Kötüyse Sen İşledin, Hepsi Senin İşin
LIII
A gönül, senin hafif, alçak sesinden varlık
ülkesi yüceldikçe yüceldi; sen ya Sûr’un sesisin, yahut da vaad edilen kıyamet.
Duymuştum, Davud’un nağmesindeki zevk,
lezzet yüzünden pek çok kimse can vermiş, ölmüş.
Padişahım, senin sesin Davud’un sesinin aksi; onu dinleyenler
ölmüşlerdi, seni dinleyen varlıklar yeniden diriliyor.
Sesin boğazdan çıkmıyor senin, amma gene de halkaları kapıp
götürüyor, binlerce halka kapanı halka gibi kapıp gidiyor.
A gönül, doğru söyle, dün gece nerde şarap içtin? Sabahtan
başladın, boyuna şarkılar söyleyip duruyorsun bugün.
Senin nağmen, senin sesin o yandan çıkıp gelmede; o ses yüce
candan geliyor, bedenden çıkıp inmiyor.
Bedene bağlanmadın da canın açılıp saçılışını gördün; zaten iyi
tohum eken, kötü ekin biçmez ki.
Gerçekten de yokluk gülünün kokusu, bir gül bahçesinden geliyor;
ağaçsız armut bittiğini gören var mı hiç?
Ne mutlu o kişiye, koku alınca onun kokusunu alır; ne kutludur o
kişi ki açılırsa can gözü açılır.
Ne mutlu o kişiye ki Yusuf’un kokusuyla
Yakub’un gözleri nasıl tekrar görmeye başladıysa onun da gönül gözü açılır, her
şeyi görür.
* Gönül gözü, şükretmediğimizden kapanır;
Tanrı da gerçekten de demiştir, insan Rabbine karşı pek inatçıdır, pek
nankördür.
Faydalanmak, kâr etmek istiyorsun ya, fayda
da dosttan gelir, kâr da; fakat sen onun izini izlemezsen, sen onun izinden
gitmezsen ne fayda, nerden kâr edeceksin?
Tanrı’nın bir yıldızı var ki yerde döner o;
güneş de o yıldızın havasına kapılmıştır, gök kubbe de.
Nice seher çağları, inananın ibadet
yurdundan içeriye girer de kutlu bir yıldızım ben, muradını benden iste der.
Der ki: Bir yıldızım, hem yerdeyim, hem
gökte; güzel yüzlerin hay ali gibi yüzlerce durakta beni görürler, bulurlar.
Yeryüzündekilere mumum, gökyüzündekilere nur;
meleklere canım, yıldızlara beden.
Zerre görünmedeyim amma güneşim ben; cüz görünmedeyim amma
varlığın tümü benimdir.
Hacetlere kıble göktür amma sen göğe bakma, bana bak da cömertliği
seyret.
Benlik yüzünden, taklit yüzünden ondan utanıp, ona secde etmeden
arlanıp, İblis gibi, secde edilecek ancak Tanrı’dır, o yeter diyen de olur.
Halbuki Âdem, İblis’e cevap verir de der ki: Bu secde zaten
Tanrı’ya, sen şaşısın, sapıklığından, inadından biri iki görüyorsun.
Devlet yıldızıyla hasetçinin gözü arasına, nelik-nitelik tozundan
bir perde çeken de odur, o.
Devlet yıldızı, yürü git der, perden artsın; benden gene
kurtulamadın, gene yapayalnız değilsin, fakat onun tapısından sürüldün.
Bu perdeye ait söz çoktur, çok soru vardır, çok cevap var; bu
perde yüzünden Nemrud, Halil’i göremedi.
Yarabbi, haset, iki dostun arasına gerilen ne perdedir ki dün
birbirlerine can verirlerken şimdi inatçı kurda dönerler.
Ne perdedir bu ki, İblis bu perde gerilmeden önce göklerin damında,
yerlerin yüzünde yelip yortar, secdeler ederdi;
Tanrı’ya yöneldikçe yönelirdi, neşeyle, acıyla, yalvarıp yakarmayla
çeşit çeşit ibadetlerde bulunur, sevgisi günden güne artar dururdu.
Fakat haset perdesi çekilince buz üstünde kalakalan eşek gibi
kalıverdi; o perde kolunu kanadını bulaştırdı onun.
Git, pis iş işledin diye gök mescidinden kovdu, sürdü onu; çünkü
söz duymuyor, boyuna pisliklere bulanıp duruyordu.
A tek, a sevgili Tanrı, gel, konuşalım, görüşelim; neden
gidecekmişim, ne yapmışım, ne sebeple kovuyorsun beni?
* Kötüyse sen işledin, hepsi senin işin; puta tapanın da,
Hıristiyanlarla Yahudilerin de yaptıkları, senin takdirin;
*
Beni yoldan çıkaran sensin, muradın buymuş
senin; ben de öyle bir iş edeyim ki halktan bir tek övülecek kişi görmeyesin diyordu.
*
Tanrı, korsam dedi, bırakırsam çık yüce
dağın tepesine; bırakmazsam, çıkamazsan demir atmış gemi gibi bat denizin
dibine.
*
A batış kuzgunu, benimle nasıl bahse
girişebilirsin sen? Sana gelip çatan lânetle tapıdan sürülmemiş olsaydın böyle
bir dâvaya mı kalkışabilirdin?
*
Sana aldanan, senin yüzünden kapımızdan
sürülen eşeğe kul demem, kulluk ediyor demem, çünkü kulluk edilen benim, ben.
*
Elinde akıl mumu olan ışığı bırakır da
dumanın peşine düşer mi hiç?
*
Şeytan, ben dedi bir üfürüşte söndürürüm o
mumu. Tanrı, doğruluk mumunu yel söndürmez;
* Benim bağış mumuma püf diyenin başı, sakalı, yanıp köz olan odun
gibi yanar gider dedi.
Tanrı’ya binlerce şükürler olsun ki Akl-ı
Küllî, tekrar geri geldi, ayrılıktan sonra kutlu bir talihle gene kavuştuk ona.
Gelişine nazar değmesin, ateşe üzerlik,
çöreotu atalım; üzerlik de nedir, çöreotu da ne oluyor ki? Ödağacı gibi
kendimizi atalım ateşe, kendimizi y akıp yandıralım.
O kendini gösterdi mi biz kendimizden
geçelim; bâzı bâzı da dumanlara bulanmış bir halde Tur Dağı’na çıkalım.
Fare gibi, yılan gibi karanlıkları yurt
edindik, şu sınırlı âlemde, toprağın içinde kalakaldık.
Tanrı, farelerin ebedî olarak toprakta
mahpus kalmaları için kediyi y arattı.
Fare gibi topraktan ancak hırsızlık için
çıkıyoruz! Bu eğri gidişten ne kazanabiliriz ki?
Mercimeği fareye bıraktın mı onu ejderhâ
edersin; fakat kedi, farelerin yiyeceğine tamah etti mi herkes rahatlaşır.
Mesîh’in nefesi, nefesine kul köle olsun ki senden önce nefesimizi
kesen, boğazımızı tıkayan zaman yüzünden soluğumuz kesilmişti, nefes
alamıyorduk.
Varlığını yonup kesen, benliğinden geçip giden kişinin, herkes
kimi kimsesi olur; cihanı sahibine bağışlayana, Tanrı bütün cihanı bağışlar.
Sus; çünkü sözle, sesle, harfle örülmemiş dilsiz bir sözün de var,
onu söyle.
Tebrizli Şems, secdeden baş kaldırdı mı binlerce kâfir başını
secdeye kor, binlerce mümin secdeye kapanır.
Kaynak:
Cilt 3
Mevlânâ
Celâleddin-Divân-ı Kebîr-Hazırlayan : Abdülbâkiy GÖLPINARLI
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar