Print Friendly and PDF

YAHUDİLİK

 



Yıkıcı hareketleri sınıflandırırken karşımıza dün de bugün de, ilk çıkan Yahudiliktir. Mûsâ ümmetinin ilk büyük fitnesi de Hz. Osman'ın şehâdetini hazırlıyan vak'adır.

Amma Yahudi'nin dünyâ târihine karşı binlerce senedenberi tatbîk edegeldiği sistemli bozgunculuk siyâsetinin içinden, yalnız Müslümanlığın hissesine düşen kısmı alıp, bu ihtilâller ve fitneler zincirini başından ve sonundan tecrîd edersek, tabloyu noksan çizmiş oluruz.

Azınlık ve dağınıklıklarından dolayı silâhlı çarpışmayı kabûl edemiyen İsrâiloğuIIarı için, yaşadıkları memleketlerin iktisâdı hâkimiyetini ele almak, sonra da bu ülkelerin içtimâi ve siyâsî haritası üstünde gerek anarşik hareketler, gerek kitap, gazete, çeşitli neşriyat, sinema, televizyon yollarıyla millî değerleri tahrîb etmek, bilhassa siyâsî, iktisâdî ve mâlî sâhalara el atmak gibi sinsi ve gizli faaliyetlerde bulunmak şaşmaz taktikleri olmuştur.

Mîlâddan asırlarca evvel siyâsî İstiklâlini kaybeden Yahûdî kavmi, bir yandan dünyâya yayılırken bir yandan da Buhtunnasır tarafından esir edilip Bâbil'e sürülmüş olmakla berâber, kısa zamanda memleket hayâtına intibak ederek faaliyet sâhaları bulmakta gecikmemiş, hükümdarın ölümünden sonra da, bu kalabalık cemaat; Keldânî devletinin idârî, iktisâdı ve içtimâi kontrolünü ele geçirmiştir.

Memleket mukadderatına hâkim olduktan sonra ise, komşu İran’la pazarlığa girişerek, yapmaya muvaffak olduğu anlaşma ile, Bâbil'i târih sahnesinden kaldırmıştır.

Bu defâ da İran, şükran ve minnet duygusuyla, Yahüdîye kapılarını açmışsa da, muhteşem İran medeniyeti, bu lütufkârlığının cezâsını pek ağır ödemiştir. Öyle ki saraya, idâreye, siyâsî ve içtimâî müesseselere derinlemesine dalan Siyon nüfuzu, Keldânîlerde olduğu gibi, İran devletinin de tepe aşağı gitmesindeki âmillerin önünde gelmiştir.

Faaliyet programlarını Mezopotamya’dan Garb’a doğru nakledip genişleten aynı kavim, an’ane, ahlâk ve mukaddesatı kundaklayan yıkıcı faaliyetlerine, nihâyet Roma’yı seçmiştir. Öyle ki, bu şövalye ruhlu devlet de, fikriyâtına nüfuz eden Yahûdî filozoflar ve hukukçular elinde kalarak, içtimâî, siyâsî ve hukukî müesseselerî ile ahlâk anlayışında onulmaz yaralar açılmış böylece de Yahûdî, binlerce yıldır yaşadığı sürgün hayâtının öcünü beşeriyetten bir kere daha almıştır.

Dünyâyı Yahûdîleştirmeyi gaye kabûi etmiş İsrâiloğulları, Romayı çökerterek maddî ve mâlî imkânlarını artırıp geniş bir nefes alacakları sırada, ne çâre ki karşılarına İsâ Peygamber ve onun ümmeti çıkacaktı.

İnsanoğluna muhabbet ve sükûnet vaad eden bir din, Tevrat anlayışına göre, muhakkak içinden hançerlenmeli idi. Nitekim pusuya çekilerek hazırlanan Yahûdî zekâsı, tekrar târihî rolünü alarak bir kere daha yeryüzünü kana boyadı. Kamçılanan ihtiraslar, insanlara kurtuluş ve huzur yolunu muştulayan Tanrı elçisini, çarmıha sürüklemeye uğraşıyordu.

İsâ’dan sonra ise peygamberine cefâ ve hakareti reva görmekle alnına silinmez damga yemiş Hristiyan dünyâsı ile Yahûdî şeriatçılığı, kâh yenerek kâh yenilerek asırlar boyu güreşmiştir.

İskenderiye Mektebi Tevrat mezhep ve felsefesini harman yapıp dünyâya dağıtırken Yahûdîliği fikir ve îtikad yolundan kabûl ettirmek metodu üstünde çalışmıştır. Böylece açtığı neoplatonik çığır ile gafil, zayıf ve masum kütleleri asırlarca tesîr ve nüfûzu altında tutmuştur.

*

*        *

Ne ki, zaman gelmiş, bu defa da beşeriyet, dünyânın koyu ve ağdalı cehaleti içinde birdenbire parlayan İslâmiyetin tevhîd, ihlâs ve iman bayrağı altında toplanır olmuştur. Gerçekten de, insanoğluna beklediği birlik ferahlığını, vicdânî hürriyet ve içtimâî adâleti getiren Müslümanlık, kısa zamanda yaylanıp, zuhûr ettiği ülkeden çok uzaklara fırlar olunca, beşeriyet için ideal ölçüler ve prensipler getiren bu tevhîdci din de, gene Yahûdînin târihî hücumlarıyla karşı karşıya kalmıştır.

Zîrâ İslâmın yeryüzü için gerçek bir otorite ve muvâzene unsuru olduğunu anlayan İsrailoğulları’nın, ellerini çabuk tutup fesad ve fitne kundakçılığı ile bu sefer de Muhammed ümmetinin birliğini parçalama faaliyetine girişecekleri tabîî idi. Nitekim öyle de oldu.

Renk ve ırk ayrılığını reddeden İslâmiyet, beşer nev'înin tamamına hitâbediyor, «Allah, âlemlerin Rabbıdır» diyerek cümle âlemi, açtığı tevhîd bayrağının altına çağırıyordu.

Bu dâvete icâbet edenlerin sayısı kısa zamanda kıtadan kıtaya atlayıp kan, kabile ve aşiret dâvâları, iğne değmiş balon gibi sönüverince, bu yeni düzenin getirdiği nizam ve dünyâ görüşü yüzünden menfaatleri zedelenenlerin olması tabiî idi. Bunların başında gelenler de Yahûdîlerdi. Çünkü onların Allah’ı, yalnız İsrailoğulları’nı benimseyip koruyan ve bunu da Tevrat âyetleri ile öğütleyen inhisarcı bir ilâhtı. Halbuki İslâmın tebliği bir zümreye değil, bütün cihâna şâmildi.

Ancak, binlerce yıldır ırkçılığının ve şeriatçılığının taassubu ile şartlanmış olan Yahûdî, yakalandığı üstünlük psikolojisi ile kendini büyük, cümle âlemi de Tevrat'ın yücelttiği kavminin ayakları altında küçük ve mahkûm kabûl etmeye alışmış bulunuyordu.

Yahûdînin inandığı ilâh nasıl bir ilâh idi ki, insanlık âlemini hiçe sayarak bütün üstünlükleri ve imkânları İsrâiloğulları'na tahsis etmiş bulunuyordu. Meselâ: Tevrat’ta; «Eğer Rabbın kelâmını dikkatle dinleyip benim sana bu gün tebliğ ettiğim emirlerin tamâmını hıfz ve icrâ edersen, Rab seni, cümle tâifelerine üstün kılacaktır», 28. bab âyet 1. «Şehirde mübarek ve sahrâda mübarek olacaksın» aynı bab âyet 3. «Aleyhine kalkan düşmanlarını Rab, senin önünde kıracaktır»», «Rab sana nîmet hazînesini, yâni gökleri açıp toprağın için yağmuru mevsiminde verip elinin her bir işini bereketleyecektir. Sen dahî çok kimselere ödünç vereceksin ve ödünç almaya çaksın.» âyet 12. «Rab seni kuyruk etmeyip baş edecektir. Sen dahî her zaman üst çıkacaksın ve alt olmayacaksın.» âyet 14.

Böylece Yahûdî, yalnız dar benliğini görmekten İlâhî gerçekleri görememiş, bu yüzden de o dar benliğin kamçıladığı tehlikeli bir cesâretle dünyânın da İslâmın da başına, onulması güç yaralar açmıştır.

Bir ırkın millî gurûru için mücâdele etmesi tabîî olduğu kadar güzeldir de. Amma İlâhî gerçeklere dayanmayan bir şerîatın körü körüne emrine girmiş Yahûdî, dünyâ hegemonyası peşinde ve kendi ırkından gayriye hak tanımıyan bir bâtıl zihniyet içinde bulunmakla, o temiz hakkı suistimâl eylemiş bulunmaktadır.

O kadar ki Yahûdî, yeryüzünü pençesinde zebûn eylemek gayesiyle bir bakıma dünyâ iktisadiyâtını hattâ siyâsetini bu emelle buyruğu altına almış ve İslâm âleminin merkezine bir çıban olarak gelip oturmuştur.

*

Hz. Peygamberin ölümünden sonra, İslâm'ın içinde bâzı anlaşmazlıklar ve hiziplere bölünmeler çıktı. Bunların bir kısmının kökü, ferdî ve kabileler arası düşmanlıklara dayanıyordu. Bu bölünmelerin en vahimi, mezhep farkları yüzünden doğan parçalanmalar oldu. Bütün bu anlaşmazlıklarda ve bölünmelerde Yahûdîlerin entrikaları çok ehemmiyetli ve çok zararlı bir rol oynadı. Öyle ki düşmanlıkları azdırdı ve İslâm’a ölçülemeyecek kadar büyük zararlar verdi.

Kaynak: Sâmiha AYVERDİ Hanımefendi, Hicrî 1400. Yıla Yaklaşırken KÖLELİKTEN

EFENDİLİĞE, Damla Yayınevi, 1978, İstanbul

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar