumlu olan ve 1904 yılında Filistin’e göç eden KOOK, 1921 yılında Ashkenazi topluluğunun Hahambaşısı olmuş ve Filistin ile Siyonizmin, Yahudi dininin bir parçası olduğunu savunan yazı ve kitaplarıyla toplulukları etkilemiştir. KOOK’un öğretilerine göre Filistin’de bir Yahudi Devleti kurmakta olan laik Siyonistler, farkında olmadan Tanrıya hizmet etmekte ve selamet sürecinin bir parçası olmaktadırlar. Bu nedenle KOOK’a göre, laik Siyonistler desteklenmeli veya en azından dindar Yahudiler tarafından engellenmemeleri gerekmektedir.

Dini Siyonizmin temelleri ile ilgili diğer önemli bir kuruluş da 1902 yılında kurulan “Mizrachi” (Merkaz Ruchani - Dini Merkez) dir. Mirzachi’ye göre Siyonizm “Torah” merkezli olmalı ve Yahudi milliyetçiliği dini amaçlara ulaşmak için bir araç olarak görülmelidir.

Mirzrachi, İsrail’deki ilk dini Siyonist parti olup, İsrail Din Bakanlığının kurulması, “Koşer” [4] kurallarının uygulanması ve “sabath”ın[5] tanınması konularında önemli rol oynamıştır. Mirzachi Partisi ile diğer dinci Siyonist grupların birleşmesi ile 1956 yılında Ulusal Dinci Parti (Mafdal) doğmuştur.

Mirzachililere tepki olarak 1912 yılında Agudat Israel (İsrailliler Birliği) Hareketi oluşturulmuş ve bu harekette 1923 yılında siyasi bir partiye dönüşmüştür. Parti, 2. Dünya Savaşı ve soykırıma kadar Siyonist karşıtı olarak kalır, ancak Hitler’in iktidara gelmesinin ve müteakiben de soykırımın yarattığı panik sırasında Agudat prensiplerini gözden geçirir.

Siyonizmle, İsrail’i bir din devleti yapmak maksadıyla işbirliği yapan Agudat Israel, İsrail Devleti kurulurken devletin Tevrat’a dayalı olmasını ister, bu reddedilir. BM tarafından tanınabilmesi için devletin laik olması gerekmektedir. Dış politika ve güvenlik konularında fikir beyan etmeyen parti bugün de bütün enerjisini İsrail’i bir din devletine dönüştürmeye ve ayrı eğitim sistemini başarıyla sürdürmeye harcamaktadır.

1984’te Agudat Israel’den ultra-ortodoks Safardilerin eşit olarak temsil edilmediği gerekçesiyle ayrılan Safardiler, Şa’as (Tevrat’ın Safardi Koruyucuları) partisini kurmuşlardır. Siyasi konularda Agudat Israel’in aksine açıkça görüş beyan eden Şa’as, İsrail’in seçim sisteminin özelliklerinden de yardımıyla pek çok koalisyonda kilit parti rolünü oynamışlardır.[6]

  1. Pratik Siyonizm

Pratik Siyonizm; siyasi koşullara bakmaksızın Filistin’e göç (aliyah) etmek, kırsal alanlarda Yahudi yerleşim yerleri kurmak, eğitim kurumları tesis etmek gibi Siyonist hedefleri fiili olarak uygulamayı öngören bir akımdır. Kökleri, Siyasi Siyonizmden çok daha öncelere dayanan Pratik Siyonizm akımı, 1880 yıllarında ortaya çıkan Hovevei Zion (Hibbat Zion) teşkilatı ile hayata geçmiştir.[7] 1882 yılında Filistin topraklarındaki ilk Yahudi yerleşim birimini kurmuş olan bu teşkilat, siyasi parti ve gruplardan uzak durmuş, fiili durumla ilgilenmişlerdir. Osmanlı İmparatorluğu yönetimi altında olan bölgeye Yahudi göçüne kısıtlı izin verildiğinden faaliyetleri çok kısıtlı olmuştur. Siyasi Siyonizmin ortaya çıkması ve gelişmesi neticesinde Dünya Siyonist Teşkilatı ile birlikte çalışmaya başlamışlardır.

  1. Sentetik Siyonizm

Sentetik Siyonizm; Chaim Azriel WEIZMAN tarafından 8. Siyonist Kongrede (1907) üretilen bir tanımdır. Siyasi ve Pratik Siyonizmin birleştirilmesi ile Yahudilerin Filistin’de bir devlet kurmaları amacıyla somut siyasi hedefler belirlemelerinin yanı sıra uygulamada Yahudi yerleşim birimlerinin tesisine yönelik eylem planları yapılmasını öngörmektedir.[8] Siyasi hedeflerin, fiili adımlarla desteklenmesi olarak özetlenebilir.

  1. Klasik (Sosyalist) Siyonizm

Siyonist hareketin sol kanadını oluşturan bu grup Yahudi İşçi Hareketi temellidir. Theodor HERZL tarafından oluşturulan Siyasi Siyonizmin uluslararası kamuoyunu ikna yoluyla veya büyük güçlerin desteğiyle bir Yahudi Devleti kurulmasının mümkün olmadığını savunmuşlardır. Bunun yerine Yahudi Devleti’nin tesisinin ancak Filistin kırsal kesiminde Kibbutzlar kuracak Yahudi işçileri ve şehirlerdeki Yahudi proletaryası tarafından sınıf mücadelesinin bir sonucu olarak kurulmasının mümkün olduğuna inanmışlardır.

Klasik Siyonizm gerek destekçilerinin miktarı gerek Yahudi toplumu üzerindeki etkileri açısından 1930’larda çok güçlenmiş ve hatta Siyasi Siyonizmi gölgede bırakmıştır. Klasik Siyonizmin güçlenmesindeki en önemli nedenlerden biri Filistin’e 1903-1914 yılları arasında ağırlıklı olarak Rusya’dan gerçekleşen ikinci Yahudi göç dalgasının çoğunlukla sosyalist ve anarşist düşünceden etkilenmiş topluluklardan oluşmasıdır. Bu tarihten sonra gerek uluslararası arenada gerekse Filistin’de Klasik Siyonistlerin hakimiyeti başlamış, Yishuv ve Histadrut gibi önemli kurumlarda başat güç konumuna geçmişlerdir.

  1. Değişimci (Revizyonist) Siyonizm

Revizyonist Siyonizm, Siyasi Siyonizm içinde milliyetçi ve sağ görüşlü bir akım olarak Ze’ev Jabotinsky (1880-1940) liderliğinde kurulmuştur. Esas olarak bu görüş, David Ben-Gurion ve Chaim Weizmann’ın Filistin’e bağımsız yerleşim birimleri kurulması yönündeki Pratik Siyonizm görüşlerinin revize edilerek Siyasi Siyonizm merkezli olarak, İngiliz Manda Yönetimi ile işbirliği içerisinde yürütülmesi gerektiğini belirtmiştir.

Jabotinsky liderliğindeki Revizyonist hareket, I. Dünya Savaşı sırasında İngilizlerin yanında yer almış, Joseph Trumpeldor ile birlikte Yahudi gönüllülerden oluşan Siyon Katır Birliklerinin kurulmasında rol oynayarak İngilizlerin yanında Gelibolu ve Ürdün’de Türklere karşı savaşmıştır.

Savaştan sonra İngiliz ordusundan ayrılmış ve Filistin’deki Yahudilerin silahlanarak Araplara karşı kendilerini savunmaları maksadıyla gizlice eğitilmelerini savunmuştur.

1921 yılında Dünya Siyonist Kongresi İcra Komitesine seçilen Jabotinsky, başkan Chaim Weizmann ile aralarındaki görüş ayrılığı nedeniyle 1923 yılında bu görevinden istifa etmiş ve Değişimci Siyonist İttifakını kurmuştur. Bu ittifak, İngilizlerin desteği ile Ürdün nehrinin her iki tarafını da ihtiva eden, modern ve İngiltere’ye sadık bir Yahudi Devletinin kurulmasının hedef olarak alınması gerektiğini savunmuştur.

1920’lerin sonuna geldiğinde, Revizyonist hareket içerisinde oluşan ve İngilizlerden bağımsız bir şekilde hareket edilmesi gerektiğini düşünen gruplar Araplara, İngiliz idaresine ve Klasik Siyonistlere karşı mücadeleye başlamışlardır. Bu kapsamda 16. Siyonist Kongreye katılmak üzere (1929) Filistin’den ayrılan Revizyonist lider Jabotinsky’nin bir daha Filistin’e girmesine İngilizler tarafından izin verilmemiştir.

  1. Anti-Siyonist Dinci Akımlar

19.yüzyılda ve 20. yüzyılın başlarında birçok dindar Yahudi, laik ve dini karakteri olmayan bir sosyalist Yahudi Devletinin Filistin’de kurulması fikrine karşı çıkmıştır. Ortodoks [9] Yahudilerden oluşan bu grubun Siyonizm karşıtlığı iki farklı karakterde görülmüştür. Bunlar;

1.   Filistin’de bir Yahudi Devletinin kurulmasını desteklemekle birlikte yeni devletin Yahudi kültürü, Musevi dini ve bu dinin kuralları gereğince şekillenmesi ve yönetilmesi gerekliliğini savunan, Siyonizmin dini liderler önderliğinde yürütülmesini savunan Ortodoks Yahudi görüşü,

2.   Kutsal kitapta ve dini metinlerde geleceği müjdelenen Yahudi Mesih gelmeden, Filistin’e toplu göçe ve bir Yahudi Devletinin kurulmasına karşı çıkan, dolayısıyla Siyonizmi tümüyle ret eden Ortodoks Yahudi görüşüdür.

Daha önce de belirtildiği gibi Siyonizm, 1930’lara kadar Yahudi toplumu arasında azınlıkta kalmış bir görüştür. İkinci Dünya Savaşı öncesindeki dönemde Avrupa’da artan Yahudi karşıtı görüş ve politik hareketler ve bunların neticesinde savaş sırasında yaşanan soykırım, laik karakterli olsun, dini görüşlü olsun, birçok Yahudi’yi bağımsız bir Yahudi Devleti’nin gerekliliği konusunda birleştirmiştir.

Ancak her şeye rağmen Yahudi toplumu arasında politik ve dini nedenlerle Siyonizm’e karşıtı pozisyonlarını koruyan azınlık durumunda gruplar mevcuttur.

Bu gruplardan en radikal olanı "Neturei Karta” (Şehrin Muhafızları) isimli ultra-ortodoks Yahudi gruptur. Küçük bir grup olmasına rağmen Siyonizme ve İsrail Devleti’nin varlığına aktif bir şekilde karşı çıkmaktadırlar.

Ultra-ortodoks Yahudiler arasındaki en önemli Siyonizm karşıtı grup yaklaşık 100,000 üyesi bulunduğu tahmin edilen "Satmar Hasidism” grubudur. Bu grubun manevi liderliği Haham Joel TEITELBAUM (1887-1979) tarafından yürütülmüştür. TEITELBAUM’a göre Talmud öğretilerinde belirtildiği gibi Tanrı ile Yahudi halkı arasında Yahudilerin eski çağlardaki sürgünleri sırasında verilen karşılıklı sözler vardır. Bu sözlere göre;

1.   Yahudi halkı kutsal topraklara toplu olarak ve zor kullanarak gelmeyecektir.

2.   Yahudi halkı yaşadıkları ülkelerdeki hükümetlere karşı isyan etmeyecektir.

3.   Yahudi halkı günahları ile Yahudi Mesih’in gelişini geciktirmemelidir.

Yukarıda listelenen ve Yahudilerin dini öğretilerinde yer alan Tanrıyla yapılmış bu anlaşma 2. Dünya Savaşı ve Yahudi soykırımı gerçekleşene kadar hemen hemen bütün dindar Yahudilerin Siyonizme karşı soğuk durmalarının nedenini oluşturmuştur. Bu gün bile bir çok Ortodoks Yahudi grubu -Agudat Partisi dahil- İsrail hükümetlerinin koalisyonlarında yer almış olmalarına rağmen bu yemine sadakatlerini korumaktadır.

Siyonizm karşıtı dini Yahudi gruplar Yahudilerin bireysel olarak Filistin’e göç etmelerine karşı (baskılar yüzünden karşı) çıkmamakla beraber, Filistin topraklarında bir Yahudi Devleti fikrine karşı çıkmaktadırlar.[10]

Etkin ve söz sahibi Yahudilerin son elli yıl içinde suikastlar sonucunda öldürülmesinde bu hususların olduğu, uzlaşmacı olanların ölümlerinde “dindar oluşlarını” hatırlamak gerekir.

AVENJELİZMİN YAHUDİLERİ KULLANMASININ ARKAPLANI

Aslında bu muhafazakâr grup Evanjelistlerin Yahudileri kollamalarının arkasında dünyanın Hıristiyanlaştırılması ideali yatmaktadır.

Ortadoğu'ya Yahudilerin yerleştirilmesi planlanarak o bölgedeki kaos ve kargaşadan da faydalanarak Hıristiyanların dünya misyonerlik faaliyetlerini rahatça yapmalarına katkı sağlanmak istenmiştir.

Evanjelik Hıristiyanların esas amacı, Yahudilerin dünya hakimiyetini gerçekleştirmek değil, bilakis Hıristiyanlığın ve Amerikalıların dünyaya tamamen hakim olabilmesi için Yahudilerden yararlanmaktır. Bunu Yahudiler biliyorlardı ama Yahudiler de Büyük İsrail’i gerçekleştirmek İçin Amerika’lıların desteğinden güç kazanıyorlardı. Bu sebeple Evanjeliklerle devamlı irtibat halinde oldular.

EVANJELİSTLER VE FUNDEMENTALİST GRUBLAR İÇİN ÖNEMLİ OLAN TEK ŞEY, BİR AN ÖNCE İSÂ MESİH'İN YERYÜZÜNE GELİŞİNİ GERÇEKLEŞTİRMEKTİR. Mesih'in yeryüzüne gelmesi ve "Bin Yıllık Tanrısal Krallığın" kurulması için ise dünyanın bir an önce Hıristiyanlaştırılması gerekmektedir. Onlara göre dünya Hıristiyanlığının önündeki en büyük engeli Müslümanlar oluşturmaktaydı. Yahudilerin arz-ı mev’udu üzerinde bulunan Müslümanlarla en iyi mücadeleyi verecek olan da hiç şüphesiz Yahudiler olacaktır. Kutsal Kitaba dayalı yenidünya düzeninin kurulması, İsâ Mesih'in dünyaya gelişi anlamına geleceği gibi beklenen kıyametin de kopuşu olacaktır. Dolayısıyla bu zannedildiği gibi "Yahudi Kıyameti" değil, bilakis bir Hıristiyan "Armegedonu" (kıyameti) olacaktır

11 Eylül 2001 tarihindeki ABD'ye yapılan terörist saldırılarından sonra yapılan istatistiklere göre Amerikan halkının % 50'si kıyametin kendileri hayattayken kopacağına inanmaya başlamıştır. Eskiden sadece marjinal gruplar bu arzu ve beklenti içerisindeyken, artık günümüzde dünyanın bilhassa da Amerika'nın yaşadığı bazı felaketler, insanları kıyametin kopacağına inandırmaya başlamıştır. Zaten Amerika Halkı devletin güttüğü siyaset yüzünden şu anda büyük bir kaos ve korku ortamı yaşamaktadırlar.

Hıristiyan yayılmasının önündeki en büyük engelin Müslümanlar, Müslümanlar içinde de Türkler olduğu düşünülmektedir.

Oysa bu dönemde Hz. İsâ'nın yeryüzüne gelebilmesi için dünyanın hızla Hıristiyanlaştırılması gerekmektedir. Zira dünyanın Hıristiyanlaşmasını sağlamadan İsâ Mesih'in gelişini beklemek hayal olacaktır. Bundan dolayı fundamentalist gruplar, Anadolu'nun parçalanmasını Armegedon (Kıyamet alameti) olarak algılamışlar ve bu düşüncelerini kutsal metinleri olan Yeni Ahit'in Vahiy Kitabı'nın 9. ve 16. bablarına dayandırmışlardır:

"Altıncı melek borazanını çaldı. Tanrının önündeki altın sunağın dört boynuzundan gelen bir ses işittim. Ses, 'elinde borazan olan altıncı meleğe, Büyük Fırat Irmağı'nın yanında bağlı duran dört meleği çöz' dedi. Tam o saat, gün, ay ve yıl için hazır tutulan dört melek, insanların üçte birini öldürmek üzere çözüldü ", "Altıncı melek tasını Büyük Fırat Irmağını boşalttı. Gündoğusundan gelen kralların yolu açılsın diye Fırat Irmağı kurudu... "

Buradaki İncil ifadelerinden anlaşılan mana şudur ki, Tanrının bizzat meleklerini kıyametin kopmasında görevlendirmiş olmasıdır.

Dicle ve Fırat ırmaklarının görevli melekler tarafından kurutulması ve bu bölgedeki kaosun ve savaşların ortaya çıkartılması ise kıyametin başlaması olarak algılanmaktadır. Türklerin Anadolu’yu fethi, İncil ifadelerinin kaleme alınışından bin yıl sonraya denk düşmektedir. Dolayısıyla bu ifadelerden, doğrudan Türkiye'nin parçalanması gibi bir mana çıkarmak zordur.

Ancak İncil'e göre kıyametin zuhurunda vuku bulacak hadiseler Anadolu topraklarında başlayacaktır. Anadolu’nun şu anki sakinleri Türklerdir. Günümüzde bazı Evanjeliklerin kıyametin kopmasını hızlandırmak için çırpınmalarının ülkemize zarar verme ihtimali vardır.

Büyük Ortadoğu Projesi, Evanjelik yenidünya düzenini gerçekleştirmede, Evanjelik Hıristiyanlarının Mesih planının en önemli sacayaklarından biridir.

Malum olduğu üzere Ortadoğu, büyük oranda Müslüman ülkelerden oluşmaktadır. Evanjelik Hıristiyanlara göre yenidünya düzeni kurabilmenin yolu Ortadoğu'dan geçmektedir. Çünkü İslam ülkelerinin gücü tamamen kırılmadan, güçsüz ve yetersiz hale getirilmeden, dünyaya şekil vermenin zor olduğu düşünülmektedir. Günümüzde Müslüman ülkelerin görünürde çok fazla güçlü olduklarını da söylemek zordur. Ancak Evanjelik kurguya göre, Müslüman ülkelerin İslam'dan aldıkları ilhamla kendilerine yeniden çeki düzen verebilmesi ve güç birliği yapmaları da ihtimal dâhilindedir; Yenidünya düzeni kurma arzusundaki Evanjelikler, bu ve buna benzer pek çok ihtimali de hesaplamaktadırlar, ince eleyip sık dokumaktadırlar.

Irakla başlayan sözde demokratikleştirme hareketi, dalgalar halinde bölge ülkelerine de kaydırılmaya çalışılmaktadır. Unutmamak gerekir ki Türkiye de bu ülkelerden birisidir. Dolayısıyla gönlümüz hiçbir zaman arzu etmese de Türkiye de, komşularının kaderini paylaşmak durumunda kalabilir. Temennimiz ülkemizin başına asla bir belanın gelmemesidir; ancak temenniler olacakları önlemeye yeterli de olmayabilir. Yani çok dikkatli ve tedbirli olmalıyız., böyle bir tehlike ile karşı karşıya kalmamamız için bütün alanlarda çalışmaya devam etmeliyiz.

Büyük ülkelerin tek bir sebep ve gerekçeyle Ortadoğu'ya çeki düzen vermeye çalışmaları da düşünülemez ve bu girişimi tek bir sebebe bağlamak da gerçeklerle bağdaşmaz. Dini gerekçeler de bu sebeplerden biridir. Ancak emperyalist emeller, dini arzuların önünde engel teşkil etmez. Siyasi, ekonomik, kültürel yatırım ve yaptırımları da dini dizaynlarına paralel olarak pekâlâ işleyebilirler. Nitekim tarihte emperyalizmin, bazı zamanlarda misyonerizmin öncü kolu olarak çalıştığını söylemek mümkündür. Hatta bu projede dinden ziyade Emperyalist emeller birinci sıradadır. Ortadoğunun petrol havzası olması, Ortadoğu’nun enerji kaynakları, bunları küresel pazarlara açan ulaştırma hatları, Ortadoğu’nun su kaynakları, bölgedeki insan kaynakları, Amerika’nın iştahını kabartmaktadır. Ayrıca üç kıtaya yakınlığı bulunan Ortadoğuda Amerika üssü olması Amerika’nın dünyanın jandarmalığını yapması açısından önemlidir.

11 Eylül süreci, daha çok imparatorluk iştahını kabartan bir rol oynamış; stratejinin siyasete dönüşmesini mümkün kılmıştır. Küresel kapitalizmin kutsal mabetlerini hedef alan eylemin çapı ve faillerinin “radikal İslâmcı” bir kimlikle ilişkilendirilmesi, Ortaçağ’ın karabasanı olan “Haçlı ruhu”nun çağrılması için yeterli olmuştur.[11]

Bu sebeple tekrar hortlayan Haçlı zihniyetine yem olmamak için tüm Müslümanların birlik beraberlik içerisinde olmaları gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki Haçlı zihniyetinin, istedikleri ortamı oluşturabilmeleri için Müslümanların özelliklede Türklerin ilerlememesi gerektiğini düşünmektedirler. Daha doğrusu Türklerin yok olması gerekmektedir. Bunu gerçekleştirmeleri için de Misyonerlik, Ilımlı ve Radikal İslam, İnsan Hakları, Kürt sorunu .... vb kavramlar altında sinsi planlar yapmaktadırlar..[12]

 


HZ. İSÂ ALEYHİSSELÂMIN NÜZULÜ MESELESİ: DİNİ VE POLİTİK YAKLAŞIMLAR

Hz. İsâ aleyhisselâmın Nüzulü meselesi, İslam öncesinde dinlerde, kültürlerde, Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam geleneğinde bulunduğu gibi, genel manada “Kurtarıcı Mesih” anlayışı bazında her din, toplum ve kültürde isimleri farklı olmakla birlikte olduğu görülmektedir.

İlâhî dinlerde “Yahudilikteki Kurtarıcı” Davut soyundan gelecek ve Yahudileri Mutluluğa ulaştıracak Tanrı Krallığını kuracaktır.

“Hristiyanlıktaki Kurtarıcı” ise Mesih İsâ’dır. Ve ahir zamanda gelip Tanrı Krallığını Deccal’i yok ederek kuracak Milenyumu başlatacaktır.

İslamiyet’te ise “Nüzulü İsâ” meselesi ile ilgili Kur’ân-ı Kerimde ise bilgi bulunmamaktadır. Hadis külliyatında ise bu konuda rivayetler olsa da, bu rivayetlerin hem sened hem de metin açısından birçok zayıf yönleri olduğu bulunmaktadır.

“Kur’ân-ı Kerim ve hadis birbirine muhalif olmaz” kuralından hareketle Kur’ân-ı Kerim son rasülün ve nebinin Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem olduğu, O’ndan sonra nebi ve rasül gelmeyeceği ve her canlının fani olduğu ilkelerinden hareketle Nüzulü İsâ meselesinin olmayacağı belirtilmiştir. Bu nedenle İslam geleneğine bu meselenin daha çok diğer din ve kültürlerden geçtiği şüphesini uyandırmakta ve bu konudaki ortaklıklar bu şüpheyi kuvvetlendirmektedir.

Nüzulü İsâ Meselesini Siyasi ve politik olarak kullanan günümüz Hristiyan cemaatlerinden Evanjelizm, bu teolojiyi Küresel amaçlar için Bush’un önderliğinde Evanjelistlerin ve Fundementalist Hristiyanların Mesih’i Söylemini kullanmaları birçok amaçlara müstenit olduğu görülmüş ve şu sonuçlara ulaşılmıştır.

Aslında bu muhafazakâr grup Evanjelistlerin Yahudileri kollamalarının arkasında dünyanın Hıristiyanlaştırılması ideali yatmaktadır.

Ortadoğu'ya Yahudilerin yerleştirilmesi planlanarak o bölgedeki kaos ve kargaşadan da faydalanarak Hıristiyanların dünya misyonerlik faaliyetlerini rahatça yapmalarına katkı sağlanmak istenmiştir.

Evanjelik Hıristiyanların esas amacı, Yahudilerin dünya hakimiyetini gerçekleştirmek değil, bilakis Hıristiyanlığın ve Amerikalıların dünyaya tamamen hakim olabilmesi için Yahudilerden yararlanmaktır. Bunu Yahudiler biliyorlardı ama Yahudiler de Büyük İsrail’i gerçekleştirmek İçin Amerika’lıların desteğinden güç kazanıyorlardı. Bu sebeple Evanjeliklerle devamlı irtibat halinde oldular.

EVANJELİSTLER VE FUNDEMENTALİST GRUBLAR İÇİN ÖNEMLİ OLAN TEK ŞEY, BİR AN ÖNCE İSÂ MESİH'İN YERYÜZÜNE GELİŞİNİ GERÇEKLEŞTİRMEKTİR. Mesih'in yeryüzüne gelmesi ve "Bin Yıllık Tanrısal Krallığın" kurulması için ise dünyanın bir an önce Hıristiyanlaştırılması gerekmektedir. Onlara göre dünya Hıristiyanlığının önündeki en büyük engeli Müslümanlar oluşturmaktaydı. Yahudilerin arz-ı mev’udu üzerinde bulunan Müslümanlarla en iyi mücadeleyi verecek olan da hiç şüphesiz Yahudiler olacaktır. Kutsal Kitaba dayalı yenidünya düzeninin kurulması, İsâ Mesih'in dünyaya gelişi anlamına geleceği gibi beklenen kıyametin de kopuşu olacaktır. Dolayısıyla bu zannedildiği gibi "Yahudi Kıyameti" değil, bilakis bir Hıristiyan "Armegedonu" (kıyameti) olacaktır

11 Eylül 2001 tarihindeki ABD'ye yapılan terörist saldırılarından sonra yapılan istatistiklere göre Amerikan halkının % 50'si kıyametin kendileri hayattayken kopacağına inanmaya başlamıştır. Eskiden sadece marjinal gruplar bu arzu ve beklenti içerisindeyken, artık günümüzde dünyanın bilhassa da Amerika'nın yaşadığı bazı felaketler, insanları kıyametin kopacağına inandırmaya başlamıştır. Zaten Amerika Halkı devletin güttüğü siyaset yüzünden şu anda büyük bir kaos ve korku ortamı yaşamaktadırlar.

Hıristiyan yayılmasının önündeki en büyük engelin Müslümanlar, Müslümanlar içinde de Türkler olduğu düşünülmektedir.

Oysa bu dönemde Hz. İsâ'nın yeryüzüne gelebilmesi için dünyanın hızla Hıristiyanlaştırılması gerekmektedir. Zira dünyanın Hıristiyanlaşmasını sağlamadan İsâ Mesih'in gelişini beklemek hayal olacaktır. Bundan dolayı fundamentalist gruplar, Anadolu'nun parçalanmasını Armegedon (Kıyamet alameti) olarak algılamışlar ve bu düşüncelerini kutsal metinleri olan Yeni Ahit'in Vahiy Kitabı'nın 9. ve 16. bablarına dayandırmışlardır:

"Altıncı melek borazanını çaldı. Tanrının önündeki altın sunağın dört boynuzundan gelen bir ses işittim. Ses, 'elinde borazan olan altıncı meleğe, Büyük Fırat Irmağı'nın yanında bağlı duran dört meleği çöz' dedi. Tam o saat, gün, ay ve yıl için hazır tutulan dört melek, insanların üçte birini öldürmek üzere çözüldü ", "Altıncı melek tasını Büyük Fırat Irmağını boşalttı. Gündoğusundan gelen kralların yolu açılsın diye Fırat Irmağı kurudu... "

Buradaki İncil ifadelerinden anlaşılan mana şudur ki, Tanrının bizzat meleklerini kıyametin kopmasında görevlendirmiş olmasıdır.

Dicle ve Fırat ırmaklarının görevli melekler tarafından kurutulması ve bu bölgedeki kaosun ve savaşların ortaya çıkartılması ise kıyametin başlaması olarak algılanmaktadır. Türklerin Anadolu’yu fethi, İncil ifadelerinin kaleme alınışından bin yıl sonraya denk düşmektedir. Dolayısıyla bu ifadelerden, doğrudan Türkiye'nin parçalanması gibi bir mana çıkarmak zordur.

Ancak İncil'e göre kıyametin zuhurunda vuku bulacak hadiseler Anadolu topraklarında başlayacaktır. Anadolu’nun şu anki sakinleri Türklerdir. Günümüzde bazı Evanjeliklerin kıyametin kopmasını hızlandırmak için çırpınmalarının ülkemize zarar verme ihtimali vardır.

Büyük Ortadoğu Projesi, Evanjelik yenidünya düzenini gerçekleştirmede, Evanjelik Hıristiyanlarının Mesih planının en önemli sacayaklarından biridir.

Malum olduğu üzere Ortadoğu, büyük oranda Müslüman ülkelerden oluşmaktadır. Evanjelik Hıristiyanlara göre yenidünya düzeni kurabilmenin yolu Ortadoğu'dan geçmektedir. Çünkü İslam ülkelerinin gücü tamamen kırılmadan, güçsüz ve yetersiz hale getirilmeden, dünyaya şekil vermenin zor olduğu düşünülmektedir. Günümüzde Müslüman ülkelerin görünürde çok fazla güçlü olduklarını da söylemek zordur. Ancak Evanjelik kurguya göre, Müslüman ülkelerin İslam'dan aldıkları ilhamla kendilerine yeniden çeki düzen verebilmesi ve güç birliği yapmaları da ihtimal dâhilindedir; Yenidünya düzeni kurma arzusundaki Evanjelikler, bu ve buna benzer pek çok ihtimali de hesaplamaktadırlar, ince eleyip sık dokumaktadırlar.

Irakla başlayan sözde demokratikleştirme hareketi, dalgalar halinde bölge ülkelerine de kaydırılmaya çalışılmaktadır. Unutmamak gerekir ki Türkiye de bu ülkelerden birisidir. Dolayısıyla gönlümüz hiçbir zaman arzu etmese de Türkiye de, komşularının kaderini paylaşmak durumunda kalabilir. Temennimiz ülkemizin başına asla bir belanın gelmemesidir; ancak temenniler olacakları önlemeye yeterli de olmayabilir. Yani çok dikkatli ve tedbirli olmalıyız., böyle bir tehlike ile karşı karşıya kalmamamız için bütün alanlarda çalışmaya devam etmeliyiz.

Büyük ülkelerin tek bir sebep ve gerekçeyle Ortadoğu'ya çeki düzen vermeye çalışmaları da düşünülemez ve bu girişimi tek bir sebebe bağlamak da gerçeklerle bağdaşmaz. Dini gerekçeler de bu sebeplerden biridir. Ancak emperyalist emeller, dini arzuların önünde engel teşkil etmez. Siyasi, ekonomik, kültürel yatırım ve yaptırımları da dini dizaynlarına paralel olarak pekâlâ işleyebilirler. Nitekim tarihte emperyalizmin, bazı zamanlarda misyonerizmin öncü kolu olarak çalıştığını söylemek mümkündür. Hatta bu projede dinden ziyade Emperyalist emeller birinci sıradadır. Ortadoğunun petrol havzası olması, Ortadoğu’nun enerji kaynakları, bunları küresel pazarlara açan ulaştırma hatları, Ortadoğu’nun su kaynakları, bölgedeki insan kaynakları, Amerika’nın iştahını kabartmaktadır. Ayrıca üç kıtaya yakınlığı bulunan Ortadoğuda Amerika üssü olması Amerika’nın dünyanın jandarmalığını yapması açısından önemlidir.

11 Eylül süreci, daha çok imparatorluk iştahını kabartan bir rol oynamış; stratejinin siyasete dönüşmesini mümkün kılmıştır. Küresel kapitalizmin kutsal mabetlerini hedef alan eylemin çapı ve faillerinin “radikal İslâmcı” bir kimlikle ilişkilendirilmesi, Ortaçağ’ın karabasanı olan “Haçlı ruhu”nun çağrılması için yeterli olmuştur.[13]

Bu sebeple tekrar hortlayan Haçlı zihniyetine yem olmamak için tüm Müslümanların birlik beraberlik içerisinde olmaları gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki Haçlı zihniyetinin, istedikleri ortamı oluşturabilmeleri için Müslümanların özelliklede Türklerin ilerlememesi gerektiğini düşünmektedirler. Daha doğrusu Türklerin yok olması gerekmektedir. Bunu gerçekleştirmeleri için de Misyonerlik, Ilımlı ve Radikal İslam, İnsan Hakları, Kürt sorunu .... vb kavramlar altında sinsi planlar yapmaktadırlar. Bu sinsi planlara karşı uyanık olmak lazımdır. Ve kendimize ait değerlere sahip çıkarak küresel güçlerin oyunlarına gelmemeliyiz.

Kaynak:

Mehmet AKBEN; Hz İsâ’nın Nüzulü Meselesi: Dini Ve Politik Yaklaşımlar, T.C. Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı, Master Tezi, Ankara - 2007

 



[1]   Dreyfus Davası: Yahudi asıllı bir Fransız topçu subayı olan Alfred Dreyfus’un Almanya lehine casusluk yaptığı iddiası ile yargılanması ve mahkûm edilmesi (1894) ile başlayan, müteakiben yargılamanın usulüne uygun yapılmadığının ve Dreyfus’un masum olduğunun anlaşılması ile sonuçlanan (1899) dava. Bu olay Fransız kamuoyunda geniş yankı uyandırmış ve dava sürecinde yapılan usulsüzlükler Fransa’daki Yahudi karşıtlığı ile yakından ilişkilendirilmiştir.

[2]    Balfour Deklarasyonu: İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Balfour’un Yahudi iş adamı Lord Rothschild’a hitaben yazdığı ve İngiltere Hükümetinin Filistin’de bir Yahudi Devletinin kurulmasına sıcak baktığı, bu amaca ulaşmak için de gereken kolaylıkların gösterileceğini ifade ettiği mektup (1917). Söz konusu mektup, Filistin’de bir Yahudi Devleti kurulması yönünde yapılan hazırlıklar ve gösterilen çabalar kapsamında önemli bir tarihi belge olarak kabul edilmektedir.

[3]  MICHMAN Dan, “A Historical Look at Religious Zionism”, Bar Ilan Üniversitesi web sitesi, http://www.biu.ac.il/Spokesman/Tolerance/michman.htm

[4]  Koşer : Dini kurallara uygun yemek/yiyecek kuralları.

[5]    Sabath : Yahudilerin Cuma günbatımından başlayarak cumartesi günbatımına kadar süren ve bu süre zarfında iş yapılmasını yasaklayan dini tatil/kurallar.

[6]   ÇAĞLAYAN Selin, İsrail Sözlüğü, İletişim Yayıncılık, İstanbul, 2004, s.385

[7] http ://www.jewishvirtuallibrary. org/j source/Zionism/Practical_Zionism.html

[8]   ÇAĞLAYAN Selin, İsrail Sözlüğü, İletişim Yayıncılık, İstanbul, 2004, s.386

[9] Ortodoks nedir?

yunanca "orthos" sözcüğünün karşılığı “ doğru”, “doksa” ise “inanç” demektir. böylece “orthodoks”un karşılığı da “ doğru inanç” anlamına gelmektedir

batı dillerinde sünnî müslümanlar için de doğru inanç sahibi anlamında "ortodoks" terimi kullanılır. hristiyan dünyasında hatalı olduğunu ve doğru görüşten saptığını kabul etmeyen hemen her kilise, bir bakıma kendisini "ortodoks" diye tanıtır (bertholet, wörterbuch der religionen, stuttgart 1962, s. 202).

[10] Ozan YALÇIN, İsrail Devletinin Dış Politik Tercihlerinin İç Politik Dinamikler Çerçevesinde İncelenmesi, T.C.Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslar Arası İlişkiler Anabilim Dalı, ,Yüksek Lisans Tezi, Ankara-2007

[11] Esat ÖZ : “Küresel İmparatorluk Stratejisinin Bir Aracı Olarak Din ve “Ilımlı İslâm” Projesi” 2023 dergisi 06 / 04/ 2005.

[12] Mehmet AKBEN; Hz İsâ’nın Nüzulü Meselesi: Dini Ve Politik Yaklaşımlar, T.C. Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı, Master Tezi, Ankara - 2007

[13] Esat ÖZ : “Küresel İmparatorluk Stratejisinin Bir Aracı Olarak Din ve “Ilımlı İslâm” Projesi” 2023 dergisi 06 / 04/ 2005.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar