KADER AJANLARI
Tür
: Bilim Kurgu /
Romantik
Gösterim
Tarihi : 4 Mart 2011
Yönetmen
: George Nolfi
Senaryo
: George Nolfi , Philip K.
Dick (Kitap)
Yapım
: 2010, ABD
OYUNCULAR
Matt
Damon (David Norris),
Emily
Blunt (Elise Sellas) ,
Terence
Stamp, Daniel Dae Kim, John Slattery
Philip
K. Dick’in 'Adjustment Team' adlı kısa öyküsünden uyarlanan filmde,
birbirlerini seven bir politikacı ve bir balerinin, bir araya gelmelerini
engellemeye çalışan gizemli güçlere karşı verdiği mücadele konu ediliyor.
Filmin
konusu ile verilen kader –özgür irade ikilemi içerisindeki insanın
durumuna etki eden gizli güç bir yerde Allah Teâlâ, bir yerde melekler,
bir yerde gizil insanlar ve insanlar şeklinde işlenmektedir.
Film
kader yorumlaması için seyredilmesi gereken filmlerdendir. Bu şekilde kader
konusunda bazı değişik fikirlere kapı açmış olursunuz.
Bize
göre sanki film İslam literatüründeki “RİCÂLÜ’L-GAYB ERENLERİ” konusu
için çevrilmiş bir yapıt olduğunu söyleyebiliriz. Senaryosu içerisinde çok
güzel işlenmektedir. Görünüşte başka bir dünya veya bilim kurgu havası
veriyorsa da tasavvufî içerikli bir film olduğunu söyleyebilirim.
Filimdeki
dikkat edeceğimiz bazı kısımlar:
1-David
Norris’in görmemesi ve bilmemesi gereken bir olayı görmekle gizem açığa
çıkıyor. Gizemli gurup aralarında ne yapmak gerektiğini konuşuyorlar.
Ne
yapmak istiyorsun?
Onu
sıfırlamalıyız.
Kitaba
başvurun. (Kader Kitabı)
Şaka
mı yapıyorsun? Bunun için Başkan'ın izni gerek. (İleride anlaşılacağı şekilde
her gurubun lideri)
-
İzin alın o zaman. - Al sana izin.
Başkan'ın sıfırlamayı kabul etmesi imkânsız.
Bu senin hatan.
-
Sana kitap vermesinin imkânı yok. - Seçeneklerim neler?
****
2-David
Norris’in olayı anlaması için alt seviyeninin lideri Richardson açıklama
yapıyor.
“Kaçacağını
bilmiyordum mu sanıyorsun?
Ben
aklını okuyabilirim.
Evet
cidden. Bir renk seç. Mavi. Bir numara
tut. . Şimdi neden hâlâ kaçmayı
düşünüyorsun? Burada neler oluyor hiç
anlamıyorum.
Ama
sen varlığından haberdar olmaman gerekirken perde arkasını gördün. Çok sarsıcı olsa gerek. Bu senin hatan
değil. Bugün izlediğin yolun
düzenlenmesi gerekirdi. Bu sabah parka
girdiğinde kahveni dökmen gerekiyordu.
Sonra üstüne değişmek için yukarı çıkıp otobüsü kaçırman ve bundan
dakika geç işe gelmen gerekiyordu.
-
Biz de gitmiş olacaktık. - Kahvemi dökmem mi gerekiyordu?
Biz
buna "düzenleme" diyoruz. Bazen insanlar kahvelerini dökünce
ya da internet kesildiğinde ya da anahtarlarını bulamadıklarında bunun
şanslarının bir parçası olduğunu sanırlar.
Bazen öyledir de. Ama bazen bizim işimizdir. Bizim insanları plana doğru
dürtüklememizdir. Bazen dürtüklemek
yetersiz kalınca yeniden ayarlama takımımız yetkilendirilir. Müdahale ekibimizi salarız. Ve onlar senin
için fikrini değiştirirler. Arkadaşın
Charlie'ye yaptığımız gibi. Bu arada
kendisi iyi. Onun için endişelenmene gerek yok. Şimdi gitmene izin vereceksem anlaman
gereken bir mevzu var. Peki. Bugün gördüklerini gören çok az insan var.
Ve böyle kalması konusunda kararlıyız. Eğer
varlığımızı ifşa edersen hafızanı sileriz.
Müdahale takımı duygularını hatıralarını sıfırlar. Tüm kişiliğin
silinir. Arkadaşların ve ailen delirdiğini düşünür. Hiçbir şey düşünemezsin.
Anlıyor musun? Bizim hakkımızda bir kelime bile etmeyeceksin. [1]
***
3-Yeniden
ayarlama işlemi insanların mantığında çok küçük değişiklikler yapar. Duygusal
kişilikte bir değişiklik yapmaz. Bu çok zorlama olur. - Yetkilendirme dedin
kimden yetkilendirme? - Başkan'dan. - Başkan mı? - O sadece bizim kullandığımız
bir isim. Siz başka birçok isim kullanıyorsunuz. Burada konuşamayız.
***
4-Biz
sadece seni planda tutmak üzere buradayız. Sadece buna yetkimiz var. Bana
bunları söyleyebiliyor musun? Yani şu an beni takip ediyorlar mı? Tüm Dünya'yı
gözetlemek zorundayız. Her zaman herkesi takip edecek insan gücümüz yok. Ve
suyla ilgili bir şey var. Seçimlerini okuma yeteneğimizi etkisiz kılıyor. - Sen
bir melek misin? - Bize öyle de denmişti. Biz daha çok insanlardan çok daha
uzun yaşayan istihbarat ajanları gibiyiz.
***
5-Dalgalanmanın
sınırına vurdun. Tebrikler. Mevzu üst kata taşınacak. Thompson
(ünlü kimse- erkek ilk isim-lidere uygun isim) arıyor. Neyle karşı karşıya
olduğuna dair en ufak bir fikri yok. Hadi biraz yürüyelim. Aralarındaki sıkı
bağ sabit büküm noktaları var. Sen onları kere ayırdın. Ama şans onları bir
araya getirdi.
***
6-Benim
adım Thompson. Özgür iradeyi daha önce denedik. Birbirinizi avlayıp
cesetleri Roma İmparatorluğu kadar dizmenizi engelledikten sonra geri çekildik.
Kendi başınıza nasıl idare edeceksiniz bakalım dedik. Bu bizi yüzyıl boyunca
karanlık bir çağa soktu. Ve sonunda tekrar devreye girmeye karar verdik. Başkan
bisikletinizden ek tekerleri tekrar almadan önce bisikleti nasıl süreceğinizi
öğretmemiz gerektiğini düşündü. Biz de sizin umutlarınızı artırdık Aydınlanma Çağı’nı
Bilimsel Devrim'i verdik. Yıl boyunca size içinizdeki dürtüleri mantığınıza
göre kullanmanızı öğrettik. Ve 'da tekrar geri çekildik. Yıl içinde bize. Dünya
Savaşı’nı depresyonu faşizmi soykırımı getirdiniz. Ve Küba füze kriziyle
dünyayı yıkımın eşiğine getirerek son noktayı koydunuz. O anki karar siz bizim
bile düzeltemeyeceğimiz bir şey yapmadan önce tekrar devreye girmemiz idi.
Özgür iraden yok David. Özgür iradenin dış görünüşü var. Buna inanmamı mı
bekliyorsun? Her gün kendi kararımı veriyorum. Hangi diş macununu kullanacağın
ya da yemekte ne içeceğin konusunda özgür iradeni kullanıyorsun ama insanlık
önemli şeyleri kontrol altında tutmak için yeterince olgun değil.[2]
***
7-Harry
İsimli gizemli görevli filmi şu şekilde finalle kapatır.
Eğer
ulaşsanız kaderinizi değiştirebileceğinizi ya da kendiniz yazabileceğinizi mi
sandınız? İşler böyle yürümez. Ve size neden olduğunu söyledim.
Thompson'un
bile patronu vardır. [3]
Gerçi
o(başkan) adamla tanıştın ya da
kadınla.
Herkes
tanışmıştır.
Başkan
herkese farklı şekillerde gelir bu yüzden insanlar bunu nadiren fark eder. Yani
bu bir çeşit test miydi? Bir bakıma tüm bunların hepsi birer test. Herkes
için.
Düzenleme
Bürosu üyeleri için bile.
İkinizin
arasındaki bu durumun plan için ciddi bir sapma olacağını söylüyor. Bu yüzden
de Başkan onu tekrar yazdı.(Kader)
-
Pekâlâ ya şimdi ne olacak?
-
Şimdi merdivenleri kullanabilirsiniz. Bir sürü insan onlar için
düzenlediğimiz çizgide yaşar. Başka bir tane keşfetmeye çok korkarlar. Ama
arada bir de sizin gibi insanlar ortaya çıkar ve yolunuza koyduğumuz engelleri
ortadan kaldırırsınız. Özgür iradenin bir armağan olduğunu fark eden insanlar
uğruna savaşmadığı sürece onu kullanmasını bilemeyecek. Sanırım Başkan'ın asıl
planı buydu. Belki de bir gün planları biz yazmayız siz yazarsınız.
Filimdeki
geçen kişilerin RİCÂLÜ’L-GAYB ERENLERİ olduğu fikriyle senaryoda bahsedilen konun mistik
literatürden alındığını daha güzel anlayacağız.
RİCÂLÜ’L-GAYB
ERENLERİ
Ricâlü'l-gayb
kavramı, rical ve gayp kelimelerinden oluşan Arapça bir tamlamadır. Rical, Arap
dilinde erkek insan, adam manalarına gelen, "racül" kelimesinin
çoğuludur. Kur'an-ı Kerim'de çoğunlukla bu anlamda kullanılmakla birlikte
cinler için kullanıldığı yerler de bulunmaktadır.
Gayb
kelimesi ise sözlükte; şek, (kuşku, şüphe) gözlerden uzak olan, görülmeyen yer
ve nesne mânalarına gelmekte olup ıstılahta, müşahede edilenin mukabili olarak
gözden uzak, duyuların idrak alam dışında ve akılla anlaşılamayacak kadar gizli
olan varlık manalarına gelmektedir. Böylelikle gayp akıl ve idrak dışı
varlıkları kapsamaktadır.
Rical
ve gayb kelimeleri Kur'an-ı Kerim'de ayrı ayrı birçok yerde kullanılmaktadır.
Ancak "ricâlü'l-gayb" şeklinde bir terkib Kur'ân-ı Kerim'de
geçmemektedir.
Mutasavvıflar
tarafından tasavvuf geleneğinin önemli özelliklerinden biri olarak görülen bu
inanç, kelime olarak "gayp adamları" anlamına gelip,
tasavvufta âlemin düzenini sağlayan bir silsileyi ifade eder.
Gayb
erenleri veya bilinmeyen hak dostları anlamlarına da gelen bu kişiler, dünya
ilgilerinden kurtularak kendilerini Allah Teâlâ yoluna adamış ve dünyayı idare
ettiği düşünülen sûfîler topluluğudur. Bunlar, ricâlullah, merdân-ı hudâ,
merdân-ı gayb ve hükümet-i sûfiyye gibi terimlerle de ifade edilir.
Bazılarına göre bu kavram, tasavvuftaki Allah Teâlâ dostluğunun gizliliğine
dikkat çekmektedir.
Mutasavvıflara
göre her ne kadar veliler birbirlerini tanıyıp bilseler de, sıradan insanların
gözlerinden bir örtü ile ayrılmaktadırlar.
Allah Teâlâ, dostlarını dünyada gizlemektedir. Dünya, bütünlüğünü görünmeyen bu
velilere borçludur. Allah Teâlâ, dünyanın cismani düzenini sağlamak için bazı
insanların çeşitli görevler üstlenmesini takdir ettiği gibi, âlemdeki mânevi ve
rûhânî düzenin korunması için de sevdiği bazı kullarını vazifelendirmiştir. Bu
kimseler gizli olduklarından dolayı kendilerinden başka kimse onların hallerine
vâkıf olamaz. Herkes tarafından kolayca tanınmadıkları ve gizli olan
hakikatlere vakıf olduklarından dolayı ricalü'l-gayp olarak
isimlendirilmişlerdir.
Gökten
yağmur onların bereketleriyle iner,
Yerden
otlar onların himmetiyle biter,
Kâfirlere
karşı müslümanlar onların takviyeleriyle zafer kazanırlar.
Sûfilere
göre, bu hiyerarşik yapı kendi içinde irtibatlı halinde olup, zaman ve mekânın
rahatsız edici hâlleri onları engelleyemez.
Zira onlar dünyanın her tarafından göz açıp kapayıncaya kadar denizleri, dağlan
ve çölleri kolaylıkla aşarak bir araya gelirler. Dünya, bütünlüğünü görünmeyen
ve çeşitli mertebelerde bulunan velilerin varlığına borçludur Bu mertebeler
merdivenin birbiri ardından gelen basamaklanın varisler (ebdâl), direkler
(evtâd), sütunlar (amâid) v.s. oluşturmakta, ve en son basamakta ise
çevresinde bütün kainatın döndüğü kutup (kutb) bulunmaktadır. Eğer bu
manevî yapı olmasaydı kâinat paramparça olurdu.(!)
Sûfîler
bu manevî teşkilatın kendi içerisinde hiyerarşik bir yapı arz etmekte olduğunu
söylemektedirler. Bu yapılanmadaki tertip kaynaklarda farklı şekillerde
sıralanmaktadır.
Bir
sıralama örneği şekildedir.
1.
İmâmân: Her çağda iki kişidir.
2.
Evtâd: Dört kişidir. Kadınlardan da olabilir.
3.
Abdal: Yedi kişidir.
4.
Nukabâ: Her asırda on iki kişidir.
5.
Nücebâ: her asırda sekiz kişidir.
6.
Havâriyyûn: Her asırda bir kişidir.
7.
Recebiyyûn: Her dönemde kırk kişidir.
8.
Hatm: Bütün zamanlarda tek kişidir.
9.
Rukabâ: Hz. Âdem’den kıyamete kadar çok sayıda kişidirler.
10.
Kırklar
11.
Yediler
12.
Beşler
13.
Üçler
14.
Birler
15.
Ricâlü’l-Gayb: On kişidir.
16.
Zühhâd: On sekiz kişidir.
17.
Ricâlü’l-Fütüvve: Sekiz kişidir.
18.
Ricâl-i Hannân veya Ricâl-i Atf: On beş kişidir.
19.
Ricâlü’l-Heybet ve’l-Celâl: Dört kişidir.
20.
Ricâlü’l-Feth: Yirmi dört kişidir.
21.
Ricâl-i ‘Ulâ: Yedi kişidir.
22.
Ricâl-i Tahtaşfil: Yirmi bir kişidir.
23.
Üç Veliyy-i Vâsıl (Âlî bunlar için özel bir isim kullanmıyor.)
24.
İlâhiyyûn-ı Rahmâniyyûn: Üç kişidir.
25.
Bir zât-ı pâk
26.
Bir zât-ı Azîmü’ş-şân
27.
Bir zât-ı şerîf
28.
Sakît-ı Refref
29.
Ricâlü’l-Gınâ: Her asırda iki kişidir.
30.
Ricâl-i Ayne’t-Tahkîm ve’z-Zevâyid: On kişidir.
31.
Büdelâ: On iki kişidir. Zaman zaman Abdal ve Nukabâ ile karıştırılırlarsa
da
farklıdırlar.
32.
Ricâl-i İştiyâk: Beş kişidir.
33.
Ricâl-i Eyyâm-ı Sitte: Altı kişidir[4]
SONUÇ
Tespit
edebildiğimiz kadarıyla ricâlü'l-gayb ehl-i tasavvuf arasında özellikle İbn
Arabî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz sonrasında, tasavvufi çevrelerde yer bulan, "kutub",
"gavs", "nücebâ", "nukabâ", "abdal"
gibi kavramlar, sonraki dönemlerde kazandıkları muhtevalarıyla Kur'an'da ve
sahih hadislerde bulunmamaktadır.
Bu
konuda mutasavvıfların açıklama ve iddiaları Kur'an'la ilgili olarak bâtınî
yoruma, hadislerle ilgili olarak da, isnadı zayıf rivayetlere dayanmaktadır.
Her ne kadar Kur'an-ı Kerim çeşitli âyetlerinde kullar arasında farklı
statülere sahip insanlardan bahsetse de ricâlü'l-gayb gibi bir
derecelendirme Kur'an'da bulunmaz.
Allah
Teâlâ kullarını bazen dünyadaki durumlarına, bazen de âhirette elde edecekleri
makamlara göre derecelendirmektedir. Ancak ricâlü'l-gayb gibi kozmik güçlere
sahip hiyerarşik bir yapıyı Kur’an'a dayandırmak mümkün gözükmemektedir. Bu
düşüncelerini delillendirmek için sûfîler tarafından işaret edilen âyetlerin
hepsi siyak ve sibakla ilgisi olmayan zorlama teviller içermektedir.
Hadislere
gelince, ricâlü'l-gayb ve abdalla ilgili olarak tasavvufi eserlerde birçok
hadis zikredilmektedir. Bu rivayetlerden Ebû
Davud'da yer alan bir, Ahmed b. Hanbel'in Müsned’inde bulunan iki rivayet
dışında, hiçbiri güvenilir hadis kitaplarında yer almamıştır. Ayrıca Müsned’deki
hadisler de senedlerinde zayıf râviler bulundurduğu gerekçesiyle tenkit
edilmiştir. Senet ve metinlerindeki bazı çelişki ve zayıflıktan dolayı bu
hadisler bazı muhaddisler ve kelâmcılar tarafından tenkid edilmiştir.
Mutasavvıflar
arasında felsefeyle meşgul olanların ilklerinden olan Hakîm et-Tirmizî'nin,
bu anlayışın teşekkülünde önemli bir yeri vardır. Aynı zamanda tasavvufi
yorumları hadislere uygulayanların ilklerinden de sayılan bu zât, ilk
dönemlerde ortaya çıkan hadisleri velayet hakkındaki düşünceleriyle işlemiş,
bazı tasniflerde bulunmuş ve daha önce görülmeyen bir düşünce ortaya koymuştur.
Özellikle onun tarafından rivayet edilen bir hadis tasavvufi çevreler
tarafından bu zümrenin varlığına delil olarak öne sürülmüştür. Velayet
teorileri hakkında ilk söz edenlerden biri olan Hakîm et-Tirmizî daha önceki
dönemlerde ortaya çıkan hadisleri düşüncelerine köşe taşı yapmış ve bir veliler
hiyerarşisi oluşturmuştur. SON ŞEKLİNİ İBN ARABÎ KADDESE’LLÂHÜ SIRRAHU’L AZÎZ
İLE ALAN BU DÜŞÜNCE HARİCÎ TESİRLERİN DE ETKİSİYLE KOZMİK ÂLEMDE HÜKÜM
SÜREBİLEN, OLAĞANÜSTÜ GÜÇLERE SAHİP BİR SİLSİLE HALİNE GELMİŞTİR.
Ricâlü'l-gayb
düşüncesinin son şeklini almasında İbn Arabî'nin etkisi büyüktür. İbn Arabî
sonrası dönemde bu düşünceden bahsedenlerin İbn Arabî'ye yaptıkları atıflar
bizi bu sonuca götürmektedir. Ricâlü'l-gayb düşüncesi Kur'ân'a uymayan bazı
özellikleri nedeniyle bir kısım âlimler tarafından tenkid edilmiş, kaynağı
üzerinde durulmuştur. Bu düşüncenin kaynağını ehl-i sünnet dışında arayanlar
genelde bu düşüncenin, Şia'nın imamet anlayışının tasavvuftaki yansıması olduğu
üzerinde durmuşlar, bu iki düşünce arasındaki benzerliklere dikkat çekmeye
çalışmışlardır. Târihî gelişim içinde bu düşünce çok çeşitli dış
unsurlardan etkilenmiştir. Bunların başında İsmâilî öğreti gelmektedir.
Zîrâ ricâlü'l-gayb düşüncesinde de geniş yer bulan evrenin kendisini hiyerarşik
biçimde yapılandırma, İsmâilî öğretide de çok büyük yer tutmaktadır. Konuyu
inceleyen âlimler tarafından ayrıca bu düşüncenin İhvân-ı Safâ ile olan
ilgisine dikkat çekilmiştir. Ricâlü'l-gayb düşüncesini şiddetle tenkit
edenlerin başında İbn Teymiye gelmektedir.
O'na
göre, insanların Allah Teâlâ 'la kul
arasında ihtiyaçlarını ilettikleri bir vasıta kabul etmeleri şirk olup İslâm
akîdesiyle bağdaşmaz. İhtiyaçlarını ricâlü'l gayba arzedenlerle, Allah Teâlâ‘nın
rahmetinin önce üçyüzlere, onlardan sırasıyla yetmişlere, kırklara,
yedilere, dörtlere ve nihayet gavsa indiğini zannedenler
sapık ve müşriklerdir.
Bu
türden bir anlayış Râfiza'nın, her asırda masum bir imam bulunur, mükelleflere
karşı Allah Teâlâ‘nın delili olur, iman ancak onunla tamamlanır, şeklindeki
iddialarına benzemektedir. İbn Teymiye bu mertebelerin varlığını iddia edenleri
bazı yönlerden İsmâiliyye'ye ve Nusayrîlere de benzetir.
Sûfiler
tarafından ricâlü'l-gaybe atfedilen fonksiyonlar düşünüldüğünde bu tür bir
taifenin varlığını kabul etmek özellikle tevhid inancı açısından sakıncalar
doğurmaktadır. Bu tür varlıklara inanma ve onlardan yardım talep etme, bazı
hüviyetleri sebebiyle bazı kişiler dışında kimseye görünmedikleri, zaman ve
mekân sınırlarını aşarak diledikleri anda diledikleri yerde bulunabilecekleri,
kendilerinden istenen şeyleri Allah Teâlâ
‘nın geri çevirmeyeceği gibi telâkkileri İslâm inancıyla
bağdaştırabilmek oldukça zor gözükmektedir.
Âlimlerin
çoğuna göre, sadece Cenâb-ı Hakk'ın yapması mümkün olan şeyleri ölü veya diri
başka bir kuldan istemek caiz değildir.
Yardım istenilen şahsın yaratıcı değil, şefaatçi olduğu düşünülse bile bu
tarz dua, zahirî anlamda başka ilahların varlığını ihsas ettirir ve imanı
tehlikeye düşürebilir. DUANIN BÖYLE BİR YOLU NE KUR'ÂN'DA BEYAN EDİLMİŞTİR
NE DE RASÛLÜLLAH SALLALLÂHÜ ALEYHİ VE SELLEMİİN DUALARI ARASINDA BU TÜRDEN
DUALAR GÖZE ÇARPMAKTADIR.
Şayet
böyle bir duâ şekli mevcut olsaydı buna ilk önce Hz. Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve sellemin ve onun çevresinde bulunan ashabının işaret etmesi
gerekirdi.
Bu
tür ruhlardan yardım istemeyi kesin olarak şirk ve küfür kabul eden Şevkânî
kanaatini teyid etmek için bu davranış ile şirkin karşılaştırmasını yaparak
aralarındaki benzer yönleri açıklar. Müellife göre her dua bir ibâdettir ve
ruhlardan yardım istemek de onlara dua manasına gelir. Dolayısıyla bu insanlar Allah
Teâlâ‘dan başkasına ibâdet etmektedir. Sadece Allah Teâlâ‘nın gücü dâhilindeki
fiillerin gerçekleşmesi için diri veya ölü bir kimseye dua etmek ile câhiliyye
müşriklerinin taş, ağaç, melek veya şeytana duaları arasında bir fark yoktur. Bu
zümrenin varlığının hikmetini anlamak ve bu gruba atfedilen fonksiyonları
açıklayabilmek oldukça zor görünmektedir. Allah Teâlâ'nın kâinat olaylarını
idare edebilmek için bu türden aracılara ihtiyacı yoktur. Her ne kadar Kur'an,
tabiat olaylarının icrâsıyla ve insanları korumakla görevli bazı meleklerin var
olduğunu bildirse de bunların varlığının bazı hikmetleri vardır. Bununla
birlikte Kur'an, onlara dua edilmesini kesinlikle yasaklamıştır. Bu türden
fonksiyonlara sahip insanların bazı işlere muktedir olduklarına dâir
tartışmasız güvenilir naklî veya aklî bir delil bulmak mümkün değildir. Bu
nedenle bunlarla ilgili halk arasında dolaşan veya bazı kitaplarda yer alan
hikâyelere dayanarak dînî bir mesele hakkında hüküm vermenin sağlıklı bir yol
olmadığı açıktır.
Sonuç
olarak söylemek gerekirse;
1.Ricâlü'l-gayb
adıyla yardım talep etmek ve bu kişilere dua etmek İslâm dininin korunması
üzerinde hassasiyetle durduğu "tevhid inancı" açısından
sakıncalar doğurmakta, kişiyi farkında olmadan şirke düşürebilmektedir.
İslâm
âlimlerinin çoğuna göre sadece Allah Teâlâ
‘nın yapmaya muktedir olduğu şeylerin ölü veya diri başka bir kuldan
istenmesi caiz değildir. Yardım istenilen şahsın yaratıcı değil şefaatçi olduğu
düşünülse bile bu tarz dualar imanı tehlikeye düşürebilir. Sadece Allah Teâlâ‘nın
gücü dâhilinde olan yağmurun yağdırılması, otların bitmesi, müslümanlara yardım
edilmesi ve onlardan zararların defedilmesi gibi hususların ricâlü'l-gaybdan
beklenilmesi bu açıdan doğru değildir.
2.
Bu zümrenin varlığının hikmetini anlamak ve bu gruba atfedilen fonksiyonları
açıklayabilmek oldukça zor görünmektedir. Özellikle, halktan sıkıntı ve
belâları defettiği iddia olunan bu taifenin, müslümanların fert ve toplun
olarak çeşitli problemlerle karşılaştığı asırlar boyunca nerede olduğu merak
konusudur. Günümüz için de aynı şeyi söylemek mümkündür.
3.
Kim olduğu tam olarak belli olmayan kimselerden yardım istemek topluma bir
fayda sağlamayacağı gibi, zaman zaman onları hayatın şartlarıyla olan
mücadeleden uzaklaştırabilmektedir.
4.
Yeryüzünde yaşayan her canlı Allah Teâlâ tarafından konulan tabiat kanunlarına
uymak zorundadır. Allah Teâlâ çeşitli âyetlerde kâinatı kendisinin yaratıp
yönettiğini beyan ettiği halde herhangi bir kulun bu kurallar dışında bir hayat
sürdüğünü düşünmek doğru değildir.
5.
Ne Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ne de ashâb-ı kiram, hayatları
boyunca çeşitli sıkıntılarla karşılaştıkları halde hiç biri bu türden
varlıklara seslenmemişler, uğradıkları belâların kalkması için Allah Teâlâ’ya vâsıta
olmalarını istememişlerdir. Duanın böyle bir yolu ne Kur'an'da beyan
edilmiş ne de Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin duaları arasında bu
türden dualar göze çarpmaktadır. Bizzat Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem'in
istenildiğinde yalnız Allah Teâlâ‘dan istenmesi gerektiğine dâir birçok ifadesi
vardır. Günlük namazlarda her rekâtta okunması istenen "Yalnız sana
ibadet eder, sadece senden yardım dileriz" âyeti de bu ilkeyi
yerleştirmeye çalışmaktadır.
6.
Kur'an-ı Kerîm, tabiat olaylarının icrâsıyla ve insani an korumakla görevli
meleklerin var olduğunu bildirmesine rağmen onlara dua etmemizi emretmemiştir.
Bu meleklerin kâinattaki tasarrufları bilindiği halde kimse onlardan dua talep
etmez. Melekler hakkındaki hüküm böyleyken ricâlü'l-gayb adında kimselere duâ
edilmesini kabul etmek mümkün görünmemektedir.
Kaynak:
Osman
DEMİR, Ricâlü'l-Gayb Kavramı ve Kelâm İlmi Açısından Değerlendirilmesi [Kitap].
- İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslâm
Bilimleri Ana Bilim Dalı Kelâm Bilim Dalı -87011-Yüksek Lisans Tezi:, 1999.
[1] Kurtlar
Vadisi Gladio filminin senaryosu bu konuyu değişik şekilde işlemiştir.
[2] Kurtuluş
savaşı dönemi velilerine düşman yurdumuza girince “niye bizi korumadınız?”
şeklindeki sorulara “Allah Teâlâ bizlerden tasarrufu aldı.” Sözleri çok
söylenir.
[3]
İçlerindeki hiyerarşik gurupları anlatıyor.
[4] Ahmet
Ögke, “Bir Tasavvuf Terimi Olarak Ricâlü’l-Gayb –İbn Arabî’nin
Görüşleri–”,Tasavvuf (Ankara), Yıl: II, Ocak 2001, sayı: 5, ss. 172-197; Hasan
Türkmenoğlu, Gayb Erenleri, Mavi Yay., İstanbul 2003.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar