LET'S MAKE MONEY (2008) (Hadi para yapalım)
Yönetmen: Erwin Wagenhofer
Senaryo: Erwin Wagenhofer
Oyuncular:
Mark Mobius, Mirko Kovats and K.
Sujatha Raaju
Süre: 110 dk
“Let´s
make money” (Hadi para yapalım) krizi, kapitalizmin
çelişkilerini ve nasıl bir dünyada yaşadığımızı daha iyi anlamak isteyenler
için kaçırılmaması gereken çarpıcı bir belgesel film.
Avusturya’lı
Rejisör Erwin Wagenhofer bir önceki “Feed the World” (Dünyayı Besliyoruz)
belgeselinden sonra, bu filminde de seyircileri uluslararası kapitalizmin
mantığı üzerinde bir yolculuğa çıkarıyor. Dünyadaki finans akışın nasıl
gerçekleştiğini anlatıyor, finans sistemi gözler önüne seriyor. Kapitalistleri paralarını
yarı sömürge ülkelerin yoksullarının sırtından nasıl çoğalttıklarını
ayrıntılarıyla ortaya seriyor. İçinden geçmekte olduğumuz kriz koşulları
düşünüldüğünde belgeselin önemi artıyor.
Wagenhofer
bir bankanın reklam sloganını hatırlıyor: “Paranızı çalıştırın”. Bu
sloganı bir afişte okumuş. “Ama sadece insanlar, makineler ve hayvanlar çalışabilir
oysa” diyor rejisör. Ortaya attığı tez ise: Parasını bir bankaya yatıran her
insan, eşitsizliğe katkıda bulunuyor. Çünkü menajerler, insanların bankalardaki
paralarını, yoksul ülkelere daha fazla kar yapmak üzere yatırıyorlar. Bunu
yaparken de mutlaka o ülkelerin insanlarını sömürüyorlar, çünkü düşük üretim
harcamaları ile azami kar elde ediyorlar.
Vergi
cenneti diye bilinen ülkelerin bankalar için nasıl kara para aklama makineleri
olarak işlev gördüğünü de gözler önüne seriyor. Değişik hukuk sistemleri olan
ülkeleri aracı olarak kullanan bankaların, paraların nerden, nasıl geldiğini,
nereye gittiğini gizlemekte ustalaştığını ortaya koyuyor rejisör. Bu bankların
kasalarında yatan toplam 11,5 trilyon dolar özel sermayeden söz ediliyor
filmde. Bankaların avukatları buna olanak sunan ülkelerde yaptığı vergi
kaçakçılığının yasal bir temele nasıl oturtuğunu anlatıyor. Örneğin Jersey
adası böylesi bir ülke. Bu adanın maliye bakanı konuşmasında, ülkelerinde neden
böyle bir konsepti uyguladıklarını anlatma çabası ise izleyenlerin gülmelerine
neden oluyor:
“HANGİ
ÜLKENİN SOKAKLARINDA KAN AKIYORSA, ORAYA YATIRIM YAPACAKSIN”
TÜRKÇE
ALT YAZISI
Çoğumuz
paramızın yerini bilmeyiz. Emin olabileceğimiz bir tek şey vardır: Paramız
güvende olsun ya da artsın diye koyduğumuz bankada değil.
Banka,
paramızı küresel para pazarına soktu.
Borçlu
nerede yaşar ya da faizi nasıl öder, bilmeyiz. Bu umurumuzda bile olmaz. Çünkü
bankaların baştan çıkarıcı çağrısını güvenle izleriz: Bırakın paranız çalışsın!
Gana
- Batı Afrika Balerna - İsviçre
Dağılım:
% 3 Afrika'ya % 97 Batıya
KT
Freetel %36 Değer Kaybetti
Singapur
- Güneydoğu Asya
Evet,
tabii.
Selam,
adım Mark Mobius. Templeton Emerging Markets şirketini başkanıyım. Dünyanın en
büyük gelişmekte olan pazarlar fonlarını yönetiriz. Şu anda gelişmekte olan
pazarlar fonlarında 50 milyar dolardan büyük bir meblağı yönetiyoruz Tamam. Çoğu
insan bana "yatırım gurusu (bilgesi)" diyor Gelişmekte olan
pazarların babası, cesur kartal diyorlar. Bu isimlere itirazım yok. İyi
isimler. Ama işin gerçeği, biz sadece yatırım yapıyoruz. Yatırımcılarımız için
elimizden geleni yapıyoruz. Yönettiğimiz varlıklarını artırmak ve onların
yararına olacak yatırımlar yapmak için. Anlıyorum. Evet. Onlara muhtemelen
şöyle deriz:
Başka
bir yönetici için sınırlama getirmenin yanlış bir tarafı yok. Başka bir
deyişle:
Portfolyoyu
indeksleyen yöneticiler var.[1]
Bu yöneticiler en iyi şekilde böyle bir portfolyo için kullanılabilir. Ama
böyle sınırlamalar getirirlerse bizi doğru kullanmış olmazlar. Ne demek istediğimi
anlamışsındır. Anladın mı?
Burada
Singapur'dayız çok düşük bir vergi ödüyoruz. Neden mi?
Çünkü
Singapur hükümeti bizim gibileri çekmek istiyor: Para yöneticileri, yatırım
yöneticileri. Çünkü bir finans merkezi hâline gelmek istiyorlar. Küresel bir
finans merkezi. Bu nedenle çok düşük vergi ödüyoruz. Hatta bazı durumlarda hiç
ödemiyoruz. Personelimiz elbette vergi ödüyor. Şirkete personel alımı
yapıyoruz. Yani devlet de burada çalışıp bireysel gelirleri üzerinden vergi
ödeyenlerden dolaylı yoldan fayda sağıyor. Küreselleşmenin çok kötü
çağrışımları var. Ama aslında küreselleşmenin dünyadaki tüm ülkeler için çok
iyi olduğu ortaya çıktı. Çünkü mal ve hizmetlerin toplam maliyetini düşürüyor. Küresel
çapta bir rekabet piyasanız varsa herkes için maliyet düşer ve enflasyon
kontrol altında olur. Dolayısıyla biz bu küreselleşme eğiliminin genel olarak
çok ama çok iyi olduğunu düşünüyoruz. Ve elbette bizim alanımızda şu anda
gelişmekte olan pazarlara yatırım yapıyor ve Batıdaki, gelişmiş ülkelerdeki emeklilik
maaşlarına faydamız oluyor. Çünkü gelişmekte olan pazarlarda para kazanıyor ve bu
parayı Batıya taşıyoruz. Emeklilik fonunuzun bizim fonlarımızdan birine yatırılmış
olması çok büyük bir ihtimal çünkü emeklilik fonu yöneticileri de dünya çapında
bir fırsat çeşitliliği ister.
Çenay
- Hindistan
Hindistan'ın
sevdiğim tarafı demokrasi olması. Buradan arazi alırsanız sizin olacağına emin
olabilirsiniz. Kimse yarın gelip yeni vergiler talep ederek ya da başka bir
yolla arazinizi elinizden almaya kalkmaz. Bunlar sömürge döneminin kalıntıları.
Adli sistem benim için çok önemli. Önemli bir yatırım kıstası. Bu konuda çok
tatmin olmuş durumdayız.
Adım
Mirko Kovats, Avusturyalıyım. Son on yıl içinde Avusturya'nın en büyük endüstriyel
gruplarından birini kurdum. Burada kimse devleti çağırmaz. Başınızın çaresine
bakmalısınız. Bizim memlekette var olduğunu sandığımız sorunlarımızla ilgili tartışmalar
beni hep hayrete düşürmüştür. Bir şeyleri vergilendirip insanların elinden
almanın yollarını tartışmadan edemezler. Bunlar burada geçerli değil. Burada
geçerli olan tek şey ekonomi.
Adım
Sujatha Raaju. Madras Üniversitesinde ticaret okudum. Şu anda Hindistan'ın en
büyük şehirlerinden Çenay'dayız. Eskiden resmi adı Madras'tı. Nüfusu sekiz
milyon. Nüfusun üçte biri böyle yaşıyor. Yani nehir kenarlarında. Bazıları çok
daha fakir bir hayat sürüyor kaldırımda yaşıyorlar. Avrupa'da öğrenciler
sosyolojiyle ilgilenir. Herkes öğretmen olmak ister. Buradaysa herkes
mühendislik okur. Kendi kendine , sonra kim nerede olacak diye soruyorum. Daha
mı zengin olacaklar? Daha mı fakir olacaklar?
Umarım
olmazlar. Şirketi finanse edenler borsada var olan tüm şirketleri finanse
edenlerle aynı kişiler. Emeklilik ve sigorta fonlarındaki parayı yöneten
Londralı yatırımcılar. Fabrika çok küçük. Taşınıp dört katına çıkarmayı
düşünüyoruz. Rekabet bizi önlem almaya mecbur bırakıyor. Hepsi de tatsız
önlemler. Ama üstümüzde küreselleşmenin baskısı var. Çok düşük ücret alan ama
hayatını kazanmak zorunda olan insanlara rekabet etmek zorundayız. Elbette mesai
saatleri uzayacak. Bu fazla mesai için para ödenmeyeceğine eminim. Çok basit:
Daha çok çalışmalıyız. Başka seçeneğimiz yok. Çok düzenli. Çok düzenli. Bunu
başarmak zor oldu mu? Çok emek sarf etmem gerekti. Ama gördüğümüz gibi
çalışıyor. Gerçekten afalladım. Sendikalarla görüşme yapıyor musunuz? Neyse ki
hayır. Şu ana dek görüşmedik. Personelimizin sosyal konumunu göz önüne almaya
çalışıyorum. Bir kaynakçı ne kadar kazanıyor? Ortalama ayda 200 avro.
Bunu
mu kazanıyor?
Yoksa
size maliyeti mi bu? Bunu kazanıyor. Bize % 25 daha fazlasına mal oluyor.
-250
-Evet.
Ya
mühendisler? Sekiz ila on katını. O da 2500 ediyor. Avrupa'nın çok altında ama
artık ucuz da değil. Hindistan'da patlama yaşayan pazarları da düşünmelisin. Gelecek
yıllarda fiyatlar yüzde üç, beş değil %10 ila 15 artacak. Gelecekte bunu da
hesaba katmak gerekecek. Yani verimli olmalıyız. Cömertlik edecek durumumuz
yok. Maliyetler artacak. Süreçleri en aza indirgemek ve ek maliyetleri azaltmak
için çalıştım. Maliyetleri azaltmak ya da düşük tutmak için yarı otomatik
üretime yatırım yaptık. En iyisi bu. En iyisi bu çünkü fabrikayı taşımak
gerekmeyecek
-Kesinlikle.
-Gereken
tüm altyapı hazır. Ve bene binayı yapmak en çok altı ay alır. Temel de dahil.
-Aynen.
Kaçtan olursa olsun almalıyız. Bundan sonra daha da pahalı olacak. Fiyatlar
düşmeyecek. Artık ucuz değil ama almak zorundayız. Hemen almamız lazım. Yoksa
daha sonra daha da pahalı olacak. Daha aşağı düşmez. Sorun şu ki
ilgilendiğimizi bildiği için hemen fiyatı yükseltiyor. Tamam ama ona şunu söyle
Başka
bir yere gitme şansımız da var. Pazarlık ediyoruz sonuçta. Başka bir yere gitme
şansımız da var.
Hintliler
vergilerini ödüyor.
VERGİLERİ
DEVLET TOPLUYOR SATIŞ VERGİSİ, GELİR VERGİSİ SU VERGİSİ, ELEKTRİK VERGİSİ,
EMLAK VERGİSİ DEVLET DAHA BAŞKA BİRÇOK VERGİ TOPLUYOR.
AMA BU GELİR YABANCI YATIRIMCILARA ÖDENEK ŞEKLİNDE VERİLİYOR. VE
SONUNDA DEVLETTE HALKIN SOSYAL REFAHINA HARCAYACAK PARA KALMIYOR. BU ADAMLAR
ONLARA NE DİYOR BİLMİYORUM
Bence
Bu Onlarla kim konuşur? Hayır, onların tarafından yani. Bence bir yatırımcı
yatırım yaptığı şirketin ahlakı yarattığı kirlilik ya da başka şeylerinden sorumlu
olmamalı. Neymiş?
Bu
onun işi değil. Onun işi yatırım yapıp müşterilerine para kazandırmak. Evet.
Onu arayalım mı, ne dersin? Gelişmekte olan pazarlardan bahsederken aslında
büyümeden bahsediyoruz. Bizim asıl derdimiz büyüme. Gelişmekte olan pazarlara
bu yüzden girdik zaten. Ve aynı yıl önce IFC [2]
(Uluslararası Finans Kuruluşu) " gelişmekte olan pazarlar"
sözünü ilk kullandığı zaman beklediğimiz gibi oldu. Eskiden buraların adı
gelişmekte olan pazarlar değildi. O zamanlar "az gelişmiş ülkeler"
denirdi. "fakirler," "Üçüncü Dünya," "Güney," vesaire
vesaire. Sonra birinin aklına buna gelişmekte olan pazarlar demek geldi. Çok
güzel ve çok hızlı büyüyen bir pazar. Ve tam olarak da böyle oldu. Çevresel
ve toplumsal standartlar uzun süre değişmeyecek. Bu standartları yükseltmenin
maliyeti Hindistan ve Çin gibi ülkeler tarafından karşılanamaz. Gerçek bu,
hoşunuza gitsin gitmesin. Bu insanların çoğunluğu fakir. Ve çok uzun süre fakir
kalacaklar. Bedeli ne olursa olsun rekabete devam edebilmek zorundalar.
Bu
nedenle bence yumuşak iyi niyet açıklamaları dışında gelecek birkaç on yıl
boyunca pek bir şey değişmeyecek çünkü insanlar bunun bedelini ödeyemezler.
Gelişme ve ekonomik büyümenin insanlar ve toplumla hiç ilgisi yok. Ekonomik
büyüme sadece siyasetçi, yatırımcı ve onların ortasında oynayan aracı içindir.
On
yıl önce orta sınıf bir ailede gelir on bin rupi civarında olunca en az iki ya
da üç bin rupi biriktirebilirlerdi. Ama o günler geride kaldı.
Bugün bin rupi bile kazansalar bir kuruş bile biriktiremezler. (Bizde de
aynı durum var) Hindistan'da birçok yabancı kültür var ve insanlar buna
alışmaya başladı. Batı kültürünü taklit etmek için her yolu deniyorlar. Ama
fakirlik ortadan kaldırılmadı. Hâlâ fakir insanlar var. Bunu silmenin tek yolu Hindistan'da
iyi bir politik sistemin olması.
Adım
Kalaiselvan. Yedinci sınıftayım, on iki yaşımdayım. Doğduğumdan beri
Gandhinagar gecekondu mahallesinde yaşıyorum. Büyüdüğümde avukat olmak ve yozlaşmayla
savaşmak istiyorum. Meşhur bir deyiş vardır:
ALIM
YAPILACAK EN İYİ ZAMAN SOKAKLARDA KAN OLDUĞU ZAMANDIR
derler. Bu deyişe bir ekleme yapayım:
KAN
SİZİN KANINIZ OLSA BİLE ÇÜNKÜ GENELLİKLE SAVAŞ VARSA DEVRİM, SİYASİ SORUNLAR,
EKONOMİK SORUNLAR VARSA HİSSELERİN FİYATI DÜŞER. VE EN DÜŞÜK HÂLİNDEYKEN HİSSE
ALANLAR ÇOK PARA KAZANDILAR. ÇOK ÖNCEDEN PLANLANMIŞ
Adım
Gerhard Schwarz. On dört yıldır Neue Zürcher Zeitung'un ekonomi bölümünün genel
yayın yönetmeniyim. Ayrıca Zürih Üniversitesinde ders veriyorum. Bunun dışında Friedrich
August Hayek Derneğinin de başkanıyım. Friedrich August von Hayek
kesinlikle . Yüzyılın en önemli liberal ekonomistiydi. Avusturya'da doğdu ve
İngiltere, Amerika ve Almanya'da çalıştı. Cenevre Gölü üstündeki Vevey'den Mont
Pélerin'e gidiyoruz. "Hacının Dağı" anlamına geliyor. Büyük
otelleri olan küçük bir kasaba. 1947'de Avrupa ve Amerika'nın en önemli
düşünürleri burada buluştu. Amaçları Batı dünyası üstüne düşünüp taşınmaktı.
Mont
Pélerin Derneği burada Hotel du Parc'ta
kuruldu. Kurucularının amacı bir aydınlar ağı kurmaktı. Siyaset yapmak değil fikirleriyle
siyaseti etkilemek istediler. MONT PÉLERİN DERNEĞİ
1980'LERDE RONALD REAGAN'LA ÜNLÜ OLDU. Hükümetinde ve danışmanları arasında
Mont Pélerin Derneğinden birçok üye vardı. Sayılar bazen yirmiyi bile aşıyordu.
Aşağı yukarı aynı zamanlarda Margaret Thatcher Hayek'in ve derneğin
İngiliz üyelerinin fikirlerinden feyiz aldı.
Londra
- Büyük Britanya
John
Christensen Kalkınma Ekonomisti
Londra
şehri denen bölge Londra'nın finans mahallesidir. Dünyada en çok banka burada
bulunur. Ve 1980'lerden beri, bilinçli olarak tüm kıtalardan bankaları kendine
çekmeye çalışmıştır. 1970'lerde İngiliz hükümeti üretim endüstrisinde krizle
karşılaşınca Londra Şehri'ni seçkin bir finans merkezi hâline getirmeye
başladı. Ve bunu da burada işlem yapan bankalar ve büyük finans evlerini
denetimsiz bırakarak yaptı. Bankaların gevşek bir tavırla kredi vermesine
izin verdi. Genel olarak finans hizmetlerini düzenlemeyi bıraktı. Daha da
önemlisi bankalara izin vererek çoğu operasyonlarını deniz aşırı merkezlere Jersey,
Guernsey, the Isle of Man gibi finans merkezlerine hatta daha da
ileri giderek Karayipler Cayman ve İngiliz Virgin Adaları gibi yerlere taşımalarını
sağladı. Bunun amacı İngiliz bankalarının dünyanın dört bir yanından
sermayeyi şehre çekmelerini ve şehrin ucuz sermayeye ulaşabilmesini sağlamaktı.
WASHİNGTON
UZLAŞMASI 1970'LERE DEK UZANIR IMF'NİN VE DÜNYA BANKASI’NIN DÖRT ANA FİKİRLE BU
PROJEYE BAŞLADIĞI DÖNEME.
Birinci
fikir dünyadaki finans
pazarlarının denetimi serbest bırakmaktı. Diğer bir deyişle sermayenin bir
ülkeden diğerine özgürce hareket etmesine izin vermek.
İkinci
bölüm ticaret akışlarını
liberalleştirmekti. Diğer bir deyişle
onlarca yıl boyunca gelişmekte olan ülkeler tarafından kendi endüstrilerini
korumak için dikkatle koyulan ticaret engellerini yıkmaktı.
Üçüncü
bölüm, araya girmeleri
ihtimalini azaltmak için devletleri parçalamak tamamen parçalamaktı. Diğer
bir deyişle vergi gelirlerini azaltacaklardı ki devletler vatandaşlarını
korumak için araya giremesin.
Ve
dördüncü ayak da DEVLETLERİ
ENDÜSTRİLERİNİ ÖZELLEŞTİRMEYE MECBUR BIRAKMAKTI. Ve bunun da genel olarak endüstriler
özelleştirilirken dış yatırımcılara gerçek değerlerinin altında satılacak
şekilde yapılması sağlandı.
İnsanların
neo-liberalizm dediği IMF'den ve Dünya Bankasından gelen siyasi baskının dört
ayağı bunlardır işte. BİZİM SERMAYEMİZ
BÜYÜRSE, BAŞKA BİR YERDE BORÇ ARTIYORDUR.
Burkina
Faso - Afrika
Sahel
Kuşağının girişindeyiz. Toprak tamamen mahvoldu. Tam bir erozyon. Derin
vadilerde bile. Sadece pamuk yetiştirilmesinin bir sonucu. Pamuk gitti. pamuk
parası gitti. Geriye hiçbir şey yetiştirilemeyen bu toprak kaldı.
Adım
Yves Delisle. Bilimsel tarım uzmanıyım. Cenevre Üniversitesinde kalkınma
üzerine eğitim aldım. Neredeyse 20 yıldır doğrudan çiftçilerle çalışıyorum. 20 yıl
çok uzun süre. Ama şu ana dek sahip olduğum izlenim durumun iyileşmediği
yönünde. Bu insanların yıllık kazancı 50 avro bile değil. Endişeliyiz!
Bıktık.
Çocuklarımız pamuk yetiştiriyor ama karşılığında para alamıyor. Ne yapacağız?
Elimizden
hiçbir şey gelmiyor. Sizden medet umuyoruz. Hayatımızı iyileştirin diye. Gidip
pamuğumuzu alanlara söyleyin pamuğu adil bir fiyattan alsınlar. Böylece Burkina
da biz de daha çok para alabilelim. Benim gibi yaşlı kadınlar bütün gün güneş
altında çalışıyor. Hem de bir hiç uğruna. Ama elden ne gelir? Bizi anlamaya
çalışın. Yalvarıyoruz. Bu iş ne kadar yorucu, görüyorsunuz. Borçlarımızı
ödeyebilsek çok mutlu olacağız.
Dünyanın
en iyi pamuğu burada yetişir. Üretim maliyeti en düşük yer burası. Pamuk temiz
çünkü tamamen elle toplanıyor. Ancak dünya pazarında pamuğun fiyatı çok düşük. Her
yıl Amerika sübvansiyon olarak kendi pamuk üreticilerine üç milyar dolar
veriyor. Amerikalılar liberalse öyle olsun! Ama neden kendi
üreticilerine sübvansiyon veriyorlar?
Francis
Kologo Üretim Müdürü
Bu
liberalizm değil! Aslında kendileri korumacı davranıp bizi liberal olmaya
zorluyorlar. İki farklı standart uyguluyorlar!
Bu
iki futbol sahası ve iki futbol takımı olması gibi bir şey. A takımı en iyi
ayakkabılara sahip ve ellerini de kullanabiliyor.
B
takımıysa, ki bunlar Afrikalılar ve bizim gibi küçük ülkeler oluyor ayakkabısız
ve el kullanmadan oynamak zorunda. Sizce bu normal mi?
1980'lerde
Dünya Bankası Burkina Faso'yu yeniden yapılanma programları uygulamaya zorladı.
Bunun ülke için anlamı ne? (24 Ocak kararları)
Hammaddeler
ithal ediliyor Pamuk, ham pamuk olarak katma değer eklenmeden. DÜNYA
BANKASININ VE YATIRIMCILARIN TEK DERDİ ÜLKEDEKİ HAMMADDELERİ ÜLKE DIŞINA
ÇIKARMAK. Pamuk, kereste, kahve, kakao, altın vesaire. Geçmişte
sömürgeciler bizi belirli bir ürünü ekmeye zorlardı. Şimdi de Dünya Bankası
parayla üstümüzde baskı kurup pamuk yetiştirtiyor. İlaç nasıl alacaksınız?
Döviz
lazım Pamuk bize bu dövizi sağlıyor. Size pamuğun iki milyon insanın doğrudan
gelir kaynağı olduğunu söyledim. Ama Afrika'da herkesin on beş kişiye daha
baktığını hesaplarsanız Bunu iki milyonla çarpınca tüm nüfusun pamuktan geçindiğini
fark edersiniz. Amerika pamuğunu sübvanse etmese[3]
Burkina Faso yılda en az milyon avro kâr ederdi.
İki taraflı yardım AB'den, ABD'den ve Japonya'da gelen krediler toplamda
sadece 30 milyon avro ediyor. Ülkemizi kalkındırmak için borca girmemize gerek
olmayacaktı! Sadece çiftçilerin kazandıklarıyla bile çocuklarımıza daha iyi
bir gelecek verebilmek için okullar ve yollar yapabilirdik. Günümüz pamuk
üretimi konusunda karşımızdaki ikilem bu işte. Burada toprağı süpüren kadınlar
görüyorsunuz. Toprağı ve çakılları satıp biraz para kazanmaya çalışıyorlar. BM
kalkınma programına göre daha fakir sadece üç ülke var. Nüfusun % 62'si günde
bir dolardan azıyla yaşıyor. Bu % 62'nin büyük bölümü de mahrumiyet içinde
yaşıyor.
Bu
fakir olmaktan da kötü. Çocukların % 40'ı okula gitmiyor. Okula gidenlerin
ancak yüze biri, ikisi üniversiteye ulaşıyor. Ortalama hayat süresi 42 yıl. Sefalette
bahsetmişken, şunu fark etmelisiniz: EN MAHRUM TOPLUMSAL KESİM KADINLAR VE
ÇOCUKLAR. Bazı kadınlar taş ocağına gidiyor. Burada kazandıkları para günde
50 avro sentine denk düşüyor. ÇOK BORCUMUZ VAR. BUGÜN DOĞAN TÜM BURKİNALILAR
BÜYÜK BİR BORÇLA DOĞUYOR. 25 YIL SONRA DOĞANLAR BİLE BORÇLA DOĞACAK. Pamuk
üretmezsek Burkina'da yaşayan tüm Afrikalılar hatta Mali, Benin ve başka
ülkelerde yaşayanlar da Avrupa'ya göç edecek. Gitmekten başka seçeneğimiz
olmayacak. Sizi işgal edeceğiz, orası kesin. Ama eğer Batılılar pamuklarını
sübvanse etmeyi kesmezse gitmeye mecbur kalacağız. Gidersek isterlerse on
metrelik duvarlar örsünler biz yine de Avrupa'ya gireceğiz. Dünyanın tüm
liberalleri diyor ki sınırlar açık olmalı Mallar para ve hizmet için. Konu
insanlar olunca durum biraz daha karmaşıklaşıyor.
Gerhard
Shwarz İş Dünyası Editörü,
NNZ
Aynı kulüplerde istendiği gibi üyelik aidatı koymayı düşünmeniz gerekiyor. Bir
tenis kulübüne üye olursanız üyelik aidatı ödemeniz gerekir. Vergiler gibi
sadece aylık ve yıllık ücretler değil. Bunun nedeni sizden öncekilerin kulübü
inşa edip hazırlamış olmasıdır. Aksi hâlde yeni gelen katkıda bulunmadığı bir
şeyden kâr etmiş olurdu. Toplumların Kamulaştırılması Viyana - Avusturya yıl
önce finans grupları, bankalar ve yatırımcılar kamu mallarına konmaya
başladılar. Devlete ve düzenli olarak kira, su gibi bedeller ödemesi gereken
vatandaşlara ait mallara. Özelleştirmenin tüm mantığı budur.
Viyana'da
bir toplu taşıma tramvayındayız. Werner Rügemer Köln Üniversitesi
Tüm vatandaşlar tramvayların Viyana şehrine
ait olduğunu varsayıyor. Ama durum böyle değil. BU TRAMVAY AMERİKALI BİR
YATIRIMCIYA AİT. UZUN YILLAR ÖNCE VİYANA ŞEHİR KONSEYİ TRAMVAYLARINI AMERİKALI
YATIRIMCILARA SATMAYA KARAR VERDİ. ÇOK PARA ALDILAR BİR MİLYAR DOLARDAN FAZLA. AMA
PARA VİYANA'YA HİÇ ULAŞMADI. Onun yerine İngiltere'de ve başka yerlerdeki
bankalara havale edildi. Parayı aldılar ve uzun yıllar boyunca Amerikalı
yatırımcıya düzenli olarak kira taksiti ödeyecekleri ki Viyana şehri
tramvayları kullanma hakkına sahip olsun. Bunu hayal edebiliyor musunuz?
Berlin
- Almanya Devlet, o devlette yaşayan tüm insanların toplumudur. Devlet biziz.
En azından demokrasilerde böyle. İşleyen bir toplum organize edebilmek için devletin
kamu mallarına ihtiyacı vardır: Okullar, üniversiteler, toplu taşıma, vesaire.
Bu bağlamda özelleştirmede neler olduğuna bakmak ilginç olacaktır.
Kelimenin
İngilizcesi "Privatization" Latince "privare"den gelir Anlamı
"YOKSUN BIRAKMAK tır."
Hermann
Scheer Alman Milletvekili
Özelleştirme
sürecinde kamu malları özel yatırımcılar tarafından satın alınır. Hatta bazen
hediye olarak verilir. Bunun ancak toplumu kamu mallarından yoksun bırakmak
denebilir. Durumu şöyle özetleyebiliriz: Toplum, kâr amacıyla özel yatırımcının
ilgisini çeken belirli bir maldan yoksun bırakılır. "Sınır ötesi
kiralama" adı verilen bu garip sistem yaygın biçimde uygulanmıştır,
sadece Viyana tramvaylarında değil. AVUSTURYA FEDERAL DEMİRYOLLARI TRENLERİNİ
AMERİKALI YATIRIMCILARA SATTI. Innsbruck şehri kamu hizmetlerini sattı.
Kürselleşme çağında yaşadığımız için bu sadece Avusturya'da değil, Almanya Hollanda
ve Avrupa'nın diğer her yerinden böyle oldu. SİYASETÇİLERİN SINIR ÖTESİ
BİR SİSTEMİ ONAYLAMASININ NEDENİ BAZEN CEHALETTİR. DURUMU ANLAYANLARSA SADECE
ÇOK KISA SÜRECEK OLAN KARİYERLERİNİ ÖNEMSERLER.
Kendilerinden
sonra olanlarla ilgilenmezler. Bu kısa vadeli tavır uzun vade için sorumluluk
alma iradesinin yoksunluğu sorunları çözmenin arkadan geleceklere kalacağını
bilmek neo-liberal çağın en karakteristik özelliğidir. Neo-liberal çağda her
şey derhâl en yüksek kârı elde etmeye indirgenir. Hem de bedeli ne olursa
olsun. Özgürlük adına
Washington
D.C. - ABD
Evsiz
denince insanların gözü önüne gelen resim yaşlı, düşkün bir alkolik kesinlikle
doğru değil. Barınağımıza gelenler arasında aile içi şiddet mağdurları evleri
yananlar ya da Katrina gibi felaketlere maruz kalanlar var. Bu nedenle evsiz
kalıyorlar. Doktora yapmış insanlar var. Mastır ve daha başka bir sürü şey
yapmış olanlar da. Avukatlar, resmi olarak doktor olanlar var. Hayatlarında bir
şeyler ters gidiyor ve evsiz durumuna düşüyorlar. Ama
genel olarak gelenlerin çoğu DC bölgesinden. Lütfen dikkat edin:
Salonda
hanımlar var!
Salonda
hanımlar var!
Duruma
uygun giyinin beyler
Salonda
hanımlar var.
Salonda
hanımlar var beyler!
Lütfen
banyo kapılarını kapatıp uygun biçimde giyinin. Lütfen.
Çoğu
yaşlı erkekler, çoğu emekli Bazen aralarında bir tür maaş alanlar bile oluyor.
Ama kazandıkları parayla herhangi bir yerde kalamıyorlar. Çünkü bu bölgede
yaşamak çok pahalı.. O kadar ki bazı insanlar yaşadıkları daireler ve evlerin masraflarını
karşılayamıyorlar. Bu organizasyon sokaktaki vatandaşın yaptığı bağışlarla
ayakta duruyor. Ben gelen çekleri görüyorum. Bize Dünya Bankasından çek falan
gelmedi. Buradan Beyaz Saray biraz görünüyor. Barikatlar, güvenlik görevlileri.
Caddenin az ilerisinde Dünya Bankası var. Herhâlde yabancı ülkeler ve döviz
alıp satanlarla orada ilgileniyorlar. Ama içerde neler oluyor en ufak
fikrim yok.
Burası
Dünya Bankası.
Buranın
aslında bir Amerikan bankası olduğunu anlamak hepimiz için çok önemli bence.
Çoğu ülke Dünya Bankasına katkıda bulunuyor. Almanya, Avusturya, başka birçok
Avrupa ülkesi bankaya katkıda bulunuyor ve bu ülkeler bankanın hissedarı.
Teorik olarak bankanın sahipleri yani. AMA İŞİN GERÇEĞİ BANKAYI ABD KONTROL
EDİYOR.
Batı
Palm Beach - ABD
Adım
John Perkins, Amerikan vatandaşıyım.
ABD'de doğdum, ABD'de büyüdüm. Ben eskiden ekonomik tetikçiydim. Bizim
yaptıklarımız da aynı mafyanın tetikçileri gibidir. Çünkü daha sonra bir iyilik
isteriz. Mafya ve gangsterler de yıllardır aynı şeyi yapar. Tek fark, bizim
bunu çok büyük bir ölçekte yapmamız. Devletlerle, ülkelerle, devasa bir ölçekte
yaparız. Ve biz çok daha profesyoneliz. Bunu birçok yolla yaparız ama herhâlde
en yaygını şudur:
Ekonomik
tetikçi şirketlerimizin ilgilendiği kaynaklara sahip bir ülke belirler
Mesela petrol. SONRA DÜNYA BANKASI YA DA KARDEŞ ORGANİZASYONLARINDAN O
ÜLKEYE BÜYÜK BİR KREDİ AYARLARIZ.
AMA
PARA O ÜLKEYE HİÇ GİTMEZ. ONUN YERİNE BİZİM ŞİRKETLERE GİDER. ONLAR DA O ÜLKEDE
DEVASA ALTYAPI PROJELERİ İNŞA EDERLER. O ÜLKEDEKİ ÇOK AZ SAYIDA ZENGİNİN VE
BİZİM ŞİRKETLERİN YARARINA OLAN ŞEYLER. AMA BUNLARIN, ÇOĞUNLUK OLAN FAKİRLERE
HİÇBİR FAYDASI YOKTUR. Bu fakir insanlara
koca bir borç yığını kalır. O kadar büyüktür ki ödemeleri imkânsızdır. Ama
bunu ödemeye çalıştıkları süreç boyunca öyle bir duruma düşerler ki ne iyi
sağlık programlarına ne de iyi eğitim programlarına paraları kalmaz. O zaman
biz ekonomik tetikçiler oraya geri gidip şöyle deriz:
"Bakın
bize çok borcunuz var ve ödeyemiyorsunuz. Onun için bize canınızdan bir parça verin.
Petrolünüzü bizim şirketlere ucuzdan satın. Ya da bir sonraki kritik BM
oylamasında bizimle oy kullanın. Ya da bizimkilere destek olmak için bir yere
siz de asker yollayın". Mesela Irak'a.
Bu
yöntemle gerçekten bir imparatorluk yaratmayı başardık. Çünkü işin özü şu:
Kanunları
biz yazıyoruz. Dünya Bankasını biz kontrol ediyoruz. IMF'yi biz kontrol
ediyoruz. Hatta büyük oranda BM'yi bile biz kontrol ediyoruz. Yani kanunlar
bizden soruluyor. Ekonomik tetikçilerin yaptıkları yasadışı değil.
Ülkeleri
büyük borç yükleri altına sokmak sonra karşılığında iyilik istemek bu yasadışı
değil. Olmalı ama değil. Bir imparatorluğun belirleyici özelliklerinden biri dünyanın
geri kalanını kendi kurunu kullanmaya zorlamasıdır. Ve dolar konusunda biz tam
olarak bunu yaptık. 1971'DE ABD'NİN MUAZZAM BOYUTLARDA BORCU VARDI. VE BÜYÜK
BÖLÜMÜ DE VİETNAM SAVAŞININ SONUCUYDU. Ve altın standardına uyuyorduk.
Birden ülkelerden biri borcunu altın olarak geri istedi. Çünkü dolara
güvenmiyorlardı. Nixon bunu reddetti hatta bizi altın standardından çıkardı
çünkü borcu altın olarak ödeyemeyeceğini biliyordu. O kadar altınımız yoktu.
Ve bunun ardından çabucak petrol standardına geçtik. SUUDİ ARABİSTAN'LA
YAPTIĞIMIZ ANLAŞMADA ÖNEMLİ BİR ROL ALDIM. OPEC'İN PETROLÜ SADECE DOLAR
ÜSTÜNDEN SATMASINDA ISRAR ETTİK. Böylece bir anda dolar altın standardından
petrol standardına geçti. BU BİRÇOK AÇIDAN ÇOK DAHA ÖNEMLİ BİR STANDARTTIR.
ÇÜNKÜ BU ÇAĞDA DOĞAL OLARAK PETROL ALTINDAN ÇOK DAHA DEĞERLİDİR. BÖYLECE DÜNYA
BİRDEN SADECE DOLARLA PETROL ALABİLMEYE BAŞLADI. VE DOLAR ÇOK AMA ÇOK ÖNEMLİ
HÂLE GELDİ.
BUGÜN
AMERİKA YİNE BATIK BİR ÜLKE.
ÇOK
BÜYÜK BORÇLARIMIZ VAR.
DÜNYA
TARİHİNDE BU KADAR BÜYÜK BORCU OLAN BAŞKA BİR ÜLKE OLMADI.
Bu ülkelerden biri borcunu dolar dışında bir kurdan tahsil etmek istese başımıza
büyük bir dert açılırdı. Ama şu anda sadece dolar olarak istiyorlar çünkü
en büyük emtia petrol ve sadece dolarla alınabiliyor. AMA SADDAM HÜSEYİN
BİR TEHDİT SAVURUP PETROLÜ DOLARDAN BAŞKA BİR ŞEY KARŞILIĞINDA SATARIM DEDİ. İktidardan
indirilmeden hemen önce. Bazen biz ekonomik tetikçiler başarısız olur başka
ülkelerin liderlerini yozlaştıramayız.
Panama'da
Torrijos'u, Ekuador'da Roldos'u yozlaştıramadım mesela.
Bu pek sık olmaz. Ama olunca çakalları yollarlar. BUNLAR HÜKÜMET YIKAN YA DA
LİDERLERİNE SUİKAST DÜZENLEYEN ADAMLARDIR. YANİ BEN EKUADOR'DA JAİME ROLDOS'U VE
PANAMA'DA OMAR TORRİJOS'U YOZLAŞTIRAMAYINCA ÇAKALLAR GİDİP ONLARI ÖLDÜRDÜ. NADİREN
DE OLSA NE TETİKÇİLER NE DE ÇAKALLAR BAŞARILI OLAMAZSA O ZAMAN VE ANCAK O ZAMAN
ORDUYU YOLLARIZ. Irak'ta da tam olarak böyle oldu.
Ekonomik
tetikçiler Saddam Hüseyin'i yozlaştıramadı onu ikna edemediler, çakallar da
öldüremedi. Bu nedenle ordu yollandı.
Orduyu
oraya ilk yolladığımız 1991'de ordusunu yok ettik ve artık bu ceza yeterli
olmuştur aklı başına gelmiştir dedik. Bu nedenle 1990'lı yıllarda tetikçiler
yine Irak'a gitti ve Saddam Hüseyin'i ikna etmeye çalıştılar.
Ama o pes etmiyordu. Pes etmiş olsa hâlâ ülkenin başında olurdu. Biz de ona
jetler, tanklar, canı ne istiyorsa satıyor olurduk. Ama pes etmedi. Çakallar
onu öldüremedi. Güvenlik güçleri çok iyiydi. Ve bir sürü dublörü vardı. Güvenlik
ekibi bile korudukları Saddam mı, dublörü mü bilmezdi. Yani ikinci seferde de
ne tetikçiler, ne de çakallar Saddam Hüseyin konusunda başarılı olamadılar. O
NOKTADA BİR KEZ DAHA ORDUYU IRAK'A YOLLAYIP BU SEFER ONU İNDİRDİK. Gerisini
biliyorsunuz zaten.
Dünya
Bankası Grubu
Yükselen
kârlar Batan ücretler
Son
10-15 yılda küreselleşme nedeniyle gelir dağılımında dramatik bir değişim oldu.
Milyonlarca mavi ve beyaz yakalı işçinin gelirleri baskı altında kaldı. Artık
talep ettikleri maaşları alamıyorlardı. Küreselleşme onları daha ucuza
çalıştırdı. Bu da gelirlerde sermaye yönünde ciddi bir kaymaya neden oldu.
Yatırım yapılması gereken büyük bir meblağ vardı. Bu da dramatik ve kısır bir
gelişmeye neden oldu. Yeni bir endüstri ortaya çıktı: Finans hizmetleri yatırım
bankacıları girişim sermayesi fonları serbest fonlar Bu yeni endüstri bir
fenomen:
Yığınla
para kazanıyor ama kendi parasını riske ederek değil dışarıdan gelen parayı
kullanarak. Yatırılan her dolar ve
avro için komisyon alıyorlar. Köln'ün Ren nehri üzerinde imtiyazlı bir konumu
var.
Adım Anton Schneider.
Küçük
bir girişim sermayesi fonuna ortağım Yani yatırımcımızın sermayesini alırız. Kendi
paramızla birleştirir, yeniden yapılandırdığımız kuruluşlara yatırır ve
ardından o kuruluşları satarız. Girişim sermayesi endüstrisi çok dikkat çekiyor
çünkü biz normalde öz kaynakları çok düşük şirketleri satın alırız. Alış
fiyatının çoğu borçlarla finanse edilir. Bu borçlar kuruluşla birleştirilir. Böylece
satın alınan kuruluşlar büyük borçlar ödemek zorunda kalırlar. Yatırıma
pek paraları kalmaz. Bu yöntem ekonomi iyi olduğu sürece işe yarar. Yüksek
kârlar olduğu sürece. Ekonomik çöküş olmadığı sürece. Söz konusu kuruluşlar daha
önceden yeterli yatırım yaptığı sürece. Ama çoğu durumda işe yaramaz. Alış
fiyatları inanılmaz derecede arttı. Sağlanan para büyük boyutta dış sermayeydi.
Kuruluşların borçlarını ödeyememe riski vardır. Bu durumda bankalar kredileri
silmek zorunda kalır. Kuruluşlar yıllarca soyulup soğana çevrilir. Böylece
yapmaları gereken şeyi yapamazlar: Ürün geliştirip yatırım yapmak ve istihdam
yaratmak. Bunlara bu nedenle "çekirge" denir. Ne yazık ki
bence bu terim tam olarak doğru. Bu finans sisteminin önemi büyük ölçüde
arttı. Bunun da iki nedeni vardı:
İlk
olarak sermayeye sahip olanlar daha da açgözlü hâle geldi.
İkinci
olarak, sermayeyi yönetenler komisyon alır. Yatırım şekilleri ne kadar
riskliyse operasyondan o kadar büyük kâr ederler. Birkaç birey için kâr Herkes
için kayıp
Almeria
- İspanya
El
Algarrobico Oteli’ne hoş geldiniz. İspanya'da, Endülüs'teyiz.
Antonio
Baena Perez Azata del Sol'un Sözcüsü Almeria'da, Carboneras köyündeyiz. Otel,
Cabo de Gata Ulusal Parkı’nda Park şurada, batıda başlıyor. Burası önemli bir
deniz ve kara koruma alanı. Biyosferin korunması için savaşıyoruz. İklimin,
temiz havanın ve karada ve denizde yaşayan türlerin korunması için. Bu otel
önemli bir proje. Bölgede yapılması planlanan yedi otelin ilki. Buna ek olarak
bir golf sahası ve sınırlı sayıda daire de inşa etmek istiyoruz. İlk safhada daire
inşa edeceğiz. Daha sonra daire ve ev olacak.
Adım
Miguel Angel Torres.
DEVLET
MEMURU VE KARTOGRAFIM. ON SEKİZ YILDIR COSTA DEL SOL'DE İNŞA EDİLEN BİNALARI
İNCELİYORUM. BURASI, PARQUE VİCTORİA. 4000 DAİRE YAPIYORLAR. BUNLAR ÇOĞUNLUKLA
SERMAYE YATIRIMI OLARAK İNŞA EDİLİYORLAR. BÖYLECE EMLAK ŞİRKETLERİ KURULUŞLAR
VE AVRUPA BANKALARI YILDA % 20 ORANINDA KÂR BEKLEYEBİLİYOR. BANKADA YA DA
BORSADA YAPILAN GELENEKSEL BİR YATIRIM ANCAK % 5 İLA 6 KÂR GETİRİR. DOLAYISIYLA
BURADA VE İSPANYA SAHİLLERİNDE YAPILAN BİNALAR İÇİNDE YAŞAMAK ÜZERE İNŞA
EDİLMİYOR. TATİLLERDE BİLE. SADECE BİR YATIRIM ZİNCİRİNİ BAŞLATMAK AMACIYLA
İNŞA EDİLİYORLAR. TÜM BU SÜRECİN ARDINDAN ELİMİZDE HİÇ TANIMADIĞIMIZ HATTA
BURADA YAŞAMAYAN İNSANLARA KÂR SAĞLAMIŞ BİNLERCE BOŞ DAİRE KALACAK. Bir
şehir hayal edin. En başından tasarlanmış bir şehir. Eğlence için
tasarlanmış bir şehir. GELECEK 50 YILDA DEĞİŞMEMEK ÜZERE TASARLANMIŞ BİR
ŞEHİR. 124 bin avroluk dairelerin, bir milyon avroluk villalarla bir
arada yaşayabildiği bir şehir hayal edin. Bir arada değil ama çok yakın. 85 bin
metrekarelik bir göl hayal edin. (??????????)
Laureano
Ruiz Liano Emlakçı
Buna
75 bin metrekarelik Marakeş tarzı bir çarşı da dahil. En az iki, üç gün
içinde kaybolabileceğiniz kadar büyük. Ama klasik bir şehir değil. Bu şehir
normalde olduğu gibi bir kilisenin çevresinde büyümeyecek. Birkaç yüzyılda
büyümeyecek. Birkaç yılda büyüyecek. Çok temel ve yüksek bir tasarımdan
büyüyecek. Önceden düşünülmüş, daha en başından Avrupa'nın en büyük ve lüks
tatil kasabası olmaya uygun bir yer. Bir Avrupa bankasında emeklilik
fonunuz varsa muhtemelen o para İspanya'daki bu sitelerden birine
yatırılmıştır. Daha şimdiden satılmış olan bu villalar ….. yıl boyunca boşlar.
Genç İspanyollar bu daireleri alamıyor. Dairelerin maliyeti verebileceklerinin
çok üstünde. Bu binaların bakım masrafı ki oldukça kalitesiz binalar su ve
diğer harcamalar İspanyol devleti tarafından ödeniyor. İSPANYA'DA HER
YIL İNŞA EDİLEN 800 BİN DAİRENİN BİZE EN UFAK FAYDASI YOK.
Ramon
Fernandez Duran Şehir Planlama, Madrid Üniversitesi
İspanya
dünyada, emlak piyasasındaki balon büyümenin son beş yılda iyice bariz hâle
geldiği ülkelerden biri. TAM BİR ŞEHİRLEŞME FIRTINASI, BİR BETON TSUNAMİSİ İspanya
sahillerini ve adalarını mahvediyor. Burada bu sitelerden birini görebiliyoruz.
Hepsi golf sahalarıyla bağlantılı. İspanya'da böyle yüzlerce site var. Çok
az insanın golf oynadığı bir ülkede. Çok küçük bir azınlık. Bu nasıl mümkün
olabiliyor? Bunun nedeni bu tür ürünlere yapılan büyük yabancı yatırımlar. Golf
sahası yanında olursa böyle sitelerin değeri çok daha yüksek oluyor. BU
TAMAMEN YAPAY. Çölün ortasında yeşil alan yaratıyoruz. BUNU YAPABİLMEK
İÇİN BÜYÜK MİKTARDA SU LAZIM. BU TÜR BİR GOLF SAHASI 20 BİN SAKİNİ OLAN BİR
KASABAYLA AYNI MİKTARDA SU TÜKETİYOR. Fiyatı bir yılda % 35 yükseltebiliriz.
Neden
diyorsanız çok kolay. Çünkü yapabiliriz. Çünkü olabiliyor.
Dünyanın
en önemli on bir inşaat şirketinden yedisi İspanyol şirketleridir. Bazılarının
büyük futbol kulüpleriyle bağlantısı vardır. İspanya'nın en büyük inşaat
şirketi olan ACS Real Madrid'in eski başkanı tarafından yönetilmektedir.
İnşaatın boyutları sınırlarına ulaştı. Tüm İspanyol sahilleri ilk
kilometresinden itibaren % 80 binalarla kaplıdır. Kalan son doğal alanları
işgal etmeye başlıyorlar. Şu anda inşaat çalışmaları geçici olarak durduruldu çünkü
çevreci bir grup yaptıklarımızı yetkililere ihbar etmiş ve gereken izinleri
almadığımızı iddia etmişler. Umudum ve dileğim hakimin inşaatın yasal olduğunu
onayladıktan sonra daha şimdiden Avrupa'nın her yanından rezervasyon aldığımız bu
oteli bitirmemize kısa zamanda izin vermesi. Hotel El Algarrobico'nun kanunsuz
inşa edildiği için yıkılması gerekiyordu. Azata inşaat şirketi vergi
mükelleflerinin parasından tazminat olarak 100 milyon avro alacaktı. Ayrıca
yıkım masrafları da kamunun parasıyla ödenecekti. Ama yukarıda sözü edilen
yasal sorunlar henüz sonuca bağlanmadı.
İNŞAAT
SEKTÖRÜ İŞÇİLERİNİ AĞIRLIKLI OLARAK GÖÇMENLERDEN SEÇİYOR.
Afrika'dan ya da Güney Amerika'dan gelenler en düşük ücretlere çalışıyorlar. BÖYLECE
İNŞAAT SEKTÖRÜNDEKİ İNSANLAR KARA PARALARINI İNŞAAT İŞÇİLERİNE MAAŞ VERMEKTE
KULLANIYORLAR.
İspanyol
Gayrimenkul Balonunun Sonuçları:
Sahillerdeki
üç milyon boş ev.
On
altı milyon insanla aynı miktarda su tüketen yeni golf sahası.
İspanyol
Merkez Bankası altın ve döviz rezervlerinin büyük bölümünü sattı ve ulusal borç
gayrisafi milli hasılanın %106'sına çıktı.
Ani
bir işsizlik artışı oldu.
Emlakçıların
yarısından fazlası kapandı.
Neden
kimse finansal sistemin bu verimsiz gelişimi hakkında hiçbir şey yapmıyor?
Bu
soruya cevap vermek güç. Çünkü bunun acısını çeken çok. Buna ulusal ekonomi de
dahil. Çünkü ortada yeni bir küresel ekonomik kriz tehlikesi var. Tüm bunlara
rağmen hiçbir şey olmuyor. Ekonomik krizden bir yıl sonra, şimdi bile hiç yeni
yönetmelik yok. Böylece finansal aşırılıklara izin veriliyor. Tam tersi, sistem
çökmesin diye merkez bankasından kamunun parasını sisteme paylaştırdılar. Bunun
anlamı şu: Kendi bahislerini karşılamak için sıradan insanların parasını
kullanıyorlar. Aslında amaçları kendi kurumları batmasın diye sistemin kanını
emen kumarbazlara bir temel sağlamak. GÖRÜNEN O Kİ TEKRAR TEKRAR FELAKETLER
İNSANLIĞI BASTIRIYOR. Her felaketin ardından benzer felaketleri önlemek
amacıyla kurallar yeniden tanımlanıyor. Dünyadaki ekonomik krizin ardından bankalar
için tamamen yeni kurallar kondu. Dünyada çapında yeni bir ekonomik krizi
önlemek amacıyla tüm bankacılık sistemi ciddi biçimde düzenlendi. Son birkaç
yılda yeni bir tavır kurumsallaştı: Hiçbir şeyi düzenlememiz
gerekmediğini çünkü pazarın her şeyi düzenlediğini iddia ediyorlar. Bu nedenle
artık kamusal kontrol yetkilileri finans sisteminde düzenleme olmamasına
müsamaha gösterdiler. Her şey tamamen liberalleştirildi. BUGÜN SAHİP
OLDUĞUMUZ FİNANS SEKTÖRÜ TAMAMEN MANTIKSIZDIR VE İNSANLARA KARŞIDIR.
GÜNÜMÜZDE
LİDERLERİ MEDYA SEÇİYOR. Onlar olur ya da
olmaz diyor. Bu nedenle insanlar medyayı memnun etmeye spotların altında
olmaya çalışıyor. Ciddi siyasi kavramların seçilmelerine olan etkisi gittikçe
daha da azalıyor. Bu medyayı memnun edebilme kapasitesi siyasi bir lider
için hayati bir kıstas hâline geldi ama aslında siyasi bir lider olmak için bunun
tam tersi özelliklere sahip olmanız gerekiyor. Dolayısıyla hayati siyasi
kararlar alan ve çabucak başkalarının kararlaştırdığı gelişmelere itaatkâr
kuklalar hâline gelen aptalların sayısı gittikçe artıyor. Zenginlere daha ne
kadar bakabileceğiz?
Burası
St. Helier. St. Helier, Jersey'nin başkentidir.
Adanın
da en büyük şehridir. Ama adanın kendisi çok küçük. Sağda gördüğünüz binalar Jersey
kraliyet ailesine ait. Bu binalar hükümet merkezi ve büyük suç davalarında
adalet sarayı görevi görüyor. Şimdi bazı hukuk firmalarının yeni merkez
binalarına yaklaşıyoruz. Jersey bir finans merkezi olarak görülüyor olsa da ekonomik
destek alabilmek için hukuki danışmanlığa ihtiyacınız var. Var olan çoğu depo modern
bankalar ve bürolara çevrildi. Böylece St. Helier'in bu yeni bölgesinde eksiksiz
bir finans merkezimiz olacak. Mesela şurada gördüğünüz Credit Suisse'in
merkezi. Avrupa bankalarının yanında Citigroup gibi Amerikan bankaları da var. Onlar
da Jersey'de varlık gösteriyor. Bir İskoç bankası var. Ama onunla aynı sırada daha
uzaklardan, Hindistan'dan gelen bir banka var. Bu da sadece Avrupa ve
Amerika'ya değil dünyanın başka yerlerine de baktığımız anlamına geliyor. Burada
da Deutsche Bank'ın büroları var. Adada var olan birçok Avrupa bankasından
biri. Deutsche Bank da diğerleri gibi sunduğumu hizmetlerden etkilendiği için
adaya geldi
Ben
Senatör Terry Le Sueur. Jersey adasının Başbakan Yardımcısıyım. Ama aynı
zamanda Hazine ve Kaynaklar Bakanıyım.
Uzun
yıllardır Jersey'nin şöhreti Jersey inekleri ve patatesleri nedeniyle yayıldı. Oldukça
kırsal bir toplumduk. Geçimimizi tarım ve turizmle sağlardık. Ama son yılda finans
hizmetleri endüstrisinde bir büyüme oldu. Ve birileri dünyanın geri kalanına da
faydalı olacak biçimde Jersey'ye para çekme fırsatını görünce bu ortaya çıktı. Buranın
kuzeyinde vergi cenneti Guernsey adasını görebilirsiniz. Ufukta görülüyor. Ardından
Brecqhou adası geliyor. Sonra Herm ve Sark adaları ki oralar da vergi
cennetidir. Sonra doğuya bakınca Jersey adası var Benim geldiğim, büyüdüğüm
yer. 1986'da oraya döndüm. Finans merkezinde çalışmaya başladım. Ardından
buradaki hükümetin ekonomi danışmanı oldum. Amerikalıların tahminlerine göre şu
anda Jersey'de var olan şahsi servetin boyutları 500 milyar dolar boyutlarına
ulaşıyor. Şu anda adadaki bankalarda bulunan ve ada dışından gelen para. Bu
para buradaki mevduat hesaplarında duruyor. Ama bunlar sadece elektronik
hesaplar. Para aslında Jersey'ye gelmiyor bile.
Jersey'den geçip dünyanın büyük finans merkezlerine gidiyor. Özellikle de
Londra'ya doğru. Jersey'nin bu işteki rolü ne? Jersey bizim "gizlilik
alanı" dediğimiz bir görevi yerine getiriyor. Aslında yaptığı şey şu:
"Offshore"
emanetler ve şirketler aracılığıyla ada dışından insanlara özellikle Avrupa'dan
ama Afrika, Latin Amerika ve Asya'dan insanlara da varlıklarını dünyanın para
pazarlarına taşıma ve mülkiyeti saklama şansı tanıyor. Paranın mülkiyeti bu
offshore emanetler sayesinden saklanır. Ve bu da Jersey'nin uzmanlaştığı
konulardandır: Emanetler, Jersey gibi yetki alanlarında kurulmuş yasal
varlıklardır. Buralarda emaneti yaratan ve bundan fayda sağlayan insanların kimliklerini
açıklamaları zorunlu değildir. Hatta bir emanet hakkında açıklanan yegane bilgi
çoğu durumda sadece emanetin adıdır. Bazen de bu emaneti yaratan avukatların
adı bilinir. Ama bu emanetlerin ardındaki gerçek insanlar kimseye açıklanmaz. Bu
da Jersey'yi para saklamak isteyenler için mükemmel bir yer hâline getirir. VERGİDEN
KAÇINMAK YA DA VERGİ KAÇIRMAK İÇİN TİPİK BİR YAPI JERSEY'DE BİR EMANET KURARAK
ORTAYA ÇIKARILIR. Emanetin Lüksemburg'da bir şirketi olabilir.
Lüksemburg'daki şirket de bir banka hesabın yönetebilir. O da Cayman adalarında
ya da İsviçre'de olabilir. Ya da Londra'da. Üç farklı yetki alanının olması
önemlidir. Amaç bu üç farklı yetki alanını karıştırarak soruşturmalardan
kaçınmak için gizliliği en yüksek seviyeye çıkarmaktır. Emanetin ardında kim
var, şirketin gerçek sahibi kim o banka hesabını gerçekte kim yönetiyor keşfetmek
neredeyse imkânsızdır. Bu durum çağdaş kapitalizm için çok derin
sorunlar ortaya çıkarıyor. Çünkü artık küresel ticaretin büyük bölümü vergi
cennetlerinden geçiyor. Ve bu ticaretin büyük bölümü de bu vergi
cennetlerinden geçerken fiziksel şekilde değil sadece kâğıt üstünde geçiyor. Ve
Jersey gibi vergi cennetlerinden geçen bu ticaretin amacı sermayeyi varlığın
üretildiği ülkeden ülke dışına çıkarmak ve vergi cennetlerine götürmektir.
Jersey, adada varlık göstermeyen şirketlerden vergi almaz. Tek yaptığımız bu
şirketlere hizmet sağlamaktır. Aynı birçok başka finansal yetki alanında
yapıldığı gibi. Ama galiba Jersey'nin uzmanlığı ve düzenlemeleri çoğundan daha
iyi ve uluslararası hizmetler anlamında adanın çok iyi bir şöhreti var. Artık
öyle bir duruma geldik ki Jersey başını dik tutup İsviçre veya Lüksemburg gibi uluslararası
merkezlerle rekabet edebilir "Biz onlar kadar, hatta onlardan daha
iyiyiz ve sağladıkları her şeyi sağlayabiliriz." diyebilir. Aynı
kalitede veya daha iyi.
Gerhard
Schwarz Ekonomi Editörü, NZZ
İsviçre'de
bize göre kişinin mahremiyetini korumak en önemli şeydir. Bu koruma liberal
ekonominin parçasıdır. Bu koruma ancak büyük hukuk ihlallerinde askıya
alınabilir. Vergi kaçırma ihlal sayılır. Ama mahremiyeti askıya alacak kadar ciddi
değildir. Ne kendi vatandaşlarımızın, ne de yabancıların mahremiyetini. İSVİÇRE
ASLA ÖZEL OLARAK KENDİ VATANDAŞLARINI VERGİ DAİRESİNDEN KORUMAZ. Ama
vergi kaçırıldığına ya da vergiden kaçınıldığına dair en ufak şüphede yabancıların
mahremiyetini hemen askıya alır. Gelişmekte olan ülkelerin büyük bölümü için bu
vergi cennetleri felaket demektir. Felaket olmalarının nedeni çok büyük
boyutlarda sermayenin bu ülkelerden vergi cennetlerine kaçırılmasına olanak
sağlamasıdır. Ve çoğu durumda bu sermaye ülkeye geri dönmez. Tahminlere göre
Afrika'ya akan her bir dolarlık yardıma karşılık en az on dolar masa altından
kıtadan kaçırılmaktadır.
Finans
hizmetleri endüstrisinde çalışmanın bence en belirli taraflarından biri çalışanların
içinde bulunduğu kültürün kendisiydi. Çoğu
çok zeki insanlar. Avukatlar, muhasebeciler, bankacılar Üniversitelerde çok iyi
eğitim almış insanlar. Çok ayrıcalıklı insanlar. Genel olarak işlerinden
nefret ediyorlar. İşler sıkıcı, tekrara dayalı ve aptalca ama parası muhteşem.
Yaptıklarının değeri olmadığını biliyorlar. Terimin hiçbir ekonomik anlamında değer
üretmiyorlar. Yaptıkları şey şu:
bir
ülkede üretilen sermayenin başka bir ülkede birikmesini sağlamak. O sermaye
orada dünya nüfusunun çok küçük ve seçkin bir bölümünde toplanacak.
Belki % 3 bile değildir. Muhtemelen daha da küçüktür. Şu anda , 11,5 trilyon
dolarlık şahsi servetin offshore hesaplarda tutulduğu yönetildiği ve vergiden
kaçırıldığı tahmin ediliyor. ,11,5 trilyon dolar nasıl bir şeydir?
Size
bu rakamın büyüklüğü konusunda bir fikir vereyim:
Bu
servetin oldukça mütevazi bir faiz oranı olsun. Mesela % 7 diyelim. Ve bu gelir
de mütevazi biçimde, % 30 oranında vergilendirilse o zaman dünya devletlerinin
elinde yılda milyar dolarlık fazladan gelir olurdu.
BU DA FAKİRLİĞİ HAFİFLETMEK VE BM BİN YIL KALKINMA AMAÇLARINI
GERÇEKLEŞTİRMEKTE KULLANILABİLİRDİ.
Evrensel
İnsan Hakları Bildirgesi şöyle bir şart koşar:
"BÜTÜN
İNSANLAR ÖZGÜR, ONUR VE HAKLAR BAKIMINDAN EŞİT DOĞARLAR."
Bu insani prensibe bağlı kalmak istiyorsak servet dağılımı farklı olmalı.
Dağılım tüm toplumun iyiliğine olmalı birkaç bireyin iyiliğine değil. Ancak o
zaman bu insani prensibi koruyabilirsiniz. Sistemi değiştirmezsek yeni seçim
mekanizmaları olacak:
Devletler
arasında seçim mekanizmaları olacak Irklar arasında dinler arasında kaynakları
kullanmaya hakkı olanlarla olmayanlar arasında değerli ve değersiz insanlar
arasında. Bu durumda insan oğlunun parasal değeri galip gelecek ve yeni bir
barbarlık çağı başlayacak. Bu kaçınılmaz.
Sonuçta bunun bedelini sokaktaki vatandaş
ödeyecek. Şu "küçük adam" denene insan. Ya da "küçük
kadın." Süreç üstünde en ufak etkisi olmayan insanlar örgütlenmedikleri
sürece çıkarlarını temsil edecek bu süreci durdurabilecek kadar güçlü insanlar
bulamadıkları sürece böyle olacak.
Şu
anda Reichstag'tayız, Alman Parlamentosunda. Burada Reichstag'ın Rus askerleri
tarafında ele geçirilmesiyle son bulan 2. Dünya Savaşının izlerini görüyoruz.
Buraya kendi ülkelerinden getirdikleri selamları yazmışlar. Bu, bize şu gerçeği
hatırlatmalı: Yeni bir servet dağılımı yöntemi olmadan hepimize yeterli
olmayacak olan yenilenemeyen kaynaklar yerine yenilenebilir enerji kaynakları
kullanarak çevre sorununa bir çözüm bulunmadan 2. Dünya Savaşıyla burada sona
eren her şey farklı bir şekilde tekrarlanacak. Tercümesini bilmiyorum. Ama
Almanca'da şöyle:
Bazılar
karanlıkta durur.
Diğerleri
ışıkta durur.
Sadece
ışıkta duranları görürsün.
Karanlıkta
duranlarıysa göremezsin.
Işıkta
kim duruyorsa onları görürsün.
Karanlıkta
duranlarıysa insan göremez diyor.
Sonra
tamamen farklı bir yer geliyor
Çünkü
sahneyi hatırlarsanız, burası birbiri üstüne kelimeleri sıraladığı yer.
Sonra
bir şey görürsün.
Işıkta
çok az insan vardır.
Onları
görür ve "İşte insanlık bu." dersin.
Ama
karanlıkta çok fazla sayıda insan vardır.
Binlerce,
milyonlarca insan Gülümsüyorlar, ağlıyorlar, ölüyorlar, doğuyorlar.
Onları
ne sahnede görürsün ne haberlerde, ne de başka bir yerde.
Ve
bu çok kötü, berbat bir şey.
AÇIKÇA
YALAN SÖYLÜYORLAR.
Adamın
biri yüzüne karşı yalanlarını haykırıyor.
Bu
muhteşem bir düşünce.
"Işık
orada ve işte insanlık bu." dersin.
Ben
böyle bir huzur buluyorum.
İnsanlık
açgözlülük ya da korkunun sona ermesi için yeni yüzyılı bekliyor.
İnsanlık
Vay canına, insanlık!
Canı
cehenneme.
Sonra
diğer bir adam der ki bana mı diyorsun?
İnsanlıkla
entelektüelleri kastettiğini söyler sonra.
Kastettiği
ev hanımları falan değildir yani.
YORUM:
2012 finansal kıyamet gelmeden tedbir almamız gerekmektedir. Şahsî borçlarınızı
kapatmakta acele ediniz. Çünkü dolar eninde sonunda patlayacak.
Allah
Teâlâ’m çakalların hilesinden bizleri kurtarman için dua ediyoruz.
İsmail
Hakkı
[1] PORTFÖY
:Sahip olunan varlıkların yatırım sonucu oluşturduğu toplam değerdir.Kişi ve
kuruluşlar sahip oldukları servetlerini çeşitli şekilde tutarlar:
Nakit para,altın ve döviz, vadeli mevduat, tahvil,
hisse senedi ve hazine bonosu gibi mali mevduatlar, gayrimenkul ve yatırım malı
olarak fiziki mevcutlar. servetin tutulma şekli olan yukarıdaki dört mevcudun
bütününe kişi veya kuruluşların portföyü denir. kişi veya kuruluşların portföy
yapısı bunların risk alma eğilimlerine, likidite tercihlerine ve çeşitli
mevcutların sağlayacağı getiri oranlarına bağlıdır. kişi ve kurumların likidite
ihtiyaçlarının değişmesi veya mevcutların getiri oranının değişmesi, portföyün
yeniden düzenlenmesi sonucunu verir.
[2] Uluslararası
Finans Kuruluşu (IFC):
Dünya Bankası Grubu’nun üyesi olan Uluslararası Finans
Kuruluşu (IFC), 1956 yılında gelişmekte olan ülkelerde özel sektör
yatırımlarını arttırmak ve yoksulluğu azaltıp, yaşam standartlarını
iyileştirmek üzere kurulmuştur.
Şu an 179 ülkenin üye olduğu IFC’nin hedefi üye
ülkelerinde üretken girişimciliği arttırarak ve etkin sermaye piyasalarını hakim
kılarak ekonomik kalkınmayı sağlamaktır.
IFC icra kurulu, üye ülkelerin atadığı ve çoğunlukla
maliye bakanları olan yöneticiler tarafından oluşturulmaktadır. İcra kurulu yetkilerinin birçoğunu IFC’nin
stratejik yönelimini belirleyen IFC yönetim kuruluna devretmiştir.
IFC yatırımları Orta Afrika, Doğu Asya ve Pasifik,
Güney Asya, Avrupa ve Orta Asya, Latin Amerika, Orta Doğu ve Kuzey Afrika
bölgelerini kapsamaktadır.
[3] sübvansiyon
: fransızca subvention (yardım; devletçe yapılan para yardımı, para desteği).
teklif ettiğimiz karşılık: destekleme. örnek: ülkenin bazı ürünlerine dünya
pazarlarında rekabet imkânı sağlamak için ihracat desteklemeleri yapılıyor.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar