Print Friendly and PDF

LET'S MAKE MONEY (2008) (Hadi para yapalım)

Bunlarada Bakarsınız

 


 

Yönetmen:        Erwin Wagenhofer

Senaryo:  Erwin Wagenhofer

Oyuncular:        Mark Mobius, Mirko Kovats and K. Sujatha Raaju

Süre:        110 dk

 

“Let´s make money” (Hadi para yapalım) krizi, kapitalizmin çelişkilerini ve nasıl bir dünyada yaşadığımızı daha iyi anlamak isteyenler için kaçırılmaması gereken çarpıcı bir belgesel film.

Avusturya’lı Rejisör Erwin Wagenhofer bir önceki “Feed the World” (Dünyayı Besliyoruz) belgeselinden sonra, bu filminde de seyircileri uluslararası kapitalizmin mantığı üzerinde bir yolculuğa çıkarıyor. Dünyadaki finans akışın nasıl gerçekleştiğini anlatıyor, finans sistemi gözler önüne seriyor. Kapitalistleri paralarını yarı sömürge ülkelerin yoksullarının sırtından nasıl çoğalttıklarını ayrıntılarıyla ortaya seriyor. İçinden geçmekte olduğumuz kriz koşulları düşünüldüğünde belgeselin önemi artıyor.

 

Wagenhofer bir bankanın reklam sloganını hatırlıyor: “Paranızı çalıştırın”. Bu sloganı bir afişte okumuş. “Ama sadece insanlar, makineler ve hayvanlar çalışabilir oysa” diyor rejisör. Ortaya attığı tez ise: Parasını bir bankaya yatıran her insan, eşitsizliğe katkıda bulunuyor. Çünkü menajerler, insanların bankalardaki paralarını, yoksul ülkelere daha fazla kar yapmak üzere yatırıyorlar. Bunu yaparken de mutlaka o ülkelerin insanlarını sömürüyorlar, çünkü düşük üretim harcamaları ile azami kar elde ediyorlar.

Vergi cenneti diye bilinen ülkelerin bankalar için nasıl kara para aklama makineleri olarak işlev gördüğünü de gözler önüne seriyor. Değişik hukuk sistemleri olan ülkeleri aracı olarak kullanan bankaların, paraların nerden, nasıl geldiğini, nereye gittiğini gizlemekte ustalaştığını ortaya koyuyor rejisör. Bu bankların kasalarında yatan toplam 11,5 trilyon dolar özel sermayeden söz ediliyor filmde. Bankaların avukatları buna olanak sunan ülkelerde yaptığı vergi kaçakçılığının yasal bir temele nasıl oturtuğunu anlatıyor. Örneğin Jersey adası böylesi bir ülke. Bu adanın maliye bakanı konuşmasında, ülkelerinde neden böyle bir konsepti uyguladıklarını anlatma çabası ise izleyenlerin gülmelerine neden oluyor:

“HANGİ ÜLKENİN SOKAKLARINDA KAN AKIYORSA, ORAYA YATIRIM YAPACAKSIN”

 

TÜRKÇE ALT YAZISI

 

Çoğumuz paramızın yerini bilmeyiz. Emin olabileceğimiz bir tek şey vardır: Paramız güvende olsun ya da artsın diye koyduğumuz bankada değil.

Banka, paramızı küresel para pazarına soktu.

Borçlu nerede yaşar ya da faizi nasıl öder, bilmeyiz. Bu umurumuzda bile olmaz. Çünkü bankaların baştan çıkarıcı çağrısını güvenle izleriz: Bırakın paranız çalışsın!

 

Gana - Batı Afrika Balerna - İsviçre

Dağılım: % 3 Afrika'ya % 97 Batıya

KT Freetel %36 Değer Kaybetti

Singapur - Güneydoğu Asya

Evet, tabii.

Selam, adım Mark Mobius. Templeton Emerging Markets şirketini başkanıyım. Dünyanın en büyük gelişmekte olan pazarlar fonlarını yönetiriz. Şu anda gelişmekte olan pazarlar fonlarında 50 milyar dolardan büyük bir meblağı yönetiyoruz Tamam. Çoğu insan bana "yatırım gurusu (bilgesi)" diyor Gelişmekte olan pazarların babası, cesur kartal diyorlar. Bu isimlere itirazım yok. İyi isimler. Ama işin gerçeği, biz sadece yatırım yapıyoruz. Yatırımcılarımız için elimizden geleni yapıyoruz. Yönettiğimiz varlıklarını artırmak ve onların yararına olacak yatırımlar yapmak için. Anlıyorum. Evet. Onlara muhtemelen şöyle deriz:

Başka bir yönetici için sınırlama getirmenin yanlış bir tarafı yok. Başka bir deyişle:

Portfolyoyu indeksleyen yöneticiler var.[1] Bu yöneticiler en iyi şekilde böyle bir portfolyo için kullanılabilir. Ama böyle sınırlamalar getirirlerse bizi doğru kullanmış olmazlar. Ne demek istediğimi anlamışsındır. Anladın mı?

Burada Singapur'dayız çok düşük bir vergi ödüyoruz. Neden mi?

Çünkü Singapur hükümeti bizim gibileri çekmek istiyor: Para yöneticileri, yatırım yöneticileri. Çünkü bir finans merkezi hâline gelmek istiyorlar. Küresel bir finans merkezi. Bu nedenle çok düşük vergi ödüyoruz. Hatta bazı durumlarda hiç ödemiyoruz. Personelimiz elbette vergi ödüyor. Şirkete personel alımı yapıyoruz. Yani devlet de burada çalışıp bireysel gelirleri üzerinden vergi ödeyenlerden dolaylı yoldan fayda sağıyor. Küreselleşmenin çok kötü çağrışımları var. Ama aslında küreselleşmenin dünyadaki tüm ülkeler için çok iyi olduğu ortaya çıktı. Çünkü mal ve hizmetlerin toplam maliyetini düşürüyor. Küresel çapta bir rekabet piyasanız varsa herkes için maliyet düşer ve enflasyon kontrol altında olur. Dolayısıyla biz bu küreselleşme eğiliminin genel olarak çok ama çok iyi olduğunu düşünüyoruz. Ve elbette bizim alanımızda şu anda gelişmekte olan pazarlara yatırım yapıyor ve Batıdaki, gelişmiş ülkelerdeki emeklilik maaşlarına faydamız oluyor. Çünkü gelişmekte olan pazarlarda para kazanıyor ve bu parayı Batıya taşıyoruz. Emeklilik fonunuzun bizim fonlarımızdan birine yatırılmış olması çok büyük bir ihtimal çünkü emeklilik fonu yöneticileri de dünya çapında bir fırsat çeşitliliği ister.

Çenay - Hindistan

Hindistan'ın sevdiğim tarafı demokrasi olması. Buradan arazi alırsanız sizin olacağına emin olabilirsiniz. Kimse yarın gelip yeni vergiler talep ederek ya da başka bir yolla arazinizi elinizden almaya kalkmaz. Bunlar sömürge döneminin kalıntıları. Adli sistem benim için çok önemli. Önemli bir yatırım kıstası. Bu konuda çok tatmin olmuş durumdayız.

Adım Mirko Kovats, Avusturyalıyım. Son on yıl içinde Avusturya'nın en büyük endüstriyel gruplarından birini kurdum. Burada kimse devleti çağırmaz. Başınızın çaresine bakmalısınız. Bizim memlekette var olduğunu sandığımız sorunlarımızla ilgili tartışmalar beni hep hayrete düşürmüştür. Bir şeyleri vergilendirip insanların elinden almanın yollarını tartışmadan edemezler. Bunlar burada geçerli değil. Burada geçerli olan tek şey ekonomi.

Adım Sujatha Raaju. Madras Üniversitesinde ticaret okudum. Şu anda Hindistan'ın en büyük şehirlerinden Çenay'dayız. Eskiden resmi adı Madras'tı. Nüfusu sekiz milyon. Nüfusun üçte biri böyle yaşıyor. Yani nehir kenarlarında. Bazıları çok daha fakir bir hayat sürüyor kaldırımda yaşıyorlar. Avrupa'da öğrenciler sosyolojiyle ilgilenir. Herkes öğretmen olmak ister. Buradaysa herkes mühendislik okur. Kendi kendine , sonra kim nerede olacak diye soruyorum. Daha mı zengin olacaklar? Daha mı fakir olacaklar?

Umarım olmazlar. Şirketi finanse edenler borsada var olan tüm şirketleri finanse edenlerle aynı kişiler. Emeklilik ve sigorta fonlarındaki parayı yöneten Londralı yatırımcılar. Fabrika çok küçük. Taşınıp dört katına çıkarmayı düşünüyoruz. Rekabet bizi önlem almaya mecbur bırakıyor. Hepsi de tatsız önlemler. Ama üstümüzde küreselleşmenin baskısı var. Çok düşük ücret alan ama hayatını kazanmak zorunda olan insanlara rekabet etmek zorundayız. Elbette mesai saatleri uzayacak. Bu fazla mesai için para ödenmeyeceğine eminim. Çok basit: Daha çok çalışmalıyız. Başka seçeneğimiz yok. Çok düzenli. Çok düzenli. Bunu başarmak zor oldu mu? Çok emek sarf etmem gerekti. Ama gördüğümüz gibi çalışıyor. Gerçekten afalladım. Sendikalarla görüşme yapıyor musunuz? Neyse ki hayır. Şu ana dek görüşmedik. Personelimizin sosyal konumunu göz önüne almaya çalışıyorum. Bir kaynakçı ne kadar kazanıyor? Ortalama ayda 200 avro.

Bunu mu kazanıyor?

Yoksa size maliyeti mi bu? Bunu kazanıyor. Bize % 25 daha fazlasına mal oluyor.

 -250

-Evet.

Ya mühendisler? Sekiz ila on katını. O da 2500 ediyor. Avrupa'nın çok altında ama artık ucuz da değil. Hindistan'da patlama yaşayan pazarları da düşünmelisin. Gelecek yıllarda fiyatlar yüzde üç, beş değil %10 ila 15 artacak. Gelecekte bunu da hesaba katmak gerekecek. Yani verimli olmalıyız. Cömertlik edecek durumumuz yok. Maliyetler artacak. Süreçleri en aza indirgemek ve ek maliyetleri azaltmak için çalıştım. Maliyetleri azaltmak ya da düşük tutmak için yarı otomatik üretime yatırım yaptık. En iyisi bu. En iyisi bu çünkü fabrikayı taşımak gerekmeyecek

-Kesinlikle.

-Gereken tüm altyapı hazır. Ve bene binayı yapmak en çok altı ay alır. Temel de dahil.

-Aynen. Kaçtan olursa olsun almalıyız. Bundan sonra daha da pahalı olacak. Fiyatlar düşmeyecek. Artık ucuz değil ama almak zorundayız. Hemen almamız lazım. Yoksa daha sonra daha da pahalı olacak. Daha aşağı düşmez. Sorun şu ki ilgilendiğimizi bildiği için hemen fiyatı yükseltiyor. Tamam ama ona şunu söyle

Başka bir yere gitme şansımız da var. Pazarlık ediyoruz sonuçta. Başka bir yere gitme şansımız da var.

Hintliler vergilerini ödüyor.

VERGİLERİ DEVLET TOPLUYOR SATIŞ VERGİSİ, GELİR VERGİSİ SU VERGİSİ, ELEKTRİK VERGİSİ, EMLAK VERGİSİ DEVLET DAHA BAŞKA BİRÇOK VERGİ TOPLUYOR. AMA BU GELİR YABANCI YATIRIMCILARA ÖDENEK ŞEKLİNDE VERİLİYOR. VE SONUNDA DEVLETTE HALKIN SOSYAL REFAHINA HARCAYACAK PARA KALMIYOR. BU ADAMLAR ONLARA NE DİYOR BİLMİYORUM

Bence Bu Onlarla kim konuşur? Hayır, onların tarafından yani. Bence bir yatırımcı yatırım yaptığı şirketin ahlakı yarattığı kirlilik ya da başka şeylerinden sorumlu olmamalı. Neymiş?

Bu onun işi değil. Onun işi yatırım yapıp müşterilerine para kazandırmak. Evet. Onu arayalım mı, ne dersin? Gelişmekte olan pazarlardan bahsederken aslında büyümeden bahsediyoruz. Bizim asıl derdimiz büyüme. Gelişmekte olan pazarlara bu yüzden girdik zaten. Ve aynı yıl önce IFC [2] (Uluslararası Finans Kuruluşu) " gelişmekte olan pazarlar" sözünü ilk kullandığı zaman beklediğimiz gibi oldu. Eskiden buraların adı gelişmekte olan pazarlar değildi. O zamanlar "az gelişmiş ülkeler" denirdi. "fakirler," "Üçüncü Dünya," "Güney," vesaire vesaire. Sonra birinin aklına buna gelişmekte olan pazarlar demek geldi. Çok güzel ve çok hızlı büyüyen bir pazar. Ve tam olarak da böyle oldu. Çevresel ve toplumsal standartlar uzun süre değişmeyecek. Bu standartları yükseltmenin maliyeti Hindistan ve Çin gibi ülkeler tarafından karşılanamaz. Gerçek bu, hoşunuza gitsin gitmesin. Bu insanların çoğunluğu fakir. Ve çok uzun süre fakir kalacaklar. Bedeli ne olursa olsun rekabete devam edebilmek zorundalar.

Bu nedenle bence yumuşak iyi niyet açıklamaları dışında gelecek birkaç on yıl boyunca pek bir şey değişmeyecek çünkü insanlar bunun bedelini ödeyemezler. Gelişme ve ekonomik büyümenin insanlar ve toplumla hiç ilgisi yok. Ekonomik büyüme sadece siyasetçi, yatırımcı ve onların ortasında oynayan aracı içindir.

On yıl önce orta sınıf bir ailede gelir on bin rupi civarında olunca en az iki ya da üç bin rupi biriktirebilirlerdi. Ama o günler geride kaldı. Bugün bin rupi bile kazansalar bir kuruş bile biriktiremezler. (Bizde de aynı durum var) Hindistan'da birçok yabancı kültür var ve insanlar buna alışmaya başladı. Batı kültürünü taklit etmek için her yolu deniyorlar. Ama fakirlik ortadan kaldırılmadı. Hâlâ fakir insanlar var. Bunu silmenin tek yolu Hindistan'da iyi bir politik sistemin olması.

Adım Kalaiselvan. Yedinci sınıftayım, on iki yaşımdayım. Doğduğumdan beri Gandhinagar gecekondu mahallesinde yaşıyorum. Büyüdüğümde avukat olmak ve yozlaşmayla savaşmak istiyorum. Meşhur bir deyiş vardır:

ALIM YAPILACAK EN İYİ ZAMAN SOKAKLARDA KAN OLDUĞU ZAMANDIR derler. Bu deyişe bir ekleme yapayım:

KAN SİZİN KANINIZ OLSA BİLE ÇÜNKÜ GENELLİKLE SAVAŞ VARSA DEVRİM, SİYASİ SORUNLAR, EKONOMİK SORUNLAR VARSA HİSSELERİN FİYATI DÜŞER. VE EN DÜŞÜK HÂLİNDEYKEN HİSSE ALANLAR ÇOK PARA KAZANDILAR. ÇOK ÖNCEDEN PLANLANMIŞ

Adım Gerhard Schwarz. On dört yıldır Neue Zürcher Zeitung'un ekonomi bölümünün genel yayın yönetmeniyim. Ayrıca Zürih Üniversitesinde ders veriyorum. Bunun dışında Friedrich August Hayek Derneğinin de başkanıyım. Friedrich August von Hayek kesinlikle . Yüzyılın en önemli liberal ekonomistiydi. Avusturya'da doğdu ve İngiltere, Amerika ve Almanya'da çalıştı. Cenevre Gölü üstündeki Vevey'den Mont Pélerin'e gidiyoruz. "Hacının Dağı" anlamına geliyor. Büyük otelleri olan küçük bir kasaba. 1947'de Avrupa ve Amerika'nın en önemli düşünürleri burada buluştu. Amaçları Batı dünyası üstüne düşünüp taşınmaktı.

Mont Pélerin Derneği burada Hotel du Parc'ta kuruldu. Kurucularının amacı bir aydınlar ağı kurmaktı. Siyaset yapmak değil fikirleriyle siyaseti etkilemek istediler. MONT PÉLERİN DERNEĞİ 1980'LERDE RONALD REAGAN'LA ÜNLÜ OLDU. Hükümetinde ve danışmanları arasında Mont Pélerin Derneğinden birçok üye vardı. Sayılar bazen yirmiyi bile aşıyordu. Aşağı yukarı aynı zamanlarda Margaret Thatcher Hayek'in ve derneğin İngiliz üyelerinin fikirlerinden feyiz aldı.

Londra - Büyük Britanya

John Christensen Kalkınma Ekonomisti

Londra şehri denen bölge Londra'nın finans mahallesidir. Dünyada en çok banka burada bulunur. Ve 1980'lerden beri, bilinçli olarak tüm kıtalardan bankaları kendine çekmeye çalışmıştır. 1970'lerde İngiliz hükümeti üretim endüstrisinde krizle karşılaşınca Londra Şehri'ni seçkin bir finans merkezi hâline getirmeye başladı. Ve bunu da burada işlem yapan bankalar ve büyük finans evlerini denetimsiz bırakarak yaptı. Bankaların gevşek bir tavırla kredi vermesine izin verdi. Genel olarak finans hizmetlerini düzenlemeyi bıraktı. Daha da önemlisi bankalara izin vererek çoğu operasyonlarını deniz aşırı merkezlere Jersey, Guernsey, the Isle of Man gibi finans merkezlerine hatta daha da ileri giderek Karayipler Cayman ve İngiliz Virgin Adaları gibi yerlere taşımalarını sağladı. Bunun amacı İngiliz bankalarının dünyanın dört bir yanından sermayeyi şehre çekmelerini ve şehrin ucuz sermayeye ulaşabilmesini sağlamaktı.

WASHİNGTON UZLAŞMASI 1970'LERE DEK UZANIR IMF'NİN VE DÜNYA BANKASI’NIN DÖRT ANA FİKİRLE BU PROJEYE BAŞLADIĞI DÖNEME.

Birinci fikir dünyadaki finans pazarlarının denetimi serbest bırakmaktı. Diğer bir deyişle sermayenin bir ülkeden diğerine özgürce hareket etmesine izin vermek.

İkinci bölüm ticaret akışlarını liberalleştirmekti. Diğer bir deyişle onlarca yıl boyunca gelişmekte olan ülkeler tarafından kendi endüstrilerini korumak için dikkatle koyulan ticaret engellerini yıkmaktı.

Üçüncü bölüm, araya girmeleri ihtimalini azaltmak için devletleri parçalamak tamamen parçalamaktı. Diğer bir deyişle vergi gelirlerini azaltacaklardı ki devletler vatandaşlarını korumak için araya giremesin.

Ve dördüncü ayak da DEVLETLERİ ENDÜSTRİLERİNİ ÖZELLEŞTİRMEYE MECBUR BIRAKMAKTI. Ve bunun da genel olarak endüstriler özelleştirilirken dış yatırımcılara gerçek değerlerinin altında satılacak şekilde yapılması sağlandı.

İnsanların neo-liberalizm dediği IMF'den ve Dünya Bankasından gelen siyasi baskının dört ayağı bunlardır işte. BİZİM SERMAYEMİZ BÜYÜRSE, BAŞKA BİR YERDE BORÇ ARTIYORDUR.

Burkina Faso - Afrika

Sahel Kuşağının girişindeyiz. Toprak tamamen mahvoldu. Tam bir erozyon. Derin vadilerde bile. Sadece pamuk yetiştirilmesinin bir sonucu. Pamuk gitti. pamuk parası gitti. Geriye hiçbir şey yetiştirilemeyen bu toprak kaldı.

Adım Yves Delisle. Bilimsel tarım uzmanıyım. Cenevre Üniversitesinde kalkınma üzerine eğitim aldım. Neredeyse 20 yıldır doğrudan çiftçilerle çalışıyorum. 20 yıl çok uzun süre. Ama şu ana dek sahip olduğum izlenim durumun iyileşmediği yönünde. Bu insanların yıllık kazancı 50 avro bile değil. Endişeliyiz!

Bıktık. Çocuklarımız pamuk yetiştiriyor ama karşılığında para alamıyor. Ne yapacağız?

Elimizden hiçbir şey gelmiyor. Sizden medet umuyoruz. Hayatımızı iyileştirin diye. Gidip pamuğumuzu alanlara söyleyin pamuğu adil bir fiyattan alsınlar. Böylece Burkina da biz de daha çok para alabilelim. Benim gibi yaşlı kadınlar bütün gün güneş altında çalışıyor. Hem de bir hiç uğruna. Ama elden ne gelir? Bizi anlamaya çalışın. Yalvarıyoruz. Bu iş ne kadar yorucu, görüyorsunuz. Borçlarımızı ödeyebilsek çok mutlu olacağız.

Dünyanın en iyi pamuğu burada yetişir. Üretim maliyeti en düşük yer burası. Pamuk temiz çünkü tamamen elle toplanıyor. Ancak dünya pazarında pamuğun fiyatı çok düşük. Her yıl Amerika sübvansiyon olarak kendi pamuk üreticilerine üç milyar dolar veriyor. Amerikalılar liberalse öyle olsun! Ama neden kendi üreticilerine sübvansiyon veriyorlar?

Francis Kologo Üretim Müdürü

Bu liberalizm değil! Aslında kendileri korumacı davranıp bizi liberal olmaya zorluyorlar. İki farklı standart uyguluyorlar!

Bu iki futbol sahası ve iki futbol takımı olması gibi bir şey. A takımı en iyi ayakkabılara sahip ve ellerini de kullanabiliyor.

B takımıysa, ki bunlar Afrikalılar ve bizim gibi küçük ülkeler oluyor ayakkabısız ve el kullanmadan oynamak zorunda. Sizce bu normal mi?

1980'lerde Dünya Bankası Burkina Faso'yu yeniden yapılanma programları uygulamaya zorladı. Bunun ülke için anlamı ne? (24 Ocak kararları)

Hammaddeler ithal ediliyor Pamuk, ham pamuk olarak katma değer eklenmeden. DÜNYA BANKASININ VE YATIRIMCILARIN TEK DERDİ ÜLKEDEKİ HAMMADDELERİ ÜLKE DIŞINA ÇIKARMAK. Pamuk, kereste, kahve, kakao, altın vesaire. Geçmişte sömürgeciler bizi belirli bir ürünü ekmeye zorlardı. Şimdi de Dünya Bankası parayla üstümüzde baskı kurup pamuk yetiştirtiyor. İlaç nasıl alacaksınız?

Döviz lazım Pamuk bize bu dövizi sağlıyor. Size pamuğun iki milyon insanın doğrudan gelir kaynağı olduğunu söyledim. Ama Afrika'da herkesin on beş kişiye daha baktığını hesaplarsanız Bunu iki milyonla çarpınca tüm nüfusun pamuktan geçindiğini fark edersiniz. Amerika pamuğunu sübvanse etmese[3] Burkina Faso yılda en az milyon avro kâr ederdi. İki taraflı yardım AB'den, ABD'den ve Japonya'da gelen krediler toplamda sadece 30 milyon avro ediyor. Ülkemizi kalkındırmak için borca girmemize gerek olmayacaktı! Sadece çiftçilerin kazandıklarıyla bile çocuklarımıza daha iyi bir gelecek verebilmek için okullar ve yollar yapabilirdik. Günümüz pamuk üretimi konusunda karşımızdaki ikilem bu işte. Burada toprağı süpüren kadınlar görüyorsunuz. Toprağı ve çakılları satıp biraz para kazanmaya çalışıyorlar. BM kalkınma programına göre daha fakir sadece üç ülke var. Nüfusun % 62'si günde bir dolardan azıyla yaşıyor. Bu % 62'nin büyük bölümü de mahrumiyet içinde yaşıyor.

Bu fakir olmaktan da kötü. Çocukların % 40'ı okula gitmiyor. Okula gidenlerin ancak yüze biri, ikisi üniversiteye ulaşıyor. Ortalama hayat süresi 42 yıl. Sefalette bahsetmişken, şunu fark etmelisiniz: EN MAHRUM TOPLUMSAL KESİM KADINLAR VE ÇOCUKLAR. Bazı kadınlar taş ocağına gidiyor. Burada kazandıkları para günde 50 avro sentine denk düşüyor. ÇOK BORCUMUZ VAR. BUGÜN DOĞAN TÜM BURKİNALILAR BÜYÜK BİR BORÇLA DOĞUYOR. 25 YIL SONRA DOĞANLAR BİLE BORÇLA DOĞACAK. Pamuk üretmezsek Burkina'da yaşayan tüm Afrikalılar hatta Mali, Benin ve başka ülkelerde yaşayanlar da Avrupa'ya göç edecek. Gitmekten başka seçeneğimiz olmayacak. Sizi işgal edeceğiz, orası kesin. Ama eğer Batılılar pamuklarını sübvanse etmeyi kesmezse gitmeye mecbur kalacağız. Gidersek isterlerse on metrelik duvarlar örsünler biz yine de Avrupa'ya gireceğiz. Dünyanın tüm liberalleri diyor ki sınırlar açık olmalı Mallar para ve hizmet için. Konu insanlar olunca durum biraz daha karmaşıklaşıyor.

Gerhard Shwarz İş Dünyası Editörü,

NNZ Aynı kulüplerde istendiği gibi üyelik aidatı koymayı düşünmeniz gerekiyor. Bir tenis kulübüne üye olursanız üyelik aidatı ödemeniz gerekir. Vergiler gibi sadece aylık ve yıllık ücretler değil. Bunun nedeni sizden öncekilerin kulübü inşa edip hazırlamış olmasıdır. Aksi hâlde yeni gelen katkıda bulunmadığı bir şeyden kâr etmiş olurdu. Toplumların Kamulaştırılması Viyana - Avusturya yıl önce finans grupları, bankalar ve yatırımcılar kamu mallarına konmaya başladılar. Devlete ve düzenli olarak kira, su gibi bedeller ödemesi gereken vatandaşlara ait mallara. Özelleştirmenin tüm mantığı budur.

Viyana'da bir toplu taşıma tramvayındayız. Werner Rügemer Köln Üniversitesi

 Tüm vatandaşlar tramvayların Viyana şehrine ait olduğunu varsayıyor. Ama durum böyle değil. BU TRAMVAY AMERİKALI BİR YATIRIMCIYA AİT. UZUN YILLAR ÖNCE VİYANA ŞEHİR KONSEYİ TRAMVAYLARINI AMERİKALI YATIRIMCILARA SATMAYA KARAR VERDİ. ÇOK PARA ALDILAR BİR MİLYAR DOLARDAN FAZLA. AMA PARA VİYANA'YA HİÇ ULAŞMADI. Onun yerine İngiltere'de ve başka yerlerdeki bankalara havale edildi. Parayı aldılar ve uzun yıllar boyunca Amerikalı yatırımcıya düzenli olarak kira taksiti ödeyecekleri ki Viyana şehri tramvayları kullanma hakkına sahip olsun. Bunu hayal edebiliyor musunuz?

Berlin - Almanya Devlet, o devlette yaşayan tüm insanların toplumudur. Devlet biziz. En azından demokrasilerde böyle. İşleyen bir toplum organize edebilmek için devletin kamu mallarına ihtiyacı vardır: Okullar, üniversiteler, toplu taşıma, vesaire. Bu bağlamda özelleştirmede neler olduğuna bakmak ilginç olacaktır.

Kelimenin İngilizcesi "Privatization" Latince "privare"den gelir Anlamı "YOKSUN BIRAKMAK tır."

Hermann Scheer Alman Milletvekili

Özelleştirme sürecinde kamu malları özel yatırımcılar tarafından satın alınır. Hatta bazen hediye olarak verilir. Bunun ancak toplumu kamu mallarından yoksun bırakmak denebilir. Durumu şöyle özetleyebiliriz: Toplum, kâr amacıyla özel yatırımcının ilgisini çeken belirli bir maldan yoksun bırakılır. "Sınır ötesi kiralama" adı verilen bu garip sistem yaygın biçimde uygulanmıştır, sadece Viyana tramvaylarında değil. AVUSTURYA FEDERAL DEMİRYOLLARI TRENLERİNİ AMERİKALI YATIRIMCILARA SATTI. Innsbruck şehri kamu hizmetlerini sattı. Kürselleşme çağında yaşadığımız için bu sadece Avusturya'da değil, Almanya Hollanda ve Avrupa'nın diğer her yerinden böyle oldu. SİYASETÇİLERİN SINIR ÖTESİ BİR SİSTEMİ ONAYLAMASININ NEDENİ BAZEN CEHALETTİR. DURUMU ANLAYANLARSA SADECE ÇOK KISA SÜRECEK OLAN KARİYERLERİNİ ÖNEMSERLER.

Kendilerinden sonra olanlarla ilgilenmezler. Bu kısa vadeli tavır uzun vade için sorumluluk alma iradesinin yoksunluğu sorunları çözmenin arkadan geleceklere kalacağını bilmek neo-liberal çağın en karakteristik özelliğidir. Neo-liberal çağda her şey derhâl en yüksek kârı elde etmeye indirgenir. Hem de bedeli ne olursa olsun. Özgürlük adına

Washington D.C. - ABD

Evsiz denince insanların gözü önüne gelen resim yaşlı, düşkün bir alkolik kesinlikle doğru değil. Barınağımıza gelenler arasında aile içi şiddet mağdurları evleri yananlar ya da Katrina gibi felaketlere maruz kalanlar var. Bu nedenle evsiz kalıyorlar. Doktora yapmış insanlar var. Mastır ve daha başka bir sürü şey yapmış olanlar da. Avukatlar, resmi olarak doktor olanlar var. Hayatlarında bir şeyler ters gidiyor ve evsiz durumuna düşüyorlar. Ama genel olarak gelenlerin çoğu DC bölgesinden. Lütfen dikkat edin:

Salonda hanımlar var!

Salonda hanımlar var!

Duruma uygun giyinin beyler

Salonda hanımlar var.

Salonda hanımlar var beyler!

Lütfen banyo kapılarını kapatıp uygun biçimde giyinin. Lütfen.

Çoğu yaşlı erkekler, çoğu emekli Bazen aralarında bir tür maaş alanlar bile oluyor. Ama kazandıkları parayla herhangi bir yerde kalamıyorlar. Çünkü bu bölgede yaşamak çok pahalı.. O kadar ki bazı insanlar yaşadıkları daireler ve evlerin masraflarını karşılayamıyorlar. Bu organizasyon sokaktaki vatandaşın yaptığı bağışlarla ayakta duruyor. Ben gelen çekleri görüyorum. Bize Dünya Bankasından çek falan gelmedi. Buradan Beyaz Saray biraz görünüyor. Barikatlar, güvenlik görevlileri. Caddenin az ilerisinde Dünya Bankası var. Herhâlde yabancı ülkeler ve döviz alıp satanlarla orada ilgileniyorlar. Ama içerde neler oluyor en ufak fikrim yok.

Burası Dünya Bankası.

Buranın aslında bir Amerikan bankası olduğunu anlamak hepimiz için çok önemli bence. Çoğu ülke Dünya Bankasına katkıda bulunuyor. Almanya, Avusturya, başka birçok Avrupa ülkesi bankaya katkıda bulunuyor ve bu ülkeler bankanın hissedarı. Teorik olarak bankanın sahipleri yani. AMA İŞİN GERÇEĞİ BANKAYI ABD KONTROL EDİYOR.

 

Batı Palm Beach - ABD

Adım John Perkins, Amerikan vatandaşıyım. ABD'de doğdum, ABD'de büyüdüm. Ben eskiden ekonomik tetikçiydim. Bizim yaptıklarımız da aynı mafyanın tetikçileri gibidir. Çünkü daha sonra bir iyilik isteriz. Mafya ve gangsterler de yıllardır aynı şeyi yapar. Tek fark, bizim bunu çok büyük bir ölçekte yapmamız. Devletlerle, ülkelerle, devasa bir ölçekte yaparız. Ve biz çok daha profesyoneliz. Bunu birçok yolla yaparız ama herhâlde en yaygını şudur:

Ekonomik tetikçi şirketlerimizin ilgilendiği kaynaklara sahip bir ülke belirler Mesela petrol. SONRA DÜNYA BANKASI YA DA KARDEŞ ORGANİZASYONLARINDAN O ÜLKEYE BÜYÜK BİR KREDİ AYARLARIZ.

AMA PARA O ÜLKEYE HİÇ GİTMEZ. ONUN YERİNE BİZİM ŞİRKETLERE GİDER. ONLAR DA O ÜLKEDE DEVASA ALTYAPI PROJELERİ İNŞA EDERLER. O ÜLKEDEKİ ÇOK AZ SAYIDA ZENGİNİN VE BİZİM ŞİRKETLERİN YARARINA OLAN ŞEYLER. AMA BUNLARIN, ÇOĞUNLUK OLAN FAKİRLERE HİÇBİR FAYDASI YOKTUR. Bu fakir insanlara koca bir borç yığını kalır. O kadar büyüktür ki ödemeleri imkânsızdır. Ama bunu ödemeye çalıştıkları süreç boyunca öyle bir duruma düşerler ki ne iyi sağlık programlarına ne de iyi eğitim programlarına paraları kalmaz. O zaman biz ekonomik tetikçiler oraya geri gidip şöyle deriz:

"Bakın bize çok borcunuz var ve ödeyemiyorsunuz. Onun için bize canınızdan bir parça verin. Petrolünüzü bizim şirketlere ucuzdan satın. Ya da bir sonraki kritik BM oylamasında bizimle oy kullanın. Ya da bizimkilere destek olmak için bir yere siz de asker yollayın". Mesela Irak'a.

Bu yöntemle gerçekten bir imparatorluk yaratmayı başardık. Çünkü işin özü şu:

Kanunları biz yazıyoruz. Dünya Bankasını biz kontrol ediyoruz. IMF'yi biz kontrol ediyoruz. Hatta büyük oranda BM'yi bile biz kontrol ediyoruz. Yani kanunlar bizden soruluyor. Ekonomik tetikçilerin yaptıkları yasadışı değil.

Ülkeleri büyük borç yükleri altına sokmak sonra karşılığında iyilik istemek bu yasadışı değil. Olmalı ama değil. Bir imparatorluğun belirleyici özelliklerinden biri dünyanın geri kalanını kendi kurunu kullanmaya zorlamasıdır. Ve dolar konusunda biz tam olarak bunu yaptık. 1971'DE ABD'NİN MUAZZAM BOYUTLARDA BORCU VARDI. VE BÜYÜK BÖLÜMÜ DE VİETNAM SAVAŞININ SONUCUYDU. Ve altın standardına uyuyorduk. Birden ülkelerden biri borcunu altın olarak geri istedi. Çünkü dolara güvenmiyorlardı. Nixon bunu reddetti hatta bizi altın standardından çıkardı çünkü borcu altın olarak ödeyemeyeceğini biliyordu. O kadar altınımız yoktu. Ve bunun ardından çabucak petrol standardına geçtik. SUUDİ ARABİSTAN'LA YAPTIĞIMIZ ANLAŞMADA ÖNEMLİ BİR ROL ALDIM. OPEC'İN PETROLÜ SADECE DOLAR ÜSTÜNDEN SATMASINDA ISRAR ETTİK. Böylece bir anda dolar altın standardından petrol standardına geçti. BU BİRÇOK AÇIDAN ÇOK DAHA ÖNEMLİ BİR STANDARTTIR. ÇÜNKÜ BU ÇAĞDA DOĞAL OLARAK PETROL ALTINDAN ÇOK DAHA DEĞERLİDİR. BÖYLECE DÜNYA BİRDEN SADECE DOLARLA PETROL ALABİLMEYE BAŞLADI. VE DOLAR ÇOK AMA ÇOK ÖNEMLİ HÂLE GELDİ.

BUGÜN AMERİKA YİNE BATIK BİR ÜLKE.

ÇOK BÜYÜK BORÇLARIMIZ VAR.

DÜNYA TARİHİNDE BU KADAR BÜYÜK BORCU OLAN BAŞKA BİR ÜLKE OLMADI. Bu ülkelerden biri borcunu dolar dışında bir kurdan tahsil etmek istese başımıza büyük bir dert açılırdı. Ama şu anda sadece dolar olarak istiyorlar çünkü en büyük emtia petrol ve sadece dolarla alınabiliyor. AMA SADDAM HÜSEYİN BİR TEHDİT SAVURUP PETROLÜ DOLARDAN BAŞKA BİR ŞEY KARŞILIĞINDA SATARIM DEDİ. İktidardan indirilmeden hemen önce. Bazen biz ekonomik tetikçiler başarısız olur başka ülkelerin liderlerini yozlaştıramayız.

Panama'da Torrijos'u, Ekuador'da Roldos'u yozlaştıramadım mesela. Bu pek sık olmaz. Ama olunca çakalları yollarlar. BUNLAR HÜKÜMET YIKAN YA DA LİDERLERİNE SUİKAST DÜZENLEYEN ADAMLARDIR. YANİ BEN EKUADOR'DA JAİME ROLDOS'U VE PANAMA'DA OMAR TORRİJOS'U YOZLAŞTIRAMAYINCA ÇAKALLAR GİDİP ONLARI ÖLDÜRDÜ. NADİREN DE OLSA NE TETİKÇİLER NE DE ÇAKALLAR BAŞARILI OLAMAZSA O ZAMAN VE ANCAK O ZAMAN ORDUYU YOLLARIZ. Irak'ta da tam olarak böyle oldu.

Ekonomik tetikçiler Saddam Hüseyin'i yozlaştıramadı onu ikna edemediler, çakallar da öldüremedi. Bu nedenle ordu yollandı.

Orduyu oraya ilk yolladığımız 1991'de ordusunu yok ettik ve artık bu ceza yeterli olmuştur aklı başına gelmiştir dedik. Bu nedenle 1990'lı yıllarda tetikçiler yine Irak'a gitti ve Saddam Hüseyin'i ikna etmeye çalıştılar. Ama o pes etmiyordu. Pes etmiş olsa hâlâ ülkenin başında olurdu. Biz de ona jetler, tanklar, canı ne istiyorsa satıyor olurduk. Ama pes etmedi. Çakallar onu öldüremedi. Güvenlik güçleri çok iyiydi. Ve bir sürü dublörü vardı. Güvenlik ekibi bile korudukları Saddam mı, dublörü mü bilmezdi. Yani ikinci seferde de ne tetikçiler, ne de çakallar Saddam Hüseyin konusunda başarılı olamadılar. O NOKTADA BİR KEZ DAHA ORDUYU IRAK'A YOLLAYIP BU SEFER ONU İNDİRDİK. Gerisini biliyorsunuz zaten.

Dünya Bankası Grubu

Yükselen kârlar Batan ücretler

Son 10-15 yılda küreselleşme nedeniyle gelir dağılımında dramatik bir değişim oldu. Milyonlarca mavi ve beyaz yakalı işçinin gelirleri baskı altında kaldı. Artık talep ettikleri maaşları alamıyorlardı. Küreselleşme onları daha ucuza çalıştırdı. Bu da gelirlerde sermaye yönünde ciddi bir kaymaya neden oldu. Yatırım yapılması gereken büyük bir meblağ vardı. Bu da dramatik ve kısır bir gelişmeye neden oldu. Yeni bir endüstri ortaya çıktı: Finans hizmetleri yatırım bankacıları girişim sermayesi fonları serbest fonlar Bu yeni endüstri bir fenomen:

Yığınla para kazanıyor ama kendi parasını riske ederek değil dışarıdan gelen parayı kullanarak. Yatırılan her dolar ve avro için komisyon alıyorlar. Köln'ün Ren nehri üzerinde imtiyazlı bir konumu var.

 Adım Anton Schneider.

Küçük bir girişim sermayesi fonuna ortağım Yani yatırımcımızın sermayesini alırız. Kendi paramızla birleştirir, yeniden yapılandırdığımız kuruluşlara yatırır ve ardından o kuruluşları satarız. Girişim sermayesi endüstrisi çok dikkat çekiyor çünkü biz normalde öz kaynakları çok düşük şirketleri satın alırız. Alış fiyatının çoğu borçlarla finanse edilir. Bu borçlar kuruluşla birleştirilir. Böylece satın alınan kuruluşlar büyük borçlar ödemek zorunda kalırlar. Yatırıma pek paraları kalmaz. Bu yöntem ekonomi iyi olduğu sürece işe yarar. Yüksek kârlar olduğu sürece. Ekonomik çöküş olmadığı sürece. Söz konusu kuruluşlar daha önceden yeterli yatırım yaptığı sürece. Ama çoğu durumda işe yaramaz. Alış fiyatları inanılmaz derecede arttı. Sağlanan para büyük boyutta dış sermayeydi. Kuruluşların borçlarını ödeyememe riski vardır. Bu durumda bankalar kredileri silmek zorunda kalır. Kuruluşlar yıllarca soyulup soğana çevrilir. Böylece yapmaları gereken şeyi yapamazlar: Ürün geliştirip yatırım yapmak ve istihdam yaratmak. Bunlara bu nedenle "çekirge" denir. Ne yazık ki bence bu terim tam olarak doğru. Bu finans sisteminin önemi büyük ölçüde arttı. Bunun da iki nedeni vardı:

İlk olarak sermayeye sahip olanlar daha da açgözlü hâle geldi.

İkinci olarak, sermayeyi yönetenler komisyon alır. Yatırım şekilleri ne kadar riskliyse operasyondan o kadar büyük kâr ederler. Birkaç birey için kâr Herkes için kayıp

Almeria - İspanya

El Algarrobico Oteli’ne hoş geldiniz. İspanya'da, Endülüs'teyiz.

Antonio Baena Perez Azata del Sol'un Sözcüsü Almeria'da, Carboneras köyündeyiz. Otel, Cabo de Gata Ulusal Parkı’nda Park şurada, batıda başlıyor. Burası önemli bir deniz ve kara koruma alanı. Biyosferin korunması için savaşıyoruz. İklimin, temiz havanın ve karada ve denizde yaşayan türlerin korunması için. Bu otel önemli bir proje. Bölgede yapılması planlanan yedi otelin ilki. Buna ek olarak bir golf sahası ve sınırlı sayıda daire de inşa etmek istiyoruz. İlk safhada daire inşa edeceğiz. Daha sonra daire ve ev olacak.

Adım Miguel Angel Torres.

DEVLET MEMURU VE KARTOGRAFIM. ON SEKİZ YILDIR COSTA DEL SOL'DE İNŞA EDİLEN BİNALARI İNCELİYORUM. BURASI, PARQUE VİCTORİA. 4000 DAİRE YAPIYORLAR. BUNLAR ÇOĞUNLUKLA SERMAYE YATIRIMI OLARAK İNŞA EDİLİYORLAR. BÖYLECE EMLAK ŞİRKETLERİ KURULUŞLAR VE AVRUPA BANKALARI YILDA % 20 ORANINDA KÂR BEKLEYEBİLİYOR. BANKADA YA DA BORSADA YAPILAN GELENEKSEL BİR YATIRIM ANCAK % 5 İLA 6 KÂR GETİRİR. DOLAYISIYLA BURADA VE İSPANYA SAHİLLERİNDE YAPILAN BİNALAR İÇİNDE YAŞAMAK ÜZERE İNŞA EDİLMİYOR. TATİLLERDE BİLE. SADECE BİR YATIRIM ZİNCİRİNİ BAŞLATMAK AMACIYLA İNŞA EDİLİYORLAR. TÜM BU SÜRECİN ARDINDAN ELİMİZDE HİÇ TANIMADIĞIMIZ HATTA BURADA YAŞAMAYAN İNSANLARA KÂR SAĞLAMIŞ BİNLERCE BOŞ DAİRE KALACAK. Bir şehir hayal edin. En başından tasarlanmış bir şehir. Eğlence için tasarlanmış bir şehir. GELECEK 50 YILDA DEĞİŞMEMEK ÜZERE TASARLANMIŞ BİR ŞEHİR. 124 bin avroluk dairelerin, bir milyon avroluk villalarla bir arada yaşayabildiği bir şehir hayal edin. Bir arada değil ama çok yakın. 85 bin metrekarelik bir göl hayal edin. (??????????)

 

Laureano Ruiz Liano Emlakçı

Buna 75 bin metrekarelik Marakeş tarzı bir çarşı da dahil. En az iki, üç gün içinde kaybolabileceğiniz kadar büyük. Ama klasik bir şehir değil. Bu şehir normalde olduğu gibi bir kilisenin çevresinde büyümeyecek. Birkaç yüzyılda büyümeyecek. Birkaç yılda büyüyecek. Çok temel ve yüksek bir tasarımdan büyüyecek. Önceden düşünülmüş, daha en başından Avrupa'nın en büyük ve lüks tatil kasabası olmaya uygun bir yer. Bir Avrupa bankasında emeklilik fonunuz varsa muhtemelen o para İspanya'daki bu sitelerden birine yatırılmıştır. Daha şimdiden satılmış olan bu villalar ….. yıl boyunca boşlar. Genç İspanyollar bu daireleri alamıyor. Dairelerin maliyeti verebileceklerinin çok üstünde. Bu binaların bakım masrafı ki oldukça kalitesiz binalar su ve diğer harcamalar İspanyol devleti tarafından ödeniyor. İSPANYA'DA HER YIL İNŞA EDİLEN 800 BİN DAİRENİN BİZE EN UFAK FAYDASI YOK.

Ramon Fernandez Duran Şehir Planlama, Madrid Üniversitesi

İspanya dünyada, emlak piyasasındaki balon büyümenin son beş yılda iyice bariz hâle geldiği ülkelerden biri. TAM BİR ŞEHİRLEŞME FIRTINASI, BİR BETON TSUNAMİSİ İspanya sahillerini ve adalarını mahvediyor. Burada bu sitelerden birini görebiliyoruz. Hepsi golf sahalarıyla bağlantılı. İspanya'da böyle yüzlerce site var. Çok az insanın golf oynadığı bir ülkede. Çok küçük bir azınlık. Bu nasıl mümkün olabiliyor? Bunun nedeni bu tür ürünlere yapılan büyük yabancı yatırımlar. Golf sahası yanında olursa böyle sitelerin değeri çok daha yüksek oluyor. BU TAMAMEN YAPAY. Çölün ortasında yeşil alan yaratıyoruz. BUNU YAPABİLMEK İÇİN BÜYÜK MİKTARDA SU LAZIM. BU TÜR BİR GOLF SAHASI 20 BİN SAKİNİ OLAN BİR KASABAYLA AYNI MİKTARDA SU TÜKETİYOR. Fiyatı bir yılda % 35 yükseltebiliriz.

Neden diyorsanız çok kolay. Çünkü yapabiliriz. Çünkü olabiliyor.

Dünyanın en önemli on bir inşaat şirketinden yedisi İspanyol şirketleridir. Bazılarının büyük futbol kulüpleriyle bağlantısı vardır. İspanya'nın en büyük inşaat şirketi olan ACS Real Madrid'in eski başkanı tarafından yönetilmektedir. İnşaatın boyutları sınırlarına ulaştı. Tüm İspanyol sahilleri ilk kilometresinden itibaren % 80 binalarla kaplıdır. Kalan son doğal alanları işgal etmeye başlıyorlar. Şu anda inşaat çalışmaları geçici olarak durduruldu çünkü çevreci bir grup yaptıklarımızı yetkililere ihbar etmiş ve gereken izinleri almadığımızı iddia etmişler. Umudum ve dileğim hakimin inşaatın yasal olduğunu onayladıktan sonra daha şimdiden Avrupa'nın her yanından rezervasyon aldığımız bu oteli bitirmemize kısa zamanda izin vermesi. Hotel El Algarrobico'nun kanunsuz inşa edildiği için yıkılması gerekiyordu. Azata inşaat şirketi vergi mükelleflerinin parasından tazminat olarak 100 milyon avro alacaktı. Ayrıca yıkım masrafları da kamunun parasıyla ödenecekti. Ama yukarıda sözü edilen yasal sorunlar henüz sonuca bağlanmadı.

İNŞAAT SEKTÖRÜ İŞÇİLERİNİ AĞIRLIKLI OLARAK GÖÇMENLERDEN SEÇİYOR. Afrika'dan ya da Güney Amerika'dan gelenler en düşük ücretlere çalışıyorlar. BÖYLECE İNŞAAT SEKTÖRÜNDEKİ İNSANLAR KARA PARALARINI İNŞAAT İŞÇİLERİNE MAAŞ VERMEKTE KULLANIYORLAR.

 

İspanyol Gayrimenkul Balonunun Sonuçları:

Sahillerdeki üç milyon boş ev.

On altı milyon insanla aynı miktarda su tüketen yeni golf sahası.

İspanyol Merkez Bankası altın ve döviz rezervlerinin büyük bölümünü sattı ve ulusal borç gayrisafi milli hasılanın %106'sına çıktı.

Ani bir işsizlik artışı oldu.

Emlakçıların yarısından fazlası kapandı.

Neden kimse finansal sistemin bu verimsiz gelişimi hakkında hiçbir şey yapmıyor?

Bu soruya cevap vermek güç. Çünkü bunun acısını çeken çok. Buna ulusal ekonomi de dahil. Çünkü ortada yeni bir küresel ekonomik kriz tehlikesi var. Tüm bunlara rağmen hiçbir şey olmuyor. Ekonomik krizden bir yıl sonra, şimdi bile hiç yeni yönetmelik yok. Böylece finansal aşırılıklara izin veriliyor. Tam tersi, sistem çökmesin diye merkez bankasından kamunun parasını sisteme paylaştırdılar. Bunun anlamı şu: Kendi bahislerini karşılamak için sıradan insanların parasını kullanıyorlar. Aslında amaçları kendi kurumları batmasın diye sistemin kanını emen kumarbazlara bir temel sağlamak. GÖRÜNEN O Kİ TEKRAR TEKRAR FELAKETLER İNSANLIĞI BASTIRIYOR. Her felaketin ardından benzer felaketleri önlemek amacıyla kurallar yeniden tanımlanıyor. Dünyadaki ekonomik krizin ardından bankalar için tamamen yeni kurallar kondu. Dünyada çapında yeni bir ekonomik krizi önlemek amacıyla tüm bankacılık sistemi ciddi biçimde düzenlendi. Son birkaç yılda yeni bir tavır kurumsallaştı: Hiçbir şeyi düzenlememiz gerekmediğini çünkü pazarın her şeyi düzenlediğini iddia ediyorlar. Bu nedenle artık kamusal kontrol yetkilileri finans sisteminde düzenleme olmamasına müsamaha gösterdiler. Her şey tamamen liberalleştirildi. BUGÜN SAHİP OLDUĞUMUZ FİNANS SEKTÖRÜ TAMAMEN MANTIKSIZDIR VE İNSANLARA KARŞIDIR.

GÜNÜMÜZDE LİDERLERİ MEDYA SEÇİYOR. Onlar olur ya da olmaz diyor. Bu nedenle insanlar medyayı memnun etmeye spotların altında olmaya çalışıyor. Ciddi siyasi kavramların seçilmelerine olan etkisi gittikçe daha da azalıyor. Bu medyayı memnun edebilme kapasitesi siyasi bir lider için hayati bir kıstas hâline geldi ama aslında siyasi bir lider olmak için bunun tam tersi özelliklere sahip olmanız gerekiyor. Dolayısıyla hayati siyasi kararlar alan ve çabucak başkalarının kararlaştırdığı gelişmelere itaatkâr kuklalar hâline gelen aptalların sayısı gittikçe artıyor. Zenginlere daha ne kadar bakabileceğiz?

Burası St. Helier. St. Helier, Jersey'nin başkentidir.

Adanın da en büyük şehridir. Ama adanın kendisi çok küçük. Sağda gördüğünüz binalar Jersey kraliyet ailesine ait. Bu binalar hükümet merkezi ve büyük suç davalarında adalet sarayı görevi görüyor. Şimdi bazı hukuk firmalarının yeni merkez binalarına yaklaşıyoruz. Jersey bir finans merkezi olarak görülüyor olsa da ekonomik destek alabilmek için hukuki danışmanlığa ihtiyacınız var. Var olan çoğu depo modern bankalar ve bürolara çevrildi. Böylece St. Helier'in bu yeni bölgesinde eksiksiz bir finans merkezimiz olacak. Mesela şurada gördüğünüz Credit Suisse'in merkezi. Avrupa bankalarının yanında Citigroup gibi Amerikan bankaları da var. Onlar da Jersey'de varlık gösteriyor. Bir İskoç bankası var. Ama onunla aynı sırada daha uzaklardan, Hindistan'dan gelen bir banka var. Bu da sadece Avrupa ve Amerika'ya değil dünyanın başka yerlerine de baktığımız anlamına geliyor. Burada da Deutsche Bank'ın büroları var. Adada var olan birçok Avrupa bankasından biri. Deutsche Bank da diğerleri gibi sunduğumu hizmetlerden etkilendiği için adaya geldi

Ben Senatör Terry Le Sueur. Jersey adasının Başbakan Yardımcısıyım. Ama aynı zamanda Hazine ve Kaynaklar Bakanıyım.

Uzun yıllardır Jersey'nin şöhreti Jersey inekleri ve patatesleri nedeniyle yayıldı. Oldukça kırsal bir toplumduk. Geçimimizi tarım ve turizmle sağlardık. Ama son yılda finans hizmetleri endüstrisinde bir büyüme oldu. Ve birileri dünyanın geri kalanına da faydalı olacak biçimde Jersey'ye para çekme fırsatını görünce bu ortaya çıktı. Buranın kuzeyinde vergi cenneti Guernsey adasını görebilirsiniz. Ufukta görülüyor. Ardından Brecqhou adası geliyor. Sonra Herm ve Sark adaları ki oralar da vergi cennetidir. Sonra doğuya bakınca Jersey adası var Benim geldiğim, büyüdüğüm yer. 1986'da oraya döndüm. Finans merkezinde çalışmaya başladım. Ardından buradaki hükümetin ekonomi danışmanı oldum. Amerikalıların tahminlerine göre şu anda Jersey'de var olan şahsi servetin boyutları 500 milyar dolar boyutlarına ulaşıyor. Şu anda adadaki bankalarda bulunan ve ada dışından gelen para. Bu para buradaki mevduat hesaplarında duruyor. Ama bunlar sadece elektronik hesaplar. Para aslında Jersey'ye gelmiyor bile. Jersey'den geçip dünyanın büyük finans merkezlerine gidiyor. Özellikle de Londra'ya doğru. Jersey'nin bu işteki rolü ne? Jersey bizim "gizlilik alanı" dediğimiz bir görevi yerine getiriyor. Aslında yaptığı şey şu:

"Offshore" emanetler ve şirketler aracılığıyla ada dışından insanlara özellikle Avrupa'dan ama Afrika, Latin Amerika ve Asya'dan insanlara da varlıklarını dünyanın para pazarlarına taşıma ve mülkiyeti saklama şansı tanıyor. Paranın mülkiyeti bu offshore emanetler sayesinden saklanır. Ve bu da Jersey'nin uzmanlaştığı konulardandır: Emanetler, Jersey gibi yetki alanlarında kurulmuş yasal varlıklardır. Buralarda emaneti yaratan ve bundan fayda sağlayan insanların kimliklerini açıklamaları zorunlu değildir. Hatta bir emanet hakkında açıklanan yegane bilgi çoğu durumda sadece emanetin adıdır. Bazen de bu emaneti yaratan avukatların adı bilinir. Ama bu emanetlerin ardındaki gerçek insanlar kimseye açıklanmaz. Bu da Jersey'yi para saklamak isteyenler için mükemmel bir yer hâline getirir. VERGİDEN KAÇINMAK YA DA VERGİ KAÇIRMAK İÇİN TİPİK BİR YAPI JERSEY'DE BİR EMANET KURARAK ORTAYA ÇIKARILIR. Emanetin Lüksemburg'da bir şirketi olabilir. Lüksemburg'daki şirket de bir banka hesabın yönetebilir. O da Cayman adalarında ya da İsviçre'de olabilir. Ya da Londra'da. Üç farklı yetki alanının olması önemlidir. Amaç bu üç farklı yetki alanını karıştırarak soruşturmalardan kaçınmak için gizliliği en yüksek seviyeye çıkarmaktır. Emanetin ardında kim var, şirketin gerçek sahibi kim o banka hesabını gerçekte kim yönetiyor keşfetmek neredeyse imkânsızdır. Bu durum çağdaş kapitalizm için çok derin sorunlar ortaya çıkarıyor. Çünkü artık küresel ticaretin büyük bölümü vergi cennetlerinden geçiyor. Ve bu ticaretin büyük bölümü de bu vergi cennetlerinden geçerken fiziksel şekilde değil sadece kâğıt üstünde geçiyor. Ve Jersey gibi vergi cennetlerinden geçen bu ticaretin amacı sermayeyi varlığın üretildiği ülkeden ülke dışına çıkarmak ve vergi cennetlerine götürmektir. Jersey, adada varlık göstermeyen şirketlerden vergi almaz. Tek yaptığımız bu şirketlere hizmet sağlamaktır. Aynı birçok başka finansal yetki alanında yapıldığı gibi. Ama galiba Jersey'nin uzmanlığı ve düzenlemeleri çoğundan daha iyi ve uluslararası hizmetler anlamında adanın çok iyi bir şöhreti var. Artık öyle bir duruma geldik ki Jersey başını dik tutup İsviçre veya Lüksemburg gibi uluslararası merkezlerle rekabet edebilir "Biz onlar kadar, hatta onlardan daha iyiyiz ve sağladıkları her şeyi sağlayabiliriz." diyebilir. Aynı kalitede veya daha iyi.

Gerhard Schwarz Ekonomi Editörü, NZZ

İsviçre'de bize göre kişinin mahremiyetini korumak en önemli şeydir. Bu koruma liberal ekonominin parçasıdır. Bu koruma ancak büyük hukuk ihlallerinde askıya alınabilir. Vergi kaçırma ihlal sayılır. Ama mahremiyeti askıya alacak kadar ciddi değildir. Ne kendi vatandaşlarımızın, ne de yabancıların mahremiyetini. İSVİÇRE ASLA ÖZEL OLARAK KENDİ VATANDAŞLARINI VERGİ DAİRESİNDEN KORUMAZ. Ama vergi kaçırıldığına ya da vergiden kaçınıldığına dair en ufak şüphede yabancıların mahremiyetini hemen askıya alır. Gelişmekte olan ülkelerin büyük bölümü için bu vergi cennetleri felaket demektir. Felaket olmalarının nedeni çok büyük boyutlarda sermayenin bu ülkelerden vergi cennetlerine kaçırılmasına olanak sağlamasıdır. Ve çoğu durumda bu sermaye ülkeye geri dönmez. Tahminlere göre Afrika'ya akan her bir dolarlık yardıma karşılık en az on dolar masa altından kıtadan kaçırılmaktadır.

Finans hizmetleri endüstrisinde çalışmanın bence en belirli taraflarından biri çalışanların içinde bulunduğu kültürün kendisiydi. Çoğu çok zeki insanlar. Avukatlar, muhasebeciler, bankacılar Üniversitelerde çok iyi eğitim almış insanlar. Çok ayrıcalıklı insanlar. Genel olarak işlerinden nefret ediyorlar. İşler sıkıcı, tekrara dayalı ve aptalca ama parası muhteşem. Yaptıklarının değeri olmadığını biliyorlar. Terimin hiçbir ekonomik anlamında değer üretmiyorlar. Yaptıkları şey şu:

bir ülkede üretilen sermayenin başka bir ülkede birikmesini sağlamak. O sermaye orada dünya nüfusunun çok küçük ve seçkin bir bölümünde toplanacak. Belki % 3 bile değildir. Muhtemelen daha da küçüktür. Şu anda , 11,5 trilyon dolarlık şahsi servetin offshore hesaplarda tutulduğu yönetildiği ve vergiden kaçırıldığı tahmin ediliyor. ,11,5 trilyon dolar nasıl bir şeydir?

Size bu rakamın büyüklüğü konusunda bir fikir vereyim:

Bu servetin oldukça mütevazi bir faiz oranı olsun. Mesela % 7 diyelim. Ve bu gelir de mütevazi biçimde, % 30 oranında vergilendirilse o zaman dünya devletlerinin elinde yılda milyar dolarlık fazladan gelir olurdu. BU DA FAKİRLİĞİ HAFİFLETMEK VE BM BİN YIL KALKINMA AMAÇLARINI GERÇEKLEŞTİRMEKTE KULLANILABİLİRDİ.

Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi şöyle bir şart koşar:

"BÜTÜN İNSANLAR ÖZGÜR, ONUR VE HAKLAR BAKIMINDAN EŞİT DOĞARLAR." Bu insani prensibe bağlı kalmak istiyorsak servet dağılımı farklı olmalı. Dağılım tüm toplumun iyiliğine olmalı birkaç bireyin iyiliğine değil. Ancak o zaman bu insani prensibi koruyabilirsiniz. Sistemi değiştirmezsek yeni seçim mekanizmaları olacak:

Devletler arasında seçim mekanizmaları olacak Irklar arasında dinler arasında kaynakları kullanmaya hakkı olanlarla olmayanlar arasında değerli ve değersiz insanlar arasında. Bu durumda insan oğlunun parasal değeri galip gelecek ve yeni bir barbarlık çağı başlayacak. Bu kaçınılmaz.

 Sonuçta bunun bedelini sokaktaki vatandaş ödeyecek. Şu "küçük adam" denene insan. Ya da "küçük kadın." Süreç üstünde en ufak etkisi olmayan insanlar örgütlenmedikleri sürece çıkarlarını temsil edecek bu süreci durdurabilecek kadar güçlü insanlar bulamadıkları sürece böyle olacak.

Şu anda Reichstag'tayız, Alman Parlamentosunda. Burada Reichstag'ın Rus askerleri tarafında ele geçirilmesiyle son bulan 2. Dünya Savaşının izlerini görüyoruz. Buraya kendi ülkelerinden getirdikleri selamları yazmışlar. Bu, bize şu gerçeği hatırlatmalı: Yeni bir servet dağılımı yöntemi olmadan hepimize yeterli olmayacak olan yenilenemeyen kaynaklar yerine yenilenebilir enerji kaynakları kullanarak çevre sorununa bir çözüm bulunmadan 2. Dünya Savaşıyla burada sona eren her şey farklı bir şekilde tekrarlanacak. Tercümesini bilmiyorum. Ama Almanca'da şöyle:

Bazılar karanlıkta durur.

Diğerleri ışıkta durur.

Sadece ışıkta duranları görürsün.

Karanlıkta duranlarıysa göremezsin.

Işıkta kim duruyorsa onları görürsün.

Karanlıkta duranlarıysa insan göremez diyor.

Sonra tamamen farklı bir yer geliyor

Çünkü sahneyi hatırlarsanız, burası birbiri üstüne kelimeleri sıraladığı yer.

Sonra bir şey görürsün.

Işıkta çok az insan vardır.

Onları görür ve "İşte insanlık bu." dersin.

Ama karanlıkta çok fazla sayıda insan vardır.

Binlerce, milyonlarca insan Gülümsüyorlar, ağlıyorlar, ölüyorlar, doğuyorlar.

Onları ne sahnede görürsün ne haberlerde, ne de başka bir yerde.

Ve bu çok kötü, berbat bir şey.

AÇIKÇA YALAN SÖYLÜYORLAR.

Adamın biri yüzüne karşı yalanlarını haykırıyor.

Bu muhteşem bir düşünce.

"Işık orada ve işte insanlık bu." dersin.

Ben böyle bir huzur buluyorum.

İnsanlık açgözlülük ya da korkunun sona ermesi için yeni yüzyılı bekliyor.

İnsanlık Vay canına, insanlık!

Canı cehenneme.

Sonra diğer bir adam der ki bana mı diyorsun?

İnsanlıkla entelektüelleri kastettiğini söyler sonra.

Kastettiği ev hanımları falan değildir yani.

 

YORUM: 2012 finansal kıyamet gelmeden tedbir almamız gerekmektedir. Şahsî borçlarınızı kapatmakta acele ediniz. Çünkü dolar eninde sonunda patlayacak.

Allah Teâlâ’m çakalların hilesinden bizleri kurtarman için dua ediyoruz.

İsmail Hakkı



[1] PORTFÖY :Sahip olunan varlıkların yatırım sonucu oluşturduğu toplam değerdir.Kişi ve kuruluşlar sahip oldukları servetlerini çeşitli şekilde tutarlar:

Nakit para,altın ve döviz, vadeli mevduat, tahvil, hisse senedi ve hazine bonosu gibi mali mevduatlar, gayrimenkul ve yatırım malı olarak fiziki mevcutlar. servetin tutulma şekli olan yukarıdaki dört mevcudun bütününe kişi veya kuruluşların portföyü denir. kişi veya kuruluşların portföy yapısı bunların risk alma eğilimlerine, likidite tercihlerine ve çeşitli mevcutların sağlayacağı getiri oranlarına bağlıdır. kişi ve kurumların likidite ihtiyaçlarının değişmesi veya mevcutların getiri oranının değişmesi, portföyün yeniden düzenlenmesi sonucunu verir.

 

[2] Uluslararası Finans Kuruluşu (IFC):

Dünya Bankası Grubu’nun üyesi olan Uluslararası Finans Kuruluşu (IFC), 1956 yılında gelişmekte olan ülkelerde özel sektör yatırımlarını arttırmak ve yoksulluğu azaltıp, yaşam standartlarını iyileştirmek üzere kurulmuştur.

Şu an 179 ülkenin üye olduğu IFC’nin hedefi üye ülkelerinde üretken girişimciliği arttırarak ve etkin sermaye piyasalarını hakim kılarak ekonomik kalkınmayı sağlamaktır.

IFC icra kurulu, üye ülkelerin atadığı ve çoğunlukla maliye bakanları olan yöneticiler tarafından oluşturulmaktadır.   İcra kurulu yetkilerinin birçoğunu IFC’nin stratejik yönelimini belirleyen IFC yönetim kuruluna devretmiştir.

IFC yatırımları Orta Afrika, Doğu Asya ve Pasifik, Güney Asya, Avrupa ve Orta Asya, Latin Amerika, Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgelerini kapsamaktadır.

[3] sübvansiyon : fransızca subvention (yardım; devletçe yapılan para yardımı, para desteği). teklif ettiğimiz karşılık: destekleme. örnek: ülkenin bazı ürünlerine dünya pazarlarında rekabet imkânı sağlamak için ihracat desteklemeleri yapılıyor.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar