TAKLİTÇİLİK VE BAĞNAZLIK
Günümüzde,
geri kalmış bir ülkenin modernleştirilmesi hâlâ büyük ölçüde bir batılılaştırma
Batı Avrupa ve Amerika’ya özgü uygulamaların, yöntemlerin ve tavırların
aktarımı sürecidir. Bu, hızlı modernleşmenin her şeyden çok bir taklit süreci
olduğu anlamına gelir ki, taklidin yapısında hızlı modernleşmeyi böylesine
sarsıcı ve allak bullak edici bir şeyin var olup olmadığını merak etmek için
geçerli bir neden var demektir.
Umulanın
aksine, ileri olanın geri olanı taklit etmesi, tersinin gerçekleştirilmesinden
daha kolaydır. Geri ve zayıf olan, taklidi bir boyun eğiş ve kendi
yetersizliğinin bir kanıtı olarak görür. Kafalarını ve kalplerini dünyanın
kendilerine öğreteceği tüm şeylere açık hâle getirebilmek için, taşıdıkları
aşağılık duygusundan kendilerini kurtarmaları, kahramanlıklarını sergilemeleri
gerekir. Tarih içerisinde karşı taraftan gönüllü olarak bir şeyler öğrenmeye
yeltenenler çoğunlukla yenilen değil yenen taraf olmuştur. De Tocqueville
şöyle der: “Geri olanlar bilgi elde etmek için
ülkelerini terkederler, fakat bilgi ayaklarına geldiğinde onu geri teperler.” Geri bir ülkenin,
kısmen zayıfların, hızla ve kolayca taklit için şiddetle bir güçlülük ve
üstünlük kuruntusuna ihtiyaç duymalarından kaynaklanan bir acelecilikle
modernleşmeye kalkışması durumunda duygularımızı rencide eden tuhaf kabadayı
pozlarına bürünmeleri, kasılmaları, kurumlan, arsızlıkları ve meydan okumaları
bundan dolayıdır.
Sovyet
Rusya'nın kendi gayretleriyle geri ülke olmaktan kurtulmayı başarmış bir örnek
ülke teşkil etmesi, komünizmin modernleşmeye can atan geri ülkelerdeki tartışma
kabul etmez cazibesinin ancak kısmî bir nedeni olabilir. Daha belirleyici olan
şey, komünistlerin geri bir toplumu savaş alanında zafer kazanmaya hazırlama
hususundaki kanıtlanmış yeteneğidir. Komünist bir rejimin, yığınları uzun
süreli çalışmaya razı etme yeteneğinin olup olmadığı şüpheliyse de, geri bir
topluluğu etkili bir orduya dönüştürüp bağnazca savaşmaya hazır hâle nasıl
getireceğini iyi bildiğine şüphe yoktur. batılı demokrasiler, ne kadar
uğraşırlarsa uğraşsınlar, geri ve aşağı oluşunu güçlü bir şekilde hisseden bir
toplulukta gurur, coşku ve bir fedakarlık ruhu oluşturamazlar. Hristiyanlık ve
demokrasi, zayıfları fatihlere dönüştürme aletleri olarak ortaya çıkmadıkları için
Asya ve Afrika’da kök salamadılar.* batının kolayca kabul görmüş diğer iki
hediyesini oluşturan milliyetçilik ve sanayileşme, böyle bir amaca hizmet
edebilir. Ruhları kurtarmak için Çin’e gelen Cizvitlerden Çin imparatorunun
top dökmelerini isteyip onları ağır top ustaları yapmış olması hatırlamaya
değer bir olgudur.
* Bu
tür bir vasıta olarak gelen İslâmın hem Asya hem de Afrika’daki yayılışı
olağandışı bir hızla gerçekleşti. İslâm, bugün bile Afrika’nın kalbinde yeni
mühtediler kazanmaya devam ediyor. İnsan, İslâm tebliğcilerinin dini
davetlerini teknik donanımla ikmal etmeleri İslâmlaştırmayı sanayileşme ile
birleştirmeleri durumunda İslâmın yayılışının tekrar olağandışı bir hız
kazanabileceğini düşünmekten kendini alamıyor.
Bir
taklit süreci olarak görüldüğü takdirde, geri bir ülkenin batılılaştırılmasının
batıya karşı böylesine şiddetli bir husumet doğurması anlaşılır bir hâl
almaktadır. Bize benzemeye çalışan insanların bizi kaçınılmaz olarak sevmeleri
beklenemez. Taklidin oluşturduğu aşağılık duygusu, içerlemeye yol açar.
Taklitçiler, taklit ettikleri modelin üstesinden gelmeyi onu aşmayı, geride
bırakmayı ve daha da iyisi bütünüyle ortadan kaldırmayı arzularlar. En son
zikrettiğimiz şey tarih içerisinde bazen ilk tercih edilen olmuştur:
Taklitçiler işe modeli tahrip etmekle başlamış, daha sonra taklit etmeye
koyulmuşlardır. Yenilgiye uğramış veya ölmüş bir modeli taklit etmenin çok daha
kolay olacağı açıktır.
Taklitçilerin
taklit ettikleri modelle içtenlikle özdeşleşmeleri durumunda, taklidin fazla
içerlemeye yol açmaması tabiî ki umulan bir şeydir. Mevcut batılılaşma
dalgasında, uyanış hâlindeki ülkelerin taklit etmekte oldukları batıyla
kendilerini özdeşleştirmelerini engelleyen bu kadar çok faktörün bir arada
bulunması yaşadığımız dönemin büyük bir talihsizliğidir. Koloniciliğin canlı
hatırası, ırklar arasında deri rengi farklılığı, tarihî tecrübe farkı, yaşam
standartları arasındaki muazzam uçurum, geri ülkelerdeki eğitim görmüş
azınlığın, kendilerinin doğuştan hakları olan yönlendirme, planlama ve
denetleme haklarını ellerinden alacak demokrasi ve serbest teşebbüsten
korkmaları—tüm bunlar, batıya karşı şüpheci ve hasmane bir tutumun doğmasını
birlikte sağlıyorlar.
Daha
az belirgin olan şey ise, taklit eyleminin gerçekte taklit etmekte olduğumuz
şeyin karşıtı olmaya çalışmak demek olduğunu hissettiğimizde, taklidin önündeki
engellerin en aza ineceği gerçeğidir. Bir din veya medeniyetin yabancı bir
ülkeye en kolay yoldan aktarımı, bir itiraz ve bir meydan okuma olarak ortaya
çıkan sapkın bir kolu vasıtasıyla gerçekleşir. Sapkın hareketler, sık sık,
fikirlerin, tutumların ve yaşam tarzlarının aktarılmasında araç vazifesi
görmüştür.
Hindistan,
Uzakdoğu’yu reddettiği sapkın bir hareket (Budizm) vasıtasıyla, Yahudilik,
dünyayı reddetmiş olduğu sapkın bir hareket (Hristiyanlık) yoluyla
etkilemiştir. Hristiyanlığın bizzat kendisi, Roma İmparatorluğu’nun resmi dini
olduktan sonra, Greko-Romen dünyanın özünü temelde kendi sapkın kolları
vasıtasıyla dış dünyaya yaymıştır. Nasturîler Sâmîî, Yakubîler Mısırlı,
Donatistlerse Berberî idiler. Komünizmin de batının kazanımlarının batılı
olmayan ülkelere aktarımında bir araç olması mümkün gözüküyorsa, bunun kısmî
nedeni, komünizmin, batının reddettiği bir batılı sapkınlık, özellikle de
kapitalist bir sapkınlık olmasıdır.
Komünizmi bir kapitalist sapkınlık olarak
isimlendirdiğim için, sapkın hareketlerin doğasını ve ortaya çıkışını kısaca
gözden geçirmek herhalde yersiz düşmeyecektir. Bir sapkın hareket, ancak gücünün
doruğunda olan bir sistemden doğar.
Çöküş sürecindeki bir sistemin bir sapkın hareket doğurması ve bu hareket
tarafından yerinden edilmesi pek mümkün değildir. Hristiyanlık ortaya
çıktığında, Yahudiliğin savaşçı ruhu doruktaydı ve Hristiyanlık, Yahudiliğin
birkaç sapkın kolundan biriydi. Büyüme süreci
içerisinde ve daha sonraları batıda askerî hâkimiyeti ele geçirdiğinde,
Hristiyanlığın bizzat kendisinden de bir çok sapkın kol türedi. Dinî coşkunun
yüksek olduğu bir dönem, sadece azizlerin ve şehitlerin çoğalması için değil,
hiziplerin ve sapkın kolların zuhuru için de en elverişli dönemdir. Durağan bir
ortodoksluğun veya tam bir kayıtsızlığın var olduğu yerde tutkulu
sapkınlıkların ve farklılaşmaların ortaya çıkma ihtimali son derece düşüktür. Böylesine
zorlu bir sapkınlık üretmesi, kapitalizmin gücünün bir işaretidir. Komünizmi
Toynbee’nin ve diğerlerinin yaptıkları gibi Hristiyan bir sapkınlık olarak
değerlendirmek, Hristiyanlığın mevcut hâlini görmezden gelmek ve komünizmin
gerçek mahiyetini ıskalamak demektir.
Söylediğim
gibi, bir sapkınlık, coşkunluğun ve taşkınlığın bir yan ürünüdür. Bir sapkın
hareket, abartı, aşırı uygulama ve ifrata meyletme yoluyla ana gövdeden
ayrılır. Öyle görünüyor ki, bir şeyi aksine dönüştürme hususunda abartıdan daha
emin bir yol yoktur. Profesör
Joseph Klausner, İsa’nın, “Yahudiliği haddinden fazla ifa etmek
suretiyle havarilerinin Yahudiliği Yahudilik olmaktan çıkarmalarına neden”
olduğunu söylemektedir; komünizm de, “aşırı uygulama” yoluyla kapitalizmi
kapitalizm olmayan hâline getirmiştir. Kapitalizmin bir başarı ortaya
koymasından beri, kapitalistler mutlak kudret hayaline kapıldılar. Bu, devlet
içindeki bir şirketten çok bir “şirket devlet”ten mutlak bir hareket serbestisi
elde etme hayaliydi. Bazı kapitalistler, anayurtlarındaki örflerin ve
geleneklerin sınırlamalarına maruz olmadıkları uzak kolonilerde bu. hayali
gerçekleştirmeye çalıştılar. Fakat, anayurtta en vahşi kapitalist hayali
gerçekleştirmeyi sadece komünizm başarır. Yekvücut bir şirket komünist
partisi bir ülkenin tamamını mülkiyetine geçirir. Sadece her toprak parçasını,
her binayı, evi vesaireyi malı edinmekle kalmaz, her erkek, kadın ve çocuğun
ruhları ve bedenleri üzerinde mutlak bir hâkimiyet de kurar. Bu süperkapitalist
şirketin amacı, tutsak edilmiş topluluğu usta tamircilere dönüştürmek,
ruhlarına ise, güneşin doğuşundan batışına kadar çalışmayı kabullenip hayatta
oldukları için ve kendilerini
sömürenlerin verdikleri nimetler için şükran duyacak bir biçim vermektir.
Böylesi bir “şirket devlet”in tüm gezegeni elinde tutan bir holding olmayı
arzulaması son derece doğaldır.
Stalinist
soysuzluktan bütünüyle uzak bir komünist rejim bile, kapitalizmi ifrata
götürmek için gerçekleştirilen bir girişim olarak görülebilir. Kapitalist bir
sistemde, iş sahibinin yanlış güdülemesi, işçinin dikbaşlılığı ve tüketicinin
ayran gönüllülüğü üretim sürecini sekteye uğratabilir. Bu faktörlerin zararlı
etkilerini gidermek için muazzam bir enerji ve servet harcamak gerekir. Komünizm
ise, bir dokunuşla, kapitalizmi işverenin, işçinin ve tüketicinin başına
buyrukluğundan kurtarır. Üretimi, hiçbir taraftan müdahaleye tahammülü olmayan
bir ilâh hâline getirir.
Nihayet, komünizm, kapitalizmi kapitalistlerden ayırmaya can
atması açısından da diğer sapkınlıkların yapısıyla uyum hâlindedir. Hristiyan
sapkınlık Yahudiliği Yahudilerden, Protestan sapkınlık ise Katolikliği Katolik
hiyerarşiden ayırmıştır. Kronstadt
Ayaklanmasındaki savaş çığlığını hatırlayacak olursak, komünist sapkınlığın
müstakbel sloganını da şimdiden söyleyebiliriz: “Komünistisiz komünizm.”
Hızlı
modernleşmenin esasında bir taklit süreci olduğunun farkına varış, sadece geri
kalmış ülkelerdeki kargaşayı anlamamıza değil, bu ülkelerin mevcut
edinimlerinin kalıcı olup olmadığını kestirmemize de yardımcı olacaktır. Azgelişmiş
ülkelerdeki toplumsal ve siyasî koşulların makine çağının başlarındaki Avrupa
ve Amerika’daki koşullardan bütünüyle farklı olduklarını gördüğümüzde ise,
doğal olarak, batılı kazanmaların bu ülkelere aktarımının mümkün olup
olmadığını merak edeceğiz. Bununla birlikte, gözlemlemekte olduğumuz şeyin
mutabık kalınmış bir taklit eylemi olduğunu düşündüğümüz takdirde manzara
bütünüyle değişmektedir. Bir şeyin ortaya çıkmasına zemin hazırlayan koşulların
taklit için de elverişli olmaları bir zorunluluk değildir. Orijinal türeyiş,
bireyin rahat hareket etmesine, kendi içgüdülerine göre davranmasına ve kendi
başına riske girmesine izin veren gevşek bir toplumsal düzeni gerektirir. Hızlı
taklidi kolaylaştıran şeyler ise toplumsal bağlılık, sistemlilik ve ortak
harekettir. Toplumla bütünleşmiş bireyler, ayrı bir benliğe sahip değildirler.
Akılları, tıpkı çocuklarda olduğu gibi, dış etkilerin saldırısına karşı
savunmasızdır. Buradaki paradoks, hızlı modernleşmenin ilkel bir toplumsal
yapıyı gerektirmesinde yatmaktadır. Bu yüzden, geri ülkelerdeki toplu davranış
eğiliminin batıyı yakalama yarışında bir engel olmaktan çok batılılaşmayı
sağlayıcı yardımcı bir unsur olması daha muhtemeldir.
Sh:
21-26
Kaynak: Değişim Sancısı, Eric
HOFFER, trc: İhsan DURDU, ayışığı kitapları, Mayıs 2003, İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar