ROSENBERGLER HAKKINDA
5 NİSAN 1951 / ROSENBERGLER İDAM EDİLDİ
Julius ve Ethel
Rosenberg çifti, Sovyetler Birliği lehine casusluk yapmaktan ve atom bombası
yapımının sırlarını düşmana teslim etmekten ötürü yargılandı ve ölümle
cezalandırıldı. Bu suçları işlediklerine dair somut bir kanıt hiçbir zaman elde
edilemedi. İdamlarını engellemek için tüm dünyada protesto gösterileri yapıldı.
ABD hükümeti, bu idamlarla ülkedeki muhaliflerine gözdağı vermiş oldu.
İkinci Dünya Savaşı'nın ardından devasa iki kapitalist kampa bölünmüş olan
dünyada, "soğuk savaş" adı verilen bir dönem başlamıştı. Bu kampların
başı çeken ülkelerinden biri olan ABD, 50'li yıllarda ekonomik durgunluğun,
Kore savaşının, aşırı silahlanmanın ülkesiydi. Ülkede güçlü bir muhalif rüzgâr
esmeye başlamıştı. ABD'nin yeni cumhuriyetçi hükümeti, duruma hâkim olabilmek
ve yükselen muhalif sesleri bastırabilmek için, senatör McCarhty önderliğinde
yeni bir kampanyaya başladı. Bu kampanya, ABD politikalarına muhalif olan bütün
sesleri "komünist ve vatan haini" gibi bildik suçlamalarla
karalama, susturma ve fiziksel olarak imha etmek üzerine kuruluydu. Yaşananlar
tam bir cadı avıydı. İşçiler üzerinde korkunç bir terör estiriliyor, işçi
önderleri komünist oldukları gerekçesiyle hapse atılıyor, işten çıkartılıyordu.
Rosenberg olayı işte böyle bir arka plan temelinde yaşanıyordu. Julius ve
Ethel Rosenberg, Yahudi kökenli Amerikalılardı. Her ikisi de çeşitli
işçi eylemliklerine katılmış, Komünist Partisi'yle çeşitli seviyelerde
ilişkiler kurmuş, sınıf mücadelesiyle ilgilenmiş insanlardı. 1936'da bir işçi
toplantısında tanıştılar ve 1939'da evlendiler.
Julius Rosenberg, 1945'te Komünist Partisi'ne üye olduğu
gerekçesiyle işten çıkartıldı. Ailenin ekonomik durumu bozuldu. Julius,
kayınbiraderi David Greenglass'la birlikte küçük bir tamirhane açtı, ancak
işler iyi gitmedi. Tam bu noktada ise kurulan komplo işlemeye başladı. 1945'te
tutuklanan bir ABD Komünist Partisi üyesi, sorgulamalar sonucunda FBI'a
Ethel'in küçük kardeşi David Rosenberg'in ismini verdi. David'in ifadeleri ise
Rosenberg çiftinin casuslukla suçlanmasına neden oldu. Karısı Ruth da Rosenberg
çifti aleyhine şahitlik yaptı.
David, gençliğinde ABD Komünist Partisi'nin gençlik örgütü üyesiydi.
Askerliğini atom bombasının gizlice üretildiği yer olan Los Alamos'ta yapmıştı.
Terhis edilirken uranyum ve bazı aletler çalmış ve yakalanmış, böylece FBI'in
şantajları için uygun bir aday haline gelmişti. Julius ve Ethel Rosenberg çifti
için yapılan suçlama da, Sovyet ajanı olmak ve atom bombasıyla ilgili bilgileri
Sovyetler Birliği'ne sızdırmaktı.
1950’li
yılların Amerikası aşırı silahlanmanın, Kore Savaşı’nın, ırkçılığın,
faşistliğin ve gericilin en üst boyutlara ulaştığı bir ülkedir. Nagazaki ve
Hiroşima’ya atılan atom bombalarıyla, silah gücünü tüm dünyaya kanıtlamıştır.
Ancak Sovyetler Birliği’nin de atom bombası geliştirme ihtimalini hiçbir zaman
gözardı etmemektedir. Sovyetlerin yeraltı atom denemesi yapmasının ardından,
ABD dünyada “tek” olma özelliğini yitirdiğinin farkına varır. Bunun önüne
geçebilmesi için, ülkesindeki komünist hareketlerin mutlaka bastırılması
gerektiği düşüncesi yürürlüğe girer. Komünist olanların bir şekilde var olan
gizli bilgileri Sovyetler’e iletebileceği kuşkusu yaratılır. Böyle bir şey
olmasa bile McCarthy için “bu tehdit yaratılmalıdır”.
McCarthy,
aklına koyduğu oyunu sahneye koyar. Bir Sovyet casus teşkilatı yaratır. FBI ile
birlikte çalışan McCarthy, üç yalancı tanık bulur. Onların ifadeleriyle,
Rosenbergleri casuslukla suçlayacak bir hikaye uydurur ve iddianame hazırlatır.
İlk olarak 17 Temmuz 1950'de Julius Rosenberg yakalanıp tutuklandı,
ardından da karısı Ethel. Rosenberg çifti, her duruşmada kendilerine yöneltilen
suçlamaları kesin bir dille reddettilerse de 8 Mart 1951’de başlayan mahkeme sonucunda,
yalancı tanıkların ifadeleri sonucu Rosenbergler idama mahkum olur.
İddianame
ve Rosenberglere atfedilen suçlar çok gülünçtür. Bu konuda fizik profesörleri,
her iki sanığın da atom bombası formüllerini taşıyacak, aktaracak veya
krokisini çizecek yetenekte ve bilgide olmadığını söylemiştir.
Ancak
yargıç Kaufmann, doğrudan Washington’dan aldığı emirlerle hareket etmekte ve
adeta Rosenberglere açık kin beslemektedir. Bu nefret de jüriyi etkilemiştir.
29
Mart 1951’de jüri Rosenbergleri suçlu buldu, 5 Nisan’da da Kaufmann idam
kararını verdi. Kaufmann, FBI’a ve başkanı Hoover’e teşekkürlerini de sunmayı
ihmal etmedi.
Yıllar
sonra her şeyin FBI tarafından düzenlendiği ortaya çıkmıştı, ama Rosenbergler
geri gelemezdi.
29
Mart’ta Rosenbergler jüri tarafından “suçlu” bulundular ve 5 Nisan’da hâkim
Kaufmann tarafından ölüme mahkûm edildiler. Morton Sobell “suç ortağı” olarak
30 yıl hapse mahkûm edildi. Aleyhte esas tanık olan David Greenglass 15 yıla
mahkûm oldu, erken tahliye edildi ve kendisine yeni bir kimlik verildi.
Casusluk faaliyetinde bulunduğunu ikrar eden karısı Ruth hakkında dava bile
açılmadı.
Hâkim
Kaufmann, davayı şu “teşekkürname” ile kapattı: “FBI ve Bay Hoover’a
duyduğum saygının ne kadar büyük olduğunu bir kez daha vurgulamak istiyorum. Bu
davada mükemmel bir çalışma sergilediler.” Onyıllar sonra yayınlanacak olan
belgeler tam da bunu acı bir şekilde tanıtladılar. Herşey baştan sona FBI ve
devlet tarafından planlanmış, kotarılmış ve uygulanmıştı.
11
Nisan’da Ethel, idam edilinceye kadar bir daha terk etmeyeceği Sing Sing
cezaevinin idamlıklar kanadına kondu. Daha sonra Julius da buraya “nakledilecek”ti.
Bir
anda “normal” yaşamlarından koparılıp alınan, zindana atılan (her biri için
konulan 100 Bin dolarlık kefaleti tabii ki bulamadılar) ve tam bir yalanlar ve
iftiralar ağıyla karşı karşıya kalan Ethel ve Julius, bu davada masumiyetlerini
kanıtlamak için muazzam bir güç gösterdiler. Sendika avukatı Emanuel “Manny”
Bloch, bu konuda onların dostu ve avukatı haline geldi. Sonraki birkaç yılda
tüm enerjisini ve çalışmasını Rosenberglerin savunmasına ayırdı.
Rosenberglerin
idam kararında, komünist olmaları kadar Yahudi olmalarının da rol oynadığı
söylenmiştir. Amerika’da yargıtay görevini üstlenen mahkeme, Rosenberg’lerin
itirazını ve davanın yeniden görülmesi talebini beş kez reddetti. İnfaz ise
dört kez ertelenerek, ayrı bir işkence uygulandı.
Rosenberglere,
idama giden yolda hükümetle anlaşmaları ve suçu kabul etmeleri halinde
cezalarının önce otuz, sonra yirmi yıla indirilmesi teklifinde bulunuldu. Kendilerine yönelik bu saldırının, ABD'de
komünistlere karşı yürütülen politikaların bir sonucu olduğunu söylemelerine ve
iddiaların tamamını çürütmelerine, suçsuzluklarını kanıtlamalarına rağmen 1953
yılında elektrikli sandalyede idam edildiler.
David Greenglass, yargılama sonucunda 15 yıla mahkûm oldu. Ancak bir süre
sonra tahliye edildi ve kendisine yeni bir kimlik verildi. Rosenberglerin
idamından on üç yıl geçtikten sonra, mahkemeye sunulan delillerin, gösterilen
şahitlerin ve suçlamaların tümünün düzmece olduğu bizzat şahitler tarafından
açıklandı.
Rosenberg örneği, köşeye sıkıştıkları anda toplumun dikkatini başka yöne
çekmek için egemen sınıfın ne tür oyunlara başvurabileceklerini ortaya koyuyor.
Türkiye'de de "bu iş böyle gitmez" diyenlerin vatan haini,
komünist suçlamalarıyla yıllarca mahkemelerde süründürüldüklerini biliyoruz.
Rosenberg çifti, kendilerini kurtaracak olanın işçi sınıfının kitlesel hareketi
olduğunu biliyordu. Bunu yazdıkları mektuplarda da ifade etmişlerdi. Yığınların
kitlesel mücadelesini örmek, öne çekmek, işte bu nedenle daha da büyük bir önem
taşıyor.
Geride
6 yaşında Robby ve 10 yaşında Michael adında oğullarını öksüz bırakan iki
kurban: Ethel Greenglass Rosenberg ve Julius Rosenberg.
Şu acıklı mektup, söylenecek son sözdü herhalde:
“Sevgili çocuklarım,
Bu sabah, sanki tekrar
birlikte olabilecekmişiz sandım. Ama bunun olmayacağını bildiğim halde, size
ancak öğrendiklerimi aktarabilmeyi istedim. Ne yazık ki ancak birkaç kelime
yazabilirim. Gerisini size yaşamınız öğretmeli. Bana öğrettiği gibi.
Başlangıçta sizin için
acılı olacak, ama üzülen yalnızca siz olmayacaksınız. Sonunda siz de yaşamın
yaşamaya değer olduğu inancına varmak zorundasınız. Şimdi önüne geçilmez
biçimde yaklaşan ölüm karşısında bile bunu bilmenin cellatları yeneceğinden
kesinlikle emin oluşumuz size bir avuntu olsun.
....
Yaşamımızın sizle
birlikte sonuna kadar yürütme sevinci ve mutluluğunun bize nasip olmasını
dilerdik. Babanız size tüm yüreği ve tüm sevgisinin sevgili oğullarına ait
olduğunu söylemek istiyor. Suçsuz olduğumuzu ve vicdanımıza aykırı hareket
edemediğimizi hiçbir zaman unutmayın.
Sizi bağrımıza basıyor
ve hararetle öpüyoruz.
Sevgiyle,
Baba ve Anne”
ANI
Bir çift güvercin
havalansa
Yanık yanık koksa
karanfil
Değil bu anılacak şey
değil
Apansız geliyor aklıma
Neredeyse gün doğacaktı
Herkes gibi kalkacaktınız
Belki daha uykunuz da
vardı
Geceniz geliyor aklıma
Sevdiğim çiçek adları
gibi
Sevdiğim sokak adları
gibi
Bütün sevdiklerimin
adları gibi
Adınız geliyor aklıma
Rahat döşeklerin
utanması bundan
Öpüşürken bu dalgınlık
bundan
Tel örgünün deliğinde
buluşan
Parmaklarınız geliyor
aklıma
Nice aşklar
arkadaşlıklar gördüm
Kahramanlıklar okudum
tarihte
Çağımıza yakışan vakur,
sade
Davranışınız geliyor
aklıma
Bir çift güvercin
havalansa
Yanık yanık koksa
karanfil
Değil unutulur şey değil
Çaresiz geliyor aklıma.
Melih Cevdet ANDAY
--------------------------
ROSENBERGLER
ÖLMEMELİ/
Yakup BAROKAS-01 Şubat 2012
Geçtiğimiz hafta Şehir Tiyatroları Muhsin
Ertuğrul Sahnesi’nde Alain Decaux’nun yazdığı, Orhan Alkaya’nın yönettiği
‘Rosenbergler Ölmemeli’ adlı oyunu seyrettim. Yıllar önce Dostlar Tiyatrosu’nda
Ayla Algan ve Genco Erkal’ın sahneye koydukları insanlık tarihinin bu ibret
verici, yüz karası ayıbının kitabını okudum, filmini izledim. Her seferinde
isyan ettim, Ethel ve Julius Rosenberg için sessizce ağladım.
ABD
vatandaşı olan Ethel ve Julius Rosenberg, Yahudi ailelerin çocukları olarak
dünyaya geldiler. Ancak onlar antisemitizmin değil McCarthy’ciliğin
kurbanı oldular. ABD senatörü Joseph McCarthy’ye göre sağcı olmayan herkes
komünistti, vatan haini ve casustu.
Bir
teknisyen olan Ethel’in öz kardeşi David Greeenglass, Los Alamos atom
tesislerinde uranyum çaldığı gerekçesi ile 1950 yılının 15 Haziran gecesi
tutuklandı. İftira, şantaj, tehditlerle alınan ifadesi sonucunda Rosenbergler
aleyhine tanıklık yapmaya zorlandı. Rosenbergler Sovyetler Birliği’ne atom
bombası ile ilgili bilgi sızdırmak ve ABD’ye ihanet etmekten suçlandılar.
Davalarını
üstlenen Avukat Emanuel Bloch, Rosenbergler’in hesaplarına Sovyetler
Birliği tarafından 70 ABD doları yatırıldığı, kendilerine bir sandalye ve saat
hediye edildiği gibi gülünç ve uyduruk delilleri tek tek çürütmesine rağmen 29
Mart 1951’de jüri kararını verdi. Ölüm cezanın hafifletilmesi için hem ulusal,
hem de uluslararası platformlarda büyük bir kampanya başlatıldı, elli bin imza
toplandı, yürüyüşler düzenlendi.
Pablo
Picasso, L’Humanité
dergisinde; “Saatler önemli. Dakikalar önemli.
İnsanlığa karşı bu cürmün işlenmesine izin vermeyin!” çağrısında
bulunurken Jean Paul Sartre, Albert Einstein, Bertold Brecht, Jean Cocteau,
Frida Kahlo gibi pek çok aydın tepkilerini ortaya koydular. Papa XII.
Pius, ABD Bakanı Eisenhower’dan infazın durdurulmasını talep etti.
ABD Yüksek
Mahkemesi önce temyiz başvurusunu kabul, sonra da McCarthy’nin baskısı ile bu
kararı iptal etti. Rosenberg’ler aynı günün akşamı, 19 Haziran 1953’de, geriye
iki küçük oğlan çocuğu bırakarak, Şabat’ın girişinden sonra, California
açıklarındaki ünlü Sing Sing Adası’nda elektrikli sandalyede can verdiler.
İnsanlık
tarihinin bu kara lekesi 60 yıl geride kaldı. Bugün artık ABD özgürlük, adalet
ve insan hakları yönünden çok yol aldı diye düşünebilirsiniz. Ben ise dünyanın
her köşesinde McCarthy’ler var oldukça ideallerine inanan, yürekli
kişilerin her daim hain bir kurşuna hedef olabileceklerine, ya da ömür boyu
hapiste çürüyebileceklerine inanıyorum.
“Türkiye’de
ne zaman anti-demokratik kampanyalar ya da siyasi-ideolojik cadı avları gündeme
gelse sol kesim hemen 1950’li yıllarda Amerika’da yaşanan McCarthy dönemine
atıfta bulunur ve bu dönemin ünlü bir davası olan Rosenbergler Davası’nı
zikreder”
diye bir
saptamada bulunmuş Fikret Ertan ta 13.Mart.2004 tarihli Zaman
Gazetesi’nde. Yazarın bu iddiası günümüzde geçerli değil ki oyun İstanbul
Belediyesi’ne bağlı İstanbul Şehir Tiyatroları’nın repertuarında yer alıyor.
Rosenbergler
gerçekten suçsuz muydu? Eski Sovyetler Birliği Başkanı Nikita Krusçev
anılarında; Stalin ve Molotov’dan Rosenbergler’in atom bombasının
üretiminin geliştirilmesinde çok önemli yardımları dokunduğunu öğrendiğini
yazar. Soğuk Savaş sonrasında, 1996 yılında, Sovyet ajanı Aleksandr Feklisov
da gazetecilere Rosenbergler’in atom casusluğu yapmadıklarını; ancak birtakım
askerî sırları KGB’ye verdiklerini ileri sürer. Buna karşılık Sovyetler’de ilk
atom bombasını üreten Boris Brokhovich, Rosenbergler’in boşu boşuna
elektrikli sandalyeye gönderildiklerini belirtir.
Amacım bir
tiyatro eleştiri yazısı yazmak değil, ne tarihi sorgulamak, ne de
yılların bir ‘mitos’unu yıkmak. Ancak oyunun sahnenin altıya bölünerek
özgün bir şekilde aktarılması ve akıcılığı beni oldukça etkiledi.
Oyunun
yönetmenliğini üstlenen Orhan Alkaya hepimizin çok yakından tanığı bir sima, ‘Öyle
Bir Geçer Zaman ki’nin balıkçısı… (Karcı Holding’in sahibi). Alkaya, 12
Eylül Darbesi sürecinde sıkıyönetim kanunu ile görevden alınan binlerce kamu
çalışanı arasında yer aldı. 2008-2009 yıllarında İBB Şehir Tiyatroları ‘seçilmiş’
Yönetim Kurulu Üyeliği ve Genel Sanat Yönetmenliği yaptı.
Alkaya, ‘Rosenbergler
Ölmemeli’ oyununda, kendisinin de yer aldığı farklı bir proje için 1976’da
bestelenmiş bir müziği kullandı. O tarihte Melih Cevdet Anday’ın ‘Anı’
şiirini Tarık Öcal bestelemiş, partisyonunu Timur Selçuk
yapmıştı. Alkaya, yıllar sonra notaları almak için Tarık Öcal’ı aradığında; “Notalar bende yok, şu anda uğraşamam da, çünkü ölüyorum,
şarkı senindir, istediğin gibi kullan” yanıtını aldı. Sonra da Tarık öldü.
Alkaya,
notalar için şarkının en iyi yorumcusu Esin Afşar’a başvurduğunda
kendisinden ; “Benim yapabileceğim bir şey
olursa hemen ara” cevabını
aldı, ancak olacak iş mi, kısa bir zaman aralığında Esin Afşar da öldü.
Alkaya ‘Rosenbergler
Ölmemeli’nin tanıtım broşüründe şöyle yazar: “O
ilk günden bir Timur kalmıştı bir de ben. Timur, aramızda adı ‘Kod adı Milonga’
olan şiirimi besteledi. Şaşırtıcı ama ikimiz yaşıyoruz ve ‘dışarıda’yız.”
Geçmişi ve
günümüzü değerlendirirken oyundan benim kadar etkileneceğinize eminim.
Yakup BAROKAS
http://www.salom.com.tr/newsdetails.asp?id=81389#.UVQy8sokRAI
--------
MCCARTHY
DÖNEMİ
McCarthy
Kimdir?
Joseph
Raymond McCarthy (14 Kasım, 1908 – 2 Mayıs, 1957) 1947 ve 1957 yılları arasında Wisconsin eyaleti Cumhuriyetçi parti Senatörüydü. Senatodaki 10 yıllık görev süresinde
McCarthy ve çalışanları, komünist parti ya da
komünist sempatizanları hakkında sorumsuz suçlamalarla kötü bir şöhret
kazandılar.
David
Schine, Joseph McCarthy and Roy Cohn (1953)
İkinci Dünya
Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Amerika Birleşik Devletleri’ndeki kimi
çevreler Sovyet ajanlarının ülkedeki varlığından ve gizli tertiplerinden dem
vurmaya başladı. 29 Haziran 1940’da Amerikan Kongresi, Amerikan hükümetinin
devrilmesini savunmayı ve bunun propagandasını yapmayı suç haline getiren bir
yasayı kabul etti. Çok açık ki, düşünce özgürlüğünü sınırlayan bu yasa
Amerikan Komünist Partisi’ni hedef alıyordu. Ülkedeki komünist faaliyetleri
araştırmak üzere kurulan Amerikan Karşıtı Faaliyetler Komitesi (HUAC),
sendikacılardan yazarlara, müzisyenlerden eğitimcilere onlarca insanı
sorguladı. Ancak bunlar arasında en çok gürültüyü Hollywood’un bilinen
isimlerinin sorgulanması kopardı.
Soruşturmaların
yoğunlaştığı bir dönemde, 9 Şubat 1950’de Wisconsin senatörü Joseph McCarthy,
elinde hükümet için çalıştıklarını ve Komünist Parti’ye üye olduklarını iddia
ettiği 205 kişinin listesi olduğunu söyleyerek kamuoyunun karşısına çıktı. Bu liste bir sır değildi çünkü
1946’da hükümet tarafından yapılan bir çalışma sonucu hazırlanmış ve kamuoyuna
duyurulmuştu. Listedekilerden bir kısmı gerçekten komünistti. Ancak listenin
diğer üyeleri (yine hükümet tarafından sakıncalı bulunan) eşcinseller ve
alkoliklerdi. Dolayısıyla, listeyi elinde sallaya sallaya televizyonlarda
arzı endam eden McCarthy de aynı sorguya muhatap kalmış olsa, listedeki yerini
alabilirdi pekâlâ. İddiaları üzerine tanıklık yapmak için Amerikan Karşıtı
Faaliyetler Komitesi’ne çağırılan McCarthy, listeyi önce 80 kişiye, sonra da 50
kişiye düşürmesine rağmen tek bir sanığın dahi komünist olduğunu ispatlayamadı.
Ancak bütün bu iddialı ve hırslı tavırları McCarthy’e geniş bir kamuoyu
desteği sağladı. Ve böylece tarihe “McCarthizm” olarak geçen karanlık dönem
başladı. Sorgulamalar, eskisinden daha hızlı devam ediyordu…
“Cadı avı” sırasında bütün tanıklardan
Komünist Parti’ye üye olup olmadıklarını, üye iseler, diğer üyelerin isimlerini
ve artık bu işleri bıraktıklarını söylemeleri ve Komite üyelerine artık
yalnızca Amerikan çıkarları için çalışacak birer tövbekâr olduklarını
kanıtlamaları istendi. Sorulara yanıt vermeyi reddeden onlarca Hollywood
çalışanı ya hapse atıldı ya da sürgüne gitmek zorunda kaldı. İşlerinden olmak
ise, hepsinin ortak kaderiydi.. Komitenin karşısına çıkıp arkadaşlarının isimlerini
birer birer sayanlar, kariyerlerine kaldıkları yerden devam ettiler.
Komitenin
gazabına uğrayıp işlerini kaybedenler arasında Bertolt
Brecht, Charlie Chaplin, Arthur Miller, Orson Welles ve Pete Seeger gibi
ünlü sanatçıların yanı sıra daha kariyerlerinin başında olan ve gelecek vadeden
pek çok kişinin yer aldığı sinemayla ilgilenen herkesin malumu. Ancak
arkadaşlarının gelecekleri pahasına kendi kariyerlerini kurtaranlar bahsinde
-belki de en meşhurları olduğundan- Elia Kazan’dan başkası çoğunun hatırına
gelmez. Oysa bu isimler arasında nice enteresan insan yer alıyor. Edvard
Dmytryk örneğin…
Sorgulamaların
başladığı 1947’de soruları yanıtlamayı reddedip, kimsenin düşünceleri yüzünden
yargılanamayacağı ilkesinden hareketle Amerikan Anayasası’nın çiğnendiğini
belirterek direnen ve bu yüzden hapse atılan Hollywood Onlusu (Herbert
Biberman, Lester Cole, Albert Maltz, Adrian Scott, Samuel Ornitz, Dalton
Trumbo, Edward Dmytryk, Ring Lardner Jr., John Howard Lawson ve Alvah Bessie)
arasında yer alan Dmytryk’in ekonomik sıkıntıları, karısından ayrılınca arttı.
Bundan kurtulmanın tek yolu olarak arkadaşlarını ele vermeyi ve işine yeniden
kavuşmayı gördü. Hollywood Onlusu direnişinden dört yıl sonra 1951’de bu kez
kendi isteğiyle çıktığı mahkemede bütün soruları yanıtlamakla kalmayıp
isimlerini verdiği komünistlerin kendisine baskı yaptığını iddia etti. Bunun
ödülü olarak da kara listeden çıkarıldı ve tekrar çalışma fırsatı buldu.
Larry Parks
komiteye isimleri verilenler arasındaki tek oyuncuydu. Aynı zamanda sinemaya
ilgi duymayan herhangi birisinin de tanıyabileceği tek isimdi. Parks, komiteye
ifade vermeyi kabul etti. 1941’de Komünist Parti’ye katıldığını ancak dört yıl
sonra ayrıldığını itiraf eden Parks, arkadaşlarının ismi sorulduğunda yanıt
vermek istemedi. Ancak komite onu muhbirlik yapmak ya da komiteye
saygısızlıktan hapse girmek arasında bir seçim yapmaya zorladı. Parks da ilk
şıkkı tercih etti. Verdiği isimler arasında yer alan Leo Townsend, Isobel
Lennart, Roy Huggins, Richard Collins, Lee J. Cobb, Budd Schulberg ve Elia
Kazan da Larry Parks’la aynı tercihi yaptılar ve komiteye yeni
isimler verdiler.
Elia
Kazan’ın bundan birkaç yıl sonra, 1954’te çektiği, başrollerini Marlon Brando,
Karl Malden, Lee J. Cobb, Rod Steiger, Pat Henning ve Eva Marie Saint'in
paylaştığı sekiz Oscarlı Rıhtımlar Üzerinde (On the Waterfront) pek çoklarınca
McCarthy sorgulamalarındaki tutumunu savunmaya yönelik bir çalışma olarak kabul
edildi. Filmde liman işçisi Terry’nin öyküsü anlatılır. Terry, çeteleşen
sendika patronlarının işlediği cinayetlerden birinde istem dışı rol almıştır ve
vicdanı rahat olmasa da susmaktadır. Ancak çetenin öldürdüğü işçilerden birinin
kızkardeşi olan Edie’yle duygusal yakınlaşma ve ardından, çetenin adamı olan
ağabeyi Charley’nin öldürülmesi Terry’nin yavaş yavaş değişmesine ve eski
pısırık kişiliğinden sıyrılarak patronlarına karşı mücadele etmeye karar
vermesine neden olur. Filmin sonundaki, arkadaşları tarafından dışlanan
Terry'nin feci şekilde dövülmesine rağmen ayakta kalıp destekçileriyle beraber
yürümeye devam etme sahnesi de Elia Kazan açısından otobiyografik öğeler
taşıyor. Elia Kazan, sorgulamalardaki tavrı yüzünden pek çok arkadaşı
tarafından suçlandı ve asla affedilmedi. 1972’de Cannes Film Festivali’nde
Kazan’ın ödül kazanması güdeme geldiğinde sorgulamalar yüzünden ABD’yi terk
edip İngiltere’ye yerleşmek zorunda kalan Festival Jüri Başkanı ünlü yönetmen Joseph
Losey (Uşak, Kaza Gecesi, Arabulucu), Kazan’ı açıkça lanetleyerek ödülün
verilmesine engel oldu. 1998’de ise, vaktiyle pek çok insanın işini bırakmasına
neden olarak endüstrinin canına okuyan Kazan’a, “endüstriye katkılarından
dolayı” Yaşam Boyu Onur Oscar’ı verildiğinde Ed Harris ve Nick Nolte gibi
ünlü oyuncular töreni protesto edecekti. Kendisine muhbirliği hatırlatıldığında
Kazan “Utanıyorum.” demekle yetindi ve bu konuyla ilgili kimseyle konuşmadı.
Anılarında bile: ismini verdiği arkadaşlarından olan Arthur Miller’ın sevgilisi
Marlyn Monroe’yla yaşadığı aşk maceraları, sorgulamalardan çok daha fazla yer
tutuyordu. Kazan’ın bu davranışı, Anadolu’dan gelmiş olması nedeniyle kendisini
hiçbir zaman tam bir Amerikalı olarak kabul ettirememiş olmasına ve Amerikan
egemenlerine bu şekilde yaranmaya çalışmış olmasına bağlandı sonraları.
McCarthy’nin
kaybettirdiklerinin öyküleri ise çok daha acıklı… Hakkında soruşturma açılıp
mahkemeye çağrılanlardan sessiz sinema ustası Charlie Chaplin, ABD’yi terk
ederek İsviçre’ye yerleşti. Yönetmen Joseph Loosey ise İngiltere’ye
yerleşti ancak, ABD’deki cadı avı İngiltere’ye sıçrayınca takma isimlerle çalışmak
zorunda kaldı. Nazım Hikmet’in “Türkülerimizden korkuyorlar Robeson..”
diye selamladığı siyahi şarkıcı Paul Robeson’un pasaportu iptal edilirken,
senarist Ben Barzman’a Fransa’ya sürgün yolları gözüküyordu. Tom, Dick ve Harry
filmiyle 1941’de Oscar’a aday gösterilen Paul Jarrico için de kariyerinin sonu
anlamına geliyordu McCarthizm. Sonraları Kubrick’in filme aldığı Spartacus’ün
senaristi Howard Fast de iş bulabilmek için yıllarca takma isim kullanmak
zorunda bırakılıyordu. Dr.Jekyll and Mr. Hyde ile tanınan Rose Hobart, sırf
Sinema Oyuncuları Sendikası’nda aktif olduğu için sinemadan kopartılanlar
arasındaydı. Ünlü Alman şair-yazar Bertolt Brecht ise komiteye çağırıldığında
ABD vatandaşı olmadığı için komitenin kendisini sorgulamaya hakkı olduğunu belirterek
çağrıyı kabul etti. Sorgulama sırasında ise, İngilizce’ye tam anlamıyla hakim
olmamasını müthiş bir koza dönüştürerek komiteyle dalgasını geçti. Ancak onu da
ABD’de fazla tutmadılar ve Doğu Almanya’ya yerleşti.
Bütün Amerika’yı kasıp
kavuran McCarthy rüzgarı bu ihtiraslı senatörün eleştiri oklarını Amerikan
ordusuna yöneltmesiyle son buldu. Amerikan ordusu için bu kadarı fazlaydı.
Onlarca aydın ve sanatçı yargılanırken sesini çıkartmayan kamuoyu, sıra orduya
gelince McCarthy’i harcamaya karar verdi. Ordu, gazetelere McCarthy’nin
usülsüzlükleri hakkında bilgiler sızdırırken basında da senatörün alkolik ve
eşcinsel oluşu sürekli gündeme getiriliyordu.
Nihayetinde
McCarthy, senatodaki Operasyon Yönetimi Komitesi’nin başkanlığını ve bir
sonraki seçimleri kaybetti. McCarthizm resmen sona ermiş olsa da ABD’yi esir
alan antikomünist histeri Soğuk Savaş boyunca devam etti. Buna sinema
sektöründen verilebilecek en iyi örnek Jean Seberg’e yapılanlardır. Jean D’Arc
ile çıkış yapıp Günaydın Tristesse ile yıldızlaşan Fransız aktris Seberg
Hollywood’a geldiğinde, kimileri rahatsız olmuştu. Sebebi, Seberg’in ırkçılık
karşıtı Kara Panterler örgütüyle olan ilişkileri ve sol görüşleriydi. Atağa
geçmek için fırsat kollayan FBI, Seberg’in Meksikalı yazar Carlos Fuentes’ten
hamile kalması üzerine aradığı fırsatı buldu. FBI bu bebeğin Kara Panterler
üyesi siyahi bir teröristten olduğunu iddia eden bir mektubu Hollywood
dergilerine gönderdi. Bu iftiralar karşısında Seberg öylesine sarsıldı ki,
erken doğum yapmak zorunda kaldı ve ertesi gün basın toplantısı düzenleyip
gazetecilere ölü bebeğinin bedenini gösterdi. Bu, dedikodulara son verdi ancak
Seberg kendini asla toparlayamadı. Çocuğunun her –ölü- doğum gününde intihara
kalkışan Seberg, sayısız girişiminden sonra, bir gün arabasında ölü bulundu,
boş bir ilaç kutusu ve veda mektubu ile… Irak Savaşı sırasında da ABD’nin
tavrını eleştiren Michael Moore ve Jessica Lange gibi isimleri vatan
hainliğiyle suçlayıp Hollywood’dan dışlanmalarını savunan kimi çevreler de
McCarthizmin hâlâ biryerlerde pusuda olduğunu kanıtlıyordu.
Kaliforniya
Üniversitesi müzikologlarından Richard Taruskin’in besteci John Adams’ı
Amerikan karşıtı müzisyen olarak yaftalamasındaki dürtü de aynıydı. İyi ve
Kötünün Bahçesinde Geceyarısı’nda zengin ve güçlü eşcinsel karakteri unutulmaz
bir şekilde canlandırdığı için eşcinsel olduğu iddia edilen Kevin Spacey’nin "Bu,
McCarthy döneminin sürdüğünün açık bir kanıtıdır" şeklindeki sözleri
manidardır. alıntı
Kaynak:
http://www.arastiralim.net/ilk/2009/01/page/49
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar