FALSCHER BEKENNER (2005) (Sahte İtiraflar)
Yönetmen:
Christoph Hochhäusler
Tür:
Drama
Konu : “Kayıp gençliğinin varolma çabası”
On
sekiz yaşında, okuldan yeni mezun Armin, annesinin aşırı iyi niyeti, babasının
ondan beklentileri ve banliyö hayatının ölümcül sıkıcılığıyla yavaş yavaş
boğulmaktadır. Kişisel deneyimlerini yaşamayı ve kendini bulmayı arzulasa da
her şeyin kendi düzenini sürdürdüğü banliyö dünyasında kıstırılmıştır. Ve bir
de kız arkadaşı Katja vardır... Güzel, gururlu, elde edilemeyen Katja... Armin
kendini kaybetmeye başlar. Tanık olduğu kazaları, gazetede okuduğu olayları,
ismini vermeden üstlenir. Bu iş bir oyun gibi başlasa da kısa sürede bir
tutkuya dönüşür. Suçları yalnızca üstlenmek artık yeterli değildir...
Süre:
:90 dk / Almanya
Oyuncular:
Constantin von Jascheroff, Manfred Zapatka, Victoria Trauttmansdorff, Nora von
Waldstätten
Christoph
Hochhausler, Almanların son dönemde
yetiştirdiği ilginç ve gelecek vaat eden yönetmenlerden biri. Pek çok Alman
yönetmen Hitler’den alınan ağır mirasa, bu mirasın ağırlığını kaldıramayan ve
bu mirasla yüzleşmek istemeyen Almanların hissiyatlarına ya da Doğu-Batı
Almanya ayrımının yarattığı sonuçlara değinmeyi tercih ediyor. Fakat Hochhausler
filmlerinde, modern yaşamı ve modern yaşamın içindeki yabancılaşmış insanları
anlatıyor. Bu yüzden filmlerinde Almanlara özgü durumlardan çok, çağımıza özgü
insanlık hallerini gözlemlemek mümkün.
“Güvendiğim
tek şey, her şeyin kurgu olduğudur.”
Hochhausler’in ikinci
uzun metrajlı filmi olan Falscher Bekenner, aslında içinde pek çok
filmden parçalarda bulabileceğimiz karmaşık bir film. Filmi ayrıntılarıyla
çözümlediğimizde zengin bir filmle karşı karşıya olduğumuzu anlasak da, filmde
ele alınan tüm öğelerin genel çerçeveye kusursuz biçimde oturtulduğunu söyleyemeyiz.
İlk olarak Hochhausler, baş karakteri Armin’in kendi içsel
yaşantısını izleyicilerine sunuyor. Armin, vaktinin çoğunu
evinde bilgisayar başında geçiren, pek fazla arkadaşı olmayan, iş başvuruları
yapmasına rağmen bunlara olumlu cevap alamayan, iki abisinin yanında sürekli
kendini ezik hisseden ve dış dünyanın gerçekliğini umursamayan, sıradan bir
ergen. Dış dünyanın kendisine dikte edilen gerçeklik anlayışına karşın,
kendi iç dünyasında yaşamayı tercih eden yalnız bir karakter. Yönetmenin
filmin “ana ekseni” dediği, karakterinin kurgusal olanla çatışması da buradan
kaynaklanıyor. Sosyal hayatta istediği statüyü bir türlü elde edemeyen ve
evinde ağabeylerinin arkasında kalan Armin, bir süre sonra bu
gerçeklikten kopuyor ve kendi gerçekliğinde yaşamaya başlıyor. Dış dünyanın
gerçekliği ne yazık ki Armin’e uymuyor ve Armin’in temel problemi
de bu noktada başlıyor. Onun karakterini şekillendiren bu çatışma (Armin’in
içsel dünyasıyla dış dünyanın çatışması) daha sonra, onu tıpkı Martin
Scorsese’nin Taxi Driver’ındaki psikopat karakteri Travis’in
çözülüşüne benzer bir sürece götürüyor. Travis nasıl Taxi Driver’da
kız arkadaşını porno filme götürmeyi teklif ediyorsa, Armin’de kız
arkadaşına sevgisini ifade ederken ona benzer bir şekilde, “Mastürbasyon
yaparken sürekli seni düşünüyorum.” ifadesini kullanıyor. Sosyal hayata
alışamayan ve dahası sosyalliği kabullenmeyen, “sosyopat” diye tabir
edebileceğimiz bu karakter özelliğini Falscher Bekenner’de de görüyoruz.
Gerçekliği başkalarının yarattığı kurgular olarak düşünen yönetmen, Armin’i
de kurguyla çatışma halindeki birey olarak filminin merkezine yerleştiriyor.
İlgi
duymuyordum.
Hiçbir şeye
ilgi duymuyordum.
Nasıl
kaçabileceğime dair hiçbir fikrim yoktu.
Diğerleri
yaşamdan tat alıyorlardı hiç olmazsa.
Benim anlamadığım
bir şeyi anlamışlardı sanki.
(Charles
Bukowski)
Armin’in iç
çatışması sürerken, filmde bir çatışma yokmuşçasına Gus Van Sant’ın Elephant’ına
benzer bir şekilde sakin sakin ilerlemeyi sürdürüyor. Filmin atmosferi dışında,
yönetmenin Armin’e yaklaşımı da ister istemez akıllara Elephant’ı
getiriyor. Armin’in günlük yaşamındaki ufak ayrıntıları onu takip ederek
bizlere sunan yönetmen, bizi de Armin’in etrafındaymış gibi
hissettiriyor. Böylece hikâyenin kurgusal yanından sıyrılıp, Armin’i bir
öykü karakteri gibi değilde, yaşamın içinden sıradan bir birey gibi görmemizi
sağlıyor. Normal hayatta birini izlerken neler öğrenebiliyorsak, Armin
hakkında da o kadarını öğrenebiliyoruz. Ne bir dış ses, ne bir iç ses ne de
başka birinin Armin’i açıklayan bir diyaloğu yok. Bütün bunlarda,
yönetmenin kesin ve ucu sivri yanıtlar vermeye çalışmadan, gelişen olaylar
çerçevesinde karakteri bizim yorumlamamızı istediğini gösteriyor. Bu öznellik
ve bu doğrultuda verilen boşluklarla, filme eklenen eksenler kimi zaman çatışma
içine de girmiyor değil. Özellikle gerçek ve kurgu arasındaki ayrımının
verilmek istendiği, araya bir de modern yaşamdaki insanların maskelerinden
bağımsız olmadıklarını gösteren Armin ve Ulrich’in yüzlerine
maske takarak konuştukları sahne oldukça garip. Bu sahnede, bir yandan Armin
iş görüşmesinde herkes gibi yüzüne maskesini takarak kendi gerçekliğinin
sınırlarından çıkıyor. Öte yandan da maske taktığı halde kendini, yine kendi
içsel dünyasıyla ifade ediyor. Bu görüşme sırasında yüzlerdeki maskelerde
toplumsal gerçekliğin (bize dayatılan kurgusal dünyanın) duvarlarına işaret
etmekteler. Sekans süresince bu sahnelerin düş mü yoksa gerçek mi, mesaj
kaygısı taşıyor mu yoksa sıradan bir iş görüşmesi mi gibisinden sorulara cevap
bulmak oldukça güç.
Yönetmen
toplumsal maskelere eleştirisini yaparken, abisinin Armin’e verdiği
“felsefik” tavsiyelerde bunların ayrıntılarını gözlemleyebiliriz. İş bulmak
için Armin’in kendisini pazarlaması gerektiğini savunan abisi, aslında
modern toplumda herkesin sahip olduğu maskelere de göndermede bulunuyor. Toplumsal
normlara göre kendisine bir maske belirlemesini ve bu maske sayesinde iş
bulacağını öğütleyen abisi, aynı zamanda Armin’i günümüzün kurulu
düzeninde bir piyon haline getirmeye çalışıyor. Ray Bilington’ın sözü bu
durumu çok iyi özetler nitelikte; “Modern toplumda; yaratıcılık yerini can
sıkıntısına, kutsallık umutsuzluğa, eğitim uyuma bırakmıştır.” Bu yer
değiştirme sürecine karşı koymak için kendi içsel dünyasına kaçan Armin,
çevresinin baskısı dışında ailesinin korumacı tutumlarına da maruz kalıyor.
Yönetmenin
bir diğer sorunu da orta sınıf, steril ve rahat yaşayan Armin’in ailesi.
Filmde gerçekliği Armin’e dayatan en etkin gücün ailesi olduğunu
görüyoruz. Onun davranışlarını iyi ve kötü diye sınıflandıran, onu yaptığı daha
doğrusu yapamadığı şeylerden dolayı yargılayan ve diğer çocukları gibi olmasını
arzu eden ailesi, aynı zamanda sevgi dolu ve dışarıdan sorunsuzmuş gibi
görünmesine rağmen, içten içe çürüyen, kurgusal gerçeklik içinde yaşayan
insanlarında birer prototipi. Ailesinin onun üzerine düşmesi ve onu sürekli
denetim altında tutması, onu da kendi gerçeklik anlayışlarının içine çekme
çabaları, Armin’in kendi içsel dünyasına kaçışını kolaylaştıran
etkenlerden biri. Onlar Armin’in üzerine düştükçe, Armin
özgürlüğünü kaybederek kendi dünyasının derinliklerine kaçmaya çalışıyor.
Kendi
kimliğini bir türlü gösteremeyen, yaşadığı gerçeklikle uyum sağlayamayan ve
yakınlarının baskılarıyla bunalan Armin’de bir noktadan sonra Elephant’ın sıradan
ve kafası karmaşık gençlerine benzer şekilde bir dizi şiddet eylemi planlıyor.
Gerçeklikle çatışması artık bastırılamaz boyutlara geldiğinde ise, bu planları
uygulamaya geçiyor. Bu eylem anları ise, filmin en muğlak anları olarak göze
çarpıyor. Tıpkı Taxi Driver’ın Travis’ine benzer biçimde, Armin’de
Katja’yla birlikte olma çabaları sekteye uğradığında kontrolden çıkıyor
ve artık kendi iç dünyasındaki özgürlükte ona yeterli olmuyor. Bununla başa
çıkamıyor ve içindeki çatışmayı dışa yansıtacak, kendi gerçekliğini
hatırlatacak ve medyada kabul görecek eylemlerde bulunuyor. Onun bu çabası,
aslında kendi gerçekliğini dış dünyaya yansıtabilmesinin tek yolu. Şiddet,
tıpkı Taxi Driver’ın Travis’i gibi bir iletişim şekli haline
geliyor. Brecht’in bir dizesi aslında bütün bu arızalı karakterlerin
eylemlerini açıklar nitelikte; “Sanki yaşamamışım bu dünyada, hiç
yokmuşum.” Hepsinin eylemi kendi varlıklarını, kendi
öznelliklerini ve kendi seslerini duyurma çabaları. Nietzscheci bir
yaklaşımla kimse seni dinlemiyorsa, seninde en doğal hakkındır, bağırmak. Ve
onlarda bağırıyorlar varlıklarını, haykırarak gösteriyorlar yaşadıklarını…
Evet yazıyı
toparlayarak bir sunum yapmanın zamanıdır, sanırım. Falscher Bekenner
günümüz toplumsal hayatının önemli noktalarına değindiği gibi, içsel ve dışsal
dünyanın çatışma alanını kendine merkez seçmiş, sakin ve yorumlamaya açık bir
film. Ama yazının başlarında dediğim gibi, film çok dağınık ve bahsi geçen
konulara yabancı olan seyircilerin fazlaca sıkılacağı ve yönünü kaybedebileceği
bir yapıya sahip. Sartre’ın Bulantı’nın girişinde sunumunu
yaptığı gibi, “Toplumsal önemi olmayan bir kimse bu…” bahsi
geçen Armin. Ve bu hikâyede, toplumsal olanla kişisel olanın mücadelesi…
Maskelerin, soğukluğun, yapaylığın ve tüketimin egemen olduğu bir toplumun
tersten okunması…
“Toplum
nasıl bir kavramdır ki, yeri geldiğinde sınırların belirlenmesi ve eksiklerin
giderilmesi için suça ihtiyaç duyulur. İç dünyada uyanan suç işleme isteği,
toplumun suçuysa eğer, suçluya cezayı veren gene neden toplumun kendisidir.
Suçlu, toplum düzeni için ve bireysel karmaşasının ortadan kalkması için
kendini feda edendir.” (Karamazov Kardeşler-Dostoyevski)
ALINTI:
(http://forum.yedincigemi.com/index.php?showtopic=117)
Yukarıda
film hakkında yapılan yoruma şunları eklemek istiyorum. Günümüz çocukları “Armin”den
pek fazla farklı bir hayata sürüklenmedikleri gibi, taş atarak, eylemlere katılarak
gelecekleri mahvedildiği görülünce üzülmemek elden gelmiyor.
Filmde
geçen iki diyalogta günümüzdeki bazı olayların tercümanı olmaktadır.
"Striesow"
adındaki dükkânı duydunuz mu?
Boyacı.
Evet.
Dükkanın
sahibi geçenlerde anlattı. Arada çocukları topluyorlarmış. Çocuklar gidip
duvarlara graffiti (duvar yazısı- resim)
yapıyormuş.
Haydi
canım!
Bu
da sonra yazıları kapatma işini alıyormuş.
Çocuklara graffiti yapsınlar diye para mı veriyormuş?
Evet,
çocuklara duvarları berbat etmeleri için para veriyor daha sonra da kapatmak
için para alıyor. Bizim ödediğimiz
vergilerden!
Bu
gerçek mi baba?
-Evet. İnanamıyorum. İnanılmaz bir şey!
**
"Sahte
İtirafçı" bu haberi okudunuz mu?
"Sahte
İtirafçı: Aramızda yaşayan bir asalak".
Asıl
okumak istediğim kısım şu:
"İlginç
olan şu ki: suçlular bu yerleşim
bölgesini polisten kaçmak çok kolay olduğu için tercih ediyorlar.
-Bence
bir bakıma haklılar.
-Bence
de.
-Katılmıyorum.
-Niçin?
-"Terör
kapımızda".
-Evet,
ama bizim kapımızda değil. "Terör
kapımızda!" Gerçekten. Nasıl
başlık bu?
"Terör
kapımızda".
Gülüyorsunuz
ama bence esas amaç bu değil.
Peki
esas amaçları ne?
KORKU. KORKU YARATMAK.
Eğer
bu kadar küçük bir kasabaya bile saldırıyorlarsa her yere saldırabilirler. Bence verilmek istenen esas mesaj bu.
Açıkçası
ben hiç korkmuyorum. Düşünsenize trafik
kazalarında günde kaç kişi ölüyor.
Saçmalama.
Bir trafik kazasında beş kişi ölür, altı bin değil.
Tamam
ama, bütün kazaları toplarsan altı bin eder.
İkisi mukayese edilemez.
İstatistiksel dayanağı yok.
Sonra da şöyle yazmışlar;
"Buranın
tek çekici yönü otoyola bağlantısıymış."
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar